T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI DOKTORA TEZİ TÜRK - AMERİKAN İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE ERMENİ MESELESİ (1918-1923) Kamil Necdet AR Danışman Yrd. Doç. Dr. Hasan MERT 2009 I Doktora tezi olarak sunduğum “Türk-Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) ” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunların atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. / /2009 Kamil Necdet Ar II DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI Öğrencinin Adı ve Soyadı Anabilim Dalı Programı Tez Konusu Sınav Tarihi ve Saati : Kamil Necdet Ar : Türkiye Cumhuriyeti tarihi : Doktora : Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) : Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün …………………….. tarih ve ………. Sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından Lisansüstü Yönetmeliğinin 30.maddesi gereğince doktora tez sınavına alınmıştır. Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini …. dakikalık süre içinde savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin, BAŞARILI DÜZELTME RED edilmesine OY BİRLİĞİİ ile OY ÇOKLUĞU ile karar verilmiştir. Ο Ο* Ο** Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır. Öğrenci sınava gelmemiştir. Ο Ο Ο*** Ο** * Bu halde adaya 3 ay süre verilir. ** Bu halde adayın kaydı silinir. *** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir. Tez, burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbrightht vb.) aday olabilir. Tez, mevcut hali ile basılabilir. Tez, gözden geçirildikten sonra basılabilir. Tezin, basımı gerekliliği yoktur. JÜRİ ÜYELERİ Evet Ο Ο Ο Ο İMZA …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …………….. …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……….......... …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …. ………… …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……….......... …………………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …. ………… III İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ I KISALTMALAR IV KAYNAKLAR HAKKINDA VI GİRİŞ ERMENİ SORUNUNUN TARİHÇESİ A. Türk-Amerikan İlişkilerinin Gelişim Süreci 1 B. Ondokuzuncu Yüzyılda Yayılmacı Güçlerin Politikaları 9 1. Yayılmacı Devletlerin Osmanlı Politikası 13 2. Yayılmacı Güçlerin Mücadeleleri ve Ermeni Meselesi 14 C. Ermeni Milliyetçiliğinin Kışkırtılması 20 1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri 24 2. Balkanlardaki Gelişmelerin Ermeni Milliyetçiliği Üzerindeki Etkileri 30 D. Ermeni Ayrılıkçılarının Örgütlenmesi, Komiteler ve Mücadele Yöntemleri 32 E. Müdahaleler ve Reformlar 40 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ A. İtilaf Devletlerinin Savaş Amaçları, Gizli Anlaşmalar ve Ermeniler 51 B. Ermeni Örgütlerinin Faaliyetleri 55 1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Örgütleri 56 2. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Örgütleri 60 C. Ermeni Tehciri 63 1. Birinci Dünya Savaşı Sırasında Rus-Ermeni İşbirliği 63 2. Tehcir Yasası 79 3. Tehcir Uygulaması 82 4.Tehcirin Sonuçları 91 D. Rus İhtilali Sonrasında Kafkasya’daki Gelişmeler 96 IV İKİNCİ BÖLÜM ERMENİ MESELESİNİN TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİ İÇERİSİNDEKİ YERİ A. Ermeni Sorununun Amerika Birleşik Devletlerine Taşınması 103 1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri 103 2. Amerika’ya Göç Eden Ermeniler 106 3. İngiliz Propaganda Sistemi 111 4. Büyükelçi Mongenthau ve Ermeni Meselesindeki Rolü 113 B. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti-ABD İlişkileri 123 C. Paris Barış Konferansı’nda ABD 128 1. Paris Barış Konferansı Öncesi Gelişmeler 129 2.1919 Paris Barış Görüşmeleri ve ABD’nin Ermenistan Siyaseti 139 D. Ermeni Meselesinin Amerikan ve Yerel Basına Yansıması 152 E. Türkiye’ye Gönderilen ABD Heyetleri 155 1. King-Crane Komisyonu ve Raporu 155 a.Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanmasına İlişkin Yaklaşımlar 158 b.Tasarlanan Ermeni Devleti’nin Nüfus Tahminleri 165 2. General Harbord Heyeti Raporu 167 a. Ermeni Halkının Halihazır Durumu 169 b. Siyasi Durum ve Yeni Düzenlemeler için Öneriler 174 c.Türkiye ve Kafkasları Kapsayan Bir Manda Görevinin Koşulları ve İçerdiği Sorunlar (1) Harbord Heyeti ve Görev Bölümü (2) Askeri Sorunlar 187 188 189 d. Sonuçlar 193 (1) Olumlu Nedenler (2) Karşıt Nedenler e. Değerlendirme 195 197 201 F. Amiral Bristol ve Türk-Amerikan İlişkileri 209 1. Amiral Bristol’ün Saptamaları ve Görüşleri 210 2. Amiral Bristol’ün Karşıtları 216 3. Amiral Bristol’ü Destekleyenler 221 G. Genel Değerlendirme 225 V ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE ABD A. Ermeni İstilası Girişimleri ve Buna Karşı Tepkiler 227 1. Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti 231 2. Ermeni İstila Hareketleri 231 B. Ermeni İstilasına Karşı Türk Milli Mücadelesinin Başlaması 233 1. Mustafa Kemal Paşa’nın Ermeni Tehdidine İlişkin Faaliyetleri 234 2. Erzurum ve Sivas Kongreleri 238 3. Misakı Milli’nin İlanı ve Buna Bağlı Gelişmeler 249 C. Sevr Antlaşması ve ABD Başkanı’nın Türkiye-Ermenistan Sınırını Belirleme Girişimi 251 D. TBMM Hükümeti’nin Doğu Politikası ve Ermeni Yayılmacılığına Karşı Askeri Harekat 255 1. TBMM Hükümeti-Sovyet Rusya İlişkilerinin Ermeni Harekatı Üzerindeki Etkisi 256 2. Ermeni İstilasına Karşı Askeri Harekat 259 3. Türk Harekatı Karşısında ABD’nin Tutumu 263 4. Güney Cephesi ve Ermenilerin Güney Anadolu’dan Ayrılmaları 266 E. Lozan Barış Antlaşmasında Amerikan Politikası ve Ermeni Meselesi 268 1. Lozan Konferansı Öncesi Ermeni Meselesine İlişkin Girişimler 269 2. Lozan Konferansında Ermeni Meselesi 271 3. Lozan Konferansında ABD’nin Konumu ve Politikası 275 4. Lozan Konferansı’nın Ermenileri İlgilendiren Hükümleri 287 F. Türkiye Ermenilerinin Yaklaşımları, Kemal Atatürk’ün Saptamaları ve Görüşleri 292 SONUÇLAR 299 BİBLİYOGRAFYA 318 VI EKLER EK-A : AMERİKAN MİSYONER TEŞKİLATININ YAPILANMASI EK-B : 27 MAYIS 1915 TARİHLİ GEÇİCİ KANUN EK-C : 30 MAYIS TARİHLİ SAVAŞ DURUMUNU VE OLAĞANÜSTÜ SİYASİ ZORUNLULUKLAR NEDENİYLE BAŞKA YERLERE İSKAN OLUNAN ERMENİLERİN YERLEŞME, İAŞE VE DİĞER KONULARI HAKKINDAKİ YÖNETMELİK EK-D : ERMENİ TEHCİRİNDE TOPLANMA MERKEZLERİ VE SEVK YOLLARI EK-E : “AMERICAN TASKS IN TURKEY” İSİMLİ DOKÜMANDA ÖNERİLEN ERMENİSTAN EK-F: ABD ROMA BÜYÜK ELÇİLİĞİNİN BAŞ YAZISI VE İLİŞİĞİNDE WİLSON PRENSİPLERİ CEMİYETİ’NİN ABD BAŞKANINA GÖNDERDİĞİ MEKTUP EK-G: PARİS BARIŞ KONFERANSINDA ERMENİLERİN İSTEDİĞİ ERMENİSTAN EK-H : TASARLANAN ERMENİ DEVLETİ’NİN NÜFUS TAHMİNLERİ EK-I : MONDROS MÜTAREKESİ SONRASI KURULAN KAFKAS HÜKÜMETLERİ EK-J : SEVR ANLAŞMALARINA GÖRE TÜRKİYE VII ÖNSÖZ Türk-Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) adlı bu çalışmada Ermeni Meselesinin özellikle Birinci Dünya Savaşı sonundan İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan süreçte Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeri ve etkileri ele alınmaktadır. Ermeni Meselesi aslında 19. yüzyıldan itibaren Avrupalı yayılmacı güçlerin azınlıkları kullanarak Osmanlı Devleti’ni parçalama politikalarının bir parçası olmuştur. Bu süreçte henüz Akdeniz ve Ortadoğu’ya açılma girişimleri olan ABD için aynı yönde bir politika söz konusu olmamakla birlikte ticari çıkarlar ağır basmaktadır. Ancak ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılarak dengeleri değiştirmesi, yirminci yüzyıl başından itibaren kendisinin süper bir güç olarak tanınmasını sağlamıştır. Başkan Wilson’un savaş daha bitmeden açıkladığı ve savaş sonunda dünyanın alacağı siyasi yapıya ilişkin “Ondört Prensip” ile Milletler Cemiyeti’nin kurulması yönündeki çabaları döneme damgasını vurmuştur denilebilir. Böylece ABD savaş sonrası gerçekleştirilen ve Osmanlı Devleti’nin de kaderinin tayin edildiği Paris Barış Antlaşmasının adeta baş aktörü olmuştur. Bu süreçte Türk-ABD ilişkilerinin daha önceki ticari ve misyonerlik ağırlıklı içeriği, siyasi ilişkiler düzlemine taşınmıştır. Bu dönemdeki, uzun yıllar propaganda ile Ermeniler lehine Türkler aleyhine koşullandırılan Amerikan kamuoyunun baskısının da etkisi ile Ermeni Meselesi ilişkilerin ilk sırasında yer almıştır. Bu durumun günümüze de yansıdığına tanık olmaktayız. Tez çalışmasının içeriği ile ilgili olarak GİRİŞ Bölümünde konunun evveliyatı genel bir bakış perspektifinden ele alınmıştır. Girişte ondokuzuncu yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte Ermeni meselesinin seyri ve gelişmelerin dönemin yayılmacı güçleriyle olan bağlantısına değinilmiş ve konunun ABD ile olan bağlantısı dahil geçmişi ele alınmıştır. Burada yayılmacı güçlerinin jeo-politik ve jeo-stratejik kurgulamaları ile oluşan durum ve bunun iki toplum ilişkilerinde yarattığı sonuçlar incelenmektedir. I Birinci Bölüm (BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ) esas itibariyle İtilaf Devletlerinin gizli amaçları ve Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılan Ermenilerin İtilaf Devletleri ve özellikle Rusya ile olan işbirliğine değinilmiştir. Buna karşı tedbir olarak yürürlüğe konulan Tehcir ve sonuçları incelenmiştir. İkinci Bölüm (ERMENİ MESELESİNİN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ İÇERİSİNDEKİ YERİ), Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınması ile 1918-1919 yıllarını kapsayan Paris Barış Konferansı öncesi ve Konferans sürecinde Amerika’nın izlediği politikaları ve faaliyetlerini ele almaktadır. Bu dönemde Ermeni ve Ermeni destekçisi propagandanın Amerikan kamuoyu ve yönetimi üzerindeki etkileri ve bunun Amerikan politikalarına yansımasına değinilmektedir. Ancak bu süreçte ABD’nin Anadolu’ya gönderdiği heyetler ve İstanbul’daki ABD Yüksek Komiserinin sunduğu raporlar özellikle Amerika’nın gerçekleri anlamasında önemli katkıları olmuştur. Bu bölümde anılan hususlara yer verilmiştir. Üçüncü Bölüm (MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE ABD), Türk Milli Mücadelesi, Ermeni meselesinin sonuçlandırılması ve Lozan Antlaşması sürecinde ABD ile ilişkileri incelemektedir. Bu dönem ABD’de Türk karşıtlığının azaldığını görmek mümkündür. ABD iç politika malzemesi yapılan ve Ermeni propaganda ve lobiliciğinin baskılarıyla oluşturan hayalci Ermeni isteklerinin gerçekçi olmaması karşısında Lozan sonrası dönemde ABD, Ortadoğu’da ulusal çıkarlarını kaybetmemek için Türkiye ile ilişkilerini yeniden yapılandırmıştır. Derlenilen belgeler ve incelenen dokümanlar Ermeni meselesinin TürkAmerikan ilişkilerini nasıl etkilediğini yansıtan belgelerden seçilmiştir. Kuşkusuz bunlar konuyla ilgili tüm belgeler değildir. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde 1918 ile 1923 yılları arasında Ermeni meselesini yansıtan belgelerden önemli olanlar çalışmaya dahil edilmiştir. Konumuzu ilgilendiren ve 1960 yılında California Üniversitesi’nde gerçekleştirilmiş ancak yayınlanmamış bir tezin bu çalışmaya önemli katkı sağladığı ifade edilebilir. Bunun yanında Ankara’daki ABD Büyükelçiliği arşivleri ile çeşitli milli kaynaklarımızdan büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bu bağlamda Ermeni meselesi II hakkında yayımlanmamış veya kamuoyunun bilgisine sunulmamış başka yapıtların olacağı düşüncesini taşımaktayım. Bu çalışmamızın hazırlanmasında değerli katkı, destek ve yardımlarından dolayı Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert’e, manevi desteğini her zaman hissettiğim Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Aka’ya, konunun başlangıcında katkılarından ötürü Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a, Harp Akademileri, ATASE Başkanlığı ve Türk Tarih Kurumu ilgililerine, ABD Elçiği Bilgi Kaynakları Merkezi görevlileri Sn. Betül Gürün ve Gülseven Dura’ya, Bilkent Üniversitesi kütüphane görevlilerine, dış kaynaklı doküman teminindeki gayretlerinden ötürü Sn. Oya Hıdır’a ve burada tek tek sayamadığım bütün katkı sahiplerine şükranlarımı sunarım. Kamil Necdet Ar III KISALTMALAR A. : Arşivi ATBD : Askeri Tarih Belgeleri Dergisi A.MKT.MHM : Sadaret Mektubi- Mümimme ABD : Amerika Birleşik Devletleri ABD K.K. : Amerika Birleşik Devletleri Kara Kuvvetleri A.g.d. : Adı Geçen Doküman A.g.e. : Adı Geçen Eser ASAM : Avrasya Staratejik Araştırmalar Merkezi ATASE : Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı ATABE : Atatürk’ün Bütün Eserleri BDAGM : Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü BDHK : Birinci Dünya Harbi Klasörleri BOA. : Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Çev. : Çeviren DH. : Dahiliye Nezareti Dos. : Dosya EU : Erkanı Harbiyeyi Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı) EUM : Emniyet Umum Müdürlüğü Gnkur. : Genelkurmay Başkanlığı Fih. : Fihrist HR SYS : Hariciye Nezaret Siyasi Kısım HR.TO : Hariciye Nezareti Tercime Odası K.K. : Kara Kuvvetleri IV Kls. : Klasör MV : Meclisi Vükela ( Bakanlar Kurulu) Ori. : Orijinal belge kopyası Prof. Dr. : Profesör Doktor TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TTK : Türk Tarih Kurumu Vol. : Volume ( Cilt veya Dergi Sayısı) ŞFR. : Şifre Kalemi Yay. : Yayını V KAYNAKLAR H A K K I N DA Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) isimli doktora tezinin hazırlanmasında ağırlıklı olarak Türk ve Amerikan kaynaklarından yararlanılmıştır. Tez kapsamında anılan dönemde ABD’nin ve Amerikan kamuoyunun Ermeni meselesine yaklaşımı yansıtılmaya çalışılmış, ABD’nin Ermeni meselesine ilişkin tutumu ve faaliyetlerine değinilmiş, ayrıca Türkiye’nin de aynı konudaki yaklaşımları ele alınmıştır. Ermeni meselesinin genelinin yer aldığı Türk – Amerikan ilişkilerini içeren diğer kaynaklara da başvurulmuştur. 1. Amerikan Kaynakları “Türk Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923)” başlıklı çalışmanın oluşturulmasında öncelikli olarak Amerikan Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerinden yararlanılmıştır. Bu belgeler tezin temel noktalarının dayandığı kaynaklar olmuştur. Amerikan Dışişlerine ait arşiv belgeleri yayınlanmamış ve yayınlanmış olan belgeler olarak iki başlıkta toplanlanmaktadır. Yayınlanmamış belgeler, Birleşik Devletler Ulusal Arşivi ( National Arhcives of the United States ) nin belgeleridir. Tez çalışmasında başvurulan bu belgelerden M 167 ve M 820 başlıklarının altında kodlanmış mikrofilm belgeleridir. Rulo (Roll) halindeki mikrofilm belgeleri ABD’nin Ankara Büyükelçiliği bünyesindeki Amerikan Bilgi Kaynakları Merkezi (Amerikan Information Resource Center)’nde bulunmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı ile Osmanlı Devleti ve Türkiye arasındaki ilişkileri içeren belgelerin mikrofilm halindeki bu kayıtlarından araştırmacılar yararlanabilmektedir. Çalışma sürecinde geniş ölçüde yararlanılan diğer Amerikan belgeleri ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanmış Amerika Birleşik Devletleri Dış İlişkileri “Foreign Relations of the United States (FRUS)”başlıklı belgelerdir. ABD’nin 30 yıldan daha eski diplomatik ilişkilerini yansıtan bu belgeler basılmış ve ciltler haline getirilmiştir. Tez çalışmasında FRUS belgelerine önemli ölçüde yer verilmiş ve bu amaçla ABD Ankara Büyükelçiliği’nin Bilgi Kaynakları Merkezi’nden ve elçilik kütüphanesinden yararlanılmıştır. VI Amerikan belgeleri arasından seçilip tez çalışmasında yararlanılmış olanlar konumuzla doğrudan ilgili olanlardır. ABD Elçiliğinde araştırmacılar incelemelerine ilişkin resmi olarak belirlenmiş bir süre olmamakla beraber, uygulamada (güvenlik vb. mülahazalarla) zaman açısından (bir seferde en çok beş altı günü geçmeyen) sınırlama olduğu izlenmiştir. Bu durum çalışma süresi üzerinde sınırlayıcı bir etki yaratmakta ve araştırmacı açısından aşırı yorgunluğa yol açmaktadır. Amerikan arşivlerindeki belgelere, ilgili dönemin rapor sistemi ve bilgi akışı mekanizması içerisinde Amerikan yetkililerinin rapor, görüş ve düşüncelerinin yanısıra Amerikalılar dışındaki ilgili tarafların (Türkler, Ermeniler, İtilaf Devletleri,vb) görüşleri ve faaliyetleri de yansımıştır. Belgelerden toparlanan bilgiler çalışmanın ağırlıklı bölümünü oluşturmuştur. Çünkü tezde ele alınan dönem içerisindeki Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD’nin politasına yön verme açısından Türkiye’ye gönderilen heyetlerin çok büyük etkisi olmuş, buna bağlı olarak da Amerikan heyetlerine ilişkin belgelere önem verilmiştir. Değinilenlere ek olarak döneme ilişkin diğer yabancı kaynaklar araştırılmıştır. Bu bağlamda California Üniversitesinde Amerikan’ın 1919 yılında o dönemde diplomatik ilişkilerinin kesik olduğu Osmanlı Devleti nezdinde atadığı Yüksek Komiser Amiral Bristol’ün konumuza ilişkin büyük etkisinin yer aldığı “Admiral Mark Bristol and Turkish Amerikan Relations, 1919-1922, University of California, 1960.” isimli yayınlanmamış doktora tezi yurtdışındaki kaynağından temin edilmiş ve yararlanılmıştır. Tez mikrofim olarak muhafaza edilmektedir. Bu haliyle Türkiye’nin her hangi bir şehrine gönderilmesine izin verilmemekte, ancak tezlerin yurtdışından getirilmesine YÖK adına aracılık eden ULAKBİM adlı kuruluşun denetiminde azami bir hafta içersinde incelenmesine olanak tanınmaktadır. Bu sınırlı sürede anılan dokümanın incelenip değerlendirilmesinde güçlük çekilmiştir. Amiral Bristol’ün dönemin Amerikan politikalarının oluşumunda Anadolu’ya gönderilen heyetler kadar etkinliği olmuş bir görevlidir. Aslında hem asker, hem de büyükelçi düzeyinde bir diplomat gibi görev yapmış olan Bristol’ün ikili ilişkiler içersindeki önemini tarafsızlığı ve gerçekçiliğinde aramak uygun olacaktır. Kendisi VII ülkesinin çıkarlarını korumakla birlikte,Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında döneminde oluşan Türk karşıtlığından etkilenmeyen nadir insanlardan birisidir. Elindeki istihbarat kaynaklarından geniş ölçüde yararlanmış ve bağımsız yargılar verebilen kişilik yapısına sahiptir. Kendisinden önceki Elçi Morgenthau gibi Ermeni asıllı elçilik yardımcılarının kolaylıkla yönlendirebildiği bir istikamete kendini çektirmemiştir. İncelememizde Ermeni meselesine farklı konumdaki Amerikalıların yaklaşımları kendi açılarından izlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda ağırlıklı olarak 1918-1923 arası olmak üzere Amerikalı etkin kişi ve heyetlerin faaliyetleri, raporları ve Amerika’nın Ermeni Meselesine karşı tutumunda dönemin etkin diğer faktörlerine bağlı olarak Türkiye’ye yönelik politikalarını nasıl şekillendirdiği saptanmaya çalışılmış ve bu politikalar temelinde ortaya çıkan gelişmeler ele alınmıştır. Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde Ermeni meselesine değinen Amerikalı ve diğer yabancı yazarların kendi dillerinde yazdıkları eserlerinden yararlanılmış, ayrıca olanaklar içerisinde dönemin Türk-Amerikan ve Ermeni üçlüsünün ilişkilerinin Amerikan basınındaki yansımalarına da yer verilmeye çalışılmıştır. Amerikan basınının tamamını içeren kaynaklara ulaşmak mümkün olmamıştır. Ancak geçmişte olduğu gibi günümüzde de Amerikan basınının en önemli günlük gazetelerinden biri olan The New York Times ile İngiliz The Times of London gazetesinin elektronik ortamdaki bire bir aynı baskıları içeren arşivlerinden yararlanılmış ve ilgili haberin yayın tarihi verilmiştir. Bundan başka anılan ilişkileri basınındaki yansımalarını konu eden eserlere başvurulmuştur. 2. Türk Kaynakları Ermeni meselesini ele alan pek çok Türkçe eser incelenmiştir. Bu konuda bir örnek olarak Esat Uras’ın geniş bir araştırma eseri olan “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi” isimli kitabı da dahil olmak üzere çok sayıda ciddi araştırma ürünü eserlere başvurulmuştur. Ermeni meselesinin 1914-1918 yılları arasını kapsayan döneme ilişkin Osmanlı belgeleri Arap alfabesi ile düzenlenmiştir. Osmanlıca yazı eğitimi almadığımızdan ötürü VIII anılan belgelerin uzman kadrolar tarafından gerçekleştirilen ve günümüz Türkçesine kazandırılan arşiv belgelerini havi eserlerden kaynak olarak yararlanılmıştır. Bunun için ilgili kurumlarla temas kurularak arşiv yayınları temin edilmiştir. Bu bağlamda Genelkurmay Askeri Harp Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığının (ATASE), Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık Devlet Arşivleri’nin yayınladığı eserlerdeki arşiv belgelerinden yararlanılmıştır. Çalışmalarımızda Harp Akademileri, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, TBMM ziyaret edilmiş bu kurumların kütüphanelerinde bulunan dokümanların ilgili olanlarından yararlanılmış, bazıları ise temin edilmiştir. Buna ilave olarak Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi (Ankara) ziyaret edilmiş bünyesinde bulunan Ermeni Araştırmaları Merkezi’nin uzman kadroları ile görüşmeler yapılmış, yayınlarından temin edilmiştir. Esas prensip konuya ilişkin kaynakların orijinal belge ve bilgilerine ulaşmak olmakla birlikte bunun mümkün olmadığı durumlarda belge ve bilgileri içeren bilimsel yayınlardan yararlanılmıştır. Bu bağlamda; Ege, Dokuz Eylül, Bilkent, Ankara Üniversitelerinin kütüphaneleri ile İzmir ve Ankara Milli Kütüphaneleri başta olmak üzere diğer pek çok kurumun kütüphane ve kaynaklarından yararalanılmıştır. Özellikle Türk Tarih Kurumu kadrolarının gerçekleştirdiği ve değişik kaynaklarda yer alan incelemeler sonucu meydana getirilen eserlere geniş ölçüde başvurulmuştur. Türk basın haberlerini içeren doküman ve eserlerden de yararlanılmıştır. Konunun özellikle ortaya çıkarılamamış ABD kaynaklı daha geniş bir veri tabanı olduğu değerlendirilebilir. Ancak özellikle son otuz yılda Ermeni meselesinin gerek ABD, gerekse diğer ülkelerde kazandığı siyasi boyutun ve Ermeni diyasporasının gayretleriyle inceleme dönemine ilişkin pek çok tarafsız kaynağın ortadan kaldırıldığı veya en azından göz önünden uzaklaştırıldığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. 1918 yılında Ermenistan’ın ilk başbakanı olan Kaçaznuninin Ermenice’den çeşitli dillere çevrilen “Taşnak Patisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok” adlı kitabının Avrupa kütüphanelerinin katologlarında adının olması ancak toplatıldığından raflarda IX bulunmaması bunun bir örneğidir. Bu güçlüklere rağmen çalışmada konuyu aydınlatıcı belge ve eserlere azami yer verilmeye çalışılmıştır. X GİRİŞ ERMENİ SORUNUNUN TARİHÇESİ A. Türk-Amerikan İlişkilerinin Gelişim Süreci Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerin Türk dış politikasında öncelikli yeri günümüzde konumunu korumaktadır. Örneğin Irak’ın işgalinden, Kıbrıs konusuna, Türk-Yunan ilişkilerinden Bakü-Ceyhan boru hattı projesine kadar çok geniş bir yelpaze içerisindeki milli meselelerimiz Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmektedir. Özellikle Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati önemi olan ve daha önce dolaylı olarak ilişkileri etkileyen PKK terörü, ABD’nin Irak’ı işgali sonrası iki ülke arasındaki güncel ilişkilerde doğrudan ve gündemin ilk sırasındaki yerini almıştır. Öte yandan 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir zirve yapan Ermeni meselesi günümüzde yeniden iki ülke ilişkilerinde zaman zaman önemli yer tutmaktadır. Türkiye’nin dış, hatta son yıllarda iyice artan bir yoğunlukta iç politikasının temel eğilimlerinin belirlenmesinde çok etkin olan ABD ile ilişkiler, İkinci Dünya Savaşı’nın sonu olan 1945 yılı sonrasında büyük gelişme göstermiştir. 1947 yılında Truman Doktrini’nin ilan edilmesi, 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle birlikte iki ülke arasında siyasi, askeri, ekonomik ilişkilerin yoğunluğunun artmasına koşut olarak ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi artmıştır. Ancak ilişkilerin geçmişi çok daha eskilere gitmektedir. Cumhuriyet öncesine yani Osmanlı-Amerikan ilişkilerine bakıldığında yaşlı ve dağılma sürecine girmiş bir imparatorlukla genç, dinamik ve güçlenerek genişleyen bir devletin arasındaki ilişkiler karşımıza çıkmaktadır. Her iki devletin birbirinden farklı iç dinamiklerinin bulunması, uluslararası konumları ve hedefleri, siyasi ilişkilerin kurulması, gelişmesi ve sona ermesi sürecini etkilemiştir. Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişine bakıldığında ilk temasların Magrip Ülkeleri olarak adlandırılan ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyılın 1 başlarındaki dönemde Osmanlı Devleti’nin eyaletleri olmakla birlikte merkezden uzak olmalarının da etkisiyle özerk konuma sahip Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp yerel yönetimleri ile yapıldığı görülmektedir. Anılan yönetimlerle çatışmalar ve anlaşmaların meydana geldiği bu dönem Amerikalıların ticari ve siyasi çıkarlarını daha doğuya, Osmanlı Devleti’ne doğru genişletme sürecinde tecrübe kazandıkları bir aşama olmuştur. Ticaret günümüzde olduğu gibi 200 yıl öncesinde de ABD’nin can damarını oluşturmaktaydı. Anavatanlarından binlerce mil uzakta kendilerinin ve ülkelerinin ticari çıkarlarını yükseltme gayretindeki Amerikalı tüccarlar ve onların girişimci özellikleri ABD’nin siyasal ilişkilerinin de temelini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ilişkilerin kurulmasında ilk adımlar daima Amerikalılar tarafından atılmış, buna karşı Osmanlı yönetimi daha temkinli davranmıştır. Dış politikalarını ticaret temeline oturttuklarından kolay risk alabilen Amerikan yöneticileri bir yandan da güçlendirdikleri donanmaları sayesinde riskleri en alt düzeye indirme başarısını gösterebilmekteydiler. Öte yandan uzun tarihi geçmişinden kaynaklanan tecrübe ile anlık değil uzun süreli faydaları ön planda tutan Osmanlı Devleti, bölgeye yeni giren ve yeterince tanımadığı ABD’ye karşı başlangıçta mesafeli davranmaya çalışmaktaydı1. ABD’nin Osmanlı Devleti ile kurduğu ilişki XIX. yüzyılın ortalarına kadar, temelde pazar kaygılarından ve ticareti arttırma çabalarından kaynaklanmıştır. ABD’yi diplomatik ilişki kurma yönünde harekete geçiren temel faktör, ticari nedenlere dayanmaktadır. Amerikalı tacirlerin kar edebilmesi, Karadeniz’e açılarak bu bölgede ticarette bulunmak, İzmir gibi limanlarda Avrupalılarla eşit vergiler ödeyerek ticaret yapabilmek gibi gayelerin yerine getirilebilmesi ancak diplomatik ilişkilerin kurulmasına bağlı olduğundan ABD iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulana kadar büyük çaba sarfetmiştir. İlişkilerin başlangıcında temel girişimler daima ABD’den gelmiştir. ABD’nin Osmanlı Devleti ile bir ticaret anlaşması yapabilmek için çabalar sürdürmesi, 1820’de İzmir’de defacto konsoloslar görevlendirmesi, 1830 Antlaşmasından sonra tek taraflı 1 Çağrı Erhan; Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitapevi, Ankara, 2001, s.33-74 . 2 olarak İstanbul’da önce maslahatgüzarlık açması sonra bunu elçilik düzeyine çıkarması bu konudaki örneklerden bazılarıdır. Hatta ABD’de bir Osmanlı temsilciliğinin açılması için ABD’nin ısrarlı davranması da bu nedenledir. Osmanlı Devleti ise Yunan ayaklanması sırasında Avrupa’nın hemen tamamını karşısında bulması ve 27 Ekim 1827’de Navarin’de donanmasının Avrupa ülkelerinin ortak donanması tarafından tahrip edilmesi üzerine kendisine Avrupa dışında müttefik bulma ve donanmasını dış yardımla tekrar inşa etme gayreti içerisinde idi2. Ancak Osmanlı-Amerikan Antlaşmasının Osmanlı Donanmasının inşasına ilişkin maddesi Amerikan Senatosu tarafından kabul edilmemiş, bunun dışındaki maddeleri iki tarafca da onaylanmıştır3. Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan dostluk ve ticaret antlaşması 7 Mayıs 1830 tarihinden itibaren yürürlüğe girmişti. Bu anlaşma ile ABD’ye ilk defa en ayrıcalıklı devletlere tanınan haklar tanınmakta idi. Böylece Amerikan tüccarları en ayrıcalıklı devletler kadar gümrük vergisi ödeyecekti. Aynı haklar Osmanlı Devleti için de geçerli olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile savaşı, Mora isyanı ve Cezayir’in kaybı gibi sorunlardan ötürü olumsuz etkilenen dış ticaretine bağlı pratikteki imkansızlıkları dolayısıyla bir kazancı bulunmamaktaydı. Bu nedenle antlaşma Amerikan çıkarlarına uygundu. Antlaşmanın ikinci maddesi ile Amerikalılar Osmanlı Devleti’nin herhangi bir yerinde ticaret merkezleri kurma ve başkonsolos atama hakkını elde etmekteydiler. Osmanlı Devleti için de aynı hak söz konusu olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin ABD’de konsoloslosluğu ve ticareti bulunmamaktaydı. Dolayısıyla bu madde de Amerikalılar lehine işlemekteydi. Antlaşmanın üçüncü maddesi ile Amerikalılara dinine ve milliyetine bakılmaksızın kişileri simsar olarak kullanma hakkı verilmişti. Amerikan gemilerine kendilerinin Osmanlı gemilerine uyguladığı kadar kontrol yapılması sağlanmıştı. Tabi Osmanlı Devleti ABD’ye ticaret gemisi yollayamadığı için bu da ABD lehine tek taraflı işleyecek bir madde olmaktaydı. 2 3 Fahir Armaoğlu; Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.1-5. Çağrı, a.g.e., s.132. 3 Dördüncü madde ile Amerikalılara kapitülasyon hakları tanınmaktaydı. Böylece Amerikan uyruğundakiler suç işlediği zaman kendi konsolos ve elçileri tarafından cezalandırılacak ve tercüman (genelde dragoman adı verilen gayrimüslim elçilik tercümanları) hazır bulunmaz ise Osmanlı mahkemelerinde davaları görülmeyecekti. Amerikan uyruklulara suç işlemedikçe karışılmayacaktı. Beşinci madde ile Amerikan tüccarlarının Amerikan bayrağı ile dolaşmasına müsaade edilmekle birlikte, Osmanlı uyruğundakilerin gemilerine Amerikan bayrağı çekerek Amerikalılara tanınan haklarda yararlanması söz konusu olmayacaktı. Altıncı maddeye göre Osmanlı ve Amerikan gemileri karşılaştıklarında denizcilik kurallarına göre birbirini selamlayacaklardı. Yedinci madde ile Amerikan tüccar gemilerine Boğazlardan geçerken en ayrıcalıklı devletlere tanınan geçiş hakkı tanınmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin yasakladığı mallar dışındaki mallarla geçiş serbest olacaktı. Sekizinci madde ile Amerikan tüccar gemilerinin sahip ve kaptanlarına harp malzemesi yüklemeleri konusunda zor kullanılmayacağı güvencesi verilmekteydi. Dokuzuncu madde ise taraflardan birisinin tücari gemileri kazaya uğrarsa kurtarılan tayfa ve eşyaların en yakın Amerikan Konsolosluğuna teslim edilmesini düzenlemekteydi4. Görüldüğü gibi antlaşmanın genelde hükümleri tek taraflıdır. İki taraflı gibi görünen diğer maddelerin işletilmesinde ise o günün koşullarında Osmanlı Devleti’nin imkanları el vermediği için antlaşmanın tamamının Amerikan çıkarlarını gözettiği söylenebilir. Öte yandan Osmanlı-ABD antlaşmasının gizli maddesinin Amerikan Senatosu tarafından kabul edilmemesi üzerine ABD Dışişleri Bakanı 6 Şubat 1831’de Padişah’a sunulmak üzere Osmanlı Reüssülküttab’ına mektup göndermiş ve “Amerikan 4 Mine Erol; Osmanlı İmparatorlu’nun Amerika Birleşik Devletleriyle Yaptığı Ticaret Antlaşmaları, Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya, 1988, s.14-16. 4 Cumhurbaşkanının Amerikan Hükümetinin yapısından dolayı senatonun onayından geçmeyen herhangi bir maddeyi onaylamaya yetkisinin olmadığını” belirtmiştir. Ancak bu yeterli görülmeyerek, durumu açıklamak için aynı yılın Nisan ayında işgüderi ünvanı ile bir de elçi gönderilmiştir. Elçiden iki ülke arasındaki dostluğun geliştirilmesi ve pekiştirilmesi için Babıali’ ye yakın bir yerde oturması istenmiştir5. 1830 ticaret antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti’ne gelen Amerikan gemisi sayısında artış olmuş, ticaret hacmi yükselmiştir. Osmanlı Devleti ABD ile 1862 yılında bir ticari antlaşma daha yapmıştır. Bunun nedeni diğer devletlere kapitülasyonlara ek olarak bazı ticari ayrıcalıkların verilmiş olmasıdır. Antlaşmanın özünü ayrıcalıklı devletlere (Fransa, İngiltere, İtalya ) tanınan hak, ayrıcalık ve muafiyetin Amerikan uyruklulara da tanınması oluşturmaktaydı. Amerikan tüccarı malını bir bölgeden diğerine götürürken kendisinden geçiş belgesi istenmeyecek, Osmanlı ülkesinden ithal ettiği tarımsal ürün ve ve sanayi malları için diğer devletlerin ödediği kadar vergi ödeyecek, yasaklı mallar dışında diğerlerini alıp satabilecekti. Yedi vahit usulu (yer altı kaynaklarının devlet tarafından işletilmesi) kaldırılacaktı6. Türk-Amerikan ticareti konusuna Ermeni yazarlar da değinmiştir. Simon Palaslıyan şöyle yazmaktadır. “Amerika 1890’lardaki ekonomik deprasyonun etkilerini azaltmak için dış dünya ile olan ilişkilerini genişletme yönünde gayretlerini bir misli arttırmıştır. Bu politika temelde ABD “Açık Kapı” ( Çin’le ticaret yapan bütün ülkelerin mallarının bu ülkede hiçbir sınır ve kurala tabi olmaksızın pazarlanabilmesine bu isim verilmiş, daha sonra diğer ülkeler için de kullanılmıştır ), Doğu Asya ve Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’da daha geniş uluslararası rekabete olanak sağlayacak şekilde denizlerin serbestçe kullanılmasına dayanmaktaydı. Türk-Amerikan ticaret hacmi 1899’da 6.2 milyon dolardı ve Standart Oil, Singer Dikiş Makinaları, Amerikan Tütün Şirketi gibi şirketlerin genişleyen uluslararası faaliyetleri uzun vadeli Türk-Amerikan ikili ilişkilerinin güçlendirmesine büyük katkı sağlamaktaydı. Amerikan şirketlerinin Osmanlı İmparatorluğunun tamamında artan bu ticari faaliyetleri sanayileşmiş ülkelerin temel enerji kaynağının kömürden petrole geçişi sürecine denk 5 6 Erol, a.g.e., s.13-14. Erol, a.g.e., s.19. 