İçindekiler - İris İnteraktif

advertisement
İçindekiler
XIII. Pediatrik üroloji
̇
̇ parafimozi
̇
13.1 Fimozi
s,
ṡ ve sünnet //Cem Aygün
13.1.1 Tanım
13.1.2 Sünnetin potansiyel avantaj ve dezavantajları
13.1.3 Sünnetin rölatif ve kesin kontrendikasyonları
13.1.4 Anatomi ve embriyoloji
13.1.2 Fimozis ve parafimozis
13.1.3 Sünnet teknikleri
13.1.4 Komplikasyonlar
13.1.5 Anestezi ve analjezi
13.1.6 Postoperatif bakım
̇
̇
13.2 Hipospadi
as
13.2.1 Tanım, anatomi ve embriyoloji
13.2.2 Etyoloji
13.2.3 Hipospadias ve beraber görülen anomaliler
13.2.4 Tedavi
13.2.5 Cerrahi tedavi
13.2.6 Hipospadias postoperatif bakım ve komplikasyonlar
//Ahmet Metin Hasçiçek
//Rüknettin Aslan
13.3 Kriptoşidizm//Berk Burgu
13.3.1 Tanım
13.3.2 Tanı ve değerlendirme
13.3.3 Tedavi
13.3.4 Prognoz
13.4 Nonpalpable testis//Mehmet Mesut Pişkin
13.4.1 Tanım
13.4.2 Tanı ve değerlendirme
13.4.3 Tedavi
13.5 Hidrosel, herni ve pediatrik testiküler kitleler
//Fatih Çanaklı
13.6 Pediatrik testiküler kitleler
//Fatih Çanaklı
13.5.1 Hidrosel ve i ̇nguinal herni
13.6.1 Tanım
13.7 Testis torsiyonu//Hasan Cem Irkılata
13.7.1 Tanı
13.7.2 Tedavi
13.8 Adolesan varikoseli//Hasan Cem Irkılata
13.8.1 Tanım ve i ̇nsidans
13.8.2 Tanı
13.8.3 Tedavi
13.9 Üriner sistem enfeksiyonları//Hüseyin Tarhan
13.9.1 Tanım ve epidemiyoloji
13.9.2 Etyoloji
13.9.3 Tanı ve değerlendirme
13.9.4 Görüntüleme
13.9.5 Tedavi
̇ k̇ inkonti
̇
̇
̇
̇
13.10 Pediatri
nans
ve alt üriner
sistem
semptomları//Erim Erdem
13.10.1 Enürezi ̇s
13.10.2 Alt Üriner sistemin nöropatik disfonksiyonu
13.10.3 Alt üriner sistemin non-nöropatik disfonksiyonu
511
̇
13.11 Vezikoüreteral
reflü//Hasan Serkan Doğan
13.11.1 Tanım, anatomi ve antireflü mekanizmalar
13.11.2 Etiyoloji
13.11.3 VUR derecelendirmesi
13.11.4 Tanı ve değerlendirme
13.11.5 Doğal seyir ve tedavi
13.11.6 Cerrahi tedavi
̇
13.12 antenatal hidronefroz
//Onur Kaygısız
13.12.1 Tanım
13.12.2 Tanı ve değerlendirme
13.12.3 Neonatal hidronefroza yaklaşım ve tedavi
̇ üretral valf//Cem Akbal
13.13 Posterior
13.13.1 Tanım ve i ̇nsidans
13.13.2 Patofizyoloji
13.13.3 Tanı ve değerlendirme
13.13.4 Tedavi ve prognoz
̇ ̇
13.14 Üreteriṅ doğumsal anomalileri
//Serhat Gürocak
13.15 Pediatrik üriner sistem taş hastalığı
//Murat Gezer, Bülent Önal
13.16 Pediatrik olgularda Wilms tümörüne yaklaşım
//Sedat Eğriboyun, Aykut Kefi
̇
13.17 Pediyatri
k̇ olgularda nöroblastoma yaklaşım
//Sedat Eğriboyun, Aykut Kefi
̇ k̇ olgularda diğer
̇ ürogenital
̇ tümörler
13.18 Pediatri
//Sedat Eğriboyun, Aykut Kefi
13.14.1 Üreter çiftlenmesi (duplikasyon)
13.14.2 Üreterosel
13.14.3 Üreterin pozisyon anomalileri
13.14.4 Megaüreter
13.15.1 Tanım
13.15.2 Etyoloji ve patofizyoloji
13.15.3 Klinik ve metabolik değerlendirme
13.15.4 Tanı ve görüntüleme
13.15.5 Tedavi
13.16.1 İnsidan ve klinik
13.16.2 Etiyoloji
13.16.3 Sınıflama
13.16.4 Klinik
13.16.5 Tanı
13.16.6 Evreleme
13.16.7 Tedavi
13.16.8 Komplikasyon 13.17.1 İnsidans ve klinik
13.17.2 Tanı
13.17.3 Evreleme
13.17.4 Tedavi
13.18.1 Genitoüriner rabdomyosarkom
13.18.2 Testis tümörleri
512
513
514
XIII. Pediatrik üroloji
13.1 Fimozis, parafimozis ve sünnet
13.1.1 Tanım
Sünnet glans penisi tamamen görünür yapacak şekilde prepüsyumun cerrahi rezeksiyonudur. Sünnetin etiyolojisinde
dini ayin, kültürel grupların birbirinden ayrılması ve hijyenik amaçlar gibi teoriler yer almaktadır ve yaklaşık 6000
yıl öncesine dayanmaktadır.
13.1.2 Sünnetin potansiyel avantaj ve dezavantajları
Amerikan Pediatri Akademisi 1989’da yeni doğan sünnetinin potansiyel yarar ve zararları olabileceğini ve aileye
bunların anlatılarak bilgilendirilmiş onam formu imzalatılması gerektiğini ifade etmiştir.
Fimozis, parafimozis, balanit, üriner infeksiyon ve kanser sünnetsizlere özel durumlardır. Bunların sünnetlilerde
görülmemesi ya da ender olarak görülmesi sünnetin potansiyel avantajları olarak sıralanabilir.
Sünnetin cinsel disfonksiyona yol açabileceği öne sürülse de yakın zamanda yapılan uzun dönem çalışmalar bunun
doğru olmadığını göstermiştir.
HIV infeksiyonu dahil cinsel yolla bulaşan infeksiyonların azaltılması da sünnetin potansiyel yararları arasında
sayılabilir. Bu konu halen tartışmalıdır. Bir çalışmada HIV infeksiyonu taşıyan 922 erkeğin, 474’ü sünnet edilerek
24 ay sonra partnerlerinin durumuna bakılmış. Bulaştırma riski sünnetlilerde %12, sünnetsizlerde %18 bulunmuştur.
Bu sonuçlara göre sünnetin HIV bulaşma riskini azaltmadığı görülmektedir. Yapılan çalışmalar sünnetin, HPV ve
HSV-2 virüslerinin bulaşma riskini de anlamlı azaltmadığını göstermektedir.
Penis kanserinin önlenmesi sünnetin potansiyel avantajları arasındadır. Fimozis de penis kanseri için önemli bir
risk faktörüdür. Ancak penil karsinomunu önlemek için yenidoğanların rutin olarak sünnet edilmesi endike değildir.
Yapılan çalışmalar sünnetsiz çocukların, sünnetlilere oranla 20 kata varan artmış üriner infeksiyon riskine sahip
olduğunu göstermektedir. Yenidoğan sünneti yapmanın infeksiyon tedavi etmekten daha az maliyetli olduğu da
hesaplanmıştır. Sünnetin üriner infeksiyon yönünden yararı 5 yaşına kadar sürmektedir.
515
XIII. Pediatrik Üroloji
Şekil 13.1. Fimozis
Şekil 13.2. Parafimozis
Çocuğun yaşadığı geçici davranışsal ve fizyolojik değişiklikler, potansiyel komplikasyonlar ve sünnet derisinin geri dönüşümsüz kaybı da sünnetin dezavantajları
arasında sayılabilmektedir.
konder fimozis ve gömük penis riski nedeniyle sünnet
yapılmamalıdır. Akut balanopostit de sünnetin kontrendike olduğu durumlar arasındadır.
13.1.3 Sünnetin rölatif ve kesin
kontrendikasyonları
Cerrahi düzeltme gerektiren anomaliler varsa, rekonstrüktif prosedür için sünnet derisi gerekli olabileceğinden sünnet yapılmamalıdır. Bunlar hipospadiyas,
epispadiyas, penil kurvatür, dorsal hood bozuklukları,
gömük penis ve vebli penis olarak sıralanabilir. Büyük
hidrosel ya da inguinal hernisi olan yenidoğanlarda, se-
Şekil 13.3. Balanitis kserotika obliterans
516
Kanama diyatezi olanlarda sünnet yapılmamalıdır. Sünnetin diğer rölatif kontredikasyonları ise prematürite ve
diğer ciddi sağlık problemleridir.
13.1.4 Anatomi ve embriyoloji
13.1.4.1 Normal sünnet derisinin (prepüsyum)
gelişimi ve bakımı
Sünnet derisi gelişimi fetal hayatın 3. ayından başlar
ve 5. ayından önce tamamlanır. Doğumda glans penis
Şekil 13.4. Mogen Klempi
Şekil 13.5. Gomco klempi
ve prepüsyum arasındaki yapışıklıklar ve prepüsyel
çemberin sıkı olması gibi nedenlerle prepüsyum retrakte edilemez. Buna fizyolojik (primer) fimozis denir
ve normal bir bulgudur. Glans penis ve prepüsyumun
ayrışması intrauterin hayatın geç döneminde başladığından, doğumda bebeklerin ancak % 4’ünde sünnet derisi
tümüyle geri çekilebilir. Yeni doğanların neredeyse %
50’sinde, sünnet derisi eksternal meatusu görebilecek
kadar bile geri sıyrılamaz. Altıncı aya kadar bebeklerin
ancak % 20’si tümüyle sıyrılabilen sünnet derisine sahipken, tam retraksiyon olması 11-15 yaş arası çocukların yaklaşık 2/3’ünde ve 16-17 yaşında ise %95 oranındadır. Kendiliğinden retraksiyon olmasında 2 etiyolojik
faktör rol oynar. Bunlar ilk 3-4 yaşta simegma (epitel
kalıntıları) birikimi ve aralıklı ereksiyonlardır. Bundan
dolayı çocukluk çağında gerçekleşen gerçek fimozis, sekonder fimozis ya da balanitis kserotika obliterans durumunda gerçekleşir ki bu da ancak sünnetsiz çocukların
% 0.8 ile 1.5’inde görülebilmektedir.
Hekimler sünnet derisinin erken yaşta geri çekilmeye
alıştırılmasını savunur. Ancak tıbbi yönden bakıldığında, sünnet derisinin erken manipulasyonu gereksiz olduğu gibi; kanama, skarlaşma, ağrı ve psişik travmaya
neden olabilir. Sünnet derisinin glanstan tümüyle ayrışmasının doğumla başlayan ve 10-14 yıl kadar sürebilen
bir “süreç” olduğunu bilmek ve ebeveynleri bu konuda
aydınlatmak gerekmektedir.
13.1.2 Fimozis ve parafimozis
Tanım ve anatomi
Fizyolojik bir olgu olan sünnet derisinin normal olarak
glansa yapışması ile gerçek fimozis arasındaki ayrım
dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Gerçek (sekonder) fimozis patolojik bir tablodur ve tedavi gerektirir (Şekil
13.1). Parafimozis ise acil bir durum olarak ele alınmalıdır (Şekil 13.2). Aşırı dar bir prepüsyumun glans penisin
arkasında glanüler sulkusa çekilmesi, şaftı sıkıştırabilir
ve ödeme yol açabilir. Sıkıştıran halka distalde glans penis kanlanmasını engeller ve ardından nekroz gelişebilir.
Fimozis ve parafimozisin tanısı fizik muayene ile konur.
Eğer sünnet derisi geri çekilebilirlik özelliğine sahip değilse ya da kısmen sahipse ve glans penis üstünde geriye çekildiğinde sıkıştıran bir halka gösteriyorsa, sünnet
derisinin genişliği ile glans penisin çapı arasında bir
orantısızlığın olduğu kabul edilmelidir. Sünnet derisinin
büzülmesine ek olarak, prepüsyumun iç yüzeyleri ile
glanüler epitelyum ve/veya frenulum arasında yapışıklıklar da olabilir. Frenulum, sünnet derisi geri çekilince
glansın öne doğru eğrilmesine (ventral deviasyonuna)
neden olur. Eğer uç kısım dar kalırsa ve glanüler yapışıklıklar ayrılmışsa, o zaman bu boşluk işeme sırasında
idrarla dolarak sünnet derisinin dışa doğru balon yapmasına yol açar. Parafimozis, sünnet derisinin geri çekilerek sulkus düzeyinde sıkıştıran halka oluşturmasıyla
karakterizedir; bu halka sünnet derisinin glans üzerinde
tekrar yerleşmesini önler.
Çocuklarda fimozis tedavisi, anne-babaların tercihlerine
bağlıdır ve çocuk iki yaşını tamamladıktan sonra uygulanan plastik (estetik) ya da radikal sünnetten oluşabilir.
Plastik sünnetin amacı, sünnet derisini koruyarak, tam
geri çekilebilirlik özelliğine kavuşturmak için sünnet
derisinin çevresini genişletmektir (dorsal insizyon, kısmi sünnet). Ne var ki, bu işlem fimozisin yinelenmesi
potansiyelini taşır. Aynı seansta yapışıklıklar serbest
bırakılır ve durumla ilişkili frenulum, frenulektomiyle
düzeltilir. Gerekirse meatoplasti de ilave edilir. Sekonder fimozis, mutlaka sünnet gerektiren bir hadisedir. Primer fimoziste idrar yolu anormallikleri (vezikoüreteral
reflü vs.) bulunan hastalarda, yinelenen balanopostit ve
yinelenen idrar yolu infeksiyonları durumunda sünnet
endikasyonu bulunmaktadır. Sünnet derisinin işeme
sırasında basit balonlaşması, sünnet için kesin bir endikasyon değildir.
Çocuklukta uygulanan sünnet önemli sayılabilecek bir
morbiditeye sahiptir. Primer fimoziste koruyucu bir tedavi seçeneği olarak, bir kortikoid merhem ya da krem
1 ay günde 2 doz ya da 3 hafta günde 3 doz şeklinde sürülebilir. Bu tedaviden yaklaşık %85 oranında yarar görülür. Bu tedavinin hiçbir yan etkisi yoktur ve kan lekesi
testinde ortalama kortizol düzeyleri, tedavi uygulanmayan hasta grubununkinden anlamlı ölçüde farklı değildir. Parafimozis tedavisi, ödemli dokuya elle kompres-
517
XIII. Pediatrik Üroloji
Şekil 13.6. Tara klemp
yon uygulanmasından ve sonra, gerilmiş sünnet derisini
glans penis üstüne geri çekmeye çalışılmasından oluşur.
Manipuasyonla düzeltmede seçenekler 5 dakika buz uygulaması, 1-2 saat toz şeker uygulanması, iğne ile çok
sayıda delik açma olarak sıralanabilir. Dar bandın altına
hiyaluronidaz enjekte edilmesi, bu bandın serbest kalmasına yardımcı olabilir. Bu girişim sonuç vermezse, sıkıştıran halkanın dorsal insizyonu gerekli olabilir. Lokal
bulgulara bağlı olarak, sünnet derhal uygulanabilir ya da
ikinci bir seansa bırakılabilir.
13.1.3 Sünnet teknikleri
Öncelikle prepüsyum glanstan tam olarak ayrılmalıdır.
Böylelikle hipospadiyas ve benzeri penil anormalliklerinin bulunmadığından emin olunulabilir. Operasyonun
amacı glansı ortaya çıkarmak için yeterince prepisyumu
almak ve balonopostit, fimozis, balanitis kserotika obliterans (Şekil 13.3) ve parafimozisi engellemektir. Ne
çok fazla ne de çok az deri alınmalıdır. Çok alınırsa penisi gerginleştirebilir ve nadiren kordi oluşturabilir; eğer
az alınırsa fimozis veya parafimozis gibi problemlere
neden olabilir.
Günümüzde uygulanmakta olan sünnet yöntemlerini
dört ana başlık altında toplamak mümkündür.
1. Dorsal Slit
2. Shield metodu (Sünnet kalkanı, Mogen klempi vb.)
3. Özel sünnet klempleri
4. Açık cerrahi yöntemler
a. Slit + eksizyon
b. Sleeve metodu
Dorsal slit yöntemi, sünnet derisine saat 12 hizasında
yapılan vertikal bir insizyondan ibarettir. Böylece glans
ortaya çıkar. Ancak bu yöntem kozmetik yönden kabul
edilebilir değildir. Dorsal slit, akut fimozis ve parafimozis vakalarıyla sınırlanmalıdır.
518
Şekil 13.7. Winkelman klempi
Shield metodunda, Mogen klempi yöntemin temelini
teşkil eder (Şekil 13.4). Sünnet derisi yukarı doğru gerilir, bir elin baş ve işaret parmakları glansı aşağı doğru
iterken diğer elle klemp frenulumu koruyacak bir açı ile
dışarıdan yerleştirilir ve kıstırılır. Daha sonra klempin
distalinden bistüri kullanılarak sünnet derisi eksize edilir.
Özel sünnet klempleri, Shield metodlarının modifikasyonları olup temelde glansı kesilmekten koruyup sünnet
derisini sıkıştırmaya yarayan metal ve/veya plastik aletlerdir. Bu aletler kabaca Gomco klempi, Tara klempi,
Doyen ekrazörü, Winkelman klempi, Plastibell klempi,
Sheldon klempi, Millers Messer knife, Ross sünnet halkası, Yellen klempi, Glansguard ve Bronstein klempi
şeklinde sıralanabilir (Şekil 13.5-9).
Açık cerrahi yöntemlerden slit + eksizyon, saat 12 hizasından yapılan dorsal slitten sonra, uygun miktarda
mukoza bırakılarak, tüm sünnet derisi makasla veya koter yardımıyla çepeçevre kesilir ve kanama kontrolünü
takiben kalan cilt ve mukoza birbirine sütüre edilir.
Sleve tekniğinde ise, eksize edilecek cilt ve mukoza sınırlarına bistüri ile sirküler tarzda birer insizyon yapıldıktan sonra, arada kalan tüm sünnet derisi bant şeklinde
kesilerek çıkartılır. Bunu kanama kontrolü ve dikiş takip
eder.
Sünnet yapılırken kullanılan enerji kaynakları sırasıyla;
lazer enerjisi, elektrokoter ve termokoter (Diatermi)’dir.
Lazer enerjisi maliyet yüksekliği ile öne çıkmaktadır. Elektrokoter kullanımında dikkatli olunmadığında
elektrik akımının penil kan akımına etki edip tromboz
ve glans nekrozuna yol açma riski mevcuttur. Ayrıca
sünnette metal bir klempe temas halinde elektrokoter
kullanılırsa ciddi penis yanıkları ve cilt soyulmaları
meydana gelebilir. Termokoter kullanımında ise dokuya
sadece ısı verilerek kanama kontrolü ve kesme işlemi
sağlandığından elektrik yanığı yapma riski bulunmamaktadır. Dokuya akım iletmediği ve ısının doku derinliği çok az olduğu için metal klemplerle bile kombine
Şekil 13.9. Yellen Klempi
Şekil 13.8. Plastibell Klempi
olarak güvenle uygulanabilir.
larda düşük doz kortikosteroit kullanımının adezyonları
önlemede başarısız oldukları bildirilmiştir.
13.1.4 Komplikasyonlar
Sünnet sonrası görülebilen en ciddi komplikasyonlar
tekrar eden fimozis, yara ayrılması, major doku kaybı,
gömük penis, penis şaftı ve glans arasında deri bağlantıları, inklüzyon kistleri, üretrokutanöz fistül, üretral
hasar, glans ve/veya penil şaftın eksizyonu ve penil nekrozu içeren penil travmadır.
Komplikasyon oranları % 0,2 ve % 5 arasında değişmektedir. Sünnet sonrası yakın zamanda görülebileceği
gibi aylar hatta yıllar sonra bile görülebilmektedir. En
sık karşılaşılan komplikasyon kanamadır (% 0.1) ve
genellikle büyük çocuklarda görülür. Kanamanın en sık
görüldüğü bölge frenulumdur. Kanama kendiliğinden
durabileceği gibi girişim de gerektirebilir. Baskı uygulama, koterizasyon, gümüş nitrat uygulaması ya da sütür yapılabilir. İkinci sıklıkta görülen komplikasyon ise
yara enfeksiyonudur ve genellikle yüzeyel ve minördür.
Bu tür enfeksiyonlar genelde lokal yara yeri bakımına
cevap veren kızarıklık ve pürülan akıntıyla seyreder. Bu
da genellikle antibiyotikli pomatlar kullanılarak önlenebilir. Aşırı miktarda deri kesilmesine ve deri ve mukozanın birbirine mesafeli kalmasına bağlı penisin derisiz
kalması da genellikle derinin glansa doğru ilerlemesi
ile kendiliğinden düzelir. Bu süreci kolaylaştırmak için
antibiyotikli pomatlar ve ılık oturma banyoları kullanılması önerilmektedir.
Meatal stenoz sadece sünnetlilerde görülür. Kimi yazarlara göre meatal inflamasyona ve skar gelişiminden
kaynaklandığı düşünülürken kimi yazarlara göre de
frenulum devaskülarizasyonundan ya da bez irritasyonuna bağlı gelişen kronik meatitten kaynaklandığı düşünülmektedir. Penis derisinin eksik, fazla ve asimetrik
olması da çeşitli kozmetik ya da fonksiyonel sorunlara
neden olabilir. Fazla kesilmesi kordi, torsiyon ve lateral deviyasyona yol açabilir. Bu gibi durumlarda eğer
onarım gerekli ise penis deri flepleri kullanılabilir. Az
kesilmesi ise penisin tuzak deformitesine neden olabilir.
Ayrıca deri köprüleri, penil kurvatur, kordi ve torsiyon
gelişebilir. Glans yapışıklıkları ve deri köprüleri genellikle penisin fizyolojik olarak suprapubik yağ nedeniyle
gömülmesi ve bez iritasyonuna bağlı oluşur. Bu hasta-
13.1.5 Anestezi ve analjezi
Sünnet her zaman anestezi altında yapılmalıdır. Yenidoğan sünneti için lokal anestezi, lokal anestezikli kremler,
dorsal penil sinir blok ya da penis kökünde ring blok
yöntemleriyle yapılabilir. Yenidoğan döneminde topikal
anestezi (EMLA %2.5-%2.5 lidokain-prilokain) ile birlikte veya tek başına %1’lik lidokain ile lokal anestezi
yapılır. Yenidoğanlarda EMLA methemoglobinemi yapabileceği için dikkatli kullanılmalıdır. Yapılan randomize kontrollü çalışmalarda dorsal sinir bloğunun lokal
anestezikli kremlere göre daha etkili olduğu gösterilmiştir. Bloklarda hekimler arasında değişkenlik göstermekle birlikte 0.5 - 2 cc arasında %1 lidokain veya benzerleri kullanılmakta ve ağrı kontrolü bakımından oldukça
iyi sonuç vermektedir.
Daha büyük bebekler ve çocuklarda sünnet genel anestezi ile yapılmalıdır.
13.1.6 Postoperatif bakım
Sünnet sonrası genellikle özel bir bakım gerekmemektedir. Oksitetrasiklin hidroklorür ve polimiksin B sülfat
içeren göz pomatları ile lokal bakım yapılması çoğu zaman yeterlidir. Baskı ile durdurulan kanamalarda pansumanı açmadan önce ılık oturma banyosu yapılması
çocuğun ağrı ve hassasiyeti azaltacaktır. 519
XIII. Pediatrik Üroloji
Okunması Önerilen Kaynaklar
1. American Academy of Pediatrics, Task Force on Circumcision. Report of
the Task Force on Circumcision. Pediatrics. 84: 388-391, 1989
2. Jeffrey S, Palmer MD, FACS, FAAP. Abnormalities of the External
Genitalia in Boys. Campbell-Walsh Urology. 10 ed. (Wein AJ, Kavoussi LR,
Novick AC, Partin AW, Peters CA, ed). Philadelphia. Elsevier Saunders.
3537-3556, 2012.
yeri göz önüne alınmaktadır (Şekil 13.10).
Distal-Anterior Hipospadias:En sık görülen hipospadias
tipidir( % 50). Mea glans ,korona veya distal penis şaftı
üzerindedir.
İntermedier-Orta Hipospadias:% 30 oranında saptanır
ve üretral mea penis şaftı düzeyindedir.
3. Fink KS, Carson CC, DeVellis RF. Adult circumcision outcomes study:
effect on erectile function, penile sensitivity, sexual activity and satisfaction. J Urol 167: 2113-2116, 2002.
Proksimal –Posterior Hipospadias: % 20 oranında, üretral mea penoskrotal, skrotal veya perineal bölgededir.
4. Wawer MJ, Makumbi F, Kigozi G, Serwadda D, Watya S, Nalugoda F,
Buwembo D, Ssempijja V, Kiwanuka N, Moulton LH, Sewankambo NK,
Reynolds SJ, Quinn TC, Opendi P, Iga B, Ridzon R, Laeyendecker O, Gray
RH. Circumcision in HIV-infected men and its effect on HIV transmission
to female partners in Rakai, Uganda: a randomized controlled trial.
Lancet 18: 229-237, 2009.
Penis gelişiminin zamanından önce duraklaması sonucu
geliştiğine inanılan hipospaias, penis embriyolojisinin
detaylı olarak anlaşılması ile daha anlaşılır hale gelmiştir.
5. Auvert B, Sobngwi-Tambekou J, Cutler E, Nieuwoudt M, Lissouba P,
Puren A, Taljaard D. Effect of male circumcision on the prevalence of
high-risk human papillomavirus in young men: results of a randomized
controlled trial conducted in Ornage Farm, South Africa. J Infect Dis
199:14-19, 2009.
6. Tobian AA, Serwadda D, Quinn TC, Kigozi G, Gravitt PE, Laeyendecker
O, Charvat B, Ssempijja V, Riedesel M, Oliver AE, Nowak RG, Moulton LH,
Chen MZ, Reynolds SJ, Wawer MJ, Gray RH. Male circumcision for the
prevention of HSV-2 and HPV infections and syphilis. N Engl J Med 360:
1298-1309, 2009.
7. Wiswell TE, Smith FR, Bass JW. Decreased incidence of urinary tract
infections in circumcised male infants. Pediatrics 75: 901-903, 1985.
8. MacDonald MF, Barthold JS, Kass EJ. Abnomalities of the penis and
scrotum. The Kelalis-King-Belman Textbook of Clinical Pediatric Urology.
5th ed. (Docimo SG, Canning DA, Khoury AE, ed). United Kingdom.
Informa Helathcare. 1239-1270, 2006.
9. Tekgul S, Riedmiller H, Dogan HS, Gerharz E, Hoebeke P, Kocvara R, Nijman R, Radmayr C, Stein R. Guidelines on Paediatric Urology. European
Association of Urology, 2012.
13.2 Hipospadias
13.2.1 Tanım, anatomi ve embriyoloji
Üretranın gelişimindeki yetersizlik sonucu üretral meanın olması gereken lokalizasyondan daha proksimalde
korona, penis şaftı, skrotum,perineal bölgede olduğu
doğumsal anomali hipospadias olarak adlandırılmaktadır.Doğumsal bozukluk sadece mea lokalizasyonu değil
penis distal gelişimde yetersizliktir.Korpus spongiozum,
prepusiyum gelişimi de yetersizdir.Olguların çoğunda
anterior kurvatür (kordi), konik glans yapısının daha
düzleşmesi, glanduler tilt ve anteriorda defektli prepusiyum saptanır.
Hipopadias sınıflandırması üretral meanın lokalizasyonuna göre yapılmaktadır.Bugüne kadar çok sayıda
sınıflama yapılmış olsada günümüzde daha çok 1973
de yapılan Barcat sınıflaması kullanılmaktadır.Bu sınıflamada varsa kordi düzeltildikten sonra üretral meanın
520
Penis Embriyolojisi
Her iki cinstede dış genital organların gelişimi başlangıçta kadın fenotipinde olmaktadır.İkinci ve üçüncü aylarda plasental kaynaklı androjenlerin devreye girmesi
ile üretral katlantılar birleşmekte, genital tüberkül uzayarak penis formasyonunu almaktadır.Androjen reseptörlerinin üretral yatakta yüksek oranda bulunması bu
embriyolojik aşamayı sağlamaktadır.Üretral plate genital tomurcuğun ortasında ventralde kloakadan endodermal bir uzantı olarak ortaya çıkmakta, bu yatağın her
iki tarafındaki mezenşimal doku prolifere olarak üretral
katlantıları oluşturmakta böylelikle de ortada üretral
çukur oluşmaktadır.Üretral katlantıların birleşimi ile
üretra proksimalden oluşmaya başlamakta ve bu gelişim
androjenlerin etkisi ile glansa kadar devam etmektedir.
Glandüler üretra gelişimi için iki mekanizmadan bahsetmek mümkündür;glansın distalden içeri doğru kanalize
olması yada üretral yatağın glans uçuna kadar tübülarizasyonu ile üretral gelişimin tamamlanmasıdır.
Embriyo araştırmalarında penis gelişiminin başlangıcında ventral kurvatür varlığı tanımlanmıştır.Normal
gelişim tamamlandığında ise bu kurvatür gözlenmemektedir.Penis gelişiminin bir aşamasındaki duraklama
ile oluştuğuna inanılan hipospadiaslı olguların çoğunda
ventral kurvatür de gözlenmektedir.Prepusiyum gelişimi
ise penis dorsalinde koronada hücre katmanları olarak
başlamakta, üretral gelişim tamamlandıktan sonra ventral yüzde her iki yandan gelen dokuların birleşmesi ile
tamamlanmaktadır. Üretral gelişimin tamamlanamadığı
hipospadiaslı olgularda ventralde birleşme olmaması ile
defektli prepusiyum ortaya çıkmaktadır.
Hipospadias görülme sıklığı yirminci yüzyılın başlarından 1970’li yıllara kadar 1/300 erkek doğum olarak
verilmekte idi.Ancak son zamanlarda Amerika ,İskandinav Ülkeleri, İngiltere ve Macaristan’da yapılan araştırmalar bu oranın iki katına çıktığını göstermektedir.
Bazı ülkelerde distal olguların raporlanmaması sonucu
daha düşük görülme sıklığı oranları da verilmektedir.
Hipospadiaslı olguların % 7’sinde ailesel yatkınlık göz-
Distal Hipospadias % 50
Orta Hipospadias % 30
Proksimal Hipospadias % 20
Şekil 13.10 : Üretral meatusun lokalizasyonuna göre
hipospadias sınıflaması
lenmiştir, olguların büyük çoğunluğu sporadik olarak
saptanmaktadır.Ailede hipospadiaslı bir çocuk olduğunda doğacak erkek kardeşte hipospadias olma oranı % 14
, iki bireyde hipospadias varsa bu oran % 21’e çıkmaktadır.Tek yumurta ikizlerinde tek erkek doğumlara göre
8.5 kat daha çok saptanmaktadır.Beyaz ırkta siyah ırka
oranla daha çok gözlenmektedir.
13.2.2 Etyoloji
Hipospadiaslı olguların pek çoğunda altta yatan sebep
bilinmemektedir.Düşük doğum ağırlığı, erken doğum,
gebelikte hipertansiyon,annede şişmanlık ve diyabet,
gebelikte plasental yetmezliğin saptanması, 24yaşından
önce ve 40 yaşından sonraki doğumlarda hipospadias
riski artmaktadır.Etyolojide penis gelişiminde duraklamaya sebep olabilecek bazı genetik, endokrin ve çevresel faktörlerden bahsetmek mümkündür.
Genetik sebepler
Ailesel yatkınlık birinci, ikinci ve üçüncü derece akrabalarda % 4-10 oranında saptanmıştır. Ailesel hipospadias olgularında Fibroblast Büyüme Faktörü 2 (FBF2 )
ve FBF8 genlerinde mutasyonlar saptanmıştır.Bu faktörlerin üretral yatak gelişimi üzerine etkileri hayvan
çalışmalarında da gösterilmiştir.Östrojenler erkek fenotipinin oluşmasında özel hücre çekirdeği reseptörleri ile
rol oynamaktadırlar, özellikle östrojen reseptör 2’deki
değişiklikler serum testosteron düzeylerini etkilemektedir.Hipospadiaslı olgularda bu genlerde farklılıklar
saptanmıştır.Androjen metabolizmasındaki defektler hipospadias gelişimine sebep olabilmektedir.Kromozom 2
üzerindeki SRD5 A2 ( 5α-redüktaz enziminden sorumlu
gen) genindeki mutasyonlar hipospadias gelişiminden
sorumlu olabilmektedir. FBF 10 genindeki anomalilerin
de hipospadias ile sonuçlanabildiği gösterilmiştir.
Endokrin bozukluklar
Andojen üretiminde eksiklik yada reseptör düzeyinde
olabilecek bozukluklar hipospadias ile sonuçlanabilmektedir.Puberte öncesi yaştaki hipospadiaslılarda bazal
LH düzeyinde düşüklük ve human koryonik gonadotropin ( hCG) uyarı testine düşük androjen yanıtı gösterilmiştir.Testosteron sentezindeki enzim eksiklikleri (
3β-OH steroid dehidrogenaz, 17,20 liyaz veya 17-α hidroksilaz) proksimal hipospadiasa sebep olabilmektedir.
Androjen reseptör mutasyonlarının nadiren hipospadias
gelişimine sebep olabileceği düşünülmektedir.
Bu konudaki pek çok çalışma sonucunda; sporadik
olarak tanımlayabileceğimiz, başka genital anomalilerin eşlik etmediği, bazı sendromlarla birlikte olmayan
hipospadias olgularının etyolojisinde testosteron üretiminde, dihidrotestosterona dönüşümünde veya androjen
reseptör düzeyinde yetersizliği düşündürecek çok az
veri mevcuttur.
Çevresel faktörler (endokrin bozucular)
Doğal yada sentetik östrojen benzeri yada antiandrojenik etkinlik gösteren bazı maddelerin hipospadias sebebi
olabileceği hipotezini bazı gözlemler desteklemektedir.
Endüstriel ürün ve gıdaların daha çok tüketildiği gelişmiş ülkelerde hipospadias görülme sıklığında artışın
saptanması, antiandrojen veya östrojenik etki gösteren
kimyasallarla karşılaşan gebe hayvanların yavrularında
hipospadiasın da eşlik ettiği anomalilerin saptanması bu
gözlemlere örnek olarak söylenebilir. Bir başka örnek
ise; yardımcı üreme yöntemleri sonrası erkek çocuklarda artmış hipospadias görülme oranlarıdır. Bu olgularda
hipospadias gelişiminden yardımcı üreme yöntemi döneminde anneye uygulanan progesteron sorumlu tutulmaktadır. Xenobiyotikler (günlük yaşamda karşılaştığımız kimyasal çevre kirleticiler) ile hipospadias gelişimi
arasında ilişki saptanmamıştır.
13.2.3 Hipospadias ve beraber görülen
anomaliler
İnmemiş testis, inguinal herni
Hipospadiaslı çocukların % 8-10’unda inmemiş testis,
% 9-15’inde inguinal herni bulunmaktadır.Proksimal
hipospadiaslı olgularda inmemiş testis oranı % 32’lere
kadar çıkabilmektedir. İnguinal herni-hipospadias birlikte görülme sıklığı distal, orta ve proksimal hipospadiaslı olgularda aynı oranda iken , inmemiş testis görülme
sıklığı proksimal olgularda distal olgulara göre daha
yüksektir.
Prostatik utrikul
Hipospadiaslı olgularda prostatik utrikul genişlemiş
olarak saptanabilir. Bu sebeple bu olgularda üriner enfksiyon ve taş oluşumu daha sık olabilir . Genişlemiş
prostatik utrikul hipospadias cerrahisi sırasında kateterizasyonu zorlaştırabilir. Perineal hipospadiaslarda % 57
521
XIII. Pediatrik Üroloji
Şekil 13.11. 2 TİPU Hipospadias Onarımı A) Sirkümsizyon , lateral üretral plate ve glans insizyonları B) Penis deglove
edilmiş, glans kanatları serbestlenmiş ve plate vertikal insizyon hattı C)İnsizyon lateraldeki plate’in rahatça mobilize
olacağı kadar derin yapılmalı, distal glans uçunda daha geride sonlandırılmalı D) Plate tübülarizasyonu E) İkinci
kat bariyer dokunun dorsalden button-hole ile anteriora trnsferi F) Tübülarizasyon hattı üzerine bariyer dokunun
yerleştirilmesi G) Glansın kapatılması ile onarımın tamamlanmış.
ve penoskrotal hipospadiaslarda % 10 oranında görülmüştür.
Seksüel gelişim bozuklukları (SGB)
Özellikle inmemiş testisle birlikte görülen hipospadias
olgularında SGB görülme oranı daha yüksektir.Palpe
edilemeyen testis ve proksimal hipospadias olgula-
522
rında % 50’lere varan oranda SGB görülebilmektedir.
Mikst-Gonadal dizgenezi, ovotestiküler bozukluklar,
5 α-redüktaz tip 2 eksikliği ve testiküler disgenesis hipospadiasla birlikte tanımlanan başlıca seksüel gelişim
bozukluklarıdır.
Tanı
Hipospadias olgularının çoğu dikkatli bir pediatri hekimi tarafından doğum sonrası ilk muayenede tanımlanabilir.Ancak hipospadiaslı olguların % 6’sını oluşturan
prepusiyumun tam olduğu ‘megameatus intakt prepusiyum’ ( MIP) olguları sünnet anında yada prepusiyum
retrakte edildiğinde tanımlanabilir. Defektli prepusiyum, glandüler tilt, ventral kurvatür, penis cildinde
rotasyon, raphede sapma ve penoskrotal transpozisyon
bulguları varsa fizik muayenede saptanabilir.
Prepusiyumun ventralde defektli olduğu ancak üretral
meatusun normal lokalizasyonda olduğu ventral kurvatürlü olgular ‘hipopadiassız kordi’ ( chordee without
hypospadias) olarak tanımlanmaktadır.Buradaki ventral
kurvatür çoğunlukla cilt kordisinden oluşmaktadır. Tam
prepusiyum ve normal lokalizasyonda üretral mea varlığında ventral kurvatür saptanırsa bu olgular ‘ konjenital
penil kurvatür’ olarak tanı almalıdırlar.
Proksimal hipospadias ve tek taraflı yada çift taraflı
inmemiş testisli olgularda, belirsiz genital yapının saptandığı olgularda karyotip analizi ve tam endokrinolojik değerlendirme yapılmalıdır.Bu olgularda seksüel
gelişim bozukluğu yada konjenital adrenal hiperplazi
saptanabilir.
Hipospadiaslı olgularda 1970 ‘li yıllarda üst sistem
taramaları yapıldığında anomali sıklığında artış saptanmamıştır.Bu sebeple seksüel gelişim bozukluğu ve
sendromlarla birlikte saptanmayan sporadik hipospadiaslılarda radyolojik görüntüleme yöntemlerine gerek
yoktur.
13.2.4 Tedavi
13.2.4.1 Cerrahi zamanlama
Hipospadias olgularında cerrahi girişimin 6-18 aylar
arasında yapılması önerilmektedir. De neyimli hipospadias cerrahları distal olgularda penis ve glans gelişimi
de yeterli ise onarımın 3 aydan sonra yapılabileceğini
belirtmektedirler. Penis ve glans gelişimi 3. aydaki değerlendirmede yetersiz görülürse bu ayda uygulanacak
hormonal stimülasyon ile 6. ayda cerrahi onarım yapılabilir. Daha ileri yaşlarda yapılacak cerrahi öncesinde de
penis boyu ve glans boyutu tam değerlendirilmeli gerilmiş penis boyu 3 persentilin altında ise bu olgulara da
hormonal stimülasyonun yapılabileceği belirtilmektedir.
Hormonal stimülasyon ile penis boyunda 0.5-3 cm’lik
bir uzama elde edilebilmektedir.Stimülasyon ile penis
boyundaki büyümenin yanı sıra dokulardaki vaskülaritenin artması amaçlanmaktadır.Böylelikle de cerrahi
başarının artacağı düşünülmektedir. Ancak bu uygulama
ile cerrahi başarının arttığını gösteren prospektif randomize bir çalışma bulunmamaktadır.
Daha ileri yaşlarda başvuran olgular için için ideal
cerrahi zamanı söylemek güçtür.Özellikle 18 ay-3 yaş
arasında hospitalizasyonun ve immobilizasyonun daha
güç olacağı düşünülerek bu yaşlarda cerrahinin ertelenmesinin daha doğru olacağı yönünde görüşler olsa da
, artık hipopadias cerrahisinin günübirlik yapılabilir
olması, cerrahi öncesi ve sonrasında uygun analjezi ve
sedasyon ile , çocuğun anne-babadan ayrı kaldığı sürenin azaltılması, üretral kateterin iki bez arasına alınarak
mobilizasyonun sağlanması ile bu yaşlarda da hipospadias cerrahisinin rahatça yapılabileceğini söylemek
mümkündür.Onsekiz aylıktan önce ve daha büyük yaşta
hipospadias cerrahisi yapılan olguların karşılaştırıldığı
bir çalışmada da psikolojik etkilenme ve yaşam kalitesi
arasında fark saptanmaması da bu yaklaşımı destekler
niteliktedir.
13.2.4.2 Sütur materyali, cerrahi malzeme ve teknikler
Genellikle 6/0 veya 7/0 emilebilen süturler ile onarım
önerilmektedir.Polyglikolik asit veya polidiakson sütur
tercih edilmektedir. Seçilen sütur materyalinin cerrahi
başarı ve komplikasyonlar üzerindeki etkisini araştıran
kontrollü çalışmalar yoktur. Bazı cerrahlar polidiakson’u
emilim süresinin uzun olması ve yüksek darlık oranları
sebebiyle önermemektedir. Üretral tüpün süturasyonunda amaç yüzey epitel sınırlarının tam olarak örtüşmesini
sağlamak ve tüp içerisine inverte olmasını sağlamaktır.
