“türk kültüründe nevruz” “tarih içinde bursa” - Türk Ocakları

advertisement
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK
KÜLTÜRÜNDE
NEVRUZ”
“TARİH
İÇİNDE
BURSA”
GENÇLERDEN DENEMELER
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve
TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN DENEMELER
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
1
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve
TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN DENEMELER
Editör : Selçuk KIRLI
Mustafa CEMİLOĞLU
Türk Ocakları Derneği
Bursa Şubesi Yayını : 7
ISBN : 978-975-7739-97-5
Mart 2016
Tasarım : Ercüment KARTAL ([email protected])
Baskı : Copyrite Reklam ve Baskı Hizmetleri A.Ş. - BURSA opyrite Reklam Ve Baskı
2
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
SUNUŞ
Türk Ocağı’nın belirlenmiş belli başlı amacı Türk kültürüne hizmet ve bu yolla Türk Milletini yüceltmektir. Türk Ocakları Bursa Şubesi de bu doğrultuda her yıl birçok etkinliğe ev
sahipliği yapmakta ve gençlerimizi Türk kültürü ortamlarıyla buluşturmaktadır. Bu tür kültür
ortamlarının başında her yıl tekrar edilen “Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şöleni” ile yine her yıl
hem Lise öğrencilerini hem de Üniversite öğrencilerini yarıştıran “Kompozisyon Yarışmaları”
yer almaktadır.
Türk Ocaklılar olarak bizler bilmekteyiz ki, Türk Kültürünün kaynağı, çeşmesi ve testisi Türk
dilidir, Türkçedir. Bu nedenle de Türk Kültürüne ve Türk Milletine hizmetin yolu Türkçeye hizmetten geçmektedir. Gençlerimizin Türkçeyi kullanma becerileri elbette ve öncelikle dinlemeyle
ve okumayla gelişip zenginleşecektir. Yine onlar okuduklarını ve dinlediklerini sentezleyerek
anlattıklarında da kendilerini ifade becerisine ulaşacaklardır.
İşte Türk Ocakları Bursa Şubesi bu başarılı gençlerimizi ödüllendirme ve daha başarılı
eserlere imza atmalarına fırsat verme adına üç yıldan beri makale yazma yarışmaları düzenlemektedir. Konusu her yıl değişik alanlardan seçilen bu yarışmaların bu yılki konusu “Türk
Kültüründe Nevruz” ile “Tarih İçinde Bursa” olarak belirlenmişti. Yarışmacı öğrencilerimiz bu
iki konudan birini seçerek yarışmaya katılmışlardır. Seçici kurulumuzun değerlendirmeleri
sonucunda dereceye giren başarılı öğrencilerimizin eserlerini kalıcı hale getirme ve hayat boyu
bu onuru gururla taşımalarını sağlama adına ilgili yazılar bu kitapta toplanmıştır.
Dereceye girerek başarıları belgelenmiş olan öğrencilerimizi, yarışmaya katılan tüm
öğrencilerimizle birlikte kutluyor ve Türk Ocakları Bursa Şubesi olarak başarılarının sürekli
olmasını diliyoruz.
Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu
Türk Ocakları Derneği Bursa Şube
Hars Heyeti Başkan
Prof. Dr. Selçuk Kırlı
Türk Ocakları Derneği Bursa Şube
Başkanı
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
3
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
KONULU ORTAÖĞRETİM ve ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE
YÖNELİK KOMPOZİSYON YARIŞMASI
AMACI:
Anadolu Coğrafyasının ve bütünüyle Türk Dünyasının önemli şehirlerinden birisi olan Bursa,
Selçuklu’dan günümüze her çağda Türk Kültürünü yaşayan, Türk Kültürünü yaşatan önemli
bir bilim sanat ve kültür merkezidir. Böyle bir merkezde kurulmuş olan Türk Ocakları Bursa
Şubesi de her zaman Türk kültürüne Türk sanatına ve Türk milletinin değerler sistemine sahip
çıkmayı görev bilmiştir. Bu yönüyle, gençlerimizin Türk kültürüyle, Türk sanatıyla yoğrularak
şekillenmesini ve onların, bu değerleri gelecek kuşaklara da aktarabilmesini teşvik anlamında
her yıl farklı konularda kompozisyon yarışmaları düzenlemektedir.
KOMPOZİSYON KONULARI:
1. Türk Kültüründe nevruz (Tabiatın canlanması ve nevruz bayramı, Anadolu coğrafyasında
ve Türk Dünyasında nevruz)
2. Tarih içinde Bursa (Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar zamanında, Kurtuluş savaşında ve
Cumhuriyet döneminde Bursa)
YARIŞMAYA KATILIM ŞARTLARI:
1- Eser daha önce hiçbir yarışmaya katılmamış ve yayımlanmamış olacaktır.
2- Kompozisyon, öğrencilerin kendi ürünü olacaktır.
3- Eser iki nüsha olarak (birinin arkasına yarışmacının okulu, adı ve soyadı,sınıfı,telefon
numarası ,adresi ve e-posta) yazılmış vaziyette teslim edilecektir.
4- Eser A-4 formatında bilgisayarda yazılmış olacaktır.
BAŞVURU YERİ VE TARİHİ:
Eserler 04 Mart 2016 Cuma günü saat: 17.00 ye kadar eser sahibi öğrenciler tarafından
bizzat teslim edilebileceği gibi ; Okul Müdürlükleri öğrencilerden eserleri teslim alarak topluca resmi evrak yazışmaları ile BURSA TÜRK OCAĞI’nın Kurtoğlu Mahallesi Yeşil Cadde Site
Apartmanı No:8/1 Yıldırım / Bursa Adresine Posta ile de gönderebileceklerdir.
4
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ÖDÜLLER:
Birinci olan esere : 1.250 TL
İkinci olan esere
: 1.000 TL
Üçüncü olan esere : 750 TL
4.5.6.7.8.9.10 olan eserlere mansiyon verilecektir
SEÇİCİLER KURULU:
Prof.Dr.Mustafa CEMİLOĞLU
Emekli Öğretim Üyesi
Prof.Dr.Alev Sınar UĞURLU
U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı
Prof.Dr.Hatice ŞAHİN
U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Kazım YOLDAŞ
U.Ü. Eğim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı
Doç.Dr.Kelime ERDAL
U.Ü. Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Hülya TAŞ
U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi
YARIŞMA TAKVİMİ:
Yarışma Kılavuzlarının okullara gönderilmesi : 01 Ocak 2016 Cuma
Eserlerin Bursa Türk Ocağı’na Teslimi
: 04 Mart 2016 Cuma
Dereceye Giren Eserlerin Belirlenmesi
: 11 Mart 2016 Cuma
Ödül Töreni
: 26 Mart 2016 Cumartesi
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
5
SA ŞUBES
İ
1913
6
B
UR
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
R
TÜ
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
7
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
İÇİNDEKİLER
Ali Fuat SAÇINTI......................................................................................................................... 52
Ali GÜRSES.................................................................................................................................173
Arzu CAN......................................................................................................................................19
Arzu ÜLKER............................................................................................................................... 211
Asya Şirin YARDIMCI..................................................................................................................153
Beyza Nur KAYA..........................................................................................................................46
Buse ACAR.................................................................................................................................210
Büşra DİN.................................................................................................................................... 22
Doğanay YILMAZ.......................................................................................................................187
Ebru ÇETİN.................................................................................................................................167
Elif Ezgi BAŞTÜRK...................................................................................................................... 77
Enes ERTAŞ................................................................................................................................. 53
Ergenekon ŞAHİN.......................................................................................................................49
Fatma KAPLANER..................................................................................................................... 191
Hakan Berke ERKAN.................................................................................................................165
Hediye ALTIN............................................................................................................................208
Hilâl BIÇAK..................................................................................................................................70
Hilâl YENİ.....................................................................................................................................17
İbrahim Seçkin SEÇKİN.............................................................................................................. 87
İbrahim SELÇUK.........................................................................................................................143
İbrahim ŞAŞMA.........................................................................................................................122
8
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
İbrahim ŞAŞMA.........................................................................................................................138
İrem Saliha DİZİN...................................................................................................................... 101
Kadir DOĞAN...............................................................................................................................15
Kadir GÜZEL................................................................................................................................ 78
Kübra Nur ÜNLÜSOY................................................................................................................ 146
Mehmet Zahit BİLGİN.................................................................................................................12
Merve YEŞİLOĞLU........................................................................................................................41
M. Mustafa ERDOĞDU.............................................................................................................. 114
Muhammed CELAYİR................................................................................................................129
Nesrin KAHRAMAN.................................................................................................................... 27
Neşe PEKER...............................................................................................................................193
Oğuzhan GÜLER......................................................................................................................... 79
Orhan BİNGÖL.......................................................................................................................... 150
Rüstem ÜTKÜR..........................................................................................................................85
Saadet Betül SARIHAN...............................................................................................................81
Seda TOPAL................................................................................................................................212
Sultan BULUT........................................................................................................................... 194
Şeyma YEĞİNOĞLU...................................................................................................................207
Tolgahan USTA...........................................................................................................................201
Tuğçe NARİN...............................................................................................................................84
Yağmur Gizem YAVUZER............................................................................................................ 43
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
9
SA ŞUBES
İ
1913
10
B
UR
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ORTA ÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
11
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Mehmet Zahit BİLGİN
TOFAŞ Fen Lisesi
12-D / 271
Ortaöğretim
1.si
MEDENİYETLER MERKEZİ BURSA
Tarihinde Bursa kadar devlet, millet ve eser olan şehir sayısı azdır. İkliminin uygun, yer
şekillerinin de sade olması nedeniyle yoğun şekilde tarım yapılabilmesi; özel olarak ipekçiliğin
gelişmiş olması; İpek Yolu’nun Anadolu’daki en önemli duraklarından biri olması gibi sebeplerden ötürü bu denli ilgi gördü Bursa. Buna bağlı olarak birçok devletin egemenliğine giren
Bursa, artık Türkiye Cumhuriyeti ve Türk kültürü ile özdeşleşmiş bir şehir.
Bazı şehirler vardır. Ülkeleri için değerleri rakamlarla ifade edilemez. O ülkeyle, insanlarıyla
bir bütün halindedir. Bu iki unsur birbirine o kadar iyi kaynaşmıştır ki o ülke için artık kol veya
bacaktan öte sağlık, gençlik gibi hem vazgeçilmez hem de değeri ancak yokluğunda anlaşılan
bir üyeye dönüşür. Bursa da Türkiye ve Türk kültürü açısından böyle bir öneme sahip. Türkiye
denince belki akla ilk İstanbul gelir. Soruya siyasi bakanlar için Ankara, turizm diyenlere göre
ise Antalya söylenebilir ancak bu özelliklerin her birini bünyesinde barındıran ve bu ülkenin
temellerinin atılmasında, yani Osmanlı’nın kuruluşunda, Bursa kadar önemli bir şehir daha
gösterebilmek zor bir iştir. Bursa’nın bu alandaki önemini ekonomik, askeri veya kültürel açıdan
ele almak mümkün. Bunun hakkında sayfalarca yazı kaleme alınabilir ancak ben konuya çok
farklı bir pencere açmak istiyorum.
Osmanlı’nın kuruluş tarihi hakkında birçok fikir var. 1299 diyen de var; sancakla olmaz,
savaş lazım diyip 1302 olarak gösteren de var. Bunların ikisi de bilimsel fikirler ancak ben biraz
daha romantik ve bilimsellikten uzak bir bakış açım var. Bu fikrime dayanak olarak Bursa’nın
fethini kullanacağım. Bursa 14. yüzyılın başında hala işlek olan İpek Yolu’nun önemli durakları
arasında bulunuyordu. Zaten ipeği, iklimi ve tarımı her dönem büyük bir değer olan bu şehre
bu özelliği bir kat daha değer katıyordu. Bursa’nın bu özellikleri yeni şehirler fethetmek ve Türk
beylikleri arasındaki saygınlığını arttırmak isteyen Osmanlı Beyliği’nin iştahını kabartıyordu.
Osmanlı Bursa’yı kuşattığında Osmanlı’nın başında devletin isim babası ve ilk hükümdarı olan
Osman Bey bulunuyordu. Onun vefatından kısa bir süre sonra oğlu Orhan Gazi Bursa’yı alarak
babasının vasiyetini gerçekleştirdi. Takvimler 1326 yılını gösteriyordu. Bu olay herkesin malumu
ancak burada dikkat çekmek istediğim nokta şu: Osmanlı çok genç bir beylik o zamanlar.
Karşısında ise ne kadar köhnemiş olsa da köklü bir Bizans var. Normalde favorisi önceden
belli bir maç gibi ancak Osmanlı’da öyle bir ordu-devlet anlayışı var ki küçük bir beylikken bile
Bizans gibi bir gücü alt edebiliyor. Bunun en büyük sebebi Osmanlı’nın Türk devlet yapısına ve
12
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
savaşçı özelliklerine olan bağlılığı. Osmanlı’nın temellerinde Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar
bütün deneyimleriyle ve kendine kattıkları ile Türk-İslam kültürü yatıyor. Bu yüzden Osmanlı’nın
kuruluşunu Mete Han’a dayandırmak gerektiğini düşünüyorum.
Osmanlı gücünü Bursa’da gösterdiğinde aslında gelecekte yapacaklarının da teminatını
vermişti belki de. Zaten arkasında Malazgirt, Miryokefalon gibi zaferler olan bir milletin uyanması birçok şeyin habercisiydi. Bir uyanışın ilk simgesi, devletin ilk büyük fethi olduğundan
İstanbul’u alana kadar başkent Bursa oldu. Edirne sadece askeri açıdan kullanılan bir başkentti
(istasyon desek daha doğru olabilir), İstanbul’a ve Balkanlar’a daha yakın olabilmek için
merkez yapılmıştı. Zaten hiçbir padişah Edirne’de gömülmedi çünkü ülkenin manevi merkezi
hala Bursa’ydı. Bursa, İstanbul’u alana kadar Osmanlı’nın ilk göz ağrısı ve tek çocuğuydu.
Orhan Gazi’nin Orhan Camii, 1. Murad’ın Hüdavendigar Camii, Yıldırım’ın adağı olan Ulu Cami, 1.
Mehmed’in Yeşil Camii, 2. Murad’ın Muradiye Külliyesi bu ilginin göstergesiydi. Gözü gibi bakıp
büyütmüştü Osmanlı Bursa’yı. İstanbul alınınca da korumacı bir ağabey rolü düştü Bursa’nın
payına. Bunu da hakkıyla yerine getirdi. Karamanlılar geldiğinde de Kavalalı Mehmet Ali Paşa
geldiğinde de çok iyi korudu küçük kardeşini. Darbeyi hep kendisi karşıladı.
Tabii ki omuz omuza yürüdükleri bu yolda ayakları da beraber kaydı bu iki şehrin. İtilaf
Devletleri, Boğaz’da toplarını Dolmabahçe’ye doğru çevirirken; Yunan askerleri de İzmir’e demir
atıyorlardı. Yunanlar çok geçmeden Bursa’yı da işgal alanına dâhil etti. Böylece iki kardeşin de
eli kolu bağlanmış oldu. Yardım beklediler ama bütün Anadolu yavaş yavaş çaresiz bırakılıyordu.
Bir mucizeye ihtiyaç vardı artık. Tam o sırada Samsun’dan, Amasya’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan
Mustafa Kemal’in önderliğinde gelen komutanlar ve halk bir umut ışığı olarak doğmuştu. Meclis
kurulup da “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emri verilince birdenbire hayaller gerçeğe
dönmeye başlıyordu. Sakarya’da kazanan Türk ordusu, batıya doğru yol aldıkça; Fransızlar,
İtalyanlar bavullarını bile toplayamadan kaçtıkça zafer kutlamaları da başladı. 11 Eylül 1922
tarihinde ise Bursa, düşmandan temizlenmiş; halk rahata kavuşmuştu. İstanbul biraz daha
beklese de sonunda hepsi ‘geldikleri gibi gitmişti’ ama arkalarında geldiklerinde bulduklarından
çok daha harap ve acılı bir ülke bırakmışlardı.
Mustafa Kemal, Lozan’dan sonra cumhuriyeti ilan etti ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin
temellerini attı. Önünde çok zorlu bir bayındırlık süreci vardı. Özellikle Yunanların ayak bastığı
yerlerde büyük hasarlar vardı. Bursa da hiç iyi bir durumda değildi. İnsanlar fakirlik ve sefaletle
mücadele ediyordu. 1929 ekonomik buhranı sonrası iyice sertleşen koşullar insanları daha perişan bir hale getirdi. Uygulanan devletçilik politikası insanlara bir nebze olsun rahat nefes aldırsa
da ceplerin rahat etmesi için bir dünya savaşı geçmesi ve 1950’lerin beklenmesi gerekiyordu.
2. Dünya Savaşı sonrası bloklaşan Soğuk Savaş dünyasında Türkiye de stratejik önemi
dolayısıyla taraf seçmek zorundaydı. Amerika seçiminden sonra Amerika’dan gelen Marshall
yardımları şehirlerin kalkınmasını hızlandırdı. Özellikle Bursa gibi tarım şehirlerinin kırsalında
gerçekleşen makineleşme insanları köyden kente doğru önü alınamaz bir göçe sürükledi. Bursa
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
13
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
da işte bu yıllarda nüfusundaki artışla beraber Türkiye’nin en önemli şehirleri arasında yer
almaya başladı. İyiden iyiye kurulmaya başlanan sanayi, Osmanlı yapıları ve tabii ki Uludağ
ile etkinliği artan turizm; buraya geçinmeye gelen insanların beklentilerini karşıladı. Marmara
Bölgesi’nde İstanbul’dan sonra en önemli merkez ve Türkiye’nin nüfusça 4. büyük şehri oldu.
Dünya çapında da gözde şehirler arasına girmeyi başardı.
Tarih kadar eski olan bu şehir, koşullar ne olursa olsun her zaman güzelliği ve ekonomik
önemi ile özel bir şehir olmayı sürdürdü. Günümüz metropollerinin korumakta zorlandığı tarihi
dokuyu bozmadan gelişmeyi başarmış bir şehir Bursa. Gelişmişlikle yeşili, tarih ile sanayiyi
buluşturarak eşi bulunmaz bir kent oldu Bursa. Gelecekte de Türkiye’yi öncülerinden olacak
bu şehrin tarihi herkes tarafından bilinmeli ve genç nesillere aktarılmalı ki insanlar ne kadar
özel bir şehirde yaşadıklarını anlasınlar. İnsan, kaybetmeden bazı şeylerin değerini anlamıyor.
Bursa’yı kaybedince geri kazanmak kolay olmayacağından Bursa’nın değerinin bilinmesi ve
onun korunması için herkesin elinden geleni yapması gerek. Unutulmamalıdır ki Bursa bize
geçmişten miras değil, gelecekten ödünçtür.
14
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
Atatürk Anadolu Lisesi
10-C / 1848
R
TÜ
K O C AK
LA
B
SA ŞUBES
İ
Kadir DOĞAN
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Ortaöğretim
2.si
YEŞEREN UMUTLAR
Nevruz, nam-ı diğer yeni gün. Bazen yeni ay, yeni hafta, yeni bakışlar, yepyeni bir yeni.
Ülkemizde 21 Mart’ta kutlanan nevruzun benim içim de yeri büyüktür. Baharın gelişini
müjdeleyen; bereketin, canlılığın, eğlencenin ve nicelerin haberdarı nevruz. Ateşin üstünden
atlamakla, yaprakların dallarda yeşil yeşil yerini almasıyla, yeni dilek ve umutlarla, güneşin
kendini göstermesiyle gelişini müjdeler sanki. Geceler artık gün günden kısa; gündüzler iyi ki
uzun. Kapıda burnu delik ayakkabı ile topla oynarken, ezan sesini beklerken can atardık beş
dakika, beş dakika daha oynamaya. Nevruz, günlere eklenen beş dakika. Nevruz, bence yağan
yağmur ardından ıslanan çorap uçları değil artık; sımsıcak gülümsemeye başlayan güneş; geç saatlerde, tüm iş görüldükten sonra eve gelince perdenin hala kapatılmamış olması belki de... Nevruzu sevmem için pek çok neden var elimde, epeyce fazla. Yağmur benim hayatımda,
karamsarlık, hüzün, can sıkıntısı, siyah ve hoşlanmadığım birçok şeyi ifade eder. Sadece, yağmur
yağarken odun ateşi ile yanan kömür sobasının yanında uyuklamayı severim. 21 Mart’tan sonra
ise çok şey değişir hayata bakışımda. Bir mıknatısın topraktan pozitif yük alması gibidir bu
süreç. Güneşi görünce engeller kalkmaya başlar sanki hayatımda. Rayına girer her şey. Oysa
yağmurda ya tüm işlerim rast gitmez ya da bana aksiliklerin müsebbibi yağmur görünür .
Nevruz, artık yağmuru yağdırmayacağı veya azaltacağı sözü veren sigorta gibi. Baharın
gelişi ile çiçeklerin açması dünyayı beton yığınından bir nebze de olsa kurtarır sanki. Kokusu,
renkleri, çeşitleriyle her bir çiçek ayrı güzellik katar yurdumuza.
Yaz akşamları ailecek balkonda ,ferah havada kapta dondurma yemeyi çok severiz biz.
Herkes bir çay kaşığı alıp o serin, limonlu, çilekli, kakaolu ve sütlü dondurmayı yedikten sonra
bize ılık su içirmeyi ihmal etmez babam.Yaz meyveleriyle şenlenir yine bizim balkonumuz. Erik,
insanın ısırdıkça ısırası gelen erik. Üç beş adet cebime doldurur, kapıda top oynarken yerim.
Çileği ihmal etmek olur mu? Sağ cebim çileğin yeridir. Ancak karpuzu alamazdım. Öyle bir cebim
yoktu çünkü. O karpuz dilimine dişlerini gömerken suyu akar ya soğuk soğuk .Hani ağzına
alınca suyu dağılır ya etrafa ,o bile baharın ardından gelir. Bahar, karpuz kokusunu taşır usul
usul. Bu nedenle nevruzu çok seviyorum . En azından o günlerin yaklaştığını haber verir bize.
Gür gür açmış; kırmızı, sarı, mavi ve daha birçok renkte, en pahalı parfümden bile güzel
kokan çiçeklerden, çiçeklerden bal toplayan arılardan, otlarda beslenen hayvanlardan, gökTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
15
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
yüzünde V şeklinde gelen kazlardan, fındık yemekten yorulmuş, ağacın gölgesinde dinlenen
sincaplardan anlaşılır baharın gelişi. Bizim yakınlarımızda bulunan Demirtaş Ovası’nda baharın
gelişiyle, her pazar sabahı saat dokuzda gökyüzünde süzülen paraşütseverlerin motor sesini
duyup dışarı fırlar; onları izlemeye koyulurduk. Bu çiçeklerin, manzaranın tadını yukardan
çıkaranlardandır onlar .Akşamları saklambaç oynardık büyük küçük demeden herkesle .Bir
heyecanla saklanırdık ki…. Güneş, bizim oyun ortağımız olur; batmazdı kolay kolay. Güneşin
çocuklarla kardeşliğinin de başlangıcıdır nevruz.
Nevruz demişken… Biz nevruzu halay çekmeden, horon tepmeden, efeleri konuşturmadan,
aşıkları buluşturmadan, ateşten atlarken paçaları tutuşturmadan kutlamayız. Geleneksel
olarak her yöreye ait eller konuşturulur, tutuşturulur birlik içerisinde. Doğanın coşkusuna el
ele ortak olunur. Ne güzel bir durum değil mi? Keşke silahlar sussa da sazlar konuşsa hep
değil mi? ...
Baharın müjdecisi, ülkemizde çeşitli yerlerde aynı günde fakat farklı güzelliklerde, farklı
ezgilerle kutlanır. Coşkular da rengarenktir çiçekler gibi, tatlı mı tatlıdır incirler gibi. Baharda
olgunlaşmaya başlayan o mor ,tombul ve yumuşak incirlerin içini açarken, sımsıcak havada
suya ilk adımı atarken , şeftalinin tüyleri elimizi, dudağımızı okşarken, armudun suyu ağza
dağılırken, sürprizlerle dolu karpuzu ikiye böldüğümüzde kelek çıkmamasının sevinci yüzümüze
yayılırken hissettiğimiz duyguların benzeridir nevruzun hissettirdikleri .
Nevruz yaklaştığına göre pozitif günler beni bekliyor. O iftardan sonraki meyveli, sade
sodalar, arkadaşlarla soluk soluğa yapılan halı saha maçlarının keyfi, tulumba tatlısının,
baklavanın verdiği o lezzetin benzeri, yemekten sonra yapılan sohbetler ,o sıcak ama rüzgarın
dost elinin de hissedildiği havada telefondan yazışmak yerine arkadaşlarla buluşmanın, kahve
içip iç dökmenin sıcaklığı, ışıltılı bir pazar sabahı erkenden hazırlığı yapılan mangalla güzel bir
piknik alanında kızartılan sucuğun kokusu gülümsüyor nevruzun ardında, bekle beni ,der gibi.
Nevruzu kutlarken yaşadığım duygu; sahipsiz bir köpeği sahiplenmek, kurumuş bir fidanı
ağaca çevirmek, on yıldır görmediğin arkadaşınla sohbet etmek, en sevdiğin hobini yerine
getirmek, teşekkürü takdire çevirmek, doğum gününde hayalini kurduğun kramponların sana
hediye edilmesi, sevdiğin kızdan alınan bir telefon numarası, balık tutarken herkesin hamsi
tutmuş olması ve senin büyük bir sazan tutmuş olman veya katıldığın bir yarışmada birinci
olman kadar mutluluk verir bana. Bu nedenle nevruzu dolu dolu yaşayacak; baharımın her
zamankinden daha iyi, daha mutlu, daha eğlenceli geçmesini dileyeceğim.
16
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
Ulubatlı Hasan Anadolu Lisesi
11-E
R
TÜ
K O C AK
LA
B
SA ŞUBES
İ
Hilâl YENİ
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Ortaöğretim
3.sü
ASIRLIK ÇINAR BURSA
Anadolu coğrafyasının medeniyetlerin beşiği olduğu değişmez bir gerçektir. Bursa ise
sayısız uygarlığı içinde büyütmüş ve insanlık âlemine kazandırmış bu sağlam beşiğin içinde
boy atıp büyüyen güzeller güzeli nazlı bir bebektir. Asırların ötesinden yollara düşüp günümüze
gelen, gözümüze ve gönlümüze karargâhını kuran kahraman ve asil bir diyardır Bursa.
Milat denen başlangıcın taa ötelerine taşar Bursa’nın tarihsel serüveni. İçinde çeşit çeşit
şanlı yiğitlik destanları, savaşlar, cenkler, barışlar, höyükler, kaleler, surlar, uzak ve yakın
hikâyeler, inançlar, kültürler barındırın Bursa, birçok millete ev sahipliği yapmış, yurt olmuş,
sinesini şefkat ve bereketle açmıştır.
Denilir ki M.Ö. Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kuruldu ve zaman içinde Prussa adı
ile anıldı. İznik, İnegöl, Kemalpaşa, Demirtaş, Ulubat Gölü kıyıları ve diğer ilçelerde bulunan
höyük ve tarihi kalıntılar, işaret ediyor ki, Bursa tarih sahnesinde hep başrol oynamış, hiç figüran
olmamış ve hayran kitlesi hep çok olmuş, kıymete sahip yıldız misali bir diyardır. Bizans ve
Roma egemenliğinde uzun süre kalan şehir, Asya ve Avrupa’nın geçiş güzergâhı üzerinde olduğu
için, bu kıtalarda hayat sürmüş milletlerin de uğrak ve ikamet mahalli olmuştur. Müslümanlar
da Bursa ile Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında tanıştılar ve 23 yıl Bursa’da kaldılar.
Kıymetli diyarın taliplisi de çok olur. Ve Yüce Yaratıcı Bursa’yı Türklerin ellerinde en güzel
hale getirmek için zaman düğmesine ol dedi. Ve Bursa’ya en çok yakışacak, en çok emek ve
değer verecek, onu en ziyade ihya edecek millet olan Türkleri yolladı onun coğrafyasına.
Takvimlerin sürekli akan görüntüsünde 1081 yılı yaşanıyordu. Türkler Anadolu Selçuklu
Devleti ile çaldı Bursa’nın kapısını. İznik, Bursa ile Türklerin buluşma yeri oldu. Daha sonra
Haçlı seferleriyle Haçlıların eline geçen İznik dolayısıyla da Bursa, 1214 yılına kadar Rumların
elinde kaldı ve Türk egemenliğine hasret duyarak, boynu bükülü yaşadı.
Göklerden gelen karar yeniden devreye girdi. Bursa en çok Türklerin elinde mutluydu.
Yeniden onların olmalıydı. Osmanlı çınarının çekirdeğini tarih arazisi üzerine eken manevi
bahçıvan Osman Gazi, çok istemesine rağmen Bursa’nın sahibi olamadan vefat etti. Oğlu Orhan
Gazi babasının ruhunu şad eyledi.1326 yılında Bursa’yı ebediyen Türk yurdu olması dileğiyle
Osmanlı topraklarına kattı. Ve bu aziz bu mübarek belde, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğum
yeri olarak yazıldı ülkelerin seceresinin yazıldığı nüfus kütüğüne. Zaten ondandır Bursa’nın o
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
17
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
denli edepli ve ağırbaşlı duruşu ile yeryüzünü kıymetlendirişi.
Sonra mana sultanları güneş gibi doğmaya başladı bu özel diyarda. Nice sıradan kul, Bursa
topraklarında amellerine sarsılmaz istikametler tayin edip HAKK katında erenler, evliyalar
sınıfına yükseldiler... Sonra Bursa’ya düştü peygamber soyundan nurlu bir damla. Emir Sultan
Hazretlerinin padişah soyuna karıştı soyu ve hala o nurlu karışım huzur ve nur saçar Bursa
topraklarına. Mana ve cenk erleri bir teknede yoğrulup, Bursa âşıklarına nimet oldu asırlarca.
Şimdi bizler Bursa’da yaşıyoruz. Bugün Bursa için bizim dilimizden ve kalemimizden
dökülen güzellikler, yarın nesillerimizin dilinden ve kaleminden dökülecek. Bursa’da yaşamak,
Bursa’yı sevmek büyük bir ayrıcalıktır. Bursa’da yaşamak başka şehirlerde yaşamaya benzemez
mesela. Bu topraklarda günah işlemek büyük felaket, sevaba nail olmak ise tahmin edilemeyecek ululukta bir saadettir bizler için.
Bursa’da yaşamanın belli bir ahlakı ve ahkâmı vardır. Edep ister, adap ister, nezaket ister,
ruh ister, yürek ister. Bu şehirde her zerrenin ruhu vardır çünkü. Bu şehirde gönül mevsimi
aralıksız bahardır. Bursa’da yaşarken hiç kış uğramaz bizim yüreklerimize.
Kapalıçarşı’nın rutubet kokan hanlarını, padişahların ve evliyaların secde iziyle dolu
camilerini gülistanda geziyormuş edasıyla dolaşır, yüksek lezzetler yaşarız. Yeşil Türbe’ de
ölümün Turkuaz rengi ile tanışırız, Ulucami’de ruhumuzu dua ile arındırırız. Emir Sultan’da gül
kokularından yollar tesis edip taa Ravza’ya uzanır en sevgiliye yürürüz. Muradiye Külliyesi’nde
huzur ile hüzün arasındaki gelgitlerle yoruluruz, Yıldırım Külliyesi’nde Timur’a celallenir, dişimizi
sıkar, başımızı önümüze düşürürüz. Yıldırım Bayezid’e duyduğumuz hürmet ve minnetten
ötürü sustukça susarız. Erguvan kokulu bahçelerde sakinleşir, duruluruz.
Kayhan’da pideli köfte, Mudanya’da balık ekmek, Gemlik’te zeytin, ovada şeftali, armut
Uludağ yamaçlarında kestane yemenin, Cumalıkızık’ta cumbalı bir evde bir dost ile oturup
hasbihal etmenin, Kozahan’da ipeğin yumuşaklığında kendinden geçmenin, Orhan Camisinde billur avizeye dönen zamanın içinde aydınlanmanın, Uludağ zirvelerine çıkıp göklerle
selamlaşmanın tadını ve keyfini bizden sorun. Bursa sokaklarında; kılıç kalkan şangırtılarına
karışan mehter sedaları, zamanları ve mekânları aşıp tarihe ulaşır ve şanlı ecdadın mübarek
sinesinde yankılanır.
Biz Bursa’yı çok severiz. Bursa bizim yurdumuz, baba ocağımız, ana kucağımızdır. Bu
şehrin gökkubbesi altında doğduk, burada yaşıyoruz ve burada ölüp, bu şehrin maneviyatını
alıp yanımıza öyle yürümek arzusundayız sonsuzluk âlemine.
18
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Arzu CAN
Turhan Tayan Anadolu Lisesi
11-B
GEL GİDELİM BAHARLARA
İnsanlar toplu halde yaşamaktadırlar. Bu sebeple doğup büyüdüğü topluma göre
şekillenmeleri kaçınılmazdır. Ailede başlayan bu toplumsallaşma halkası giderek genişler.
Kültür de toplumları şekillendiren önemli faktörlerden biridir. Kültürün de temelinde gelenekler
yatar. Bir toplumun gelenek edinebilmesi uzun yıllar alır fakat kolay kaybedilmez. Geleneklerin
yaşatılması toplumsal devamlılık için oldukça önemlidir. Çoğunlukla; din, dil, sanat ve devlet
çerçevesinde toplanmış bu gelenekler, toplumun özünü yansıtan bir aynadır. Toplumsallığı
yaşatan, Anadolu ve Türk dünyasının kapılarını umuda ve huzura açan geleneklerimizden biri
de ‘ nevruz’’ dur. Kelime anlamı ‘’ Yenigün ‘’ olan nevruz, ulusların kendi kültürleriyle özdeşleştirdiği, öz olarak baharın coşkuyla karşılandığı gündür. Orta Asya’dan Balkanlara kadar çok
geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart günü güneş, kuzey yarımküreye gülümser. Havalar
ısınır, doğa beyaz örtüsünden yavaş yavaş sıyrılır, ağaçlar, çiçekler giymeye, toprak yeşile
bürünmeye başlar. Kulaklarınızda, yuvalarını özlemiş kuşların sesi çınlarken, manzaranız bir
ressamın fırçası değmiş bir tablo gibidir. Doğaya can, insanlara neşe gelir. Bahar gelmiştir.
Havaların insanların psikolojisi üzerinde oldukça önemli bir yere sahip olduğu, bilimsel
araştırmalar ile kanıtlanmıştır. Karanlık günler ve kapalı havalar insanlarda ‘’kış depresyonu‘’
denen mevsimsel bir bozukluğa sebep olabilmektedir. Açık, temiz ve bol güneşli havaların
ise insanları pozitif etkilediği, canlılık ve dışa dönük davranışlar ortaya koymasını sağladığı
tartışılmazdır. Bu yüzdendir ki baharın gelişi ile insanların umudu toprak gibi yeşerir, zihni
güneş gibi parlar, yüzünde çiçekler açar.
Yüreklere cemre düşüren baharın gelişini kutlayan Nevruz eğlenceleri kültürden kültüre,
ülkeden ülkeye değişmektedir. Azerbaycan’da 21 Mart’tan bir hafta önceki Çarşamba günü,
Nevruz arifesidir. Ve 21 Mart’tan itibaren 3 gün boyunca kutlanmaktadır. Papak atma, anabala, diredöyme gibi halk oyunları ile kutlanır. Türkiye’de Mersin-Silifke bölgesinde nevruz,
‘’Mart ipliği’’ adında bilinir ve ağaçlara bezler bağlanır. Nevruz günü yaylalara çıkılır, misafirler
ağırlanır. Kuzu ya da oğlak kesilmesi de bu geleneğin bir parçasıdır. Giresun’da Nevruz, Mart
Bozumu olarak adlandırılır. Nevruz zamanında akarsulardan su getirilir ve hayvanlara serpilir.
Edirne’de, Nevruz kutlamalarında hasırlar yakılır ve yakılan hasırların üzerinden atlanır. Doğu
Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de önem taşımaktadır. Bu gece
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
19
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’a secde ettiği inanılır. O gün herkesin bir yıllık kısmeti ve
geleceği belirlenir. Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler
yapılır, ziyaretlerde bulunulur. Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde ‘’ Mart dokuzu’’ olarak bilinir. 21
Mart günü erkenden kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır.
Nevruz’un Türk tarihinde gelişiminin ise Ergenekon Destanı ile yakından ilgisi vardır. Bu
destana göre, düşmanları Türkleri bir hile ile yenerler ve çoğunluğu öldürülür ya da tutsak
düşer. Kurtulanlar kimsenin bilmediği dağlık ,verimli bir yer olan Ergenekon’a gelirler. Zamanla
nüfusları çoğalınca buradan çıkmak istediklerinde etrafın demir dağlarla çevrili olduğu görülür.
Bunun için büyük ateşler yakıp dağları eritirler ve tekrar eski yurtlarına dönerler. İşte Türk
Kültürüne göre Nevruz, takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür. O günden beri
yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir, o günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe
salıp kızdırırlar. Yeniden doğuşu, kurtuluşu temsil eden, evlere, dillere, yerlere, göklere neşe
saçan ve geleneksel bir hal alan bu kutlamalar, başta Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı olmak
üzere birçok devlet tarafından kutlanmıştır.
Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir. Padişahlara Nevruz
günleri “Nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu. Bu kasidelerde ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi. Nevruz günü Adem’in yaratıldığı,
Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan
ise resmi tatil ilan ettikleri Nevruz’u, ‘milli bayram’ olarak her yıl kutluyor. Azerbaycan bir ateş
diyarı olarak, ateşle ilgili zengin geleneklere sahiptir. Bu arınma, temizlenme alametidir. Ateşler
yakılır yaşına ve cinsine bakmaksızın, herkes ateşin üzerinden yedi defa zıplar. Zıplamakla
beraber bu sözleri de söylerler: “Sarılığım sana, kırmızılığın bana; Ağırlığım-uğurluğum ateşte
yansın”. Ateş hiç bir zaman su ile söndürülmez. Ateş kendisi söndükten sonra külünü toplayıp,
evden uzak bir yere, sokağa atarlar. Bu da o demektir ki, ateşin üzerinden zıplayan tüm aile
fertlerinin mutsuzluğu atılan külle birlikte aileden uzaklaştırılıyor.
“Türkmen çöreği”, “Türkmen petiri”, “külçe”, “yağlı börek” gibi yemekleri hazırlayan
Türkmenler ise ne kadar çok yemek hazırlanırsa, yeni yılın o kadar bereketli ve iyi geçeceğine
inanıyorlar.
Nevruz’un Türk kültüründeki önemi oldukça büyüktür. Her şeyden önce Nevruz bir bayramdır. Bayramlar, insanlar arasında karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir. Bayramlar,
insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları
gündür. Bayramlar, toplumlarda milli birlik ve beraberliğin, bir arada yaşama arzusunun
kuvvetlendiği günlerdir.
Nevruz bir gelenektir. Gelenekler bir milleti, diğerlerinden ayırır. Gelenekler bir toplumu
ayakta tutan iskelettir. Nevruz müjdecidir. Umuttur. Soğuk ve sert geçen bir kışın ardından,
havalardan çok insanın içini ısıtan bir mevsimin başlangıcıdır. Ayrıca Nevruz ne bir dinin, ne
20
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
de bir mezhebin bayramıdır. Özü bahar sevinci olduğundan toplumu aynı duygular altında
birleştirir. Toplumsal bağların kuvvetlenmesini sağlar.
Nevruz’un ele alınması gereken bir diğer önemi ise ülke ekonomisine katkısı büyük olan bir
mevsimi karşılıyor olmasıdır. Bahar canlılığı toprağa getirir, denize, güneşe, yüreklere, fikirlere
getirir. Fakat orada kalmaz. Canlanmış toprak, tarım demektir. Temiz bir deniz turizm, gülen
yüzler, aydın fikirler ticaret demektir.
İki cihan güneşinin, şükretmek için ne çok sebebin olduğunu bir kez daha fark ettiğimiz
baharda doğması, mevsimin güzelliklerini kanıtlamak için oldukça yeterli değil mi? Veysel
Karani’ nin kaleminden, baharın kutlanmaya değer olduğu bir diğer yanı böyle dökülmüştür…
‘’Gidelim serin yaylalara Uzanıp dokunalım bulutlara Göl kenarlarında şiirler okuyalım Aşka
dair. Sen aşk ol ben aşık Dönsün başımız aşktan Geceler saklasın bizi Göz kırpsın sevdamıza
yıldızlar Sımsıkı sarılalım birbirimize Şahidimiz olsun yakamozlar Sevip sevilelim ölene
kadar! Aşkın diğer adıdır bahar… ‘’
Umudu düşleri süsleyen, cemreyi önce yüreklere düşüren, gülünce güller açtıran, ışığı gözler
kamaştıran, aşk, kardeşlik, barış, huzur mevsimi… Ne çok ihtiyacımız var bu aralar sana. Kızıyor
musun yoksa gönül yapan değil yürek yakan insanlığa? Gelin bu sefer biz gidelim baharlara…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
21
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Büşra DİN
Bursa Anadolu Lisesi
12-C / 739
BAHARA VARDIK ÇALIŞMAYA BAŞLADIK
Bilimsel kaynaklarda Nevruz’la ilgili birçok bilgi var. Günümüzde bu bilgilere kolaylıkla
ulaşabiliriz. Nevruz’un yaşatıldığı coğrafyalarda çeşitli çalışma ve araştırmalar yapılmış, bu
konu hakkında kitaplar yazılmıştır. Bu kaynaklardan değişik bilgilere ulaşabiliriz. Kaynaklardan ortak bir görüşe ulaşılır. Baharın gelmesinin dünyanın birçok bölgesinde hareketlenmeye
neden olduğunu görürüz. Toplumların ortak kültürel değerlerini yaşatmak uğruna bu geleneği
sürdürdüğünü görürüz. Tarihteki ilk uygarlıklardan beri doğadaki değişim farklı şekillerde karşılanmış. Şöyle ki ilk toplumların bahar anlayışı kutlamadan daha çok tarımda ve hayvancılıkta
çalışmaya dayanmıştır. Günümüzde eğlence aracı olmuştur. Baharın gelişi toplumdan topluma
farklı adlarla çağrılmıştır. Böyle olsa bile çıkış noktası her yerde aynıdır. Belki de bahar, insansız
çağın son bulup insanlığın başlangıç noktasıyla birlikte aynı geçmişe sahip olabilir. Her zaman
anlatılan efsaneyi şöyle yorumlayabiliriz: Çiftleşme zamanı gelmiş olan iki yılan yasak meyve
olan buğday ağacına sarılmış, yılanların ses çıkarmaları ilk insanların dikkatini çekmiş ve ilk
insanlar bu sesin verdiği durum sonucunda acıkmışlar böylece Yaratıcı’nın istemediği işi yapıp
yasak meyveyi yemişler. Daha önceden çıplak oldukları halde utanç nedir bilmeyen ilk insanlar
ayıp yerlerini anlamalarıyla cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başlamışlar. Sonra güzel
dağ bahçesinden yere indirilip ömürlerinin sonuna kadar toprak onlara çalışmadıkça ürün
vermemiş. Kulaktan kulağa gelen söylentiler bu anlatılan kadar bilimsel olmayabilir ama
akılda tutulması kolaylaşsın ve ilgi çekici olsun diye mitolojik öykülerle anlatılmış olabilir.
Nevruz Farsça bir sözcüktür ve yeni gün anlamına gelir. İran takviminde bir ay adı olan
Nevruz’da Güneş koç burcuna girer. İşte bu ayın gelişi baharın gelişinin işaretidir. İlkbahar başlar,
gece gündüz eşitlenir, doğa uyanır ve yeniden dirilir. Nevruz bazı yörelerde değişik adlarla anılır.
Anadolu Türkmenleri ‘Eski Martın Dokuzu’ ve ‘Sultan Nevruz’, Trakya’da ‘Mart Dokuzu’, Ege’de
‘Yıl Yenilendi’ derler. Genel olarak ‘Bahar Bayramı’ da derler. Ya siz ne dersiniz? Ben ‘Bahara
Vardık Çalışmaya Başladık’ derim. Baharın başlangıcında doğa her şeye can bağışlar, hayat
verir. Aslında dünyanın birçok yerinde baharın gelişiyle birçok canlının uykusundan uyanıp iş
başına geldiğini, her yerde bir coşkunun olduğunu, doğanın cömertliğini, toprak ananın ilk
ürünlerini vermek için harekete geçtiğini görürüz. Bu zamanda çiftçiler verim almak için önce
tarlayı kendi tekniklerine göre çapalarlar, tohumları bir baştan bir başa serperler sonra tekrar
çapalarlar. Sulamalarına gerek yoktur çünkü tohumların ve tanelerin çimlenip tomurcuklanması için gerekli sulamayı doğa yapacaktır. Ekinlerin büyüyüp olgunlaşması böyle bir etkinin
22
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
olmasına bağlıdır. Çiftçilerin derdi ise verimli ürünler almaktır. Aynı zamanda doğanın, kışın
kendisini gizleyen güneşe olan ayrılığı güneşin ilk ışıklarını göstermesiyle bitecek ve doğanın
güneşe olan özlemi bu buluşmayla son bulacak, güneşin şefkat ve merhametinin doğayı
sıcağı sıcağına kucakladığına tanık olacağız. Toprak renkgarenk çiçeklerle takılarını takınacak.
Çıplak kalan ağaçlar yeryüzü bahçesinin giysileriyle giyinecek. Ağaçların çıplaklığını gizleyen
yapraklar börtü böceğin korunağı olup canlıların serin gölgeliği olacak. Bu bayramı yalnız insan
kutlamaz görürüz ki önce doğa şenlenir sonra insan bunu sevinçle karşılar. Bu süslenme her
canlıyı etkiler, baştan çıkarır, birbirleriyle kaynaşırlar, birbirlerinden yararlanırlar. İşte o zaman
anlarız ki muhtaç olmayan yaratık yoktur, her yaratık birbirine ihtiyaç duymaktadır; sadece
insan sevdalanmaz, bütün canlılar bir sevda peşindedir. Canlıların birbiriyle kaynaşmaları
türeyişlerini sağlayacak böylece bolluk ve bereketli günler birbirini izleyecek. Bir ölümden
sonra dirilen canlılar, bir bitkinlikten sonra canına can gelen bitkiler, kabaran yeryüzü bahçesinin toprağı, kovucuklardan çıkarak çoğalan her canlı her yeri sevinçlendirecek, her yeri daha
gelişmiş duruma getirecek.
Baharın gelişi yeryüzünün çeşitli doğa ürünleriyle süslenmesine sebep olacak. Yeryüzü
bir cennet görünümünde insanlara kendisini sunacak. İnsan, cennet denilen yerin gerçekte
dünyadaki yeryüzü bahçesinde olduğunu o zaman anlayacak.
Nevruz’un bazı ortak kültürel değerleri barındırması yönüyle önemli bir konuma sahip
olması dünyanın büyük bölümünde canlandırıcı etkiye neden olur. Kültür farklılığı veya toplumsal durumlar baharın kutlanma biçimini değiştirebilir ama insanın doğa ve insanlarla olan
birlikteliğinin en önemli ortak özelliği yardımlaşma, sevgi ve saygı içinde bir hayatı yaşamak,
yardım ederken insanları kırmamaya onları üzmemeye çalışırken davranışlarımızdan hiçbir
canlıya zarar gelmediğinden emin olmaktır. İnsan iletişimi ve yakınlaşmasının gelişmesini
sağlamaktır. Bayramların gerçek ve ana amacı da budur. Aslında ömrümüzden her vakit böyle
mutlu anılarla geçmelidir, sonuçta biz bir kere biz olacağız.
Kültürün ne demek olduğunu bilmenin Türk kültüründe nevruzu daha iyi kavramamızı
sağlayacağını düşünüyorum. Bu sebeple kültürle ilgili açıklama yapmamız gerekir.
İnsanlığın varoluşunun ilk zamanlarından beri Türk kültür kimliği varlığını devam ettirmiştir. Uygulamalarıyla ve öğretileriyle insan yapısına uygun temelleri içeren Türk kültürü tarihin
her dönemlerinde karşımıza çıkar. Bazı tarih araştırmacıların ilk uygarlıklardan olan Sümerlerin
Türk olduğunu söylemesi araştırmacıları daha derin araştırmanın içine sürüklüyor. Geçmişten
günümüze Türklere yapılan eziyete şahit olmamız yapılanların önlenmesini sağlamaz. Bunun
için hep birlikte yüksek çalışmanın ürünü olan aklımızı eğitmeliyiz ve bedenimizi geliştirmeliyiz.
Yine de zararı yararından fazla olan savaşlar ortalıkta apaçık görülen gerçeği değiştirmeyecektir.
Dünyadaki en eski ve en köklü kültürlerden olan Türk kültürü dünyanın büyük bölümünde
yayılış göstermiştir. Savaşçı, üretken ve doğurgan yiğit Türkler böylece dünyanın her bölgesinde
yaşayan ulus millet olmuştur. Türk kültüründeki sadelik ve hoşgörü bazı insan toplulukları
tarafından bünyelerine uygun görüldüğü için kabul edilmiştir. Türklerin adaleti yerine getirmesi
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
23
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
bazı milletleri onların koruması altına girmeye yöneltmiştir. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Türk
etnik kimlik değildir, Türk bir kültür kimliğidir. Türk kendisini eğitime, çalışmaya, üretmeye
adamış bahadır kişidir. Aldığımız karnelerin arkasında Başöğretmen Atatürk’ün kültürle ilgili
bir sözü var, şöyle yazar: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür okumak, anlamak,
görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmaktır, ders almak, düşünerek zekayı eğitmektir.” işte
bu sözden çıkaracağımız sonuç şudur, Türkiye Cumhuriyeti’nde birlik ve beraberlik bağlarını
güçlendirecek uygulama kültür birliğini gerçekleştirmektir. Temeli kültüre dayanan eğitim
gelecek nesiller için daha etkili olacaktır. Bu eğitim Türk kültür varlığına sahip çıkma, Türk
kültür varlığını yaşatma, koruma ve geliştirme şeklinde olabilir.
Nevruz kutlamalarına göz attığımızda Anadolu dışında Doğu ve Batı Türkistan’da, Yakutistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Kıbrıs Türklerinde, Kırım’da, Balkan Türklerinde, Azerbeycan’da kutlandığını öğreniyoruz. Türk kültüründe
nevruz Türklerin neredeyse hepsi tarafından kutlanır. Bahar kültünün unutulmuş olduğunu
da görüyoruz çünkü okullarda sayısal öğretilere ağırlık verilmesi öğrencilerin sözel yönden
yoksul kalmasına bu da öğrencilerin kişilik gelişimlerinin aksamasına neden olabiliyor. Sonra
düşündüğünü doğru anlatamayan, topluluk karşısında konuşma yapamayan ezik bireyler
karşımıza çıkıyor veya aşırılığa kaçıp kendi düşüncesinden başkasını kabul etmeyen bağnaz
kişiler oluşuyor. Bu sebeple herkes kendisini geliştirmelidir. Bir gün insana sorarlar: “Bahar
görmemiş insan yığınları arasında ömrünün sonuna kadar aynı işi mi yapmak istiyorsun, yoksa
dünyayı mı değiştirmek istiyorsun?”
‘Türklerde nevruz bayramının temeli nereden başlamıştır?’ sorusu akıllarımızda dolaşıyor
olabilir. Anladığınız gibi İslam Dönemi Öncesi Nevruz’dan söz ediyoruz. İslam Dönemi Öncesi
Nevruz hayvancılık ve tarıma dayalı olarak üreme ve üretme işlevi görevi üstlenmiştir. Bunun
bilgisi eski Türklerden kalma Ergenekon Destam’nda saklıdır. Türk dünyasında Nevruz yılbaşı
günü olarak Ergenekon’da ortaya çıkmıştır. Ergenekon Destam’nda bahsedildiği gibi Çinliler
Türk milletini tuzağa düşürerek bozguna uğratmışlar. Düşman baskınına uğrayan Türklerden
kurtulabilenler bir dağa kaçmışlar sonra da otlakları, ormanları, nehirleri, gölleri olan bir ovaya
yerleşip o bölgeye Ergenekon adını demişler. Zamanla sayıları çoğalınca buraya sığamamışlar
ve bu yerden çıkmanın yollarını aramışlar. Bu yol arayışının önderi bir bozkurt olmuş. Bozkurdu
izleyerek dağın diğer tarafında geçit olduğunu öğrenmişler. Buradan geçebilmek için dağa
odun yığıp eritmişler böylece bahar mevsimine denk gelen Ergenekon’dan çıkışı yılbaşı günü
olarak kutlamayı gelenek haline getirip kutlamaya devam etmişler. Dahası o bayram günü
gelince Göktürkler tapındıklarına kurban keser, beraberce eğlenir, çalgılar eşliğinde şarkılar
söyler, güç yarışları gibi at yarışları düzenlerlermiş. Daha da Göktürk kızları ayak topu olan
tepük oynarlarmış. Bugün erkekler tarafından en çok oynanan oyunun temeli görüyoruz ki o
zamanlardan atılmış.
İslam Dönemi Sonrası Nevruz’da eski inanış ve uygulamalar sürdürülmüş aynı zamanda
bayrama farklı anlamlar yüklenerek yeni bir kimlik kazandırılmıştır. Örneğin Allah yeryüzünü
24
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
baharda yaratmıştır. İlk insanların yaratıldığı, ilk insanların birbiriyle buluştukları, Nuh’un
gemisinin bugün Şımak’ta bulunan Cudi Dağı’na vardığı, Yusuf un kuyudan kurtarıldığı,
Musa’nın sopasıyla Kızıldeniz’i yardığı zaman hep bahar zamanlarında olan olaylar şeklinde
gerçekleşmiştir. Alevi ve Bektaşi’leri incelediğimizde onların Nevruz inanışlarının Halife Ali ve
onun soyu çevresinde şekillendiğini görüyoruz. Alevi ve Bektaşi’lere göre Nevruz Ali’nin doğum
günü ve halife olduğu gün, Ali ve Fatma’nın evlendikleri gün, Haşan ve Hüseyin’in doğduğu
gün, Kerbela olayının gerçekleştiği gün olarak kabul edilmiştir.
Günümüzdeki Nevruz işlev değiştirerek güncelleşmiş ve şenlik, eğlence şekliyle bugünkü
durumuna ulaşmıştır. Günümüzde Nevruz Bayramı kutlanırken genellikle belli başlı kurallara
düzenli bir sırayla uyulur. Öncelikle hazırlıklar yapılır. Evin içi ve dışı temizlenir. Yiyecekler hazırlanır. Isınma ve ateş için çalı, odun toplanır. Ölmüş insanların yattıkları topraklara ziyarete
gidilir. Mezarlık ziyareti geleneği eski Türklerden gelen yuğ törenini anımsatmaktadır. Topluca
kırlara çıkılıp eğlenceler, yarışmalar düzenlenir. Tarihte kır gezileri geleneğine Hun Türklerinde
rastlıyoruz. Kır gezileri bazı yörelerde nevruzda yapılan etkinliktir. Diğer yörelerde bu etkiliğe
-örneğin bizim Bursa Keleş yöresinde- hıdrellez derler. Osmanlı döneminde kır eğlenceleriyle
kutlanan hıdrellez, Anadolu’nun birçok yöresinde günümüzde de yaşatılan bir gelenektir.
Anadolu’nun hemen her yöresinde hıdrellez zamanı kırlara çıkıp çeşitli eğlenceler düzenlenir.
O gün kırlarda koşup oynayanların kışın vermiş olduğu yorgunluktan ve sıkıntılardan kurtulacağına inanılır. Eğer siz de kırlarda koşup oynamayı denerseniz üzerinizdeki yorgunluğun
atıldığını göreceksiniz böylece doğaya bağımlı olan kırsal yöre insanı gibi gürbüz olursunuz;
beden yapısı gelişkin, sağlıklı, zeki, güçlü kuvvetli kimse gibi kişilik ve karakter sahibi olursunuz
ama kişiliğinizi tamamlayan en önemli öğe etik ve saygıdır, bu öğeleri de eğitimle kazanırsınız.
Biraz da hıdrellezin akıllarda ve ağızlarda dolaşan söylentisini dinleyelim: Hıdrellez Hızır ve
İlyas adlarından gelir. Efsaneye göre Hızır ve İlyas peygamberler ölümsüzlük suyundan içmiş
iki kardeş ya da dosttur. Her yılın baharında doğaya can vermek üzere sözleşirler. Baharın
habercisi sayılan Hızır bitkilere can verir, darda olanların yardımına koşar. Ayaklarının bastığı
yere baharın bereketi yerleşir. Elinde uzun değnek taşıyıp deriden yapılmış gömlek giyen İlyas
suların bir inanışa göre hayvanların koruyucusu olan bilge çobandır. Gezindiği yerlerde sular
bollaşır, hayvanların sayıları çoğalır. Bu anlatılanların mit mi, gerçek mi olduğunu doğrulayamadığımız gibi onların yaşayıp yaşamadığını da bilemeyiz. Yalnız şunu söyleyebiliriz; doğayla
iç içe ve ona bağımlı olan kırsal yöre insanınca canlı bir biçimde yaşatılan bu gelenek bir tür
gündönümü şenliği niteliği taşımaktadır.
Nasıl Manisa’da türlü otlardan ve çiçeklerden alınan maddelerle yapılmış şifa sayılan
macunun ünlü mesir bayramı yapılıyorsa bizim yörede de hıdrellezde dede günü yaparlar.
Dede günü yardımlaşma, sevgi günüdür. Yoksul, hasta, zor durumda olan kişilere yardım edilir.
Aç olan doyurulur, çıplak olan giydirilir. Nevruz’da ateş ve su kullanılarak bazı uygulamalar
da yapılır. Örneğin büyük ateş yakılıp üzerinden atlanır çünkü şuna inanırlar; ateşten atlayan
hastalıktan arınır. Ateşin kullanılması onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri yok
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
25
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
edici etkisinden kaynaklanıyor. Ateş aynı zamanda güneşi temsil ediyor. Bugün marka olan Eti
Uygarlığı’nın güneş kursu belki de o zamanlardan kalma bir uygulamayı bize bildiriyor. Eskiden
beri suyun şifa verici ve arındırıcı gücüne inanırlar. Sabahın erken saatlerinde su kaplarındaki
suları yenilerler, besi hayvanlarının sularını değiştirirler, taze su kullanırlar. Bizim okulda da
su savaşı yaparlar, birbirlerine su atarlar. Eskiden annem gençken evlerine su ulaşmamışken
‘akmar’ ve ‘zırca’ dedikleri sebillerden su getirirlermiş. Su bittikçe sürekli yapmak zorunda
oldukları bir işmiş bu. Nevruz zamanı da dereden billur su getirirlermiş.
Size Nevruz ile ilgili şunu önerirdim: Eğer yaşam soluğunuz yeterde bahar zamanına
ulaşabilirseniz artık kışın sıkıntısından kurtulduğunuz için bütün gam ve kederlerinizi bir daha
size dokunupta sizi üzmemek üzere geride bırakın ve onlara arkanızı dahi dönmeyin. Öyleyse
hepimiz şunu yakaralım: “Üzüntü, gam, keder sana değmesin. Öğle güneşi sana dokunmasın.”
Güneşin pırıl pırıl parladığı güzel bir bahar günü yemyeşil doğayı doya doya izlemeye daim.
Canlılar evreninin birbiri içindeki uyumunu inceleyin. Kim olmuş, kim yaşamış, kim ölmüş,
ne olacak şimdi? Hayat bile geri dönüpte arkasına bakmıyor. Hayat her şeyi yüzüstü, askıda
kalmış gibi bırakıyor. Yaşadığımız yer üreyen, yaşayan, çürüyen yaratıklar evreni. Bu evren bile
birilerinin varolması için mutlaka birilerinin ölmesini zorunlu kılar. Her canlıdan şu seslenişi
işitirsin: “Benim varoluşum senin ölmeni gerekli kılar. Hem düşün bir kere birimiz birimizi
öldürüp defetmese dünya yaşanılmaz bir yer olurdu. Ölümsüz bir dünya kaos demektir. Bizim
yasamız acımasızlıklar yasası. Düşünüyorsun öyleyse varsın, varsan sonunda yok olacaksın.”
Belki biz bu kadar gaddar değiliz. Ama doğanın bugünkü durumunu koruyamazsak kendi
elimizle kendimizi katletmiş oluruz. Bizim yaşamamız birilerinin ölmesine değil, birilerinin
yaşamasına bağlıdır. Siz de sarmaş dolaş bağlar, meyve bahçeleri yapın. İnsanlığın avcılık ve
toplayıcılıktan sonra ilk mesleği olan hayvancılık ve çiftçiliği yapacak kararı kendinizde arayın.
Çaba ve çalışma gösterinki Yaratıcı’nın insanlara vadetmiş olduğu altından nehirler akan orada
çiçeğin, bitkinin her türlü özünden bulunan cenneti size bahşetsin.
Bugün baharın gelişini kutlayabiliyoruz, doğa sonsuza dek ölmüş değil ama yaşlı dünyamıza yapılan eziyetler korkarım ki bir gün karşılığını bulacak. Korkarım ki bir gün teknoloji insan
iletişimi ve yakınlaşmasının önüne geçtiğinde, gök tek damla göndermediğinde, yer suyunu
yutup tek bir yeşil ot bitirmediğinde, artık bahar tümüyle unutulduğunda ahmak ve aptal bir
nesil ortaya çıkacak. Şehirlerin kuytu köşelerinde daracık binalarda üst üste sıkışıp kalmış
insan yığınlarının yarattığı sorunlar yüzünden baharın gelişini göremeyecekler. Bahara tanık
olamayan insanlar böyle bir cehennemin içinde ne yapacağını şaşırmış halde -hayatı güzel
yapmanın yollarını bilemediklerinden- kavga edecekler, çekişecekler; zamanın nasıl geçtiğini
anlamayan kişioğlu sonunda yorgun düşüp toprağa yatacak. Şunu da söylemekte fayda var,
teknoloji en ileri seviyeye ulaşsa bile bilim insanları, düşünürler yaratıcı ve yaratılış hakkında
çeşitli sözler söyleseler de yine de evrenin sırlarını bir türlü anlayamayacaklar ve yorgun düşüp
toprağa uzanacaklar. Bugün bile geçmişin gözde insanları topraktan toprağa karışıp gitmiş
bedenleriyle bize seslenmekte çünkü burası üreyen ve çürüyen varlıklar dünyasıdır.
26
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Nesrin KAHRAMAN
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
9-A / 114
TARİHİN KENTİ BURSA
O sabah tarih kokan bir sabaha uyanmıştım. Çünkü o çok meşhur yeşil Bursa’daydım .
Hemen Tophane’ye gitmek istiyordum ve gittim. O gördüğüm manzarayı başka hiç biyerde
görmemiştim büyülenmiştim. Sonra bir turist grubu fark ettim ve onları bu büyüleyici şehir
hakkında bilgilendirmek istedim ama fark ettim ki bende bir şey bilmiyormuşum ve öğrenmeye
karar verdim başladım araştırmaya. Araştırmalarım sonucunda tarih kokan Bursa’nın tarihini
öğrenmiştim. Peki ya neydi öğrendiklerim?
Bursa, Türkiye’nin bir ili ve en kalabalık dördüncü şehridir.2015 Dünya Yaşanabilir Şehirler
sıralamasında 48. Türkiye’de ise birinci sırada yer almaktadır. Eski adı Hüdevendigardır. Ekonomik açıdan Türkiye’nin gelişmiş kentleri arasında yer alır .
Bitinya Krallığı döneminde Prusa adıyla kurulmuş bir şehir olan Bursa o dönemin üç
büyük şehrinden biriymiş. Temelleri Bitinya Kralı Zipoetes tarafından m.ö 300’lü yıllarda
atıldı , daha sonra 1.Prusia Kallinikos tarafından yönetim merkezi haline getirildi. Adınıda bu
kralın adından geldiği bilinmektedir.
Bursa’ da Roma’ nın tarihi açıdan bilinen kesin egemenliği, IV. Nikomedes’ in Bitinya
topraklarını Roma İmparatorluğu’ na bağışlamasıyla başlamıştır. Bu dönemde Bursa, Uludağ
Bursa’ sı yada uludağ eteklerindeki kent anlamına gelen “Prusa ad Olympos” adıyla anılmaya
başlamıştır. Bizans döneminde yeniden Prusa adını alan Bursa, Bugünkü İzmit, İstanbul, İznik,
Bilecik ve Karadeniz Ereğlisi bölgelerini içine alan “thema” nın (Bizans yönetim birimi-eyalet)
merkezi olmuştur. Osmanlılar döneminde adı “Bursa” koyulmuştur.Bursa’daki semtlerinde
Bursa’nın adı gibi değişik hikayeleri vardır mesala; Fomara biliyorsunuz Bursa, eskiden beri
bir tekstil kenti. Osmanlı döneminde de ticaret işlerini gayrimüslimler yürütüyormuş. İşte
1800lü yılların sonlarında, bugünkü Fomara meydanının olduğu bölge Bursa’nın dış sınırında
kalıyormuş ve genelde üretilen ipek ve diğer tekstil ürünlerine normalden biraz daha fazla
ücret vererek satın alan İtalyan asıllı bir tüccar burada bir ticarethane açmış. Bu tüccarın da
adı/lakabı FOMARA imiş. Diğer Rivayete göre fumar ispanyolcada sigara içmek demek. vakti
zamanında fomara’nın (fumare) bulunduğu bölge tütün depolarıymış.
Altıparmak , bu konuda 2 farklı rivayet var. 1 Rivayet: Birkaç yıl öncesine kadar Altıparmak
Caddesinin Atatürk Stadı ile kesiştiği noktasında bir anıt varmış. ÜZerinde cumhuriyet dönemini
simgeleyen çeşitli kabartmalar ile yanlarında 6 tane sütun varmış. Bu sütunlar da Cumhuriyet’in
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
27
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
6 temel ilkesini simgelermiş. Bu sütunların ortasındaki ana kabartma sütunu ise sanki 6 tane
parmağı olan bir elin avuç kısmında duruyormuşcasına konulduğu için o yanlardaki 6 tane
sütun parmağa benzetilmiş ve o bölgeye halk arasında “Altıparmak” denmiş. Bu olaydaki
heykeli ve yapısını görmediğim için bana biraz inandırıcılıktan uzak geldi.
2.Rivayet:Altıparmak Camiine adını veren kişi Altıparmaklı Abdullah Çelebi ye izafeten
bu ad kullanılagelmiştir. Bu şahsın altı parmağı varmış lakabı da buradan gelir. Altıparmak
camii nin girişindeki bilgilendirme panosunda yazdığına göre Altıparmak Mehmet Efendi nin
yaptırıp ders verdiği yerdir bu cami ve semt te adını buradan alır.
Kaymakamlığın arka tarafındaki cami Altıparmak Camisidir.Bahçesinde adı “Altıparmak”
olan alim biri yatar.Semt zamanının meşhurlarından olan bu kişiden adını almıştır. Şehreküstü , sadece Bursa’da değil, Türkiye’nin diğer birçok eski şehirlerinde de bu isimle
anılan bir semt olmuştur (ancak, çoğu günümüze kadar ulaşamamıştır). Şehrin en son yerleşmesinin olduğu yere; “Şehire küsen / Şehire küstü” adı verilirdi. Buradaki en son evden
ötesi, tarlalar ve yeşil alanların başladığı sınır olurdu.
Bursa’da yaşayan bir zatın, şehrin günlük gailelerinden bunalması ve evini, Bursa’nın (o
yıllar için tabii ki) en uç bölgesine yapması ve artık burada ikamet etmeye başlamasından ötürü,
bu zatın evinin bulunduğu yere; “Şehire Küstü” adı verilmiştir. Şehir o yıllarda bilindiği üzere,
Ulucami ve Hisar bölgelerinden oluşmaktaydı. Günümüzde ise artık Şehreküstü, Bursa’nın
tam içinde kalmış ve nirengi noktalarından biri olmuşsa da, ismi yüzyıllardır değişmeden
gelebilmiştir
Bursa’nın kuruluşu Bursa ve çevresi, çok eski yıllardan bu yana büyük kültürlerin beşiği
olmuştur. Bulunduğu çevre ve Asya ile Avrupa arasındaki bir bölgede olması nedeniyle hem
Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır.Tarih içinde, Bithynia ve Mysia bölgeleri içinde
kalan kentin çevresinde Nikaia / Nicea (İznik), Cius / Kius (Gemlik), Apameia (Mudanya),
Apollonia (Gölyazı), Miletapolis (Mustafakemalpaşa), Kalchedon (Kadıköy), Nicomedia (İzmit), Antiocheia (Yalova) şehirleri yer almaktaydı. Antik yazar Strabon; Bithynia sınırlarının
doğuda Sangarios (Sakarya) nehri boyunca, kuzeyde Byzantion (İstanbul) ve Kalchedon
(Kadıköy), batıda Parapontis (Marmara denizi), güneyde Mysia ve Hellepontus Phrygiri’ası
ile sınırlandığını belirtmektedir.
Bursa’nın tarihi geçmişi Neolitik (M.Ö. 8000-5000-Cilalı Taş Devri), Kalkolitik (M.Ö.
5500-3000-Bakır-Taş Devri) dönemlere kadar inmektedir. İznik gölü çevresinde Tepecik,
Söğücek ve Mekece yörelerinde Neolitik, Sölöz’de Kalkolitik Çağa, Orhangazi, Ilıpınar’da
Neolitik ve Kalkolitik Çağlara, İnegöl şehir merkezinde “İnegöl Höyüğünde” Troia I-Tunç Çağı
(M.Ö. 3000-2500) ile Çağdaş yerleşimlere rastlanılmıştır. İznik, İnegöl ve Yenişehir ovalarında
yapılan yüzey araştırmalarında ise tarihinin Eski Tunç çağına kadar indiği tespit edilmiştir.
28
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
M.Ö. 1700-1200 tarihleri arasında Anadolu’da Hitit hakimiyeti görülür. M.Ö.1200’lerde
Trakya üzerinden Anadolu’ya gelen göçler neticesinde yıkılan Hitit imparatorluğu M.Ö. 9-6.
Yüzyılları arasında Anadolu’nun Güney ve Güneydoğu bölgelerinde çeşitli Geç Hitit Beylikleri adı
altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hitit’lerin Bithynia ve Mysia bölgelerine kadar yayıldıkları
düşünülmektedir. Hitit devletinin yıkılması ile Batı Anadolu’da Frig (M.Ö. 750-546/300)
hakimiyeti görülür. Aynı tarihlerde Doğu Anadolu bölgesinde maden ticaretini elinde tutan
Urartu’lar yaşamaktaydı. Trakya üzerinden Anadolu’ya giren Frigler önce Marmara denizinin
güney ve güney doğusunda yerleşmişlerdir. Bursa ve çevresinin de Frigler tarafından iskan
edildiği varsayılmaktadır. Frigler, Trakya üzerinden gelen yoğun göç dalgaları sonucu Orta
Anadolu’ya kayarak Gordion’u başkent yaparlar.
Batı Anadolu’da ise Lidya (M.Ö. 700-300) uygarlığı varlığını sürdürmekteydi. Lidya krallığını yıkan Persler (M.Ö. 545-333), bütün Anadolu’ya yayılarak Bursa ve çevresine de hakim olurlar.
Bu dönemde Daskyleion (Bandırma-Ergili)’da Pers Satraplığı bulunmaktaydı. Persler’in Anadolu’daki ikiyüzyıllık hakimiyeti Büyük İskender’in M.Ö. 333’de Pers kralı Darius’u yenmesine kadar
devam etmiştir. Persler’in baskısı Batı Anadolu şehirlerinin ayaklanmasına neden olmuştur. Bu
ayaklanma içinde Bithynia bölgesi şehirleri de yer almaktaydı. Bithynia bölgesi halkı M.Ö. VII
yüzyılda Trakya’dan göç eden Bityn ve Tyni kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesi ile meydana gelmiştir. Bithynia bölgesi kral I. Nikomedes (M.Ö. 279-250) zamanında en saygın krallık haline gelmiştir. Krallık IV. Nikomedes döneminde M.Ö. 74 tarihinde Roma imparatorluğuna bağlanmıştır.
Bursa ve civarı önceleri Bithynia olarak anılmaktaydı. Bithynia’nın en eski halkı Bebryk, Migdones ve Mariandini’lerdi. Avrupa’dan gelen Bithyn’ler adlarını tarihten sildikleri Bebryk’lerin
yerine yerleşmişlerdir. Bugün Anadolu’ nun en eski halkının M.Ö. VII yüzyılda göç eden Bithynia’lılar olduğu kabul görmüştür. Sonra da Mysia’lılar gelmiştir.
Adını Bithynia kralı 1. Prusias’dan alan Bursa ve çevresi çok eski çağlardan beri yerleşimlere
sahne olmuştur. 1942 yılında Alman Arkeologlarca İnegöl höyüğünde gerçekleştirilen kazılarda
höyüğün; en alt tabakalarındaki buluntuların Troya I, daha üst tabakalarındaki buluntuların
ise Bozüyük ve Demircihöyük ile çağdaş olabileceği ortaya çıkmıştır. 1948’de İznik gölünün
kuzeyinde yapılan yüzey araştırmalarında taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan bazı höyükler
saptanmıştır. 1955’de yapılan bir başka araştırmada pretohistorik (yazılı tarih öncesine geçiş
dönemi) kalkolitik (bakır-taş çağı) buluntularına rastlanmıştır. Aynı yörede son kalkolitik ve
erken Tunç Çağı’nın preklasik Lydia çanak çömlekleri elde edilmiştir.
Orhangazi ilçesi yakınlarındaki Ilıpınar höyüğünde 1986 yılından bu yana yapılan kazı
çalışmalarında üst üste altı-yedi yerleşim alanı saptanırken, bu höyüğün yakınlarındaki
Hacılartepe höyüğünün taş devrinden kalma bir yerleşim alanı olduğu belirlenmiştir. M.Ö.
V. Yüzyılda yazılan Herodot tarihinde Kius/Gemlik, Bursa ve çevresinde var olan ve Argonotların kolonisi olan tek kenttir. Kius/Gemlik’in kuruluşu M.Ö. XII yüzyıla kadar çıkar.
Apemea/Mudanya kentinin ise M.Ö. X. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat gölü üzerindeki Apollonia/Gölyazı yerleşiminin de M.Ö. VI. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
29
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Krezus/Kroisos (M.Ö. 561-546) tarafından Lidyalıların egemenliğine sokulan Bursa bölgesi
daha sonra bir süre Pers/İran egemenliğine girmiş ve bu savaşlar sırasında tahrip olmuştur.
Kadıköy’ de kurulan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarını saldırılarla tahrip etmiştir. Dedaldes, İranlılara karşı savaşarak bir bakıma bağımsız bir Bithynia Devleti kurmuştur. Dedaldes’in
oğlu Boritas ve onun oğlu Bas/Byas (M.Ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır.
M.Ö. III. Yüzyılda Mudanya’da Myrleia/Apameia kenti, M.Ö. II. Yüzyılda Mustafakemalpaşa
yakınlarındaki Melde tepesinde antik Miletopolis kenti, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis
kenti kurulmuştur. Tüm bu antik kentlerin dışında, İznik gölünün güneyinde bugünkü Sölöz
köyünde Pythopolis, Yenişehir’ de Otroia, Orhaneli’ de Adriani, Karacabey’ de Kremastis, Eşkel’de Dasklium, Çekirge’ de Plai, Kurşunlu’da Brillos gibi ikinci derece önemde olan yerleşimler
de vardır. Bölgenin bir diğer önemli kenti de Nicea/İznik’ tir. M.Ö. V. Yüzyıldan önce kurulan ve
Helikore adını taşıyan İznik, M.Ö. 316 yılın da işgal edilip Yunan kolonisi olmuştur.
M.Ö. I. yüzyılda yaşayan Strabon’un ünlü coğrafyasında Bursa kenti ile ilgili en eski bilgi
şu şekilde yer alır; “Prusa, ‘Mysia Olympos’u eteklerinde kurulmuş ve iyi yönetilen bir kenttir. Frigyalılar ve Mysialılar ile sınır komşusu olan bu kent, Kroisos’a karşı savaşan Prusias
tarafından kurulmuştur”. V.yüzyılda yaşamış Yunan coğrafyacısı Bizantion’lu Etien’e göre
de Bursa; Cyrus ile çağdaşı olan kral Prusias döneminde kurulmuştur. Bursa, Bithynia kralı
I. Prusias (M.Ö. 232-192) döneminde kent statüsüne yükseltilip çevresi surlarla çevrilmiştir.
Roma ile yaptığı savaşı kaybeden Kartaca Kralı Hannibal, askerleriyle birlikte sığındığı I.
Prusias tarafından büyük itibar görmüş ve krala minnettarlığının belirtisi olarak M.Ö. 185’ de
Bursa kentini kurmuş, bu nedenle de kente Prusa adı verilmiştir. Bursa’nın kuruluşuyla ilgili
bu en eski bilgi M.Ö. II.-III. yüzyılda yaşamış Plinius’a aittir. Ancak, yöreye ait kesin bilgiler
M.Ö. 700’lere dayanmaktadır. Homeros bölgeden Mysia olarak söz etmektedir. Günümüzde
ise Bursa yöresinde Mysia yerleşmelerini anımsatan iki yerleşim bulunmaktadır: Misi (Gümüş
tepe) ve Misebolu (Aydınpınar).