5 düşmektedir. Bu durum ABD’yi Rusya, İngiltere, Fransa arasında Ortadoğu ve Kafkaslardaki petrol rezervleri üzerindeki artan tempoda ilerleyen jeopolitik rekabetin bir tarafı haline getirmiştir. ABD için Osmanlı Devleti ile ilişkilerde ticari çıkarların gelişmesi sorunlardan uzak kalmayı gerektiriyordu. Bu durum Osmanlı Hükümeti yabancı ülkelerin kendi topraklarındaki dokunulmazlıklarına ve ABD’nin “Açık Kapı” prensiplerine aykırı bir tutum takınmadıkça ABD’nin de diğer sorunlardan uzak kalmasını gerektirmekteydi. Osmanlı Hükümeti Avrupalı güçlerin aralarındaki güç mücadelesinden kendi lehine yararlanma gayretinde idi ve bu ortamda ABD’yi bozulan ekonomisi ve askeri gücünün düzeltilmesinde Avrupalı güçlere karşı alternatif bir sermaye ve teknoloji kaynağı olarak görmekteydi. Yirminci yüzyılın ilk on yılında 1900’de 8.3 milyon dolar olan Osmanlı-ABD ticaret hacmi 1907’de 16.4 milyon dolara Genç Türk Devriminden sonra (İttihat ve Terakki dönemi) 1913’de 25.5 milyon dolara yükselmişti7. Bu örnekte Ermeni yazarların Osmanlı-ABD ilişkilerinde ABD’nin ticari çıkarlarının ve Ortadoğu’ya açılma politikalarının öncelikli konu olduğu, diğer sorunların bu çıkarları olumsuz etkilememesi için Ermenilerin Osmanlı ülkesindeki sorunları karşısında pek ilgili davranmadığı ima edilmektedir. Aslında Osmanlı Devleti donanmasını yenilemek ve Avrupalı yayılmacı güçlerin arasındaki rekabet ortamından yararlanarak bekasını sürdürme ve bu arada ABD’den alternetif bir kaynak ve denge unsuru olarak yararlanma gayreti ve iki ülke arasındaki artan ticaret hacmi gerçek olmakla birlikte, bunun Ermeniler tarafından ABD kendi ulusal çıkarları için Ermenilere karşı kayıtsız kaldı şeklinde saptırılmış yorumlara sık rastlanmaktadır. Osmanlı Devleti ile ABD arasında ilişkilerin kurulması ve gelişmesi aşamalarında iki ülke de dönemin İngiltere, Rusya gibi etkin güçlerine karşı temkinli davranmışlardır. ABD, Osmanlı Devleti’nin bulunduğu bölgeye sonradan girmiştir. Bu dönem büyük yayılmacı güçler olan İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya gibi ülkelerin aralarındaki çıkar mücadelesinde dünya siyasi yapısını kendi ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirme uğrunda Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde halklar arasında yarattıkları ve kalıcılık kazanan karşıtlık, hatta 7 Simon Palaslıyan; The United States Responce to the Armenian Genocide, Transaction Publishers, New Brunswick, New Jersey, 2003, s. 52 . 6 düşmanlıkların şekillendirildiği dönemdir. Geçmişin etkilerinin günümüzde de devam ettiği görülmektedir. Bu bağlamda, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi sürecinde yayılmacı güçler tarafından uygulanan politikanın esasını, İmparatorluk içersindeki halkların yoğun propaganda etkisiyle kışkırtılmaları, ayaklandırılmaları ve daha sonra devletten koparılmaları teşkil etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki halkların ayaklandırılmaları ve bunların başarıya ulaştırılarak bağımsız devletlerin kurulması üç temel öğeye bağlı olmuştur. Bunları; (ı) Hedef olarak ayaklanmayı gerçekleştirecek ve ileride kurulacak devletin nüvesini oluşturacak kitlenin seçilmesi, (ıı) Ayaklanmanın entelektüel ve operasyonel altyapısını hazırlayacak, ideolojinin oluşturulması ve örgütlenmenin yürütülmesi için gerekli kadroların yaratılması, (ııı) Yayılmacı güçlerin ayaklanan halklara sağladığı siyasi, iktisadi ve askeri destekler, şeklinde sıralamak mümkündür. Türk-Ermeni ilişkileri geniş bir zaman sürecini kapsamaktadır. Özellikle İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinden 1877-78 Osmanlı Rus savaşına uzanan süreçte Osmanlı Devleti içersinde yer alan halklardan Türkler ve Ermeniler arasında dostluk ve karşılıklı dayanışma temelinde oluşan bağların, bu savaş sonrasında yayılmacı güçlerin çıkarları doğrultusunda dostluk ve birarada yaşama temelinden uzaklaştırılarak uluslararası düzleme çekildiği ve böylece bu iki toplum arasında sorunların başlatıldığı görülmektedir. Bu gelişmeler içerisinde Amerikalıların Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilere karşı duyduğu ilgi XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra artmıştı. Çünkü Babıali Protestan mezhebini resmen tanımasının ardından başka Hıristiyan halkların Protestanlaştırmanın önündeki engellerin kalkmasıyla Amerikan misyonerlerinin 7 Ermeniler üzerinde yoğun propaganda yapma olanakları doğmuştu. Böylece geniş bir misyoner ağı oluşturulabilmişti. Diğer taraftan ABD’ye göç eden ve Amerikan yurttaşlığını kazanan Ermenilerin sayılarının artmasıyla, bunların Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilere ilişkin yazdıkları ve söyledikleri Amerikan kamuoyunu daha fazla etkilemeye başlamıştı. Amerikan misyonerleri Balkanlarda Bulgar ve diğer unsurlar arasındaki milliyetçi akımları ve ayrılıkçı hareketleri kitap, dergi ve her türlü yayın aracı ile desteklemişlerdi. Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasından sonra da Amerikan misyonerleri bu ülkede çalışmalarını sürdürmeye çalışmışlar ancak fazla etkili olamamışlardır. Ermeni isyanlarında ise Ermeni örgütlerine karşı Osmanlı Devleti’nin aldığı önlemler ve bu sırada meydana gelen olayların Amerikan çıkarlarını iki şekilde etkilediği söylenebilir. Bunlardan birincisi Amerikan misyonerlerinin olaylar karşısında duyduğu Ermeni yanlısı tepki idi. Amerikan yönetimi bu konudan uzak durmayı yeğlemişti. Ancak Amerikan yurttaşlarının doğrudan veya dolaylı şekilde gördüğü zararlar karşısında Amerikan yönetimi olsun, misyonerler olsun tepki göstermişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk halkının yaşamakta olduğu toprakları savaş galibi devletler tarafından istila edilmeye başlanmıştır. Galipler yenilen ülkelerin ve bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin durumunu saptamak için Paris’te bir Barış Konferansı toplanması kararını almışlardır. Çökmüş İmparatorluğun kaderinde söz sahibi olmak isteyenler arasında savaşa 1917 yılında katılan Amerika Birleşik Devletleri de bulunmaktadır. Karşıt cephelerde bulunmalarına rağmen Türklerle savaşmayan ABD’nin, savaşın sonuçlandırılması ve İtilaf Devletlerini galibiyetlerindeki rolü nedeniyle Paris Barış Konferansı’nda büyük ağırlığı olmuş ve hakem konumunda katılmıştır. Konferansa bizzat katılan Başkan Wilson’un 14 maddelik barış programına göre savaş mağlupları yargılanacak, dünya barışı sağlanacaktır. İlke olarak halkların egemenliğinin tanınması esastır. Ondört maddeden “Hali hazırdaki Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan aksamına itirazsız olarak hakimiyet temini, ancak Türk hakimiyetindeki diğer milletlere emniyet içerisinde varlıklarını ve müdahaeden uzak şekilde gelişmelerinin güvenceye alınması” şeklindeki Türklerle ilgili onikinci maddeye 8 karşın İzmir’e Yunanlıların çıkışına ve Ermenilerin Doğu Anadolu’da toprak isteklerini gerçekleştirme girişimlerine onay verilmiştir8. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı-Amerikan ilişkileri kesilmiş olmasına karşın savaş sonrasında Paris Barış Konferansı sürecinde Ermeni meselesi ikili ilişkilerde önemli yer tutmuştur. TBMM Hükümeti Türkiye üzerinde toprak emeli görülmeyen Amerika ile dostane ilişkiler arzu etmekle birlikte Başkan Wilson’un Ermenistan kurulmasını destekleyen çabaları ve ABD’nin Osmanlı dönemindeki ayrıcalıkları tekrar alması yönündeki gayretleri karşısında Türk Hükümeti buna müsaade etmeceğini ortaya koymuştur. 1923 sonrasında ise Türk Amerikan ilişkileri inişli çıkışlı ancak daima gündemin başındaki konumuyla seyrini sürdürmektedir. İki ülke arasındaki güncel ilişkilerde de kendisini hissettiren ve Ermeni meselesi diye isimlendirilen konu aslında tek başına Türklerin ve Ermenilerin ikili ilişkilerinden kaynaklanan bir sorun değildir. Ermeni meselesi Osmanlı Devleti’nin çözülmesinde görülen tek örnek de değildir. Çünkü 19. yüzyılda Balkan halklarının ayaklanmaları ve başını Lawrance isimli bir İngiliz istihbarat elemanının çektiği 1916 Arap isyanı ile Ermeni meselesi arasında benzerlikler kurulabilir. Ermeni meselesi için olayda pek çok tarafın rol aldığı, ancak sonuçta karşı karşıya getirilen halkların mağdur olduğu, çatışmalardan çıkar umanların kendi ulusal emellerine tam ulaşamasalar bile zarar görmedikleri bir jeo-stratejik manevradır denilebilir. Bu bağlamda Ermeni meselesine siyasi beklentiler değil tarihi gerçekler yönünden yaklaşılması zorunludur. B. Ondokuzuncu Yüzyılda Yayılmacı Güçlerin Politikaları Konunun başlangıcında uluslararası ilişkilerin temelinde ulusal çıkarların etkili olduğu, çıkarların gerisinde ise özellikle jeo-politik ve jeo-stratejik görüş ve gereksinimlerin bulunduğunu ifade etmek gerekir. Bu nedenle bir bölgede meydana 8 Seçil Akgün; “Kurtuluş Savaşı Başlangıcında Türk Ermeni İlişkilerinde ABD’nin Rolü” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri” Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985. 9 gelen çatışma ve benzeri olayların, bölgenin jeo-politik ve jeo-stratejik konumunun hizmet ettiği taraflar veya güçler açısından taşıdığı değeri dikkate alarak değerlendirmek çok önemlidir. Bu bağlamda Türk-Ermeni ilişkilerinin temelinde Doğu Anadolu’nun jeo-politik ve jeo-stratejik konumunun, dönemin süper güçleri açısından taşıdığı önem yatmaktadır. İngiliz stratej Mc Kinder’in Kara Hakimiyet Kuramında “Kalp Bölgesi”, “Heartland” olarak tanımladığı Doğu Avrupa ve Kuzey Asya arasında kalan bölge, dünyaya hakim olmak isteyen güçlerin elinde bulundurması gereken bir bölge olarak görülmektedir9. Ancak bu geniş bölgenin en değerli ve bir o kadar hassas bölümü kuzeydeki iki deniz (Karadeniz ve Hazar Denizi) ile güneydeki iki büyük körfez (Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi) arasındaki bölgedir denilebilir. Bu bölgeyi kontrol eden güç, Eski Dünyanın merkezinde büyük coğrafi üstünlük sağlar ve doğuya doğru İran ve Hazar Denizi üzerinden Asya’ya genişleme imkanını elde eder. Bu coğrafi avantaj aynı zamanda kuzeye doğru Doğu Avrupa ve Kuzeybatı Asya üzerinde etkinlik sağlar. Batı yönündeki etkinlik sahası ise Anadolu, Boğazlar ve Karadeniz vasıtasıyla Balkanlar, Güneydoğu ve Merkezi Avrupa’yı etkileme imkanını bahşeder. Bu bölgenin etki alanının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa’yı kontrol edecek şekilde daha da geniş olduğu ifade edilebilir. İşte değinilen bu jeo-politik konum Anadolu ile yakından ilgilidir10. Bu nedenle 19. yüzyılda dönemin süper güçleri Anadolu’yu ele geçirmenin dünya eğemenliğine giden yolda çok önemli bir aşama olduğunu bilerek yayılma politikalarını oluştururken bunu dikkate almışlardır. Jeo-politik bağlamda Ermeni meselesinde etkili olan dönemin aktörlerinin politikalarına kısaca değinmek yararlı olacaktır. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde dünya nüfusu 1.5 milyar kadardır. Bağımsız devlet sayısı 53’dür. Nüfusun büyük bölümü köy ve kasabalarda yaşamaktadır. Devlet sayısının bugünkünün çok altında olmasından anlaşılabileceği gibi, bu dönemde dünyanın siyasal yapısının temelini sömürge imparatorlukları oluşturmaktadır. Avrupa devletleri, Asya ve Afrika kıtalarını, Okyanusya’yı paylaşmışlardır. İngiltere, Fransa ve 9 Mehmet Yılmaz; “McKinder’e Göre Tarihin Coğrafi Ekseni”, Kara Harp Akademisi Kısa Süreli İnceleme Konuları I, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006, s.3-32. 10 Peter Hopkirk; İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, Çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul, 1995, s. 10-11. 10 Hollanda en büyük sömürge ülkeleridir. Bu ülkeleri İspanya ve Portekiz izlemektedir. Belçika da Afrika’da geniş sömürge topraklarına sahiptir. Birliğini 1870’lerde tamamlayabilen Almanya, İtalya ile ABD bu oluşuma daha geç katılmışlardır. Rusya anavatan-sömürge ayırımı yapılmadan yönetilmekle birlikte ülke nüfusunun yarıdan fazlasını Rusların yönettiği, Rus olmayan farklı statüde diğer kavimler oluşturmaktadır. Dönemin imparatorluklarından Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda ise anavatan-sömürge veya diğer ayırımcılıklar bulunmamaktadır. Osmanlı yönetimindeki Bosna, Libya, Yemen vb. uzak bölgelere gidecek idareciler İstanbul’dan atanmaktadır. Böyle bir ortamda Osmanlı İmparatorluğunda önce gayri müslim Balkan kavimleri daha sonra Ermeniler önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır11. Osmanlı Devleti açısından 19. yüzyıl “Yıkılma Devri”dir. Bu yüzyılda Osmanlı Devleti yaptığı savaşlarda toprak kaybetmesinin yanısıra bilhassa Fransız İhtilali’nin doğurduğu ulusculuk akımının etkisiyle sınırları içerisindeki farklı uluslar, dış destek alarak bağımsızlıklarını kazanıp İmparatorluktan kopmuşlardır. Bu durum devletin dağılma ve çöküşünü hızlandıran önemli bir faktördür. Ulusculuk akımı etkisini önceleri imparatorluğun müslüman olmayan unsurları üzerinde gösterirken, İmpartorluğun ömrü sonuna yaklaştıkça müslüman Araplar da bu harekete katılmışlardır. Osmanlı yönetimi bu yıkılmayı önlemek için çeşitli tedbirlere başvurmuştur. Bunların başında gelen ise büyük güçler arasındaki ayrılıklar üzerine kurulu denge politikaları olmuştur12. Ermeni sorununun emperyalizmle (yayılmacılıkla) bağlantısı 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu topraklar ve nüfus açısından büyüklüğünün kendisini bu imkanları elde etme peşinde koşan Batılı emperyalist güçlerin esas hedefi haline getirmesinde yatmaktadır. Batı emperyalizmi Osmanlı Devleti’ni elde etmek için ne Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda da olduğu gibi büyük göç dalgalarını kullanarak ne de Afrika’da olduğu gibi psikolojik savaş araçlarını kullanarak kolonize etmek imkanlarına sahip değildi. Çünkü Osmanlı Devleti ne Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi düşük nüfuslu ve el değmemiş ülkelerden biri, ne de Afrika gibi 11 Yılmaz Öztuna; “Ermeni Sorununun Oluştuğu Siyasal Ortam” , Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, No.94, Ankara, 2002, s.41-44. 12 Fahir Armaoğlu; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Kitapevi, İstanbul, 2001, s. 41-42. 11 ilkel kabilelerin yaşadığı bir kıta durumunda idi. Osmanlı siyasal yapı ve sosyal kurumları olan ve Avrupa Devletlerinden daha derin tarihe sahip bir konumda bulunmaktaydı. Ayrıca Müslüman Türkler kendilerini Avrupa ve Hıristiyanlara göre daha üstün görmekteydiler. Bütün bu nedenler emperyalizmi Osmanlı Devleti’ne sızmak için yeni yöntemler geliştirmeye yöneltmiştir. Bunlar Osmanlı Devleti ile ekonomik anlaşmalar yapmak ve özellikle Müslüman olmayan azınlıkları kışkırtmak üzerine kurulmuştu. Bu nedenlerle ayrı bir Ermeni Devleti kurmak yayılmacı güçler açısından gerekli görülmüştü13. 1860’lara kadar gerek Batılı Devletlerle yapılan anlaşmalarda, gerekse İmparatorluğun iç hukukunda Ermenilere ilişkin düzenlemeler yoktu. 1862 yılında onaylanan Ermeni Ulusal Tüzüğü (Ermeni Milleti Nizamnamesi); Fransa’nın Katoliklerin, İngiltere’nin Protestanların, Rusya’nın Ortodoksların sözde savunuculuğu ve hamiliğini yapma girişimleri üzerine bu mezheplerin dışında kalan ve en geniş grubu oluşturan Gregoriyen Ermeniler için Osmanlı Devleti tarafından oluşumuna izin verilen bir tasarıdır. Yani bu tarihe kadar bulunulan girişimler, Osmanlı Devleti’nde yaşayan tüm Hıristiyanlar içindir. Ancak 1870’li yıllarla birlikte artık “Hıristiyan Uyruklar” deyimi kalkmış, “Ermeni Sorunu” gündeme getirilmişti14. Bir Ermeni yazarın Ulusal Tüzüğünün Ermenilere sağladığı faydalar hakkındaki görüşleri şöyledir. -Batı uygarlığı ve eğitimine doğru bir adım olmuştur. - Bütün vilayetlerde pekçok kültür kurumları açılmıştır. - Ermeni dili ve kültürünün gelişmesinde etken olmuştur. - Daha çok gazete ve dergi yayımlanmıştır. - Ermeniler seçim usul ve mücadelelerine alışmıştır. - Kilise mensuplarının hukuku sınırlandırılmıştır. - Ermenilere toplu şikayette bulunmak ve uygulamaya geçme hakkını vermiştir. 13 Bayram Kodaman; The Eastern Question: Imperializm and The Armenian Community, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987, s.8. 14 Nurşen Mazıcı; Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, 1878-1918, Der Yayınları, İstanbul, 1987, s.19. 12 - Katolik, Protestan, Gregoryan Ermenilerin bunalımlı dönemlerde birlik olmalarını sağlamıştır. - Ermenilerde ihtilal ruhu uyanmış, Ermeni meselesi diplomatik alanlara taşınmıştır15. Aslında Ermeni meselesi Türk-Ermeni ilişkilerinden kaynaklanan bir konu değildir. Sorunun kaynağını dönemin yayılmacı güçlerinin politikalarında ve Osmanlı yönetimindeki Ermeni azınlığa bu politikalar içerisinde verilen yerde aramak gerekecektir. Rusya’nın politikası ve bununla bağlantılı olarak Osmanlı toprakları üzerindeki taleplerine ilişkin temel görüş Büyük Petro’ya dayanmaktadır. Bu görüş “Rusya’nın siyasi, tarihi ve ekonomik gereklilikleri güneydeki denizler üzerinde hakimiyet kurmasını gerektirir” şeklindedir. Buna göre dönemin yayılmacı güçlerinin politikaları şöyledir. 1. Yayılmacı Devletlerin Osmanlı Politikası Onsekizinci yüzyıldan itibaren Ermeni meselesi ve azınlıkları enstrüman olarak kullanan ve Osmanlı Devleti’ni parçalama yönünde en fazla etkinlik gösteren üç devlet Rusya, İngiltere ve Fransa olmuştur. Bu devletlerin Osmanlı Devleti’ne ilişkin politikaları ise özetle şöyledir. a.Rusya’nın Osmanlı Politikası - Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak ve zayıf konumunu sürdürmek, - Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandırmak, bunu başarmak için Osmanlı yönetimindeki Slavları ve Ermenileri kışkırtmak ve desteklemek, - Osmanlı Devleti üzerinde protektora (siyasi ve askeri kontrol) kurmak, - Rusya’nın menfaatleri doğrultusunda Osmanlı Devleti’ni büyük devletler arasında bölüştürmek, - Devleti (İmparatorluğu) bütün olarak Rus yönetimi altına sokmak şeklinde sıralanabilir. 15 Cemal Anadol; Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitapevi, İstanbul, 1982, s.45-46. 13 b. İngiltere’nin Osmanlı Politikası - İngiltere’nin ekonomisi ve sömürgeleriyle bağlantılı çıkarlarını korumak, - Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak, bu nedenle Osmanlı topraklarının paylaşımını yavaşlatmak, - 1895 sonrasında ise İmparatorluğu bölmek ve bu bölüşümde iyi pay elde etmek, Osmanlı Halifesinin Müslüman topluluklar üzerindeki etkisini kırmak, Hindistan ve diğer petrol rezervlerine ulaşan yolların kontrolunu elinde bulundurmak, şeklinde özetlenebilir. c. Fransa’nın Osmanlı Politikası - 16. yüzyıldan başlayıp 1840’da biten dönem içerisinde kendi çıkarlarına uygun biçimde Avrupalı güçlerin politikaları arasında dengeler oluşturmak bu arada Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurmak, - Osmanlı Devleti’nde yaşayan Katoliklerin koruyuculuğunu üstlenmek, -Tanzimat sonrası Osmanlı’da Fransız modeline benzer reformların yapılmasını sağlayarak, entellektüellerin ve yönetimin güvenini ve sempatisini kazanmak, - İmparatorluğun bölüşülmesi halinde iyi bir pay elde etmek şeklindeydi. Bu devletler Osmanlı Devleti’ne ilişkin projelerini açıkça ilan etmemiş, 19. yüzyılın başında gerçek amaçlarını kamufle edebilmek için “Doğu Meselesi”ni yaratarak bunun içerisinde uluslararası bir Ermeni meselesi oluşturarak, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmişlerdir16. 2. Yayılmacı Devletlerin Mücadeleleri ve Ermeni Meselesi 19. yüzyılda zayıflamış olan Osmanlı Devleti’nin çesitli bölgeleri büyük devletler arasında mücadelelere sahne olmuştur. Bunları; -Boğazlar üzerinde İngiliz-Rus, -Balkanlar üzerinde Avusturya-Rusya, - Mısır üzerinde İngiliz-Fransız, - Ortadoğu üzerinde İngiliz-Alman mücadeleleri olarak sıralamak mümkündür. Yayılmacı güçlerin bu mücadelelerinin temelinde Anadolu’nun stratejik değerinin 16 Kodaman, a.g.e., s.2-3. 14 yarattığı cazibe bulunmaktaydı. Bu mücadelelere özetle değinilecek olursa, Rusya’nın Türk Boğazlarını ele geçirerek Akdeniz’e inmek istemesi karşısında İngiltere, bunu kendisinin Hindistan ile bağlantısını sağlayan İmparatorluk Yolu’nun emniyeti açısından risk olarak görmüş ve Rusya’yı sıcak denizlerden özellikle Akdeniz’den uzak tutmaya çalışmıştır. Rusya açısından ise mesele başlangıçta bu devletin tamamen bir kara devleti olması idi. Rusya’nın deniz devleti olabilmesi için Baltık Denizi ve Karadeniz istikametinde genişlemesi gerekiyordu. Bu nedenle politikasını Osmanlı Devleti aleyhine genişleme üzerine kurmuştu. Öte yandan Mısır ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesinde İngiltere ve Fransa arasında zaman zaman sıcak çatışmalara kadar varan mücadeleler bulunmaktaydı. Keza Rusya’nın Balkanlar üzerinden Boğazlar ve Ege Denizine inme girişimleri kendisini, aynı bölgeyi ele geçirme gayretinde olan Avusturya ile karşı karşıya getirmekteydi. Öte yandan 1888’den itibaren Bismark sonrası Almanya’da İmparator II.Wilhelm, Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan coğrafyasından yararlanarak Ortadoğu ve Hindistan’a doğru genişleme politikası izlemiş ve Osmanlı Devleti ile yakın ilişkide bulunmuştur. Almanya’nın bu amaçla inşa ettiği İstanbul-Bağdat demiryolu vasıtasıyla Basra Körfezine ulaşması İngiltere’yi endişelendirmiştir. Sömürgeci güçlerin aralarındaki bu mücadeleler sürerken, son dönemlerini yaşayan ve büyük güçlerin hedefinde bulunan Osmanlı Devleti anılan devletlerin arasındaki dengelerde ortaya çıkan zaaflardan yararlanarak bekasını sağlama mücadelesi vermekteydi17. İngiltere’nin Ermenilerle ilgilenmesi ticari ve ekonomik çıkarlarına bağlı olmasına karşın Rusya, İskenderun Körfezi ve Basra Körfezine inebilmek için Doğu Anadolu’daki Ermenileri kullanmayı planlamaktaydı. Bu noktada her iki yayılmacı gücün çıkarlarının çatışması nedeniyle Ermenileri kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmeleri için kendilerine özerklik ve bağımsızlık gibi sözler vermeye başladılar. Bu sözler sonrasında Ermeniler Doğu Anadolu’da Müslüman halka karşı hasmane bir tutum içerine girdiler. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte 1890’lardan başlayarak Batı’nın onay ve desteği ile organize bir şekilde eylemlere başladılar18. 17 18 Armaoğlu, 2001, s.47-54. Kodaman, a.g.e., s.8-9. 15 Yayılmacı güçlerin mücadelesinin kızıştığı bir dönemde Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmak için ortaya atılan Ermeni meselesinde ilk günden itibaren Hıristiyan alemini etkilemek için kullanılan en önemli silah; Ermenilerin sırf Hıristiyan olmaları nedeniyle Müslümanlar tarafından zulme, baskıya katliamlara maruz kaldıkları şeklinde yürütülen asılsız propaganda olmaktaydı. Örneğin Rusya’da Ermeniler baskı altında iken, Osmanlı Devletinde Ermeniler her türlü özgürlüğe sahip ve Türklerden daha ayrıcalıklı konumda idiler. Ermeniler Osmanlı Devletinde en önemli siyasi ve iktisadi görevlerde, müdür, genel müdür hatta bakan olarak bulunmakta idiler. 19.yüzyılın başlarına kadar Türklerle uyum ve refah içersinde yaşayan Ermeniler, bu yüzyıldan itibaren siyasi çıkarlar sağlama peşinde olan Avrupa devletleri tarafından kendi emelleri doğrultusunda kullanılmışlardır. Bu topluma bağımsızlık fikri aşılanmış ve yavaş yavaş bir Ermeni meselesi yaratılmıştır19. Ermeni meselenin ortaya çıkışında Ermenilerin çabalarından çok, dönemin siyasi konjonktürünü kurgulayan güçlerin Ermenileri kullanmaya gereksinim duyması rol oynamıştır. 18.yüzyıl ve devamında Avrupa’nın büyük güçlerinin siyasi çıkarları kendilerini zaman zaman karşı karşıya getirmiş, bazen de çıkarlar ittifakların oluşumuna yol açmıştır. Osmanlı Devleti değişik zamanlarda Balkanlarda genişleme siyaseti izleyen Rusya ve Avusturya ile savaşma durumunda kalmış ve büyük kayıplara uğramıştır. Ancak Rusya’nın Balkanlarda ilerlemesi bir süre sonra AvusturyaMacaristan İmparatorluğunu rahatsız etmiştir. Dönemin sömürge imparatorluklarının başında gelen İngiltere ise 1787’deki Osmanlı-Rus savaşından itibaren Rusya’nın devamlı güneye doğru genişlemesinden böylece yakın gelecekte kuvvetli bir Karadeniz devleti olması ve bir sonraki aşamada Akdeniz’e inerek İngiliz çıkarlarını tehdit etme olasığından endişe duymaya başlamıştır. İngiltere bu yüzden 1783’den sonra bir yüzyıl kadar süreyle Osmanlı Devleti’ni destekleme ihtiyacını hissetmiştir. Ancak 1878 yılında yapılan Berlin Konferansı’dan sonra İngiltere’nin siyasetinde büyük bir değişiklik meydana gelmiştir. 1880 yılında ikinci defa başbakanlığa gelen Gladstone, İngiltere’nin bir asır süren Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma politikasını tamamen 19 Ahmet Hulki Saral ; Ermeni Meselesi; Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1970, s.53-54. 16 değiştirmiştir. Bu değişiklikte dini faktörlerin ve Başbakan Gladstone’nun bireysel Türk karşıtlığının da büyük rolü olduğu ifade edilebilir20. 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında dönemin büyük güçleri, rekabetlerini ağırlıklı olarak Ortadoğu’da sürdürmekteydiler. Osmanlı Devleti’nin coğrafi, stratejik durumu ve ekonomik potansiyeli, dünya politikası güden devletlerin dikkatlerinin bu bölge üzerinde toplanmasına yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun kısa bir sürede çökeceğini değerlendiren Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya hatta İtalya gibi dönemin yayılmacı güçleri işgallerle, İmparatorluk içerisinde hamilik yaptıkları toplumları kışkırtarak İmparatorluktan ayırıp kendi amaçlarına hizmet edecek küçük devletler kurdurarak, kapitülasyonlarla, ekonomik yaptırımlarla ve diğer yöntemlerle ülkeyi sömürgeleştirme ve ele geçirme politikalarını uygulamaya koymuşlardır21. Berlin Konferansı sonrasında Uzak Doğu’ya yönelen Rusya, Asya’da İngiltere ile rekabete girişmiştir. Ancak Rusya’nın 1905 yılında Japonya karşısında aldığı büyük yenilgi sonrasında 1907’de İngiltere ile Rusya, Asya’daki nüfuz alanları üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Bu tarihten sonra İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin paylaşımı için projeler yapmışlar ve bunu I. Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirmişlerdir22. Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne saldırmak için her defasında kullandığı koz, İmparatorluk içerisindeki Ortodoks toplumları kışkırtarak isyan çıkartmak ve sonra onları himaye bahanesiyle savaş açmak şeklinde olmuştur. Ancak Berlin Konferansı’ndan sonra Rumeli dışında Balkanların tamamı Osmanlı Devleti’nden ayrılmış olduğundan savaş açmak için bahane olarak kullanılabilecek argüman kalmamıştır. Rusya, sıcak denizlere inmek için Balkanlarda bağımsızlıklarını sağladığı devletlerin kendisine bu konuda taviz vermeyeceğini görmüş, Balkanlar üzerinden Ege ve Akdeniz’e geçit elde edemeyeceğini anlamıştır. Bu durumda Akdeniz’e inme amaçlı olarak Erzurum-İskenderun mihverinin kaldığını değerlendirerek, bu mihveri elde etmek için Ermenilerden yararlanmayı düşünmüştür. Bunun için de Berlin Konferası 20 Kamuran Gürün ; Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1983,s. 72-75. Mim Kemal Öke; Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, Aksoy Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.37-47. 22 Gürün,a.g.e., s.75 21 17 sonrasında Ermeni ıslahatını özellikle yoğun biçimde gündeme getirerek Ermenilere karşı koruyucu rolü oynamıştır. Rusya bu amaçla Balkanlarda yaptığına benzer şekilde Ermenilerin yaşadığı bölgelerde olaylar çıkartma ve bunlara müdahil olma fırsatlarını kollamış, Ermeni kilisesini kullanmanın yanı sıra ihtilalci komiteleri desteklemiştir23. Ruslar, 1877-1878 Savaşı sırasında Doğu Anadolu’daki ve İstanbul’daki Ermenileri geniş ölçüde kışkırtmışlardı. Bundaki amaç bağımsız Ermenistan hayali kuran Ermenileri destekleme maskesi altında Doğu Anadolu’yu ele geçirmekti. Doğu Anadolu’nun Rus egemenliğine alınmasındaki diğer bir amaç Osmanlı Devleti toprakları içerisinde ortaya çıkabilecek bağımsız bir Ermenistan’ın Rusya’da yaşayan Ermeniler açısında kötü bir örnek oluşturmasını önlemekti24. Osmanlı Devleti’nde yaşayan kışkırtılmış Ermenilerden yararlanmayı düşünen diğer ülke İngiltere’dir. Bu bağlamda Osmanlı yönetimine karşı Ermeniler lehinde ayrıcalıklar koparmak için baskı politikası izlenmeye başladı. İngiliz elçisi Layard tarafından hükümetinin talimatı ile 1879 yılından itibaren gerek padişaha, gerekse Babıaliye Anadolu’da Ermeniler açısından kargaşanın devam ettiği, bu nedenle Berlin Antlaşması uyarınca reform yapılması gerektiği tarzında geniş ayrıcalıklar içeren müteaddit yazılı ve sözlü notalar verilmiş, bu notalara reformların yerine getirilmemesi durumunda Osmanlı Devleti’ne Rusya’dan gelecek tehlikelere karşı yardım 25 edilmeyeceği şeklinde tehditler konulmuştur . Öte yandan İngiltere’de iktidara gelen Liberal Parti ve Başbakan Gladstone, bağımsız bir Ermenistan kurulması politikasını benimsemiştir. 19.yüzyılın başında İngilizler bağımsız bir Yunanistan’ın kurulmasını, Ege Denizi ve Boğazların çıkışını kontrolunun kendisine bağlı bir devlet aracılığı ile gerçekleştireceği düşüncesiyle desteklemiştir. İngilizlerin Ermenileri desteklemesindeki amaç da aynıdır. Eğer bağımsız bir Ermenistan kurulacak ise bu devlet İngiltere’ye medyun olmalı, ayrıca 23 Armaoğlu, 2001, s. 45-46. Genel Kurmay Başkanlığı; Tarihte Türk İngiliz İlişkileri, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1975, s.39. 25 Cevdet Küçük ; Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1986, s.38-43. 24 18 Rusya’nın güneye inmesini engelleyecek bir tampon görevini yerine getirmeli idi26. İngiltere, Osmanlı topraklarından koparılarak kurmayı tasarladığı kendisine sadık bir Ermenistan istiyor, Ortadoğu’daki diğer Ermenileri ve bu arada Rusya’daki Ermenileri de bu oluşuma katarak genişletmeyi planlıyordu. Böylece Ruslarla Ermenileri çarpıştırmanın yanısıra, Rusya’nın Ortadoğu ve Akdenize ilerleme politikasını durdurabilecekti27. Değinilen bu siyasi gelişmeler içinde Ermeniler bölgede etkin olma gayreti içerisindeki dış güçlerin aleti ve aracı olmanın ötesine gidememişlerdir. Osmanlı Devleti’ndeki gelişmelere genel olarak bakıldığında Bulgaristan’ın da 1878’de İmparatorluktan kopması sonrasında özerklik veya bağımsızlık istikametinde ilerleme kaydetmeyen tek Hıristiyan unsur olarak Ermeniler kalmıştı. Ancak Ermenilerin durumu diğerlerinden farklıydı. Çünkü Ermeniler en kalabalık oldukları Doğu Anadolu dahil hiçbir yerde çoğunlukta bulunmamaktaydılar. Diğer taraftan yaşadıkları coğrafyanın ulaştırma sistemi ilkeldi, iklim ve arazi koşulları ise güçlükler içermekteydi. Dönemin yayılmacı güçlerinin küresel olarak daha çok donanmaları ve donanma destekli seferi kuvvetleri ile etkili olabildikleri dikkate alındığında, Ermenilere Yunan isyanında olduğu gibi büyük güçlerin geniş çaplı askeri desteğini sağlamak mümkün olmamaktaydı. Ancak Ermeniler Osmanlı Devleti’nin parçası olan diğer Hıristiyan unsurların yayılmacı güçlerin desteğiyle İmparatorluktan ayrılmayı başarmalarından etkilenmişlerdi. Ayrıca Avrupalılar aynı yolu deneme konusunda kendilerini teşvik etmekteydiler. Koşulların diğer Hıristiyan unsurlara göre elverişsiz olması nedeniyle böyle bir harekete girişmek aslında toplumsal bir kumar olabilirdi. Ancak Ermeni tedhiş örgütleri, Ermeni halkı adına karar verme yetkisini kendisinde görerek bu kumara girmişlerdir. İleride değinileceği gibi Ermeni ihtilal ve tedhiş örgütleri kurulmuştur. Bu örgütler en son Bulgaristan’da meydana gelen olayları tekrarlamak istiyorlardı. Bu senaryo sırasıyla; tepki çekecek kanlı bir isyan, “katliam var” sloganı ile Avrupa ve ABD kamuoylarının ajite edilmesi, büyük devletlerin 26 27 Armaoğlu, 2001, s. 45-46 . Genel Kurmay Başkanlığı,1975, s. 39. 19 müdahalesinin sağlanması ve sonuçta özerklik veya bağımsızlık elde edilmesi şeklindeydi. Ermeni olaylarının bütününde bu şablonu izlemek mümkündür28. C. Ermeni Milliyetçiliğinin Kışkırtılması Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun değişik bölgelerine sürülen, savaşlara sürüklenen ve ayırımcılığa tabi tutulan Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra hoşgörülü ve birleştici bir tutumla yönetilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin çalışkan, dürüst ve üretken yurttaşlarına sağladığı imkanlardan en fazla yararlanan Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeni toplumu, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmiş, devlete bağlı, milletle kaynaşmış olmalarından dolayı “millet-i sadıka” olarak isimlendirilmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet 1453’de İstanbul’u aldıktan sonra Ermenilerin Bursa’daki ruhani Lideri Hovakim’i İstanbul’a çağırarak Ermeni Patrikliğini kurdurmuştur. Fatih Sultan Mehmet’ten, II. Mahmut’a kadar 350 yıllık sürede Hıristiyanların ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal işlerine ve yapılarına hiç karışılmamıştır. Ermeniler devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, güzel Türkçeleri sayesinde vezirlik rütbelerine kadar yükselmişler, darphane bakanları, saray kuyumcuları, doktorları ve diğer pek çok devlet görevlisi yetiştirmişlerdir29. Osmanlı Devleti döneminde 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos vs. olmak üzere pek çok yüksek düzey devlet görevlerinde Ermeniler görev almışlardır. Aslında Türkler ve Ermeniler hem Selçuklu, hem Osmanlı Devletlerinin yönetimlerinde yaklaşık 850 yıldan fazla bir dönem sorunsuz denilebilecek bir birlikte yaşam sürdürdüler30. Ancak bu toplumsal kaynaşma Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine girmesi sonrasında dış müdahalelerin etkisiyle değişmiştir. Ermeniler Hıristiyan olmalarına karşın Gregoriyen, Katolik, Protestan mezheplerine bölünmüş ve bunlar arasında çekişmeler başlamıştı. II. Mahmut, Fransız elçiliğinin aracılığı ile 1830 tarihinde Ermeni Katoliklerini cemaat olarak tanımıştır. 28 Sina Akşin; Jön Türkler ve İttihat Terakki, Bilge Kitapevi, İstanbul, 2001, s.31-32. Gökhan Balcı; Türkler Soykırım Yaptımı?, Truva Yayınları, İstanbul, 2007, s.43-48. 30 Yusuf Halaçoğlu; Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılık: 98, Tarih 8, İstanbul, 2008, s.17. 29 20 Benzer şekilde İngiltere’nin baskısıyla da 1850’de Ermeni Protestan cemaati bir fermanla tanınmıştır. Abdülmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane bahçesinde okunan Tanzimat Fermanı bütün tebanın can, mal namus gibi doğal haklarının yanı sıra, vergilendirme ve askerlik hizmetlerinde adalet ilkelerine göre düzenlenmesini sağlama yönünde ilkeleri saptarken, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı ile Tanzimat Fermanına ek olarak bütün tebanın din ve ırk farkına bakılmaksızın yasalar önünde eşitliği kabul edilmiştir. İslam olanlar ile olmayanlar arasındaki eşitsizlik kaldırılmıştır. Ayrıca İslam olmayanlara devlet memurluklarına atanmak, eyalet meclisleri ve Meclis-i Vala’da temsil edilme gibi siyasi haklar sağlanmıştır31. Islahat Fermanı Patriklere verilmiş olan hakları pekiştirmiştir. Ermeniler siyasi haklar bakımından gelişirken, eşitlik söyleminin arkasında Ermeniler arasında sınıf savaşımı da başlamıştır. 