Üretral tüpün oluşturulmasında subkutiküler yada tam
kat süturasyon cerrahın tercihine göre uygulanabilir.
Subkutiküler teknik ile daha az fistül oranı rapor edilen
çalışma mevcuttur.
Cerrahi sırasında 2X veya 4X büyütme , mikro forsepsler, castroviejo portegü ve makasların kullanılması önerilmektedir. Dokuların olabildiğince az zarar görmesi
için uygun yerlere askı süturleri konmalıdır. Hipopadias cerrahisi anında kanama kontrolü için elektrokoter,
(bipolar, ünipolar), turnike yada adrenalin enjeksiyonu
kullanılabilir.Cerrahi başarının artması ve komplikasyonların daha az görülmesi için kanama kontrolü dikkatlice yapılmalıdır. Dokuların fazla zarar görmesini engellemek için yoğun koterizasyondan da kaçınılmalıdır.
Turnike uygulanımında 45 dakika aralarla turnike açılarak tekrar sıkılmalıdır. Adrenalin enjeksiyonu 1/100000
epineprinin % 1’lik lidokain çözeltisi ile gerçekleştirilebilir.
13.2.4.3 Anestezi ve analjezi
Hipospadiaslı çocuk olgularda genel anestezi altında
operasyon tercih edilirken adolesan ve yetişkinlerde
spinal veya epidural anestezi uygulanabilir. Uzun etkili
analjeziklerle ( bupivakaine) yapılan kaudal veya penil
blok ile postoperatif ağrı azaltılabilir.
Anestezi anında üretral kateterizasyon öncesinde geniş
523
XIII. Pediatrik Üroloji
Şekil 13.12. 3 MAGPİ Hipopadias Onarımı A) Meatusun 2-3 mm altından geçen insizyon hattı B) Penis deglove
edilmiş glans distali ve hiospadiak mea arasına vertikal insizyonun yapılması C) İnsizyon veya çıkarılan eşkenar dörtgen şeklindeki doku alanının Heineke-Mikulicz tekniği ile kapatılarak mea proksimale taşınır.D) Ventralde meatusun
hizasına konulan askı ile distale traksiyon ile glans kanatlarında eksize edilecek dokuların belirlenmesi E) Glans
kanatlarının çift kat yaklaştırılması F) Penis şaftının kapatılması ile onarımın tamamlanmış
spektrumlu bir antibiotik enjeksiyonu önerilmektedir.
Operasyon sonrasında üretral kateter , üriner diversiyon
kaldığı sürece ve kateter çekildikten iki gün sonrasına
kadar antibiotik verilen grupta febril üriner enfeksiyon
ve asemptomatik bakteriüri görülme sıklığı azalmaktadır.
13.2.4.4 Pansuman ve üriner diversiyon
524
Hipospadias sonrası ideal pansuman, hafif ama yeterli
baskıyı sağlamalı cerrahın istediği sürece penis üzerinde
kalabilmeli, açılması olabildiğince kolay hatta kendiliğinden düşebilecek şekilde olmalıdır. Operasyon sonrası
penisin üzerine sadece yapışkan bir filmin ( tagaderm)
sarılması, spançlar arasına alınan penisin karın duvarına
pansuman bantları ile yatırılarak sabitlenmesi, antibiotikli spançlarla sarılan penisin istenilen düzeyde baskı
sağlayacak şekilde koban bandajlarla sirküler olarak
sarılması uygulanabilecek pansuman yöntemlerinden
bazılarıdır.Bandaj uygulanarak yapılan pansumanın
ve sadece tagaderm ile sarılarak yapılan pansumanın
ameliyat başarısını değiştirmediği gösterilmiştir.
Distal hipospadias, özellikle TİPU (tübülerize insized
plate üretroplasti) olgularında diversiyon ve diversiyon uygulanmayan olguların karşılaştırıldığı çalışmalar
yapılmıştır.Bu çalışmalarda ameliyat sonrası komplikasyonlar (disüri, üriner retansiyon, ekstravazasyon)
ve operasyon başarısı arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bu sebeple distal olgularda diversiyonun
yararı tartışmalı olsa da,hipospadias cerrahisi sonrası
ürologlar çoğunlukla üretral kateter ile üriner diversiyon
yapmaktadırlar.Proksimal olgularda üretral kateter ile
beraber suprapubik kateter kullanılabilir. Diversiyonun
süresi ve kateter kalibrasyonu cerrahın deneyimine göre
değişebilmektedir. Çoğunlukla puberte öncesi olgularda 6-8 F çapında puberte sonrası olgularda ise 12-14 F
çapında üretral kateterler diversiyon için tercih edilmektedir. Diversiyon süreleri ise mid-penil ve distal düzeydeki standart primer olgularda cerrah ve olgunun özelliklerine göre değişse de genellikle bir hafta civarında
olmaktadır. Sekonder olgular , proksimal olgular, greft
kullanılan olgular cerrahın tercihine göre daha uzun sürelerde (10-14 gün) kateterize bırakılabilmektedir.
13.2.5 Cerrahi tedavi
Hipospadias cerrahisindeki üç hedef şöyle sıralanabilir:
Varsa ventral kurvatürün düzeltilmesi, üretral meatusun
normal lokalizasyonuna taşınması ( üretral tüpün oluşturulması üretroplasti) ve üretral onarım sırasında oluşabilecek penis şaft düzeyindeki cilt defektlerinin uygun cilt
flepleri ile kapatılarak kozmetik olarak kabul edilebilir
bir penis ortaya çıkarmaktır. Üretroplasti aşamasında
3 ana cerrahi yöntem uygulanmaktadır. Birincisi ve
günümüzde en çok kullanılan yöntem üretral plate’in
tübülarizasyonudur ( distal ve mid penil şaft düzeyindeki olgular ). İkinci temel yöntem üretral plate’in cilt
flepleri ile tübülarize edilmesidir. Üçüncü temel yöntem
ise kordi dolayısı ile üretral plate’in korunamadığı yada
çoklu hipospadias onarımı sonrası üretral plate’in kullanılamıyacak durumda olduğu olgularda ( aşırı skarlı,
Balanitis Xerotika Obliterans BXO ) öncelikle üretral
plate’in oluşturulması ( cilt flep yada greftleri ile, bukkal
mokoza ile ) ve aynı seansta ( tek aşamalı onarımlar )
veya en az 6 ay sonra ( iki aşamalı onarımlar ) üretral
tübülarizasyonun gerçekleştirimesidir.
13.2.5.1 Ventral kurvatür (kordi) onarımı:
Ventral kurvatür hipospadias olgularına distal olgularda
% 10, mid-penil olgularda % 30, proksimal olgularda ise
%75-80 oranında eşlik etmektedir. Ventral kurvatürün
derecesi 30 derecenin üzerinde olmadığı sürece seksüel
disfonksiyon sebebi olmamaktadır. Bu sebeple 30 derece altında onarım gerekliliği tartışmalıdır ve istenirse
kozmetik sebeplerle kordi onarımı yapılabilir.
Kordi derecesi çocuk yaştaki olgularda operasyon sırasında artifisiyel ereksiyonla belirlenebilirken, adolesan
veya yetişkin bireylerde ereksiyon anında çekilmesi
istenen fotoğraflar ile belirlenmesi cerrahın preoperatif
dönemde operasyonu planlamasını kolaylaştıracaktır.
Ventral kurvatür ( kordi ) % 70 olguda –özellikle distal
olguların hemen hepsinde- cilt ve cilt altı dokulardan
kaynaklandığı için penisin deglove edilmesi sonuçunda
kendiliğinden düzelecektir. Otuz dereceye kadar olan
kurvatürler dorsalde eğikliğin en yoğun olduğu bölgeye
uygulanacak plikasyon sutürü ile düzeltilebilir. Burada
sutür materyali olarak absorbe olmayan 4/0-6/0 prolen
sutürlerin kullanılması önerilmektedir. Tek plikasyon
ile istenilen sonuç elde edilemediğinde plikasyon sayısı
artırılabilir ancak bu durumda penis boyunda daha fazla
kısalma ve kurvatürün tekrarlayabileceği akılda tutulmalıdır. Plikasyonun yeterli olmadığı olgularda üretral
plate disseke edilerek korpus kavernozumların üzerinden kaldırılır ve tekli transverse korporeal insizyon ve
greftleme ( cilt, tunika vajinalis, ince barsak submukozası ) ile ya da çoklu transverse insizyonlarla kordi düzeltilir. Bu aşamalardan sonra da ventral kurvatür üretral
plate’in kısalığından dolayı devam ediyorsa plate bütünlüğü bozularak bu bölgeye uygulanacak greftleme
( prepusiyal, bukkal mukoza, cilt ) yada flep ile yeni
üretral plate oluşumu sağlanır ve üretroplasti ikinci aşamaya bırakılır.
13.2.5.2 Üretroplasti yöntemleri
Hipospadias onarımında iki yüzden fazla cerrahi yöntem
tanımlanmıştır. Modern hipospadias cerrahisi 1980’lerden sonra Duckett tarafından tanımlanan prepusiyal
flepler ile daha hızlı gelişme göstermiş ve bu fleplerdeki
küçük farklılıklar pek çok yöntemin tanımlanmasına
sebep olmuştur. Aşağıda üretral meatusun lokalizasyonuna göre cerrahi yöntemler anlatılmaya çalışılmıştır.
Distal hipospadias
Günümüzde distal hipospadias olgularının çoğunda
TİPU yöntemi uygulanmaktadır. Mathieu flip-flap,
MAGPI ( meatal advancement glanuloplasty ), meatal
ilerletme distal olgularda kullanılan diğer yöntemlerdir.
13.2.5.3 TİPU (Tubularized Incised Plate Uretroplasty)
Üretral plate’in tübülarizasyonuna orta hat vertikal
insizyonun eklenmesi ile 1994 yılında Snodgrass tarafından tanımlanmıştır.Üretral plate’e yapılan vertikal
insizyon ile düz ve yeterince derin olmayan üretral plate
tübülarizasyona uygun hale getirilir.İnsizyon laterallerde kalan plate parçalarının rahatça mobilizasyonunu
525
XIII. Pediatrik Üroloji
sağlayacak derinlikte olmalıdır.Tübülarizasyon mobilize edilmiş glans kanatlarının orta noktasına kadar,
üretral plate’in distal sonlanım noktasının 3 mm gerisinde kalacak şekilde sonlandırılmalıdır. Bu uygulama
ile meatal darlık riski azalmaktadır, Tübülarizasyonda
subkutiküler süturasyon tekniğinin uygulanması önerilmektedir.Tübülarizasyondan sonra üretra üzerine ikinci
kat destek dokusunun ( Dartos flep, tunika vajinali flep
) getirilmesi fistül oranlarını belirgin şekilde azaltmaktadır. Dar ve düz üretral plate yapısının tekniğin başarısı
ve uygulanabilirliği üzerine etkileri tartışmalı olsa da
tekniği tanımlayan Snodgrass son 500 distal hipospadias olgusunda bu yöntemi başarı ile uyguladığını raporlamıştır.Teknik Şekil 13.11’ de gösterilmiştir.
TİPU sonrasında Mathieu ve Prepusiyal flep yöntemlerine göre üretral meatus ( slit like ) daha kozmetik
görünümde oluşmaktadır. Glans kanatları bu yöntemlere
göre daha kolay kapatılabilmektedir. Literatürde TİPU
sonrası fistül oranları çoğunlukla % 3-8 arasında verilmektedir. Meatal darlık oranları ise % 1-5 arasında
gözlenmektedir.
13.2.5.4 MAGPI (Meatal Advancement Glanuloplasty)
Glandüler ve uygun koronal meatuslarda kabul edilebilir kozmetik sonuçları ve uzun dönem başarılı sonuçları
mevcuttur. Üretral mobilitenin yeterli olduğu ve yuvarlak glans yapısında tercih edilmelidir. İnce bir forsepsle hipospadiak mea distale doğru çekildiğinde üretral
mobilitenin yeterli olup olmadığı anlaşılabilir.MAGPİ
onarımına korona ve üretral meatusun 6-8 mm proksimalinden yapılan sirkumsizyon insizyonu ile başlanır.
Penis şaftını örten cilt deglove edilir, bu sırada üretra
ve korpus spongiosuma hasar verilmemelidir.Böylelikle varsa cilt rotasyonu düzeltilmiş olur. Daha sonra meatal ilerletmeyi sağlayacak olan glans uçundan meaya
doğru vertikal bir insizyon yada ince bir forsepsle bu
bölgedeki doku tutularak eşkenar dörtgen şeklinde doku
çıkartılır. Daha sonra Heineke – Mikulicz tekniği ile bu
insizyon kapatılarak meatus distale taşınır. Daha sonra
ikinci aşama olarak tanımlayabileceğimiz glanuloplasti
aşamasına geçilir. Ventral yüzde sirkümsizyon insizyonunun orta noktasına konulacak askı sütürü ile distale
traksiyon uygulanır ve bu sırada karşılıklı gelen glans
dokuları kenarlardan eksize edilerek oluşturulan glans
kanatları çift kat kapatılarak glandüloplasti tamamlanmış olur. Daha sonra penis şaftı uygun şekilde kapatılarak işlem sonlandırılır(Şekil 13.12). Üretral kateterizasyona gerek yoktur. Ancak cerrahın tercihine göre birkaç
gün veya pansumanlı sürede üretral kateter konulabilir.
MAGPİ başarı oranları % 95 ve üzerindedir, % 2 olgudan azında tekrar operasyon gerekmiştir.
13.2.5.5 Mathieu flip- flap
526
Mathieu tarafında 1932 yılında tanımlanmıştır.Koronal
ve subkoronal hipospadiaslı uygun olguların perimeatal cilt flepi ile onarılmasıdır. Uygun olgular meatusun
proksimalinde üretra ventralini örten cilt ve cilt altı dokunun hipoplazik olmadığı yeterli vaskülaritede, skarsız
olgular olmalı cerrahiye başlamadan önce buradan oluşturulacak flepin üretral plate ventraline tübülarizasyon için rahatça taşınabileceğinden emin olunmalıdır.
Mathieu onarımına üretral meatustan glans uçuna olan
mesafe ölçülerek başlanır böylelikle üretra ventralinden
hazırlanacak cilt flep boyu belirlenir. Aynı uzunlukta ve
7.5- 8 mm genişlikte flep sınırları meatus proksimalinde
ventral yüzdeki cilt işaret kalemi ile çizilerek belirlenir.
Bu lateral insizyonlar meatus distali ve glans uçunda
istenilen yere kadar ilerletilir. Glans kanatları yeterince
kaldırılmalıdır.Meatus proksimalinde cilt flebi hazırlanırken yeterince cilt altı dokunun flep üzerinde bırakılması önemlidir. Hazırlanan flebin distale döndürülmesi
ve her iki yandaki lateral insizyonların subkutiküler
olarak kapatılması ile üretral tübülarizasyon tamamlanır. İkinci kat destek dokusu dorsalden hazırlanan dartos
flep ile oluşturulur, yeni oluşturulan üretral tüp üzeri bu
doku ile desteklenir. Daha önceden yeterince kaldırılmış
glans kanatları birbirine yaklaştırılarak çift kat kapatılır.
Distal glans kanatları ve yeni üretra distal uçu tekli sutürler ile ( 6/0- 7 /0 ) birbirine dikilerek üretral meatus
oluşturulur. Penis cildi uygun cilt flepleri ile kapatılarak
onarım tamamlanır.
Mathieu onarımı sonrası kozmetik sonuçların istenenden kötü olduğu belirtilmektedir.Özellikle meatus görünümü yassı bir yapıdadır. Bu amaçla meatus oluşturulmasında ‘ V’ modifikasyonu tanımlanmıştır. Glans
kanatlarının yaklaştırılması sorunlu olabileceği için küçük glanslı olgularda glans açılması daha sık görülebilir.
İkinci kat destek dokusunun getirildiği olgularda % 97’
lere varan oranda başarılı sonuçlar ( fonksiyonel ve kozmetik olarak ) rapor edilmektedir.
Orta hipospadias
Orta hipopadias olgularının çoğunda 30 derece üzerinde
ve düzeltmeyi gerektirecek ventral kurvatür oldukça
nadirdir ve pek çok olguda üretral plate korunabilir.
Böylelikle üretral plate’in kullanıldığı TİPU, Mathieu
Flip-Flap yöntemleri mid şaft düzeyinde uygun seçilmiş
vakalara da rahatça uygulanabilir. Onlay ( kapama ) ada
flep yöntemi orta hipospadias ve daha proksimaldeki olgularda da başarılı sonuçları olan bir onarım tekniğidir.
Elder ve arkadaşları tarafından 1987’de tanımlanmıştır.
Baskin ve arkadaşları bu yöntemle 374 olguda % 8.6
tekrar operasyon gerekliliği ve % 6 fistül oranları raporlamışlardır.
Onarım öncesinde penis deglove edildikten sonra varsa ventral kurvatür daha önce bahsedilen teknikler
ile düzeltilmelidir. Bu yöntemde dorsal ve yanlarda
sirkumsizyon insizyonu ventralde meatusun 1-2 mm
proksimalini içeren ve distalde glans uçuna kadar ilerletilen bir ‘U’ insizyonu cilt insizyonu olarak yapılır.
Prepisuyum dorsalinden ,hipospadiak meatustan distal
glans uçuna kadar olan uzunlukta ve 6-7 mm genişlikte pedikülü ile hazırlanan cilt flebi yanlardan ventrale
taşınarak daha önce hazırlanan aynı genişlikteki üretral
plate lateral insizyonlarına ( U insiyonu ) tam kat veya
subkutiküler sutürler ile dikilerek üretral tüp oluşturulur.
Daha sonra ikinci kat destek dokusu dartos flep yada
tunika vajinalis flep ile oluşturulur ve yeni üretra üzerine
getirilir. Daha sonra glans kanatları karşılıklı getirilerek
kapatılır ve uygun cilt flep transferleri ile penis şaftı örtülür.
kurvatür onarımı sonrası dorsalde prepusiyal flep orta
hattan kraniokaudal doğrultuda insize edilerek iki ayrı
flep parçası oluşturulur, bu flepler penis şaftının her
iki yanından ventral yüze alınarak penis şaftı örtülür.
Bu aşamada glans kanatları da ayrılarak flep distal ucu
ileride glandüler üretrayı oluşturmak üzere bu aralığa
uzatılır. Flepler ön yüzde orta hat yerine daha lateral
lokalizasyonda birleştirilir ( sutür hattı üretral plate’in
üzerinde olmazsa ) ileride üretra oluşumunda kullanılmak üzere daha skarsız bir plate elde etmek mümkün
olacaktır. İkinci aşamada 6 ay sonrasında üretral tübülarizasyon ile onarım tamamlanır.
Proksimal hipospadias
Dorsalde prepusiyum iç yüzeyinden alınan greft, ventralde eksize edilen üretral plate ve açılan glans kanatları
arasına yerleştirilir. Greft proksimalde üretraya, yanlarda penis şaft cildine ve distalde glans kanatlarına tek –
tek sütürlerle dikilir. Greft ön yüzünden alttaki korpus
kavernozumlara atılacak sabitleme dikişleri ile greft
stabilizasyonu sağlanır. Greft ile korpus kavernozum
arasında oluşabilecek hematom veya koleksiyon için
potansiyel boşluk yine bu sabitleme sütürleri ile ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bunlara rağmen oluşabilecek
hematom yada koleksiyonun drenajı için greft üzerine
kalın iğne ile çok sayıda giriş yapılarak drenaj delikleri
oluşturulur. Altı ay sonrasında elde edilen üretral plate
tübülarize edilerek onarım tamamlanır.
Proksimal olgularda varsa ventral kurvatürün üretral
plate korunarak düzeltildiği olgularda TİPU veya Onlay Prepusiyal Ada flebi ile onarım gerçekleştirilebilir.
Kurvatür onarımı sırasında üretral plate’in eksizyonu
gerekti ise tek aşamalı veya iki aşamalı tekniklerden uygun olanı tercih edilebilir. Tubülarize prepusiyal flep (
TPIF Transverse Preputial Island Flap ) ve Koyanagi
hipospadias onarımları tek aşamalı olarak gerçekleştirilebilmektedir . Byars fleplerin yada prepusiyal greftlerin
üretral plate lokalizasyonuna yerleştirilmesi ve 6 ay sonrasında onarımın ikinci aşamasının gerçekleştirilmesi de
mümkündür.
13.2.5.6 TPIF (Tubülarize Prepusiyal Flep)
Daha önce tariflenen Onlay Prepusiyal Ada Flebi ile
benzerdir. Onlay yönteminden farklılığı üretral plate
kurvatür onarımı sırasında eksize edildiği için dorsal
prepusiyumdan tubülarize edilerek getirilen flep meatustan glans ucuna kadar yeni üretrayı oluşturur . İkinci
kat destek dokusunun getirilmesi komplikasyon oranlarını azaltacaktır. Prepusiyal tüp oluşturulurken iki kat
sutürasyon önerilmektedir. Distale gelecek tüpün kısaltılması gerekebileceği akılda tutularak bu kısım tek –
tek sütüre edilmelidir. Üretral tüp ventrale taşındığında
dikiş hattının yeni üretranın arka yüzünde korpus kavernozumlar üzerine gelmesi sağlanmalıdır. Böylelikle
fistül oranları azaltılabilir.
Tek aşamalı proksimal hipopadias onarımlarına bakıldığında TIPU sonrası % 15-25, Onlay flep sonrası % 1530, Tubülarize prepusiyal flep sonrası % 10-35, Koyanagi onarımı sonrası % 13-50 arasında verilmektedir. Bu
yöntemlerdeki komplikasyon oranları % 30-40 arasında
raporlanmaktadır.
13.2.5.7 İki aşamalı proksimal hipospadias onarımları
Byars flep
Sirkumsizyon insizyonu ile penis deglove edilip ventral
Prepusiyal greft
Cerrahi sonrası izlem
Hipospadias onarımı sonrası izlem süresi ve izlem
aralıkları tanımlanmamıştır. Kordi onarımı da yapılan
proksimal olgular kurvatür tekrarı ve penis gelişimi
açısından belli aralıklarla izlenmelidir. Hipospadias
onarımı sonrası kontrolde olgular fistül, meatal darlık
ve işeme kalibrasyonları (gerekirse üroflovmetri ) açısından değerlendirilmelidirler. Dar gözlenen bir üretral
meatus üroflovmetri yapamayacak yaştaki çocuklarda
buji yada kateter ile kontrol edilmelidir. 8 F ve üzerindeki kalibrasyonlar normal kabul edilebilir.Üroflovmetri yapabilen olgularda akım hızı ve eğrisi birlikte
değerlendirilmeli ve bu değerlerin hipospadias onarımı
sonrası çoğunlukla 50 persentilin altında olacağı akılda
tutulmalıdır.
Okunması önerilen kaynaklar
Warren T. Snodgrass. Hypospadias. Campbell- Walsh UROLOGY 2012,
Chapter130 ( 3503-3535)
Joseph G. Borer, Alan B. Retik. Hypospadias Campbell- Walsh UROLOGY
2007, Chapter 125 (3703-3744)
Aseem R. Shukla, Rakesh P. Patel, Douglas A. Canning . Hypospadias
Urologic Clinics of North America 2004; 31 ( 445-460)
Hypospadias. EAU guidelines 2012
A. Barry Belman. Hypospadias Glenn Ürolojik Cerrahi 2006, 6. Baskı (
Çeviri Editörü: Nihat Arıkan ) ( 792-802)
527
XIII. Pediatrik Üroloji
David R. Roth. Hypospadias , Pediatric Urology Practice 1999 (487-498)
Lowell R. King. Hypospadias, Urologic Surgery in Infants and Children
,1998; ( 194-208)
13.2.6 Hipospadias postoperatif bakım ve
komplikasyonlar
13.2.6.1 Postoperatif bakım
Her ne kadar hipospadiasın gerek distal gerekse proksimal tipleri için birçok ameliyat tekniği uygulanıyor olsa
da, postoperatif bakım açısından teknikler arası bir farklılık yoktur. Ana hatlarıyla ağrı, yara yeri bakımı, sonda
bakımı ve mesane spazmları mücadele gerektiren durumlardır. Günümüzde hipospadias cerrahisi yurtdışında
hemen her yerde, ülkemizde ise belirli merkezlere sınırlı
bir şekilde “günübirlik cerrahi” olarak uygulanmaktadır.
Müdahale şeklinden bağımsız, günübirlik girişimlerin
olmazsa olmazı iyi bir ağrı kontrolüdür. Postoperatif
analjezinin ilk adımları ameliyathanede atılır; anestezi
ekibince uygulanan kaudal blok veya cerrah tarafından
ameliyat öncesi yapılan penil blok peroperatif anestezik
madde ihtiyacını azaltacağı gibi postoperatif ağrı kontrolü için de çok etkili olacaktır. Kaudal ya da penil blok
uygulanmamış hastalara yaş ve ağrı seviyelerine göre
değişecek şekilde parasetamol verilebilir. Oral beslenme başladıktan sonra parasetamol veya alternatif olarak
NSAİ ilaçlar verilmelidir ( tablo 13.1).
Ameliyat bitiminde antibakteriyel bir pomadın gerek
direkt temas yoluyla gerekse steril bir gazlı beze emdirme yoluyla sütür bölgelerine uygulanması yeterlidir.
Direkt sürülmeyi takiben penis cildi steril, yapışkan ve
şeffaf bandajlarla (tegaderm ya da opsite) kapatılabilir.
Alternatif olarak, özellikle hematom oluşmasından endişe ediliyorsa, Coban tarzı baskı oluşturacak bandajlar
kullanılabilir. Baskılı bandaj tercih edildiğinde çok fazla
kompresyon uygulanmaması ve glans rengi takibinin aileye anlatılması gerekmektedir. Çocukta ağrı veya idrar
yapma zorluğu olursa (sondası olmayanlarda) bandajın
çıkartılması gerekebilir. Problemsiz giden bir postoperatif süreçte üçüncü gün bandaj açıldıktan sonra, eğer
yara temizse, yeniden kapatmaya gerek yoktur. Çocuğun akan bir suyun altında ılık suyla yıkanmasına izin
verilir. Dikiş hattına antibiyotikli pomat ya da ülkemizde de bulunan FDA onaylı deri iyileştiricisi “petroleum
jelly” vazelin sürülebilir. Bir şikayet olmadığı takdirde
altı hafta sonra yapılacak bir kontrolde iyileşmenin tamamlanmış olması beklenmelidir.
Hipospadias ameliyatları sonrası hastalarda en çok sıkıntıya neden olan şey üretral sondalar ve bunların yarattığı rahatsızlıklardır. Postoperatif dönemde sorunsuz
bir şekilde evlerine gönderilen hastaların 48 saat içinde
hastaneye başvuru sebeplerinin çoğunluğunu sondanın mesaneden üretraya düşmesi ve buna bağlı üretral
528
Şekil 13.13. Multipl operasyonlar sonrası
gelişen “cripple penis”
tıkanıklık ile irritasyona bağlı mesane spazmları oluşturmaktadır. Bütün bunların çocukta yarattığı ağrı ve
huzursuzluk ile ailede gelişen kaygı hali başarılı bir
ameliyat sürecini kolayca kabusa çevirebilir. Hangi çocukta mesane spazmı ya da irritasyon gelişeceğini ön
görmek mümkün değildir. Foley sondalara göre daha
geniş lümeni bulunan ve balonu olmayan künt uçlu besleme tüplerinin kullanımı spazm insidansını azaltmış,
ancak sıfırlayamamıştır. Sondanın kalması gereken ve
inatçı spazmı olan vakalarda antikolinerjik tedaviye
başlanmalıdır. Oksibutinin süspansiyon 0.2 mg/kg günde 2-4 doz şeklinde verilebilir. Son yıllarda popülerliği artan bir konu da katetersiz ya da aynı gün kateterin
alındığı distal hipospadias ameliyatlarıdır. Özellikle henüz bezli olan hastalarda, sondanın postop birkaç saat
içinde çekilmesinin kısa dönemde daha az rahatsızlığa
yol açtığı, uzun dönemde ise ameliyat başarısını etkilemediği gösterilmiştir. Tuvalet eğitimini yeni almış çocuklar postoperatif takibi en zor grubu oluştururlar; bu
grup hastalarda bile distal hipospadiaslarda 1-3 günün
yara iyileşmesi için yeterli olduğu görülmektedir. Sonda yerinde kaldığı sürece ağızdan geniş spektrumlu bir
antibiyotik (sefalosporin grubu), antienflamatuar (ibuprofen) ve lokal pomatların uygulanması gelişebilecek
rahatsızlıkları önlemesi bakımından önemlidir.
13.2.6.2 Komplikasyonlar
Prensiplere sadık kalınarak yapılmış standart bir distal
hipospadias cerrahisi sonrası komplikasyon oranı %510’u geçmemelidir. Proksimal vakalarda literatüre göre
bir oran vermek yanlış ve yanıltıcı olacaktır; ancak aileye çocuğun ikinci bir ameliyata –planlı ya da zorunlu- ihtiyaç duyma olasılığının yüksek olduğu söylenmelidir. Beslenmesi iyi bir mukozal flebin tüpün üzerini
tamamen kapatacak şekilde örtüldüğü vakalarda fistül
gelişmesi nadirdir. Ancak araya giren bir enfeksiyon
kanlanmayı bozarak fistüle ya da tüpün tamamen bozulmasına yol açabilir. Her iki durumda da ikinci bir mü-
Tablo 13.1. Hipospadias cerrahisi sırasında ve sonrasında kullanılabilecek analjezikler ve dozları
Analjejik/
Veriliş Yolu
Doz
Kaudal/penil blok
İntravenöz
Rektal
Oral
(ameliyathane)
(erken postop)
(infantlar)
(evde)
Lidokain
7-9 mg/kg
Bupivakain
2-3 mg/kg
Parasetamol
7.5-15 mg/kg/doz (4-6 saat)
30 mg/kg
10-15 mg/kg (4-6 saat)
(4-6 saat)
İbuprofen
4-10 mg/kg (6-8 saat)
dahale için altı ay beklemek doku iyileşmesine zaman
tanımak açısından faydalı olacaktır. Fistül onarımında
primer kapatmanın üzerine mutlaka besleyici bir doku
çevrilmelidir. Fistül yakınından böyle bir cilt altı doku
serbestlenemiyorsa tunika vajinalis flebini bir tünel vasıtasıyla fistül hattına taşımak iyi bir alternatiftir. Son
dönemlerde primer fistül onarımının üzerine fibrin yapıştırıcıların da başarıyla uygulanabildiği bildirilmiştir.
Erken dönem komplikasyonlarından en sık görüleni
eksternal meatus darlığıdır. Kısa darlıklar poliklinik
şartlarında tedavi edilebilir. EMLA kremle lokal anestezi yapıldıktan sonra ince bir klemp vasıtasıyla meatusun ventral yüzü saat altı hizasından tutularak 3 dakika
beklenir; takiben makas yardımıyla kanlanması bozulan
doku kesilir. Meatoplasti gereken veya lokal anesteziyi
arzu etmeyenlerde genel anestezi altında müdahale tercih edilmelidir.
Özellikle üretral plate insizyonu yapılan vakalarda uzun
dönemde üretra darlığı gelişebileceği yönünde yıllardır
süregelen bir tartışma ve endişe vardır. Şu anki bulgular
kısa dönemde bunun gerçekleşmediği yönündedir; daha
uzun dönem sonuçlar için zamana ihtiyaç vardır.
Proksimal hipospadias olgularında da benzer komplikasyonlar görülse de, sıklıkları belirgin olarak fazladır.
Orijinal meatusun bulunduğu yerde fistül gelişmesi hiç
de nadir değildir ve onlay teknikler uç uca tekniklere
göre daha başarılıdırlar. Tek aşama planlanıp tüpün tamamen kaybolduğu veya penis görüntüsünün ileri derecede bozulduğu “cripple” vakalarda bukkal mukoza
ile iki aşamalı girişim planlamak akılcı olacaktır ( şekil
13.13).
Distal hipospadiastan farklı olarak ventral kordi bu hasta grubunda ciddi bir problemdir. Yeterli eksizyon veya
gereken vakalara plikasyon yapılmazsa kordinin postoperatif devam etmesi kaçınılmazdır.
Bazen oluşturulan tüpün aşırı genişliğine bağlı, bazen
de uçtaki darlığa sekonder zaman içinde gelişen üretral
divertikül görülebilir. Aileler tipik olarak işeme sırasında önce ventral bölgede bir şişlik oluştuğunu, ardından
miksiyon gerçekleştiğini tarif ederler. Tüpün daraltılması ve varsa uçtaki darlığın cerrahi olarak giderilmesi
gerekmektedir. Uzun vadede divertikül içinde taş oluşabilir.
Kozmetik sonuçlar için aceleci olmamakta fayda vardır.
Fonksiyonel açıdan başarıya ulaşmış kabul edilen olgular eğer kozmetik açıdan tatmin edici değilse, nihai
düzeltme yapılmadan önce dokuların toparlanması için
yeterli zaman vermek gerekir. Eğer doku yetersiz gözüküyorsa testosteron tedavisi nüks vakalara da uygulanabilir. Küçük penislerde çok rahatsız edici olabilen bazı
kozmetik detaylar, çocuğun penis boyunun artışıyla aynı
oranda artmadığından ileri yaşlarda daha az rahatsız edici olabilir. Burada ailenin ve çocuğun da bu görüntüye
alışmasının rolü olabilir; her ne olursa olsun, yalnızca
kozmetik düzeltme yapılacaksa ek bir girişimin artı/eksisi aile ile mutlaka konuşulmalı ve fonksiyonel başarıyı
riske edecek girişimlerden kaçınılmalıdır.
Okunması önerilen kaynaklar
Laiq N, Khan MN, Tahmeedullah . Comparison of caudal bupivacaine and
bupivacaine-tramadol for postoperative analgesia in children undergoing
hypospadias surgery. J Coll Physicians Surg Pak. 2009 Nov;19(11):678-81.
Djordjevic ML, Kojovic V, Bizic M. “Hanging” of the buccal mucosal
graft for urethral stricture repair after failed hypospadias. J Urol. 2011
Jun;185(6 Suppl):2479-82.
Leslie B, Lorenzo AJ, Figueroa V. Critical outcome analysis of staged
buccal mucosa graft urethroplasty for prior failed hypospadias repair in
children. J Urol. 2011 Mar;185(3):1077-82.
Routh JC, Wolpert JJ, Reinberg Y. Tunneled tunica vaginalis flap is an
effective technique for recurrent urethrocutaneous fistulas following
tubularized incised plate urethroplasty. J Urol. 2006 Oct;176(4 Pt 1):157880; discussion 1581.
Kajbafzadeh AM, Abolghasemi H, Eshghi P. Single-donor fibrin sealant for
repair of urethrocutaneous fistulae following multiple hypospadias and
epispadias repairs. J Pediatr Urol. 2011 Aug;7(4):422-7.
Aslan AR, Yücebaş E, Tekin A. Short-term catheterization after TIP repair
in distal hypospadias: who are the best candidates? Pediatr Surg Int.
2007 Mar;23(3):265-9.
Snodgrass W. Does tubularized incised plate hypospadias repair create
neourethral strictures? J Urol. 1999 Sep;162(3 Pt 2):1159-61.
13.3 Kriptoşidizm
13.3.1 Tanım
529
XIII. Pediatrik Üroloji
Yenidoğan erkek bebeklerin genital organlarıyla ilişkili
en yaygın konjenital anomali olan bu durum,1 yaşındaki normal gününde doğmuş erkek bebeklerin yaklaşık
%1’ini etkiler. Testislerin konumunun ve var olup olmadığının bilinmesi klinik yaklaşımı doğrudan etkilediği
için, en uygun sınıflandırma, palpe edilebilen ve palpe
edilemeyen testis şeklindedir.
Retraktil (inip çıkabilen) testisler, yukarı geri kaçabilceği için yalnızca izlem gerektirir. Retraktil testisler,
inişini tamamlamış ancak güçlü kremasterik refleksten
dolayı kasığa tekrar kaçabilen testislerdir.
İki taraflı palpe edilemeyen testisler söz konusu olduğunda ve hipospadias gibi cinsel farklılaşma problemlerini düşündüren bulguların varlığında, acilen endokrinolojik ve genetik değerlendirme yapılması zorunludur
13.3.2 Tanı ve değerlendirme
Palpe edilebilen ve palpe edilemeyen testisler arasında
ayrım yapmanın tek yolu, fizik muayenedir. Ultrason,
bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ya da anjiyografi uygulanmasının sağlayabileceği ek bir fayda yoktur.
Fizik muayene skrotumun inspeksiyonuyla birlikte çocuğun supin ve bacaklar çaprazlanmış halde muayenesini içermektedir. Muayeneyi yapan hekim, skrotuma
dokunmadan ya da uzanmadan önce, daha serbest durumda olan elini kas›k bölgesinde simfizin hemen üstünde tutarak kremasterik refleksi engellemelidir. Testisin skrotuma inmesini sağlamak amacıyla, kasık bölgesi
skrotum yönünde “sağılabilir”. Bu manevra, inmemiş
testis izlenimi verebilen genişlemiş lenf düğümleri ile
kasıkta duran (inguinal) testis arasında ayrım yapılmasına da olanak sağlar. Retraktil bir testis, genellikle skrotuma indirilebilir ve bir kremasterik refleks nedeniyle
tekrar kasığa geri çekilinceye kadar testis orada kalır.
Tek tarafta testisin palpe edilememesi ve karşı taraftaki
testisin büyümüş olması, testis yokluğunu ya da atrofisini düşündürebilir, ancak, bu bulgu spesifik değildir
ve cerrahi eksplorasyon gerekliliğini ortadan kaldırmaz.
Kasıkta testisin palpe edilememesi durumunda, ektopik
testis olasılığını dışlamak için, femoral, penil ve perineal bölgeye dikkatlice bakılmalıdır. İntra-abdominal,
inguinal testisin ve testis yokluğunun (palpe edilemeyen testis) doğrulanması ya da dışlanması için, tanısal
laparoskopi dışında hiçbir güvenilir muayene yoktur.
Laparoskopik değerlendirmeden önce, genel anestezi
altında muayene yapılması önerilir, çünkü başlangıçta
palpe edilemeyen testislerden bazıları anestezi koşulları
altında palpe edilebilmektedir.
13.3.3 Tedavi
530
Eğer çocuk 1 yaşına girdiği halde bir testis inmemişse,
kendiliğinden inmesini beklemenin hiçbir yararı yoktur.
Histolojik hasarı önlemek için, 12-18 aydan önce tedavi
uygulanmalı ve tamamlanmalıdır.
13.3.3.1 Medikal tedavi
İnsan koriyonik gonadotropin (hCG) ya da gonadotropin releasing hormon (GnRH) kullanılarak yapılan medikal tedavi, testislerin inmesinin hormona bağımlılığını
temel alır ve en yüksek başarı oranı %20’dir. Testislerin
inmesi için yapılan hormon tedavisi, inmemiş testis ne
kadar yüksekte bulunuyorsa o kadar düşük başarı oranına sahiptir. hCG, toplam dozu 6000 ila 9000 ünite
arasında olacak şekilde kiloya ve yaşa göre ayarlanır ve
2 ila 3 haftalık sürede dört doza bölünerek verilir. Beraberinde GnRH, 1.2 mg/gün dozda, 4 hafta süreyle günde
3 doz nazal sprey olarak uygulanır.
Bununla birlikte, medikal tedavi, cerrahi orşidolizis ve
orşidopeksi öncesinde (dozaj yukarıda anlatıldığı gibi)
ya da sonrasında (düşük aralıklı dozajlar), daha sonraki
hayatta fertilitenin belirleyicisi olan fertilite indeksinin
arttırılmasında, yararlı olabilir. Ancak, uzun dönem takip verileri beklenmektedir.
13.3.3.2 Cerrahi
Palpe edilebilen testis: Palpe edilebilen testis için uygulanan cerrahi, inguinal yaklaşımla orşidopeksiyi ve orşidofunikolizisi kapsar; %92’ye varan başarı oranlarına
sahiptir. Sekonder geri çıkmayı (retraksiyonu) önlemek
için, bütün
kremasterik liflerin çıkarılması ve diseksiyonu önemlidir. Eşlik edebilecek açık prosessus vajinalis gibi problemler, dikkatlice diseke edilmeli ve kapatılmalıdır. Testisin bir subdartos poşa yerleştirilmesi önerilir. Tespit
sütürü konulmamalı, ya da, tunika vajinalis ile dartos
kasları arasına konulmalıdır.
Orşidopeksi için cerrahi uygulanan bir testisin lenf
drenajı, değiştirilerek, iliak drenajdan iliak ve inguinal
drenaja çevrilmektedir (daha sonra malignite gelişmesi
durumunda önemlidir).
Palpe edilemeyen testis: Laparoskopi ihtimali de göz
önünde bulundurularak inguinal cerrahi eksplorasyon
yapılmalıdır. İnguinal kesi ile testisin bulunma olasılığı yüksektir. Nadiren, kasıkta damar veya vaz deferens
bulunamadığı durumlarda, karın içinin araştırılması
gerekli olabilir. Bir testisi karın içinde araştırmanın en
iyi yolu laparoskopidir. Ek olarak, laparoskopik yaklaşımla, testis çıkarılabilir veya orşidolizis ve orşiopeksi
yapılabilir. Tanısal laparoskopiye başlamadan önce,
daha önceden palpe edilemeyen testis anestezi altında
palpabl hale gelebileceği için, çocuklar genel anestezi
altında tekrar muayene edilmelidir.