Prusia adı zamanla Prusa, sonra da Bursa’ya dönüşmüştür. Bithynia Krallığı ile Bergama
Krallığı arasındaki savaşlar neticesinde zayıflayan Krallık, M.Ö. 74’te Roma İmparatorluğu
tarafından gönderilen Proconsul’ lerce (Eyalet Valisi) yönetilen bir Asya Eyaleti haline gelmiştir.
Bursa M.S. 385–1326 yılları arasında ise Bizans dönemini yaşamıştır. M.S. 555’lerde
bölgede ipek üretimine başlanmış ve doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kenti
kurulmuştur. Bursa aynı zamanda Osmalı’nın ilk başkentidir. Osmanlılar’ın Hüdavendigar
Vilayeti 1071 yılından sonra Anadolu’yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya’dan
getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu’nun zayıflayıp
dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda
gelişip çevresindeki Tekfurlar’ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü.
Osmanlı Beyliği’nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey’di.
1299’da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hü30
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
küm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi’nin başarılarıyla
Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos,
Bizans’tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301’de Koyunhisar’da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey’in orduları oldu.
Artık Türkler’in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar’ın bu olaydan sonra da birlik
halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin
oğlu Ak Timur’u kumandan tayin etti. Osmarı Bey’in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan
kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos
Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı’na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için
gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey’e devrederek Yenikent’e döndü.
Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi’nin sefere gidip
savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi’ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi
önce Evrenos Kalesi’ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa’ydı. Orhan Gazi, Bursa
tekfuruna Mihal Bey’i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi’den bağışlanmasını
isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan
sonra, Tekfur’un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için
gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul’a doğru yola çıktılar.
1326 yılında Bursa artık Türkler’indi.
Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi’ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi’ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Sultanı yüzünde
bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa’nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası
olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi’nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman,
artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan’ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç
şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı
kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden uIufe tayin etmekti. Önceleri sikke,
Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328’de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı
Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler,
artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar. Bithynia, Roma ve Bizans’ı yaşayan Bursa,
1335 yılında Osmanlı’ya ilk başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında
yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad’a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin
Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti.
1362’de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur
yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne’de bir saray yaptırmasını söylediğinden,
Edirne’de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda
da Bursa önemini hiç yitirmedi.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
31
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
1399’da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası’nı kurdu.
1402’de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte
yangınlar çıkardılar. 1429’da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482’de Cem Sultan Bursa’da 18
günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla
çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti.
Bu kadar büyük tarihi olaylara tanıklık etmiş olan Bursa’nın gelişmiş bir mimari üslubu
olduğu söz konusudur. Osmanlı yapı sanatında, önce zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine
doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine aynı zamanda eski mimari tekniğinde
ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve zanaatçılar da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu
beyliklerinin anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu böyle doğdu. Bursa mimarisi İstanbul’un
fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul’daki ilk anıtların yapımında genellikle bu üslup
kullanıldı. T biçimi plana uygun yapı tipi de 14. yy’da gelişti ve Bursa’daki “selatin camileri”nin
hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi. Üst kısmından yüksek horizontal bir hatla
bağlanan “Bursa kemeri” ise, iki çeyrek daireden oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif işlerde kullanılırdı. Orhan Bey’in Bursa’yı fethinden sonra gelişen
mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri
vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir
çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap
kapaklarında bulunurdu. Ondokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık
örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını sağladı.
Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü
avlulu camiler gurubuna girer. 1399’da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar’a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her
biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin
üstü camlıdır. Cami’de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüzdoksaniki adet sabit veya levha
olarak yazı vardır.
Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından
1419’da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa’ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed’dir. Ön yüzü,
pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa
ve İznik’teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak,
uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de
giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423’de Yeşil Cami’nin bütün
süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı.
İkinci Murad’ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün
özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa’ya büyük zarar veren depremde,
Muradiye Camisi’nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab
ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı.
32
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Bursa’da gelişmiş mimari üslubun dışında yaşanabilirlik konusunda ilerlemiş bir de yaşam
söz konusudur.Portreler Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu tarihin
gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya da topluluklar renklendirdi.
Orta Asya’dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte.
Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı.
Ortaçağ’dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora’nın fethiyle
Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi.
İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya’daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed
tarafından 1461’de İstanbul’da kurulan Ermeni Patrikhanesi’ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik
seçildi. Yahudi ve Rumlar’a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri
de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu’da yaşayan Ermeniler Bursa’ya
yoğun olarak göç ettiler. Bursa’daki Ermeniler’in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı.
Vali Hacı İzzet Paşa’nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa’nın ilk gazetesi Hüdavendigar’ın
82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa’da M.Ö.
79 yılında Yahudiler’in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan
Orhan’ın, Bursa’yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile
birlikte kazandılar. Yahudiler’in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir
bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı’nda
işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya’daki Müslümanlar’ın büyük bir çoğunluğu da Bursa’ya göç
ettiler. Yalnızca Rusçuk’tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar’dı.
Kafkasya’dan gelenler Yıldırım, Kazan’dan gelenler Mollaarap, Kırım’dan gelenler ise Alacahırka’ya yerleştirildiler. Bursa’da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez
günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları
Çeribaşı’nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı.
Yirminci yüzyılın başında, Bursa’da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya,
İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran’ın konsoloslukları bulunmaktaydı. Yine aynı tarihlerde yapılan sayımda nüfusun % 9.84’ünü Rumlar, % 6.66’sını Ermeniler, %18’ini diğerleri, geri
kalan bölümünü Müslüman Türkler oluşturmaktaydı.1903 yılında, Vilayet Genel Meclisi’nde,
Müftü Ali Rıza Efendi ile birlikte, Rum Metropoliti, Ermeni Başpiskoposu Natalyan Efendi,
Ermeni Katolik Murahhası Arşoni Efendi, Piskopos Artin Efendi, Hahambaşı Moşe Hayim
Efendi de vardı. Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5’i Türk olup, toplam 19 kişiydiler.
Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise 4’ü Türk’tü.
Bursa’nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu
bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu. Kentin bütününün
sümbüle büründüğü 1869 yılının bir bahar günü, Bursalı kadınlar bahçelerden birinde şarkılar
söyleyerek eğlenirlerken, aralarına iki erkek girer. Konu Bursa Adliyesi’ne yansır. Sorguya
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
33
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
çekilenler yabancı olduklarını, bu nedenle o gün çiçek bahçelerini gezmenin erkeklere yasak
olduğunu bilmediklerini söyleyerek kendilerini savunurlar. Gerekçeleri nedeniyle affedilirler
ama olay Bursa Mahkeme-i Şeriyesi’nin kayıtlarına geçer.
Bursa’nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en
ünlüsü kebaptır. 1836’da Bursa’yı gezmeye giden Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları’nda
kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: “... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında,
kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu
sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap,
yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli
bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler’in
çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı
açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu.”
Sürgünler kenti de oldu yeşil Bursa ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik
günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun
sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştü.
Mevlanazade Rıfat, uzun seneler yurt dışında yönetime karşı çalışmalarını sürdürdükten
sonra, kaçarı olmadığını anlayarak, İstanbul’a gelip, polis müdüriyetine teslim olmuştu. Sıkıyönetim mahkemesinin hakkında daha önceden vermiş olduğu karar hükmü gereğince Bursa’da
oturmaya mahkum edildi. Bu sürgün cezası ancak, Sultan II. Abdülhamid’in 27 Nisan 1909’da
tahttan indirilmesi ve yerine 35. Osmanlı Sultanı olarak V. Mehmed Reşad’ın geçirilmesiyle
sona erecekti. Yeni Sultanın tahta çıkmasından sonra, herkesle beraber Mevlanazade Rıfat da
affa kavuşarak Bursa’dan İstanbul’a döndü. 1906-1909 yılları arasında Bursa’da valilik yapan
Mehmet Tevfik Bey’in anılarında da başka sürgünlerin izlerine rastlamak mümkündür. Mehmet
Tevfik Bey, Sultan Murad’ın kızlarından Fehime Sultan’la olan ahbaplıklarından söz ederken,
dostluklarının önemli bir nedeni olarak, vaktiyle Bursa’ya sürülmüş olan ve Sultan’ın eski
günlerinden tanıdığı üç kızkardeşe yaptığı iyilikleri göstermektedir. Biri Sultan Abdülhamid’in,
diğeri Reşad Efendi’nin saraylılarından olan, üçüncüsü ise bu iki kardeşin ablaları olup, saray
dışında yaşayan üç kızkardeş kendilerine Bursa’da bir ev alınıncaya kadar vali Mehmet Tevfik
Bey’in evinde ağırlanırlar.
Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey’in sürgüne gönderilme hikayesi ise ibret
vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’la evlidir. Bir ara
hastalanan Naime Sultan’a, eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla “kakodilat” enjekte
eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte oturdukları sarayın
yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad’ın en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte
olduğu ve onunla evlenebilmek için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga
ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir. Tıpta bunun bir ilaç olarak da
kullanıldığı söylense bile Abdülhamid’i ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından
34
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
boşatılarak Bursa’ya sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey, Bursa’da
kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden
Mustafa Paşa adında bir Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli
birkaç subay Kemaleddin Bey’in kontrol altında tutulması görevini üstlenirler. Hepsi birlikte
aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça
vali bile gidip hatırını soramaz.
Yine Sultan Murad’ın vefatından sonra gözdelerinden biri ile sayıları bir hayli fazla olan
kalfaları, kendilerine onar lira maaş bağlanarak Bursa’da sürgüne gönderilmişler, her birine
birer ev alınacağı söylenmiş, talib olanlarla evlendirilmeleri de irade edilmişti. Çok sayıdaki
bu kadınların herbirine Bursa’da evler alınıp, teker teker yerleştirilmeleri zaman alacağından,
geldiklerinde hepsinin bir arada oturmaları için iki konak tutulmuştu.
Vilayet mektupçusu ile Maarif Müdürü de Bursa’ya sürülmüş memurlardandı. Necmeddin
Molla’nın ağabeyi Ali Ata, bir gün Boğaziçi vapurlarından birinde yolculuk ederken, yanında
oturan tanımadığı adamın sigarasından kendi sigarasını yakmıştı. Kim olduğunu bilmediği
bu adamın veliahd Reşad Efendi’nin adamlarından biri çıkması ve durumun jurnallenmesi ile
o da Bursa’ya sürülenler kervanına katılmıştı. Bütün bunlardan başka, o sıralarda Bursa’ya
sürülmüş ünlü Fehim Paşa ile birlikte merkezde ve çevrede daha başka sürgünler de vardı.
Şimdide size anlatmam gereken bir önemli konu daha Bursa’nın meşhur çarşılar.
Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi’nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni olan
ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından
yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin etrafında yer
aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı’nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı’nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı’nda;
hallaçlar ve terziler, Atpazarı’nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan Çarşısı’nda;
meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı’nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü
Bursa baçakçıları bulunurdu. Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları
ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa’da ticaretin can damarlarıydılar.
Çarşının geliştiği gibi bir o kadar da esnafta gelişiyor.Bursa’da her iş kolunda hizmet
veren esnaf, kendilerini denetleyen, sıkı kontrol altında tutan örgütlere bağlıydılar. Bu örgütler
işinin ehli olmayanların dükkan açmasına izin vermezler, işinin ehli olan ustaların yarattıkları
ürünlerin de başkaları tarafından kopya edilmesini engellerlerdi.
Esnafların işyeri açabilmeleri de uzun yıllara ve çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamalarını
geçmelerine bağlıydı. Büyük bir disiplinle yetiştirilen bu insanlar her yükselişlerinde onurlandırılırlardı. Çıraklar kalfalık hakkı kazandıklarında ustaları tarafından her sanatın kendi
Kethüdasına, Yiğitbaşına ve diğer esnafa durum bildirilirdi. Davetliler kentin değişik mesire
yerlerinde yemekli, şenlikli, güreşli eğlenceler düzenlerler, dualarla Yiğitbaşı çırağa peştemal
bağlayarak kalfalık verirdi.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
35
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bu kalfaların daha sonraki yıllarda ustalığa yükselmeleri yalnızca uzun yıllara ve büyük
başarılara bağlı değildi. Her meslek gurubunun ustaları belli sayılarda olduğundan, yeni gelecek kalfaya yer bulunması gerekir, ancak bir usta öldüğünde veya işi kapattığında bu şans
yakalanabilirdi. Açılan yere en kıdemli kalfa yine törenlerle usta olarak seçilirdi.
1833 yılında Konstanz Bey’in ve 1843 yılında Boduryan Efendi’nin ipek fabrikaları ile
birlikte kentte yavaş yavaş endüstrileşmeye doğru bir geçiş yaşanmaya başlandı. Bu endüstrileşme ipek böcekçiliğiyle başladı.Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik
ve Mudanya’da zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen
dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş kaftandı.
İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön
üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa’da
baş gösteren ve 1860’lı yıllarda da Bursa’ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf
böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor
duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından
çarenin Fransa’da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi
Böylece bir müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı
oldukları anlaşıldı. 2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar
Efendi’nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889
yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman
Efendi’nin evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı
İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü’nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü
tohum üretimi konusunda Bursa’da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi.
İpek böcekçiliğinden atkılı tezgahlardaki dokumaya geçiş …
Osmanlı İmparatorluğu’nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi.
1850’lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa’daki benzerleri gibi kurulmuş
14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya’da da iki fabrika vardı. Bursa’da tül işleyen, saf
ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı.
Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve,
bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete
geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından
kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap.
Bursa, Bilecik ve Üsküdar’da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurdu. Bursa’da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların,
her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa’dan kumaş
satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları Bursa kumaşlarıyla
36
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
dolmuştu. 16. yy’da Bursa tezgahlarında dokunan kumaşlar ve kadifeler her yerde aranıyor,
olağanüstü bir zenginlikte dokunan dibalar, kadifeler, canfesler padişahlara, şehzadelere
yapılan elbiselerde kullanılıyordu. Burada dokuma ustaları lonca halinde teşkilatlanmışlardı.
Dokumalar satışa çıkarılmadan önce ciddi bir kontrolden geçirilir, her kumaş damgalanırdı.
Aranılan niteliklere sahip olmayan kumaşlara ise devlet el koyardı. Her atölye belli bir kumaş
türünde ustalaşmıştı. Yabancı ülkelerden getirilen pamuk ipliği de ciddi ve sıkı bir incelemeden
geçirilirdi. Pamuk ipliği her cumartesi günü Ulucami’nin avlusunda kurulan pazarda, ipek
kozaları ise Koza Hanı’nda satılırdı.
18. yy’da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa’nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti. Bursa da ticaret
gelişiyordu bunun yanında eğitimde durmuyordu; Misyoner okulu ,1834 yılının Ekim ayında,
Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera’da bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele
alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon’da da okullar açıldı. Ders programları Batı’daki
okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa sürede kendini kabul ettirdi. Bursa’daki
Amerikan Kız Okulu’nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci,
üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya
Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik,
astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)’di.
Işıklar Askeri Lisesi , okul 1845’de, Sultan Abdülmecid’in buyruğu ile bugünkü Heykel
Meydanı’nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı
ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892’de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894’de bu
yapılara ikinci bina da eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911’de hastane kısmı da
eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922’de Askeri
İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa’nın en eski mahallelerinden
birinden alarak, Işıklar Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise,
önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar’a dönüştüğü söylenmektedir.
Ziraat Mektebi ,Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar
yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde
Hüdavendigar Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten
sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu.
1904 yılında, Mülkiye İdadisi’nde 325, Hamidiye Senayi Mektebifıde 150, Ziraat Mektebı’
nde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905’de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı.
Daha sonra okul Darülmuallimin adını aldı. Şimdi ise anlatılma sırası Bursa’nın meşhur
kaplıcalarına geldi. Roma’dan Bizans’a bursa’da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar’ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır.
Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken Pythia’daki
(Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
37
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
döneminde daha da önem kazandılar. Osmanlı geleneğinde kaplıcalar Evliya Çelebi Bursa’nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa’nın ilk kaplıca inşaatı,
Jüstinyen’in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar’ın 1511’de iki kubbe daha ilave
ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul’daki tanınmış kişilerden ve büyükelçilerden,
seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek
çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa’ya gelirlerdi. Bursa valisi Mehmet
Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm’in eşi Augusta’nın erkek kardeşi
Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906’da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon’u 7
Haziran 1908’de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908’de ağırladı.
Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer halvet
kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında:
Girenler içinde kalur
Suyun dökünse can bulur
Nicelere derman olur
Kaplucası Bursa’nın diye tanımlanır.
Helmut von Moltke’nin Türkiye’den babasına yazdığı bir mektupda ise aynen şöyledir:
“Türk hamamlarının keyfini sana evvelce yazmıştım. Bursa’dakiler suni değil, tabiattan öyle
sıcaktır ki insanın büyük, dupduru havuza girince haşlanmadan dışarı çıkabileceğine önceden
inanmayacağı gelir. Girdiğimiz hamamın terasının harikulade güzel bir seyri vardı ve öyle rahattı
ki insan bir türlü ayrılmak istemiyordu .
Cumhuriyet döneminde Bursa,8 Temmuz 1920’de Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgalinden sonra, 11 Eylül 1922’de yeniden Türk egemenliğine geçmiştir. 29 Ekim 1923’te ilan
edilen Cumhuriyet ile birlikte Bursa şehri kültür, sanayi ve tarım merkezi olarak gelişmesini
sürdürmüştür.Cumhuriyet dönemiyle birlikte planlama çalışmalarına başlanan şehirde, 1960’lı
yıllardan itibaren sanayinin önemi artmış, kentin nüfus ve kentsel gelişimi hızlı bir değişime
uğramıştır. Coğrafi konumu, tarımsal, ticari ve sanayi potansiyelinin yüksek oluşu kentin
çekiciliğini her dönem korumasını sağlamaktadır.
Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma, işsizlik,
suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok kentsel sorunu da doğurmuştur. Bu sorunlarla mücadele etmek için 1990’larda başlayan bir hareketle yerel, ulusal ve
uluslararası kaynaklardan yararlanarak içme suyu, kanalizasyon, ulaşım, eğitim, çevre kirliliği,
güvenlik, sağlık ve istihdam gibi konularda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Sivil toplum
örgütleri, özel sektör, üniversite ve vatandaşların giderek artan duyarlığına cevap verebilmek için
yeni parklar, binalar, kültür merkezleri, çevresel yatırımlar ve kentsel düzenlemeler yapılmaktadır.
1 Ekim 1925’te temeli atılan Bursa Dokumacılık Fabrikası (İpekiş) 1927 yılında hizmete
açılmıştır. İpekiş, Kültürpark’ın bitişiğinde 32 dönüm arazi içinde, tarihi binalarıyla müze
38
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
gibi bir kuruluştur. Bursa yöresinde koza üretiminin ve ipekböcekçiliğinin teşviki amacıyla
Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla İş Bankası tarafından yaptırılmıştır. 1940’larda Yün-iş
ile birleşen İpekiş, 1991’de özelleştirilmiştir. Tarman Grup adlı özel sermaye grubu tarafından
işletilmektedir.
1933 – 1937 yılları arasında uygulanan 1. Beş Yıllık Sanayi Planı’nda tekstil, kendir-kesen,
demir-çelik, porselen-çini, klor, suni ipek, selüloz ve kağıt tesisleri, şeker, süngercilik ve gül
sanayileri gibi alanlar yer almıştır. Bu kapsamda, 1938 yılında Bursa Merinos Fabrikası ve Gemlik
Sunğipek Fabrikası kurulmuştur.Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası, Türk
ekonomi tarihinin simgelerinden birisi haline gelmiş tekstil fabrikasıdır. İsmet İnönü tarafından
28 Kasım 1935’te temeli atılan fabrika 2 Şubat 1938 günü Atatürk tarafından işletmeye açılmış ve Türk sanayisinin en büyük fabrikalarından birisi olmuştur. Ülke tekstilinde Sümerbank
iplik üniversitesi olarak tanımlanırken, Merinos’a da Yünlü Fakültesi yakıştırması yapılmıştır.
Kapatılana kadar Türk Silahlı Kuvvetleri için giysi üretimi yapmaya devam eden Merinos, 2004
yılında Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından kapatılmıştır. 2004 yılında fabrikanın arazisi ve
üzerindeki gayri menkuller ücretsiz olarak Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir.
Günümüzde Merinos Kentsel Dönüşüm Projesi adı verilen bir projeyle Merinos tesislerini
yeniden kente kazandırmak için çalışmalar sürmektedir. Proje, açık arazinin Merinos Kültür
Parkı adıyla yeşil saha olarak düzenlenmesini; Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi adıyla İstanbul
Lütfü Kırdar Kongre Sarayı’ndan daha büyük bir kongre merkezi inşasını; bölgede Ulusal Tekstil
Müzesi, Modern Sanat Müzesi ve Spor Müzesi oluşturulmasını içeriyor. Projeye göre Merinos
Tesisleri’nin müdür evi, iplik işletmesi, tabldot salonu, su kulesi, soğutma kulesi, puantörlük
yapıları korunacak.
1935 yılında Gemlik’te temeli atılan ve 1938 yılında hizmete açılan Sunğipek Viskon ve Selefon Fabrikası, zamanla teknolojinin eskimesi sonucu üretimini durdurmuş, 1997 yılında özelleştirme kapsamında Sümer Holding bünyesinde satışa sunulmuş, 1998’de Tekel’e devredilmiştir. 2002 yılında da, 293 dönümlük araszisi Uludağ
Üniversitesi’ne devredilmiştir. 2006 yılında, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın katkılarıyla Gemlik Asım Kocabıyık Meslek Yüksekokulu olarak faaliyet göstermeye başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde ulaşım ağı da yaygınlaştırılmış, yabancı şirketilerin yönetiminde
bulunan demiryolları devletleştirilmiş ve yeni demiryolları yapılmıştır. Bu kapsamda, 1931
yılında Mudanya – Bursa hattı, satın alma yolu ile devletleştirildi.
Bugün ki Bursa’yı da ben anlatmak isterim sizlere bu günlerde sanayisi yeterince gelişmiş
bir Bursa burası. Sanayisi gelişirken aynı zamanda bilinçsiz bir şekilde yeşilliğinden de yoksun
kalmış. Daha yeni yeni bilinçleniyor yeşilini koruya bilmek için. Okulları ,ulaşımı,sanayisi her
geçen gün daha da ileri gidiyor.Ama çarşıları esnaflığı popülaritesini kaybediyor bunun yanı
sırada restorasyonuda her geçen gün ilerliyor. İki ileri bir geri olsada ilerliyoruz yavaşta olsa
güzelleşip büyüyoruz…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
39
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
KAYNAKÇA
İlhan Yardımcı: Şehirlerin Sultanı Bursa, Uludağ Yayınları,İstanbul,2003
Mefail Hızlı: Bursa Mektepleri, Bursa,1999.
Işıklar Askeri Lisesi Yetkilileri: Işıklar Askeri Lisesi yıllığı, Bursa ,1974/1975.
Bursa Araştırma Merkezleri :Çarşının Öyküsü Bursa,İstanbul,2010.
12/03/2015 tarihli Olay gazetesi (Dünya Yaşanabilir Şehirler 2015 sıralamasına Bursa’nın girmesi)
wowturkey.com
www.bursahaber.com
40
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Merve YEŞİLOĞLU
Bursa Anadolu Lisesi
11/G
UMUDUN HABERCİSİ
Mevsim kışken,hava soğukken ne kadar karamsar oluyoruz,değil mi?İçimizden bir şey
yapmak,evden çıkıp o soğuk havada okullarımıza,iş yerlerimize ulaşmak gelmiyor.Oysa
bahar geldiğinde,doğa uyandığında,sanki bizim içimizde de bir şeyler uyanıyor ; dallar çiçek
açıyor ya,sanki bizim içimizde de bir şeyler çiçekleniyor…Bu sefer evde oturmak istemiyoruz.
Pencereden vuran gün ışığı dışarı davet ediyor bizi.Dinlediğimiz hüzünlü müzikler bile daha
bir neşeli,umutlu müziklere bırakıyor yerini.
Bahar,bizde uyandırdığı bu iyimser,neşeli hisleri asırlar önce atalarımıza da yaşatırdı.
Öyle ki atalarımız bu güzel sevgiliyi,baharı,büyük bir coşku ve bayram havasıyla karşılardı.
Onlar için bayram niteliğindeki bu günde insanlar birbiriyle sevgiyle kucaklaşır,kırgınlıklarını
bitirir,mutlulukla yiyip içerlerdi.Çeşitli yarışmalar düzenlenir,güreş,cirit atma müsabakaları
yapılır,kopuz eşliğinde şarkılar söylenir,şiirler okunurdu.
Türkler,asırlardan beri toprağa çok önem veren,onu canından bir parça gibi koruyan bir
millettir.Doğanın kucağından kopup gelen bu millet için,tabiat tartışmasız büyük bir öneme
sahiptir.Onları bir ana şefkatiyle kucaklayan,ölülerine huzurlu,ebedi bir yatak olan,sofralarına
sonsuz güzelliklerinden nimetler veren toprak,onların her şeyidir.Onları muhtelif düşmanlarından koruyan,onlara bir sığınak,bir yuva olan doğa,onların anasıdır.Belki de bu sebepten,toprağın yeniden uyanması,doğanın zorlu kış günlerinden sonra buzlarını çözüp yeniden canlanması
onlarda bir bebeğin hayata gözünü açması kadar umutlu bir hava yaratır.
Umudun,güzel günlerin habercisidir bahar.Yeniden doğuşun simgesidir.Türkler bu umut
vaat eden yeniden uyanışı,onu nasıl karşıladıklarını,destanlarına,masallarına,şiirlerine de konu
etmiştir.Ergenekon Destanı’nda bahsedildiğine göre,düşmanlarının hile ile öldürdüğü,tutsak
ettiği Türklerden hayatta kalanlar,dağlık olan Ergenekon’a gelirler.Yıllar sonra burada çoğaldıktan sonra,artık gitme vakti gelmiştir fakat atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştur.
Yeni bir geçit aramaya koyulurlar.Bir demirci,dağın demir kısmını eritirlerse çıkabileceklerini
söyler,böylece demiri eritirler ve işte Ergenekon’dan çıkışlarını,o kutlu günü,nevruz olarak
kutlarlar.O günden sonra başlayan kutlamalar öyle bir gelenek haline gelir ki,her yıl,takvimin
başlangıcında,kağan bir demiri örse koyup çekiçle döver.Etrafındaki insanlar da bunu yapar ve
böylece Tanrı’ya şükranlarını sunmuş olurlar.Bugün,milli duyguları,beraberlik hissiyatını,inancı
kuvvetlendirir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
41
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Cumhuriyetin ilanından sonra bu gün Ergenekon Bayramı olarak da kutlanmıştır.Günümüzde hala varlığını sürdürmekte, ateşten atlama törenleriyle,çeşitli şenlikler ve müsabakalarla,bazı bölgelerde “Hıdırellez” adı altında coşkuyla kutlanmaktadır.Bu bahar sevgimiz,şüphesiz
ki atalarımızdan,özümüzden gelen doğal bir coşkudur.Bu neşe içimizde öteden beri vardır ve
hep var olacaktır.
Atalarımız,göçebe oldukları için,kış koşullarını çok ağır hissederlerdi ve baharın gelişi,onlar
için bir kurtuluştu.Dilerim önümüzdeki baharlar da bizim kara kışlardan kurtuluşumuz olur,yeni
nevruzlar,yeni umutlar dileğiyle…
42
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Yağmur Gizem YAVUZER
Bursa Anadolu Lisesi
11-F
BAHAR SENFONİSİ
Güneşin ben buradayım dercesine heybetli gövdesiyle içimizi ısıttığını hissettin mi? Tabiat
ananın kolları arasında sessizliğe gömülmüşlerin, tatlı haykırışlarıyla soğuğun altından yeniden doğuşunu hiç dinledin mi? Veyahut da bir çocuğun minik elleriyle yaptığı kardan adamın
hüzünlü gözyaşlarını? Dinle! Doğa yeniden ayaklanıyor. Ağaçlar yapraklarıyla canlanıyor, kuşlar
özgürlüğe kavuşmak için uçarak şakıyorlar. Dereler, akarsular, barajlar şimdiden dolmaya
başladı. Hayvanlar arkasında bıraktığı uzun bir kış uykusunu geride bırakıp yeni hayata atılıyor.
Duydun mu? İleride bir kuzu annesine sesini duyurmaya çalışıyor. Tüm bu güzelliklerin içimizi
heyecan ve sevgiyle doldurduğunu biliyoruz. Bu güzellikleri sunan ilkbaharı da.
İçimizde garip duyguların oluşmasını sağlayan ilkbaharın gelişi ciğerlerimize çektiğimiz
sevgiyi harekete geçiriyor, bize bir tutam mutluluk katıyorsa ve içimizi kıpır kıpır yapıyorsa
yapmamız gereken tek şey var; insana huzur veren bu güzel olguyu kutlamak. Tabiatın tüm
güzelliklerini sunduğu, dışarıya baktığınızda ağaçlardan uçuşan çiçekleri, etrafınızın gökkuşağı
renkleri ile bezendiğini görebileceğiniz bu mevsimin gelişini kutlamak, şenlikler düzenlemek
kulağa oldukça hoş geliyor. Heyecanlandınız değil mi? Rahat olun, bizim böyle bir bayramımız
var; Nevruz. Türk kültüründe çok önceden yerini edinmiş, Ergenekon Destanı’yla ortaya çıkmış
olan Nevruz beş parmağın birbirinden ayrılamaması gibi Türk’ün de aynı çatı altında birliğini,
kardeşliğini pekiştirmede önemli bir yer edinmiştir. Türk kültüründe yeniden doğuşun bir
simgesi, Türk’ün inanışının ve düşüncelerinin bir ifadesini gösteren hazinedir. Baharın gelişi
nasıl bir sevinçse karanlık tarihe bir mum ışığı olacak Türk’ün doğuşu da mutluluktur. Bu
coşkulu bayramı Türk kamları şu sözlerle ifade etmiş. “… Yüce Gök Tanrı’nın ilk defa gürlediği,
yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa
kişnediği ve melediği zaman sen (Türk’ün Atası) yaradıldın!”
Türk ulusunun bu unutulmaz kutlaması yıllar sonra atadan oğla geçerek gelenekselleşmiş
kendisinin tozlu raflara kaldırılmasını engellemiştir, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar yayılan,
İslamiyetten önce kendini göstermiş, uzun bir geçmişe dayanan bu gelenek bölgeden bölgeye
farklılık gösterse de içimizde o kıvılcım etkisini hala yaratabilmektedir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
43
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Peki nasıl kutlanır bu Nevruz?
Nevruz bayramıyla ilk tanıştığım zamanlarda sanırım 9-10 yaşlarında falandım. Sabah
ilk olarak komşularımızın temizlik işleriyle uğraştığını ve halılarını sokağa serip yıkamaya
başladıklarını, benden küçük yaştaki çocukların suyun içine girip birbirlerine oyun yarattıklarını ve annelerinin kızıp onları ellerinde fırçalarla kovaladıklarını hatırlıyorum. Kadınlar halı
yıkama ve sokağa süpürme işleriyle uğraşırken büyük çocukların çalı çırpı toplayıp bir kenara
biriktirdiklerini görünce ben de onlara yardım ederdim. Onlara neden böyle bir şey yaptığımızı
sorduğumda büyük bir ateş yakacağız demişlerdi. Korkmuştum ama ateşi hayal edip büyüklüğünü merak etmekten de geri kalmamıştım.
Akşam vakti gelip karanlık, bir perde gibi üzerimize çöktüğünde dışarıdaki sesler inanılmaz derecede fazlaydı; konuşmalar birbirine karışıyor, arkadaşlarım neşeli çığlıklar atıp
etrafta koşuşturuyordu. Bunu görmüş, dayanamayıp dışarıya atmıştım kendimi. Birkaç adam
topladığımız çalılıkları ve daha fazlasını sokağın ortasına koyup yakmaya başlamışlardı. Ateş
çalılıları tutuşturduğunda ışığı pencerelere yansıyor, inanılmaz bir görüntü yaratıyordu. Yavaş
yavaş büyüyen ateş beni dehşete düşürmüştü, evet. Fakat sonrasında insanların yüzündeki
o gülümsemenin benim ifademe de işlediğine emindim. Biraz vakit geçtiğinde ve ateş büyüdüğünde sokağımızdaki tüm sakinler dışarıya dökülmüş, üzerinden atlamak için sıra bekler
olmuştu. Bizim gibiler için de oluşturulmuş küçük bir ateş vardı, biz çocuklar da onun üzerinden
atlıyorduk. Atlarken büyüklerin bir şeyler söylediğini görünce ben de “Yansın alev saçılsın,
tahtım açılsın.” dediğim ama sonrasında doğrusunun “Yansın alev saçılsın, bahtım açılsın.”
olduğunu öğrendiğim cümleyi söyleyip babamın bana scooter alması dileğiyle (Sanırım o
zamanlar en büyük hayalim bir scooterımın olmasıydı.) atlamıştım. O gün sokağımız olmadığı
kadar kalabalıktı ve insanların mutlu olduklarını yüzlerindeki ifadeden anlayabiliyordunuz.
Sanırım o zaman anlamıştım, bugünün özel bir gün olduğunu.
Bu nevruzla olan ilk karşılaşmam ilk anımdı ama sonraki kutlamalara ne yazık ki katılamasam da haberlerden ve gazetelerden okumuştum. Türk Dünyası’nda bizim yaptığımız
ateş yakma ve temizlik işlerinden daha fazlası da yapılıyormuş meğer; mezar ziyaretleri ki
bu öğrendiğime göre Azerbaycan’da hala devam etmekte. Kırlara çıkılıp orada eğlenceler,
yarışlar düzenlenmekteymiş. Aslında bunlar sadece bir kısmı. Çünkü Nevruz, Türk kültüründe
gerçekten yeri büyük. Örneğin yumurta tokuşturmaca ve kulak asma. Yumurta tokuşturmaca;
küçük çocukların bir mekanda toplanıp samanla veya soğan kabuğuyla boyanan yumurtaları
dövüştürmesi. Bence bu en eğlenceli bayram kutlaması.
Kulak asma da ise komşu ve akrabaların kapı, pencerelerine gizlice yaklaşılır tamamen
iyi bir niyetle içerisi dinlenir, dilek tutulur. Kapı dinleyenler içeride konuşulanlara dayanarak
duyduklarından dileklerine göre çeşitli yorumlar yaparlar. Bu yorumların gerçek olduğuna
inanılır. Genç kız ve erkekler dileklerinin yerine gelmesi için sabah erkenden kalkıp soğuk suda
44
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
yıkanırlar. O gün herkes kapılarının dinleneceğini bildiğinden bayram gününe uygun olarak iyi
şeylerden bahsedilir. Çünkü kimse kimsenin dileğinin bozulmasını istemez.
Osmanlı dönemlerinde ve Selçuklular’da ise eğlenceler düzenlenmekle kalmayıp yemekler
pişirilir ve fakirlere yardım edilirmiş. Hatta Osmanlı padişahlarının halkın arasına karışıp
kutlamalara, coşkulara dahil olduğu çeşitli kaynaklarda da belirtilmekte.
Nevruz bayramlarında beni en çok etkileyen şey kırmızı ve turuncu renkleriyle büyük bir
gösteri sergileyen ateş olmuştu. Anımda anlattığım gibi ateşin etrafında toplanıp sırayla
onun üstünden atlarken insan ruhunun temizlendiğini o gülümseyen gözlerden anlamıştım.
İşte burada Türk ruhunun daha da güç kazanıp yenilendiği nevruzda yakılan o büyük ateşten çıkan her bir kıvılcım hepimize sırayla değdiğine; bu kıvılcım her bir Türk’ün nerede olursa
olsun birbirinin arkasını kollamak için hali hazırda bekleyeceğini ifade ettiğine inandım. Tıpkı
Ergenekon Destanındaki gibi. Bu kıvılcım bizi birbirimize bağlamakla kalmıyor, kalbimize küçük
bir sıcaklık bırakıp içimizdeki iyi duyguların dışarı çıkmasına yardımcı oluyordu. İnsanlar o ateşin
üzerinden hayalleriyle ve büyük dileklerle atlarken dualarının gerçekleşeceğine inanıyordu.
21 Mart Günü kutlanan Nevruz bizim milli bayramımızdır. Önemli olan bu bayramı sadece
kutlamak değil, bizden sonraki nesillere de bu bayramı aşılamaktır. Unutmayalım ki o ateşten
çıkan kıvılcımlar her birimizin kalbinde yer alıyor. Türklüğün dirliğin simgesi olan o kıvılcımı
söndürmeyelim.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
45
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Beyza Nur KAYA
Bursa Anadolu Lisesi
11-D
BU ŞEHRİN RUHU
Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun cennet köşelerinden Bursa,1452’de kurulmuş, köklerini Anadolu toprağına gömmüş ‘’Ulu Şehir’’. Buram buram tarih kokan bu topraklarda yaşamak , deniz kıyısında saçlarını dağlardan kanatlanan
rüzgara salmak, bir gecenin yamacında onlarca kutsiyetin ruhuna selam yollamak, Karagözle gülümsemek ve daha nice güzellik anaforunda savrulmak, kendinden geçmek….
Tarih yazdı elbet ama satırlar tarihi anlatmaya yetmez . Cümlelere sığmaz bu şehrin ruhu.
Noktalar boşlukta kalır. İşte bu yüzden yaşanmalı bu şehir, yaşatılmalı. Benimse 17 yıldır
nasibimde bu şehir. Kestanesi, şeftalisi; iskenderi, pideli köftesi; çinilere sığınmış mavisi ve
yeşilin her tonu… Beyaz kubbeleri, asırlık çınarları ve durmadan tarih fısıldayan ahşap evleri…
Yaslanın şimdi arkanıza , koca bir damla bir şehir ısmarlayayım size. Dökülsün ayaklarınıza
Ulu Şehir’ in kubbelerinden damla damla huzur geze geze.
Önce Tophane’ye çıkın. ’’Neredeyim ben?’’ diye bir bakın çevrenize. Üç dört basamakla
ayaklarınızın altına serpilen bu güzelim şehri seyredin. Elinizi ne yana uzatsanız bir dağa
dokunacaksınız. Bursa’nın kanatlarıdır onlar. Gök, yeşili sever çünkü. Daha yakından bakmak
isterseniz teleferiklere binip Ulu Dağ’a yolculuk bekliyor sizi. İşte o zaman o kanatlar birer
balerindir artık. Yeşil kadar asil, beyaz gibi sadedirler.
Bir sonraki durağımızda servi, limoni, ladin, sedir ve daha onlarca canlı bekliyor sizi Kuş
Cenneti’nde. Güzellikleriyle adeta bir insanı andırırlar.
Uludağ’ın eteklerine kurulmuş 700 yıllık ufak bir köy, Cumalıkızık. Yüksek bayırlarında,
kaldırım taşlarını kazısan görebileceğin yedi asır yıl. Yaşlı evler dokunsan ağlayacak gibi. Kim
bilir kimler gelip geçmiştir, kaç güvercin yemlenmişdir pervazlarda kim bilir hangi genç kızın
hayalleri yanmıştır camlarda?
“Sen İstanbul’un Kız Kulesi olmak istedikçe, ben Bursa’nın Gölyazı’sı oldum der şair.
Ekranlara, şiirlere, akıllara bile işlemiştir büyüsü. İnsanları bile farklıdır oranın. Ama en az bir
Kız Kulesi kadar bağlıdırlar topraklarına.
Arapşükrü’ nün anason kokan dar sokakları.Bir çıkmaz sokak gibidir sen çıkmak istemedikçe…
46
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Her ağacın altından, her fidan arasından bir minare yükselir. Bunlardan biridir Muradiye Camii…Sadece bir Bursa demek değildir, dünya ortak mirasıdır. Evreni kucaklar külliyesi II.Murat’ın.
Yeşil Türbe…Genç bir kızın çeyizi kadar güzel. Fetret Devri’nin köklerinden yeniden doğan
bir devrin dik duruşu.
Ulucami…’’Orhan zamanından kalma bir duvar. ’’demiş Tanpınar. Hafif esinti eşliğinde
hışırtılar çıkaran çınarlar, bir musiki gibi kendini dinlettiren şadırvan sesleri…Hepsi altın harflerle
yazılması gerek buraya . Bursa konuşur o minare konuştukça. Türklerin bir alfabeden nasıl bir
sanat yarattığını görürsünüz eşsiz hatlarında.
Kimi şairler boğulmak istemiştir Mudanya’nın soğuk sularında. Ya da kim bilir sahiline
uzanıp bir satır daha karalamıştır.
Ve siz…
Bu güzelliklerin yaşadığı bu şehirde yaşayan güzel insanları hiç merak ettiniz mi? Veya bu
koca tarihin üzerine toprak atılırken hiç toprak olup da sarılmak istediniz mi?
Yorulduk…İsterseniz biraz da çayımızı yudumlarken bu toprakların çocukluğunu, gençliğini
dinleyelim.
“Muradiye sabrın acı meyvesi
Ömrünün timsali beyaz nilüfer
Türbeler,camiler,eski bahçeler
Şanlı hikayesi binlerce ecrin.’’ İşte Tanpınar böyle süslemiştir satırlarını. Ardından Akif eklemiştir: ’’Bursa, Osmanlı’nın
incisidir. ’’diye. Şairler yalan söyler mi? Bir incidir Bursa. Yahut zümrüt. Veya tarihe bulanmış,
cilalı, yeşil bir elmas. Osmanlı ve Selçuklu…Altı koca padişah, binlerce Bursalı. Osmangazi’den
Orhangazi’ye, Hüdanvendiger’den Beyazıd’a, Çelebi’den II.Murad’a…Hepsi birer soluk almış;
bin soluk bırakmıştır yattığı bu topraklarda. Her biri özünü bulamıştır bu şehre.
Sonra…
Takkesini takmıştır Bursa. Başkent yakışmalı çünkü ona. Mavi, İstanbul’da ne kadar güzelse
yeşil, Bursa’da o kadar başkent.
Yıllar geçti. Çınarlar yapraklarıyla toprağa karıştı. Ve usulca fısıldadı gök kubbelerden
zaman. Bursa takkesini İstanbul’a taktı. Bir soğuk rüzgarlar esti geçti. Alevler çıktı çoğu kez.
Ama rüzgarlar söndürdü. Bu kez kibrit Yunanlıların elindeydi. Ah Yunanlılar! Bir avuç barutla
bu toprakları yakabileceğinizi mi düşündünüz? Güneşi bile eriten bu dağlar, sizin ateşinizi
söndüremeyecek mi? Konuş Bursa! Bursalılar! Nasıl söndürdüğünü anlat. Onlar ellerinde silah,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
47
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bursa sokaklarında yürüdüklerini sanarken aslında bir timsahın ağzında yürüdüklerini anlat!
Yıllar yine geçti. Dikenler tuzla buz oldu. Döktüğün gözyaşları senin içindi. Sulandı çimenlerin. Gözyaşların yeşile değdikçe bir kez daha tarih koktu toprağın. Cumhuriyet kolonlarını
ördü ve dedi ki:’ Kurtuldun Bursa’m ,gözün aydın.
Yolumuzun sonuna geldik. Bir adım attık, bin öğrendik. Yalnız mekan değiştirmedik, koca bir
devri kat ettik. Şimdi sen söyle Mersinli, Sivaslı, Antepli, Mardinli? Bursa demek sadece bir avuç toprak
demek mi? Yurdumun her köşesi ayrı güzel elbette .Ama bir şehir düşünün ki kökleri MÖ zamanlara
uzanmış, birçok uygarlığa beşiklik etmiş, yanmış yakılmış , görmüş geçirmiş nineneler gibi derin,
taze gelinler gibi serin, ufukları okyanuslar gibi engin .Şairin kaleminde can vermiş sözcüklere.
“Ne içindeyim zamanın /Ne de büsbütün dışında’’ diyen şairin içinden Bursa mı geçti ola?
Kapat gözlerini ve teslim ol âna. İçsin bu dağlar tekrar güneşi. Hallacın eline düsün toprak,
saçılsın dağlar avuçlarına yaprak yaprak. Ezanlar dökülsün minarelerden. Beyaz karışsın yeşile,
yeşil karışsın maviye. Söyleyin çınarlara, köklerini iyi tutsun. Sular yolunu nakışlasın yokuşların.
Yaşadığı şehre benzermiş insan.Zamanla zamansızlığın raksına eşlik et ve sen yol seni hangi
yana götürürse bu şehirde, oraya git.
48
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Ergenekon ŞAHİN
TOFAŞ Fen Lisesi
10-A / 789
NEVRUZ VE DİRİLİŞ
Kültür; tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal
çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütününe verilen addır. Kültürün en
önemli unsurları ise gelenek ve göreneklerdir. Nevruz Türk kültüründe önemli bir yere sahip
köklü bir gelenektir. Çinli Prof.Dr. Ch’in Rogue –Oilin ‘in eski Çin Takvimleri konusunda yaptığı
araştırmalara göre M.Ö. VIII. yüzyıllarda yaşayan eski Türk kavmi “Ti”ler; Nung-li adlı hem ay
hem güneşe göre düzenlenen ve mart ayını yılbaşı sayan bir takvimi kullanıyorlardı. Göktürkler
ise bitkilerin yetiştiği zamanı yılbaşı olarak kutlamıştır.
Türkler’de Nevruz’la ilgili görülen en önemli rivayet bu günün Ergenekon günü oluşudur..
Kök-Türklerin Ergenekon’dan çıktığı günü bayram saydıkları düşünülmektedir. Nevruz, Farsça
bir terkipdir. “Nev” yeni,”ruz”gün anlamına gelir. Nevruzun Türk milletlerindeki diğer karşılıkları;
Ergenekon, Bozkurt, Cılgayak, İlkyaz, Yeni Gün,Teze Yıl Bayramıdır. Türkiye’de ise Yılsırtı, Mart
Dokuzu ,Sultan Nevruz, Güz Dönünümü isimleri altında kutlanır. Beni bu yarışmaya çeken de
belki ismimin ‘Ergenekon’ oluşudur. Kendimi adeta bu yarışmaya katılmaya zorunlu hissettiren
de bu bilinç olduğu kanaatindeyim
Türk Dünyasında nevruz kutlaması hazrılıkla başlar. Nevruza hazırlık genel temizlikle
başlar. Evlerin etrafı temizlenir, içi ve dışı badanalanır, halılar ve kilimler yıkanır. Aile üyelerine
yeni elbise, alınır. Akrabalara hediye alınır. Bayrama birkaç gün kala tatlıların yapımına başlanır.
Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun hazırlanır. Nevruz kutlamarında önemli bir yeri olan
diğer gelenek ise mezarlık ziyaretidir. Eski Türklerdeki yuğ töreninini yansıtan bu gelenek,
ölmüşlerin mezarını ziyaret etmek, mezar üzerine şeker ve tatlı bırakmak, yasin okumak, ağıt
söyleyip ağlamak, mezarların etrafını temizlemek, bazı yörelerde de mezarlıkta kahve içmek
ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir. Bunun yanında Toplu şekilde kırlara
çıkılarak eğlenceler, şölen ve yarışmalar düzenlenir. Bu gelenek Hun Türklerinde de mevcuttur.
Türk dünyasının bazı yörelerinde bu etkinlik Nevruzda gerçekleşmeye devam etse de, diğer
yörelerde Hıdrelleze kaymıştır. Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde
ateşle ilgili pratikler bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden
atlama ve bu sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kalsın”, “Kırmızılığın bana, sarılığım sana”
gibi büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
49
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
arınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer pratik, hayvanları ateş üzerinden atlatmak veya
iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici,
arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Türk Dünyası’nda Nevruz farklı şekillerde kutlanır. Azerbaycan’da Nevruz: Azerbaycan’da
halk, Nevruz’a birkaç hafta kala her Çarşamba akşam şenlikleri düzenler. Ateşler yakılır, evler
temizlenir ve insanlar tepeden tırnağa yeni elbiselerini giyerler. Mumlar yakılır, Nevruz şekerleri
hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu dökülür. Gecelerde ateş oyunları oynanır. İnsanlar ateş
üzerinden atlayarak, kışın tüm belalarından korunduklarına inanırlar .
Kazakistan’da Nevruz: Kazakistan Türkleri, Nevruz Bayramı’nı SSCB tarafından yasaklandığı 1930 yılına kadar Ulusun Ulu Künü, yani Ulusun Ulu Günü, deyimi ile adlandırmışlardır.
Kazaklar, 1929 yılına kadar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazak Türkleri, Kazakistan
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra 1991 yılından itibaren tekrar bu güne Ulusun Ulu Günü ifadesiyle milli bayram ilan etmişlerdir.
Özbekistan’da Nevruz: Özbekistan’da Nevruz, özel mesire yerleri ve vadilerde kutlanır.
Zurnalar çalan davetçiler insanları bayrama davet eder. Nevruz günü âşıklar Özbek Türklerinin
güzel destanlarını söylerler. Bir taraftan halk oyunları oynanırken, bir taraftan da pehlivanlar
güreş tutuşur. Büyük kazanlarda özenle hazırlanan yemekler davetlilere sunulur. Tüm halkın
katılımıyla 21 Mart’ta başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Özbekistan’ın 1991’de
bağımsızlığını kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hazırlattığı özel
kararname ile 21 Mart, Nevruz Bayramı olarak belirlendi.
Kırgızistan’da Nevruz: Kırgız Türkleri yeni yıla Nevruz Şenlikleri ile başlar. 22 Mart günü
yeni yılın Başay denilen ilk ayının birinci günüdür. Nevruz’da Kırgızlar yedi gün önceden bayram
temizliklerine başlar, insanlar da yıkanıp, Nevruz’da en güzel bayramlık elbiselerini giyerler.
Nevruz akşamı avlu yakınında ateş yakılır ve bütün insanlar yaşlı-genç demeden ateşten
atlarlar. Ateşten atlama; insanların ruhlarını, niyetlerini temizleyerek yeni yıla arınmış olarak
girme düşüncesini ifade eder.
Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç
burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı
padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna
ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin
verildiği belirtilmektedir.
Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde
Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu
bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir
50
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Şenlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan
yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram etme geleneği şekline dönüştüğü ve Nevruz’la
ilgili olduğu bilinmektedir.
Kısaca Nevruz Türk kültüründe önemli bir yere sahip köklü bir bayramdır. Cumhuriyetle
birlikte Atatürk tarafından ulusal bilincin gelişmesi amacıyla nevruzun kapsamlı olarak
kutlanmasını teşvik etmiştir. Fakat Nevruz son 50-60 yıl içerisinde çeşitli sebeplerden
dolayı, Türk halk kültürü araştırmacıları hariç, Türkiye’de ve Türk Dünyasında pek gündeme
taşınmamış; ihmal edilmiştir. Gündeme gelmemesi ve ihmal edilmesi sebebiyle aydınlar ilgisiz
kalmış, devlet töreni olarak kutlanmamıştır. KAYNAKÇA
Dede (Abdürrahim), 1978, Batı Trakya Folkloru, Ankara. Fischer (Ernest) 1985, Sanatın Gerekliliği, Ankara Genç(Reşat),1995
,”Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz” Türk Kültüründe Nevruz Sempozyumu Bildirileri,Ankara. İnan (Abdulkadir), 1954,
Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara. İbrayev (Şakir), 1996, “Kazak Folklorunda Nevruz” Nevruz ve Renkler, Ankara.
Karadağ(Nurhan), 1978, Köy Seyirlik Oyunları, Ankara. Karatayev (Olcay), 1995, “Kırgız Tarihi ve Nevruz” Nevruz, Ankara.
Kirişçioğlu(Fatih),1995, “Sahalarda Bahar Bayramı”, Milli Folklor, Ankara. Kostic (Petar), 1972, Preklo Znacenje Godisnijih,
Obicaja, Beograd. Kutlu (M. Muhtar), 2000, “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”, Uluslar Arası Nevruz
Sempozyumu Bildirileri, Hagem Yayınları, Ankara Kutlu (Mustafa), 1990, “Nevruz” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
c.VII, Dergah Yayınları, İstanbul. Malinowski (Bronislaw), 1998, İlkel Toplum, İstanbul. Muratoğlu (Malik),1996, “Nevruz
ve Onun Özbek Halk edebiyatında Terennüm Edilişi” Nevruz ve Renkler, Ankara. Nazar (Khudai), 1996, “Afganistan Türklerinde (Güney Türkistanlılarda) Nevruz Kutlamaları”, Nevruz ve Renkler, Ankara. Nerimanoğlu (Kamil V. ), 1995, “Nevruz
Geleneği ve Azerbaycan, Nevruz”, Nevruz , Ankara Nutku (Özdemir), 1985, Dünya Tiyatro Tarihi, İstanbul. Prosic (Mirjana),
1976, Obredna Praska u Srbji, Teorijsko Hipoteticki, Okvir Za Proucavanje Poklada Kao Obreda Prelaza. Etnološke Sveske
I, Beograd. Temren (Belkıs), 1995, “Bektaşi Geleneklerinde Nevruz Kutlamaları: Kırklar Bayramı”, Folklor/ Edebiyat, sayı:3
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
51
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Ali Fuat SAÇINTI
Bursa Anadolu Lisesi
10-A / 542
BİR SEVDADIR BURSA
Tarih boyunca bir çeşitli milletlere ev sahipliği yapan Bursa büyük bir kültür birikimine
sahiptir. Birçok savaş görmüş,bir çok yıkıma şahit olmuş, Uludağ’ın eteklerinde bir ova kentidir
Bursa. Tarih kokan caddeleri ve eşsiz yeşiliyle Anadolu’nun en güzide yerlerinden biridir.
Bursa’nın tarihi çok eskilere dayanır. Mîlâttan iki bin yıl önce Trakya’dan gelen “Bitiniler”
Bursa civârına yerleşmiş ve Bitinya Krallığı kurmuşlar. Şehre Prusa adı verilmiş.Lidya kralı
Krezüs, Bitinya topraklarını ele geçirmiş, Persler Lidya’yı yenerek 200 sene satraplık olarak
idâre etmiş. Persleri Makedonya kralı İskender yenerek Bursa’yı ele geçirmiş. Daha sonra
Bizans’ın elinde tekfurların yönetiminde bulunmuş. Osmanlı ordusuyla karşılaşana kadar
Bizans’ın elinde esir kalmış Bursa.
Selçuklu döneminde esirdi Bursa. Zulüm dört yanını sarmış,tekfurların elinde harap
olmuştu. Esareti uzun sürdü. Defalarca kuşatıldı. Sessizce haykırıyordu bursa. Özgürlüğe
hasret,özünü düşlüyordu. Anadolu'da güneş gibi parlayan bir medeniyet,çağlara uzanan bir
ülküydü Selçuklu. Güneş Bursa’ya da doğmalıydı artık.
İki koca ordu çarpıştı Malazgirt Ovası’nda. Alparslan’ın askerleri aslanlar gibi savaştı.
Anadolu’nun kapıları sonuna dek açıldı. Bu topraklar Türk’e yurt oldu.
Bursa aşkıyla yanıyordu Orhan Bey. Büyük bir zaferle kurtuldu Bursa esaretten. Bir daha
esir düşmedi kimseye. Osmanlının baş tacı oldu her zaman. Külliyelerle,medreselerle donatıldı.
Osmanlının ilk başkentidir Bursa,her sokağında camii,her zerresinde İslam. O yüce çınar Bursa’da filizlendi. Üç kıtaya yayılmış bir adaletin kalbidir Bursa. Burada tahta çıktı Hüdavendigar.
O devraldı bu sefer sancağını. Ve burada yetişti İstanbul fatihi. Hepsi aynı ülkü üğruna savaştı.
Adalet çınarı her geçen gün büyüdü.
Koca bir dünya savaşının ardından milletin özgürlük türküsüdür Kurtuluş Savaşı. Anadolu’nun her yeri özgürlük tutkusuyla yanıp tutuşuyordu. Bağımsızlığı için savaşacaktı
Bursa yeniden. İngiliz’i Yunan’ı özgürlüğüne kast etmişti Bursa’nın. Millet vatanı namus bildi.
Özgürlüğünü kimseye teslim etmedi. Böyle bir duyguyla kazanıldı bağımsızlık. Bursa esir
düşemezdi,düşmedi.
Bu şanlı zaferin ardından Bursa eski günlerine kavuştu. Bundan sonra hızla gelişti ve
değerine değer kattı.
Bursa tarihin kendisidir. Her adımı miras kokar. Büsbütün bir kimliği vardır. Bir şehir demek
az kalır. Bursa yüce bir ruha sahiptir. Toprakta vücut bulan bir gönülden ibarettir.
52
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Enes ERTAŞ
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
11-A
GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KÖPRÜ: BURSA
Gölleri,ırmakları,dağları,şifalı termal suları,büyük ve verimli ovaları ve özellikle zengin bitki
örtüsü ile doğa harikası bir şehir olan Bursa,Anadolu yarım adasının kuzey batısında,Uludağ’ın
kuzey batı eteklerinde ve Marmara Denizi’nin güney doğusunda yer alır.Modern bir kent özelliği
taşıyan ve Tanrı’nın bahşettiği doğal güzelliklerle yetinmeyip sanayi ve teknolojisini dünyanın
ileri ülkeleriyle eşit düzeye yükselten Bursa,3 milyona yaklaşan nüfusuyla da Türkiye’nin
4.büyük kentidir.1
Bursa,İ.Ö. 5200 yıl öncesinden itibaren birçok insana barınak,birçok devlete,imparatorluğa
şehir gerektiğinde başkent olması,kendisinin ne kadar zengin bir kültüre ve geçmişe sahip
olduğunu gösterir.Bizans ve Osmanlı döneminin eserleri ile Bursa kültürel potansiyel açışından
İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir.
Bursa, müslümanlar için evliyalar şehri olarak adlandırılır. Bursa’nın ilçesi olan İznik
Hristiyanlar için 3. kutsal kenttir. Medeniyetlere beşiklik eden, 3 imparatorluğun merkezi olan
Bursa’da gezginler; kiliseler, medreseler, sinagoglar, külliyeler, camiler, kaleler kısacası tarihte
yaşanmış ne varsa onu görür ve yaşar. Osmanlı İmparatorluğu’na hükmetmiş 6 padişahın ebedi
istirahata çekildiği Bursa, padişahlar ve evliyalar şehri olarak da adlandırılır.
Tüm tarihi kültürel değerlerinin yanı sıra Modern Bursa, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en modern
şehirlerinden birisidir. Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, Uludağ Üniversitesi, Avrupa’nın en
modern sebze hali,şehrin takımı Bursaspor(2009-2010 Süper Lig Şampiyonu),modern alışveriş
ve eğlence merkezleri ile Bursa her dönem olduğu gibi bugünde Türkiye’nin öncü illerinin
başında yer alır. Çevre yönetimi, ulusal ve uluslararası festivaller, sempozyum ve kongreler,
tarihe mal olmuş isimler Bursa’yı çok özel bir yere taşır.
Bursa hem tarihi değerleri ile hem de modern yüzü ile geçmişten geleceğe bir köprü
görevi görür.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
53
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
A-ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NDE BURSA
Türklerin Bursa bölgesine ilk kez 1081 yılından sonra geldikleri bilinmektedir. İznik, 10811097 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmıştır.1097 yılında ise bölge, Haçlı
Savaşları’na sahne oldu.İznik,Haçlıların eline geçti.Alexias Kommenos’un döneminde(1097)
düzenlenen bir seferle Türkler,ilk kez Bursa’yı ele geçirmiştir.Bu savaşlar sırasında İstanbul’da
Latin Hükümeti kurulunca,Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik oldu.1204 yılında Theodor
Laskaris’in kurduğu İznik Bizans İmparatorluğu,1261 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Latinler İstanbul’u işgal ettikleri zaman Bizans prensleri bu yeni düşmanın elinden
kurtulmak için Müslüman yöneticilerle işbirliği yaparak Bursa’yı ele geçirdiler.1214 yılına
kadar Rumların elinde kalan Bursa,Müslümanlara karşı direnişte halkın gösterdiği isteksizlik
nedeniyle imparator II.Andronikos’un gazabına uğradı.Halkın büyük bölümünün malları yağma
edilerek içlerinden bazılarına sürgün ve idam cezası verildi.II.Andronikos,Latinleri yenerek
imparatorluğu tanımalarını sağlayıncaya kadar Bursa’yı bu şiddet yöntemi ile elde tutabildi.2
B-OSMANLI DEVLETİ’NDE BURSA
1.Beylikten Devlete
Rivayete göre, Osman Gazi’nin
dergahta bulunduğu bir gece, rüyaMoğolların baskısından dolayı Orta Asya’dan Anadosında Şeyh Edebali’nin göğsünden
bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdilu’ya gelen Kayılar, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin
ğini ve göğsünden bir büyük ağaç
Keykubat tarafından Ankara’nın batısına Karacadağ bölbitip dallarının alemi kapladığını,
altından birçok nehirlerin çıkıp ingesine yerleştirilmiştir. Söğüt ve Domaniç taraflarını ele
sanların bu sulardan geçtiklerini
geçiren Kayılar, 13. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’ni
görmüştü. Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle
kurdular (1299).
tabir etmiştir: Sen, Ertuğrul Gazi
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı Osman
oğlu Osman, babandan sonra bey
olacaksın.Kızım Malhun Hatun ile
Bey,Ertuğrul Gazi’nin oğludur.Osmanlı diğer beyliklere göre
evleneceksin. Benden çıkıp sana
Hristiyan araziye komşu olması çok önemli bir avantaj
gelen nur budur. Sizin soyunuzdan
nice padişahlar gelecek ve nice
sağlamış,onları kısa sürede büyük bir imparatorluk dudevletleri bir çatı altında toplayarumuna getirmiştir.
caklar,Allah nice insanın İslam’a
kavuşmasına senin soyunu vesile
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda dervişlerin büyük
edecektir.3
katkısını gören Osman Bey,bu nedenle Bursa ve çevresindeki birçok araziyi dervişlere verdi.Kendisi de,bölgenin en önemli olan Şeyh Edebali’nin kızını
aldı.Bizans topraklarında yaptıkları savaşlarla ülkesinin sınırlarını genişleten Osman Bey;Karacahisar,Yarhisar,İnegöl’ü aldı.1302 yılında Yenişehir’i devletin merkezi yaptı.İznik ve Bursa’yı
kuşattı ancak alamadan yaşamını yitirdi.Vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kube’ye(Saint
Elia Manastırı) gömüldü.Ölümünde özel mülkü olarak çok az malı çıkmıştı.
54
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
2-Bursa’nın Fethi
Osman Bey 1308 yılında Bizans tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz/Erdoğan köyü yakınlarında perişan
edince,Bursa önlerine gelmişti.Bu tarihten sonra Bursa’yı
kuşatarak gözlemek amacıyla biri Kükürtlü Hamamı karşısında,Ak Timur komutasında,diğeri eski Mollaarap Okulu yerinde,Balaban Bey komutasında iki kule yaptırmıştı.
Bursa’nın gerisini güvenlik altına almak için 1325 yılında
Orhaneli Kalesi fethedilince Tekfur çaresiz kaldı.6 Nisan 1326
tarihinde Bursa’yı Orhan Bey’e teslim etti.Böylece Bursa bir
bakıma kılıçla değil vire olarak anılan
Biçimde teslim yoluyla Türkler’in eline geçmiş oldu.
O dönemlerde top tüfek olmadığından kaleleri düşürmek için kullanılan en önemli taktik,kaleleri kuleler vasıtasıyla gözetim altına tutarak giriş ve çıkışı engellemekti.Bursa’nın ele geçirilmesinde de ‘’vire’’
denilen bu metod uygulanmış ve şehir kan dökülmeden Osmanlılar’a teslim edilmişti.4
Chalcondyles ve onu izleyen
Hristiyan tarihçilerin çoğu Bursa’yı
Osman Gazi’nin aldığını ve orada
gömüldüğünü yazar.
Bursa’nın alınışı ile ilgili ilginç
hikaye anlatılır:’’Bursa kuşatması
sırasında bir hile yapılır.Bu hileye
göre Sultan’ın öldüğü ve gömülmesi için Manastır’ı istediği
söylenerek,Sultan’ın Manastır’a
gömülmesi için izin alınır.Buna
göre cenazeyi 40 kişi taşıyacaktır.
Tuzağa düşen keşişler,silah dolusu
bir tabutun kaleye girmesine izin
verir.Osman Gazi de kılık değiştirip bu kırk kişinin arasında kaleye
girer.Bunlar da hemen kapıları açıp
kaleyi ele geçirecek kadar askerin
içeriye girmesini sağlar.’’
3-Fetih Sonrası
Fethi müteakip şehri imar faaliyetleri başlatılmıştır. İlk olarak Mehmed Neşri’nin zikrettiği
“il-eri Huâce mescidi Bursa kal’asında evvel bina olundu”. Daha sonra “Ahi Hasan bu mescidin
kurbunda (yakınında) kendüye bir zaviye yaptırdı”.5 Orhan Bey de kendi adını taşıyan camii,
medrese ve imaret gibi içtimai müesseseleri yaptırarak Geyve, Gelincik ve Sipahi çarşılarını tesis
ettirdi. Bundan başka Orhan Bey, kale içindeki bir manastırı da camiye çevirdi. 1335’li yıllarda
Bursa’yı gezen ünlü Seyyah İbn-İ Batuta, seyehatnâmesinde “Bursa Sultanı, belde ve emval
ve askerce Türkmen hükümdarlarının en büyüğü olan Orhan Gazi’nin 100’e yakın kal’ası var”
diyerek “Orhan Bey’in durup dinlenmeden kaleleri teftiş ile meşgul olup daima cihad üzere”
olduğundan sitayişle bahsetmektedir. Orhan Bey 1331’de ilk Osmanlı Medrese’si sayılan İznik
Medresesini yaptırarak, tahsilini Mısır’da yapan Davud-ı Kayseri’yi buraya müderris tayin
etti. İlmi ve âlimleri himaye eden, onlara hürmet ve saygı gösteren Orhan Bey’in bu ilk medresesinden sonra medreseler giderek çoğaldı ve yine İbn-i Batuta’nın ifadesiyle “Anadolu’nun
her köşesinde hatta küçük kasabalarda bile medreseler yaygınlaştı.6 Böylece Bursa çok kısa
bir sürede, ilim ve kültür merkezi haline geldi. Orhan Gazi 1360 yılında yaşamını yitirdi.O da
Tophane’ye,babasının yanına gömüldü.
Fetihten sonra sanki yepyeni bir manzaraya kavuşan Bursa, büyük ehemmiyet kazandı.
Başkent olmasıyla birlikte siyasi ve politik işlerin de odak noktası olurken, içtimai hayatta da
en önde gelen şehir oldu. Osmanlı Devleti’nin sosyo-kültürel yapısına yaklaşık 50 yıl kadar
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
55
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
yol göstermiştir. Gelecekte “dünyanın denge unsuru” olacak “Osmanlı Devleti’nin temellerinin
atıldığı Bursa, “İlk göz ağrısı” olarak Osmanlı’nın gönüller tahtında en güzel yerlerden birini
almıştır. 4-Murat Hüdavendigâr Dönemi(1360-1389)
Orhan Bey’in oğlu olan I.Murat,Lala Şahin Paşa’nın yanında yönetim ve savaş dersleri
aldı.1340 yılında Bursa Sancakbeyi;ağabeyi Süleyman Paşa’nın 1359 yılında vefatıyla da Rumeli
ordusunun kumandanı oldu.1360 yılında tahta geçti.1362 yılında Edirne’yi fethederek devlet
merkezini buraya taşıdı.1364 yılında,Balkanlardaki Haçlı ordusuyla yaptığı Sırpsındığı Savaşı’nı
kazanarak büyük ün saldı.Osmanlı akıncıları Adriyatik Denizi’ne dayandı.1389 yılında,I.Kosova
Savaşı sonrasında şehit edildi.Bu nedenle Gazi Hüdavendigâr lakabıyla anılmıştır.Mezarı
Çekirge’de,adını taşıyan türbesindedir.
Bu dönemde tımar teşkilatı geliştirildi.Yaya,müsellem ve Yeniçeriler’e ilaveten Kapıkulu
Askerleri’nden maaşlı süvari ocağı kuruldu.Çekirge’deki külliyesinde medreseli ilginç bir cami
ile hamam ve türbesi vardır.Ayrıca Hisar içindeki Şahadet Cami ile bugün Hisar’daki garnizonun
bulunduğu yerdeki sarayı da,Sultan I.Murat yapmıştır.7
5-I.Bayezid Dönemi(1360-1403)
Sultan I.Murat ile Gülçiçek Hatun’un oğlu olan Yıldırım Bayezid 1389 yılında sultan oldu.
Anadolu’daki birçok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağladı.Rumeli’de Haçlılar ile 1396
yılında Niğbolu Savaşı’nı yaptı ve kazandı.Arkalarına Timur’u alan Anadolu Beylikleri kendisine
kafa tutunca Bayezid,Anadolu Beylikleri’ni kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde
Ankara yakınlarında yapılan savaşı kaybetti.Bu savaşta Timur’a tutsak olan Bayezid’in kendini
zehirleyerek intihar ettiği ileri sürülür(1403).
“Yıldırım” lakabını alan Bayezid,Bursa’da çok sayıda güzel yapı yaptırarak Bursa’nın,devrinin en görkemli kenti konumuna gelmesini sağladı. Bursa’da Ulucami ile Yıldırım semtindeki
külliyesi içinde cami,hastane ve hamam ile medrese yaptırmıştır. Ancak onun Bursa’daki en
önemli yapıtı Darüşşifa adını taşıyan Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesidir.Bugünkü Bursa
Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten’i de Yıldırım Bayezid yaptırmıştır.Türbesi Yıldırım
Külliyesi’ndedir.8
6-Fetret Dönemi Bursa
Bursa,Osmanlı döneminde mâmur bir başkent olarak gelişirken,Anadolu Beylikleri’nin
desteğini alan Timur karşısında Osmanlı’nın yenilgiye uğraması sonucu yağma edilmiş ve
Timur’un askerleri tarafından kent Ulucami ile birlikte yakılmıştır.Bundan sonra Bursa,bir
56
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
zaman,Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur.
Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın oğullarından İsa Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya
gelip tahta oturmasıyla şehzadeler arasında başlayan kanlı çatışmalar,Çelebi Mehmet’in 1413
yılında tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur.
7-Çelebi Mehmet Dönemi(1413-1421)
Sultan I.Bayezid ile Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmet,Osmanlı padişahlarının
beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusudur.Çelebi Mehmet Ankara Savaşı’ndan(1402)
sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için kardeşleri
Süleyman,İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti.Böylece Osmanlı Devleti’ni karşılaştığı bu
büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Mehmet,her şeyden önce elden
çıkan toprakları geri almaya çalıştı.
Şeyh Bedreddin isyanını bastıran Çelebi Mehmet,26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirdi.Yeşil semtinde bulunan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye defnedildi.Çelebi Mehmet
sağlığında,türbenin bulunduğu mekâna,içinde medrese,cami ve imaret bulunan ‘’Külliye’’yi
inşa etmiştir.Aynı zamanda divan şairi olan Çelebi Mehmet,Edirne’de bir cami ve bedesten,Amasya’da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.9
II.Murat Dönemi(1421-1451)
Çelebi Mehmet ile Emine Hatun’un oğludur.1415 yılında Amasya Sancakbeyi oldu.1420
yılında Börklüce Mustafa ile Anadolu beyliklerinde Germiyanoğulları,Ramazanoğulları ve
Menteşeoğulları’nın isyanlarını bastırdı.
1430 yılında Venedikliler’den Selanik Kalesi’ni aldı.1444’de Varna,1448’de II.Kosova Savaşı’nda kazandığı başarılarla Balkanlar’da devletin sınırlarını genişletti.
Karacabey’de topladığı devlet yöneticilerinin huzurunda saltanattan vazgeçtiğini ilan
etti.Bir süre Karacabey’de inzivaya çekildi.Daha sonra Çandarlı Halil’in baskısı ile tekrar tahta
geçmek zorunda kaldı.47 yaşında iken 3 Şubat 151 günü yaşamını yitirince,Muradiye’deki
türbesine gömüldü.Vasiyeti üzerine türbesinin üstü açık,sandukası üzerinde de toprak vardır.
Sultan II.Murat’ın,Muradiye semtinde yaptırdığı külliyesinde;cami,hamam,medrese ve
imaret bulunup tümü günümüze gelebilmiştir.Sultan Murat aynı zamanda divan şairi,müzisyen ve hattattır.10
7-Manevi Başkent Bursa
Fatih(1451-1481),İstanbul’u aldıktan sonra Bursa ikinci plana itilmiştir.Bu nedenle de
Bursa hepikinci ya da manevi başkent oldu.Örneğin Fatih vefat edip II.Bayezid padişah olunTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
57
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
ca(1481-1512),kardeşi Cem de 1481 yılında Bursa’ya gelip
Bursa’da,Osmanlı döneminden
padişahlığını ilan etmişti.Bahtsız Şehzade Cem,Bursa’da
sonra en büyük acı Yunan işgali
18 gün süren padişahlık yaptı,burada kendi adına para
ile yaşandı.TBMM kürsüsü üzerine,Bursa düşman işgalinden
bastırdı.Sonradan bu durum,Bursalıların Sultan tarafından
kurtuluncaya kadar kalmak üzere
cezalandırılmasına neden oldu.II.Bayezid,1512’de Bursa’ya
siyah bir örtü örtüldü.13
girince Yeniçeriler şehri yağma etmek istediler.Yağma son
anda önlendi.
Yavuz Selim padişah olunca da,bu kez kardeşi Korkut aynı şeyi yaparak Bursa’da padişah
olmak istedi.Ancak Şehzade Korkut’un Bursa’daki saray-ı âmireden tüfekleri almak istemesine
Bursalılar engel oldu.Daha sonra Şehzade Ahmet de,Bursa’yı alarak hükmetmek istemiş ama
o da başaramamıştır.11
C-İŞGAL ZAMANINDA BURSA
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye,İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti.1920
yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa
ve Karacabey’i işgal ettiler.6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi.
O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı
Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı.Kentte kalanlar ise Kuvay-ı Milliye için istihbarat
çalışmaları yapmıştı.Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmları Bursalıların
işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu.Bursa, 2 yıl 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11
Eylül 1922 günü kurtarıldı.Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde,Türk ordusunun olduğu
kadar,silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur.12
Ç-ÇAĞDAŞLAŞAN BURSA
İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı.Özellikle köylerde çok sayıda insan
ölmüş,birçok köyde yakılmıştı.İşgal yıllarında Bursa’da da birçok mahalle yakılmış,yıkılmıştı.
Cumhuriyet sonrasında;Bursa nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan gayrimüslimlerin
kenti terk etmesiyle yeni,farklı bir bunalım yaşandı.Giden gayrimüslimlerin yerine gelen
‘’Mübadele göçmenleri’’ her şeye yeniden başlamak zorundaydı.Zaten Bursa,1880’li yıllardan
beri yoğun bir göçmen akınına uğramıştı.Daha bu göçmenleri bünyesinde hazmedemeden,önce
Balkanlardan,daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler Bursa’yı,Cumhuriyetin
ilk yıllarından büyük bir sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline getirdi.Çünkü Bursa’yı terk
eden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken,yerlerine gelen göçmenlerin hemen tamamının
çiftçi olması sorunları daha da arttırmıştı.Gelen göçmenlerinin büyük bir bölümünün Türkçe
dahi bilmeyip,farklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması,Cumhuriyet Bursa’sı için farklı
58
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu.Ancak Cumhuriyet yönetimi,kısa sürede
Bursa’daki bu toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bildi.
Genç Cumhuriyet,yakılmış,yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı
başardı.Yeniden ipek fabrikaları kuruldu,gerek kent merkezi,gerekse ilçe ve köylerde büyük bir
imar atılımı başladı.Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa,çok kısa süre içinde büyük
bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi.14
ATATÜRK VE BURSA
Atatürk,milli mücadelenin merkezi olan Ankara’yı başkent yaptı ama Bursa’yı da çok sever
ve ilgi gösterirdi.Nitekim Atatürk’ün en çok ziyaret ettiği illerin başında Bursa gelir.Atatürk,1922
yılından ölümüne kadar Bursa’ya 18 kez gelmiştir.
Atatürk,Kurtuluş Savaşı’nın hemen ertesinde,17 Ekim 1922 tarihinde Bursa’ya ilk ziyaretini
yapmıştı.Bu gezisi sırasında yaptığı konuşmasında Atatürk:“Artık ordularımızın yaptığı savaş
bitti.Şimdi eğitim ve ekonomi alanında bir savaşa hazırlanıyoruz’’demişti.
31 Ağustos-11 Eylül 1924 tarihindeki üçüncü gelişinde ise Atatürk artık Cumhurbaşkanı’dır.
Bursa’nın jurtuluş törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Devrimlerimiz,Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu yüklenmiştir.Bize düşen,onu anlatmak ve değerlendirerek
çalışmaktır.’’
Atatürk yapacağı her devrim öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer,nabız yoklardı.Bu
gezilerine de Bursa’dan başlardı.Yine Harf Devrimi öncesinde,27 Ağustos 1928 tarihinde
Bursa’ya gelmişti.