1856 Islahat Fermanı sonrası 1857, 1859 ve 1860 tarihlerinde Ermeni Patrikhanesi’nde toplanan Ermeni Meclisleri çeşitli tartışmalar sonrası bir “Ermeni Milleti Nizamnamesi” hazırlayarak 29 Mart 1862’de Osmanlı Hükümetine onaylatmışlardır. Bu tüzük Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin sosyal ve siyasal konumları açısından yeni bir dönemi başlatmıştır32. Yetmişbir maddenen oluşan tüzükte esas itibariyle Ermeni vatandaşlarca seçilecek bir Ermeni Meclisi’nin kuruluş şekli ve görevleri, meclisin ruhani üyelerinin seçimi, seçim şartları, şeçim şekilleri gibi hususlar ile Ermeni kilisesinin Ermeni cematine karşı görevlerine yer verilmekteydi33. Bu noktada Osmanlı Devleti’ndeki ulusculuk akımlarına değinmek gerekecektir. Osmanlı Devleti’nde değişik halklar arasında gelişen ulusculuk akımı Batı Avrupa kaynaklıdır. Bunun İmparatorluk içerisinde gösterdiği gelişme kendine özgü olmuştur. Batıda görülen ulusal kökenle bağlantılı ulusçuluktan çok Osmanlı Devleti’nde dinle tanımlanan millet kavramıyla bağlantılıydı. Devletlerinin kuruluşundan itibaren Osmanlılar, Hıristiyan toplumlarının kendi varlıklarını sürdürmesine hoşgörü göstermişler ve sınırlı özerkliği bulunan millet sistemi içerisinde, din temelinde bulunan 31 Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, Cilt VI, TTK Basımevi, Ankara, 1976, s. 5-6. Halil Metin ; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, MEB Yayını, Ankara, 2001,s.34-35. 33 Esat Uras; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s.165-171. 32 21 ayrı kimliklere izin vermiş, hatta bu tarz ayrılıkları teşvik etmişlerdir. Her dinsel toplum yani “millet” geniş özerkliklerden yararlandırılmıştır. Mahkemeler, okullar ve hayır kurumları din adamı kimliğindeki kişilerin yönetiminde bulunmaktaydı. Sonuçta İmparatorlukta egemen olanlar İslam olmakla birlikte farklı dinler de varlıklarını koruyabilmiş ve güçlü ayrı kimlik sahibi olmayı sürdürmüşlerdir34. Ermenilerde ayrılıkçı fikirlerlerin oluşmasında dış etkenlerin önemi büyüktür. Osmanlı Devleti’nin siyasi düzeni içerisinde otonom sosyo-ekonomik ve kültürel yapılardan oluşan birer “alt-kültür” adası şeklindeki “milletlerin” coğrafi kompartımanlar halinde olması, bunların aralarındaki ilişkilerin de asgari düzeyde gerçekleşmesine neden olmuştur. Ancak 19. yüzyıldan itibaren artan ulaştırma ve iletişim, farklı yöreler arasında bağlantıyı sağlamıştı. Bunun yanında Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşan Batı nufuzu ile Avrupa’da gelişen düşünce, felsefe ve ideolojiler gayrimüslim cemaatleri etkisi altına almaktaydı. Batılı tüccarların ülkedeki gayrimüslimleri acente olarak kullanması ve elçiliklerde tercüman (dragoman) olarak istihdam edilmeleriyle Batılı fikirlerin ilk nüfuz odakları gayrımüslimler olmaktaydı. 18. ve 19. yüzyılda elçiliklerden aldıkları ticaret beratları ve kapitülasyonları suistimal ederek ticaret sermayesini ele geçiren Rum, Ermeni ve Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış ticaretine hakim olmuşlar, ancak ülkenin sanayileşmesi için girişimde bulunmamışlardır. Bölgesel gelenek ve görenekleri çok iyi tanımaları, Türk halkının dilini çok iyi konuşmaları, ticari deneyim ve becerileri, azınlıkları Avrupalılar için vazgeçilmez ortak konumuna taşımıştır. 19. yüzyıl Avrupasında Sanayi Devrimi ile vücut bulan, ticaret ve sanayi yaşamının gelişmesi ile güçlenen burjuvazi ekonomik gücünü siyasal haklarla tamamlamak için milli bir çizgiye yönelmiştir. Osmanlı Devleti’nde ise iktisadi güç kazanan gayrimüslimler siyasi emellere yönelmişlerdir. Bu gelişmelere koşut olarak misyonerler siyasi sorun teşkil etmekteydiler. Misyonerler yabancı diller öğreterek, azınlıklar arasında ayrıcalık fikirleri yaratarak, Batı adet ve fikirlerini ülkeye taşıyarak Osmanlı milliyetçiliğinin gelişmesini baltalamakta idiler35. 34 Justin McCarty; Ölüm ve Sürgün “Death and Exile” Çev. Bilge Umar, İnkılap Yayınları, İstanbul, 1998, s.5-6. 35 Öke, 2000, s.61-63. 22 Ermeni milliyetçiliğinin uyanışında rol oynayan faktörlerin başında din faktöründen bahsedilebilir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Gayrimüslim iki büyük topluluktan (Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler) biri olan Ermenilere, devlet içerisinde dini serbestlik ve ayrıcalıklardan başka kültürel ve hukuki anlamda geniş haklar tanınmıştır. Ancak bu haklar İmparatorluğun zayıflama sürecinde çeşitli devletlerin kullandıkları vasıta şekline dönüştürülmüştür36. Hıristiyan Avrupa, Şark meselesinde Osmanlı Ermenilerini kullanmak için önce bu toplumun bir kısmını Katolik mezhebine çekti. Daha sonra bunları Batı kapitalizminin Osmanlı ülkesindeki simsarları haline getirerek, hem Gregoryen Ermeni toplumu, hem de devlet içerisinde huzursuzluk çıkarttılar. 1830’larda Papalık ve Fransa, misyonerler aracılığı ile Katolik mezhebine çektikleri Ermenilerin koruyucusu durumuna geldiler. Bu bağlamda Osmanlı Devleti üzerinde emperyalist emelleri olan diğer ülkeler de Fransa gibi Ermeni toplumu üzerinde yoğunlaşarak kendi mezheplerine taraftar çekme gayretlerine yöneldiler37. Rusya Ortodoksların, Fransa Katoliklerin hamisi rölünü üstlenirken, Amerikan misyonerleri tarafından Protestanlığa kaydırılan Ermeniler aracılığı ile Amerikan kamuoyunun dikkati Türkiye ve Türkiye Ermenilerinin üzerine çekilmiştir38. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına kadar olan dönemde Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin durumlarına bakıldığında bunların sakin bir yaşam sürdüğü, ticaret ve sanayi ile meşgul olarak hallerinden memnun oldukları izlenmektedir. Askerlikten muaf tutulmalarından ötürü nüfusları artmakta, toplumsal refahları gelişmekteydi. Ermeni yazar Varantyan’a göre Ermeniler on dokuzuncu yüzyılda ticaret ve sanat alanında rahat bir yaşam sürmenin yanısıra devlet hizmetinde de yer almakta idiler. Ayrıca on dokuzuncu yüzyıl başında Ermenilik Avrupa tarafından bir millet olarak bilinmemekte, 36 Gürün,a.g.e., s.37-38. Davut Kılıç; “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine Yönelişi”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.145. 38 Gürün,a.g.e., s.37-38. 37 23 Ermeniler yeryüzüne dağılmış tüccarlar, kendi çıkarlarına bağlı olan kimseler, Yahudiler gibi yurtsuz, milliyetsiz, serseri ve bahtsız olarak tanınmaktaydılar39. Ermeni milliyetçiliğini hazırlayan faktörlerin arasında Protestan misyonerlerin çalışmaları öncelikli bir konudur. Protestan misyonerlerinin Osmanlı Devleti’ndeki faaliyetlerini 1840’lardan itibaren arttırdıkları görülmektedir. Görünürdeki amaç dini ve mezhepsel olarak gösterilmekle birlikte esas amaç farklıdır. İngiliz, Fransız ve Amerikalı misyonerler önceleri Türkleri Hıristiyanlaştırmaya çalışmışlarsa da, bunun imkansızlığı karşısında Rum ve Ermenileri Protestan yapmaya çalışmışlardır. Anılan gayretler büyük ölçüde hedefine ulaşmamakla birlikte, misyonerlik çalışmaları Rum ve Ermenileri, Türk ve İslamiyet düşmanı yapma konusunda çok etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nde Katoliklerin hamisi olan Fransa ve Avusturya, Ortodoksların hamisi olan Rusya 1840’dan sonra Suriye ve Lübnan bölgelerinde Hıristiyan ve Müslümanlar arasında meydana gelen olayların arkasına sığınarak mezhepdaşlarını himaye bahanesiyle müdahalelerde bulunmaya ve bu yolla nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başladılar. İngiltere de varlığını gösterebilmek için önce Protestan mezhebi yaratma, daha sonra onların hamisi rölünü oynama yolunu şeçti. Bunun için diğer mezhep ve dinlerden Protestan tedarikine girişildi. İngiltere, Amerika ve Almanya’dan gelen Protestan misyonerleri; İngiliz konsoloslarının desteklemesi, para ve diğer çıkarlarla diğer din ve mezheplerde bulunan halkı Protestan yapmaya giriştiler. Bu bağlamda Protestan kilisesi ve kolejinin Ermeniler üzerinde büyük etkisi olmuştur40. 1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı ülkesindeki ilk faaliyetleri 1820 yılında başlamıştır.1810 yılında ABD’de üç Protestan kilisesinin üyeleri tarafından kurulan Amerikan Protestan Örgütü (American Board of Commissioners for Foreign Missions –kısaca American Board) 1818 yılında Osmanlı topraklarında ve dolayısıyla Anadolu’da misyon örgütleri kurulması kararını almıştır. 1820 yılında ABD’li iki misyoner hazırlıklar için Osmanlı ülkesine gönderildi, bunlar Lübnan, Suriye ve 39 40 Uras, a.g.e., s.149-150. Alper Gazigiray; Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitapevi, İstanbul, 1982, s. 67-68 . 24 Anadolu’yu gezerek Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler gibi milliyetler hakkında bilgiler topladılar. Protestanlaştırmaya en uygun toplumun Ermeniler olduğu sonucuna varan misyonerler 1830’dan itibaren bu alanda yoğunlaştılar. 1832’de İstanbul’da resmen kurulan ABD misyonerlik örgütünün Anadolu’daki faaliyetlerinin stratejisi dört başlık altında toplanabilir. - Türkçe, Rumca, İngilizce, Ermenice vb. dilleri öğrenme ve öğretme. - Dinsel içerikli kitaplarla, her türlü ders kitabının hazırlanması. - Okul içi ve okul dışı eğitim ve öğretimin, seminer ve konferans şeklinde düzenlenmesi. - Halkla ilişkilerin yürütülmesi41. İlk yıllardan itibaren geniş bir araştırma gerçekleştiren Amerikan Board misyonerleri daha çok yerli eğitim kurumları üzerinde durdular. Osmanlı Devleti’ne 14 Ocak 1820’de ilk gelen Amerikalı misyonerler Pliny Fisk ve Levi Parsons bir yıl İzmir’de kalmış ve buradaki Rum okullarında araştırma yapmışlardır. Daha sonra Kudüs’e giden Parsons burada Ermeni hacılarla karşılaşır. Bölgeye gelen diğer misyonerlerden Harrison Dwight o zamana kadar Amerikalıların Ermenilerle ilgili bilgilerinin bulunmadığını belirtmektedir. Levi Parsons’un ölümünden sonra Jones King yerini almıştır. Fisk ise Şam, Yafa gibi şehirlerde iki yıl incelemeler yaptıktan sonra çalışma ve görüşlerini Amerikan Board’a rapor etmiştir. Amerikan Board’un önemli özelliği çalışma alanı olarak seçtiği bölgelerde özel talimatlarla görevlendirdiği misyonerlerden düzenli rapor istemesidir. Belli zaman aralıklarıyla seçilen bölgelere misyoner inceleme gezileri yaptırılmıştır. Yapılan çalışmalar sayesinde Beyrut’ta bir Amerikan misyon merkezi kurulmuş ve böylece yeni misyoner akımı başlamıştır. Amerika bölgede daha önce kapütilasyonlar sayesinde etkilerini arttırmış hem Avrupalı Devletler, hem de Katolik ve Ortodoks misyonerlerle rekabet edebilmek için yoğun çaba gösterme durumunda idi. Çünkü uğruna bir deniz filosu kuracak kadar önem verdiği Akdeniz ticareti için kalıcı sosyal ve kültürel nufuza ihtiyacı vardı 42. 41 Bayram Akça ; “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Anadolu’daki Misyonerlik Faaliyetleri” Tarihin İçinden, Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.17-21. 42 Erdal Açıkses; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK, Ankara, 2003, s. 36-38. 25 Türkiye’ye gelen Amerikalı misyonerlerin çoğunluğunun bağlı olduğu daha çok Protestan dindarların bağışlarıyla organize edilen Amerikan Board’un tüzüğüne göre misyonerlerin amacı “Dinsizler arasında Hıristiyanlığı yaymaktı”. Ancak Osmanlı Devleti’nde değişik olsa da herkes bir dine mensuptu. Amerikalı misyonerler önce Müslümanları Hıristiyanlaştırmayı düşünmekle beraber, devletin yasaları ve din kurallarından dolayı bunun mümkün olamayacağını anlamışlar ayrıca Türkleri karşılarına almamak için buna cesaret edememişlerdir43. Misyonerlik faaliyeti bağlamında Osmanlı Devleti’nde, Amerikalı Protestan misyonerler en etkili gruptur. American Board örgütünün işleyişi coğrafya esas alınarak belirlenmiş, sınırlı bir alana dağılmış misyonlar şeklinde idi. Bunlar sorumlu oldukları alanı kontrol altında tutabilmek için, istasyonlar kurmuşlardı. Gerektiğinde bu istasyonlar uç istasyonlar kurabilmekte idi. İstasyonlar idari birimleri dışında, eğitim, sağlık hizmetleri ve propaganda faaliyetlerini yürütecek örgüt yapısına sahiptiler44. Amerikan Protestan Misyonerler Örgütünün ilk istasyonu İstanbul’da kuruldu. Daha sonra, merkezi Harput olan Doğu misyonu (Harput, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır); merkezi Antep olan Merkezi Türkiye Misyonu (Antep, Urfa, Maraş, Halep, Adana, Tarsus, Mersin) ve merkezi İstanbul olan Batı Türkiye Misyonu (Trabzon, Merzifon, Kayseri, Talas, Adapazarı) şeklinde bir örgütlenmeye gidilmiştir ( EK-A ) . Kiliseler dahil 19. yüzyıl sonunda Osmanlı ülkesindeki misyonerlerin sayısı 540 ulaşmıştı ve bunların beşte dördü Anadolu’da görev yapmakta idi45. Gelişen Amerikan Misyoner Örgütünün yirminci yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarında 12’si merkez, 270’i ileri istasyon şeklinde geniş bir ağı oluşmuştu. Ayrıca Board Heyeti 13.000 kişiden oluşan Hıristiyanlaştırılmış yerel halk ile 114 kilise tesis etmiş durumdaydı. Lise ve daha alt düzeydeki Evangelist okullarında 60.000’nin üzerinde öğrenci bulunmaktaydı. Buna ilave olarak altı üniversite ve teknik okul işletilmekteydi. Evangelistler Türkleri Hıristıyanlaştırma konusunda başarılı 43 Açıkses, a.g.e., s.36. Semiha Özel; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Bilge Yayınları, İstanbul, 2001, s.10-11. 45 Akça, a.g.e., s.19. 44 26 olamamış, buna karşın Ermenileri Protestan mezhebine çekme konusunda mesafe almışlardır. Protestanların bu faaliyetleri Ermeni Gregoryen kilisesinin dolayısıyla Ermeni cemaatinin bütünlüğü için tehdit oluşturduğundan Türklerden çok Ermeni Patriği ve ruhbanlarının tepkisine yol açmıştı46. Osmanlı Devleti’nde Amerikan misyonerlerinin ilk ağızda uygulacakları çalışma için koşullar din değiştirmeye uygun olmadığından önce laik din eğitimini, kitapları kullanma şeklini, tıbbi ve diğer yararlı bilgileri vererek konumlarını sağlama alınca, dini propaganda (yasak operasyona) başlamışlardır. Amerikan’ın faaliyetlerinde başarılı olmasının önemli sebeplerinden biri Amerikan Board’un çok sayıda gizli komitesini Türkiye’ye göndermiş olmasıdır. Bu komitelerin Türkiye’ye gelişlerinde önemli nedenlerden birisi 1825’den sonra Amerika’daki akademik hareketlerin başarısı sonucu oluşan yeni bilgilerin diğer ülkelerde de kullanılması yönünde oluşan istek ve taleptir. Böylece Amerikan Board Osmanlı topraklarında çok sayıda kurum açarak çalışmalarını yoğunlaştırmıştır47. Amerikan misyonerlerinin ilk başarısı İstanbul’da Robert Kolejin açılmasıdır. Bunu Merzifon, Talas, Tarsus ve Bitlis Kolejlerinin açılması izlemiştir. Buralarda okuyan ve mezun olan gençler Türk düşmanı komiteci ve çeteci olmuşlardır. Böylelikle mabetler, okullar mezhep propagandalarına katılarak, Ermenileri Protestan yaparak İngiltere’nin Osmanlı ülkesinde himaye hakkı elde edebileceği küçük bir Protestan topluluğu oluşturmanın yanında, Ermeni meselesinin yaratılmasında devlete karşı kullanılacak kadroların yetiştirilmesine başlanmıştır48. Robert Kolej ilk aşamada Bulgarların bağımsızlık kazanmasında önemli rol oynamıştır. Çünkü öğrencilerin büyük kısmını Bulgar milliyetçileri oluşturmakta idi. 1878 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını almasıyla kolej amaçlarından birine ulaşmış ve diğer misyonu olan Ermeni meselesini destekleme amaçlı olarak Ermeni öğrencilere yönelmiştir. Öte yandan 1876 yılında Kilikya Ermeni Protestan Birliği’nin isteği üzerine 46 Susan Elizabeth Moranian; The American Missioneries and the Armenian Question, The University of Wisconsin, Madison, 1994, s. 56-64. 47 Açıkses, a.g.e., s.38-39. 48 Akça, a.g.e., s.20-21. 27 Antep’te Protestan Koleji açılmıştır. Kolejin müfredatında Ermenice ve Ermeni tarihi önemli bir yer tutmaktaydı. Benzer şekilde açılan diğer okullar Ermeniler üzerinde milliyetçilik fikrini teşvik etmekteydi49. Bu misyoner okullarına büyük yardımlar Okyanusun ötesinden, ABD’den geliyordu. Örneğin yalnız 1914 yılında Amerikan misyoner okullarına yapılan yatırım miktarı 39.524.000 dolar kadardı ( 2007 karşılığı 845.7 milyon $)50. Bu miktar yardımın büyüklüğü hakkında fikir vermektedir. Amerikalı misyonerler Osmanlı ülkesinde dini yayınlar da yapmışlardır. Bu amaçla Malta’da kurdukları matbaa ile Rumca, İtalyanca ve Ermenice kitaplar basılmış, daha önce sayısı az olan Ermenice yayınların sayısı misyonerlerin faaliyetlerini Ermeniler üzerine yoğunlaştırmasıyla artmıştır. Basılan eserlerde dikkati çeken yön daha çok Ermeni harfli Türkçe, Grek harfli Türkçe basılmalarındadır. Bunun temelinde yatan Türkçe konuşan Ermeni ve Rumlara; Ermenice ve Rumca öğretme gayreti idi. Malta matbaasısında değişik kitap, broşür ve risaleden 350.000 adet basılmış 1833’den sonra Amerikan Board, matbaanın bir kısmını İzmir’e bir kısmını Beyrut’a taşımış ve faaliyetlerine devam etmiştir51. Öte yandan misyoner okullarının ders programlarının içeriğine bakıldığında, Türklerin ezeli düşman olarak gösterildiği, ahlaki, dini, milli ve gelenekler yönüyle zayıflatılmaları gerektiği, Türk çiftçisinin borçlandırılarak işini ya da malını yabancılara devretmelerinin sağlanması gibi amaçların yer aldığı görülmektedir. Ayrıca zengin Ermenilerin eğitim için Avrupa’ya gönderilen çocukları Avrupa’nın Türklere bakış açısının etkisinde kalarak adeta düşman olarak yurda dönmekteydiler. Bu yolla misyonerler hem Batının yayılma politikasının enstrümanı, hem de geleceğin Ermeni gençlerinin yetiştirilmesinin aracı olmaktaydılar52. 1895-1896 arasında cereyan eden Ermeni isyanını bastırmakla görevli Sadettin Paşa Ermeni okullarının ayaklanmadaki yerini şöyle açıklamaktadır. “Van’da on dört 49 Kocabaşoğlu Uygur ; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul, 1991, s.180-185 50 Uygur, a.g.e., s.176 . 51 Açıkses, a.g.e., s.44-45. 52 İlhan Gedik ; “Yeniden Alevlendirilmek İstenen Ermeni “Jenoside-Soykırım” İddiaları ve Osmanlı Resmi Kayıtları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, Sayı 42, Ankara, 1998, s.703-704. 28 Ermeni Okulu vardır. Birisi Amerikan Protestanlarının, diğerleri Ermenilerindir. Bu okullarda fen ve diğer derslerden çok Ermenilik şuurunu geliştirmeye yönelik konulara ağırlık verilmektedir. Anılan okullarda kendi düşüncelerine göre Kafkaslarda, Kafkas ve Tiflis illeri ile Hazar Denizi’ne kadar olan bölgeyi, Osmanlı Devleti’nde Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Adana illerini Ermenistan olarak gösteren haritalarla öğretim yapılmaktadır”53. Amerikan misyoner okullarının yoğun faaliyette bulunduğu diğer bölge, Doğu Türkiye Misyonu’nda özellikle Harput çevresindeki eğitim faaliyetleridir. İlk günden itibaren eğitim faaliyetleri misyon faaliyetlerinin ağırlık noktasını oluşturmaktaydı. Eğitimin amacı bölgede elit bir idareci aydın kesim yetiştirerek bölgenin gelecekteki yönetici kadrolarını hazırlamaktı. İlkokuldan başlayıp akademi denilebilecek yüksek düzeyde okullar açılması bu düşüncenin ürünüdür. Amerikalı misyonerler eğitim faaliyetlerinde Ermeniler üzerine yoğunlaşmışlardı. Harput’ta misyonelerin açtığı okullardan biri ilahiyat (teoloji) okulu olmuştur. Burada Türkçe ve Ermenice dil dersleriyle dini bilgileri kapsayan bir eğitim uygulanmaktaydı. Görünürdeki amaç eğitim olmakla birlikte esasta kendi dinlerine insan kazandırmaktı. Diğer misyoner okulu Kız Hazırlama Okulu’dur. İlahiyat Okulunun 1861’de açılışından üç yıl kadar sonra açılmış, yeni bir kilisenin inşasıyla eski Protestan Kilisesinin okul haline dönüştürülmesiyle kızların okulu buraya nakledilmiştir. Diğer misyoner okulu Fırat Koleji’dir. 1878 yılında ilk kurulduğunda “Ermeni Koleji” olarak isimlendirilmiş, ancak Osmanlı Hükümeti’nin itirazı üzerine bu isim verilmiştir. Bütün okullar Amerikan Board tarafından seçilen mütevvelli heyetlerinin kontrolündeydi. Amerikan Board’un Osmanlı topraklarında diğer okullarda olduğu gibi Fırat Koleji ve denetimindeki kurumlar Ermeni tarihi, dili ve Ermeni kültürü yaratma konusunda başarılı olmuşlardır. Bu eğitim kadroları makale, kitap, broşür vb. yayınlarında genellikle Osmanlı Devleti aleyhine Amerika ve Avrupa’da kamuoyu oluşturulmasında etkili olmuşlardır54. Amerikan okulları Ermenileri isyana da teşvik etmekte idiler. Buna ilişkin hususlar yazışmalara yansımıştır. Bu bağlamda Başbakanlıktan Dışişleri Bakanlığına 53 54 Gazigiray, a.g.e., s.70. Açıkses, a.g.e., 79-170. 29 gönderilen yazıda “Antep’teki Amerikan Okulu Müdürü Fuller ile Doktor Stephan ve arkadaşlarının ele geçirilen mektuplarından anılan kişilerin Ermenileri isyana teşvik ettikleri bunların belirtilen gerekçelere dayanılarak konsolosluk aracılığı ile mahkemeye celbedilmeleri” hususunda görüş sorulmaktadır55. Diğer bir örnek Bitlis’te karışıklık çıkaran Misyoner George Knapp’tır. Anılan şahsın bu nedenle önce Diyarbakır’a oradan da Halep’e gönderilmesi sonrasında Amerikan Büyükelçiliği durumu protesto ederek kendisinin konsolosluk görevlilerine teslimini istemiştir56. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Amerikan misyonerleri Ermenilerin devlete karşı kışkırtılmasında rol oynamışlardır. Misyonerlerin dikkat çeken özelliklerinden birisi haber toplama ve bilgi edinme faaliyetleridir. Misyonerler bulundukları yerlerde ve çevre bölgelerinde meydana gelen olayları bunların nedenlerini bazı siyasi makamlara ve bağlı oldukları merkezlere rapor etmişledir. Bu bağlamda bazı örneklere bakıldığında Anadolu’da dört yıl ABD adına misyonerlik faaliyetinde bulunan Fredrick D. Garin “ Osmanlı topraklarında Ermeni Buhranı ve 1894 Kıtali ile Vukuat-ı Mukaddimesi ve Tafsilatı” adında Ermeni taraflısı kitap yayınlamıştır. Van’da görevli diğer ABD’li misyoner “Ermeni Buhranı” başlıklı Sason olaylarını içeren bir kitap kaleme almış ve Londra’da bir çok kişiye nüshalarını göndermiştir. Bir Merzifon Koleji misyoneri Ermenilerin Ankara’da yargılanmalarını konu alan bir makaleyi Presbiterian adlı bir İngiliz gazetesinde yayınlamıştır. Van ve Bitlis’te görevli iki misyoner bölgelerindeki yerel çatışmaları Erzurum’daki İngiliz konsolosuna rapor etmişlerdir. Osmanlı kıyafeti ile halk arasında dolaşan misyonerler bağlı bulundukları devletin hedefleri doğrultusunda çalışmışlardır. Bütün bunlardan dolayıdır ki misyonerler Yakın ve Orta Doğu’daki durumla ilgili İngiliz ve Amerikan enformasyonunun temel kaynaklarındanbirini teşkil etmişlerdir57. 55 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM) ; Osmanlı Belgelerinde ErmeniAmerikan İlişkileri (1839-1895) Cilt I, Ankara, 2007, s.19-20 (A. MKT.MHM,694/2, Ori. S.260-261. 56 Agd, s.46 (A. MKT.MHM,536/14). Ori. s.302-318. 57 M. Metin Hülagü; “Osmanlı’dan Cumhuriyete Misyoner, Ermeni,Terör ve Amerika Dörtgeninde Türkiye” Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı, 10, 2001, s.7. 30 2. Balkanlardaki Gelişmelerin Ermeni Milliyetçiliği Üzerindeki Etkileri Berlin Antlaşması bugünkünün üçte biri büyüklüğündeki Yunan Devleti’nden başka Romanya, Sırbistan ve Karadağ isimli üç yeni Balkan devleti ortaya çıkarmıştır. Bunlar Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız oluyorlardı. Ayrıca özerk bir Bulgaristan Prensliği ile yarı özerk Doğu Rumeli Eyaleti oluşturulmaktaydı. Ancak Rusya sayesinde bağımsızlıklarını kazanan Balkan ülkeleri dış politikalarında Rusya yerine Almanya, Fransa ve İngiltere’ye yakın bir yol izlemeleri üzerine Rusya, Balkanlar’dan ümidini keserek Kafkasya’ya yöneldi. Burada sınır komşusu Osmanlı Devleti olmaktaydı58. Öte yandan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmaları Ermeni milliyetçiliğini teşvik eden son bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Ayaklanmaların bastırılması sonrası kendisini Osmanlı Hıristiyan halkının hamisi olarak gören Avrupalı büyük devletler harekete geçmişlerdir. 1860’da Lübnan, 1868’de Girit ayaklanmaları sırasında bu devletlerin müdahalesi ile anılan eyaletlere özerklik verilmişti. Ermeniler de 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında gözlerini galip Rusya’ya çevirdiler. Bunda Rus Ordusunda görev yapan Ermeni subaylarının önemli payı olmuştur. Subayların varlılığından cesaret alan Ermeni Patriği, “Rusların işgal ettiği toprakları geri vermemesi, Ermenilere Bulgarlar’a verilen tarzda özerklik verilmesi gibi” öneriler içeren bir muhtırayı, Rus Çarına verilmek üzere Rusya’daki Eçmiyazin Katogigos’una göndermişti. Benzeri dilekçelerin Rus Çarı’na ve Başbakanı’na verilmesi, Edirne’de bulunan Rus Orduları Komutanlığına heyet gönderilmesi alınan kararlar arasındaydı. Bu girişimlerden Osmanlı yöneticilerinin haberdar olmamasına özen gösterilmekteydi. Anılan gelişmeler içerisinde Rus Elçisi İgnatiyef barış görüşmelerine Ermenilerin de dahil edilmesi talimatını gönderdi. Rus Patrikhanesinin önerdiği, Lübnan’dakine benzer bir özerklik modeli idi59. Öte yandan ABD’de yaşayan ve merkezleri New York olan Ermeniler de mitingler düzenleyerek, basın yoluyla yalan haberler yayarak Bulgarlar gibi muhtariyet 58 59 Öztuna, a.g.e., s.42. Taner Akçam; İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitapevi, İstanbul, 2002, s.81-83. 31 elde etme gayreti içerisinde idiler. Bu hususta ABD’deki Osmanlı Elçisinin 21 Mart 1893 tarihinde Sadaret makamına (başbakanlık) gönderdiği raporda “Amerika’da yaşayan Ermenilerin çeşitli bahanelerle ‘kardeşlerimiz katlediliyor’ şeklinde yayınlarda bulunmaktadırlar. Avrupa gazetelerinde de benzer yayınlar yapıldığı bilinmektedir. Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin eğer bir şikayetleri var ise bunu ifade etme ve müracaat hakları bulunmaktadır. Bu bağlamda hiçbir müracaatları olmamasına karşın bu tarz davranışları Bulgarların elde ettiği muhtariyet yönetimine sahip olacakları düşüncesiyle gerçekleştirdikleri” ifadeleri yer almaktadır60. Yine Washington’daki Osmanlı büyükelçiliğinden Amerika’daki Protestan Ermenilerin Worcester’de düzenledikleri mitingde “Osmanlı ülkesinde bir ihtilal çıkararak Hıristiyan miletlerin dikkatini Ermeniler üzerine çekme kararı aldıkları” hususu 2 Haziran 1895 tarihinde rapor edilmişti61. D. Ermeni Ayrılıkçılarının Örgütlenmesi, Komiteler ve Mücadele Yöntemleri Bağımsız Ermenistan kurulması sürecinin ilk aşamasında, Osmanlı Ermeni cemaatinde milliyetçi duyguların yaratılması sonrasında, sıra ayrılıkçı akımların örgütlenmesine gelmişti. Bu nedenle hepsinin amacı bağımsız Ermenistan olmak üzere, ilkin Türkiye’de, daha sonra yurtdışında örgütler kurulmaya başlandı. Önceleri gerçek niyetlerini hayır cemiyeti şeklinde kamufle eden bu cemiyetler, uygun koşulların oluştuğunu değerlendirdiklerinde açıkça devlete karşı ayaklanmaya yönelmişlerdir62. Bu gelişmede yurtdışı destek önemli rol oynamaktaydı. Örneğin Amerika’dan Ermeniler için gönderilen silahların Yunanistan üzerinden Zeytun’a nakledileceğine dair alınan istihbarat üzerine Sadaret makamınca (başbakanlık) Adana Vilayeti uyarılmıştı63. 1878 yılından sonra bile Osmanlı bürokrasisinde önemli mevkilerde Ermeni kökenli görevlilerin, parlamentoda milletvekillerinin bulunmasına karşın, Hınçak ve Taşnak gibi 60 ; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895), s.49-50 (Y.PRK: EŞA, 17/19) . Ori.s.273-275. 61 Agd., s.161-162 (Y.A. HUS,328/60) . Ori. 438-439. 62 Öke,2000., s. 98-99. 63 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895) s.32 (A.MKT.MHM, 500/57). Ori. S.258-260. 32 önemli iki örgütün Osmanlı sınırları dışında kurulması dikkate alındığında bunların dış desteğine ilişkin kuşku kalmamaktadır. Ayrıca Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki çıkarları göz önüne alındığında bu örgütlerin kurulma amaçları ve silaha sarılmalarının arkasında kimlerin menfaat sağladığı daha iyi anlaşılabilir64. Ermeni ayrılıkçılarının örgütlenmelerine ilişkin olarak Fransız Dışişleri Bakanının 3 Kasım 1896’da yaptığı parlamento konuşmasından bazı bölümlere bakmak uygun olacaktır. Fransız bakana göre “1878 Ayastefanos, 1881 Berlin Anlaşması ve Kıbrıs görüşmesi üzerine Avrupa, özellikle İngiltere Ermenilerle yöneldiler. Bununla birlikte ilk Ermeni hareketi 1885 yılında duyuldu. Fransa, İngiltere ve Rusya’ya dağılmış Ermeniler örgütlenerek komiteler kurdular. Gazeteler yayımlandı, gösteriler yapıldı ve etkili propaganda başladı. Bu faaliyetlerin Fransa’da etkileri olmakla birlikte İngiltere’de daha geniş etkilenme gerçekleştirildi. Bu faaliyetlerde amaç, sürekli olarak Osmanlı yönetiminin haksızlıklarını, kötülüklerini, zulümlerini yayımlayarak Avrupa’da Osmanlı karşıtı kamuoyu oluşturmak ve müdahale fikrini geliştirerek Haçlılık fikrini canlandırmak olmuştu”65. Yabancı gözlemcilerden İngiliz Konsolosu M. Graves, New York Herald Times muhabiri Sidney Whitman ile yaptığı söyleşide “Ermeni komitecileri ortaya çıkmasa ve Ermenileri isyana kışkırtmasa idi, hiçbir çarpışmanın olmayacağını ve tek bir Ermeninin ölmeyeceğini” ifade etmiştir. Whitman, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaptığı incemeler sonunda yayımladığı kitabında “Osmanlı idaresinde görülen Ermeni hareketlerinden birinin dahi Rusya’da meydana gelmesi halinde bir tek Ermeninin sağ bırakılmayacağını” aktarmıştır66. Berlin Antlaşması’nın 61. maddesine giren Ermeni ıslahatı maddesi ile Rusya, İngiltere ve Fransa aralarındaki rekabete Ermenileri de katarak, konuya uluslarası bir nitelik verdiler. Bu durumdan cesaretlenen ve çoğunlukla misyonerler tarafından kurulan okullarda yurt içinde ve dışında ihtilalci Ermeni partileri ve dernekleri 64 Halaçoğlu, 2008, s.26-27. Uras,a.g.e., s. 428-429. 66 Uras,a.g.e., s. 426-427. 65 33 kurulmaya başlandı. Hayır cemiyetleri görüntüsü altında oluşturulan bu dernekler kısa bir süre sonra bağımsız Ermenistan kurmayı amaçlayan terör yuvaları haline dönüştü67. On dokuzuncu yüzyılda Anadolu’da Ermeniler tarafından başlangıçta yardım ve dayanışma amaçlı görüntü vermekle birlikte daha sonraları komiteciliğe yönelen cemiyetlerin bazı cemiyetler öncüleri Kilikya’da kurulan “Hayırseverler Cemiyeti” ve “”Fedakarlar Cemiyeti”dir. 1860’larda Anadolu’nun güneyinde yapılan bu çalışmaları on yıl sonra Van’da “Ararartlı”, Muş’ta “Mektep Sevenler”, “Şarklı” ve “Kilikya” cemiyetleri izlemiştir. Bu cemiyetler daha sonra “Ermeni Müttehit Cemiyeti” adı altında birleşmişlerdir. Devletin izlediği pasif politikadan da cesaret alan ve artık açık Türk düşmanlığına yönelen Ermeni komitelerine yenileri eklenmiştir. Erzurum’da kurulan “Silahlılar Cemiyeti”, Van’daki “İttihat ve Halas”, “Karahaç Cemiyeti”, “Milliyetperver Kadınlar Cemiyeti”, “Ermenistan’a Doğru”, “Genç Ermeniler Cemiyeti” bunlardan bazılarıdır. Aradan geçen zaman içerisinde bu cemiyetlerin cesareti cürete dönüşmüş, sonuçta bu faaliyetler İstanbul’da meyvasını vermiş ve “Ermeni Vatanperverler İttihadı” amacını açıkça ilan etmiştir. Amaç “Türkiye’de Ermeniler için idari ıslahat istemek ve yaptırtmak, bu gayeye ulaşmak için her türlü vasıtaya başvurarak özgürlüklerini elde etmek amacıyla dahili bir kuvvet yaratmaya çalışmak”tı. 1881’de Erzurum’da kurulan “Şura-yı Ali Cemiyeti” bir süre sonra adını değiştirerek “Müdafi Vatandaşlar Cemiyeti” haline gelmiş ve çeteler oluşturmaya başlamıştır. Böylece başlangıçtaki hayırseverlik bitmiş ve cemiyetler komiteciliğe başlamıştır68. Öte yandan Ermeni örgütlenmesinin bir ayağı da ABD’de oluşturulmaktaydı. Washington’daki Osmanlı Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığına 9 Şubat 1895’de gönderilen raporda “Ermenilerin merkezi Worcester veya New York’ta Ermeni komiteleri oluşturdukları ileri sürdükleri amaçlarının Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenileri esaretten kurtarmak, görevlerinin Amerika’daki Ermeni hareketini örgütlemek, Ermenilere eğitim vermek olduğu” şeklindedir. Benzer şekilde hareket eden ve Kaliforniya’nın Fresno kentinde “Ermeni Vatanperan Cemiyeti” adlı bir komitenin 67 68 Halaçoğlu, 2008, s. 17-18. Altan Deliorman; Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980, s.21-22. 34 oluşumu da raporda yar almıştır69. Ermeni komitelerine ilişkin bilgiler bağlamında Harput, Muş, Diyarbakır’dan Amerika’ya gelen bazı Ermenilerin kiliselerde Türkler aleyhine konuşmalar yaptıkları, saray, komutan konutları ve askeri kışlaları hedef almak suretiyle Osmanlı ülkesinde ihtilal çıkarmak için silah satın alarak İstanbul’a gönderdikleri, ihtilal faaliyetlerinin Marsilya’da yaşayan Portakalyan tarafından yönlendirildiğine dair Amerika’da yaşayan Türklerden alınan bilgi 30 Kasım 1889’da Washington’daki Büyükelçilik kanalı ile Dışişleri Bakanlığına bildirilmiştir70. Diğer taraftan faaliyet sahasını Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesi “Türkiye Ermenistan’ı” olarak seçen yurtdışındaki ilk Ermeni komitesi Hınçak (Çan Sesi) Kafkasya Ermenilerinden Avadis Nazarbeg ile sonradan evlendiği Maro isimli kadın ve Kafkasyalı bazı Ermeni öğrenciler tarafından 1887’de İsviçre’de kurulmuştur. Komitenin çalışmalarında Karl Marks’ın ihtilalci prensipleri esas alınmıştır. Gayesi Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerinde bir “Ermenistan” kurmak bunu genişletmek, Rusya ve İran Ermenistan’ı ile birleştirerek büyük Ermenistan kurmaktır. Komitenin merkezi daha sonra Londra’ya aktarılmış ve adını genel olarak Osmanlı Devleti için kullanmıştır71. Kuruluş sonrasında Hınçak komitesinin İzmir, İstanbul, Halep gibi illerde şubeleri açıldı. Hınçaklar, Ermeni meselesinin Avrupa devletlerinin aracılığı ve müdahalesi ile sonlandırılmasını kabul etmiyor, politik çıkar çatışmalarının komitenin amaçlarına ulaşmasını önleyebileceği gerekçesini ileri sürüyordu. Komite, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde örgütün genişletilmesi, güçlendirilmesi ve yeteri kadar güçlü konuma gelindiğinde ihtilallerle emellerine güç kullanarak elde etmeyi öngörmekteydi. Bu bağlamda ihtilal için gerekli hazırlıkların yapılması, terör ve suikastler için para toplanması, ülke içerisinde çeteler kurarak Osmanlı hükümetlerinin zayıf ve güçsüz düşürülmesi ilkeleri izleniyordu72. Hınçak komitesinin siyasi programında dördüncü bölüm altında sıralanan hususlar söyledir. 69 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895) , s.138-141 (HR. SYS, 2854/81). Ori. s.400-404. 70 Agd; s. 30-31 (HR: SYS, 2735/24). Ori. s.256. 71 Gültekin Ural ; Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998, s.94-95. 72 İsmet Parmaksızoğlu; Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller, DSİ Basım ve Foto-Film İşletme Müdürlüğü Yayın No.470, Ankara, 1981, s.16-17. 