Diğer testisi normal olan 10 yaşındaki ya da daha büyük
bir erkek çocukta intra-abdominal testis varsa, bu çıkarılmalıdır. Bilateral (iki taraflı) intra-abdominal testisler
ya da 10 yaşından küçük erkek çocuklarda, tek aşamalı
ya da iki aşamalı Fowler-Stephens prosedürü uygulanabilir. İki aşamalı prosedür uygulanması halinde, kollateral damarların gelişmesine olanak sağlamak için,
spermatik damarlar ya laparoskopik olarak kesilir ya da
testis proksimalinde koagüle edilir. Testisin doğrudan
doğruya simfizin üzerinden ve mesanenin yanındannda
skrotuma getirildiği ikinci aşama da 6 ay sonra laparoskopik olarak uygulanabilir. Tek aşamalı
prosedürde testisin sağkalım oranı %50 ile %60 arasında değişirken, iki aşamalı prosedürde başarı oranları
%90’lara ulaşmaktadır Mikrovasküler ototransplantasyon da uygulanabilir ve %90 testis sağkalım oranına
ulaşılabilir. Bununla birlikte, bu prosedür, tekniklerin
çok yetenekli ve deneyimli cerrahlarca uygulanmasını
gerektirir.
13.3.4 Prognoz
İnmemiş testisi olan erkek çocuklar daha düşük bir fertilite oranına sahiptirler, ancak baba olma (paternite)
oranları, testislerinin ikisi de inmiş olan erkek çocuklarla aynıdır. Bilateral inmemiş testisi olan erkek çocuklar
daha düşük bir fertilite ve paternite oranına sahiptirler.
Testisleri inmemiş olan erkek çocuklarda testiküler malignite gelişme olasılığı 20 kat daha yüksektir ve herhangi bir tedavi bu riski etkilemez. Bu nedenle, bu erkek
çocuklarda hem puberte sırasında hem de sonrasında
tarama yapılması tavsiye edilmektedir. Güncel olarak,
İsveç çalışmasında, inmemiş testis için tedavi edilmiş
olan yaklaşık 17000 erkek, yaklaşık 210000 kişi/yıl boyunca takip edilmiş ve inmemiş testisin puberteden önce
tedavi edilmesinin testis kanseri gelişim riskini azalttığı
gösterilmiştir. 13 yaşından önce orşiopeksi yapılan çocuklarda testis kanseri için İsveç genel popülasyonuyla
kıyaslandığında relatif risk 2.23 iken,13 yaşında ve daha
sonra tedavi edilenlerde 5.40 olarak bulunmuştur. Bir
Amerikan grubu tarafından yapılan literatür gözden geçirmesi ve meta analizinde de puberte öncesi orşiopeksinin testis kanseri gelişim riskini azalttığı ve inmemiş
testisli çocuklarda erken cerrahi tedavinin gerekliliği
gösterilmiştir.
Retraktil testislere sahip olan erkek çocukların tıbbi ya
da cerrahi tedaviye ihtiyacı yoktur, ama adölesan çağına
kadar yakından takip edilmeleri gerekir.
Okunması önerilen kaynaklar
Berkowitz GS, Lapinski RH, Dolgin SE, et al. Prevalence and natural history
of cryptorchidism.Pediatrics 1993 Jul;92(1):44-9.
Caesar RE, Kaplan GW. The incidence of the cremasteric reflex in normal
boys. J Urol 1994 Aug;152(2Pt 2):779-80.
Rajfer J, Walsh PC. The incidence of intersexuality in patients with hypospadias and cryptorchidism.J Urol 1976 Dec;116(6):769-70.
Rabinowitz R, Hulbert WC Jr. Late presentation of cryptorchidism: the
etiology of testicular re-ascent.J Urol 1997 May;157(5):1892-4.
Cisek LJ, Peters CA, Atala A, et al. Current findings in diagnostic laparoscopic evaluation of the nonpalpable testis. J Urol 1998 Sep;160(3 Pt
2):1145-9.
Huff DS, Hadziselimovic F, Snyder HM 3rd, et al. Histologic maldevelopment of unilaterally cryptorchid testes and their descended partners. Eur
J Pediatr 1993;152(Suppl):S11-S14.
Rajfer J, Handelsman DJ, Swerdloff RS, et al. Hormonal therapy of
cryptorchidism. A randomized, double-blind study comparing human
chorionic gonadotropin and gonadotropin-releasing hormone. N Engl J
Med 1986 Feb;314(8):466-70.
Pyorala S, Huttunen NP, Uhari M. A review and meta-analysis of hormonal treatment of
cryptorchidism. J Clin Endocrinol Metab 1995 Sep;80(9):2795-9.
Docimo SG. The results of surgical therapy for cryptorchidism: a literature
review and analysis. J Urol 1995 Sep;154(3):1148-52.
Jordan GH, Winslow BH. Laparoscopic single stage and staged orchiopexy.
J Urol 1994 Oct;152(4):1249-52.
Bloom DA. Two-step orchiopexy with pelviscopic clip ligation of the
spermatic vessels. J Urol 1991 May;145(5):1030-3.
Radmayr C, Oswald J, Schwentner C, et al. Long-term outcome of
laparoscopically managed nonpalpable testes. J Urol 2003 Dec;170(6 Pt
1):2409-11.
Wacksman J, Billmire DA, Lewis AG, et al. Laparoscopically assisted
testicular autotransplantation for management of the intraabdominal
undescended testis. J Urol 1996 Aug;156(2 Pt 2):772-4.
Schwentner C, Oswald J, Kreczy A, et al. Neoadjuvant gonadotropin
releasing hormone therapy before surgery may improve the fertility
index in undescended testes–a prospective randomized trial. J Urol 2005
Mar;173(3): 974-7.
Pettersson A, Richiardi L, Nordenskjold A, et al. Age at surgery for
undescended testis and risk of testicular cancer. N Engl J Med 2007
May;356(18):1835-41.
Walsh T, DallEra M, Croughan M, et al. Prepubertal orchiopexy for
cryptorchidism may be associated with a lower risk of testicular cancer. J
Urol 2007 Oct;178(4 Pt 1):1440-6.
13.4 Nonpalpable testis
13.4.1 Tanım
İnmemiş testisin, insidansı %1- % 5 olup erkeklerde en
sık görülen doğmalık genital anomalilerdendir. İnmemiş testis muayene bulgularına göre 2’ye ayrılır. Palpe
edilebilen testisler ve palpe edilemeyen testisler. Non
palpable testisler inmemiş testislerin %20 ’ini oluşturur.
Non palpable testis demek için ektopik testis tanısının
ekarte edilmesi gereklidir. Ektopik testis eksternal ringin altında normal yolun dışına yerleşmesidir. En sık
ektopik testis lokalizasyonu Denis-Browne poşu olup,
femoral, perineal, prepenil bölgelerin değerlendirilmesi
de gereklidir.
531
XIII. Pediatrik Üroloji
Resim 13.14. İnguinal kanalın altında izlenen testisin
laparaskopik görünümü.
13.4.2 Tanı ve değerlendirme
Non palpeble testislerin tanısında fizik muayene yeterlidir. Ultrason, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans
görüntüleme ya da anjiyografi ek fayda sağlamaz. Ancak önceden inguinal cerrahi hikayesi olan, fizik muayeneye koopere olmayan huzursuz ya da obese, çocuklarda palpasyondan şüphe edildiği olgularda ultrasonografi
kullanılabilir. Ayrıca bilateral palpe edilemeyen testisle
birlikte hipospadias görülmesi halinde seksüel farklılaşma bozukluklarının araştırılmasında ultrasonografi
iç genital organların Mülleryen yapıların değerlendirilmesinde genetik ve endokrin değerlendirme ile birlikte
kullanılabilir.
Palpe edilemeyen testisin ayırıcı tanısında tek yöntem
diagnostik laparoskopidir. Laparoskopik yaklaşım tanı
ve tedavide eş zamanlı kullanılabilir.
13.4.3 Tedavi
Non papable testis için yapılan laparoskopik girişimle
testis %25-50 oranlarında abdominal yada transinguinal
yerleşimli -peeping testis- izlenebilir(Resim 13.14). Genellikle intrauterin torsiyona bağlı olarak gelişen ve kör
sonlanan testiküler damarların izlenmesi ile tanı alan Atrofik veya vanishing (kaybolan testis) testis laparaskopi
yapılan olguların %15-40’ında karşılaşılan durumdur
(Resim 13.15). Olguların %10-30’unda inguinal kanala
giren testiküler damarlar ve vas deferens izlenir. Bu olgularda inguinal eksplorasyon gerekilidir. Laparaskopi
sırasında vas deferens ya da testisküler arter görülemez
ise paravezikal alandan renal hilum düzeyine kadar diseksiyon uzatılmalıdır. Nadiren intraabdominal ektopik
yerleşimli olabilir.
Laparaskopi ile testis bulunması halinde testisin durumuna göre tek seans orşiopeksi yada tek / çift seans
Fowler-Stephens yada ototransplantasyon yöntemleri
532
Resim 13.15. siyah ok kör sonlanan vas deferensi, sarı
ok hipoplazik kör sonlanan testiküler damarları göstermektedir.
ile skrotuma indirilebilir. Testisin hipoplastik ya da atrofik olması durumunda orşiektomi yapılabilir.
Okunması Önerilen Kaynaklar :
Tekgül S, Riedmiller H, Gerharz E et al. Guıdelınes On Paediatric Urology.
EAU Guıdelıne, Feb 11. 2012.
Barthhold JS. Abnormalities of testis and skrotum. Campbell- Walsh
Urology (10th edition( Wein JA eds). Chapter 132;3557-93. 2012
Gregory E. Tasiana, Hillary L. Coppb, Laurence S. Baskin, Diagnostic
imaging in cryptorchidism: utility, indications, and effectiveness. Journal
of Pediatric Surgery 46, 2406–2413(2011)
Smaldone MC, Sweeney DD, Ost MC, Docimo SG. Laparoscopy in paediatric urology: present status. B J U Int. Jul;100(1):143-50. 2007
Gatti JM, Ostlie DJ.The use of laparoscopy in the management of nonpalpable undescended testes. Curr Opin Pediatr.19(3):349-53. 2007
Kolon TF, Patel RP, Huff DS. Cryptorchidism: diagnosis, treatment, and
long-term prognosis Urol Clin North Am.31(3):469-80. 2004
Tackett LD, Wacksman J, Billmire D, Sheldon CA, Minevich E.The high
intra-abdominal testis: technique and long-term success of laparoscopic
testicular autotransplantation. J Endourol. 16(6):359-6. 2002
13.5 Hidrosel ve inguinal
herni
13.5.1 Tanım ve anatomi
İnguinal kanal boyunca skrotuma inişleri sırasında testislere prosesus vajinalis (PV) adı verilen kese şeklinde bir periton uzantısı eşlik eder. Testis indikten sonra
sağlıklı bebeklerde PV oblitere olur ve lümeni olmayan
fibröz bir korda dönüşür. PV’in distal ucu testisi örten
bir membran olarak kalır (tunika vajinalis). PV kapanmamışsa buna patent prosesus vajinalis (PPV) denir.
13.5.2 Etyoloji
Hidrosel ve fıtık benzer etyolojiye sahiptir ve birlikte
bulunabilirler. PPV küçük çaplı ve sadece sıvı geçişine izin verecek kadar açık ise kominikan (abdominal
kaviteyle ilişkili) hidrosel oluşur. PPV açıklığı çok
küçük olduğunda nadiren hidrosel kesesine dolan sıvı
batın içerisine dönemez ve abdominoskrotal hidrosel
denen dev boyutta hidrosel oluşabilir. Kızlarda inguinal
kanal boyunca oluşan hidrosele Nuck kanalı hidroseli
adı verilir. PV testis üst kısmında kapanmış ancak PPV
yoluyla batından doluyor ise kordu çevreleyen kord
hidroseli oluşur. PPV daha geniş çaplı ve over, barsak,
omentum veya intraabdominal diğer yapıların inguinal
kanal veya skrotuma inişine izin veriyorsa herni oluşur.
PPV yenidoğanların %80-94’ünde ve yetişkinlerin %20
’sinde mevcuttur. PV’in patent kalması hakkında birçok
teori vardır. PPV dokusunda normal peritonda izlenmeyen düz kas hücreleri tanımlanmış ve düz kas miktarının
açıklığın derecesiyle ilişkili olarak herni keselerinde,
hidrosel keselerinden daha fazla miktarda olduğu gösterilmiştir.
Non kominikan hidrosel ise erişkindekine benzer olarak
minör travma, epididimit, varikosel ameliyatına sekonder, testis torsiyonu, testiküler kitleler ve nadiren kominikan hidrosel cerrahisine sekonder (%1-5) oluşur.
13.5.3 Tanı
Öykü ve fizik muayene ile tanı konabilir. Anne veya refere eden hekimin çocuğun kasık ve skrotumunda şişlik
ifade etmesi dikkate alınmalıdır. Anne-babalar sıklıkla
intermitan şişlik tanımlarlar. Şişlik geceleri yatar pozisyonda azalır ve gün içerisinde aktiviteyle artar. Ağrı
seyrek ifade edilir ve hafif ağrı hızlı dolan kese duvarındaki gerginliğe bağlıdır. Ciddi ağrı varlığında strangüle
herni, nadiren ise enfekte hidrosel akla gelmelidir. Kolik
abdominal ağrı, kusma ve gaz-gayta çıkarmama inkarsere veya strangüle hernide olabilecek barsak tıkanıklığını düşündürmelidir.
Çocuk ayakta ve yatarak muayene edilmelidir. Muayenede kord yapılarında kalınlaşma ve PPV’in ipek eldiven parmağı şeklinde palpe edilmesi ve şişlik öyküsü
tanı koydurur. Kominikan hidrosel veya herniyi muayene sırasında ortaya koymak için karına bası yapmak,
öksürtme ve balon şişirtme gibi yöntemler denenebilir.
Bebeğin elleri başının üzerinde sabitlenirse ıkınması
sağlanabilir. Hidrosel sıvısı el feneri ile transilüminasyon verir ancak barsak ta translüsen olabilir. Skrotumda
barsak sesleri oskülte etmek herni tanısı koydurabilir.
Ultrason PPV tanısında rutin değildir. Testis veya over
torsiyonu, spermatik kord veya testiste kitle şüphesi,
travma öyküsü durumlarında ultrason yapılmalıdır.
Tek taraflı kasık fıtığında karşı tarafta PPV veya herni
olasılığı tartışmalı bir konudur. İki aydan küçük bebekte
kontrlateral PPV oranı %63’e varan yüksekliktedir ve
oran yaşla azalır. Karşı tarafta %20’ye varan oranda
herni gelişebilir. Preoperatif yapılan ultrasonun faydası
olabilir. Ameliyat sırasında batına gaz insüflasyonu ve
karşı tarafta krepitasyon aranması (Goldstein testi) veya
hasta tarafta PPV’den girilerek laparoskopik tanı mümkündür.
13.5.4 Tedavi
Kominikan hidroselde spontan iyileşme eğilimi nedeniyle 12-24 aya kadar cerrahi tedavi endike değildir.
Kominikan hidroselin testise zarar verdiğine dair kanıt
yoktur. Bebek büyüdükçe PPV’in oblitere olması halinde testisi çevreleyen hidrosel non kominikan özellik
kazanır ve sıvı çoğu zaman 12 aya kadar kendiliğinden
rezorbe olur. Eşlik eden inguinal herni veya altta yatan
testiküler patoloji şüphesi durumunda erken cerrahi
gereklidir. Pediatrik yaş grubunda cerrahide inguinal
kesiden girilerek PPV bağlanır ve distal güdük açık
bırakılırken, kord hidroselinde kistik kitle eksize edilir
veya tavanı açılır. Çocuklarda hidroselin aspirasyonu
veya sklerozan ajan enjeksiyonu kontrendikedir. Hidrosel veya herni kesesi batın içerisiyle ilişkili olduğundan
bakteriyel veya kimyasal peritonite neden olunabilir.
Antiinflamatuar ve antibiyotiklerle tedavi, orşiepididimit, minör travma, apendiks testis-epididimis torsiyonu
gibi bir nedene bağlı gelişen reaktif hidrosellerde faydalı olabilir. Sekonder non kominikan hidroselde ise erişkindekine benzer skrotal yaklaşım (Lord veya Jaboulay
teknikleri) kullanılmaktadır.
Herni ve hidrosel benzer olsa da doğal seyirleri faklıdır.
Aşikar hernilerde spontan kapanma oluşmaz ve inkarserasyon riski belirgindir. Özellikle prematürite öyküsü olan bebeklerde inkarserasyon riski daha yüksektir.
Prematürlerin yaşamın ilk 6 ayı içerisinde inkarserasyon
riski %60 civarındadır ve hernilerinin en erken zamanda
onarımı gereklidir.
Bir organın fıtık kesesi içerisinde hapsolması ve redükte
olamaması (inkarserasyon) ve artan ödem ve bozulan
perfüzyona bağlı enfarktı (strangülasyon) perforasyon,
peritonit, sepsis ve mortalite riski taşır. Kızlarda over ve
fallop tüp inkarserasyonu daha sıktır, sepsis gelişmez ancak over infarktı mümkündür. Omentum inkarserasyonu
kronik abdominal ağrı nedenidir. İnkarserasyon acil bir
durumdur ve sedasyon altında fıtığın redüksiyonu denenmelidir. Her iki el kullanılarak fıtık batın içerisine
redükte edilmeye çalışılmalıdır. Kalçaları kaldırmak ve
fıtık üzerine buz uygulayarak ödemi azaltmaya çalışmak
yardımcı olabilir. Fıtığın distal kısmına bir elle yavaş ve
sürekli basınç uygularken diğer el fıtık boynunu kanala
yönlendirmelidir. İnkarsere fıtıklarda 2 saat içerisinde
perfore olmuş vakalar görülmüştür. Nadiren perfore barsaklar da redükte edilebileceğinden, redüksiyon sonrası
çocuk peritonit yönünden yakın izlenmelidir.
533
XIII. Pediatrik Üroloji
Redükte edilemeyen fıtıklarda strangülasyon bulguları var ise acil cerrahi gereklidir. Term bebeklerde cerrahi olabildiğince erken ve günübirlik işlem şeklinde
yapılabilir. Yenidoğan yoğum bakım ünitesinde yatan
1800-2000 gr arası bebeklerin taburcu edilmeden opere
edilmesi önerilir. Prematürite öyküsü olan ve postkonsepsüyel yaşı 60 haftanın altındaki bebeklerin apne ve
anestezi komplikasyonu nedeniyle cerrahi sonrası 24
saat monitorizasyonu önerilmektedir.
Hidrosel ve herni cerrahisi operatif komplikasyon oranı
%1.7-8 arasındadır. Herni spesmenlerinde %6 oranında
vaz benzeri yapılar bildirilmektedir, bu yapılar çoğu zaman eksize edilmiş vaz değil, Müllerian kanal artıklarıdır. İnkarsere fıtık cerrahisini takiben testis atrofisi oranı %19 kadar yüksek olabilir, inkarsere barsağın baskısı
ile testis dolaşımı cerrahi öncesi bozulmuş veya cerrahi
sırasında damar hasarı oluşmuş olabilir. Hematom, yara
enfeksiyonu, hiperestezi, nüks hidrosel ve sekonder
kriptorşidizm görülebilir.
13.6 Pediatrik testiküler
kitleler
Tüm pediatrik tümörlerin %1-2’sini oluşturur ve yıllık
insidans 0,5-2/100 000 çocuktur. Bimodal yaş dağılımına sahiptir, 2-4 yaş arasında ve genç erişkin dönemde
zirve yapar. Pediatrik prepubertal testis tümörleri erişkin
kanserlerinden tamamen farklıdır. Çocukta germ hücreli
tümörlerin oranı %60-77 iken erişkin testis tümörlerinin
%95’ini oluşturur. Seminom ve embryonel karsinom
gibi malign potansiyeli olan tümörler prepubertal hastalarda görülmez. Çocuklarda daima benign olan teratomlar, erişkinlerde sıklıkla maligndir.
En sık germ hücreli pediatrik tümörler teratomlar ve
yolk sac tümörleridir. Teratomların prebubertal testis tümörlerinin %50 kadarını oluşturduğunu bildiren
seriler vardır. Tümör veri kayıt sistemlerinde ise yolk
sac tümörlerinin teratomdan daha sık olduğu bildirilir.
Prepubertal çağda teratomların benign olması nedeniyle her vakanın bildirilmediği görüşü bu durumu açıklar.
Gonadal stromal tümörler (Sertoli hücreli veya Leydig
hücreli tümörler, juvenil granüloza hücreli tümör) çok
daha seyrektir.
Yolk sac tümörü: Çocuklarda yolk sac tümörlerinin
%90’ı tanı anında klinik evre 1 dir (erişkinde:%35). Vakaların %90’ında yüksek bulunan alfa fetoprotein (AFP)
güvenilir bir tümör belirteçidir. Orşiektomi ve kemoterapi sonrası vakalar AFP ile izlenebilir. Yenidoğanlarda
AFP fizyolojik olarak çok yüksektir (50 000 ng/ml) ve
8. aydan önce normal yetişkin düzeyine inmez. Klinik
evre 2 ve üzeri çocuklarda platin bazlı kemoterapiler ile
sağkalım %90 üzerindedir, postpubertal tanı alanlarda
534
sağkalım daha düşüktür (%84). Kemoterapi sonrası retroperitoneal lenf nod diseksiyonu gerekebilir.
Teratom: Prepubertal teratomlar, testiküler germ hücreli
tümörlerin %30 dan azını oluşturur ve daima benigndir.
Histoloji çoğu zaman saf teratom şeklindedir, diploid
DNA yapısına sahiptir ve 3 embryolojik tabakayı da içerir. Tümör içeriğinde deri, saç,kıl kemik ve diş yapıları
izlenebilir. Teratom ve diğer benign pediatrik testis tümörleri için testis koruyucu cerrahi akılcı bir yöntemdir.
AFP normal (yolk sac elemanı yok) ve ultrasonda kistik
bir kitle izleniyorsa testis koruma denenmelidir. Prepubertal teratomda takip gereksizdir ancak puberte sonrası
tanı alanlar erişkinliğe değin izlenmelidir.
Epidermoid kistler: Epitelyal orijinli benign tümörlerdir
ve vakaların %10-15’ini oluşturur. Kist içerisinde keratinöz debris birikir. Ultrasonda tipik soğan zarı görüntüsü verir.
Seminoma ve miks germ hücreli tümörler: Prepubertal
çocuklarda çok nadir görülür ve erişkindekine benzer
tedavi edilirler.
Leydig hücreli tümör: Çocuklardaki en sık gonadal
stromal tümördür ve benigndir. Beş-on yaş arası erkek
çocuklarda görülür ve Leydig hücresi ürünü olan testesteron sentezi sonucunda erken puberte, jinekomasti ve
17-ketostreoidlerin yüksekliği görülebilir. Tümör bazen
palpe edilemez ve ultrasonla da görüntülenemez ise MR
kullanılabilir.
Sertoli hücreli tümör: Prebupertal çocuklardaki ikinci en
sık gonadal stromal tümördür. Altı aydan küçük çocuklarda ağrısız kitle şeklinde ortaya çıkar. Leydig hücreli
tümör benzeri endokrinolojik etkileri yoktur ancak %14
oranında jinekomasti eşlik edebilir. Beş yaş altında bildirilen tüm vakalar benigndir ve orşiektomi sonrası metastaz araştırmak gereksizdir. Büyük çocuklarda akciğer
grafisi ve batın tomografisi istenir.
Juvenil granüloza hücreli tümör: Yenidoğan testis tümörlerinin %3’ünü oluşturur. Çoğu 6 ay civarında
ortaya çıkar. Y kromozomu anomalileri, mozaikizm ve
ambigus genitaleye eşlik edebilir. Hormon yönünden
inaktiftir ve nadiren akciğer metastazı yapabilir.
Gonadoblastom: İnterseks hastalıklarıyla birlikte ortaya
çıkar. Vakaların %80 i fenotipi dişi ve intraabdominal
testis veya streak gonada sahip çocuklardır.Karyotipinde Y kromozomu varlığı riski belirler. Pubertede sık görüldüğünden önlemek için erken gonadektomi önerilir.
Beta hCG düzeyleri yüksek bulunabilir.
Testisin kistik displazisi: Aynı tarafta renal agenezi veya
displazisinin eşlik ettiği benign bir durumdur.
Lösemi ve lenfoma: Testisi en sık tutan sekonder tümörlerdir. Bilateral olabilir, kan testis bariyeri intratestiküler
hücreleri koruduğundan, çocuklarda kemoterapi sonrası
testislerde rezidü hastalık kalabilir.
Okunması Önerilen Kaynaklar:
Tanyel FC. Obliteration of processus vaginalis: aberrations in the regulatory mechanism result in an inguinal hernia, hydrocele or undescended
testis. Turk J Pediatr. 2004;46 Suppl:18-27.
Schneck FX, Bellinger MF. Abnormalities of the testes and scrotum and
their surgical management. Campbell’s Urology, 9. Basım, 127. Bölüm,
Editörler: Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Saunders,
Filedelfiya, 2007.
Ritchey ML, Shamberger RC. Pediatric urologic oncology. Campbell’s
Urology, 9. Basım, 130. Bölüm, Editörler: Kavoussi LR, Novick AC, Partin
AW, Peters CA. Saunders, Filedelfiya, 2007.
Cooper CS, Gallagher BL. Prepubertal testicular and paratesticular
tumors: Treatment and management. 2012, http://emedicine.medscape.
com/article/1015422-overview
Ortenberg J, Collins S, Roth CC. Pediatric hydrocele and hernia surgery.
2012, http://emedicine.medscape.com/article/1015147-overview
13.7 Testis torsiyonu
Çocuk ve adölesanlarda testis torsiyonu yenidoğan ve
pubertal dönemlerde sık gözlenir ve klinik olarak genellikle akut skrotum tablosu (akut skrotal ağrı ve şişlik),
bazen ingüinal veya alt abdominal ağrı ile başvurur.
Akut skrotuma neden olan diğer nedenlerden (Akut epididimit/epididimo-orşit (%37-65), mumps orşiti, idiopatik skrotal ödem, inkarsere ingüinal herni, appendisitis,
varikosel, skrotal travma ve Henoch-Schünlein purpurası) ayırt edilmelidir.
13.7.1 Tanı
Sadece hikaye ve fizik muayene ile akut skrotum nedenini belirlemek zordur. Hikayede semptomların süresi
testis torsiyonunda sıklıkla 12 saatten kısadır. Çocuk
ayakta iken yapılan fizik muayenede, inspeksiyonda
anormal (transvers) konumda yüksek pozisyonda yatan
testis ve kremasterik refleksin yokluğu (uyluğun üst iç
yüz cildinin çizilmesi yoluyla uyarılabilir) torsiyon ile
uyumludur. Palpasyonda hassasiyet torsiyonda testiste,
epididimitte epididimde ve appendiks testis torsiyonunda testis süperior polünde daha belirgindir. Yukarı kaldırmakla testisteki ağrının artması (Prehn belirtisi) torsiyonu destekler. Appendiks testis torsiyoununda testisin
üst polüne yakın küçük mavi renk değişikliği (Blue dot
sign) izlenebilir. Doppler ultrasonografi (US) %64-100
sensitivite ve %97-100 spesifisite ile akut skrotum ayırıcı tanısında çok faydalıdır. Testis sintigrafisi, dinamik
sabtrakte kontrastlı MRI, yüksek rezolüsyonlu US karşılaştırılabilir düzeyde sensitivite ve spesifisite ile tanıyı
sağlayabilir.
13.7.2 Tedavi
Manuel detrosiyon hastanın ağrısında artma veya direnç
olmadığı sürece uygulanabilir ve bazen detorsiyonu sağlayabilir. Testis torsiyonunda asıl tedavi erken cerrahi
detorsiyondur. Başarılı detorsiyon sonrası Dartos fasyasına bilateral testiküler fiksasyon gereklidir. Cerrahi
detorsiyon sonrası torsiyon 360o üzerinde ve semptom
süresi 24 saatten uzun olan tüm olgularda testiste atrofi
veya yokluğu izlenirken, inkomplet torsiyon (180-360o)
ve semptom süresi 12 saatten kısa olanlarda testiküler
atrofi nadirdir.
Okunması önerilen kaynaklar
Kadish HA, Bolte RG. A retrospective review of pediatric patients with
epididymitis, testicular torsion, and torsion of testicular appendages.
Pediatrics 1998 Jul;102(1 Pt 1):73-6.
McAndrew HF, Pemberton R, Kikiros CS, et al. The incidence and
investigation of acute scrotal problems in children. Pediatr Surg Int 2002
Sep;18(5-6): 435-7.
Makela E, Lahdes-Vasama T, Rajakorpi H, et al. A 19-year review of paediatric patients with acute scrotum. Scan J Surg 2007;96(1):62-6.
Varga J, Zivkovic D, Grebeldinger S, et al. Acute scrotal pain in childrenten years’ experience. Urol Int 2007;78(1):73-7.
Baker LA, Sigman D, Mathews RI, et al. An analysis of clinical outcomes
using color doppler testicular ultrasound for testicular torsion. Pediatrics
2000 Mar;105(3 Pt 1):604-7.
Kalfa N, Veyrac C, Lopez M, et al. Multicenter assessment of ultrasound
of the spermatic cord in children with acute scrotum. J Urol 2007
Jan;177(1):297-301.
Yuan Z, Luo Q, Chen L, et al. Clinical study of scrotum scintigraphy in 49
patients with acute scrotal pain: a comparison with ultrasonography. Ann
Nucl Med 2001 Jun;15(3):225-9.
Terai A, Yoshimura K, Ichioka K, et al. Dynamic contrast-enhanced subtraction magnetic resonance imaging in diagnostics of testicular torsion.
Urology 2006 Jun;67(6):1278-82.
Cornel EB, Karthaus HF. Manual derotation of the twisted spermatic cord.
BJU Int 1999 Apr;83(6): 672-4.
Murphy FL, Fletcher L, Pease P. Early scrotal exploration in all cases is the
investigation and intervention of choice in the acute paediatric scrotum.
Pediatr Surg Int 2006 may;22(5):413-6.
Visser AJ, Heyns CF. Testicular function after torsion of the spermatic
cord. BJU Int 2003 Aug;92(3):200-3.
Tryfonas G, Violaki A, Tsikopoulos G, et al. Late postoperative results in
males treated for testicular torsion during childhood. J Pediatr Surg 1994
Apr;29(4):553-6.
13.8 Adolesan varikoseli
13.8.1 Tanım ve insidans
Varikosel, testiküler venler ve distalde oluşturdukları
pampiniform pleksusun anormal dilatasyonudur. Prepubertal dönemde nadir izlenen bu durum 13 yaş itibariyle
adolesan popülasyonun % 15’nde ortaya çıkmakta ve
erişkin dönemde benzer sıklıkta devam etmektedir. Olguların %78-93’ü sol tarafta, yaklaşık %10’u bilateral
535
XIII. Pediatrik Üroloji
ve nadiren izole sağ tarafta izlenir.
13.8.2 Tanı
Hastaların çoğunlukla asemptomatiktir. Varikosel tanısı
ve derecelendirmesi fizik muayene iledir. Varikosel 3
derece(grade)’de sınıflandırılır: Derece 1: Sadece valsalva ile palpe edilebilen varikosel; Derece 2: Valsalvasız palpe edilebilen varikosel; Derece 3: İnspeksiyonla
görülebilen varikosel. Testiküler volüm ölçümü cerrahi
tedaviye karar vermede ve takipteki en önemli ölçüttür.
Orkidometreler ile veya ultrasonografi(US) ile daha objektif ölçülebilir. Karşı testisten %15 veya 2 ml. küçük
bir testis hipoplazik olarak kabul edilir ve ipsilateral
büyüme kaybı veya testiküler asimetri olarak da ifade
edilebilir. Doppler US, reflü akım ve ek patolojileri belirlemeyi sağlar ve reflü akım hızı ve derecelendirmesi
(Hirsh sınıflaması) mümkündür. Fizik muayenesi normal olup US’de reflü saptanması subklinik varikosel
olarak adlandırılır.
13.8.3 Tedavi
Erişkin varikoselinde cerrahi tedavi anormal semen parametreleri olan palpe edilebilen olgularda önerilmektedir ve olguların % 20’sinde semen parametrelerinde
bozulma söz konusudur. Oysaki adolesan varikoselinde
ise Tanner evre 5 (16 yaş) öncesi semen analizi yapılamadığından, cerrahi tedavi endikasyonları farklıdır.
Mutlak endikasyon testiküler hipoplazidir, diğer rölatif
ve minör endikasyonlar Şekil-13.16’de izlenmektedir.
Derece 2 ve 3 varikoselli hastaların %40-70’inde testiküler hipotrofi izlenmesi ve 1-2 yıl izlem ile bunların
neredeyse yarısının düzelmesi, fertilite problemi yaşayacak %20’lik kesimin belirlenmesinde hipotrofi dışında reflü akım hızı gibi parametrelerin de kullanımını
gündeme getirmiştir.
Cerrahi tedaviye karar verdikten sonra ise en önemli
konu hangi teknik ile spermatik ven ligasyonunun yapılmasının uygun olacağıdır. Spermatik venin ligasyonu
subingüinal, ingüinal veya retroperitoneal seviyelerden
yapılabilir. Henüz tüm teknikleri karşılaştırabilen randomize kontrollü bir klinik çalişma yoktur. Açık cerrahi
teknikler; yüksek retroperitoneal (Palomo), konvansiyonel ingüinal (Ivanissevich), mikrocerrahi ingüinal veya
subingüinal yaklaşımlardır. Laparoskopik teknikler;
transperitoneal veya preperitoneal laparoskopik veya
robotik yaklaşımlardır. Anjiografik tekniklerin (retrograd femoral ven kateterizasyonu ile embolizasyon veya
skleroterapi) çocuklarda kullanımı ise sınırlıdır.
İngüinal veya subingüinal yaklaşımın en önemli avantajı, eksternal spermatik venler, anterior skrotal ven, superfisyal eksternal pudental ven ve retopubik karşı taraf
kollateral venlerinin de gözlenerek bağlanabilmesine
536
Mutlak
Rölatif
Testiküler hipoplazi
Ek patoloji
Bozuk spermiogram
İki taraflı varikosel
Yüksek grade
Yumuşak testis
Semptom
Anormal GnRH test
Aile-Hasta anksiyetesi
Skrotal görünüm
Minör
Şekil 13.16 Adolesan varikoselinde cerrahi tedavinin
mutlak, rölatif ve minör endikasyonları
olanak sağlamasıdır. Bu nedenle rekürrens oranı palomo
ve laparoskopik tekniklere göre daha düşüktür. İngüinal
veya subingüinal yaklaşım mikroskopik uygulandığında
rekürrens oranı daha azalmaktadır. Mikroskopik teknik
sadece inguinal ve subinguinal yaklaşımlarla değil, Palomo ve laparoskopik yaklaşımla da kombine edildiğinde lenfatik damarların korunmasını sağladığı için,
postoperatif hidrosel komplikasyonu oranı % 1’lerin
altına inmektedir. Özel lenfatik boyaların kullanımı ile
lenfatik damarların korunması da sağlanabilir. Mikrocerrahi yaklaşımın bir diğer avantajı da arterin korunmasını sağlamasıdır. Her ne kadar arterin korunması ile
ilgili klinik çalışmalar tartışmalı ise de, deneysel olarak
testiküler arterin korunmadığı kitle ligasyon tekniğinde
seminifer tübüler hasar ve epididimal anormaliler olmaktadır.
Okunması önerilen kaynaklar
Akbay E, Cayan S, Doruk E, et al. The prevalence of varicocele and
varicocele-related testicular atrophy in Turkish children and adolescents.
BJU Int 2000; 86:490–3.
S. Tekgül, H. Riedmiller, E. Gerharz, P. Hoebeke, R. Kocvara, R. Nijman,
Chr. Radmayr, R. Stein. The updated EAU guidelines on Pediatric Urology.
Jarow JP, Sharlip ID, Belker AM, Lipshultz LI, Sigman M, Thomas AJ, Schlegel PN, Howards SS, Nehra A, Damewood MD, Overstreet JW, Sadovsky R;
Male Infertility Best Practice Policy Committee of the American Urological Association Inc. Best practice policies for male infertility. J Urol. 2002
May;167(5):2138-44.
Spinelli C, Di Giacomo M, Lo Piccolo R, Martin A, Messineo A. The role of
testicular volume in adolescents with varicocele: the better way and time
of surgical treatment. J Urol. 2010 Oct;184(4 Suppl):1722-6.
Diamond DA, Zurakowski D, Atala A, Bauer SB, Borer JG, Cilento BG Jr,
Paltiel H, Peters CA, Retik AB. Is adolescent varicocele a progressive disease process? J Urol. 2004 Oct;172(4 Pt 2):1746-8; discussion 1748.
Van Batavia JP, Woldu SL, Raimondi PM, Spencer BA, Insel BJ, Poon SA,
Glassberg KI. Adolescent varicocele: influence of Tanner stage at presentation on the presence, development, worsening and/or improvement
of testicular hypotrophy without surgical intervention. J Urol. 2010
Oct;184(4 Suppl):1727-32.
Kolon TF, Clement MR, Cartwright L, Bellah R, Carr MC, Canning DA,
Snyder HM 3rd. Transient asynchronous testicular growth in adolescent
males with a varicocele. J Urol. 2008 Sep;180(3):1111-4; discussion
1114-5.
Korets R, Woldu SL, Nees SN, Spencer BA, Glassberg KI. Testicular
symmetry and adolescent varicocele--does it need followup? J Urol. 2011
Oct;186(4 Suppl):1614-8.
Kozakowski KA, Gjertson CK, Decastro GJ, Poon S, Gasalberti A, Glassberg
KI. Peak retrograde flow: a novel predictor of persistent, progressive and new onset asymmetry in adolescent varicocele. J Urol. 2009
Jun;181(6):2717-22.
Poon SA, Gjertson CK, Mercado MA, Raimondi PM, Kozakowski KA,
Glassberg KI. Testicular asymmetry and adolescent varicoceles managed
expectantly. J Urol. 2010 Feb;183(2):731-4.
Minevich E, Wacksman J, Lewis AG, Sheldon CA. Inguinal microsurgical
varicocelectomy in the adolescent: technique and preliminary results. J
Urol.1998 Mar;159(3):1022-4.
Lemack GE, Uzzo RG, Schlegel PN, Goldstein M. Microsurgical repair of
the adolescent varicocele. J Urol. 1998 Jul;160(1):179-81.
Silveri M, Adorisio O, Pane A, Colajacomo M, De Gennaro M. Subinguinal
microsurgical ligation--its effectiveness in pediatric and adolescent
varicocele. Scand J Urol Nephrol. 2003;37(1):53-4.
Schiff J, Kelly C, Goldstein M, Schlegel P, Poppas D. Managing varicoceles
in children: results with microsurgical varicocelectomy. BJU Int. 2005
Feb;95(3):399-402.
Ku JH, Kim SW, Park K, Paick JS. Benefits of microsurgical repair of adolescent varicocele: comparison of semen parameters in fertile and infertile
adults with varicocele. Urology. 2005 Mar;65(3):554-8.
Cayan S, Acar D, Ulger S, Akbay E. Adolescent varicocele repair: longterm results and comparison of surgical techniques according to optical
magnification use in 100 cases at a single university hospital. J Urol. 2005
Nov;174(5):2003-6.
Riccabona M, Oswald J, Koen M, Lusuardi L, Radmayr C, Bartsch G.
Optimizing the operative treatment of boys with varicocele: sequential
comparison of 4 techniques. J Urol. 2003 Feb;169(2):666-8.
Kocvara R, Dvorácek J, Sedlácek J, Díte Z, Novák K. Lymphatic sparing
laparoscopic varicocelectomy: a microsurgical repair. J Urol. 2005
May;173(5):1751-4. PubMed PMID: 15821575.
Oswald J, Körner I, Riccabona M. The use of isosulphan blue to
identify lymphatic vessels in high retroperitoneal ligation of adolescent varicocele--avoiding postoperative hydrocele. BJU Int. 2001
Apr;87(6):502-4.
Schwentner C, Oswald J, Lunacek A, Deibl M, Bartsch G, Radmayr C. Optimizing the outcome of microsurgical subinguinal varicocelectomy using
isosulfan blue: a prospective randomized trial. J Urol. 2006 Mar;175(3 Pt
1):1049-52.
Schwentner C, Radmayr C, Lunacek A, Gozzi C, Pinggera GM, Neururer R,
Peschel R, Bartsch G, Oswald J. Laparoscopic varicocele ligation in children and adolescents using isosulphan blue: a prospective randomized
trial. BJU Int. 2006 Oct;98(4):861-5.
Zampieri N, Zuin V, Corroppolo M, Ottolenghi A, Camoglio FS. Relationship between varicocele grade, vein reflux and testicular growth arrest.
Pediatr Surg Int. 2008 Jun;24(6):727-30
Salem HK, Mostafa T. Preserved testicular artery at varicocele repair.
Andrologia. 2009 Aug;41(4):241-5.
Yamamoto M, Tsuji Y, Ohmura M, Hibi H, Miyake K. Comparison of arteryligating and artery-preserving varicocelectomy: effect on post-operative
spermatogenesis. Andrologia. 1995 Jan-Feb;27(1):37-40.
Kattan S. The impact of internal spermatic artery ligation during laparoscopic varicocelectomy on recurrence rate and short post operative
outcome. Scand J Urol Nephrol. 2001 Jun;35(3):218-21.
Guler F, Bingol-Kologlu M, Yagmurlu A, Guven C, Hasirci N, Kuçuk O,
Aytac S, Dindar H. The effects of local and sustained release of fibroblast
growth factor on testicular blood flow and morphology in spermatic
artery--and vein-ligated rats. J Pediatr Surg. 2004 May;39(5):709-16.
Kokoua A, Tre Yavo M, Santos KA, Homsy Y, Mobiot ML, Gnanazan Bi
N’Guessan G. Importance of the testicular artery: histo-functional approach and comparison between juvenile and adult rats]. Morphologie.