26 Mart 1937 tarihindeki gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan
beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz.Fakat arkadaşlar,benim sizden istediğim,yorulduğunuz
zaman dahi,durmadan yürümek,dinlenmeden beni takip etmektir.Sizler,yani yeni Türkiye’nin
genç evlatları,yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz.Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler
asla yorulmazlar.’’15
Atatürk en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl,1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’da yapmıştı.Uzun süredir hasta olan Atatürk,Bursa’da dans etti,eğlendi.Adeta son baharını yaşadı
Bursa’da…Atatürk kendisi için Bursa Belediye salonunda verilen baloda öylesine neşelendi
ki,orkestrayı durdurup zeybek çaldırdı.Salonun ortasına geçip zeybek oynadı.Bursa,Atatürk
Türkiyesi ile aydınlandı.Bütün Türkiye gibi Bursa ve Bursalılar ona çok şey borçlu.Bütün Türkiye
gibi Bursalılar da onu asla unutmayacak…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
59
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
D-GÜNÜMÜZ BURSASI
Bursa ili Türk Ekonomosinin en gelişmiş sektörleri olan otomotiv,makine,tekstil ve gıda
sanayi sektörlerinde söz sahibidir.
Bursa’nın bugünkü ekonomik yapısı içerisinde,ülke ekonomisi temsil eder mahiyetteki
temel sektörlerin başında tekstil gelmektedir.Tekstil sektörü geçmişten günümüze,Bursa’nın
geleneksel endüstri dokusunda,odak sayılabilecek bir görünüm sergilemektedir.Bursa’nın
diğer önemli sanayi dalları,otomobil ve muhtelif yedek parça üretimini içine alan otomotiv
endüstrisidir.Bursa’da iki adedi binek tipi otomobil,minibüs,kamyonet ve de otobüs üretiminin
gerçekleştirildiği üretim fabrikası mevcuttur.Bursa’da motorlu kara taşıtları için çok sayıda
parça ve aksesuar imalatı yapılmaktadır.Bursa’da sanayiye yön veren bir başka sektör gıda
endüstrisidir.Bursa’da gıda endüstrisine ilişkin olarak hemen her dalda faaliyet gösteren
firmalar mevcuttur.
Özellikle meyve suyu,konserve,konsantre salça üretiminde Bursa’da mevcut kapasiteler,Türkiye genelinde önemli paya sahiptir.
Bursa’nın ticaret,sanayi,tarım,turizm ve hizmet sektörlerinde meydana gelen hızlı gelişmeler,istihdamda da önemli artışlar meydana getirmiştir.Özellikle çok çeşitli kumaş,konfeksiyon,suni ve sentetik iplik,havlu bornoz,pamuk ipliği,makine,otomobil ve yedek parça,çeşitli
gıda maddeleri,yaş meyve ve sebze,deri konfeksiyon,tütün,zeytin gibi maddeler ihracatın en
önemli kalemlerini oluşturmaktadır.
Bursa ili,Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesinin kurulduğu yer olduğundan,bu konuda
ülke genelinde organize sanayi bölgesinin kurulmasına öncülük etme özelliğine sahiptir.
Ayrıca ilde,Teknoloji Geliştirme Bölgesi olarak yer alan ULUTEK Teknoloji Geliştirme Bölgesi
ile Gemlik ilçe sınırları içinde Bursa Serbest Bölgesi de yer almaktadır.
İlin zengin yer altı kaynakları da sanayisinin gelişmesinde etkili olmuştur.Metalik madenler
bakımından ildeki önemli metalik madenler altın,antimuan,bakır-kurşun,çinko,krom,nikel,manganez,molibden ve volframdır.
Bursa,sosyo-ekonomik canlılığıyla bir ticaret ve sanayi merkezi olmasının yanı sıra zengin
tarihi ve kültürel birikimiyle de çok önemli bir kültür ve turizm merkezi konumundadır.Bursa
ili,pek çok kültür mirası eserleri(Külliyeler,Türbeler,Camiler,Medreseler,Hanlar,Hamamlar,Çarşılar) bünyesinde bulundurmaktadır.
İl merkezindeki müzeler,Kent Müzesi,Hünkar Köşkü,Türk İslam Eserleri,Tofaş Bursa Anadolu
Arabaları,Atatürk Evi,Ormancılık,Arkeoloji,Ulumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları,17.Yüzyıl
Osmanlı Evi,Karagöz Evi,Hüsnü Züber Evi ve Basın Müzeleridir.
Bursa il merkezinde,Uludağ Üniversitesi,Bursa Teknik Üniversitesi ve Bursa Orhangazi
Üniversitesi(vakıf) olmak üzere 3 adet üniversite bulunmaktadır.
60
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Bursa yıllık nüfus artış hızı bakımından Türkiye ortalamasının üstündedir.Kişi başına bitki
sel üretim canlı hayvan değeri bakımından ise Bursa ili Türkiye ortalamasının altındadır.16
TÜİK,2016.
E-BURSA VE FELAKETLER
Bursa,bir taraftan imar edilirken diğer yandan da istila,yangın ve depremlerle büyük felaketler yaşadı.Yaşanan bu felaketler,en çok da Bursa’nın tarihi yapılarına zarar vermiştir.Bursa’nın
ilk büyük felaketi,1402 yılında Timur istilasıyla yaşandı.1414 yılında ise Karamanoğlu Mehmet
Bey felaketi yaşandı.Kenti günlerce kuşatan Mehmet Bey,Orhan Camii ve çevresini yakmıştı.
1481 yılında,Cem Sultan’ın Bursa’daki saltanatı sırasında da,büyük tahribatlar yaşanmıştı.
Bursa’yı etkileyen en büyük felaketlerden biri de,tüm Anadolu’yu kasıp kavuran 1607
yılındaki Celali isyanları sırasında yaşandı.Beylerbeyi olma talebi reddedilen Kalendaroğlu,Bursa’ya saldırdı.Bursalılar,kenti savunmak için büyük mücadeleler verdi.Kalendaroğlu,Bursa
halkının bu şiddetli direnişi karşısında kenti işgal edemeden dış mahalleleri yağmalayarak
işgalden vazgeçti.
Yangınlar
Bursa,lodosu ve evlerinin ahşap yapısı nedeniyle sık sık yangınlarla tahrip olmuştur.2 Şubat
1489 tarihinde meydana gelen bir yangın sonucu,Bursa’da 25 mahalle tamamıyla yanmıştır.7
Ağustos 1491 tarihindeki yangında da Bursa’daki birçok anıt yapı tahrip oldu.1520 yılındaki
deprem sonrası yangında ise,kentin yarısı yok olmuştu.1590 yılında yine aynı büyüklükte bir
yangın yaşayan Bursa’da,1728 yılında da Kayan Çarşısı yangını oldu.1756 yılında çıkan yangında
ise Sipahi Pazarı,Geyve Hanı,Çıra Pazarı ve Saraçhane gibi yerler büyük tahribat gördü.Ufak tefek
yangınlar dışında 1761-1804 yılları arasında yedi büyük yangında kentin üçte ikisi yanmıştı.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
61
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
1801 yangını,Bursa tarihindeki en büyük yangındır.Bursa tarihinde en kara gün,kuşkusuz
9 Şubat 1855 tarihindeki 7,5 şiddetindeki deprem ve sonrasında çıkan yangınlardır.Bu tarihte
Bursa’daki konutların neredeyse tamamı tahrip olmuştu.
Bursa’nın en son ve önemli yangını 1958 Kapalıçarşı yangınıdır.Bu yangında tüm Kapalıçarşı
yanmış,yangın Ulucami ve hanları da etkisi altına almıştı.
Depremler
Bursa birinci derecede deprem kuşağında olup yıllar içinde zaman zaman şiddetli ve yıkıcı
depremler yaşamıştır.Bursa ve çevresindeki yıkıcı depremler genel olarak 100-150’şer yıllık
periyotlarla gerçekleşmiştir.
Bölgemizde kayıtlara geçmiş en eski deprem 32 yılında idi.Şair Phegon bu depremde tüm
İznik’in yıkıldığnı yazıyor.Bu büyük deprem sonucunda,Plinius’a göre Besbikos olarak anılan
İmralı Adası,karaya bitişik iken ayrılıp ada olmuştur.
Daha sonra 120 yılında Bursa bölgesi daha büyük bir deprem yaşadı.150 yılındaki ufak
depremden sonra bölgede kısa za aralıklarla 362 ve 368 yıllarında depremler yaşandı.11 Ekim
368 tarihindeki depremde,ilk Hristiyan konsülünün toplandığı Senato Sarayı denize gömüldü.
İznik’ten 28 km. uzaklıkta olan Karamürsel de,tümüyle yok oldu.740 yılındaki depremde ise
Bursa bölgesinde önemli tahribatlar yaşandı.
1065 yılının Eylül ayındaki büyük deprem ve ardından gelen diğer artç depremlerde İznik’teki tüm yapılar gibi surlar da yıkılmıştı.Bu deprem sırasında,İznik Gölü kıyısında bulunan
Sölöz’deki Pthopolis ile Orhangazi yakınlarında bulunan Bassilinopolis kentleri yeraltına
gömüldü.
Daha sonra 1417,1509,1674 yıllarında Bursa bölgesi şiddetli depremlerle sarsılmıştı. 1767
yılında Bursa’da bir deprem yaşandığını Carsten Niebuhr adlı gezginin anılarından öğreniyoruz.
Bursa ve çevresinde en son yıkıcı deprem 1855 yılında gerçekleşmişti. 7,5 şiddetindeki bu
deprem o kadar dramatik bir biçimde anlatılmıştır ki kaynaklarda ‘’Küçük Kıyamet’’ olarak
geçmektedir.Gezginlerden Perrot’a göre:’’Bursa’da en büyük darbe 1855 yılında olmuş.İki
aylık aralıklarla iki korkunç sarsıntı kenti alt üst etmiş,Bursa neredeyse tümüyle yok olmuş.
‘Avedis Berbeyan’a göre ise 1855 depremininde; camiler, türbeler, çarşılar ve hanlar gibi çok
sayıda yapı harap oldu.
Çıkan yangın,ahşap yapıları ve 3 bin kadar evi yakmıştı.Yıkıntılar altında 2 binden fazla
insan yaşamını yitirdi.
Son olarak 17 Ağustos 1999 tarihindeki İzmit merkezli depremde de Bursa ve çevresi
etkilendi. Bazı ufak tahribatlar yaşadı.17
62
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
F-BURSA KÜLTÜRÜ
Doğum Adetleri: Yeni doğan bebeğin göbeği kesilip tuzlu suda yıkanır,kundaklanıp gözleri bağlanırdı.Loğusayı yatağa yatırmadan önce yıkarlardı.Anne,kırk gün yataktan çıkmazdı.
Yanında annesi durur,ona göz kulak olurdu.Gelenlere şerbet ikram edilirdiçYedi gün sonra ise
bütün mahalleli eve çağrılır,şerbet diye anılan mevlit okunurdu.
Bebeğe ad koyma da bir törenle olurdu.Kırkında çocuklar,yıkanıp uzak gezmelere götürülürdü.Yaşının uzun olması için ‘’kırkını uçurmaya’’ gittiği evin sahibi çocuğa yumurta verirdi.
Nazar değmesin diye ‘’kırk çörekotuna’’ İhlas süresi okunur,omzuna asılırdı.
Düğün Adetleri: Evlilikler,kız istemeyle başlardı.Damat adayı gelin adayını beğenirse önce
kız tarafına haberler salınır,ağız aranırdı.Bu yoklamada umut belirmişse devreye görüler girerdi.
Bazen erkek tarafı kız tarafına defalarca gitmek zorunda kalırdı.Kız tarafının gönlü olsa da bu
nazlanma bir gelenektendi.Çünkü,’’kız evi naz evi’’ydi.Kızın daha ilk isteyişte verilmesi doğru
görülmez,bu,kızın bir kusuru olduğuna yorulurdu.
Düğüne bir hafta kala hazırlıklar başlardı.Salı günü akşamı kız evine çeyiz asılır;o gece
herkes çeyizi görmeye giderdi.Kızlar daha çocukken,dantel ve oyalarla çeyiz dizmeye başlanırdı.
Bir kız neredeyse evlilik gününe kadar,evi için kendi zevk ve estetiğine uygun elişleri hazırlardı.
Çeyiz,bir gelin için bir ömrün el emeği göz nuruydu.Düğüne yakın tüm aile üyeleri,akrabalar
ve gelinin arkadaşları çeyize yardımcı olurlardı.Çeyiz,bir anlamda gelinin sanat sergisiydi.Tıpkı
bir ressamın,ömür boyu özenle yaptığı resimleri bir sergi salonunda sergilemesi gibi çeyiz de
düğünden bir hafta önce sergilenir;tüm mahalleli ya da köylüler,bu sergiyi özenle ve eleştirel
bir gözle gezerdi.
Cuma günü oğlan evinde lokum kesilirdi.Kız evi kına çözdürmeye,yani tavuk kestirmeye
gelirdi.Cumartesi akşamı erkek evine çalgılar gelir,o gün konuklar düğüne davet edilirdi.Pazar
günü öğle namazından sonra gelin almaya gidilirdi.Gelin,kız evinden oğlan evine getirilirdi.
Ölüm Adetleri: Ölen bir kişinin karnına şişmesin diye bıçak konulur,çenesi çekilir,ayaklarının
iki baş parmağı bezle bağlanır.Ölüye abdest aldırılıp kefenliği giydirilerek tabuta konur ve sela
verilir daha sonra da cenaze namazı kılınır.Helalliği verildikten sonra tabut alınır mezarlığa
götürülüp defnedilir.Mezarın da üzerine ibrikle su dökülür.Daha sonra bu ibrik mezar üzerinde
bırakılır.Akşam olunca mukabele okunur.Bu böyle yedi gece sürer.Yedi gece sonra pilav,ayran
ve helva verilir.
Yöresel Giysiler: Kırsal alandaki kına ve düğün gibi eğlencelerde yer yer hala giyilen bu
giysiler kent yaşamında artık terk edilmiştir.Bursa’da geleneksel erkek giysileri çarık,yün çorap,
potur ya da çakışır,cepken,gömlek ve külahtan oluşurdu.
Renkli kumaşlardan yapılan erkek giysileri,işlemelerle süslüdür.Pantolon yerine potur,şalvar,çakşır,üstüne cepken gömlek giyilirdi.Bele üst üste kuşak sarılır,kuşakların arasına cep
yerini tutan silahlıklar takılırdı.Başa genellikle fes giyilirdi.Üstüne ağabani sarık sarılan keçe
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
63
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
külah da yaygın baş giysilerindendir.Ayağa çarık,mest,yumuşak meşinden yapılmış,yanları
dikişli Har yemeni giyilirdi.
Kadınların giydiği yöresel kıyafetlerin iki türü olduğu görülmektedir.Birincisi ‘’Şalvar içlik’’
denilen ve ayakkabı,çorap,şalvar,içlik,kuşak,cepken,başlık ve örtüden oluşan kıyafettir.İkincisi
ise,’’şalvar-üç etek’’ adını alır ve birincideki giysilerden başka şalvarın üstüne giyilen,arkası tek
parça ve uzun,önü ise ortadan yırtmaçlı üç etektir.Kadınlar,erkeklerden daha çok aksesuar
taşırlar.Başlarındaki fes ya da külaha dizili süsler takarlardı.
Eski Bursa’da kadın giysileri özellikle kumaşları ve işlemeleriyle dikkat çekerdi.Bursa
tezgahlarında dokunan ipekler,bürümcükler,kadifeler bu giysilere özellik katardı.18
Mutfak Kültürü: Bursa’da iklim ve coğrafyanın tarıma elverişli olması nedeniyle her tür
sebze ve meyve çeşidi bulunmaktadır.Bu da Bursa mutfak kültürünün zenginleşmesini sağlamıştır.Bursa’nın ünü sınırlarını aşmış beş yemeği vardır:İskender Kebap,İnegöl Köfte,Kemalpaşa
Tatlısı,Mihaçlı Peyniri ve Kestane Şekeri.Bir de artık genellikle kitaplardaki tanımlarıyla yaşayan
tarih olmuş yemekler vardır:
Çorbalardan;tarhana çorbası, sütlü oğmaç çorbası, yeşil mercimekli oğmaç çorbası, düğün
çorbası, balık çorbası, ekşili baş çorbası, yabani otlardan; kaygana, yaban pırasası, melki,
balıkotu vb.
Sebze yemeklerinden; kurutulmuş yeşil fasulye yemeği,kestaneli etli lahana dolması(zeytinyağlısı da yapılıyor),kereviz dolması,patlıcan silkmesi.
Etli yemeklerden; yörük kebabı,keşke;av hayvanlarından yapılan yahni,ekşili köfte,İnegöl
köfte,ciğer sarması,mumbar dolması,pideli kebabı,şipit.
Hamur işleri; mantı(nohutlu,sade ve kıymalı),cevizli lokum,kuru yufka böreği,mısır
böreği,hamur bamyası,asude,pırasa böreği,dızmana.Özel günlerde düğün ve bayramlarda;keşkek,yumurta dolması,patates köftesi,zeytinyağlı yaprak sarması.
Tatlılar; cennet köşkü,dilber dudağı,cevizli baklava,peynir tatlısı,incir dolması,zerde.
Bulgaristan göçmenleri daha çok köfte,mercimek,kumpir,momelega mısır unundan yapılmış ‘’kaçamak’’ yapar.Arnavut ve Boşnaklar ise daha çok hamur işi yemekler ve börek yapar.
Özellikle Arnavutlar haftanın 3-4 günü börek yaparlar.Filiye mişöriz gibi özel yemekleri vardır.19
Halk Oyunları: Bursa halk oyunları genel olarak;kılıç-kalkan savaş oyunu,Uludağ Türkmen
oyunları,Rumeli halk oyunları olarak üç bölüme ayrılır.Uludağ Türkmen oyuları iki veya daha
fazla kişi ile karşılama ve halka biçimi ile oynanır ve ekip oyunu özelliği taşımaktadır.Yöreye
özgü oyunlarda ellerde genellikle zil ya da kaşık gibi ritim araçları bulunmaktadır.Türkmen
oyunları ‘’Güvende’’,’’Sekme’’,’’Düz oyun’’,’’Büyük oyun’’ ve Cezayir olarak kısımlara ayrılmaktadır.
Bu oyunların büyük bir kısmı türküler eşliğinde oynanmaktadır.
Kılıç-kalkan,müziksiz oynanan halk oyunlarından biridir.Bu oyunun Anadolu’da Türklerden
64
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
önce de oynandığı belirlenmiştir.Oyun,adı üzerinde,oyuncuların kuşandıkları kılıç kalkanla
oynanır.Kılıç ve kalkan ile oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler,müziğin ve ritmin
yerini tutar.Eski dönemin savaşlarını simgelyen kılıç-kalkan oyunları altı figürden oluşup her
birinin anlamı vardır.Oyun sekiz,on ya da daha fazla kişi tarafından oynanır.20
Karagöz Gölge Oyunu: Halk dilinde Karagöz oyunu olarak
adlandırılan gölge oyunu,Türk kültür yaşamında önemli bir yer tutmaktadır.Karagöz oyununun kökeni konusunda yapılan araştırmalar
da ise bu oyunun bursa ile yakın ilintisi olduğu görülmüştür.Çünkü
hem bu gölge oyununun kahramanları olan Karagöz ile Hacivat
Bursalıdır,hem de bu oyunu yaratan Şeyh Küşteri Bursalı’dır.İşte
bu nedenle Bursa’da uluslar arası düzeyde gölge oyunu festivalleri
düzenlenmektedir.21
Karagöz Gölge Oyunu,çerçeveye gerdirilmiş olan beyaz bir perdenin ardında oynanır.figürler,perdeye gölgenin vurmasını sağlayan bir ışık kaynağının önüne tutularak oynatılır.Eskiden
meşale mum olan bu ışık kaynağının yerini bugün elektrik ampulleri almıştır.
Karagöz’ü hem ülkemize hem de tüm dünyaya tanıtmak için,Unima Bursa Şubesi ile Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘’Bursa Karagöz ve Gölge Oyunları Festivali’’ düzenlenmektedir.
İznik Çinileri: İznik ve çevresinde yapılan kazılarda prehistorik çağlardan kalan seramik
parçaları ortaya çıkarılmıştır.İznikli çini ustaları,Osmanlı Sarayı’nın himayesindeki loncalarda
örgütlenmişler ve büyük yapıları çini ile süslemişlerdir.17.yüzyıldan sonra Osmanlının askeri
ve ekonomik olarak zayıflaması ile çini fırınları da kapanmaya başlamıştır.İznik’te geleneksel
çini atölyeleri 1985 yılında Faik Kırımlı tarafından açılmış,Eşref Eroğlu usta ile devam etmiştir.
Rasih Kocaman, Adil Can Güven gibi ustalar dışında 1995 yılında İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı
çatısı altında İznik Çini ve Araştırma merkezi kurulmuştur.Ayrıca Uludağ Üniversitesi’ne bağlı
Meslek Yüksek Okulu’nda,çini ve seramik konusunda eğitim verilmektedir.Günümüzde İznik’te
çini sanatçıları Süleyman Paşa Medresesi’ne çini atölyeleri kurmuştur.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
65
DERNEĞİ
B
UR
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
G-BURSA’NIN ÜNLÜ SİMALARI
Bursa’nın Ünlü Simaları
Adnan Şenses, Ahmedi, Ahmed Paşa, Aydan Şener, Behice Boran, Bimen Şen,
Bursalı Mehmet Tahir, Bülent Arınç, Cafer Zorlu, Celal Bayar, Cemal Nadir Güler,
Ceyda Düvenci, Doğan Avcıoğlu, Emir Sultan, Enes Ünal, Erkan Can, Erdal Özyağcılar, Eşref-i Rumi, Feraicizade Mehmet Şakir, Fettah Can, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, Halil Ergün, Hüsrev Tayla, İbrahim Balaban, İsmail
Beliğ, İsmail Hakkı Bursalı, İsmet Bozdağ, İlhan İrem, Kazım Baykal, Lami’i Çelebi, Müzeyyen Senar, Nüzhet Ergun, Oymacı Fahri, OzanTufan, Pakhymeres Georgies, Pınar Kür, Raik Alnıaçık, Rüstem Avcı, Sabiha Gökçen, Sururi, Süleyman
Çelebi, Şefik Bursalı, Turhan Tayan, Yıdırım Gürses, Zati Sungur, Zeki Müren
Lami’i Çelebi: Ünlü divan şairi.Asıl adı Mahmut’tur.1472 yılında Bursa’da doğdu.İçten
gelen şiirlerinde, düzyazının akıcılığını,güzelliğini yaydığı için Lami’i mahlasını almıştır.Molla
Cami’nin kitaplarını Türkçe’ye çevirdiği için Cami-i Rum lakabıyla anılmıştır.30 kadar kitabı
bulunur.Şiirlerinden oluşan Divan’ı ile Ferhatname ve Şehrengiz en çok bilinen eserleridir.
Emir Sultan: Bursalı ünlü derviş.Asıl adı Seyyid Şemseddin Mehmet’tir.1386 yılında Buhara’da doğmuştur.Hac dönüşü Bursa’ya yerleşen Emir Sultan,Molla Feneri’nin öğrencisi oldu.
Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun ile evlendi.1422 yılında,II.Murat’ın İstanbul kuşatmasına
dervişleriyle katıldı.Bursa’da en çok ünlenen derviş olan Emir Sultan’ın bugün de aynı görkemiyle duran ünlü camiyi yaptırması ününün daha fazla arttırmasını sağlamıştır.Osmanlı sultanları
I.Bayezıt,I.Mehmet ve II.Murat;şeyhe saygı gösterip,onun eliyle kılıç kuşanmışlardır.1429 yılında
Bursa’da vefat eden Emir Sultan’ın mezarı Bursa’da adıyla anılan semtteki cami avlusunda
bulunan türbesindedir.
Süleyman Çelebi: Bursalı ünlü mevlit yazarı ve divan şairi.1351 yılında Bursa’da doğmuştur.
Vezir Ahmet Paşa’nın oğludur.Süleyman Dede olarak da tanınmıştır.Emir Sultan’ın halifesi olan
şair,bazı kaynaklara göre Yıldırım,bazılarına göre ise Ulucami imamı idi.1422 yılında Bursa’da
öldü.Çekirge yolundaki Yoğurtlubaba Mezarlığı’nda bulunan türbesinde meftundur.Osmanlı
şiirinin kurucusu sayılır.İslam dünyasında çok tanınan Mevlit birçok dilde basılmıştır.
Zeki Müren: Ses sanatçısı,besteci ve sinema oyuncusu.1931 yılında Bursa’da doğdu.
Bursa’da başladığı öğrenimine İstanbul Boğaziçi Lisesi’nde devam etti.Güzel Sanatlar Akademisi’nin Dekoratif Sanatlar Bölümü’nü bitirdi.Müren ilk musiki derslerini Tanburi İzzet
Gerçeker’den aldıktan sonra Bursa Türk Musikisi Derneği’nde yeteneğini geliştirdi.1950’de
radyo sınavına girdi,üstün başarı elde ederek İstanbul Radyosu’nda solo programlar yapmaya
başladı.1955 yılında sahneye çıktı.1955’te ‘’Manolyam’’ adlı şarkısıyla ünü bütün ülkeyi sardı ve
bu bestesiyle Türkiye’de ‘’Altın Plak’’ ödülü alan ilk sanatçı oldu.1954’te ilk filmi olan Beklenen
Şarkı’da oynadı.Bunu birbiri ardından çevirdiği 17 filmde daha başrol oynaması izledi.
66
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Uzun yıllar sahnelerin,radyo ve televizyonların en çok aranılan sanatçısı oldu ve “Sanat
Güneşi’’ olarak anıldı.200’den fazla plak ve kaset yaptı.24 Eylül 1996 tarihinde TRT İzmir
Stüdyosu’nda düzenlenen bir törende,geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.
Celal Bayar: Gemlik Umurbeyli devlet adamı,Türkiye’nin 3.Cumhurbaşkanı.1883 yılında
Umurbey’de doğdu.Babası öğretmen Abdullah Fehmi olup Bulgaristan göçmenidir.Kurtuluş
Savaşı sırasında Galip Hoca lakabıyla,özellikle Ege’deki köyleri tek tek gezerek direnişin
örgütlenmesinde katkıda bulundu.1920 yılında,son Osmanlı Meclisi’ne Saruhan Milletvekili
olarak seçildi.
Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıkları olan Bayar’ın Kurtuluş’tan sonraki katkıları çok
daha fazladır. Yeni Cumhuriyetin ekonomisi adeta ondan sorulurdu.İş Bankası’nı kurup ilk
Genel Müdürlüğü’nü yaptı.1932 yılında Ekonomi Bakanı olan Bayar,1937’de Başbakan,1950
yılında Cumhurbaşkanı oldu.1960 Darbesi ile yargılanıp idam cezası verilmesine karşın cezası
hapse çevrildi.1964 yılında cezaevinden çıkan Bayar,daha sonra da siyasetle yakından ilgilendi.12 Ağustos 1986 tarihinde,103 yaşında yaşamını yitirdi. Köyündeki evi, 1970 yılında özel
eşyalardan oluşan bir müze haline getirilmiştir.22
ULU CAMİ
Yıldırım Beyazid tarafından 1400 yılında yaptırılmıştır. On iki ayak üzerine yirmi kubbe ile üzeri örtülen Ulucami şehrin merkezinde yer alan en önemli tarihi yapıdır. Caminin duvarları tümüyle
düzgün kesme taş ile örülmüştür. Caminin minberi,ağaç işletmeciliğin en güzel örneklerinden
birini oluşturur. Ahşap kapılar cevizden yapılmış olup üzerinde oyma geometrik motifler bulunur.
BURSA’NIN İLKLERİ
20 Mayıs-25 Temmuz 325 tarihinde,İznik’te Hristiyanlığın ilk konsülü toplandı.Bu konsülde
Hristiyan dünyasının ilk amentüsü belirlendi.1081 yılında İznik,Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk
başkenti oldu.1204 yılında İznik,Bizans İmparatorluğu’nun başkenti oldu.Osmanlı Devleti’nin
ilk başkentleri Bursa il sınırları içindeki kentlerdi.1299 yılında Karacahisar,1302 yılında Yenişehir,1326 yılında Bursa ve 1331 yılında İznik başkent oldu.Osmanlı Devleti’nin ilk eserleri olan
Balabanbey ve Aktimur kaleleri 1308 yılından sonra Bursa’nın kuşatılması sırasında,Osman
Bey tarafından yaptırıldı.Türklerin yaptığı ilk mescit,Bursa’da Ahi Hasan(İl-Eroğlu Ahmey
Bey Mescidi) tarafından yaptırıldı.Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk parası 1327 yılında Orhan
Bey tarafından Bursa’da bastırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk medresesi 1335 yılında, İznik’te
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
67
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Orhan Gazi tarafından kuruldu.İlk spor alanı Bursa’da Atıcılar’da açıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk
köprüsü, Bursa’da Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun tarafından yaptırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk
Bedesen’i yeni kapalı çarşısı Bursa’da Orhan Bey tarafından yaptırıldı.Osmanlı Devleti’nin ilk
devlet dairesi sayılan Saray,Tophane’de yapıldı.Ülkemizde ilk çini İznik’te üretilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesi olan Darüşşifa, Yıldırım Bayezid tarafından 1399 yılında
Bursa’da yaptırıldı.Ülkemizde örneği olmayan şadırvanlı minare Kara Timurtaş Paşa veya
oğlu Ali Bey tarafından Bursa’da yaptırıldı.1442 yılında,ülkemizin ilk ve tek çarşılı köprüsü
Irgandı,Hoca Muslihiddin’in babası Pir Ali tarafından yaptırıldı.Türkiye’de il yün,pamuk ve
ipekli dokumacılığı;1437 yılında Bursa’da başladı.Ülkemizin ilk dokuma atölyeleri Üçkuzular
Tekkesi’nin hareminde kuruldu.1486 yılında Cilimboz Deresi vadisinde,ülkemizin ilk kağıthanesinin kurulduğu ifade edilir.1490 yılında,II.Bayezid tarafından şadırvan üstünde bulunan
ilk mescid yapıldı.Ülkemizde ilk Belediye Kanunnamesi ve ilk standartlar,1502 yılında Bursa
İhtisab Kanunnamesi’yle yürürlüğe girdi.Ülkemizin ve Bursa’nın ilk ipek fabrikası,1833 yılında
Fransız Glaizal ailesi tarafından kuruldu.Ülkemizde ilk maden suyu Çitli Maden Suyu,1855
yılında Avrupalı tüccarlar tarafından işletilmeye başlandı.18 Ağustos 1893 tarihinde ülkemizin
il ve tek İpekçilik Okulu(Harir Darü’t Talimi) açıldı.1902 yılında Anadolu’da ilk müze Bursa’da
açıldı.1909 yılında,Türk tarihinin ilk grevi Bura Vilayeti’nde başladı.3 Ağustos 1910 tarihinde
ülkemizdeki ilk kadın grevi Bursa’da yapıldı.1916 yılında,ülkemizin ilk ve tek şehit eşlerinin
barınacağı Dulhane’si Bursa’da açıldı.1934 yılında Türkiye’nin ilk süt tozu fabrikası ‘’Sayas’’ ve
buz fabrikası Şakir,Abdürrahim ve Faik beyler tarafından kurulmuştu.1932 yılında,Türkiye’nin
ilk ve doğa ve kayak derneği Dağcılık Kulübü Bursa’da kuruldu.1 Şubat 1938 tarihinde,ülkemizin ilk suni ipek fabrikası Gemlik’te açıldı.2 Şubat 1938 tarihinde,Türkiye’de kangarın tipi
yün üreten ilk kuruluşu Merinos fabrikası Bursa’da açıldı.Türkiye’nin ilk ve tek Orman Müzesi
Bursa’da açıldı.3 Mayıs 1953 tarihinde,ilk kez yapılan kolektif iş mukavelesi-sözleşmesi
Buntaş-Bursa Umumi Nakliyat Şirketi ile Motorlu ve Her Türlü Nakliyat Taşıt ve Tamir İşleri
Sendikası arasında imzalandı.1954 yılında Türkiye’nin ilk çamaşır makinesi Tolon Bursa’da
üretildi.1930 yılında Zehra Budunç,Türkiye’nin ilk kadın Belediye Başkan Yardımcısı oldu.29
Ekim 1963 tarihinde,Türkiye’nin ilk teleferiği Bursa-Uludağ arasında hizmete açıldı.6 Kasım
1966 tarihinde,Türkiye’nin ilk Organize Sanayi Bölgesi Bursa’da açıldı.12 Şubat 1971 tarihinde,Türkiye’nin ilk otomobil fabrikası olan Tofaş’ta üretime başlandı.1974 yılında,Bursa’da il
özel çevre parkı ve kuş cenneti Mustafa Bilgiç tarafından Apolyont Gölü kıyısında kuruldu.3
Nisan 1993 türkiye’nin ilk özel limanı olan Gemport’un açılışı,Başbakan Süleyman Demirel
tarafından yapıldı.2002 yılında ülkemizin ilk otomobil müzesi Tofaş tarafından,Umurbey
mahallesine açıldı.5 Temmuz 2000,Bursa Avrupa Sağlıklı Şehirler Ağı’na üye ilk Türk kenti
oldu ve Türkiye’yi yeni şehircilik kavramıyla tanıştırdı.14 Şubat 2004 tarihinde,Türkiye’nin ilk
kent müzesi Bursa’da açıldı.Eylül 2004 Türkiye’nin ilk Osmanlı giysileri ve takıları müzesi,Esat
Uluumay tarafından açıldı.23
68
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
KAYNAKÇA
1.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.13.
2.A. Memduh Turgut Koyunluoğlu,İznik ve Bursa Tarihi,Vilayet Matbaası,Bursa 1935-37,S.37.
3.İnancık Halil,Osman Gazi,Ntv Tarih,İstanbul 2010.
4.Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.22.
5.Neşri, S.138-139/Neşri, S.146-147,
6.İbn-i Salma Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat, C.II, S. 436 7.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.24.
8. A. Memduh Turgut Koyunluoğlu,İznik ve Bursa Tarihi,Vilayet Matbaası,Bursa 1935-37,S.72.
9. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.45.
10.Yardımcı İlhan,Bursa Tarihinden Çizgiler ve Bursa Evliyaları,Türdav Yayınları,İstanbul 1976,S.23.
11. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.67.
12. Kurtuluş Savaşı’nda Bursa,Kültür Sanat Tur Vakfı,Bursa 1997,S.52.
13.Kurtuluş Savaşı’nda Bursa,Kültür Sanat Tur Vakfı,Bursa 1997,S.54.
14.Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.12.
15. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.102.
16. www.tuik.gov.tr/ilGostergeleri/iller/BURSA.pdf
17.Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.99-100.
18. Nezaket Yalmanoğlu,Bursa Bibliyografisi,Kültür Ofset,Ankara 1998,S.106.
19. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43.
20. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43.
21. Kaya Mehmet,1918-1950 yılları arasında Bursa kazasının sosyal ve ekonomik durumu,İzmir 1999,S.43.
22.www.wikipedia.org
23. Prusa’dan Avrupa Yolunda Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi,Bursa 2005,S.192.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
69
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Hilâl BIÇAK
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
12-B / 265
ORTAK BİR PAYDA: NEVRUZ
Tüm Türk dünyasında ve Anadolu coğrafyasında, ortak kültürel değer olması yönüyle
önemli bir yere sahip olan ve yüzyıllardır Türk kültürüne özgü özelliklerle, ortak inanmalarla,
coşkuyla kutlanan ilk yaz bayramlarından biridir Nevruz. Kaynağı çok eskilere dayanan ve Türk
halkının büyük ilgi gösterdiği bu bayram vesilesiyle birçok gelenek ve görenek kaybolmaktan
kurtulup yaşamaya devam eder. Dolayısıyla Nevruz, toplumu ayakta tutan, birlik ve beraberliği
pekiştiren Türk milletinin kutsal bayramlarından biridir.
Nevruz sözcüğü, Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana
gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günü ve İlkbaharın
başlangıcı sayılan 21 Mart tarihi, hayvancılık ve tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip
baharın gelmesi; yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcı olması, gece ve gündüzün eşitliği,
doğanın uyandığı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul edilmesi nedeniyle pek çok
takvimde ve kültürde yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır.
Nevruz: Karapapaklar’da Nevruz, Kırım Türkleri’nde Navrez,Gündönümü; Batı Trakya Türkleri’nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’nde Sultan-ı Navrız adlarıyla kutlanmaktadır.
Ayrıca Nevruz’un daha birçok isimleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Nevruz,
Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Navrız, Nevruz Sultan, Sultan Nevruz,
Navrez, Nevris, Naorus, Nauruz, Nöruz, Nävroz, Nävruz, Novruz, Noruz,Novroz, Navrıs Oyıx,
Nevruz Norus, Ulustın Ulu Küni, (Ulusun Ulu Günü), Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çagan,
Babu Marta, Kürklü Marta, _lkyaz Yortusu,Yengi Kün,(Yeni Gün), Yeni Yıl, Mart Dokuzu, Mart
Bozumu, Mart Kırma, Mart Dutması, Mart Bozması, Yılbası Tutmak, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh Bayramı, Altay Ködürgeni, Çılgayak, Yılsırtı, Bereket Bayramı, Nevruz
Çiçegi, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris, Yumurta Bayramı, Döldökümü, Yılbası Tutmak,
Yıl Yenilendi, Kırklar Bayramı, Kıs Bitti Bayramı bunlardan bazılarıdır.
İslamiyet öncesinde de Türkler tarafından kutlanan nevruz, İslamiyet’in kabulü sonrasında
da Anadolu ve Anadolu dışı Türk dünyasında inanılan dini inanışlar ve menkabelerle kutsal
kabul edilip yeni anlamlar yüklenerek İslami kimlik kazanmıştır. Bunlardan birkaçı; Allah, yeryüzünü 21 Martta yaratmıştır. Nevruz, Hz. Adem’in çamurdan yoğrulduğu, Adem ve Havva’nın
buluştukları, Nuh’un gemisinin karaya vardığı, Yusuf Peygamber’in kuyudan kurtarıldığı, Hz.
70
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yardığı gün olarak kabul edilmiştir. Böylece bu gün İslamiyetten
sonra dini bir kimlik kazanmıştır.
En eski Türk bayramlarından biri olan Nevruz, Türkler aracılığıyla Avrasya’ya yayılmıştır.
Çin kaynaklarına dayanarak Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 mart’ta hazır yemeklerle
kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o
zamanda da yer aldığını biliyoruz. Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüş
ve bugüne kadar uzanmıştır. Çağdaş Uygur resminde Uygurların Nevruz kutlamalarını temsil
eden tablolar yapılmıştır. Nevruz’u İran geleneğine bağlayan Firdevsi’nin Şehnamesi ve diğer
kaynaklar yanıltıcıdır. Çünkü Nevruz hakkındaki bilgiler orada XI. Yüzyıldan itibaren görülür.
Milattan önceki yıllarda Nevruz hakkında İran metinlerinde herhangi bir iz ve kayıt yoktur.
Ancak Hunlarda bu kayıt mevcuttur.
İslamiyet öncesinde Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren
Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir
coğrafyaya yerleşmiştir. Topragın kıs mevsiminde yattıgı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz
ile yeniden dirilisi, Türk destanları içinde karsılıgını Ergenekon’da bulmustur. Bilindiği üzere
Ergenekon, Türk milletinin bir nevi yeniden doğuşudur. Destana göre Türk milleti, çok uzun
bir aradan sonra kapalı kaldığı ovadan ulu bir bozkurt önderliğinde demirden bir dağı eriterek
kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Tarih boyunca bizim için özgürlük demek yaşam demekti. İşte biz Türk milleti olarak Ergenekon’dan çıkışımızla birlikte yeniden özgür olduk yani yeniden dirildik. Bundan dolayı Nevruz
kutlamalarının bir diger adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar
hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların
gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir.
Ergenekon destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir.
Hatta, Çian Ken’in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz
ettiği bilinmektedir. Nevruz ile ilgili tarihî bilgiler;Kutadgu Bilig, Divan ü Lûgat-it-Türk gibi Türk
kültürünün ilk yazılı kaynaklarından baslayarak Nizâmü’l Mülk ve Meliksah’da da mevcuttur.
Ebulgazi Bahadır Han’ın Secere-i Türkî’sinde naklettigi Ergenekon Menkıbesi ise eski Çin
kaynaklarının verdigi tarihî olayların bir yankısıdır.
Secere-i Türkî’de bu olay söyle anlatılır: “(…)_lhan’ın ogulları bu muharebede ölmüslerdi,
ancak en küçügü olan Kıyan kalmıstı. Kıyan o sene evlenmisti. (…) Nüküz de henüz o sene
evlenmisti. Bunların ikisi de aynı bölükten olan iki adama düsmüslerdi. Muharebeden on gün
sonra bir gece atlanıp karılarıyla beraber kaçtılar. Muharebeden evvel ordu kurdukları yere geldiler.
Düsmandan kaçıp gelen dört türlü mal (deve, at, öküz ve koyun) buldular. Hasbıhâl edip dediler
ki: “Burada kalsak, bir gün olur düsmanlarımız bizi bulurlar, bir kabileye gitsek, etrafımız hep
düsman kabilelerdir; iyisi daglar arasında kimsenin daha yolu düsmemis olan bir yere gidip
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
71
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
oturalım.” Sürülerini sürüp daglara dogru yürüdüler. Yabanî koyunların yürüdükleri bir yolu tutup
tırmanarak yüksek bir dagın bogazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp diger yanına indiler. Oraları
iyice muayene ettiler, gördüler ki geldikleri yoldan baska yol yoktur ve o yol da öyle bir yol ki
bir deve ve bir keçi bin güçlükle yürüyebilirdi; eger biraz ayagı sürçse düser parça parça olurdu.
Vardıkları yer genis ve bir nihayetsiz ülke idi; içinde akarsular, membalar, türlü otlar, çayırlar,
meyveli agaçlar, türlü türlü avlar vardı. Bunu görünce Tanrı’ya sükürler kıldılar. Kısın mallarının
etini yer, derilerini giyerler, yazın sütünü içerlerdi. Oraya (Ergenekon) adını verdiler. ‘Ergene’nin
manası ‘bir dagın kemeri’, ‘kon’un manası ‘dik’tir; orası dagın kırı (dagın en yüksek yeri) idi.
Burada Kıyan ve Nüküz’ün ogulları çogaldı. Kıyan’ın ogulları ötekininkinden daha çok oldu.
Kıyan’ın ogullarına, Kıyat; Nüküz’ün ogullarının bir kısmına Nüküzler, bir kısmına da Dürlükin
dediler. Kıyan diye dagdan siddetle ve sür’atle inen sele derler. _lhan’ın oglu güçlü ve tez bir
adam oldugundan ona bu ismi vermislerdi. ‘Kıyat’, ‘Kıyan’ın cemidir. Bu iki kisinin nesilleri uzun
bir müddet Ergenekon’da kaldılar. Çogaldıkça çogaldılar. Kabileler meydana geldi. (…) Dört yüz
sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çogaldı ki artık oralara sıgmadılar. Bunun üzerine kenkas
(müzakere) ettiler ve “babalarımızdan isitirdik ki Ergenekon’un dısarısında genis ve güzel bir
memleket varmıs, atalarımız orada otururlarmıs. Tatar bas olup baksa kabileleri bizim urukumuzu
kırıp yurdumuzu almıslar. Artık Tanrı’ya sükür, düsmandan korkarak dagda kapanıp kalacak
hâlde degiliz. Bir yol bulup bu dagdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüsür, düsman olanla
güresiriz” dediler. Herkes bu fikri begenip yollar aradılar. Mümkün olup bir yol bulamadılar. Bir
demirci: “Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Zannedersem bir kattır. Eger onu eritirsek
yol buluruz.” dedi. O yeri gidip gördüler ve demircinin sözünü münasip buldular. Millete odun ve
kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi, bir sıra odun, bir sıra kömür olmak üzere dagın
bögründeki çatlaga istif ettiler. Dagın tepe ve diger yanlarına da odun ve kömür yıgdıktan sonra
deriden yetmis körük yapıp yetmis yere kurdular; atesleyip hepsini birden körüklediler. Tanrı’nın
kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü, o saati belleyip
dısarı çıktılar. _ste o gün Mogollarca bayram sayıldı. O vakitten beri bu halas günü Mogollar
bayram yaparlar. (…)Bu güne çok itibar edip:“Zindandan çıkıp ata yurduna geldigimiz gün”
derler.” (Ebulgazi Bahadır Han 1925: 35-38)
Bu kaynaklara baktığımızda bu bayramın ne kadar köklü ve uzun bir geçmişe sahip
olduğunu rahatlıkla idrak edebiliriz.
Türk dünyasında Nevruz birçok sebebe bağlanarak kutlanmaktadır. Birçok kaynakta
Nevruz gününe temel olduğuna inanılan olaylar su sekilde anlatılır: Kur’an’ın indirilmeye
başlandığı gün, Hz. Ali’nin doğum günü, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendiği gün, Hz. Musa’nın
âsâsıyla Kızıldeniz’i yararak kendisine inananları kurtardığı gün, Hz. Yunus’un balığın karnından
kurtulduğu gün, insanlığın atası Hz. Âdem’in çamurunun yoğrulduğu gün, Hz. Âdem ve
Havva’nın cennetten kovulduktan sonra Arafat Dağın’da yeniden buluştukları gün, Nuh’un
gemisinin karaya oturduğu, _İbrahim Peygamberin yakılmak istendiği, Hz. Yusuf’un kuyuya atıl72
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
dığı, Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrıldığı, günesin Koç burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşitlendiği,
baharın ve yeni yılın başladığı, Türklerin Ergenekon’dan çıktığı gün seklinde yorumlanmıştır.
Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri, yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle
kutlanır. İnanca bağlanan yeni yıl törenleri, Asya ve Ön-Asya toplumlarında benzer iklim ve
coğrafya şartlarında zaman, ad ve pratik benzerliğiyle kutlanmıştır. Nevruz; uygulamalarda
bazı farklılıklar olmakla birlikte, Orta Asya Türk Toplulukları, İran, Anadolu ve Balkanlarda aynı
tarihler arasında her toplumca kendine özgü bir nedene dayandırılarak kutlatmıştır.
Kökü çok eski bir geleneğin yeniden şekillenip günümüzde de şenlik ve kutlama biçiminde
sürdürüldüğü Nevruz, Anadolu’da ateşle kutlanır. Çünkü ateş evreni canlandıran güneşin
dünyadaki uzantısı, aynı zamanda Ergenekon’dan çıkarken kullandığımız ve bizi özgürlüğe
yani yeniden dirilişimize ulaştıran olgulardan biridir. Anadolu’da kutlanan Nevruz şenliklerinin
biçimlenmesinde eski Türk bahar bayramları ve Anadolu’da kutlanan eski bahar şenliklerinin
etkisi olmuştur. Nevruz Osmanlı devrinde de sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneş koç
burcuna girdiği anda Nevruziye adı verilen macun veya tatlı yemek adet olmuştu. Müneccimbaşı
Nevruz günü padişaha yeni yıl takvimini sunar, aldığı bahşişe “Nevruziye Bahşişi” adı verilirdi.
Nevruz dolayısıyla sadrazam padişaha donanmış atlar, silahlar ve pahalı kumaşlar gibi hediyeler
verir, bunlara “Nevruziye Pişkeşi” denirdi (Levy,1998:234).
Saray hekimbaşıları tarafından hazırlanan ve “nevruziye” macunlarınının basta padişah ve
ailesi olmak üzere bütün saraya ikram edildiği de çeşitli kaynaklarda mevcuttur. Hatta, Nevruz
kutlamalarının yapılmasının dinî açıdan sakınca taşımadığı yönünde fetvalar da vardır. Bu
fetvalardan biri Şeyhulislâm Ebû Suud Efendi’ye aittir: “Mesele Nevruz gününde zeyd müsellem
eyü libaslarını giyüp yiyüp içse, yaranlarıyla sahrâya gitse, ism lâzım gelür mi? Cevap: Nesne
lâzım gelmez. Nevruz Mecûsî (_slâmiyete aykırı) degüldür, Nevruz sultânî (örfte var olan bir
âdet) dir”. (Kılıç 2000: 205-206).
“Nevruziye”ler yazarak padişahın Nevruz Bayramı’nı kutlayan Klâsik dönem sairlerinin,
ayrıca bu şiirlerle baharın gelişi, cihanın tazelenişi, çiçeklerle bezenişi, tabiatın âdeta yeniden
dirilisini ve bu mevsimde yapılan eğlenceleri anlattıklarını görüyoruz. Osmanlı ailesini çıkarmış
olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında
toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir Senlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz
gibi “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram
etme geleneği sekline dönüştüğü ve Nevruz’la ilgili olduğu bilinmektedir.
Yine bugün dahi Nevruz’la ilgili Anadolu’da devam eden adetler bulunmaktadır. Örneğin Tekirdağ’da Nevruz; soğukların sonu baharın başlangıcı olarak kabul edilir ve “Nevruz
Şenlikleri” adıyla kutlanır. Edirne’de, 22 Mart günü yapılan Nevruz kutlamalarında mesire
yerine gidilir, eski hasırlar yakılarak üzerinden atlanır. Kırklareli’nde Nevruzi, “Mart Dokuzu”
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
73
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
adıyla kutlanır. İzmir Urla’da “Mart Dokuzu Şenlikleri” adıyla kutlanırken; Tire’de “Sultan
Nevruz Bayramı” olarak bilinir. Uşak’ta Nevruz kutlamaları oldukça yaygındır. O gün için, “yıl
yenilendi” tabiri kullanılır. Sivas’ta Mart Dokuzu’nda gök gürlerse, o yıl ürünün bol olacağına
inanılır. Giresun Şebinkarahisar’da 22 Mart sabahı akarsularda yıkanıldığı takdirde, kuvvet ve
sağlık kazanılacağına inanılır.
Ayrıca Nevruz bugün Tahtacı Türkmenlerinin yayla çıkışında; 22-23 Mart tarihlerinde
kutlanmaktadır. Tahtacı, Türkmenlerinde Nevruz; ölülerin yedirilip içirildiği gün olarak kabul
edilir. Burada eski Türk inanç sisteminin atalar kültü kendini gösterir.
Kuzeydoğu Asya’dan merkezi Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan
Şamanist, Budist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman dini, inanışı ne olursa olsun tüm Türk
halkları arasında bahar bayramı bugün de varlığını korumakta ve her yıl coşkuyla kutlanan
bu bayram değişik adlarla adlandırılsa gerek ifade ettiği anlam gerekse pratik açılardan bir
bütünlüğü, birliği ortaya koymaktadır.
Türklük Dünyası’nda ise Nevruz’un Kazakistan’da(resmi tatil olarak), Kırgızistan’da(resmi
tatil olarak), Özbekistan’da(resmi tatil olarak), Azerbaycan’da (resmi tatil olarak), Türkmenistan’da(resmi tatil olarak), Doğu ve Batı Türkistan’da, Kırım’da, Yakutlar’da, Balkan Türkleri’nde,
Yugoslavya Türkleri’nde, Kıbrıs Türkleri’nde kutlandığı bilinmektedir.
Nevruzu yaşatan tüm bu bölgelerin geneline bakıldığında, yapılan çalışmaların bazı
kesimlerce, bölgeseli yerelleştirme ve daha dar bir topluluğa mal ettirme çabalarını içerdiği
görülür. Nevruzu yaşamakta olduğu büyük coğrafyadan ve bu coğrafyada yaşama şansı bulduğu
diğer kültürlerden soyutlamaya çalışmak, kendiliğinden oluşmuş bölgesel küreselleşmeyi
yerelleştirmek olur. Yerelleşen kültür veya mitlerin zaman içinde küresel ve bölgesel etkilerle
ortadan kalkabildiği, özellikle Batı kaynaklı yeni kültürel küreselleşme uygulamalarının bu
süreci hızlandıracağı dikkatten uzak tutulmamalıdır. Çünkü Nevruz, tüm Türk dünyasının tek
bir paydada birleşebildiği çok önemli bir olgudur. Türklük bilincinin tüm dünya Türklerinde
yerleşmesinde büyük bir rol oynayacak olan kutlu bir bayramdır.
Bir diğer husus ise bazı kesimlerin Nevruz gibi kutlu bir bayramı kendi ideolojileri doğrultusunda tek bir ırka mal etme çabalarıdır. Yüzyıllardan beri Türkler tarafından kutlanan Nevruz
pek tabii olarak bir Türk bayramıdır. Tüm bu ideolojik amaçlı karalamalara yine tarihi kaynaklara
dayanarak cevap verebiliriz. Kaynağı neresi olursa olsun Nevruz, M.Ö. 3. Yüzyıldan, Mete Han
zamanından beri Türklerde var olan bir bayram, bir bahar bayramı geleneğidir. Özellikle 1200
yıldır öbür Türk gruplarının hemen hiç birisi ile ilgisi kalmamış olan Saha yani Yakut Türklerinde
Nevruz geleneklerinin izlerinin kuvvetli bir şekilde bugün de var oluşu dikkate değer. Doğrusu,
eğer Nevruz batı kaynaklı bir gelenek olsaydı, bu Nevruz bayramının Saha Türklerine kadar
nasıl gittiğini ve 1200 yıldır, diğer Türk boylarıyla ilgisi olmayan Sahalara nasıl etki ettiğini de
tarihi olarak, kaynaklara müracaat ederek açıklayabilmek gerekirdi. Sonuç olarak bu durumda
Nevruz’un kaynağı olarak Hunlar veya daha eski bir tarihte Türklerin ağır bastığı görülmektedir.
74
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Mete Han’dan Ulu Önder Atatürk’e kadar kutlanmış olan Nevruz, milli ruhunu büyük ölçüde
kaybetmiş olan halka, Cumhuriyetle birlikte yerleştirilmeye çalışılan ulus bilincine bağlı olarak
özellikle Atatürk tarafından daha geniş katılımlı kutlanmaya teşvik edilmiştir.Cumhuriyet’in
ilk yıllarında da resmi olarak devam eden Nevruz kutlamalarıyla ilgili Prof. Dr. Reşat Genç şu
bilgileri veriyor:”Geri planlarda bırakılmış ve unutulmaya yüz tutmuş olan Türk insanına kendi
kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi Atatürk’ün başlattığı bir
hareketti. Bu ne ile mümkün olurdu? İşte bu, öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize,
örfümüze, adetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olurdu.”
Ayrıca o dönemde resmi olarak kutlanan 21 mart Nevruz ile ilgili olarak halkın, öğrencilerin Ankara’nın belirli çayırlıklarına, meydan yerlerine toplandıkları, bu törenlere devletin
üst yöneticilerinin de katıldığı dönemin matbuatında kayıtlıdır. Ankara’da yapılan kutlamalar
Anadolu ile sınırlı kalmamış, Türk dünyasında’ da heyecan yaratmıştır. Bu heyecan Azerbeycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof’un Mustafa Kemal’e çektiği bir telgrafta çok net
görülmektedir. 24 Mart 1921 tarihli telgraf ;” Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbeycan serbest
Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milleti’nin,
büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbeycan İnkılap Ordusu
kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini
yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark inkılap başları Mustafa Kemal!”
1922 yılında Sakarya Zaferi’nden hemen sonra bütün okullara Nevruz-Ergenekon bayramının bir önceki yıl olduğu gibi coşkuyla kutlanması için talimat verilmiştir. Aynı yıl 23 Mart
Çarşamba günü meclisin ve Taşhan Meydanı’nda merasimler yapıldığı yönünde bilgiler de
Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve İkdam gazetelerinde kayıtlıdır.
Cumhuriyetle birlikte Nevruz’un yeniden gündeme getirilmek istenmesinin esas sebebi
Besim Atalay’ın 23 Mart 1921 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine yazdığı makaleden kolayca
anlaşılmaktadır. Yazının bir bölümünde şöyle denir:
“Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice, bizim bugünkü milli mücadelemizle
benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bugün
de kendi varlığına kast edenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretiyle kara günlerden kurtulacağına eminim.”(Tural:2000:343-350)
Yine bu dönemde Behçet Kemal Çağlar tarafından kaleme alınan “Ergenekon”(Çağlar 1982)
isimli piyeste de Ergenekon ile Milli Mücadele arasında benzer bir ilişki kurulur.
Cumhuriyetle yeniden hız kazanan Nevruz kutlamaları, yeni kurulan millî devletin köklerini
millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî
olarak devam etmiş olan bu kutlamalara ilk yıllardan itibaren gösterilmeye başlanan bu
hassasiyet; Osmanlı döneminde su veya bu sebepten dolayı ihmal edilmiş Türk insanına kendi
kültürel kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırma gayretidir. Atatürk, bu sürecin
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
75
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle
mümkün olacağı inancındaydı. Kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete
çağdaş olma yolunu açmak daha da kolaydır. Atatürk milliyetçiliğinin özü olan bu hareket
onun yüksek idrakinin bir gereğidir. Atatürk’ün milli kültürümüzü oluşturan öğelerin her biri
üzerinde en ince ayrıntısına kadar durmasının temel sebeplerinden biri de Türkiye Cumhuriyetini, temeli “Yüksek Türk Kültürü”ne dayanan bir kültür devleti yapmak istemesiydi. Tüm
bu çalışmalara da bakıldığında bu kutlu gün, şimdi ve gelecekte biz Türk gençliği tarafından
tüm engellemelere ve yalanlamalara rağmen coşkuyla kutlanmak zorundadır. Çünkü Türkiye
Cumhuriyetinin temeli yüksek Türk kültürüdür ve Nevruz bu yüksek kültürün bugün olduğu
gibi yarın da önemli bir parçası olacaktır.
KAYNAKLAR
1- ARTUN, Erman, TÜRK HALK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ, syf.1-7
2-Çaglar, Behçet Kemal, (1982), “Ergenekon”, Ülkü Mecmuası (Seçmeler), Ankara.
3-Ebulgazi Bahadır Han, (1925), Türk Seceresi (Secere-i Türkî), (Aktaran: Doktor
Rıza Nur), Matba’a-i Âmire, istanbul.
4-Yusuf Has Hâcib, (1959), Kutadgu Bilig, II Tercüme, (Çeviri: Resit Rahmeti Arat), Ankara.
5-Şengül, Abdullah, “TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ- Mete Han’dan Atatürk’e-“, Sosyal Bilimler Dergisi, syf.161-170
6-(Karsılastırmalı Türk lehçeler Sözlügü I 1991: 648-649); (Genç 1997: VII).
7- Aypay, irfan, (2005), “Klasik Türk Siirinde Nevruzun islenisi”, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:VII, Sayı:II, Afyonkarahisar, s.1-12.
8-Uca, Alaattin, TÜRK TOPLUMUNDA NEVRUZ-II, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 33 Erzurum 2007,
syf.151-171
9-R. LEVY, “Nevrûz, Navruz”, İslam Ansiklopedisi, Eskişehir, 1997, C.9.
10-Oğuz, Ahmet, XIX. Yüzyıl Sonu Osmanlı Belgelerine Gore Dini Bayram ve Nevruz Tebrikleri, Milli Folklor Dergisi, Cilt:7,
Sayı:53, Ankara 2002, syf:23-24
76
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Elif Ezgi BAŞTÜRK
Özel Tunçsiper Fen Lisesi
10-F
NEVRUZ
Ağaçların yapraklarını döktüğü, çiçeklerin kendilerini soldurduğu, güneşin artık bizi ısıtamadığı, doğanın tüm güzelliklerini bizden sakladığı o kış mevsiminin ardından gelen baharı;
bizi neşelendirdiği, doğayı tekrardan renklendirdiği için çok sevmiş ve kutlamak istemişizdir.
İsmi Farsça bir kelime olup “yeni gün” anlamına gelen nevruzdur. Tam olarak tanımını yapmak istersek nevruz; Afganlar, Anadolu Türkleri, Farslar, Kırgızlar gibi birçok millet tarafından
kutlanan ancak kökeninin Persler olduğu bilinen bir bahar bayramıdır.
Türkler için ise doğanın uyanışı dışında başka bir hikâyesi daha vardır. Destana göre bir gün
bütün kavimler Göktürklere karşı birleşerek onları yenmişler, birçok kişiyi öldürmüş, çoğunu
da köleleri yapmışlar ve yurtlarını yağmalamışlar. Ancak düşmandan kurtulabilen bir grup,
dağların içinde yaşamaları için bir alan bulup oraya Ergenekon adını vermiş ve 400 yıl kadar
orada yaşamışlar. Daha sonraları Ergenekon’a sığmamaya başlayınca çıkış yolu aramış ancak
bulamamışlar. Bir demircinin önerisiyle demirden dağı eritmiş ve kurtulabilmişler. O günden
sonra ise bu günü bayram sayar ve her yıl bu günde Tanrı’ya çeşitli şekillerde şükrederlermiş.
Bu gelenek tüm Türk kavimlerinde M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren her yıl 21 Mart’ta kutlanmaktadır.
Tabi bu kutlamalar yüzyıllardır çağdan çağa, milletlerden milletlere değişmiş ve çeşitli haller
almışlardır. Bu kutlamalardan bahsetmek istersek evi baştan aşağı temizlemek, güzel giysiler
giymek, kabir ve akraba ziyareti yapmak nevruzun daha çok bayram kısmıyken, at yarışları,
horoz dövüşleri, köpkarı, güreş gibi gösteriler düzenlemek, ateş yakıp üstünden atlamaksa
eğlence kısmıdır. Tabi bu kutlama çeşitlerinin yapılmasının da belli nedenleri vardır. Örneğin
ateş yakıp üstünden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca hastalanmazmış ya da
nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, kötülükleri ve büyüyü yok
edici özelliğinden kaynaklanmaktaymış. Ayrıca nevruz günü sabah erkenden kalkılır ve tüm su
kaplarındaki sular yenilenir, taze su içilir, birbirinizin üzerine su serpilirmiş. Yani ateşin yanında
suyun da Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Suyun şifa verici, arındırıcı gücüne inanılır ve
tüm pınarların, dere, ırmak, göl ve denizlerin kendi iyi ruhlarının olduğuna inanılırmış. Ancak
tüm bu kutlamaların ana teması her zaman yardımlaşma, sevgi ve şefkat olmuştur. Bu yüzden
bayramdan önce fakir, hasta ve zor durumda olan kişilere yardım yapılır ve yapılan aşlardan
herkese pay verilirmiş.
Nevruz Türkiye’de bir gelenek, Türk Cumhuriyetlerinde ise bir bayram olarak kutlanırken,
1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından da bayram olarak kabul edilen bir gün
haline gelmiştir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
77
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Kadir GÜZEL
Bursa Atatürk Anadolu Lisesi
10-H / 2187
KUTLU ŞEHİR BURSA
Bursa medeniyetlerin beşiği, fatihini bekliyordu tam on yıldır. Acaba Osmanoğulları bu
şehri alabilecek miydi?
14. asrın başlarında Söğüt’teki Osman Gazi otağına oturmuş düşünceliydi. Beyleriyle
istişare etmiş, Bursa’nın fethine karar vermişti. Marmara’nın incisi, devletlerin gözdesi Bursa
artık İslam sancağı altında olmalı idi. Ama şehir direniyordu, tam dokuz yıl geçmiş, herkes
ümit kesse de Osman Gazi vazgeçmemişti. Fakat sağlığı kötüye gidiyordu ve oğluna son
emrini verdi: “Oğul ben öldüğümde beni o gümüş kubbeli yere göm!” dedi. Oğlu Orhan Gazi
babasından aldığı emirle son kez taarruza geçmeden tekfur şehri teslim etti.
Bursa, artık Türk toprağıydı. Orta Asya’dan başlayan serüven şimdilik Bursa’da mola
vermişti. Osman Gazi bu kutlu haberi aldıktan kısa bir süre sonra canını teslim etti. Bursa, artık
Anadolu’nun ilim merkeziydi. Emir Sultan’ın, Yunus Emre’nin, Evliya Çelebi ruhaniyetli şehir
demişti. Bursa için ve şu notu düşmüştü. Seyahatnâmesi’ne “Velhasıl Bursa sudan ibarettir.
”diye. Tam altı padişaha ev sahipliği yapan, nice beyleri, nice şehzadelerin kaderinde bulunan
Bursa Keçecizade Fuat Paşa’ya göre Osmanlı Tarihinin başlangıcıydı. Bir çok cami, medrese,
şifahane, türbe yapıldı o altın toprağın üzerine, o Bursa surlarına sorsanız size neler neler
anlatır belki de. Hüzünler, sevinçler yaşandı gök kubbesinin altında, her zaman hizmet etti
Bursa halkına . Tarihi semtleriyle tanınırsa her zaman Bursa, her köşe başında ecdadın bir eseri
vardı. Her ne kadar zarar versek e bazılarına, büyük bir kısmı hala ayakta.
Nice insanın hayran kaldığı Bursa, 1326’dan beri olan, on yıllık sabrın sonunda, hâlâ Türk
Bayrağı altında. Atalarımızdan bize emanet olan bu şehri en iyi şekilde korumalıyız. Bize bu
şehri bırakan ecdadın ruhu şâd olsun.
78
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Oğuzhan GÜLER
Bursa Atatürk Anadolu Lisesi
10-H / 1975
TARİHLE İÇ İÇE BİR ŞEHİR
Bursa’yı duyduğumuz an itibarinde gözümüzde, zihnimizde birçok simge ve tablo canlanır
aslında. Her şeyden önce evliyalar şehri diye adlandırılan Osmanlı başkentidir Bursa. Aynı
zamanda Osmanlı denildiğinde aklımıza gelecek olan ilk şehirdir. Birçok padişaha ev sahipliği
yapan bu ulu şehri birkaç cümleye sığdırmak tabi ki yetersiz kalacaktır.
Osmanlı ve Bursa bir yazıda eğer bir araya geliyorsa akla gelecek ilk isim tabi ki Orhan
Bey’dir. 6 Nisan 1326’da Orhan Bey zaten kuşatma altında olan bu şehri fethettiğinde kim
bilebilirdi ki günümüze kadar Türk toprağı olarak kalacağını ve her karesinde Osmanlı’dan
bir iz taşıyacağını. Belki de Osmanlı’nın ve Türk tarihinin en önemli kararlarının alındığı bu
toprakların üstünde yaşamanın verdiği onur ve gurur tarif edilemez herhalde.
Yeşil Türbe’yle başlar genelde bu şehrin yolculuğu. Kendimizi atalarımızın, soyumuzun
devamı olarak görmemizi sağlar belki de Prinçhan’ın önünden geçerken bizi bizden alan o
muazzam güzellikler. İpek Han’a ister istemez kayarken gözümüz, içimizin anlamsızca bir
huzurla kaplanmasına sebep olur bazen şanlı tarihimiz. Dolaşırken öyle umursamaz bir tavırla
Kapalı Çarşı’nın içinde, birden aklının en ücra köşesinde canlanıverir ulu tarihin, işte o andan
itibaren bütün gün attığın her adımda bunun verdiği şerefle basarsın Osmanlı başkentinin
her kaldırımına. Namaz vakti abdestini alıp bir an önce kendini içinde bulmak istediğin Ulu
Cami’den çıkarken hemen beliriverir aklında bir yerde Bursa’nın en ulu camisini inşa ettiren
Yıldırım ve bir kere daha gurur duyarsın o şanlı soyunla. Tabi namazdan sonra dolaşırken
Koza Han çarpar gözüne belki o an fark edemezsin tarihle ne kadar iç içe olduğunu ancak
başını yastığa koyduğunda Bursa’da geçen bir gününü gözünde canlandırmaya çalıştığında
fark edersin bu şehrin güzelliklerini, atalarının eserlerini. Ama bu şehir bu tarihi eserlerden
ibaret değildir elbet. Özellikle Tophane’ye çıktığında akşam saatlerinde elinde bir bardak
çayınla seyre daldığında Bursa seni senden alır her şeyden uzaklaşır sadece bir şehirle baş
başa kalırsın. Bir de söylenmeden geçilemeyecek Uludağ, işte buranın zirvesine çıktığında
anlarsın yaşadığın toprakların önemini, ulu şehrin en yüksek en ulu yerindesindir, tertemiz
havasıyla beraber kendini bulutların üstünde hissedersin. Bu duyguyu saatlerce anlatmaya
çalışsak da pek bir şey ifade etmez herhalde. Bütün Bursa’yı gezdikten sonra uğranılması
gereken son yer Orhan Bey Türbesi’dir. İşte tam bu noktada günün verdiği yorgunluğu atıp
beraberinde zamanında dökülen kanlar verilen uğraşlar gelir aklına gözlerinin dolmasıyla
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
79
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
birlikte teşekkür edip dua ettikten sonra ayrılırsın türbenin başından ve başlarsın geçmişini
düşünerek yürümeye Bursa sokaklarında. Tam o sıra anlarsın bastığın toprağın, yürüdüğün
kaldırımın, yaşadığın şehrin değerini.
İşte böyledir tarifi zor şehir. Bir babanın şefkatine, bir arkadaşın selamına, bir annenin
özlemine, çay eşliğinde edilen sohbetlere, gurbetten gelen dosta, Osmangazi’ye Bâyezid’e
Orhan Bey’e ve Osmanlı’ya benzer Bursa.
80
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Saadet Betül SARIHAN
Ahmet Erdem Anadolu Lisesi
9-E / 1128
SULTANLAR ŞEHRİ BURSA / ŞEHİRLER SULTANI BURSA
Yeşil denilince ilk akla gelen şehir, Bursa’dır. Derler ki Hz. Süleyman bir gün veziriyle
gezintiye çıkmıştır. Bu gezinti sırasında yeşilden başka bir şeyin görülmediği bir diyara rastlarlar. Manzaranın güzelliği karşısında büyülenen Hz. Süleyman “Cennet burası” der; lakin
kulakları ağır işiten vezir bu sözü “Cennet Bursa” olarak işitir. İşte o gün bu gündür, cennetin
en büyük vasıflarından biri olan “yeşil” Bursa’yla birlikte anılmıştır. Öyle ki yeşil, Bursa için bir
renkten çok daha fazlasıdır. Yeşilin aydınlığa ve saatlere göre değişen her bir tonunun içinde
ruhunuzdan hakiki bir parça bulursunuz, Bursa’da. Bursa’ya girdiğiniz anda kaplar etrafınızı
yeşil bir hava. Bu öyle bir havadır ki içinde insanın tüm arzularını barındırabilir. Kısacası yeşil
ve Bursa birbirinden ayrı düşünülemeyen iki aşıktır aslında.
Asırlardır en gözde şehirlerden biri olan Bursa’nın serüveni, Türkler için 1097 yılında
başlamıştı. Başladığı gibi biten o kısa hikayelerden biri değildi Bursa. Her ne kadar Türklerin
eline geçmiş olsa dahi bir çok devletin gözü yüzyıllar boyunca Bursa’daydı; yani Bursa’nın o
eşsiz güzelliğinde. Bursa yeri geldi Bizans’ın eline geçti; yeri geldi savaşların odak noktası oldu.
Lakin bunların hiç biri şanlı Türkleri durdurmaya yetmedi. Bursa iliklerine kadar Türk şehridir.
Bursa şanlı sultanların kahramanlık öyküsüdür. Bursa topraklarının altında ecdadı barındıran
mekandır. Bursa ki cihanı titreten hükümdarlığın kurucusu Osman Beyin “beni buraya gömün”
diyerek alınmasını işaret buyurduğu o Ulu Şehirdir. Bursa payitahtlar şehri; Sultanlar otağıdır.
1326 bir dönüş noktasıydı bizim için. 1326 Bursa’nın Orhan Gazi tarafından fethiydi. Bursa
çınara yürüyen tohumun atıldığı mübarek topraktı. Bursa sultanların ilk göz aydınlığıydı, ilk
başkentti. Öyle ki Sadrazam Keçeci Fuad Paşa Bursa için “Osmanlı Tarihinin Dibacesi” tamlamasını kullanmıştır. Dedelerimiz bu şehri öyle sahiplenmiş öyle kucaklamışlardır ki her yönüyle
buram buram tarih kokar. Tarih bu şehre damgasını kuvvetlice vurmuştur ve her bir ismin altında
bir tarih yatar. Bursa’nın en büyük aşk maceralarından birinin kahramanı olan Emir Sultan,
içinde bir sultan barındıran Yeşil Türbe, Tophane, Hüdavendigar, Muradiye, Yıldırım adını tarihe
altın harflerle yazdırmış... Atalarımız tarafından yaptırılan hanlar, köprüler, bedestenler, kaleler
ve tabiî ki adı gibi ulu olan Ulu Camii hala bir anıt gibi durur… Başka yerde duymayacağınız
ürpertiyi Ulu Camide bütün derinliğiyle hissedersiniz. Kendinizi bir anda şadırvandaki suyun
sesine bırakır Hattatların duvarlara dokunuşlarını izlerken yani çağları aşarken bulursunuz. Ya
da şaheser minberindeki kabartmaları izlerken kendinizi Samanyolu’nda bir yıldız gibi dönerken
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
81
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
yani mekanı aşarken bulursunuz. Bursa çeşmeleriyle türbeleriyle halkıyla halis bir Türk şehridir.
Bursa memleketin kalbinin attığı yerdir. Bursa bizden bir parçadır.
Bursa Tophanede Osman Bey Orhan Beydir... Çekirge’de ilk şehit sultan Murat Hüdavendigar… Yıldırım’da Sultan Beyazıt Han… Yeşil Türbede Çelebi Mehmet’tir… Dedelerimizin o
muhteşem zaferlerini bize yansıtan ve Evliya Çelebi’nin tabiriyle “Ruhaniyetli bir şehirdir.”
Bursa. Geçen zaman onun elinden payitahtlığını alsa da güzelliğini alamamıştır. Bursa gönüllerin başkentidir. Bursa sadece devlet büyüklerine değil Emir Sultan’dan Üftade Hazretlerine;
Somuncu Babadan İsmail Hakkıya varana dek birçok manevi büyüğe kucak açmış, onların
hizmetleriyle ve himmetleriye maddi ve manevi her alanda yeşeren bir şehir olmuştur. Bursa’yı
Bursa yapan bir başka husus da çeşmeleridir. Hatta Evliya Çelebi bir sözünde: “Bursa sudan
ibarettir.” demiştir. Bu çeşmeler rüya ile gerçekliğin bir arada yürüdüğü çağları yansıtır bize.
Bu çeşmeler içinden su akan oluklardan ibaret değildir Bursa için. Bu çeşmeler tıpkı camiler
ve türbeler gibi bütünleşmişlerdir Bursa ile. Bu şehrin en güzel ezgisidir su sesleri.
Bursa’da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
Zaman su gibi aktı. Tarih 1920 yılını gösteriyordu. Memleket dört bir yandan kuşatılmıştı.
Bu tarih Milli Şairimiz Mehmet Akif’e gözyaşları içinde “Bülbül” isimli ağıtını yazdırıyordu. Tarihe
kara bir leke olarak geçen bir tarihti 1920 tarihi. Bu tarih Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal
tarihiydi. Memlekette acı tekti, ızdırap tek, kaygı tek… Memleketin her zerresi kanıyordu ve
yeni bir kahramanlık destanı yazılıyordu. Milletin tek yürek olduğu bu tarihte Bursa’da bu şanlı
direnişin bir parçası olmuştu. Savaşın kanına, dehşetine, geride bıraktırdıklarına ve acımasızlığına aldırmaksızın halk birbirine kenetlenmiş, tek yürekti. Ve Osman Gazi Türbesine yapılan
hakaret bardağı taşıran son damla olmuştu. Ne olursa olsun Bursa elimizden gidemezdi. Hiçbir
güç bu kültür ve medeniyet şehrini, buram buram tarih kokan bu şehri elimizden alacak kadar
güçlü değildi. Bunu yüzyıllar boyunca talihsiz bir çok millet gerçekleştirmeyi denemişti lakin
82
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
sonuç hepsi için hüsran olmuştu. Türk ordusu ve onun yanında Bursa halkı direndi, çabaladı
ve işgalden 2 yıl 2 ay 2 gün sonra 11 Eylül 1922 tarihinde Yeşil Şehir üzerine çöken karanlıktan
kurtuldu. İşte bu tarih, tarihe vurulmuş “Bursa Bizimdir” mührüydü. Bu başı işgal olup sonu
kurtuluşun aydınlığına çıkan bir milli serüvendi. İstiklal Şehitleri anıtı milli mücadele ruhunun
heykeliydi bizim için artık.
Bursa sadece Osmanlı hükümdarlarının değil Ulu Önder Atatürk’ün de gözde şehriydi. Bizim
de öyle… Bursa hayatımızdan bir parça, içinde yaşadığımız zaman, hayallerimizi büyüttüğümüz
mekan, öz vatanımızda vatanımız bizim. Bursa bir kahramanlık şiiri… Okumasını bilene…
BURSA KALBİMZİDE AŞKIMIZ OLACAK. BURSA BİZİMDİR DAİMA BİZİM KALACAK.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
83
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Tuğçe NARİN
Turhan Tayan Anadolu Lisesi
11-G
GİZEMLİ ŞEHİR
Bursa, tarih kokan ulu şehir… Nice sultanların , padişahların istediği o büyülü memleket.
Uğruna canlar verilen can şehir…
Türklerin 1081’den sonra geldikleri ve İznik’i başkent ettikleri ,Haçlı Savaşlarına tanıklık
eden ve zalim Bizansın eline düşen şehir… Orhan Bey ve şanlı Türk ordusunun görkemli zaferi
Bursa. En çok şehidimizi verdiğimiz şehitler diyarıdır Bursa. Osmanlı’nın başkenti olan Bursa
; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları
ile dünyaca meşhur bir Türk başkenti...
Türk ve İslam tarihinin sırlı dünyasını açar Bursa bizlere, her sokağında her köşesinde
hissettirir bunu. İnsanı bir başkadır Bursa ‘nın ;Şehzade Mustafa’sı ,Deli Ayten’i, Sabiha
Gökçen’i ,Zeki Müren ‘i,.. Her biri tarihtir buram buram kokusunu duyarız her adımında . Bir
başlangıçtır Bursa , bir mazidir , Anadolu’nun dinmeyen ve dinmeyecek sesidir Bursasporuyla.