35 “Yakın amaca varmanın tek çaresi ihtilal, yani zor kullanarak, genel isyan yoluyla Osmanlı Devleti’ne savaş açtırmaktır. Bu faaliyetlerin vasıtaları; - Propaganda: Basın, kitap, söz vasıtalarıyla millet arasında, bütün çevrelerde ve özellikle halkın işçi kısmı içinde Hınçak ihtilal fikirlerini yaymak, onların arasında ihtilal örgütü kurmak, isyan alayları düzenlemektir. - Terör : Osmanlı idarecilerine, hafiyelere, gammazlara, hainlere, ihanet edenlere karşı ceza olarak terör uygulamak. Terör, ihtilal örgütünün savunması için bir vasıta ve halkı müstebitlerin ve alçakların faaliyetine karşı korumak için bir silah olmalıdır. - Akıncı alayları örgütü: Hükümet askerlerinin, yahut diğer aşiretlerin saldırlarına karşı koyarak halkı savunmak için daima savaşa hazır bir kuvvettir. Genel isyan sırasında bu alaylar öncü alayları görevini yapabilirler. - Genel ihtilal örgütü: Hepsi birbiriyle tam bir birlik oluşturacak şekilde bağlı olan, düzenli bir bütünlük gösteren, genel ve ortak bir yönde yürüyen, aynı taktiği uygulayan ve bir merkezi heyet tarafından sevk ve idare edilen çok sayıda düzenli gruplardan oluşmuştur. Örgütün bütün bölümlerinin güç ve yetkileri, Hınçak komitesinin örgüt ve faaliyetini gösteren özel bir tüzükle saptanmıştır. - İsyan alayları örgütü. - Propaganda, terör ve örgütlenmelerin yanı sıra Osmanlı Devletinin bir savaşa girmesi, amacın gerçekleşmesi ve genel isyan için elverişli bir durum olarak öngörülmüştür”73. Ermenilerin Osmanlı ülkesindeki isyan çıkarma girişimlerini Amerika’dan da destekledikleri pek çok faaliyetleri olmuştur. Bunlardan bazıları belgelerde yer almıştır. Bu bağlamda “Amerika’daki Taşnak Komitesinin Sofya’daki Ermeni Komitesinin yardımıyla Kafkasya-Van üzerinden Osmanlı ülkesine silah sokmak üzere yirmi fesatçıyı masraflarını 73 ödeyerek Hamburg’a gönderdiği” Washington Büyükelçiliğinden Uras, a.g.e., s. 436. 36 bildirilmiştir74. Yine Osmanlı Devleti’nin Batum Konsolosluğundan; Taşnak Komitesinin her yerde şubelerinin kurulduğu, Cenevre ve Amerika’da komiteler ile sürekli işbirliği içerisinde oldukları, toplanan yardımların bu komitenin gelir kaynaklarını meydana getirdiği, bu komitelerin en zengininin Amerika komitesi olduğu ve Ermenilerin Kafkasya’daki menfaatleri sebebiyle Kafkasya Komitesine doğal olarak para gönderdikleri, ayrıca Kars ve Batum’a büyük ticari gemilerle silah ve mühimmat nakledildiğine ilişkin rapor gönderilmiştir75. Ermenilerin, Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına katılması sonrasında amaçlarına ulaşmak için elverişli zamanın geldiği düşüncesiyle Osmanlı-Rus ordularının Doğu Anadolu’daki çatışması esnasında meydana gelen geniş çaplı isyan ve düşman ordu ile işbirliğine gitmeleri gibi hareketlerde, bu olayların önceden planlı olduğu, Hınçak komitesinin yukarıdaki siyasi programından anlaşılmaktadır. Öte yandan yurt dışı Ermeni örgütlenmesi bağlamında Rus Ermenileri arasında bazı gizli örgütlenmeler zikredilebilir. Bunların bir takım Ermeni kültürü çalışmaları kapsamında birleştikleri ortak görüş bağımsızlıktı. Bu örgütler 1890 tarihinde Federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun veya tam anlamı ile Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği olarak birleştiler. Bu örgütün kuruluş amacı Tiflis’te bulunan Genç Ermenistan Derneğini, merkezi Van’da bulunan Armenaganlar-Ermeni Cemiyetini ve Hınçak’ı birleştirmek ve Türkiye’ye gönderilen çetelere her türlü yardımı sağlamaktı. Taşnaksutyun ilk hareketler olarak Türkiye’ye çeteler sokmak, Türkiye’de yaşayan Ermenileri silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler kurmak, çete başıları yetiştirmek, isyanlar çıkarma amaçlarını gütmekte idi. Ermeni yazar Varantyan’ın Taşnaksutyun Tarihi adlı yayınında, komitenin “Türkleri, her yerde ve her türlü koşullar altında vurmayı; gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldürmeyi ve intikam almayı” emrettiğini aktarmaktadır. Yine aynı kitapta 74 BDAGM; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1896-1919), Cilt II , Ankara, 2007, s.189, (HR.SYS, 2734/46) . Ori. s.489. 75 Agd ; s.189-191, (HR.TO, 360/72). Ori. s.490-492. 37 “Ermeni zenginlerinin komitecilikten uzak kaldıkları, bu faaliyetlere gerek Osmanlı Devleti’nde gerek Kafkaslarda yoksul sınıfın katıldığı” belirtilmektedir76. Yurtdışındaki Ermeni örgütleri Rusya, İran, Avrupa ve Amerika’daki şehirlerde şubeler açmalarının yanısıra Osmanlı topraklarında da gizli örgütlenmeler gerçekleştirdiler. Armenekan Partisi; İstanbul, Trabzon ve Bitlis’te, Hınçak Partisi; İstanbul, Bafra; Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da şubeler açmıştır. Taşnaksutyun ise İstanbul ve Doğu Anadolu şehirlerinde örgütlenmiştir77. Taşnaklar 1892 yılında bir genel kongre toplayarak programlarını Droshak gazetesinde yayımladılar. Programda yer verdikleri kullanılacak yöntemler şöyledir. - Çeteler kurmak ve onları faaliyetlere hazırlamak. - Her yola başvurarak halkın maneviyatını ve ihtilalci faaliyetlerini arttırmak. - Halkı silahlandırmak için her yola başvurmak. - İhtilal komiteleri kurup, aralarında sıkı iletişim sağlamak. -Kavgayı teşvik etmek ve hükümet yetkililerini, muhbirleri, hainleri, soyguncuları yıldırmak. - İnsan ve silah nakliyatı için ulaştırma hizmeti sağlamak. - Hükümet kurumlarını yağmalamak ve tahrip etmek78. Görüldüğü gibi Taşnaksutyun komitesinin yöntemleri de Hınçak örgütü gibi olup, propaganda ve terör üzerine kurulmuştu. Batı bürosu dedikleri bölüm, faaliyetlerini özellikle propaganda üzerinde yoğunlaştırmıştı. Siyasi çevreleri Ermeni meselesi ile uğraştırmak, Avrupalı diplomatlara görevlerini hatırlatmak, konuyu diplomatik çevrelerde yaşatmak, parlamentoların gündemine getirmek, yabancı devletlerin kabine başkanlarını, önemli kişileri kazanmak, mitingler konferanslar, edebi gösteriler düzenlemek bu faaliyetlerin ana hatlarını oluşturmaktaydı. Paris’te ProArmenia adlı bir gazete çıkarıldı. Ermeni taraftarları bu gazete etrafında toplandılar. 76 Ural, a.g.e., s.96-97. Halaçoğlu, 2008, s.19. 78 Gürün, a.g.e..,133-134. 77 38 Diğer taraftan Truşak, Haraç, Alik, Hayrenik, Razmik gibi komite gazeteleri de Avrupa’da Ermeni taraftarı kamuoyu yaratıyordu79. 1895’de çıkan Sason isyanı Ermeni propagandasının uluslararası boyut kazanmasında büyük katkı sağlamıştır. Kurulan Uluslararası İnceleme Komisyonu, 20 Temmuz 1895’de yayımladığı raporda Ermenilerin masum olduğunu açıkladı. Ermeniler, Sason isyanının Babıali üzerinde Avrupa’nın güçlü bir müdahalesine yol açmaması üzerine aynı yıl içerisinde ağırlıklı olarak Hınçak komitesinin örgütlemesiyle İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat, Zeytun vb 27 yerde olay çıkardılar. Bu olaylarda Türklere ilave olarak kendilerine katılmayan Ermeniler de öldürüldü. Osmanlı güvenlik güçlerinin isyanları bastırma yönündeki müdahale ve mücadelesi Batılı Devletleri harekete geçirmiş ve baskı ile etki altına alınan hükümetin uygulamaları ile suçlu veya suçsuz pek çok kişi cezalandırılmıştır. Buna karşın terör örgütlerinde yer alıp mahkemelerce mahkum edilen Ermeniler Batılı ülkelerin uyguladıkları baskı sonunda değişik zamanlarda çıkarılan Padişah afları ile serbest bırakıldılar. Bu duruma bakıldığında Osmanlı Devleti’nin 1915 tarihine kadar Ermenilerin yalnız teröre karışanları ile mücadele ettiği izlenmektedir. Bu mücadele batılı ülke diplomatları tarafından takip edilmiş olmasına karşın, suikast düzenleyen, isyan çıkaran bombalama ve kundaklamalar gerçekleştiren Ermeni örgütlerine karşı tavır konmaması, bunun yerine ıslahat baskılarının yoğunlaştırılması anılan devletlerin Ermeni örgütlerini desteklediği veya en azından sempati ile karşıladığını ortaya koymaktadır. Esasen Batılı devletler ve Rusya’nın birlikte hareket ederek “Türk mezalimi” propagandası ile Osmanlı yönetimini manevi baskı altına soktukları anlaşılmaktadır80. Avrupa devletlerinin olsun Ermenilerin olsun gerçek düşüncelerinin bir takım haklar sağlanması olmayıp bunun ayrılıkçı örgütlenme olduğu Hınçak, Taşnak gibi komitelerin karar defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır81. Ermeni olaylarının 79 Uras, a.g.e.,s. 444-451. Halaçoğlu, 2008, s.18-20. 81 ATASE; Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, 1914-1918, Cilt I, Gnkur. Basımevi, Ankara 2005, s.299-308. 80 39 temelinde Ermeni ihtilalcilerinin propagandası ile eylemlerinin yarattığı dehşet ortamı ile, Avrupalıların Ermeni toplumunu kışkırtma amaçlı verdikleri boş sözlerin yattığı, bu durumun doğal olarak Türklerin karşılık vermesine yol açtığı Batılı kaynaklarda da yer almaktadır82. E. Müdahaleler ve Reformlar 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de “Anadolu Islahatı”dır. Bu terim; büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı uyguladıkları politikanın değiştiğini, “Şark Meselesi” olarak adlandırılan Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetinin Anadolu topraklarına uygulanmaya başlanmasının ifadesidir. Tanzimattan itibaren “ıslahat”, “imtiyaz” gibi isimler altında büyük Avrupalı devletler tarafından yürütülen politikanın esas amacı, Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesidir. Bu bağlamda Rumeli toprakları “ıslahat” adıyla büyük devletlerin giriştikleri faaliyetler sonunda İmparatorluktan koparılmıştır. Batılı devletlerin destekleriyle imtiyazlar kazanan Balkan milletleri 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası bağımsızlıklarını almışlardır. Aynı devletler Osmanlı Devletini Rumeli’deki tasfiyesini tamamlayınca, bu defa “Anadolu Islahatı” adı altında, Osmanlının tasfiyesini Anadolu’ya taşımışlardır83. Böylece Ermeni meselesinde yeni bir safha, yani ıslahat adı altında müdahaleler başlamıştır. Büyük güçlerin Bâbıali nezdindeki müdahalesi için siyasi alt yapı Berlin Antlaşması ile sağlanmıştır. 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sona ererken İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan, Eçmiyazin Katogigosu aracılığı ile Rus Çarından, Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları geri vermemesini istemiştir. Patrik ayrıca Ayastefanos’taki Rus karargahına giderek Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu’nun Rusya tarafından ilhakını, bu mümkün olmazsa, bölgeye Bulgaristan’da olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu tamamlanıncaya kadar Rus ordusunun geri çekilmemesini talep etmiştir. Patriğin isteklerinden sonuncusu kabul edilerek Ruslar tarafından Ayastefanos Antlaşmasına 16. madde olarak konulmuştur. Bu madde 82 Guenter Lewy, The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, The University of Utah Press, Utah, 2005, s.28. 83 Küçük, a.g.e., s. 1-2. 40 sayesinde Rusların Kırım Savaşından beri arzuladıkları Osmanlı Devletine karışma ve özellikle Doğu Anadolu üzerinde nüfuz oluşturma amaçlarına ulaştıkları ifade edilebilir84. Ayastefanos görüşmelerinde Ermeni meselesini uluslararası diplomasinin bir parçası haline getiren 16. madde “Ermenistan’dan Rus ordusunun işgali altında bulunup yüce devletimize verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerine zararlı karışıklıklara yer verebileceğinden, yüce devletimiz, Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin, Kürtlere ve Çerkezlere karşı emniyetini sağlamayı taahhüt eder” şeklindedir85. Ermeniler anılan 16. madde ile “Ermenistan” diye bir ülkenin varlığı, idaresinin ıslahat gerektirdiği, Ermenilerin Kürtler ve Çerkezler tarafından tehdit edildiği gibi hususları yabancı bir güce dayanarak Osmanlı Devletine kabul ettirmiş oluyorlardı. Ruslar ise Ayastefanos Antlaşmasıyla amaçlarını açıkça ortaya koymuşlardı. Antlaşmanın 19. maddesine göre Ruslar harp tazminatının bir kısmına karşılık Ardahan, Kars, Batum şehirleriyle, Beyazıt ve Eleşkirt vadisine yerleşecekti. Böylece Rusya Ortadoğu istikametinde ilerleme amaçlı önemli bir köprübaşını ele geçirirken aynı zamanda Ermeniler üzerindeki nüfuzunu da arttırmış olmaktaydı86. Osmanlı Devleti açısından Rusya ile imzaladığı Ayastefanos Antlaşmasının 16. maddesi antlaşmanın en ağır koşullarından birisini oluşturmaktaydı. Böylece Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahalesine uygun ortam hazırlanıyor, Ermenilerin yaşadığı bölgenin özerkliği istikametinde önemli bir adım oluşturyordu. Ancak bu durum değişik nedenlere bağlı olarak İngiltere’yi rahatsız etmiş ve Fransa’nın da desteğini alarak Ayastefanos Antlaşmasını tanımadığını ilan etmiştir87. İngiltere Ayastefanos Antlaşmasıyla Rusların Doğu Anadolu’da önemli stratejik noktaları ele geçirdiklerini, böylece İngiliz ticareti için hayati önem taşıyan ticaret 84 Öke, 2000, s.102-103. Uras,a.g.e., s.207-208. 86 Küçük, a.g.e..,s. 4-5. 87 Kemal Çiçek; Ermenilerin Zorunlu Göçü , TTK Yayınları, Ankara, 2005, XVI. Dizi- Sayı 110, s.7-8. 85 41 yollarının Dicle ve Fırat vadisine inmeye çalışan rakip Rusya’nın tehdidine girdiğini değerlendirerek kendi menfaatleri açısından endişeye kapıldı. Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde bu derece egemen duruma gelmesinden rahatsızlık duyan İngiltere, İstanbul Boğazına donanma gönderdi ve Ayastefanos Antlaşmasını geçerli saymadığını ilan ederek tüm büyük devletlerin katılacağı bir konferans düzenlenmesini istedi. Osmanlı Devletinin sıkışık durumundan yararlanan İngiltere, Rusya’nın barış anlaşmasıyla tayin edilecek Osmanlı ülkesini istilaya kalkışması halinde kendisinin askeri güçleriyle savunmak üzere ittifak yapmayı taahhüt etmenin karşılığında Akdeniz’in doğusunda çok stratejik konumda bulunan Kıbrıs adasına asker çıkarmayı ve adayı yönetme haklarını elde ediyordu. Bunun dışında Osmanlı Devleti Anadolu’da yaşayan gayrimüslüm tebası için gerekli islahatı yapacağını İngiltere’ye taahhüt etmekteydi. İngiltere bir taraftan Osmanlı ile ilişkilerinde Rus tehlikesini göstererek Kıbrıs’ı elde ederken, diğer taraftan aynı gizlilik içerisinde Rusya ile yürüttüğü pazarlıklarla Ayastefanos Antlaşması’nda kendisini rahatsız eden hükümleri çıkarttırmış ve Berlin Konferansı, Rusya ile bu mutabakat sonrası başlamıştır88. Ayastefanos Antlaşmasını tanımayan İngiltere, Berlin’de toplanan konferansta yeni antlaşmayı Rusya ve Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdi. Ayastefanos Antlaşmasının Ermeni ıslahatı ile ilgili 16. maddesi, Berlin Antlaşmasına 61. madde olarak girdi. Maddeye göre Ermenilerin bulundukları vilayetlerde yerel gereksinimlere göre reformlar yapılacaktı. Osmanlı Devleti bu reformları yapacak Batılı Devletler buna nezaret edecekti89. İşte iki antlaşma arasında Ermeni ile ilgili temel fark, reformların uygulanma sürecine artık yalnız Rusya’nın değil Rusya’nın yanında diğer Batılı devletlerin de taraf ve gözlemci konumuna getirilmesi idi. Böylece İngiltere Ermeni meselesini tamamen Rusların kontrolüne geçerek Doğu Anadolu üzerinden Akdeniz’e ilerleme politikaları açısından stratejik bir avantaj yakalamalarının önüne geçmiş olmakta, kendisini etkin kılmaktaydı. Gerçekte de Ermeni ıslahatı konusunda en ısrarlı Batılı güç İngiltere olmuştur. 88 Bilal Şimşir; “Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Şafak Basımevi, Manisa, 1983, s.123-125. 89 Çiçek, a.g.e., s.8-9. 42 Bu süreçteki Ermeni faaliyetlerine gelince, Ermeniler Berlin Konferansı’na (13 Haziran -13 Temmuz 1878) kilise dahil pek çok heyet gönderdiler, bildiri ve muhtıra sundular. Sonuçta Berlin Antlaşmasının 61. maddesinde Ermeni meselesi “Babıali, Ermenilerin oturdukları illerin yeri gereği muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemelerini gecikmeden yapmayı ve Kürtler ile Çerkezlere karşı emniyet ve rahatlarını korumayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe ilgili devletlere bildireceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin yapılmasını gözeteceklerdir” şeklinde düzenlenerek konu Avrupa devletlerini müdahalesine açık bir hale getirilmiştir90. Bu dönemdeki gelişmelerin başlangıcında 8 Ağustos 1878’de İngiltere’nin Anadolu Islahatına ait teklifleri üç noktada toplanmaktaydı. Bunlar şöyledir. - Bâbıali tarafından Anadolu kurulacak jandarma kuvvetleri, Avrupalı subayların komutasında olacaktı. - Anadolu’nun büyük şehirlerinde merkezi mahkemeler kurulacak ve bunlara alt kademedeki mahkemeleri denetleme yetkisi verilecekti. Ayrıca merkezi hakim atanarak verilecek her hüküm hakkında kendilerinin görüşü alınacaktı. - Her vilayette o bölgenin vergisinden sorumlu bir tahsildar atanacak ve bu görevli 10 yıl içerisinde tamamen kaldırılması öngörülen aşar vergisinin kaldırılması işlemine başlayacaktı. Bu memurlar tercihan Avrupalı olacaktı. Anılan reformların uygulanması için valiler, hakimler ve diğer memurlar belirli süre görevlerinin başında kalacaktı. Önce sözlü olarak II. Abdülhamit’e iletilen bu istekler daha sonra İngiliz büyükelçisinin 29 Ağustos 1878 tarihinde verdiği nota ile resmiyete dökülmüştür91. İngiltere, Doğu Anadolu’da Ermeni özerkliği değil, Avrupa genelinde bir ıslahat hareketi görüntüsü vererek aslında bir çeşit İngiliz protektorası kurmayı amaçlamaktaydı. Bu amacını açığa vurmamakla birlikte bölgenin kontrolünü ele geçirmeyi 90 91 düşünüyordu. Çünkü Babıali’ye empoze ettiği reformlar İngiliz Uras, a.g.e., s.248. Küçük, a.g.e.., s.19-24. 43 protektorasına yol açabilecek nitelikteydi. Değinilen reform paketi İngilizlerin amaçlarını gerçekleştirilmesi açısından dört ana başlık altında toparlanabilir. - Doğu Anadolu’da yeni bir jandarma kuvveti kurulacaktı. Ayrı bir ordu gibi olacak bu yeni ve bağımsız güç Avrupalı (İngiliz) subaylarca örgütlenecekti. Bu kuvvetin komutanı da Avrupalı olacaktı. Bölgede yaşayan Ermenileri korumak için böyle bir kuvvet gerekli sayılmaktaydı. - İngiliz projesine göre Doğu Anadolu’da yeni bir adliye sistemi oluşturulacaktı. Bu mahkemelerin başında Avrupalı yargıçlar görev yapacak, bölgedeki bütün mahkemelerin kararları Avrupalı (İngiliz) yargıcın onayından geçecekti. Bu yargıçlar Osmanlı yargı organlarını kontrolleri altına alacaklar ve kararlarını veto edebileceklerdi. - Doğu Anadolu’da vergi sistemi temelden değiştirilecekti. Aşar vergisi kaldırılacak, bunun yerine İngilizlerin Hindistan’da uyguladıkları vergi sistemine benzer bir düzen içerisinde maktu bir vergi konulacak; bu vergi para olarak ödenebildiği gibi mal olarak da ödenebilecekti. Olağanüstü yetkilerle donatılmış bir “süper defterdar” konumundaki Avrupalı veya İngiliz “vergi görevlisi” hem vilayetin vergi sistemini tamamen değiştirecek, hem de vilayetin gelirlerini denetim altına alacaktı. Böylece Ermeniler Osmanlı vergi sisteminden kurtarılacaktı. Sonuç itibariyle bölgede jandarma komutanı, yargıçlar, deftarlar Avrupalı olacaktı. - Projede son olarak valilere değinilmekteydi. Yukarıdaki reformların uygulanması için projenin mimarı Lord Salisbury, valinin Avrupalı olmasını ima etmekle birlikte açık olarak ifade etmemekteydi. Ama Doğu Anadolu’ya atanacak valilerin seçiminde İngiliz büyükelçisine danışılacak, atanan vali değiştirilemeyecek en az beş yıl görevde bırakılacaktı92. 1878 Ağustos’undan itibaren özellikle İngiltere’nin girişimleriyle Avrupalı devletler Berlin Antlaşmasına konulan 61. maddedeki ıslahatların içeriğini saptamak için Osmanlı Devleti ile 1895 yılına kadar devam eden müzakarelere başladılar. Diplomatik görüşmeler 1894 Sason isyanı sonrasında Avrupa, özellikle İngiliz 92 Bilal Şimşir; Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986, s.31-33. 44 kamuoyunun baskısı sonucu başlamış ve Osmanlı Devleti’nden Ermeniler için yapılması istenilen reformlar maddeler halinde sıralanmıştır93. Bu bağlamda 28 Nisan 1895’de Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından Osmanlı Devleti’ne muhtıra verilmiştir. Elçilerin bu notasında ıslahat yapılacak vilayetlerin sınırı ilk defa belirlenmektedir. Böylece “ Vilayeti Sitte Meselesi” ortaya atılmış olmaktaydı. Aslında bu yapay olarak yaratılmaya çalıştıkları Ermenistan’ın da sınırları olmaktaydı. Bu muhtırada yer alan hususlar ise şöyledir. - Ermenilerin yoğun olduğu altı vilayet (Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır, Sivas kastedilmektedir) yeniden düzenlenerek, halk etnik durumlarına göre ayrı ayrı yerleştirilmelidir. - Valilerin atanmasında büyükelçilerin onayı alınmalıdır. - Siyasi olaylara karışmasından ötürü mahkemesi görülen veya hüküm giymiş olanlarla, adi suçlardan olan cinayetlere katılmış Ermeniler için genel af çıkartılmalıdır. - İşlediği cinayetler nedeniyle yurt dışına kaçan veya çıkarılan Ermenilerle birlikte, korkudan göç edenlerin yerlerine dönmeleri Osmanlı Hükümetince sağlanmalıdır. - Halen devam etmekte olan adi şuç ve cinayetlerle ilgili davaları ivedilikle bitirmek üzere her vilayete birer encümen gönderilmelidir. Encümenler bir başkan, biri müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki üye bir sorgu hakimi ve bir savcıdan oluşacaktır. - Hapisanelerin durumunu incelemek üzere İstanbul’dan yüksek rütbeli memurlar gönderilecektir. Memurlara Hıristiyan ise Müslüman, Müslüman ise Hıristiyan yardımcı verilecektir. - Vilayetlerde yapılacak ıslahata yerinde denetim sağlamak üzere büyük devletlerin uygun görecekleri büyük bir komiser tayin edilecektir. Bu komiser Hıristiyan ise Müslüman, Müslüman ise Hıristiyan yardımcısı olacaktır. - Islahatın tamamen ve bütününün uygulamasını denetlemek üzere Babıali’de sürekli bir “denetleme komisyonu” kurulacaktır. Komisyon, mülki veya askeri yüksek rütbeli bir görevlinin başkanlığında üç Müslüman ve üç Hıristiyan üyeden meydana 93 Şaşmaz, Musa; “Ermeniler Hakkında Reformların Uygulanması” Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.173-174. 45 gelecek, ıslahatla ilgili olarak vilayetler ve elçiler kanalı ile gelen şikayetleri karara bağlama yetkisi olacaktır. - Sason, Taluri ve diğer olaylarda zarara uğrayan Ermenilere tazminat verilecektir. - Mezhep değiştirmeye ilişkin işler yeniden düzenlenecektir. - Ermenilere verilen hak ve ayrıcalıklar korunacak ve tamamiyle uygulanacaktır. Önceki padişahlar tarafından verilen beratlarla 1863 yılında çıkarılan Nizamname-i Esasiye’nin hükümlerinden Ermeni papaz ve milleti için doğan ayrıcalıklara ve haklara aykırı ihlallerin kaldırılması için yerel yönetimlere kesin talimatlar verilecektir. - Altı vilayetin dışında kalan vilayetlerde oturan Ermenilerin menfaatlerini korumak üzere valilerin maiyetine özel bir Hıristiyan memur atanacaktır. Bu memur Ermeni halkı tarafından verilen dilekçeleri kabul ederek gereğini yerine getirecektir. Valiye ve İstanbul’da kurulacak “Sürekli Denetleme Komisyonu”na rapor verecektir. Bu vilayetler dahilinde, örneğin Adana vilayetinde Haçin ve Halep’te, Zeytun gibi, halkının ekseriyeti Ermeni olan bazı yerler bulunduğu takdirde, mülki taksimat değiştirilecektir. Nahiyelerle ilgili islahat planı ayrı bir statü ile idare edilen bu yerlerde de uygulanacaktır94. Muhtıraya ek ıslahat projesinde yer alan bazı önemli noktalar ise şu şekildedir. - Valiler müslim ve gayrimüslimlerden ve ehliyetli olanlardan atanmalıdır. - Valiler beş yıl süreyle atanmalıdır. - Vali hangi dinden ise, karşı dinden yardımcısı olamalıdır. Yardımcılar da valiler gibi irade ile atanmalıdır. - Kaymakamlıklar valinin inhası ve irade ile atanmalı, kaymakamlıkların bir kısmı da Hıristiyanlara tahsis edilmelidir. - Hıristiyan mutasarrıf ve kaymakamların sayısı, vilayetin toplam mutasarrıf ve kaymakamların sayısının üçte birinden az olmamalıdır. Vilayetlerde olduğu gibi kaza ve sancaklarda da birer meclis bulunmalı; sancak meclislerini kaza meclisleri, kaza 94 Küçük, a.g.e., s.115-119. 46 meclislerini de nahiye meclisleri seçmelidir. Meclisler bir başkan ikisi müslim, ikisi gayrimüslim dört üyeden oluşmalıdır 95. Uslup ve içerik olarak ülke bağımsızlığı ile hiçbir şekilde uyuşmayan bu muhtıra dönemin büyük devletlerinin kendi amaçları doğrultusunda Osmanlı Devleti’ne karşı yürüttükleri iç işlerine müdahale politikasının ulaştığı boyutları yansıtmaktadır. 20 Ekim 1895’de reform taslağı son şeklini almıştır. Projede Reform Genel Müfettişinin atanması ve görevleri, denetleme komisyonunun kurulması, idari reformlar, nahiyelerin yeniden teşkilatlandırılması, polis jandarma, adli ve mali konular, Kürtlerin kontrol altına alınması ve diğer konular reform projesi kapsamında idi96. Ancak İngiltere’nin başını çektiği sözkonusu proje, diğer büyük güçlerce desteklenmemesi sonucu etkisini kaybetmişti. Çünkü Londra’nın himayesindeki küçük bir Ermeni devletinin kendisine karşı bir set oluşturma amacını taşıdığını farkeden ve Bulgaristan örneğinden ders alan Rusya, Osmanlı topraklarında kendisine komşu İngiliz etkisindeki muhtar bir Ermenistan’ın aynı zamanda kendi uyruğundaki Ermeniler için de aynı emelleri beslemeleri için uygun ortam yaratacağından ve kendi topraklarında yaşayan Ermenilerin Osmanlı Ermenileri ile işbirliği aramalarından endişe duymaktaydı. Bu nedenle Rusya, Ermeni ıslahatı projesindeki desteğini çekmişti. Fransa da, Rusya ile ileriye yönelik tasarladığı ittifak ilişkilerini olumsuz etkileyeceği düşüncesiyle çekimser bir tutum takınmaktaydı. Almanya ise Doğu’daki siyasal ve ekonomik çıkarları için Osmanlı yönetimi ile ters düşmek istemiyordu. Bu durumda yalnız kalan İngiltere donanmasını Çanakkale’ye kadar getirmesine rağmen büyük güçler arasındaki görüş ayrılıkları ve Osmanlı yönetiminin tavizkar olmayan tutumu karşısında geri çekilmek durumunda kalmıştır. Böylece komitelerin çeşitli zamanlarda hazırladıkları muhtariyet temelindeki Ermeni ıslahat projeleri geçerliliğini kaybetti97. Yirminci yüzyıl yaklaşırken uluslararası politik koşullar değişmiş, güçlenen ve doğu istikametinde yayılma siyaseti güden Almanya’nın tutumu, Rusya ile İngiltere’yi 95 Şaşmaz, a.g.e., s.173-174. Şaşmaz, a.g.e.,s.174. 97 Bilal Şimşir; British Documents on Ottoman Armenians, (1856-1880) C.1, TTK Ankara 1982, s.2223. 96 47 birbirine yaklaştırmıştı. İngiltere 1895 sonrası Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını kabullendiğini ve bu paylaşımda Boğazların kendisine bırakılabileceğini Rusya’ya iletti. Uzakdoğu’daki anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletmeyi kabullenen iki devlet paylaşımla ilgili prensipleri 1907 yılında Reval Anlaşması ile noktaladılar. Bu gelişme Ermeni ıslahatı konusu anılan devletlerin Osmanlı Devletine müdahale etmesi için yeniden bahane oluşturacaktır98. Balkan Savaşlarının çıkması ve Ege Adalarının Yunanistan’a verilmesi dahil Batılıların Türkleri Avrupa’dan çıkarma projesinin son aşaması da gerçekleştikten sonra, Avrupa Devletleri Doğu Anadolu’daki Ermenilere “ıslahat” yapılması talebi ile Ermenistan yaratma gayretlerini arttırdılar. Bu devletler ıslahat projesi hazırlama görevini İstanbul’daki Rus Elçiliği baştercümanı Andre Mandelstam’a verdiler99. Mandelstam projesi; (ı) İngiltere, Fransa, Rusya tarafından Nisan 1895 tarihinde verilen muhtıra, (ıı) Ermeni Islahatı hakkında 20 Ekim 1895 tarihinde çıkarılan ferman, (ııı) Avrupa illleri hakkında Avrupa Devletleri komisyonunca hazırlanan 11 Ağustos 1880 tarihli Kanun, (ıv) 1913 tarihli İller Kanunu, (v) Lübnan’a ait kanunlar ve protokoller esas alınarak hazırlanmıştı100. Islahat projesinde Erzincan, Van, Bitlis, Harput ve Sivas illerinden bir eyalet meydana getirilmekteydi. Eyalet valisi Avrupalı olacak, valiye memurları atama ve görevden alma yetkisi verilecekti. Bu illerde yaşayan Ermeniler, askerliklerini Ermenistan’da yapacaklardı. Özetle projenin amacı görünürde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir özerk Ermenistan oluşturmaktı. Ancak 26 Haziran 1913’de Almanya, Rus Hükümetine projenin kendilerince tehlikeli görüldüğünü bildiren bir muhtıra verdi. Artık ıslahat projelerinin arkası kesilmiyor, Avusturya–Macaristan, İtalyan, Rus, Alman, İngiliz ve Fransız Hükümetleri Osmanlı Hükümetine veya birbirlerinin elçiliklerine sürekli muhtıralar ve notalar veriyordu. Her ülke çıkarları doğrultusunda bir ıslahat projesinden 98 Y. Hikmet Bayur; Türk İnkılabı Tarihi, C.1/1, TTK. Ankara, 1983, s. 25,28, 40-46, 54. Altan Deliorman; Türklere Karşı Ermeni Komiteleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980, s.131. 100 Uras, a.g.e., s.398. 99 48 beklenenin dışında projeler hazırlıyor, Berlin Antlaşmasının 61. maddesinin kapsamını aşan veya ilgisi olmayan ayrıcalıklar istiyorlardı101. Mandelstam projesi üzerine Almanya ve Avusturya’nın girişimleriyle bazı değişiklikler yapıldı. Varılan anlaşmanın esasları şöyledir. - Ermenistan iki kısma bölünecek, bu bölgelere Avrupa’nın önerileriyle Babıali tarafından genel müfettişler atanacaktır. Bu müfettişler ve gereginde bütün memurların görevinden alınması, yerlerine memur atanması, yüksek dereceli memurların ve yargıçların padişah tarafından atanması için onay yetkisi verilecektir. - Her bölgede eşit sayılarda Hıristiyan ve Müslümandan meydana gelecek meclisler oluşturulacaktır. - Islahatın uygulanması esnasında büyük devletlere denetim hakkı tanınacaktır. - Memuriyetler Müslüman ve Hıristiyanlar arasında eşit olarak dağıtılacaktır. - Ermenistan’da yapılacak diğer ıslahat için ilgili devletlerle anlaşması gerektiği hususu Babıali’ye bildirilecektir. Babıali ile yapılan müzakeler sonrası son şekli verilen metne göre Doğu Anadolu’da Erzurum, Trabzon ve Sivas illerinden meydana gelen birinci bölge ile Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır’ı kapsayan ikinci bölgeye Avrupalı iki genel müfettiş görevlendirilmesi kabul edilmiştir. Bu müfettişler illerinin sivil idare, adliye, polis ve jandarmasını kontrol edeceklerdi. Güvenlik güçlerinin yetmemesi halinde istek üzerine hazırlanacak askeri kuvvetler genel müfettişin emrine verilecekti. Bunların dışındakiler de dahil müfettişlere geniş idari ve adli yetkiler verilmiştir. Bu son şekil Rus maslahatgüzarı ile Sadrazam Sait Halim Paşa tarafından imzalanmıştır102. Böylece oluşturulan iki eyalete altı devletin ortak oluru ile birer genel müfettiş atanacaktı. 8 Şubat 1914’de değinilen ilkeleri içeren program hazırlanmış ancak müfettişliklere getirilecek isimlerin saptanması zaman almıştır. 1914 yılı Temmuz başında Diyarbakır, Bitlis, Van, Elazığ vilayetlerine Norveçli Albay Hoff; Erzurum, Sivas ve Trabzon vilayetlerine Hollanda’lı Westernek vali olarak atanmıştır. Ancak Birinci Dünya 101 102 Mazıcı, a.g.e., s.55-56. Uras, a.g.e., s.396-400. 49 Savaşı’nın çıkması yabancı kaynaklı bu ıslahat programının uygulanmasına imkan vermemiştir103. 103 Tekin Kurat; “Doğu Anadolu’da Ermeni Sorunu, (1900-1920)” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628, Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985, s.230-231. 50 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ A. İtilaf Devletlerinin Savaş Amaçları, Gizli Anlaşmalar ve Ermeniler Birinci Dünya Savaşı öncesi büyük güçler Ortadoğu’nun paylaşımında uzlaşma sağlamışlardı. Anadolu ekonomik açıdan nufuz alanlarına ayrılırken çeşitli ihtilaflar yaşanmasına rağmen sonunda müzakerelerle anılan paylaşım planlanmıştı. Bu bağlamda 1910 yılında Almanya, Rusya’nın kuzey İran’daki nufuzunu kabulüne karşılık Rusya da Almanya’nın inşa edeceği Berlin-Bağdat demiryolu hattı inşa imtiyazına muhalefet etmemeyi taahhüt etmekteydi. Ancak Almanya, Rusya açısından tehlikeli olacak şekilde Doğu Anadolu’da demiryolu hattı döşememe garantisini vermekteydi. Böylece Osmanlı Devleti’nin ekonomik nufuz alanlarına ayrıştırılma süreci başlamıştı. Bu bağlamda 1913 Mart’ında İngiltere güney Mezopotamya ile Basra Körfezindeki ekonomik kontrolünü Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettirmiştir104. Rusya, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması projesinde geçmişten beri sıcak denizlere açılma isteğinin kilit noktasını oluşturan İstanbul’un ve Boğazların kontrolünü ele geçirme ve Doğu Anadolu’da kazandığı toprak kazançlarının muhafazası noktasında kararlıydı. İngiltere ise Fransa ile yaptığı anlaşmalar doğrultusunda payın büyüğünü almayı, Fransa’yı da bu bölüşümde iyi bir pay sahibi yapmayı planlamaktaydı. Bu gizli anlaşmalar sürecinde İtalya, harbe İtilaf safında girmesi karşılığında Osmanlı Devleti’nin paylaşımına katılmakta, hem politik hem toprak kazançlarıyla ödüllendirilmekteydi. İngiltere’nin bir diğer manevrası ise Yunanistan’ın İtilaf Devletleri safına çekmek için Anadolu’nun Ege kıyılarının kendisine verilmesi sözüydü105. Öte yandan İngiltere ve müttefiklerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşım planlarını ve İngiltere’nin Mezopotamya ve Körfez’de ekonomik kontrol kurma 104 Mead Edward Earle; Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev. K. Yargıcı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971, s. 142-147. 105 George Lenczowski; The Middle East in World Affairs, Cornell University Presss, New York, 1956, s.67. 51 amaçlarını izleyen bu bağlamda İngiliz-Osmanlı müzakerelerinden endişe duyan Almanya, kendi müttefikleri ile bir araya gelerek Osmanlı’nın Asya’da kalan topraklarında kendilerinin beklentileri olan payların uluslararası kabul görmesi için harekete geçti. Almanya, Avusturya ve İtalya olası paylaşımda geri kalmamak için aralarında fikir birliği oluşturmaya çalışmakta idiler. Almanya ve müttefikleri İngiltere’nin Mısır’da üstlendiği protektora benzeri bir yönetimin kendileri tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na uygulanmasını öngörmekteydiler. Avusturya, İtilaf Devletlerinin bunu kabul etmesi için Rusya’ya Doğu Anadolu’nun, Fransa’ya Suriye’nin, İngiltere’ye ise Mezopotamya’nın bırakılmasını önermekte idi. Almanya bu fikir üzerinde Fransa ile 1914 Şubat’ında anlaşmaya varmıştı. Anlaşmaya göre Almanya, Fransızların Kuzey Anadolu’da demiryolu imtiyazı elde etmelerini kabul etmekteydi. Benzer uzlaşma Almanya ile İngiltere arasında 1914 Haziran’ında sağlanmıştı. Berlin-Bağdat demiryolu projesine İngiltere’nin de belirli koşullarda katılması karşılığında Almanya, Osmanlı Asya’sında ekonomik kontrolu ele geçirmekteydi. Böylece Almanya, Osmanlı’dan aslan payını almakta ve Osmanlı Devleti varlığını sürdürdüğü sürece ekonomisi üzerinde hakimiyetini pekiştirmekteydi. Bu nedenle Almanya, Osmanlıyı askeri açıdan güçlü tutabilmek amacıyla General Liman von Sanders başkanlığında bir heyeti İstanbul’a göndermişti. Askeri heyetin varlığı Almanya’nın Osmanlı nezdindeki ekonomik ağırlığına siyasi bir boyut da eklemekteydi106. Osmanlı İmparatoluğu’nun paylaşılması konusunun esasını İtilaf Devletleri arasındaki anlaşmalar teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı öncesi İtilaf Devletleri arasında cereyan eden Osmanlı Devleti’nin paylaşımı amaçlı gizli girişimler çerçevesinde Londra, Paris ve St. Petersburg arasında teati edilen notalar 18 Mart 1915 tarihinde gizli bir anlaşma ( İstanbul Antlaşması) ile sonuçlandırıldı. Buna göre Rusya; İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’nın batı kıyıları ile Midye-Enez hattının doğusunda kalan Trakya, İstanbul Boğazının doğu kıyılarından Sakarya Nehrine kadar olan Karadeniz kıyıları ile bu noktadan güneyde İzmit Körfezinde sonradan belirlenecek bir noktaya kadar uzanacak bir hattın arasında kalan bölgeyi ilhak 106 Nicolas Harry Howard; The Partition of Turkey, 1913-1923, Howard Fertig Inc., Newyork, 1966, s.50-60. 