2004 Apr;88(280):31-4.
Yilmaz O, Genc A, Taneli F, Demireli P, Deveci Kocakoc I, Sencan A, Gunsar
C, Mir E, Taneli C. Long-term effect of pentoxifylline and NG-nitro-Larginine methyl ester on testicular function in spermatic artery ligation.
Scand J Urol Nephrol. 2006;40(1):12-6.
Zheng YQ, Zhang XB, Zhou JQ, Cheng F, Rao T, Yao Y. The effects of arteryligating and artery-preserving varicocelectomy on the ipsilateral testes in
rats. Urology. 2008 Nov;72(5):1179-84.
Zha WL, Yu W, Zhang X, Zheng YQ, Cheng F, Rao T, Zhang XB. Effects
of artery-ligating and artery-preserving varicocelectomy on ipsilateral
epididymis of varicocele-induced rats. Urology. 2011 Apr;77(4):1008.
13.9 Üriner sistem
enfeksiyonları
13.9.1 Tanım ve epidemiyoloji
Üriner sistem enfeksiyonları (ÜSE) çocukluk döneminin önemli klinik problemlerinden biridir. Çocukluk çağında görülen bakteriyel enfeksiyonların ikinci sıklıkla
görülen sebebi üriner sistem enfeksiyonlarıdır. ÜSE
akut morbidite yanı sıra, uzun dönemde hipertansiyon
ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.
Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonlarının sıklığı yaşa ve
cinsiyete göre değişmektedir. Doğumdan sonraki ilk bir
yıl içinde ÜSE erkeklerde daha sık görülür. İleri yaşlarda bu durum tersine dönmektedir. Prepubertal kızlarda
%3, prepubertal erkeklerde %1 oranında ÜSE tanısı
konmaktadır. 2-19 yaşları arasında ateşli ve/veya üriner semptomlu çocuklarda ÜSE görülme oranı yaklaşık
olarak % 7,8’dir. Ateşli infantlarda ve çocuklarda üriner
sistem enfeksiyonu görülme oranlarının yaş gruplarına
göre dağılımı Tablo 13.2’de gösterilmiştir. Kızlarda,
sünnetli erkeklere göre 2-4 kat daha fazla ÜSE görülür.
13.9.2 Etyoloji
ÜSE’ye en sık etken olan bakteri Eschrichia coli ‘dir
(%85). Diğer etkenler arasında gram-negatif bakteriler ; Klebsiella, Proteus, Enterobacter ve Citrobacter ve
Gram-pozitif bakteriler: Staphylococcus saprophyticus,
Enterococcus’dur. Virüsler (Adenovirüsler, Enterovirüsler, Coxvirüsler) ve mantarlar (Candida spp, Aspergillus
spp) ise ÜSE nin seyrek görülen etkenleridir. Risk faktörleri aşağıdaki gibi sıralanabilir.
Yaş: 1 yaşından küçük erkeklerde ve 4 yaşından küçük
kızlarda daha sık oranda ÜSE görülür.
Cinsiyet: Kızlarda, kısa üretra ve perineal bölgeye lo-
537
XIII. Pediatrik Üroloji
Tablo 13.2. Ateşli infantlarda ve çocuklarda üriner sistem enfeksiyonu görülme oranlarının yaş gruplarına
göre dağılımı
Yaş Grubu (ay)
ÜSE Oranı
0-3 ay
7.2
Kızlar
7.5
Sünnetli Erkekler
2.4
Sünnetsiz Erkekler
20.1
3-6ay
6.6
Kızlar
5.7
Erkekler
3.3
6-12 ay
5.4
Kızlar
8.3
Erkekler
1.7
12-24 ay
4.5
Kızlar
2.1
1 yaşından büyük sünnetli erkekler
<1
19 yaş altında ateşli ve/veya üriner semptomlularda
7.8
kalize üretral orifis nedeniyle, erkeklere göre daha kolay
ÜSE gelişebilmektedir. Normalde perineal bakteriyel
flora üretradan girebilir. Ancak işeme ile bu bakteriler
temizlenir. Bununla birlikte, eğer normal flora bozulursa (vaginit, ilaç kullanımı, stres gibi nedenlerle) üriner
enfeksiyona sebeb olabilecek bakteriler yeterli seviyeye
ulaşabilir. Okul öncesi ve okul dönemi kızlarda ÜSE
insidansı erkeklerden yüksektir. Yaşamın ilk altı ayında
erkekler, kızlara göre ÜSE’ ye daha yatkındır. Özellikle sünnetsiz erkek çocuklarda sünnetlilere göre 10 kata
daha yüksek ÜSE yakalanma riski vardır. Bu durum
prepisyum altında kolonizasyona ve prepisyum mukozasına üropatojen bakterilerin daha kolay tutunmasına
bağlıdır.
Irk/Etnik: Çocuklarda beyaz ırkta siyah ırka göre 2-4 kat
daha sık ÜSE görülür.
Genetik Faktörler ve Bakteriyel Virülans: ÜSE’li çocukların birinci derece akrabalarında, hiçbir enfeksiyon
öyküsü olmayan bireylere göre daha sık ÜSE görülür.
Bu durumu bu çocuklardaki üroepitelyal hücrelerdeki
kan grubu antijeni ekpresyonuna bağlanmıştır. Güçlü
virulan bakteriler özellikle E.Coli’nin P- fimbriyalı suşları ağır klinik tablolara yol açarlar. K antijenine sahip
bakteriler ise bu antijen sayesinde fagositozdan korundukları için pyelonefritojenik özellik taşırlar.
Üriner Obstruksiyon: Obstruktif ürolojik anomaliye sahip çocuklarda, durgun idrar birçok üropatojen için bir
üreme ortamı oluşturarak ÜSE gelişme riskini yükseltir.
Bu obstruktif anomaliler, anatomik (posterior üretral
valv, üreteropelvik darlık), nörolojik (nörojen mesane)
veya fonksiyonel olabilir.
Bağırsak ve Mesane Disfonksiyonu
Vezikoüreteral Reflü: Vezikoüreteral reflü (VUR) Me-
538
saneden üst üriner sisteme idrarın retrograd pasajıdır.
Çocuklarda en sık görülen ürolojik anomalidir. VUR
tekrarlayan ÜSE riskini arttırır. Virülansı düşük bakteriler bile pyleonefrite sebep olabilir. Renal sintigrafi ile
pyelonefrit olduğu gösterilmiş olguların 1/3’inde VUR
saptanmıştır.
Mesane Kateterizasyonu: Mesane kateterizasyonu süresi artıkça ÜSE riski artar.
13.9.3 Tanı ve değerlendirme
İşeme bozuklukları, mesanenin dolma ya da boşalmasındaki anormallikler olarak tanımlanabilir. Bu çocuk
ürolojisi kliniğine başvuran çocukların % 40’ından fazlasında görülmektedir. İşeme bozukluklarının önemli bir
bulgusu olan gündüz idrar kaçırma özellikle okul çağındaki çocuklarda önemli bir stres kaynağı olması yanında, kendilerine olan güvenlerini yitirmelerine de sebeb
olmaktadır. İşeme bozukluğu tanısı için sorgulanması
gereken durumlar;
1-Tuvalet eğitimi almış veya okul çağındaki çocuklarda
gündüz idrar kaçırma
2-Devam eden acil işeme, damlatma veya ağrılı işeme
3- Tekrarlayan ÜSE’ye eşlik eden işeme bozukluklarıdır.
Bu durumlarda işeme bozuklukları açısından değerlendirme gereklidir.
1- Öykü:
Üç günlük işeme günlüğü doldurulmalıdır. Bu özellikle
tuvalet eğitimi almış çocuklarda önemlidir(işeme sıklığı, maksimum işenen volüm, günlük işenen volüm, idrar
kaçırıp kaçırmadığı, aldığı sıvı miktarı).
Tablo 13.3. Ateşli ÜSE olan çocukların kılavuzlara göre hangi görüntüleme tekniklerinin, hangi endikasyonda
yapılacağının karşılaştırması. (EAU= European Association of Urology; ESPU= European Society for Pediatric
Urology; AAP= American Academy of Pediatrics; ESPR= European Society Pediatric Radiology; NİCE= National
Institute for Health and Clinical Excellence)
Kılavuz
İlk tercih edilecek
görüntüleme
MSU endikasyonu
DMSA endikasyonu
EAU/ESPU
USG
İlk ateşli ÜSE, erkeklerde ilk ÜSE,
kızlarda tekrarlayan ÜSE
Ateşli ilk ÜSE
AAP
USG
Tekrarlayan ÜSE, hidroüreter,
hidronefroz, renal skar
Bilimsel
çalışmalarda
önerilmektedir.
ESPR
USG ve DMSA
DMSA’ da renal tutulum varsa
Ateşli ilk ÜSE
NİCE
USG
6 aylıktan küçük çocuklarda:
tekrarlayan veya atipik ÜSE
6 aylık ve 3 yaş arasındaki
çocuklarda: tekrarlayan ve atipik
ÜSE, hidroüreter, hidronefroz,
ailesinde VUR öyküsü, non-E.Coli
enfeksiyonu veya idrar akımı kötü
olan çocuklara
3 yaş üstünde. Hiçbirisine
3 yaşından küçük çocuklarda:
tekrarlayan veya atipik ÜSE
3 yaşından büyük çocuklarda:
yalnız tekrarlayan ÜSE
İşeme bozukluğu semptom skoru (İBSS) doldurulmalıdır (8‘in üzerindeki skorlar anlamlı kabul edilir).
Bağırsak alışkanlıkları sorgulanmalıdır.
Perinatal anoksi veya konjenital enfeksiyonlar; santral
ve periferik sinir sisteminde değişikliklere sebep olarak
işeme bozukluklarına yol açabilir.
Geçirilmiş ÜSE sorgulanmalıdır.
Derin tendon refleklerini, perineal ve anal duyuyu, rektal tonusu, anokutanöz refleksi içeren nörolojik muayene yapılmalıdır.
Eksternal ürolojik muayenede, kızlarda labial füzyon,
erkeklerde eksternal meatal stenoz, perineal ciltte hiperemi veya soyulma olup olmadığına bakılmalıdır. Bu
deri reaksiyonları devamlı ve şiddetli idrar kaçırmaya
bağlı olabilir.
Nörolojik açıdan gelişim geriliği önemlidir. Çünkü çocukların istemli mesane kontrolünü kazanmasında gecikme olabilir.
Rektal muayenede gaitayla dolu bir rektum olup olmadığına bakılır.
Tuvalet eğitimi öyküsü sorgulanmalıdır; tuvalet eğitiminin süresi, eğitim sonrası kuru bir dönem olup olmadığı
önemlidir. Özellikle tuvalet eğitimi sonrası inkontinansın devam etmesinde ektopik üreter gibi anatomik nedenleri düşündürmelidir.
Üriner analiz için sabah idrarı tercih edilmelidir. Düşük
idrar dansitesinin varlığında; konsantrasyon defekti, glikozüride; diabetes mellitus düşünülmelidir.
2- Fizik Muayene:
Bel bölgesinde okult spinal disrafizm veya sakral agenezi ,lipom, sakral ve presakral kıllanma aranmalıdır.
3- Laboratuvar testleri:
ÜSE riski yüksek olduğundan idrar kültürü yapılmalıdır.
Analizde proteinüri saptanırsa; renal fonksiyonları değerlendirmek açısından serum kreatinin bakmak gerekebilir.
539
XIII. Pediatrik Üroloji
Tablo 13.4. Proflakside kullanılacak ilaçlar, dozları ve hangi yaşa kadar kullanılamayacakları.
İlaç
Doz (mg/kg/gün)
Yaş sınırı
Trimethoprim
1
İlk 6 haftaya kadar
Nitrofuratoin
1
İlk 3 aya kadar
Sefaklor
10
Yaş limiti yok
Sefaleksin
12.5
Yaş limiti yok
Seftibuten
2
İlk 3 aya kadar
İşeme bozukluklarında en belirgin semptomlar;
lığı düşündürecek bulgular varsa gerekebilir.
1- Artmış idrar yapma sıklığı,
2- Ani idrara çıkma hissi,
Üroflowmetri işeme fazı hakkında bilgi verirken , dolum
fazı ile ilgili bir bilgi vermez. Yeterli sonuç elde edebilmek için 100 ml işenmelidir. Üroflowmetri ile
3- Hesitensi
1-İşeme eğrisi,
4- Damlatma
2-İşenen volüm,
5- İdrar tutma manevraları
3-İşeme süresi,
6- Yavaş veya kesik kesik işeme
4-Maksimum işeme hızı,
7- Abdominal kasılmalarla işeme semptomlarından biri
veya daha fazlasının varlığında işeme bozukluğunu düşünülür.
5-Ortalama işenen volüm saptanabilir.
Nörolojik veya anatomik bir sebep düşünülmediğinde;
işeme bozuklukları temel olarak ikiye ayrılır: İlki dolma
fazında işeme bozukluğu, ikincisi işeme fazında işeme
bozukluğudur.
Dolma fazındaki işeme bozuklukları: aşırı aktif mesane
ve azalmış aktiviteli mesane (tembel mesane) ve işeme
geciktirme manevralarıyla kendini gösteren davranışsal
işeme bozuklukları olarak üç grupta incelenebilir.
İşeme fazındaki işeme bozuklukları, işeme sırasında
pelvik taban adalelerinde ve/veya üretral sfinkterde
gevşeme olmamasına bağlı olarak ortaya çıkan işeme
bozukluğudur. Non-nörojenik işeme bozukluğu veya
Hinmann sendromu olarak da adlandırılır. Eğer bu duruma konstipasyonda eşlik ediyorsa disfonksiyonel eliminasyon sendromu olarak adlandırılır.
Normal işeme eğrisi parabolik bir eğridir. Staccato ve
plato şeklindeki eğri işeme bozukluğunu düşündürmelidir. Fraksiyone ve düşük hızdaki eğri azalmış aktiviteli
mesaneyi düşündürmelidir. Aşırı aktif mesane dolma
fazı bozukluğu olduğundan basınç- akım çalışması gerekir.
Basınç-akım çalışması invaziv bir test yöntemidir.
Mesane dolum ve boşaltım basınçlarını, kompliansını,
sfinkter aktivitesini, mesane kapasitesini, aşırı aktiviteleri değerlendirmemizi sağlar. Konservatif tedaviye
yanıt vermeyen çocukların % 63’ünde ürodinamik anomali saptanmıştır. Aşağıdaki durumlarda basınç-akım
çalışması gereklidir.
1- Bilinen veya şüpheli nörolojik lezyon varlığında,
2- Renal hasarlı veya hidronefrozlu şiddetli işeme bozukluklarında,
Diğer Tetkikler:
3- Yüksek imperfore anüste,
Ultrasonografi(USG) işeme öncesi ve sonrası yapılmalıdır. Üst ve alt üriner sistem değerlendirilir. İşeme sonrası
rezidü volüm, mesane duvar kalınlığına (mesane dolu
iken 3 mm’den az ve boş iken 5 mm’den az) bakılmalıdır.
4- Üriner sistem anomalisinin varlığında
Miksiyon sistoüretragrafisi (MSUG) tekrarlayan ÜSE
öyküsü olan çocuklarda, mesane duvar kalınlığı artmış
ve yavaş işeme hızı olan erkek çocuklarda posterior
üretral valv düşünülerek yapılabilir. İşeme bozukluklarında rutinde yeri yoktur.
Tedavi: Konstipasyon varsa tedavi edilmeli ve tekrarlaması önlenmelidir. Sıvı alımı, işeme alışkanlıkları, işeme pozisyonu, sıklıkları düzenlemelidir.
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) nörolojik hasta-
540
5- Tanı kesinleşmediğinde veya işeme bozukluğu şüphesiyle tedavi uygulanan ve tedaviye yanıt vermeyen
hastalarda.
Biofeedback, alarm terapisi ve nörostimülasyon spesifik
tedavilerdir. Başarı oranları yüksektir. Yeterli randomize
kontrollü çalışma yoktur. Antispazmolitikler ve antikolinerjiklerin etkinliği gösterilmiştir. Ancak kanıt düzeyi
düşüktür. Alfa bloker kullanımı seyrektir. Ancak randomize çalışmalarla yararlı olmadığı gösterilmiştir. Botilinum toksini ile umut verici sonuçlar alınmıştır.
3- 2 yaşın büyük sünnetsiz erkek ve kız çocuklarında,
yeni başlayan inkontinans, yüksek ateş, sık idrar çıkma,
dizüri, sırt ve bel ağrısı varsa,
Öykü: Öykü alırken aşağıdaki soruların yanıtları aranmalıdır.
4- 2 yaşından büyük sünnetli erkek çocuklarında, yeni
başlayan inkontinans, yüksek ateş, sık idrar çıkma, dizüri, sırt ve bel ağrısı varsa,
1- İlk enfeksiyonu mu? Tekrarlayan bir ÜSE’mi?
2- Konstipasyon var mı?
3- Daha önce tanı konulmamış ateşli hastalığı olup olmadığı?
4- Antenatal tanı konulmuş renal anomalisi olup olmadığı?
5- Ailesinde ÜSE sıklığı, VUR olup olmadığı ve diğer
genitoüriner anomali olup olmadığı?
6- Alt üriner semptomları (Urge, sık idrara gitme, idrar
tutma, sıkışarak idrar kaçırma) sorgulanmalıdır.
Fizik Muayene: Yapılması gerekenler;
1-Ateşi ve kan basıncı
2- Genel bir fizik muayene
3-Abdominal muayenede hassasiyet veya kitle (örneğin;
üriner obstrüksiyona sekonder dolu mesane veya büyümüş bir böbrek) var mı?
4- Suprapubik ve kostavertebral açı hassasiyeti
5-Alt bel bölgesinde nörojenik mesane ile birlikte olabilecek (örneğin; orta hatta kıllanma artışı veya pigmentasyon, lipom, vasküler lezyon) bulguların aranması,
şeklinde sıralanabilir.
Klinik Bulgular: ÜSE, özellikle yeni doğanlarda ve 2
yaşın altındaki çocuklarda nonspesifik semptom ve bulgularla seyreder. Bu bulgular, gelişme geriliği, irritabilite, sarılık şeklinde sıralanabilir. Çocuk kliniklerine başvuran çocukların %4,1-7,5’inde ateş sebebi ÜSE’dir. İki
yaşın üzerindeki çocuklarda sık idrar gitme, suprapubik
ağrı, dizüri, abdominal veya lumbar ağrı semptomları
saptanabilir.
Laboratuvar Analizleri: İdrar analizi ve kültürü;
1- 2 yaşın altındaki sünnetsiz erkek ve kız çocuklarında
ÜSE için risk faktörlerinden (ÜSE öyküsü, 39oC üzerinde ateş, kaynağı saptanamayan yüksek ateş, hasta
görünümü, suprapubik hassasiyet, 24 saatten fazla süren
ateş) en az biri varsa,
2- 2 yaşından büyük suprapubik hassasiyeti olan sünnetli erkek çocuklarda veya en az 2 risk faktörüne (ÜSE
öyküsü, 39C0 üzerinde ateş, kaynağı saptanamayan
yüksek ateş, hasta görünümü, suprapubik hassasiyet, 24
saatten fazla süren ateş) sahip olan, 5- Ateşli yeni doğan ve çocuklarda, ailesinde üriner sistem hastalık öyküsü olanlarda veya üriner sistem anomalisi saptanan çocuklarda istenmesi gerekir.
İdrarı Toplama ve Analiz Yöntemleri: ÜSE tanısı koyabilmek için uygun toplanmış idrar örneği gerekmektedir. Çocuklarda 4 farklı yöntem ile idrarı toplamak
mümkündür. Bunlar sırasıyla; 1- Perineye plastik yapıştırarak, 2- İşemeyle orta idrar almak, 3- Transüretral kateterizasyon yoluyla, 4- Suprapubik aspirasyon yoluyla.
Yeni doğanlarda ve tuvalet eğitimini almamış olan
çocuklarda suprapubik aspirasyon veya transüretral
kateterizasyon yöntemlerinden biri tercih edilebilir.
Pratikte daha çok transüretral kateterizasyon yöntemi
kullanılmaktadır. Deneyimli ellerde ve USG eşliğinde
suprapubik aspirasyon yöntemi ile idrar örneği alınması,
özellikle 2 ay altındaki infantlarda transüretral kateterizasyona göre daha az ağrılıdır.
Steril plastik torbayla idrar örneği almak pratikte çok
sık kullanılan bir yöntem olmakla birlikte yanlış pozitiflik oranı %85-99 arasında değişmektedir. Steril plastik
torba ile alınan idrarda kültürün negatif olması, dipstick
testinde lökosit esteraz ve nitrit negatif olması, mikroskopide piyüri ve bakteriürinin olmaması ile ÜSE tanısı
dışlanır. Bu durumda kontrol idrar kültürü almaya gerek
yoktur.
Tuvalet eğitimi almış olan çocuklarda sünnetsizlerde
prepiyumu retrakte ederek, sünnetlilerde penisi temizleyerek, kızlarda labiumları ve periüretral alanı temizleyerek orta idrar alınır. Randomize bir çalışmayla üretral
meatus ve perine temizliğiyle kontaminasyon riskinin
%23,9’dan %7,8’e düştüğü gösterilmiştir.
Üriner analizde dipsitick testi en hızlı sonuç veren yöntemidir. Bu teste özellikle lökosit esteraz ve nitrit testi
pozitifliği önemlidir. Lökosit esteraz pozitifliği idrarda
lökosit varlığının göstergesidir. Bu pozitifliğin sensitivitesi %83, spesifitesi %78’dir. Nitrit pozitifliği Gram (-)
bakterileri diyetteki nitratı nitrite dönüştürmesine bağlı
oluşur. Nitrit pozitifliğinin sensitivitesi %53, spesifitesi
%98’dir. Mikroskopisinde, idrar sedimentinde büyük
büyütmede 5 veya daha fazla lökosit sayılması, otomatik idrar analizinde ≥10 lökosit/mm3 olması pyüri olarak tanımlanır. Aynı şekilde büyük büyütmede bakteri
görülmesi bakteriüri olarak tanımlanır.
İdrar kültüründe, idrarın alınma yöntemine göre değerlendirme yapmak gerekir;
541
XIII. Pediatrik Üroloji
Orta idrarda semptomatik hastada ≥ 104 cfu/ml (semptomatik hastada),
Orta idrarda semptomatik hastada ≥ 105 cfu/ml (asemptomatik hastada),
Transüretral kateterle idrar örneğinde ≥ 1.000-50.000
cfu/ml ,
Suprapubik aspirasyonla idrar örneğinde herhangi bir
sayıda koloni saptanırsa idrar kültürü pozitif olarak değerlendirilir.
Diğer Serum Testleri: Son yıllarda yapılan çalışmalarda serumda prokalsitonin (PCT) seviyesinin ateşli
ÜSE olan çocuklarda renal skarı ön görmek açısından
önemli bir gösterge olabileceği ileri sürülmüştür. PCT
ile ilgili 10 çalışmayı değerlendiren bir meta analizde,
bu çalışmalarla ilgili önemli metodolojik hatalar bildirilse de, pyelonefriti ve sistit ayrımındaki sensitivitesi
% 60-100, spesifitesi ise % 25-98 olarak gösterilmiştir.
Bu yanında diğer testler arasında CRP, sedimantasyon,
lökositozu sayabiliriz.
13.9.4 Görüntüleme
ÜSE’li çocuklarda, üriner sistemin anatomik veya fonksiyonel anomalilerinin saptanması, özellikle tekrarlayan
ÜSE ve renal skarların önlenmesi için gereklidir. Bu
anomalilerin saptanmasında, USG, MSU ve renal sintigrafi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır.
USG böbrek ve mesanenin görülebilen anatomik anomalilerini, böbreğin büyüklüğünü, lokalizasyonunu,
mesanenin boş ve dolu duvar kalınlığını, işeme sonrası
kalan idrar miktarını, toplayıcı sistemdeki ve üreterdeki
dilatasyonu gösteren noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir. USG mutlaka mesane hem boş hem de dolu
olarak yapılmalıdır. USG ile ilk ateşli ÜSE sonrası
vakaların yaklaşık %15’inde üriner sistem anomalisi
saptanırken. Bunların yalnız %1-2’sine başka bir görüntüleme tekniği veya cerrahi girişim gerekmektedir.
USG sonucunun normal olması VUR veya renal skar
olmadığını göstermez. USG ile dilate VUR olgularının
1/3’nü atlanmaktadır. İşeme sonrası kalan idrar miktarının saptanması ÜSE neden olan işeme bozukluklarının
ekarte edilmesi için gereklidir.
Miksiyon Sistoüretrografi (MSU), VUR tanısının konulması için altın standarttır. MSU ilk ateşli ÜSE sonrası
kız ve erkek çocuklarda önerilmektedir. MSU’nin antibiyotik tedavisi tamamlandıktan sonra 3-6 hafta içinde
yapılması önerilse de, son çalışmalarda MSU çekimi
için bu sürenin beklenmesi mutlaka gerekmemektedir.
Akut ve kronik renal skarların, akut pyelonefritin saptanmasında dimerkaptosüksinit asit (DMSA) renal
sintigrafisi kullanılır. Pyelonefritli veya skarlı alanda
542
DMSA tutulumunda azalma saptanır. Akut ÜSE çocukların tedavisinde renal sintigrafinin rolü tartışmalıdır. İlk
ÜSE’li çocukların yaklaşık %60’ında akut pyelonefritle uyumlu akut faz değişiklikleri saptanırken, bunların
ancak %15’inde skar saptanmıştır. Grade-3, grade-4
ve grade-5 VUR’ lu çocukların %70’inden fazlasında
DMSA’ da skar saptanır.
Tablo 13.3’de ateşli ÜSE olan çocuklarda kılavuzlara
göre hangi görüntüleme tekniklerinin, hangi endikasyonda yapılacağının karşılaştırması gösterilmektedir.
Bu tabloda görüldüğü gibi ateşli ÜSE olan çocuklarda
USG ilk tercih edilecek görüntüleme yöntemidir. Renal
skar riski yüksek çocuklarda yapılacak ilk görüntüleme
yöntemi DMSA dır. DMSA’ da skar saptanan hastalarda VUR olup olamadığını saptamak için MSU yapılmalıdır.
13.9.5 Tedavi
ÜSE tedavisinin amacı, enfeksiyonun ortadan kaldırılması, ürosepsisin önlenmesi, rekürrensin ve uzun önemde ortaya çıkacak olan hipertansiyon, renal skar, böbrek fonksiyon bozukluğunun önlenmesi, akut dönemde
semptomlarda rahatlamanın sağlanmasıdır.
ÜSE düşündüğümüz çocuk; 2 aylıktan küçük, toksik görünümde, hipotansiyonu varsa, immün yetmezliği, kusması, ayaktan takibi mümkün olmayacaksa, üriner sistem anomalisi ve komplike pyelenefriti varsa hastaneye
yatırılarak parenteral tedavi verilmelidir. Eğer üriner
analiz (dipstick testi, mikroskopi) pozitif, uygun kültür
alımı yapılmışsa; 48 saatten fazla süren 39oC ateş, düşkün bir görünüm, kostavertebral açı hassas, bilinen bir
immün yetmezlik ve bilinen bir ürolojik anomali varsa
vakit kaybetmeden ampirik antibiyotik tedavisine başlamak gerekir. İlk olarak 3. kuşak sefalosporin ve aminoglikozit kombinasyonu ilk düşünülecek ajanlardır. Ancak
çocukta enterekok’a bağlı ÜSE düşündürecek, üriner
sistem kateteri varsa, üriner sisteme enstürümentasyon
yapılmışsa veya üriner sistemde anatomik anomali varsa bu ilaçlara mutlaka amoksisilin veya ampisilin eklenmelidir. EAU (European Association of Urology) çocuk
ürolojisi kılavuzunda 0-6 ay arası çocuklardaki pyelonefrit tablosunda 3-7 gün parenteral, daha sonra oral tedaviyle 10-14 gün süren bir tedavi protokolü önerilmektedir. Yeni doğanlarda en az 7 günlük paranteral tedavi
sonrası oral tedaviye geçilmesi ve 14-21 gün tedavinin
devam etmesi önerilmektedir. Aminoglikozit tedavisinde tek doz uygulaması etkili ve güvenlidir. Bunun
yanında aminoglikozit tedavisinde hastanın hidrasyon
durumu ve böbrek fonksiyon testleri mutlaka kontrol
edilmelidir. Aslında hangi ajanı tercih edeceğimiz bölgesel antibiyotik rezistansına göre değişmektedir. Kültürde üropatojen izole edildikten sonra tedavi mutlaka
tekrar düzenlenmelidir.
Komplike olmayan ÜSE’de (üriner sistem anomalisinin eşlik etmediği) oral ve paranteral tedaviler arasında
etkinlik açısından fark yoktur. Amksisilin-klavuklonata
karşı rezistans oranı yüksek olduğundan ilk aşamada
3. kuşak oral sefalosporinlerin ( sefiksim, sefdinir, seftibuten, sefpodokxime proxetil) 7-10 gün kullanılması
önerilmektedir.
1- VUR
Komplike ÜSE’de E.coli’den ziyade Proteus mirabilis,
Pseudomanas aeruginosa, enterokokus ve stafilokok
enfeksiyonlarına daha sık rastlanır. Geniş spektrumlu
parenteral antibiyotik tedavisi tercih edilmelidir. Özellikle antibiyotik olarak seftazidim +ampisillin veya
aminoglikozit+ampisilin önerilmekte ve 7 gün paranteral, daha sonra oral tedavi olmak üzere 10-14 gün devam
edilmesi önerilmektedir. Obstruktif üropatide eğer konservatif tedavi başarısız olursa suprapubik sistostomi
veya perkütan nefrostomi gerekebilir.
6- < 8-12 haftadan ilk ÜSE yenidoğanlarda,
ÜSE tedavisinde antibiyoterapinin 7-14 gün sürmesi
standart yaklaşımdır. Ancak ateşi olmayan alt ÜSE düşünülen çocuklarda 2-4 günlük tedavinin de yeterli olacağı gösterilmiştir.
İdrar antibiyotik tedavisine başladıktan 24 saat sonra
steril hale gelirken, lökositüri 3-4 gün sonra kaybolur.
Tedaviye başladıktan 24-48 saat sonra % 90 vakada
ateş normale dönmelidir. 48 saat sonra ateş normale
dönmezse, klinik durumu kötüleşirse, antibiyotik rezistansı, konjenital üropatoloji veya üriner obstrüksiyon
düşünülmeli ve mutlaka USG ile değerlendirme yapılmalıdır. USG ile takip gereken çocuklar;
1- Ateşli ÜSE geçiren 2 yaşından küçük çocuklar;
2- Tekrarlayan ÜSE geçiren herhangi yaştaki çocuklar;
3- Hipertansiyon, büyümede gecikme, ailesinde renal
veya ürolojik anomali öyküsü olan herhangi bir yaştaki
çocuk
4- Uygun antibiyotik tedavisine beklenen yanıt oluşmayan çocuklar
Proflaksi
Uzun dönem antibiyotik proflaksisinde, amaç renal skar
oluşumunu ve ÜSE’nin tekrarlamasını önlemektir. Antibiyotik proflaksisi konusunda kılavuzlara baktığımızda
hepsinin ortak noktası; ilk ateşli ÜSE sonrası eğer grade3 ve daha yüksek reflüve tekrarlayan ÜSE yoksa proflaksi önerilmemektedir. Proflakside kullanacak ajanın,
üriner konsantrasyonu yüksek, serum konsantrasyonu
düşük, fekal floraya etkisi az ve oral toleransı iyi olmalıdır. Proflakside kullanacağımız ajanlar, dozları ve yaş
sınırları Tablo 13.4’de verilmiştir.
Antibiyotik proflaksinin endikasyonlarını sıralayacak
olursak;
2- Normal üriner sistemde tekrarlayan enfeksiyon
3- Stabil olmayan üriner sistem anomalileri
4- Üretral enstrümentasyon varlığında
5- İmmün yetmezliği olan hastalarda,
Okunması önerilen kaynaklar
Tarin T, Shinghal R, Shortliffe LMD. (2010)Pedıatrıc Urınary Tract Infectıons. Pediatric Urology 2 nd edn. Saunders, Philadelphia pp180-204
Routh JC, Bogaert GA, Kaefer M, Manzoni G, Park JM, Retik AB, Rushton
HG, Snodgrass WT, Wilcox DT. ( 2012) Vesicoureteral reflux: current
trends in diagnosis, screening, and treatment Eur Urol. 61(4):773-82.
Kotoula A, Gardikis S, Tsalkidis A, Mantadakis E, Zissimopoulos A,
Kambouri K, Deftereos S, Tripsianis G, Manolas K,Chatzimichael A, Vaos
G.(2008) Procalcitonin for the early prediction of renal parenchymal
involvement in children with UTI: preliminary results. Int Urol Nephrol.
2009;41(2):393-9.
Piepsz A, Ismaili K, Hall M, Collier F, Tondeur M, Ham H( 2005) How to
interpret a deterioration of split function? Eur Urol. 47(5):686-90.
Tekgul S, Riedmiller H, Gerharz E, et al Guidelines on pediatric urology.
European Association of Urology Web site. http//wwwuroweb.org/fileadmin/user_upload/Guidelines/19%20Pediatric%20Urology.pdf.Updated
2011. Assessed June 2011
Farhat W, Bägli DJ, Capolicchio G, O’Reilly S, Merguerian PA, Khoury A,
McLorie GA (2000) The dysfunctional voiding scoring system: quantitative
standardization of dysfunctional voiding symptoms in children.J Urol.
164(3 Pt 2):1011-5.
Anderson GE, Jimerson SR, Whipple AD. (2005)Student Ratings of Stressful Experiences at Home and School: Loss of a Parent and Grade Retention as Superlative Stressors. Journal of Applied School Psychology;21:1
Nevéus T, von Gontard A, Hoebeke P, Hjälmås K, Bauer S, Bower W,
Jørgensen TM, Rittig S, Walle JV, Yeung CK, Djurhuus JC (2006) The
standardization of terminology of lower urinary tract function in children
and adolescents: report from the Standardisation Committee of the
International Children’s Continence Society.J Urol. 176(1):314-24.
Jequier S, Rousseau O(1987) Sonographic measurements of the normal
bladder wall in children.AJR Am J Roentgenol. 149(3):563-6.
Yeung CK, Sreedhar B, Leung YF, Sit KY. (2007) Correlation between ultrasonographic bladder measurements and urodynamic findings in children
with recurrent urinary tract infection. BJU Int. 99(3):651-5
Van Arendonk KJ, Austin JC, Boyt MA, Cooper CS (2006) Frequency of
wetting is predictive of response to anticholinergic treatment in children
with overactive bladder. Urology. 67(5):1049-53; discussion 1053-4.
Nelson JD, Cooper CS, Boyt MA, Hawtrey CE, Austin JC.(2004) Improved
uroflow parameters and post-void residual following biofeedback therapy
in pediatric patients with dysfunctional voiding does not correspond to
outcome J Urol. ;172(4 Pt 2):1653-6; discussion 1656.
Allen HA, Austin JC, Boyt MA, Hawtrey CE, Cooper CS. (2007) Initial trial
of timed voiding is warranted for all children with daytime incontinence.
Urology. 69(5):962-5.
Shaikh N, Morone NE, Lopez J, Chianese J, Sangvai S, D’Amico F, Hoberman A, Wald ER(2007)Does this child have a urinary tract infection?
JAMA. 2007 26;298(24):2895-904.
543
XIII. Pediatrik Üroloji
Hoberman A, Charron M, Hickey RW, Baskin M, Kearney DH, Wald ER.(
2003) Imaging studies after a first febrile urinary tract infection in young
children.N Engl J Med. J16;348(3):195-202.
Hoberman A, Chao HP, Keller DM, Hickey R, Davis HW, Ellis D(1993) Prevalence of urinary tract infection in febrile infantsJ Pediatr. 123(1):17-23.
Shaikh N, Morone NE, Bost JE, Farrell MH (2008) Prevalence of urinary
tract infection in childhood: a meta-analysis. Pediatr Infect Dis J.
27(4):302-8.
Friedman S, Reif S, Assia A, Mishaal R, Levy I.(2006 ) Clinical and laboratory characteristics of non-E. coli urinary tract infections Arch Dis Child.
91(10):845-6.
Wald ER.( 2009).Cystitis and pyelonephritis. In: Textbook of Pediatric
Infectious Diseases, 6 th, Feigin Rd, Cherry JD, Demmler-Harrison GJ,
Kaplan SL(Eds), Saunders, Phidelphia p.554
13.10 Pediatrik inkontinans
ve alt üriner sistem
semptomları
13.10.1 Enürezis
13.10.1.1 Tanım
Enürezis uykuda istemsiz olarak işemedir. Enürezis
tanısı konabilmesi için yaygın kullanılan sınır yaş 5
olmakla birlikte farklı kültürlerde 4-6 yaşları da sınır
olarak kabul edilebilmektedir. Gündüz alt üriner sistem
semptomları olmaksızın meydana gelen enürezis monosemptomatik enürezis (ME) olarak tanımlanırken, gündüz alt üriner sistem semptomlarının eşlik etmesi halinde non-monosemptomatik enürezis adını alır.
tılımı ve başarı için motivasyonları ile artacaktır. Islakkuru gece çizelgeleri çocuğun motivasyonunu arttırmak
için önemli araçlardır. Bunun yanı sıra sıvı alınımının
düzenlenmesi, kabızlığın tedavisi başarıyı sağlamaya
katkıda bulunacaktır. ME için aynı derecede etkin olan
iki tedavi seçeneği alarm tedavisi ve desmopressin analoglarıdır. Gerekli olduğu takdirde bu iki ilaç kombine
kullanılabilir. İmipramin ise başarısının düşük olması ve
yüksek toksisitesi nedeniyle günümüzde ME tedavisinde kullanılmamaktadır.
13.10.2 Alt Üriner sistemin nöropatik
disfonksiyonu
13.10.2.1 Tanım
Alt üriner sistemin nöropatik disfonksiyonu tek bir hastalık değildir. Klinik tablolar, merkezi ve periferik sinir
sistemindeki hasarın düzeyine bağlı olarak meydana gelir. Sinir sisteminin kontrol ettiği alt üriner sistem çalışması, detrüsor ve sfinkterin koordine çalışmasıyla gerçekleşir. Oluşacak patolojilerde detrüsor a) aşırı aktif,
b) düşük kapasite ve komplianslı, c) kontraksiyonu olmadan inaktif olabilir. Öte yandan sfinkter de aşırı aktif
yada paraliziye bağlı olarak gevşek halde olabilir. Bu iki
yapıdaki farklı patolojilerin kombinasyonları göz önüne
alındığında pek çok farklı klinik tablo ortaya çıkacaktır.
Bütün bu tablolar arasında en kötüsü detrüsor ve sfinkterin koordinasyonunun bozulduğu detrüsor-sfinkter
dissinerjisidir. Bu gerçekleştiği takdirde üst sistem bozulma oranı yüksektir.
Çocuğun 6 aydan daha uzun olmamak kaydıyla hiç kuru
kalmadan sürekli gece idrar kaçırması primer enürezisdir. 6 aydan uzun kuruluk döneminin ardından gerçekleşen enürezis ise sekonder olarak tanımlanır.
13.10.2.2 Tanı ve değerlendirme
Enürezis sıklığı yaşla birlikte düşer. 5 yaşında sıklık
yaklaşık %15 iken yıllık kendiliğinden düzelme oranı
%15’dir.
Ürodinamik İnceleme: Aslında yukarıda bahsedilen
detrüsor-sfinkter çalışma durumları ve birbirleriyle koordinasyonunun değerlendirilmesi ürodinamik parametrelerdir. Ürodinami altın standart olsa da test sırasında
saptanan parametreler doğal dolumu tam olarak taklit
edemediği için hata payının yüksek olabileceği göz ardı
edilmemelidir. Ancak halen elimizdeki en değerli tanı
aracıdır.
13.10.1.2 Tanı ve değerlendirme
Hedef mono-semptomatik ve non-monosemptomatik
enürezis ayırımını yapabilmektir. Nonmonosemptomatik olduğuna dair bir bulgu saptanmadığı takdirde ayrıntılı öykü ve fizik muayene yeterli olacaktır. ME olarak
tanımlanan ve tedavisi başarısız olan çocukların yaklaşık %25’inin aslında ME olmadığı saptanmıştır. Tanının
doğru konulabilmesi için gündüz semptomlarının değerlendirilmesi aşamasında işeme bozukluğu semptom
skorlarının kullanımı faydalıdır.
13.10.1.3 Tedavi
Tedavinin başarısı çocuk ve ailenin tedavi sürecine ka-
544
Ayrıntılı öykü ve fizik inceleme tanının vazgeçilmez ilk
basamaklarıdır.
Test yapılırken detrüsor ve sfinkterin çalışma durumunu
değerlendirebilmek için dolum sırasında mesane içi basınç değişimleri, istemsiz kontraksiyon varlığı şiddeti,
kaçırma anı ve basınçları, mesane kapasitesi kaydedilmeli, işeme aşaması da teste dahil edilerek işeme sırasındaki basınç değişimleri, rezidüel idrar miktarı test
sonucunun parçası olmalıdır. Çocuklarda sistometrinin
videoürodinami şeklinde yapılarak, eğer varsa reflünün
başlama hacmi ve bu sıradaki mesane içi basıncının saptanması, işeme sistoüretrografisi ile elde edilemeyecek
önemli bulgulardır.
düzenlenmesi, laksatifler, enemalar (retrograd ya da
antegrad) sırasıyla uygulanması gereken yöntemlerdir.
13.10.2.3 Tedavi
5. Cinsel Yaşam: Hem erkek hem kız çocuklarına cinsel
eğitim ve danışmanlık adolesan döneminden başlayarak
verilmelidir.