Yeşiller içinde beyazdır , dört mevsimin içinde yazdır Bursa .
İpek böceğinin ipleri arasında saklanır nice sevdalar , yürek burkan hikayeler düğüm düğüm
olup şal diye dolanıverir boynumuza ve daha sonra Ulucami’de duaları ederken başımızda
bir yemeni olur. Tanpınar’ın da dediği gibi ‘’ Bursa’da bir eski cami avlusu , küçük şadırvanda
şakırdayan su ; Orhan zamanından kalma bir duvar…Onunla bir yaşta ihtiyar çınar. ‘’
Bir başkadır Bursa; tarihini sevene, yaşamasını ve özüne sahip çıkmasını bilene . Bir gizli
kapıdır Bursa ; açmasını bilene …
84
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Rüstem ÜTKÜR
Turhan Tayan Anadolu Lisesi
10-E
ERGENEKON’DAN BUGÜNE
İsmini duyunca insan şaşıyor bir günün ne kadar anlam taşıyabileceğine , ne kadar farklı
hikayeye dayanabileceğine ve ne kadar önemli olabileceğine. Bir çok güzel olay ve etkinliğin
ortak noktada nasıl buluştuğuna. Bunu açıklayan telaffuzu dahi hoş ‘’bir’’ sözcük var: Nevruz
İlk kutlanmaya başladığı zamandan bu yana nevruz bir çok hikayeye sahip çıkmış ve bugün
sayısız efsane, tarihi olay ve hikayeyi üzerinde barındırmaktadır. Kimi topluluklar, bu günü
Tanrı’nın dünyayı yarattığı gün, kimileri Nuh Peygamber’in yere ilk ayak bastığı gün, kimileri ise
ilk insanın yaratıldığı gün olarak kutlarken, kimi topluluklar ise gece ile gündüzün eşit olduğu
bu günü, bir bahar müjdecisi kabul ediyor. Nevruz, dünyadaki çeşitli Türk topluluklarında
“Noruz”, “Navrız”, “Ergenekon”, “Bozkurt”, “Çağan”, “Mart Dokuzu”, “Sultan Nevruz”, “Mart
Bozumu” gibi adlarla anılıyor. Yüzyıllardır bu bayramı titizlikle muhafaza eden Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan, resmi tatil ilan
ettikleri Nevruz’u, bir “milli bayram” olarak her yıl kutluyor. Bundan binler yıl öncesini konu
alan Ergenekon’a bakacak olursak atalarımız uzun yıllar iki dağın arasında kaldığı Ergenekon
bölgesinden bir gün kendilerini, Türkleri temsil eden özelliklerle; şehvet, kudret ve de asaletle
demir dağı eritmişler ve sonunda Ergenekon’dan çıkabilmişlerdir. Türklerin zekasını ve asaletini
belli eden bu gün neredeyse bir o kadar da onun kadar asaletli olan bir isimle anılmaya başlanmıştır : ‘’nevruz’’. Farsça ‘’yeni gün’’ anlamına gelen bu kelime bizim için bir çok yeni şeyler ve
farklılıklar olacağını temsil eder ve hatta bir nevi önceden bize bildirir niteliktedir. Uzun yıllar
varlığı dahi bilinmeyen Türkler bu şekilde tekrar ortaya çıkmışlar ve de bizim için yepyeni bir
zamanın başladığını kanıtlar nitelikte; eşe dosta , ele düşmana varlıklarını göğüslerini gererek
duyurmuşlardır. Bugünlerde ise olabildiğince atalarımıza özgü yetenek, davranış , örf ve adetler
ile bir ders niteliğinde bize sunulmaktadır.
Nevruz’un üzerinde barındırdığı hiçbir hikaye birbirinden değersiz değil aksine bu kelimenin
yüceliğini artırır konumdadır. İran’ın Demirci Kawa Efsanesi’nden Türklerin Ergenekon’una
kadar bir çok olası tarihçenin aslında belli başlı ortak noktaları bulunmaktadır: yenilik, yeni
bir başlangıç ve güzellik.21 Mart olarak kabul gören bu özel gün her ne kadar bize baharın
geldiğini müjdelese de aslında daha çok baharla birlikte geleceği umulan vaatlere kol açmaktır
nevruz. ’’Keder ayı’’ olarak bilinen Kasım’dan ve ‘’bela ayı’’ olarak ün salmış Aralık’tan sonra
insan kendini yeni vaatlere açmasın da ne yapsın. İnsan baharın gelişini dört gözle bekler
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
85
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
ancak bunun gelişini ve getireceklerini getireceği zamanı belirleyen olaylar ve kişilerdir. Bu
kimi zaman Zuhak’ın ölümü ardından Kawa’nın ateşler yakmasıdır kimi zaman ise o zamanın
Kağanının Ergenekon bölgesi etrafındaki dağları eritmek için yaktığı büyük ateştir.
Baharın her bir cinsten güzelliğiyle her şer kaçınılmaz bir şekilde diz çökecektir. Rüzgar
hastalık havasını savacak, sular bir kez daha bereketini canlılara sunmak üzere çözülecek ve
gürleyecektir, toprak bir çok renk ahengine ev sahipliği yapacak göz, nizam açacaktır umut
vererek ve de artık ateşler yakmayacak, bir müjdeci olarak rol alacaktır. Kuzu melemesinden
kuş cıvıltısına kadar her türlü ses adeta bağıracak ,kötülükleri defedecektir. Yeşil artık sadece
içtiğimiz şifalı otlarla sınırlı kalmayacak, burnumuz koku alma konusunda diretme savaşında
doğanın aromalarına yenik düşecek , dilimiz yeni hazlara açık olduğunu bildirecek , dokunulan
şey kırılmak dökülmek bir yana aksine ziyadesiyle güç ve dayanıklılık verecektir. Doğa buram
buram duygularını usulca salmıştır artık mağaralardan, ağaçlardan ve bulutlardan. Bahar
kaçınılmazdır artık nevruzun da başlamasıyla. Bir nevruz daha görevini yapmış , kişiye umut
olmuş , umut yaratma fırsatı vermiştir. Bir gün uyanıklığın ardından görevini tamamlayarak
yine derin uykusuna dalar artık nevruz. Bir sonraki 21 Mart’a güç toplamalıdır çünkü.
Kişinin umudu tükendiğinde umut yarattığı zamandır nevruz. Kendi umudunu yaratmak
için dayandığı somut kaynaktır, güç alınan bir totemdir , insanın potansiyelini ortaya çıkaran bir
husustur. Husubetlere korkusuzca ve mertçe göğüs gerdiği , elinde bir kılıç ile kötü zamanların
sarıp sarmaladığı o kılıfı parçalayıp ışığın her bir huzmesini içinde hissedeceğini bilerek kendini
yeniliklere ve güzelliklere atadığı zamandır. Aslında nevruz yılın sadece bir zamanı açan bir
çiçektir. O kısacık zamanda da tohumunu oluşturur ve usulca yuvarlar yapraklarından doğaya
ve oradan da insana. İşte o tohum umuttur ; canlının ruhuyla can bulup yeşerecek olan.
86
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
İbrahim Seçkin SEÇKİN
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
9-A / 347
GURUR DOLU BİR GEÇMİŞ UMUT
VADEDEN BİR GELECEK...
Gölleri, ırmakları, dağları, şifalı termal suları, büyük verimli ovaları ve özellikle zengin
bitki Örtüsü ile doğa harikası bir şehir olan Bursa, Anadolu yarım adasının kuzey batısında,
Uludağ’ın kuzey batı eteklerinde ve Marmara Denizinin güney doğusunda yer alır.Modem bir
kent özelliği taşıyan ve Tanrının bahşettiği doğal güzelliklerle yetinmeyip sanayi ve teknolojisini
dünyanın ileri ülkeleriyle eşit düzeye yükselten Bursa, 2.8milyon nüfusuyla da Türkiye’nin
4.büyük kentidir.
Doğuda Bilecik, Adapazarı, kuzeyde İzmit, Yalova, İstanbul ve Marmara Denizi, güneyde
Eskişehir, Kütahya, batıda ise Balıkesir illeriyle komşu olan Bursa; Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin özelliklerini günümüze taşıyan bir kültür ve tarih kentidir aynı zamanda.
Bizans ve Osmanlı döneminin eşsiz eserlerinin zenginliği ile göz kamaştıran Bursa,
“kültürel turizm potansiyeli’açısından İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir.
Bağrında 27 arkeolojik, 3 kentsel ve 1 doğal SİT alanı; 2000’nin üzerinde korunması
gereken kültürel, tarihi ve anıtsal yapı bakımından Bursa, hemen yanı başındaki Uludağ ile
de Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezidir.
“Modem kentleşme’anlayışı ile yeniden inşa edilen Bursa; “yeşil çinilere sinen Kuran
sesiyle”, “Emirsultan erguvanlarıyla”, “keşişlerin ve dervişlerin kerametleriyle’Türkiye’nin
manevi başkentidir... Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan bu kent, sınırları
içindeki “İznik”şehri ile de
Hıristiyanlık alemi için Vatikan ve Kudüs’ten sonra en önemli üçüncü kutsal merkeze ev
sahipliği yapmaktadır.Ve Uludağ, diğer adıyla Olympos Dağı, Hıristiyan keşişlerinin inzivaya
çekildikleri bir yerleşim birimi olarak bilinmektedir.
11.043 kırrTik bir alanı kaplayan Bursa, özellikle Osmanlı başkenti olduğu dönemde hızla
gelişmiştir.Adeta Asya’nın batıya açılan kapısı konumundaki “Tarihi İpek Yolu” güzergahındaki
Bursa, 15. Yüzyılda dünyanın başlıca ticaret, sanayi ve kültür kentlerinden biri haline gelmiştir.
Nitekim o dönemde kent nüfusu 100 bini geçtiği görülmektedir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
87
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Roma ve Bizans döenminde olduğu gibi Osmanlılar da da saray entrikalarından usanmış
aydınların başlarını dinleyebileceği bir “inziva yeri”olan Bursa, bu yönüyle bir“sürgün”ve
“göçmen kenti”dir de. Bu özelliklerinden dolayı aynı zamanda bir“hoşgörü diyarı”dır Bursa...
Doğal zenginlikler, yeşil doku; yaşları 100 ila 600 arasında değişen 833 anıt ağaç ve
şifalı kaplıcalar gibi özelliklere sahip olmasından “Yeşil Bursa”olarak ün salan bu tarihi kent,
günümüzde olduğu gibi geçmişte de birçok gezginin ve tarihçinin ilgisini çekmiştir.
Örneğin 1840’lı yıllarda Bursa’ya gelen Dr. Bernard, Bursa’yı şöyle anlatıyor: “Bursa, doğanın en hoş güzelliklerini sunduğu bir köşedir. İlkbaharın tazeliği ve yeşilliği, kır ve ovaların
hoşluğu, su ve havasının güzelliği insana neşe verir. Güneşin sıcaklığı karlı dağların serinliğiyle
ılıklaşır.”
Bursa,günümüzde de bazıları artık kaybolmaya yüz tutmuş ünlü yönleriyle anılır, yazılır,söylenir: Yeşil Bursa, su kenti Bursa, kaplıcalar kenti Bursa, evliyalar kenti Bursa, tarih kenti
Bursa, ipek diyarı Bursa vb.
Bilindiği kadarıyla Bursa, Türklerden önceki dönemlerde de, bazı özellikleriyle blirtilen
bir kent olmuştur. Örneğin Hipokrates’ten (İÖ 460 - İÖ 377) sonra ilkçağ’ın en ünlü hekimi
olduğu kabul edilen Asklepiades’in (Prusa İÖ 124 - İÖ 40), Prusalı ünlü filozof ve hatip Dion
Khrisostomos’un (İS 30- 117) adlarını ve bilim değerlerini duyan bir gezgin, Bursa’dan söz
ederken “bilginler kenti”deyimini kullanıyor.
Yine örneğin hamamlarının ve kaplıcalarının Roma döneminden beri yaygın ünü bulunan
Bursa’ya, Bizans döneminde “kral termeleri’Ve bir ara Pythia kaplıcalarına da “Soteropolis”denilmiştir.
Tarihçi Niketas Khoniades (1155-1215), üzerinde çok sayıda nöbet ve koruma kuleleri yapılmış, sağlam bir surla çevrili Bursa’ya “çok kuleli kenfsanını yakıştırır. Yine Bizans döneminde,
içinde var olduğu anlaşılan mezarları dolayısıyla “kutsal azizler kalesi’sanıyla da anılmıştır.
Prusa’dan Bursa’ya dönüşüme gelince:
Bursa kenti adı, eski Yunan ve Latin kaynaklarında “Prusa’olarak geçmekte ve yazılmaktadır. Bu, bilindiği gibi kentin kurucusu Bythia Kralı Prusias I ile bağlantısmdandır.
Osmanlılar tarafından fethedil işinden sonra, kentin adı, Türk dili kurallarına, fonetiğine
ve kullanmakta olan Arap abece’sine göre değişime uğramıştır.Türkdilinde (p) ünsüzü ile ve
birbiri ardmadan iki ünsüz ile sözcük başlatılmadığı için, (p) ünsüzü (b) ünsüzüne dönüşürken, (r) ünsüzüyle (u) ünlüsü yer değiştirmiş; öylelikle “Prusa’adı “Bursa’ya dönüşmüştür.
Öte yandan Arap abecesinde (p) ünsüzünün bulunamaması dolayısıyla, Arap dilinin egemen
olduğu Ortadoğu yazılı kaynaklarında da, esasen kentin adı (b) ünsüzüyle başlatılmaktaydı.
Nitekim Osmanlı ülkesini Bursa’nın fethinden kısa süre sonra dolaşan Arap gezgini İbn Battuta (1304 -1368/69 veya 1377) da, Seyhatname’sinde kentin adını harekeli olarak (bvrys)
harfleriyle yazmıştır (ki, okunuşu [Buris] şeklindedir).Bu yazım biçeminden, kentin adı daha
88
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
o günlerde “Prusa”dan “Bursa’ya dönüşmekte olduğu ve Battuta’nın da bu dönüşümü aynen
yazıya aktardığı anlaşılmaktadır.
Ahmedi’nin İskendemame’sinde (XV. Yüzyıl) belki de- aruz ölçüsüne uydurulmak kaygısıyla
kentin “Bursa’olarak yazılan adı, Varna savaşının (1444) anlatan Gazavat-ı Sultan Murat bin
Mehmet Han adlı yapıtta da (Bvrsh-Bursa) harf sıralamasıyla yazılmıştır.
Ancak XV. Yüzyılın ikinci yarısına ait kadı sicillerinde, kentin adının yeniden eskisine benzer
biçemde (Brvsh-Brusa) harf sıralamasıyla yazıldığı; ses uyumlu isim tamlaması yapılması kaygısıyla da “Mahruse-i Beruse’yazılmakla kalınmayıp, örneğin “Bursalı’nitelemesinin bile “Brvsalu” harf sıralamasıyla “Berusalu’Veya “Brusalu’okunacak biçemde yazıldığı görülmektedir.
Ne var ki bunun, resim yazım kurallarıyla ilgili bir durum olduğu, şekilcilik kaygısıyla XX.
Yüzyıl başlarına değin sürdürüldüğü kabul edilebilir bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.Oysa
yukarıda adı geçen eski yapıtlardan, kentin adının “Bursa’ya dönüşmüş veya dönüşmekte
olduğu ve halk arasında “Bursa”adının kullanılmaya başlandığı açıkça bellidir.
Bursa’nın kurucusu Prusias’la bağlantılı adından ayrı olarak, Osmanlı döneminde ilk
yıllardan itibaren, resmi yazışmalarda “Bey sancağı’ Veya “Hüdavendigar Sancağı’adlarıyla
da anıldığı görülmektedir.
Bursa’ya “Bey sancağı”denildiğini belirten ilk kaynak Aşıkpaşazade Tarihi’dir.Bunda, Orhan
Gazi dönemindeki yönetim ile ilgili olarak şu kayıt bulunmaktadır:
“İzmit’i oğlu Süleyman Paşaya vermişti,onu Yenice, Göynük ve Mudurnu’ya havale etmişti.
Bir oğlu da Murat Han Gazi’dir, Bursa sancağını ona verdi, adını Bey sancağı koydu. Murat
I döneminde Osmanlı beyliği öylesinde genişlemiştir ki, artık en üst yönetici için “bey”sanı
yeterli görülmemiş ve Türkçede “büyük bey / hakan / hükümdar”anlamına gelen Farsça
“Hudavendigar’olmuş, dolayısıyla o’nun kuramsal olarak sürekli oturduğu ve devleti yönettiği
kent kabul edilen, eski bey sancağı Bursa’ya da “Hüdavendigar sancağı”denilmiştir.
Hüdavendigar sanı, uzunluğu ve söyleme zorluğu nedeniyle, Bayezit I’den itibarenyerini
önce “sultana ve daha sonra “padişah’a bırakmıştır.Dolayısıyla, bu san, Murat I’den başkası
tarafından kullanılmamıştır.Ne var ki, resmi yazışmalarda -örneğin kadı sicillerinde- XV.yüzyıla
değin zaman zaman “Bey sancağı’veya “Hüdavendigar sancağı” deyimleri, “Bursa’ile değişimli
olarak kullanılmıştır.
Devlet merkezinin önce Edirne’ye ve ardından İstanbul’a taşınmasından sonra konuşma
dilinde varlığını sürdürecek denli yerleşemeyen bu iki san unutulmuştur.Ancak XIX. Yüzyılda
başlayan bir dizi düzenlemeler sırasında vilayetler kurulunca, Bursa’nın merkez olduğu vilayete
“Hudavendigar vilayeti’adı verilmiştir.Bursa, divan şiirinde çeşitli “şehrengiz”lere konu oldu.
Bursa şehrengezi yazan divan şairlerinin en tanınmışları Lamii, İshak Çelebi ve Beliğ’dir. İshak
Çelebi kentin doğal güzelliklerine eğildi, gördüğü yerleri canlı bir anlatımla betimledi. Bursa,
divan şiirinde gazel ve methiyelere de yansıdı. Kültürel canlılığı nedeniyle şehir, gezgin halk
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
89
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
şairlerinin uğrak yeri oldu, onların şiirlerine de yansıdı. “Aradım yuvayı Bursa’da buldum”diyen
Karacaoğlan, gülü, menekşesi, güzelleri, güzellerinin kokusu ile Bursa’yı “murat kapısı’olarak
niteler.
BURSA’NIN KURULUŞU
Bursa kentinin kuruluşu, konuyu inceleyen araştırmacı yazarlarca değişik biçimlerde ele
alınarak yansıtılır. Bu ele alış ve yansıtışlarda Prusias ve Hannibal gibi ortak noktalar bulunmaktaysa da, genelde kentin kuruluşuyla ilgili olarak herkesçe onaylanıp yinelenen bir“kesin
bilgi bütünu’oluşturulmamıştır.
Bursa kentinin kuruluşunu, bulunduğu yerin doğal konumu, iklim koşulları, tarihsel süreçte
gelişen olaylar ve kaynak niteliğindeki yapıt ve bazı belgelerin içerdiği verilerden yararlanarak
şöyle açıklayabiliriz:
Bursa kenti, büyük olasılıkla Bithynia Kralı Prusias I tarafından, Kartacalı ünlü asker ve
bilim adamı Hannibal’in de katıldığı anlaşılan düşünce ve amaçlar doğrultusunda; onun yer
seçimi, planlaması, gözetim ve denetimiyle İÖ 187 ve 186 dolaylarında bir “askeri üs, konaklama, yığınak ve ikmal merkezi” olarak yararlanmak üzere kurulmuş ve kurucusu ile bağlantılı
olarak bu yeni kente Prusa adı verilmiştir.Kentin bulunduğu yerde, daha önce “Atussa’adlı antik
bir kent bulunduğuna ilişkin görüşler yanılgı sonucudur.
Prusa’nın Prusias I döneminde Kartacalı Hannibal’le birlikte kurulmuş olabileceği görüşünü
kanıtlar nitelikteki verilere gelince:
Bursa kentinin bulunduğu ve Bursa ovasının kapsadığı alanda, İÖ 187 yılına değin insan
varlığını gösteren bir buluntu, bir belge yoktur.Çünkü bu alan, insan eliyle bayındır duruma
getirilmeden önceki çağlarda, yaşayabilmek için uygun iklim ve coğrafya koşullarından yoksun
bulunmaktadır.Güneyde Uludağ, kuzeyde Katırlı dağları, doğuda ve batıda bu dağların uzantıları
arasında kalan ova, kapalı bir alandır. Doğal olarak dışarıya açılan tek yol, batı yönünde Nilüfer
çayının vadisidir.Bahar aylarıyla birlikte ortalığı birbirine katan lodos, hem dağlardaki karları
hızla eritmekte, hem de şiddetli yağışlara ve fırtınalara neden olan yağmur bulutlarını sürüklemektedir.Kar ve yağmur sularının coşturduğu Nilüfer, Deliçay, Kaplıkaya, Gökdere, Cilimboz
ve öteki küçük akarsular, o çağlarda önlenmesi olanaksız taşkınlara yol açmaktadır.Nilüfer’in
dar vadisi taşkın sularını denize taşımaya yetersiz kaldığı için de, ova, büyük olasılıkla tarıma
elverişsiz ve baştan başa bataklık ve sazlık durumdadır.Dolayısıyla bölge,insanlar için aranan
bir yerleşim yeri olma niteliğini taşımaktan uzaktır.
Bursa ovası sıralanan coğrafya ve iklim özellikleri dolayısıyla, hem Trakya’dan İstanbul ve
Çanakkale boğazları yoluyla gelip Anadolu içlerine akan kavimlerin doğal göç yollarının; hem
de Anadolu’yu geçerek Atina ve İsparta’ya dövüşmeye giden Doğulu orduların sefer yollarının
90
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
dışında kalmaktadır. Bu nedenle, Antikçağ’ı tanıyıp anlamamıza yardımcı olan destan yazarları
veya tarih - coğrafya yapıtları bırakanlar, Bursa ve Ova’dan hiç söz etmemektedirler. Örneğin
İonialı Homeros (İÖ VIII.Yüzyıl) İlyada’smda, Halikamassoslu Herodotos (İÖ 485 - 430) Tarih’inde, Atinalı Xsenophon (İÖ 430 - 354) Anabasis’inde (Onbinlerin Dönüşü) ve Nikomedialı
Flavius Arrianus (İS II.Yüzyıl) İskender’in
Anabasisi’nde, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden, buralarda yaşayan kavimlerden ve bunların yaşantılarından uzun uzun söz ettikleri halde, bu gerçekten kuş uçmaz kervan geçmez
ova ile Prusa adında bir kente hiç değinmezler. Bu nedenle İlkçağ’m ünlü tarih ve coğrafya
kaynakları Amasya’lı
Strabon (İÖ 69 - İS 19) ile Bizanslı Stephanos’tan (V.yüzyıl) aktarılan bilgilerle, Bursa
kentinin, Lydia Kralı Kroisos (salt.İÖ 561 - 547) ile savaşan Prusias tarafından kurulmuş olduğu
savlarını geçerli saymak olanakalı görülmemektedir.Çünkü adı anılan Kral Prusias I’in, Bithynia
tahtında İÖ 229 - 182 yılları arasında oturduğu çeşitli tarihsel kanıtlarla saptanmış durumdadır
Oysa Herodotos’un Historia’smda ayrıntılarıyla anlattığı, Kroisos’un Pers Kralı Keyhtisrev’le
savaşı ve yenilgisi, İÖ 547 yılındadır.Kaldı ki o sıralarda tarih sahnesinde Bithynia diye bir ülke
adı geçmemekte ve bölge genel olarak Mysia adıyla anılamaktadır.
Eski metinleri okuyup değerlendirmede usta bir araştırmacı sayılan İzmirli filozof Adhamandios Korais’in (1748 - 1833) belirttiği gibi; Strabon’la Stephanos’un yanılgıları, Strabon’un
yararlandığı kaynak olan Ereğlili Memnon’un yapıtında Kral Prusias I ile ilgili olarak yer alan
“Ereğliliği altına aldı”tümcesindeki “Kieros’sözcüğünü ve buna bağlı olarak bütün tümcenin
anlamını yanlış algılamasından doğmuş olmalıdır - konu edilen Kieros bir antikçağ kenti olup,
Prusias I tarafından ele geçirilerek adı Prusa ad Hypium’a dönüştürülmüştü, günümüzde Düzce
ile Akçakoca arasındaki Konuralp kasabası-.
Bursa’nın kuruluşu ile ilgili olarak bilgi aldığımız bir başka eski ve daha güvenilir kaynak
Büyük Plinius’tur (Caius Plinius Secundus [İS 23 - 79]). Plinius, önemli yapıtı Historia Naturalis’te Bursa’nm kuruluşu ile ilgili şu bilgi yer almaktadır:
“Bithynia’nın iç yöresinde Kios (Cius, Gemlik) ile ötede Olymp’in eteğindeki Prusa, Hannibal tarafından kuruldu.(...) Diğer bir Prusa da Hypius dağı eteğindedir (yukarıda adı anılan
Kieros [Konuralp]).”
Büyük Plinius’un yapıtındaki “Prusa, Hannibal tarafından kuruldu’tümcesi, bu kaynaktan
yararlanan araştırmacılar tarafından, genellikle”stratejik amaçla kuruldu ve tahkim edildi’açıklamasıyla aktarılmıştır.
Öte yandan Prusias I, eski Bithynia paralarından bazılarında da Bursa kentinin kurucusu
olarak anılmaktadır. Bu paraların bir yüzünde , Bithynia’nın Roma’ya bağlandığı İÖ 73 ‘te buraya
vali olarak atanan Aurelius Komodos’un başı, öteki yüzünde de Prusias’m başı ve çerçevesinde
“Prusa’nın kurucusu Prusias’yazısı bulunmaktadır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
91
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Ataları Bursa’nın ilk yerleşik ailelerinden olan Prusalı filozof ve hatip Dion Khrysostomos(Prusa İS 30 - Roma 117), o zamanki il meclisinde yaptığı bir konuşmanın günümüze
değin gelen metninden , kentin kurucusu Prusias I’in mezarının Bursa’da olduğu ve yanında
bir de heykelinin bulunduğu anlaşılıyor.
Prusias I’in , yaşadığı çağın gerçeği ve İzmit’i kuran babası Nikomedes I gibi, yeni kentler
kurup adını vermeye düşkün olduğu söylenebilir.Nitekim Gemlik körfezindeki Kios ile Hypius
(Melen) çayı kenarındaki Kieros’u ele geçirerek tahrip ettikten sonra yeniden bayındır kılmış;birincisine Prusa ad Mare, İkincisine de Prusa ad Hypium adını vermiştir.
Prusisas I’in, dönemine gelinceye değin kuş uçmaz - kervan geçmez bir ovayla yalçın bir
dağın birleştiği kayalık bir plato üzerinde bir kent kurmaya yönelten nedenleri, İÖ II. yüzyılın
siyasal gelişmeleriyle açıklayabilmek olanaklıdır. Yüzyılın başlarında Seleukoslar ile Roma,
Doğu Akdeniz’le Ege kıyılarındaki irili ufaklı kentleri egemenlikleri altına alma çabalarını
yoğunlaştırmaları sonucu karşı karşıya gelmişlerdi.İÖ 191 yılında Termopil’de başlayan savaş,daha sonra denizde ve karada üst üste Seleukosların yenilgileriyle sürer.Roma, Aralık 190 ‘da
Manisa yakınlarındaki Seleukos ordusunu büyük bir yenilgiye uğratır.Bu süreçte Kartacalı ünlü
asker ve devlet adamı Hannibal, Kral Antiokhos IIl’e (salt. İÖ 225 - 187 ) sığınmıştı ve onun
danışmanlığını yapmaktaydı.
Hannibal, İÖ 202’de Zama’da uğradığı yenilgiden sonra, siyasal hasımlarınm hakkında
Roma’ya ihbarda bulunmaları üzerine Kartaca’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Seleukosların
Roma ile savaşlarında
Antiokhos’un ordusunda görev almış, Side’de yapılan ve Romanın yenilgisiyle sonuçlanan
deniz savaşında Suriye donanmasına komuta etmişti.Dolayısıyla onun için yeni bir kaçış
dönemi başlamıştır.
O sırada Batı Anadolu’daki egemenliklerden biri Bergama, öteki de Bithynia krallığıdır.
Bergama,Seleukoslara karşı Romanın yanında yer almış ve ordusuyla savaşlara katılmıştı.
Bithynia ise, içten içe Seleukoslardan yana olmasına karşın tarafsızlık siyaseti gütmüştü. Süreç
boyunca Bithynia Kralı Prusias I, hem Bithynia ve hem de Bergama halklarını rahatsız eden
Galatların sindirilmesi ve Trakya’dan Anadolu’ya geçişlerini durdurmak amacıyla başarılı bir
askeri harekat gerçekleştirmiş, bu aradaMysia’nın Bergama egemenliğindeki topraklarını ele
geçirmişti. Romanın Manisa zaferinin ardından Antiokhos IH’e imzalattıkları barış antlaşmasında, Hannibal’in teslim edilmesi ve Seleukoslarla dostluğu bilinen Bithynia’nın işgal etmiş
olduğu Mysia’dan geri çekilmesi koşulları da yer almaktadır.
Ancak barış antlaşmasında kendisiyle ilgili bir hüküm bulunacağını tahmin eden Hannibal,
yenilginin ardından, 189’da, Polibius’a göre Girit adasına, Titus Livius’a göre de Kafkasya güney
bölgesi satrapı iken Seleukosların yenilgisi üzerine bağımsızlığını ilan ederek bir Ermeni devleti
kurma çabalarına girişmiş bulunan Tigran’ın yanma kaçtı.Öte yandan 188’de imzalanan Apameia barış anlaşmasıyla, Romanın , Mysia’nın Bergama’ya geri verilmesi koşulunu dayatmış
92
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
olması,Prusias ve Hannibal’in bir araya gelmelerini kaçınılmaz kılmaktaydı. Nitekim iki önder,
Nikomedia’da (İzmit) buluştular.
Buluşmada, Mysia’yı Bergama’ya karşı savunma,böylece Roma’ya boyun eğilmeyeceğini
kanıtlama kararı almdı.Bunun yolları araştırıldı.Bursa’nın kuruluşu,olasılıkla bu kararın bir
sonucu olmuştur.
O dönemde Prusias’ın işgal etmiş olduğu Mysia’yı, Bithynia’nm önemli kentleri ve dolayısıyla ikmal üsleri konumundaki Nikomedia ve Kios’tan desteklemek son derece güç idi.
Kuzeyden güneye geçmek için aşılması gereken Katırlı ve batısında Mudanya dağları, ciddi
engel oluşturuyordu. Geç it vermeyen dağları aşmak, Hannibal için çözümü kolay bir sorundu.
Çünkü yıllar önce, ordusuyla, çok daha sarp ve yüksek Pirene’lerle Alp’leri geçmişti.Dolayısıyla
Hannibal’in, sürecin bu yönde geliştiği evrede Prusias’ın sarayına geldiğini kabul etmek olayların
akışına uygun düşmektedir.Bu durumda olasılıkla İÖ 188 yılının kalan bölümüyle, 187’nin ilk
aylarında, Romanın Bergama’ya geri verilmesi koşulunu dayattığı Mysia’ya karadan ve başarılı
biçimde ulaşmanın yolları aranmış olmalıdır.
Bithynia’nm başkenti Nikomedia ile Mysia’nm arası yaklaşık 300 kilometre dolayındadır
ve o çağın taşıt araçlarıyla yaklaşık on günlük yol demektir.Aradaki en önemli engel olan
Katırlı dağlarını aştıktan sonra,arada güvenli bir yerde konaklamak, çağın askeri stratejisi
açısından yararlı olacaktı. Bataklık bir ovanın güneybatısında, arkasını dağa yaslamış,önü
aşılmaz yükseklikte bir uçurumla çevrili, iki yanı akarsu vadileriyle(Cilimboz ve o sıralar Hisarın
doğu eteğinden akan Gökdere) ovadan koparılmış durumdaki plato (Hisar semti), Hannibal’in
askerce yaklaşımına uygun bir yerdi. Burası hem stratejik konaklama, hem yığınak ve hem de
ikmal üssü olarak kullanılabilecek bir konumdaydı.
Dolayısıyla kentin çekirdeğini oluşturan askeri garnizonun kurulmasına İÖ 187 yılında
başlanmış ve İÖ 186’da hazır hale getirilmiş olmalıdır.Nitekim İÖ 186 yılında Bithynia ile
Bergama arasında karada ve denizde savaş başlamıştır.Denizde Hannibal’in komutasında
başarı sağlanmışsa da, kara savaşlarının başarısız ve uzun sürdüğü bilinmektedir.Bu savaş
sürecinde Prusa’mn artık terk edilmesi düşünülmeyen ve giderek kentleşen bir yerleşim yeri
haline geldiğini kabul etmek yanlış olmasa gerektir.
Kara savaşlarında başarı sağlayamayan Bithynia’nın yaşlı kralı Prusias I, Romalı genereal
Flavius’un dayattığı ağır barış koşullarının yarattığı bezginlik ve kahırla İÖ 182’de ölmüş;
Hannibal de, 65 yaşının yorgunluğu ve uğranılan yenilginin çöküntüsü içinde kaçma girişimini
sonuçlandırma becerisini göstermeyerek kendini öldürmüştür.
Bu açıklamaların ışığında Bursa kentinin, Bithynia Kralı Prusias I tarafından İÖ 187 - 186
yıllarında, Kartacalı asker, bilim ve devlet adamı Hannibal’in yer seçimine ve planlamasına
göre, onun gözetim ve denetimi altında kurulmuş olduğu, tarihsel sürece uygun en güçlü
olasılık olarak savunulabilir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
93
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Kente, Prusias’ın adıyla bağlantılı olarak Prusa adı verilmiş ve Prusias’m kurucusu olduğu öteki iki Prusa’dan ayırt edilebilmesi için Prusa sub (ad) Olympum (Olymp eteğindeki /
yanındaki Prusa) diye anılmıştır.
SELÇUKLU VE BEYLİK DÖNEMİ
XI.yüzyılm başlarında Oğuzların (Türkmenler) Anadolu’nun doğu bölgelerine ilk akınları
başladığında çağın tarih yazarları coşku, şaşkınlık ve korku duygularıyla “Türkistan’dan kartal
gibi hızlı atlara binmiş ordular çıktı”diye yazıyorlar, “Rüzgar gibi uçan atlar üstünde uzun saçlı,
yaylı ve mızraklı”Oğuz savaşçılarını anlata anlata bitiremiyorlardı.
Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Şah’m İznik’i ele geçirdiği sıralardaBursa’yı
da fethetmiş olabileceği kabul görmektedir (1080 dolayları). Ancak kent Birinci Haçlı Seferinde
İznik’in Bizans tarafından geri alınışının ardından, 1097 sıralarında yeniden Bizans’ın eline
geçmiş olmalıdır.
Bursa’nın ikinci kez Kılıç Arslan I döneminde, 1092’den sonra fethedildiği veya kuşatma
altına alındığı söylentileri de vardır. Bu tarihlerde Selçuklu Sultanı, İlhan sanını taşıyan ve sonra
kimi tarih yazarlarca kardeşi Davut olduğu öne sürülen bir komutan önderliğinde, Çaka Bey’in
ilerleyişine koşut olarak Balıkesir ve Kapıdağ bölgelerine yönelik bir askeri harekata girişmişti.
Selçukluların bu askeri harekat sırasında Bursa’yı bir süre ele geçirdikleri veya kuşatma altına
aldıkları öne sürülmektedir.
Selçukluların üçüncü ve son kez Bursa’yı fethettiklerine ilişkin kanıtlanmamış söylentiler,
Mesut I (1 107 - 1155) dönemine denk düşmektedir. Bizans tarih yazarları, 1113 yılında, Selçuklular’ın Kirimastı (Mustafakemalpaşa) dolaylarındaki Aorata’da (?) göründüklerine ve Kamytzos
komutasındaki bir Bizans ordusunu yenilgiye uğrattıklarına yer vermektedirler. Bu çatışmalar
sırasında da Bursa’nın bir süre Selçuklu egemenliğine geçmiş olabileceği savlanmaktadır.
Anadolu Selçuklularının ve onlardan bağımsız olarak Türkmenlerin, Marmara güneyine
yönelik ilerleyişleri ve çatışmaları boyunca, Bursa’yı birkaç kez kuşatmış olabilecekleri düşünülebilir. Nitekim Evliya Çelebi, bu söylentilerden esinlenmek suretiyle Seyhatname’sinde;
“Konya’daki Selçuklular yedi defa yedişer, sekizer ay muhsara etmişler ise de, kış geldiğinde
üzülerek Konya’ya çekilmişlerdi”demiş olmalıdır.
Anadolu’da beylikleri, Karamanoğlu Ali ve Mehmed Beylerin Bursa’da hapsedilmeleri,sonra
Mehmed Bey’in bu kenti yakıp yıkması; Taceddinoğulları’ndan Mahmud Bey’in İznik’te idam
edilmesi ve Haşan Bey’in de bir süre Bursa’da bir süre hapsedilmesi olayları dışında Bursa ve
çevresini doğrudan ilgilendirmez.Ancak Selçuklular’dan Osmanlılar’a uzanan tarih köprüsünün
niteliğinin daha iyi belirlenmesi bakımından,Anadolu Beyliklerine ilişkin özet bilgiler sunulması
yararlı görülmüştür.
94
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Bu beylikler, her şeyden önce Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli bir tarihsel işlev üstlenmişlerdir.XIII.yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulmalarından, çoğunlukla Osmanlı Devleti
tarafından ortadan kaldırılıncaya değin geçen süre içinde Anadolu Beylikleri, ülkeden Bizans
ve başka egemenliklerin sökülüp atılmasında da büyük ölçüde etkili olmuşlardır.
OSMANLI DÖNEMİNDE BURSA
Prusa (Bursa), çağının olanaklarıyla ele geçirilmesi son derece güç ve uzun zaman gerektiren bir hisar içine sıkışmış bulunmaktaydı. Nitekim Osmanlıların da, kenti on yıldan çok
süren bir abluka sonunda fethedebildikleri bilinmektedir. Bu bakımından, Bursa’nm 1326’dan
önce de fethedildiğine ilişkin savların, en azından şimdilik kanıtlanması olanaksız görülmektedir. Buna karşılık batılı tarihçiler de, Müslümanların Bursa’da hisar dışında yerleşmeye
başladıkları tarihi, kentin fethedilişinden üç kuşak öncesine, eşdeyişiyle XIII.yüzyıl başlarına
değin götürmektedirler.
1290’h yılların başında Söğüt -Domaniç Yaylası arasındaki dar yerleşim alanından çıkıp,
Karaca Hisar- Eskişehir’i alarak atılım yapan Osman Gazinin, yeni toprak kazanımları için
koşullar son derece uygundu .
Osman Gazi, yeni yaşam alanlarına yerleşmek isteyen Türkmenlerden aldığı güçle, Bilecik
ve İnegöl’ü alarak “kendüye makam olmağa Bursa ile İznik arasında bir şehir bünyad etti...
yanmdağı gazilere evler yapıverdi. Anda duraklandı. Anın adını Yeni-Şehir kodular”
Kuşatma altında tutulan İznik’in yardımına gelen Bizans kuvvetlerinin, Yalakova’da
(Bapheon) yenilgiye uğratılarak saf dışı bırakılması Osman Gaziye büyük ün kazandırmıştı.
Bu muharebenin ardından, Bursa Ovası tekfurlarının oluşturduğu koalisyon (Bursa, Adranos /
Orhaneli, Kestel ve Kite / Ürünlü) ordusu ile Dimboz Boğazında (Bursa / Yenişehir sapağında
Erdoğan Köyü çıkışında) yapılan savaşın sonunda ise, Türkmenlere Bursa Ovası açılmıştı.
Osman Gazi, Bursa’nm fethi öncesinde, Sakarya Vadisinde ilerledikten sonra Ak Yazı,
Koca İli ve Bolu yörelerini zaptetmişti. Fetihten hemen önce ise oğlu Orhan Gazİ’yi Bursa’ya
gönderdiği ve bu arada Adranos / Orhaneli’nin alındığı anlaşılıyor. Aşıkpaşazade Bursa’nın
fethini (6 Nisan 1326) şöyle anlatıyor: “...kapılar galaba oldu. Her taraftan Müslümanlar
koyuldular. Ahi Haşan burca tırmandı”.
Teslim olması karşılığı bağışlanan ve İstanbul’a gitmesine izin verilen Bursa Tekfuru’nun
veziri olarak tanımlanan kişinin aşağıdaki ifadesi ilginçtir:
“Köylerimiz zaptedildi.Size muti oldular. Bizi hiç aramadılar.Biz dahi bildik ki onlar rahat
oldular, anun için bizi aramazlar dedik. Biz dahi ol rahatlığa heves ettik ...” (Aşıkpaşazade 109,
Müneccimbaşı 84- 85, Neşri I 130-131, Uzunçarşılı I 1972, 118)
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
95
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bursa Orhan Gazi döneminde Osmanlı Beyliği’nin merkez kenti oldu.Bursa Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın anlatımıyla “fetihten 150 yıl sonra iliklerine kadar bir Türk şehri” olmuştur. Orhan
Gazinin, Hisar’m kuzey ucundaki kalede (İç Kale) cami haline getirdiği bir Bizans Kilisesi vardı.
Saray, bu kilisenin yanında Orhan Gazi tarafından inşa ettirildi (Halil İnalcık, İslam Ansiklopedisi, Bursa mad.).Bey Sarayı olarak adlandırılan bu yapı, Osmanlı kuruluş döneminde devletin
yönetim merkezi oldu.Osmanlı sultanları, İstanbul devlet merkezi olana kadar (1453), genellikle
Bursa’da oturdukları gibi, büyük vakıf yatırımlarını bu kente gerçekleştirdiler. Sultan Murat I,
Biga fethi dönüşü Bursa’ya gelmiş bu arada eski kaplıcayı yaptırmıştı.Sultan Murat I, 1383’te
Arnavut elinin fethi için Edirne’ye geçmiş, sefer sonrası
Bursa’ya dönerek Bulgar Seferine kadar devlet merkezinde kalmıştı. 1388’de Bosna Kralı
Timurtaş Paşaya saldırdığı sırada, Sultan Murad I, Bursa’da torunlarının sünnet düğünündeydi
(Neşri s. 218, 236 Müneccim Başı s.l 16, 120). Görüldüğü gibi, Edirne’nin fethinden sonra
Bursa devlet kurumlarınm yer aldığı “Devlet Merkezi”konumundadır. Edime ise, Osmanlı
askeri varlığının en etkin gücü olan akıncı beylerinin Balkanlardaki fetihlerinin yönlendirildiği,Balkanlarda ortaya çıkan tehlikeler ve büyük seferler için kullanılan geçici siyasal-askeri
merkez konumundadır.
Sultan Bayezit I, saltanatının ilk yedi yılında Bursa’da idi.Yıldırım Külliyesi’nin inşaatı bu
sırada başlatıldı. Anadolu’daki Karaman - Candaroğlu seferleri bu süreçte düzenlendi (Müneccim Başı s. 128 vd, Aşıkpaşazade s. 65 vd). 1395 - 1397 yılları arasında Edime, İstanbul
kuşatması, Niğbolu Seferi ve Bulgaristan fethi sırasında kullanıldı.Daha sonra ortaya çıkan
Timur tehlikesi üzerine, Bursa yeniden öne çıktı.
Sultan Murad I, Sultan Bayezit I, Sultan Mehmet I (Çelebi), Sultan Murat II, hepsi de birer
mahalleye dönüşen imaret sitelerini Bursa’da inşa ettirdikleri gibi, ulema (fikir adamları)
ve ümera (askeri önderler) ile birlikte Bursa Bey Sarayında kaldılar. XVI. ve XVII.yüzyil Bursa
sicillerinde bile, İstanbul devlet merkezi iken, Bursa için “Darü’s - saltanat - ı kadime’sıfatınm
yaygın olarak kullanılması anlamlıdır.Bursa Sarayında divan - ı hümayun toplanmakta, vezir - i
azam , vezirler, kadıasker, defterdar gibi yöneticiler görev yapmaktaydılar.
Kentin Osmanlı dönemindeki asıl ünü, transit ticarete konu olan çarşılardan kaynaklandı.
Daha Orhan Bey döneminde 1339 yılında, kentin ilk bedesteni ( Emir Han) inşa edilmişti. Çok
geçmeden, çevredeki verimli topraklardan sağlanan tarımsal ürünlerin pazarlandığı Kapan
Han’ı da oluştu (Murat I dönemi). Zamanla, Kapan Han’nın kapasitesi yeterli olmayınca,
Uzun Çarşının doğusunda Tahıl (Gaile) Pazarı kuruldu. 1670’lerde biraz daha doğuda At Pazarı
çevresinde yeni tahıl pazarı inşa edildi (Bursa Sicilleri, 103 / 98).
Bursa’nın, önemli bir üretim ve ticaret merkezi olarak yükselişi, aynı süreç içindeki dış
boyutlu gelişmelerle de ilgilidir.Sultan Bayezit I döneminde Antalya ve Alanya’nın alınması,
bu limanlara Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz tarafından gelen malların Bursa’ya yönelmesini
sağlamıştı. 1400’lere gelirken
96
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Bursa;Bağdat, Musul ve Halep üzerinden gelen Güneydoğu Asya kökenli her çeşit baharatın
satış merkezi olmuştu.Biber, zencefil, buhur ve karanfil yanında safran, tarçın ve Hindistancevizi, özellikle Bursa- Braşov yoluyla,Macaristan üzerinden Avrupa’ya pazarlanmaktaydı.Sultan
Bayezit I’in fethettiği Tuna limanları Silistre,Rusçuk ve Niğbolu Bursa tekstil ürünlerinin ve
baharatın aktarım noktaları konumunu kazandı (Halil İnalcık, 1994, 11-76).
1640 tarihli Narh Defterinde , İstanbul piyasasındaki Bursa kökenli mallar, cinsleri, fiyatları
ve kalite standartları ile yer almaktadır.Bursa’nın iyi bir ticari altyapıya sahip olması ve çevresinin zengin tarımsal üretim için elverişli bulunması, İstanbul gibi o çağların büyük kentinin
talep ettiği tarımsal ürünlerin, Bursa dolaylarından sağlanmasını da beraberinde getiriyordu.
Özellikle, padişah haslarından önemli ve düzenli gelire sahip Topkapı Sarayının mutfağı için ,
Bursadaıı her yıl düzenli olarak gıda ürünleri satın alınmaktaydı.
Osmanlı ordusunun lojistik sefer ihtiyaçları için de Bursa’dan talepte bulunuyordu.Örneğin
1674 tarihli bir fermanda “beher yevm (gün) üçer bin ekmek tabh etmek üzere iki furun ne
mikdar adem lazım ise mahmiye - i Bursadan üstad adem ihraç ve odunu ve tuzu ve dakiki
(unu) bu canibden ordu-yu hümayunumdan taraf-ı miriden verilüb mühimmat ve lazım gelen
alat ve ücretleri ol canibte (Bursa’da) Ekmekçi hirfeti taifesinden verdürüb...’’kaydı vardır.
Bursa 1350’lerden başlayarak dünyaca ünlü bir dokuma merkezi haline geldi.Kentin çevresindeki dut bahçelerinde kozacılık yapılıyordu.Yerli ham ipek yeterli olmayınca özellikle İran’dan
ham ipek ithal edilmeye başlanmıştı (İnalcık,El Harir,Fahri Dalsar).Bursa Uzun Çarşısı’nda
ipekçiliğe dayalı üretim ve ticaret XVII. Yüzyılda da önemini korumaktaydı.
Bursa nın yükseliş döneminde “Akli Bilimler’olarak tanımlanan temel bilimler de, yaşanan
kültürel ortama ve yönetimsel düzene uygun olarak gelişmiştir.Orhan Bey zamanında açılan
İznik Medresesinin ilk başmüderrisi Davut Bin Kayseri, akli bilimlerde uzmandı.Dönemin İznik’i
için “bilginler yuvası”deniliyordu.İlk Bursa medreselerinde fıkıh ve kelam yanında mantık ve
matematik de okutulmaktaydı.Molla Fenari. Tasavvuf yanında mantık ve başka akli bilimlerde
de uzmandı.
Öte yandan Bursa, dönemin tıp merkezi haline gelmişti.Yıldırım Darüşifası’nda bir baştabip,
iki tabip, iki şerbetçi, iki eczacı, bir aşçı ve bir ekmekçi görev yapıyordu.Zaman zaman cerrahlar
ve kehhaller (göz tabipleri) de bulunmaktaydı (Osman Çetin 1993 - 123).
XVI. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devletinin karşılaştığı sorunlar taşraya da yansımaya
başlamıştı. Basra Körfezi, Hint Denizi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Karadeniz’de bulundurulan donanmanın maliyeti büyüktü. Kafkasya’dan Barsa’ya kadar uzanan geniş sınır çizgisi boyunca
süren Osmanlı- İran savaşları,Hazar-Ural alanında Rusları engelleyici savaşlar,Orta Avrupadaki
Osmanlı Avusturya savaşları hâzineye büyük yük getiriyordu.Bu savaşların ateşli silahlarla
yapılıyor olması, atıyla ve klasik silahlarla mevsimlik savaşan Tımarlı askerleri demode hale
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
97
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
getirmişti.Merkezi Osmanlı yönetimini temsil eden genellikle devşirme kökenli ümera, halka
yabancılaşmaya başlamıştı.Bu yüzden Bursa da dahil olmak üzere “Celali ayaklanmaları’Ve
“Suhte (medreseli) isyanları’gibi bir dizi olay Osmanlı taşrasını büyük ölçüde sarsmaktaydı.
XVI.yüzyılda başlayan gerileme esnafı da olumsuz etkilemiş; esnaf düzeni de bozulmaya
başlamıştı.Sicillerde bu konuda birçok kayıt vardır. 1617’de Bursa, Mudanya ve Gemlik kazalarında Şemhane’den (Mumhane) gayri yerlerde balmumunun işlenmesi yasakken, bazı kişiler
“Kendi evlerinde mum döküp”kalitesiz üretim yaparak, aynı zamanda vergi kaybına neden
oluyorlardı (Bursa sicilleri 118/ 115).
Dönemin yönetiminin hoşgörüsüz tutumu, yöneticilerin ve ulemanın eklentilerle yasaklara
dönüştürülen şeriatı ön plana çıkarmaları, fikirlerinden dolayı idam edilen kültür adamlarının
sayısını arttırmaktaydı.İbni Kemal’in fetvasıyla İsmail Maşiki’nin 12 müdiri ile birlikte 1538’de,
Ebussuud’un fetvasıyla Hamza Velinin 1561’de , Sütçü Beşir Ağanın 1562’de idam edilmeleri,
bu talihsiz uygulamaların acı sonuçlarındandır.
Bu ortamda halk arasında ehl-i örf olarak adlandırılan Osmanlı devlet görevlileri de halka
eziyet ediyorlardı.Özellikle kent merkezinden uzak göçebeler daha çok ezilmekteydiler.Bursa
Yörükleri üzerlerine düşen vergileri ödedikleri halde, devlet görevlilerinin adamlarının “ziyade
atlu levendat ile üzerlerine konub, mürd ve meccanen (bedava) yem ve yemeklerin yedirdikten’başka çeşitli gerekçelerle “akçaların aldıklarmı’şikayet etmişlerdi (Bursa sicilleri 118/129).
Bursa gibi o dönemin büyük bir kentin yakınındaki işlek yollarda eşkıyalık da başlamıştı.
XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı ekonomisi iyice bozlmuştu.Bu durum şüphesiz Bursa’ya
da yansımaktaydı.Hadika-i Vekayi’de bulunan aşağıdaki kayıt ilginçtir: “Moskov ve Nemçelüye
sefer açılmış olduğundan, iki kavi düşmene sefer külliyetlü akçeye muhtaç iken, devletlede
hiç akçe olmadığı ma’lum oldukda, bir çaresine bakılmak içün bu kadar meşveretler oldu”.
1820’lerden sonra,Avrupa sanayisinin yoğun rekabeti karşısında Osmanlı Devleti bünyesindeki tekstil üretimine dayalı zanaatlar gerileme sürecine girmişti.Bu durumu Kapitülasyonlar
ya da devlet ile değerlendirmek yerinde olur.Avrupa sanayisinin makineleşme sonucu yaptığı
atılım, hammadde kaynakları ile mamul mallara pazar arayan sanayileşme ekonomisinin
gerçekleri ile anlam kazanacaktır (Şevket Pamuk, 1983, s. 81).
Bursa’da 1850’den başlayarak ipekçilik makineleşmeye yöneldi. 1844 yılında Fransa’dan
gelen bir ipek ustası Bursa’da bir ipek atölyesi kurmuş ve yeni tarz ipeğin nasıl çekileceğini
göstermeye başlamıştı. Bu atölyede bilgi edinenler yeni atölyeler kurunca fabrikalaşma başladı.
1858 yılında Bursa’da yeni yöntemler ile ipek üreten 38 kuruluş vardı. Ancak 1857-1862 yılları
arasında ipekböceklerinde görülen Karataban (Pebrine) ve Muscardine hastalıkları Bursa
ipekçiliğine büyük darbe indirdi.
1900’lerin başlarına gelindiğinde Bursa kökenli mal satımı ve mal alımı dengelerinin
Bursa’nın görkemli eski dönemlerine göre ters yüz olduğu göze çarpmaktadır. 1902-1904 tarihli
98
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
değerlere göre Gemlik limanından 11.009.289 kuruşluk mal satılmış 23.186.616 kuruşluk mal
alınmıştı.Satın alman mallar arasında şeker,un,çelik,kükürt,kahve,konyak,kağıt,kibrit,gazyağı
gibi ürünler yer alıyordu (1325 Salnamesi, 318-321).
KURTULUŞ SAVAŞI VE CUMHURİYET DÖNEMİ
Osmanlı Devleti,bir oldubittiyle Birinci Dünya Savaşına girmişti.Bütün cephelerde dört yıl
boyunca süren savaş, Almanya- Avusturya / Macaristan-Osmanlı bağlaşmasının yenilgisiyle
sona erdi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti.
1920 yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i işgal ettiler. 6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi.
Bursa’da, Osmanlı döneminden sonra en büyük acı Yunan işgali ile yaşandı. Ankara’daki
TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir
örtü örtüldü.
O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı
Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı. Kentte kalanlar ise, Kuvvay-ı Milliye için istihbarat
çalışmaları yapmıştı. Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıların
işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu. Bursa, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11
Eylül 1922 günü kurtarıldı. Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde, Türk ordusunun olduğu
kadar, silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.Bu mutlu olay, Bursa’da yayımlanan Hudavendigar
gazetesinin 30 Ekim günlü sayısının birinci sayfasında şöyle verdi:
“Büyük Millet Meclisi dün gece sekiz buçukta Türkiye Devleti’in şeklini müttefıkan [oybirliği
ile] cumhuriyet olarak tesbit ve dokuza çeyrek kala Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini
müttefıkan ‘Reis-i cumhur’[cumhurbaşkanı] ilan eyledi.”
17 Şubat 1924’te, Bursa’nın düzenli olarak elektrikle aydınlatılması için “Bursa Cer, Tenvir
ve Kuvve-i Muharrike-i Elektrikiye AŞ” kuruldu.
31 Ağustos-11 Eylül 1924 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa üçüncü
kez Bursa’yı ziyaret etti.
27 Ekim’de, Cumhuriyet tarihimizin ilk nüfus sayımının sonuçları alındı.Bursa İli’nin toplam
nüfusu 399 942, nüfus yoğunluğu da 27 olarak belirlendi.
İstanbul ‘da yayımlanan Cumhuriyet gazetesince düzenlenen “güzellik kraliçeliği” seçimi
için, Aralık 1932 ayı içinde ilk kez Bursa güzeli seçimi yapıldı. Leman Hanım adında genç bir
kız Bursa güzeli seçildi ve İstanbul’daki yarışmaya katıldı.
Önce Balkanlar’dan gelen göçmenler, daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen
göçmenler Bursa’yı renklendirip kardeşlik bağını güçlendirmiştir.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
99
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bildiğimiz bir gerçek var ki 21.yüzyılın çağdaş,gelişmiş »yaşanabilir,temiz ve elbette daima
“Yeşil” Bursa’sı, onu hakkıyla bilen ve yaşayan insanların ellerinde şekillenecektir.
Bursa’yı Bursa yapanlara ve ona sahip çıkanlara minnet duygularımla...
KAYNAKÇA
SÖLÖZ ,Cedit,Bursa Ansiklopedisi Cilt I,Bursa Kültür ve Sanat Yayınları,Bursa,2002. Komisyon,Prusa’dan Avrupa Yolunda
Kentleşen Bursa’ya,Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları,İstanbul,Eylül 2005.
Yayın kurulu,Büyük Larousse Cilt IV,Milliyet Gazetecilik A.Ş. ,Levent-İSTANBUL,1992.
100
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
İrem Saliha DİZİN
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
9-A
BURSA TARİHİ
Oldum olası gezmeye,görmeye,öğrenmeye meraklı birisiyimdir.Farklı farklı yerler görmek,
farklı farklı kişilerle tanışmak ilgimi çekmiştir hep.Yine bir gün çıktım yollara. Şehir şehir ülke
ülke gezmeye. O rehberlerin tüm şehri karış karış bilmesi hep büyülemiştir beni. Yine bir şehirde rehberi dinlerken aslında kendi şehrim ile ilgili hiçbir şey bilmediğimi farkettim. Geziden
döner dönmez başladım araştırma yapmaya.Kütüpanelerde kitapların arasında kaybolmayı
her zaman çok sevmişimdir. O sessizlikte huzur kaplar her seferinde içimi. Bursa`nın tarihi ile
ilgili birşeyler okuyup öğrendikçe hayran kalmamak elde değil. Geçmişten gelen kültürü,tarihi
ve doğal güzellikleri say say bitmez Bursa`nın. Bu güzel şehirle ilgili yaptığım araştırmaları
sizinlerle de paylaşmak isterim.
İlk Bursa’nın adı nerden gelmiştir ona bakalım. Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin
başkentidir. Antik kaynaklar bugünkü Bursa’nın kurucusunu I. Prusias (M.Ö.232-192) olarak
göstermektedir. Kartaca Kralı Hannibal, Roma İmparatorluğu ile yaptığı savaşı kaybedince,
birlikleriyle beraber I.Prusias’a sığınır. Burada zafer kazanan bir komutan gibi karşılanıp, saygı
görür. Bu yakınlığa karşılık olarak Hannibal emrindeki askerlerle bir şehir inşa eder. Buna Prusias’ın (Bursa) adını verip ona armağan eder (M.Ö. ll.yüzyıl). Roma İmparatorluğu zamanında
(Prusa ad Olympium) Uludağ Bursa’sı adını almıştır.
Bursa Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Buraya kurucusu Bitinya kralı Prusias’ın adı verildi. (MÖ:ll.yüzyıl)
Bitinya Krallığı dönemi’ ndePrusa adıyla kurulan Bursa, Krallığın üç büyük kentinden
birisiydi.
Temelleri Bitinya Kralı Zipoetes’ se İ.Ö 300’lerde atılan Prusa, daha sonra, İ.Ö 230 – 182’de
hüküm süren I. Prusias Kallinikos’ca yönetim merkezi durumuna getirildi. Adını da bu kralın
adından aldı.
Bitinya’ yı kuran Bitinler, Küçük Asya’ nın kuzeybatısında ve Boğazlar’ ın kıyılarında
oturan kavimlerdendi. Aynı bölgede Bitinler’ in yanı sıra Firigler, Misler, Dolionlar, Migdonlar,
Troyalı’larda bulunmaktaydı. Ünlü antik çağ coğrafyacısı Stroban’ a göre, bunlar ele geçirdikleri yerlere yerleşmeyip göçebe olarak yaşayan savaşçı kavimlerdi. Strabon, bu kavimlerden
Migdonlar’ ınOlimpos’ tan (Uludağ) Mirlea’ ya (Mudanya) değin olan bölgede oturduklarına
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
101
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
işaret eder. Buradan da anlaşılacağı gibi, Bursa’ ya ilk yerleşenler arasında Bitinler’ in yanı
sıra, Migdonlar da bulunmaktaydı.
Bursa’ da Roma’ nın kesin egemenliği, IV. Nikomedes’ in Bitinya topraklarını Roma İmparatorluğu’ na bağışlamasıyla başlamıştır. Bu dönemde Bursa, Uludağ Bursa’ sıyadauludağ
eteklerindeki kent anlamına gelen “Prusa ad Olympos” adıyla anılmaya başlamıştır.
Bizans döneminde yeniden Prusa adını alan Bursa, Bugünkü İzmit, İstanbul, İznik, Bilecik ve Karadeniz Ereğlisi bölgelerini içine alan “thema” nın (Bizans yönetim birimi-eyalet)
merkezi olmuştur.
Osmanlılar döneminde adı “Bursa” koyulmuştur.
Şimdi ise Bursa’nın en baştan tarihine bakalım.Bursa ve çevresi, çok eski yıllardan bu yana
büyük kültürlerin beşiği olmuştur. Bulunduğu alan ve Asya ile Avrupa arasındaki bir bölgede
olması nedeniyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya,
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır.
Tarih içinde, Bithynia ve Mysia bölgeleri içinde kalan kentin çevresinde Nikaia / Nicea
(İznik), Cius / Kius (Gemlik), Apameia (Mudanya), Apollonia (Gölyazı), Miletapolis (Mustafakemalpaşa), Kalchedon (Kadıköy), Nicomedia (İzmit), Antiocheia (Yalova) şehirleri yer
almaktaydı. Antik yazar Strabon; Bithynia sınırlarının doğuda Sangarios (Sakarya) nehri
boyunca, kuzeyde Byzantion (İstanbul) ve Kalchedon (Kadıköy), batıda Parapontis (Marmara
denizi), güneyde Mysia ve Hellepontus Phrygiri’ası ile sınırlandığını belirtmektedir.
Bursa’nın tarihi geçmişi Neolitik (M.Ö. 8000-5000-Cilalı Taş Devri), Kalkolitik (M.Ö.
5500-3000-Bakır-Taş Devri) dönemlere kadar inmektedir. İznik gölü çevresinde Tepecik,
Söğücek ve Mekece yörelerinde Neolitik, Sölöz’de Kalkolitik Çağa, Orhangazi, Ilıpınar’da
Neolitik ve Kalkolitik Çağlara, İnegöl şehir merkezinde “İnegöl Höyüğünde” Troia I-Tunç Çağı
(M.Ö. 3000-2500) ile Çağdaş yerleşimlere rastlanılmıştır. İznik, İnegöl ve Yenişehir ovalarında
yapılan yüzey araştırmalarında ise tarihinin Eski Tunç çağına kadar indiği tespit edilmiştir.
M.Ö. 1700-1200 tarihleri arasında Anadolu’da Hitit hakimiyeti görülür. M.Ö.1200›lerde
Trakya üzerinden Anadolu›ya gelen göçler neticesinde yıkılan Hitit imparatorluğu M.Ö. 9-6.
Yüzyılları arasında Anadolu›nun Güney ve Güneydoğu bölgelerinde çeşitli Geç Hitit Beylikleri
adı altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hitit›lerin Bithynia ve Mysia bölgelerine kadar yayıldıkları düşünülmektedir. Hitit devletinin yıkılması ile Batı Anadolu’da Frig (M.Ö. 750-546/300)
hakimiyeti görülür. Aynı tarihlerde Doğu Anadolu bölgesinde maden ticaretini elinde tutan
Urartu›lar yaşamaktaydı. Trakya üzerinden Anadolu›ya giren Frigler önce Marmara denizinin
güney ve güney doğusunda yerleşmişlerdir. Bursa ve çevresinin de Frigler tarafından iskan
edildiği varsayılmaktadır. Frigler, Trakya üzerinden gelen yoğun göç dalgaları sonucu Orta
Anadolu’ya kayarak Gordion’u başkent yaparlar.
Batı Anadolu’da ise Lidya (M.Ö. 700-300) uygarlığı varlığını sürdürmekteydi. Lidya
102
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
krallığını yıkan Persler (M.Ö. 545-333), bütün Anadolu’ya yayılarak Bursa ve çevresine de
hakim olurlar. Bu dönemde Daskyleion (Bandırma-Ergili)’da Pers Satraplığı bulunmaktaydı.
Persler’in Anadolu’daki iki yüzyıllık hakimiyeti Büyük İskender’in M.Ö. 333’de Pers kralı Darius’u
yenmesine kadar devam etmiştir. Persler’in baskısı Batı Anadolu şehirlerinin ayaklanmasına
neden olmuştur. Bu ayaklanma içinde Bithynia bölgesi şehirleri de yer almaktaydı. Bithynia
bölgesi halkı M.Ö. VII yüzyılda Trakya›dan göç eden Bityn ve Tyni kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesi ile meydana gelmiştir. Bithynia bölgesi kral I. Nikomedes (M.Ö. 279-250) zamanında
en saygın krallık haline gelmiştir. Krallık IV. Nikomedes döneminde M.Ö. 74 tarihinde Roma
imparatorluğuna bağlanmıştır.
Bursa ve civarı önceleri Bithynia olarak anılmaktaydı. Bithynia’nın en eski halkı Bebryk,
Migdones ve Mariandini’lerdi. Avrupa’dan gelen Bithyn’ler adlarını tarihten sildikleri Bebryk’lerin yerine yerleşmişlerdir. Bugün Anadolu’ nun en eski halkının M.Ö. VII yüzyılda göç eden
Bithynia’lılar olduğu kabul görmüştür. Sonra da Mysia’lılar gelmiştir.
Adını Bithynia kralı 1. Prusias’dan alan Bursa ve çevresi çok eski çağlardan beri yerleşimlere
sahne olmuştur. 1942 yılında Alman Arkeologlarca İnegöl höyüğünde gerçekleştirilen kazılarda
höyüğün; en alt tabakalarındaki buluntuların Troya I, daha üst tabakalarındaki buluntuların
ise Bozüyük ve Demircihöyük ile çağdaş olabileceği ortaya çıkmıştır. 1948’de İznik gölünün
kuzeyinde yapılan yüzey araştırmalarında taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan bazı höyükler
saptanmıştır. 1955’de yapılan bir başka araştırmada pretohistorik (yazılı tarih öncesine geçiş
dönemi) kalkolitik (bakır-taş çağı) buluntularına rastlanmıştır. Aynı yörede son kalkolitik ve
erken Tunç Çağı’nın preklasik Lydia çanak çömlekleri elde edilmiştir.
Orhangazi ilçesi yakınlarındaki Ilıpınar höyüğünde 1986 yılından bu yana yapılan kazı
çalışmalarında üst üste altı-yedi yerleşim alanı saptanırken, bu höyüğün yakınlarındaki
Hacılartepe höyüğünün taş devrinden kalma bir yerleşim alanı olduğu belirlenmiştir. M.Ö. V.
Yüzyılda yazılan Herodot tarihinde Kius/Gemlik, Bursa ve çevresinde var olan ve Argonotların
kolonisi olan tek kenttir. Kius/Gemlik’in kuruluşu M.Ö. XII yüzyıla kadar çıkar. Apemea/Mudanya kentinin ise M.Ö. X. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat gölü üzerindeki Apollonia/
Gölyazı yerleşiminin de M.Ö. VI. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.
Krezus/Kroisos (M.Ö. 561-546) tarafından Lidyalıların egemenliğine sokulan Bursa bölgesi
daha sonra bir süre Pers/İran egemenliğine girmiş ve bu savaşlar sırasında tahrip olmuştur.
Kadıköy’ de kurulan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarını saldırılarla tahrip etmiştir. Dedaldes, İranlılara karşı savaşarak bir bakıma bağımsız bir Bithynia Devleti kurmuştur. Dedaldes’in
oğlu Boritas ve onun oğlu Bas/Byas (M.Ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır.
M.Ö. III. Yüzyılda Mudanya’da Myrleia/Apameia kenti, M.Ö. II. Yüzyılda Mustafakemalpaşa
yakınlarındaki Melde tepesinde antik Miletopolis kenti, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis
kenti kurulmuştur. Tüm bu antik kentlerin dışında, İznik gölünün güneyinde bugünkü Sölöz
köyünde Pythopolis, Yenişehir’ de Otroia, Orhaneli’ de Adriani, Karacabey’ de Kremastis, EşTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
103
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
kel’de Dasklium, Çekirge’ de Plai, Kurşunlu’da Brillos gibi ikinci derece önemde olan yerleşimler
de vardır. Bölgenin bir diğer önemli kenti de Nicea/İznik’ tir. M.Ö. V. Yüzyıldan önce kurulan ve
Helikore adını taşıyan İznik, M.Ö. 316 yılın da işgal edilip Yunan kolonisi olmuştur.
M.Ö. I. yüzyılda yaşayan Strabon’un ünlü coğrafyasında Bursa kenti ile ilgili en eski bilgi
şu şekilde yer alır; “Prusa, ‘Mysia Olympos’u eteklerinde kurulmuş ve iyi yönetilen bir kenttir.
Frigyalılar ve Mysialılar ile sınır komşusu olan bu kent, Kroisos’a karşı savaşan Prusias tarafından kurulmuştur”. V.yüzyılda yaşamış Yunan coğrafyacısı Bizantion’lu Etien’e göre de Bursa;
Cyrus ile çağdaşı olan kral Prusias döneminde kurulmuştur. Bursa, Bithynia kralı I. Prusias (M.Ö.
232-192) döneminde kent statüsüne yükseltilip çevresi surlarla çevrilmiştir. Roma ile yaptığı
savaşı kaybeden Kartaca Kralı Hannibal, askerleriyle birlikte sığındığı I. Prusias tarafından büyük
itibar görmüş ve krala minnettarlığının belirtisi olarak M.Ö. 185’ de Bursa kentini kurmuş, bu
nedenle de kente Prusa adı verilmiştir. Bursa’nın kuruluşuyla ilgili bu en eski bilgi M.Ö. II.-III.
yüzyılda yaşamış Plinius’a aittir. Ancak, yöreye ait kesin bilgiler M.Ö. 700’lere dayanmaktadır.
Homeros bölgeden Mysia olarak söz etmektedir. Günümüzde ise Bursa yöresinde Mysia yerleşmelerini anımsatan iki yerleşim bulunmaktadır: Misi (Gümüştepe) ve Misebolu (Aydınpınar).
Prusia adı zamanla Prusa, sonra da Bursa’ya dönüşmüştür. Bithynia Krallığı ile Bergama
Krallığı arasındaki savaşlar neticesinde zayıflayan Krallık, M.Ö. 74’te Roma İmparatorluğu
tarafından gönderilen Proconsul’lerce (Eyalet Valisi) yönetilen bir Asya Eyaleti haline gelmiştir.
Bursa M.S. 385–1326 yılları arasında ise Bizans dönemini yaşamıştır. M.S. 555’lerde bölgede ipek üretimine başlanmış ve doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kenti kurulmuştur.
Bursa Osmanlı’nın ilk başkenti olmuştur. Osmanlılar’ın Hüdavendigar Vilayeti 1071 yılından
sonra Anadolu’yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya’dan getirdikleri Türk boylarını
yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu’nun zayıflayıp dağılmaya başlaması
üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip çevresindeki
Tekfurlar’ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü.
Osmanlı Beyliği’nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey’di.
1299’da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altı yüz yılı aşkın
hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi’nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği’nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos,
Bizans’tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301’de Koyunhisar’da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey’in orduları oldu.
Artık Türkler’in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar’ın bu olaydan sonra da birlik
halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin
oğlu Ak Timur’u kumandan tayin etti. Osmarı Bey’in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan
kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos
Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı’na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için
104
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey’e devrederek Yenikent’e döndü.
Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi’nin sefere gidip
savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi’ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi
önce Evrenos Kalesi’ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa’ydı. Orhan Gazi, Bursa
tekfuruna Mihal Bey’i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi’den bağışlanmasını
isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan
sonra, Tekfur’un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için
gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul’a doğru yola çıktılar.
1326 yılında Bursa artık Türkler’indi.
Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi’ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi’ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Sultanı yüzünde
bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa’nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası
olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi’nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman,
artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan’ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç
şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı
kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden ulufe tayin etmekti. Önceleri sikke,
Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328’de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı
Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler,
artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar.
Bithynia, Roma ve Bizans’ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı’ya ilk başkent oldu.
Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında yaşama veda ederken, yerini oğlu
Murad’a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı
sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti.
1362’de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur
yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne’de bir saray yaptırmasını söylediğinden,
Edirne’de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda
da Bursa önemini hiç yitirmedi.
1399’da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası’nı kurdu.
1402’de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte
yangınlar çıkardılar. 1429’da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482’de Cem Sultan Bursa’da 18
günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla
çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti.
Şimdi ise Bursa’nın yapılarının üslubuna değinmek istiyorum.Osmanlı yapı sanatında, önce
zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine
aynı zamanda eski mimari tekniğinde ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve zanaatçılar
da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu beyliklerinin anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu
böyle doğdu. Bursa mimarisi İstanbul’un fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul›daki
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
105
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
ilk anıtların yapımında genellikle bu üslup kullanıldı. T biçimi plana uygun yapı tipi de 14. yy’da
gelişti ve Bursa’daki “selatin camileri”nin hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi.
Üst kısmından yüksek horizontal bir hatla bağlanan “Bursa kemeri” ise, iki çeyrek daireden
oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif işlerde kullanılırdı.
Şimdi ise Bursa’nın başlıca eserlerine bakalım.
Ulucami
Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü
avlulu camiler gurubuna girer. 1399’da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar’a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her
biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin
üstü camlıdır. Cami’de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüz doksan iki adet sabit veya levha
olarak yazı vardır.
Yeşil Camii
Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından
1419’da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa’ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed’dir. Ön yüzü,
pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa
ve İznik’teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak,
uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de
giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423’de Yeşil Cami’nin bütün
süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı.
Muradiye Camii
İkinci Murad›ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün
özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa›ya büyük zarar veren depremde,
Muradiye Camisi›nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab
ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı.
Emir Sultan Camii
Emir Sultan Camisi’nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler, Bursa kemerinin
en güzel örneklerindendir. İznik ve Bursa’da yapılan dört köşe pencerelerin etrafı çok defa
mukarnaslarla işlenerek, üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirildi.
106
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Sivil Mimari
Orhan Bey’in Bursa’yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde,
süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda
olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin
belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında bulunurdu. On dokuz ve
yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür
mirasına sahip olmasını sağladı.
Bursa da yaşam ise işte şu şekildeydi. Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri
oldu. Nüfusunu tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya
da topluluklar renklendirdi. Orta Asya’dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç
yoğunluğu yarattılar kentte. Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı.
Ortaçağ’dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora’nın fethiyle
Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi.
İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya’daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed
tarafından 1461’de İstanbul’da kurulan Ermeni Patrikhanesi’ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik
seçildi. Yahudi ve Rumlar’a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri
de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu’da yaşayan Ermeniler Bursa’ya
yoğun olarak göç ettiler. Bursa’daki Ermeniler’in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı.
Vali Hacı İzzet Paşa›nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa’nın ilk gazetesi Hüdavendigar’ın
82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa’da M.Ö.
79 yılında Yahudiler’in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan
Orhan’ın, Bursa’yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile
birlikte kazandılar. Yahudiler’in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir
bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı›nda
işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya’daki Müslümanlar’ın büyük bir çoğunluğu da Bursa’ya göç
ettiler. Yalnızca Rusçuk’tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar’dı.
Kafkasya’dan gelenler Yıldırım, Kazan’dan gelenler Mollaarap, Kırım’dan gelenler ise Alacahırka’ya yerleştirildiler. Bursa’da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez
günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları
Çeribaşı’nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı.
Yirminci yüzyılın başında, Bursa’da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya,
İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran’ın konsoloslukları bulunmaktaydı.Bursa merkezde
çalışan diplomalı hekimlerin 5’i Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların
ise 4’ü Türk’tü.
Bursa’nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi.
Bu bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
107
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bursa’nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en
ünlüsü kebaptır. 1836’da Bursa’yı gezmeye giden Helmutvon Moltke, Türkiye Mektupları’nda
kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: “... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında,
kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu
sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap,
yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli
bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler’in
çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı
açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu. “
Sürgünler kenti
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış,
güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir
sürgünler kentine dönüşmüştü.
Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey’in sürgüne gönderilme hikayesi ibret
vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’la evlidir. Bir ara
hastalanan Naime Sultan’a, eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla “kakodilat” enjekte
eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte oturdukları sarayın
yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad’ın en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte
olduğu ve onunla evlenebilmek için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga
ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir. Tıpta bunun bir ilaç olarak da
kullanıldığı söylense bile Abdülhamid’i ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından
boşatılarak Bursa’ya sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey, Bursa’da
kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden
Mustafa Paşa adında bir Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli
birkaç subay Kemaleddin Bey’in kontrol altında tutulması görevini üstlenirler. Hepsi birlikte
aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça
vali bile gidip hatırını soramaz.
Bu sürgün ve Bursa’ya sürülmüş ünlü Fehim Paşa ile birlikte merkezde ve çevrede daha
başka sürgünler de vardı.
Bursa her açıdan olduğu gibi ticarette de gelişmiş bir yerdi.
Çarşılar
Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi’nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni
olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin
108
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı’nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı’nda; yorgancılar,
Gelincik Çarşısı’nda; hallaçlar ve terziler, Atpazarı’nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar,
Kapan Çarşısı’nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı’nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı
yakınında da ünlü Bursa baçakçıları bulunurdu.
Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı,
İpek Hanı, Koza Hanı Bursa’da ticaretin can damarlarıydılar.
İpek böcekçiliği
Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya’da zeytincilik gibi
pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek
böcekçiliği için biçilmiş kaftandı.
İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön
üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa’da
baş gösteren ve 1860’lı yıllarda da Bursa’ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf
böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor
duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından
çarenin Fransa’da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi. Böylece bir
müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı oldukları anlaşıldı.
2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi’nin evi
kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk
mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi’nin
evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı İpek Böcekçiliği
Enstitüsü oldu. Enstitü’nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi
konusunda Bursa’da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi.
Atkılı tezgahlarda dokuma
Osmanlı İmparatorluğu’nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi.
1850’lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa’daki benzerleri gibi kurulmuş
14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya’da da iki fabrika vardı. Bursa’da tül işleyen, saf
ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı.
Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve,
bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete
geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin
arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından
kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap.
Bursa, Bilecik ve Üsküdar’da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
109
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
du. Bursa’da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek
kumaşların, her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile
Bursa’dan kumaş satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları
Bursa kumaşlarıyla dolmuştu.
18. yy’da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa’nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti.
Bursa da birçok çeşitte okul bulunurdu. Bunlardan bazıları ise şunlardır;
Misyoner Okulu
1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera’da bir erkek lisesi
açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon’da da
okullar açıldı. Ders programları Batı’daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa
sürede kendini kabul ettirdi. Bursa’daki Amerikan Kız Okulu’nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun
1893 yılı ders programında birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca
veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce,
geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)’di.
Işıklar Askeri Lisesi
Okul 1845’de, Sultan Abdülmecid’in buyruğu ile bugünkü Heykel Meydanı’nın bulunduğu
yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen
bina, 10 Haziran 1892’de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894’de bu yapılara ikinci bina da
eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911’de hastane kısmı da eklendi. İşgalde Yunan
askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922’de Askeri İdadi adı ile yeniden
açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa’nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar
Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise, önceleri Aşıklar Tepesi
olduğu, giderek Işıklar’a dönüştüğü söylenmektedir.
Hamidiye Senayi Mektebi
10 nisan 1869 günü Filibos mahallesinde Türkmenoğlu Konağı’nda Senayi Mektebi
açıldı. Islahhane adı ile çağrılan bu okulda önceleri yalnızca dokumacılık öğretildi. İlk üretim
olarak jandarmalar için elbiselik kumaş dokundu. Daha sonra kunduracılığın öğretilmesi için
İstanbul’dan öğretim görevlileri ile birlikte yeni aletler getirildi. Giderek çalışmaları ile dikkat
çekmeye başlayan Hamidiye Senayi Mektebi’nin ders programlarına 1900’lü yıllardan sonra
Fransızca ve musiki dersleri de eklendi ve okulda bir bando kuruldu. 1906 yılında ise Hükümet
Caddesi’nde okulun bir satış mağazası açıldı. Okulu geliştirmek için neredeyse tüm Bursa halkı
seferber oldu. Piyango tertip edildi ve Atıcılar mevkisinde düzenlenecek hayvan pazarından
110
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
alınacak pazar resmi okula bırakıldı. 1906 yılında Bursalı Necip ve İstanbullu Mirat Efendiler,
Avrupa’da imal ettirdikleri sigara kağıtlarını Hamidiye Senayi Mektebi Sigara Kağıdı adı altında
satmak için ruhsat aldılar. Bu satışın tüm geliri de mektebe bırakılacaktı. Mektep ilk açıldığı
konakta iki yıl kaldıktan sonra Tophane semtine taşındı.
Ziraat Mektebi
Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar yetiştirmek
üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde Hüdavendigar
Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan
uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu.
1904 yılında, Mülkiye İdadisi’nde 325, Hamidiye Senayi Mektebinide 150, Ziraat Mektibinde
78 öğrenci okumaktaydı. 1905’de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha
sonra okul Darülmuallimin adını aldı.
Bursa’nın en önemli unsurlarından biride kaplıcalarıdır.Bursa’da ilk hamamın Romalılar
döneminde yapıldığı, Romalılar’ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan
anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken
Pythia’daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar
Bizanslılar döneminde daha da önem kazandılar.
Osmanlı geleneğinde kaplıcalar
Evliya Çelebi Bursa’nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa’nın ilk
kaplıca inşaatı, Jüstinyen’in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar’ın 1511’de iki kubbe
daha ilave ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul’daki tanınmış kişilerden ve büyük
elçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına
kadar pek çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa’ya gelirlerdi. Bursa valisi
Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm’in eşi Augusta’nın erkek
kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906’da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon’u
7 Haziran 1908’de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908›de ağırladı.
Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer
halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında:
Girenler içinde kalur
Suyun dökünse can bulur
Nicelere derman olur
Kaplıcası Bursa’nın diye tanımlanır.
Cumhuriyet Döneminde ise Bursa şu şekildeydi.8 Temmuz 1920’de Bursa’nın Yunanlılar
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
111
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
tarafından işgalinden sonra, 11 Eylül 1922’de yeniden Türk egemenliğine geçmiştir. 29 Ekim
1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte Bursa şehri kültür, sanayi ve tarım merkezi olarak
gelişmesini sürdürmüştür.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte planlama çalışmalarına başlanan şehirde, 1960’lı yıllardan
itibaren sanayinin önemi artmış, kentin nüfus ve kentsel gelişimi hızlı bir değişime uğramıştır.
Coğrafi konumu, tarımsal, ticari ve sanayi potansiyelinin yüksek oluşu kentin çekiciliğini her
dönem korumasını sağlamaktadır.
Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma, işsizlik,
suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok kentsel sorunu da doğurmuştur. Bu sorunlarla mücadele etmek için 1990’larda başlayan bir hareketle yerel, ulusal
ve uluslararası kaynaklardan yararlanarak içme suyu, kanalizasyon, ulaşım, eğitim, çevre
kirliliği, güvenlik, sağlık ve istihdam gibi konularda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır.
Sivil toplum örgütleri, özel sektör, üniversite ve vatandaşların giderek artan duyarlığına
cevap verebilmek için yeni parklar, binalar, kültür merkezleri, çevresel yatırımlar ve kentsel
düzenlemeler yapılmaktadır.
1 Ekim 1925’te temeli atılan Bursa Dokumacılık Fabrikası (İpekiş) 1927 yılında hizmete
açılmıştır. İpekiş, Kültürpark’ın bitişiğinde 32 dönüm arazi içinde, tarihi binalarıyla müze
gibi bir kuruluştur. Bursa yöresinde koza üretiminin ve ipekböcekçiliğinin teşviki amacıyla
Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla İş Bankası tarafından yaptırılmıştır. 1940’larda Yün-iş
ile birleşen İpekiş, 1991’de özelleştirilmiştir. Tarman Grup adlı özel sermaye grubu tarafından
işletilmektedir.
1933 – 1937 yılları arasında uygulanan 1. Beş Yıllık Sanayi Planı’nda tekstil, kendir-kesen,
demir-çelik, porselen-çini, klor, suni ipek, selüloz ve kağıt tesisleri, şeker, süngercilik ve gül
sanayileri gibi alanlar yer almıştır. Bu kapsamda, 1938 yılında Bursa Merinos Fabrikası ve
Gemlik Sunğipek Fabrikası kurulmuştur.
Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası, Türk ekonomi tarihinin simgelerinden birisi haline gelmiş tekstil fabrikasıdır. İsmet İnönü tarafından 28 Kasım 1935’te temeli
atılan fabrika 2 Şubat 1938 günü Atatürk tarafından işletmeye açılmış ve Türk sanayisinin en
büyük fabrikalarından birisi olmuştur. Ülke tekstilinde Sümerbank iplik üniversitesi olarak
tanımlanırken, Merinos’a da Yünlü Fakültesi yakıştırması yapılmıştır. Kapatılana kadar Türk
Silahlı Kuvvetleri için giysi üretimi yapmaya devam eden Merinos, 2004 yılında Özelleştirme
Yüksek Kurulu tarafından kapatılmıştır. 2004 yılında fabrikanın arazisi ve üzerindeki gayri
menkuller Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir.
1935 yılında Gemlik’te temeli atılan ve 1938 yılında hizmete açılan SunğipekViskon ve
Selefon Fabrikası, zamanla teknolojinin eskimesi sonucu üretimini durdurmuş, 1997 yılında
özelleştirme kapsamında Sümer Holding bünyesinde satışa sunulmuş, 1998’de Tekel’e devredilmiştir. 2002 yılında da, 293 dönümlük arazisi Uludağ Üniversitesi’ne devredilmiştir. 2006
112
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
yılında, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın katkılarıyla Gemlik Asım Kocabıyık Meslek
Yüksekokulu olarak faaliyet göstermeye başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde ulaşım ağı da yaygınlaştırılmış, yabancı şirketilerin yönetiminde
bulunan demiryolları devletleştirilmiş ve yeni demiryolları yapılmıştır. Bu kapsamda, 1931
yılında Mudanya – Bursa hattı, satınalma yolu ile devletleştirilmiştir.
Bu bilgiler doğrultusunda yaşadığım bu güzel şehir ile ilgilibir miktar sizleri bilgilendirip
ilginizi çekebilmişimdir umarım.
KAYNAKÇA
Yurt Ansiklopedisi
Şehirlerin Sultanı Bursa,İlhan Yardımcı, Uludağ Yayınları,İstanbul,2003
Çarşının Öyküsü/Bursa Araştırme Merkezi/Haziran 2010-İstanbul
Bursa İli Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Eğitim,Bursa ,Ekim1998
Bursa Mektepleri, Mefail Hızlı, Bursa,1999
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
113
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
M. Mustafa ERDOĞDU
BTSO Ali Osman Sönmez Sosyal Bilimler Lisesi
10-B / 76
ERGENEKON’UN EMANETİ: NEVRUZ Tabiatı, hayatının merkezi yapan ve toprağı “dört ana unsur”dan sayan Türk’ün düşünce
sisteminde Nevruz, doğuş, diriliş anlamına gelir. Türk dünyasının tamamında yaygın olarak
kutlanan Nevruz törenleri bahara duyulan özlemi anlattığı kadar, bir takvim değişikliğini de
ifade eder. Bu takvime göre yılların ve ayların adları, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiş
ve yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkati çeken husus, “baharın başladığı zaman”dır. Türkler, bu takvim değişikliğini
“toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmişler; “varoluş ve diriliş günü” şeklinde algılamışlardır.
Böylece Nevruzu yaratılış felsefesi diyebileceğimiz manevî bir kimlikle donatmışlardır. Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana
gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve
güneşin koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür. Hayvancılıkla, tarımla
uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden dirilişin
sembolleşen başlangıcı olan, gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın uyandığı ve dolayısıyla
üremenin başlangıcı olarak kabul edilen 21 Mart tarihi pek çok takvimde ve kültürde yılbaşı
olarak kabul edilip kutlanmıştır. Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden
Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir.
İslâmiyet’i kabul etmiş olan Türk topluluklarında bu törenler, dinî öğreti ile çatışmamak için,
sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi âdetlerden biri olarak devam ede gelmiş, “yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma, uyanma, dirilme” gibi nitelikleriyle günümüze bütün bir Türk
dünyasının ortak kültür mirası olarak intikal etmeyi başarmıştır. En eski Türk âdetlerinden,
bayramlarından biri olduğu bilinen Nevruz, kültürel iletişimin bir gereği ve sonucu olarak çeşitli
kültür çevrelerinde farklı anlamlara gelmekte, farklı isimlerle anılmakta ve kutlanmaktadır.
Çeşitli kaynaklardan hareketle bu isimlerden tespit edebildiklerimiz şunlardır: Nevruz, Navruz,
Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Navrız, Nevruz Sultan, Sultan Nevruz, Navrez,
Nevris, Naorus, Nauruz, Nöruz, Nävroz, Nävruz, Novruz, Noruz, Novroz, Navrıs Oyıx, Nevruz Norus,
Ulustın Ulu Küni, (Ulusun Ulu Günü), Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çagan, Babu Marta, Kürklü
Marta, İlkyaz Yortusu, Yengi Kün,(Yeni Gün), Yeni Yıl, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Mart Kırma,
114
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Mart Dutması, Mart Bozması, Yılbaşı Tutmak, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh
Bayramı, Altay Ködürgeni, Çılgayak, Yılsırtı, Bereket Bayramı, Nevruz Çiçeği, Bahar Bayramı,
Yörük Bayramı, Mevris, Yumurta Bayramı, Döldökümü, Yılbaşı Tutmak, Yıl Yenilendi, Kırklar
Bayramı, Kıs Bitti Bayramı. Nevruz günümüze kadar çeşitli efsanelerle örülerek değişik biçimler almıştır. Buna göre Nevruz: · Güneşin Koç burcuna girdiği gün, · Tanrının insanı ve evreni yarattığı gün, · Hz. Âdem’in yaratıldığı çamurun yoğurulduğu gün, · Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra, Arafat’ta buluştukları gün, · Hz. Nuh’un gemisinden inip karaya ayak bastığı gün, · Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığı gün, · Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrıldığı gün, · Bir yunus balığı tarafından yutulan Yunus Peygamber’in karaya çıktığı gün
olarak rivayet edilir. Alevi-Bektaşilere göre Nevruz: · Hz. Ali’nin doğduğu gün, · Hz. Ali’nin Fatma’yla evlendiği gün, · Hz. Ali’nin Hz. Muhammed tarafından halife ilan edildiği gün olarak kutlanır. Toprağın kış mevsiminde yattığı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz ile yeniden dirilişi,
Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer
adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları
arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan
güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han’ın
Secere-i Türkî’sinde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî
olayların bir yankısıdır. Secere-i Türkî’de bu olay söyle anlatılır: “(…)İlhan’ın oğulları bu muharebede ölmüşlerdi,
ancak en küçüğü olan Kıyan kalmıştı. Kıyan o sene evlenmişti. (…) Nüküz de henüz o sene
evlenmişti. Bunların ikisi de aynı bölükten olan iki adama düşmüşlerdi. Muharebeden on gün
sonra bir gece atlanıp karılarıyla beraber kaçtılar. Muharebeden evvel ordu kurdukları yere
geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört türlü mal (deve, at, öküz ve koyun) buldular. Hasbıhâl
edip dediler ki: “Burada kalsak, bir gün olur düşmanlarımız bizi bulurlar, bir kabileye gitsek,
etrafımız hep düşman kabilelerdir; iyisi dağlar arasında kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir
yere gidip oturalım.” Sürülerini sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yabanî koyunların yürüdükleri
bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp diğer yanına
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
115
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
indiler. Oraları iyice muayene ettiler, gördüler ki geldikleri yoldan başka yol yoktur ve o yol da
öyle bir yol ki bir deve ve bir keçi bin güçlükle yürüyebilirdi; eğer biraz ayağı sürçse düşer parça
parça olurdu. Vardıkları yer geniş ve bir nihayetsiz ülke idi; içinde akarsular, membalar, türlü
otlar, çayırlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. Bunu görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar.
Kısın mallarının etini yer, derilerini giyerler, yazın sütünü içerlerdi. Oraya (Ergenekon) adını
verdiler. ‘Ergene’nin manası ‘bir dağın kemeri’, ‘kon’un manası ‘dik’tir; orası dağın kırı (dağın
en yüksek yeri) idi. Burada Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Kıyan’ın oğulları ötekininkinden
daha çok oldu. Kıyan’ın oğullarına, Kıyat; Nüküz’ün oğullarının bir kısmına Nüküzler, bir kısmına
da Dürlükin dediler. Kıyan diye dağdan şiddetle ve süratle inen sele derler. İlhan’ın oğlu güçlü
ve tez bir adam olduğundan ona bu ismi vermişlerdi. ‘Kıyat’, ‘Kıyan’ın cemidir. Bu iki kişinin
nesilleri uzun bir müddet Ergenekon’da kaldılar. Çoğaldıkça çoğaldılar. Kabileler meydana geldi.
(…) Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunun
üzerine kenkas (müzakere) ettiler ve“babalarımızdan işitirdik ki Ergenekon’un dışarısında geniş
ve güzel bir memleket varmış, atalarımız orada otururlarmış. Tatar bas olup baksa kabileleri
bizim urukumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrı’ya şükür, düşmandan korkarak dağda
kapanıp kalacak hâlde değiliz. Bir yol bulup bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşür,
düşman olanla güreşiriz” dediler. Herkes bu fikri beğenip yollar aradılar. Mümkün olup bir yol
bulamadılar. Bir demirci: “Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Zannedersem bir kattır.
Eğer onu eritirsek yol buluruz.” dedi. O yeri gidip gördüler ve demircinin sözünü münasip buldular.
Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi, bir sıra odun, bir sıra kömür olmak
üzere dağın böğründeki çatlağa istif ettiler. Dağın tepe ve diğer yanlarına da odun ve kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular; ateşleyip
hepsini birden körüklediler. Tanrı’nın kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol
açıldı. O ayı, o günü, o saati belleyip dışarı çıktılar. İste o gün Moğollarca bayram sayıldı. O
vakitten beri bu halas günü Moğollar bayram yaparlar. (…)Bu güne çok itibar edip: “Zindandan
çıkıp ata yurduna geldiğimiz gün” derler.” Nevruz, Türklerin tarih boyunca yaşattığı geleneksel bir bayramdır. Türklerin Nevruz
gelenekleri, Orta Asya-Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet çizgisinde ele alınırsa süreklilik gösterir.
Bugün Büyük Selçuklu Devleti’nin tarihi sınırları içinde bulunan Türkiye, İran, Afganistan,
Pakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Kazakistan’da Nevruz Bayramı
aynı coşku ile kutlanmaya devam etmektedir. Bu yönüyle Türk dünyasında binlerce yıldan beri
yaşayan bu gelenek Türklerin ortak kültür mirasıdır. Türklerin Nevruz gelenekleri ile ilgili olarak
tarihi kaynaklarda geniş bilgiler bulmak mümkündür. Bu kaynaklardan bazıları; AbulKasım
Firdevsi’nin Şehname, Kaşgarlı Mahmut’un Divân-ı Lügat’it Türk, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu
Bilig, Ömer Hayyam’ın Nevruzname, Hüca Ali Termizi’nin Nevruzname, Mevlana Lütfi’nin Gül
ve Nevruz, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk adlı eserleridir. XI. Yüzyılda yaşayan ünlü âlim
El-Biruni Nevruz’un yılbaşı olduğundan ve Türkler de dâhil bütün Asya toplulukları arasında
bayram olarak her yıl kutlandığından söz etmiştir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügat’it
Türk adlı eserinde, Nevruz’un yılbaşı olduğu belirtilmiştir. Türklerde bilinen en eski takvim 12
116
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Hayvanlı Türk Takvimi’dir. Bu takvimde yılbaşı 21 Mart, yani Nevruz’dur. Türklerin kullandığı
takvimlerden biri de Celali Takvim’dir. Takvim-i Celalî’de sene başı ve ilkbahar başlangıcı olan
bu gün, Rumî Takvime göre 9 Mart’a denk gelmekte ve Nevruz olarak kabul edilmektedir.
Selçuklularda eğlenceler düzenlendiği, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği ve özel
hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Nevruza hazırlık genel temizlikle başlar. Evlerin etrafı temizlenir, içi ve dışı badanalanır,
halılar ve kilimler yıkanır. Aile üyelerine yeni elbise, alınır. Akrabalara hediye alınır. Bayrama
birkaç gün kala tatlıların yapımına başlanır. Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun hazırlanır. Nevruz kutlamalarında mezar ziyareti önemli bir gelenektir, eski Türklerdeki yuğ törenlerinin izlerini taşımaktadır ve bunların devamı niteliğindedir. Azerbaycan, Türkistan ve diğer
yörelerde hâlâ nevruzda yapılan bu gelenek, ölmüşlerin mezarını ziyaret etmek, mezar üzerine
şeker ve tatlı bırakmak, Yasin okumak, ağıt söyleyip ağlamak, mezarların etrafını temizlemek,
bazı yörelerde de mezarlıkta kahve içmek ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir. Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde ateşle ilgili pratikler
bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada
“Ağırlığım, uğurluğum sende kalsın”, “kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların
edilmesidir. İnanışa göre nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca
hastalanmaz. Bir diğer pratik, hayvanları ateş üzerinden atlatmak veya iki ateş arasından
geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları,
kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Nevruz kutlamalarının en önemli özelliği yardımlaşma, sevgi ve şefkat bayramı olmasıdır.
Bayramdan önce fakir, hasta ve zor durumda olan kişilere para, giyecek yardımı yapılır ve
bayram günü yapılan bayram aşından pay verilir. Yardımlar sırasında insanları kırmamaya
dikkat edilir. Manisa’nın ünlü “mesir bayramı” da Nevruz günü kutlanan bir bayramdır. Nevruz
günü, türlü otlardan ve çiçeklerden alınmış maddelerle yapılmış ve kâğıtlara sarılmış küçük
macun parçalarının minareden atılması ve aşağıda toplanmış halkın, şifalı saydığı bu macunları
kapışması törenin en önemli bölümü sayılır. Osmanlılarda Nevruz geleneği hemen her dönemde yaşatılmıştır. 21 Mart Osmanlılarda
Nevruz-u Sultani veya sadece Nevruz olarak adlandırılmıştır. Gerek sarayda, gerekse halk
arasında Nevruz coşkuyla kutlanmıştır. Nevruz günü Nevrûziye denilen bir macun veya tatlı
yemek adet olmuştur. Sarayda hekimbaşı misk, anber, türlü baharat ve kokulu otlar ilavesi
ile hazırladığı macunu porselenden yapılmış kapaklı kâseler içinde Padişaha akşamdan
takdim eder ve kendisine hil’at giydirilirdi. Nevrûziye, kadın efendilere, sultanlara ve mühim
şahsiyetlere de verilir ve bu macundan yemenin şifa verdiğine inanılırdı. Nevruz münasebeti
ile sadrazam, Padişaha donanmış atlar, değerli taşlarla süslenmiş silahlar ve pahalı kumaşlar
gibi hediyeler verir, bunlara Nevrûziye Pişkesi denilirdi. Osmanlı kanunnamelerinde verginin ilk
taksitinin alındığı zaman olarak Nevruz seçilmiş, resmin nısfı Nevruz-ı Sultani’de ve nısf-ı aharı
son güz ayının evvelinde alına hükmü yer almıştır. XVII. Yüzyıldan itibaren Resm-i Nevrûziye
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
117
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
adıyla yeni bir vergi alınmıştır. Ayrıca savaş için asker toplanması, memurların maaşlarının
ödenmesi ve vazifelerinin başlangıcı olarak Mart ayının seçildiği görülmektedir. Nevruz,
Osmanlı’nın son dönemlerine kadar kutlanmıştır. Kazakistan Türkleri, Nevruz Bayramı’nı SSCB tarafından yasaklandığı 1930 yılına kadar
Ulustın Ulıy Künü, yani Ulusun Ulu Günü, deyimi ile adlandırmışlardır. Kazaklar, 1929 yılına
kadar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazaklar ister dini mahiyette olsun, ister mahalli
geleneklerden kaynaklansın bütün bayramları 4 gün süreyle kutlamaktadırlar. Nevruz Bayramı
dolayısıyla evler baştanbaşa temizlenir, badana edilir. Yemekler yapılarak büyük ziyafetler
verilir. Meydanda yakılan ateşler üzerinden atlanır. Tanrı’dan yeni yılla ilgili iyi dileklerde bulunur, küskünler barışır, toplumda birlik ve beraberlik hâkim olur. Kazak Türkleri, Kazakistan
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra 1991 yılından itibaren tekrar bu güne
Ulusun Ulu Günü ifadesiyle milli bayram ilan etmişlerdir. Kırgız Türkleri yeni yıla Nevruz Şenlikleri ile başlar. 22 Mart günü yeni yılın Başay denilen
ilk ayının birinci günüdür. Nevruz’da Kırgızlar yedi gün önceden bayram temizliklerine başlar,
insanlar da yıkanıp, Nevruz’da en güzel bayramlık elbiselerini giyerler. Nevruz akşamı avlu
yakınında ateş yakılır ve bütün insanlar yaşlı-genç demeden ateşten atlarlar. Ateşten atlama;
insanların ruhlarını, niyetlerini temizleyerek yeni yıla arınmış olarak girme düşüncesini ifade eder. Özbekistan’da Nevruz, özel mesire yerleri ve vadilerde kutlanır. Zurnalar çalan davetçiler
insanları bayrama davet eder. Nevruz günü âşıklar Özbek Türklerinin güzel destanlarını
söylerler. Bir taraftan halk oyunları oynanırken, bir taraftan da pehlivanlar güreş tutuşur.
Büyük kazanlarda özenle hazırlanan yemekler davetlilere sunulur. Tüm halkın katılımıyla 21
Mart’ta başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını
kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hazırlattığı özel kararname ile 21
Mart Nevruz Bayramı olarak belirlendi. Azerbaycan’da halk, Nevruz’a birkaç hafta kala her Çarşamba akşam şenlikleri düzenler.
Ateşler yakılır, evler temizlenir ve insanlar tepeden tırnağa yeni elbiselerini giyerler. Mumlar
yakılır, Nevruz Şekerleri hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu dökülür. Gecelerde ateş oyunları
oynanır. İnsanlar ateş üzerinden atlayarak, kışın tüm belalarından korunduklarına inanırlar.
Azerbaycan’da Nevruz kutlamalarında Han Bezeme denilen bir oyun oynanır. Bu oyun gereği;
beceriklilik, zekâ, tedbirli olma, iş bilirlik gibi vasıflara sahip bir kimse Hükümdar seçilir.
Geleneğe göre, Nevruz süresince, hükümdarın emriyle dargınlar barıştırılır, toplumda birlik ve
beraberlik sağlanmaya çalışılır. Ülkemizde her yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda bir çocuğun iktidara çıkması, bir gün süreyle ülkeyi yönetmesinin Azeri geleneğiyle
oldukça benzeştiği görülmektedir. Türkmenistan’da Nevruz Bayramı, halk arasında Oğuz Bayramı olarak geçmektedir. Nevruz gecesi, Oğuz gecesi olarak adlandırılır, milli oyunlarla meşgul olan Türkmen kızları da bu
gecede türküler söyler. Türkmenistan’da Nevruz için oldukça geniş bir sofra hazırlanır. Nevruz
118
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
için, Türkmen çöreği, Türkmen petiri, külce, yağlı börek, şekşeke ve Türkmen pilavı hazırlanır.
Nevruz’un en özel yemeği ise semeni’dir. Birkaç aile birleşip büyük bir kazanda buğday özüne
un, su ve şeker ekleyerek Semeni yaparlar. Kıbrıs Türklerinde Nevruz geleneği neredeyse unutulmuş gibidir. Kıbrıs’ta Nevruz, Mart
Dokuzu ismiyle bilinmektedir. Bu ismin hikâyesi şöyledir: Larnaka kazasına bağlı Alaminyo
köyünün beyi senede bir, o da Mart’ın dokuzunda şölen düzenler, halkını tıka basa doyururmuş.
Bey ölünce şenlik günü unutulmamış. Her Mart’ın dokuzunda Alaminyo ve civarındaki Türkler
ailece kıra çıkar, hazırladıkları yiyecekleri yerler. Böylece Mart Dokuzu geleneğini devam ettirirler.
Kıbrıs Türkleri arasında, bu geleneği yaşatmaya çalışan bazı ailelerin Nevruz günü doğan kız
çocuklarına Nevruz adını verdikleri bilinmektedir Osmanlı devrinde yapılan Nevruz kutlamaları Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak
devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gösterilmeye başlanan bu hassasiyet;
Osmanlı döneminde su veya bu sebepten dolayı ihmal edilmiş Türk insanına kendi kültürel
kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırma gayretidir. Atatürk, bu sürecin öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün
olacağı inancındadır. Kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete çağdaş olma
yolunu açmak daha da kolaydır. Atatürk, sahip olduğu tarihi birikim ile yüzyılların getirdiği koşulları ve içinde bulunduğu
dünyanın gerçeklerini değerlendirerek; Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasî ilke, millî siyasettir diyerek yeni Türk devletinde uygulanacak siyasetin niteliğini belirtir.
Ona göre: Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle millî bir
siyaset izlemesi gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yılları Türkiye’de milli bir kimlik oluşturma
süreci idi. Bu süreçte Türk tarihi ve kültürü üzerinde önemle durulur, milli bir tarih ve milli bir
kimlik oluşturulmaya çalışılır. Atatürk, Türk tarihi ve kültürü ile ilgili çalışmalara önem verir ve destekler. Türklerin en eski
geleneklerinden biri olan Nevruz’da bu doğrultuda ele alınır. Ankara’da Meclis’in açılışından
sonra Nevruz Bayramı her yıl resmi törenlerle kutlanır. 1921’de ve ertesi yıl Mart ayında Nevruz
geleneğini yaşatmak için, öğrencilerin, halkın ve devlet erkânının katılımıyla törenler düzenlenir.
Dönemin aydınları ve siyasetçileri de Nevruzu Milli Mücadele ile özdeşleştirmeye çalışırlar.
23 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Besim Atalay’ın kaleme aldığı makalede
bu durum şöyle açıklanır; Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice, bizim bugünkü
millî mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk
soyunun, bugün de kendi varlığına kastedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin
edeceğine ve Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim.
Yine 23 Mart 1922 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Resm-i Geçid” başlığı altında Nevruz
kutlamaları ile ilgili haberler yer alır. Yine bu dönemde Behçet Kemal Çağlar tarafından kaleme alınan Ergenekon isimli piyeste
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
119
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
de Ergenekon ile Millî Mücadele arasında benzer bir ilişki kurulur: “Behçet Kemal Çağlar,
dönemin tarih ve Türklük anlayışına uygun olarak kaleme aldığı, Ergenekon, Çoban ve Attila
isimli oyunlarında, Türk tarihinin uzak dönemlerine gider. Bunlardan ilki Ergenekon piyesidir.
Behçet Kemal bu manzum oyunuyla, Türk milletini uygarlığın kurucusu olarak takdim eder.
Yazar, ozanın ağzından Türk milletini söyle anlatır: “(…) Hey Rab! Çıkmam gerekti arsındaki kürsüne Madem ki ilk demiri koymuştu Türk örsüne Madem ki ilk kıvılcım sıçramıştı toprağa Hacet yoktu bir yeni büyüklük yaratmaya Doldurunca bir demir sapı Türkün elini Yere diktin demekti etten bir heykelini … Ne çok gecikecekti insan olmakta insan Olmasa Türk ilk seven, ilk inanan, ilk yazan…” Başta tiyatro olmak üzere, bütün edebî türlerde Genç Kalemler hareketiyle başlayan
Türk tarihine yönelişin, Cumhuriyetle hız kazandığı görülmektedir. Bütün bunlar, yeni kurulan
millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir. Buna kısaca “öze
dönme” de diyebiliriz. Nevruz’u tarihsel gelişimi ve kutlanma şekilleriyle ele aldığımızda, Türk kültür ve tarihinin
temel taşlardan birini oluşturduğunu görürüz. Kardeşliğin, yardımlaşmanın sembolü olan
Nevruz Bayramı, Ata yadigârı Türkistan’dan kalan bir mirastır. Nevruz Bayramı’nın amacı,
Türkleri ortak bir payda altında toplamak, milli kültürü ve tarihi korumak, sevgi ve bereketi
aşılamaktır. Asırlar boyu şenlikler yapılarak kutlanan Nevruz, Türk toplumunu toparlayıcı ve
birleştirici bir etken olmuştur. KAYNAKÇA: *UCA, Alaattin (2007), “Türk Toplumunda Nevruz-II”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 33: 151-171. *TÜRKDOĞAN, Orhan (1996), “Eski Bir Kültür Kodu Olarak Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 100: 23-38. *ŞENGÜL, Abdullah,”Türk Kültüründe Nevruz Metehan’dan Atatürk’e”,Sosyal Bilimler Dergisi, 161-169. *GENÇ, Reşat (1997), “Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz”, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, Sayı 12: 1-9. 120
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
121
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
İbrahim ŞAŞMA
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Üniversite
1.si
KADİM KENTLER ATLASI
I-GÖNÜL GÖZÜYLE BURSA
Ey şehir öğret bana;
Mavi nedir, yeşil nedir?
Ben ki düğme deliklerinden bakarken siyah beyaz bir cihana,
Gönlüm ondan harabe, düşlerim o yüzden hep köhnedir.
Ey şehir öğret bana.
Kim örer bu dağların saçlarını?
Yaşlı bir çınar nasıl şiir yazar, bana okumasını öğret.
Giydikçe kâinat tezgâhından çıkma mavi libasını;
Bana da, bana da renkleri eğirmeyi, ardından dokumasını öğret.
Muhabbet hokkasına batan divitin,
Yazdığı en müstesna şiirsin.
Sen sevdasın ey şehir.
Sen bir aşka dairsin.
Bir ara kendini şehir, sende çok şey bulursun.
Yusuf yüzlüsün sen, sevene Leyla olursun.
Sen ki gönüller üstüne vurulmuş aşk mührü,
Fatihçe bir tuğrasın.
Züleyha kadar güzelsin. Kâh Hürremsin kâh Mihri.
Söyle de bahara bir gün bize de uğrasın
Zamanda ve mekânda tekrar yoktur. Bir şehir var ki, her gittiğinde sanki ilk kez görüyormuş
hissine kapılır insan. Sabahın çiy kokusundan akşam serinliğinin toprak kokusuna kadar huzur
verir insana o şehir ve adeta başka bir boyuta götürür ziyaretçisini. Her taraf tablo ve her yer
fotoğraf olur bu topraklarda. Kimi zaman sürekli fotoğraf çekerken bile tabiatın kendisini
122
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
kaçırdığı olur insanın. Sonuçta kadraja sıkıştırdığınız genel anlamda görünenin tırnak ucudur.
Bursa binlerce yıllık medeniyetlerin özüdür, özetidir. Bu şehrin bütün mahalleleri, bütün sokakları zengin bir tarihi saklar kucağında, kendi hallerince, kendi kavillerince. Bursa ait olduğu
medeniyetin en yalın aynasıdır. Üzerinde yaşamış ve halen yaşayan bütün insanların dini, dili,
kültürü, entelektüel seviyesi Bursa’nın dokusuna bir nakış gibi işlenmiştir. Bursa her mevsim
güneşin, ayın ve yıldızların altındadır. Hiçbir mevsim güzelliğinden ödün verdirmez bu şehre.
Bütün mevsimlerde güzelliği bakidir Bursa’nın. Bu şehrin ruhunu hiçbir taş yapı hapsedememiştir. Aksine bu şehrin gövdesindeki her taş yapı şehrin o mistik atmosferine bürünmüştür.
Şehrin tarihi şehre sığmayacak kadar büyüktür. Ve bu büyük tarih Bursa’nın binlerce yıllık
geçmişi boyunca omuzlarında taşıdığı en kutlu yüktür. Bursa, sevenlerinin kalbinde aşka
doğru yapılan bir hicrettir. Bir Uhuttur. Bir Bedir. Bursa, insanlığa yüzyılların rüyasını gelecek
hayalleri içinde sunan, sokak ve caddelerle yazılmış birer kitabedir. Bursa’yı sevmek, bu şehri
görüp anlayabilmek, ecdadın o uzun seyir defterini bu kitabeden okuyabilmek demektir. Bu
kitabeyi okuyabilen kişi ruhunu Bursa’nın ruhu ile kavuşturmuş, susuzluğunu o şehrin serin
sularıyla dindirmiş demektir.
Bursa yaşadığı şehre sevdalı olan insanların kentidir. Bu şehir tarihi dokusu, eşi benzeri
daha olmayan kültürel birikimi ve geçmiş medeniyetlerin bıraktığı zengin mirasıyla bütün insanları kendisine âşık etmesini bilmiştir. Bursa, Türk ve İslam mimarîsinin mührünün vurulduğu
bir kenttir. Buram buram tarih kokan bu şehir, medeniyetlerin mirası olan mimari sadeliği ile
her adımda insanı kucaklar. Başkent asaletini bugün bile üzerinde taşıyan Bursa büyük şehrin
imkânlarını küçük şehrin huzuru ile çok ölçülü bir şekilde harmanlamıştır. Şehir ruh sahibi bir
şehirdir ki, ruhu olan şehirlerin çağırısı da kudret ihtiva eder. Bursa yeryüzünde ruhu olan çok
özel şehirlerden birisidir. Şehir her anıyla, her duruşuyla, her taşıyla, her binasıyla insanlara
bir şeyler fısıldamakta, bir şeyler anlatmaktadır. Bu şehrin uhrevi seslenişine kulak verenler,
gönüllerini de bu şehre vermekten geri duramaz nedense. Bu kentte mekânların tarihi, iklimi,
kokusu, o mistik havası insanı kendine çeker durur. Benzer ruhlar arasında nazenin bir çağrı
ve bu ince bekleyişe uyma sözü farkına bile varılmadan verilir. Sevdalı gönüller burada bulur
aradığı sükûneti, burada olgunlaşır. Ecdat bir medeniyetin estetik çerçevesinde resmigeçit
yapar şehrin sokaklarında. Bursa’da bütün satırlar ovalara sinmiştir. Duygular olanca sadeliği
ile mahalle aralarına serpiştirilmiştir. Görebilmek meseledir. Çekip çıkarabilmektir aslolan! Hal
böyle olunca Bursa tadını çıkarır sevdaların. Bütün âşıkları için Bursa’da zaman biraz daha
yavaş akmalıydı onu anlamak için, onu yaşayabilmek için. Yeşil Cami’nin içinde ziyaretçilerinin
diz çöküp vecde gelmesini bekler Bursa. Son cemaat yerinden camiye doğru adım attığınızda
içerideki pozitif enerji insanı çepeçevre kuşatır, sarar sarmalar ve adeta “Kal burda biraz, diz
çök şu köşeye ve ahvalini düşün” dercesine yakana yapışır. Bu minvalde insan kendisini çok
özel hisseder o mekânda. O ses, o kadar samimi ki; senin için asırlardır buradayım der insana.
Tophane sırtlarından ufka doğru baktıkça rabbinden bu toprakları bir kaz daha görebilmek
adına icazet istemesini duymak ister. Bursa büyüktür zamanın nazarında. Ve zamana sığmaz
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
123
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
bursa. Buna da şükür derken insan, zaman bir parmak bal sürer sevdayla bakan gözlere.
Bembeyaz örtüsüyle kış, erguvan rengiyle bahar, çınar gölgelerinde yaz ve çılgın renkleriyle
güz fotoğrafları, Bursa’nın her mevsim güzel ve her mevsim yaşanılası olduğunu kanıtlar. Bu
şehrin kapısını çalan Bursa’dan ayrılırken şehri de alır götürür yüreğinde. Yüreğinin bir parçası
da bu şehirde kalır haliyle. Bursa’yı yaşamak unutmaya yüz tuttuğumuz şanlı tarihimize olan
borcumuzu ödemektir bir nevi.
Bursa kimliğimizin, milliyetimizin ve şanlı tarihimizin kaynağıdır. Özellikle kuruluş devrinde
Bursa’nın üstlenmiş olduğu görevler ve şehrin stratejik konumu devrin Türk-İslam düşüncesiyle
mayalanma sürecini olumlu ve güçlü bir şekilde etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebebeği olarak addedilen Bursa kuruluş devrinden itibaren dinî, mimarî ve kültürel yönden
tam bir olgunluğa kavuşmuştur. Bu süreç içerisinde kültürün üretildiği mekân olma vasfını
elde etmiştir. Bursa da tarih medeniyet kültür hemhal olmuş ve kristalize bir hâl almıştır.
Bu yüzden bu şehirde olan her şeyin üzeri bir efsunla kaplıdır. Öyle sanıyorum ki bu efsunu
sadece içinde ona ait ipucu taşıyanlar idrak edebilir. Bursa’nın ruhuyla seslendiği ruhlar, şanlı
tarihimizin yeşil başkentini anlayabiliyor. Amacı, bahanesi aşk olanlar geliyor, aşkı buluyor,
aşkı yaşıyor. Aşkın, cana can katan deryasına bir katre olarak karışıyor, Ulu Cami’de okunan
ezan sesinde kanatlanarak sonsuz nura, ona yöneliyor. Bu efsundan bihaber gezenlerse bu
deryadan nasiplenemeyen bir yolcu olmaktan öteye gidemiyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti olan Bursa 1326 yılından 1365 yılına kadar tam
olarak 39 sene başkent kalmanın yanında, Osmanlı Cihan Devleti’ne kaynaklık etmiş, Oğuz
Kağan’dan günümüze kadar varlığını sürdüren “Türk derin devleti” (Devlet-i ebed-müddet)
anlayışının bir tezahürü olarak da Türkiye Cumhuriyeti’ne ışık olmuştur. Bu şehirde her şey
konuşur. Dağlar konuşur, taşlar konuşur, Osman Bey’in türbesi, Yeşil Türbe ve Yeşil Türbe’nin
çıkışındaki mezarlıklar konuşur. Ulu Camii’nin ortasında lülelerinden tarih akıtan çeşme
konuşur. Kapalı Çarşının dolambaç gibi içice geçmiş koridorları boyunca uzanan dükkânları,
Kozahan’ın bahçesine konan güvercinler konuşur. Yeşil Camii’nin girişindeki yeşil mozaikler
konuşur. Ulu çınarları, çinileri ve yeşilin bin bir tonunun bezendiği Bursa konuşur nihayetinde.
Bu şehirde her şey herkes bir tarihi ve kutlu bir geçmişi anlatır kendi halince ve kendi ahvalince.
Bursa Ulu Cami’ye mutlak bir manevi huzurun kaynağıdır İnsan bu ortamda ister istemez
manevi bir iklimin etkisi altına girer. Yürek kavrulmaya, gözler yağmaya meyillidir. Bursa’da
aşka düşen yürekler Emir Sultanın, Hazreti Üftâde’nin, Somuncu Babanın ve Süleyman Çelebi
hazretlerinin ayak izlerini arar. Buradaki o mistik, o kutlu bir hava ve tarih, çepeçevre kuşatır
insanı. Uludağ’ın eteklerinde neredeyse her sokakta yer alan camileri ve türbeleriyle ve Kuruluş Dönemi Osmanlı’sının ilk altı padişahını bağrında misafir etmesiyle, bir Osmanlı şehri
olduğunu kendisini gören herkese hissettirir. Bursa muayyen bir devrin malı olan bir şehirdir.
Fetihten 1453 yılına kadar geçen yaklaşık bir buçuk asır sade, bütünüyle ve iliklerine kadar
bir Türk şehri olarak kalmasına kâfi gelmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini hiç de124
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ğişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Bursa şehri bütünüyle tarih kokan zengin bir medeniyetin
başkentidir. Ülkemizde İstanbul’dan sonra tarihi eser potansiyeli açısından en zengin ikinci il
Bursa’dır. Bursa, Osmanlı Türklerinin Selçuklu devri sanat ve mimarisine yeni bir şekil, yeni bir
bakış kazandırdıkları bir mimarinin bol olduğu bir başkenttir. Türklerin, Bursa’daki eserleri göz
önüne getirildiğinde; çinicilik, ağaç oymacılığı ve duvarlardaki nakışçılıkta çok ileri bir sanata
ulaştıkları görülmektedir.
Tarih boyu Anadolu’nun bağrından insanlığa yön vermiş, ışık ve sevda olmuş bilge şahsiyetler bu şehirlerde doğar. Zaman bu bilge şahsiyetlerinin ışığında akar. Ve zaman bu bilge
şahsiyetleri maziden atiye asalet ve gönül bayrağı olarak insanlığın varlık burcuna sarsılmaz
ve yıkılmaz bir gönder kabulüyle yollar. Yeşil Bursa, tarihi şahsiyetleri ile de dikkatleri üzerine
çeken bir şehirdir. Karacabey, Geyikli Baba, Bursalı Mehmet Tahir, Eşrefoğlu Rumi, Gazi Ahmet
Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, İsmail Hakkı Bursevi, Üftade Mehmet Muhyiddin, Vani Mehmet
Efendi ve İstanbul’un fethinde surlara Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan zora ve çileye
talip olanların şehri Bursa’da karar kılmışlardır. Adını tarihten, tadını coğrafyasından, umudunu
insanlarından alan tarih kültür ve sevda kenti Bursa evliyalar secdegahıdır. Erenlerin yatağı,
Osmanlı Sultanlarının sevda otağıdır. Server sığınağıdır. Tek olan kenttir. Gönül gözümde
yek olan kenttir. Bursa’nın sevdalıları Yeşil Camide namaz kılarken, Umur Bey Hazretlerine
uğramış bakir kalpler boğulmaz karanlık denizlerde. Yusuf yüzlüdür Bursa. Leyla olur sevmesini bilene. Gören âşık olur cemaline ve kaybolan onca güzelliğine rağmen bir kez gören bir
daha çıkaramaz hatırından. Bir ışık denizidir o. Ve şehrin güzelliğine tanık olanlara bu ışığın
etrafında pervane olmak düşer.
II-TARİHİN GÖZLERİNDE BURSA
Uygarlıkların beşiği olarak addedilen Bursa konumu ve bereketli topraklarıyla çok eski
çağlardan beri değişik yerleşimlere sahne olmuştur. Şehrin bulunduğu alanın ve Asya ile Avrupa
arasındaki bir konumda olması sebebiyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen
Bursa’da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır.
Ticari yollardan en önemlilerinden birisinin sınırlarından geçmesi sebebiyle de paylaşılamayan
bir yerleşim yeri olagelmiştir. Birçok medeniyet bu topraklara sahip olmak için birbirleriyle
savaşmıştır. Bu nedenle Bursa zaman tüneli içerisinde yaşanan istilaların ve savaşların görgü
şahididir. Bursa’nın tarihi bilimin ışığında, arkeolojik kaynaklara göre neredeyse günümüzden
8500 yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih sürecinde literatürler Bursa’nın M. Ö. II. yüzyılda Bitinya
Kralı II. Prusias tarafından kurulduğunu, ondan ötürü de Bursa isminin «Prusa» isminden
türediği belirtilmektedir. Bursa, bir süre Romalılar’ın, daha sonra ise Bizans İmparatorluğunun
eline geçmiştir. Bu bağlamda Bursa’da bu imparatorluklara ait tarihi eserlere ve kalıntılara
sıklıkla rastlanılmaktadır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
125
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Bursa 1080 yılında Anadolu Selçuklu Meliki Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1080’de bütün
civar ülkelerle birlikte Bursa’yı da almıştır. 1087-1097 yılları arasında Selçuklular tarafından ele
geçirilen İznik bu yıllar arasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuştur. 1299 yılında
Söğüt’te kurulan Osmanlı Beyliği toprakları arasına İnegöl, Bilecik, Yenişehir ve İznik eklenmiştir.
Daha sonra bir Bizans tekfurluğunun merkezi olan Bursa Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş
devrinde geri alınmıştır. Osmanlı devletine Başkent olması şehrin hızla gelişimine vesile
olmuştur. İstanbul’un fethine (1453) kadar da, 127 yıl başkent olmaya devam etmiştir. Orhan
Gazi ve 1. Murat devrinde olağanüstü bir gelişim gösteren Bursa Yıldırım devrinde daha da
genişleyip büyüme göstermiştir. XVI. ve sonraki asırlarda Bursa, Anadolu’nun cazibe merkezi
olmaya devam etmiş, üniversite derecesindeki medreselerine imparatorluğun her yerinden
öğrenciler gelmiştir. Bu dönemde Bursa; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri
ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca meşhur bir Türk başkenti olarak tarihin
yaldızlı sayfalarına işlenmiştir. Yıldırım döneminde Ulu Cami, Yıldırım Semtinde Cami, Medrese,
Han, Hamam, Darüşşifa ve bir de Zaviye yaptırılmıştır. Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa
başkent Edirne ve İstanbul’a taşındıktan sonra da manevi başkent olarak etkisini sürdürmüştür.
Bursa, 1920 yılında Yunanlılar tarafından iki yılı aşkın bir süreyle işgale uğramıştır. İşgal
nedeniyle büyük ölçüde tahrip edilen şehirde Bursa halkı çok sıkıntılı bir süreç geçirmiştir.
Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilip belediye binasının işgalcilere tesliminden sonra
Bursa’yı saran sessizlik fazla uzun sürmemiş, şehrin doğusundan yunan süvari askerleri hızlıca
Çekirge ve Çarşamba semtlerinden bu günkü heykeldeki tarihi belediye binasına ulaşmışlardır.
Onların tabiri ile tam 594 yıllık bir hasret onlar için sona ermiş, işgalci zihniyet artık emellerine
artık ulaşmıştır. Bursa’nın işgali insanları ve başta TBMM’ni rahatsız etmiştir. TBMM kürsüsüne
siyah örtü Bursa’nın işgal haberi gelince serilmiştir. Büyük Osmanlı Devletinin ilk başkenti artık
yunanlıların eline düşmüştür. İşgal döneminde Yunanlılar Fidyekızık ve Hamamlıkızık köylerini
yakmışlar. Özellikle kırsal kesimde çok sayıda insan öldürülmüş, birçok köy de yakılıp yıkılmıştır.
Bu sancılı süreç 27 ay sürmüş Mirleva ( Tuğgeneral) Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk
3. Kolordusu ile dağılan Yunan birlikleri arasında yaşanan çatışmalarda Yunan birliklerinin
kaybı büyük olurken düşman askeri hızla geri çekilmeye başlamıştır. 11 Eylül 1922 sabahında
3. Kolordu Bursa’ya girerek, bir döneme tanıklık eden ecdat yadigârı Hüdavendigar Vilayetini
Yunan işgalinden ve mezaliminden kurtarmıştır. Türk birliklerinin toplamda dört koldan yapmış
olduğu taarruzları 24 saat içinde sonuç vermiş, 11 Eylül 1922 sabahı 3. kolordu karargâhının
subayları belediye binasına gelerek Türk bayrağını asmışlardır.
III-CUMHURİYET GÖZÜYLE BURSA
Bursa’ya büyük tahribatlar veren Yunanlıların kentten çıkarılmasından sonra, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuşmuş, kısa sürede
126
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
toplumsal ve kültürel sorunlar bertaraf edilmiştir. Cumhuriyetle beraber Bursa modern bir kent
siluetine kavuşmuş, bünyesinde hizmete giren ipek fabrikaları ile kent merkezi, gerekse ilçe ve
köylerinde yapılan büyük imar atılımları ile çok kısa süre içinde büyük bir gelişim göstererek
eski kudretine yeniden kavuşmuştur.
Bursa cumhuriyetin ilanından sonra sanayi ve turizm alanında yapmış olduğu atılımlarla
yeniden can bulmuş ve sanayi turizm inanç ve kültür şehri olarak anılmaya başlamıştır. Özellikle
ipek, havlu, tekstil, İznik Çinisi üretiminde başı çekmiş, Roma –Bizans ve Osmanlı döneminin
eşsiz eserleri, kültür turizm potansiyeli ile Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden birisi
olagelmiştir. Osmanlı’nın ilk başkenti, ilk parası, ilk standardı ilk ipek fabrikası ile sanayi,
kültür ve tarih alanlarında ilklerin şehri olarak anılmaya başlamıştır Neredeyse bin yıllık anıt
ağaçları, şifalı suları, kaplıcaları ile birçok seyyahın ve tarihçinin ilgisini çekmiştir.
Bursa Hz Süleyman’ın cennete benzettiği, Evliya Çelebi’nin defalarca ziyaret ettiği kadim bir
kenttir, ruhaniyetli bir şehirdir. Özünde muhafaza ettiği güzellikleri, tarihi derinliğiyle, doğasıyla
Uludağ’ın yamaçlarındaki sırlı coğrafyadır Bursa. Türlü medeniyetlerin eskimeyen beşiğidir.
Uygarlıkların şahidi bir diyardır. Osmanlı sultanlarını kucağında uyutan o soylu anadır. Antik
çağların sessiz tanığı, Anadolu’nun mistik dokusunun efsunkâr şehri. Bursa, insana kendini
bulduran ve kimliğini yaşatan kutlu bir coğrafyadır. Tarif edilemez bir yaşama sevinci olup insanı
çepeçevre kuşatır. Asalet sahibidir bu şehir, tarihi, kültürel dokusundan ödün vermemiştir,
adeta değerler yumağı haline gelmiştir. Marmara’nın güneyinde zaman tüneline girip Uludağ’a
doğru yol alırken hangi ruh haletiyle gidersek gidelim, bu yolculuk bizleri derinden etkilemek
için elinden geleni yapmakta ve bunu da başarı ile yerine getirmektedir. Bursa binlerce asra
kök salan tarihiyle, kalemlerin yazmakta kifayetsiz kalacağı doğal güzellikleriyle, turistik
değerleriyle eski rengini, kokusunu, tadını hiç kaybetmemiş şehirlerden birisidir. Bizlere bu
kenti miras bırakanlarla bizi yan yana getirecek kadar, geçmiş medeniyetlere yüzleştirecek
kadar potansiyeli ve kudreti özünde bulundurmaktadır. Zaman Tophane sırtlarında buluşma
zamanıdır ve zaman tünelinden geçip binlerce yıllık medeniyetlerin özüne inme zamanıdır.
Bursa’da yaşamak sonu olmayan bir şarkının efsununda kaybolmaya benzer. Bursa’da
yaşamak dört mevsim, mavi yeşil bir sonsuzluk ezgisine yaslanarak, zamanın dışında bir zaman
ermek demektir, mekânın ötesine varmaktır. Cumalıkızık meydanında Osmanlı hanedanlarını
taşıyan atların nal seslerini ve kişnemelerini duyabilmektir.
Üstat Tanpınar’ın dizeleri haritam oluyor, mihmandarım oluyor bu kutlu şehirde. Yeşil bir
Türbenin önünde göz göze geleceğimi düşünüyorum onunla. Ya üstadın kalemini bulurum, ya
da Sultan Çelebinin önünde divan dururum diyerek. Sekizgen bir yapı olan türbenin resimleri
süslerdi Hayat bilgisi kitaplarımızı. Şimdi anlıyorum adını dış cephesinin yeşile bakan çinilerden
aldığını. Osmanlı devrinin mistik bir kokusu sarıyor ufkumu. Ceviz ağacından oyma muhteşem
bir kapıda görüyorum. Tebrizli Ahmed oğlu Ali’nin maharetini. İnsan istemeye görsün. Bir tahta
parçasını böyle kutlu kılmayı. Dokunanı da göreni de böyle mutlu kılmayı.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
127
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Ve daha güzel olacak Bursa O kutlu siluetini kaybetmeden. Bunun içinde hepimize büyük
sorumluluklar düşmektedir. Çocuklarımıza tarih ve kültür bilincinin ve Bursa sevdasının küçük
yaşlardan itibaren aşılanması Bursa sevdalısı olan yüreklerimizin üzerine farzdır. Çocuklarımızın
kültürümüzü ve Bursa’yı ileriki nesillere zevkle ve şerefle taşımalarını sağlamak var oluşumuzun
sebeplerinden bir tanesi olmalıdır. Şehre karışanlar ve şehri sevmeyi öğrenenler çoğaldıkça
yaşanılası bir yer olur şehir. Ve o zaman daha bir bizim olur Bursa nitekim Bursa sevgidir, aşktır.
Bu sevgi insanın kendisini bilmesidir. Her şeyden önce kendini ve kentini sevmesidir. Erdemdir.
İzzettir. Bu bilinçle görendir insan. Bu bilinçle duyandır. Kent bilinci insanı ve yaşamı baş üstüne
koyandır. Çağdaş uygarlıkların temelidir. Ne bekliyorsak Bursa’dan Bursa’ya onu vermeliyiz.
En başta da sevgimizi. Sevgi o şehrin ekmeğidir. Suyudur. O şehrin yaşanılabilirliğidir.
128
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
İ.D. Bilkent Üninersitesi Hukuk Fakültesi
2. Sınıf
R
TÜ
K O C AK
LA
B
SA ŞUBES
İ
Muhammed CELAYİR
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Üniversite
2.si
TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ
ÖZET
Türk kültürünün en önemli unsurlarından biri Nevruz’dur. Nevruz, Farsçadaki “nev” ve “ruz”
kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş olup “yeni gün” manasındadır ve tabiatın canlanmasına
işaret eder. Türk kültürünün diğer unsurlarının etkisiyle yeni manalar kazanmış olan Nevruz,
özellikle İslami dönemde dini yorumlara tabi tutulmuştur. Nevruz kutlamaları ise Anadolu’da
ve Doğu – Batı ekseninde çok geniş bir alana yayılmış olan farklı Türk topluluklarında çeşitli
gelenek ve göreneklere tabi olarak asırlardır devam etmektedir. Ek olarak, Türk edebiyatında
değişik dönemlerde ve coğrafi sahalarda hemen her türden esere konu olmuş ve son olarak Türk
müziğine de önemli katkılar sunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kültür, Nevruz, Türk dünyası, Türk gelenek ve görenekleri
ABSTRACT
Nawruz is one of the key elements of Turkish culture. It is a compound word composed of
Persian words of “naw” and “ruz”, meaning “new day” and indicating the revival of nature.
Nawruz, gaining new meanings with the influence of other elements of Turkish culture, had been
subjected to religious interpretations particularly in Islamic era. Celebrations of Nawruz had been
observed for centuries depending on different customs and traditions in Anatolia and within
other Turkish communities spread across the vast area in East – West direction. In addition, it has
been the subject matter of virtually every genre of literary work in Turkish literature in different
periods and geographical areas. Lastly, it made significant contributions to Turkish music indeed.
Keywords: Culture, Nawruz, Turkish world, Turkish customs and traditions
1. Giriş
Kültür, çok geniş bir olgu olup bir milletin kültürünün iyi anlaşılabilmesi, onun ancak iyi bir
tahlile tabi tutulmasıyla mümkün olabilir. Zira milletlerin tarihleri boyunca şekillendirdikleri,
dil, din, gelenek ve görenek, fikir, sanat ve edebiyat gibi başlıklar altında pek çok maddi ve
manevi unsuru ihtiva eden kültür mefhumuna karşı kuşatıcı bir gözle bakabilmek çok zordur.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
129
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
İşte bu unsurların hemen hepsinden renkler taşıyan, Türk kültürünün değişik parçalarının bir
halitası olarak tarif edilebilecek Nevruz, söz konusu tahlilin önemli bir parçası olacaktır. Bu
çalışmadan maksat ise Türk dünyasında gerek zaman gerekse de coğrafya itibarıyla geniş bir
yere sahip olan Nevruz’un mahiyetine dair kısa ve öz bilgiler sunmaktır.
2. Nevruz Kelimesinin Kaynağı
Nevruz, Farsçadaki nev (yeni) ve ruz (gün) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Adından
da anlaşılacağı üzere bir yeniliğe, bir dirilişe işaret etmektedir. Nitekim Nevruz değişik kültürlerle birlikte Türk dünyasında da gece ile gündüz uzunluğunun eşitlendiği zamana tekabül eden
miladi 21 Mart tarihinde yeni yıl ve baharı karşılama bayramı olarak kutlanagelmiştir. Soğuk ve
meşakkatli geçen kışın sona erip sıcak ve bereketli yazın müjdecisi olan baharın başladığının,
toprağın ve tabiatın uyanıp dirildiğinin habercisi sayılan Nevruz, Türk kültürünün halen önemli
bir parçası olup Anadolu coğrafyasında ve diğer Türk memleketlerinde coşkuyla kutlanmaktadır.
3. Türk Halklarında Nevruz’a Dair Bazı Rivayetler
Birçok farklı kültürde kendine yer bulan Nevruz’a her millet kendi kültürünün diğer
parçalarının tesiriyle birtakım değişik manalar eklemiştir. Türk topluluklarında da bilhassa
İslam’ın kabulünden sonra Nevruz, halk arasında İslami hadise veya düsturlarla yorumlanmaya
başlamıştır. Bu inanışlardan bazıları şu şekildedir:1
Allah, dünyayı geceyle gündüzün denk olduğu bir günde yaratmıştır.
İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması Nevruz gününde olmuştur.
Hz. Âdem ile Hz. Havva bir Nevruz gününde Arafat’ta buluşmuştur.
Hz. İbrahim putları Nevruz’da kırmıştır.
Hz. Yusuf atıldığı kuyudan Nevruz günü kurtarılmıştır.
Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i yardığı gün Nevruz’dur.
Hatta 10 ve 11. yüzyıllarda bazı yazarlar daha da ileri giderek hadisler uydurmuşlar ve
Nevruz’u Hz. Muhammed’e isnat etmeye çalışmışlardır.2
Burada dikkat çeken diğer bir husus, bahsedilen inanışların hicri takvimde yılın ilk ayı
olan Muharrem’in onuncu gününe denk gelen Aşure Günü için de mevcut olmasıdır. Bu ise söz
konusu inanışların ilmi bir temele dayanmadığına işaret etmektedir. Nitekim Prof. Dr. Sadık
1 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz Türk Ergenekon Bayramı (Ankara: Tamga Yayıncılık, 1999), 51 vd.
2 Harun Güngör, “Önasya Kültürlerinde Yeniden Doğuş ve Türklerde Nevruz” Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi
Şöleni Bildirileri (Ankara, 20 – 22 Mart 1995) 32.
130
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Tural’a göre, günümüzde varlıklarını koruyan Hıristiyan Türk boyları da Nevruz’u asırlardır
kutlamakta olduğuna göre Nevruz, İslam’la bir alakası bulunmayan milli bir bayramdır. Tural,
bu inanışların temelinde ise Türklerin İslam öncesinden kalma âdetlerini İslami düzen içinde
de yaşamak istemeleri ve bunun için yeni gerekçeler üretmede (rasyonalizasyon/aklileştirme)
başarılı olmalarının yattığını söylemektedir.3
4. Anadolu’da Nevruz Kutlamaları
Türk toplulukları tarihleri boyunca çoklukla sert iklimli yörelerde yaşamıştır. Dolayısıyla,
iklime sıkı sıkıya bağlı tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin ekonomik hayatın önemli bir
bölümünü oluşturması, sert iklimin yumuşamasıyla Türk topluluklarının duygu ve düşünce
dünyasında bir hareketlenmenin meydana gelmesindeki temel faktördür. Bunun getirdiği
mutluluk ve coşkuyla Nevruz, Anadolu’da ve Türk dünyasında diğer gelenek ve göreneklerle
de harman edilerek çeşitli şekillerde ve farklı isimler altında kutlanmaktadır.
Marmara Bölgesi’nde Nevruz kutlamaları Mart Dokuzu olarak anılır ve bu bölgede mesire
yerlerinde eğlenceler düzenlenerek ateşler yakılır4, yemekler yapılarak kırlara gidilir. Edirne
yöresinde karınca yuvalarından alınan topraklar bereket temennisiyle evlerin kapılarına asılır
ya da içine serpilir.5
Ege’de Nevruz için Mart Dokuzu tabirinin yanında Sultan Nevruz Bayramı tabiri de kullanılır.6 Ayrıca Ege’deki bazı Bektaşi geleneklerinde “Nevruz namazı” olarak bilinen cem yapılır ve
ardından sofralar serilerek ziyafetler verilir. Bu sofralarda mutluluğun sembolü olarak beyaz
renkli yiyeceklere bolca yer verilir.7
Akdeniz’deki Nevruz kutlamaları en belirgin şekilde Yörükler arasında görülür. Nevruz
günü insanlar “Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayırlı olsun.” minvalindeki sözlerle bayramlaşır
ve kurbanlar keser.8
Güneydoğu Anadolu’daki inanışa göre ise Sultan Navrız isimli güzel bir kızın Mart’ın yirmi
birini yirmi ikisine bağlayan gece gökte batıdan doğuya göç eder ve onun geçtiği gece uyanık
kalanların dilekleri gerçek olur. Diyarbakır’da da halk Nevruz’u mesire yerlerinde kutlar.9
Doğu Anadolu’da ise Nevruz’un bolluk ve bereket getireceğine yönelik âdetler vardır.
Nevruz’dan bir gece önce aile reisi ailesinden kişiler için birer taş bulur ve her bir aile ferdi için
bir taş belirlenerek gecenin sabahında taşlar kontrol edilir. Hangisinde kırmızı bir böcek bulu3
4
5
6
7
8
9
H. Vedat Demirbaş, Nevruz (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1998), 2.
Ayşe Başçetinçelik, “Türk Kültüründe Nevruz,” (2015): 3.
Reşat Öztürk, “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları” (2010): 3.
Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” Uluslararası Nevruz Sempozyumu (Kazakistan) 4.
Reşat Öztürk, “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları” 4.
Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 4.
Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 314.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
131
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
nursa o taşın sahibi uğurlu sayılır ve onun hürmetine eve rızık ve bereket geleceğine inanılır.10
Karadeniz’de de Nevruz’u kutlamak maksadıyla büyük ateşler yakılır ve bunların üstünden
atlanır. Amasya’da kır gezintileri yapılır. Tokat’ta gençler arasında spor yarışmaları düzenlenir,
bir tepeye çıkılarak yemekler yenir, ilahiler ve Kuran okunur.11
İç Anadolu’da ise Nevruz sabahı erken kalkılarak mezar ziyaretlerinde bulunulur. O gün
gezip dolaşarak çimenler ne kadar çok çiğnenirse onların o kadar gürleşeceğine inanılır. Sivas’ta
Nevruz günü gök gürlerse o yıl mahsulün bol olacağı inancı mevcuttur.12
5. Türk Dünyasında Nevruz Kutlamaları
Nevruz, Anadolu topraklarında olduğu kadar diğer Türk topluluklarının kültürlerinde de
önemli bir yere sahiptir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra hürriyetini kazanan Türk devletlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 21 Mart tarihi
resmi bayram ilan edilmiştir ve halen devlet töreni şeklinde kutlanmaktadır.13
Azerbaycan’da Nevruz yaklaştığında Çarşamba günleri akşam şenlikleri tertip edilir ve bu
şenliklerde ateşler yakılarak üzerinden atlanır. Böylece kışın getirdiği problemlerden kurtulunduğu düşünülür. Öte yandan evlerde temizlik yapılır ve Nevruz’a has ikramlar hazırlanır. Han
Bezeme isimli bir oyun oynanır, bu oyun vesilesiyle küskünlükler giderilir.14
Kazak kültüründe yılın ilk günü “Ulusun Ulu Günü” olarak adlandırılır ve Nevruz gününde
kadınlar sabah erken yüksek bir tepeye çıkıp “Nasılsın Güneş Ana” diyerek güneşi selamlar.
Bunda eski çağlardan kalma güneşe tapma âdetinin etkisi vardır. Ayrıca at ve öküzler kurban
edilerek kurbanların kanı çocukların alnına sürülür. Kurban kesildikten sonra ise saygılı aksakallar “bata” denen Nevruz duasını okur.15 Bu dua şu şekildedir:
Ulıs künü kazan tolsa
Ol jılı ak mol bolar
Ulı kişiden bata alsa
Sonda ajalı jıl bolar
(Ulus günü kazan dolsa
O yıl ak çok olur
Ulu kişiden dua alsa
O zaman yıl mutlu olur)
10
11
12
13
14
15
132
Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 6.
Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 328.
Erman Artun, “Türk Halk Kültüründe Nevruz” 6.
Necati Demir, “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz” (2009): 6.
Emrah Çetin, “Türk Dünyasının Ortak Kültür Mirası: Nevruz,” The Journal of Academic Social Science Studies 2 (2009): 67.
H. Vedat Demirbaş, Nevruz, 15 vd.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Kırgızistan’da Nevruz, “Nooroz” şeklinde telaffuz edilir ve yeni yıl karşılanırken insanlar
“Eski cıl ketip, cangı cıl keldi / Cangı cılda aman-esenden solukta bololu (Eski yıl gidip yeni yıl
geldi / Yeni yılda aman, esende ve sıhhatte olalım)” sözleriyle iyi dileklerde bulunur. Ayrıca
Nevruz için haftalar öncesinden temizlikler yapılır ve Nevruz’a özgü yemekler hazırlanır.16
Türkmenistan’da Nevruz, Oğuz Bayramı olarak bilinir ve Nevruz gecesi de Oğuz gecesi
olarak adlandırılır. Türkmen kızları bu gecede milli oyunlar eşliğinde türküler söyler. Ayrıca
Nevruz için ziyafetler düzenlenir ve birkaç aile birleşerek Türkmen kültürüne has yemekler
ve tatlılar yapar.17
Özbekistan Türkleri Nevruz’a Nevbahar, Baharay gibi farklı isimler vermişlerdir. Nevruz’a
hazırlık olarak evler ve sokaklar temizlenir, yeni ve temiz kıyafetler hazırlanır. Mezarlıklar ziyaret
edilir ve temizlenir. Dualar okunur, “yığı-yoklama” denen şiirler söylenir.18
Diğer Türk ülkelerine göre sönük kalmakla birlikte Nevruz geleneği Kıbrıs’ta da devam
ettirilmektedir. Nevruz’da öğrenciler arasında müsabakalar düzenlenmekte ve gençlerin
evlenmesine aracılık yapılmaktadır.19
Son olarak, Nevruz geleneği sadece bahsedilen Türk illerinde değil, çok sayıda Türk topluluğunun yurt edindiği; Sibirya’dan Orta Doğu’ya, Kafkasya’dan Balkanlar’a uzanan çok geniş
bir coğrafya üzerinde farklı yerlerde de uzun zamandır yaşanmaktadır.
6. Türk Edebiyatında Nevruz’un Yeri
Nevruz, Türk kültüründe sadece halk oyunlarının, gelenek ve göreneklerin bir parçası
olmakla kalmamış, etkisini Türk edebiyatında da göstermiş ve hemen her çeşit edebi eserde
kendine yer bulmuştur. Klasik Türk edebiyatında ve halk edebiyatında20, Türk müziğinde21
ve hatta Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde22 Nevruz konusunun işlendiği görülmektedir.
Klasik Türk edebiyatında Nevruz’u işleyen nazımlar “Nevruziyye” olarak adlandırılmıştır.23
Bu edebiyat döneminden şiir örnekleri aşağıda sıralanmıştır:24
Cihâna saldı âvâze dem-i pür-hâlet-i nev-rûz
Dönüp çarh-ı felek geldi irişdi sâ’at-i nev-rûz / Atayî
16 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 137.
17 Emrah Çetin, “Nevruz,” 68.
18 Abdulhalûk M. Çay, Nevruz, 144 vd.
19 Belkıs Temren, “Tarihte ve Günümüzde Türk Kültüründe Nevruz” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi 17 (2001): 176.
20 M. Sani Adıgüzel, “Türk Edebiyatında Nevruz” Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 3 (2003): 100.
21 Nesrin Feyzioğlu, “Nevrûz ve Mûsikî” Millî Folklor 61 (2004): 69.
22 Ali Berat Alptekin, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz” Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi 663 (2007): 223.
23 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (Ankara: Akçağ Yayınları, 1995), 429.
24 Saadet Karaköse, “Eski Türk Edebiyatında Nevrûz ve Nevrûzla İlgili Unsurlara Genel Bir Bakış” Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi 23 (2008): 173 vd.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
133
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
(Hallerle dolu nevrûzun nefesi, cihana sesini duyurdu.
Feleğin çarkı döndü ve nevrûz vakti geldi, erişti.)
***
Her yirde tâ nev-rûz ola gül bû-sitân-efrûz ola
Nev-rûz tek fîrûz ola eyyâm-ı Şâh-ı Evliyâ / Fuzûlî
(Her yerde nevrûz olsun. Gül, bahçe hepsi nevrûz olsun.
Evliya şahının devri nevrûz gibi parlak olsun.)
***
‘Âleme nev-rûz sultân oldı istiklâl ile
Kendüyi gülşen donatdı kırmızıyla al ile
Sebzeler her dem saña dirler zebân-ı hâl ile
Bâga gel kim tarf-ı gülşen hûbdur mergûbdur / Necâtî
(Nevrûz, bağımsız olarak aleme sultan oldu.
Gül bahçesi, kendini kırmızı ve allarla donattı.
Çimenler, hal diliyle sana şöyle söylerler:
Bağa gel, gül bahçesi çok güzel ve çekici.)
Halk edebiyatında da Bektaşi geleneğinin bir parçası cem ayinlerinde Nevruz gecesi Nevruz
şiirleri söylenir. Bu geleneğin en önemli temsilcilerinden Pir Sultan Abdal’ın nevruziyesinin bir
kısmı şöyledir:25
Sultan Nevruz günü cemdir erenler,
Gönüller şad oldu ehli imanın.
Cemal yâri görüp doğru bilenler,
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın.
…
Sultan Nevruz günü canlar uyanır,
Hal ehli olanlar nura boyanır.
Muhip olan bugün ceme dolanır,
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın.
…
25 M. Sani Adıgüzel, “Türk Edebiyatında Nevruz” 103.
134
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Pir Sultan’ın eydür: Erenler cemde,
Akar çeşnim yaşı her dem bu demde.
Muhabbet ateşi yanar sinemde,
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın.
Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde Nevruz’a yer vermiş, Türklerin yaşadığı değişik yörelerdeki Nevruz’a dair gelenek ve göreneklerden ve bazı nüktelerden bahsetmiştir.26
Bunlara ek olarak; Azerbaycan, Türkmenistan, Çağatay – Özbek, Doğu Türkistan (Uygur)
ve Tataristan – Kırım sahalarından şairlerin şiirlerinde de Nevruz temasının işlendiği görülmektedir. Bunlara örnek olarak da aşağıdaki şiirler verilebilir:27
Nevrûz olalı cihânı görsen
Bu kevn ile mekânı görsen
Ten ten tene düşdi cümle ten ten
Sığmaz kanuma bu cânı görsen
Meger nevrûz gelmişdür musavver
Ki olmışdur cihân yine münevver / Kadı Burhaneddin
***
Bayram yeli çardahları yıhanda,
Novruz güli, gar çiçeği çıhanda,
Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,
Bizden de bir yâd eleyen sağ olsun,
Derdlerimiz koy dikkelsün dağ olsun.
…
Novruz Eli hermende vel sürerdi,
Gâhdan yenüp küleşlerin kürerdi,
Dağdan da bir çoban iti hürerdi,
Onda gördüm ulah ayah sahladı,
Dağa bahup gulahların şahladı. / Şehriyar
***
26 Ali Berat Alptekin, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz” 224 vd.
27 Mehmet Temizkan, “Türk Dünyası Edebiyatlarında Nevrûz Konulu Şiirler Üzerine Bir İnceleme” Turkish Studies – Türkoloji
Araştırmaları 2 (2007): 319 vd.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
135
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
1913
Bolmadı bize nasibin, istedim güzden seni,
Dedin “ötsün kış”, taparım taze nevrûzdan seni,
Sayladım, seçtim, sunam, bir bölecik kızdan seni,
Niçin belini kuçmadım, men tapıp düzden seni,
İsterim Haktan kavuşturgay, bana tezden seni. / Mahtumkulu
Son olarak, Nevruz’un Türk müziğindeki yerine değinilecek olursa görülür ki folklorik
törenlerin önemli bir unsuru olan müzikte nevruz içerikli formlar ve nevruz makamları geliştirilmiştir.28
7. Netice
Netice itibarıyla, Türk kültüründe baharın ve dirilişin habercisi sayılan Nevruz, Türk kültürünün hemen her unsuruyla kaynaşarak farklı sentezlere malzeme olmuş ve asırlardan beri
kutlanagelmiştir. “Yeni gün” manasına gelen Nevruz, Türk tarihinin İslami döneminde İslami
bir bakış açısıyla değerlendirilmiş ve halk arasında buna dair inanışlar yaygınlaşmıştır. Nevruz
kutlamaları ise Anadolu’da ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan
gibi Türk cumhuriyetleri başta olmak üzere diğer Türk memleketlerinde değişik uygulamalarla
halen devam etmektedir. İlaveten Nevruz, klasik Türk edebiyatının, halk edebiyatının, dünya
üzerindeki diğer Türk topluluklarının edebi birikiminin ve Türk müziğinin de bir parçası olmuş
ve bu alanlarda çokça esere konu olmuştur.
Son söz olarak, temennimiz odur ki Türk kültürünün diğer unsurlarıyla beraber bu parçası
da unutulmadan, kuşaktan kuşağa ve gönülden gönüle aktarılarak korunsun; Türk’ün bu
bayramda yaşadığı coşku ve mutluluk ilelebet devam etsin, bahtı açık olsun, alnına kara
yazı yazılmasın; yüce Allah Türk milletinin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve her daim
yardımcısı olsun!
28 Nesrin Feyzioğlu, “Nevrûz ve Mûsikî” 69.
136
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
KAYNAKÇA
Adıgüzel, M. Sani. “Türk Edebiyatında Nevruz.” Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 3 (2003): 98 – 106.
Alptekin, Ali Berat. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Nevruz.” Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi 663 (2007): 221 – 228.
Artun, Erman. “Türk Halk Kültüründe Nevruz”, Uluslararası Nevruz Sempozyumu, Kazakistan.
Başçetinçelik, Ayşe. “Türk Kültüründe Nevruz.” (2015).
Çay, Abdulhalûk M. Nevruz Türk Ergenekon Bayramı. Ankara: Tamga Yayıncılık, 1999.
Çetin, Emrah. “Türk Dünyasının Ortak Kültür Mirası: Nevruz.” The Journal of Academic Social Science Studies 2 (2009):
63 – 71.
Demir, Necati. “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz.” (2009).
Demirbaş, H. Vedat. Nevruz. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1998.
Feyzioğlu, Nesrin. “Nevrûz ve Mûsikî.” Millî Folklor 61 (2004): 68 – 71.
Güngör, Harun. “Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri” 20 – 22 Mart 1995, Ankara, 31 – 36.