52 edecekti. Buna karşılık Rusya’nın, İngiltere ve Fransa ile Osmanlı Devleti’ne ilişkin kabul ettiği hususlar şöyledir. - İstanbul Müttefikler açısından serbest liman olacak ve Boğazlar üzerinden yapılacak ticari deniz seyrüseferi serbest olacaktı. - Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarındaki özel hakları olduğunu ayrı bir anlaşma yapmak suretiyle tanımayı kabul etmekteydi. - Arapların oturduğu yerlerde bulunanlar dahil Müslümanlarca kutsal sayılan bölgeler Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsız bir İslami yönetime bağlanacaktı. Bu toprak kazançlarının yanısıra Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’ye taarruzu halinde yardım etmeyi taahhüt etmekteydi. Bu anlaşma İngiltere’nin yüzyıllık resmi politikasını sonlandırmakta idi. Çünkü anlaşma sayesinde Rusya bir zamanların güçlü Osmanlı Devletinin başkentine sahip olacak, ayrıca sıcak denizlere serbestçe geçiş imkanını elde edecekti. İtalya, İttifak Devletlerine savaş ilanı sonrası Rus, İngiliz, Fransız anlaşmasına muvafakat göstermiştir. İtalya’nın da dahil olduğu diğer bir gizli anlaşma 26 Nisan 1915’de Londra’da İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma, İtalya’ya İtilaf safında savaşa katılması karşılığı verilecek ödünleri içermekteydi. Buna göre İtalya’nın Osmanlı Devleti aleyhine kazanımları şöyle olacaktı. - 1912 yılından beri İtalya’nın işgalinde bulunan Oniki Ada üzerinde İtalya tam bir hükümranlık elde edecekti, - 1912 yılında Lozan’da varılan anlaşma ile Osmanlı Sultanı’nın Libya ile ilgili kabul edilen ayrıcalıkları İtalya’ya geçecekti. - Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından tamamen paylaşılma durumunun ortaya çıkması halinde bu devletler İtalya’nın Akdeniz’de Antalya vilayeti ile bunun mücavir alanları elde etme hakkını kabul etmekteydiler. Bu garantileri alan İtalya 20 Ağustos 1915’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti107. 107 Lenczowski, a.g.e..,s.68-70. 53 Rusya ve İtalya’nın temel taleplerini tatmin etmenin ardından İngiliz ve Fransız Hükümetleri Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya topraklarını kendi amaçları doğrultusunda düzenlemeye giriştiler. Bu faaliyetler yürütülürken Arapların ulusal isteklerinin kabul göreceği taahhütleri karşılığı Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı yürütülecek savaşta yardımı sağlanmıştı. Bütün bu düzenlemeler için Rusya’nın onayının ilave bazı ödünler karşığı alındığı Skyes-Picot108olarak isimlendirilen 16 Mayıs 1916 tarihli bu anlaşmaya göre; - Rusya; Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis vilayetleri ile Muş, Siirt ve Amadiya’yı içeren İran ve sınırına kadar uzanan Karadeniz’den Musul-Urumiye’ye kadar 60.000 mil karelik bakır, gümüş ve tuz rezervleri açısından zengin bir bölgeyi elde edecekti, - Fransa, Suriye olarak isimlendirilen bölgenin sahil kesimi, Adana, Antep, Mardin vilayetleri ile istikbaldeki Rus sınırına komşu olacak şekilde Kayseri, Zara, Akdağ, Yıldız Dağı, Eğin-Harput’u içine alacak şekilde Kilikya olarak adlandırdıkları bölgeyi elde edecekti. - İngiltere, Bağdat dahil güney Mezopotamya ile Akdeniz kıyısında Hayfa ve Akra limanlarını içeren Filistin bölgesini elde edecekti. - İngiliz ve Fransız bölgelerinin arasında kalan bölgede Arap Konfederasyonu veya bir Arap Devleti oluşturulacaktı. Bu bölge de ileri aşamada İngiliz ve Fransız nufuz bölgelerine ayrılacaktı. Fransız nufuz bölgesi Suriye’nin hinterlandı ile Musul vilayetini İngiliz nüfuz bölgesi ise Fransız bölgesinin güneyinde kalan Filistin’den İran sınırına kadar olan alanı içerecekti. - İskenderiye serbest liman haline gelecek, Filistin’e uluslararası statü kazandırılacaktı. Anlaşmanın gizliliği nedeniyle bütün bu düzenlemeler hakkında ne İtalya’ya ne de Şerif Hüseyin’e bilgi verilecekti. Ancak İtalya gelişmeler hakkında aldığı duyumlar üzerine, diğer üç devletten 1915 yılında yapılan Londra Anlaşmasındaki kendisine ait kesin belirlenmemiş payının kendi talepleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesini istedi. St. Jean de Maurienne’de İngiliz, Fransız ve İtalyan başbakanlarının vardığı 108 Anlaşmayı düzenleyen İngiliz ve Fransız müzakerecilerin adları 54 uzlaşmaya göre İtalya; İzmir şehri, Antalya ve Menteşe sancakları, Konya’nın büyük kısmını içeren bölgede, güney ve batı Anadolu topraklarını elde edecek, İzmir’in kuzeyi nüfuz sahası olacaktı. St. Jean de Maurienne anlaşması çıkan ihtilal nedeniyle Rusya tarafından onaylanamadı ve bu Birinci Dünya Savaşı sona ermeden önce yapılan ve Osmanlı Devleti’nin paylaşımı ile ilgili son gizli anlaşma oldu109. İtilaf Devletlerinin, aralarında yaptıkları anlaşmalara bakıldığında, Ermenilerin isteklerine göre değil kendi çıkarlarına göre hareket ettikleri görülmektedir. Burada Ermenilerin “Büyük Ermenistan” dedikleri Doğu Anadolu, Kafkasya ile birlikte Rusya tarafından ilhak edilmekte, Kilikya olarak adlandırılan bölgede yer alacak “Küçük Ermenistan” ise Fransızlara bırakılmaktadır. Bu durumda İtilaf Devletlerince tasarlanan Ermenistan bölgesi Rusya ve Fransa arasında bölünmektedir. Bu bölünmede Rusya’nın Kafkasya’daki ihtilalci Ermeni akımlarından duyduğu tedirginlik önemli rol oynamaktadır. Kilikya’da kurulacak muhafazakar tabana sahip bir Ermenistan ile ihtilalci ve yıkıcı faaliyetlere yatkın Kafkas Ermenilerinin uzlaşmaz yapılarının ortaya çıkaracağı mücadele ortamı Rusya’nın çıkarına idi. Ermeni kültürel merkezinin Fransızların elinde kalması Rusya dahil bütün İtilaf Devletlerini tatmin eden bir çözüm olmaktadır. Bütün bunlar İtilaf Devletlerinin Ermenilere güven duymadıklarını ve kendileri için sınırlı bir özerkliği dahi öngörmediklerini göstermektedir110. B. Ermeni Örgütlerinin Faaliyetleri İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’ne ilişkin uzun vadeli politikalarında 1878’de Kıbrıs’ta elde ettiği statü bir aşama idi ve bununla yetinmesi beklenemezdi. Bu nedenle de Osmanlı yöneticileri üzerinde Ermenilere ilişkin reformlarda ısrarlı bir baskı uygulanmakta idi. Bunların bazıları yerine getirilmekle birlikte İngiliz projesinin uygulanması halinde Doğu Anadolu’da tam bir Ermeni özerkliği yaratılmaktaydı. Ancak İngiltere’nin Ermeni meselesine aşırı yoğunlaşması Rusya’yı kuşkulandırmış ve Osmanlı Devleti’nin doğusunda özerklik içeren bir Ermeni reformunun Osmanlı Devleti’ne komşu olan kendi topraklarında Ermenileri kışkırtacağı düşüncesi rahatsızlık 109 Lenczowski, s.70-72. E.E. Adamof; Sovyet Devlet Arşivi Belgelerinde Anadolu’nun Taksimi Planı, Çev. Hüseyin Rahmi, İstanbul, 1972, s.214-318. 110 55 duymaya başlamıştı. Bunun sonucu Kafkasya Genel Valisi, 1885’de Ermenilere ait 500 kilise okulunu kapatmıştı. Bu Ermeni okulları 1896’da Rus Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve finansmanı Ermeni kilise malları ile sağlanmaya başlandı. Ermeniler anılan okulları boykot ederek gizli kilise eğitimlerini sürdürdüler. Böylece Rusların Ermenilerle arası açıldı111. Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti ve Rusya’daki Ermenilerle ilgili genel tabloya bakıldığında Kafkasya’da 1881 sonrası Rus hükümeti tarafından Rus olmayanların kendi eğitim ve diğer ayrıcalıkları üzerine çeşitli sınırlamalar getirilmesi sonrasında Ermeni kiliselerinin mallarına el konmuş ve Ruslaştırma politikası izlenerek Ermeni kilisesinin kendi toplumuna ait sağlık, eğitim ve diğer faaliyetleri üzerindeki yetkileri kaldırılmıştı. 1903 sonrası getirilen kısıtlamalarda ise dini hizmetler için gerekli olan sınırlı mallar dışında Ermeni kilisesinin tüm emlak ve mal varlığı çeşitli bakanlıklara devredilmişti. Böylece Rusya’nın 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında izlediği Ermenilerin hamisi olma politikası, gerek İngiltere’ye karşı duyduğu güvensizliğin artması, gerekse Ermenilerin Kafkaslardaki hükümet karşıtı anarşik hareketlerinden ötürü değişikliğe uğramıştı112. 1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Örgütleri Birinci Dünya Savaşı öncesi Ermeni meselesinin ortaya çıkmasının önemli bir nedeni Rusya’nın Doğu’daki işini büyük ölçüde bitirmiş ve gözünü Boğazlar ve Anadolu’ya dikmiş olmasıydı. Voronkof Dashkov’un Kafkasya Genel Valiliğine atanmasıyla Rusya’nın Ermeni politikasında değişim yaşanır ve o tarihe kadar Ermenilere yönelik yoğun bir baskı politikası sürdüren Ruslar, 1878 dönemini anımsatan Ermeni savunuculuğuna soyunur113. Öte yandan Balkan yenilgisi üzerine dış merkezlerdeki Ermeni örgütlerinin faaliyetlerinde artış görülür. Bunlar Ermeni ıslahatının ele alınması için hükümetler nezdinde girişimler gerçekleştirirler. İstanbul Patriği de bu girişimler içerisinde yer alır. 111 Çiçek, a.g.e., s.9-10. Salahi Sonyel; The Ottoman Armenians, University of Oxford, London, 1987, s.107-108. 113 Akçam, a.g.e., s. 179. 112 56 Özellikle Rusya Ermenilerinin faaliyetleri oldukça yoğundur. Türkiye Ermenistan’ı diye adlandırdıkları Doğu Anadolu’nun işgalini de içeren taleplerle Rusya’ya başvururlar. Dışişleri bakanı Sazanov işgal talebini kabul etmemekle birlikte ıslahat konusunda yardım sözü verir114. Bu takiben Birinci Dünya Savaşı öncesi Ermeni örgütlerinin faaliyetleri yoğunlaşır. Böylece Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken Rus hükümeti yumuşamış ve daha önce el koyduğu Ermeni kilisesi mallarını iade etmeyi kararlaştırmıştı. Eçmiyazin Katagigos’unun lideri olduğu bir grup Ermeni, sadece bu malların geri alınması görüşünde birleşirken, Taşnak Örgütü bu mallarla oluşturulacak fonlarla Ermeni çocuklarının eğitilmesini istiyordu. Böylece Taşnaklar kendi ihtilalci amaçlarını gerçekleştirerek Osmanlı İmparatorluğundaki soydaşlarını kurtarmayı hedeflemekteydi. Diğer taraftan Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı ancak Osmanlı Devleti’nin henüz tarafsız olduğu dönemde Eçmiyazin Katagigos’u Kafkasya Genel Valisi’ne müracatla Mandelstam Projesine göre oluşturulan Osmanlı Devleti’nin altı doğu vilayetinin, Rusya’ya bağlanması isteğinde bulunmaktaydı115. Dağılma sürecine girmiş Osmanlı Devleti’nin Doğu vilayetlerini Almanlar başta olmak üzere diğer yayılmacı güçlere kaptırmamak, egemenlik alanını genişletmek artık Rusya’nın temel politası olmuştu. Bölgeye askeri müdahalede bulunabilmek amacıyla , bölge halklarını karşılıklı olarak kışkırtmak bu politikanın önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. Bu plan doğrultusunda Rus konsolosluk görevlileri ve kışkırtıcıları bölgedeki Ermeniler ve diğer gruplara bol miktarda silah sağlamaktaydı116. Aynı dönemde Taşnak Örgütü’nün Osmanlı kanadı, Erzurum’da düzenlediği kongrede Rusya ile bir savaş durumunda Osmanlı Ermenileri olarak üzerlerine düşeni yapmalarını istiyor, savaş halinde Osmanlı Devletini destekleyeceklerini fakat Rusya’daki Ermenilerin davranışlarından sorumlu olmayacaklarını belirtiyordu117. 114 Akçam, a.g.e., s.179. Kurat, a.g.e., s. 232 . 116 Akçam, a.g.e., s.180. 117 Kurat, a.g.e., s. 232. 115 57 Ancak gelişmeler yukarıdaki söylemlerden farklı olmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin seferberlik ilan ettiği 21 Temmuz 1914 tarihinde Taşnak Komitesi’nin İstanbul merkezinde bir fevkaladelik görülmekteydi. Komite başkanları toplanarak taşra şubelerine şifreli talimatlar göndermekteydiler. Hınçak, Ramgavar ve Veragazmiyal komitelerinde de aynı faaliyetler görülmekteydi. Verilen talimat “Rus Ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı askeri çekilirse her tarafta eş zamanlı olarak eldeki bütün araçlarla saldırılacak, Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, malzeme ve kurumları bombalarla yok edilecek, yakılacak, Osmanlı askeri garnizonları işgal edilecek, ikmal konvoyları vurulacak, eğer tersi olur ve Osmanlı Ordusu ilerlerse Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslara katılacak, birliklerinden firar ederek çeteler oluşturacak” şeklindeydi118. Bu bağlamda Bitlis Valisi Mustafa Bey’in 18 Eylül 1914 tarihinde gönderdiği şifreli istihbarat mesajının metninde “Ermeni aydınları arasında son günlerde alınan karar ve uygulamaların -harbin ilanına kadar sessiz kalınması ve itaatin korunması, harp ilan edildiğinde ordudaki askerlerin silahlarıyla birlikte düşman tarafına geçmeleri; Türk Ordusunun ilerlemesi durumunda itaate devam edilmesi; Türk Ordusunu geri çekilmesi halinde de silahlanıp çete haline gelen şeylere el konulması ve ilişkileri kesme- merkezinde olduğunun güvenilir ve istihbarat sonucuna dayandığı Muş Mutasarrıflığından bildirilmiştir” ifadeleri yer almaktadır119. Bu örnekler Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeni komitelerinin Ruslarla işbirliği planlarını doğrulamaktadır. 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan’ın ilk başbakanı ve Taşnaksutyun Partisinin kurucularından Ovanes Kaçaznuni, yazdığı anılarında bunu itiraf etmektedir. Kaçaznuni’nin konuya ilişkin ifadeleri “1914 Sonbaharı başlarında Osmanlı Hükümeti henüz savaşa girmemiş fakat savaş hazırlıkları içerisinde iken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içerisinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler konusunda alınan olumsuz karara rağmen, Ermeni Devrimci Taşnatsutyun Partisi hem 118 Erdoğan Cengiz; Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekat-ı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyetten Evvel ve Sonra, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1983,130-131. 119 ATASE, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Gnkur. Basımevi, Ankara, 2005, Cilt I, s.315-316. 58 Ermeni gönüllü birliklerinin oluşturulmasına, hem de bunların Osmanlı Devletine karşı gerçekleştirdikleri askeri faaliyetlere aktif olarak katılmışlardı. 1914 Sonbaharında Ermeni gönüllü grupları kuruldu ve bunlar Türklere karşı döğüştüler. Bugün gönüllülerimiz ön planda olmalı mı? diye sormanın mantığı yoktur. Tarihi olayların kendine özgü mantığı vardır. Bunun aksi olamazdı. Zira yaklaşık çeyrek asırdan bu yana Ermeni toplumu belli ve kaçınılmaz bir psikoloji ile beslenmişti. Bu ruh halinin ortaya çıkması gerekliydi ve gereken oldu” şeklindedir120. Bunlardan başka ülke dışındaki bazı Ermeni cemiyetlerinin yıkıcı faaliyetlerine dair bilgiler alınmaktaydı. Bu bağlamda Köstence Başşehbenderliğinden (konsolosluk) 29 Temmuz 1913’de “Romanya'da bulunan Ermeni fesad cemiyeti mensuplarının Ermeni istiklâli ihtilâl fırkası ismiyle teşkilatlanıp faaliyet alanının İstanbul ve bazı vilayetlere teşmil eyledikleri; Rusya'dan Anadolu'ya silah araç ve gereçleri sokma durumu ile yine Romanya'da bulunan Kürtler'in de ayrı hükûmet kurmaları gerektiği hususunda ikna çalışması yapıldığı hususu ile bütün bu kurumlara karşı tedbir alınması gereğine” dair dışişleri bakanlığına rapor gönderilmiştir. Bu rapor benzerleri içerisinde bir örnektir 121. Osmanlı Hükümetinin seferberlik ilanı sonrasında aşırı Ermeni uçları her yerde ajitasyon ve isyan hazırlıklarına başlamışlardı. Pek çok Ermeni propagandacı Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak Türk karşıtı propaganda yürütmekteydiler. Bu Ermeni propanda elemanlarının programları ve talimatları kendilerine İstanbul’dan ve yurtdışından ulaştırılmaktaydı. Rus, İngiliz, Fransız ve İtalyan sefaretleri ve konsoloslukları bu zincirde yer alarak sistemin işleyişi kolaylaştırılmaktaydı. Bunun karşılığında Ermeniler anılan ülkeler namına casusluk yapmakta ve anılan ülkelerin elde edemeyecekleri istihbaratı zamanında temin etmekteydiler122. Diğer taraftan savaş öncesinde Ermeni komiteleri hazırlıklarını sürdürmekteydi. Ermeni çetelerine silah temini için çeşitli kaynaklar kullanılmaktaydı. Bu bağlamda 120 Ovanes Kaçaznuni; Taşnak Partisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok, (Çev. Arif Acaloğlu) Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007, s.32. 121 HR.SYS 2767/74 Belge No: 1, http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 122 Sonyel, 1987, s.287. 59 Ermenilere ülke dışından silah sağlanması batılı devletlerin konsolosları tarafından yapılmaktaydı. Çeşitli Avrupa başkentlerindeki Ermeni komiteleri veya kişiler bu silahları sağlamak için gerekli parayı buluyorlar ve farklı yollardan Osmanlı Devleti’ne sokuyorlardı. Amerika’dan bombayı, İngiltere’den ve Rusya’dan silahları kolaylıkla sağlıyor ve bunları yabancı teknelerle ülkeye taşıyorlardı. Ayrıca Hıristiyan yolculardan bu konuda yardım alıyorlardı. Örneğin Giresun’da komisyoncu olan Vahan Badlıyan ve Kelortin adlı kişilerin Rus Vapurundan çıkarttıkları bir saman balyası vinçten düşünce 400 kadar silah ortaya çıkmıştı. Ermenilere silah sağlanması için Kafkasya Ermeni Kilisesi, İngiltere’ye 100.000 ruble göndermiş keza Taşnak Örgütü Rusya’dan 200.000 ruble temin etmişti. Ayrıca Amerika’dan büyük meblağlarda para yardımı alınmaktaydı123. Bütün bu faaliyetlerin hedefi ise yaklaştığı hissedilen bir genel savaş ortamında Osmanlı Devleti’nin düşeceği değerlendirilen zayıf durumdan yararlanma ve ayrı bir Ermenistan düşüncesini gerçekleştirmekti. 2. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Örgütleri Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi kesinleşince, Enver ve Talat Paşalar Ermeni Patriğinin de dahil olduğu Ermeni cemaatleri liderlerine “Ermenilerin Osmanlı Devletine sadık kalmaları, askerlik görevlerini yapmaları” yönünde telkinlerde bulundular. Taşnak liderleri ise Enver ve Talat Paşalarla olan bireysel ilişkilerine güvenerek ülkeyi yöneten kilit kadroyu Ermenilerin de ortağı olduğu ata topraklarını birlikte korumaya kararlı olduklarına inandırmaktaydılar. Ancak bu tutumun samimi olmadığı ve Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin dahil olduğu İttifak mihverinden çok İtilaf Devletlerine yakınlık duydukları görülmekteydi. 1914 sonbaharında eski bir Osmanlı parlamentosu üyesinin de dahil olduğu pek çok yerli Ermeni, Kafkasya’da Rus askeri makamları ile işbirliğinde bulunmak için yurtdışına kaçtılar124. Rusya tarafında ise, Ağustos 1914’de Katagikos Gevorg, Çar II.Nikola’dan Osmanlı Devleti’nde Ermeniler için hazırlanan reform planının uygulanabilmesi, can ve 123 Türkkaya Ataöv; “Ermeni Terör İlmine Silah Sağlanması”, Osmanlı Belgelerine Dayalı Gerçekler, TTK, Ankara, 1984, s.169. 124 Richard Hovannisian; Armenia on the Road to Independence, University of California Press, 1967, s.42. 60 mallarının güvenceye alınması için Osmanlı Ermenilerini kendisinin cömert koruyuculuğuna almasını rica etmekteydi. Çar ise “Aziz peder cemaatinize söyleyiniz kendilerini çok parlak bir gelecek beklemektedir” cevabını vermişti. Aslında Rusya Ermenilerle ilgilenmiyor, ancak onları yayılmacı polikalarının bir aracı olarak kullanmaya hazırlanıyordu. Türklere karşı nefret aşılanmıştı ve Ermeniler bu körü körüne düşmanlığın yaklaşan savaşta kendileri için bir trajedi olacabileceğini kavrayamıyorlardı 125. Rusların yeni Ermeni planını uygulayan Kafkasya Genel Valisi Kont Vorontsov Dashkov’un izlediği politika, daha önce ceza almış ihtilalci Taşnak üyelerinin affı ve bunların Osmanlı ile savaşta kendi saflarında kullanılması yönündeydi. Taşnakların güvenini sağlayan Dashkov, Almanya’nın savaş ilanı sonrasında Ermeni Ulusal Bürosu yetkililerine Ermeni gönüllülerden oluşacak bir kolordu kurulmasını önererek bu amaçla silah, para gibi her türlü desteğin sağlanmasını taahhüt etti. Yine Dashkov’un önerisi ile Ermeni Ulusal Bürosu, gönüllülerden oluşacak kolordunun harekatının denetimi için bir komite oluşturdu. Tiflis, Gümrü ve Erivan ağırlıklı olmak üzere dört esas birlik kurularak kadroları gönüllü personel ile tamamlandı. Bin kişilik ilk silahlı gönüllü kafilesinin başında Balkan Savaşında Bulgar Ordusu safında Osmanlı Ordusuna karşı savaşmış komiteci Antranik getirilmişti. Antranik’in grubu kuzey İran’da Rus kuvvetleriyle birleşirken, diğer üç gönüllü alayı da Osmanlı sınırına harekete geçmişti. Armen Garo adlı eski bir Osmanlı mebusunun yardım ettiği General Dro’nun komutasındaki ikinci alay Iğdır istikametinde harekata başlamıştı. Daha sonra bu grup Van’ı işgal edecek esas birlik olacaktı. Üçüncü ve dördüncü alaylar da batı istikmetinde ilerleyerek Kars’ın işgaline yönelmişlerdi. Bu gönüllü Ermeni birlikleri Birinci Dünya Savaşı başında Rus Ordusunda silah altına altında bulunan 150.000 Ermeni’nin dışındadır 126. Öte yandan dışarıda Ermeni basını ve Ermeni kuruluşları, bütün güçleriyle Ermenileri cesaretlendiriyor, gönüllü ve yardım toplama amaçlı gayret harcıyorlardı. Tiflis’te Epioskopos Mesrup başkanlığında milli büro, Petersburg’daki milli komite 125 126 Sonyel, a.g.e., 1987, s.285. Hovannasian, a.g.e., s. 43-44. 61 heyeti, Bogos Nubar başkanlığındaki Ermeni kuruluşu, Ermeni kamuoyuna yönelik propaganda faaliyetlerini yürütüyorlardı. Anılan mihraklar çalışmalarında Fransa ve İngiltere’yi küçük ulusların, Rusya’yı doğu Hıristiyanlarının koruyucusu olarak tanıtıyordu. Ermeni komitelerince propagandanın yanısıra planlanan diğer faaliyetler aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir. - Takım takım, silah ve cephanelerle askerden kaçmak, - Olaylar çıkarmak, tehdiş ortamı yaratmak suretiyle Türk askerlerini, bunların ailelerini, köylerini korumak için görevlerini bıraktırarak yerlerine yurtlarına döndürmek, -Seferberlik, askeri ulaşım tertibatını güçleştirmek, asker, yiyecek ve cephane konvoylarını vurmak, - Ruslar sınırı geçer geçmez silaha başvurarak orduyu iki ateş arasında bırakmak, - Gönüllü olarak Osmanlı silahlarıyla firar ederek Ruslara katılmak, -Boşaltacakları köylerde kiliselerini, evlerini, tarım ürünlerini yakmak, yangınlar çıkarmak, - İtilaf Devletleri hesabına casusluk yapmak, - Türklerin moralini bozmak, askerden firar etmeleri için propaganda yapmak127. Ermeniler dış temas kurma konusunda yalnız Rusya ile yetinmemiş İngiltere’ye de müracaat etmişlerdi. Bogos Nubar Paşa 12 Kasım 1914’de Kahire’de İngiliz yetkilileri ile yaptığı temasta “ Kilikya Ermenileri, İskenderun, Mersin ve Adana’ya yapılması muhtemel bir çıkarmayı desteklemek için gönüllü olmaya hazırdırlar. Dağlık bölgelerdeki Ermeniler de önemli ölçüde yardımda bulunabilecek; silah ve mühimmat sağlandığı takdirde Türklere karşı ayaklanacaklardır” diyerek İngilizlere işbirliği teklif etmekteydi128. Bu bağlamda Bogos Nubar Paşa’nın başkanı olduğu Kahire merkezli 127 128 Uras, a.g.e., s. 602-603. Öke, 2000, s.133. 62 Ermeni Hayr-hah Cemiyeti’nin görünürdeki amaçlarının ötesinde bir kuruluş olduğu Mısır ve diğer ülkelerden pek çok komiteciyi, Halep ve Suriye’ye sızdırarak silahli siyasi eylem amaçlı komiteciler olduğu 4 ncü Ordu Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü arasındaki yazışmada belirtilmektedir129. C. Ermeni Tehciri Birinci Dünya Savaşı içerisindeki 1915 yılı Osmanlı Devleti açısından çok kritik gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Çok cepheli ( Çanakkale, Doğu Anadolu, Kanal, Irak cepheleri) savaşın bütün ağırlığı altında ölüm kalım mücadesi veren Osmanlı Devleti özellikle Doğu Cephesinde en az cephede olduğu kadar cephe gerisindeki tehdidin yarattığı büyük sıkıntıları yaşamaktaydı. Bir öz savunma mekanizmasının işletilmesine olan ihtiyaç gün geçtikçe kendini daha fazla hissettirmekteydi. Askeri, siyasi koşulların zorladığı bu ortam sonuçta cephe gerisindeki Ermenilerden harekat alanından ve civarından uzaklaştırılmasını gerektirmişti. Tehcir (göç) olarak adlandırılan ve yayılmacı güçler ve Ermeni diyasporası tarafından “soykırım” olarak yansıtılan bu olaya ilişkin hususlar aşağıdadır. 1. Birinci Dünya Savaşı Sırasında Rus-Ermeni İşbirliği Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı günlerde Doğu Anadolu’daki mülki ve askeri makamlardan Başkomutanlık ve Hükümete kadar iletilen istihbari bilgi akışı olmaktaydı. Bu bağlamda 14 Eylül 1914 tarihinde Erzurum Vali Vekilinin 3 ncü Ordu Komutanlığına gönderdiği yazıda Pasinler ilçesindeki Ermenilerin yaşadığı bazı köylerde sivil polis tarafından yapılan araştırmada elde edilen bilgiler rapor edilmiştir. Raporda özetle “Rus Hükümetinin ve Ermenileri kendi taraflarına çekerek Doğu Anadolu Vilayetlerinde istedikleri zaman bir isyan veya karışıklık çıkararak iç işlerimize karışma ve hükümetimize baskı yapma amacını taşıdıkları bu amaç için çok para harcadıkları” bildirilmiştir130. 129 ATASE, 2005, Cilt I, s. 459-464 Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, ( ATBD ) Gnkur Basımevi, Ankara, Sayı 81, Belge No. 1808, s.2629. 130 63 Bitlis Valisinden Başkomutanlığa 18 Eylül 1914’de gönderilen şifrede “Ermeni düşünürleri arasında son günlerde verilen karar icra edilen telkinat: Harp ilanına kadar sükun ve itaatlerini muhafaza etmek ve harp ilan edilirse ordudaki erlerin silahlarıyla düşman tarafına iltica etmeleri ve ordumuz ilerlerse sükunetle itaatin muhafazası ve ordumuz geri çekilirse silahlanıp çete haline geçerek ikmal ve ulaşımı kesmeleri yolunda olduğu belgelere geçmiş özel bilgilere istinaden Muş Mutasarrıflığından bildirilmiştir” ifadeleri yer almıştır131. Trabzon Valisinin İçişleri Bakanlığına 8 Ekim 1914 tarihinde gönderdiği mesajda “ Rusya’da Osmanlı ve Rus Ermenilerinden 800 kişilik bir çete Rus Hükümeti tarafından silahlandırılarak evvelki gece Batum’dan hareket ederek Artvin taraflarına gitmiştir. Bunları Artvin ile Ardanuç arasında bölüneceği ve Rus Hükümetinin verdiği bağımsızlık vaadi üzerine Osmanlı Devleti ülkesinde güvenliği bozmak; halka köylere, kentlere ve orduya saldırmak amacıyla kurulduğu ve kuvvetlerin mevcudunun 7000’e çıkarılacağı ve sınırlarımıza saldıracakları haber alınmıştır.” şeklinde bilgilere yer verilmiştir132. 3’üncü Ordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 10 Ekim 1914 tarihli şifrede “Rusların Kafkasya bölgesinde Rus ve Osmanlı Ermenileri ile Rumları silahlandırarak bunları sınırdan geçirdikleri ve Osmanlı bölgesinde çete örgütlenmesini geliştirmek istedikleri istihbar olunuyor. Bu haberler geçen zaman içerisinde doğrulanmakta ve birliklerdeki Ermeni askerlerin firarları artmaktadır” ifadeleri yer almıştır133. Birinci Dünya Savaşı arefesinde ve başlangıcındaki örneklenen bu gelişmelerden istihbar edilebilenleri Osmanlı Hükümeti tarafından endişe ile izlenmekteydi. Osmanlı Devleti’nin savaşa gireceğinin Ruslar tarafından anlaşılmasıyla birlikte Doğu Anadolu’da Ermeni ayaklanmaları başlamıştı. Ermeni çeteleri Kasım 1914’deki savaş ilanının öncesinde gerilla savaşına uygun olarak örgütlenmişler ve geniş ölçüde Rusya tarafından sağlanmış malzeme ve silahları depolamışlardı. Ermenilerin tüfekleri 131 ATBD, Sayı 83, Belge No. 1893, s.2-3. ATBD, Sayı 81, Belge No. 1809, s.31-33. 133 ATBD, Sayı 81, Belge No. 1810, s.38-39. 132 64 Osmanlı Ordusu birliklerinden daha iyi idi. Bunlar özellikle Ermeni köylerinde saklanıyordu. Aramalarda pek çok silah ele geçirilmiş ise de daha sonra gelişen olaylar bunların ancak küçük bir bölümüne ulaşılabildiğini göstermektedir134. Osmanlı Hükümetinin seferberlik ilanı sonrasında Ermeni komiteleri faaliyetlerini arttırmış, savaşa girince yer yer planlı, sistemli isyanlar çıkarılmaya başlanmıştır. 1915 Şubat’ında Tiflis’te toplanan Ermeni milli kongresine Taşnaksutyun örgütünün temsilcisi sunduğu raporda şu ifadeler yer almaktaydı. “Bilindiği üzere, Rus Hükümeti savaşın başında Türk Ermenilerini silahlandırmak, hazırlamak ve hatta isyanlar çıkarmak için ilk ağızda 242.900 ruble vermiştir. Gönüllü birliklerimizin, Türk zinciri arasından geçerek oradaki ihtilalcilere katılması ve mümkünse, Türk Ordusunun cephe gerisinde anarşi yaratması ve bu suretle Rus Ordusunun Doğu Anadolu’yu işgalini sağlamak ve ileri hareketlerini kolaylaştırmak gereklidir”135. Taşnaklar yalnız Rusya’da değil Osmanlı topraklarına da girerek çeteciler devşirmişti. Ermeni çeteci birlikleri Ermeni köylerini dolaşarak eleman topluyor ve yerli Ermenilere Rus işgali altındaki bölgelere göç etmeleri için baskı yapıyorlardı. Çetelere Osmanlı Ordusundan firar etmiş çok sayıda Ermeni kaçağı geldi, daha sonra bunlar gerilla savaşı ve eşkiyalık edecek çeteler şeklinde örgütlenip, Kafkasya’da hazırlıklarını sürdüren Rus ve Ermeni birliklerine katıldılar136. Tehcir kararına giden gelişmeler içerisinde Ermeni çetelerinin gerek Doğu Anadolu Harekat Alanı gerekse bunun geri bölgelerinde pek çok yıkıcı faaliyetleri olmuştur. Bu faaliyetlerin mahiyetinin anlaşılmasında bazı örnekler yararlı olacaktır. Seferberliğin ilanından sonra uzun zamandır planlanan isyanlardan ilki Zeytun’da (Maraş) çıkmıştır. Zeytun Ermenileri 17 Ağustos 1914’de komutan ve subayları kendilerinden olmak üzere Zeytun Fedai Alayı adı altında ayrı bir Ermeni alayı kurmak istediler. Ancak bu istekleri kabul edilmeyince seferberliğe katılmamaya karar verdiler ve dağlara çıkıp ayaklanamaya başladılar. Maraş kışlasındaki Ermeni asıllı erler de silahlarıyla kaçarak oluşturdukları çetelerle özellikle askere ve jandarmaya saldırmaya 134 McCarty, a.g.e., s.201-202. Uras, a.g.e., s.593-601. 136 McCarty, a.g.e., s.20. 135 65 başladı. Örneğin Zeytun askerlik şubesinden terhis edilen ve köylerine dönmekte olan 100 erkek soyularak öldürüldüler. Köylere saldırıldı. Bu hareket bastırılmasına rağmen 1915 Ocağında yeniden alevlendi. Ermeni çeteleri Zeytun’daki seyyar jandarma taburuna gönderileceğini haber aldıkları cephaneyi ele geçirmek için pusu kurarak altı jandarma erini öldürüp, ikisini yaraladılar. Telgraf telleri kesilerek ilçenin haberleşmesi kesildi. Hükümet konağına ve kışlaya saldırıldı. Yedi yüz kişilik eşkiyanın barındığı bir manastıra yapılan harekatta Ermeni çeteleri jandarma komutanı ile yirmi beş eri şehit etti, pek çoğunu yaraladılar. Bu ayaklanmada komiteciler Ermeni halka yaptıkları bildirilerde ‘İngilizlerin İskenderun’a çıktıkları, Ermenilerin de ayaklanarak hükümeti zor durumda bırakmak ve seferberlik çalışmalarını aksatmak suretiyle İngilizlere destek olmalarını” istemişti. Ancak isyan daha sonra bastırılmış çok sayıda silah ele geçirilmiştir. Elebaşılarının bölgenin zenginleri ve hükümet imkanlarından yararlandırılanlar olduğu ortaya çıkmıştır137. Öte yandan Rusya ile harp ilanına kadar Ermenilerin Rusya ve Türkiye’de faaliyetleri hakkında Doğu Anadolu’da konuşlu 3’üncü Ordu Komutanlığına gelen bilgiler şöyledir. (ı) Sınırın Rusya tarafında köy ve kasabalardan Müslüman olanlarında arama yapılarak toplanan silahlar daha sonra Ermenilere dağıtılmaktadır. (ıı) Sınırın Osmanlı tarafındaki özellikle sınıra yakın köy ve kasabalarda yaşayan Ermenileri silahlandırmak üzere Oltu, Sarıkamış, Kağızman, Iğdır’da çok sayıda silah, cephane bomba yerleştirildiği, Van ve Bitlis’te dağıtılacak silahlarla, daha sonra alınacak düzenin kararlaştırılması için Rus generali Loris Molikof’un oğlunun yanında bulunan Taşnak elebaşılarından Malkon ve Ohannes ile birlikte 10 Ekim 1914 tarihinde Van’a gittikleri haber alınmıştır. (ııı) Rusya’nın İran’daki konsoloslarının İran’daki Ermenilere Türkiye’den ele geçirilecek yerlerde Ermenistan kurulacağı vaadi ile özellikle Rumiye ve Salmas’ta yaşayan Ermenileri silahlandırıp Osmanlı sınırından içeri soktukları anlaşılmaktadır. 137 ATASE,1989, s.187-188 66 (ıv) Kafkasya ve Türkiye Taşnak komitesi elebaşılarından bazıları sınır yakınlarında çete teşkilatları oluşturmaktadır. Bu teşkilatlanma hakkında elde edilen bilgilere göre Ermenilerin saptanan bazı faaliyetleri şöyledir. - Büyük kısmı Pasinler, Erzurum, Eleşkirt, Hınıs, Malazgirt Ermenilerinden ve asker firarilerinden olmak üzere altı bin Ermeniyi Kağızman’da toplayarak, Rus Hükümeti tarafından silahlandırıldıkları; Rus memurları ve Ermeni elebaşıları aracılığı ile Müslüman halktan savaş vergisi olarak yiyecek alınarak üç bin beş yüzünün 31 Ekim 1914’te İran Azerbaycan’ına gönderildiği, geri kalan kısmının Kağızman’da kaldığı anlaşılmaktadır. - Oltu, Kars, Sarıkamış ve Trabzon’dan firar eden Ermenilerden bin beş yüz kişilik bir süvari çetesi oluşturularak bundan bin çetecinin Beyazıt ve civarına gitmek üzere Iğdır, beşyüzünün ise Erzurum, İspir, Çamlıkonak bölgesine gitmek üzere Oltu’ya gönderildiği teyit edilmiş istihbarat olarak ulaşmıştır. - Büyük kısmını Beyazıt, Van ve Bitlis Ermenileri, asker firarileri ve Iğdır yöresi Ermenilerinin oluşturduğu altı bin Ermeninin Iğdır’da toplanıp, çete şeklinde örgütlerdirilerek silahlandırıldıkları değişik kaynaklardan alınan bilgilerden anlaşılmaktadır. - Türk Ordusunun hareketlerinden Rus Ordusunu haberdar etmek amacıyla Trabzon, Erzurum, Muş, Bitlis, Van, Sivas ve Kayseri’de casusluk merkezleri kurulmuştur. Bunlara ilave olarak ateşli silahların Karadeniz üzerinden Türkiye’ye sokulması ve ihtilal amaçlı aralarında Rus-Ermeni ve Rumların da bulunduğu değişik icraat komitelerinin kurulduğu, örgütsel yapılanmalar gerçekleştirlmiştir. - Sınırdan geçirilen silah ve mühimmatın kullanım fazlası kısmı Şebinkarahisar, Kayseri ve Sivas’taki depolarda toplanmaktadır138. 