Tedavinin zamanlaması uygun yöntemin seçilmesi kadar önemlidir. Örneğin miyelodisplazili yenidoğanda
agresif tedaviye erken başlanması uzun dönemde üst
sistemi korumasının yanısıra ogmentasyon ihtiyacını da
azaltacaktır. Bir başka örnek ise travma sonrasında erken dönemde (spinal şok dönemi) elde edilen ürodinami
bulguları ve yapılacak tedavinin, 6 ay sonra tekrarlanacak ürodinamide farklılık gösterebileceği ve tedavininde yeniden planlanması gerekebileceği gerçeğidir.
Alt üriner sistem nöropatik disfonksiyonunun tedavisinde beklenen son noktalara göre tedaviyi planlamak
doğru olacaktır. Buna göre karşılaşılacak sorun ve tedavi yöntemleri şöyle özetlenebilir:
1. Vezikoüreteral Reflü (VUR): Tedavisi uygun planlanmamış çocuklarda VUR insidansı %60’lara kadar
çıkabilmektedir. En riskli tablo detrüsor-sfinkter dissinerjisidir. Tedavide
• Depolama basıncını düşürülmeli: Bunun için uygulama sırasıyla antikolinerjikler, botulinum toksin ve mesane kapasite ve kompliansını arttırıcı ameliyatlar (ogmentasyon sistoplasti gibi) yapılmalıdır
• Uygun boşalma sağlanmalı: Temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) öncelikli seçenektir. Mesanenin düşük
basınçta dolum ve boşalmasının sağlanmadan reflü için
yapılacak düzeltici cerrahinin başarısız olması kaçınılmazdır.
2. Kontinans
• İstemsiz kasılmalarla birlikte düşük komplianslı mesane nedeniyle olan inkontinansta antikolinerjikler,
botulinum toksin ve mesane ogmentasyonu tedavi seçenekleridir.
• Düşük üretral kapanma basıncı nedeniyle olan inkontinansta seçenekler varsa düşük kompliansın düzeltilmesini takiben periüretral madde enjeksiyonu, üretral askı
ameliyatları ve artifisyel üretral sfinkterdir.
• Mesanenin uygun boşalmaması nedeniyle olan inkontinansta TAK etkili yöntemdir.
3. Üriner Sistem Enfeksiyonu: Oluşmasını engellemek
için alınacak en etkin yöntem mesanenin doğru zaman
aralıklarında tam olarak boşalmasının sağlanmasıdır. Bu
sağlandığı takdirde proflaktik antibiyotik kullanımının
ek katkısı olmayacağı gibi oluşacak dirençli enfeksiyonlar morbidite ve mortaliteyi de arttıracaktır.
4. Kabızlık: Nöropatik mesanesi olan çocuklarda bir diğer tedavi hedefi düzgün aralıklarla tam olarak barsak
boşalmasının sağlanmasıdır. Bu amaçla gıda alımının
6. Özgüven: Üriner sistemde karşılaşılan sorunların
tedavisinin yanı sıra bu sorunların ve diğer sistemlere
ait sorunların yol açacağı özgüven eksikliği göz ardı
edilmemeli ve hastalar bu alanda destek için yönlendirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki alt üriner sistemin nöropatik disfonksiyonu hayat boyu sürecek multidisipliner bir yaklaşımı gerektirmektedir. Üst sistem düzenli aralıklarla
incelenmeli, bozulmanın başladığı saptandığında ürodinamik ve nöro-radyolojik incelemeler ile bozulma nedeni ortaya konularak düzeltilmelidir.
13.10.3 Alt üriner sistemin non-nöropatik
disfonksiyonu
13.10.3.1 Tanım
Bu grupta pek çok klinik tablo toplanmaktadır. Ortak
özellikleri herhangi bir anatomik yada nörolojik patoloji olmaksızın acil işeme hissi, bununla birlikte idrar
kaçırma, zayıf idrar akımı, işemeye başlamakta zorlanma, idrar sıklığında artış ve tekrarlayan üriner system
enfeksiyonları ile karakterize fonksiyonel işeme bozuklukları olmalarıdır. Gastrointestinal system bozuklukları
da büyük sıklıkta eşlik eden semptomlarla kendini gösterir. İşeme bozukluğu altta yatan patolojiye göre 2 ana
başlıkta toplanabilir:
1. Dolum aşaması bozuklukları: mesanenin aşırı aktif ya
da yüksek kompliansta olmasına bağlı bulgular
2. Boşaltım aşaması bozuklukları: Pelvik taban kaslarının işeme sırasında artmış aktivitesine bağlı oluşan
fonksiyonel bir detrusor-sfinkter dissinerjisine bağlı
bulgular
13.10.3.2 Tanı ve değerlendirme
Nöropatik işeme bozukluğunun ekarte edilmesi tanı aşamasında temel hedeflerden olmalıdır.
Öykü: İşeme sıklığı, idrar kaçırma, ani işeme hissi ve
çocuğun buna cevap olarak yaptığı idrar tutma manevralarının varlığı önemlidir. İşeme sırasında ağrı olup
olmaması, kesintili yada tek seferde işenmesi, işeme
için abdominal basıncın kullanılması sorgulanmalıdır.
Kabızlık öyküde araştırılması gereken ve tedavi protokolünde üzerinde durulması gerekli olan bir patolojidir.
Sorgulama formlarının kullanımı (Örneğin; İşeme Bozukluğu Semptom Skoru) hem tanı da hem de tedavi
545
XIII. Pediatrik Üroloji
sürecinde objektif değerlendirmeye imkan vermesi nedeniyle faydalı olacaktır. Ayrıca sıklık/hacim çizelgeleri ve işeme günlükleri de işeme döngüleri ve bu sırada
oluşan aksaklıkların ortaya konması ve takibinde önemli
araçlardır.
Fizik İnceleme: Nörolojik ve anatomik bozukluklar
ayırt edilmelidir.
Ultrason: Hem üriner sistem yapısal bozuklukları ve
rezidüel idrar miktarının belirlenmesi için yardımcıdır.
Üroflowmetri: İdeali 3 olmakla beraber en az 2 testin
sonucu birlikte değerlendirilmelidir. Çocukluk çağında
işeme eğrisi akım hızlarından daha önemli ipuçları vermektedir.
Sistometri: Tanıda ilk basamakta değil tedaviye cevap
vermeyen çocukların değerlendirilmesinde kullanılmalıdır.
13.10.3.3 Tedavi
1. Standart Üroterapi: Temel tedavidir. Çocuk ve aile
öncelikle işeme disfonksiyonunun nedenleri ve tedavi
süreci hakkında aydınlatılmalıdır. Var olan sorunların
çözümü için idrar tutma aşamasında ve işeme sırasında
yapması/yapmaması gerekenler (örneğin; idrar tutma
manevralarından vazgeçilmesi, işemelerin zamanlaması, süresi, işeme sırasında uygun posturün anlatılması
gibi) konusunda eğitim verilmelidir. İşeme bozukluğu
ve kabızlığın önlenmesi için beslenme alışkanlıklarında
gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Mesane günlüklerinin doldurulması anlatılmalı ve her bir kontrolde değerlendirilmelidir. Pelvik taban egzersizleri, nöromodulasyon gibi yöntemler standart üroterapiden sonraki
basamak olarak değerlendirilebilir.
2. İlaç tedavisi: İşeme bozukluğunun tipine göre antimuskarinik ajanlar, β-adrenerjik blokerler, botulinum
toksin ilk basmak tedaviden başarı sağlanamadığı durumlarda tedaviye eklenebilir.
3. TAK: Büyük kapasitesi olup yüksek rezidüel idrar
miktarı olan hastalarda kullanılır.
Okunması Önerilen Kaynaklar
Tekgül S, Reidmiller H, Beurton D, et al. Pediatrik Üroloji Kılavuzları
http://www.cocukuroloji.org.tr/PediatricUrology.pdf
Tekgül S, Nijman RJM, Canning D, et al Diagnosis and Management of
Urinary Incontinence
in Childhood http://www.cocukuroloji.org.tr/
ICI_KLAVUZ.pdf
Erdem, E., Baskin, L.S. and Kogan, B.A: Follow-up in children with
neurogenic bladder dysfunction (48th Chapter). In Pediatric Neurogenic
Bladder Dysfunction (Esposito C., Guys, J.M., Gough, D. and Savanelli, A.
eds), Heidelberg, Springer, pp 369-376, 2006
Neveus T, von Gontard A, Hoebeke P, Hjalmas K, Bauer S, Bower W, et
al. The standardization of terminology of lower urinary tract function in
children and adolescents: report from the Standardization Committee
546
of the International Children’s Continence Society. J Urol, 176:314-324,
2006.
Akbal C, Genc Y, Burgu B, Ozden E, Tekgul S. Dysfunctional voiding and
incontinence scoring system: quantitative evaluation of incontinence
symptoms in pediatric population. J Urol, 173:969-973, 2005
Yeung CK, Sihoe JDY. Non-neuropathic Dysfunction of the Lower Urinary
Tract in Children. Campbell-Walsh Urology. (Kavoussi LR, Novick AC,
Partin AW, Peters CA) Elsevier, Phidelphia Sayfa 3411-3430, 2012.
MacLellan DL, Bauer SB. Neuropathic Dysfunction of the Lower Urinary
Tract. Campbell-Walsh Urology. (Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW,
Peters CA) Elsevier, Phidelphia Sayfa 3431-3456, 2012.
13.11 Vezikoüreteral reflü
13.11.1 Tanım, anatomi ve antireflü mekanizmalar
Vezikoüreteral reflü (VUR), idrarın mesaneden retrograd olarak üreter ve/veya böbreğe geri kaçışıdır. Normal
popülasyonda VUR görülme sıklığının %1 gibi olduğu
düşünülse de net rakam vermek zordur ve çeşitli risk
gruplarında bu oranlar değişmektedir. Özellikle idrar
yolu enfeksiyonu (İYE) olanlarda VUR sıklığı %70’lerin üzerinde çıkarken artan yaşla beraber bu oran azalmaktadır. Başka bir risk grubu da antenatal dönemde
hidronefroz (ANH) saptanan hastalardır. ANH saptanan
yenidoğanlarda postnatal ultrasonografide (US) anormallik saptanmayanlarda VUR sıklığı %15’ler civarındayken, herhangi bir anormallik saptananlarda bu oran
%35’lerin üzerine çıkmaktadır. İYE’si olan kız çocuklar
ve sünnetsiz erkek çocuklar da bir başka risk grubudur.
Yenidoğan döneminde VUR’u olanların %75’i erkek
iken, daha büyük yaşlarda %85’i kızdır. VUR saptanan
çocukların kardeşlerinde de VUR saptanma sıklığı normal populasyona göre daha yüksektir. Bu kardeşlerde
VUR %30’lar civarında saptanırken, tek yumurta ikizlerinde %100 oranında VUR saptanır. Beyaz ırkta, siyahlara göre 10 kat daha fazla görülür.
Mesaneden üst sisteme doğru idrar kaçışının engelleyen
iki temel faktör vardır. Bunlardan bir tanesi üreterovezikal bileşkenin (UVB) anatomik yapısı iken diğeri
mesanenin fonksiyon ve dinamikleridir. Bu iki faktör
tek başına ya da beraber VUR varlığını veya durumunu
belirler. Üreterin tek yönlü olarak propulsif hareketlerle mesaneye idrarı iletmesinin yanında anatomik olarak
üreterin mesaneye doğru yaklaştığında dış kas liflerinin
mesanenin detrusor lifleriyle birleşip Waldeyer kılıfını
oluşturması ve mesane içerisinde ise iç kas liflerinin yüzeyel trigonla birleşmesi sonucunda, üreter iç ve dışta
iki sabitlenme desteğine sahip olur. Böylece üreterin bu
iki nokta arasında mesane mukozası altında seyreden
bir tüneli oluşmaktadır. Yapılan çalışmalarda bu tünelin
uzunluğunun, üreter orifis çapının 5 katı kadar olduğu
gösterilmiştir. Böylece, idrar depolaması ve boşaltı-
mı sırasında üreter, mesane duvarı arasında komprese
olarak üst sisteme kaçış engellenmektedir. Anatomik
yapıyla beraber düşük basınçlarda, yeterli hacimde
depolama kabiliyetine sahip mesane dinamiklerinin de
antireflü mekanizmanın sorunsuz çalışması için gerekli
olduğu bilinmelidir.
13.11.2 Etiyoloji
VUR etiyolojisi incelenirken yukarıda anlatılan antireflü mekanizmada bozulmaya sebep olan patolojiye
göre sınıflama yapılmaktadır. Primer reflü denildiği
zaman UVB anatomisinde doğumsal olarak mevcut
olan anomalilere bağlı VUR anlaşılmalıdır. Primer reflü
sebepleri olarak trigonal zayıflık, Prune-Belly sendromu, komplet üreteral duplikasyon, ektopik üreter orifisi
veya üreterosel sayılabilir. Sekonder reflü ise mesanenin boşalmasını engelleyen patolojilerin yanı sıra UVB
ve mesane fonksiyonlarındaki bozukluklara bağlı gelişen VUR için kullanılmaktadır. Posterior üretral valv
(PUV) hastalığı, mesane dinamiklerini ve UVB bileşke anatomisini bozan en önemli obstrüktif patolojidir.
Mesanede basınç yükselmesine sebep olan nörofonksiyonel bozukluklar da diğer sekonder VUR sebeplerini
oluşturmaktadır. Spinal korddaki açık (spina bifida, meningomyelosel) veya gizli patolojiler (spinal disrafizm)
nörojenik mesaneye sebep olarak VUR’a sebep olabilir.
Klinik ya da radyolojik olarak nörolojik hasar gösterilemeyen hastalardaki depolama ve boşaltma problemleriyle karakterize barsak-mesane-disfonksiyonu (BMD)
da VUR etiyolojisinde rol alabilir.
13.11.3 VUR derecelendirmesi
VUR derecelendirmesinde günümüzde kullanılan sistem, 1980’li yıllarda yapılan uluslararası reflü çalışmasında kullanılan sistemdir. İşeme sistoüretrografileri
(İSUG) bulguları kullanılarak oluşturulmuş bu sınıflamada 5 derece kullanılmaktadır. Bunlar sırasıyla:
-1. Derece: dilatasyon yok, üreterle sınırlı, renal pelvise
ulaşmayan, (%5-10)
-2. Derece: dilatasyon yok, renal pelvise ulaşan, (%35)
-3. Derece: üreter, renal pelvis ve kalikslerde hafif-orta
derecede dilatasyon var, fornikslerde hafif küntleşme,
(%25-35)
-4. Derece: orta derecede üreteral tortiyozite ve fornikslerde orta derecede küntleşmeye sebep olan pelvis ve
kalikse dilatasyon, (%15-25)
-5. Derece: üreterde ciddi tortiyoziteyle beraber pelvis
ve kalikslerde ileri derecede dilatasyon, papiller görünümün kaybı (%5)
13.11.4 Tanı ve değerlendirme
Çeşitli başvuru şekilleri olmakla beraber en sık araştırılma sebebi İYE’dur. Öncelikle İYE tanısının doğrulanması için idrar örneğinin uygun şekilde alınıp alınmadığı sorgulanmalıdır (bkz. İdrar Yolu Enfeksiyonu
bölümü). Temel değerlendirme sırasında hastanın genel
sağlık durumu, İYE varlığı, VUR’un var olup olmadığı,
böbrek fonksiyonları ve alt üriner sistem fonksiyonları
değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme sırasında hastanın fizik muayenesi (kan basıncı ölçümü dahil), detaylı hastalık hikayesi, idrar analizi (proteinüri dahil) ve
kültürleri, bilateral olgularda böbrek fonksiyon testleri
Tablo 13.5. VUR derecesi, tarafı, hasta yaşı ve takip sürelerine göre spontan rezolusyon hızları
Takip süresine göre spontan rezolüsyon oranı (%)
Hasta grubu
1. derece*
2. derece*
3. derece, unilateral, 0-24 ay
3. derece, unilateral, 0-25-60 ay
3. derece, unilateral, 61-120 ay
3. derece, bilateral, 0-24 ay
3. derece, bilateral, 25-60 ay
3. derece, unilateral, 61-120 ay
4. derece, unilateral**
4. derece, bilateral**
1. yıl
sonunda
39,3
28
21,4
13,4
10,8
12,7
7
2,6
16,1
4,5
2. yıl
sonunda
63,1
48,1
38,2
25
20,5
23,8
13,5
5,2
29,7
6,4
3. yıl
sonunda
77,6
62,7
51,5
35,1
29,1
33,5
19,6
7,7
41
7,8
4. yıl
sonunda
86,4
73,1
61,9
43,8
36,7
41,9
25,2
10,1
50,5
8,9
5. yıl
sonunda
91,8
80,6
70
51,3
43,6
49,3
30,5
12,5
58,5
9,9
*: yaş ve taraftan bağımsız, **: yaştan bağımsız
547
XIII. Pediatrik Üroloji
Tablo 13.6. ESPU kılavuzlarına göre çeşitli risk gruplarında VUR hastasına yaklaşım
Risk grubu
Yüksek
Yüksek
Orta
Orta
Orta
Orta
Orta
Düşük
Düşük
Başvuru şekli
Tuvalet eğitimi sonrası,
kız veya erkek, yüksek
dereceli VUR (4-5.
Derece), Anormal
böbrek bulguları, AÜSD
var
Tuvalet eğitimi sonrası,
kız veya erkek, yüksek
dereceli VUR (4-5.
Derece), Anormal
böbrek bulguları, AÜSD
yok
Tuvalet eğitimi öncesi,
kız veya erkek, yüksek
dereceli VUR (4-5.
Derece), Anormal
böbrek bulguları,
Asemptomatik (ANH
veya kardeş VUR’u
nedeniyle tanı konulan)
yüksek dereceli VUR,
anormal böbrek
bulguları
Tuvalet eğitimi sonrası
kız veya erkek hasta,
yüksek dereceli VUR,
böbrekler normal,
AÜSD var
Başlangıç tedavisi
AÜSD olanlarda her zaman
DAP başlanmalı, araya giren
enfeksiyon olanlarda veya
VUR’un devamı halinde
girişim düşünülmeli
Yorum
Erken girişim
ihtimali yüksek
Takip
İYE ve AÜSD açısından
agresif takip, 6 ay sonra tam
tekrar değerlendirme
Girişim düşünülmeli
Açık cerrahi
sonuçları
endoskopik
yöntemden daha
iyidir
İndikasyon varsa ameliyat
sonrası İSUG yapılabilir,
puberte sonrasına kadar üst
üriner sistem takibe alınmalı
DAP başlangıçta verilmeli,
araya giren enfeksiyon
olanlarda veya VUR’un
devamı halinde girişim
düşünülmeli
DAP başlangıçta verilmeli,
araya giren enfeksiyon
olanlarda veya VUR’un
devamı halinde girişim
düşünülmeli
Erkeklerde SR
ihtimali daha
yüksek
İYE veya hidronefroz
açısından takip edilmeli, 1224 ay sonra tam tekrar
değerlendirme
AÜSD olanlarda her zaman
DAP başlanmalı, araya giren
enfeksiyon olanlarda veya
VUR’un devamı halinde
girişim düşünülmeli
Üroterapiye
rağmen devam
eden AÜSD varsa
girişim
düşünülmelidir.
Girişim yöntemi
değişiklik
gösterebilir.
Tuvalet eğitimi sonrası
düşük dereceli VUR
olan kız veya erkek,
anormal böbrek
bulguları, AÜSD var
veya yok
Düşük dereceli VUR’u
olan, böbrekleri
normal, AÜSD olan tüm
semptomatik hastalar
Düşük dereceli VUR’u
olan, böbrekleri
normal, AÜSD olmayan
tüm semptomatik
hastalar
Düşük dereceli VUR’u
olan, böbrekleri normal
olan, semptomları
olmayan tüm hastalar
Tedavi yöntemi değişiklik
gösterebilir. Endoskopik
tedavi bir seçim olabilir.
AÜSD varsa tedavi
verilmelidir.
Puberte sonrasına kadar İYE,
AÜSD ve böbrek durumu
takip edilmelidir.
Başlangıç tedavisi -DAP’la
birlikte veya DAP’sızAÜSD’e yönelik olmalıdır
İYE ve AÜSD için takip
yapılmalı
Tedavi verilmeyebilir ya da
DAP verilebilir
Tedavi verilmeyebilir ya da
yenidoğanlarda DAP
verilebilir
yapılmalıdır. VUR tanısı koyulmasında görüntüleme
yöntemleri olmazsa olmazdır. Standart görüntülemede
kullanılan yöntemler US, İSUG ve renal sintigrafidir.
Adı geçen görüntüleme yöntemleri, ateşli İYE hikayesi
olan tüm 5 yaşından küçük çocuklara ve yaş veya semptomdan bağımsız İYE saptanan tüm erkek çocuklarına
548
İYE veya hidronefroz
açısından takip edilmeli, 1224 ay sonra tam tekrar
değerlendirme
Tedavi
verilmeyecekse
aile İYE riski
hakkında
bilgilendirilmelidir
Tedavi
verilmeyecekse
aile İYE riski
hakkında
bilgilendirilmelidir
İYE, AÜSD ve böbrekler için
takip gereklidir. Başarılı
üroterapi sonrası tam tekrar
değerlendirme yapılmalıdır.
İYE için takip edilmeli
İYE için takip edilmeli
önerilmelidir.
Klasik olarak böyle bir hastaya yaklaşımda öncelikle
US ile üriner sistem (böbrek ve mesane birlikte) değerlendirilmeli, daha sonra İSUG ile VUR varlığı araştırılmalı, VUR saptanan hastalarda da dimerkaptosüksinik
asit (DMSA) kullanılarak yapılan sintigrafiyle böbreğin
Tablo 13.7 AUA kılavuzlarına göre çeşitli senaryolara göre VUR hastasına yaklaşım
Hasta
1
yaşından
küçük, ANH
veya
İYE
nedeniyle
araştırılarak
primer VUR
saptanmış
hasta
1
yaşından
büyük, BMD
olmayan,
ateşli
İYE
nedeniyle tanı
konulan hasta
Durum
Standart*
Önerilen*
Rekürren İYE’nin daha fazla zarar
vermesi nedeniyle, ateşli İYE hikayesi
olan
bu
yaş
grubunda
DAP
önerilmektedir.
Ateşli İYE hikayesi olmayanlarda
taramayla tanı konulan 3-5. derece
VUR’u olanlarda DAP önerilir.
Seçenek*
Ateşli İYE hikayesi olmayanlarda
taramayla tanı konulan 1-2. Derece
VUR’u olanlarda DAP önerilebilir.
Bu yaş grubunda, erkek çocuklarda
İYE riski daha fazla olduğu için
aileyle birlikte karar verilerek
sünnet uygulanabilir.
Başlangıç
değerlen
dirmesi
Tanı
konulduktan
sonra
boy,
kilo, tansiyon
ve
serum
kreatinini
(özellikle
bilateral ise)
ölçümlerini
de
içeren
detaylı
bir
tıbbi
değerlendirm
e
yapılmalıdır.
Proteinüri ve bakteriüri için idrar analizi
yapılmalı.
Bu
testler
sonucunda
gerekirse idrar kütürü ve duyarlılık testi
yapılmalıdır.
VUR ve İYE böbrekleri etkileyebileceği
için US ile üst sistem değerlendirmesi
yapılmalıdır.
Başlangıçta
serum
kreatinini
görmek tahmini GFR hakkında bilgi
verebilir.
Böbrekte
skar
durumu
ve
fonksiyonunu değerlendirmek için
DMSA yapılabilir.
DAP
Takip
Yıllık olarak genel muayene (tnasiyon,
boy, kilo), idrar analizi (proteinüri,
bakteriüri) ve gerekirse idrar kültürü
Görüntüleme
12-24 ayda bir olmak üzere US ve İSUG
ile görüntüleme yapılmalı. Düşük SR
şansı olan grupta vizit aralıkları daha
uzun olabilir.
DMSA; eğer US’de anomali, skar şüphesi,
yüksek dereceli VUR ve kreatinin
yüksekliği varsa önerilir.
Müdahale
Eğer araya giren semptomatik İYE olursa;
VUR derecesi, skar durumu, MBD
durumu, ailevi tercihler göz önünde
bulundurularak tedavide değişikliğe
gitmek önerilir.
DAP altındaki bir çocukta araya giren
febril İYE olursa açık ya da endoskopik
tedavi önerilmelidir.
DAP almayanlarda, DAP başlanması
önerilir.
Cerrahi
DAP önerilebilir.
BMD, rekürren İYE veya renal
kortikal anomalisi olmayan VUR’lu
çocuklarda, İYE geliştiği zaman
anında tedavi vermek kaydıyla,
DAP
kullanılmadan
takip
önerilebilir..
Takip aralığı ve süresi VUR’u SR
ihtimaline
bağlı
olarak
belirlenebilir. Düşük şansı olan
grupta vizit aralıkları daha uzun
olabilir.
1-2. derece VUR olanlarda takip
İSUG’ları 1 yıldan sonra yapılabilir.
Bir tek normal sistogram SR
kannatine varmak için yeterlidir. 1.
derece VUR’un klinik önemi
tartışmalıdır.
Skar varlığı ve böbrek boyutlarının
takibi açısından periyodik renal US
yapılabilir.
VUR’u olan bir çocukta, özellikle
ateşli İYE sonrası, yeni skar
varlığının araştırılması için DMSA
düşünülebilir.
DAP altındaki hastada eski veya
yeni skar bulgusu yoksa araya giren
tek bir İYE olursa profilakside
kullanılan antibiyotik değişimi,
girişimsel müdahaleden önce son
bir kere denenebilir.
DAP almayan hastada ateşli
olmayan İYE gelişmesi durumunda,
her pyelonefritin ateşle kendini
göstermeyebileceği bilinciyle DAP
başlanabilir.
VUR’un düzeltici cerrahisi için açık
ve
endoskopik
yöntemler
kullanılabilir. Çalışmalarda açık
cerrahi
sonrası
ateşli
İYE
oranlarının DAP alanlara göre daha
da az olduğu gösterilmiştir.
549
XIII. Pediatrik Üroloji
Tablo 13.7 (devam): AUA kılavuzlarına göre çeşitli senaryolara göre VUR hastasına yaklaşım
VUR
rezolus
yonu
sonrası
takip
VUR ve eşlik
eden
BMD
varlığında
ANH
olan
hasta
taraması
Kardeş veya
çocukta VUR
taraması
SR ya da cerrahi sonrası VUR’un düzelmesi
sonrası böbreklerden en azbirinde US veya
DMSA ile gösterilmiş anormallik varsa
adölesan döneme kadar yıllık takip (kan
basıncı ölçümü, kilo-boy takibi, idrar
analizi) önerilir.
VUR düzelmesi sonrasında ateşli İYE
gelişirse MBD veya VUR rekürrensi
açısından değerlendirme yapılmalı.
Uzun dönemde hipertansiyon (özellikle
gebelikte), böbrek fonksiyon kaybı,
rekürren İYE, kardeş veya çocuğunda VUR
gibi konularda aile ve -uygun yaşa
geldiğinde- çocuk bilgilendirilmeli.
İlk değerlendirmede BMD düşündüren
semptomlar (sık idrara çıkma, sıkışma,
idrar
tutma
manevraları,
gündüz
kaçırmaları,
perinel/penil
ağrı,
konstipasyon, enkoprezis) sorgulanmalı.
BMD bulguları varsa, VUR’la ilgili herhangi
bir cerrahi girişim yapılmadan önce, tedavi
edilmeli. VUR tedavisinin devamı veya
modifikasyonuna karar verilmeden önce
BMD
tedavisine
alınan
yanıt
değerlendirilmeli.
VUR ve BMD olan hastada, BMD nedeniyle
artmış İYE riski olduğu için DAP önerilmeli.
US’de Yüksek derece HN (SFU 3-4),
hidroüreteri, anormal mesane bulgusu
olan veya takipte İYE gelişsen hastalarda
İSUG önerilmelidir.
VUR’u olan hastanın kardeşinde US’de
skarlaşma bulgusu veya İYE hikayesi
mevcutsa İSUG önerilir.
SR ya da cerrahi sonrası VUR’un
düzelmesi sonrası böbrekler US
veya DMSA ile normalse
adölesan döneme kadar yıllık
takip (kan basıncı ölçümü, kiloboy takibi, idrar analizi) önerilir.
US’de hafif-orta (SFU 1-2)
derecede HN olan hastalarda
gelişebilecek İYE’nin en kısa
zamanda
tedavi
edilmesi
kaydıyla VUR açısından tarama
yapılmadan takip edilebilir.
BU hastalarda İSUG çekmek bir
opsiyon olarak da kullanılabilir.
VUR’u olan hastanın kardeşinde
(gelişebilecek İYE’nin en kısa
zamanda tedavi edilmesi ve
gerekirse
VUR
araştırılması
kaydıyla) gözlem bir seçenek
olabilir.
Tuvalet eğitimi almış büyük
kardeşte, klinik değeri tam
ortaya konulamamış olmakla
beraber VUR araştırılabilir.
Kardeşte, US bir tarama aracı ve
potansiyel
risk
taşıyanları
belirlemek
amaçlı
olarak
kullanılabilinir.
VUR’u olan hastanın çocuğuna
yaklaşım için kardeşte olan
yaklaşım kriterleri kullanılabilir.
AUA tanımlarına göre:
Standart (Standard): en katı yaklaşım politikası, Öneri (recommendation): daha az katı, yüksek kalitede olmasa da belli bir
klinik yaklaşımı desteklemek için yeterli kanıtın olduğu politika, Seçenek (option): Kabul edilebilirliği benzer güç ve kalitede
kanıtlarla desteklenen birden fazla yaklaşımın olması durumundaki önerme.
Yeterli kanıt olmadığı zaman hekim ve aile beraber karar verir.
550
kortikal hasar ve diferansiyel fonksiyonları değerlendirilmelidir. Sintigrafi ile böbrekte saptanan defektler
kazanılmış ya da doğumsal olabilir. Doğumsal defektler
böbreğin tümünü etkileyen bir şekilde olur ve sintigrafide böbrek global olarak küçülmüş görünür. Bu doğumsal defektler ‘renal dismorfizm’ veya ‘displazi’ olarak
adlandırılır ve VUR’un böbrek üstündeki engellenemez
sekeli olarak kabul edilmelidir. Skar, terimi aslında hastalık veya travma neticesinde fibröz dokunun normal
dokunun yerini alması anlamındadır. VUR hastalığında
skar terimi, sıklıkla ‘kazanılmış skar’ için kullanılmaktadır. Kazanılmış skarlar, sintigrafik olarak sıklıkla böbreğin alt ya da üst kutbunda yerleşik fotopenik alanlar
olarak kendini gösterir. Aslında kazanılmış skarlar, teorik olarak engellenebilir sekel olarak görülmelidir. Kazanılmış skarlarda kolaylaştırıcı faktörler olarak intrarenal reflü olması, küçük yaş (<4 yaş), papiller anatomi
(alt ve üst pol kaliksleri bileşik olduğu için intrarenal
reflüye daha rahat maruz kalır), idrar yolu enfeksiyonu
varlığı, bakteriyel virulans özellikleri ve konakçı savunmasını bozan patolojilerin olması sayılabilir. Akut
pyelonefritik dönemde çekilen DMSA’lı sintigrafiyle
saptanan hasarlanma alanlarının kalıcı hale gelip gelmediğinin anlaşılması için akut inflamatuar süreçten 6 ay
sonra sintigrafinin tekrarlanması gereklidir.
Bunun yanında VUR’un araştırılması gerektiği başka
özel durumlar da vardır. Bu durumlar arasında antenatal
dönemde hidronefroz (ANH) saptanan çocuklar, VUR’u
olan çocukların kardeşleri, yenidoğan döneminde ateşli İYE geçirenler ve alt üriner sistem disfonksiyonuyla
(AÜSD) beraber saptanan hastalar sayılabilir.
ANH olan çocuklarda eğer postnatal birinci ve dördüncü hafta US’leri normalse VUR olma ihtimali oldukça
azdır ve varsa da düşük derecelidir. Bu hastalarda İSUG
kullanılmayabilir. Ancak, yenidoğan eğer doğum sonrası semptomatik hale geliyorlarsa, postnatal US’de iki
taraflı ileri derecede HN, HN’la beraber çift sistem, üreterosel, üreteral dilatasyon veya anormal mesane bulguları varsa İSUG çekilmelidir.
VUR’u olan çocuğun kardeşinin değerlendirilmesi ise
ayrı bir ilgi alanıdır. Bu konuda değişik fikirler öne sürülse de günümüzde genel kabul görülen yaklaşım; ailenin kardeşte VUR ihtimalinin topluma göre daha yüksek
olduğu konusunda bilgilendirilmesi, tarama yapılacaksa
US’nin kullanılması, US’de anormal bulgular yada kardeşin semptomatik olması durumlarında ise İSUG’un
kullanılması yönündedir. Tuvalet eğitimini tamamlamış,
semptomları olmayan bir kardeşte tarama yapılmasının
ek katkısının olduğu gösterilememiştir.
Ateşli İYE geçiren 2 yaşın altındaki her çocukta US ve
İSUG, İSUG pozitif ise DMSA’lı sintigrafi önerilmelidir.
AÜSD, birliktelikleri sık olması nedeniyle VUR tanı-
sı alan çocuklarda sorgulanmalıdır. VUR’a eşlik eden
AÜSD’un tedavisi VUR’un gidişatı için önemli olmakla
beraber, tedavi edilmeyen AÜSD hastalarında VUR’un
daha fazla böbrek hasarına sebep olduğu ve bu çocukların tekrarlayan İYE açısından daha yüksek risk altında
olduğu gösterilmiştir. Normal şartlarda AÜSD’i olan
bir hastanın klasik değerlendirmesinde İSUG önerilmemektedir. Ancak, ateşli İYE hikayesi olan, US’de
anormallik tespit edilenlerde VUR’un araştırılması gereklidir. Pratik uygulamalar açısından ateşli İYE hikayesi olan AÜSD’u mevcut olan bir çocukta gerek mesane
fonksiyonlarını değerlendirmek gerekse VUR varlığını
araştırmak açısından videoürodinami testi kullanılarak
bu değerlendirmenin yapılması tek seferde iki konuda
değerli bilgi vermesi açısından önerilebilir.
Özellikle yenidoğan döneminde yapılan çalışmalar, yukarıda bahsedilen klasik ‘aşağıdan yukarıya’ yaklaşım
kadar ‘yukarıdan aşağıya’ yaklaşımın da güvenli ve
etkili bir yöntem olarak kullanılabileceğini göstermiştir. Bu yöntemde, ateşli İYE geçiren çocukta öncelikle
DMSA’lı sintigrafi çekilmekte; İSUG, sintigrafide pozitif bulgusu olanlara saklanmaktadır. Bu yaklaşımla;
çok az miktarda VUR’un kaçırılmakta olduğu, atlanan
VUR’ların ise klinik olarak az öneme sahip olduğu, ama
bunun yanında hastaların %50’inde gereksiz İSUG’tan
sakınılabildiği gösterilmiştir. Yeterli hasta yakını bilgilendirilmesiyle bu yöntem de kabul edilebilir bir değerlendirme yaklaşımıdır.
VUR’un görüntülemesinde altın standart olarak kabul
edilen İSUG detaylı anatomik bilgi verebilmesi, üretrayı
değerlendirmeye izin vermesi ve ek anatomik anomalileri de gösterebilmesi gibi avantajları yanında iyonize
radyasyon içermesi, sonda takılmasına gerektiren invzif
bir işlem olması, iyatrojenik İYE riski olması ve psikolojik strese yol açabilmesi gibi dezavantajları da kendi
içinde barındıran bir yöntemdir. Bu nedenle alternatif
yöntem arayışlarına da girilmiştir. Direkt ve indirekt radyonüklid sistografiler, voiding ürosonografiler (VUS) ve
MR-İSUG teknikleri uygulamaya girmiş yöntemlerdir.
Ancak, halen hiçbiri rutin uygulamaya girebilmiş değildir. Radyonüklid sistografiler kardeş reflüsü taramasında ya da VUR tanısı konulmuş hastanın takip tetkiki
olarak kullanıma girmiş bir yöntemdir. VUS ise gelecek
vaat eden bir yöntemdir ancak standartizasyona ihtiyacı
vardır. MR-İSUG ise günümüz için pratik uygulamaya
geçilmesi uzak bir ihtimal olarak görünmektedir. Cerrahi düşünülen hastalarda konvansiyonel İSUG halen
ilk seçenektir. Bir grup hastada klinik bulgular, US ve
sintigrafi bulguları VUR’u işaret etse bile İSUG’la bu
tespit edilememektedir. Bu hastalarda ameliyathanede
yapılan PIC (positioning the instillation of the contrast)
sistografi çok önemli bilgiler verebilmekte ve eş zamanlı olarak tedaviye de olanak sağlamaktadır. Bu nedenle
tanı konulmakta zorluk çekilen hastalarda PIC sistografi
551
XIII. Pediatrik Üroloji
Tablo 13.8. Açık üreteral reimplantasyon tekniklerinin belli başlılarının karşılaştırılması.
Teknik
Avantaj
Dezavantaj
Mesane açılmıyor
Postoperatif spazm/hematüri daha az
Bilateral olgularda artmış üriner retansiyon riski
Üreteral obstrüksiyon
PolitanoLeadbetter
Daha uzun tünel
Kink/obstrüksiyon riski
Megaüreterde dikkat
Barsak yaralanması
GlennAnderson
Kink olmasını engeller
Tünel uzunluğu daha az
Cohen
Kink olmaz
Daha uzun tünel
Retrograd kateterizasyon zor
Ekstravezikal
Lich-Gregoir
İntravezikal
akılda tutulmalıdır.
Hastanın değerlendirilmesi ve görüntüleme yöntemleri
sırasında dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da
eşlik edebilecek patolojilerdir. Üreteropelvik bileşke
darlığı, üreteral duplikasyon, mesane divertikülü ve
paraüreteral divertikül, multiksitik displastik böbrek,
Prune-Belly sendromu bu patolojiler arasında sayılabilir.
13.11.5 Doğal seyir ve tedavi
VUR, zaman içinde gerek mesane fonksiyonlarının
gerekse UVB’nin anatomisi ve fizyolojisinin olgunlaşması sayesinde ‘spontan rezolüsyon (SR)’ şansı olan
bir hastalıktır. Primer VUR’un SR hızına etki eden iki
ana faktör reflünün derecesi ve hastanın yaşıdır. Yüksek dereceli VUR’lar (bilateral 3, 4 ve 5. derece) dışındaki olguların önemli kısmında 5 yıllık takip boyunca
önemli derecede yüksek SR oranları mevcuttur (Tablo
13.5). Diğer önemli bir faktör olan yaşa bakıldığında
ise küçük yaşlarda, özellikle 1 yaş altındaki yenidoğan
VUR’larında, SR oranlarınn daha yüksek olduğu görülmektedir. Yüksek derecedeki reflülerde ise yaşa çok da
bağımlı olmayacak şekilde düşük SR şansları mevcuttur. Yukarıda sayılan sebeplerle aslında küçük bir grup
hasta dışında VUR olgularının önemli bir kısmı konzervatif yaklaşım adayıdır.
Konservatif yaklaşımın dayanağı şu gerekçe ve gerçeklere dayanmaktadır:
1. yüksek dereceli VUR dışında kabul edilebilir SR
oranları vardır,
552
2. normal mesane fonksiyonları varlığında steril reflü iyi
huyludur,
3.böbrekteki küçük boyutlu skarların hipertansiyona,
böbrek yetmezliğine ve gebelikte problemlere yol açması çok düşük bir ihtimaldir, bu risk şiddetli bilateral
hastalık durumunda geçerlidir,
4. konzervatif tedavi; izleyerek takip, devamlı veya aralıklı antibiyotik profilaksisinin kullanımını içerir, uzun
süreli profilaktik antibiyotik kullanımı zararlı değildir,
sünnet enfeksiyonları azalttığı için koruyucu bir etkiye
sahiptir,
5. VUR’un cerrahi tedavisi (endoskopik veya açık) yüksek başarı oranlarına sahiptir.
Konservatif tedavinin prensipleri şunlardır:
-düzenli profilaktik antibiyotik kullanmak (3 aylıktan
küçüklerde amoksisilin, daha büyüklerde nitrofurantoin
ya da trimetoprim-sulfametoksazol, tedavi dozunun 1/3
olacak şekilde, tek doz, gece yatarken),
-düzenli aralıklarla İYE takibi yapmak,
-düzenli aralıklarla üriner sistem görüntülemelerini
yapmak (US, radyonüklid veya konvansiyonel İSUG,
DMSA’lı sintigrafi),
-alt üriner sistem disfonksiyonu mevcutsa tedavisini
vermek.
Düşük doz devamlı antibiyotik profilaksisi; etkinliğini
ve yararını sorgulayan, lehinde veya alehinde çeşitli
çalışmalar mevcut olsa da, günümüzde standart takip
protokolünde halen önerilmektedir. Antibiyotik pro-
filaksisiyle ilgili diğer sorun da ne kadar süre devam
ettirileceğidir ve bununla ilgili mevcut literatür bize kesin bir bilgi verememektedir. Bununla ilgili olarak İYE
açısından risk faktörlerinin durumu (küçük yaş, yüksek
derecede VUR varlığı, tuvalet eğitimi durumu, AÜSD
varlığı, kız cinsiyet ve sünnet edilme durumu) karar
verme aşamasında etkili olmakla beraber profilaksinin,
çocuğun tuvalet eğitimi almasına kadar devam ettirilip
AÜSD’nin olmadığından emin olunduktan sonra kesilip
aktif takibe alınması pratik yaklaşım açısından uygun
olabilir.
Her ne kadar hasta değerlendirmesinde, takip ve tedavisinde hastanın özellikleri göz önünde bulundurularak
karar verilmesi gerekliyse de genel bir yaklaşım fikri
vermesi açısından AUA ve ESPU derneklerinin VUR
hastalarındaki yaklaşım protokolleri tabloda verilmiştir
(Tablo 13.6 ve 13.7).