Karaköse, Saadet. “Eski Türk Edebiyatında Nevrûz ve Nevrûzla İlgili Unsurlara Genel Bir Bakış.” Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi 23 (2008): 171 – 187.
Öztürk, Reşat. “Anadolu’da Nevruz ve Kutlamaları.” (2010).
Pala, İskender. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları, 1995.
Temizkan, Mehmet. “Türk Dünyası Edebiyatlarında Nevrûz Konulu Şiirler Üzerine Bir İnceleme.” Turkish Studies – Türkoloji
Araştırmaları 2 (2007): 317 – 333.
Temren, Belkıs. “Tarihte ve Günümüzde Türk Kültüründe Nevruz.” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi 17 (2001):
173 – 180.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
137
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
İbrahim ŞAŞMA
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Üniversite
3.sü
GÖNÜL LÜGATİMDE NEVRUZ
Hoş geldin bahar. Hoş geldin çocuk. Hoş geldin can suyu. Kulağıma okunan ezan hoş geldin.
Anne sesi kadar samimi olan serin rüzgarlar hoş geldiniz. Hoş geldin yenilenmeyi müjdeleyen
kutlu gün, tarihimizin derinliklerinden kardelen misali boy veren, karların dudağını yarıp çıkan
Oğuz gülü hoş geldin. Sevgi hamurunun mayası olan bayram, hoş geldin. Bizi, bize yakın kılan,
kenetlenmemizi sağlayan bayram hoş geldin. Benden olan, beni benden alan düğün hoş geldin.
Sen geldin diye açar gözlerini kâinat. Senin içindir beyaz güvercinlerin aşkla çırptığı kanat.
Seninle çözülür teker teker kördüğümler. Yüksek dağların karları erimeye yüz tutar ey Nevruz.
Güneş koç burcundadır artık. Ve toprak ana silkinir. Uzun kış günlerinin kendisine vermiş
olduğu o ağır rehavetten sıyrılmak için. Lal kesilen dili çözülmeye başlamıştır toprak ananın.
Bütün sessizliğini bozmak ister. Toprak konuşursa dağ yeşil olur, gök mavi. Bütün sevenler
sevdiği ile buluşur. Toprak konuşursa insan konuşur, hayat konuşur. Toprağın sessizliğini bozarak canlandığının, doğanın yeniden yeşile bürüneceğinin muştusudur gelen. O ki, muştuların
efendisi, baharın kendisi, Nevruzdur.
Binlerce yıl evvel bu topraklarda yaşayan Türk kavimlerinin koşturduğu atların nal sesleri
duyulur bu bayramda. Issık Gölü zümrüt rengini almıştır Kırgız diyarında. Hunlardan başlayarak
Gök Türkler, Uygur Türklerinin ruhları daha bir şâd olur kutlu topraklarında. Orta Asya’dan, bu
günün şerefine düzenlenen toyların, eğlencelerin yankısı duyulur gönül çeperlerimizde. Kımızlar
bu günün şerefine kaldırılır. Vakit el içinde dostluk vaktidir, kardeşlik ve barışı kuvvetlendirme
vaktidir. Vakit küslerin barışma vaktidir, kavgalıların anlaşması, ailelerin birbirlerini ziyaret
etmesi içindir. Ve nevruz vakit geldi diyerek çalmaktadır bu kutlu dersin zilini.
Ergenekon’dan demir dağları eriterek çıkan atalarımızın ruhudur bu gelen. Hu’lar çekerek
gelen bu ruhlar, yaktıkları ateşin sönmeden devam ister bizlerden. O nazenin ruh ki, Türklük
ateşinin kıvılcımlarını göğsümüzde taşımamızı bekler bizden. Bu bekleyiş atalarımızın en tabi
hakkıdır. Bu ateşi canlı tutmak ise Türk gençliğinin atalarına ve gelecek nesillere olan borcudur.
Sıfatlar kifayetsiz kalıyor konu nevruz olunca. İyiliğe, harekete, berekete, bolluğa, güzelliğe
dair bütün kelimeler can atıyor nevruzla hemhal olmak için. Nevruz kurtuluştur. Dört bin yedi
yüz yıl Ergenekon denilen, dört bir yanı yüksek dağlarla çevrili bir vadide sıkışıp kalan Türklerin
buradan, baharın başladığı gün 21 Mart’ta çıkmaları ve ata yurtları olan Turan’a kavuşmaları
138
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
demektir. Türklerin esaretten dolu yıllardan özgürlüğe, bağımsızlığa doğru attıkları adımdır.
Nevruz büyük Türk tarihinin sembolize günüdür. Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olan
nevruz, her mart ayında kapımızı çaldığında millet olarak birbirimize daha bir kenetlenmemizi
ister bizden. Bunu bekler.
Nevruz Türk’ün lügatinde yenibaharın göstergesidir. Tohumların ve fidanların toprakla
buluşturulması, hayvanların yavrulaması, yeryüzünün yeşermesi, ağaçların çiçek açması
demektir. Türk milletinin ulu günü, sadece doğanın yenilenmesi, uyanması demek değildir
nazarımızda, onunla özdeşleşen Türk topluluklarının tabiri yerindeyse “ruhlarının miracına
erdikleri” bir bayramdır nevruz.
Bütün bu olgular biz Türklerin gönlünü şâd etmeye kâfidir. Aynı sevinci yaşamak, aynı
muştuyla muştulanmak elbette ki gönüller arasında bir köprü kurar. Türk toplumunda kişiler
arasında ortak bir hatırayı canlı tutar nevruz. Ortak gelenek ve duyguların şahlanışı nevruzla
daha bir belirgin hale gelir. Doğa ve dünya sırlarının çözümü üzerindeki ortak düşüncelerin, aynı
heyecanların çok küçük farklarla ifade edildiği ortak bir kültürel miras olan nevruz uzun geçen
kışın ardından yıpranmış yanlarımızın tamiridir bir anlamda. Kültür hayatımızın ortaklık ve
süreklilik gösteren mübarek bir olgusudur. Nevruz sevgidir, hoşgörüdür, muhabbettir, umuttur,
dayanışmadır, fikren ve bedenen yenilenmedir. Onun içindir ki; bu en eski bayram bir ayrışma
unsuru değil, bizi birbirimize bağlayan bir manevî rabıta olmalıdır; birbirimizi doğru anlamak
için bir vesile sayılmalıdır. Nevruz muştusu ile milyonlarca insan bir araya gelir. Gönüller baharın gelişinin ortak
sevincini yaşarken yıllanmış bir Türk kültürünün birleştirici gücü altında hisseder kendisini.
Büyük Türk milletinin hürriyet ruhu nevruzda daha bir kabarır ve daha bir taşar. Tarihi ve
kökleri itibariyle bir Türk bayramı olarak addedilen nevruz her gelişiyle Orta Asya Türk toplulukları ile bağlarımızı pekiştirmekte ve bizlere kıvanç birliği yaşatmaktadır. Zira bu bayram
Türk dünyasının bayramıdır. Nevruz bizler için vazgeçilmez bir kültürel değerdir, bizlere çok
yakışan hoşgörü ve sevginin gürül gürül aktığı en coşkun en duru nehrimizdir. Bu nehirde
bizim binlerce yıllık kardeşliğimiz akmaktadır. Bu nehrin ak köpüklerle akan sularını hiç bir
bent akmaktan alıkoyamaz.
Bizler Türk milleti olarak tarihimizin ve kültürümüzün getirilerinden birisi olan nevruz
bayramı ile bütün sevinçlerimizi müşterek yaşadık. Her nevruz bayramı Türk Dünyasında,
bitimsiz bir heyecanın kaynağı olur, kaynaşmanın mutluluğa dönüştüğünü görmemize vesile
olur. Bu kutlu günde millet olarak birbirimize yeniden sarılmamız hepimiz için ortak bir görevdir.
Nevruz, büyük milletimizin hürriyet ruhunun devleştiği, dar bir coğrafyadan çıkarak kıtaları
yönetmeye talip olduğu kutlu bir ateştir. Bu ateşin hiç küllenmeden sonsuza kadar yanması
ise bir Türk olarak en büyük temennimizdir.
Nevruz lügatimizde yaşama ve umuda tekabül eden bütün kelimelerin ortak adıdır. Yeniden
doğuştur, silkiniştir, diriliştir, yaşamın emrine veriliştir. Hayata tutunmaktır. Yoğrulmaktır. DoğTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
139
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
rulmaktır. Kudret bulmaktır. Birleşmektir. Nevruz, sadece yeni bir mevsim döngüsünün, bolluk
ve bereketin başlaması değil, milletimiz için geleceği yeniden yorumlamanın; atalet, yılgınlık,
korku ve umutsuzluğun geride bırakmanın, maddi ve manevi açıdan dirilmenin diğer adıdır.
Neresinden bakarsak bakalım bu bayram kültürümüzün en az üç bin yıllık tarihini içerisinde
muhafaza eden bir hazinedir.
20. Yüzyılın son demlerinde bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinden Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan ayrıca Rusya Federasyonu bünyesinde Tataristan’da 21 Mart Ergenekon Nevruz Bayramını Milli Bayram olarak ilan etmiştir.
Bugün bu bayram, Afganistan, Doğu Türkistan, Irak, Kırım, İdil-Ural boyları, Saha, Hakasya,
Sibirya, Balkan, Kıbrıs Türkleri arasında da kutlanmaktadır. Bu boylar, Nevruz bayramını
geniş kapsamlı milli bir bayram haline getirmişler ve resmi tatil yapmışlardır. Türk milletleri
arasında idrak edilen bayram coşkusu, birleştiren ve kaynaştıran vasfı sayesinde bu Orta
Asya Türk toplulukları ile ilişkilerimizin geliştirilmesinde ve sevinçlerimizin paylaşılmasında
çok önemli bir rol oynamıştır. Nevruz kesinlikle alalade bir gün değildir. Bir kültür kompleksi
olan bu nevruz bizleri olanca samimiyetiyle tarihin derinliklerine çekmekte, denetlemekte,
birlik ve dayanışma gücümüzü arttırmaktadır. Nevruz bir kimlik belirleyicidir. Fiziki olarak
ve mekân bakımından birbirimizden ayrı yaşayan Türk toplulukları olsak da, nevruz ile ortak
kültürel değerlerde birleşme imkânı bulmaktayız. Ve ben duygusundan sıyrılıp biz olmaktayız.
Unutulmamalıdır ki biz kavramı ben kavramından daha kudretlidir.
Günümüzde Türk toplulukları arasında Hıristiyan olan Çuvaşlar, Budist olan Tuvalılar da
bu bayramı kutlamaktadırlar. Bu da bu bayrama dini bir veçhe kazandırmaya çalışanların,
bayramı putperest bayramı” olarak lanse edenlerin yanılgıya düştüklerinin en yalın ve en
somut göstergesidir. Zira tamamen Türk anlayışının ürünü olarak ortaya çıkan Nevruz, dini
hiçbir özellik taşımamaktadır. Bu bağlamda her hangi bir dini akım adına, mezhep adına,
etnik menşe adına bağlı gösterilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmesi çok büyük
bir hatadır ve tarihin, kültürün bütün gerçeklerine de aykırıdır. Kültürümüzün önemli bir unsuru
olarak tarihi çağlardan bugünlere kadar intikal eden Nevruz geleneği, en az üç bin yıldan beri
Türkler arasında can bulan bir gelenektir.
Ne yazık ki Türk kültür coğrafyasında birliğimizin, dirliğimizin, ümitlerimizin ve kardeşliğimizin nişanı olan nevruz ihanet mihraklarının ilgi alanına girmiştir. Son yıllarda bir çok dış
mihrak ve bölücü örgüt yandaşları tarafından nevruz, bahar ruhuna aykırı bir şekilde, gerginlik
ve huzursuzluk aracı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Türklüğün ulu gününü ideolojilerine alet
etmeyen isteyen alçaklar, nevruzu ihanetleriyle yozlaştırma çabasına girmişlerdir. Şanlı Türk
tarihinden ve engin kültüründen nasibini almamış kişilerin vurdum duymazlığı neticesinde,
tarihi Türk bayramı olan Nevruz, Türklükle uzaktan yakından ilgisi olmayan bölücü unsurların
bayramı haline getirilmiştir. Bu nefret odaklarının nevruzu bahane ederek yaratmaya çalıştıkları
şiddet ortamı her yıl tekerrür etmektedir. Nevruz Bayramını etnik bir kesime aitmiş gibi göster140
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
mek ve art bir niyetin eline maşa olarak vermeye çalışmak, havanda su dövmekten farksızdır.
Baharın üç ana rengi bölücü müptezellerin ihanet paçavralarında bulunsa da bu renklerin bir
Türk ananesi olduğu bilinmektedir. Bu renkler Göktürk’lerde hem millî hem de dinî değere
sahiptir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun bayrağı da bu renklerden oluşmaktadır. Osmanlı
Devleti’nin ordu sancakları, bayrakları ve tuğlarında da bu renkler yer almaktadır. Terör odakları
aynı Nevruz’umuz gibi onu simgeleyen renkleri de bizden çalmaya çalışmaktadırlar. Lâkin ne
Nevruz kelimesindeki “v” harfini “w” yaparak Nevruz’umuzu ne de atalarımızın sancak, bayrak,
tuğ ve dinî simge olarak kullandıkları renkleri sahiplenebileceklerdir.
Önümüzde set gibi duran terör odaklı sorunların çözümünde ilk başvurulacak kudret
kapısının birlik ve beraberlik ruhu olduğu aşikârdır. Bizler bu mihraklara katiyen izin vermeyeceğimizi, bu tarihi güne yeniden ve daha büyük bir heyecan ile sahip çıkacağımızı her fırsatta
haykırarak dile getirdikçe ve üzerimize farz kılınan görevlerimizi ifa ettikçe Ulu Türk günü hep
Türklüğün günü olarak kalacaktır. Millet olarak kimliğimize, benliğimize, örf ve adetlerimize,
milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Zira günümüzde hiç olmadığı kadar
daha çok kardeşliğe, daha çok huzura ve daha çok sevgiye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bizler
bu değerlerimizin etrafında pervane olup döndükçe kardeşliğimizi bitirmeye, kader birliğimizi,
ülke birliğimizi parçalamaya, yok etmeye çalışan dâhili ve harici düşmanlarımızın kolunu
kanadını kırmış olacağız. Bizlerin keder ve kıvanç birliği terörist mihrakların istismarlarına
karşı en güçlü kalkanımızdır. İnsanlar yaşantılarına birlik duygusunu eklemeden dünyada
dirlik sahibi olmayacaktır. Kendimize ve yaşadığımız topluma inandığız değerlere karşı asli
vazifelerimizden birisi birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun yeniden yaşanması için gayret
göstermektir. Bu birliktelik hayata geçirilmeden bir insan topluluğundan ve insanî bir yaşamdan
bahsetmek mümkün değildir.
Nevruz ayrıştırıcı değil aksine bağlayıcı bütünleyici bir vasfa sahiptir. Her gelişinde bizlere farklılıklarımızdan ziyade benzerliklerimizin ve ortak değerlerimizin olduğunu hatırlatır.
Nazenin dokunuşlarla Türk milletinin kapısını çalarken bir kelebek kanadı kadar hafifliğini
hissederiz onun. Ancak nazenin olduğu kadar da gözü pektir nevruz’un. İhtilafa değil, ittifaka
zemin hazırlayan nevruz, bizi birbirimize düşürmek isteyen şer odakların yüzlerine o meşhur
Osmanlı tokadını da indirmekten geri durmaz.
Tekrar hoş geldin nevruz. Erisin yüksek dağların karları gelişinle. Boz bulanık aksın ve yatağından taşsın gönülde akan coşkun ırmaklarımız. Tanrı dağlarının yamaçlarında koştursun
yağız atlar. Serin rüzgârlar birer tütsü olsun Ulu Kağanların mezarlarına. Hoş geldin nevruz.
Gelişinle kaynaştır yine bizi bizlere. Körükle bir kez daha hem gönlümüzdeki hem de otağlarımızın
önünde yaktığımız ateşleri.
Asil Türk Milleti olarak ortak değerlerimiz etrafında pervane olup dönen, mazide birlikte
yaşamış, bundan sonra da beraber yaşama arzusun içerisinde olan şerefli bir toplumun
fertleriyiz. Bu bilinç ve idrak ile soylu bir gün olan kutlu bir değer olarak addedilen nevruzun
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
141
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
karşılayanı, savunucu ve uğurlayıcısı olmalıyız. Varlığımızı daha kudretli kılmak ve sarsılmaz
temeller üzerine inşa etmek için nevruz ve nevruz bilincimiz her zaman mihmandarımız
olmalıdır. Yeryüzünde kalbi Tanrı Dağları‘nda atan tek bir Türk yaşadıkça Nevruz hep bayram
olacak ve bu bayram yaşanılmaya devam edecektir.
Nevruz günümüz, güzel toyumuz kutlu olsun…
142
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
İbrahim SELÇUK
Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi
3. Sınıf
ULUSTIN ULU KÜNİ: ÖZDÖKÜMÜ BAYRAMI
“Acun gebe bir kadın olsaydı, yenigünde doğururdu.”
Bir kadına verilecek en büyük değer onu ‘ana’ yapmak olsa gerek. Öyle tabi, cennet dahi
onların ayakları altındadır. İşte tabiatı da ana yapmak, ona ‘tabiat ana’ demek, ona verilecek
en büyük değerdir. Zira ana gibi, şefkatli kollarında yaşamaya kişioğlunun ihtiyacı vardır. Peki,
tabiat nasıl ‘ana’olur? Tabiata vatan yapmak, onu ana yapmak demektir. Lakin kuru kuruya
vatan lafzı, gerek olsa da, yeter değildir vatan olması dolayısıyla ana olması için tabiatın.
Nasıl ki bir insanı ana yapmak için er kişinin onunla özünü paylaşması gerekiyorsa, tabiata
da mucizevî bir dokunuş gerekir. İnsan toprağa dokundukça toprak vatanlaşır. Yani tabiatın
rahmi topraktır. Bu toprağa verilecek öz de kandır. Bizler bu toprakları vatan ve bu suretle
ana yapabilmek için her karışını kanıyla sulamış bir milletin evladıyız. Bu yüzden her devirde
tabiat bize ana olmuş; gökkubbesi çadırımız, yağız yeri de döşek olmuştur. Vatanımız olan
bu topraklar, bizleri şefkatiyle saran ana olmuştur. Bu topraklar dedelerimizin avradı, onların
namusu olmuştur.
Bu uzunca girizgâhın amacı, aşağıda anlatacağım üzere nevruzun getirdiklerini anlamak
içindi. En başta da söylediğim hususu tekrar vurgulamak istiyorum. Acun gebe bir kadın olsaydı,
nevruzda doğururdu. İşte bu doğan evlatla yeniden can bulan tabiat, evlatlarına merhametle
sarılır, onları korur ve kollar. Gürül gürül akan ırmaklarından süt verircesine çağlayanlar akıtır
da içirir. Kapkara topraklarından türlü ekinler, yemişler bitirir de yedirir. Sıcacık güneşiyle,
gülümseyen bir ana edasıyla sıcacık sarmalar da ısıtır. Öyle ya ana bu da. Evlatları için, onların
büyüyüp geliştiklerinin sevinciyle gözyaşlarına bürünür. Ağladığım da görünmesin diye ne
kadar gizlese de bulutlar ardına gül cemalini, yağmurlar düşer arasından. Bir damlası düşer
de oracıkta bir çiçek bitiverir anında. Küçücük bir tayın tüylerini ıslatıverir de ona rahvan ruhu
verir, aygır-kısrak ruhu üfler sanki. Her şey bir güzellik içinde dizilidir. Herkesin bir yeri ve bir
görevi vardır. Hepsi sonsuz güzellik içinde kişioğluna hizmet içindedir. Tüm bu güzellikler
karşısında oturup da şunları düşünmemek elde mi? Seyre dalmış her şey. Neyin seyridir ki
bu? Yaradılışın seyridir bu. Zikre dalmış her şey. Neyin zikridir ki bu? Yaradanın zikridir bu.
İşte tüm bu güzellikler için şenlik yapar bu nevruz gününde kişioğlu. Tabiat anaya şükranlarını ve minnetlerini göstermek, onu sevindirmek ve sevgilerini göstermek için uğraşır
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
143
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
dururlar. Sen bize yurt oldun; oğlanlarımızla, kızlarımızla senin üzerinde şen olduk diye. Buna
da, bunların yapıldığı güne de nevruz denir işte.
Bu nevruz ki, bir kutlu yarınlar bayramıdır. Ya istiklal ya ölüm anlayışıyla her seferinde
küllerinden doğan bir milletin bayramı elbette fecre yönelik kutlu dilekler içeren bir bayram
olur tabi. Biz Türklerin kültürünün ögelerinden biri de bağımsızlıktır ve bu bağımsızlık yönelişi
yalnız bugünlere değil, geleceğe de dönük bir bakıştır. İşte bu kutlu günde yeniden doğan ve
canlanan tabiatla ve onun sundukları ile besilenen cümle mahlûkat bu kutlu günde uyanır ve
üremeye başlar. Bu anlamıyla da bugün uyanış için de muştulanmıştır.
Kişioğlu tabiattan yetiştirdği renk renk, tat tat meyvelerle, sebzelerle ve dahi hayvanlarla
beslenir. Bu beslenceden vücutsal reaksiyonlar neticesinde ilah vergisi bir öz oluşturur. İşte
kişi nesli bu özden devam eder. Cümle mahlûkat için de bu değişmez kural geçerlidir. Nitekim
bu süreğenliğe de eşyanın tabiatı denir. Herhalde değişmeyen bir ikinci şey de bu olsa gerek.
Nihayet nevruzun güzellikleri içinde kişioğlu yeni güzellikler, yeni bebecikler peyda eder.
Sözün güzelini eskiler söylemiş, bugüne de ‘özdökümü’ bayramı demişler. İnsanlığın yegâne
gayesinin kendisinden daha üstün nesiller yetiştirmek olduğu da düşünüldüğünde ne kadar
yerli yerinde bir söz olduğu apaçık ortaya çıkmıyor mu?
Atalarımız vaktiyle bu kutlu günün kutluluğunu görmüş ve hissetmişler. Bu yüzden
asırlarca bugünün hürmetine gereklerini yerine getirmek için uğraşmışlar. Bir bayram ve
bir uyanış günü olmuş bu kutlu gün. Ergenekon’dan çıkışla başlayan bu sürecin binyıllarca
ve hatta dünya durdukça devam edeceğine inanmışlar ve uygun yaşam sergileyerek örnek
olmuşlardır. Hala bugünün idrakinde olan insanların birinden çok küçükken duyduğum şu
söz beni derinden yakalamış ve bugünün anlamını kavrayabilmeme vesile olmuştur: Mart
dokuzu, insanın dokuzuna haber verir.
Tüm Orta Asya ve Ön Asya ve de Küçük Asya binyıllarca bugünü şenlik içinde kutlamış,
kutuna yaraşır şekilde bugünü beklemişler. Bugünün anısına Ergenekon’dan çıkışı ve kadim
meslek demirciliği simgelemişler, örs üzerinde ‘Ya Allah!’ nidasıyla demir dövmüşler. Mübarek Anadolu insanı bugünde evlerinde ve sokaklarında temizlik yapmış; evlerinde insana en
çok benzeyen, daha doğrusu Anadolu insanına en çok benzeyen buğdayın unundan ekmek
yapmışlar. Bir anı paylaşmak isterim. Hiç unutmam, ilkokuldayken nevruzun ertesi günü,
öğretmenimiz herkese nevruz günü ne yaptıklarını anlattırmıştı. Kimisi evini boyamış, kimisi
aş pişirip dağıtmış. İşte Anadolu insanı geleneklerine böyle sahip çıkmış. Hatta mübarek
Anadolu insanı dini gelenekleri ile nevruzu birleştirmiş ve bugünün ilahiliğine İslami bir özellik de katmıştır. Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri, Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşinden
kurtulduğu, Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün ve daha nice kutlu günün ile nevruz
günü olduğuna inanmışlar ve şenliklerini bunlarla kutlamışlar. Aslında haksız da sayılmazlar
belki. Kim bilir gerçekten böylesine mübarek bir gündür belki.
144
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Her bayramın özelliği; o güne inanan insanların toplumsal birlikteliğini ve kardeşlini
geliştirmek, geçmişin acılarını ve sevinçlerini yaşayıp anlamak, bu acıları ve sevinçleri genç
kuşaklara aktarmak ve dersler çıkartıp ilham almalarını sağlamaktır. Geçmişin tazeliği içinde
geleceğe uzanmaktır. Dini bayramların özellikleri de bunlar olagelmiş ve ek olarak yaratıcının
şefkatinden ve merhametinden istifadeyi de barındırmıştır. Yalnız nevruzun bunlara ilaveten
bir özelliği daha vardır ki o da ‘diriliştir’. Üzerine ölü toprağı gibi beyaz örtü serilen tabiatın
dirilişini, küçük tabiat olan kişioğlunun da kendi içindeki dirilişini ifade eder. O sebepten
dolayıdır ki Ergenekon’dan çıkış, bugündür. O sebepten nice kutlu fetihlerin sefer hazırlıkları
bu kutlu günlerde başlar, nice devletin temelleri bugünlerde atılır. Türkiye Cumhuriyetini
kuran Meclis bile bugünlerde yapılanmıştır. Çanakkale Deniz Zaferi bugünlerde kazanılmış,
kara savaşlarına bugünlerin kudreti tecelli etmiştir.
“Burçlarla dolu göğe andolsun” ayeti kerimesine binaen güneşin koç burcuna girdiği bu
kutlu günde nice diriliş önderleri ve bilge liderler de belirmiştir.
Nevruz bir kutlu yarınlar bayramıdır. Üzerine ölü toprağı serpilmiş bir milletin uyandığı,
dirilişe hazırlandığı bir gündür. Tertemiz bir neslin temellerinin atıldığı bir gündür. Aynı
zamanda nevruz nice kutlu yarınlar kadar, nice kutlu geçmişin de bayramıdır. Eğer iki şeyden
biriyse geçmişten kalan, ilham; nevruz da bu ilhamın arefesidir. Umuyorum ki en yakın nevruz,
yeni bir diriliş ve uyanışı muştular.
Önemini bilerek kutlayabilmek ümidiyle…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
145
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Kübra Nur ÜNLÜSOY
Uludağ Üniversitesi
Türkçe Öğretmenliği Bölümü
TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ
Bayramlar her millette görülen, toplumun fertleri tarafından benimsenen, insanlar arasındaki saygı ve sevgi bağlarının arttığı, küslerin barıştığı, yardımlaşmanın ön plana çıktığı
ve bütün halkın katıldığı ortak kültürel değerlerdir. Bayramlar milli duygular veya dini inanışlardan, o toplumun ortak kültüründen, örf ve adetlerinden doğar. İşte Nevruz da geçmişten
gelen kültürel değerlerimizin ön plana çıktığı tüm Türk dünyası tarafından yüzyıllardır çeşitli
etkinliklerle kutlanıp yaşatıla gelen Türk insanını bütünleştirici ve milli duyguların ön plana
çıktığı bayramımızdır. Bayramların özündeki sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma ilkeleri Nevruz’un
da temel prensibini oluşturmaktadır.
Nevruz bayramının, Hunlar tarafından tabiatın yeniden uyanışı ve tarımsal faaliyetlerin
başlangıcı görüldüğü M.Ö. 8. Yüzyıla dayandırılarak Çin kaynakları arasında yer almaktadır.
Göçebe bir yaşam tarzı benimseyen eski Türkler hayvan besleyen, yaşamını büyük ölçüde tabiat
şartlarına bağlı olarak sürdüren bir toplum olduğu için baharın gelişi onlar için elbette ki büyük
önem arz eder. Bu yüzden ki insanlar yaz mevsiminin bir an önce gelmesini ve yağmurlu bol
bereketli geçmesini, kış mevsiminin ise kısa geçmesini ve sert geçmemesini temenni eder. O
dönemin insanı da bu sebepten yazın gelişini bir yeniden canlanma, yeniden dirilme olarak
algılamıştır. Ayrıca Nevruz sadece baharın gelişi değil yeni bir yıla giriş yani takvim değişikliğini
de gösterir. Bu takvime göre yılların ve ayların adları, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiş ve
yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkat çeken nokta şudur ki; Türkler,
bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmişler; “varoluş ve diriliş günü”
şeklinde algılamışlardır. Dolayısıyla yaşam koşullarını, tabiatın döngüsüne uydurmak zorunda
olan göçebe Türk toplulukları için Nevruz çok önemli bir yere sahiptir ve yüzyıllar öncesinden
beri bugüne önem verilip baharın gelişi törenlerle kutlanmıştır. Bugün hala temelinde aynı
düşüncenin yer aldığı Nevruz bayramını coğrafi olarak geniş bir alana yayılan Türk toplumları
çoğu zaman benzer, yer yer de farklı etkinliklerle kutlamaya ve yaşatmaya devam etmektedir.
Biliyoruz ki toplumları ulus yapan en önemli unsurlardan biri de muhakkak ki kültürdür.
Türk kültürü de tarihin en eski ve en geniş kültürlerinden biri olup çok geniş bir mitolojiye
sahiptir. Nevruz bayramı da bu Türk mitolojisindeki yerini, toplumumuza ulus bilinci kazandırma yönünde önemli unsurlardan biri olan Ergenekon Destanıyla almıştır. Ulus olarak biz,
Nevruz’u sadece tabiatın uyanışı ve dirilişiyle ilgili tarımsal karakterli bahar kutlamaları dışında;
146
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
varoluşumuzu, bağımsızlığımızı, esaretten kurtuluşumuzu simgeleyen Ergenekon destanına
dayandırarak bütünleştiririz.
Mitolojimize göre düşmanları tarafından tamamen öldürülen ya da tutsak edilen Türklerden Kıyan ve Negüş kaçarak eşleriyle birlikte ve yanlarına da deve, at, öküz, koyunlardan
çokça alarak Ergenekon adı verilen etrafı sarp dağlarla çevrili bir yere sığındılar. Vardıkları yerde
akarsular, türlü türlü otlar meyveli ağaçlar,ve avlar buldular. 400 yıl burada yaşayıp sonra buraya
sığamaz hala gelerek çoğalan Türkler buradan güçlenmiş bir şekilde ve demir bir dağı eriterek
çıktılar. Daha sonra düşmandan intikamını alıp asli vatanlarına yeniden hakim oldular .İşte o
günden yeni yılın başladığı gece Köktürkler ’de adettir ve bayram halini almıştır. Sonraki Türk
boyları da Ergenekon’dan çıkış günü olarak gördükleri bu günü Ergenekon ya da Bozkurt günü
olarak kutlamışlar, oradan demiri eriterek çıkışlarının anısına da hala günümüzde kutlamalarda
süregelen demir dövme ritüelini uygulaya gelmişlerdir.
Türk toplulukları arasında kültürel bir köprü olma özelliği gösteren Nevruz bayramı, Türk
tarihi ve gelenekleriyle doğmuş, Türkler için temeli yüzyıllar öncesine dayanmakla birlikte
Anadolu’ya da Selçuklular döneminde girmiş daha sonra Osmanlı’ ya ve bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne de aktarılan bir mirasımız olarak süre gelmiştir. Öyle ki Türklerin İslamiyet’i kabulüyle
Nevruz gibi bir geleneğimiz inançlarımızla çatışmamış hatta Nevruz’u milletimiz, İslam inancı
göre harmanlayıp güç katmıştır. Mesela Özbekler, Nevruz Bayramında tıpkı dini bayramlar
gibi bayram namazı kılarlar. Özellikle Osmanlı’da saray çevresinde bazı adetler ortaya çıkmış,
Nevruz kutlamasının dini bir sakıncası olmadığına dair fetvalar yayınlanmış, Nevruziye adıyla
özel macunlar hazırlanmış, Nevruz Pişkeşi adıyla hediyeleşmeler olmuştur. Günümüzde adı
mesir macunu olarak hala 21 Mart’ta Manisa ‘da halka dağıtılır.
Osmanlı devrinde yapılan Nevruz kutlamaları ,Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak
devam etmiştir. Atatürk Türk ulusunun milli kültür ve çağdaşlaşma arasındaki dengeyi sahip
olduğumuz kültürel değerlerimizi koruyarak ve yaşatarak sağlayabileceğimizi belki de şu
sözleriyle ifade etmiştir: ‘’Milli kültürümüzü muasır medeniyetler üzerine çıkaracağız.’’ Burada
Ulu Önderimiz Atatürk’ün kültürümüzü gelenek ve göreneklerimizi yaşatmaktaki gayesini
görüyoruz. Bu sebeple Cumhuriyet ile hız kazanan Nevruz kutlamaları, yeni kurulan millî
devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden beslemek için yapılmış çalışmalar olarak
görülmektedir.
Günümüzde ise Anadolu’nun birçok yerinde benzer faaliyetlerle yer yer de yöresel farklılıklarla kutlanmaya devam etmektedir. Mesela: Azeri Türklerinin çoğunlukta olduğu Kars-Iğdır
illerimizde Nevruz bayramı hazırlıklarına Mart ayının girmesiyle başlanır. Gençler yumurtaları
soğanla ya da samanla boyayıp köşe başlarında kümelenerek tokuştururlar. Evlerde temizlikler
yapılır. Köy meydanlarında çeşitli oyunlar ve güreş müsabakaları yapılır. Bayramdan önceki üç
çarşamba ateş yakma adeti vardır. Son çarşamba da yedi çeşit adı verilen çerezler alınır. Bayram
günü semeni adı verilen helva yapıp ziyarete gelenlere sunulur. Kutlamalarda ateşeler yakılıp
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
147
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
üzerinden atlanır ki buradan atlayan kimse hastalıklarının dökülüp yanarak yok olacağına inanır.
Ülkemizin birçok yerinde benzer faaliyetler olurken bazı yöresel farklılıklar da görülür. Mesela:
Akdeniz bölgesinde yumurta bayramı geleneği , Kıbrıs’ta Mart Dokuzu şenlikleri şeklinde hem
isim olarak farklı adlandırılır hem de çeşitli kutlamalar düzenlenir. Yine başka bir bölgemizde
niyet oyunları oynanır, baht açmak olarak da adlandırılan bu oyun Batı Trakya Türkleri’nde yapılan
bir gelenektir. Çocuklar çabuk büyüsünler diye çimenlerin üzerinde yuvarlanırlar. Sivas’ta Nevruz
pilavı yapılarak dağıtılır. Mersin’de Mart İpliği geleneği ağaca bez bağlama şeklinde uygulanır.
Yine bölge bölge Nevruz kutlamalarına; Mart Dokuzu Şenlikleri, Sultan Nevruz, Taze Yıl, Yeni Gün
gibi değişik isimler verildiği görülür.
Orta Asya Türk kültüründe de büyük törenlerle kutlanan Nevruz bayramı Azerbaycan,
Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan’ da milli bir bayram olarak kutlanıp o gün
resmi tatil kabul edilmiştir.
Kazaklar, Sovyet Rusya döneminde yasaklanan Nevruz bayramını kendi içlerinde yaşatmış
daha sonra da bağımsızlığını kazanınca da resmi bayram kabul edip halkın ulu, büyük günü
anlamına gelen Ulustın Ulu Küni veya Nawrız adını vermişlerdir.Bu günde insanlar birbirine dua
ve iyilik anlamını gelen ’’Halk bahtlı olsun, Dört başı mamur olsun.’’ diyerek bayramlaşır, kadınlar
sağdıkları sütü kovalara koyar, evdeki eski kapları kırar yerlerine yenilerini koyarlar. Bu günlerde
büyükler ziyaret edilip büyükler, gençlere Nevruz duası ederler. Nevruzla birlikte bereket aylarının
başlayacağına inanan Kazaklar çeşitli yemekler yaparlar. Yedi çeşitten yapılan Köpköje isimli
yemekleri vardır ve bu yemekteki koyun kellesini köyün en yaşlısı yer. O gün gençler yiyeceklerini
alarak kırlara çıkarlar çeşitli eğlenceler düzenleyerek eğlenirler.
Nevruz bayramı kazaklarda olduğu gibi Kırgızlarda da heyecanla kutlanan milli bir bayramdır. Kırgızların bayrama hazırlarının ilk aşamasında Sümölök adlı yemek hazırlanır. Yemek
hazırlandıktan sonra yaşlılar ve kadınlar bir araya gelerek Allah ‘a dua eder. Sonra da Sümölök
yemeği halka dağıtılır. Bayramın ilk günü evler temizlenir, güzel giysiler giyilir, çam ağacının
bir dalı yakılarak ev içerisinde gezdirilir . Bu dumanın önceki yıldan kalan kötülükleri arındıracağına inanılır. Yalnız Kırgızlarda önemli bir nokta dikkat çeker. Onlarda Nevruzda ateş yakma
ve üstünden atlama geleneği yoktur. Bunların yanı sıra geleneksel halk sporları, halk oyunları
eğlenceler düzenlenir.
Azerbaycan’da da 21-23 Mart arasında Nevruz bayramı büyük bir coşkuyla kutlanır. Azerbaycan Türkleri bu günde mezarlık ziyaretleri yapıp helva dağıtırlar. Suya yüzük atma, baca baca
su başı, gibi farklı faaliyetleri vardır. Mesela Türkiye’de yaşayan Azeri Türkleri de bu gelenekleri
hala sürdürerek yumurta boyayıp tokuşturmak, suyla birbirlerini ıslamak gibi çeşitli gelenekleri
devam ettirirler.
Özbekler ise Nevruz bayramına dini bir karakter kazandırıp Kurban ve Ramazan bayramlarında olduğu gibi bayram namazı kılarak güne başlarlar. Aş adı verdikleri pilavdan yapıp dağıtırlar.
Bunun dışında yine güreş at yarışları, horoz dövüşleri gibi çeşitli oyunlar oynayarak eğlenirler.
148
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Türkmenistan’da ise ülkemizde olduğu gibi kutlamalar düzenlenir, karşılıklı ev ziyaretleri
yapılır. Görüldüğü gibi bütünleştirici milli duyguları ön plana çıkaran Nevruz gibi gelenek ve
göreneklerimizin devamını sağlayan bayramlar özellikle bağımsızlığını yeni kazanmış olan bu
Türk toplumları için büyük önem taşır. Yıllarca bu Türk toplumlarına kimliklerini unutturmaya
çalışan Sovyetler Birliği gibi baskıcı rejimlere rağmen kültürümüzü bu tür geleneklerle taşıyıp
korumak, hiçbir zaman başka milletlerin bayrağı altında yaşayamayan Türkler için ulus bilinci
oluşturmaya yönelik belki de basit gibi görünen fakat önemli eylemlerdir. O halde bize düşen
görev tüm Türklerin’’ en eski ve tek ortak bayramı’’ olan Nevruz’u unutmamak ve aslına uygun
şekilde yaşatmaktır.
Tüm Türk Dünyasının Nevruz Bayramı kutlu olsun.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
149
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Orhan BİNGÖL
Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili Edebiyatı Bölümü
KARDEŞLİK İKLİMİNDE AÇAN İLKBAHAR GÜNEŞİ
NEVRUZ
Nevruz,Türklerin tarih boyunca bütün medeniyetleri kucakladığı bir Türklük selamı ve
ilkbahar güneşiyle insanlığın kalbinde doğan bir kardeşlik kelamıdır.
Türkülerin kalp pınarlarında zirveye ulaştığı bu muazzam şölen,yüreklerde yeşeren barış
ve kardeşlik ümitlerinin var olma sebebidir.Bütün Türk coğrafyasını kucaklayan bu bayram,gökyüzünde açan eşsiz bir güneşin parıltısıyla bütün kalpleri bir ve beraber olmaya davet
etmiştir.Yüzyıllardır süregelen bu kutlama,dirilişin ve hakimiyetin barış ekseninde olması
gerektiğini bütün dünyaya ispat etmiştir.Bu kutsal öğreti,Türk medeniyetinin barışa olan
inancından kuvvet bulmaktadır.Yeryüzünde mütevazılığı ve hoşgörü politikasıyla kendini
bütün medeniyetlere hayran bırakan Türk Milleti,bu bayramı bütün insanlığa miras bırakmıştır.
Nevruz günü kalplerimizden dillerimize dökülen kelamlar,kağıda yazılamaz. O gün söylemek
istediklerimiz,insanların yüreklerine aşk mürekkebiyle yazılır.Yeniden doğuşun habercisi olan
Nevruz,canlanan tabiatla birlikte insan ruhunda tarifi mümkün olmayan duyguların gelişmesine
vesile olur.Bu duygular,yeryüzüne barış ve kardeşlik duygularının hakim olacağının bir alametidir.Bu kardeşlik ve barış musikileri bir aşk senfonisi gibidir.Baharla canlanan tabiat ve bu
tabiatın içinde var olan arı vızıldaması veyahut kuş cıvıltıları bu musikiye huzur ve mutlulukla
eşlik eder.İnsanların birbirleriyle kaynaşması bu musikiye benzer.İnsanların dillerinden dökülen
bu kardeşlik sözleri,ruhi bunalımların yeryüzüne hakim olduğu bu çağda gönüllerimizi mest
eder.Kulağımıza hoş gelen ve kalpleri buluşturan bu nağmeler maalesef günümüz dünyasında
yerini hüzne ve masum çocukların ağlayışlarına bırakmıştır.Bundan dolayı bizler de insanlığın
aslında Nevruz’a hiç olmadığı kadar ihtiyacı olduğunu anlarız.Nevruz’u,yüce milletimizin şahsında,yaşayan bütün insanlık adına ifade edecek olursak şu üç şeyle ifade etmek isterim.Nevruz
Ateş,Çiçek ve Aşk ekseninde gelişen ve ilkbahar güneşiyle açan bir kardeşlik iklimidir.Nevruz’un
Ateşi,Türk medeniyetinin bir ilkbahar güneşi gibi insanlığın kalbinde sevgiyle açacağının bir
haber- cisidir.Nevruz’un ateşi,Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh,Cihanda sulh” sözünün
yeryüzüne hakim olacağının bir işaretidir.Ve Nevruz’un ateşi,yeryüzünde insanlığın selameti,
barışın teminatı ve kardeşliğin bir tecellisidir.Nevruz ateşinin içinde bir de etrafa güzel kokular
yayan bir çiçek vardır.İşte bu Çiçek,kâinat bahçesinde yetişen ve adını bahar çiçeği koyduğumuz
Türk Medeniyetidir.Bu çiçeğin tohumu Türk Gençliği ve bu çiçeği yetiştiren yine Türk gençliğinin
150
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
kararlı olan azmidir.Bu Nevruz çiçeği açan her güneşle birlikte canlılığını ve tazeliğini koruyacak
ve insanlığın gönlünde ümit duygularını yeşertecektir.Aziz milletimiz bu güzel kokan çiçeği
insanlığa sevgi ve aşkla takdim edecektir.Bu çiçek yüreklere aşkın yeryüzündeki temsilcisi
olmak üzere hediye edilmiştir.Ve Nevruz çiçeği aslında büyük bir aşkın da habercisidir.Bu Aşk
kendini kardeşlik ve barış çabalarıyla kendini belli eder. Nasıl ki bir âşık,sevgilisine kavuşmak
için nice sıkıntılara katlanıyorsa,Türk milleti de kalpleri bu aşk etrafında buluşturmak için çok
çaba sarf etmiş ve nice sıkıntılara katlanmıştır.
Milletimiz gücünü bu aşka olan inancından ve samimiyetinden almaktadır.Türk
mille- tinin bu aşktaki amacı,Dünya’yı kuşatmak değil,insanlığı Nevruz ile yaşatmaktır.Biz asil
bir millet olarak insanlığa nice Nevruz’lar yaşatabilmenin gayesi içinde olmalıyız. İnsanlığın
birlik ve beraberliğe muhtaç olduğu bu çağda,hürriyetinden yoksun bırakılan milyonlarca
insanın tebessümlerine ortak olmanın gayesi içinde olmalıyız.İlkbahar güneşi,Türk medeniyeti ile birlikte yeryüzünde yaşayan bütün masumların kalbine barış ve kardeşlik duygularıyla
doğacaktır.Türk Medeniyeti’nin kalbi olan Türkiye’den Nevruz Bayramını kutlamaya hasret
kalan coğrafyalara kendi yazdığım bu şiirimi armağan ediyorum.İnşallah yeryüzünde yaşayan
bütün Türklerle bu bayramı neşe ve sevinç içinde kutlayacağız.Çünkü bahar yakındır bizlere.
Türk Milleti’nin Kardeşlik Bayramıdır
Nevruz
Ey Türk evladı! Bak açtı çiçekler,geldi işte ilkbahar.
Hüzünler bitti artık, şimdi kalplerde mutluluklar var.
Bu güzel günde herkesin yüreği büyük bir aşkla atar.
Türk’ün kalbinde aşk güneşinin açtığı gündür Nevruz.
Dünya’yı yakıp yıksa da bâki kalmaz zalimin zulmü.
Kardeşlik varken,niçin görmez gözler yoksa kör mü?
Mavi gökyüzü yok mu artık,bu görünen kızıl çöl mü?
Türk’ün yaşama arzusuyla hayal ettiği gündür Nevruz.
Bu millet asırlardır insanlığı barışa ve aşka davet etti.
Çünkü insanlığa kardeşçe yaşamayı öğreten bu milletti.
Bu duyguları yaşatan güç,kalbimizdeki o temiz asaletti.
Türk’ün kardeşini kucakladığı en güzel gündür Nevruz.
Bir barış güvercini,kanat çırpıp uçacaktı bu semalarda.
Millet,kardeşlik türkülerini haykıracaktı bu topraklarda.
Zulüm bitecekti elbet,bir umut olacaktı hep insanlarda.
Türk’ün yeryüzüne aşkla hakim olduğu gündür Nevruz.
Sonuç olarak Nevruz için kalemlerimiz bu eşsiz satırlara aşkını dökmeyi çok arzulardı. Fakat
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
151
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
dileğimiz kalemimizdeki mürekkebi kağıda değil,yüreklere nakşedebilmektir.Ben inanıyorum
ki yüreklere nakşedeceğimiz bu aşk mürekkebi,yeryüzünde sonsuza dek yaşa- yacak ve bir
kardeşlik imzasının teminatı olacaktır.
152
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Asya Şirin YARDIMCI
Freiburg Üniversitesi
8 Semester
TARİH İÇİNDE BURSA:
BURSA İÇİN SÖZLER/ ŞİİRLER
“Baş koymuşum anadolu yoluna,
Anaların dua yüklü koluna,
Melekler oturmuş sağ ve soluna,
Ümmet-i Millete iman doluna,
Damarda akan cânân anadolu!”
Diyar-ı Êllerde süslenir türküm,
Birlik/Berâberlik, gönülde ülküm,
Uğruna adanmış, servetim mülküm,
Kanımda asâlet, Müslüman Türküm,
Fecrin sabahında Tan Anadolu!
Dizelerinde şair Cennet Vatanı, Anadolu’yu anlatır.
Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet döneminde Anadolu,
Şüheda Vatan bir başkadır, destanlara konu olmuştur.
Cennet Vatanın bölünmez bütünlüğü yanında, Medeniyet Gözemizin ilk damlalarından,
sonra da çağlayanlarından biri olan Bursa üzerine söylenmiş, yazılmış sözlerden, şiirlerden
bir demet sunacağız sizlere.İşte Bursa üzerine yazılmış şiirler, sözlerden bazıları:
• 1854 yılı Zelzelesini haber alan zamanın Sadrazamı Keçecizâde Fuat Paşa şunları
söylemiştir:
- Desenize Osmanlı tarihinin dibâcesi yırtıldı. (Dibace: Kur’an-ı Kerim’in ve İslâm eserlerinin birinci ve ikinci sayfaları tesbihle süslü olarak yazılırdı. Bu ilk sayfalara DÎBACE denirdi.)
• “Fırak-ı padişahtan Od’a yanmış, harab olmuş
Dil-i uşşaka, yıkılmış sine-i müştaka benzer”
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
153
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
( Lâmii Çelebi bu sözü Bursa için söylemiştir. )
• “Gerçi dersiz dehr içinde yoktur İstanbul’umuz
Dursun İstanbul’unuz, Bursa bizim makbulümüz.”
(Nâzik Abdullah Efendi – Bir zamanlar İstanbul’a giden Nâzik Abdullah Efendi adından bir
zat, saray mensuplarından Kara Çelebi Mehmet Efendi ile “Bursa – İstanbul münakaşası”na
girmiş. Neticede Mehmet Efendi; “İstanbul’un Dünyada eşi yoktur” deyince, Nâzik Abdullah
Efendi bu beyitle cevap vermiştir. )
• “Dünyada görmediğim memleket ve şehir kalmadı gibi bir şey… İnsan eliyle süslenmiş
bundan daha kudretli pek çok şey gördüm. Fakat tabiatın bütün varlığını ve Allah’ın vermek
kudretinde bulunduğu bütün insanları nefsine toplayabilen böyle bir şehre rastlamadım. (35
yıl gezen İsviçreli bir seyyah.)
• “Hazreti Adem eğer hâki serendibe bedel
Bursa’ya inse idi çıktığı dem Cennet’ten
Der idi: böyle çemenzârı Hüdai var iken
Acırım bâğ-ı cinânda geçen evkatına ben”
(Gurebahane-i Lâklakene’den me’âlen alan Rahmi Karatay )
• “Bursa’yı eski eserler cihetinden fevkâlâde zengin şehir olarak mütalâa ediyorum. Bu
eserler ve tabiatın bu güzelliğine sahip olan Bursa şehrinin istikbâlinde Dünyanın diğer bütün şehirlerinden üstün olacağına katiyetle emin bulunuyorum. Yeni yapılacak planda gerek
camilerin, gerek türbelerin etrafını meydanlarla süsleyerek bu eserlerin güzelliklerini daha
çok göstermeye ve daha çok meydana çıkarmaya çalışacağız…” (Bursa’nın imar planını yapan
şöhretli mimar MÖSYÖ PROST)
• “Bursa’da gökler güler, ova güler, Dağ güler.”
(İlhan Geçer’in bir şiirinin son mısrası)
• “Yeşilden şehir Bursa
En güzel şiir Bursa.”
(Enver Tuncalp)
• “Daim iyiye giden,
Hak yolda Velilerden
154
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Allah’a dua eden
Elleri var Bursa’nın.”
(Yasin Doğru’nun BURSA isimli şiirinden)
• “Bursa, bir ‘dış’ değil, bir ‘iç’ tir.”
(Hasan Ali Yücel’in bir yazı başlığı)
• “Rüya görüyordu surlar alacakaranlıkta
Geleceğin çağıltısıyla sarhoş
Sahibini bekliyordu burçlar
Sokaklar bomboş…”
(İsmail Gerçeksöz’ün “Bursa’nın Destanı”ndan)
• Tarihin bir hayli evvelki çağı
Hakanlar sinende kurmuş otağı
İşittim sendeymiş Cennet’in bağı
Yeşil Bursa seni görmeye geldim..”
(Uzunköprülü bir şair Basri Karakuş)
• “Bursa iyi, Bursa güzel,
Bursa için destan yazılır.
Bursa için iğneyle kuyu kazılır.”
(Şair Niyazi Akıncıoğlu)
• “Acebmidir hayatı nev bulursa mürde diller anda
Hakikat mahzarı enfası rüh-u Kudüster Bursa
Nice gencineler pünhan eylemiştir kudsiyyetine,
Dereguş eyleyib anlarla daim ünsdür BURSA…”
(İsmail Hakkı Bursevî)
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
155
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
• “Muradiye, sabrın acı meyvesi,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı menkıbesi binlerce erin,
Sesi arşa çıkan hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.
……………………………..
Billur bir avize Bursa’da ZAMAN.”
(Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirinden)
• “İçimde yaşayan şehir BURSA…”
(İsmet Bozdağ)
• “Bir su içtim testiden,
Bursam, sensin beni mest eden!...”
(Bir çobanın ağzından)
• “Hani padişahlar, Emirler hani?
Gün gelir yok eder bu toprak seni.
Rahmi, gönül der ki; bu Dünya Fâni,
Üftâde’ye gönül verdim Bursa’da!...”
(Rahmi Demirlioğlu)
• “Yüce Minarelerinden okunurken Ezan’ın,
Yanık yanık, içli içli şiir okur Ozanın,
Fetih destanından kuvvet alır; oğul, kızan’ın,
Osman Gazi, Murat Bey’in mirası Yeşil Bursa!..”
………….
“Üstümden eksik olmasın yeşil çimen” diyenler,
Murat Han’ın Türbesinde bu gerçeği görenler,
Ecdadın eserlerine ellerini sürenler,
156
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Tarihi benliğini mâzi bilir BURSA’da!...”
(İlhan Yardımcı’nın Fetih Şehitlerine şiirinden)
• “Bir Bahar Bursa’ya bir yolculuk istersen eğer
Bu seyahat yedi kat Cennet hülyâsı değer.”
(Mehmet Faruk Gürtunca’nın “Yeşil Bursa” başlıklı şiirinden)
• “Mecnun Leylası’na kavuşamadı. Fakat güzellikler kaynağı Uludağ’da herkes
ilhamına kavuşabilir.”(Zeki Müren, 27 Ağustos 1953, Radyo Âleminden)
• “Gece su sesleri içinde uyuyan Bursa, başının ucunda daima ay ışığıyla aydınlanmış duran
ak minareleri, her biri birer gufran fevvaresi gibi fışkıran Mekke yeşili ihtiyar selvileri ile bin
bir sevgimizin tavaf yeri olan Bursa, dede çınarlarının dallarından sahil sesleri eksik olmayan,
deniz altına mahsus yeşil karartılarla, türbelerin, mabetlerinin içinde serin renk dalgaları
uyuyan Bursa. İlkbahar olduğu vakit ufuklardan ufuklara gelincik bulutlarıyla ovalarına şafaklar
devrilmiş gibi görünen BURSA..” ( Hamdullah Suphi)
• “Bütün Dünya başını bir taştan taşa vursa
Yine bizimdir, ey dost, haşredek yeşil Bursa…”
(1949 Tarihli Uludağ dergisinden – Yeşil Bursa şiirinin son mısrası, Cemal Oğuz
Öcal)
• “Tarih senin karşında, yeridir, divan dursa;
Ey Padişah şehri, kubbeler şehri BURSA!...”
(İlhan Yurtsever)
• Ne ânın gibi var kûh-i felek-çehr
Ne Bursa gibi gök altında bir şehr.”
Günümüz diliyle:
(Ne onun gibi gök yüzlü bir dağ,
Ne de gök kubbesi altında Bursa gibi bir şehir var.)
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
157
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Dilindir şehr-i Bursa gibi pürsûz
Duhanından feleklerdir siyah-ruz
Günümüz diliyle:
(Senin dilin, Bursa şehri gibi yakıcıdır.
Yanık gönlüm dumanından dünyaların gündüzü kararmıştır.)
(Lâmii Çelebi’nin “ŞEHRENGİZ-İ BURSA” adlı eserinden)
• “Bütün Dünyada var mı Bursa şehri
Kâmusu rûstâyî, Bursa şehri.”
(İshak Çelebi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe yazmalar 3770 9.B-10-A)
• Türk güzeli sevgilime haber ulaştır! Senin Bursa’ndayım ben… Gel!... Mis kokulu saçlarının
sarhoşuyum ben… Saçlarının çekici rayihasıyla dağlar, denizler aştım… Bursa’ya kadar ulaştım…
Senin Bursa’nda, saçlarının mest edici kokusunu getiren diyardayım… Sen de gel bana kavuş!...”
(Şeyh Attâr – 1119 – 1193, İran.’lı şairin “Pend-i Attâr” isimli eserinden)
• “Hiçbir yerde böyle her tarafı yeşil bir manzara görmedim. Ovayı kaplayan muhteşem
dağlar ise bir kat daha buraların letâfetini arttırıyor. Suların mebzuliyetini şayanı hayrettir…
Şehrin her tarafında ve hatta camilerin avlularında birçok şadırvanlar vardır. Osmanlıların iki
payitahtının, yani Bursa’nın mı, yoksa İstanbul’un mu mevkii daha güzeldir?. Doğrusu buna
cevap vermek müşküldür…” (Alman Mareşali Helmuth Von Moltke’nin “Türkiye Hatıraları”
isimli eserinden, Bursa’ya seyahat bölümünden alınmıştır. )
• Şiirde AKROSTİŞ sanatını deneyen Mecit Yıldırım, şahsım için 1974 yılında kaleme aldığı
şiirinde şöyle sesleniyor Bursa için:
İlk busem bu olsun isterdim öpüşüm Bursa’yı
Lâtif manzarası ve tüm varlığıyla…
Hayallerime kavuşmuş gibiyim,
Adımlarım uçarken kaldırımlarında…
Ne bir güçsüzlüğümün ve ne de bir yalnızlığımın,
Yoklamaya cesareti yok beni Bursa’da…
Aynada insan yığını gibi yanımda bir iki dostum,
158
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Remziye hanımı hatırlıyorum
Dar sokaklardan geçerken Bursa’nın…
Ilgıt ılgıt eser meltemin ıtrı sarmış ruhumu,
Marmara’dan duyuyorum martıların ötüşünü
Canlı, her varlık Zemheri ortasında
Ilık iklimin verdiği hayatla BURSA’da!...
• “Huzur, aydınlık, mûvazene yeri. Kutsal, karışıksız bir mavilik; ruhun kemaliyle sağlığı…”
(Andre Gide, Bursa Yeşil Cami)
• “Simsiyah bir örtü misali zaman
Gerilmiş tarihin renkli göğüne
İpince sızısı şadırvanların
Yeşil duyguların gömüldüğü
Hayret ellerinde Bursa beton çağının
Ne yatırlar kalmış, ne de türbeler
Ağlamış ağlamış göğe uzanıp
Sahipsiz ve yalnız sıra selviler…
…….
Gelsin de bir görsün, bir akşam üstü,
Bursa’nın şairi koca Tanpınar
Ovalarda şimdi yeni bir “Ova”
Uludağ’a nispet “Kondu”lu dağlar
Ne Bursa’da tarih, ne de o şiir
Zaman şahit durur ölümlerine
Ki kalan yaş döksün matemlerine.”
(İhsan Sezal – 1981)
• “Türkiye’deki yedi senelik ikametim esnasında, geniş ülkelerinde seyahat ederken Bursa’nın bir benzerine daha rastlamak mümkün olmadı. O, Türkiye’nin en fevkalade bir şehridir.”
(Jozef Brunne’den Türkçe’ye çeviren K. Sezencan)
Âriflerin kutbu, Gavsül vasilin bir zat olan Hazreti Üftade’nin torunu rahmetlik Daim
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
159
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Üftadeoğlu bir şiirinde Bursa için şöyle sesleniyor:
“Şeftali pembeliği ufuklara tül olmuş;
Gece kestane renkli, gurup şafak bambaşka.
Her yalı bir zeytinlik, bülbül dolmuş gül dolmuş;
Yamaçlarda meşeler, dağlardaki çam başka!...
……………
Dünyasına küsenler gelir sende barışır,
Ancak seni sevenler Meleklerle yarışır;
İksirine bu işin Ulu pîran karışır,
Erenlerin şaire verdiği ilham başka!...”
Bursa’da metfun bulunan yetmiş bin erenin, Evliyâ’nın şairlere, âşıklara ve gönül erlerine
verdiği ilhamı sadece Bursa’da bulmak mümkündür…
Kendi çemberi içerisinde kalmış, başkalarının değerlendirmesine ihtiyacı bulunmayan
Bursalı bir şair, rahmetli Mustafa Okur bu gönül erleri yumağından biri olan Emirsultan için
bakınız ne diyor:
“Huzura eren gönülleri, ûhrevileşir;
Seher vakti uyananların Emirsultan’da
Tekbirler yüreklere ilâhi tebşir,
Habercisi, arayanların Emirsultan’da.
……….
Düşünceler biter, akıl birden duralar,
Daim tefekkürde, şadırvanda kurnalar,
Şemşeddin Buhariye şereflendi buralar,
Ümid-i Cennet seccade, yayanların Emirsultan’da.”
Edebiyatımızda Bursa, Türkülerde de bir başkadır. “Sekme” denen dört buçuk tempolu oyun
havaları ile söylenen Bursa Türküleri; “Efe Türküsü” ile başlar, “Sarı Mustafa Türküsü” ile biter.
“Alıverin martinimi destime efem
160
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Bine idim kır atımın üstüne
Beş yüz atlı gelemedi üstüme.
“Yemeni, Dividi var, Aşalım, Harman, Turna, Bursa’nın ufak tefek taşları, Mendilim, Kadifeli
gelin ve Keklik” Türküleri daha bir başkadır.
“Bursa’nın ufak tefek taşları
Hilâl olmuş o yarimin kaşları
Bir omuzdan bir omuza saçları”
Dizeleri akar akar, gider…
• Bursa’dan uzak olduğum zaman, denizlerin renginde bazen bir yeşil yol görürüm… Bu
rengi o kadar çok seviyorum ki…” (Güzin Yenisey)
Tarih içinde Millî folklorumuzu derlerken, araştırırken; “Edebiyatımızda Bursa”yı işlerken,
Bursa için söylenmiş sözler ile mısraları sizlere aktarırken; “İman ve Aksiyon şairi “Mehmet
Akif Ersoy’un BÜLBÜL şiirini unutmak mümkün mü?... Bursa’mızın Yunan çizmeleri altında
inlediği yıllarda yazılmış olan BÜLBÜL’de sıralanan duygular 9 Mayıs 1928’de Ankara, Tacüddin
Dergâhında mısralaşmıştır… Rahmetli Akif bakınız bu şiirinde Bursa için neler diyor. Bazı
bölümlerini alıyorum:
“………..
Selâhaddini Eyyubilerin, Fatihlerin Yurdu…
Ne zillettir ki: Nakus inlesin beyninde Osman’ın;
Ezân sussun, fezâlardan silinsin yâdi Mevlâ’nın!...
…………
Çökük bir kubbe kalsın mâ’bedinde Yıldırım Han’ın;
Şenaâtlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın,
…………
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!...”
Tarih şehri, Veliler yurdu, İlim/irfan Merkezi, Osmanlı’nın ilk beşiği Yeşil Bursa; 1326 tarihinde Osmanlı Türkleri tarafından fethedildiği günden itibaren gerçek değerini kazanarak,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
161
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Edebiyat tarihinde de kendisinden söz edilen bir belde haline gelmiştir. Bütün bunları Bursa’nın
dışında değil, içinde aramak lazımdır. Bu içteki güzellik, ruh ve değer; Bursa’yı Bursa yapan
sarsılmaz ve kaybolmaz manevi değerlerdir… Millî Tarih şuûruna sahip çıkma dâvâsıdır… Bu
değerlere sahip çıktığımız sürece, Bursa yerini ebediyen muhafaza edecektir…
Avrupalıların “Bu eserler bir yazar tarafından yüz senede değil, bir Üniversite kadrosunun
üç yüz yılda yazabileceği eserlerdir” dedikleri İsmail Hakkı Bursevî gibi 161 eser sahibi; İlim,
Felsefe, Psikoloji, Ruh, Siyaset, ahlak, metafizik, Tasavvuf, Edebiyat, Şiir ve Tefsir sahalarında
derya alim, mütefekkirler yetiştiren Bursa; Âşıklarından gönlünde, şairlerin dilinde, ozanların
telinde, yazarların kaleminde imanlı bir kaledir. Bu kale ve burçlarında dalgalanan kültür
değerlerimiz Haşre kadar bizimdir. Bizim kalacak.
Bursa’nın remzi “ULU ŞEHİR” olarak tescillendi.
Yazımızı bir şiirle noktalayalım:
BURSA ULU BİR ŞEHİR,
DERYÂYA AKAN NEHİR!
KEMÂLİ
Nihayet “ULU ŞEHİR”, Bursa’nın remzi oldu,
Geçmişten akan nehir, şimdi yatağın buldu,
‘Bursa’da Zaman’ mâhir, gönüle sevdâ doldu,
Aşkı etmeyin tehir, kokmayan güller soldu.
ULUCAMİ, ULUDAĞ, PEŞİNDEN ULUÇARŞI,
OVADA KALMADI BAĞ, BEN GİDEM KİME KARŞI?
Masonlar üzülmüştür, “Ulu” onlara batar,
Tenleri büzülmüştür, dertlerine dert katar,
Dilleri çözülmüştür, devirimleri artar,
Şühedâ dizilmiştir, Bursa’da Osman yatar.
ULU OLAN MİLLETİN, TARİHTE ULU ŞEHRİ,
YUNAN ZULMÜ ZÎLLETİN, SELE KARIŞAN NEHRİ.
Bursa yeniden baştan, Ulu Şehir olmalı,
162
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Genç, ihtiyar, her yaştan, âhenk ile dolmalı,
Tarih yazılan taştan, benliğini bulmalı,
Gerekirse savaştan, ‘Son Karakol’ kalmalı.
YETMİŞ BİN VELÎ YATAR, ULU ŞEHİR TOPRAKTA,
TARİHİN KALBİ ATAR, YORGAN OLAN YAPRAKTA.
Sana baktım tepeden, ovalar beton olmuş,
Acı boşalt heybeden, sevdâma kimler dolmuş,
Ulu adın bilmeden, bağında güller solmuş,
Bekleyenler gülmeden, nihayet seni bulmuş.
ALTI ÜSTÜNDEN CANLI, ULU ŞEHİR, ULU YER,
EDEP/ERKÂNLA CANLI, ERENLERİ BULUVER.
Evliyâlar diyarı, Padişahlar otağı,
Bulunamaz mîyârı, Medeniyet Toprağı,
Eser Lodos Rüzgârı, dalda kalmaz yaprağı,
Utandırır ağyârı, Osmanlının Kalpağı.
GÖZÜMÜ SENDE AÇTIM, BENLİĞİ SENDE BULDUM,
ÖZÜMÜ SENDE SAÇTIM, DEĞERLERDE KAYBOLDUM.
Dört Mevsimi yaşarsın, Yeşil/Mavi yan yana,
Engelleri aşarsın, olmaz sana angarya,
Geleceğe koşarsın, hiç yapmazsın tantana,
İnanmazsan şaşarsın, gerek kalmaz bühtâna.
ŞAİRLER KALEMİNDE, ULU ŞEHİRDE ZAMAN,
YAZARLER ÂLEMİNDE DEVRÂNDA OLMAZ AMAN.
Duymuştur Osmangazi, Emirsultan kabrinde,
Nice şehitle gazi, Makber olan kalbinde,
İnegöl, Orhangazi, Gemlik, Gürsu vaktinde,
Yaşayın Kış’la, Yaz’ı, ulu olan ahdinde.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
163
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
BURSA ULU BİR ŞEHİR, BAYRAMLA SEYRÂN BAŞKA,
DERYÂYA AKAN NEHİR, İNSAN GELİYOR AŞKA.
Tanpınarlar kalk ta göre, Bursa’nın remzi ulu,
Ruhunu yeniden ör, insanlar Hakkın kulu,
Sorarsan binleri sor, Dergâhta ‘Sevgi Çulu’,
KEMÂLİ’ye düşer kor, tekmeler para/pulu.
BURSA BENİM GÖNLÜMDE, ULUDAN DAHA ULU,
DÜN, BUGÜN, HER GÜNÜNDE, BİLİR ALLAH’IN KULU.
164
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Hakan Berke ERKAN
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü
Hazırlık Sınıfı
NEVRUZ MİLLİ RUHUMUZDUR
Bahar ve bereketin simgesi Nevruz Türk dünyasının ortak kültürel değeridir. Emeğe,
tabiata, hayata karşı duyulan sevginin adı, umudun başlangıcıdır. Ergenekon denilen kutlu
yurttan çıkan büyük Türk milletinin kıtaları aşarak Kızıl Elma’ya varan uyanışının ve bir milletin
içerisinde taşıdığı kutlu bir ateştir.
Nevruz zorluklardan ve sıkıntılardan sonra açmayı başarabilen bir çiçektir. Uzun ve soğuk
bir kışın ardından Tabiat Ana insanoğluna en güzel hediye olan baharı verir. Ağaçlar dayanamayıp nazı bırakır ve gelinliklerini giyerler. Gözlerimiz bir renk cümbüşüyle süslenir. Kalbimiz
de bu renklerin sıcaklığıyla ısınır. Sevgi tomurcukları açar.
Tabiata kuşların ve çiçeklerin yeni notaları düşer. Ümit, mutluluk, hoşgörü ve kardeşlik
duygularını da önüne katarak ilerler. Bu coşku bazen Türkmen çöllerine bir damla serinlik,
Balkan ormanlarına yağmur, Anadolu topraklarına bereket bazen de Doğu Türkistan’a umut
dağıtır. Güneşin yedi rengiyle birleşip yanık ezgilere ilham olur.
Nevruz toplumsal yaşamda canlandırıcı etkisi bulunması, geleneklerin sürmesi aracı olması
yönüyle işlevseldir. Nevruz geleneğini sürdürenler kültür taşıyıcıları olarak görev yapar. Orta
Asya’daki Türk Topluluklarından Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur, Balkan ve
Anadolu Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak günümüze kadar yaşatmıştır. Kafkaslar’da yakılan Nevruz ateşinin sıcaklığı Sibirya’yı ısıtır, Doğu Türkmenistan’daki Nevruz ateşi Anadolu’yu,
Balkanlar’ı sevindirir. İşte, bu yüzden Nevruz Bayramı, Türk varlığının vazgeçilmez bir parçasıdır.
Nevruz milli ruhumuzdur. Türklüğün kuşatılması ve Türk Birliği için vazgeçilmez bir değerdir.
Tutsaklığa düşmemek, töresini koruyabilmek, hür ve barış içinde yaşayabilmek için yakılan
ateş Türk’ün bağımsızlık özleminin, örste dövülen demir yeniden şekillenmesinin gelişmenin,
büyümenin, kurtuluşun, gelişmenin sembolüdür. Nevruz Türk’ü geçmişten bugüne ve bugünden
yarına ulaştıran bir köprüdür. Nevruz bereketle birlikte taşıyıcısı olma görevini de başarıyla
yerine getirir. Törelerin kökleşmesini sağlar. Her toplum Nevruz’u değerleriyle anlamlandırarak
milli kültürlerinin bir sembolü haline getirmiştir.
Her kavmin masalları vardır. Türklerin kendilerine mahsus ve babadan oğula geçen masalları vardır. Milletleri canlandıracak yükseltecek mefkûreleri doğuran her halde mefkûreyi
öldüren tarihlerden daha iyi ve daha kıymetlidir. Bilindiği üzere 30 Ekim 1918’de Mondros MüTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
165
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
tarekesi’nin imzalanmasından itibaren İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından
Osmanlı Devleti toprakları ve Anadolu işgal edilmeye başladı. 21 Mart 1921’de Yunan orduları
bütün cephelerde taarruz hazırlığına başladılar. Hedefleri Ankara ve Büyük Millet Meclisi idi.
Bu işgaller ve saldırılar Ankara TBMM Hükümeti tarafından ikinci Ergenekon’a benzetilmiştir.
23 Mart 1921’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde bir makale yazan Kütahya Mebusu Besim
Atalay Milli Mücadele’yi Türklerin Ergenekon’dan çıkışına benzeterek bunu şöyle ifade etmiştir.
“Ergenekon hadisesinin önemi bizim bugünkü Milli Mücadelemizle olan benzerliğinden
ileri gelir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyu, bugün de kendi
varlığına kastedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve Ulu
Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim” “Bilelim ki,
milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avı olmaya mahkûmdur.” Diyen Atatürk
“ Türk kimliğini koruyarak çağdaşlaşma” hedefine yürürken; devlet kuran devlet adamı olarak Türk’ün bütün milli ve manevi değerlerini de kucaklamıştır. Düşmana karşı ölüm-kalım
mücadelesi sürdürülürken bile 21 Mart 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın katılımıyla Ankara’da
Nevruz şenlikleri düzenlenmiştir. Askeri kıtalar başlarında “Gök sancaklar, al sancaklar” olduğu
halde yürümüştür. “Cumhuriyet’in temeli yüksek Türk kültürüdür.” diyen Atatürk’ün Nevruz
kutlamasına bizzat katılması, aslında onun çok zor bir yolda yürürken her şeyi ne kadar
detaylı düşündüğünün de bir göstergesidir. Atatürk, Nevruz Bayramı’nın Türklüğün en eski
bayramlarından biri olduğunu biliyordu. Bu nedenle de o sıkıntılı günlerde halkın heyecanını
arttıracak her türlü etkinliği yaparak, hem Nevruz’un bize ait olduğunu vurguluyor, hem de
Nevruz şenlikleriyle halkın moralini yüksek tutmaya çalışıyordu. Halkın kendi içinde yaşattığı
kültürel değerleri ne kadar önemsediğini gösteriyordu.
Nevruz Anadolu ve Turan coğrafyası için sevda ve hasret türküsüdür. Nevruz, Türk insanını
birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen ataların ruhuyla
yanan bir ateştir. Bu ateş hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından
binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. TÜRK Dünyasını
oluşturan devletlerarasında sınırlar olabilir ama bu sınırları aşan gönül, kültür, dil birliktelikleri hiçbir zaman sınır tanımaz. Bizlerin bu sınır tanımazlığın içerisindeki tek bir millet, tek
bir kültüre sahip insanlar olarak, birlik ve beraberliğimizi her daim diri tutmamız ve birlikte
hareket etmemiz gerekir.
“TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE
KUVVET BULACAKTIR.” 21 Mart Nevruz Bayramı, genç nesillerimize mutlaka öğretilmeli ve
dünya durdukça Türk Milleti’nin geleneksen bayramı olarak yaşatılmalıdır.
166
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Ebru ÇETİN
Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
2.Sınıf
KÜÇÜK OVANIN BÜYÜK SIRLARI
Baş ucunda koca bir dağ ayak ucunda Marmara sanki cennetten bir belde nakışlanmış
buraya,çehresi buram buram tarih kokuyor.Sokaklar evliyalara yurt olmuş,adı Osmanlı’ya baş
olmuş,nice padişahlar görmüştür.İpek mendillere işlenmiş,türkülerde destan olmuştur.İlim,bilim,sanat sağanak sağanak bu küçük ovaya yağmış nice şairleri makama oturtmuştur.Her
taşında işlenilmiş nakışlar yeni bir nakşa örnek olmuştur.Her köşesi “ALLAHU EKBER”sözüyle arşı titretmiş düşmana kalkan olmuştur.Şarktan,garba,şimalden,cenuba her çeşit insanın
toprağı olmuş kimilerinin makberi olmuştur.Yeşil sevdasıyla yürekleri yakan,beyaz altınıyla
ihtişamı yaşatan,mavi kapısıyla her gelene”Merhaba”diyen,eşşiz görkemiyle cümlelerin yetersiz kaldığı Bursa anlatmaya şâyân bir âbidedir.Bursa kayıtlara göre MÖ iki bin sene evvel
Trakya’dan bir takım kavimler gelmiştir.Bunların arasında olan Tini’ler Bursa’dan Kastomoni’ye
kadar olan yerlere yerleşmişlerdir.Bu yerlerde krallık kurup bu krallığın adına”Bitinya”adını
vermişlerdir.II.Prusyas zamanında Roma’lılarla Üç Pön savaşı yapan Anibal Roma’lılara yenilince doğuya kaçarak İznik’te Prusyas’a sığınmıştı.Bursa civarında kralla bir gezintiye çıkan
Anibal bu mevkiyi beğenerek burada bir şehir kurulmasını krala teklif eder.Teklifi kabul edilir.
Kurulan şehrin adına”Bursa”denir.MÖ 202 Prusa İran kralı Kevhüsrev ile Lidya kralı Krasüs
zamanında yaşamıştır.Daha sonra Roma’lılar memleketlerini genişleterek Anadolu’ya geçmişler,Bergama Krallığı’nı ortadan kaldırmışlardır.Roma genarali Triarios burayı zaptederek Bursa’yı
İzmit’e bağlı bir şehir haline getrmiştir.Bitinya Krallığı’nı da toprakları içine katan Romalı’lardan kaçan Anibal Gebze’de intihar etmiştir.Roma İmparotorluğu MÖ 3000 sene sonra doğu
ve batı olmak üzere ikiye ayrılır.Bu suretle bin sene kadar Doğu Bizans İmparotorluğu idaresinde kalan Bursa Orhan Bey tarafından on sene kuşatıldıktan sonra türklerin eline geçer.