3’üncü Ordu Komutanlığının savaş öncesi haber alma kaynakları ile toplandığı yukarıdaki istihbari bilgilerden, yaklaşan savaşta Rusların, Ermeni çeteleri örgütleyerek 138 ATASE, 2005, Cilt I, s. 409-410 67 harekat alanında Osmanlı Ordusunu arkadan tehdit ederek iki cepheli bir muharebe içerisine çekmek için gerekli altyapıyı hazırlamakta olduğu görülmektedir. Yine 3 ncü Ordu Komutanlığının kayıtlarında Rusya’nın harp ilanına kadar olan süreçte Türkiye’deki Ermenilerin tutum ve davranışlarına ilişkin şu bilgiler yer almaktadır. - Ermenilerden yasal olarak askerlik hizmeti için silah altına alınmaları gerekenlerden Hopa, Erzurum- Hınıs ve Van hattının doğusunda yaşayanlardan çoğu çağrıya uymayarak Rusya’daki teşkilata katılmak üzere sınırın karşısına geçtikleri görülmektedir. - Körpüköy, Hasankale vd. bölgelerde yapılan aramalarda silahlar bulunmuştur. Ermeni çeteleri Erzurum, Gümüşhane havalisinde Müslümanları katletmiş, postaya saldırıp gasp etme gibi eylemlere girişmişlerdir. - Geri bölgede değişik nedenlerle seyahat eden Türk askerleri Ermeni çeteleri tarafından öldürülmektedir. - Ermeni erler silahlarıyla birlikte firar etmekte ve Rusya’ya geçmektedirler. Bu benzeri gelişmelerden dolayı içeride büyük bir ihtilal hareketinin hazırlanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Doğu illerinden Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar birinci öncelikli, Sivas, Diyarbakır, Kayseri ikinci öncelikli ihtilal merkezleri olarak seçildiği buralarda örgütlenildiği, seferberlik ilanında Taşnak örgütünün şubelerine bütün şubelerine 13 yaşına kadar erkeklerin komiteye üye kaydedilerek silahlandırılmalarını talimatlarının verildiği bunlardan bazılarının askeri mahkemede verdikleri ifadelerle saptanmıştır139. Sivas Valiliği 7 Temmuz 1914’te İçişleri Bakanlığına Amasya'da bomba imal edip çevre illerdeki Ermeniler'e gönderen, sakladıkları bomba, dinamit ve çeşitli edevat 139 ATASE, 2005, Cilt I , s. 410-411 68 ile birlikte bazı Ermeniler'in yakalandığına ve yine Tokat’ta benzer faaliyetler yürüten bazı Ermeni zanlıların saptandığına ilişkin telgraf göndermiştir140. Erzurum Valiliği’nin Beyazıt Mutasarrıflığından alınan bilgilere istinaden 3’üncü Ordu Komutanlığına gönderdiği 31 Ekim 1914 gün ve 740 sayılı yazıda “seferberlik nedeniyle silah altına alınan köylerde bulunan Ermeni gençlerin Iğdır’da bulunan Suryen çetesine katıldıkları ve toplu olarak Rusya’ya kaçtıkları” bildirilmiştir141. Diğer taraftan Hınçaklar, Kayseri’de savaş öncesi Sabahgülyan ve Hamparsum Boyacıyan liderliğinde örgütlenmişler ve Kayseri’yi bomba imal yeri ve silah deposu haline getirmişlerdi. Burada Amerika’da bomba imalatı üzerine eğitim görmüş komiteciler çalışmaktaydılar. Bomba imalathanesinin patlaması sonucu yapılan aramalarda Kayseri’de imal edilmiş pek çok bomba ele geçirildi. Bundan başka silah altına çağrılan Ermeni gençleri buna uymayarak kaçmışlardı142. Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nden (Emniyet Genel Müdürlüğü) 15 Şubat 1914’de Bitlis'de zuhur eden Ermeni eşkıyasının Halep ve Dörtyol'da askerlere tecavüz etmeleri; Kayseri'de bombalar ortaya çıkması; Rusça, Fransızca ve Ermenice yazılı şifreli muhaberat evrakının muhtemel bir ihtilali haber vermekte olduğundan gerekli tedbirlerin alınması hakkında Edirne, Ankara, Aydın, Halep Vilayetleri ile Bolu, Karesi, Kayseri ve Karahisar-ı Sahib Mutasarrıflıklarına gerekli tedbirlerin alınması için telgraf gönderilmişti143. Savaş ilan edildiği zaman savaşın yıkımını Türk topraklarına kaydırmak için Rus ordusu Türk topraklarına girmiş ve Hasankale’ye kadar ilermişti. Bu zamana kadar Türk ordusundaki Ermeniler ve gerideki Ermenilerin davranışları ise şöyle olmuştur. “Erzurum’un doğusuna kadar ilerleyen Ermeni çeteleri, Ermeni köylerindeki nüfusu Rusya’ya naklederek, eli silah tutanları kendilerine katılmaya mecbur etti ve geri 140 DH. EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5 1332.Ş.28 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 15.06.2008 141 ATBD, Sayı 83, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983, Belge No.1899 s.25-26 142 Uras, a.g.e.,s. 603-604 143 DH.ŞFR 50/127 Belge No: 1, 1333.R.13 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 12.04.2008 69 çekilirken Müslüman köylerini yakarak, yıkarak, halkını katlederek imha ediyorlardı. Türk ordusundaki Ermeni erler her fırsattan istifade ile silahlarıyla Rus ordusuna firar ediyorlardı. Subay ve doktorların da birçok bilgiyle Rus ordusuna katıldıkları görülüyordu. Savaşın en buhranlı zamanlarında cephane, batarya ve yedek mevzilerinin işaretle düşmana gösterildiği çoğu kez görülüyordu. Bu cümleden olarak Pazacur144mevziini işaret ettiği görülen Gümüşhaneli Ohannes oğlu Kirkor, çıkarıldığı askeri mahkemede suçunu tereddütsüz itiraf etmekteydi. Bazı Ermeni asıllı askerlerin de savaşın en şiddetli anlarında Türk askerlerini firara teşvik ettikleri ve bu sebepten avcı hatlarının bozulduğu görülüyordu. İç tarafta bulunan Ermeniler ise yaralı olarak geri sevkedilen savunmasız askerleri katletmekten çekinmiyorlardı. Ayrıca Rus ordusundaki Ermenilerle sürekli olarak haberleştikleri ve kendilerinin alacakları durumu kararlaştırmak ve saptamak üzere casusluk faaliyetinde bulunuyorlardı. Çoğu defa bu gibi şifreli haberler casusların üzerinde ele geçiyordu. Bu cümleden olarak hem Türk ordusunun durumundan haber almak ve hem de Rusların Osmanlı memleketlerindeki Ermenilere silah ve cephane gönderdiklerine delil olarak belgeler ele geçirilmiştir”145. Doğu Anadolu’nun savunmasından sorumlu 3’üncü Ordu Komutanlığının bu tespitleri harekat bölgesinde cephedeki düşman kadar cephe gerisinden de büyük bir tehdit altında olduğunu kanıtlamaktadır. Birinci Dünya Savaşının ilk aylarında Osmanlı Doğu cephesinde Sarıkamış Harekatı başlamıştı. Bu harekat 23 Aralık 1914 ile 2 Ocak 1915 arasında soğuk kış koşulları altında cereyan etmiş ve 60.000’e yakın zayiatla ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu muharebeler sürecince Türk bölgesindeki Ermeniler her türlü imkanı kullanarak Rus Ordusuna istihbarat desteği sağlamışlardı. Bu harekat sonrası Rusların taarruzu başlamıştır. Rus taarruzunun arefesinde de çeşitli bölgelerde Ermeni isyanları çıkmıştı146. Bu bağlamda Isabel Sommerset ve Lucy Cavendish isimli Ermeni Dostluk Cemiyeti üyesi iki kişinin The Times London gazetesine gönderdiği yazıda 8000’den 144 Erzurum, Köprüköy, Ortaklar ATASE, 2005, Cilt I, s.412-413 146 Galip Baysan; Ermeni Meselesi 1915 Zorunlu Göç (Tehcir Olayı) Nedenleri ve Sonuçları, Üniversiteliler Offset, İzmir, 2005, s.154-155 145 70 fazla Ermeni’nin Ruslar için harekat bölgesinde çarpıştığı haberi verilmektedir147. Görüldüğü gibi Rus Ordusu’na Türk Ordusunu cephe gerisinden vuran geniş bir Ermeni desteği sözkonusudur ve bu açık biçimde İngiliz basınında yer almaktadır. Sarıkamış Muharebelerine kadar yukarıdaki şekil ve yöntemlerle Ruslara hizmet etmeye çalışan Ermeniler, Türk Ordusunun Rusları sınırın doğusuna attıklarını gördüğünden genel bir ayaklanmaya cesaret edememekteydiler. Ancak Sarıkamış Muharebeleri sonrası Türk ordusunun büyük kayıplar vermesi üzerine ilk ihtilal hareketi Bitlis’te başlamıştır. 9 Şubat 1915’ten itibaren iki hafta süreyle Muş ve Bitlis’in kazası Hizan’da ayaklanmalar olmuş pek çok asker ve jandarma öldürülmüştür148. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ve Rus Ordusunun sınırı geçerek taarruza başlaması sonrasında ortaya çıkan isyan, saldırı vb olaylar yukarıdakilerden ibaret değildir. Saldırılarla ilgili olarak pek çok rapor gönderilmiştir. Bunlardan bazıları aşağıdadır. Van’ın, Saray ilçesinden Seyyar Jandarma Tümen Komutanı Kazım Bey’in (Org. Kazım Özalp) 29 Kasım ve 2/4 Aralık tarihlerinde 3’üncü Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrenin özeti şöyledir “Düşman ilerliyor. Hoşap istikametinde çekileceğiz. Yakalanan iki casusun ifadelerine göre bugünlerde Van’da isyan çıkacağı anlaşılıyor. Düşman ele geçirdiği bölgelerde Müslümanların silahlarını toplayıp Ermenileri donatıyor ve onlardan birlikler oluşturuyor. Tümende silahları alınan Ermeni erlerin tamamı firar etmiştir”149. Emniyet Genel Müdürlüğü Başkomutanlık İstihbarat Şube Müdürüne gönderdiği 31 Ocak 1915 tarihli yazıda “İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nin İtalyan Sefarethanesi aracılığı ile belirsiz zamanlarda Eçmiyazin’deki Ermeni Katagigosluğu ile muhabere yaptığı, en önemli askeri sırların Rusya’nın eline geçmesini kolaylaştırdığı” bildirilmiştir150. 147 The Times of London, 12 Jan. 1915; ATASE, 2005, Cilt I, s. 414-416 149 ATBD, Sayı 81, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1982, Belge No. 1812,1813. s.47-54 150 ATBD, Sayı 83, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983,Belge No. 1901. s.33-36 148 71 11’inci Kolordu Komutanı Hakkı imzası ile Elazığ’dan Harbiye Nezaretine 19 Şubat 1915’te gönderilen şifrede bölgedeki gelişmeler hakkında “Hizan’ın Ahvus istikametindeki Sekür köyüne firariler için gönderilen jandarmalara Ermeniler tarafından silahlı saldırı sonrası iki erin şehit edilmesi üzerine kaymakamın emrinde hazırlanan yeterli kuvvet gönderilmiş, ayrıca çok sayıda Ermeninin toplandığı bilgisi üzerine bu kuvvet Bitlis ve Gevaş’tan takviye edilmiştir. Ermenilerin Korsu, Sekur, Arşin köylerinde toplandıklarını, üç günden beri isyancılarla yapılan çatışmalarda altı jandarmanın daha şehit edildiğini, bir erin yaralandığı”, bildirilmiştir151. Zeytun olayları üzerine Başkomutan Vekili adına Bronzar (von Shellandorf) Paşa’nın birliklere gönderdiği 18 Mart 1915 tarihli şifresinde “Küçük bir jandarma müfrezesinin Maraş ile Zeytun arasında otuz kişilik bir Ermeni çetesinin saldırısına uğradığı, altı erin şehit olduğu, iki jandarmanın korumasında sevk olunan yeni erlerin Zeytun Ermenileri tarafından bir kiliseye hapsedildiği, bu bölgede görev yapacak müfrezelerin daha güçlü teşkil edilmesine” ilişkin talimat yer almıştır152. Van Jandarma Tümen Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 19 Mart 1915 tarihli şifrede “Van Vilayeti Şıtak Kazası Ermenilerinin jandarma erlerine ve karakollara tecavüz ettikleri, telgraf hattını tahrip ettikleri, bu nedenle bölgeye kuvvet sevkedildiği ve çatışmaların devam ettiği neticeden bilgi verileceği” rapor edilmiştir153. Başkomutanlığın 25 Şubat 1915 tarihinde askeri ve mülki makamlara yayımladığı gizli genelgede; Bitlis’te Ermeni asker firarilerinin eşkiyalık yaptıkları, Halep’te, Dörtyol’da Ermeni çetelerinin asker ve jandarmaya saldırdıkları, Kayseri’deki Ermeni evlerinde çok sayıda bomba ile Fransızca basılmış ihtilal beyannamelerinin ele geçirildiği, her köyde silah deposu olduğunun saptandığı bidirilmektedir. Ayrıca Ermeni personelin silahlı hizmetlerde görevlendirilmemesi, komutanların hükümet emirlerine direnme ve silahlı karşı koyma ile karşılaşmaları halinde bunları bastırmaları, ancak 151 ATBD, Sayı 83, Belge No. 1902. s.37-40. ATBD, Sayı 81, Belge No. 1820, s.95-98. 153 ATBD, Sayı 81, Belge No. 1821, s. 99-102. 152 72 tedbirlerin halkı korkutmaması ve sadık yurttaşlara zarar verilmemesi vb. güvenlikle ilgili hususlar genelgede yer almıştır154. Birinci Dünya Savaşında en önemli Ermeni isyanı Van’da çıkarılan olmuştur . Bu eylemde bilinçli olarak Doğu Anadolu’da bağımsız Ermeni Devleti kurmak amaçlanmaktaydı. Bu isyan için koşullar ve zaman Ermeni komitelerinin lehinedir. Çünkü komitelerin harekete geçmeleri ve Van’ı işgalleri Rus Ordusunun Osmanlı topraklarına girmeleriyle başlamıştır. Osmanlı Ordusunun Sarıkamış harekatının ağır kış koşulları nedeniyle büyük zayiatla sonuçlanması ve Rus Ordusunun harekete geçtiğine ilişkin haberlerinin yayılması üzerine 5 ve 9 Şubat 1915 tarihlerinde Van ve Bitlis vilayetlerinin muhtelif bölgelerinde Ermeni çeteleri jandarmaya silah kullanmış, bazılarını şehit etmiştir. Rus ilerlemesinin devam etmesi ve riskli muharebelerin Van bölgesine kayması üzerine Van şehrinde Ermeni isyanı başlamıştır. Rus Generali Maslofski’nin ifadesine göre “12-14 Nisan 1915 tarihlerinde başlayan isyanda Ermeniler şehirdeki küçük jandarma birliğini katletmişler ve dağıtmışlardır. Bu gelişmeler üzerine 5. mürettep Osmanlı Tümeni Van’a gönderilmiştir. İç kale ve şehirdeki Ermenilerin çember içine alınması üzerine bu sefer Rus kuvvetleri Ermenilerin yardımına gönderilmiştir. 21 Nisan’da Ermeniler Van’daki bankayı, postaneyi ve resmi binaları yakarak isyanlarını sürdürmüşlerdir. Diğer il ve ilçelerde de jandarma ile çatışmalar başlamıştır. Bu ortamda Ermeniler Ruslar’dan destek ve yardım almayı sürdürmüş ve kolaylıkla katliam yapabilmişlerdir. Böylece Osmanlı kuvvetleri hem cephe hem de cephe gerisinden vurularak Ruslar’ın harekatı kolaylaştırılmış Ruslar 19 Mayıs’ta Van’a girmeyi başarmıştır. Ruslar gelmeden önce Türkler şehirden göç etmiş, edemeyenler Rusların girmesi sonrasında Ermeniler tarafından katledilmiştir155. Van Seyyar Jandarma Tümen Komutanı ile Van Valiliğinin 16-17 Nisan 1915 tarihli şifreli raporlarında; Van’ın Çatak Kazası Ermenilerinin jandarma karakollarına ve erlerine saldırıda bulundukları, halka ateş açtıkları, telgraf hatlarını kestikleri, Çatak, 154 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, TBMM, Kültür Sanat Kurulu Yayınları, No:126, Ankara, (Tarihsiz), s.2-3. 155 Ergünöz Akçora; Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1994, s.123-127. 73 Havasar ve Erçek’ten sonra 20 Nisan günü Van’da da saldırıların başladığı, şehirde silahlı çok sayıda isyancının görüldüğü bildirilmiştir. Yine Van Valisi 22-23 Nisan 1915 tarihinde gönderdiği şifreli raporunda 750 kadar silahlı Ermeni isyancı ile şehirde çatışmaların sürdüğünü bildirmiştir156. Van Valisi Cevdet Bey’in 21 Nisan 1915 tarihinde gönderdiği şifreli mesajın bazı bölümlerinde “şehrin her tarafında ateş sabaha kadar sürmüş, Kaledibi Mahallesinde yüzlerce olduğu tahmin edilen Ermeni ihtilalcinin gece Van Kalesine saldırmak üzere toplandıkları anlaşılmıştır. Kaleden karşılık verilmesine rağmen asker de ağır zayiat vermiştir. Duyun-u Umumiye, Reji, Osmanlı Bankası, yakma teşebbüsleri başarıya ulaşamamıştır. Ermeni çeteleri şehri kuzey, doğu ve güney cephelerinden kuşatarak bu istikametlerden gelecek müfrezelerin yardımını önlemek için siperler kazmaktadırlar. Şehirdeki şiddetli çatışmalar bu siperleri işgal etmiş Ermeni çetelerine karşı tedbir alma imkanı bırakmamaktadır.” ifadeleri yer almaktadır157. Bu bilgiler Van’da Ermeni çetecileri tarafından çıkarılan isyanın ne denli büyük boyutlu olduğunu sergilemektedir. Diyarbakır Valisi 27 Nisan 1915 tarihli yazısında “Diyarbakır’da yapılan aramalarda pek çok silah, cephane, askeri elbise, patlayıcı madde bulunduğu şehir merkezinde 1000’den fazla asker kaçağının ele geçirildiğini” rapor etmiştir158. Olayların Ermeniler lehine, Türkler aleyhine gelişmesi, 8 Mayıs günü Van’ın Türk mahallerine hücüm edilerek evlerin yakılmasından sonra şehir henüz tam olarak düşmeden Van Valisi Cevdet Bey kademeli olarak şehrin terkedilmesine karar verdi. Bu çekilme sırasında pekçok Türk yollarda büyük işkence ile karşılaştılar. Türklerin çekilme yolları Van Gölü’nün kuzeyini takip eden Van-Erciş-Ahlat-Bitlis karayolu, gölün güneyini takip eden Van-Gevaş-Bitlis karayolu ile Van-Tatvan su yolu idi. Ermeniler bu göç esnasında saldırdıkları Türklere büyük işkenceler yaptılar en talihlileri katledildi. Gemilerle gidenlerin büyük kısmı, Ermenilerin yaşadığı Çapanak Adası’nın kıyı köylerinde katledildiler. Böylece savaşın ilk göçüne zorunlu olarak çıkan Türkler 156 ATASE, 1989, s.39-48. ATBD, Sayı 83, Belge No. 1909, s. 97-100. 158 ATBD, Sayı 83, Belge No. 1912, s.113-115. 157 74 büyük ölçüde yokedildiler159. Van’ı savunmasız yakalayan Ermeni çeteleri Rusların Van’a girmesiyle sivil yönetim kadrolarını faaliyete geçirmişler, komiteci Aram’ı Ruslara vali seçtirmişlerdir. Böylece kontrolü ele geçiren Ermeni çeteleri büyük katliama girişmişlerdir. Komitelerin yayınladıkları kendi bildirilerine göre “Van’da tek Türk evi kalmamış hepsi yakılmış, yıkılmıştır. Türk olarak sadece 1500 kişi sağ kalabilmiştir”160. Van’ın Rus işgaline girmesiyle 18 Mayıs 1915 günü Çar, Van’daki Ermeni halkına bağlılıkları için teşekkürlerini gönderiyordu161. Ermeni çetelerinin savaş sırasında gerçekleştirdikleri eylemler ve çıkarılan isyanlar yukarıdakilerle sınırlı değildir. Muş, Çatak, Halep, Suşehri, Dörtyol ve pekçok yörede Osmanlı askeri birlikleri, postaneleri, jandarma karakolları, askerlik daireleri saldırıya uğramıştır. Diyabakır bölgesinde çeteler halinde örgütlenen Ermeniler Osmanlı birliklerine ve Müslüman köylerine saldırmıştır. Savaş başladıktan sonra daha önce değinilen Zeytun, Bitlis ve Van dışında; Muş, Gevaş, Reşadiye ile diğer kent ve kasabalarda ayaklanmalar çıkarılmış, Osmanlı birliklerine saldırılar düzenlenmiş ve bunların tamamı Osmanlı Hükümetinin 27 Mayıs 1915’deki göç kararından önce başlamışlardır162. Rus kuvvetlerini takviye eden Ermeni çetelerine katılan yerli Ermeniler içlerinde kadınların da bulunduğu yüzlerce savunmasız insanı gözlerini oymak dahil pek caniyane yöntemlerle köylerinde katletmişlerdir. Bunlara ait çarpıcı bir örnek Mahmudin Kaymakamı’nın 15 Mart 1915 tarihinde gönderdiği raporda belirttiği katliam haberlerinde görülmektedir163. Yukarıda bazı örnekleri sıralanan bu gelişmeler içerisinde tarih 1915 Mayıs’ına geldiğinde, Ruslar Doğu Anadolu’da ilerlemekte, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’yi zorlamakta, güneyde Kanal Harekatı devam etmekte ayrıca bu sıcak dönemde ülke içerisinde değinilen kritik bir durum yaşanmaktaydı164. Harbin başlamasından itibaren Ermeni komitelerinin ortaya çıkardığı ve savaşın en zorlu günlerdeki kritik bir hal alan 159 Baysan, a.g.e.,s.159-160. Akçora, a.g.e., s.XVII . 161 Georges de Maleville; 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Çev. Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998, s.29. 162 McCarty, a.g.e., s. 205-206. 163 ATBD, Sayı 81, Belge No. 1819, s. 77-94. 164 Gürün, a.g.e., s.207-208. 160 75 gelişmeler bölgede görev yapan komutanlar, valiler ve devlet örgütü tarafından merkeze rapor edilmekteydi. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi sonrasında Ermeni komitelerinin düşmanla yaptığı işbirliğine ait istihbarat raporlarının hükümet merkezine ulaşması, ayrıca pek çok şehir ve bölgede Ermeni komitlerinin çıkardığı ayaklanmaların, ordu ve emniyet güçlerine düzenlenen saldırıların yaygınlaşması hükümette büyük tedirginlik yaratmıştı. Ancak olayların durulacağı beklentisinden dolayı kesin tedbirler alınmıyordu. Ermenileri uyarmak için bazı girişimlerde bulunulmuştu. Bu bağlamda Dahiliye Nazırı Talat Bey, Erzurum Mebusu Vartkes Efendi’ye “Ermenilerin bu çeşit eylemlere başvurmaya devam etmeleri halinde şiddetli tedbirlerle karşılaşacakları” yönünde uyarıda bulunmuştu. Başkomutan Vekili Enver Paşa da Ermeni Patriği ile görüşerek kendisinden, cemaatine nasihat etmesini istemiş “söz konusu eylemlerin yaygınlaşması halinde hükümetin sıkı tedbirler almak zorunda kalacağını” hatırlatmıştır165. Fakat hükümetin nasihatleri sonuç vermemiştir. Van’ın kaybedilmesi üzerine Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) benzer durumların diğer vilayetlerde yaşanmasını önlemek için tedbir olarak 24 Nisan 1915’te vilayet ve mutasarrıflıklara genelge göndererek Ermeni komite merkez ve şubelerinin kapatılmasını, evrakına el konulmasını, elebaşıların tutuklanmasını istemişti166. Osmanlı Devleti doğu vilayetleri başta olmak üzere Anadolu’da başlayan Ermeni isyanlarını aldığı yerel tedbirlerle önlemeye gayret etmiş ancak bu tedbirler etkin olamamıştır. Bu durumda Ermeniler özellikle Doğu Anadolu’daki savaş bölgelerinde, cephe gerilerinde, gerek ordu gerekse harp nedeniyle savunmasız kalan sivil halk için tehdit oluşturur bir konuma gelmiştir. Osmanlı Devleti daha savaş öncesinde Rusların alacağı Osmanlı topraklarını Ermenilere bırakma ve burada bağımsızlık sözü verdiği istihbaratını almıştı167. 165 166 Öke, 2000, s.138. Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.22-23. Cemalettin Taşkıran; “Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde Soykırım” Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.212. 167 76 Ermeni Patriğinin yerel idarelerin davranışları konusunda Başkomutanlığa 8 Nisan’da yaptığı başvuruya karşılık 22 Nisan 1915’de verilen cevapta özetle Ermenilerin 8 Nisan 1915 tarihi itibariyle Sivas Vilayeti’nde kısmen, Van Vilayeti’nde tamamen isyan halinde olduğu diğer vilayetlerde de isyan için uygun zamanı kolladıkları 3’üncü Ordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen raporda yer almaktadır. “Müracaatta yer alan hususların eldeki belgelerle uymadığı, ancak her olay hakkında inceleme yapıldığı, yurttaşlar için hoşgörülü ve adaletli uygulamaya hükümet tarafından titizlik gösterildiği, Ermeni yurttaşların Osmanlı Devletine bağlı olmalarına büyük önem verildiği”, “Ermenilerin öğütlere hakkıyla uymaları, dış yardakçılara kulak asmamaları, hükümet kovuşturmasının yalnız suç işleyenlere karşı yürütüldüğünü anlamaları halinde taşkınlıkların başlamadan söndürüleceği” belirtilmiştir168. Alınan önlemlerde Osmanlı yetkilileri masum vatandaş ile teröristi ayırdetmek için gayret göstermişlerdir. Bu durum devlet yazışmasına da yansımıştır. Örneğin 3’üncü Ordu Komutanı 11 Mart 1915 tarihli emrinde; halkın hükümete itaat görevi olduğu gibi, hükümetin de halka sahip çıkma, onları koruma görevlerinin olduğunu, güvenlik görevlerinin bu esaslara göre yürütülmesini istemiştir169. 4’üncü Ordu Komutanı ise Zeytun olaylarına ilişkin yayımladığı 10 Nisan 1915 tarihli emrinde çarpışmalara katılmamış, isyan kışkırtıcılığı yapmamış, kendiliğinden güvenlik güçlerine sığınan ve silahlarını teslim edenler hakkında işlem yapılmamasını istemiştir170. Değinilen bütün gelişmeler ve Doğu Anadolu Harekat Alanından gelen bilgi ve raporlar Ermenilerin örgütlü bir şekilde Osmanlı Ordusu’nun cephe gerinde büyük bir tehdit oluşturduğunu ve münferit önlemlerle düşmana karşı yürütülen savunma harekatının emniyetle devamını sağlama imkanının kalmadığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Daha önce değinildiği gibi Osmanlı Devleti savaş öncesi büyük devletlerle yaptığı Yeniköy anlaşmasına göre, doğudaki altı vilayette Ermeni nüfusun yerel temsil 168 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.15. ATBD, Sayı 81, Belge No.1818, s.75-76. 170 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.12-13. 169 77 organlarına girmesi ve bölgeyi, iki bölge oluşturularak maaşı dahi belirlenen Norveçli ve Hollandalı iki genel valinin yönetmesi kararını almıştı. Savaşın çıkması bu antlaşmanın yürürlüğe girmesini önlemiştir. 1915 Ermeni tehciri, olabilecek bir Ermeni isyanına karşı düşünülmüş bir tedbir değildir. 1915’te alınan bu karar fiilen ortaya çıkan isyana ve düşman ordusu ile işbirliğine karşı o günün koşulları içerisinde alınan tatsız, zor, ancak kaçınılması mümkün olmayan bir karar olarak gözükmektedir171. Van’ın düşman eline geçmesinden kısa bir süre önce Başkomutan Vekili Enver Paşa, 2 Mayıs 1915 tarihinde “Van ve civarındaki isyana karşı alınacak önlemler hakkında” Başkomutanlık Vekaletinden, Dahiliye Nezaretine bir andıç göndermiştir. Dahiliye Nazırı Talat Bey’e gönderilen bu evrakta “Van gölü etrafında ve Van Valiliğince belirtilen yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır durumdadırlar. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3’üncü Ordu Komutanının verdiği bilgiye göre Ruslar 21 Nisan 1915’te kendi sınırları içerisindeki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak hem de yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içerisine göndermek, yahut Ermenileri ve ailelerini Anadolu içerisine dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi, yerine dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim” şeklinde ifade edilen öneriler yer almıştı172. Bu tehcir kararının gerekliliği hakkındaki dikkat çekici ilk işaret olmaktadır. Fransız araştırmacı Georges de Maleville 1988 yılında Paris’te yayınladığı “1915 Ermeni Trajedisi” adlı kitapta Enver Paşa’nın görüşüne değinerek “Bu mektup son derecede önemlidir. Biz Türklerin bunu şimdiye kadar gündeme getirmediğine şaşıyoruz” ifadelerini kullanmaktadır. Mektup aşağıdaki hususları yansıtmaktadır. 171 172 İlber Ortaylı; “ Ermeniler Neden Göç Etmeye Zorlandı?” Popüler Tarih, İstanbul, Ocak 2001, s.45. Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 34-36. 78 a. Düşmana karşı sempati beslediğinden şüphelenilen halkın yerlerini değiştirme insiyatifi önce Türkler değil, Ruslar tarafından ele alınmış, fikri yaratan Ruslar olmuştur. Enver Paşa da Rusların Türkleri (kaldı ki Rusya’daki Türkler Ruslara karşı bir isyan hareketinde bulunmamışlardı) Osmanlı sınırından içeri sürmelerine karşılık, Ruslara bir mukabele olarak Ermenileri Rus sınırından içeri göndermeyi düşünmüştü. b. Enver Paşa Ermeni toplumunun yerini değiştirme düşüncesini Van gölü etrafındaki Ermenilerin ayaklanmaları ve ihtilal yuvası haline gelmelerinden sonra gündeme getirmiştir. c. Enver Paşa, telgrafı gönderdiği tarihte isyan eden Ermenilerle ilgili bir karar değil, Ermenileri savaşın devam ettiği cephenin ilerisine veya gerisine yerleştirme konusunda düşüncelerini açıklamıştır. d. Anılan görüş yalnız Doğu Anadolu’da ve isyan etmiş Ermenileri kapsamaktadır. Yani bazı mihrakların ileri sürdüğü gibi 1915 yılı başında İttihat ve Terakki yönetiminin Ermenileri imha gibi bir planı bulunmamaktaydı. 2 Mayıs’ta söz konusu olan proje değil, bir fikirden ibarettir173. Bu bağlamda Osmanlı Devleti Van’ın Rus Ordusu tarafından işgaline kadar çıkan isyan ve ayaklanmaları münferit olaylar olarak ele almış, ancak Ermenilerin Van’da Rus Ordusu ile yaptıkları işbirliği ve şehirdeki Türk halkını katletme girişimleri bardağı taşıran son damla olmuştur174. 2.Tehcir ( Zorunlu Göç) Yasası Birinci Dünya Savaşında 1914 yılı sonlarından itibaren Doğu Cephesinde Sarıkamış harekatının başarısızlıkla sonuçlanması Osmanlı Ordusu aleyhine bir askeri durum yaratmış ve Ermeni çetelerinin yukarıda belirtilen faaliyetleri sonucunda ordunun geri bölge emniyeti tehlikeye düşmüştür. Hiçbir ordu cephe gerisinde emniyeti sağlanmadan savaşı sürdüremez. Birinci Dünya Savaşının başından itibaren Ermeni azınlığın Ruslar’a sempati duyduğu, fırsatlardan yararlanarak Ruslar’a yardım ettiği ve hatta oluşturdukları Ermeni gönüllü taburları ile Rus Ordusu ile aynı safta savaşa 173 174 Taşkıran, a.g.e., s.213. Gazigiray, a.g.e., s.318 79 katıldıkları açıkça görülmektedir. Konuya ilişkin olarak 3’üncü Ordu Komutanlığınca yapılan değerlendirmelere göre Ermeni çetelerinin cepheyi etkileyen birinci derecede önemli faaliyet alanları Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar ikinci derecede önemli faaliyet alanları ise Sivas, Kayseri ve Diyarbakır olarak belirlenmişti175. Doğu Cephesindeki komutanların, valilerin ve mülki amirlerin raporlarıyla iyice belirginleşen kritik durum ve Ermeni eylemlerinin durdurulamaması üzerine hükümet meşru müdafaya dayalı güç koşulları olan önlemlere başvurma zorunda kalmış ve harp bölgelerine yakın yerlerde bulunan Ermenilerin düşmanla işbirliği faaliyetlerine girişip Osmanlı Ordusu'nun savunma faaliyetlerini sabote etmesi nedeni ile sınır bölgesindeki Ermenilerin güney bölgelerine sevk edilmeleri konusunda karar almıştı. Bu karar sonrası ‘Tehcir Kanunu’ olarak adlandırılan kanun çıkarılmıştır. Meclis tatilde olduğundan, Bakanlar Kurulu meclisten aldığı yetkiye dayanarak “geçici kanun” olarak çıkarmıştır. Takvim-i Vekayide yayınlanan No:2189 sayı, 27 Mayıs 1915 tarihli bu kanun şöyledir. Madde 1: Sefer zamanında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri, müstahkem mevki komutanları; halk tarafından herhangi bir şekilde hükümet emirleri ve yurt savunması ve güvenlik korunması ile ilgili icraat ve tertibata karşı düşmanlık ve silahla saldırı ve direnme görürlerse, hemen askeri kuvvetlerle şiddetli bir şekilde yola getirmeye ve saldırı ve direnmeyi kökünden yok etmeye izinli ve mecburdurlar. Madde 2: Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askeri gereklere dayanan veya casusluk hiyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar halkını tek tek veya toplu olarak diğer bölgelere gönderip, yerleştirebilirler. Madde 3: Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. 175 Ercan Birol; “Tehcirin Askeri Gerekçeleri”, Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006, s.286-287 80 Madde 4: Bu kanunun hükümlerinin yürürlüğünden Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı görevlidir. 27 Mayıs 1915 (14 Mayıs 1331) 176 ( EK-B) . 27 Mayıs 1915’te çıkarılan “Tehcir Kanunu” Ermenileri değil, Osmanlı Devleti’ne isyan edenleri kapsamına almaktadır. Kanun metninde Ermeni sözcüğü geçmemektedir. Osmanlı Devleti’nin Rusya, İngiltere, Fransa gibi dönemin süper güçleriyle çok cephede bir ölüm kalım savaşı içerisinde iken alınan tehcir kararı radikal bir karardı. Ancak zorunluluk hissedildiğinde bu tip tedbirleri iki cihan savaşında pek çok devlet uygulamıştır. Ermeni isyanlarında elinde silah olan asiler dışındakilere dokunmamaya özen gösterildiği halde, meydana gelen olaylar daha toptan tedbirlerin gerektiğini kanıtlamıştı177. Birinci Dünya Savaşının ilk yenilgisi sonrasında istilacı ordulara gösterilen silahlı Ermeni desteği, Alman Genelkurmayı’nın da tehcir konusunda ısrarlı öneriler yapmasına yol açmış, kararın alınmasında etkisi olmuştur. Tehcir kararında ordunun harekat alanında emniyetini sağlamak kadar, Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki çatışmalara son vermek amacı da güdülmüştür. Doğal olarak bu karar uygulanırken aktif Ermeni militanlarıyla sivil halkın çatışmaya karışmayacak unsurlarının ayırt edilmesi, içinde bulunulan koşullarda mümkün değildi. Tehcir uygulamasını bazı idareciler oldukça zayiatsız olarak gerçekleştirebilmiş, bölgelerindeki nüfusu tehcirin hedefi Suriye ve Mezopotamya’ya aktarabilmişlerdir178. Tehcir kararının alınmasıyla Osmanlı Devleti ile savaş halinde bulunan İtilaf Devletleri bir deklerasyon yayınlayarak Osmanlı Devleti’ni suçlu ilan etmişler, düşmanla işbirliğinin zorunlu kıldığı bu önlemi Osmanlı Devleti aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanmışlardır. Türk aleyhtarı Ermeniler ve misyonerler olayları Türklerin barbarlığı ve Ermenilerin mağduriyeti olarak yansıtmışlardır. Bunların yanlış bilgilendirdiği bazı konsoloslar ve Amerikan Büyükelçisi Morgenthau başta olmak üzere yabancı diplomatlar hükümetlerine doğruluğu şüpheli bilgiler göndermişler ve 176 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.64-65. Türkkaya Ataöv; “Ermeni Sorununu Oluştuğu Siyasal Ortam” Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No. 94, Ankara, 2002, s.59-60. 178 Ortaylı, a.g.e., s.44. 177 81 kamuoylarını tek taraflı olarak etkilemişlerdir. İtilaf Devletleri bu konuyu Türkler aleyhine ve kendi lehlerine azami ölçüde kullanmışlardır. Bu bağlamda İngiltere Londra’da kurduğu propaganda merkezi ile bir taraftan dünya kamuoyunu Türkler aleyhine etkileme amaçlı yayınlar yapmış ve Amerikan yönetimini Osmanlı Devleti ve müttefiki Almanya’ya karşı savaşa sokmaya çalışmıştır. İngilizler, misyonerler ve Ermenilerin kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı Morgenthau gibi diplomatlarla işbirliği yapmışlardır. Ayrıca ABD Başkanı Wilson Amerika’nın savaşa katılmasını meşrulaştırabilmede ihtiyaç duyduğu kamuoyu yaratmak için bir takım olaylar bulunması yönündeki talimatı sonrası Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele almıştır179. 3. Tehcir ( Zorunlu Göç) Uygulaması Tehcir doğrudan muharebelerin cereyan ettiği cephelerin geri bölge emniyeti açısından gerekli yerlerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesi olan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesinin gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve çıkarma harekatını kolaylaştıracak faaliyetlere yöneldiği saptanmıştı. Daha sonra bu uygulama Anadolu’nun diğer isyan çıkan, düşmanla işbirliği ve Ermeni komitecilerine yataklık yapan bölgelerini de içerek şekilde genişletildi. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir kapsamına alınmadıkları halde sonradan bunlardan da zararlı faaliyette bulunanlar sevk edildiler180. Böylece Tehcir Kanunu’nun yalnız harekat bölgesindeki Ermenilerle sınırlı tutulan ve Orta Anadolu’daki Ermeni cematine dokulmayan tarzdaki uygulanması çıkan çeşitli olaylar nedeniyle genişletilmişti. Çünkü Akdağ, Bayburt, Karahisar’da 3’üncü Orduyu günlerce uğraştıran isyanlar çıkmıştı. Yurdun çeşitli yerlerinde kışlalarda yangınlar çıkarma, askeri fabrikalara sabotajlarda bulunma girişimleri olmuştu. Bu eylemleri yapan sabotajcı ve çeteciler sıkıştıklarında Ermeni ve Rum köylerine sığınıyor, kendilerinin 179 Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaoğlu; Ermeniler Sürgün ve Göç, TTK Yayınları Ankara, 2004, XVI. Dizi-Sayı 101, s.66-68 180 Yusuf Halaçoğlu; “Osmanlı Devleti Neden Tehcir Uyguladı? Tehcirle İlgili Gerçekler”, Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002, s.106. 82 saklanması ve iaşesi sağlanıyordu. Bu gelişmeler tehcirin kapsamının genişletilmesinde etken olmuştur181. Osmanlı Hükümeti göçe tabi tutulan Ermenilerin yolculuk sırasında gereksinimlerinin karşılanması ve haklarının kaybolmaması için iki yönetmelik çıkarmıştır. Bunlardan ilki 30 Mayıs 1915 tarihli harp hali ve olağanüstü siyasal zorunluluklardan dolayı başka yerlere göç ettirilen Ermenilere ait “emval ve emlak ve arazinin keyfiyet-i idaresi” adlı olanı Ermenilerin taşınır ve taşınmaz mallarına ilişkindi. Yönetmelik aşağıdadır. Madde 1. Nakli gereken halkın gönderilmesinin sağlanması, mahalli memurlar yönetimine aittir. Madde 2. Nakledilen Ermeniler taşınabilir tüm mallarını ve hayvanlarını yanlarında götürebilirler. Madde 3. Yerleşme yerlerine gönderilen Ermenilerin yolculukları sırasında can ve mallarının korunmasıyla, yiyecek sağlanması ve dinlenmeleri, yol üzerinde bulunan idari memurlara aittir. Bu konuda meydana gelecek ihmal ve bilgisizlikten, rütbelerine göre memurların hepsi sorumludur. Madde 4. Düzenlenmiş yerleştirme yerlerine giden Ermeniler, durumun gereğine ve yere göre ya ayrı olarak mevcut köy ve kasabalara eklemek suretiyle inşa edilecek evlere veya hükümet tarafından belirlenecek yerlerde kurulacak köylere yerleştirilecektir. Köylerin sağlığa, ziraat ve imara uygun yerlerde kurulmasına dikkat olunacaktır. Madde 5. Yerleşme bölgelerinde köy kurulmasına uygun boş, sahipsiz ve devlete ait arazi bulunmadığı durumlarda devlet malı olan çiftlik ve köylerin bu işe ayrılması uygundur. 