Uzun dönem sonuçları açısından değerlendirildiğinde
VUR hastalığı, renal parenkimal lezyonların (skar veya
displazi) uzun dönemde sebep olabileceği hipertansiyon, renal fonksiyon kaybı, son dönem böbrek hastalığı,
büyüme geriliği, komplike enfeksiyonlar ve gebelikte
yaşanabilecek yan etkiler nedeniyle ciddi bir hastalıktır. Uzun dönem etkiler açısından düşük dereceli skarsız
böbrekler en düşük risk grubunu oluştururken, bilateral
yüksek dereceli ve skarlı böbreği olan hastalar ciddi risk
grubundadırlar. Bu hastalar başarılı cerrahi tedavi geçirmiş olsalar bile uzun dönem üronefrolojik takibe ihtiyaç
duymaktadırlar. Özellikle tansiyon ve proteinüri takibi
temel değerlendirme açısından önemlidir. Dünya genelinde SDBH’a sebep olma açısından VUR, listede aşağı
sıralara inmişken ülkemizde halen birinci sırada olması
kendi toplumumuz açısından önemlidir.
13.11.6 Cerrahi tedavi
Yukarıda da bahsedildiği gibi VUR hastalarının çok
önemli bir kısmı konservatif tedavi altına alınmaktadır.
Ancak, bir grup hasta bu takip sırasında düzeltici cerrahiye ihtiyaç duyabilmektedir. Çocuğun ailesi konservatif tedavi ve takip seçeneklerini kabul etmemekteyse,
ailenin sosyoekonomik seviyesi takip yapılmasına uygun değilse, antibiyotik profilaksisine rağmen devam
eden febril ya da afebril İYE oluyorsa, yüksek dereceli
reflülerde ciddi pyelonefritik değişiklikler eşlik ediyorsa
veya takipte yeni skar alanları oluşuyorsa ve puberteye
ulaşmış kız çocuklarında VUR’a yönelik düzeltici girişim düşünülmelidir. Bu sayılan durumların dışında bir
grup hastada tanı konulduktan sonra en kısa zamanda
düzeltici cerrahi düşünülmesi gerekebilir. VUR ve UVB
darlığının eşzamanlı olarak mevcut olduğu hastalar,
ciddi anatomik anomalileri (divertikül, çift sistem) olan
hastalar, 1 yaş üstü 5. derece VUR olan hastalar, bilateral 4. derece ve 5 yaşından büyük bilateral 3. Derece
VUR’u olan hastalar (SR oranları çok düşük olduğu
için) bu gruba girmektedir.
Antireflü müdahaleler endoskopik, açık ve laparoskopik
olabilir.
13.11.6.1 Endoskopik teknik
Endoskopik tedavi, bir dolgu maddesinin, üreter orifisinin altına ya da içine submukozal alana enjeksiyonunu içerir. Bu sayede reflülü orifisin altında sağlam bir
destek oluşturulması, submukozal tünelin uzatılması,
üreterin sabitlenmesi, valve mekanizmasının güçlendirilmesi, üreter orifisinde bir koaptasyon yaratılması ve
bu sayede reflünün engellenmesi amaçlanmaktadır.
Klasik enjeksiyon yönteminde, orifisin 2-3 mm aşağısından saat 6 hizasından iğne girilerek submukozaya
dolgu maddesi enjekte edilmektedir. Doğru yöntemle
üreterin altında belirgin bir şişkinlik oluşmalı ve orifis
ağzı aşağı doğru bakan hilal şeklini almalıdır. Bu teknik daha sonra biraz daha geliştirilerek HIT (Hydrodistention implantation technique) yöntemi olarak da
kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemde, üreter orifisi
irrigasyon sıvısıyla genişletilmekte, enjeksiyon üreterin
içinde saat altı hizasından submukozaya yapılmaktadır. Bazı otörler, bu enjeksiyonun biraz daha distaline
bir enjeksiyon daha ekleyerek double-HIT şeklinde bir
modifikasyon da kullanmaktadırlar. HIT, yöntemiyle
enjekte edilen mataryal miktarının arttığı, intraüreteral
olarak uygulandığı için materyalin başka yerlere göç etmesi riskini azalttığı ve enjeksiyonun başarısını böylece
artırdığı düşünülmektedir. İdeal dolgu maddesi, toksik
olmamalı, enjekte edildiği yerde sabit durmalı ve hayati organlara göç etmemeli, lokal inflamasyon etkisi
minimal olmalı, iyi bir şekilde enkapsüle olabilmeli,
kolay enjekte edilebilmeli, enjekte edildiği delikten dışarı kaçağı olmamalı ve enjekte edilen hacmi bulunduğu
yerde muhafaza edebilmelidir. Bu amaçla nonotolog
(politetrafloroetilen, çapraz-bağlı sığır kolajeni, polidimetilsiloksan, dekstranomer hyalurinik asit kopolimeri,
koaptit) ve otolog (kondrosit, yağ, kolajen, kas) materyaller kullanılagelmiştir. Bu materyaller içerisinde şu an
çocuklarda kullanımı FDA tarafından onaylanmış olanı
dekstranomer hyalurinik asit kopolimeri’dir.
Minimal invazif olması, ayaktan hasta şeklinde uygulanabilmesi ve tekrarlanabilir olması gibi özellikleri
nedeniyle çok popülarize olmuş, böylece antibiyotik
profilaksisi ve açık cerrahi tedaviye bir alternatif haline
gelmiştir. Metaanalizler, tek enjeksiyon sonrası 1-2, 3, 4
ve 5. derece VUR için başarı oranlarının sırasıyla (üreter başına) %78, %72, %63 ve %51 olduğunu göstermektedir. Başarısız enjeksiyondan sonraki enjeksiyonla
%68, üçüncü enjeksiyonla %34 başarı bildirilmektedir.
Sonuçta bir veya daha fazla enjeksiyonla toplam başarı
(üreter başına) %85 civarında olmaktadır. Bunun yanın-
553
XIII. Pediatrik Üroloji
da HIT ve double-HIT gibi yöntemlerle başarı oranlarının açık cerrahiye yaklaşır şekilde %90’lara ulaştığı
bildirilmektedir. Kolay bir yöntem gibi görünmekle
beraber kendine has bir öğrenme eğrisi vardır. Özellikle
çift sistemlerde tek sistemlere göre ve nörojen mesanelerde normal mesanelere göre başarı şansı daha düşüktür. Günümüzde VUR’un girişimsel tedavi seçenekleri
içerisinde neredeyse ilk tercih olabilecek şekilde yerini
sağlamlaştıran enjeksiyon yöntemiyle ilgili belki de en
önemli nokta uygun hasta seçimi gibi görünmektedir.
Yüksek dereceli VUR’u olan, çift sistemi olan, nörojen
mesanesi ya da işeme disfonksiyonu olan hastalarda
dikkat edilmeli ve hasta yakınları bu konuda bilgilendirilmelidir. Tekrarlanabilirliğinin de mantıklı sınırlarını
çizmek hem maddi hem de tıbbi sebeplerle önemlidir.
Özellikle ikinci enjeksiyon sonrası başarısız olan olgularda açık cerrahi seçeneği düşünülmeye başlanmalıdır.
Ameliyat sonrası değerlendirmede İSUG 6-12 hafta
sonra istenebilir. Başarısız enjeksiyon sonrası ikinci enjeksiyon 3 ay sonra yapılabilinir. En sık görülen
komplikasyon (%5-15) kontralateral VUR’dur. Hastaların %4’ünden azında geçici bulantı ve yan ağrısı
olabilir ancak bunlar sıklıkla ilaç tedavisiyle düzelir.
Gros hematüri, febril İYE ve idrar retansiyonu çok nadir görülür. En önemli potansiyel komplikasyon UVB
obstrüksiyonudur ve %0,6 oranında görülür. Mesane
disfonksiyonu olan ve ileri derecede dilate üreteri olan
hastalar bu açıdan risk taşırken UVB darlığıyla beraber primer VUR’u olan hastalarda enjeksiyon yöntemi
kontraendikedir. Uzun dönem takiplerde %20’lere varan
nüksler bildirilmekle beraber güncel serilerde bu oran
%5’lere düşmektedir.
13.11.6.2 Açık cerrahi
Endoskopik tedavi yönteminin yaygın ve başarılı kullanımıyla günümüzde açık cerrahi hastaların %5-10’unda
gerekli olmaktadır. Yine de başarısız enjeksiyon sonrası,
yüksek dereceli VUR hastalarında, VUR’un UVB darlığı ile birlikte olduğu durumlarda, belirgin anatomik
anomali varlığında (divertikül, üreterosel, çift sistem,
ektopik üreter) ve mesane disfonksiyonunun eşlik ettiği hastalarda açık cerrahi bir seçenek olarak önümüze
gelmektedir. Hasta seçiminde infravezikal obstrüksiyon
gibi VUR’a sebep olabilecek faktörlerin değerlendirilmesi önemlidir. İşlem sırasında distal üreterin gergisiz
olacak şekilde yeterince serbestlenmesi ve bu sırada
kanlanmasının bozulmamasına dikkat edilmelidir. Beşe
bir oranına uyacak şekilde yeterli bir submukozal tünel
oluşturulmalıdır. Üreterin bu tünele torsiyon, büklümlenme yapmayacak ve altında yeterli bir kas desteği
olacak şekilde yerleştirilmesi esastır. Mesanenin içinde
veya dışında çalışılmasına göre intravezikal, ekstravezikal veya kombine yöntemler varken, yeni oluşturulan
orifisin orijinal orifise göre olan pozisyonuna göre de
554
suprahiatal ya da infrahiatal yöntemler mevcuttur. Her
yöntemin kendine göre avantaj ve dezavantajları (Tablo
13.8) varsa da genel olarak açık cerrahinin dezavantajları olarak hospitalizasyon gerekliliği, postoperatif ağrı,
spazm olması, üriner drenaj gerekliliği, az da olsa yaşanabilen obstrüksiyon (%2) ve kontralateral reflü (%9)
gelişmesi sayılabilir. Ek anomalilerin düzeltilebiliyor
olması, işeme disfonksiyonundan etkilenmiyor olması,
%92-98 gibi çok yüksek ve kalıcı başarısının olması,
bu yüksek başarı sayesinde artık postoperatif kontrol
İSUG’a ihtiyaç olmaması avantajlarıdır. Tecrübenin artmasıyla günübirlik cerrahi şeklinde ve katetersiz yapılan
seriler de bildirilmiştir.
Günümüzde laparoskopideki gelişmelerle antireflü cerrahilerin de laparoskopik olarak gerçekleştirilebildiği
görülmektedir. Transperitoneal ekstravezikal ve pnömovezikoskopik intravezikal yöntemlerle bu işlemin
laparoskopik olarak yapılabilirliği, güvenilirliği ve etkinliği gösterilmiştir. Ancak, halen ameliyat süresinin
açık cerrahiden uzun olması, ileri derecede laparoskopik tecrübe gerektirmesi bu yöntemin yaygınlaşmasının
önündeki en önemli engellerdir. Bu yüzden laparoskopik yaklaşım rutin bir prosedür olarak önerilememekte,
laparoskopik deneyimi fazla olan merkezlerde bir alternatif olarak sunulabileceği belirtilmektedir.
Okunması önerilen kaynaklar
Elder JS, Peters CA, Arant BS Jr. et al.: Pediatric Vesicoureteral Reflux
Guidelines Panel summary report on the management of primary vesicoureteral reflux in children. J Urol 1997; 157: 1846.
Peters CA, Skoog SJ, Arant BS Jr, Copp HL, Elder JS, Hudson RG, Khoury
AE, Lorenzo AJ, Pohl HG, Shapiro E, Snodgrass WT, Diaz M. Summary of
the AUA Guideline on Management of Primary Vesicoureteral Reflux in
Children. J Urol. 2010 Sep;184(3):1134-44. Epub 2010 Jul 21.
Läckgren G, Kirsch AJ. Surgery Illustrated - Surgical Atlas Endoscopic
treatment of vesicoureteral reflux. BJU Int. 2010 May;105(9):1332-47.
Vesicoureteral reflux. Khoury AE, Bagli DJ. In: Campbell-Walsh Urology.
Editor-in-chief, Alan J. Wein ; editors, Louis R. Kavoussi et al. Volume 4,
Chapter 122, pp:3267-3309, 10th edition, Philadelphia, 2012.
Tekgül S, Riedmiller H, Hoebeke P, Kočvara R, Nijman RJ, Radmayr C, Stein
R, Dogan HS. EAU Guidelines on Vesicoureteral Reflux in Children. Eur
Urol. 2012 Jun 5. [Epub ahead of print]
Routh JC, Inman BA, Reinberg Y. Dextranomer/Hyaluronic Acid for Pediatric Vesicoureteral Reflux: Systematic Review. Pediatrics 2010;125;10109.
13.12 Antenatal
hidronefroz
13.12.1 Tanım
Gebelik takiplerinde ultrason kullanımının artmasıyla
prenatal dönemde hidronefroz (1/100 ile 1/500) daha
sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Neonatal dönemde hid-
ronefrozun önemli bölümü geçici hidronefrozdur, diğer
sık nedenleri ise üreteropelvik darlık, vezikoüreteral
reflü, megaüreterdir. Bunun yanında gerçek hidronefroz olmayan multikistik displastik böbrekte (MKDB)
bazen üreteropelvik darlık ile karışabilir (Tablo 13.9).
MKDB’de ultrasonda kistler arasında ilişki olmaması
ile üreteropelvik darlıktan ayrılabilir. Prenatal hidronefroz tanısıyla bize neonatal dönemde gelen yenidoğanda
takipte düzelen, medikal tedavi gereken veya cerrahi
müdahale gereken hidronefroz gruplarını ayırarak hem
böbrek parankim kaybı olmadan müdahale etmek hem
de infantı gereksiz tetkik ve tedaviden korumak ana
amacımız olmalıdır.
13.12.2 Tanı ve değerlendirme
Prenatal hidronefroz ile takip edilen yenidoğanda noninvaziv test olan ultrason tetkiki tanı ve takipte önemli yer
tutmaktadır. Oligürik evre olan yaşamın ilk 3 gününden
sonra tercihen 7- 10 günde yapılmalıdır. Ultrason mümkünse klinisyen tarafından yapılmalı veya en azından
takip ultrasonları aynı radyolog tarafından yapılmalıdır.
Ultrasonda hidronefroz derecesi, koronal planda ölçülen
anterioposterior (AP) renal pelvis çapı, renal parankim
ekojenitesi (displazide artar), pelvisin ekstrarenalitesi,
üreter gözlenmesi ve boyutu (sadece dilate üreter gözlenir), mesane dolu ve boş iken kayıt edilmelidir. Hidronefrozun sınıflaması Fetal Üroloji Derneği (SFU) sınıflamasına göre yapılmalıdır. Grade 0 normal iken; grade
1 renal pelviste hafif genişleme; grade 2 pelviste belirgin
genişleme, kalisiyel belirginleşme; grade 3 renal pelvis
ve kalikslerde yaygın genişleme; grade 4 ise grade 3’e
ek olarak parankimal incelme, atrofiyi tanımlar. Neonatal böbreğin medulla ve piramidinin sonolusent görüntüsü ultrasonda hidronefroz ile karışabilir. Grade 1 ve 2
hidronefroz daha çok zamanla düzelirken, grade 3 ve 4
hidronefrozlu hastalarda daha ciddi patoloji ve daha fazla cerrahi gereklilik vardır. Hidronefroz derecesi gibi AP
çap da tedavi gerekliliğini ortaya koyar (Tablo 13.10).
AP çapının 7 mm’nin üzerinde olması yenidoğanda belirgin üropatiyi, 15 mm üzerinde olması ise en sonunda
piyeloplasti gerekliliğini yüksek doğrulukla göstermektedir.
Doppler ultrasonda Rezitivite indeksi (RI) (pik sistolik
akım-minimum diastolik akım/pik sistolik akım) bakılarak obstrüksiyon hakkında bilgi edinilebilir.
Gadolyumlu Magnetik rezonans hem anatomik yapı
hem de fonksiyon hakkında bilgi verir. Afonksiyonel
böbrekte dahi anatomik yapı hakkında bilgi verebilir.
Rutland-Patlak plotu ile tek böbreğin glomerüler filtrasyon hızı hesaplanabilir. Ayrıca DMSA ile kıyaslanır
şekilde renal skar hakkında bilgi verir. Uygulamada sedasyon gerekliliği, fonksiyon tespiti için kullanılan hesaplamalar üzerinde tam görüş birliği olmaması infantta
kullanımını kısıtlamaktadır.
Voiding sistoüretrografi
Voiding sistoüretrografide (VCUG) 5 veya 8 French feeding tüp ile yaş uyumlu mesane kapasitesi kadar kontrast madde verilerek dolum ve işeme anında film çekilir.
Grade 1 reflüyü yakalamak için ek olarak oblik filmde
alınır. Prenatal ultrasonda mesane çıkım obstrüksiyonundan şüpheleniliyorsa hemen VCUG çekilmelidir,
diğer hidronefrozlarda birinci ayda çekilmesi önerilmektedir. Birçok otör VCUG çekilene kadar profilaktik
amoksisilin (10mg/kg/gün) önermektedir. Reflü oranı
%33’e kadar olan oranda bildirilmişse de özellikle erkek
infantlarda yüksek oranda rezolüsyona uğrar.
Radyonüklid incelemeler
Böbrek sintigrafileri separe fonksiyonu, obstrüksiyon
derecesini ve renal parankimini değerlendirmede kullanılan bir tanı yöntemidir. Doğumu takiben 4. veya
6. haftada inceleme yapılır. Teknesyum 99m (99mTc)
Dimerkaptosüksinik asit (DMSA) renal tübüler hücreye
bağlanarak renal parankim görüntülemede ve skar değerlendirmede üstünken, 99mTc Merkaptoasetiltriglisin
(MAG3) tübüler sekresyonla, 99mTc Dietilentriamin
pentaasetik asit (DTPA) ise glomerüler filtrasyonla renal fonksiyon ve boşaltımı değerlendirmede üstündür.
Neonatal hidronefrozda tanıda diüretikli renogram
kullanılır. 99m Tc DTPA immatür böbrekli ve düşük
glomerüler filtrasyon hızlı infantlarda yetersizdir. Bu
nedenle daha düşük radyasyon dozu gerektiren 99mTc
MAG3 tercih edilir. Diüretikli renogram uygulamasında hidrasyon standardizasyonu, üretraya kateterizasyon
gereklidir. İlk 2-3 dakikada renal parankim alımı oluşur
ve bu evrede diferansiye fonksiyon ölçülür. 20-30 dakika sonra yapılan diüretik enjeksiyonu sonrası boşaltım
zamanına bakılır, eğer yarısının boşalma zamanı (T1/2)
15 dakikanın altında ise normal kabul edilirken T1/2>20
dakika ise obstrükte kabul edilir. T1/2 ölçümü hidrasyon, renal fonksiyon ve teknikten etkilenir. Bu nedenle
diferansiye renal fonksiyon daha anlamlıdır. %40’ın altında olması ve takip eden sintigrafilerde %10’dan fazla
fonksiyon kaybı çoğu otör tarafından cerrahi endikasyon olarak kabul edilir.
13.12.3 Neonatal hidronefroza yaklaşım ve
tedavi
Neonatal hidronefrozda takip ve tedavideki temel yaklaşımımız böbrekleri korurken, yenidoğanda gereksiz invaziv girişim ve tedaviden kaçınmak olmalıdır. Prenatal
tanılı hidronefrotik hastalarda oligürik evre olan ilk 3
günden sonra tercihen 7 ila 10. gün ultrason yapılmalıdır
(Şekil 1). İnfravezikal obstrüksiyondan şüpheleniliyorsa
hemen VCUG çekilip erken dönemde müdahale yapılmalıdır. Bunun dışında VCUG birinci ayda çekilmelidir.
555
XIII. Pediatrik Üroloji
Prenatal Hidronefroz
Megaüreter
üreter çapı > 7 mm
Postnatal Ultrason
(4-10 gün)
Diüretik renogram
Hidronefroz
VCUG
Reflü
Yok
SFU grade 1-2
ve
AP çap < 10 mm
SFU grade 3-4
veya
AP çap > 10 mm
+
Obstrüksiyon
Hidronefrozda
kötüleşme
Unilateral Hidronefroz
RF %10-40,
SFU grade 3-4 hidronefroz
Nefrektomi
Düzelme var
Piyeloplasti
-
 Reküren idrar
yolu
enfeksiyonu
 Hidronefrozda
artma
 Split renal
fonksiyonda
azalma
Üreteral
remodelling + UNC
Perkutan nefrostomi
Düzelme yok
+
Takip
Neonatal dönemde;
 İleri derecede
hidronefroz
 Böbrek
fonksiyonunda ileri
derecede bozulma
 İleri derecede
obstrüksiyon
Diüretik renografi
(MAG3)
RF <%10
+
Yakın takip
VCUG
4. hafta
Reflü var Reflü yok
profilaksi+
DMSA
6. ve 12. ayda
ultrason takibi
VUR gibi
takip
Kontrol ultrasonu (4. hafta)
Hidronefroz yok
veya stabil
-
RF >%40
Takip
Sepere fonksiyonda
%10 azalma
Hidronefrozda artma
Semptom varlığı
AP çapta artış
Üreterokutanostomi,
Reflüye izin veren üreteral
implantasyon veya
Yüksek basınçlı balon
dilatasyon (?)
UNC
(mesane kapasitesi
yeterli olunca)
Şekil 13.17. Neonatal hidronefrozda yaklaşım şeması
(RF: separe böbrek fonksiyonu, SFU grade: Fetal Üroloji Derneği sınıflaması hidronefroz derecesi, AP çap:
koronal planda ölçülen anteriposterior renal pelvis çapı, VCUG: Voiding sistoüretrografi, UNC:
üreteroneosistostomi )
Bazı otörler postnatal ultrasonu normal olanlarda benzer
oranda olmak üzere %16 VUR saptanması nedeniyle
bütün neonatal hidronefrozlu hastalarda VCUG önermekteyken, birçok otör ve takip protokolü bu reflülerin
birçoğunun klinik etkisi olmayacağı için dilate üreter,
çift toplayıcı sistem, bilateral dilatasyon, anormal ekojenite, SFU grade 3 ve 4 hidronefrozu olan ve hidronefrozu mesane doluluğuna göre değişen hastalara bu tetkikin
saklanmasını önermektedir. SFU grade 1 ve 2 olan has-
556
taların idrar yolu enfeksiyonu geliştiğinde hemen tedavi
edilmek üzere yakın takip edilebileceği bildirilmiştir.
Ayrıca VCUG planlanan hastalara VUR dışlanana kadar
antibiyotik profilaksisi başlanabilir. Trimetoprim sulfametoksazol yenidoğanda serumda albumini bağlayarak
kern ikterus riskini arttıracağı için ilk bir ay kullanılamaz, bunun yerine amoksisilin 10 mg/kg/gün’den verilebilir. VUR saptanırsa takip ve tedavi reflü bölümünde
anlatıldığı gibidir.
Tablo 13.9. Neonatal hidronefroz nedenleri ve sıklığı
Neonatal hidronefroz nedeni
Geçici hidronefroz
Üreteropelvik obstrüksiyon
Vezikoüretral reflü
Megaüreter
Multikistik displastik böbrek
Posterior üretral valv
Üreterosel/ektopik üreter/çift toplayıcı sistem
Birinci ayda yapılacak kontrol ultrasonu sonrası hafif
derecede hidronefrozu olanlarda kötüleşme varsa veya
SFU grade 3-4 hidronefrozu olanlarda veya AP çapı 10
mm üzerinde olanlarda 4 veya 6. haftada diüretik renogram çekilmelidir. Diğer hastalar 6. ve 12. ayda ultrason
ile takip edilmelidir, bazı otörler 2 ile 3 yıl takip önermektedir.
Üreteropelvik bileşkede darlık saptanan hastalarda tek
taraflı hidronefrozlarda diüretik renogramdaki sonuca
göre separe fonksiyon %40’nın üzerinde olan hastalara seri ultrasonlar ve gerektiğinde renogram tekrarları
ile takip edilir (Şekil 13.17). Eğer renogramda separe
fonksiyon %40’nın altında ise, takip renogramlarında
fonksiyonda %10’dan fazla azalma varsa, SFU grade 3
ve 4 hidronefroz varsa, AP çap 40 mm üzerinde ise, takipte AP çapta artma, soliter böbrekte ciddi hidronefroz
varsa, febril enfeksiyon, ağrı gibi semptomatikse Hynes
ve Anderson’un piyeloplastisiyle cerrahi düzeltme yapılması gerekir. Separe fonksiyonu %10’un altında ise
nefrostomi takılabilir, takipte fonksiyonda düzelme
mevcutsa düzeltici operasyon yapılır, eğer düzelme yoksa nefrektomi yapılabilir. Bunun yanında bilateral olgularda separe fonksiyon yeterli bilgi vermeyeceğinden bu
grupta özelleşmiş takip gerekir. Bu hasta grubunda grade 3 ve 4 hidronefroz yanında AP çap 30 mm olanlara
düzeltme ameliyatı yapılmalıdır.
Megaüreter tanısı üreterin çapının 7 mm’den fazla ölçülmesiyle konur. VCUG ile reflü ve infravezikal obstrüksiyon araştırılır. Diüretik renogramda boşaltım eğrisi,
genişlemiş üretere maddenin geçişi sonucunda normal
olabilir, bu nedenle üreter üzerinde de eğri alınmalıdır.
Primer megaüreterli vakalar reflülü, reflüsüz olarak
bunlarda kendi içinde obstrükte olan ve olmayan olarak
Sıklığı (%)
% 41-88
% 10-30
% 10-20
% 5-10
% 4-6
% 1-2
% 5-7
ayrılır (Şekil 13.17). Reflülü obstrüksiyonsuz megaüreter vezikoüretral reflü takip ve tedavi prensiplerine göre
izlenir. Reflüsüz obstrüksiyonsuz megaüreterler büyük
çoğunlukla takipte düzelir. Reflüsüz megaüreterlerde
hidronefroz derecesi düşük olanlar, genellikle 12 ile 36.
ayda düzelme eğiliminde olduğu için ultrason takipleriyle izlenerek hidronefrozda kötüleşme olduğunda
renogram tekrarı ile değerlendirilir. İleri derecede hidronefrozda dahi 3 yılı geçkin sürede düzelme olabilir,
ancak daha dikkatli takip gerekir. Bu hastaları takipte
böbrekleri koruyucu tedavi olarak profilaktif antibiyotik
(ilk bir ay amoksisilin 10 mg/kg/gün) başlanır. Ancak
obstrüksiyonu olan ve özellikle beraberinde reflü olan
megaüreterlerde tedavi ihtiyacı gelişebileceğinden yakın takip gerekir. Retrovezikal üreter çapının 10mm fazla olması yakın takip için uyarıcıdır. Reküren idrar yolu
enfeksiyonu, artan hidronefroz, split renal fonksiyonda
azalma cerrahi tedaviyi gerektirir.
Cerrahi tedavide üreter devaskülarize edilemeden serbestlenip düzleştirilir, sonrasında eksizyonel (Hendren
tipi) ve plikasyon (Star tipi) tipi üreteral remodeling ile
üreter çapı daraltılarak antireflü için uygun çapa getirilir
ve üreteroneosistostomi ile reimplante edilir. Ciddi neonatal hidronefrozlu hastalarda erken dönemde müdahale
gerekir, mesane kapasitesi küçükken yapılacak düzeltici
operasyon teknik olarak zor, komplikasyonu fazla olduğundan üreterokutanostomi veya obstrüktif megaüreterde reflüye izin veren üreteral reimplantasyon yapılabilir,
bu yöntemlerle böbrek korunurken üreteroneosistostomi zamanında üreterin çapının azalmasını sağlanır. Son
dönemde obstrükte megaüreterde, yüksek basınçlı balon
dilatasyon ile başarılı sonuç bildirilse de uzun dönem
sonuçlarının beklenilmesi gerekmektedir.
Tablo 13.10. Neonatal hidronefrozda renal pelvis anterioposterior (AP) çapına göre takipte cerrahiye gitme
oranları
Renal Pelvis AP Çapı
Cerrahi Girişim gerekliliği (%)
<15mm
%2
15- 20mm
%7
20- 30mm
%29
30- 40mm
%61
40- 50mm
%67
>50mm
%100
557
XIII. Pediatrik Üroloji
Okunması önerilen kaynaklar
Nguyen HT, Herndon CD, Cooper C, Gatti J, Kirsch A, Kokorowski P, Lee
R, Perez-Brayfield M, Metcalfe P, Yerkes E, Cendron M, Campbell JB.
The Society for Fetal Urology consensus statement on the evaluation
and management of antenatal hydronephrosis. J Pediatr Urol. 2010
Jun;6(3):212-31.
Elmore J, Kirsch AJ. Asessment of Renal obstructive disorders: ultrasound, nuclear medicine, and magnetic resonance imaging In: Docimo
SG, Canning DA, Khoury AE, eds. The Kelalis- King- Belman Textbook of
Clinical Pediatric Urology Fifth edition informa healthcare 2007: 447-60.
Tekgül S, Reidmiller H, Beurton D, Gerharz E, Hoebeke P, Kocvara R,
Radmayr Chr, Rohrmann D. Dilatation of the upper urinary tract (ureteropelvıc junction and ureterovesical junction obstruction) EAU Guidelines
on Paediatric Urology 2007 Mar; 44-6
Dhillon HK. Prenatally diagnosed hydronephrosis: the Great Ormond
Street experience. Br J Urol. 1998 Apr;81 Suppl 2:39-44.
Bouzada MC, Oliveira EA, Pereira AK, Leite HV, Rodrigues AM, Fagundes
LA, Gonçalves RP, Parreiras RL. Diagnostic accuracy of fetal renal pelvis
anteroposterior diameter as a predictor of uropathy: a prospective study.
Ultrasound Obstet Gynecol. 2004 Dec;24(7):745-9.
Belarmino JM, Kogan BA. Management of neonatal hydronephrosis. Early
Hum Dev. 2006 Jan;82(1):9-14.
Estrada CR, Peters CA, Retik AB, Nguyen HT. Vesicoureteral reflux and urinary tract infection in children with a history of prenatal hydronephrosis-should voiding cystourethrography be performed in cases of postnatally
persistent grade II hydronephrosis? J Urol. 2009 Feb;181(2):801-6;
discussion 806-7.
Dias CS, Bouzada MC, Pereira AK, Barros PS, Chaves AC, Amaro AP,
Oliveira EA. Predictive factors for vesicoureteral reflux and prenatally
diagnosed renal pelvic dilatation. J Urol. 2009 Nov;182(5):2440-5.
Yerkes EB, Adams MC, Pope JC 4th, Brock JW 3rd. Does every patient
with prenatal hydronephrosis need voiding cystourethrography? J Urol.
1999 Sep;162(3 Pt 2):1218-20.
Gupta DK, Chandrasekharam VV, Srinivas M, Bajpai M.Percutaneous
nephrostomy in children with ureteropelvic junction obstruction and
poor renal function. Urology. 2001 Mar;57(3):547-50.
Joseph DB. Megaureter. In: Docimo SG, Canning DA, Khoury AE, eds. The
Kelalis- King- Belman Textbook of Clinical Pediatric Urology Fifth edition
informa healthcare 2007: 577-91.
McLellan DL, Retik AB, Bauer SB, Diamond DA, Atala A, Mandell J,
Lebowitz RL, Borer JG, Peters CA. Rate and predictors of spontaneous
resolution of prenatally diagnosed primary nonrefluxing megaureter. J
Urol. 2002 Nov;168(5):2177-80; discussion 2180.
Lee SD, Akbal C, Kaefer M. Refluxing ureteral reimplant as temporary
treatment of obstructive megaureter in neonate and infant. J Urol. 2005
Apr;173(4):1357-60; discussion 1360.
García-Aparicio L, Rodo J, Krauel L, Palazon P, Martin O, Ribó JM.
High pressure balloon dilation of the ureterovesical junction--first
line approach to treat primary obstructive megaureter? J Urol. 2012
May;187(5):1834-8
Link BA, Slobodov G, Campbell JB, Kropp BP. Radiographic changes following excisional tapering and reimplantation of megaureters in childhood:
long-term outcome in 46 renal units. J Urol. 2007 Oct;178(4 Pt 1):1474-8.
13.13 Posterior üretral valf
13.13.1 Tanım ve insidans
Posterior Üretral Valf (PUV) 1/8000-25000 canlı doğumda gözükür ve antenatal saptanan uriner obstrüksü-
558
yonların %10 unu oluşturur. Fetal USG de 1/1250 de
gözükmektedir. Bir çalışmaya göre antenatal saptanan
olguların % 46 sonlandırıldığı için son zamanlarda PUV
saptanan hasta sayısı azalma görülmektedir.
Langenbeck 1802 ilk konjenital üretra obstrüksüyonunu tanımlasa da gerçek anlamda Hugh Hampton Young
1919 da sistoskopik olarak PUV u tanımlamış ve 3 çeşit
olarak sınıflamıştır. Young sınıflamasına göre Tip I valf
% 95 oranında gözükmektedir.
PUV anne karnında mesonefrik kanalın fetal kolokaya
yanlış birleşmesi sonucu olmaktadır. Normal uretrada
da plikalar olduğu için mesonefrik kanalın verumontanuma doğru kaymasıyla ilişkilendirilmiştir.
13.13.2 Patofizyoloji
PUV da konjenital obstruksiyonun proksimalinde kalan
tüm üriner sistem etkilenmektedir. Böbreğin etkilenmesi 2 şekilde açıklanabilir. Burada devamlı olan yüksek
basınç nedeniyle fonksiyon bozulması gözlemlenmektedir. Ortaya çıkan tübuler disfonksiyon idrar konsantre
etme ve idrar asidifikasyonunda sorun oluşturmaktadır.
Burada hastanın hidrasyonundan bağımsız nefrojenik
diabetes insipitus nedeniyle idrar atımında artış olur.
Elektrolit bozuklukları ve dehidratasyonla karşılaşılabilir. Yüksek idrar atılımı devamlı bir HUN ve mesane
disfonksiyonuna neden olabilir. Bu durum yaşla beraber
artış göstermektedir. Diğer sorun anne karnında anormal böbrek gelişim sürecinde ortaya çıkan displazi dir.
Renal displazi geri dönüşümsüzdür bu nedenle çocuk
doğduğu esnada kalan böbrek rezervi sonraki hayatında
belirleyici olacaktır. PUV da tek taraflı VUR saptanan
olgularda genelde reflülü ünite dizplastik böbrekten
oluşmakta buda sağlam böbreğin korunmasını sağlamaktadır. Reflü-displazi %13 oranında saptanır ve genelde sol tarafta olur.
13.13.3 Tanı ve değerlendirme
Yeni doğan döneminde hayati tehdit eden bir hastalıkla
idrar yolu enfeksiyonu, minimal işeme disfonksiyonu
arasında değişen bir spektrumdur. Bir çalışmaya göre
okul cağındaki çocuklarda % 35 böbrek yetmezliği ile
kendini gösterir.
Ultrason
Ultrason fetal hidronefroz tanısında yeterli olmakta fakat ayırıcı tanıda yeterli olamamaktadır. Bilateral HUN
un ayırıcı tanısında PUV, Prune-belly sendromu, bilateral üreteropelvik bileşke obstrüksiyonu, bilateral yüksek
dereceli reflü, bilateral üreterovezikal bileşke darlığı,
konjenital üretral atrezi ve anterior üretral obstrüksiyon
sayılabilir. Antenatal USG nin yapılış zamanı önemlidir
çünkü 24. Haftadan önce yapılanlarda atlanabilir.
Klasik olarak USG de, bilateral HUN, distande kalın duvarlı mesane, anahtar deliği görünümü vardır. Bilateral
HUN, oligohidramniyoz ve distande mesanede mutlaka
PUV düşünülmelidir.
kalibrasyonunda azalma gözlenir bu başarılı ablasyon
sonrasında dahi 12 haftaya kadar uzayabilir. Erken ablasyon ilerki yaslarda mesane fonksiyonlarının korunmasında önemlidir.
İşeme sistografisi
Vezikostomi
İşeme sistografisi posterior üretra, mesane ve reflüyü
gösterdiği için en önemli tetkiktir ve en uygun zamanda
yapılmalıdır. Üretra anatomisi bazen diğer hastalıklarla
benzerlik gösterebilir, mesane çok trabeküle ve kalın
duvarlıdır. %50 reflü saptanır ve neonatal dönemde ilerki yaşlar göre daha fazla gözlemlenmektedir.
İnfant sistoskopi için yeterli büyüklükte değilse geçici
çözüm için vezikostomi uygulanır. % 90 olguda yeterli
drenajı sağlar.
Sintigrafik çalisma
Mercaptoacetyltriglisin (MAG-3) parenkim ve toplayıcı sistem ile ilgili bilgi verdiği için önemlidir. Mutlaka
Üretral kateter takıldıktan sonra çekilmelidir.
Laboratuar
İlk 48 saate yapılacak tetkikler annenin böbrek fonksiyonlarını taklit edeceği için 48 saat sonra BUN, kreatinin, elektrolitlere ve bikarbonat düzeyine bakılmalıdır.
Birkaç kere 2 gün ara ile tekrarı uygundur.
Prognostik faktörler
Ultrason, serum biyokimyasi, teşhis yaşı ve reflü varlığı
önemli prognostik faktörlerdir. İlk sene içinde nadir kreatininin 0.8 mg/dL nin altında olması, USG de HUN un
şiddetinin azlığı ve displazi olmaması, reflünün tek tarafli olmasi ve Prenatal tanının 24 haftadan sonra olması
iyi belirleyicilerdendir.
13.13.4 Tedavi ve prognoz
Mesane drenaji
İlk yapılması gereken acil mesane drenajıdır ve bunun
için üretral kateter takılması gerekmektedir. Yenidoğanda 3.5-5 Fr pediatrik beslenme tüpleriyle kateterize
edilir. Kateterin yerinde olduğu mutlaka irrigasyonla
gerekirse tek şut sistogramla kontrol edilmelidir. Bazı
zamanlarda kateteri posterior üretradan geçirmek zor
olabilir. Genel durumu bozuk yenidoğanlar yoğun bakim ünitelerinde takip edilmelidir.
Yüksek diversiyon
Günümüzde çok uygulanmasada vezikostominin yetersiz olduğu olgularda indikasyonu vardır.
Reflüye yaklaşım
Teşhis sırasında %50-70 VUR vardır. Valf ablasyonu
sonrası bunların %20-32 oranında kaybolduğu görülür.
İleriki yaşlarda bozuk mesane dinamiğini düzeltmeye
yönelik medikal tedaviler eklenir. Geçmeyen olgularda
Ureterik reimplantasyon son çaredir ve PUV mesanesinde teknik olarak zor olabilir. Genelde mesane ogmentasyonu ile beraber uygulanır.
Valf Mesane sendromu
Basarılı ablasyona rağmen mesanenin intrinsik bozukluğu, yüksek kapasite ve yüksek basınç nedeniyle dilate üst üriner sistem olarak tanımlanır. Bunlar overflov
inkontinansı olan olgulardır. İlk başta zamanlı işeme
gerekirse Temiz Aralıklı Kateterizasyon (TAK) ve α
blokerler tedaviye eklenir. Bu olgular gece kateterli bırakılabilir ve bu sistemdeki dilatasyonu azaltır.
Mesane disfonksiyonu tedavisi
Bu olgularda iyi drene olamama ve inkontinans gözlemlenir. Yapılan bir çalışmada 5 yaşına gelen olguların yaşıtlarına göre %81 daha fazla işeme problem raporladığı
gözlemlenmiştir. Sadece % 53 u 12 yaşında kurudur.
Üç çeşit ürodinamik patern saptanır: Myojenik yetersizlik, detrusor hiperrefleksi ve azalmış komplians-düşük
kapasite. Bu olgular ürodinamik incelemelerle yakin
takip edilmelidir. Olgular antikolinerjik, α bloker, TAK,
devamlı gece kateterizasyonu, zamanlı işeme ile takip
edilir.
Valf ablasyonu
PUV-Transplantasyon
Genel durumu düzelen hastalara sistoskopi esliğinde
valf ablasyonu yapılmalıdır. Bugbe elektrot veya pediatrik rezektoskop kullanılabilir. Valf insizyonunda sadece
12; 4 ve 8; 4,8,12 beraber tekniklerin hepsi uygulanmaktadır. İnsizyon sonrasında kateterin 24 saat bırakılması
önerilir. Valf artığı kalmadığından emin olunduktan sonra yeni çekilecek işeme sistogramının zamanı hakkında
bir konsensus yoktur. Bu sistogramda mesane trabekulasyonunda azalma, reflünün kaybı ve posterior üretra
PUV hastalarinin % 50 si hayatlarında son dönem böbrek yetmezliği ile tanışacaklar ve transplant indikasyonu
alacaklardır. Mesane disfonksiyonu düzeltilen olgularda
greft fonksiyonları yeterli olmaktadır.
Okunması Önerilen Kaynaklar
Campbell-Walsh Urology, Tenth edition
The Kelalis-King-Belman Textbook of Clinical Pediatric Urology
559
XIII. Pediatrik Üroloji
13.14 Üreterin doğumsal
anomalileri
şının rahatlatılması veya ameliyatla üreter ucunun düzeltilmesi uygulanabilir.
üreterler idrarı böbreklerden mesane taşıyan ince uzun
kanallardır. Bu organın doğuştan olan bozuklukların
üreterin doğumsal anomalileri denir.
Üreter çıkışının (orifis) yanlış yerde olmasına ektopik
üreter orifisi denir. En sık olarak üreterosel ve üreter
duplikasyonu ile birlikte görülür. Erkek çocuklarda üreter doğrudan sperm kanalına veya erbezine açılabilir.