Anibal Bursa’nın üç tarafı uçurum olan mevkilerinin yalnız güney tarafına kalaler yaptırmış ve
önünü su bendi ile çevirtmiştir.Pınarbaşı suyunu gizli bir yerden Bursa’ya akıtmış kuşatma
esnasında Rum’lar bu sudan faaydalanmıştır.Bursa daha sonra Yunan’lıların sonra da Roma’nın
vilayeti haline gelir.Roma döneminde İmparator Trajon zamanında vali bulunan genç Plin
hisar içinden ibaret olan Bursa’da büyük binalar,saraylar yaptırmış ama günümüze ulaşmamıştır.İmparator Jüstinyen zamanında Çekirge hamamları yeniden imar edilmiş saraylar yapılmıştır.Rivayetlere göre bu saraylar Hüdavendigar cami yerindeymiş.1071’de Alparslan’ın
Romen Diyojen’i Malazgirt savaşında yenmesinden sonra Batı Anadolu’ya uzanan Selçuklu,TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
167
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Melikşah’ın tayin ettiği Süleyman’ın idaresinde ilerlemekteyken Bizans’lılar bir daha ordu ile
talihlerini denedikten sonra çekilmeye mecbur kaldılar.Fırsattan istifade eden Süleyman İznik’e
kadar gelmiş,İzmir ve Alaşehir civarını da almıştı.Bizansa yakın olması için 1081’de İznik’i baş
şehir yapmıştır.Süleyman’ın vefatından sonra oğlu Kılıçaslan Selçuklu padişahı Melikşah tarafından yetiştirildi.Daha sonra İznik’e gönderildi.Anadolu Selçuklu Devleti’ni diriltip İznik’i
merkez yaptı.Şimdi Bursa’nın en hareketli olan Osmanlı dönemine gelelim.Osman Bey’in başa
geçtiği dönemde Bitinya bölgesinde idare gevşekti.Ankara’dan Eskşehir’e kadar olan yerlerde
ahi şeyhlerinin nüfusu fazlaydı.Osman Bey Âhi Şeyhleri’nden faydalanmasını bildi.Eskişehir’de
olan Şeyh Edebali’nin kızını aldı.Şeyh Mahmud Edebali’nin Âhi Şemsettin ve oğlu Âhi Hasan
ve Cendereli Kara Halil devletin kurulmasında hizmeti olan şeflerdendir.Başka aşiret beyleri
de birliğe katılmış ve çalışmışlardır.Osman Bey 1307’de Bursa,Kestel,Kite,Antranos tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz bayırının doğusunda perişan etmiş,Dimboz ve Kite tekfurları kaçmış Aydoğdu orada şehit olmuştur.Mezarı şimdi Dimboz köyünün altında yol kenarındadır.Kaçan Kite tekfuru kalesinin önünde öldürülmüştür.Diğer tekfurlar Ulubat’a kadar takib
edilmiştir.Bunun üzerine Osman Gazi Bursa’yı kuşatmaya başladı.Bu maksatla dışardan gelen
yardımları önlemek için iki tane kale yaptırdı.Biri Kükürtlü hamamı karşısında buraya kardeşinin oğlu Aktimur’u bıraktı, diğeri de Molla Arap mektebinin yerindedir,buraya da yiğitlerden
Balaban Bey’i bıraktı.Bursa’nın kuşatılması uzun sürdü.Osman Bey ihtiyarlamış savaş idaresini oğlu Orhan almıştır.Orhan Bey de Bursa’yı kuşatmaya devam etti.1321’de Mudanya,Gemlik ve Astranos(Orhaneli)alındı,şehrin kuşatılması tamamlandı.Ohan Bey karargâhı Bursa’nın
güneyindeki Pınarbaşı meydanına getirdi.Savaştan kurtulamayacağını anlayan Bursa tekfuru
Broses Köse Mihâl’in dalâleti ile teslim olmak istedi.Otuz bin frori altını mukâbilinde avânesi ile birlikte gitmeye razı oldu.Verilen askerlerin himâyesinde Gemlik’e, oradan da gemilere
bindirilip gönderildi.Bu suretle Bursa türk hakimiyetine girmiş oldu.Bursa’nın zaptından bir
sene sonra ilk Osmanlı parası burada basılmıştır.Orhan Bey zamanında ilk anıtlarda yapılmaya başlamıştır.Bursa hükümet merkezi olmuştur.Gökdere’de bir câmi yanında imâret,medrese,han,hamam yaptırdı ve etrafını da duvarla çevirtti.Hisar içinde Eski hamam,Sürmeli mescid,Alâaddin cami,Molla Arab’da Çoban Bey mescidi yapıldı.Balıkesir ve civarı alınınca
Karesioğulları’ndaki büyükler Osmanlı hizmetine geçtiler.Devletin gelişmesinde rolleri büyüktür.Orhan Bey’in vefatında Bursa hisar içinden çıkmaya başlamıştır.Orhan Bey’in eşi Nilüfer
Hatun için oğlu I.Murad tarafından İznik’te imârethane yapılmıştır.Günümüzde müze olarak
kullanılmaktadır.Orhan Bey’in ölümüyle tahta I.Murad çıkar.Orhan Bey’in türbesi dört köşedir,dört yuvarlak sütun üzerine yapılmıştır.Türbenin taban döşemesi üzerinde Bizans mozayik
parçaları vardır.Yanında zevcesi Nilüfer Hatun ve kızı yatar.I.Murad zamanında Lala Şahin
Paşa(Bursa’da medresesi M.Kemal Paşa’da türbesi vardır)Evranos,Kara Timurtaş gibi ünlü
kumandanlar vardı.Bunlar zamanında Dedeağaç,Kırklareli,Tekirdağ.Edirne,Filibe aınmıştır.
Türklerin bu ani ilerleyişi karşısında Papa Urban telaşa kapılarak Haçlı ordusu hazırlatıp
60.000 kişilik bir ordu ile Sofya ovasına geliyor.Bunu duyan I.Murad Hacı İlbey’i 10.000 kişi
168
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ile keşfe çıkarır.İlbey Haçlı ordusunu Filibe yanında ovada görür. Düşman burada konaklayarak
her şeyden emin bir şekilde eğleniyorlar.Keşif esnasında gece ilerleyen Hacı bey düşmanı
ormanlar arasından seyrediyordu.Sabaha yakın saatte davullar çalarak tekbir sesleri yükseliyordu.Bunu duyan düşman şaşırıyor düşman geldi zannı ile birbirlerine hücum ederek kırılıyordu.Bu vaziyeti gören Hacı İlbey gün doğunca meydana gelir ve yerde binlerce ölüyle karşılaşır.Macar,Sırp,Bulgar kralları kaçıyordu.Bu yolla İlbey savaşı kazanmış olur.Bu savaş
Sırpsındı’dır(1363)bu savaştan sonra sınırlar peş peşe genişlemiş Sırbistan içlerine kadar
gidilmiştir.Avrupa devletleri bu durumu önlemek için Haçlı ordusu meydana getirir.I.Murad ile
Kosova sahrasında karşılaşırlar.Savaş türkler tarafından kazanılır.I.Murad savaş meydanında
Kablovic adlı bir sırp tarafından şehit edilmiştir.İç organları oraya gömülmüş,cesedi mumyalanıp Bursa Hüdâvendigâr câmi yanındaki türbesine getirilmiştir.Türbenin ortasında etrafı
pirinç parmaklıklarla çevrili olan sanduka I.Murad’a aittir.Bunun iki yanında Bâyezid’in oğulları Süleyman ve Musa Çelebi’lerin sandukaları vardır.Pencere kenarında beş sanduka daha
vardır.Bonlardan biri I.Murad’ın oğlu Yakub’a diğeri Süleyman’ın oğlu Orhan’a bir diğeri de II.
Bayezid’in Kefe valisi iken ölen oğlu Mehmed’e aittir.Türbenin bahçesinde yer alan bir mezarın süslemeli kitâbesinden 1902’de padişahın izniyle gömülen bir hanıma ait olduğu sanılır.
Türbe kapısının kuzeyinde semte ismini veren,halk arasında Çegirge Sultan olarak anılan
meczup bir şahsın kabri yer almaktadır.Türbenin güneybatısında demir parmaklıklarla çevrili
alanda şehit mezarları bulunmaktadır.I.Murad’ın ölümüyle tahta Yıldırım Bâyazid geçer.Kosova savaşının sonuçlarını aldıktan sonra Anadolu’daki ayaklanmaları bastırdı.Birçok beyliği
devlete katmıştır.1396’da İstanbul’u muhâsaradayken Rumeli’den yine bir Haçlı ordusunun
yürümekte olduğu haberi geldi.Düşman Niğbolu’ya gelmiş,kuşatmıştı.Kalede Bursalı Doğan
Bey vardı(Mezarı ve mescidi Bursa’dadır)Bâyezid bir gece tek başına tebdil kıyafetle kaleye
sokuldu,içeri bağırdı.Doğan Bey padişahına yakışır vaka ile her şeyin yolunda olduğuna haber
verdi.Yıldırım ikinci gün kaleyi kurtardı ve düşmanı perişan etti.Bu büyük zaferde birçok ganinet kaldı.Seferden dönen padişah Bursa’da Ulu câmi,Yıldırım’da câmi,medrese,okul,dârüşşifâ,hamam,Ebu İshak câmisini yaptırdı.Ne yazık ki bu muzaffer kumandan(1402)Ankara
savaşında Timur ordusuna yenilmiştir.Timur Batı Anadolu’yu almış,askerleri Bursa’ya kadar
gelmiştir,şehri kısmen tahrip etti.Ulu câmiyi ahır yaptılar,giderken de yaktılar.İzmir’den dönen
Timur,Yıldırım’ı Akşehir’e yollamıştı.Kendisini Semerkand’a götürüleceğini hisseden Bâyezid
yüzüğünün kaşındadaki zehirle kendini öldürdü.Türbesi Yıldırım câmi karşısındadır.Türbe
binasının önü üç kubbeli ravaktır.Türbe içi tek kubbelidir.Türbe Yıldırım’ın oğlu Süleyman Han
tarafından yaptırılmıştır.Karamanoğlu Yakub Bey Bursa’ ya gelerek türbeyi yakmış,Çelebi
Mehmet yeniden yaptırmıştır.Karşısındaki medreseyi Bâyezid yaptırmıştır.Ankara savaşa
sonunda İsa Çelebi,Beylerbeyi,Gâzi Timurtaş Paşa ile Balıkesir ve Bursa’ya geldi.Mehmed
Çelebi,Bâyezid Paşa ve kardeşi Hamza Bey’le beraber Amasya’ya gitti.Süleyman ise baş vezir
Çandarlı Ali Paşa ile Bursa’ya geldi,hazineleri alabildiği kadar aldı.İki küçük kardeşini Bizans’a
rehin bırakarak Edirne’ye geçti.Musa ve Mustafa Çelebi’ler de esir düştüler.Mustafa SemerTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
169
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
kand’a götürüldü.Musa da babasının naşını Bursa’ya getirdi.O zaman Bursa ve Balıkesir’e
hakim olan İsa Çelebi’ydi.Musa da hakimiyet damgasını Timur’dan almış olduğundan Bursa’yı
kurtarmak ve kendi yerleşmek için İsa’ya karşı geldi.Kurtaramayınca Karaman’a gitmek istedi
fakat Süleyman’ın Karaman ile anlaştığını anladığından Mehmed Çelebi’nin yanına gitti.Çelebi Mehmed Musa ile anlaştı onu Edirne’ye yerleşmiş bulunan Süleyman Çelebi’ye sevketti.
Musa ağabeyi olan Süleyman Çelebi ile İstanbul’a yakın bir yerde karşılaştılar.Süleyman’a
İmparator yardım ettiğinden Musa yenildi fakat takip edilmedi.Vaziyetten faydalanan Musa
tekrar Süleyman’a yürüdü.Süleyman kaçarken öldürüldü.Bunun üzerine Musa Edirne’de tahta
geçti.Kardeşi Mehmet’e yenilinceye kadar Rumeli’de padişah kaldı.Çelebi Mehmed,İsa Çelebi’nin Bursa’ya gelmesine razı olmadığından Ulubat’ta İsa’nın ordusunu yendi.Veziri Gâzi
Timurtaş öldürüldü.Mehmed Bursa’ya yerleşti.Süleyman Çelebi Bursa’dan Mehmed’i çıkarmaya çalıştı.Yenişehir’de savaş yaptılar.Mehmet geri çekildi.Bursa’yı terkederek Amasya’ya gitti.
Süleyman Çelebi Bursa’da bulunduğu sırada babası içn türbe yaptırdı.Mehmet Edirne’de bulunan Musa Çelebi’yi de yendi.Artık devletin birliğini temin etmiş oldu.1413’te iki kardeş
Edirne’de mücadeledeyken Karamanoğulları Bursa’ya kadar geldi.Muhafız bulunan Hacı İvaz
Paşa ahâliyi hisar içine çekti ve otuz bir gün müdafâda bulundu.Muvaffâk olamayağını anlayan Karamanoğlu Orhan ve civarını yaktı.Yıldırım Türbesi’ne hakarette bulunup gitti.Müstekil
kalan Çelebi Mehmet Yeşil Câmi,medrese,imâret ve türbesini yaptırdı.Bu münasebetle Çelebi
Bursa’ya sanat adamı, bilgin getirmesini bildi.Bu suretle Yeşil civarı da şenlendi ve mahalleler
meydana geldi.Başka ticaret yerleri de yapıldı.Çelebi Mehmet 1421 mayısında Edirne’de inmelendi.Bir gün sonra vefat etti.Amasya’da vali bulunan oğlu Murad’a haber gelinceye ve Bursa’da
padişah oluncaya kadar ölü kırk bir gün gizlendi sonra Bursa’ya getirilip türbesine gömüldü.
Çelebi’nin vefatıyla II.Murad tahta geçmiş olur.On sekiz yaşında padişah olur.Olayları yatıştırdıktan sonra Bursa’nın imârına çalıştı.Yeşil Câmi’nin nakışları bittikten sonra Murâdiye’deki
eserlere başladı.Câmi iki senede yapıldı.Hamam,imâret, çeşme de bu arada yapıldı.Fatih’in
annesinin türbesi de(Mustafa-i atik) denen Ahmed Türbesi(câmi yanında)Abdal’da Eski-Yeni
hamam(ördekli)Pirinç Han’ı yanındaki hamam(şimdi şaraphane)bu devrin eserleridir.1429’da
Bursa’da büyük veba salgını oldu.Molla Fenârî,İvaz Paşa gibi büyüklerden çok ölen oldu.Bazı
hadiselerden müteessir olan II.Murad padişahlığı oğlu Mehmed’e bıraktı.(1444)Vaziyetten
faydalanmak isteyen Hristiyan’lar tekrar Haçlı seferi hazırladılar fakat tekrar tahta gelen
Murad düşmanı Varna(1444)ve Kosova’da(1448)dağıttı ve bu girişimlere son verdi.II.Murad(855)muharremin ilk çarşamba kuşluk vaktinde vefat etti.(1451)Vefatıyla II.Mehmed
tahta geçer.Mehmed İstanbul’ u alınca Bursa ikinci plana atılır.II.Mehmed 1474’te ölen oğlu
Mustafa için türbe yaptırmakla Bursa’ya karşı ilgisini yaşatmıştır.Hocalarının bir kısmının
medrese ve mezarları da buradadır.(Molla İyaz,Hüsrev)Emrileri ve tüccarları da çok câmi
yapmışlardır.Süleyman’ın türbesi de buradadır.Fatih’in ölümüyle tahta II.Bayazid geçti.Kardeşi Cem ile epeyce uğraşmışdı.Cem(886-1481)de Bursa’ya girdi.Orada on sekiz gün padişahlık
yaptı,para da bastı.Bâyezid Bursa’ya gelince yeniçeriler, şehri yağma etmek istediler.Hazineden
170
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
para vermek suretiyle yağma önlendi.Bâyazid Bursa’da para da bastırmıştır.Sonra da Kozahan
ile Pirinçhan’ı ticaret merkezi olarak yaptırdı.Kükürtlü hamamının bir kısmı ile Eski kaplıcanın
soğukluk kısmı da o devirde yapılmıştır.Bayazid’in:Mahmud,Ahmed,Şehinşah,Mehmed,Korkud,
Abdullah oğulları da Bursa’da yatmaktadır.Yavuz Selim tahta geçince kardeşi Korkut’la uğraşmıştır.Korkut Bursa’daki saray-ı âmirede tüfekleri almak istemiş fakat Bursa’lılar vermemiştir.
Ahmed de Bursa’ya hükmetmek istemiş ama başaramamıştır.Yavuz Ankara’dan Bursa’ya
gelmiş kardeş kavgalarına burada son vermiş,bazısının türbesini kendi yaptırtmıştır.Burada
para basılmasını emretmiştir.I.Ahmed,Celâli isyanlarını yakından takip için Bursa’ya gelmiştir.
On yedi gün kaldıktan sonra geri dönmüştür.Şehri korumak için Tatarlar-Yeşil-Şehreküstü
arasına duvar yapılmıştır.Celâli eşkıyasından Kalenderoğlu Bursa’ya gelmiş yapmadığı rezâlet
kalmamıştır.1649’da tekrar Celâli isyanı olmuştur.Abaza Hasan Paşa Bursa’ya kadar gelmiş,birçok zarardan sonra defedilebilmiştir.Avcı Sultan Mehmed İstanbul’dan sekiz günde Bursa’ya
gelmiş beraberinde Hırka-i şerif’i de getirmiştir.Bursa’da üç ay kalıp ıslahatla meşgul olmuştur.II.Mustafa zamanında Ulucamî vakası olmuştur.(Kadir gecesi camide namaz kıldıran
imama yabancı bir kâfile namazın cemaatle kılmanın doğru olmadığını iddaa ederek İmam
Abdurrehim Efendi’ye saldırdıkları hançer önüne iri yarı biri geçerek onları durdurmak istemiş
fakat ikiye bölünmüştür.)1801’e kadar Bursa’da bir hayli yangın olmuş fakat bu tarihte Hisar
içindeki Yeşil Türbe’den çıkan büyük yangın lodos sebebiyle bir günde Bursa’nın Hisar semtini
tahrip ettikten sonra Kırkmerdiven ‘den Yahudilik,Ahmet Paşa Fenari,Mantıcı,Çarşı Ali Paşa,Setbaşı’nın tepesindeki Karaağaç mahallesine kadar yakmış kül etmiştir.1837’de ilk ipek
fabrikası açılmıştır.1841’den itibaren Kütahya’da oturan eyâlet vâlileri Bursa’da oturmaya
başlamıştır.1860’da Abdülaziz Bursa’ya gelmiştir.Tahir Ağa konağına misafir olmuştur.Bu
münasebetle Bursa’da para basılmıştır.1861’de ilk defa yeşil abidenin haritası çizilmiştir.
Plevne kahramanı Gâzi Osman Paşa’nın reisliğinde yapılan bu harita basılmıştır.Damad
Efendi’nin konağı Ahmet Vefik Paşa tarafından hastahane hâline Askerî,idâdî,mülkî,Alaca
Mescid’de de matbaa açılmıştır.Osmanlı Devletine uzun bir süre başkentlik yapan Bursa
Anadolu’da her açıdan önemli vilâyet merkezlerinden biriydi.Milli mücadele döneminde
Bursa,Ankara yönetimi açısından hem iç hem de dış cephe özelliği taşımaktaydı.Bu bakımdan
Bursa Mondros Mütârekesi sonrasında önemli gelişmelere sahne oldu.Nitekim Bursa Damat
Ferit Paşa Hükümeti’nce Millî Mücadele’ye karşı bir merkez haline getirilmeye çalışıldı.Ancak
Heyet-i Temsiliye,TBMM ve Hükümeti’nin girişimleriyle Yunan işgâline kadar Bursa Millî Kuvvetler’in kontrolünde tutuldu.Ancak İzmir’in işgâlinden sonra İtilâf Devletleri’nin izni ve
desteğiyle Anadolu’da yeniden işgâl harekâtına girişen Yunan’lar kenti takriben iki yıl ellerinde tuttular.Bursa bu işgal boyunca tam bir baskı,kaos ve anarşi ortamında kaldı.Bu dönemde
Bursa ve çevresinde Rum ve Ermeni çetelerinin terörü esiyordu.Bursa bu ortamdan Büyük
Taarruz sonrası Millî Kuvvetler’ce (1922)geri alınmasıyla kurtuldu.Bursa 29 Ekim 1923’te ilan
edilen Cumhuriyet ile birlikte kültür,sanayi ve tarım merkezi olarak gelişmesini sürdürmüştür.
Hızla kentleşmiş ve metropolitan bir hâl almıştır.Yeşil abidemizin kısa bir tarihinden sonra
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
171
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
biraz da bu yeşilliğe eşlik eden diğer ihtişâmlardan bahsedelim.Bursa’nın her köşesi ezan
sesiyle inler.Dörtte üçünü câmiler ve türbeler oluşturur.Bunlar:Orhan Câmi,Alâettin Câmi,I.
Murad Câmi,I.Murad Türbesi,Yıldırım Câmi,Ulu Câmi,Yeşil Câmi,Şahâdet Câmi,Murâdiye Câmi
ve Türbeleri(Murad Türbesi,Cem Türbesi,Kara Mustafa Türbesi)’dir.Şimdi Bursa Hanları’ndan
bahsedelim.Hanlar Orhan Bey zamanından II.Bayezid’e kadar hep aynı planda yapılmıştır.
Hepsinin üst katlarının önleri ravak arkaları mağazadır.Ön ravakların üstü kubbe,mağazalarındaki tonozdur.Tonozlar mağazaların yan duvarlarıyla bölünmüştür.Her mağaza bir odalı
yalnız köşe mağazalar iki üç odalıdır.Her hanın bir mescidi vardır.Bu hanlar:Bâli Bey Hanı,Kırkmerdiven,Kapan Hanı,İpek Hanı,Pirinç Hanı,Emir Hanı,Geyve Hanı,Koza Hanı,Fidan Hanı,Karacabey Hanı,Katır Hanı,Bezi Hanı,Tuz Hanı,Kütahya Hanı(Çukur Hanı)’dır.Şimdi de hamamlardan örnek verelim.Çakır Hamamı,Emirsultan Hamamı,Ulu Câmi Hamamı,Yeşil
Hamamı,Umurbey Hamamı,İncirli Hamamı,Nasûh Paşa Hamamı,Mahkeme Hamamı ve İnebey
Hamamı’dır.Bursa’nın diğer önemli ihtişâmları görüp geçirdiklerini içine atan hala ayakta
durmayı başaran adeta efsâne kahramanları olan çınarlarıdır.Bunlardan Ulûfeli çınar(Yıldırım
zamanında dikilmiştir)Diğeri Kavaklı Câmi çınarıdır(Orhan Bey zamanından kalmıştır).Bir
diğeri de Dua çınarıdır(Yıldırım Câmi’nin ilerisinde yolun sonundadır).Bursa’yı önemli kılan bir
diğer özelliği geçmişte binlerce şeyh ve derviş yetiştirmiştir.Bunlar Süleyman Çelebi,Molla
Fenârî,Molla Hüsrev,Emir Sultan,Somuncu Baba,Pir Emir,Molla Hayâlî,Molla Arap,Mevlâna
İyas,Abdüllâtif Kudsi,Üç Kuzular,Üftâde,İsmail Hakkı,Abdal Mehmed,Ahmed Dâi,Ahmet Paşa,Kara Mustafa,Davud Kadı,Bekir Dede,Mevlâna Zeyrek,Molla Yegân,Şeh Küşteri,Koca Nâib,Alaca Hırka ve Lâmî Çelebi bu âmillerdendir.Bursa’mızın bir diğer önemini artıran özelliği bir
çok ünlü kumandana makberlik yapar.Bu şahsiyetler:Kara Timurtaş Paşa,Umur Bey,Gâzi Timurtaş Paşa,Okçu Baba,Hamza Bey,Doğan Bey,İvaz Paşa,Ali Paşa,Koca Mustafa Paşa,Abdal
Murad,Dolu Baba,Musa Baba,Azab Bey’dir.Yeşil abidemizin sırlarını anlatmaya satırlar yetmiyor,lügatımız yetersiz kalıyordu.Adetâ Bursa garrâlar altında yeşil bir melekti.Bu melek bize
emânettir.Osmanlı torunları bu emanete ihanet etmeyecek ilâlebet varlığını sürdürecektir.
172
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Ali GÜRSES
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Yüksek Lisans Programı
TARİHSEL BELGELER IŞIĞINDA
TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ
Son yıllarda, bölücü odaklarca ideolojik bir içerikle Kürtler için bir kimlik olayına, bir
başkaldırı hareketine dönüştürülmek istenen Nevruz, Türk Dünyasında İslamiyet öncesine
dayanan bir geçmişe sahip; toprak ve doğaya dayalı üretici toplumlarda asırlardır dünyanın
birçok ülkesinde baharın gelişini müjdelemesi ve toplumların oluşumunda önemli yer tutan,
mitolojik unsurların sembolik anımsatıcısı olması nedeniyle coşkuyla kutlanan bir mutluluk
günüdür. Çeşitli kültürel ortamlarda farklı bir içeriğe ve anlama sahip olmuştur.
21 Mart, güneşin koç burcuna girdiği gündür. Nevruz, baharın ilk günüdür ve kuzey yarım
kürede bahar ekinoksunun (gün eşitliği) oluştuğu tarih olmakla beraber güneş ışınları ekvatora dik açı ile gelir ve aydınlanma çemberi kutuplardan geçer. 21 Mart gece ile gündüzün
eşit olduğu ve bundan sonra gündüzün uzamaya başlayacağı gün dönümüdür. Bu tarihten
itibaren bahar başlar ve 92 gün, 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürerek yaza ulaşır. Doğayla
iç içe yaşayan insanoğlu dünyanın birçok yöresinde bu günü doğanın uyandığı, dirildiği gün
olarak algılamış; yeni bir başlangıç olarak bilmiştir.
Nevruz, çeşitli toplumlarda kendi kültürünün derinliklerindeki bir olayı kaynak göstererek
kültür değerleriyle özdeşleştirip sembolleştirerek bayram niteliğinde kutlanılan gündür. Kültürel yayılma yoluyla çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir.1 Babillerde baharın gelişinin
‘’Akıtu Festivali’’ olarak Nisan ayında kutlandığı milattan önce 2400’lerde hükümdar Gudea
döneminden beri bilinmektedir. Hititler, ‘’Pruliyyas Bayramı’’ olarak kutlamışlardır. Sümerlerde
tören yemeği ile birlikte yeni yıl şenliğinin olduğu Gılgamış Destanını anlatan tabletlerin on
birincisinde zikredilmektedir.2 Zerdüştlüğün kitabı olan Avesta’da Nevruz’dan ‘’Ekin Bayramı’’ diye söz edilir. Zerdüştler’in mahsul bolluğu için Ahura Mazda’ya şarkı söyleyip bayram
yaptıkları kaydedilmiştir.3 Taberi, Mesudi, Mucuc, Biruni gibi orta çağ İslam tarihçileri çok eski
çağlarda Mısır’da, İran’da kutlanıldığını ve Cemşit’in Azerbaycan’a girişinin tarihi olduğunu ve
1 Erman ARTUN, ’’Türk Halk Kültüründe Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk
Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 21.
2 Hikmet CELKAN, ‘’Nevruz’un Tarihçesi’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni (18-20 Mart 1999
Elazığ), Sempozyum Bildiri Kitabı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,2000, Sayfa: 432-433.
3 Ensar ARSLAN, ‘’Nevruz Geleneği’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 10.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
173
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
bu sebeple yılbaşı olduğunu belirtmişlerdir.4 Bugün Japonlar 21 Mart’ı ‘’Shunki Korei Sabei’’
ismiyle bahar bayramı olarak kutlamaktadırlar.
Mart ayı, Justinyen öncesi Roma Takviminde, Kamboçya’da, Tayland’da olduğu gibi eski
zamanlardan beri birçok ulusun takviminde yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Türk
Dünyası’nda da mart ayı yılın başlangıcı kabul edilmiş; Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t-Türk adlı eserinde 12 Hayvanlı Türk Takviminde yılın ilk ayı olarak mart ayı Yenigün (Nevruz)
olarak belirtilmiştir.5 Abbasiler döneminde, Nevruz’un hasat mevsiminden çok önce olmasının
vergilerin toplanmasındaki yarattığı olumsuzluklar nedeniyle 11-17 Haziran tarihlerine çekilen
yılbaşı; Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah tarafından İsfahan’da açılan rasathanede
Ömer Hayyam’ın başkanlığında Ebu’l-Muzaffer el-İsfizari, Meymun İbn-i Necib el-Vasıti ve
dönemin diğer önemli alimlerinin bulunduğu bir komisyonun 1079 yılında hazırladığı Celali
Takvim’de Hicri 21 Mart 471 (Miladi: 15 Mart 1079) tarihi yeniden yılbaşı olarak belirlenmiştir.6
Melikşah’ın böyle bir değişiklik yaptırması nedeniyle Nevruz, Nevruz-u Sultani ve Sultan Nevruz
gibi isimlerle anılagelmiştir.
Gagauzlar, Yakutlar, Çuvaşlar dahil bir çok Türk topluluğunda kutlanmakta olan Nevruz,
Türklerde en eski milli bayramlardan biridir. Nevruz, Türkiye’de daha çok ‘’Yılsırtı’’, ‘’Mart
Dokuzu’’, ‘’Mart Bozumu’’, ‘’Sultan Nevruz’’, ‘’Gün Dönümü’’, ‘’Yeni Gün’’, ‘’bahar Bayramı’’ gibi
isimlerle bilinmektedir. Hemen her Türk Coğrafyasında ve her Türk Topluluğunda görülmekte
olup Fars kültüründen uzak yörelerde Türkçe veya Türkçeleşmiş isimlerle bilinmektedir: Altay
Türkleri ‘’Cılgayak Bayramı’’; Azerbaycan Türkleri ‘’Ergenekon Bayramı’’, ‘’Bozkurt Bayramı’’;
Başkurt Türkleri ‘’ Ekin Bayramı’’; Doğu Türkistan ‘’Yeni Gün’’; Karaçay – Malkar Türkleri ‘’Gollu’’,
‘’Gultan’’, ‘’Saban Toy’’, ‘’Altın Hardar’’; Kazakistan Türkleri ‘’Ulustın Ulığ Küni’’; Kazan Tatarları
ve Karapapak/Terekkemeler ‘’Ergenekon Bayramı’’; Kumuk Türkleri ‘’Yazbaş’’; Nogay Türkleri
‘’Saban’’, ‘’Toy’’; Türkmenler ‘’Teze Yıl’’ gibi adlandırmalarla kullanmışlardır. İran’a yakın coğrafyalarda ve Fars kültürünün etkisinin görüldüğü yerler olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,
Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin bazı yörelerinde bu bayramın Türkçe isimleri arka
plana itilmesinden dolayı ’’Noruz’’, ‘’Noyruz’’, ‘’Novruz’’, ‘’Navruz’’, ‘’Nevruz Bayramı’’, ‘’Nevruz
Köce’’, ‘’Nevruz’’, Nogay Türkleri’nde ‘’Nevroz’’ gibi Farsça nev ve ruz kelimelerinin birleşmesiyle
ortaya çıkan ve ‘’yeni gün’’ anlamına gelen adlarla adlandırılmıştır.
Dünyada birçok millette görüldüğü gibi Türkler de mutlu olayları kurtuluş, zafer gibi
olaylarla özdeşleştirerek destanlaştırmışlardır. Türkler, bu gün Nevruz olarak kutlanan bu
mutlu günün öğelerini, Türklüğün yeniden doğmasının ve yeniden kurtuluşunun simgesi olan
Ergenekon Destanıyla ebedileştirdiklerine dair Ebu’l-gazi Bahadır Han (1603- 1663) tarafından
4 Bkz: Ebu Reyhan El-Biruni, Maziden Kalanlar (El-Asar el-Bakiye), Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul,
2011, Sayfa: 74-78. Mesudi, Altın Bozkırlar: Muruc Ez-Zeheb, Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul, 2005, Sayfa:
131-133.
5 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, Çev: Besim ATALAY, 1. Cilt, TDK Yay., Ankara, 2006,Sayfa: 347.
6 Orazpolad EKE BAHARLI, ‘’Eski Ve Ortaçağlarda Ve Günümüzde Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi
Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 211-212.
174
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
yazılan Şecere-i Türk’de konu ile ilgili olarak şu bilgi verilir: “Oğuzlar ve Moğollar, Ergenekon’dan
çıkılan günü ve onun saatini bellediler. Her sene o günde o saatte bayram yaparlar. Bir parça
demiri ateşe sokup kızdırırlar. Önce han, bir filetle demiri tutup örse koyup çekiçle vurur. O günü
gayet aziz tutarlar…’’ Atilla’nın Hıristiyanlara galip geldiği gün olarak da kabul edilmiştir.
Bir Azerbaycan efsanesine göre; kışın uzun sürmesi nedeniyle açıkla yüz yüze kalan Oğuz
koluna bir kurt yavrusunun yardım etmesi, ona hediye ettiği koyun sürüsü, bir kucak buğday
ve bir el değirmeni ile açlıktan kurtulup o günü bayram saymışlardır.7 Azerbaycan’da Nevruz’a
yapılan adlandırmalar arasında Bozkurt Bayramı’nın da bulunması bu efsaneye dayanmaktadır.
Nevruz, Kazak Lehçesinde bir ay adı olmakla beraber Nevruz’a Ulustın Ulu Günü adı vermelerini bir efsaneye dayandırılmaktadır: ‘’Eskiden üç genç kardeş vardı. Adları Kazak, Sozak ve
Nevruz idi. Nevruz’un oğlu-kızı olmadı. O ölmeden önce şöyle demişti: Benden sonra evladım
kalmadı, adımın yok olmaması için her yıl benim öldüğüm gün hayır veriniz. Bundan sonra
Nevruz’un iki kardeşi her yıl hayır verme törenini oluşturdular; o günü de yeni yılın başı yaptılar.’’8
Çin kaynaklarına göre Hunların M.Ö. 220 yılında 21 Mart tarihinde hazırladıkları yemeklerle
kırlara çıktıkları ve bahar şenlikleri yaptıkları belirtilmektedir. Çin kaynaklarından Tsi-Ma-Chian’ın ‘’Hun Tezkiresi’’ adlı bölümünde; Hunların Mart’ın 21.gününde kendi adetlerine göre
çeşitli kutlamalar yaptıkları, ibadet ettikleri, atalarının ruhlarına ve Gök Tanrı’ya kurban kestikleri kayıtlıdır. Yine bir Çin Tarihçisi Feyne’nin yazdığı ‘’Son Han Sülalesi’’ adlı eserin ‘’Güney
Hunları’’ adlı bölümünde de Hunların başta Nevruz olmak üzere yılda üç kez toplanıp kurban
keserek tören yaptıkları belirtilmektedir. ‘’Chou Sülalesi’’ adlı eserde de ‘’Göktürklerin, bitkilerin
yeşerdiği zamanı yılbaşı olarak kutladıkları’’ belirtilmiştir.9
Tabgaçlarda da (M.S. 315-550) ilkbaharın ilk ayında ülkenin doğu bölgesindeki tapınak
görevini gören ‘’taş-ev’’de Gök Tanrı’ya ve ata ruhlarına kurbanlar sunulur ve daha sonra bu
bölgeye kayın ağacı dikilirdi.10
Göktürklerin (552-744) biri ilkbaharda olmak üzere yılda üç defa tekrarladıkları törenleri
vardı. Törene, başta Kağan olmak üzere devletin ileri gelenlerinin tamamı katılırdı. Göktürklerin
büyük bayramı beşinci ayın ikinci yarısında olup bu bayram Ötüken bölgesinde Tamir Irmağı
kaynağındaki Atalar Mağarasında, Gök tanrı’ya ve Yer-sulara kurbanlar sunulmasıyla başlardı.11
Uygur Kağanlığı (745-840) döneminde de Göktürkler gibi beşinci ayda Tamir Irmağı kaynağında
kurbanlar sunularak törenler yapılmaya devam edilmiştir. Uygur Kağanlığı’nın yerine kurulan
Kırgız Kağanlığı (840-920) dönemi hakkında bilgi veren onuncu yüzyıl İslam seyyahlarından
Ebu Dülef, Kırgızlar’ın her yıl üç bayramları olduğunu belirtmiştir.12
7 Azad NEBİYEV, İlahur Çerşenbeler, Bakü, 1992, Sayfa: 57-58.
8 Şakir İBRAYEV, ‘’Kazak Halkı’nın Nevruz’a İlişkin Gelenek Ve İnançları’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi
Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 90.
9 Metin EKİCİ, ‘’Kutsanma Ve Kutlama Anlayışında Nevruz’’, Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa: 65.
10 İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006, Sayfa: 290.
11 Wolfram EBERHARD, Çin’in Şimal Komşuları, Çev: Nimet Uluğtuğ, TTK Yayınları, Ankara, 1996, Syf: 76.
12 Abdulkadir İNAN, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, Sayfa: 11.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
175
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
El-Hisrav’ın verdiği bilgilere göre 11.yüzyılda Uygurlar, Nevruz’dan 25 gün önce sarayda
üzeri tuğla ile örtülmüş bir çiçeklik yaparlar; hazırlanan bu yerin bir kısmına buğday eker, kalan
kısmına da arpa, pirinç, mısır, susam ve nohut ekerlerdi. 21 Mart gününe gelindiğinde ekilen
tohumların filizleri şarkılar söylenerek toplanır; bu esnada çalgı çalınır ve dans edilirdi. Eğer
tohumlar iyi yeşermiş ve çok canlı ise o yılki mahsulün bol ve bereketli olacağı kabul edilirdi.13
Juvaini’nin ‘’Dünya Fethi tarihi (The History of the World Conqueror)’’ adlı kitabında Bögü
Kağanın yaratılışı efsanesini (Gökten kutsal bir ışık inerek tepenin birden çocuk doğuran kadın
gibi sarsılarak yarıldığını ve bir kapı açıldığını; ardında beş kulübe ile içlerinde birer küçük
çocuk belirdiğini ve de Uygur boylarının çocukları bakmayı üstlendiğini anlatan bir efsanedir.)
Ordubalık’ta bir yazıtta okuduğunu ve de Uygur toplumunun ‘’İlk Yaz’’ adını verdiği bahar
bayramını Kamlaçu’da şölenlerle kutladığını anlatır.14
Tang devrinin tarihçisi Hoyilin’in ‘’Muzika Tazkiresi’’ adlı ve Şangda Apandi’nin ‘’Tang
Devirdiki Garbiy Diyar ve Çananh Mahda’’ adlı kitabında Eski Uygurlar’ın Nevruz’la ilgili
faaliyetleri hakkında bu bayramın geniş ölçüde yaygınlaştığı ve tiyatrolaşan bir üsluba sahip
olup çeşitli oyunların oynandığı; maskeli danslar ve Kuça Ussuli adlı bir maskeli oyunla eski
yılın uğurlanıp yeni yılın karşılandığı ve de cinlerle albastıların kovularak halkın güvenliğe
kavuşmasının dilendiği belirtilmiştir.15
“Uygur Halk Ağız Edebiyatının Esasları” adlı eserde Nevruz bayramının, çok eski bir geçmişi
olduğu, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatar Türkleri tarafından önemli bir bayram olarak kutlandığı ve
Türk topluluklarına komşu olan Çinlilerin hayatında da derin etkiler bıraktığı belirtilmektedir.
Aynı eserde Nevruz bayramı merasimlerinin bilinen kuralları şöyle anlatılmaktadır: “Yılın sonunda halk, yeni yılın ve baharın şerefine nevrûz-nâme denilen koşuk ve beyitler hazırlar. Nevruz’un ilk
günü halk, yurt olarak bir yere, çoğunlukla cami, mescit ve tekke gibi ibadethanelere veya Pazar
yerlerine toplanırlar. Burada çeşitli oyunlar oynanır ve dans gösterileri yapılır. Şâir ve koşukçular
arasında şiir ve koşuk tokuşları (atışmaları) yapılır. Usulcüler (dansçılar) dans ederler. Kız ve
yiğitler Nevruz dolayısıyla şiir ve koşuklarla birbirine muhabbetlerini açıklama fırsatı bulurlar. Okul
çocukları da saf tutup (boy boy dizilip) Nevruz şarkıları söylerler. Okuyucular (öğrenciler) süslü
ağaçlara yazılan nevrûz-nâmeleri taşıyarak bunları birbirleri ile değiştirirler. Böyle nevrûz-nâmeler
ilim ve irfânı ündeydu (teşvik etme)... Nevruz bayramlarında cemâatten salma ile para toplanıp
daşkazan (büyük yemek kazanı) kaynatılır. Bazı aileler, kendi iktidarlarınca nevrûzaşı hazırlanıp
merasimin yapıldığı yere kendisi götürüp ikrâm eder. Nevruz, Türk-Uygur halkının en eski ağız
şekli olup, edebiyat ve sanatın şekillenip gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Günümüzde Doğu
Türkistan’ın Hoten gibi bazı yörelerinde bu etkinlikler yapılagelmektedir.”
13 Metin EKİCİ, a.g.e, Sayfa: 65.
14 Meliha AKTOK KAŞGARLI, ‘’Uygur Bahar Bayramı, İlk Yaz, Buku Kagan Köken ve Yeniden Doğuş Efsanesi’’, Türk
Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 167-168.
15 Abdulkerim RAHMAN, ‘’Doğu Türkistan’da Nevruz Kutlamaları’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni
Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 224.
176
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Selçuklular Döneminin önemli devlet adamı Nizamü’l-Mülk’ün ‘’Siyasetname’’ adlı eserinde Türkler arasında Nevruz kutlamalarının çok yaygın olduğundan, Nevruz adetlerinden ve
Nevruz’un Türkler tarafından yılbaşı olarak kabul edilmiş bir gün olarak bahseder. Ortaçağın
ünlü tarihçisi Reşidü’d-din Camiü’t-Tevarih adlı eserinde Kubilay Han döneminde Türk ve Moğol
topluluklarının 21 Mart’ta yeni yıl kutlamaları yaptıklarını belirtir. 922 yılında Türkmenlerin içerisinde bulunan İbn-i Fadlan, onların kutladıkları bayramlar arasında Nevruz’un adını da zikreder.16
Selçuklulardan sonra kurulan Oğuz kökenli Türk Devletlerinde de Nevruz, güneşin koç
burcuna girdiği gün olarak kabul edilmiştir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey (1453-1478)
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hakim olduktan sonra tarihte ‘’Hasan Padişah Kanunları’’
olarak ün kazanmış kanunlarında Nevruz’u dikkate alarak birtakım vergilerin alınması yılbaşı
kabul edilen Nevruz’da başlatılmıştır. Diyarbakır yöresinde Nevruz’da tahsil edilen bu vergiler
şunlardır: resm-i çift, resm-i yatak, aded-i ağnam.17
Nevruz, Ortaçağda önemli bir uygarlık kurmuş olan Memlükler’de mâli yıl başlangıcı ve
baharın ilk günü olarak kutlanılmıştır. Nitekim, Sultan Kayıtbay kanununda ‘’resm-i hane’nin
Nevruz-ı Sultanî’de alınması’’ hükmü bulunmaktadır.18
Babür Hanlığı’nın kurucusu Zahirüddin Muhammed Babür (1483-1530) tarafından kaleme alınan Babürnâme’de 1504/1505 yılı ile ilgili bir hatıratta Ramazan Bayramı ile Nevruz
Bayramının birleşmesinden dolayı Nevruz’dan bahsetmektedir. Babür Şah bu sebeple şöyle
bir gazel yazmıştır:
“Yengi ay yar yüzi birle körüp il şad bayramlar,
Menge yüz ü kaşıngdın ayru bayram ayıda gamlar.
Yüzi nevruzı vaslı aydıpnı Babür ganimet tut,
Ki mundın yahşı bolmas bolsa yüz nevruz bayramlar.’’19
Yine bir Türk devleti olan Safevîler’de de Nevruz’un kutlandığı III. Ahmed döneminde
elçilikle İran’a gönderilen Dürrî Efendi’nin “Sefaretnâme”sinde bununla ilgili olarak şu bilgiler
verilmiştir: “Birkaç gün sonra Nevruz-ı Sultanî hulûl edüp, anlar nevruza gayet itibar ve ıyd-i
ekberdir deyu tesmiye edüp, ıyd-i ramazan ve ıyd-i edha’dan hâşâ mükerrem ve eşrâf olmak
üzere itibar ederler imiş. Hangi ayda vâkı’ olsa, ol ayın nihayetine dek zevk u şevkle âlâ, ednâ ve
zükûr ve inas ve nisvanı sürûr ve şâdmanî ederler. Evvelâ tahmil-i şems saatinde bilcümle vüzerâ
ve âyân-ı devlet Şah’ın meclisine da’vet ve hâzır ve Şah’ın önüne beşyüz-bin mikdarı meskûk
altın korlar. Şah dahi eli ile ol altını karışdırıp bir kabza alıp, iptidâ vezire verüp sonra bilcümle
huzzâr-ı tevzi’ edüp Şah’ın eli dokunmuşdur deyu halk birbirine teberrük deyu ihdâ ederler. Bu
16 Gurbandurdı GELDİYEV, ‘’Türkmen Halk Yaratıcılığında Nevruz’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi
Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 127.
17 Abdulhaluk ÇAY, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, Sayfa: 12-13.
18 Ömer Lütfi BARKAN, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları Birinci
Cilt: Kanunlar, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001, Sayfa: 200.
19 Gazi Zahirüddin Muhammed Babur, Vekayi Babur’un Hatıratı, Çev: Reşit Rahmeti Arat, Cilt II, TTK Basımevi, Ankara,
1946, Sayfa: 162.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
177
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
kulunuzu tahvil gecesi da’vet ettiler, i’tizâr edüp gitmedim.”20
Safevi hanedanından I. Şah Abbas döneminde (1588-1629) yumurta boyamak ve onları
birbirine tokuşturmak oyununun yaygın olduğunu Fransalı Şarden’in ‘’İran’dan Hatıralar’’ adlı
kitabında şöyle belirtilmiştir: ‘’İranlıların Nevruz Bayramında en yaygın oyunlarından birisi
yumurta dövüştürmektir. Bu oyunda iki kişi birer yumurta alarak uç uca tokuşturur ve hangisinin
yumurtası kırılır veya çatlarsa o kaybetmiş sayılır. Şah Abbas’ın en sevdiği oyunlardan birisi
budur. Şah Abbas Nevruz bayramlarında emir verirmiş ki; İsfahan şehrini çılçırkla bezesinler.
Özü akşamüzerine pazara çıkar ve de bir gün önceden Şah’ın şehir gezisine çıkacağını haber
verirler. Şah’ın emri ile güzel gençleri mağazaların dışında tutarlar ve Şah Abbas her bir gence
yetiştiğinde onunla yumurta dövüştürürmüş. Şah kazandı ise; o mağazadan bir şey götürür ve
eğer kaybettiyse; mutlaka büyük bir hediye bağışlardı.’’21
Nevruz geleneği Osmanlılarda daha da gelişerek devam etmiş; halk arasında olduğu kadar
saray ve çevresinin kültüründe de önemli bir yer edinmiştir. Nevruz, Osmanlılarda da bahar
bayramı ve yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmıştır. Bu tarih Osmanlılar’da “Nevruz-ı Sultanî”
veya sadece “Nevruz” olarak anılmış ve kanunnâmelerde “.. resmin nısfı nevruz-ı sultanî’de ve
nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde’’ hükmüyle verginin ilk taksitinin alındığı zaman olmuştur.
On yedinci yüzyıldan itibaren eyaletlerde doğrudan doğruya vali veya sancakbeylerine ödenmek
üzere “Resm-i Nevruziyye’’ adıyla yeni bir vergi konulmuştu.22 21 Mart, Cumhuriyet döneminde
de 1980’li yıllara kadar malî yılbaşı olarak süre gelmiştir. Nevruz, bugün Anadolu’nun bazı
yörelerinde Nevruz-ı Sultanî, Mart 9’u olarak bilinir.
Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen bu günde eğlenceler tertip edilir, sarayda olduğu
gibi halk arasında da eczânelerde yapılan ve Nevruziye denilen macun rağbet görür, en azından
bunu elde edemeyenler tarafından tatlı yenirdi. Bu macundan yemenin kuvvet ve şifa verici
bir tesiri ve kendi yöntem ve geleneklerine göre bunları kaynatıp suyunu içerler ve yüzlerini
yıkarlardı. Saray haricinde Nevruz’dan birkaç gün önce eczacılar, kulplu küçük çay bardaklarına
veya fincanlara, terkibi kendilerince bilinen bir macun doldurup, tanıdığı müşterilerine ve
mahallenin kibar ve zenginlerine gönderirlerdi. Bu hediyeleri alanlar, buna karşılık çoğunlukla
bir gümüş Mecidî bahşiş verirler ve eczacı çıraklarını sevindirirlerdi. Eczacıdan gelen Nevruziye
ve yedi sin (heft sin), yani Arapçadaki sin harfiyle başlayan süt, simit, şeker, salep, sirke (sir),
soğan, semek (balık) veya sefercil (ayva) bir tepsiye konulup evin efendisi önüne getirilir, evde
mevcut olanlar da tepsinin etrafına iki diz üstünde otururlardı. Evin efendisi herkesin önünde
bu malzemelerden birer fincan veya tabak ile herkese dağıtır ve gün dönümü saati geldiği vakit,
buyurun hitabıyla önce macundan, sonra diğerlerinden birlikte alınır, evin efendisi senenin
saadetle geçmesi için uzunca bir dua yapar, eller öpülür ve merasim sona ererdi. Macun yenir
yenmez üstüne su, gül veya limon şerbeti içilmesi âdettendi.
20 Yusuf HALAÇOĞLU, ‘’Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni
Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 187.
21 Hekime AZİMİ, ‘’Nevruz Töreni Ve Azerbaycanlılar Arasında İcra Olunması’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası
Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 71-72.
22 İsmet PARMAKSIZOĞLU, ‘’Nevruziyye’’, Türk Ansiklopedisi, Cilt 25, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1983, Syf:220
178
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Hekimbaşılar her sene Nevruz’da çeşitli terkiplerden Nevruziyye ismi verilen kırmızı renkli
ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kaplar içerisinde önce padişah,
şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, veziriâzama ve devlet ricaline takdim ederler, buna
karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. Nevruziyye takdim eden Hekimbaşı’ya Padişah huzurunda
kürk giydirilmesi usuldendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kırmızıya çalar koyu renkte, ağızda
çıtır çıtır ses çıkaran ve şekerlenmiş reçele benzeyen Nevruz macununun sarayda yapılanı
40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Bu konuda yapılan araştırmalarda bu kırk çeşit madde
içerisinde; karanfil, yeni bahar, zencefil, kalanga (zulumba), kara biber, kırem tartar, kişniş,
havlican, kebabiye, hindistan cevizi, anason, hıyar-ı şenbih, sakız, zahferan, tarçın, udü’l-kahr,
çöp-i çin, hardal, mirr-i sâfî, iksir, çivid, meyan balı, kalem-i bârid, tiryak, sarı halile, râziyâne,
kimyon, zerdecav, tarçın çiçeği, hindistan çiçeği, çörek otu, dâr-i fülfül, râvend, limon tuzu,
kakule, sinameki, vanilya, portakal kabuğu, topalak kökü ve şeker yer almaktadır.
Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdelelerle bağlanır, kurdeleler arasına,
günün hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin
yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna ‘’Nevruziye Kulağı’’ denirdi. Nevruz macununun değişik
terkiplerinin çok sayıda hastalığa iyi geldiğine inanılırdı. Bunlardan, kalp ve dimağ arızalarını
giderme; mide fesadı, hazımsızlık, yemek rahatsızlıkları, ishal, ağız ağrısı (aft), dizanteri, taun
ve veba hummaları; mesane, böbrek ve bağırsaklardaki yaralar, şişler, iltihaplar; akıl ve vücudun
kuvvetini arttırma, kalbe ve ruha kuvvet verme gibi olanları belli başlılarıdır. Bu bilgilerden
sonra şüphesiz akla hemen Manisa Mesir Bayramı gelmektedir. Osmanlı Türkleri dönemine ait
Nevruziye’nin halk tarafından en bilineni ve geleneksel olarak XVI. Yüzyıldan itibaren aralıksız
kutlananı budur. Halk arasında Nevruz’la alâkası unutulmuş olan ve bugün de hâla devam
eden bu törenlere, şifa bulmak için pek çok vatandaşımız iştirak etmektedir. Bu gelenekle ilgili
rivâyete göre XVI. yüzyıl başlarında mutasavvıf hekim Merkez Musluhiddin Efendi tarafından
başlatılmıştır. Burada hazırlanan macun 61 değişik maddeden yapılmaktaydı.23
Osmanlılar’da Nevruz’dan önceki üç cuma günü de kuru yemiş bayramı olarak kutlanmıştır.
Zira Nevruz’dan sonra tazelerin çıkacağı düşünülerek, kuru yemiş satan esnafın elinde kalıp
zarar etmemeleri maksadıyla, kalanların elden çıkarılması hedeflenmişti. Bunun için bu bayram
üç hafta sürerdi. Böylece kuruyemiş esnafının sonraki seneye zarar etmeden girmesi sağlanırdı.
Hekimbaşılardan başka müneccimbaşılar da her yıl tertip ettikleri padişah ve vezir-i
âzama takdim ederek, karşılığında Nevruziyye ismiyle hediyeler alırlardı. Padişahlar XVII.
yüzyılda bin akçe, XVIII. yüzyıl ortalarında ise altı bin akçe (gümüş para) atıyye verirlerdi.
Müneccimbaşıların XVII. Yüzyıl başlarında sadrâzama takdim ettikleri takvim sebebiyle
arkasına erkân bir samur kürk giydirildiği ve beş yüz kuruş hediye edildiği kaynaklarda yer
almaktadır. Ayrıca Nevruz âdetleri arasında Yeniçeri Ağasının vükelâya yemek vermesi de
yer alırdı. Bu ziyafet sırasında misafirlere şekerli, baharattan yapılmış macun ikram edilirdi.
23 Yusuf HALAÇOĞLU, ‘’Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni
Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 184-186.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
179
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Her sene yılbaşı olan Nevruz’da veziriâzamla vezirler, eyâlet valileri ve belirli bazı devlet
adamları tarafından padişahlara Hediyye-i Nevruziyye adıyla donanmış atlar, murassa silahlar,
pahalı kumaşlar gibi hediyeler verilirdi. Bu çeşitten armağanlara Divân-ü Lügati’t Türk’te “artut”
denilmiştir. Veziriâzamların Nevruziyye Pîşkesi adıyla verdikleri hediyelere bir örnek olmak
üzere, ilk Osmanlı vak’anüvisi Mustafa Naimâ Efendi’nin Tarihinde yer alan ve İpşir Mustafa
Paşa’nın IV. Mehmed’e takdim ettiği hem Nevruz ve hem de sadarete tayini ile ilgili şu bilgiler
verilmektedir: “... Vezir, kanun üzere Nevruziyye pîşkeşi ile sadâret cem’ edip birden irsâl eyledi.
Birsemend ve iki gaburlevn at ki üçünün dahi dünyada nazîri bulunmaz. Serâpâ cevâhir ile âreste
zeheb-i ahmerden (kızıl altın) ma’mûl raht ve rikâb ve gaddâre ve topuz vesâir zer-dûz bisât ile
müzeyyen idi vesâir ecnâs-ı tuhaf ve tarâyif-i gûnâgûndan boğçalardan ma’ada bir araabada
yüz keselik filori ve kuruş gönderdi; Vâlide hazretlerine yirmi keselik kadar pîşkeş irsâl edip...”24
Nevruz’da ayrıca her sene birinci mirahur tarafından takdimi kanun olan “rikâbiyye pîşkesi”
dolayısıyla birinci ve ikinci mirahur, büyük ve küçük ahur kethüdaları, arpa rûznamçecisi, arpa
kâtibi, sarraçlar kâtibi, mirahur-ı evvel kethüdası ve kâtibi gibi has ahur erkânına hil’atler giydirildi.
Osmanlı Sahası Klasik Türk Edebiyatı şâirleri, Ramazan bayramı, bahar ve kış mevsimlerinde olduğu gibi Nevruz’da da câize almak için devlet büyüklerine kaside sunmuşlardır.
Bu türden kaside ve gazellere “Nevruziyye” denmektedir.25 Nevruziyye’ye örnek olarak Râmi
Paşa’nın oğlu Refet Bey’in, Damat İbrahim Paşa’ya yazdığı Nevruz redifli kasidesi dikkat çeker:
“Hayat-ı taze verüp dehre makdem-i nevruz
Hoşâ irişti meşâmm-ı deme dem-i nevruz
Dağıttı leşkeri sermâyı sahn-ı gülşenden
Kurunca bârgâhın şâh-ı ekrem-i nevruz
Açıldı bahtı yine siyah-ı dilin
Olup karîn-i atâya-yı hürrem-i nevruz
Harîm-i bağ o kadar cilverîz-i şevk olmuş
Ki görse bâğ-ı Behişt ola mahrem-i nevruz”
Azerbaycan sahası şairi olduğu kadar Osmanlı Sahası Klasik Türk Edebiyatı’nın en büyük
şairlerinden biri olan 16.yüzyıl şairi Fuzulî, bir beytinde Nevruz’un yılda bir defa geldiğini ve
Nevruz gülleri açtığını söylemektedir:
“Her gün açar gönlümü zevk-i visalin yenliden,
Gerçi güller açmağa her yılda bir Nevruz olur.’’
24 Müjgan CUMBUR, ‘’Bir Osmanlı Müneccimbaşısının Nevruz Tebrikleri’’, Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz
İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, Sayfa: 122-123.
25 Abdurrahman GüZEL, ‘’XIV- XV. Yüzyıl Edebiyatında Nevruz ve Nevruziyeler’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi
Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, Sayfa: 95-104.
180
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Türk halk edebiyatının, Âşık şiirinin önemli temsilcilerinin şiirlerinde Nevruz’u konu edilmiş;
Aşıklar, bu şiirlerinde Nevruz’u “Nevruz-u Sultanî” şeklinde ifade etmişlerdir. XVI. yüzyılın
Alevî-Bektaşî şâirlerinden Pîr Sultan Abdal’ın Nevruziyyesi dikkat çeker:
“Sultan Nevruz günü canlar uyanır
Hal ehli olanlar nura boyanır
Muhib olan bu gün ceme dolanır
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın
Âşık olan canlar bu gün gelürler
Sultan Nevruz günü birlik olurlar
Hallâk-ı cihandan ziya olurlar
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın”
Halk şairi Zara’lı Ozan Ali Nebi’nin (Zara Akören köyü 1725-1810) Nevruz Semahı, Nevruzla
ilgili pek çok konuyu 18. yüzyılda gözler önüne sermesi ilgi çekicidir:
“Bu gün dağlar yeşillendi
Sultan Nevruz safa geldin
Cümle kuşlar hep dillendi
Sultan Nevruz safa geldin
Bu gün bahar eyyamıdır
Nevruz Türk’ün bayramıdır
Gönüllerin sultanıdır
Sultan Nevruz safa geldin
Allah deyü öten kuşlar
Dua eyler dağlar taşlar
Yeşillendi hep ağaçlar
Sultan Nevruz safa geldin
Geçti şita (kış) döndük yaza
Ali Nebi’m vurur saza
Kızanlar düştü alaza (alev)
Sultan Nevruz safa geldin’’26
Nevruz, Türk musikisinin en eski makamlarından biri olarak da kültürümüzde yer almaktadır. Bu makam ilk defa Urumiyeli Safiyüddin Abdülmü’min Urmevi (1224- 1294) tarafından
kullanılmıştır.27 Yılmaz ÖZTUNA’nın tespit ettiği yirmi iki makam bulunmaktadır: Nevruz-ı Acem,
Nevruz-ı Arab, Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Buselik, Nevruz-ı Büzürg, Nevruz-ı Hara,
26Adnan MAHİROĞULLARI, Dünden Bugüne Zara, Esnaf Ofset, Sivas, 1996, Sayfa: 173.
27 Abdulhaluk ÇAY, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, Sayfa: 171-172.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
181
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Hüseyni, Nevruz-ı Irak, Nevruz-ı İsfahan, Nevruz-ı Kuçek, Nevruz-ı
Neva, Nevruz-ı Perdesi, Nevruz-ı Rast, Nevruz-ı Rehavi, Nevruz-ı Rumi,Nevruz-ı Seba, Nevruz-ı
Sultani, Nevruz-ı Terkip, Nevruz-ı Uşşak, Nevruz-ı Zengule.28
Osmanlı toplumunda Nevruz’un önemini göstermesi açısından bu konuda verilen fetvalar
dikkate değerdir. Şeriat hükümlerine göre yönetilen bir toplumda fetva makamı olan şeyhülislamın Nevruz’a dair sorulan sorulara verdiği cevaplar fetva kitaplarında kayıtlıdır. Bunlardan
biri de Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin fetvasıdır:
“Mesele: Nevruz gününde zeyd müsellem eyü libaslarını giyüp yiyüp içse, yaranlarıyla sahraya
gitse izin lazım gelür mi?
Cevab: Nesne lazım gelmez. Nevruz Mecusi degüldür, Nevruz Sultani’dür.’’29
Osmanlılar’ın son zamanlarına kadar Nevruz geleneğinin devam ettiği çeşitli kaynaklardan
öğrenilmektedir. Öyle ki eski cep takvimlerinde Nevruz: “Nevruz-ı Sultanî-i meymenet âsâr ve
evvel-i mevsim-i bahar ve tesâvî-i leyl ü nehâr” ifadesiyle yer almıştır.
Sultan II.Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu, sarayda Nevruz kutlamalarını söyle anlatmaktadır: “Nevruz, baharın ilk günü olduğundan bir gün önceden Eczahane-i Hümayun’da
hazırlanmış olan Nevruz Macunu denilen, üzerine altın tozu dökülmüş, kırmızı renkte Nevruz
şekeri hazırlanır, tüllerle bağlı güzel kaseler içinde hanedan azasına, vükelaya, mevki sahiplerine,
bendegana dağıtılırdı. Lezzeti pek güzeldi. Sabah erken, aç karına yemesi şifalı imiş. Bunun için
gümüş tepsilere konur, yanına da ‘’s’’ ile başlayan yedi türlü yiyecek dizilir, getirilirdi. ‘’s’’ ile
başlayan yedi türlü yiyecek şunlardı: Susam, süt, simit, su, salep, safran, sarımsak. Bunlardan
birer parça yalanınca şifa getirileceğine inanılırdı.
“Nevruz’da, İran Sefaretinden kumaş kaplı tablalar içinde kıymetli porselenler ve süslü
kutularla macun, İran usulü türlü şekerler, Mabeyn-i Hümayun’a getirilip hediye olarak babama takdim olunurdu. Nevruz şekerinin üzerine üstünde İran Şahı’nın resmi bulunan küçük
İran altınlarıyla babamın ismi yazılmış olurdu. Babam da bunları bizlere veyahut arzu ettiği
kimselere gönderirdi.’’30
II. Meşrutiyet’ten itibaren saray ve çevresince kutlanılması zayıflamış olan Nevruz, kendisini Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatında hissettirmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir’deyken
Tevfik Nevzat ve Balıkçızade Hakkı ile birlikte Mart 1884’te ‘’Nevruz’’ isimli bir dergi çıkartmışlardır. Bu dergi İstanbul’da bastırılarak edebiyat çevrelerinin beğenisine sunulmuştur.31
Anadolu’da yapılan Nevruz kutlamaları çerçevesinde Kastamonu’daTürk Gücü Derneği’nin
organize ettiği şenlikler Kastamonu’da 1914/1915 yılında çıkan Köroğlu gazetesinde ‘’Milli Bir
Bayram’’ ve ‘’Ergenekon Bayramı’’ gibi manşetten verdiği başlıklarla haber yapılmıştır. Kasta28 Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul, 1974, Sayfa: 77-78.
29 Filiz KILIÇ, ‘’Osmanlı Devletinde Ve Klasik Edebiyatımızda Nevruz’’, , Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası
Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, Sayfa: 205.
30 Ayşe OSMANOĞLU, Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), Selçuk Yayınları, Ankara, 1986, Sayfa: 106.
31 Halit Ziya UŞAKLIGİL, Kırk Yıl, Özgür Yayınları, İstanbul, 2008, Sayfa: 117, 120,378.
182
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
monu şairi Safranbolulu Tahir Karaoğuz’un ‘’Yeni Gün’’ başlıklı şiiri o günkü Köroğlu gazetesinde
yayımlanmıştır. Tahir Karaoğuz’un kutlamalarda kürsüye çıkarak halka hitaben okuduğu bu
şiir, Nevruz’la ilgili olarak yapılan adlandırmalar arasında yer alan ‘’Ergenekon Bayramı’’ kavramına dikkat çekmesi bakımından önemlidir.32 Ömer Seyfettin’in Tanin gazetesinde 18 Mart
1914’te yayımlanan ‘’Türklerin Milli Bayramı Yenigün:9 Mart’’ başlıklı yazısı da Nevruz’u milli
bayram olarak işaret etmekte ve Türklerin Ergenekon’dan çıkmasıyla irtibatlandırmaktadır.33
Ziya Gökalp de “Ergenekon” hakkında yazdığı bir şiirinde, Türklerin Ergenekon çıkış ile yeniden
doğuş temini şöyle dile getirmiştir:
“Kurt bir delik buldu gitti.
Bir demirci takip etti.
Ocak (ateş) yaktı, taş eritti.
Açıldı yol kapağımız.
Büyük sevinç, büyük müjde,
Bayram yaptık köyde, kentte.
Torun, oğul, baba, dede,
Büyüğümüz, ufağımız. “34
Osmanlı’nın son yılları ve Milli Mücadele döneminde ülkenin içinde bulunduğu şartlar
‘’İkinci Ergenekon’a’’ benzetilmiştir. Kütahya Mebusu Besim (Atalay) Bey’in 23 Mart 1921
günü ‘’Ergenekon-Nevruz’’ adlı açıklamasını Hakimiyet-i Milliye gazetesi şöyle yazmıştır:
“Milletler her ne şekilde yarşarlarsa yaşasınlar, her nereye giderlerse gitsinler, onların aralarında
asırların söküp götüremediği birçok an’aneler, alışkanlıklar devam eder durur. İşte, Nevruz adı
konmuş Ergenekon Bayramı bu suretle pes-zinde halinde yaşamakta olan bir an’anemizdir. Adını
ve şeklini değiştirmiş olmasına rağmen hala ölmemiş ve her sene aynı günde halk yarı bayram
hayatı yaşamakta bulunmaktadır. Yaklaşık olarak bundan 3500 sene önce Türkler, Çinlilerle
yaptıkları bir savaşta mağlup oluyorlar…Yalnız dokuz kişi kurtulup ıssız dağlara çekiliyorlar. Dört
yüz sene orada kaldıktan sonra bir kurdun öncülüğünde oradan çıkıp Çinlilerin üzerine çullanıyorlar ve dedelerinin öçlerini alıyorlar. Dört asır kaldıkları yaylaya Ergenekon deniliyor ki; maden
vatanı demektir. Türkler Ergenekon’dan Mart Dokuzunda çıktıkları için her yıl Mart dokuzunda
bayram yaparlar, demir döğerler, ateş yakarlar, kurt başlı bayrakları takdis ederlermiş. Acemleşen
Batı Türkleri bu bayramı Acem bayramı olarak kabul etmişlerdir. Bu Ergenekon hadisesinden
çıkacak mühim netice; bizim bu günkü Milli Mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden
türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bu gün de kendi varlığına kasdedenlere
karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin
32 Zeki GÜREL, ‘’Nevruz’u Çocuklara Anlatmak’’, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri
(18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,1999,Sayfa:141.
33 Ömer SEYFETTİN, Ömer Seyfettin Bütün Eserleri 6/Makaleler 1, Haz. Hülya ARGUNŞAH, Dergah Yayınları, İstanbul, 2001.
34 Ziya Gökalp, Kızılelma, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, Sayfa 112- 113.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
183
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim.’’35 Besim Atalay, her bir yönünden kuşatılmış; fiilen işgal edilmiş olan Anadolu’yu ve onun sonunu bu Nevruz, Ergenekon Bayramına
benzeterek moral aşılamaya çalışmıştır.
Yine o günün gazeteleri 1921 yılının 21 Mart günü halkın, öğrencilerin sokaklara; Ankara’nın belli çayırlıklarına, meydan yerlerine toplandıklarını ve orada bir merasim tarzında
bayram kutladıklarını söylemekle beraber Yunanların taarruza geçmesinden dolayı devletin
üst yöneticilerinin de katıldığı bir coşku içerisinde kutlanılamamıştır.
Konya’da 213 Mart 1918’de kutlandığını Konya’da yayımlanan Türk Sözü gazetesinin 24
Mart 1918 tarihli nüshasından öğrenmekteyiz. Bu olay şu cümlelerle anlatılmıştır: ‘’Daha
sabahleyin vasati saat onda halk bu büyük milli bayramı kutlamak için Alaeddin Tepesi’ne
koşuyor, insan kitlelerinden tepe adeta görünmüyordu…. Zevali saat bir buçuğa doğru erkan-ı
vilayet, ümera-yı askeriyye, bilumum talebe ve talim heyeti, infihal mahalline teşrif ettiler.’’
Haberin ilk paragrafında ‘’infihal’’ olarak adlandırılan bu toplantıyı Konya Türk Ocağı Başkanı
Ahmed Necati Bey düzenlemiştir. Alaeddin Tepesi’nde binlerce kişiye hitap eden toplantı,
öğleden sonra Türk Ocağı’nda konser ve müsamere düzenlenmiştir.36
1922 yılında 23 Mart Çarşamba günü, Meclis’in önünde ve Taşhan Meydanı’nda merasim
yapıldığını; ‘’Ankara’da Ergenekon günü kutlandı. Meclis önünde resmigeçit yapıldı. Öğrenciler
ve halk da Meclis önünde toplandı.’’ Haberini devrin Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün, İkdam
gazetelerinden tespit edilmektedir.37
Yeni Gün gazetesi 1923 yılı 23 Mart Cuma günü Nevruz kutlamalarını şöyle yazmıştır: ‘’Dün
Nevruz’a tesadüf ediliyordu. Hava biraz serin olmakla beraber güneşlidir. Kışın karlı ve çamurlu
günlerini basık tavanlı evlerinde geçiren Ankara sakinleri Nevruz dedikleri bu güzel günü temiz
hava, bol güneş alarak ve taze bir neşe içinde karşıladılar. Dün, Samanpazarı Cebeci’ye kadar
bütün Bendderesi ve istasyonu şehire zapteden yollar Nevruz’u kutlamaya çıkan halk ve mektepliler ile dolu idi. Akşama doğru aynı aheste adımlarla şehre döndüler. Güzel bir gün geçirmekten
mutlu, memnuniyetle yorgunluklarını unutmuş bulunuyorlardı. Bu gün Cuma olduğu için hava
güzel giderse Nevruz devam edecek demektir.’’ 1926 ve sonrasında resmi olarak kutlanıldığına
dair bir belge bulunmamaktadır.38
Kazım Alparslan, 1943 yılında Uludağ Dergisi’nin 56-57.sayısında yayınlanan ‘’Nevruz:
Toprak Bayramı’’ adlı yazısında “Bugün, dün, yarın ve senenin bir dönüm noktası olduğu gibi
çiftliğin de dönüm noktasıdır. Bunun için bu gün Roma’daki beynelmilel Ziraat Enstitüsünde
Bulgar Murahhasının teklifi üzerine bütün dünyada Toprak Bayramı olarak kabul edilmiştir...
Cumhuriyet hükümetimiz de Hey’eti vekile kararı ile kabul ve bu günü Toprak Bayramı olarak
35 M. Akif TURAL, ‘’Milli Mücadele ve Atatürk Döneminde Nevruz Kutlamaları’’ Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,1999,Sayfa:343-344.
36 Saim SAKAOĞLU, ‘’Konya’da 1918 Yılı Ergenekon Bayramı’’, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1995,Sayfa: 89-91.
37 M. Akif TURAL, a.g.e, Sayfa: 345-346.
38 M. Akif TURAL, a.g.e, Sayfa: 348.
184
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ilan etmiştir.” Biçiminde belirterek dönemin hükümeti tarafından uluslararası kararları takip
ederek bu güne yeni bir anlam kazandırmışsa da bu içerikle kutlandığına dair elde yeterli bilgi
bulunmamaktadır.39
Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan, Tataristan, Kırım, Kırgızistan ve Türkmenistan’da
Nevruz kutlamaları 1926 Sovyetler Birliği tarafından yasaklanmıştır. 1960’lı yılların başlarından itibaren ‘’İlkbahar’’ veya ‘’Emek Bayramı’’ olarak isimlendirilmiş ve kutlanılmasına izin
verilmiştir. 1985 yılında başlayan Prestroyka (yeniden düzenleme) ile birlikte halklar soy
köklerini öğrenmeye ve bağımsızlıkları uğruna mücadele etmeye başladılar. Azerbaycan’da
Nevruz ile ilgili ilk eserler bu tarihten sonra yayınlanmaya başlanmıştır. Kazakistan2da 62 yıl
aradan sonra milli bir kimlik kazanarak 1988 yılında kutlanmaya başlanmıştır. Daha sonraki
yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan 21 Mart 1991’den itibaren, Rusya Federasyonu
bünyesindeki Tataristan’da da 21 Mart Nevruz Bayramı resmi bayram ilan edilerek kutlamalar
devlet töreni haline getirilmiştir. Türkiye’de ise Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak
resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir. Ancak çok çeşitli sebeplerden dolayı 1920-1980
yılları arasında, halk bilimi araştırmacıları hariç, Türkiye’de pek gündeme taşınamamış; ihmal
edilmiştir. Gündeme gelememesi ve ihmal edilmesi sebebiyle aydınlar ilgisiz kalmış; devlet
töreni olarak kutlanmamıştır. Bu gelişmeleri fırsat sayan bazı çevreler Nevruz’u olumsuz
noktalara çekmeye çalışmışlardır. Fakat; Türkiye’nin çeşitli yörelerinde bu bayram gelenek
olarak yaşatılmaya devam etmiştir.
Türkiye’de Nevruz’la ilgili ilk hacimli araştırma, ilk baskısı I985’te yapılan Abdülhaluk Çay’ın
‘’Türk Ergenekon Bayramı Nevruz’’ adlı eseridir. Diğer Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını
ilan ettiği 1991’den beri Türkiye’de Nevruz konusunda bilimsel çalışmalar artmıştır. Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi ve Kültür Bakanlığı tarafından
Başbakan ve diğer bazı bakanların da katıldığı bilgi şölenleri düzenlenmiş, bildirilerde konular
ayrıntılarıyla incelenmiştir. Sunulan bildiriler ve makaleler kitap ve dergi halinde tüm dünyanın
hizmetine sunulmuştur. TRT tarafından her yıl Nevruz ile ilgili programlar düzenlenmekte;
diğer Türk Cumhuriyetlerindeki törenler naklen yayımlanmaktadır. Türkiye’nin hemen her
ilinde Valiliklerce düzenlenen konferanslarda halk Nevruz konusunda bilgilendirilmektedir.
Üniversitelerde paneller yapılmakta; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda günün anlam
ve önemini anlatmak için törenler düzenlenmektedir.
39 Mustafa AKSOY, ‘’Kültür Sosyolojisi Açısından Nevruz Kavramı’’, Türk Dünyası Araştırmaları, Şubat 1996, Sayı:100,
Sayfa: 13.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
185
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Kaynakça:
AŞA, Hatice Emel, Avrasya’nın Ortak Bayramı Nevruz, Yeni Avrasya Dergisi, Mart – Nisan 2000.
BAŞBUĞ, Hayri, ‘’Kürt Türklerinin Doğuş Destanı İle Ergenekon Destanı Üzerine Düşünceler”, Türk Kültürü, Aralık 1988,
Sayı:248, Sayfa 42-52.
ÇAY, Abdulhaluk, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1985, 219+13
Sayfa.
El-Biruni, Ebu Reyhan, Maziden Kalanlar (El-Asar el-Bakiye), Çev: Ahsen BATUR, Selenge Yayınları, İstanbul, 2011, 465
Sayfa.
Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Türk Şeceresi (Şecere-i Türk), İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009.
KARAMAN, Ramazan, Türk Devlet ve Topluluklarında Nevruz Kutlamaları, Berikan Yayınevi, Ankara, 2005, 140 Sayfa.
KARAMAN, Ramazan, ‘’Türk Kültüründe Nevruz’’, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1998, Sayı 135.
KAŞGARLI Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, Çev: Besim ATALAY, 1. Cilt, TDK Yay., Ankara, 2006.
MAKAS, Zeynelabidin, Türk Milli Kültüründe Nevruz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987, 120 Sayfa.
Memmedli, Şureddin, Azerbaycan Şiirinde Nevruz, Turan Stratejik Araştırmaları Merkezi Dergisi, 2010, Sayı 5, Sayfa: 5-15.
NADAS, Muhlis, Türk Dünyası’nın Milli Bayramı Nevruz, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1995, Sayı: 99.
Nevruz Ve Renkler Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri (Ankara, 19-21 Mart 1996), Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara, 1996, 420 Sayfa.
ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, İstanbul, 2007, Sayfa 181 – 185.
TÜRKDOĞAN, Orhan, ‘’Eski Bir Kültür Kodu: Nevruz’’, Türk Dünyası Araştırmaları, Yıl:1996, Sayı:100, Sayfa:29-37.
Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2004, 492 Sayfa.
Türk Dünyası Nevruz Şiirleri Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2004, 166 Sayfa.
Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999-Elazığ), Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara, 2000, 531 Sayfa.
Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995), Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara, 1995, 346 Sayfa.
Türk Kültüründe Nevruz V. Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, 210 Sayfa.
186
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Doğanay YILMAZ
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
2. Sınıf
BİZİM BAYRAMIMIZ…
Kültür, bir milletin ortak yaşam tarzıdır. Milletleri birbirinden ayıran temel unsurlar olan
gelenek, görenek ve inançlar; milli kültürü oluşturur. Her milletin sahip olduğu gelenek, görenek
ve inançların bir bütünü oluşturan kültürlerin, devamlılığını sağlayan anma ve hatırlanma
günleri; bayramlardır. Nevruz da Türk Dünyası için tarih boyunca yaşatılan bu özel günlerden
biridir. Türk Dünyası’nın milli bayramıdır.
I. Nevruz’un Anlamı ve Temsil Ettiği Değerler
Nevruz, doğuş, diriliş anlamına gelir. Aynı zamanda baharın başlangıcı sayılır ve bir takvim
değişikliğini anlatır. Türk kültüründe Nevruzun bir adı da Ergenekon’dur. Çin kaynaklarında yer
alan bilgilere göre Ergenekon, Büyük Hun İmparatorluğu döneminde yer almış bir olaydır. Hem
bu tarihsel olayı hem de baharın gelişinin kutlandığı Türk Dünyası’nın ortak bayramı Nevruz,
Türk tarihinin her döneminde varlığını devam ettirmiştir. Türk Dünyası açısından bir diğer önemi
de yapılan takvim değişikliğini ifade etmesidir. Selçuklu döneminde Ömer Hayyam tarafından
hazırlanan Celali Takvimi Sultan Melikşah’a sunulmuştur. Bu takvimde yeni yılın başlangıcı
olarak 21 Mart esas alınmıştır. Burada dikkati çeken husus, baharın başladığı zamandır.