181 Necati Ökse; “Ermeni Sorununun Doğuşu, Tehcir Kanunu ve Uygulaması”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985, s.274. 83 Madde 6. Ermeni yerleştirecek köy ve kasabalarda yeniden kurulacak Ermeni köyleri sınırının Bağdat Demiryol ile bağlantı hatlarından en az yirmibeş kilometre uzakta bulunması şarttır. Madde 7. İlave edilerek köy ve kasabalara yerleştirilen Ermeniler ile yeni kurulan köylerde yerleştirilen halkın nüfus kaydına esas olabilecek bir sağlamlık ve düzenlilikle hane itibariyle her ailenin isim, şöhret, yaş, sanat, geldiği ve yerleştiği yeri ve aynı şekilde haneyi oluşturan aile bireylerinin ismlerini ve yaşlarını gösteren bir defter düzenlenecektir. Madde 8. Ayrılan yerlere yerleştirilen bir kimse bağlı olduğu komisyonunu izni olmaksızın ve yörenin güvenlik kuvvetinden özel belge almaksızın bölgesinden ayrılmayacaktır. Madde 9. Kendilerine ayrılan yere gelen halkın, kesin şekilde yerleşmelerine kadar, iaşe ve muhtaç olanların evlerinin yapımı da göçmenler ödeneğinden harcanmak üzere hükümete aittir. Madde 10. İaşe ve yerleşme konularının sağlanması ve çabuklaştırılması ve halkın sağlığının korunması ve durumlarının rahatlatılmasıyla ilgili işlerin yapılması, bölgenin en büyük mülki memurları sorumlu amir olmak üzere, Göçmenler Komisyonu’na aittir. Madde 11. İaşe ve iskan konularının sağlanması ve çabuklaştırılması için gereği kadar ulaştırma, iaşe ve yerleştirme memurunun atanması, Nezaret’ten izin isteme şartıyla mutasarrıf ve valilere aittir. Madde 12. Yerleştirilen her aileye eski ekonomik durumları ve o anki ihtiyaçları gözönünde bulundurularak uygun miktarda arazi verilecektir. Madde 13. Arazinin ayrılması ve dağıtılması, Göçmenler Komisyon’una aitttir. 84 Madde 14. Ayrılan arazinin hudut ve dönümü ayrılıp, belirlendikten sonra geçici ilmuhaber karşılığında sahiplerine teslim edildikten sonra tapu ve emlak işlemlerine temel olabilecek bir düzenlilikte özel defterine kaydolunur. Madde 15. İhtiyaç sahiplerinden olan tarımla ve sanatla uğraşanlara uygun ölçüde sermaye veya araç verilecektir182 ( EK-C) . Bu yönetmelik ile devlet yetkilileri göç işlemlerinin düzenlenmesinde ve göç esnasında Ermenilere uygarca ve insanca davranılması talimatlarını vermişti. Yönetmelik aynı zamanda savaş içerisinde bulunulduğu dikkate alınarak Türk memur ve jandarmasının duygusal etkilerle görevlerini kötüye kullanmamaları hususunu da içermektedir. Diğer yönetmelik göç ettirilen Ermenilerin “iskan ve iaşesiyle hususat-ı saireleri” hakkında idi. Bu yönetmelik ile göç edenlerin maddi zarar görmemeleri ve bıraktıkları malların gerçek değeri üzerinden satın alınarak sahiplerine ödenmesi önlemler alınmıştır. İçişleri Bakanlığından valilik ve mutasarrıflıklara 11 Ağustos 1915’te gönderilen 452 sayılı ilgili yönetmelik aşağıdadır. “Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Halep, Bursa, Diyarbakır, Suriye, Sivas, Trabzon, Elazığ, Musul Valilikleriyle, Urfa, İzmit, Balıkesir, Kayseri, Afyon, Maraş, Eskişehir, Niğde Mutasarrıflıkları’na Adana, Halep, Maraş, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Elazığ, Erzurum ve İzmit Emval-i-Metruke Komisyon Başkanlıklarına Şifre: Nakledilen Ermeniler’in taşınabilir mallarının pek ucuza elden çıkarıldığı veya şuradan buradan toplanan vurguncuların tekelinde olarak yok bahasına satılarak, tamamen zarara uğramış olduğu haber veriliyor. Boşaltılacak bölgelere yabancı, şüpheli ve kimliği bilinmeyen hiçbir kimsenin girmesine ve gezmesine izin verilmemesi, gelmişler varsa hemen çıkarılmaları. Bunlardan ucuz mal almışlar varsa satışın bozulması gibi tedbirlere başvurarak asıl kıymetlerine getirilmelerine gayret olunarak, kesin şekilde gayrı meşru menfaatlere meydan verilmemesi. 182 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 78-79. 85 Bunların istedikleri eşyayı götürebilmelerine izin verilmesi. Götürmeyecekleri eşyadan durmakla bozulan eşya ile zaruri ihtiyaçlardan olanların açık arttırma ile satışı. Nakledilmemiş eşyadan bozulmayacakların sahipleri adına korunması. Taşınmaz mallar, kira, ipotek, borcunu ödeyerek devretme ve haciz gibi asıl sahibinin mülkiyet ve tasarruf bağını ortadan kaldırmayacak sözleşmelerin önlenmesi ve göç başlangıcından şimdiye kadar yapılan sözleşmelerin geçersiz sayılması. Danışıklı şekilde düzenlenen sözleşmelere ve akitlere meydan verilmemesi. Satış ve devir gibi kesin satış işlemlerine izin verilmesi ve tanıdıkların arazi ve emlak satın almasının engellenmesi gerekir”183. Her iki yönetmelik de tehcir gibi zor, ancak zorunlu bir kararın yaratabileceği olumsuzlukları önlemek amacına yönelik olduğunu göstermektedir. Burada Osmanlı yöneticilerin olağanüstü savaş ortamında bile ülkenin farklı etnik kökenli yurttaşlarına karşı olabildiğince koruyucu davranmaya çalıştıkları görülmektedir. Ermeni kafileleri iskan edilecekleri bölgelere sevkedilmek üzere Konya, Diyarbakır, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandılar. Kafilelerin muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları için kendilerine en uygun güzergahlardan nakilleri planlandı. Kayseri ve Samsun’dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mameratülaziz, Erzurum ve civarından gönderilenler; Diyarbakır-Cizre yolundan Musul’a sevk edilmişlerdir. Yolların kalabalık olması sancaklarda asayişin bozulması ihtimalinin belirdiği durumlarda bu güzergahların dışına çıkılmıştır. Urfa’dan Resulayn ve Nusaybin yoluyla gidenler Arap kabilelerinin saldırılarından korunmak amacıyla Siverek yolundan gönderilmişlerdir. Batı Anadolu’dan gelen kafileler ise KütahyaKarahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Maraş-Pazarcık güzergahından Zor’a gönderilmişlerdir. Emniyet açısından mümkün mertebe tren ve nehir yolları 183 Ermeni İhtilafı Belgeleri; s.190-191 86 kullanılmıştır184. Belirlenen güzergah bu olmakla birlikte Ermeni kafilelerinden bazıları yaklaşık dokuz aylık göç esanasında Konya’dan öteye götürülememiştir. Ayrıca göçün tamamı Suriye’ye yapılmamıştır. Örneğin Ezine’den gönderilenler önce İzmit’e yerleştirilmişler, buradan Balıkesir, Konya ve başka yerlere gönderilmişlerdir. Urfa’dan sevkedilenlerin yerine başka yerlerden gelenler bu şehrin kırsalına iskan edilmişlerdir. Erzurum’dan gönderilenlerin bir kısmı Kastamonu ve civarına, Merzifonlu Ermeniler ise Orta Karadeniz sahillerine yerleştirilmişlerdir. Kafileler için Konya, Halep, Diyarbakır, Cizre’de ana toplanma merkezleri Afyon, Ereğli, Harput, Malatya ve İzmit gibi yerlerde ara duraklar ve bekleme merkezleri oluşturulmuştur ( EK-D) 185 . Batı Anadolu’dan sevk edilenlerin hemen tamamı trenle nakledilmişlerdir. Cizre yolu ile sevkedilenler tren ve şahtur denilen kayıklarla taşınmışlardır. Demiryolu ve nehir nakliyat imkanının olmadığı durumlarda araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden zorluklar yaşanmış, hareket aksamıştır186. Dokuz ay süren yalnız bu göçün masraflarını karşılamak için toplam 2.250.000 kuruş ödenek ayrılmıştır187. Askeri kaynaklara göre tehcir uygulaması ile Ermenilerden 413.067’si yer değiştirmiştir188. Osmanlı Emniyet Umum Müdürlüğü’nün kayıtları da buna yakın olup yer değiştiren Ermeni sayısını 438.758 olarak vermektedir189. O dönemde Osmanlı Devleti’nde bulunan yabancılar da tehcirle ilgili bilgi derlemişlerdir. Örneğin ABD Halep Konsolosu Jesse B. Jackson, Şubat 1916 tehcir bölgesinde 486.000 Ermeni’den bahsetmektedir. Bu sayı Şubat 1916 itibariyle Suriye, G.Doğu Anadolu ve Musul gibi tehcir bölgelerinde yardım kuruluşlarından yardım alan 485.000 tahmin edilen insan sayısı ile uyumlu olmaktadır190. Sevkedilen Ermenilerden yeni iskan sahasına ulaşanların sayısı Emniyet Umum Müdürlüğünün raporlarına göre 382.150 kadardır. Bu farkın içerisinde bir kısmını yola çıkarılmış olmakla birlikte iskan mahalline varmadan 184 Halaçoğlu, 2002, s.112-113. Çiçek, a.g.e., s.99. 186 Halaçoğlu, 2002, s.112-113. 187 Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı No. 60, İstanbul, 2004, s.87 . 188 ATASE, 2005, s.439-456 189 Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri ve Gerçekler 1914-1918, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2001, s.7475. 190 Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu; a.g.e., s.75-76. 185 87 tehcirin durdurulması nedeni ile bulundukları vilayetlerde alıkonanlardır191. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sonrası Ermeni nüfusu ile ilgili incelemede bulunanların veya bu konuda yorum yapanların göç edenleri ölenler sınıfına dahil ettikleri anlaşılmaktadır. Örneğin İngiliz İstihbarat ve Propaganda Dairesince görevlendirilen Mavi Kitap ( Blue Book) adlı propaganda dokümanında Arnold Toynbe 600.000 Ermeni’nin öldürüldüğünü ileri sürmektedir. Konuya ilişkin belgelere göre yerlerine dönmeyenlerin büyük çoğunluğunu Ortadoğu, Rusya, ABD, Fransa, Güney Amerika ülkeleri, Avustralya, Hindistan ve İran’a göç edenler oluşturmaktadır. Denizaşırı ülkelere göç edenlerin büyük kısmı dönmemiş göç ettikleri ülkelere yerleşmiştir. Ortadoğu dışındaki ülkere göç deniz yoluyla gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Amerikan limanlarına gelen yolcu listelerine bakıldığında 1900 ile 1914 yılları arasında 51.950 Ermeninin göç ettiği ancak bu şekilde gidenlerin kayıp listelerine alındığı anlaşılmaktadır192. Ermeni sevkiyatının kısa zamanda yapılma zorunluluğu ve savaşın getirdiği olumsuz koşullar, kafilelerin emniyetinin ve iaşelerinin sağlanmasını güçleştiren en önemli nedenlerin başında gelmiştir. Bu yüzden yollarda ortaya çıkan salgın hastalıklara bağlı olarak 20 ile 21 bin civarında insan kaybı olduğu tahmin edilmektedir. Kafilelerden bazılarına özellikle Arap aşiretlerinin Halep-Zor arasında yaptıkları saldırılar sonunda iki bine yakın Ermeni’nin öldüğü, yine Diyarbakır’dan Zor’a ve Suruç’tan Menbiç yoluyla Halep’e sevkedilen Ermenilerden iki bin kadarının Urban aşiretinin saldırılarında soyuldukları anlaşılmıştır. Erzurum-Erzincan arasında bir kafileye yapılan eşkıya saldırısında beş yüz kişilik kayıp meydana gelmiştir. Diyarbakır bölgesindeki kafilelerden iki bine yakın insanın eşkıya tarafından kaçırılarak Mardin civarına götürüldükleri ve bunların yaşamlarına son verdikleri istihbar edilmiştir. Keza Dersim bölgesinde Erzurum’dan sevk edilen kafilelere yapılan saldırılar sonrası can kaybı olduğu Erzurum Vilayeti’nden bildirilmiştir. Osmanlı belgelerinden 1915 yılındaki tehcir esanasında dokuz ile on bin civarında Ermeni’nin bölge eşkiyası tarafından telef edilerek yaşamını kaybettiği anlaşılmaktadır. Bunun dışında öldürülme kaydına rastlanmamaktadır193. Ermeni kayıpları konusunda pek çok spekülasyon 191 Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu, a.g.e., s. 77. Halaçoğlu, 2008, s.72. 193 Halaçoğlu, 2004, s. 78-79. 192 88 yapılmıştır. Konuyu ele alan diğer bir eserde de kayıtlara geçen veya diplomat ve misyonerlerin tanık oldukları öldürme kayıplarının on, on beş bin civarında olduğu belirtilmektedir194. İlk kafilelerde meydana gelen ve bu boyuta ulaşmasını öngörmenin pek de mümkün olmadığı öldürme ve şiddet olayları karşısında ilave tedbirlerin geliştirilmeye çalışıldığı Ermeni yanlısı yayınlarda bile yer almıştır. Bunlardan birinde Dahiliye Nezareti 14 Haziran 1915’de yayınladığı genelgede meydana gelen olaylara reaksiyon gösterdiği, bunların tekrar etmemesi için Ermenilerin göçü esnasında “aşiretler ve köylülerin saldırılarından korunması, öldürme ve şiddete başvurma teşebbüsünde bulunanların şiddetle cezalandırılması” yönünde talimatlar gönderildiği, Erzincan’daki Alman Kızılhaç’ından bir doktorun “Erzurum’dan sevk edilen müteakip kafilelerin Erzincan’a emniyetle ulaştığı ve ilk kafilelerden daha iyi durumda gözüktükleri” şeklindeki ifadeler yer almaktadır195. Diğer bir örnek 16 Temmuz 1915 tarihli Ermeni kafilelerine saldıran Kürt eşkiyanın izlenmesi ve engellenmesi hakkında Menzil Müfettişliğinden 3’üncü Ordu Komutanlığına gönderilen yazıda 11 Temmuz 1915’de Kop Dağı geçişinde meydana gelen bir eşkiya saldırısının bertaraf edildiği iki eşkiyanın öldürüldüğü, kafilenin kurtarıldığı bildirilmektedir196. Ayrıca askeri ve sivil makamların önlemleri ile suistimaller önlenmeye çalışılmış, yasa dışılıkları inceleme için dört tahkikat komisyonu kurulmuş, suçlu görülenler harp mahkemelerinde yargılanmış idam dahil 1397 kişi ceza almıştır197. Tehcirin uygulanmasını izleyen diplomat ve misyonerler sevkiyatın süratli ve düzenli yapıldığını saptamışlar ve gelişmeleri en ince ayrıntısına kadar ilgili merkezlerine rapor etmişlerdir. Başka bir ifade ile zorunlu göç uygulaması yabancı diplomatların gözü önünde cerayan etmiştir. Batı bölgelerinde aynı uygulanın yapılmamasını bu bölgeleri göz önünde olduğu gibi subjektif nedenlere bağlayan yorumlar vardır. Ancak Ermenilerin çıkarıldıkları bölgelerden Samsun, Trabzon, 194 Çiçek,a.g.e., s.313. Lewy, a.g.e., s.163. 196 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 164-165 197 Necdet Bilgi; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması, Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999, s.17-18 195 89 Erzurum, Harput, Urfa, Halep, Mersin gibi yerlerde Amerikan konsoloslukları bulunmaktaydı. Merzifon, Konya, Diyarbakır, Sivas gibi yerlerde ise misyonerler görev yapmaktaydı. Bazı kereler bu misyonerlerin Ermenilerle birlikte yolculuk etmesine müsaade edilmekteydi. Bu hususlar tehcirin saklı bir faaliyet olarak yürülmediğini kanıtlamaktadır198. Öte yandan Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün Ermenilerin tehcire tabi tutulduğu gibi bir iddia da tamamen yanlıştır. Çünkü tehcir uygulanan vilayet ve sancaklardan (Ankara, Erzurum, Adana, Bitlis, Halep, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Mamaeratülaziz vilayetleri ile İzmit, Eskişehir, Canik, Karesi, Kayseri, Maraş ve Niğde sancaklarından çıkarılan Ermenilerin sayısı o vilayetlerdeki toplam Ermeni nüfusun % 42’sinden azdır. Çünkü anılan yerlerdeki toplam Ermeni nüfusu 987.569 iken sevkedilenlerin sayısı 413.067’dir199. Ayrıca savaş bölgesi dışındaki Ermenilere tehcir uygulanmamıştır. Örneğin İzmir’de komiteci 150 Ermeni dışında kentten göç ettirilen Ermeni olmamıştır. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler kanun kapsamına alınmamış, muvazzaf subay, sağlık subayı ile bunların aileleri, milletvekilleri, zanaatkar, meslek sahipleri, tüccarlar, kamu işçileri, öğretmenler vb. meslekler kapsam dışı bırakılmıştır. Başlangıçta görme özürlüler, yetimler, kadınlar muaflar arasında tutulmuş, misyonerlere ait olanlar başta olmak üzere yetimhanelerden çocuk alınmamıştır. Hatta Trakya, İzmit, Konya, Bursa, Kayseri gibi yerlerde komite bağı olmayan Gregoryen Ermeniler de sevk kapsamına alınmamıştır. Ancak yeni güvenlik gerekçeleri ortaya çıktığında muafların bir kısmı göçe tabi tutulmakla birlikte bazılarının da sevki durdurulmuştur200. Osmanlı Hükümeti savaş koşullarına rağmen sevkiyatın bir düzen içerisinde yürütülmesine ve kafilelerin zarara uğramamasına özen göstermiş bu amaçla elindeki olanakları zorlayarak bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen cepheye sürekli asker ve yiyecek ikmali nedeniyle göçmenlerin ulaşımında araç sıkıntısı ve diğer zorluklarla karşılaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda bazen istasyonlarda yığılmalar oluştuğu ve ulaşım aracı yetersizliğinden aksamalar olduğu, hasat mevsiminden ötürü 198 Çiçek, a.g.e., s. 51. ATASE, 2005, s.445. 200 Çiçek, a.g.e.; s.78-80. 199 90 araba ve hayvana duyulan ihtiyaç nedeniyle kafilelerin güçlükle hareket ettikleri anlaşılmaktadır201. Osmanlı Devleti’nin uyguladığı zorunlu göçün dışında kalan ancak savaşın tehlikelerinden korunmak için Kafkasya’ya kendileri göç eden Ermeniler 160.000 civarında kayıp vermişlerdir. Kafkasya’daki tespitlerin doğruluğu kabul edilirse Anadolu, Suriye ve Kafkaslardaki Ermeni kayıplarının 250-300 bin civarında olduğu söylenebilir. Ancak bu kayıpların Osmanlı Devleti’nden kaynaklandığını ileri sürmek yanlıştır. Çünkü salgın hastalıklar nedeni ile Avrupa ülkelerinde meydana gelen ölümler dahi yüzbinlerle ifade edilmektedir. Savaş dışındaki bölgelerden örneğin Kafkasya’dan Anadolu’ya sürülen 1.5 milyon müslümandan Ancak 700.000’i Anadolu’ya gelebilmiştir. Hastalık nedeniyle Osmanlı Ordusununun 1915-1918 yılları arasındaki kaybı 401.859’dur202. Sonuç olarak savaş ortamında yer değiştirme esnasında hem savaş alanının riskleri, eşkiyalık yapılması, ayrıca geçmişte Ermenilerden zarar görmüş intikam peşinde koşan bazı aşiretlerin bölgelerinden geçen kafileler için yarattığı emniyetsiz ortam bir kısım yaşamların kaybedilmesine yol açmıştır. Ayrıca Ermenilerin yer değiştirmesi ve yeni bölgelerde iskan Osmanlı Devleti’nin yakıt, yiyecek, ilaç ve diğer ikmal maddeleri açısından büyük darlıkların yaşandığı büyük kuraklık ve açlığın hüküm sürdüğü bir döneme rastlamıştır. Kayıp verenler yalnız Ermeniler olmamış, sadece Doğu Anadolu’da Osmanlı Ordusunda 90.000 asker büyük kıtlıklar nedeniyle yaşamını yitirmiş, ayrıca savaş süresince değişik bölgelerden Ermeni göçmenlerin kaybına neden olan koşullardan ötürü üç ile dört milyon arasında Osmanlı yurttaşı kaybedilmiştir203. 4.Tehcirin Sonuçları Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yalnız göç değil çeşitli nedenlerden ötürü verdiği kayıplar verdiğine dair Ermeni lobileri ve Ermeni yanlısı çevrelerin mübalağalı iddiaları vardır. Değinilen koşullarda ölüm kayıtları diye bir şey söz konusu 201 Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu, a.g.e., s.99. Halaçoğlu, 2008, s.74-77. 203 Foreign Policy Institute, The Armenian Issue in Nine Questions and Answers, Yayın No.3, Ankara, 1983, s.25. 202 91 olmadığından, kayıplar ancak tahmin edilebilmektedir. Ayrıca 1914 yılında Osmanlı Ermenilerinin sayısı konusunda değişik kaynaklar arasındaki çelişkiler büyük boyuttadır. Ayrıca kayıpların yalnız tehcir kaynaklı olduğu düşünülmemelidir. Çünkü savaş, kuraklık, kıtlık gibi nedenlerle yaşamını yitiren Ermenilerle, tehcir kayıplarını ayırt etmek mümkün olmamaktadır. Bölgenin Müslüman halkı da açlık, salgın gibi nedenlerle yaşamlarını yitirmiştir. Ermenilerin tehcir nedeniyle evlerini terketmeleri kayıplarını arttırmıştır. Öte yandan pek çok Ermeni yaptıkları çete savaşlarında zayiat vermiş, ayrıca önemli bir Ermeni kaybı, bunların Doğu Vilayetlerinde Rus işgalcileri desteklemek için girdikleri çatışmalarda meydana gelmiştir204. Ermeni kayıpları hakkında kesin bilgi olmamakla beraber değinilen nedenlerden dolayı değişik kaynaklara dayanarak yapılan çalışmalarda Birinci Dünya Savaşındaki Ermeni kaybının üç yüz bini geçmediği hesaplanmaktadır205. Öte yandan tehcir bölgelerine sevkedilen ile varanlar dikkate alındığında yollarda açlık, hastalık, saldırı ve diğer nedenlerle yaşamını kaybedenlerin 50.000 kadar olduğu anlaşılmaktadır. Yani tehcirin Ermeni kayıpları içerisindeki yeri % 18 kadardır206. Buna karşılık Osmanlı’nın Doğu Vilayetlerinde 1912’den 1922’ye kadar olan dönemdeki Türk ahalinin kaybı 1.189.132’dir. Bu vilayetlerden Van ve Bitlis’te Türk kayıp oranı % 62, Erzurum’da % 31, Diyarbakır’da % 26’dır207. Görüldüğü gibi savaş ülkede pekçok kayba neden olmakla birlikte bunun esas mağduru Türkler olmuştur. Tehcirin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler harp içerisinde olmasına rağmen Osmanlı Hükümetinin bu zor işe özen gösterdiğini ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazmışlardır. Buna karşılık içerisinde Rusya, İngiltere, ABD’nin de bulunduğu bazı ülkeler ile Batı basını olayları çarpıtarak yansıtmışlardır. Örneğin ABD’nin Mersin’deki konsolusu bazı aksaklıklara rağmen sevkiyatın düzenli sürdüğünü ve kafilelere tren bileti sağlandığını bildirmiştir208. Buna karşın İstanbul’da bölgenin uzağında bulunan ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau olayları tamamen ters 204 Lewy, a.g.e.,s.233. Gürün,a.g.e., s. 225-227. 206 Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı: 60, İstanbul, 2004. s.128-129 207 McCarty, a.g.e., s.272-273. 208 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Vol 510 Roll 539, 867.4016/193. 205 92 bir şekilde ülkesine yansıtmıştır. Konuya ilişkin iddialara göre Morghenthau rüşvetler vererek satın aldığı bazı Ermenileri ABD’ne göndermiş, ayrıca İstanbul’daki İngiliz, Rus ve Fransız uyrukluları da kurtarmıştır. Bu asılsız ve gerçekleri çarpıtan durumu ABD’de bulunan bir Türk 14 Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Hükümetine bildirmiştir. Morgenthau’den başka Ermenilerin katledildikleri iddialarını Avrupa’da yayan ve söylentileri büyük ölçüde Morgenthau’den alan Lord Byrce ve Arnold Toynbee ile Alman Protestan papaz Johannes Lepsius olmuştur209. Bu kişilerin yazdıkları daha sonra sözde Ermeni soykırım iddialarına kaynak teşkil etmiştir. Diğer taraftan Ermeni komiteleri hakkında büyük beklentiler içerisinde olan İtilaf Devletleri Ermenilere sağladıkları destekle geniş çaplı ayaklanmalar çıkarmalarının ardından tehcir kararı ile savaşta sürekli olarak Osmanlı Ordusunu arkadan vurma avantajını kaybetmelerine tepki göstermişler ve 25 Mayıs 1915 tarihinde Havas Ajansı ile yayınladıkları tebliğde, Osmanlı Devleti’ni soykırımla suçlamışlardır. Osmanlı Devleti verdiği cevapta çıkan isyan ve eylemlere değinmiş bunları İngiliz ve Rus ajanlarının kışkırttığını belgelere dayanarak belirtmiş, olayların dışında kalanlara tehcir uygulanmadığını vurgulamıştır210. Tehcir, savaşın olağanüstü koşullarının getirdiği bir zorunluluk olmuştur. Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında kötü niyetli ve kasıtlı davranışta bulunanlar hakkında soruşturma açmış, Divanı Harpte yargılamış ve suçlu görülenler ağır cezalara çarptırılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi Osmanlı Vilayetlerinde Ermenilere kötü davranan, yolsuzluk yapan 1397 kişi soruşturma komisyonlarınca yargılanmış idam dahil çeşitli cezalar almışlardır211. Mondros Mütarekesi sonrasında tehcir edilen Ermenilerin eski yerlerine dönmeleri için karar alınmış, bir kısım Ermeniler dönüş 209 Halaçoğlu, 2004, s.123-124. Dikran Kevorkyan; “Ermeni Meselesinde Tehcire Amil Olan Nedenler” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628, Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985, s. 300-301. 211 Taşkıran, a.g.e., s.220-221. 210 93 yapmakla birlikte bazıları Batı ülkelerine göç etmiş, bazıları ise iskan edildikleri bölgelerde kalmayı sürdürmüşlerdir212. Osmanlı Hükümeti tehcir koşullarının değişmesi üzerine sevkedilenlerin dönmesi konusunda çalışmalar başlatmış ve hükümetin bu yöndeki düşünce ve eğilimleri 1918 yazından itibaren Avrupa basını da dahil olmak üzere yayılmaya başlamıştır. Azınlık basını da hükümetin iyi niyeti karşısında bir kısım isteklerini beyan etmiştir. Hükümet anılan istekler ilişkin bir kısım işlemlerin tamamalandığını kalanının da tamamlanacağını ve tamamı hakkında yasal düzenleme yapılacağını açıklamıştır. Henüz resmi bir düzenleme olmamakla beraber değişik bölgelerde gerekli önlemlerin alınmıştır. Hatta 25 Ağustos 1918 tarihli bir Ermeni gazetesinde (Jamanak) bir çok göçmen ailenin İzmit’e ulaştığı, Rumeli’ye geçme izni istedikleri yer almıştır. Yine başka bir Ermeni gazetesinde (Pojantiyon) hükümetin Konya’daki muhacirlerin dönmesine izin verdiği ifade edilmiştir213. Osmanlı Hükümeti 1918 yılı sonbaharında önemli gelişmelerin beklendiği günlerde basınla iyi ilişkiler içerisindedir. Belirli günlerde basın temsilcileri davet edilerek bilgi verilmektedir. Bu bağlamda Ermeni ve Rum göçmenleri hakkında bilgiler verilmekte ve bu azınlık basınında yer almaktadır. 23 Eylül 1918 tarihli Verçinlor gazetesi Ermenilerin serbest seyahat etmeleri için çalışmalar yapıldığını vermekte, olayı değerlendirmekte ve müjde vermektedir. Mütarakenin arefesindeki dönemde azınlık basınında Türklere ve yönetime karşı genelde olumlu ve anlayışlı bir hava hakimdir214. Bu bağlamda daha savaş henüz sona ermeden Osmanlı Hükümeti valilik ve mutasarrıflıklara Ermenilerin geri dönmelerine izin verildiğini bildiren bir kararname yayınlamıştır. 28 Ekim 1918 tarihli kararname şöyledir. 1.Savaş durumu dolayısıyla askeri karar ile bir yerden çıkarılarak başka yerlere sevk edilmiş olan bütün ahalinin çıkarıldıkları yerlere dönmelerine izin verilmesi Meclis’i Vükela’ca kararlaştırlmış olduğundan dönmek isteyenlere izin verilecektir. 212 Bakar, Bülent; “ Tehcir ve Uygulaması” Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006, s.143, s.172. 213 İbrahim Ethem Atnur,Tehcirden Dönen Rum ve Ermenilerin İskanı Meselesi, Atatürk Üniversitesi (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Erzurum,1991,s.25-27 214 Atnur, a.g.e., s.10-15 94 2. Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ Valilikleriyle, Erzincan mutasarrıflığı içerisinde iaşe vasıtalarının yetersizliğinden dolayı, bu yerlerin halıkından dönmek isteyenler için öncelikle mahalleleriyle haberleşerek, seyahatlerinin emniyeti ile iaşeleri ve yerleşmeleri vasıtaları sağlandıkça kısım kısım gelmelerine izin verilmesi gereklidir. 3.Bu karar ülkenin yüksek menfaatleri itibar nazarına alınarak kabul edilmiş olduğundan, uygulama emrinde kesinlikle kaçınmaya ve gecikmeye meydan verilmeyecektir215. Nazır Ali Fethi Geri dönüş kararnamesi ile yerlerine dönen Ermeni sayısı hakkında açıklama bulunmamakla birlikte, Mondros mütarekesinden sonra Anadolu’da daha önce Ermenilerin yaşadığı bölgelerde önemli sayıda Ermeni nüfusun bulunduğu, hatta bazı bölgelerde işgal kuvvetlerinin desteği ile daha öncekinden fazla sayıda Ermeni nüfus olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda Kurtuluş Savaşı sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktar Ermeni’nin getirildiği ve bunlardan askeri birlikler ve milis kuvvetleri oluşturulduğu bilinmektedir216. Dönen Ermenilere ilişkin dönemin basınında çeşitli haberler yer almıştır. Bu bağlamda Tarsus’ta çıkan Ermeni Jamanak gazetesinde Adana’ya dönen Ermeni sayısını 50.000 olarak vermektedir. Fransızlar ise bunu 120.000 olarak vermektedir. Bunların bir kısmı Fransızlar vasıtasıyla getirilmiştir217. İleri gazetesinin 3 Şubat 1920 tarihli sayısında dönen ve iskan edilen Ermeni ve Rum sayısı 335.883’dür. Bu tarihten sonra da iskan edilenler olmuştur. Osmanlı Hükümeti’nin daha önce sevkedilenlerin geri dönüşü için karar aldığı Ermenilerin bu işlemleri 1920 yazı sonlarından itibaren bitmiş, dönecek göçmen kalmamış veya kalsa bile yeni yerinde iş güç edindiğinden dönmek istememektedir. Dönen göçmenlerin iskanı için 1.150.000 liradan (yaklaşık 41.4 milyon YTL ) fazla ödenek kullanılmıştır. Muhacirin Müdüriyeti önemli çalışmalar yapmıştır218. Bundan başka patrikhaneler ve 215 Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.190-191. Halaçoğlu, 2001, s.84. 217 Atnur, a.g.e., s.124-126. 218 Atnur, a.g.e., s.99-105. 216 95 yardım kuruluşlarının da anılan faaliyetlere katkıları olmuştur. Az bir kısım Ermeni kendi imkanlarıyla dönmüştür219. Anadolu’da pek çok şehrin 1914 ve 1918 yıllarındaki Ermeni nüfusları karşılaştırıldığında Anadolu dışına çıkarılan Ermenilerden önemli kısmının geri döndüğü anlaşılmaktadır. Dönmeyen veya kayıp olarak değişik belgelere geçen Ermenilerin akibetine bakıldığında eski yerlerine dönmeyenlerden çoğunluğunun Amerika, Fransa, Güney Amerika ülkeleri, Avustralya, Hindistan, İran ve Rusya gibi ülkelere göç ettikleri ortaya çıkmaktadır. Gidenlerle İtilaf Devletleri orduları safında savaşırken ölenlerin sayılarına bakıldığında 1915 öncesinde Anadolu’da yaşadığı belirtilen Ermeni nüfusuna yakın bir sayıya ulaşılmaktadır. 1914 ile 1920 yılları arasında göç eden Ermeni sayısı 848.000, 1918 yılı itibariyle Osmanlı ülkesinde yaşayan ve dönen Ermeni sayısı ise 644.900’dür . Toplam 1.492.900 olmaktadır. Bu durumda öldüğü iddia edilen kayıpların aslında başka ülkelere göç edenler olduğu, iddia edildiği gibi büyük Ermeni kayıplarının meydana gelmediği anlaşılmaktadır220. Ermenilerin savaş öncesi sayılarına ilişkin değişik kaynaklarda farklılıklar bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin 1914 yılı nüfus sayımlarında Ermeni Nüfusu 1.300.000 kadardır. Ermeni Patrikhanesi bir tarafa bırakılırsa farklı yabancı kaynaklarda bu sayı 1.600.000 civarına kadar çıkmaktadır221. Hangi rakam alınırsa alınsın 1914 ve 1918 yıllarındaki Anadolu Ermeni nüfusları karşılaştırıldığında Ermenilerle ilgili abartılı kayıp iddialarının gerçeklerden uzak olduğu görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı içerisinde Ermeni meselesini etkileyen önemli bir gelişme kuşkusuz 1917 yılı Şubat ayında Rusya’da Çarlık rejimine karşı meydana gelen ihtilal ve bunun sonrasında Ekim’de Bolşeviklerin idareyi ele geçirmeleridir. Buna ilişkin hususlar aşağıdadır. D. Rus İhtilali Sonrasında Kafkasya’daki Gelişmeler Kırım’ın doğusundaki Taman Yarımadası’ndan Hazar Denizi’nin batısındaki Bakü’nün de üzerinde yer aldığı Apşeron Yarımadası’na kadar uzanan bölge 219 Atnur, a.g.e., s.114-115. Halaçoğlu, 2008, s.108-109. 221 Halaçoğlu, 2004, s.34-37. 220 96 “Kafkasya” olarak adlandırılmaktadır. Kafkasya’nın karmaşık bir etnik yapısı vardır. Azeriler, Karaçaylar, Malkarlar, Kumuklar, Nogaylar gibi Türk toplumları; Çerkesler, Kabartaylar, Abazalar, Lezgiler, Çeçenler gibi Müslüman; Gürcüler, Ermeniler, Svanlar, Osetler gibi Hıristiyan pek çok unsur yaşamaktadır. On dokuzuncu yüzyılın başlangıcından itibaren Rusya Kafkasya’ya yerleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da olduğu gibi Kafkasya’dan da çekilmesi Türk ve Müslüman göçüne yol açmıştır222. Göçler, savaşlar ve diğer fırsatlar kollanarak Ermenilerin büyük kısmı Ruslar tarafından Türklerin yaşadıkları vilayetlere yerleştirilmiş, bu Rusya’nın devlet politikası olmuştur223. Savaş esnasında Rus işgalinde kalan Doğu Anadolu’daki yerel Türk nüfusun yarısı zorla göç ettirilmişti. Geride kalanlar ise meskun mahallere yakın yaşayan halk idi ve özellikle kuzeydoğu Anadolu’daki Erzurum ve Trabzon Rusların doğrudan askeri denetiminde bulunmaktaydı. Kırsal kesimde göç sonucu Türk nüfusun kalmamasının temel nedeni Ermeni çetelerinin kolay hedefi olmalarıydı. Göç etmeyip geride kalanları ise kadın, çocuk, yaşlı olan ve Rus işgal Ordusu için tehdit teşkil etmeyenler oluşturmaktaydı. Rus Ordusunun kırsal kesimde denetimi bulunmamaktaydı. Kırsaldan göç edenler ise kötü muamale ve katliama uğradıklarına dair yakınmalarla gelmekteydiler. Büyük şehirler ve bunların hemen civarı dışında özellikle Van Gölü ile Rus sınırı arasındaki bölgede Türk- Müslüman nüfus hemen hemen hiç kalmamıştı224. Birinci Dünya Savaşı’nın sonu yaklaşırken Rusya’da ihtilal başladı. Çar ve hükümeti devrildi. Yerine geçen Kerenski Hükümeti Rus Harlemof başkanlığında Ermeni, Gürcü ve Azeri Türklerinden birer üyenin bulunduğu bir komiteyi Kafkasya’ya göndererek Transkafkasya Komiserliğini oluşturdular. Bu dönemde Kafkasya’da çeşitli halklar özerklik elde etme gayreti içerisinde idiler. 1917 Eylül’ünde Tiflis’te Birinci Dünya Savaşı süresince Ermeni politikası ve Ermeni gönüllülerinin harekatını düzenleyen Ermeni komitelerinin yerine, yetki ile donatılan yeni bir kurul şeçildi. Bu 222 Öke, 2000, 154-157. Dursun Yıldırım, Cihat Özönder; Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.ll B, Seri III, Sayı A.31, Ankara 1991 s.11. 224 Justin McCarty, Carolyn McCarty; Turks and Armenians, Commitee on Education Assembly of Turkish American Associations, Washington, D.C., 1989, s.55-57. 223 97 kurulun göreve başlamasıyla birlikte bir Ermeni Ordusu oluşturularak komutası Ermeni asıllı bir Rus generali olan olan Nazarbeykan’a verildi. Ermeni yönetimi ordularını güçlendirme girişimde bulunarak Kerenski’den Batı Cephesinde hizmet gören Ermenilerin Kafkasya’ya gönderilmelerini istedi. Gerekçe olarak ancak bu koşullarda Kafkasya cephesini koruma imkanlarının olacağını ileri sürdüler225. Rusya’nın 1917 ihtilali sonrası yeni yöneticileri Kafkas dağlarının güneyindeki vilayetlerin ve Osmanlılardan alınmış toprakların yönetimini askeri valilikten alıp Trans-Kafkasya Komitesi’ne devretmişti. 9 Mayıs 1917’de alınan bir kararla Rusya’nın işgalindeki Doğu Anadolu yönetim kadrolarına Ermenileri getirmişlerdi. Bunun nedeni devrimle birlikte ordunun kendi kendini terhis ederek Rusya içerisine doğru çekilmesi ve bölgede askeri güç kalmamasıdır. Buna rağmen yeni yönetim savaştaki elde edilen kazançları kaybetmemek için bunları Ermenilere bırakmak istemiştir. Böylece Ruslar Doğu Anadolu’yu Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon vilayetlerine bölerek başlarına Rusya’dan getirdikleri Ermenileri mülki amir olarak görevlendirdiler. Bu gelişmelere paralel olarak Tiflis’te toplanan ve değişik eğilimli Ermeni temsilcilerinin aldığı karar ise, artık Büyük Ermenistan’ın kurulmasıydı. Bu emelleri gerçekleştirmek için yirmibeş kişiden oluşan bir “Ermeni Milli Meclisi” ile onbeş kişiden oluşan bir yürütme organı niteliğinde olan “Ermeni Konseyi” oluşturulmuştur. Bu aşamada Doğu Anadolu’nun tamamen Ermenileştirilmesi sağlanacaktı226. Diğer tarafta Lenin bir yandan “halklara özgürlük” sloganını kullanırken diğer yandan Romanof İmparatorluğunun bölünmezliğini savunarak çelişkili bir tutum takınmaktaydı227. Bu bağlamda Bolşevik darbesi ile Brest Litovks Antlaşması arasındaki dönem Kafkasya için bir çalkantı ve istikrarsızlık dönemi olmuştur. Bolşeviklerin birleşik, demokratik Rusya ideallerini sıkça tekrarlamaları Kafkasya’da yaşayan halkların liderlerinde, kendileri için geçici yerel yönetimlerin yeterli olacağı inancını yaratmıştı. Zaman ilerledikçe Bolşevikler merkezi hükümetteki etkinliklerini arttırmış ve sınır bölgelerindeki bağımsızlık fikirlerine müsaade etmişlerdi. Ancak bunun Rusya’dan 225 ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983, s. 269 Hovannisian, a.g.e.., s.74-83. 