Böyle durumlarda idrar yolu enfeksiyonu veya sperm
kanalında iltihap olabilir. Kız çocuklarında üreter orifisi
üretra, vajina veya perinede (vajina ile anüs arasındaki
bölge) olabilir. Bu çocuklar mutlaka sürekli damlatma
şeklinde idrar kaçırırlar. Sık enfeksiyon görülebilir.
Tanım:
13.14.1 Üreter çiftlenmesi
(üreter duplikasyon)
İdrar yollarının en sık görülen anomalilerinden biridir.
Kadınlarda daha sık görülür ve genellikle çift taraflıdır.
Kalıtımsal olarak nesilden nesile geçebilir. Üreterin tamamı çiftlenmiş olabileceği gibi (komplet), sadece bir
kısmı da çiftlenmiş olabilir (parsiyel).
Üreterin çiftlenmesi, böbrek havuzunun (pelvis) da duplikasyonuna neden olur. Eğer tam çiftlenme mevcutsa
böbreğin üst havuzundan çıkan üreter mesanede aşağı
bir kısma, böbreğin alt havuzundan çıkan üreter ise
diğerinin biraz daha üstüne açılır. Alt kısımdan çıkan
üreterde idrarın mesaneden böbreğe geri kaçması (vezikoüreteral reflü) gerçekleşir. Üreterin duplikasyonu
çoğu zaman hastada herhangi bir şikâyet yaratmazken,
bazı hastalarda sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonuna
neden olurlar.
Ekskretuar ürografi (damardan opak ilaç verilerek film
çekilmesi) ve işeme sistoüretrografisi (sonda ile mesaneye opak ilaç verilerek işeme anının filmi çekilir)
yöntemleri ile tanı koyulur. Sık idrar yolu enfeksiyonu
geçiren hastalar antibiyotik ile kısa veya uzun süreli tedavi edilirler. Eğer geriye idrar kaçışı varsa bu durum
şiddetine göre üreter çıkışına dolgu maddesi enjeksiyonu veya daha ciddi olgularda ameliyat ile düzeltilebilir.
13.14.2 Üreterosel
Üreterin uç kısmının mesanenin içinde kese şeklinde
şişmesidir. Kız çocuklarda erkeklere göre 7 kat daha
fazla görülür. 10 hastadan 1’i çift taraflıdır. Büyük üreteroseller üreterin ve böbreğin şişmesine (hidroüreteronefroz) yol açabilirler, karşı üreter ağzını itebilirler ve
oldukça büyük olanlar mesane çıkışını tıkayarak idrar
akışını bozabilirler.
Sıklıkla idrar yolu enfeksiyonu ile kendini gösterir. Bazı
olgularda idrar yapamama veya idrar kaçırma olabilir.
Kadınlarda bazen üreterosel, dış idrar kanalından (üretra) dışarı çıkıp dışarıdan görülebilir hale gelebilirler.
İdrar akışını bozarak taş oluşumuna sebep olabilirler.
Tanısı ultrasonografi ve ekskretuar ürografi ile koyulur.
Tedavide endoskopik olarak kesenin kesilerek idrar akı-
560
13.14.3 Üreterin pozisyon anomalileri
Tanıda ultrasonografi ve işeme sistoüretrografisi yardımcıdır. Kesin tanı için sistoskopi (mesanenin endoskopik olarak incelenmesi) gerekebilir. Tedavi yine hastalığın şiddetine göre ilaç tedavisinden ameliyata kadar
değişebilir. Üreterin vena kava’nın (ana toplar damar)
arkasında olduğu duruma retrokaval üreter denir. Üreterde tıkanıklığa yol açabilir. Ameliyat ile düzeltilmesi
gerekebilir.
13.14.4 Megaüreter
Üreterin çıkımında darlık varlığında veya darlık olmamasına rağmen üreterin uç bölgesinin hareket etmediği
durumlarda üreterin ileri derecede şişerek kalınlaşmasına verilen addır. Üreter idrarı böbreğe doğru geri taşır ve
böbrekte de şişmeye neden olur. Ultrasonografi ve ekskretuar ürografi ile tanı koyulur. Bazı çocuklar kendiliğinden iyileşirken bazılarında üreterin uç kısmının çıkartılarak, üreterin inceltildiği bir ameliyat gerekebilir.
Okunması Önerilen Kaynaklar
Smith, Genel Üroloji. 17. Baskı. Tanagho EA, McAninch JW.
Duplication anomalies of the upper tract in infants and children. Caldamone AA. Urol Clin North Am. 1985 Feb;12(1):75-91. Review.
Complete duplication of collecting system in a horseshoe kidney presenting with recurrent urinary tract infections: report of an exceedingly rare
congenital anomaly and review of literature. Mirzazadeh M, Richards
KA. ScientificWorldJournal. 2011;11:1591-6. doi: 10.1100/tsw.2011.143..
Epub 2011 Aug 23. Review.
Retrocaval ureter in children. Case report and bibliographic review.
González PA, Cubillana PL, Pastor GS, Vallejo OG, Pruneda RR, Iñiguez
GD, Morcillo JC, Alarcón CM, Cano LN, Gómez GG. Arch Esp Urol. 2011
Jun;64(5):461-4. Review
Clinical implications of genitourinary embryology. Shapiro E. Curr Opin
Urol. 2009 Jul;19(4):427-33. Review.
13.15 Pediatrik üriner
sistem taş hastalığı
13.15.1 Tanım
Pediatrik üriner sistem taş hastalığı özellikle Türkiye gibi endemik bölgelerde dikkatle tanı ve tedavisi
yapılması gereken bir hastalıktır . Tekrarlama eğilimi
olması nedeniyle altta yatan metabolik hastalıklar
mutlaka ortaya çıkarılmalıdır . Erişkin çağda taş görülme sıklığı erkeklerde 2 kat fazla olmasına rağmen
çocuklarda erkek/kız oranı hemen hemen eşittir . Beyazlarda daha sık görülür fakat zenciler ve Doğu
Asya kökenlilerde daha nadirdir . Çocuklarda en sık
görülen taş cinsi kalsiyum içeren taşlardır . Bunların
da %52-80’ ni kalsiyum oksalat-fosfat taşları oluşturur .
Taş hastalığının sıklığı ve coğrafi dağılımı gelişmiş
ve az gelişmiş ülkelere göre değişmektedir . Örneğin
batı ülkelerinde taş sıklığı %1-5 iken gelişmekte olan
ülkelerde bu oran %5-15’tir . Özellikle mesane taşları
Pakistan gibi gelişmekte olan ülkelerde daha sıktır
ve genellikle diyete bağlı gelişen ürik asit taşlarıdır .
13.15.2 Etyoloji ve patofizyoloji
Üriner taş oluşumu metabolik, anatomik ve infektif
sebeplere bağlı olarak tek tek veya bu bileşenlerin
beraber oluşturduğu patolojiler ile oluşabilir . Taş
hastalığını açıklayan varsayımlar yetersiz olmakla
beraber günümüzde bilinen en önemli sebepler olarak, idrar kalsiyum, oksalat, ürik asit ve sistin moleküllerinin süpersaturasyonuna bağlı geliştiği yönündedir.
Bunun yanında kristalizasyonu engelleyen faktörler
(taş inhibitörleri) olarak bilinen sitrat, magnezyum, pirofosfat, makromoleküller ve glikozaminoglikanların
idrardaki miktarlarının azalmaları ile taş oluşumunun
hızlandığı bilinmektedir . Ayrıca idrar pH değişiklikleri, anatomik bozukluklar ve infeksiyonlar da taş
oluşumunu kolaylaştırmaktadır.
nuna (D hipervitaminozu) bağlı gelişebilir.
Hiperkalsiüri, taş hastalığı olan çocuklardaki metabolik risk faktörlerinin %30-50‘sini oluşturur . Ancak
ülkemizde hiperkalsiüri beklenenden daha düşük (10)
bulunmuştur.
Hiperoksalüri ise ülkemizde kalsiyum taşlarının
%40’ında saptanmıştır ve dietle fazla alınması, kısa
barsak sendromu (enterik hiperabsorbsiyon) veya yenidoğan metabolizma bozuklukları sonucu meydana
gelir. Primer hiperoksalüri otozomal resesif geçişli bir
hastalıktır ve karaciğerdeki enzim yetersizliği sonucu
oksalatın aşırı oluşumuna bağlı gelişir. Artan kalsiyum oksalat kristalleri idrar ve böbrekte süpersature
olarak taş oluşumuna ve böbrek yetersizliğine sebep
olabilir.
Hiperoksalüri saptanan çocukların büyük bir kısmı
normal bir diet alışkanlığına sahip olan veya metabolik problemi olmayan çocuklardan oluşur ve bu
durum idiopatikhiperkalsiüri olarak adlandırılır. Okul
çağı çocuklarında oksalatın idrarla ekskresyonunun
50 mg (0.57 mmol/1.73m2/gün) ‘dan az miktarda olması gerekmektedir. İnfantlar ise bu değerin 4 katı
kadar ekskrete edebilirler.
Hipositratüri , taş oluşum inhibitörü olarak çalışan
sitratın, idrara 320 mg/gün ‘den daha az salınmasına bağlı olarak oluşur. Sitrat inhibitör etkisini direk
kalsiyuma bağlanarak ya da kalsiyum oksalat ve
kalsiyum fosfat kristallerinin büyümesini ve/veya
agregasyonunu engelleyerek gösterir. Kalsiyum taşı
hastalığında hipositratüri %30-60 oranında saptanmaktadır. Yüksek proteinli ve tuzlu beslenme, diyare
, renal distal tübuler asidoz ve metabolik asidozlar
hipositratürinin sebepleridir.
13.15.2.1 Kalsiyum taşları
13.15.2.2 Sistin taşları
Kalsiyum taşları genel olarak kalsiyum oksalat veya
kalsiyum fosfat taşları olarak karşımıza çıkarlar .
İdrarla kalsiyum atılımının 24 saatlik idrar analizinde
4mg/kg/gün ‘den fazla saptanması durumu, hiperkalsiüri olarak tanımlanır (60 kg’dan zayıf çocuklarda)
.3 aydan küçük infantlarda ise idrarla günlük kalsiyum atılımı 5mg/kg’ dan yüksek ise hiperkalsiüri
saptanmış olur .
Dibazik aminoasit olan sistin, lizin ve arginin’ in renal
tübüler absorbsiyonunda defekt oluşması sonucu gelişen otozomal resesif geçiş gösteren sistinüri ile seyreden bir hastalıktır. Sistinüri, tüm üriner sistem taş
hastalığı olan çocukların %2-6’ sında görülür . Sistin
asidik idrarda (pH<7) çözünemediğinden idrarda birikir ve sistin taşı oluşur. Sistin taşları tam radyo-opak
değildirler ve direkt üriner sistem grafisinde (DÜSG)
semiopak olarak görülürler.
Hiperkalsiüri iki şekilde görülür; idiopatik (normokalsemik) hiperkalsiüri klinik pratikte en çok rastlanılan,
sebebinin laboratuar ve görüntüleme teknikleriyle
ortaya konulamadığı tiptir . Diğer bir tip ise sekonder (hiperkalsemik) tiptir . Hiperkalsemik tipte artmış
serum kalsiyum değerleri, muhtemel artmış kemik
resorpsiyonuna bağlı olarak ki bunlar hiperparatiroidizm, hipertiroidizm, immobilizasyon, asidoz, metastatik hastalık veya artmış gastrointestinal absorbsiyo-
13.15.2.3 Ürik asit taşları
Ürik asit, pürin metabolizmasının son ürünüdür ve
ürik asit taşı oluşumu idrarla günde 10 mg/kg’ dan fazla ürik asit atılımıyla giden hiperürikozüri ile karakterizedir. Ürik asit, asidik idrarda (Ph<5.8) çözünemez ve üriner sistemde çökerek ürik asit taşı oluşur.
Çoğu kez hiperürikozüri erişkinlerde kalsiyum ok-
561
XIII. Pediatrik Üroloji
Şekil-13.18
Pediatrik Taş Hastası
Taşın spontan düşürülmesi veya tedavi ile
çıkarılması (ESWL, Cerrahi)
Taş Analizi
Mg Amonyum
Fosfat (struvit)
Ürik Asit Taşı
İdrar Kültürü
idrar Ph’ı idrar serum ürik asit
düzeyleri
Muhtemel üreaz
üreten bakteri
üremesi
Sistin
Kalsiyum Taşları
CaOX -CaPO
idrar Ph’ı
idrar sistin düzeyi
sistinüri
asidik idrar
hiperürikozüri
hiperürisemi
Taşların total
eliminasyonu
(Cerrahi / SWL)
antibyotikler
fazla sıvı alımı
potasyum sitrat
3-4 mEq/kg/d
merkaptopropiyonilglisin
10-50 mg/kg/d
D-penisillamine 10-50 mg/kg/d
alkali takviyesi - K sitrat
Allopurinol (10 mg/kg)
düşük pürin diyeti
serum PTH
hiperkalsemi
idrar – kan Ph’ı
idrar - kan Ca - ürik asit düzeyi, Mg, Fosfat
idrar Ca-Oksalat-Sitrat-Mg-Ürik A -Phosphate
urine pH > 5.5
hiperparatiroidizm
hiperkalsiüri
K-sitrat
diet (normal Ca
düşük Na alımı)
HKTZ (diuretik)
idrar pH < 5.5
hiperoksalüri
düşük ox.diyet
K-sitrat
piridoksin
RTA için ileri araştırma
hiperürikozüri
alkali takviyesi
(K-sitrat)
allopurinol
(HKTZ=Hidroklorotiazid, PTH=Parathormon, RTA=Renal tubuler asidoz)
562
hipositratüri
sitrat takviyesi
K-sitrat
salat taşı oluşumuna da yol açsa da pediatrik yaş
grubunda bu daha nadir görülmektedir. Ailevi ya da
idiopatik hiperürikozüride serum ürik asit değerleri
genellikle normal seyretmesine rağmen Tip-1 glukojen depo hastalığı gibi hastalıklarda hiperürisemi de
görülür. Hiperürikozüri ayrıca yüksek proteinli diyet
ve pürin alımıyla da ilişkilidir.
13.15.2.4 Enfeksiyon taşları
Çocukluk çağı üriner sistem taş hastalığının %5’
inin oluştururlar . Üriner sistemdeki herhangi bir obstrüksiyon veya anatomik/işlevsel anomali , idrar yolu
enfeksiyonu riskini arttırarak üriner sistemde üreaz
enzimi üretebilen bakteriler olarak bilinen Proteus,
Klebsiella ve Psödomonas enfeksiyonuna yol açabilir. Bu mikroorganizmaların idrar pH ‘sını arttırmasıyla struvit (magnezyum amanyum fosfat) ve kalsiyum
fosfat apatitin süpersaturasyonu meydana gelir ve
böylece infeksiyon taşı oluşur.
13.15.3 Klinik ve metabolik değerlendirme
Pediatrik üriner sistem taş hastalığı sık tekararlama
eğilimi ve altta yatan muhtemel metabolik patolojiler
nedeniyle mutlaka tam bir metabolik değerlendirmeye tabi tutulmalıdır . Özellikle metabolik hastalıklar açısından aile anamnezi sorgulanmalı, kanda üre,
kreatinin, kalsiyum, fosfor, ürik asit, bikarbonat, total
protein, albumin, paratiroid hormon ve alkalenfosfataz
(hiperkalsemi varsa) bakılmalıdır . İdrar kültürü ve
tam idrar tahlili yapılması, spot idrarda kalsiyumun
kreatinine oranına bakılması ( Hiperkalsiüri de ilk yapılması gereken analizdir. Bu oran 0.21 den yüksek
ise test tekrarlanır.Yine yüksek ise 24 saatlik idrar
analizinde kalsiyum miktarına bakılır) gerekmektedir.
24 saatlik idrar tahlilinde ise kalsiyum, fosfor, magnezyum, oksalat, ürik asit, sitrat, protein ve kreatinin
klerensi bakılmalıdır. İdrar kreaitinin atılım hızı idrarın doğru toplanıp toplanmadığı hakkında bilgi verir.
Bu değer yaklaşık olarak 15-20 mg/kg arasıdır. Bariz
olarak bu değerlerin üstünde veya altında kalan durumlarda idrarın yanlış toplandığı düşünülür.
Ülkemizde Akdoğan ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 165 vakanın %28.8’ inde hipositratüri, %24.4’
ünde hiperoksalüri, %7.3’ ünde sistinüri, % 6,3’ ünde
hiperkalsiüri, % 4.4’ ünde hiperürikozüri saptanmış, %
22 sinde ise hiç metabolik patoloji saptanmamıştır.
Şekil 13.18’de Avrupa Üroloji Kılavuzunda önerilen
metabolik değerlendirme şeması görülmektedir. (Şekil
Avrupa Pediatrik Üroloji 2012 Kılavuzundan alınmış ve
Türkçe’leştirilmiştir.)
13.15.4 Tanı ve görüntüleme
Tanıda ayrılıntılı bir aile anamnezi alınması özellikle
ebeveynde ve kardeşlerde metabolik hastalık varlığı, diyet alışkanlıkları, atnalı böbrek gibi anatomik durumlar özenle sorgulanmalıdır.
Pediatrik üriner taş hastalığının klinik başvuru semptomları yaşa göre değişmektedir. Büyük çocuklarda
yan ağrısı ve hematüri daha çok görülürken küçük
çocuklarda daha çok mide bulantısı, kusma, huzursuzluk gibi nonspesifik semptomlar görülmektedir.
Tüm yaş gruplarında hemen çoğu çocuk hastada
mikroskopik hematüri mevcuttur. Bazı çocuklarda ise
üriner sistem infeksiyonu taş hastalığının ilk belirtisi
olabilir.
Ultrason (USG), çocukluk çağı taş hastalığında, noninvaziv doğası nedeniyle genellikle ilk basamak görüntüleme yöntemi olarak kullanılır. Özellikle böbrekteki ve mesanedeki taşları görüntüleme açısından
USG çok efektif bir yöntemdir. DÜSG ise kalsiyum
taşları gibi opak taşları göstermede başarılıdır, ancak
ürik asit gibi non-opak yada sistin taşı gibi semi-opak
taşları göstermede yetersiz olabilir. İntravenöz pyelografi (İVP) ise çocukluk çağı taş hastalığında daha
nadir kullanılmakla beraber ESWL veya perkütan
renal cerrahi öncesi böbrek kalisyel yapısını ve taş
lokalizasyonunu gösterme açısından değerlidir.
Taş semptomlarına rağmen bu yöntemlerle taş bulunamazsa Spiral Kontrastsız Bilgisayarlı Tomografi
çekilmesi gerekmektedir. Spiral Kontrastsız BT üriner
sistem taş hastalığı tanısında en duyarlı ( %97 ) yöntemdir. Özgüllüğü ise % 96 ‘ dır. Özellikle ultrasonla saptanamayan küçük taşlarda ve üreter taşlarının
görüntülenmesinde altın standarttır. Üreterdeki taşın
flebolit ile ayırıcı tanısında ise kontrast kullanımı
tanıya yardımcı olabilir. BT ‘ nin bir diğer faydası ise
aynı anda karın ağrısına yola açabilecek apandisit
gibi hastalıkların taş hastalığıyla ayırıcı tanısını kolaylaştırmasıdır.Yeni yapılan çalışmalarda, çocuklarda
BT çekimi sırasında düşük doz radyasyon kullanımının duyarlılığının tam radyasyon dozu ile çekilen
BT ile hemen hemen aynı olduğu fakat düşük
radyasyonla çekilmesinin daha güvenli olduğu vurgulanmıştır.
13.15.5 Tedavi
Erişkin taş hastalığı tedavisinde olduğu gibi pediatrik
taş hastalığı tedavisinde de ilk adım, sıvı alımını arttırmaktır. Bunun yanında hastanın eğer ağrısı varsa,
ağrısını kesecek analjezik ve anti-spazmolitik tedavi
yapılması uygun olur. Özellikle erişkinlerde üreter
taşlarına yönelik kullanılan alfa-adrenerjik blokerlerin çocuklarda kullanımının etkinliği ve güvenilirliği
daha tam olarak bilinmemektedir.
563
XIII. Pediatrik Üroloji
Resim 13.19
Hiperkalsiüri medikal tedavisinde sıvı alımını arttırmanın yanında diyetle aşırı sodyum, kalsiyum ve
protein alımının azaltılması gerekmektedir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocukların
yaşa göre alması gereken kalsiyum miktarını almasına izin verilmelidir, aşırı alma durumu varsa kısıtlanmalıdır. Diyetle hiperkalsiüri tedavisinin başarılı
olmadığı durumlarda tedaviye 1-2 mg/kg/gün dozdan
bir tiazid diüretiği eklenebilir. Yine de başarı sağlanamazsa veya eşlik eden düşük sitrat düzeyi varlığında
tedaviye bir de sitrat eklenmesi yararlı olabilir.
Hiperoksalüride de yine sıvı alımını arttırmanın yanında diyetle oksalat alımını sınırlandırma önceliklidir. Primer hiperoksalüride ise pridoksin kullanımı
yararlı olabilir.
Hipositratüri bulunan hastalarda tedavi 1 mEq/kg
dozdan potasyum sitrat replasmanı yapılarak uygulanmaktadır.
Sistinüri varlığında yine ilk seçenek tedavi sıvı alımını
arttırmaktır. Bunun yanında idrarın alkalinizasyonu da
önemli bir tedavi basamağıdır. Potasyum sitrat kullanımı özellikle eşlik eden hipositratüri varlığında ve
idrar alkalinizasyonu amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun yanında Sistin ile bağlanarak atılımını arttıran alfa merkaptopropionilglisin veya D-penisilamin
kullanımı endikedir. Yine özellikle hipertansiyonun da
eşlik ettiği durumlarda kaptopril kullanılabilir.
Ürik asit taşı tedavisinde asıl amaç idrarı alkali hale
getirmektir ve bu nedenle potasyum sitrat gibi ilaçların kullanımı uygun olabilir. Ürik asit taşını önlemek
amacıyla da idrar pH’ sını 6 – 6,5 üzerinde tutmak
yeterli olacaktır.
Enfeksiyon taşlarında ilk yapılması gereken mevcut
bir enfeksiyon, anatomik veya işlevsel bir bozukluk
varsa düzeltmek ve mevcut taşların uygun bir cerrahi
yöntem ile ortadan kaldırılması olacaktır.
13.15.5.1 ESWL
564
Resim 13.20
Pediatrik üriner sistem taş hastalığında ESWL tedavisi
güvenli bir şekilde ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Çocukluk çağında 2 cm ‘ nin altındaki böbrek
taşı tedavisinde, gerek non-invaziv bir teknik olması,
gerekse cerrahiye göre düşük morbidite ve komorbidite oranları nedeniyle birçok çalışmada ve Avrupa
ve Amerika Üroloji kılavuzlarında ilk seçenek olarak ESWL önerilmiştir. Beraberinde ultrason ve dijital floroskopi kullanılması, çocuğun vücud kitlesine
göre sınırlı bölgede işlemin yapılması, klasik X ışını
ile alınan radyasyonu bir hayli düşürmüştür. Tedavi
sırasında her bir seans için 1800-2000 atış yapılması, şok gücünün 14-21 kV arasında tutulması ve
seanslar arasında sürenin 2 haftadan kısa olmamasının
pediatrik ESWL tedavisi için daha güvenli olduğu
kaydedilmiştir. Tedavi sırasında genel olarak 10 yaşın altındaki hasta grubuna genel veya disosiyatif
anestezi uygulanması gerekirken, daha büyük ve koopere olan çocuklarda intravenöz sedasyon yapılması
uygun olabilir.
Taşsızlık oranları taşın büyüklüğü, lokalizasyonu,
ESWL cihazının tipi gibi faktörlerden oldukça etkilenmektedir. Daha küçük çocuklarda taşın kırılmasının
ve kırılan taşın düşürülmesinin daha kolay olduğu
bilinmektedir. Taş boyutunun artması, taşsızlık oranını
azaltmakla beraber yeniden tedavi oranını arttırmaktadır. Taşsızlık oranı <1cm, 1-2 cm, >2 cm ve toplam
taşsızlık oranı olmak üzere sırasıyla %90, %80, %60
ve %80 olarak verilmektedir ( Avrupa Pediatrik Üroloji Kılavuzu 2012 ). Yine taş boyutu arttıkça ESWL
tedavi seans sayısının arttığı bilinmektedir.
Taş lokalizasyonu da başarıyı etkileyen bir diğer
faktördür. Renal pelvis ve proksimal üreter taşlarında
ESWL başarısının kaliksiyel ve distal üreter taşı
tedavisinden daha başarılı olduğu bir çok çalışmada
gösterilmiştir. Özellikle alt kaliks taşlarında taşsızlık
oranının diğer kalikslere ve renal pelvise göre daha
düşük olduğu bilinmektedir. Bu oran alt kaliks taşlarında % 50-62 arasında değişirken renal pelvis taşla-
Resim 13.21
rında %90 ‘ larda taşsızlık oranı mevcuttur.
Birinci kuşak ESWL makineleri, geniş odaklama
alanları ve güçlü enerji seviyeleri ile tek seansta taşı
daha yüksek oranda fragmantasyona uğratırken, bunun yanında daha yüksek komorbidite ve ağrıya yol
açmaktaydı, bu nedenle de genel anesteziye duyulan gereksinim daha fazlaydı. Yeni nesil makineler ise daha
daraltılmış odaklama alanı ve azaltılmış enerjisiyle
genel anestezisiz daha çok tolere edilebilir ve daha az
komorbiditeye sebep olur hale getirilmişlerdir.
Taş yükü fazla olan veya staghorn taşı olan çocuklarda ESWL tedavisinin başarısı, erişkinlere göre
daha yüksektir ancak üreteral stent gereksinimi, çok
sayıda seansa ihtiyaç duyulması ve daha sonra Üreterorenoskopi + Basket veya PCNL operasyonu gibi
diğer modalitelere ihtiyaç duyulması nedeniyle çok ercih edilmemektedir.
Büyük boyutlu taşlarda, soliter böbrekli hastalarda stent
konulması taşsızlık oranını değiştirmezken, taş yükü
fazla olan çocuklarda muhtemel gelişecek olan obstrüksiyon, taş yolu (steinstrasse) oluşumunu azaltması
ve hastenede kalış süresini kısaltıp, toplam komplikasyon oranlarını düşürmesi nedeniyle tercih edilmektedir. ESWL sonrası uzamış obtrüksiyonda ise
üreteral stent veya nefrostomi tüpü konulması endikedir.
ESWL komplikasyonları
Genel itibariyle ESWL çocuklar tarafından iyi tolere edilir. Renal kolik, cilt ekimozu ve hematüri
(sırasıyla azalan oranda ) yaklaşık %11-50 oranında
görülmesine rağmen hematüri erişkinlerden daha seyrek görülür. Taş yükü fazla olan hastalarda, ESWL
komplikasyonu olarak, üreteral obtrüksiyon , nadiren
sepsise ilerleyen idrar yolu infeksiyonu ( %1-2 ) , taş
yolu oluşumu ( %7-8) , ciddi hidronefroz ( %4 ) gelişebilir. Çok nadir olarak pulmoner kontüzyona bağlı
hemoptizi görülebilir. Pulmoner kontüzyonu önlemek
amacıyla o bölgeye şok dalgasını emebilecek koru-
yucu silikon bant benzeri aparatlar konulabilir.
13.15.5.2 Üreterorenoskopi (URS)
Gelişen teknolojiyle beraber üreterorenoskop, litotriptörler ( lazer vs. ) ve basket kateterlerde de yaşanan
gelişmeler, üreter taşı ve renal pelvis-kaliks taşı tedavisinde yeni açılımlara meydan vermiştir. Teknik
açıdan erişkin üreterorenoskopisinden pek farklılık
olmamakla beraber daha ince lazer probları , daha
ince kateterlerin ortaya çıkmasıyla daha ince ve/veya
fleksible URS’ lerin kullanıma girmesi, pediatrik taş
hastalığı tedavisinde önemli bir yer edinmiştir.
Direk görüş ve kılavuz tel kullanımı bu yöntemin
olmazsa olmaz parçalarıdır. İşlem sırasında üreterovezikal bileşkeye yönelik rutin dilatasyon uygulanması
çok kabul görmemiş ve giderek terkedilen bir uygulamadır. Ancak seçilmiş vakalarda ve endike olan
durumlarda uygulanması bir çok çalışmada ve Avrupa
Pediatrik Üroloji Kılavuzunda önerilmektedir. Hidrodilatasyonun yeterli olacağı ise genel olarak kabul
görmektedir. Taşa yönelik kırma işlemi için pnömotik, ultrasonik veya lazer litotriptörler kullanılabilir.
Lazer litotriptörler, ince çapları nedeniyle pediatrik
URS‘ lere daha uygun olduğundan daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Yapılan çalışmalarda, pediatrik üriner taş hastalığında
kullanılan URS ile üreteral darlık oluşumu ve reflü
oluşumu açısından anlamlı bir risk saptanmamıştır.
Avrupa Pediatrik Üroloji Kılavuzunda yer alan ve
Türkiye‘ de semi-rijid üreteroskoplar kullanılarak
yapılan bir multisentrik çalışmada, üreteral taşlarda
bu operasyonun taşsızlık oranını %90 olarak açıklamışlardır. Ayrıca komplikasyon oranlarını arttıran
faktörler incelendiğinde; operasyon süresi, yaş, cerrahi uygulanan merkezin deneyimi, orifise uygulanan
dilatasyon varlığı, stent konulması ve taş yükü tek
değişkenli analizde anlamlı bulunmasına rağmen,
çok değişkenli analizde yalnızca operasyon süresi-
565
XIII. Pediatrik Üroloji
nin komplikasyon oranlarını arttırdığı anlamlı olarak
bulunmuştur.
küle uygulanan PCNL sonrası başarı oranları % 89
civarındadır.
Operasyon sonrası stent koyma kararı, genellikle
operasyon esnasında ve en sık minör-majör üreteral
travma geliştiğinde, obtrüksiyona yol açabilen ödem
varlığında ve litotripsi sonrası taşların düşmesini kolaylaştırmak amacıyla verilir. Komplikasyonsuz bir
operasyon sonrası stent konulmuşsa, 4-7 gün arasında çekilir. Çocuk hastaların stentlere toleransı, erişkinlere göre daha az olduğu göz önüne alındığında
gereksiz stent konulmasından kaçınılmalıdır.
Operasyon sonrası hastanede kalış süresi açık operasyona göre çok kısa olup maksimum 3 veya 4 gün
sürmektedir. Açık operasyona göre minimal invaziv
bir teknik olması sebebiyle pediatrik renal taş hastalığında altın standart yöntemdir.
Fleksible URS ile Retrograd intrarenal cerrahi (RIRS)
yine son zamanlarda popüler olmaya başlamış, seçilmiş hasta gruplarında (özellikle alt kalis taşları, 15 mm.
den küçük taşlarda ve kanama diyatezi olan hastalarda)
önerilmekle birlikte, cihazların kırılganlığı ve ilişkili
yüksek tamir masrafları hala en ciddi problem olarak
karşımızda durmaktadır. (Resim 13.19) Fleksible URS
ile üretere giriş yapılacağı zaman orifis dilatasyonu
yerine genellikle operatörler tarafından üreteral kılıf
kullanımı tercih edilmektedir. Fleksible URS ile başarı oranları %60 - % 100 arasında değişmekle beraber
taş büyüklüğü başarı oranını belirlemektedir. Fleksible URS kullanımı günümüzde gittikçe yaygınlaşmakla beraber halen pediatrik yaş grubunda kullanılan
diğer cerrahi tedavi modaliteleriyle karşılaştırmalı
çalışmaları yetersizdir.
URS Koplikasyonları
En önemli komplikasyonları üreteral yaralanma olup
yaklaşık görülme oranı % 5 ‘ tir. Hematüri % 14,3
oranında görülmekle beraber, ateş % 7,1, pyelonefrit
% 3,7 - 4,5, taşın böbreğe migrasyonu % 6 olarak
verilmiştir .
13.15.5.3 Perkütan nefrolitotomi (PCNL)
Daha önceleri, erişkinlerde kullanılan ve pediatrik
yaş grubunda denenip yüksek komplikasyon oranları
nedeniyle uzak durulmaya çalışılan PCNL operasyonu, gelişen yeni teknolojiler ve incelmiş pediatrik
nefroskoplar sayesinde çocuklarda da güvenle kullanılabilmektedir. Küçük bir cilt insizyonu olması,
tek seferde hem dilatasyonun yapılabilmesi hem de
kılıf yerleştirilebilmesi, renal pelvis ve kalikslerin direk görülerek taşa anında müdahale edilebilmesi ve
yüksek olmayan maliyeti nedeniyle taş yükü fazla
olan pediatrik renal taş hastalığında ilk seçenek tedavidir. PCNL monoterapi olarak uygulandığında ve
tek cerrahi seansta taşsızlık başarı oranları %86.9
ile % 98.5 arasında saptanmıştır. Bunun yanında tedaviye 2. bir PCNL seansı, URS uygulaması veya
ESWL eklendiğinde, bu başarı oranlarının çok daha
arttığı bilinmektedir. Yine tek seansta staghorn kal-
566
Genel olarak çocuklarda kullanılan nefroskop boyutları 11- 18 Fr‘ dir ve Mini–Perc (Mini–PNL ) olarak
adlandırılır. Mini–Perc standart PCNL ‘ den cok daha
düşük komorbiditeye yol açtığı için pediatrik yaş
grununda standart tedavi aracı olmalıdır. Resim 13.20
‘ de bir Mini–Perc seti görülmektedir. Çok yeni olarak Micro-perc yöntemi (4.85 Fr 3 parca optik iğne)
tanımlanmış ve özellikle seçilmiş vakalarda (alt kalis
taşları, kalisyel divertikül) başarıyla kullanılmaktadır.
(Resim 13.21)
Bazı kompleks vakalarda, staghorn taşlarda veya atnalı böbrek gibi anatomik patolojisi olan hastalarda
rijid nefroskop yanında retrograd yoldan gönderilen fleksible URS veya antegrad yoldan gönderilen
fleksible nefroskop kullanılabilir. Böylece çok sayıda
giriş traktı sayısı azaltılarak oluşacak ek komplikasyonların önüne geçilmiş olur.
PCNL Komplikasyonları:
En sık görülen PCNL komplikasyonu kanamadır. Kanama genel olarak taş yükü, kılıf boyutu, operasyon
süresi ve trakt sayısı ile ilişkilidir. Tranfüzyon ihtiyacı ise % 0.4 ile % 23.9 arasında değişmektedir. Diğer
sık görülen komplikasyonlar postoperatif enfeksiyon,
nefrostomi traktından persistan idrar kaçağı, nadiren
apse ve fistül görülmektedir.
PCNL operasyonu , diğer cerrahilerde olduğu gibi
antikoagülan kullanımı sırasında yapılmamalıdır. Yine
tedavi edilmemiş idrar yolu enfeksiyonu varlığında,
cerrahi yapılacak böbrekte kitle varlığında, gebelikte
(büyük çocuklarda) ve mesane malpozisyonlarında
kontrendikedir.
13.15.5.4 Açık cerrahi
Pediatrik renal taş hastalığı endoskopik yöntemler ve
ESWL gibi minimal ya da non - invaziv yöntemlerle
tedavi edilebileceği gibi bazı seçilmiş olgularda açık
cerrahi uygulanabilir. Çok fazla taş yükü olan veya
staghorn kalkülü olan hastalarda, taş operasyonuyla beraber UPJ darlığı gibi anatomik bozukluklara
cerrahi düzeltme gereken durumlarda, ciddi ortopedik
patolojiler nedeniyle prone veya litotomi pozisyonuna alınamayan hastalarda açık cerrahi alternatif bir
tedavi yöntemidir .
Mesane taşları tedavisinde de endoskopik ve perkü-
tan yöntemler ilk tedavi seçeneği olmakla beraber
açık cerrahi uygulanması yine çok büyük mesane
taşları veya anatomik patolojiler varlığında seçilmiş
olgularda uygulanabilir.
Strouse PJ, Bates DG, Bloom DA, et al. Non-contrast thin-section
helical CT of urinary tract calculi in children. Pediatr Radiol 2002
May;32(5):326-32.
Fraser M, Joyce AD, Thomas DF, Eardley I, Clark PB: Minimally invasive
treatment of urinary tract calculi in children. BJU Int, 84:339, 1999
Buna rağmen üriner taş hastalığına yönelik açık cerrahi , günümüzde çok nadiren kullanılan bir yöntem
haline gelmiştir.
Raza A, Turna B, Smith G, et al. Paediatric urolithiasis: 15 years of
local experience with minimally invasive endourological management
of paediatric calculi. J Urol 2005 Aug;174(2):682-5.
13.15.5.5 Laparoskopik cerrahi
Willis LR, Evan AP, Connors BA, et al . Relationship between kidney
size, renal injury, and renal impairment induced by shock wave
lithotripsy. J Am Soc Nephrol 1999 Aug;10(8):1753-62.
Böbrek ve üreter taşları tedavisinde kullanılabilir
bir yöntemdir ancak yine güvenirliği, yüksek taşsızlık oranları ve düşük maliyetiyle en sık kullanılan
endoskopik ve perkütan taş cerrahisi yanında daha
nadir kullanılmaktadır. Çocuklarda geniş serilerle
yapılmış randomize karşılaştırmalı çalışma olmaması
nedeniyle bu yöntemle ilgili bilgilerimiz vaka deneyimleriyle sınırlıdır.
Tablo 13.18 ‘ de Pediatrik taş hastalığı tedavisinde
izlenecek yol haritası önerileri verilmiştir. (Avrupa
Pediatrik Üroloji Kılavuzu 2012 )
Okunması önerilen kaynaklar
Milliner DS, Murphy ME. Urolithiasis in pediatric patients. Mayo Clinic
Proc. 68(3):241-8, 1993
Robertson WG: What is aetiology of urinary calculi? Pediatric Nephrol. 10(6):763, 1996
Miyake O, Yoshimura K, Yoshioka T, et al.: High urinary excretion
level of citrate and magnesium in children: potential aetiology for
the reduced incidence of pediatric urolithiasis. Urol Res. 26(3):20913, 1998
Bartosh SM. Medical management of pediatric stone disease. Urol
Clin North Am 2004 Aug;31(3):575-87,x-xi.
Stapleton FB, Noe HN, Roy S 3rd, et al. Hypercalciuria in children
with urolithiasis. Am J Dis Child 1982 Aug;136(8):675-8.
Cochat P, Koch Nogueira PC, et al: Primary hyperoxaluria in infants:
medical, ethical, and economic issues. J Pediatr. 135(6):746-50, 1999
Goodyer P, Saadi I, Ong P, et al: Cystinuria subtype and the risk of
nepfrolithiasis. Kidney Int. 54(1):56-61, 1998
Tekin A, Tekgul S, Atsu N, et al. Oral potassium citrate treatment for
idiopathic hypocitruria in children with calcium urolithiasis. J Urol
2002 Dec;168(6):2572-4.
Defoor W, Asplin J, Jackson E, et al. Results of a prospective trial to
compare normal urine supersaturation in children and adults. J Urol
2005 Oct;174(4 Pt 2):1708-10.
Tekin A, Tekgul S, Atsu N, et al. Cystine calculi in children: the results
of a metabolic evaluation and response to medical therapy. J Urol
2001 Jun;165(6 Pt 2):2328-30.
Akdogan B, Gunay M, Inci K, Guliyev F, Sahin A, Tekgul S: Metabolic
evaluation in childhood stone disease. BJU International-Supplement,
91 Supplement 1:7, 2003
Memarsadeghi M, Heinz-Peer G, Helbich TH, et al. Unenhanced
multi-detector row CT in patients suspected of having urinary
stone disease: effect of section width on diagnosis. Radiology 2005
May;235(2):530-6.
Desai M: Endoscopic management of stones in children. Cur Op
Urol. 15:107-112, 2005
Fisher JD, Reeves JJ: Presentation variability of acute urolithiasis in
school-aged children. Am J Em Med. 22(2): 108-110, 2004
McLorie GA, Pugach J, Pode D, et al. Safety and efficacy of extracorporeal shock wave lithotripsy in infants. Can J Urol 2003;10(6):20515.
Demirkesen O, Onal B, Tansu N, et al. Efficacy of extracorporeal shock
wave lithotripsy for isolated lower caliceal stones in children compared with stones in other renal locations. Urology 2006;67(1):170-174;
discussion 174-5.
Muslumanoglu AY, Tefekli A, Sarilar O, et al. Extracorporeal shock
wave lithotripsy as first line treatment alternative for urinary tract
stones in children: a large scale retrospective analysis. J Urol
2003;170(6 Pt 1):2405-8.
Lande MB, Varade W, Erkan E, et al: Role of urinary supersaturation in the evaluation of children with urolithiasis. Pediatr Nephrol.
20:491-4, 2005
Patel HP: The abnormal urinanalysis. Pediatr Clin N Am. 53:325- 337,
2006
Ather MH, Noor MA. Does size and site matter for renal stones up
to 30-mm in size in children treated by extracorporeal lithotripsy?
Urology 2003;61(1):212-5; discussion 215.
Ugur G, Erhan E, Kocabas S, et al. Anaesthetic/analgesic management
of extracorporeal shock wave lithotripsy in paediatric patients.
Paediatr Anaesth 2003;13(1):85-7.
Coe F, Favus M, Pak C, et al: in: Kidney stones: medical and surgical
management, 759-85, 1996
Onal B, Demirkesen O, Tansu N, et al. The impact of caliceal pelvic
anatomy on stone clearance after shock wave lithotripsy for pediatric lower pole stones. J Urol 2004;172(3):1082-6.
Landau EH, Gofrit ON, Shapiro A, et al. Extracorporeal shock wave
lithotripsy is highly effective for ureteral calculi in children. J Urol
2001;165(6 Pt 2):2316-9.
Hochreiter WW, Danuser H, Perrig M, et al. Extracorporeal shock
wave lithotripsy for distal ureteral calculi: what a powerful machine
can achieve. J Urol 2003;169(3):878-80.