Türkler, bu takvim değişikliğini toprağın uyandığı gün ile özdeşleştirmişler ve toprağın diriliş
günü şeklinde algılamışlardır. Özellikle bu takvimin sadece tarım ve doğa olaylarını izlemede
kullanılması diğer ticari ve devlet işlerinde Hicri takvimin kullanılması da Türk toplumunun
doğaya verdiği önem, yaşayış şekilleri ve ekonomik uğraşları hakkında bilgi verebilir.
Nevruz kutlamalarında bazı farklılıklar olmakla birlikte, Orta Asya Türk Toplulukları,
İran, Anadolu ve Balkanlar’da aynı tarihler arasında her toplumca kendine özgü bir nedene
dayandırılarak kutlanan geleneksel bir bayram niteliği kazanmıştır.
Nevruz çeşitli Türk topluluklarında Yeni Kün, Yengi Gün, Yengi Kün, Yeni Yıl, Çağan, Ergenekon, Ergenekün, Ulustın, Uluğ Küni, Baba Marta, Bahara Kavuşma, Ulaşma, Yeni Yıl ve hatta
Anadolu’da Sultan-ı Nevruz, Nevruz Sultanı ve Mart Dokuzu gibi adlar ile anılmaktadır. Türk
dünyasının büyük bir bölümünde Nevruz’dan bozma, Naaruz, Navruz, Nevriz, Nevris adlarına
da rastlanır. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da Ergenekon Bayramı’dır. Bu isim geçmişten
günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
187
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da
böyle bir gelenektir.1
Türk Dünyası dışında da kutlanan Nevruz bayramı Türklerinkine göre farklı anlamlar
taşımaktadır. Burada yeni yılın başlangıcından söz edemeyiz. Arap ve Musevilerde yılbaşı
sonbahar dönemine denk gelmektedir. Baharın gelişinden veya yeni yıldan çok dini inanışa göre
önemli olayların olduğu gün olarak atfedilir. Nevruz’un İslami bir nitelik kazanması ise İran’da
ortaya çıkmıştır. Bir inanışa göre İran Hükümdarı Cemşid’in ateşi bulması ve daha sonrasında
ortaya çıkmış olan Zerdüştlük inancı etrafında Nevruz bu bölgede halen kutlanmaktadır.
İranlılarda Nevruz, bazı vergilerin toplanma dönemi idi. Bu gelenek Araplarda da devam
etmiştir. Zamanla İslami bir mahiyet kazanan Nevruz’la ilgili yeni rivayetler ortaya çıkmıştır.
Bu rivayetler şu şekilde sıralanabilir.
a) Tanrı dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu Nevruz’da yaratmıştır.
b) İlk insan Hz. Âdem Nevruz’da yaratılmıştır.
c) Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’na konduktan sonra, Sürmeli Çukuru’na (Iğdır Ovası)
inmişti. Hz. Nuh’un yere ayak bastığı gün Nevruz idi.
d) Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Hz. Yusuf, bir bezirgân tarafından Nevruz’da
kurtarılmıştı.
e) Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yararak taraftarlarını kurtardığı gün Nevruz idi.
f) Bir yunus balığı tarafından yutulan Hz. Yunus Peygamber, Nevruz’da karaya bırakılmıştır.2
Nevruz Bayramı konusunda farklı anlamlar farklı kutlamalar yapılmaktadır. Ancak şu bir
gerçektir ki Nevruz, Türklerle ortaya çıkmış olan bir; “Tabiat ve Diriliş” günüdür. Yeni yılın gelişi
ve baharla birlikte doğanın dirilmesi ile Ergenekon’da yaşanan Türklüğün dirilmesi arasında
herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Türk, doğanın şartlarını, kurallarını kendi töresi sayan
bir düşüncenin temsilcisidir zaten.
II. Türk Tarihinde Nevruz
Nevruz, Türk Tarihi bakımdan ilk olarak Hun İmparatorluğu döneminde kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamalar Çin kaynaklarında da yer almaktadır. Daha sonrasında kurulun Türk
Devletleri de bu geleneği devam ettirmişlerdir. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da Ergenekon
Bayramı’dır. Bu adla anılmasının sebebi Türklerin Ergenekon adı verilen demirden dağı eritip, bir
kurdun yol göstericiliğinde soyun kurtulmasının anlatıldığı Ergenekon destanından gelir. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî’sinde naklettiği Ergenekon menkıbesinde olay şöyle geçer:
“(…)Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar.
Bunun üzerine müzakere ettiler ve babalarımızdan işitirdik ki Ergenekon’un dışarısında geniş
188
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
ve güzel bir memleket varmış, atalarımız orada otururlarmış. Tatar başolup başka kabileleri
bizim urukumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrı’ya şükür, düşmandan korkarak dağda
kapanıp kalacak hâlde değiliz. Bir yol bulup bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşür,
düşman olanla güreşiriz” dediler. (…)Dağın tepe ve diğer yanlarına da odun ve kömür yığdıktan
sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular; ateşleyip hepsini birden körüklediler.
Tanrı’nın kudretiyle demir eriyip yükle bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü, o
saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Moğollarca bayram sayıldı.”
Ergenekon destanına göre dağın eritilip dışarı çıkıldığı gün Nevruz’a denk gelmektedir.
Bu sebepten Nevruz Bayramı’na, Ergenekon Bayramı da denir. Daha sonrasında Göktürk
devletinin kurulmasına sebep olan bu olay için Nevruz(Ergenekon) Bayramı da “diriliş günü”
olarak adlandırılır.
Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç
burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz,
çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini
kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve
padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir.3
Atatürk döneminde Nevruz Bayramı’na özel önem gösterilmiştir. Atatürk bu bayramın
Türk Milletini tekrar ayağa kaldıracak olan fitilin ateşleyicisi olarak görmektedir. Türk Milletinin
bağımsızlık inancının ne derece yüksek olduğunu anımsatabilmek adına Nevruz, Ergenekon
Bayramı olarak kutlanmıştır. 1921 yılında Ankara’da yapılan kutlama sadece Türkiye ile sınırlı
kalmayıp Türk Dünyasında da büyük etkiye sahip olmuştur.
Azerbaycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof’’un Mustafa Kemal Paşa’ya Nevruz
dolayısıyla çektiği 24 Mart 1921 tarihli telgrafta şöyle denmektedir: “Cenubi Kafkasya Komiseri,
Azerbaycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri,
Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbaycan
inkılâp Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark
milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark İnkılap başları Mustafa Kemal!”
Yapılan küçük bir kutlamanın bile Türk Dünyası’nda karşılık bulması bir kurdun beklendiğinin göstergesidir. Yeniden temsili olarak Türkün etrafını sarar demiri eritecek bir güce ihtiyaç
duyulmaktadır. Baharın gelişi, ağacın yeşermesi kadar Türk’e de dirilişini anımsatması gerekir.
Türk Dünyası’nda 2000’lere kadar gayri resmi olarak kutlanan Nevruz, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan ile Altay, Hakas ve
Tataristan özerk bölgelerinde resmen bayram olarak ilan edilmiştir. Sovyetlerin bu uygulaması
bile Nevruz’un sadece bir bayramdan daha fazla olduğunun göstergesidir.
Nevruz günümüzde de Türk Dünyası’nın her köşesinde kutlanmaya devam ediyor. Yapılan
yemeklerin yedi çeşit ve yedi kazan yapılması, ateşin üzerinden atlanması ve bir hafta önceTÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
189
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
den evlerin temizlenmesi gibi gelenekler ve görenekler yerine getirilmeye devam ediyor. Aynı
kültürün farklı devletlerde devam etmesi yapılan işler arasında bir farklılık oluşturmuyor. Nasıl
ki Türkiye’de kutlanan bir bayramın neşesi Azerbaycan’da da hissediliyorsa, toplumu oluşturan
kültürler, yerlerine göre değil de şekil aldığı milletin fertlerinin bulunduğu her yerde hayatını
sürdürmeye devam edecektir.
Kültürler yığın bilgiler olarak ortaya çıkmışlardır. Birikerek ve genişleyerek zaman içerisinde
büyürler. Kültürü oluşturan toplumun fertlerinin ayrı coğrafyada yaşamaları kültürlerinin yok
olmasının önünü açmaz. Türk Toplumunun ortak kültürü olan Nevruz gibi, bölgelerin kendi
kültürlerini de içeriye alacak bir ortak millet oluşturulması gerekir. Türkiye ile Azerbaycan
nasıl “Bir Millet İki Devletse” aynı şekilde Türkiye ile Kazakistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Macaristan’da “Bir Millet İki Devlettir.” Tabi bunu anladığı zaman. Nevruz’dan,
Ergenekon’dan Turan’a bir yol vardır ama Nevruz’u birlik saydığımız da, Turan’ı Türk Dünyası
olarak gördüğümüzde.
KAYNAKÇA:
1)Prof. Dr.ŞENGÜL, Abdullah, Türk Kültüründe Nevruz
2)Abdülkadir Yuvalı, Nevruz Bayramı ve Çarşamba Günleri, Türk Kültüründe Nevruz, Uluslararası Bilgi Şöleni
Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı:100, Ankara, 1995,s.55
3)İrfan Aypay 2005:9
190
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Fatma KAPLANER
Uludağ Üniversitesi Türkçe Eğitim Bölümü
3. Sınıf
GEÇMİŞTEN GELEN İZ ‘NEVRUZ’
Türk devletleri birlik ve beraberliklerini korudukları sürece var olmaya devam ederler.
Birlik ve beraberliklerin korunması geleneklere, göreneklere bağlılıkla ve onları yaşatmakla
mümkündür. Türk milleti, tarihten günümüze gelene kadar toplumsal hafızasında yer edinmiş
sosyal ve dini hayatındaki bazı önemli olayları bayram olarak kutlamaktadır. Bu bayramlar
onların dünyayı değerlendirme ve hayat felsefesi oluşturma anlayışı bakımından nelerin
etkisi altında olduklarının göstergesidir. Nevruz da Türk tarihinin bilinmeyen zamanlarından
günümüze ulaşan çok önemli bir çeşmesidir.
Nevruz, yeni anlamına gelen nev ile gün anlamına gelen ruz kelimlerinin birleşiminden
oluşan Farsça bir kelimedir. Miladi takvimde 21 Mart gününe denk gelmektedir. Eskiden 12
Hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak kabul edilirdi. Nevruz hala İran’da Şiiler tarafından
yılbaşı olarak kutlanmaktadır. Nevruzun farklı Türk topluluklarında, farklı coğrafyalarda ‘Yeni
Gün’, ‘Sultan Nevruz’, ‘Mart Dokuzu’, ‘Gün Dönümü’, ‘Kış Biitt Bayramı’ gibi değişik söyleyiş
biçimleri olmasına rağmen temelde düşüncenin ortak olduğu kutlamaların aynı coşku ve
heyecanla yapıldığı görülmektedir. Nevruz Türkiye’de 1991 yılında Türki Cumhuriyetlerle birlikte
ortak bir milli gün olarak kabul edilmiş resmi olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruzun anlamı milli kimliği, birliği, bağımsızlığı kutlamak ve güçlendirmektir. Milli diriliş
ve devlet kurma, devleti yüceltme günüdür. Tanrı’nın uyuyan tabiaatı uyandırması, uzun ve
zor şartlarda geçen kış mevsiminin yerine doğanın dirilişine eşlik eden bahar mevsiminin
gelmesi ve insanoğlunun doğaya tekrardan hükmedeceği inancıdır. İnsanın tabiaattan emeğinin karşılığını isteme şenliğidir. Nevruz dini bir bayram değildir. Hristiyan olan Gagavuzlar
ve Çuvaşlar tarafından da kutlanan milli Türk bayramıdır. Yanan ateşten atlayarak geçilmesi
kış mevsiminden arta kalan kötü ruhların, hastalıkların ve olumsuzlukların kutsal ateşle yok
edilmesi Şamanizim kültüründen kalan izlerdir.
Gerek Çin kaynakalarında gerekse Türk destanlarında Türklerin Ergenekon’dan çıkışlarını
anlatan mitolojiye göre Kıyan ve Negüş adlı iki Türk düşmandan kurtularak eşleriyle birlikte
Ergenekon’a sığınarak 400 yıl sonra nüfusun artmasıyla birlikte güç kazanan Türkler Ergenekon’dan çıkış yolu ararlar. Nihayet bir demir dağını eritip yol açmak suretiyle buradan
çıkarak eski topraklarına egemen olurlar. Türkler Ergenekon’dan çıkış günü olarak gördükleri
21 Mart tarihini Ergenekon ya da Bozkurt günü olarak kutlamışlar, Türk hakanları bu günde,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
191
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Ergenekon’da demirin eritilmesi anısına, günümüze kadar süregelen örs üzerinde demir dövme
geleneğini yapmışlardır.
İslamiyet öncesi Orta Asya Hun, Göktürk, Uygur gibi Türk devletlerinde büyük bir coşkuyla
kutlanan ilkbahar bayramı, İslamiyet sonrası Türk topluluklarında, Selçuklular ve Osmanlı
Devleti zamanında da büyük bir coşkuyla kutlanmaya devam etmiştir. Nevruz bayramında
hekimbaşının hazırlamış olduğu Nevruziyye tatlıları da başta padişah olmak üzere saray
halkına sunulmaktaydı. Şairler ‘Nevruziye’ adlı methiyelerini sultana sunup karşılığında da
‘Nevruz Bahşişi’ almaktaydılar.
Örneğin Nev’i:
Nev-bahar oldı güneş kıldı hamel burcın mahal
Bür’-i biryan ile cam-ı mey iç gülzare gel
Beyitinde güneşin hamel (koç) burcunda yer alışıyla ilkbaharın geldiğini bildirip kebap
yiyerek şarap içmeleri için insanları gül bahçesine davet etmiştir.
Osmanlı döneminde Müslüman Türkler tarafından Nevruz, Kurban ve Ramazan bayramından sonra adeta üçünçü sırada yer alan bir bayram olarak görülmektyedi. Osmanlı’da
hediyeleşme kültürünün canlı bir şekilde yaşatıldığı bir gündü. Orta Asya’dan başlayarak
Avrupa’ya kadar tarihte ve günümüzde Türkler’in yaşamış oldukları coğrafyalarda Nevruz
olgusu yaşatılmıştır. Bütün bu görenekleri ve gelenekleri, değişik şekillerdeki kullanışları hep
toplumumuza anlatmak ve onlara mal etmek durumundayız. Nevruz hangi devletin sınırları
içinde yaşarsa yaşasın tüm Türklerin en eski ve tek ortak milli bayramıdır. Nevruz bayramının
Türk dünyasında birlik ve beraberliğe, kardeşliğimize vesile olmasını, sevgiyle kenetlenmeyi
birbirimizi birbirimizden ayırmamasını, vatanımıza güç, kuvvet getirmesini diliyorum.
192
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Neşe PEKER
Uludağ Üniversitesi
Türkçe Öğretmenliği
ZAMANA YENİLMEYEN ŞEHİR
İnsanoğlu için zaman bir antikadır. Zaman bu kadar değerli iken yıllara meydan okuyan
bu heybetli şehir pahabiçilemez derecede mühimdir. Adım attığım her sokakta tarihin keskin
kokusunu içime çektiğim bu şehir nice savaşlar görmüş, tarihin en şanlı padişahlarına konukseverlik yapmış, varolduğu topraklar üzerinde insanı hayrete düşürecek güzellikte, tarihe
eşsiz miraslar bırakmıştır.
Anadolu’nun birçok şehrini gururla, göğsümüz kabararak coşkulu bir anlatımla nesilden
nesile aktarıp durduk. Bu şehirler içerisinde öyle bir şehir vardı ki! Bu şehir topraklarına ayak
basan herkesi heybetli edası ile karşılamış, nice hükümdarlara kendini hayran bırakmıştır. Ve
ben zaman geçse de tarihe eşlik etmeye devam eden mimarı yapıların arasında birden kendini
mazide buldum. İşte Ulu Camii’nin eşsiz mimarisini ilk kez gören halkın içindeyim. O nasıl bir
hayranlık ki gözler şaşkınlıklarla etrafı inceliyor. Ne muhteşem bir yapıdır bu! Gözlerimi çevirdiğim her yerde beni tarihin hatıraları karşılıyor. Koza Han’ın içinde binbir derde dava Osmanlı
çayını yudumlarken eskiden burada yapılan alışverişlerin verdiği o tatlı hissi yaşamaya çalışıyorum. Bali Bey’in, Yeşil Camii’nin, Emir Sultan’ın zihnimde bıraktığı tesirleri düşünüyorum. Bu
şehrin insanda bıraktığı etkiyi zamanın hükümdarları anlamış olsa gerek ki, şehrin topraklarına
birçok eser armağan etmişlerdir. İnsanlar bıkmadan ve hep aynı heycanla yıllardan beri bu
armağanları ziyaret ederler. Kapalı çarşılarda dolaşırken bizlere verilen bu armağanın kıymetini
bir kez daha anlıyor insan. Şehre birçok armağanlar sunmuş, bu topraklarda yıllarca hüküm
sürmüş padişahların türbeleri akın akın insan ziyaretlerine uğruyor. Bursa’nın vazgeçilmesi
olan türbeler, sadece Türk vatandaşlarını değil, binlerce farklı ırka mensup insanları görkemli
yapısıyla karşılıyor. Zaman içinde bu şehir kat ve kat değerini arttırmakta ve dünya mirasında
kendine yer edinmektedir.
Tüm bu sahnelere şahit olan bilinçli her Türk tarihi eselerin bugün bile binlerce insan
tarafından rağbet görmesini gururla izlemektedir. Bizlere bu duyguları yaşatan Bursa’nın
kıymeti bilinmeli, gelecek nesillerin de bu duyguları yaşamasına izin verilmelidir. Bu güzel
şehir, gelecek nesillere bırakılacak, tarihi eserleriyle, yüzlerce yıl sonra bile zamana yenilmeyen
antika misali ayakta duracaktır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
193
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Sultan BULUT
Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Son Sınıf
BİR SEVDANIN DESTANI
Her gelenin bir nota eklediği bir besteydi bu, tamamlanmak için sevdalısını bekleyen.
İlk Osman bestelemişti bu şarkıyı. Henüz notalarını yazıyordu. Onun bu şarkısı yüzyıllar
boyunca dilden dile, gönülden gönüle, nesilden nesile söylenecekti. Bu öyle bir besteydi ki
yarım kalmamalı, asırlarca söylenmeliydi. Bursa, Osman’ın yeşil gözlü yariydi. Alnından bir kez
öpenin bu buseyle ebedileştirdiği, kokusunu bir kez içine çekeni ebediyete kadar bağrı yanık
dolaştıran nazlı gelini. Osmanlı’nın kuruluşuna şahitlik eden ve daha sonraları Anadolu’nun
mahremiyetini temsil eden bu şehir, o günlerde Bizans’ın elindeydi. 1071 yılında Anadolu’yu
fethetmeye başlayan Selçuklular, Bursa yöresine Asya’dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirmeye başladılar. Süleyman Şah, 1081 yılında İznik’i başkent yaparak burada bağımsızlığını
ilan eder. Fakat kader, Selçuklular için başka planlar yapmaktadır. 1243 yılına gelindiğinde, içte
Türkmen ayaklanmaları ve dışarıdan gelen Moğol baskısı sonucu III. Keykubat’ın Anadolu’daki
otoritesini kaybetmesi üzerine, Marmara uç bölgesinde bulunan Osman Bey 30 Aralık 1299
tarihinde bağımsızlığını ilan etti ve beyliğini kurdu. Her sıkıntı bir inşiraha gebeydi. Selçuklu
Devleti’nin yıkılışıyla Osmanlı zuhur etti. Dünyayı; Fatihler, Kanuniler, Yavuzlar yönetti. Selam
ile girdikleri her ülkenin kapısı açıldı usul usul. Alem diz çöktü.
Beyliğini kuran Osman Bey ilk olarak Bursa üzerine yürüdü. Mahremiyetini nasıl düşman
elinde bırakır, nasıl çiğnettirirdi? Takvimler 1307 tarihini gösteriyordu. Sonun başlangıcı olan
bu şehirde adeta zaman durmuş, rüzgar dahi esmiyordu. Atını dizginleyen Osman, ardında
onlarca sevdalısıyla yarini alamaya gidiyordu. Hava biraz soğukça olsa da bu soğuk hava onun
göğsünde sıcak bir acı bırakıyordu. Yarini düşman elinden almadan bu acı dinmeyecekti. Bu
topraklar Osman’ın sevdalısı, namusu, vatanıydı. Ceddimden emanetti gönlüne. Zülüflerinin
tek bir teline bin canlar feda edilir, edilmeliydi. Ne yazık ki Osman Bey buna muvaffak olamadı. Kuşatmayı oğlu Orhan Bey devraldı. Kale muhafızı, Bizans’tan gelecek olan yardımdan
umudunu keser ve 6 Nisan 1326 tarihinde sevgili, Osmanlılara teslim edilir. Vefat eden Osman
Bey ise Gümüşlü Kümbet’te sevgilinin bağrına defnedilir.
Osmanlı’nın ilk başkentlerinden biri olması nedeniyle Bursa, tarih sahnesinde devletin
idari, siyasi, dini, ilmi, kültürel, ekonomik ve sosyal hayatında önemli bir yere sahip olmuştur.
Keçecizade Fuat Paşa’nın “Bursa, Osmanlı’nın dibacesidir.” sözü bu önemi en güzel şekilde
yansıtan enfes ifadelerden biridir. Pek çok ilki bağrında barındıran bu şehir, baştanbaşa tam
194
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
bir Türk şehri olma özelliğini korumuş ve adeta Osmanlı’nın yaşayan tarihi olmuştur.
Bursa’yı alan Orhan Bey, İznik fethinin kapılarını açtı. Marmara’da bir sanayi havzası ve
Bursa’dan daha önemli bir konuma sahip olan İznik, Bizans’ın Anadolu’daki en büyük ve önemli
şehirlerinden biri olmakla kalmıyor; aynı zamanda Hristiyanlık için dini bir kimliğe de sahipti.
Osmanlı’nın İznik’i almasından endişe duyan Bizans imparatoru III. Andronikos, Palekanon
denilen yerde Orhan Bey komutasındaki birliğe karşı savaşır. Bu, Osmanlı ordusunun ilk ciddi
meydan muharebesidir. Muvaffak olan Orhan Bey, 1331 yılından İznik’i teslim alır. Fethettiği
bu şehirlere Müslüman Türk hüviyetini kazandırmak için imar faaliyetlerine başlar. Orhan
Bey Külliyesi’ni yaptırarak, sur dışına taşan yeni Bursa’nın çekirdeğini oluşturur. Kent hızlı bir
şekilde bayındır haline getirilir.
1362 tarihinde Gazi Orhan Bey vefat edince, oğlu sultan I. Murat Bursa ahilerince hükümdar
ilan edilir ve Bursa’ya çağrılır. Tahta geçen I. Murat ilk olarak Bizans’ın kışkırtmasıyla elden çıkan
yerleri alır ve isyanları bastırır. 1425-1426 yılları arasında içinde bulunduğu semte ismini veren
Muradiye Külliyesi’ni yaptırır. Osmanlı Devleti’nde Sultan adıyla anılan ilk hükümdar olan I.
Murat 1389 Kosova Savaşı’nda bir Sırplı tarafından şehit edilir ve adını taşıyan bu türbeye defnedilir. “Muradiye sabrın acı meyvesidir.” diyor Tanpınar. Çünkü Edirne ve İstanbul’un başkent
olmasından sonra Bursa unutulmuş, her ölen padişahın ve Cem Vakası’na kadar öldürülen her
şehzadenin cenazesi Bursa’ya getirildikçe hatırlanmıştır. Sırasıyla sevdalısına ortak olmuştur
bu şehirler. Bursa adeta zülüflerinin dağıldığı, yeşiline rağmen gönlü hazan yeri olan, unutulan
bir kadın olmuş ve Osmanlı’nın kendisini hatırlamasını daima sabırla beklemiştir. Yaşanan
zaman ve efsanenin el ele yürüdüğü bu şehir, gurbette kalmıştır.
I. Murat’ın şehit edilmesi üzerine tahta oğlu Yıldırım Bayezid geçmiştir. Saltanatı sırasında
pek çok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağlamıştır. Rumeli’de haçlılara karşı 1396
yılında Niğbolu Savaşı’nı kazanan Sultan Bayezid, Bursa’nın kalbi ve içerisinde yer alan sanat
eserlerinin geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman arasında adeta bir köprü vazifesi gördüğü Ulucami’yi inşa ettirir. Bu abide asırlarca şehrin bütünleyici görevini üstlenmiştir. Ulucami’yi Emir
Sultan’sız zikretmek olmaz kanımca. Zira o, hem Ulucami’nin hem de Yıldırım’ın kaderinde
bizzat rol oynamış Bursa’nın önemli evliyalarından biridir. Daha sonraları III. Selim tarafından
yaptırılan ve kendi adını taşıyan türbeye defnedilen bu zat, padişahın kızına vurulur. Dervişane
bir zat olan Emir Sultan, sevdiği kızı kaçırarak, padişaha karşı gelir ve sevdası uğruna çarpışır.
Onun bu cengaverliği asırlarca anlatıla gelmiştir. Onun gibi Üftade Hazretleri, İsmail Hakkı
Efendi, Davut Dede ve daha nice evliya Bursa’nın kaderinde doğrudan rol oynamıştır. Bu nedenle Bursa ‘Evliyalar Şehri’ olarak da tanınmış, ayrıca Lami Çelebi, Latifi ve günümüze gelene
kadar pek çok şairin şiirlerine de misafir olmuştur. Yıldırım Bayezid bunun yanında kendi adını
taşıyan Yıldırım Külliyesi’ni inşa ettirir. Külliyenin önemi ise içerisinde Darüşşifa adını taşıyan
Osmanlı’nın ilk hastanesini barındırmasıdır. Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan
Bedesten de yine onun döneminde yapılmıştır. Şehirde imar işleriyle uğraşan Sultan Yıldırım,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
195
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
dışta ise isyanlarla meşguldü. Beyliklerini kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde yaptığı
Ankara Savaşı’nı kaybedince çark tersine dönmeye başlamış, devlet dağılmış ve 12 yıl süren,
karanlığın yüzü olarak adlandırılan Fetret Dönemi başlamıştır. Gökyüzünün berrak mavisi ile
yeşil Bursa’nın buluştuğu yerde artık acı ve gözyaşı vardı. Bu yenilgi sonucu Timur’un askerleri
tarafından kent Ulucami ile birlikte yakıldı. Dışarıda rüzgar çığlık çığlık ağıt yakıyordu. Gecenin
dudakları veda busesindeydi. Gündelik hayatın perdesi yırtılmış, yırtıktan rahatsız edici bir
gerçeklik görünüyordu. Bursa her nefeste ölüyordu. Şehzadeler arasında kanlı çatışmaların
yaşandığı bu dönemde Bursa, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durdu. Daha
sonra devletin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet, kardeşleri ile arasında olan taht
mücadelesini kazanarak elden çıkan toprakları geri almaya başladı ve ülkeyi yeniden bir idare
altında birleştirdi. Bundan sonra Bursa’da yeniden imar çalışmaları başladı. Aynı zaman da
divan şairi olan Çelebi Mehmet, Yeşil Türbe’nin yanına külliye inşa ettirdi. 26 Mayıs 1421 tarihinde yaşamını yitirerek, Osmanlı mimarisinde tek örneği olan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye
defnedildi. Bursa’da yeşilin manası ebediyetin rahmani yüzüdür. Tanpınar Yeşil Türbe’yi:
Yeşil Türbe’sini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musiki gibi zamandan
Sinilere sinmiş Kur’an sesini,
Fetih günlerinin saf neşesini
dizeleriyle ifade eder. Bu yapı bizim için oldukça önemlidir. Zira İstanbul’da hiçbir yeri
beğenmeyen Andre Gide, Yeşil Türbe’yi görünce: ’Muhteşem!’ kelimesi ile ifade etmiştir. Ayrıca
burada yatan Çelebi Mehmet tarih kitaplarınca tıpkı Bursa gibi unutulduğundan, Tanpınar’ın
gönlünde her an kabuk bağlayan taze bir yara olarak kalmıştır. Sırra gark olabilmek için perdeye
yakın olmak gerek. Evliya Çelebi: “Bursa ruhaniyetli bir şehirdir.” der. Bunu ancak şehri gerçek
manada yaşayanlar hissedebilir. Zaman kavramının yitirildiği bu şehirde, ancak Tanpınar gibi,
onu derinden yaşayan ve hisseden biri ikinci bir zamana geçmeye mazhar olabilir. Bazen bir şehir, bir milletin mazisinin özeti olabiliyor. Bursa’yı bu özetin mihmandarlığında dolaşmak gerek.
Takvimler 1421 tarihini gösterdiğinde dervişane bir padişah olan II. Murat tahtadır. Sultan
Murat devletin sınırlarını Balkanlar yönünde genişletti. O da Bursa semtinde imarete önem
verdi ve daha sonraları defnedileceği Muradiye Külliyesi’ni yaptırdı. Bursa, Osmanlı Devleti
için artık sadece manevi başkent durumundaydı. Özellikle 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul’un fethine muvaffak olunca, Bursa ikinci plana itilmiştir. Daha sonraları II. Bayezid’den
Yavuz Selim’e ve Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar Bursa, bağrında barındırdığı tarih
ile manevi başkent olma özelliğini sürdürmüştür. Bu dönemde Al-i Osman’da bulunan ve bilad-ı sitte olarak geçen altı şehirden biri olan Bursa, dünyada eşi benzeri olmayan bir şehirdir.
Önceleri güneş gibi asırlardır nice kıtalarda ışıldayan bu devlet, 19. yüzyıla gelindiğinde ise cılız
196
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
bir mum alevi gibiydi. Asırlardır köpük köpük aktı Osmanlı ama bu coşkun nehrin köpüren suyu
sadece 623 yıl sürdü. Önce yavaş yavaş çekilmeye sonra yok olmaya başladı.
Sene 1913, düşman kapıya dayanmış. Umutsuzluğun kara bir bulut gibi bir memleketin
üzerine çöktüğü günler. Mehmet Akif haykırıyordu ye’se kapılanlara. Yazdığı satırlarıyla başı
dik durmaya, sahip çıkmaya, tek yürek olmaya çağırıyordu.
Atiyi karanlık görüvermekle apıştın.
Esbabı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziya yoksa sağından ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
I. Dünya Savaşı’nda yenik düşen Osmanlı Devleti, İtilaf güçleri tarafından işgal edilmeye
başlanır. Takvimler 8 Temmuz 1920’yi gösterdiğinde ise Bursa artık Yunanlıların elindedir.
İşgalin ilk günü TBMM kürsüsü üzerine kara bir bayrak konur ve Bursa işgalden kurtulana
kadar o örtü kürsüde kalacak, Anadolu’nun üstünde kara bir gölge gibi duracaktı. O bayrağın
üzerinde Namık Kemal’in mısraları ve onun hemen altında ise Mustafa Kemal’in bu mısralara
verdiği cevap yer alır:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara mabedini?
NamıkKEMAL
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara mabedini.
Mustafa KEMAL
Mahremiyeti kirletilmiş Anadolu acıdan taş kesilmiştir. Aynı günlerde Bursa’nın işgalini
derinden duyan Akif, son istasyona yetişen bir trenin hüznü ile Bülbül adlı şiirini kaleme alır.
Akif burada bülbül ile Türk milletini mukayese ederek, bülbüle sitemde bulunmuştur. Çünkü
çark yeniden tersine dönmeye başlamıştır. Tıpkı Yakup Kadri’nin dediği gibi: ‘Yarlar yıllardan
yıllar yarlardan vefasız.’ Asırlardır yar diye bağrımıza bastığımız ve yine yar diye en sevdiklerimizi bağrına verdiğimiz bu topraklar, Yunan çizmesiyle çiğneniyordu. Osman Bey’in kabrine
gelen ve yüreği ateşteki tencereden dada kızgın olan Yunan Veliahtı, sandukayı çizmesiyle
tekmeleyerek: ‘Kalk Osman kalk! Senin evlatların seni koruyamadı. Ben geldim senin şehrini
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
197
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
aldım. Artık benim esirimsin. Kalk da kurtar bakalım şu milletini.’ diye haykırıyordu. Bu manzara
Kerbela’da yürekleri susuzluktan yanan ehli beytin yüreğini yakan manzara gibiydi. Rüzgar
inleye inleye esiyordu. Akif:
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evladı,
Seraba, Garba çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı!
mısralarıyla, bütün bir milletin acısını dile getiriyordu. Rönesans ressamlarının resmetmesi
imkânsız bir tablo oluşmuştu. Adeta bütün bir kainat bu manzara karşısında ağlıyordu. Kızgın
şişler girip çıkıyordu yaralı Bursa’nın yüreğine. Kalbi durmuştu evliyalar şehrinin. Güneş doğuyor
muydu Bursa’nın üzerine yoksa batıyor muydu? Doğu neresiydi, batı neresi belli değildi. Çünkü
çiğnenen sadece atam değil, çiğnenen milletimin şanlı tarihiydi. İşte pis bir Yunan çizmesi
altındaydı. Bursa ağlıyor, bayrak mahzun, bülbüller feryat etmekte. Yangından geriye kalan
bir enkaz gibi şimdi milletim. Toprak mı vefasız, yar mı vefasız bilmiyorum.
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmamız ile beraber son umut kandili de sönmüştü. Art arda
gelen bu yenilgi haberleri büyük fırtınanın habercisi gibiydi. Zamanla beraber Türkler için dünya
da giderek daralıyordu. Sükûtu uyandırmaktan korkan bir sessizlik vardı.
Bursa’da Yunan işgali iki yıl sürdü. İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı. Yunan
maliye memurları gittikleri yerlerde mal sandıklarına el koyunca, memur ve emekli maaşları
ödenemez oldu. 1921 yılının temmuz ayından itibaren şehirde açlık ve ölüm kol gezer. Bölge
halkı sürgün ile tehdit edilir. Gidenler olur hiç dönmemecesine. Vadi uçsuz bucaksız denizdi.
Uzun ince ve bükük boyunlarıyla bu insanlar, o çöl denizinde yüzen tufan gemisine yetişmeye
çalışıyordu sanki. Bursa, geçmişte kendi üzerinde yaşananlardan, Osmanlı gemisinin sahilden
ayrılışından ve yeni tufanlara dalışından mahzundu. Bursa’nın bu iç çekişi, ağlayışı derinden
derine seziliyordu. Sürünen bu beden yığınının çıkardığı sese arada kağnılarından sırtında
birbirine çarpan boş kap kacakların çıkardığı gürültü, aç çocukların ağlayışı, hastaların iniltileri
ve annelerin feryatları karışıyordu. Bir de takip edilmek, yakalanmak korkusu vardı. Vatansız
kalan bu insanların canları da namusları da tehlikedeydi. Kafile son kez Bursa’ya baktı. Yavaş
yavaş silinen Tophane, Ulucami mecalsiz kollarıyla el sallıyordu. Gökte kuşlar, yerde vatanları
ellerinden alınan bu insanlar beraber göçüyordu. Arkalarında bıraktıkları mazinin son feryadıydı. Elveda Osman Bey’in duası olan şehir… Elveda ecdat yadigârı topraklar… Elveda sonun
başlangıcı olan şehir… Elveda rüyalar, aşklar, kavuşmalar şehri…
“Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan bu hikaye böyle bitmemeliydi. Zamanı geri alamazdık
ama hikayenin sonunu değiştirebilirdik. Bu amaç doğrultusunda, Anadolu’nun her yerinde
işgalci güçlere karşı dernekler kurulmuştu. Bunlardan bir tanesi de 1919 yılında kurulan Redd-i
İlhak Cemiyetiydi. Ateş dünyasında mumdan bir gemiyle kurtuluşa gitmeye çalışan bu millet,
var gücüyle direnmeye çalışırken bir yandan da yıllardır yapılan savaşlar nedeniyle yıpranmıştı.
198
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Milletim adeta son baharda, baharın son demlerini yaşayan ağaçlar gibi umutları olan yapraklarını bir bir döküyordu. Halk, adeta Orta Asya’nın bozkırlarını andırıyordu. Kuru, kupkuru bir
çehre, sönük, umutsuz bakan gözler, ayetler gibi derin izler beliriyor yüzlerde. Nerede olduğunu
kendilerinin dahi bilmediği cephelere Şebbenler Kara Hüseyinler’ini gönderiyordu. Bir oğul
soruyor yaşlı anasına: “Anne ya ölürsem?” Yaşlı kadın bir soru işareti kadar bükük olan belini
doğrultuyor. Tarihin nice acılarına şahitlik eden gözleriyle bakıyor oğluna. Zulme isyan vardı
o bakışlarda. Eşini ve babasını şehit veren bu yaşlı kadın hiç tereddüt etmeden cevap veriyor:
“Korkma oğul, ölsen ne gam? Ben seni bir kez daha doğururum.” “Başım mı gidecek? Öyleyse
vatanıma feda olsun anne. Bana ‘Sus!’ diyorlar. Susamam. Çünkü vakit daralıyor. Vatanım öksüz
çocuk gibi bağrı yanık ağlıyor. Ben gidiyorum anne. Toprak kana doyuncaya dek dönemem. Sen
yatağında, Ali’m Ayşe’min göğsünde rahat uyuyamayınca dek dönemem. Ben gidiyorum anne.”
Yahya Kemal’in istiklal kavgamız için yazdığı:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi!
Taki yükselsin ezanlarla müeyyed namın!
Galip et bu son ordusudur İslam’ın.”
dediği ordu, adeta dirilmişti. ‘Allahu Ekber!’ nidaları yükseliyor göğe. Yükselen bu nidalar
sarsıyor gök kubbeyi. En önde bir yiğit, elinde al bayrak, yağız atlar gibi koşturuyor. Ne rüzgar
ne de tarih yetişemiyor hızına. Kör bir kurşun deviriyor onu. Toprağa düşüp can olan her yiğidin
ardından bayrak, tekrar tekrar omuzlanıyor. Canlar eşitti şüphesiz o can pazarında. O savaş
meydanında, onlarınki kadar hiçe sayılmış bir hayatı kimse göze alamazdı muhakkak. Adeta her
biri Anadolu’da efsaneleşen birer Köroğlu’ydu ve zulme başkaldırıyordu. Cihana dair hüküm,
ruhu rüzgarda, ölmeyi hiç düşünmeden, ölümü göze alan bu yiğitlerin sırtındaydı. Her şey gibi,
bu dünyadaki kelimeler de yetersizdi bu coşkuyu anlatmaya. Bacısının örtüsüne el değmesin
diye binlercesi şehit olan Fatih’in torunları, tarihe yeni bir destan yazdırıyordu. Bu destanın
kafiyesinin noktasını kanlarıyla koyacaklardı. Bursa, yazılması gereken bir destandı ve yazıldı.
Takvimler 11 Eylül 1922’yi gösterdiğinde Bursa, Yunanlılardan temizlenmiştir. Bursa’yı
kurtaran 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve yiğitleridir. 3-11 Eylül 1922 tarihleri arasında
Mudanya Mütarekesi yapılır ve ateşkes sağlanır. Milletim tıpkı Orhun Abideleri gibi asırlara
meydan okurcasına dimdik ayakta kalmayı başarır. Osman Bey’den Murat’a, Fatih’ten Yıldırım’a ve Sina Çölü’nü geçen Yavuz Selim’in taşıdığı, ardından binlercesiyle beraber akan
bu nehir, bir kez daha bütün dalgalanmaların ve sapmaların sonunda yatağına dönüyordu.
Minarelerden yükselen ezan sesi, ülkenin üzerindeki bu kara bulutları yırta yırta Bursa’ya
yeniden can veriyordu.
İşgal döneminde Bursa, büyük ölçüde tahrip edilmişti. Birçok köy ve mahalle yakılıp
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
199
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
yıkılmıştı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanıyla beraber şehirde imar çalışmaları hız
kazandı. Mustafa Kemal bu denli sevdiği ve ölümüne kadar 18 defa ziyaret ettiği bu şehrin
çehresini değiştirmek ve bu yaralı kadının gönlünü tamir etmek adına büyük uğraş gösteriyordu. Cumhuriyet sonrası gayrimüslimlerin yerine gelen mübadele göçmenleri her şeye
yeniden başlamak zorundaydı. Zira giden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken yerlerine
gelen göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması ve Türkçe bilmeyip, farklı geleneklere sahip
olması, Bursa’da yeni bir bunalım yaşanmasına sebep olmuştu. Fakat yanan ateşe adeta bir
itfaiye görevi yüklenen Mustafa Kemal ile beraber Cumhuriyet Yönetimi, sosyal ve kültürel
problemleri aşmış ve Bursa’yı yeniden bir sanayi şehri haline getirmeyi başarmıştır. Cumhuriyet
devrimlerine de sahip çıkan Bursa, çok kısa bir süre içerisinde büyük bir gelişme göstererek
ülkenin 4. büyük kenti haline gelir. Atatürk’ün bu şehre olan sevgisi de giderek artar. Zira o,
vefatından önce Bursa’ya gelmiş ve burada Bursa gençlerine bir söylev vermiştir: ”Yorulmadan
beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz
zaman dahi durmadan yürümek, dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler yani yeni Türkiye’nin
genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler
asla yorulmazlar.” Akif’in:
“Bir zamanlar biz de milletmişiz.
Hem nasıl milletmişiz,
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.”
mısralarında dile getirdiği ve görmek istediği millet, Bursa’da zuhur etmiş ve elin, parmağın
vefasızlığına karşı vatanı dişleriyle sımsıkı tutmuşlardı. Türkiye’nin karanlık semalarında şimdi,
sarışın ikindilerde, Mustafa Kemal’in uçuk mavisi gözleri gibi berrak bir aydınlık hakimdi.
200
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Tolgahan USTA
MEF Üniversitesi
1. Sınıf Hazırlık
SELÇUKLULARDAN CUMHURİYETE BURSA
Günümüzde milletler kendi tarihleri hakkında kesin kararları hemen hemen vermişlerdir.
Yani, geçmişlerini aydınlatmışlardır. Artık onlar, varlıklarının nereden geldiği bilmektedirler. Bu
günlere nereden nasıl geldiğini bilen bir millet nereye nasıl gideceğini bilmektedir. Halbuki biz
hala, tarihimizin bin mi, üçbin mi yıllık olduğunu, devletimizin 1071 de mi, 1299 veya 1923 de
mi kurulduğunu nasıl bir şehir ve yerde yaşadığımızı bilmemekte ve tartışmaktayız.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk çocuğuna verilecek her şarttaki tarih eğitiminin öncelikle milli benliğine düşman olan akımlarla mücadele yollarının özellikle tarih
öğretilmesini, böylece “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, kendisinde daha büyük işler yapabilme
gücü bulacaktır.” sözü ile ortaya koymaktadır. Bizlere düşen 1071 yılından sonra Anadolu´yu
fethetmeye başlayan ecdadımızın bize bıraktığı bu topraklara nasıl sahip olduğumuzu, Türk
Selçuklu ve Cumhuriyete kadar geçen zamandan bu güne kadar neler kaybettiğimiz ve nelere
sahip olduğumuzu bilmek ve buna göre mücadele edeceğimizi anlamaya ve anlatmaya
çalışacağız.
1071 tarihinden sonra Selçuklular, Dünya tarihi açısından etkileri günümüze kadar uzanan
bir çok faaliyette bulunmuşlardır. Bugün üzerinde yaşadığımız toprakların ebediyen Türk yurdu
olarak kalmasını sağlayarak temelini atmışlardır.
Müslümanlar ilk kez, Abbasiler döneminde Bursa’ya kadar gelmişti. 955 yılında ise
Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa’ya egemen olmuşlardır.
Türklerin Bursa bölgesine ilk kez 1081 yılından sonra geldikleri görülüyor. İznik, 1081-1097
yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmıştır. 1097 yılında ise bölge, Haçlı
Savaşları’na sahne oldu. İznik Haçlıların eline geçti. Alexias Kommenos’un döneminde (1097)
düzenlenen bir seferle Türkler, ilk kez Bursa’yı ele geçirmiştir. Bu savaşlar sırasında İstanbul’da
Latin Hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik oldu. 1204 yılında Theodor
Laskaris’in kurduğu İznik Bizans İmparatorluğu, 1261 yılına kadar varlığını sürdürdü. Latinler
İstanbul’u işgal ettikleri zaman Bizans prensleri bu yeni düşmanın elinden kurtulmak için
Müslüman yöneticilerle işbirliği yaparak Bursa’yı ele geçirdiler.
Ecdadımızın Asya´dan gelip buralara yerleşmeleri ve daha sonra Selçuklu İmparatorluğu´nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
201
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar´ın arazilerini de alarak güçlenmiştir. Osmanlı
Beyliği´nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey´di. 1299´da Bilecik,
Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hüküm sürecek olan
Osmanlı İmparatorluğu´nun temelleri atıldı. Osman Gazi´nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği´nin
güçlenmesi karşısında Bursa tekfuru Atranos, Bizans´tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite
tekfurlarının güçlerini katarak 1301´de Koyunhisar´da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı.
Savaşın galibi Osman Bey´in ordusu oldu.
Oğuzların Kayı boyuna mensup olan Osman Bey tarafından, 1299 yılında Söğüt’te kuruldu. Yaşlanınca oğlu Orhan Bey geçti.Orhan Bey 1326 yılında Bursa’yı aldı. Daha sonra İznik,
İzmit ve Karasioğullarının topraklarını beyliğe kattı. Bizans imparatoru, Sırp ve Bulgarlara
karşı kendisine yardım eden Orhan Bey›e Çimpe kalesini verdi. 1353 yılında Çimpe kalesine
asker yerleştirilerek ilk kez Avrupa’ya ayak basılmış oldu. Tekirdağ’a kadar Marmara kıyıları
ele geçirildi. Orhan Bey, Osmanlı devlet teşkilatını geliştirdi. Divan kuruldu. İlk olarak atlı ve
yaya askeri birlikleri kurdu. Yerine geçen oğlu I.Murat zamanında Osmanlı Beyliği güçlü bir
devlet haline geldi.
Osmanlı Devleti ile Anadolu birliği sağlanana kadar Türk halkını onlar idare ettiler. Her
türlü tehlikeye karşı koydular. Anadolu beylikleri, siyasi birliği sağlamak için birbirleriyle de
savaştılar. En zorlu mücadele Karamanoğulları ile Osmanlılar arasında geçti. Sonuçta Osmanlılar
mücadeleyi kazanarak Anadolu Türk birliğini sağladı. Beylikler döneminde Türkçe resmi dil
olduğundan gelişti. Her beyliğin merkezi bir kültür merkezi oldu.
Büyük Selçuklular ile açılan Anadolu kapıları, Anadolu Selçuklularınca Bizans’a artık
Anadolu’nun yeni sahibinin Türkler olduğu kabul ettirildi. Yeterli gelişme sağlanamadan Haçlı
saldırıları başladı. Bu saldılar yıprattı ise yine ayakta kalmasını bildi. Moğol istilasına kadar
Anadolu’da refah ve mutluluk sürdü. Yapılan mimari eserler ile Anadolu’ya Türk damgası
vuruldu. Bu yüzden 12yy. dan itibaren Anadolu “Türkiye” olarak adlandırıldı. Moğol İstilası
ile Anadolu’ya Türkmen göçü arttı. Bu aşiretleri sınırları korumaları amacıyla sınır boylarına
yerleştiriliyordu. Sınırlara Uç denildiğinden bu aşiret beylerine de Uç Beyleri de denirdi. Selçuklu
Devletinin hakimiyetini kaybetmesi ile Uç beyleri bağımsız hareket etmeye başladılar. Böylece
Anadolu Beylikleri Dönemi başladı.
Oğuzların Avşar boyuna mensup olan Karamanlılar, Alaeddin Keykubat zamanında Anadolu’ya geldiler. Alaeddin Keykubat, onları Ermenek dolaylarına yerleştirdi. Boyun başkanı
Karaman Beyi uç beyi olarak tayin etti. Anadolu Selçukluların zayıfladığı dönemde Karamanoğulları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Moğollarla savaştılar. 1277 yılında Türkçe’yi resmi dil ilan
etti. Onlar kendini Selçukluların asıl mirasçısı olarak kabul ediyorlardı. Bu yüzden Osmanlılar
ile sürekli savaştılar. Osmanlı padişahı Yıldırım Karamanoğulları beyliğine son verdi. Ancak
Osmanlıların Timur’a Ankara savaşında yenilmesiyle beylik tekrar kuruldu. Osmanlıları en çok
uğraştıran beylik oldu. II.Bayezit Karamanoğulları beyliğini sona erdirdi.(1487)
202
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in oğlu ve devletin ikinci sultanı Orhan Bey, 1324
yılında tahta geçti. 1320 yılında babasının vekili oldu. 1321 yılında Mudanya’yı, 6 Nisan 1326
tarihinde ise Bursa’yı fethederek Bursa’yı Osmanlı Devletinin başkenti yaptı. Bizans ordularını
1329 yılında İstanbul yakınlarında Pelekanon’da yendi. 1331 yılında İznik’i teslim alan Orhan
Gazi Osmanlıların başkentini 5 yıl süre ile İznik’e taşıdı. 1353’te Bizans’taki iç karışıklıklardan
faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu’ya geçip tüm Marmara kıyıları ile Tekirdağ’ı ele geçirdi. Devletin
temellerini oluşturan ilk yasal düzenlemeleri yaptı. Orduyu düzenledi. Vergi yasaları getirdi.
İlk kez kendi adına para bastırdı. Bilecik tekfurunun kızı Nilüfer Hatun ile Asporça ve Bizans
İmparatoriçesi Thedora’yı eş olarak alan Orhan Gazi, kentte hızlı bir imar çalışması başlatarak
sur dışına taşan kentin çekirdeğini oluşturan cami, hamam, köprü, çeşme, darphane, medrese
gibi birçok anıtsal eseri yaptırdı. Orhan Gazi 1360 yılında yaşamını yitirdi. O da Tophane’ye,
babasının yanına gömüldü.
Orhan Bey’in oğlu olan I. Murat, Lala Şahin Paşa’nın yanında yönetim ve savaş dersleri
aldı. 1340 yılında Bursa Sancakbeyi; ağabeyi Süleyman Paşa’nın 1359 yılında vefatıyla da
Rumeli ordusunun kumandanı oldu. 1360 yılında tahta geçti. 1362 yılında Edirne’yi fethederek
devlet merkezini buraya taşıdı. 1364 yılında, Balkanlar’daki Haçlı ordusuyla yaptığı Sırp Sındığı
Savaşı’nı kazanarak büyük ün saldı. Osmanlı akıncıları Adriyatik denizine dayandı. 1389 yılında,
I. Kosova Savaşı sonrasında şehit edilerek yaşamını yitirdi. Bu nedenle Gazi Hüdavendigâr
lakabıyla anılmıştır. Mezarı Çekirge’de, adını taşıyan türbesindedir. Bu dönemde tımar teşkilatı
geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilaveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı
kuruldu. Çekirge’deki külliyesinde medreseli ilginç bir cami ile hamam ve türbesi vardır. Ayrıca
Hisar içindeki Şahadet Camii ile bugün Hisar’daki garnizonun bulunduğu yerdeki sarayı da,
Sultan I. Murat yaptırmıştır.
Sultan I. Murat ile Gülçiçek Hatun’un oğlu olan Yıldırım Bayezid 1389 yılında sultan oldu. Anadolu’daki birçok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağladı. Rumeli’de Haçlılar ile 1396
yılında Niğbolu Savaşı’nı yaptı ve kazandı. Arkalarına Timur’u alan Anadolu beylikleri sultana
kafa tutunca Bayezid, Anadolu beyliklerini kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde
Ankara yakınlarında yapılan savaşı kaybetti. Bu savaşta Timur’a tutsak olan Bayezid’in kendini zehirleyerek intihar ettiği iddia edilir. (1403) “Yıldırım” lakabını alan Bayezid, Bursa’da
çok sayıda güzel yapı yaptırarak Bursa’nın, devrinin en görkemli kenti konumuna gelmesini
sağladı. Bursa’da Ulucami ile, Yıldırım semtindeki külliyesi içinde cami, hastane ve hamam ile
medrese yaptırmıştır. Ancak onun Bursa’daki en önemli yapıtı Darüşşifa adını taşıyan Osmanlı
Devleti’nin ilk hastanesidir. Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten’i de Yıldırım
Bayezid yaptırmıştır. Türbesi, Yıldırım Külliyesi’ndedir.
Bundan sonra Bursa, bir zaman, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur. Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın oğullarından İsa Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya
gelip tahta oturmasıyla şehzadeler arasında başlayan kanlı çatışmalar, Çelebi Mehmet’in 1413
yılında tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
203
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Sultan I. Bayezid ile Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmet, Osmanlı padişahlarının
beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusudur. Çelebi Mehmet, Ankara savaşından (1402)
sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için kardeşleri
Süleyman, İsa ve Musa Çelebi ile mücadele etti. Böylece Osmanlı Devleti’ni karşılaştığı bu
büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmet, her şeyden
önce elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı. Şeyh Bedreddin isyanını bastıran Çelebi Mehmet,
26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirdi. Yeşil semtinde bulunan eşsiz güzellikteki
Yeşil Türbe’ye defnedildi
Çelebi Mehmet ile Emine Hatun’un oğludur. 1415 yılında Amasya Sancakbeyi oldu. 1420
yılında Börklüce Mustafa ile Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve
Menteşoğulları’nın isyanlarını bastırdı. 1430 yılına Venedikliler’den Selanik kalesini aldı. 1444’te
Varna, 1448’de II. Kosova Savaşı’nda kazandığı başarılarla Balkanlar’da devletin sınırlarını
genişletti. Karacabey’de topladığı devlet yöneticilerinin huzurunda saltanattan vazgeçtiğini ilan
etti. Bir süre Karacabey’de inzivaya çekildi. Daha sonra Çandarlı Halil’in baskısı ile tekrar tahta
geçmek zorunda kaldı. 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü yaşamını yitirince, Muradiye’deki
türbesine gömüldü. Vasiyeti üzerine türbesinin üstü açık, sandukası üzerinde de toprak vardır.
Sultan II. Murat’ın Muradiye semtinde yaptırdığı külliyesinde; cami, hamam, medrese ve imaret
bulunup tümü günümüze gelebilmiştir. Sultan Murat, duygusal ve şair yönü olan bir kişi olup
ayna zamanda divan şairi, müzisyen ve hattattır.
Fatih (1451-1481), İstanbul’u aldıktan sonra Bursa ikinci plana itilmiştir. Bu nedenle de
Bursa, hep ikinci ya da manevi başkent oldu. Örneğin Fatih vefat edip II. Bayezid padişah
olunca (1481-1512), kardeşi Cem de 1481 yılında Bursa’ya gelip padişahlığını ilan etmişti.
Bahtsız Şehzade Cem, Bursa’da 18 gün süren padişahlık yaptı, burada kendi adına para
bastırdı. Sonradan bu durum, Bursalıların Sultan tarafından cezalandırılmasına neden oldu.
II. Bayezid, 1512’de Bursa’ya girince, Yeniçeriler şehri yağma etmek istediler, yağma son anda
önlendi. Yavuz Selim padişah olunca da, bu kez kardeşi Korkut aynı şeyi yaparak Bursa’da
padişah olmak istedi. Ancak Şehzade Korkut’un Bursa’daki saray-ı âmire’den tüfekleri almak
istemesine Bursalılar engel oldu. Daha sonra Şehzade Ahmet de, Bursa’yı alarak hükmetmek
istemiş, ama başaramamıştı.
Birinci Murad (Hüdavendigar) 1365’te Osmanlı başkentini Edirne’ye nakletti. Fakat tahta
çıkmalar, cenaze törenleri ve gömülmeler Bursa’da olmuştur. İstanbul’un fethine kadar Bursa
sembolik başkent olarak devam etti. 1841’den sonra Anadolu Beylerbeyi Bursa’da oturmuştur.
Birinci Dünya Harbine kadar her hususta gelişen Bursa, bu savaşı müteakip İngilizlerin
yardımı ile Yunan ordusu tarafından işgal edildi. 26 Ağustos 1922’de büyük taarruzla kesin
olarak hezimete uğrayan Yunan ordusu kaçmaya başladı ve 11 Eylül 1922’de Bursa düşman
işgalinden kurtuldu. Yunanlılar kaçarken Bursa’yı yakıp yıkmaya çalıştılar. Bursa 1801’de
büyük bir yangın, 1854’te deprem, 1429’da veba salgınlarında çok zarar görmüştü. Sultan
204
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Birinci Ahmed Celali isyanlarını bastırma işini Bursa’dan takip etmiştir. Dördüncü Murad ve
1860’ta Sultan Abdülaziz ile Sultan Abdülmecid Bursa’yı ziyaret etmişlerdi. Birinci Dünya
Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti. 1920 yılında Yunanlılar
önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i
işgal ettiler. 6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi. Bursa’da, Osmanlı
döneminden sonra en büyük acı Yunan işgali ile yaşandı. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine,
Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtüldü. O zor yıllarda
Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı Bursalılar silahını alıp
dağlara çıkmıştı. Kentte kalanlar ise, Kuvvay-ı Milliye için istihbarat çalışmaları yapmıştı.
Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıların işgalcilere karşı daha
da kinlenmesine sebep oldu. Bursa, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü
kurtarıldı. Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde, Türk ordusunun olduğu kadar, silahlı
milislerin de katkısı büyük olmuştur.
İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı. Özellikle köylerde çok sayıda insan
ölmüş, birçok köy de yakılmıştı. İşgal yıllarında Bursa’da da birçok mahalle yakılmış, yıkılmıştı.
Cumhuriyet sonrasında; Bursa nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan gayrimüslimlerin kenti
terk etmesiyle yeni, farklı bir bunalım yaşandı. Giden gayrimüslimlerin yerine gelen “Mübadele
göçmenleri” her şeye yeniden başlamak zorundaydı. Zaten Bursa, 1880’li yıllardan beri
yoğun bir göçmen akınına uğramıştı. Daha bu göçmenleri bünyesinde hazmedemeden, önce
Balkanlar’dan gelen göçmenler, daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler
Bursa’yı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline
getirdi. Çünkü Bursa’yı terk eden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken, yerlerine gelen
göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması sorunları daha da artırmıştı. Gelen göçmenlerin
büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyip, faklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması,
Cumhuriyet Bursa’sı için farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. Ancak
Cumhuriyet yönetimi, kısa sürede Bursa’daki bu toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bildi.
Genç Cumhuriyet, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı
başardı. Yeniden ipek fabrikaları kuruldu, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerinde büyük
bir imar atılımı başladı. Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde
büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi.
Bize düşen, onu anlatmak ve değerlendirerek çalışmaktır.” Atatürk, yapacağı her devrim
öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer, nabız yoklardı. Bu gezilerine de Bursa’dan başlardı. Yine
Harf Devrimi öncesinde, 27 Ağustos 1928 tarihinde Bursa’ya gelmişti. 26 Mart 1937 tarihindeki
gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek,
dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi
beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.” Atatürk,
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
205
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl, 1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’ya yapmıştı. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa günümüze kadar sanayi ve kültürel olarak gelişen
Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuştu. Halen günümüzde de Bursa Tarih ve Kültürel alanda,
sanayide öncü şehir olmaya devam etmektedir.
206
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Şeyma YEĞİNOĞLU
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitim Bölümü
GEÇMİŞTEN EMANET ŞEHİR
Kopkoyu yeşiline bürünmüş, yağmuru kendine arkadaş etmiş, dümdüz bir ovada eteklerini
sermiş, üzerindeki tüm mücevherleriyle ağırbaşlı bir kadın edasıyla kurulmuştu Anadolu’nun
en değerli toprağına Bursa.
İster bir atın üstünde ister bir kuşun sırtında, ister baharın içinde ister zemheri sisinde
diyar diyar dolaşsa da insan tüm âlemi yine de bulamaz böyle vakarlı yareni. Öyle bir yaren ki
bu ulvi şehir huzur kokan ağaçlarıyla hasta, çürümüş kalplere merhem olur adeta. Bursa’nın
geçmişten gelen o şifalı eli uzandı tuttu Türk’ün elini. Sarıp sarmaladılar birbirlerini kırk yıllık
dost gibi. Hiç yabancılık çekmeden Bursa en temiz toprağını sundu o hünerli ellere. Dağı ulu,
ovası bereketli, pınarları soğuk bu toprağın inşa oldu dört bir köşesi camisiyle, sarayıyla, kervansarayıyla, köprüsüyle, hamamıyla, okuluyla… Kozadan ipekler süsledi kadınların yüzünü.
En güzel renkler ise karıştırıldı sürüldü saydamlara. Süsledi camileri vav harfleri. Yükseldi
yeşilin içinden, kahverengi toprağın üstünden o heybetli mi heybetli caminin minareleri.
Kimi zaman yoruldu o eller ama yine de iki kişi güldürdü yüzleri. Kaybetsek de kimi zaman
yine neşemizi, keramet ehli nefesler dualarla yüceltir ruhaniyetimizi. Böylelikle masmavi
gökyüzünün bembeyaz bulutları kadar temiz bir şehir yansır yeryüzüne. Bu masum şehrin
sevdaları da masumdu şehre küstü diyecek olsalar bile. Bu şehrin üstünde güvercinler uçar
daima. Buranın havasını solurlar burada karınlarını doyururlar. Bir ezan sesi çalınsa kulaklara
kanat çırparlar o kuvvetli çağrıya. İnsanlarda güvercinler gibi kayıtsız kalmazlar hiçbir zaman
bu sese. Bursa Çarşısı’nın her bir köşesini arşınlasalar da esnafın o kucaklayıcı muhabbetine
sarılsalar da yine de koşarlar o aydınlık mabede. Her ayak basanı katar kendine, en yumuşak
esintisiyle döndürür insanların başını. Hiçbir diyara benzemez burası.
Koptu geldi bu şehir değirmi bir âlemden bugüne değin sürdü nefesi yine sürecek. Geçmiş
zaman günlerinde cetlerimiz Osman Gazi, Orhan Gazi, Yıldırım Beyazıt Han, Çelebi Mehmet,
Karagöz, Hacivat, Emir Sultan Hazretleri, Somuncu Baba ve birçok değerli isim bize emanet
etti bu emsalsiz, huzur timsali şehri ve Bursa’da Zaman dedi Tanpınar doyurdu bu gönülleri.
Bereketli topraklar üstünde…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
207
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Hediye ALTIN
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitim Bölümü
NEVRUZ GELENEĞİ
Toplumların yaşayış tarzını, örf ve adetlerini, yansıtan kültür, milletlerin anlaşılmasında
önemli bir etkendir. Kültürün en önemli unsurlarından olan gelenek ve görenekler yeryüzünde yaşayan en eski kavimlerden olan Türklerinde olmazsa olmazlarındandır. Nevruz da bu
geleneklerden biridir.
Nevruz kelimesinin kökeni Farsça olsa da Türkler kadar bu kelimeyi benimseyen pek az
millet vardır.
Türklerde nevruz bayram yapılmış ve her toplumda farklı isimler verilerek kutlanmıştır.
Örneğin: Altay Türkleri nevruza Çılgayak bayramı, Bozkurt Türkleri Ekin bayramı, Kazan
Türkleri ve Karakalpaklar ise Ergenekon bayramı ismini vererek millileştirmişlerdir. Elbette
Türklerin nevruza bu isimleri vermesinde Türklerin Ergenekon’dan demirden dağı eriterek
çıkmaları 12 hayvanlı Türk takviminde gece gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart gününün bu
tarihi işaret etmesi ve de nevruzun baharın müjdeleyicisi olmasının etkisi vardır. Türklerde
nevruz geleneği Göktürklere kadar uzanır. Göktürkler demirden dağı eritip kendilerine geniş
yurtlar buldukları o kutsal günü, ayı iyi bellediler o günden sonra da nevruz hem Göktürkler
hem de Türk toplulukları için bayram olmuştur. Nevruzla beraber bahar gelir, tabiat yeni
elbiselerini giyer, bin bir renkli çiçekler açar, cemreler düşer, güneş yalnız havayı değil içimizi
de ısıtır bu sıcaklıkta milattan önce 8.yüzyıldan günümüze kadar artarak çoğalır. Türkler
nevruz günü adeta yeniden doğarlar ve geçmişten günümüze büyük bir coşkuyla kutladıkları
adetlerini gerçekleştirirler. Nevruz için yapılanlara örnek verecek olursak nevruz bayramı için
hazırlıklar ilk olarak evlerden başlar evlerde dip bucak temizlikler yapılır. Nevruz günü herkes
çok özenlidir ve yeni elbiseler giyilir, kızlarda genelde kırmızı giymeye önem verirler ve o gün
kız isteme için idealdir. Nevruzda küsler barıştırılır, mezar ziyaretleri yapılır atalar yad edilir.
Nevruzdan önceki gece eskiden evlerin damlarında bugün ise evlerin bahçelerinde yakılan
nevruz ateşinin üzerinden atlanır. ”Yansın alev saçılsın benim bahtım açılsın” gibi tekerlemeler
söylenerek dilekler tutulur çünkü ateşin üzerinden atlayanların dileklerinin kabul olunacağı
ve hastalıklardan kötülüklerden korunacağına inanılır. Nevruz günü demirler ateşte kızdırılır
atalarımızın yaptığı gibi çekiçle dövülür. Nevruzda çocuklarda çok mutludur çocuklar soğan
kabuğu ile boyadıkları yumurtaları dövüştürerek oynarlar. Nevruzdan önceki gece kapı kapı
dolaşıp bayram paylarını alırlar, eskiden bayram payları evlerin damlarından bir şala bağlanarak
208
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
verildiğinden bu adete “baca baca” ya da “şal sallama” denir. Buğdayların sulanmasıyla da
”Semeni “ denilen bir tatlı yapılır. nevruz günü Türk toplumlarının kendilerine has zenginlikleri
de vardır. Kırgızlar nevruza “Köcö” denilen darı yarması ya da buğday koyarak o güne özel
yemek yaparlar. Kazaklar diğer adetlerin yanı sıra Mevlitte okuttururlar ve ecdadı yad ederler.
Özbekler bayramı bir hafta kutlarlar, çadırlar kurarlar, halk bu çadırlarda bayramlarını kutlar.
Azeriler ise Martın 21 ile 23ü arasında nevruz için büyük törenler düzenlerler bu törenlerde
diğer Türk toplulukları ve milletlerinde de yapılan “Gökbari oyunu, at yarışları, cirit oyunu, kılıç
sallama, güreş, huntu oyunları” gibi ata sporlarımız da sergilenir. Anadolu’da da nevruz gerek
Beylikler, Selçuklular gerekse Osmanlılar dönemlerinden günümüze pek çok adetle, büyük
törenlerle bayram havasında kutlanır.
Nevruz ateşi Ergenekon’da demirden dağı eriterek sönmüş bir ateş değildir aksine yıllar
geçtikçe artarak çoğalan bir ateştir. Bu ateş ki Türk toplumlarını birbirine kenetler, yüzyıllarca
süregelen kardeşlik ve dostluk duygularını perçinleştirir, hiç unutulmayacak ve nesilden nesile
aktarılacak olan örf ve adetleri yaygınlaştırır. Bu ateş yandığı sürece yeryüzünde de Türk milleti
baki kalacaktır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
209
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Buse ACAR
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitim Bölümü
YAŞANAN VE YAŞATAN ŞEHİR : BURSA
Kültür dendiğinde aklımıza bir toplumun ürettiği maddi ve manevi değerlerin tümü gelmektedir. Bu tanım elbette kültürün tanımı için uygun olabilir. Ama Cemil Meriç kültür yerine
irfan’ı tercih eder. C. Meriç’e göre irfan, insanoğlunun has bahçesidir. Bu has bahçede kinler
susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. Türk kültürü bu bağlamda geniş bir harenin
içerisindedir. Türk kültürü, Türklerin has bahçesidir. Türkler bu bahçeye öyle güzel tohumlar
ekmiştir ki bu tohumlardan oluşan kültür çiçekleri etrafa mis gibi kokular yaymaktadır. Bu
güzel kokuyu yayan bir çiçek te Bursa’dır.
Bursa… Yaşanan ve yaşatan şehir. Yaşanan şehir dedim çünkü Bursa’dan bugüne kadar
kimler gelip kimler geçmemiştir ki. Bursa kendi içinde harmanlanmış halkıyla, fikir adamıyla,
evliyasıyla, sanatıyla, sanatçısıyla, tarihi eseriyle Türk kültürüne silinmez bir damga vurmuştur.
Bu damga Bursa’nın atmosferinde yürüdüğümüz yolda, çeşmeden içtiğimiz suda, bir güvercinin
uçuşunda adeta bizi bizden alır, bizi bize getirir.
Yaşatır Bursa. Canlıları, yeşili, eskiden bugüne getirdiklerini yani kültürü yaşatır. Nereye
dönersen dön bir cami çıkar karşına, sana maneviyatı yaşatır. Karagöz ve Hacivat çıkar bir
anda sanatı yaşatır. Birden külliyeleri görürsün tarihi yaşatır. Eski Bursa’yı, eski Türk kültürünü
yaşatır. Bizi yaşatır. Türk milletini yaşatır. Türklüğü yaşatır.
Şehrin bu büyük değeri elbette bize de bir değer katar. Biz şehrin içinde yaşarken kültür
de bizde yaşar. Saklarız kültürümüzü sarıp sarmalar, koruruz narin bir çiçek gibi. Çünkü odur
bizi biz yapan. İşte Bursa’da Türk kültürünün öyle müthiş yansımaları görülür ki insan bu
zenginlik karşısında Bursa’ya hayran kalır. Kültür Bursa’da harmanlanmış ortaya nefis bir şey
çıkmıştır. Yemekleri, kıyafetleri buna göre şekillenmiştir Bursa’nın. Gelenekler, görenekler,
eskinin getirdikleri bir bir yaşatılmıştır.
Ah benim güzel Bursam. Sen nasıl bir şehirsin. Yaşanır ve yaşatırsın.
210
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
Arzu ÜLKER
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitim Bölümü
TÜRK KÜLTÜRÜNÜ SELAMLAYAN ŞEHİR BURSA
Köklü geçmişi ile tarih ve kültür başkentidir Bursa. Uygarlıklar beşiği, Anadolu’nun cennet
köşelerinden biridir. Adeta birçok uygarlığı bağrına basmış bir annedir Bursa. Topraklarında
imparatorluk doğurmuş tarihi bir hazinedir. Bu ulu şehir, Osmanlı İmparatorluğu’nun da ilk
başkenti olarak Türk kültürünün ve tarihinin mihenk taşları arasında yer alır. Türk kültürünün
sembol şehirlerinin başında gelir ve şehrin sınırları içine girdiğiniz anda tarihi kokusuyla insanı
çepeçevre saran büyülü bir zenginliğe sahiptir.
Türk kültürüne adeta bir nakış misali işlenmiş, tarihimize sembol olmuş kültürel zenginlikler saklıdır Bursa’nın tarih kokan topraklarında. Ulu Cami’nin her bir taşı adeta bir tarihi melodi
fısıldar insanın kulağına. İçeri adımınızı attığınız her an o ihtişamlı imparatorluğun kültür izleri
serilir önünüze. Bu asırlar boyu ayakta kalmış ihtişam abidesine hayran kalmamak mümkün
olamayacaktır. Hele ki Yeşil Türbesi… Bu abideler şehrini adeta tepeden selamlamaktadır.
Türbenin içi ise İznik’in muhteşem mavi çinileriyle bezeli, zengin bir kültür tarihi ile adeta
sizlere göz kırpmaktadır. Kültürel izlerin gölgesinde biraz nefeslenmek için ise size Koza Han
muhteşem bir arkadaşlık yapacaktır. Mis gibi kokan Türk kahvesini yudumlarken Koza Han’ın
mistik havası insanı bir kültür yolculuğuna çıkarır.
Bursa’mızda bir kültür yolculuğuna çıktığımızda temelleri bu ulu şehirde atılan Karagöz
gölge oyunu karşılar bizi. Bursa’nın Türk kültürüne armağan ettiği Karagöz gölge oyunu geçmişten geleceğe bir kültürel köprü görevi üstlenir ve bize tarihimizden, zengin kültürümüzden
eşsiz örnekler sunar. Kültürümüzün izlerini geçmişten geleceğe motif motif taşımış binbir
renkle bezeli Bursa ipeği de zengin tarihimizi gözler önüne sererek Türk kültüründeki yerini
alır. Buram buram kültürümüzün havası saklıdır Bursa’nın o kaşmir kumaşlarında.
Bursa’nın kültür bakımından zengin olması Bursa’yı daima yaşayan ve Türk kültürünü
de daima yaşatan bir kent olarak anılmasını sağlamıştır. Ulu Camisiz, Yeşil Türbesiz, Koza
Hansız, Karagözsüz bir Bursa düşünülemez. Tarihimizin ve kültürümüzün bu sembolleri Türk
kültürünün bir parçası olarak bu kente bir ruh katmıştır. Her karış toprağından ayrı bir kültürel
miras yükselmiştir Bursa’nın. Yaşayan bir müze olan Bursa da tarihteki yerini zengin bir Türk
kültürüne ev sahipliği yapmasıyla almıştır.
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
211
B
UR
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
1913
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
Seda TOPAL
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitim Bölümü
YÜZYILLARDIR SÜREGELEN BİR GELENEK: NEVRUZ
Nevruz, Türk kültüründe baharın müjdecisi, gece ile gündüzün eşit olduğu doğanın en
adaletli günü olarak kabul edilir ve Türk milleti tarafından coşkuyla kutlanır. Nevruz hakkında
detaylı bilgi vermeden önce kelimenin anlamından bahsetmek istiyorum. Nevruz kelimesinin
aslı Farsçadan gelir. Farsçada nev, yeni; ruz, gün anlamındadır. Buna bağlı olarak nevruzun
kelime anlamı yeni gündür.
Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın
uyanışını temsil eder. Göktürk, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde nevruz, bir
örfi bayram olarak kabul edilmiştir.
Türk boyları, Nevruz bayramında çeşitli eğlenceler düzenlemişlerdir. Nevruz, Türk boylarında sanat, edebiyat ve sporun gelişmesine katkı sağlamıştır. Edebiyat alanında yaşanan
gelişme daha doğrusu edebiyata sağladığı katkı daha belirgindir. Nevruz bayramında divan
şairleri padişaha Nevruziyye kasideleri sunarlarmış. Ayrıca halk şairleri de baharın gelişiyle
ilgili manzum eserler vermişlerdir. Aşağıdaki manzume edebiyatımızda bu konunun işlendiğine
kanıt olarak gösterilebilir:
Hayat-ı taze verip dehre maktem-i nevruz,
Hoşa erişti meşam-ı deme dem-i nevruz.
Dağıttı leşker-i sermayı sahn-ı gülşenden,
Kurunca bargehin şah-ı Ekrem-i nevruz.
Taravetiyle yüzü güldü gonce-i bağın,
Olunca mazhar-ı fez ü mükerrem-i nevruz.
Harim-i bağ o kadar cilve-riz-i şevk olmuş,
Ki görse bağ-ı behişt ola mahrem-i nevruz.
Türk kültüründen kaynaklanan Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle
zenginleşmiş Türk tarihine dayalı bir bayramdır. Ülkemizde nevruz kutlamaları bölgelere göre
212
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
R
TÜ
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
farklılık gösterir. Bunlara birkaç örnek vermek istiyorum;
Mersin çevresinde ağaçlara bez bağlanır, yaylara çıkılır. Yayla evinde misafirler ağırlanır,
kurban kesilir. Gaziantep çevresinde 22 Mart gününe Sultan Navruz adı verilir. Sultan Navruz
inanışa göre güzel bir kızdır. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece batıdan doğuya göç eder.
Sultan Navruz ‘un geçtiği saatte uyanık olanların dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır. Edirne
çevresinde eski hasırlar yakılıp ‘Mart içeri, pire dışarı’ diyerek üzerinden atlanır ve dertlerden,
hastalıklardan kurtulacağına inanılır.
Ülkemizde çok sayıda bu ve benzeri etkinliklerden söz etmek mümkündür. Çok uzun zamandan beri sürdürülen bu geleneğimizi büyüklerimiz özellikle biz gençlere aktarmalı, bizim
de bu güzel geleneği sürdürmemizde aracı olmalıdırlar. Bunun gibi gelenekler ve bayramlar
sayesinde toplumumuz kaynaşmayı ve paylaşmayı öğrenir. Bunlar sayesinde belki de hepimizin
umut ettiği barış içinde bir yaşama kavuşabiliriz. Hepsi birbirinden özel ve güzel tamamen bize
ait, bizim kültürümüze ait, gelenek ve göreneklerimizin devam etmesi dileğiyle…
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
213
SA ŞUBES
İ
1913
214
B
UR
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
R
TÜ
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
B
SA ŞUBES
İ
K O C AK
LA
DERNEĞİ
UR
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
GENÇLERDEN
DENEMELER
GENÇLERDEN DENEMELER
RI
1913
215
SA ŞUBES
İ
1913
216
B
UR
K O C AK
LA
DERNEĞİ
R
TÜ
RI
“TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ ve TARİH İÇİNDE BURSA”
İSMAİL
BEY DENEMELER
GASPIRALI
GENÇLERDEN
TÜRK OCAKLARI BURSA ŞUBESİ
Download