Palmer JS, Donaher ER, O’riordan MA, et al: Diagnosis of pediatric
urolithiasis: role of ultrasound and and computerized tomography. J
Urol. 174:1413-1416, 2005
Jackman SV, Hedican SP, Peters CA, et al. Percutaneous nephrolithotomy in infants and preschool age children: experience with a new
technique. Urology 1998;52(4):697-701.
Sahin A, Tekgul S, Erdem E, et al. Percutaneous nephrolithotomy in
older children. J Pediatr Surg 2000;35(9):1336-8.
Boormans JL, Scheepe JR, Verkoelen CF, et al. Percutaneous nephrolithotomy for treating renal calculi in children. BJU Int 2005;95(4):631-
567
XIII. Pediatrik Üroloji
4.
Desai MR, Kukreja RA, Patel SH, et al. Percutaneous nephrolithotomy for complex paediatric renal calculus disease. J Endourol
2004;18(1):23-7.
Aron M, Yadav R, Goel R, et al. Percutaneous nephrolithotomy
for complete staghorn calculi in preschool children. J Endourol
2005;19(8):968-72.
Salah MA, Toth C, Khan AM, et al. Percutaneous nephrolithotomy in
children: experience with 138 cases in a developing country. World
J Urol 2004;22(4):277-80.
Hill DE, Segura JW, Patterson DE, et al. Ureteroscopy in children. J
Urol 1990;144(2 Pt 2):481-3; discussion 492-3.
Minevich E, Defoor W, Reddy P, et al. Ureteroscopy is safe and effective in prepubertal children. J Urol 2005;174(1):276-9.
Reddy PP: Pediatric ureteroscopy. Urol Clin N Am. 31:145-156, 2004
Lam JS, Greene TD , Gupta M. Treatment of proximal ureteric calculi:
holmium:YAG laser ureterolithotripsy versus ESWL. J Urol. 167: 19721976, 2002
Wu HY, Docimo SG: Surgical management of children with urolithiasis. Urol Clin North Am. 31:589, 2004
Soygur T, Zumrutbas AE, Gulpinar O, et al. Hydrodilation of the ureteral orifice in children renders ureteroscopic access possible without
any further active dilation. J Urol 2006;176(1):285-7; discussion 287.
Van Savage JG, Palanca LG, Andersen RD, et al. Treatment of distal
ureteral stones in children: similarities to the American urological
association guidelines in adults. J Urol 2000;164 (3 Pt 2):1089-93.
Thomas JC , Demarco RT , Donohoe JM , et al: Pediatric ureteroscopic stone management. J Urol. 174: 1072-1074, September 2005
Dogan HS , Tekgul S, Akdogan B, Keskin MS, Sahin A: Use of the
holmium:YAG laser for ureterolithotripsy in children. BJU International. 94(1):131-133, july 2004
Dogan HS, Onal B, Satar N, et al. Factors affecting complication rates
of ureteroscopic lithotripsy in children: results of multi-institutional
retrospective analysis by Pediatric Stone Disease Study Group of
Turkish Pediatric Urology Society. J Urol 2011 Sep;186(3):1035-40.
Kim SS, Kolon TF, Canter D, et al. Pediatric flexible ureteroscopic
lithotripsy: the Children’s Hospital of Philadelphia experience. J Urol
2008 Dec;180(6):2616-9.
Corcoran AT, Smaldone MC, Mally D, et al. When is prior ureteral
stent placement necessary to access the upper urinary tract in
prepubertal children? J Urol 2008 Oct;180(4 Suppl):1861-3.
Casale P, Grady RW , Joyner BD , et al: Transperitoneal laparoscopic
pyelolithotomy after failed percutaneous acces in the pediatric
patient. J Urol. 172(2): 680-3, 2004
13.16 Pediatrik olgularda
Wilms tümörüne yaklaşım
13.16.1 İnsidan ve klinik
Wilms tümörü, en sık görüldüğü yaş aralığı olan 2-4
yaşlarında (ortalama 3,5 yaş) pediatrik popülasyonda görülen böbrek tümörlerinin yaklaşık %90-95’ini
oluşturmaktadır. Erkek/Kız oranı: 0.97/1 olarak saptanmıştır. Dokuz yaş altındaki çocukluk çağı tüm re-
568
nal kitlelerin %90’ı Wilms tümörüdür. Tüm çocukluk
çağı kanserlerinin de %12’sini oluşturmaktadır. Onbeş
yaş altı çocuklarda Wilms Tümörü görülme sıklığı
7-10/1.000.000’dur. Yeni tanı alan hastaların yaklaşık
%1-2 sinde WT1 geni bulunmaktadır ve bu hastalarda,
hastalık daha erken yaşta ortaya çıkmakta ve bilateralite
olabilme ihtimali daha fazla olmaktadır. Wilms tümörü gelişme insidansı yüksek olan sendromlar içerisinde Beckwith Wiedemann, Denys-Drash, Li-Frameni,
WAGR ve Bloom sendromları bulunmaktadır.
13.16.2 Etiyoloji
Wilms tümörü, embriyonel hayatta tübül ve glomerüllerin geliştiği metanefrik blastemin anormal gelişmesi
sonucu ortaya çıkmaktadır. Olguların %10’unda 11.
kromozomun kısa kolunda delesyon bulunmaktadır. Ayrıca 11-13 ve 11-15 translokasyonu sebebiyle de oluştuğu bilinmektedir. Tümör gelişiminden sorumlu WT-1 ve
WT-2 isimli 2 adet gen saptanmış olup bunlardan WT-1
normal böbrek dokusunun gelişimi için gerekli olan ve
anti-tümöral etkinliğe sahip olan bir gendir.
13.16.3 Sınıflama
Wilms Tümörleri 2 grupta sınıflandırılırlar: A-Tipik
Form B-Atipik Form.
A- Tipik form tipleri;
1- Konjenital Mezoblastik Nefroma
2- Rabdomiyosarkom tipi
3- Multilokuler kist formu
B- Atipik form tipleri;
1- Anaplazik tip
2- Rabdoid tip
3- Şeffaf hücreli sarkom
13.16.4 Klinik
Wilms tümörü klinik olarak genelde batında ağrısız
ele gelen kitle, nadir olarak karın ağrısı (%33), hematüri (%25), ateş yüksekliği ve hipertansiyon (%25-63)
ile karşımıza gelmektedir. Başvuru sırasında ortalama
olarak kitlenin büyüklüğü 12 cm’dir. Hastaların yaklaşık olarak %90’ında hipertansiyon bulunmakta olup
hipertansiyonun sebebi kitlenin üretmiş olduğu renin
aktivitesine ve kitlenin renal artere basarak oklüzyon
oluşturmasına bağlıdır. Bazen vena cavadaki tümör
trombüsüne bağlı olarak da karaciğer yetmezliği bulguları ile hastalar kliniğe başvurabilmektedirler. Hastaların %6’sında bilateral böbreklerde kitle bulunurken
%22’sinde tek böbrekte multisentrik olarak kitle bulun-
maktadır.
Wilms tümörlü hastaların yaklaşık %12’sinde beraberinde eşlik eden konjenital anomaliler saptanmaktadır. Bu
anomaliler arasında en sık rastlananlar kriptoorşidizm,
hipospadias, hemihipertirofi ve anirididir.
Aniridi
hastaların yaklaşık %1,1’inde görülmekte olup PAX6
gen anomalisine bağlı gelişmektedir. Wilms tümörlü
hastaların yaklaşık olarak %10-15 inde WT1 gen mutasyonu bulunmaktadır. WT1 gen anomalisi bulunan
hastalarda nefroblastoma gelişme riski daha fazladır. Bu
gen renal ve gonadal gelişim üzerinde etkilidir. Beckwith-Wiedemann sendromunda Wilms tümörü gelişme
riski %10-15’dir. Bu sendromlardan herhangi biri saptanan olgularda 7 yaşına kadar ultrasonografi ile takip
önerilmektedir.
Wilms tümörü genellikle sağlam böbrekten köken almasına karşın, atnalı, multikistik veya ektopik yerleşimli
böbreği olan olgularda Wilms tümörü gelişmeinsidansı
daha yüksektir. Makroskopik olarak 10-12 cm boyutlarında, iyi sınırlı,psödokapsülle çevrili bir kitledir. Kitle
içerisinde hemoraji ve nekroz alanları sıktır.
13.16.5 Tanı
Wilms tümörü tanısında ilk kullanılan görüntüleme yöntemi ultrasonografidir. Wilms tümörü kesin tanısında en
sık kullanılan görüntüleme yöntemi bilgisayarlı tomografidir. Toraks, abdomen ve pelvisi içeren bilgisayarlı
tomografi (BT) ile tanı konulur. Hastaların %4’ünde
vena cava inferiora uzanan tümör saptanır. Bu durumda
hastaya cerrahitedavi öncesi ultrasonografi veya ekokardiyografi yapılması önerilmektedir. Ancak yapılançalışmalara göre kavoatrial trombüsleri tespit etmede en iyi
görüntüleme yöntemi bilgisayarlıtomografidir. Wilms
tümörü tanısında Fluroseoksiglukozlu-PET önerilmemektedir ancaktedavi sonrası rezidüel dokunun belirlenmesinde ve relapsların tanısında kullanılmaktadır. Ancak BT de görülen bazı ufak akciğer metastazları PET
ile görüntülenemeyebilmektedir.Tipik Wilms tümöründe metastaz taraması yapılırken akciğerler, rabdoid tipte
santral sinir sistemi, anaplazik tipte kemikler metastaz
açısından değerlendirilmelidir.
Renkli Doppler ultrasonografide komprese olmuş parankimde vaskülarite artışı, tümör içerisinde neovaskülarizasyon ve arteriovenöz şantlara bağlı patolojik akımlar gözlenebilmektedir.
13.16.6 Evreleme
Wilms tümörü evrelemesinde 2 farklı evreleme seçeneği
bulunmaktadır. Biz bunlardan en sık kullanılan evreleme sistemini anlatacağız;
COG Evreleme Sistemi:
Evre 1: Tümör böbrekte sınırlı ve tamamiyle rezeke
edilmiş. Tümör yayılması ve renal sinüs invazyonu yok
Evre 2: Ekstrakapsüler yayılım (cerrahi esnasında veya
biyopsi esnasında da olabilir.) renal sinüs ve vasküler tutulum varlığı, cerrahi sınır negatif olacak şekilde komplet rezeksiyon ve lenf nodu negatifliği
Evre 3: Böbrek dışına non-hematojen yayılım (abdominal lenf nodu varlığı veya vena cava inferiorda trombüs
varlığı), rezeksiyon esnasında peritoneal yayılım olması, rezeksiyon sonrasında mikroskopik veya makroskopik olarak geride tümör kalması
Evre 4: Hematojen metastazlar (akciğer, karaciğer, kemik, beyin) veya ekstra abdominal lenf nodu yayılımı
Evre 5: Görüntüleme esnasında bilateral böbreklerde
tutulum saptanmış olması
13.16.7 Tedavi
Cerrahi
Wilms tümörü için iki farklı tedavi modalitesi bulunmaktadır. ABD de Ulusal Wilms Tümörü Derneğinin
(NWTS) çalışmalarına göre histolojik tanı ve evreleme açısından primer olarak cerrahi tedavi gelmektedir.
Ancak Ulusal Pediatrik Onkoloji Derneği çalışmalarına
göre ise operasyon öncesi verilen kemoterapi ile cerrahi
risklerin azaltılabileceği ve sonrasında cerrahi yapılması gerektiğini belirtilmektedir. Her 2 grubunda ortalama
sağkalım süresi yaklaşık olarak %90’lar civarındadır.
Yapılan yeni çalışmalar ile geç dönem yan etkileri en
aza indirmek ve genel sağkalım oranlarını arttırmak
üzerinedir. Preoperatif yapılan ultrasonografi ile tümör
boyutu 1000 ml ve üzeri olan olgularda cerrahi esnasında tömürün etrafa saçılma riski artacağı için bu hastaların preoperatif kemoterapi alarak cerrahi risklerin
azaltılabileceği bildirilmiştir.
NWTS’nin yapmış olduğu çalışmalara göre kromozomlardan 1p ve 16q da heterozigosite kaybı olan olgularda
prognozun daha kötü olduğu, relaps ve ölüm oranlarının
daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Pediatrik Onkoloji
Grubunun (COG) risk sınıflamasında yaş, tümör ağırlığı, histoloji tipi, evre ve heterozigosite kaybı bulunmaktadır. Gen ekspresyon analizleri ileri dönemde tedavi seçeneği olmak üzere çalışılmaktadır. Hematojen metastaz
olması, lenf nodu tutulumu olması, kapsül invazyonu,
tümör ekstansiyonu, enflamatuar psödokapsül bulunması ve intrarenal venlere invazyon olması kötü prognoz
kriterlerindendir.
Tek taraflı Wilms tümörü varlığında transperitoneal radikal nefrektomi altın standart tedavi prosedürü olarak
kullanılmaktadır. Eğer operasyon öncesi karşı taraftaki
böbrekte herhangi bir kitle saptanmamışsa karşı taraf
569
XIII. Pediatrik Üroloji
böbreğe eksplorasyon yapılmasına gerek yoktur. Operasyon esnasında dikkatli bir cerrahi ile çevre dokuya
kontaminasyon olmadan çevre doku ile birlikte enblok
olarak çıkartılması önerilmektedir. Tümör yayılması
operasyon sonrasındaki rekürrens oranlarını 6 kat arttırmaktadır. Rekürrens açısından risk faktörleri,tümörün
histolojik tipi, tümörün inkomplet olarak çıkartılması,
tümör yayılması ve lenf nodu örneklemesinin yapılmamasıdır. Operasyon esnasında hiler ve aortakaval lenf
nodu disseksiyonu yapılması gerekmektedir. Eğer lenf
nodu disseksiyonu yapılmazsa hastalığın evresi Evre 3
olarak kabul edilip ona göre tedavi düzenlemesi yapılacaktır.
Sağ böbrekte bulunan Wilms tümörleri genellikle karaciğere invazyon gösterirler ve rezektabilitesi operasyon
esnasında belli olabilmektedir. Bilateral Wilms tümörü
bulunan çocuklarda ise parsiyel nefrektomi yapma zorunluluğu bulunduğu için pozitif cerrahi sınır oranları
artmakta bu da lokal rekürrens ihtimalini yükseltmektedir. Bilateral tümörü bulunan hastalarda lokal rekürrens oranı %8 iken, tek taraflı Wilms tümörü bulunan
hastalarda radikal nefrektomi sonrası lokal rekürrens
oranı %3 civarındadır. Bunun sebebi olarak da böbrek
fonksiyonlarını korumak amaçlı nefron koruyucu cerrahi yaparken geride tümör bırakılıyor olmasıdır. Tek taraflı kitlesi olan çocuklarda ise laparoskopik nefrektomi
kemoterapi sonrasında yapılmalıdır çünkü laparoskopik
olarak tümörün saçılması veya patlaması gibi riskler
bulunmaktadır. Tek taraflı böbrek kitlesi olan hastalarda nefron koruyucu cerrahi yapmak tartışmalıdır, çünkü
hastalardaki kitleler genellikle nefron koruyucu cerrahi
yapılamayacak kadar büyüktür.
Parsiyel nefrektomi yapabilme kriterleri ise şöyle sıralanmaktadır;
1. Kitle, böbreğin bir tek polünü tutmuşsa,
2. Toplayıcı sistem ve vasküler sistemle ilişkisi yoksa,
3. Rezidü tümör dokusu kalmayacak ve etraf dokudan
salim bir cerrahi sınır kalacaksa,
4. Soliter böbrekliyse ve geride kalacak olan böbreğin
yeterince fonksiyon gösterebileceğine inanılıyorsa parsiyel nefrektomi yapılabilir. Tek taraflı Wilms tümörü
olan hastaların ancak %5 kadarı bu kriterleri karşılayabilmektedir. Bu hastalara preoperatif kemoterapi verilerek tümör çapı küçültülerek parsiyel nefrektomi yapılabilme şansı arttırılabilir.
13.16.8 Komplikasyon
En önemli intraoperatif komplikasyon kanamadır. Cerrahi sonrası ise en sık rastlanan komplikasyon ise ileustur
(%5). Şilöz asit nadir görülen bir komplikasyon olmakla beraber hastada ciddi yan etkiler oluşturabilecek bir
570
komplikasyondur. Operasyonun komplikasyon riskini
arttıran durumların başında tümör çapının 10 cm’den
büyük olması ve vena cava nferior ve atriuma uzanan
tümör trombüsünün bulunmasıdır. Preoperatif kemoterapi verilerek tümör boyutunu küçülterek operasyonun
riskleri azaltılabilir. 4 veya 8 hafta boyunca preoperatif
kemoterapi alan hastalarda operasyon komplikasyon
oranları %5 civarlarına düşmektedir. Preoperatif KT,
intraoperatif tümör yayılma oranlarını %15,3’ten %2,2
seviyelerine kadar çekmektedir, ayrıca Evre 3 tümör
oranlarını da %30,4’ten %14,2’ye düşürmektedir.
Tedaviye bağlı kardiyak, renal ve pulmoner etkilenme
yanı sıra %6 oranında ikincil neoplazmlar da görülebilmektedir. Bunların yaklaşık %33’ü malign karakterlidir.
Kemoterapi
Wilms tümöründe klinik olarak kullanılan kemoterapi
ilaçları daktinomisin ve vinkristindir. İleri evre tümörü
olan hastalarda tek başına radyoterapi ve cerrahi tedaviye oranla sağkalım sürelerini arttırdığı tespit edilmiştir.
NWTSG nin yapmış olduğu çalışmalara göre kemoterapi ilaçlarını beraber kullanmanın tek başlarına kullanımına göre daha faydalı olduğunu göstermektedir. Evre
3 ve Evre 4 hastalarda bu iki ilacın yanına Doksurobisin
eklenmesiyle daha iyi sonuçlar aldığı gözlemlenmiştir.
Evre 1 ve 2 olan hastalara postoperatif olarak flank
bölgesine radyoterapi verilmesine gerek yokken, Evre
3 ve 4 olan hastalara yaklaşık 1000 cGy radyoterapi verilmesi faydalı olmaktadır. Radyoterapi cerrahi sonrası
1-3 gün arasında başlanması daha faydalı olacaktır. Evre
2-3-4 anaplastik tümörlerde radyoterapinin dozu 12004000 cGy arasında değişmektedir. Patolojisi anaplastik
tümör veya rabdoid tümör olarak gelen hastalarda ise
standart klasik kemoterapinin çok fazla fayda etmediği
saptanmıştır. Klasik renal hücreli karsinom olan olgularda postoperatif radyoterapi ve Doksurobisin kemoterapisi daha etkilidir. Her evre için ortalama 4 yıllık sağ kalım oranı %90’larda seyretmektedir. 2 yaşından küçük,
Evre 1 ve tümör hacmi 550g’dan daha az olan hastalara
postoperatif kemoterapi verilmesi gerekmemektedir, bu
hastaların 2 yıllık sağ kalım oranları %100’dür. Wilms
tümörlerinde en sık metastaz akciğerlere olmaktadır.
Akciğerlerdeki metastazlara yaklaşık 1200 cGy radyoterapi verilmektedir. İkinci sıklıkta metastaz yaptığı
organ karaciğerdir ve karaciğer metastazları rezeke edilerek 2000-3000 cGy radyoterapi verilmesi uygun olacaktır. Kemik ve santral sininr sistemi metastazlarında
da radyoterapi verilmektedir.
Preoperatif kemoterapi verilen hastalarda sonrasında
yapılan tümör rezeksiyonunda tümörün tamamen nekrotik (%1 canlı) olduğu saptanmıştır. Bu hastalarda hastalıksız yaşam oranları 5 yıllık için %98’dir. Evre 1 olup
preoperatif kemoterapi verilen hastalara postoperatif
dönemde kemoterapi verilmemektedir.
Bilateral Wilms Tümörüne Yaklaşım
Wilms tümörlü olan hastaların yaklaşık %4-6 sında
senkronize bilateral böbreklerde tümöral lezyonları
bulunabilmektedir. Bu hastalarda konjenital anomali görülme oranı tek taraflı olanlara göre daha fazladır
(%45). Bu hastalar doğrudan radikal nefrektomiye gitmeden önce tümör küçültücü preoperatif kemoterapi
almalıdır. Bilateral Wilms tümörü olan çocuklarda tedavi sonrası 15 yıl içerisinde böbrek yetmezliği gelişme
oranı yaklaşık olarak %15’tir. Bu hastalara cerrahiden
önce 6 hafta boyunca preoperatif kemoterapi verilmesi
gerekmektedir. Bu 6 haftanın sonunda tümör boyutunu
değerlendirebilmek amacıyla BT ve MRI görüntülemesi yapılması gerekmektedir. Nefron koruyucu cerrahiye
elverişli duruma gelen hastalara parsiyel nefrektomi
yapılmalıdır, ancak uygun duruma gelmeyen hastalara
ise preoperatif olarak biyopsi yapılarak histolojik tanı
konulmalıdır. Sonrasında hastalara 12 haftaya tamamlayacak şekilde kemoterapiye devam edilmelidir. Eğer
yapılabiliyorsa her iki böbreğe de parsiyel nefrektomi
yapılmalıdır ancak tümörün büyüklüğü parsiyel nefrektomiye izin vermiyorsa tümörün büyük olduğu tarafa
radikal nefrektomi karşı böbreğe de parsiyel nefrektomi yapılmalıdır. Bilateral Wilms tümörü olan olgularda
gerekli tedaviyi takiben uzun dönem sağkalım oranları
%70-80 olarak bildirilmektedirmriski en yüksek olan
hasta grubu bilateral Wilms tümörü bulunan olgulardır.
Okunması önerilen kaynaklar
Kevin S. Buckley; Pediatric genitourinary tumors; Current Opinion, Volume:24, Number:3, 291-296, (2012)
Gordon A. McLorie; Wilm’s Tumor (Nephroblastoma); Current Opinion,
Volume:11, 567-570, (2001)
Karen Driscoll, Michael Isakoff, Fernando Ferrer; Update on pediatric
genitourinary oncology; Current Opininon in Urology, Volume:17, 281286, (2007)
Wei Yao, Kai Li, Xianmin Xiao, Jiechun Gao, Kuiran Dong, Xianmin Xiao,
Zhibao Lv; Outcomes of Wilms’ Tumor in Eastern China: 10 Years of Experience at a Single Center; Journal of Investigative Surgery, Volume:25,
181-185, (2012)
Kalapurakal JA, Dome JS, Perlman EJ, Malagolowkin M, Haase GM,
Grundy P, Coppes MJ; Management of Wilms Tumor: current preactice
and future goals; Lancet, Volume:5, 37-46, (2004)
13.17 Pediyatrik olgularda
nöroblastoma yaklaşım
10000 canlı doğumda 1 olduğu tahmin edilmektedir.
İnfantlarda en sık saptanan neoplazmdır. Yakın zamanda tanı ve tedavide ileri derecede gelişmeler olmasına
rağmen uzun dönemde nöroblastomda survi (sağkalım)%40 civarındadır.
Nöroblastomlar primordial
nöral krest hücrelerinden köken alırlar. Sempatik sinir
sisteminin bulunduğu herhangi bir yerden oluşma riski
vardır. Nöroblastomlar, vücudun herhangi bir yerinden
köken alabilse de yaklaşık %65’i abdomenden köken
alır ve bunun da yaklaşık yarısı adrenal medulladan kaynaklanır. Diğer görülme yerleri arasında sırasıyla boyun,
göğüs ve pelvis yer almaktadır. Kliniği genellikle nonspesifiktir. Primer tümörün veya metastazının bulunduğu
yere göre değişkenlik gösterebilmekte, paraneoblastik
sendrom bulguları ile karşımıza çıkabilmektedir. Hastaların yaklaşık %40’ında rastlantısal olarak prenatal
ultrasonografide intraadrenal büyük bir kitlenin veya
sempatik zincir lokalizasyonunda invaziv bir kitlenin
saptanmasıyla tanı konulabilmektedir. Primer torakstaki nöroblastom kitlelerine rastlantısal olarak akciğer
grafisi ile tanı konulabilir. Servikal kitleler nadir de olsa
Horner Sendromu kliniğiyle karşımıza çıkabilirler. Torakal, abdominal ve pelvis bölgesindeki paraspinal nöroblastomlar, toplam nöroblastomların %5-15’i arasındadırlar ve nöral foramende bası yaparak motor kayıp,
his kaybı ve ağrı ile klinikte karşımıza çıkabilirler. Bu
hastalarda paraneoblastik sendromun bir komponenti
olarak vazointestinal peptid salgılanmasına bağlı olarak
diyare ve gelişme geriliği izlenir. Bu hastalarda hızlı göz
hareketleri, ataksi ve irreguler kas spazmları görülür ve
hastalarda uzun dönemde nörolojik defisitler gelişir. Bu
hastalarda tümörün çıkartılması veya glukokortikoid,
adrenokortikotropik hormon, intravenöz immunoglobulin ve kemoterapi sonrası semptomlarda düzelme gözlenebilmektedir.
Pelvik tümörler rektosigmoid kolona bası yaparak konstipasyona, mesaneye bası yaparak da idrar retansiyonuna sebep olabilirler. Hastaların %50’sinde tanı konulduğu anda hematojen metastaz zaten mevcuttur. Bazı
hastalarda kemiğe ve kemik iliğine metastaz yaparak
ağrı, topallama ve kemik iliği yetersizliğine sebep olabilir. Hastalarda renal arterlere bası olması sonucunda renin-anjiotensin-aldosteron aktivasyonundaki artışa bağlı
hipertansiyon görülebilmektedir. Santral sinir sistemi
tutulumu ilk tanı anında genelde görülmezken metastaz
veya relapslarda daha sık görülür.
13.17.1 İnsidans ve klinik
13.17.2 Tanı
Nöroblastom 15 yaş altında görülen malignitelerin yaklaşık olarak %7’sini ve maligniteye bağlı ölümlerin de
yaklaşık olarak %15’ini oluşturmaktadır. Lösemi ve
beyin tümörlerinden sonra çocukluk çağının üçüncü en
sık görülen neoplastik hastalığıdır. Çocukluk çağının en
sık görülen ekstrakraniyal solid tümörüdür. İnsidansının
Kesin tanı kemik iliği aspirasyonu veya primer tümörden alınan dokunun incelenmesi ile konulur. Bu biyopsilerden moleküler genetik analiz de yapılabilmektedir.
Serum laktat dehidrogenaz, ferritin, kromogranin seviyeleri yüksek olan hastalar genellikle yüksek riskli
olan hastalardır. Mediasten, abdomen ve pelvisteki tü-
571
XIII. Pediatrik Üroloji
mörlerin teşhisinde ilk kullanılacak yöntem genellikle
bilgisayarlı tomografidir (BT). Manyetik rezonans
(MR) görüntüleme ise daha çok paraspinal lezyonlar,
intraforaminal korda bası yapan lezyonların teşhisinde
daha çok faydalı olmaktadır. BT ile tümörün büyüklüğü,
vasküler invazyon, lokal yayılım ve uzak metastazlar
araştırılır. BT de içerisinde kalsifikasyon bulunan bir
perirenal nöroblastom için tipiktir. Kemik tutulumunu
göstermek amaçlı ise Teknesyum 99 ile kemik sintigrafisi yapılması faydalı olacaktır. Yumuşak doku tutulumu
gibi kemik dokusundaki tutulumu da çok iyi gösteren
bir test olan metaiyodobenzilguanidin (MIBG) sintigrafisi aynı zamanda evreleme amaçlı kullanılmaktadır.
MIBG nöroblastomların %90’ında tutulum göstermektedir ve nöroblastom için yüksek düzeyde spesifiktir.
Teknesyum-difosfonat kemik sintigrafisi primer olarak
kullanılmazken MIBG sintigrafisinde tutulum olmayan
kemik metastazından şüphelenilen olgularda faydalı
olabilir.
13.17.3 Evreleme
Nöroblastomun evrelendirilmesinde Uluslar arası Nöroblastom Evrelendirme Sistemi (INSS) kullanılmaktadır.
Evre 1: Lokalize tümör, tam gross eksizyon; mikroskopik rezidüel hastalık var veya yok; negatif ipsilateral
lenf nodları
Evre 2A: Lokalize tümör, inkomplet gross eksizyon; negatif ipsilateral yapışık olmayan lenf nodları
Evre 2B: Lokalize tümör, komplet veya inkomplet gros
eksizyon; pozitif ipsilateral yapışık olmayan lenf nodları; negatif kontralateral lenf nodları
Evre 3: Orta hattı infiltre eden rezeke edilemeyen unilateral tümör; bölgesel lenf nodu tutulumu var veya yok;
veya lokalize unilateral tümör; kontralateral bölgesel
lenf nodu tutulumu mevcut veya rezeke edilemeyen,
infiltrasyon ile bilateral yayılım göstermiş orta hat tümörü/lenf nodu tutulumu ile bilateral yayılım göstermiş
orta hat tümörü
Evre 4: Uzak lenf nodu grupları, kemik, kemik iliği, karaciğer, deri veya diğer organları tutan tümör
Evre 4S: Lokalize primer tümör (Evre 1, 2A veya 2B
hastalar); cilt, karaciğer ve <%10 malign tümör saptanan kemik iliği tutulumu (sadece 1 yaşın altındaki infantlarla sınırlı) ile sınırlı yayılım.
Evre 4S tümör tüm vakarlın yaklaşık olarak %5 kadarını
oluşturur. Bu hastalar primer küçük bir tümörü olan ve
karaciğer, deri ve kemik iliği metastazı olan ve spontan regrese olan iyi prognozlu hastalardır. Son yapılan
çalışmalara göre Evre 4S te iyi prognoz kriteri olarak
572
belirtilen 1 yaşın altında olma durumu 12-18 ay arasında
olması ve yapılan tetkiklerde NMYC gen amplifikasyonu bulunmamasının daha iyi bir prognoza sahip olduğu
tespit edilmiştir.
13.17.4 Tedavi
Nöroblastom tedavisinde kullanılan yöntemlerin başında cerrahi, kemoterapi, radyoterapi ve biyoterapidir. Tedaviyi belirleyen ana kriter hastalığın risk sınıflamasına
göredir. Düşük riskli hastalarda altın standart ilk olarak
seçilecek yöntem cerrahidir. Evre 1 olgularda tek başına
cerrahi sonrasında sağkalım oranı yaklaşık olarak %95
tir. Evre 2A ve 2B olan hastalar ve NMYC amplifikasyonu olmayan hastalar da düşük risk grubuna dahil edilirler ve cerrahi tedaviden oldukça fayda sağlarlar. Evre
4S olan hastalarda da spontan regresyon görüldüğü için
bu hastalar da düşük risk grubuna dahil edilirler ve bu
hastaların da uzun dönemde yaşam beklentisi yüksektir.
Yani Evre 1, 2A ve 2B’de standart tedavi yöntemi tümörün cerrahi olarak çıkartılmasıdır.
NMYC hücre içi bir maddedir. NMYC yapısına etkisizleştirici RNA (siRNA) yerleştirildiğinde hücre farklılaşması ve programlı hücre ölümü sağlanmakta ve böylece
tümör büyümesi duraklamaktadır. NMYC amplifikasyonu bulunan Evre 3 hastalar ve diploid indeksi yüksek
(>1) Evre 4S hastalar ve NMYC amplifikasyonu olmayan Evre 4 hastalar da orta risk sınıfına girmektedir.
Bu hastalar da yaklaşık 9 ay süren sisplatin, etoposid,
siklofosfamid ve doksurobisin kemoterapisinden sonra
yaklaşık olarak %80-90 oranlarında sağkalım yüzdesine
sahip olurlar.
NMYC amplifikasyonu olan Evre 3, 4, 4S tümörleri bulunan infantlar ve NMYC amplifikasyonu bulunan Evre
3, 4 tümörü olan daha büyük yaştaki hastalar yüksek
risk sınıflamasına girerler. Evre 4 olan çocukların uzun
dönem sağkalım oranı yaklaşık olarak %20-35 arasında değişmektedir. Evre 4 ve yüksek riskli Evre 3 olan
hastalarda kemoterapi, bunu takiben cerrahi ile rezidüel
tümörün çıkartılması ve radyoterapi tercih edilen tedavi
yöntemidir. Evre 4 olan hastalarda indüklenmiş kemoterapi, otolog kemik iliği transplantasyonu ile miyeloablatif terapi, periferik kök hücre transplantasyonu ile
minimal rezidüel tümörlerin tedavisinde kullanılabilir.
Rezeke edilemeyen ve 1 yaş altında olan hastaların
prognozu kötüdür. Yapılan çalışmalarda 1 yaş altında
olan rezeke edilemeyen ve NMYC amplifikasyonu bulunan hastalar takip edilmiş olup düşük doz vinkristin ve
siklofosfamid tedavisi sonrasında bu hastaların yarısında tümörlerin rezeke edilebileceği saptanmıştır.
Nöroblastom radyoterapiye duyarlı olmasına rağmen bu
tedavi seçeneği yüksek riskli hastalarda çoklu tedavinin
bir parçası olarak kullanılmaktadır. Semptomatik yumu-
şak doku ve kemik metastazı bulunan hastalarda radyoterapi başarı oranı sırasıyla %79 ve %77’dir. Santral
sinir sistemi bulgularında iyileşmeye sebep olmaktadır.
Metastatik nöroblastom olgularında palyatif tedavi olarak radyoterapi önemli bir role sahiptir.
Yeni tedavi modaliteleri
Relaps gelişen vakalarda topoizomeraz 1 inhibitörlerinden topotecan ve irinotecan toksik etkileri göz önünde
bulundurularak tedavide kullanılmaktadır. Düşük doz
siklofosfamid ile topotecanın etki gücü arttırılabilmektedir.
Nöroblastomlarda bir disialogangliozid olan GD2 yoğunlukla eksprese edilmektedir ve yeni dönem yapılan
çalışmalarda GD2’yi hedef alan monoklonal antikorlar
tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Pasif immünoterapi
olarak adlandırılan bu tedavide anti-GD2 monoklonal
antikorları ve genetik yapısı değiştirilmiş T hücreleri
kullanılmaktadır. Aktif immünoterapi diğer bir seçeneği
oluşturmaktadır. Bunun için İnterlökin-2 (IL-2), dendritik hücre aşıları, modifiye tümör hücre aşıları, DNA
aşıları ve spesifik olmayan monoklonal antikorlar (antiCTLA-4, anti-CD40) uygulanabilmektedir.
Yüksek riskli hastalarda yapılan çalışmalarda miyeloablatif kemoterapi ile beraber 13-cis retinoik asid tedavisi denenmektedir. Retinoidlerden olan Fenretidin
nöroblastom hücre dizilerinde uzun süreli öldürücü etki
yapmaktadır.
Okunması önerilen kaynaklar
Ingrid Øraa, Angelika Eggert; Progress in treatment and risk stratification
of neuroblastoma: Impact on future clinical and basic research; Seminars
in Cancer Biology; Volume:21, 217-228; (2011)
John M Maris, Michael D Hogarty, Rochelle Bagatell, Susan L Cohn;
Neuroblastoma; Lancet, Volume:369; 2106-2120; (2007)
Marion C.W. Henry, David B. Tashjian and Christopher K. Breuer; Neuroblastoma update; Current Opinion of Oncology; Volume:17, 19-23; (2004)
Tan C, Sabai SM, Tin AS, Quah TC, Aung L; Neuroblastoma: experience
from National University Health System, Singapore (1987–2008); Singapore Medical Journal, Volume:53, 19-25; (2012)
Kanika A. Bowen and Dai H. Chung; Recent advances in neuroblastoma;
Current Opinion in Pediatrics, Volume:21, 350-356; (2009)
gösteren ve metastatik yayılım gösteren agresif bir tümördür. Çocukluk çağının en sık görülen sarkomudur.
Çocukluk çağı solid tümörlerinin %5-15’ini oluştururken tüm çocukluk çağındaki tümörlerin yaklaşık %4-8’i
RMS’lardır. Erkek/Kız çocuk oranı 3/1 şeklindedir. 3-7
yaş arasında ve 15-20 yaş arasında daha sık olarak görülmesine rağmen yaşamın ilk 10 yılında en sık olarak
görülmektedir. Rabdomyosarkomların %15-20’si genitoüriner sistemden köken alırlar. En sık prostat, mesane,
vajen ve paratestiküler dokularda saptanır. RMS, primitif totipotent embryonel mezankiminden, rabdomyoblastlardan köken almaktadır. Hastaların %32’sinde eşlik
eden konjenital anomali en sık olarak da Von Recklinghausen hastalığı ile beraber görülür. Üç histolojik alt tipi
görülmektedir, en sık görülen embriyonel RMS, vajen
ve mesanede görülen borthroid RMS, ve en kötü prognoza sahip olan alveoler RMS’dur.
Belirti ve bulgular tutulan organa ve büyüklüğüne bağlı
olarak değişiklik göstermektedir. Mesane ve prostat tutulumları idrar yaparken zorlanma gibi şikayetlere sebep
olabilirler. Mesanede en sık trigon bölgesinde tutulum
görülür. Lenfatik ve hematojen yayılım gösterebilir. Hematojen metastazlar en sık olarak akciğer, karaciğer, kemik ve kemik iliğine olmaktadır. Tanı anında olguların
%25’i metastatiktir. Tedavide radikal cerrahi eksizyonun yanı sıra hastalara kemoterapi ve radyoterapi verilir.
Beş yıllık sağkalım oranları %60 civarındadır.
Paratestiküler RMS en sık olarak 3-4 aylık erkek çocuklarda görülürler ve prognozu en iyi olan RMS tipidir. En
sık embriyonel histolojik alt tipi (%97) görülür. Ultrasonografi ile tanı konulur. Primer tedavi radikal inguinal
orşiektomidir. Hastalara BT ile evreleme yapılır ve hastaların %30’unda retroperitonda lenf nodlarında tutulum
saptanır. 10 yaş altındaki tüm çocuklarda ve 10 yaş üstü
retroperitonda tutulumu olan tüm çocuklara retroperitoneal lenf nodu disseksiyonu yapılması gerekmektedir.
Rabdomyosarkomların tedavisinde de immünoterapi
çalışmaları yapılmaktadır. Yüksek risk rabdomyosarkomlarda dentritik hücre temelinde aşı çalışmaları yapılmakta, diğer tedavilere ek olarak sağlamlaştırıcı immünoterapi denenmektedir.
Masayuki Kubota; The Role of Surgery in the Treatment of Neuroblastoma; Surgery Today, Volume:40, 526-532, (2010)
13.18.2 Testis tümörleri
Julie R. Park, Angelika Eggert, Huib Caron; Neuroblastoma: Biology,
Prognosis, and Treatment; Hematology Oncology Clinics North America,
Volume:24, 65-86; (2010)
Çocukluk çağında nadir görülen tümörlerdir. En sık 2-4
yaş arasında görülür. Lezyonların %65’i germ hücreli
tümördür. Androjen insensitivite sendromu ve gonadal
disgenezi bulunan çocuklarda daha sık olarak rastlanır.
13.18 Pediatrik olgularda
diğer ürogenital tümörler
13.18.1 Genitoüriner Rabdomyosarkom
Rabdomyosarkom (RMS) lokal olarak infiltrasyon
En sık görülen tablo testiste ağrısız kitledir. Epididimit,
torsiyon ve hidrosel ayırıcı tanı akılda tutulmalıdır. Tanısında skrotal USG faydalıdır. USG ile görülmeyen ve
hormonal olarak aktif olan küçük boyutlu Leydig tümörleri MR ile görüntülenebilir. Hastalarda alfa feto protein
573
XIII. Pediatrik Üroloji
(AFP) ve beta HCG bakılması gerekmektedir. Yolk sak
tümörleri her zaman AFP salgılar, beta HCG ise embriyonel karsinom ve teratomda yüksektir. Teratom çocuklarda görülen en sık ikinci tümördür, genellikle bening
bir seyir gösterir ve o yüzden testis koruyucu yaklaşımda bulunulmalıdır. Puberte öncesi görülen germ hücreli
tümörlerin %60’ı yolk sak tümörüdür, özellikle 2 yaş
altında görülür ve %4-6 retroperitoneal lenf nodlarına
metastaz saptanır. Uzak metastaz en sık akciğere olur.
Primer tedavi radikal inguinal orşiektomidir. Tüm evrelerde sağkalım %100 civarındadır. Çocuklarda görülen gonadal stromal tümörlerin en sık görüleni Leydig
hücreli tümörlerdir. Hastalarda erken puberte, tek taraflı
testiküler kitle ve yüksek 17-ketosteroid düzeyi ve düşük FSH ve LH düzeyleri hakimdir. Bening seyirlidir ve
testis koruyucu tedavi önerilmektedir. Gonadal disgenezisi olan çocuklarda en sık görülen tümör gonadoblastomdur, puberteden sonra daha sık görülür ve tedavide
gonadektomi yapılır.
Böbreğin Şeffaf Hücreli Karsinomu: Wilms tümörünün
aksine beyine ve kemiğe metastaz yapar, bilateral tutulum yoktur. Konjenital anomaliler gözlenmez.
Böbreğin Rabdoid Tümörü: Çocukluk çağı tümörlerinin
en agresif ve öldürücü olanıdır. Beyin metastazı yapmaktadır.
Konjenital Mezoblastik Nefrom: Yenidoğanlarda en sık
görülen böbrek tümörüdür. Hiperkalsemiye sebep olur
ve buna bağlı olarak bulantı, kusma, kabızlık, poliüri
gibi semptomlar görülür. Radikal cerrahi ile mükemmel
sonuç alınır.
Okunması önerilen kaynaklar
Wu HY, Snyder HM; Pediatric urologic oncology: bladder, prostate, testis;
Urol Clin N Am, Volume:34, 619-627, (2004)
Kaefer M, Rink RC; Genitourinary rhabdomyosarcoma; Urol Clin N Am,
Volume:27, 1-20, (2000)
574
575
Download