227 Hovannisian, a.g.e., s.95. 226 98 ayrılmamak koşuluna bağlı olması gibi bir çelişki söz konusu idi. Bu çelişki 1918 Nisan’ına kadar devam etmiş ve Kafkasya’da yaşayan uluslar anılan tarihte bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Geçen beş aylık süre Rus politikasından kaynaklanan sorunlar ve Osmanlı cephesindeki koşullardan çok yerel hükümet örgütlenmelerine geçiş ile yerel ulusal-dini çekişmelerin egemen olduğu bir dönem olmuştur228. Öte yandan 11 Ocak 1918’de yayımlanan bir deklerasyonda Rus Ordularının Doğu Anadolu’dan çıkması dile getirilmekle birlikte bölgenin Ermenilere bırakılması öngörülmekteydi. Bu yaklaşım Bolşeviklerin Çar’ın mirasını korumak için zaman kazanmak amacında olduğunu ortaya koymakta ve Lenin’in, Doğu Anadolu Ermenileri hakkındaki politikasının kendisinin Çarlık Rusya’sının halefi olduğu bilincinin yanısıra, bu konuda kararlı olduğunu da göstermekteydi. Brest-Litovsk barış görüşmeleri sırasında 11 Ocak tarihli adı geçen karar Osmanlı temsilcilerine iletilmişti. Buna göre Ruslar, Çarlık Ordusu tarafından işgal edilen bölgeden çekilecek, ancak Osmanlı Hükümeti bu bölgenin Ermenilere devredilmesini kabul edecekti. Yönetim Ermeni ahalinin yerleştirilmesinden sonra topluluğun isteğine göre belirlenecekti229. Lenin ve yakın arkadaşlarının 1917 yılı Kasım ayında iktidarı ele geçirmesi sonrasında cephedeki Rus birliklerinin yerini Ermeni birlikleri almaya başlamıştı. Ayrıca iç bölgelerdeki asayişi sağlamak için “Ermeni Milis Teşkilatı” kurulmuştu. Rusların bölgedeki şehir ve kasabalara Ermeni memurlar ataması ve Ermenilerin askeri teşkilatlanmalarına destek sağlamasındaki amaç Brest-Litovks görüşmeleri sonucu Rus Ordusunun Doğu Anadolu’dan çekilmesiyle bölgede bir “Ermeni Devleti”nin kurulmasının altyapısının hazırlanması olmaktaydı230. Yine Ermenilerin Doğu Anadolu’ya yerleştirilmesi sonrası Türk topraklarında oluşturulacak Ermeni yoğunluğu ile yapılacak bir referandumla Doğu Anadolu Bolşevik Rusya’ya ilhak edilebilecekti231. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri Kafkasya’da tedirginlik yaratmış, Azeriler ve Gürcüler’in dahil olduğu Kafkas ulusları Sovyetlerin idaresine girmek yerine kendi 228 Hovannisian, a.g.e., s.106. Akdes Nimet Kurat; Türkiye ve Rusya, 1798-1919, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi. Yay. No:180, Ankara 1975, s.334. 230 Ergün Aybars; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basımevi, 1984, s.109. 231 Kurat, a.g.e.,s.364. 229 99 kaderlerini kendilerinin sahip olması düşüncesiyle 28 Kasım 1917’de (Trans-Kafkasya) Maverayı Kafkas adlı bir idare organı oluşturulmuştu. Maverayı Kafkas Komiserliği Azeri, Gürcü ve Ermeni temsilcilerinden oluşan ve merkezi Tiflis’te bulunacak bir “federasyon” olacaktı. Bu komiserlik Petrograd’daki Sovyet Hükümetini tanımamakla birlikte ilişkilerini tamamen kesmiş değildi. 18 Ocak 1918’de Bolşevikler bu meclisi zorla dağıtmışlar, bunun yerine bir Diyet Meclisi kurmuşlardır. Maverayı Kafkas Hükümeti’nin özelliği konfederasyon içerisinde üç ulusun iç işlerinde bağımsız oldukları ancak dış politikaları ortaklaşa belirleneceği bir yapıda olmasıydı232. Ancak bu yapay oluşum fazla sürmemiş Ermeniler müttefik aramaya, Gürcüler Almanya’ya yanaşmaya başlamışlar, Azeriler de Osmanlı Devleti’ne yaklaşmışlardı. 26 Mayıs 1918’de Kafkas Konfederasyonu dağılmış ve Gürcistan ile Ermenistan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Almanya Gürcistan’a bir tümen göndererek kritik ekonomik bölgeleri kontrol altına almıştır233. Osmanlı Hükümeti 18 Aralık 1917’de Erzincan’da Tiflis’te kurulan Maverayı Kafkas Komiserliği ile mütareke imzalamasına rağmen Erzincan Garnizon Komutanı (Fransız asıllı) Albay Morel’in Ermeni yanlısı olması nedeniyle Müslüman halka Ermeni çetebaşı Murat tarafından her türlü kötülük yapılmış ve yaptırılmıştır. Bunun üzerine Kafkas Cephesi Türk Orduları Komutanı Rus Kafkas Orduları Komutanına yapılan mezalim kanıtlarını belirterek, bu durumun önlenmesi için bir mektup göndermiştir234. Buna rağmen Taşnakların Müslüman halk üzerindeki mezalimleri artış kaydetmiştir. Bunun üzerine 6 Ocak 1918’de Başkomutanlıktan 3’üncü Ordu Komutanlığı’na “Ruslarla yapılan ateşkes anlaşmasına göre Rusların saptanan sınıra kadar geri çekilmesi üzerine kendileriyle temas sağlamak ve bu bölgedeki Türk halkı Ermenilerin zulüm, öldürme ve yağmalarından kurtarmak için milis kuvvetleri teşkil edilerek ileri sürülmesi” emri verilmiştir235. Emrin özeti Rus Ordusu ile çatışmamak koşulu ile temas devam ettirilmeli ve Türk halkı Ermeni zülmünden kurtulmalıdır anlamındadır. Ancak Rus Ordusu bölgeyi terk etmesiyle Ermeni zulmü artmıştı. Görgü 232 Öke, a.g.e.., s.168-170. Lenczowski, a.g.e..,s.63. 234 ATBD, (ATBD) Sayı 81, Belge No.1851, s. 269-276 235 ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979, s.281 233 100 tanıklarının verdiği bilgiler ve alınan istihbarat göre 1’inci Kafkas Kolordu Komutanı’nın 30 Ocak’ta 3’üncü Ordu Komutanı’na gönderdiği raporda “Erzincan’da meydana gelen olaylarda pek çok Türk’ün öldürüldüğü Ermenilerin Erzurum-Erzincan arasını keserek çevre aşiretlerle çarpıştığı, kuvvet gelmediği takdirde Ermenilerin bütün köy ve köprüleri yakma olasılığının kuvvetli olduğu” bildirilmiştir236. Erzincan olayları Türk basınına yansımıştır. Bu bağlamda 13 Mart tarihli Sabah gazetesinde özetle“Ermeni kökenli Miralay Morel isimli Erzincan’daki Rus garnizon komutanının bilgi ve desteği ile meydana gelen olaylarda Rus Ordusu ile sınırı geçmiş Kafkas Ermenilerinden Kurulu çetelerin büyük katliam ve şiddet uyguladıkları, ancak bunlarla birlikte yerli Ermenilerden bir kısmının da kendi komşu ve yurttaşlarına saldırma gibi eylemlere katıldıkları bu Ermenilerin Osmanlı sayılamayacağı bu topraklarda oturmaya hakları olmadığı” haber ve yorumu yer almıştır237. Bu olaylar Ermeni basınında da yer almış ve kınanmıştır. Verçinlor isimli Ermeni gazetesi “bu olayları ve faillerini Ermenilik meselesi gibi göstermek yanlıştır” derken; Jamanak gazetesi “Bu çetelerin Ermeni unvanı taşımalarını biz kendimizce büyük bir leke addederiz. Osmanlı Ermeniliği, Ermeni namını taşıyan bu canavarları hiçbir vakit Ermeni namıyla tanımaz. Bunlar Ermenilikten değil insanlıktan da hariçtirler” yorumunu yapmıştır. Bu gazetelerin haber ve yorumlarını Vakit gazetesi sayfa ve manşetlerine taşımıştır238. İhtilal sonrası silah bırakıp cepheyi terk eden Rusların Kafkasya Ordusundan geriye kalanlar Ermeni birlikleri ve gerilla güçleri olmuştu. Osmanlı Ordusu daha ileri harekete başlamadan önce Ermeniler sahiplenmek istedikleri toprakları bu güçle elde tutamayacaklarını farketmişlerdi. Çünkü Müslüman halkın yarısının göç etmesi ve büyük miktarda Türk’ün ölmesi Ermenilerin çoğunluk sağlamasına yetmemişti. Doğu Anadolu’da ayakta kalan Osmanlı Ordusunun ilerlemesi an meselesi idi. Bunun üzerine Doğu Anadolu’daki erkek, kadın, çocuk Ermeniler Kafkasya’ya göç ettiler. Bu geri çekilme esnasında açlık ve hastalık nedenleriyle büyük kayıplar da verdiler. Ancak 236 ATBD, Sayı 81, Belge No.1852, s. 277-284. Yusuf Tanatmış; Türk Basınında Ermeni Meselesi (1914-1919), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ( yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Kayseri, 2005, s 24. 238 Tanatmış, a.g.e., s. 22 . 237 101 Ermeniler geri çekildikçe göç eden Türklerden kalan binaları tahrip ettiler, taşıyamadıkları mahsul ve malları yaktılar. Ayrıca bölgede kalıp da Ermenilerin eline geçmemiş Türk ve Müslüman halk da öldürüldü. Ermeniler bölgeden ayrıldıkça Türkler topraklarına geri döndüler ve büyük tahribatla karşılaştılar. Bölgeyi terk etmeyen az miktarda ve şehirli Ermeni ise geri dönenlerin intikamından Osmanlı Ordusunun koruması altında kalarak kurtulmuştur. Ermenilerin bu çekilmesi sürecinde Rus sınırına yakın kuzey bölgedeki Ermeni güçleri direnç gösterdi ise de bu zayıf direniş Osmanlı Ordusu tarafından kısa sürede kırıldı. Ermeniler düzensiz bir şekilde çekilmeye başladılar. Bu çekilmede Osmanlı Ordusu’nun hızlı ilerleyişi ve Ermeni çetelerinin zamanının kalmayışı pek çok Türk’ün yaşamını kurtarmıştır. Yine de Osmanlı Ordusu Erzincan’a girdiğinde tahrip edilen yüzlerce ev ile çoğu kuyu ve derin olmayan toplu mezarlara konulmuş, hatta sokaklarda açıkta bırakılmış yüzlerce cesetle karşılaşmışlardı. Benzer manzaralar diğer şehirlerde de görülmüştür. Örneğin yalnız Erzurum’da Ermeniler’in çekilmeden sekiz bin kadar Türk’ü öldürdüğü görülmüştür239. Rus Ordusunun Doğu Anadolu’yu boşaltması sonrasında Ermeni çetelerinin yaptığı zulümler ortaya çıktıkça bu durum Türk basınında da yer almıştır. İstanbul’da yayınlanan 25 Şubat 1918 Sabah gazetesine beyanat veren Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Bey “Doğu Anadolu’nun Rus askerleri tarafından boşaltılmasından sonra ortaya çıkan duruma bakıldığında Ermeni çetelerinin Müslüman halka zarar verdiğini, ordunun bu çetelerle uğraşmak zorunda olduğunu ve bölgedeki çetelerin üç yıldan beri bazen Ruslara rehberlik ederek bölgenin işgalini teşvik ettiğini, bazen geri çekilme yollarını kullanmalarını sağladığını, burada bulunan Müslüman unsurunu ortadan kaldırmak için üç seneden beri akla gelmedik vahşetler sergilediğini” şöylemiştir 240. 239 240 McCarty, Justin/Carolyn, a.g.e..,s.57-58; Honannisian, a.g.e..,s.135 Tanatmış, a.g.e., s. 22 102 İKİNCİ BÖLÜM ERMENİ MESELESİNİN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ İÇERİSİNDEKİ YERİ A. Ermeni Sorununun Amerika Birleşik Devletlerine Taşınması Amerikan halkının Ermeni meselesi hakkında koşullandırılması sistemli bir şekilde yürütülmüştür. Bunun için çeşitli örnekler vermek mümkündür. Bir tanesinde James B. Gidney şöyle yazmaktadır. “Bu çalışmamdan haberi olan tanıdık herkes Ermeniler hakkında çocukluğumdan beri çok şey duyduğunu belirtmektedir. Önüne konan yemeği yemek istemediği zaman annelerin çocuklarına Ermenileri anımsatarak; ‘Ermeniler bunları bulsa ne kadar sevinirler’ veya ‘Ermeniler açlık çekerken bu yiyecekleri bırakmaktan utanmalısın’ diye çıkıştıktıklarını söylemektedir. Hatta bugün bile herhangi bir kişinin ‘Ermeniler hakkında tek bildiğim şey onların açlık çektikleridir’ dediğini duyabilirsiniz. Bu ve buna benzer söylemler onların hikayesini anlatır. Bir dönemde Amerika’da Ermeniler için yaygın bir sempati oluştu. Bu sempati misyoner gayretleriyle beslendi, yalnız kiliseler değil gazete ve dergilerde de canlı tutuldu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin zulmü nedeniyle acı çeken Ermenilere yardım kampanyaları düzenlendi. ‘Ermeniler Hıristiyan oldukları için öldürülüyorlar’ teması hafızlara yerleştirildi241. Amerika’da bu yargıyı oluşturan en etkin grup misyonerlerdi. 1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınmasında misyonerlerin rolü büyüktür. Amerikalı misyonerler Osmanlı İmparatorluğu’na Müslümanlar dahil olmak üzere halkı Protestan Hıristiyan yapmak amacıyla geldiler. Anadolu’da “American Board of Commissioners for Foreign Missions” adlı örgüte bağlı olarak çalışan misyonerler Müslümanların ve Yahudilerin dinlerini, Rumların da Ortodoks mezhebi mensubiyetini değiştirmede başarılı olamayınca bu görevlerini Ermeniler üzerinde yoğunlaştırdılar. Misyonerlerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin en önemli noktasını Amerika’da Türklere 241 James B. Gidney; A Mandate For Armenia, Kent State University Press, Ohio, 1966, s.41-42. 103 karşı bir kamuoyu yaratmak oluşturmuştur. Misyonerliğe karşı Müslümanların karşıt bir yaklaşımı olmamış, bilakis direnç Protestan etkisinden tedirgin olan Ermeni Patrikliğinden gelmiştir. İngiliz ve Amerikan politik etkinliği ve maddi güçle kısa sürede bu engel aşılmış ve Ermeni milliyetçiliğini körükleyen misyoner okulu sayısı 1845’de 7 iken, 1913’de 450’ye öğrenci sayısı ise 26.000’e ulaşmıştır242. Amerikan okullarının Ermeni milliyetçiliğine dolaylı desteği, bu düşüncenin ABD’de kurumlaşmasını ve gelişmesini sağlamak olmuştur. Misyonerler Ermenilerin ABD’ye gitmesine destek olmuş ve devamlı bir akış sağlanmıştır. Böylece çok sayıda Ermeni ihtilal örgütü faaliyette bulunma imkanı bulmuş ve önemli yardımlar toplamışlardır. Amerika’da o dönemde hiçbir Türk cemiyetinin bulunmaması, tek yönlü bu propagandanın etkinliğini arttırmaktaydı. Böylece Ermeni örgütleri Amerikan kamuoyunu kendi amaçlarına uygun şekillendirmede önemli etkinlik sağlamışlardı. Ayrıca Osmanlı topraklarına dönüşlerini ABD pasaportu sahibi olarak yapan Ermeniler, kapitülasyonların sağladığı ayrıcalıkları istismar ederek ülke içinde de amaçları doğrultusunda kolaylıkla faaliyet gösterbiliyorlardı243. Misyonerlerin yabancı ülke kamuoyularında Ermeniler hakkında taraflı ve kin ve nefret uyandıran faaliyetlerde bulunduklarına ilişkin hususlar Osmanlı Devleti’nin yazışmalarına da yansımıştır. Osmanlı Washington Büyükelçiliğinden 27 Aralık 1895 tarihinde gönderilen raporda “Amerikalı misyonerlerin Ermeni işlerine müdahalesi olmaması durumundan Ermeniler lehine yapılan tahriklerin büyük ölçüde azalacağı, çünkü gerek Avrupa’da gerek Amerika’da Osmanlı Devleti aleyhine kin ve düşmanlık yaratan nedenlerden birinin Osmanlı ülkesinde ikamet eden misyonerlerin gizli veya açık olarak yabancı ülkelere raporlar göndermelerinden kaynaklandığı” belirtilmektedir. Raporda anılan misyonerlerin Boston’daki dini liderlerine yazdıkları mektuplarda “son altı ay süresince 15.000 Ermeninin katledildiği buna karşın yalnız 2000 Türkün öldüğü” şeklinde ifadeler kullandığına yer verilmektedir244. 242 McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.31. McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.32. 244 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt II, (1896-1919) , Ankara, 2007, s.3, Ori. s.239-240 243 104 Konunun diğer bir yönünü ticari ilişkiler oluşturmaktadır. 1830 yılında ABD ile Osmanlı Devleti arasında ilk ticaret anlaşması yapıldı ve Amerika’ya da kapitülasyon hakları tanındı. Bu anlaşmaya göre Amerikan tüccarları Osmanlı İmpatorluğu’nda simsarlar kullanabilecek, bunlar her din ve ulustan olabilecekti245. Osmanlı toplum yapısında Türkler asker, çiftçi, kamu görevlisi vb. hizmetlerde idiler. Rumlar denizci ve tüccar; Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Amerikalılar, azınlıkları kullanabilmek için anlaşmada simsarların her “ulus ve dinden” olabileceği hükmünü koydurmuşlardı. Böylece Amerika ile gerçekleşen ticaret hacmı arttıkça Amerikalılar ile iş yapan Ermenilerin sayısı da artış kaydetti. Bunlar değişik yollarla Amerikan pasaportu elde ediyor, başı sıkışan Amerikan vatandaşlığını ileri sürebiliyordu. Bu bağlamda Amerikan misyonerliğinin şemsiyesi altında Amerikanlaşan ve bir ayağı ABD’de olan bir Ermeni toplumu ortaya çıkmıştı. Amerikalı tüccar ve iş çevreleriyle sıkı iş ilişkileri ve ortaklığı olan bu tüccarlar, Amerika’daki Ermeni propagandası ve Türk düşmanlığının temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle Ermeni propagandasının gerisinde sermaye vardı ve kışkırtıcılardan önemli bir grup tüccarlar idi246. Amerika’da Ermeni propagandasını kolaylaştırıcı bir diğer neden çok önceden beri süregelen Türk ve Müslümanlar hakkındaki yerleşmiş önyargılardı. Webster gibi bir uluslararası sözlükte Türk tanımına bakıldığında “ikiyüzlü, şehvet düşkünü, vahşi, acımasız” gibi karşılıklar yer almaktadır. Diğer sözlüklerde de Türk “merhametsiz, baskıcı” vb. sözcüklerle tanımlanmaktadır. Türkler hakkındaki bu olumsuz imaj uzun süre içerisinde oluşmuştu. İslam’ın Ortaçağ’daki Hıristiyanlıkla rekabetine kadar dayanan bu önyargıda İslam korkulan, nefret edilen, Hıristiyanlığa karşı şeytan tarafından musallat edilmiş bir araç olarak gösterilmişti. Türklerin Avrupa’yı fethi bu duyguları körüklemiş bıyık ve türbanla şekillendirilen “korkunç Türk” imajı Avrupa’da annelerin çocuklarını uslu durmaları için korkutmada kullandığı bir yöntem olmuş, bu önyargılı düşünce Avrupa’yı sarmıştı. On dokuzuncu yüzyıla devreden bu kültürel 245 Fahir Armaoğlu; Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.5-6 . Bilal Şimşir; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985, s.81-83. 246 105 önyargı Ermeni sorununda Türklere karşıt düşünce ve tutumların fikri alt yapı oluşumunda kolaylaştırıcı rol oynamıştı. Bu bağlamda ABD ve Kanada’da Ermeni-Türk anlaşmazlığının en basit algılanma şekli “Türkler tarafından öldürülen Ermeniler” şeklindeki kabullenme idi 247. 2. Amerika’ya Göç Eden Ermeniler Amerika’daki Ermeni propagandasının en kesintisiz kaynaklarından biri oraya göç edip yerleşen Ermeniler olmuş ve bunlar değinilen önyargılardan yararlanmışlardır. 1840’lardan itibaren Anadolu’da çalışan Amerikalı misyonerlerin papaz olmaları için ABD’ye eğitime gönderdiği öğrencilerden önemli bir kısmı geri dönmemiştir. Ayrıca misyonerler yalnız papaz yetiştirmek için değil, eğitim amaçlı olarak da farklı Amerikan üniversitelerine öğrenciler yerleştirmişlerdir. Öğrenim için Amerika’ya gidip yerleşen bu Ermeni gençleri, Ermeni kolonisinin ilk çekirdeğini oluşturmuşlardır. Misyonerlerin yetiştirdiği bu eğitimli Ermeni gençleri Türk düşmanlığını yaymak bakımından önemli başarılar sağlamışlardır. Öte yandan Amerikan tüccarlarının yanında çalışan Ermeni yardımcıları, hatta hizmetçileri Amerika’ya çalışmaya gitmişlerdir. Osmanlı topraklarında Amerikalı tüccarın simsarı olarak çalışıp para biriktiren bir kısım Ermeni daha sonra Amerika’ya göç etmekteydiler. Hatta bu gidenler, arkalarından gönderilen Ermeni kızlarla evlenerek sayılarını arttırmakta idiler. Böylece Birinci Dünya Savaşı öncesinde Amerika’da 50.000 kişilik bir Ermeni kolonisi oluşmuştu. Bunlardan ikinci grubun eğitim düzeyi düşük olmakla birlikte Türk düşmanlığı üzerine kurulu Ermeni propagandasını bir ticari reklam aracı olarak kullanabilmekteydiler248. Amerikan basınında Türkler aleyhine yapılan bu propaganda faaliyetleri Osmanlı Devleti’nin Washington Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına bildirilmiştir. 22 Aralık 1894 tarihli bir raporda durum “Amerikan gazetelerinde hemen her gün Osmanlı Hükümeti aleyhinde Avrupa’dan gelen düşmanca telgraflarla Amerika’nın değişik şehirlerinde ikamet eden Ermeniler tarafından Osmanlı Devleti aleyhine kaleme alınmış yazıların yayınlandığı, bu yazılarda devamlı olarak 247 248 McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e.,s.70-74. Şimşir,1985, s.102-105 . 106 Ermenilerin Hıristiyan olduğu temasının vurgulandığı, Osmanlı Devleti aleyhine en saldırgan dil kullananların Ayvad, Melkon, Ağamalyan, Haykop, Eğinyan, Hamparsun, Karabetyan, Iknayan, Mıgırdıçyan, Dadiryan, Ohannes Tavşancıyan, Albert Kitapcıyan, Bogos Agopyan, Gabriel, Diyonyan isimli sahışlar olduğu” ifadeleriyle bildirilmektedir 249. Amerikan halkında yalnız “doğru sözlü Hıristiyan”a güven duymak önyargısının dışında Ermenilerin iki büyük avantajı bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi değinildiği gibi Ermenilerin Amerika’nın büyük şehirlerinde yerel gruplar oluşturmuş olmasıydı. Bunlar seslerini duyurabilmekte, düzenli olarak gazetelere mektuplar göndererek Amerikan kamuoyunu görüşlerine çekebilmekteydiler. Hatta bunlar Kongre üyelerine yazmaktaydılar. Böylece uzun bir süre Ermenilerin dışındaki toplum yalnız Ermeni çevrelerine bağımlı tek kaynakla koşullandırılmışlardır. 1890’larda basındaki okuyucu mektupları köşelerinde Ermeni görüşlerine yer verilmekte, önemli makaleler Ermeni toplum liderleri ile yapılan mülakatlarda ileri sürülen görüşlerle uyum halinde olmaktaydı. Ermeni toplumunun genelde Müslümanlar ve özelde Türkler hakkındaki olumsuz görüşleri toplumun genelinde paylaşılmaktaydı. Ermeniler kendilerini “Doğu’nun Yankileri” diye adlandırmaktaydılar. Türklere ise gerek Ermeniler, gerekse Amerikan ruhban sınıf tarafından kendilerini ifade imkanı verilmemekte, fanatik Müslümanlar olarak isimledirilmekteydi. Ermenilerin ikinci büyük avantajını ise Protestan misyonerlerinin raporları ve çeşitli yazılarıyla Ermeniler lehinde yarattıkları ortam oluşturmuştur250. Ermenilerin Amerikan basınını Türk karşıtlığı yönünde nasıl kullandıklarını özellikle New York Times gibi büyük tirajlı gazetelere gönderdiği yazılarla örneklemek yararlı olacaktır. Örneğin 30 Ocak 1895 tarihli New York Times’da Malden isimli bir İstanbul’da mukim bir Ermeni Protestan papazının “Türk Hükümeti’nin hoşuna gitmeyen yazılar yayınladığından” dolayı Avedaper isimli mahalli Ermeni gazetesini süresiz oalrak yayından men ettiğine dair mektubu yer almıştır251. Yine 17 Ağustos 249 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt I, s.130-131 Orijinal Belge (Ori) s.390-391 McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.74-76. 251 The New York Times, 30 January 1895. 250 107 1896’da Londra’da yayınlanan Daily News Gazetesine atfen “Ermenilere karşı yürütülen zorbalığın merkezinin Sultan’ın ikamet ettiği Yıldız Sarayı olduğu ve Türk Reform Partisi üyelerini faaliyetlerinden vazgeçirmek için Sultan’ın onayı ile yapıldığı ifade edilmekte, konuya ilişkin olarak İngiliz Hükümeti’nin diplomatik yazışmanın kısa sürede başlayacağı ve bunda 100.000 Ermeni’nin öldürülmesine yer verileceği” şeklindeki haber aynı gazetede çıkmıştır252. New Times editörüne gönderilen ve isim verilmeden yayınlanan diğer bir Ermeni mektubunda ise “Bütün Ermeniler yokedilmekte olan Hıristiyan bir ulusu destekleyen satırlarınıza teşekkür ederek teselli bulmaktadırlar. Bunu ifade ederken Amerika ve Avrupa’daki dostlarımızı 1895’de işlenene benzer vahşete karşı uyarıyoruz. Gerçekte Türklere karşı haklarını talep eden çok az Ermeni vardır. Türklere karşı sayıları çok düşüktür. Geçen yazdan itibaren Sultan’ın Hükümeti sistemli olarak dirençli Ermeni bölgelerini korkutup toptan bir Ermeni katliamını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Geçen yıllardan edindiğimiz tecrübeler bize gelecek hakkında fikir vermektedir. Bu bağlamda 1895’de çarpışan 2000 Ermeniye karşı 100.000 kişilik düzenli ordu askerinin kullanıldığı bir ortamda yüksek sayıda askerin öldürüldüğünün bir resmi raporda iddia edilmesi 1895’deki vahşetin tekrarı için mazaret bulma gayreti olarak görülmektedir. Bu nedenle içinde bulunulan kritik dönemde bütün sevenlerimizden bu tarz felaketlerin önüne geçmek için yakın yıllarda gördümüz gibi bütün Hıristıyanlık aleminde azami etkinliklerini kullanmalarını beklemekteyiz. Böylece, Tanrısız Doğu’nun saldırılarına karşı Batı Hıristiyanlığı için kendisini siper etmiş uygar bir milletin devamına imkan verilecektir”253. Bu tarz haber ve yazılar Ermenilerin Amerikan basında ne kadar geniş bir dezenformasyona başvurduğunu göstermektedir. Burada halk üzerinde etkili olacak dini motifler yanında mantık dışı sayılar rahatlıkla kullanılmakta, merhabet duyguları istismar edilmektedir. Örneğin Sason’da 100.000 Türk askerinin 2000 Ermeni ile çarpışması aşırı bir çarpıtmadır. 100.000 sayısı o dönemdeki Osmanlı Ordusu’nun barış mevcudunun tamamı olabilir. Ayrıca yukarıdaki mektubu yazanın belli olmaması konunun diğer kuşkulu yönüdür. 252 253 The New York Times , 18 Aug. 1896. The New York Times, 4 May 1904. 108 Yine Ermeni asıllı M. M. Mangasarian adlı Amerikalının Chicago’da verdiği konferansın basına yansıması özetle şöyledir. “Türklerin Ermenileri katliama tabi tutmasının iki nedeni vardır. Bunlardan ilki Hıristiyan olmalarıdır. Diğeri Ermeniler Müslüman zulmünden kurtulacakları yönündeki inançlarını ve politik düşüncelerini serbestçe söylemektedirler. 1500 yıldır Hıristiyanlık öğretisinden ayrılmadan ve İncil’i Kuran’a yeğlemiş olarak bütün baskılara göğüs gererek Hıristiyanlıklarını korumuşlardır. Amerika’nın Ermenilere karşı sorumlulukları vardır”254. Burada da dini çarpıtmalara başvurulmakta, kamuoyu oluşturacak dindar Amerikan vatandaşları etki altına alınmaya ve dolayısıyla yönetim etkilenmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan misyonerler Amerikan kamuoyu ile Ermeniler arasında kuryelik görevi üstlenmişler ve Amerikan basınında etkili Ermeni propagandası yapmışlardır. Bu bağlamda 1915 ile 1928 yıllarını kapsayan dönemde yirmiden fazla yüksek tirajlı Amerikan dergisi Ermeniler hakkında öyküler yayınlamıştır. Bu dergi yazarlarının çoğu misyonerler, misyonerlik alanı ile ilgili diğer çalışanlar veya misyoner kaynaklı bilgileri kullanan kimselerdi. Örneklemek gerekirse Amerika’nın tanınmış yayın organları; The New York Times Current History Magazine otuzbeş, The Missionery Review of Board onsekiz, The Outlook ondokuz, The Survey oniki, The Living Age üç, The National Geographic yedi, The Independent ondokuz, The American Review of Reviews oniki, The Nation onbir, The Contamporary onbeş, The New Republic onüç, The Literary Digest kırkiki, The World’s Work sekiz ve Asia on makalesinde Ermeni öyküleri yayınlamıştır255. Örneğin Amerikan Ermenileri direktörü George R. Montgomery imzalı bir makalede “Sevr Antlaşmasını tadil etmek amacıyla düzenlenen Londra konferansında Rusya’daki Ermenilerle müşterek kurulacak bağımsız bir Ermenistan aşamasına gelinceye kadar Ermenilerin daha önce Sevr antlaşmasında belirtilen ve sınırı Amerikan Başkanı tarafından belirlenen Ermenistan’ın geçici bir hükümet veya protektora idaresinin kurulması yönünde İtilaf Devletleri başbakanları nezdinde Amerikan nüfuzunun kullanılması ” Amerikan yönetiminden talep edilmektedir256. Yine Amerika’daki Ermeni lobisinin etkin isimlerinden Vahan Kardaşyan basında çıkan 254 The New York Times, 24 Feb. 1896 Moranian, a.g.e., s.169-175. 256 The New York Times 26 Feb. 1921. 255 109 makalesinde “Sevr Antlaşmasının revize edilerek Türk Ermenilerinin çıkarlarının korunmasını” istemektedir257. Bu Türk Ordusunun harekatı sonrası yapılan Gümrü Anlaşması sonrası belirlenen sınırları yeniden pazarlık konusu yapma girişimi ve Amerikan kamuoyu ve yönetimini etkileme amaçlıdır. Amerikan basınında Türklerin nadir de olsa yazıları çıkmıştır. Örneğin Ziya Müftizade Bey isimli bir Türk’ün 1915 Ekim’inde Amerikan basınında çıkan bir yazısında devam eden savaşta Ermenilerin isyan hareketleri ve asılsız Ermenistan iddiları eleştirilmektedir258. Öte yandan Alman olmakla birlikte misyoner faaliyetleri içerisinde Ermenilere destek açısından önemli bir isim Rahip Johannes Lepsius’tur. Kendisi Ermeni sorununu bir Hıristiyan Müslüman çatışması şekline sokma konusunda çok gayret göstermiştir. Tehcir kararının alınmasından sonra Alman-Ermeni Cemiyeti başkanı olan Lepsius çeşitli kanalları kullanarak 24 Temmuz’da İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da; Amerikan Elçisi, Patrikhane ve Ermeni örgütlerinden konuyla ilgili bilgi toplamıştır. Ermeni çevrelerinden topladığı bilgileri Ermeni yanlısı görüşlere yatkın elçilik mensuplarına aktarmış ve onları topyekun bir soykırıma inandırmaya çalışarak bir Ermeni sözcüsü gibi davranmıştır. Ermeni Kilisesi ve misyonerlerden sonra Lepsius’un en önemli kaynağı ABD Elçisi Morgenthau olmuştur. O dönemde Lepsius’un Anadolu’ya gitme talebi uygun görülmemiştir. Dolayısıyla kendisi Anadolu’yu görmemiş, ancak Morganthau kendisine kalın bir dosya vermiştir. Yani Lepsius daha sonraki Osmanlı Devleti’ni karalama amaçlı faaliyetlerinde kullandığı argümanları Morganthau ve kilise örgütlerinden sağlamıştır. Her ne kadar Lepsius Türklük karşıtı faaliyetlerini ağırlıklı olarak Avrupa’da yürütmüş ise de bu durum Amerikan komuoyunu da olumsuz etkilemiştir259. 3. İngiliz Propaganda Sistemi Ermeni meselesinde İngiliz propaganda sisteminin önemli bir yeri bulunmaktadır. Propagandanın savaşın gidişatı üzerindeki etkisini çok iyi değerlendiren 257 The New York Times 23 Jan. 1921. The New York Times, 18 Oct. 1915. 259 Salahi Sonyel; The Great War and The Tragedy of Anatolia, Türk Tarih Kurumu Ankara, 2000, s.155. 258 110 İngiliz Parlamento Savaş Araçları Komitesi 1914 Ağustos’unda Wellington House adlı bir basın bürosu açarak propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır260. Welligton House, Amerika, Fransa, Hollanda, İspanya-Portekiz, İskandinavya, İsviçre-İtalya, YunanistanRomanya, Doğu ve İslam ülkeleri olmak üzere sekiz ayrı propaganda bölümü ile resim, fotograf, film, istihbarat ve dağıtım bölümlerinden oluşan bir örgüttür. Dolayısıyla propaganda malzemesinin kaynağına dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır261. Bu örgütün amaçlarından biri Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve özellikle Amerikan kamuoyunu Ermeni sorununu kullanarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve sorunun içine çekmek olmuştur. İngilizlerin bu propaganda sisteminde Ermeni konusunda yer alan iki önemli isim James Byrce ve Arnold Toynbee’dir. Bu bağlamda Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilerin tehciri için aldığı karar İngiliz Hükümeti açısından iyi bir fırsat yaratmıştır. ABD’nin Osmanlı Hükümeti’nin tehcir kararını protesto ettiğine dair İngiliz Büyükelçiliğinden alınan bilgi üzerine İngilizler, ABD kamuoyunun desteğini ve bu ülkenin savaşa girmesini sağlamak amacıyla olaydan propaganda malzemesi olarak yararlanmayı düşündüler. İngiliz istihbarat servisinde çalışan Lord Byrce, Arnold Toynbee ve Aneuren Williams gibi Ermeni yanlısı ve Türk karşıtı isimler İngiliz Hükümetine “Ermeni soykırımı” propagandası yaparak Türklere karşı nefret duygularının arttırılmasını ve böylelikle ABD, diğer tarafsız ülkeler, hatta Arapların desteğinin sağlanmasını önermekte idiler262. İngiliz propaganda sistemi tarafından Ermeni kaynakları ile Ermeni taraftarlarının ikinci, hatta üçüncü elden toplanan doğrulanmamış hatta imza bile bulunmayan dokümanları biraraya getirilip resmi bir statü verilerek ‘Mavi Kitap’ isimli bir kitap yayımlanmıştır. 648 sayfadan oluşan kitabı Lord Byrce oluşturmuş, kendisine genç akademisyen Toynbee tarafından yardım edilmişti263. Mavi kitabın ilk metni Toynbee tarafından düzenlenen “Ermenilere Yapılan Mezalim, Bir Milletin Katli” isimli broşür olmuştur. Orijinal metni bugün bulunmayan kitap, 1975 yılında Amerika’daki bir 260 A.G. Marquis; “Words as Weapons: Propaganda in Britain and Germany During the First World War”, Journal of Current History, London, 1978, c.3 , s. 468-472 . 261 Gürün, a.g.e., s. 49. 262 Sonyel, 2000, s.144. 263 Erdoğan Cengiz ; Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekat-ı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyetten Evvel ve Sonra , Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1883, s.326. 111 Ermeni yayınevi tarafından yeniden yayınlanmıştır. Kitabın içerisindeki referanslar dünyanın çeşitli yerlerinde yayınlanan Ermeni gazeteleri ile misyonerlerden aldıkları bilgileri aktaran Ermeni Mezalimi Komitesidir. Tek başına bu kaynaklar bile yayınlardaki Türk düşmanlığı konunun ne kadar yoğun olduğu hakkında fikir verebilir264. Mavi kitabın yazılış yöntemi hakkında esas bilgileri yine İngiliz yazarları ortaya koymuştur. Bunlardan biri şöyle yazmaktadır. “Harp Bakanlığı bir sirküler hazırlayarak subayları düşmanla ilgili savaş olaylarını rapor etmeye davet etmiş, olayların doğruluğunun gerekli olmadığı, olasılığın yeterli olacağını belirtilmişti”, “vahşet yalanları en makbul olanlardır. Özellikle İngiltere ve Amerika’da onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir yurt görevi sayılır”265. Görüldüğü gibi ABD’yi İtilaf yanında savaşa sokabilmek için Ermeni meselesi, “Ermeni Soykırımı” olarak adlandırılıp, dini yönü ajite edilerek propaganda silahı olarak kullanılmıştır. Mavi Kitap, ABD’de oldukça etkili olmuştur. Basına yansıyan bu propaganda içerisinde örneğin 1916 yılında Mavi Kitap kaynaklı bilgilerlere göre yayın yapan ‘The New York Amerika’ adlı yayın kuruluşu, bütün Amerikalılara Hıristiyan İngiltere ve Fransa’yı barbar düşmanlara karşı mücadelelerinde desteklemelerini önermekteydi266. Keza eski İngiliz başbakanlarından Asquith ve Baldwin ile McDonald harp sonrasında Byrce’ın Mavi Kitabı’nın Amerikan halkı ve Başkan Wilson’un harbe katılma konusunda verdiği kararlarda etkili olduğunu ifade etmişlerdir267. 4. Büyükelçi Mongenthau ve Ermeni Meselesindeki Rolü Ermeni meselesinde Ermeniler lehinde propagandaya karışan bir diğer isim ABD’nin Büyükelçisi Henry Morgenthau’dur. New York’ta gayrimenkul komisyonculuğu yapan bu kişi Başkan Woodrow Wilson’ın seçim kampanyası esnasında Demokrat Parti’nin mali komite başkanlığını yapmıştır. Wilson’un başkan seçilmesi sonrasında ilk defa bir Yahudi, büyükelçi olarak atanmış ve bu yolla 264 Gürün, a.g.e.,s.50-51. Arthur Ponsoby; “Falsehood in War-Time”, Institute for Historical Review, New York, 1971, s.2022. 266 Baysan, a.g.e.,s.191. 267 Sonyel, 2000, s.148. 265 112 mükafatlandırılmıştı. Amerika’ya göçen Alman Yahudisi bir aileden gelmekteydi. Wilson’un telkinleri ve New York şehri Haham’ı Stephen Wise’ın gayretleri sonucu kendisine Osmanlı Büyükelçiliği görevi verilen Morgenthau 27 Kasım 1913’de İstanbul’a gelmiş Şubat 1916’da geri dönmüştür. Sonraları “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adıyla kitap yayınlamıştır268. Morgentau’un kitabında Türklerle ilgili yazdığı bazı düşünceleri şöyledir. “Gerçekte bütün yabancılar Türklerle birlikte bulunduklarında onların tutumları hakkında fikir sahibidirler. Türkler, belki aşırı derecede kibar görünebilirler ancak hiçbir esnekniğe ve mantıklı düşünceye sahip değildirler. Kafalarında Hıristiyanlarda temiz olmayan birşeylerin olduğu yargısı yatar. Yüzyıllarca Osmanlı’nın tebasına karşı olan politikasını bu önyargılı kanaat yönlendirmiştir. Bu yabani yığın Orta Asya’nın ovalarından Mezopotamya ve Anadolu’ya kadar olan bölgedeki ulusları kasırga gibi silip süpürmüş; Mısır ve Arabistan’ı ve Kuzey Afrika’nın tamamını zaptetmiş ve sonra Avrupa’ya akarak Balkan uluslarını ezmiş, Macaristan’ın büyük kısmını işgal etmiş, hatta Rusya’nın güneyinde ileri karakollar kurmuşlardır. Osmanlı Türkleri hakkında şimdiye kadar bulabildiğim tek şey büyük askeri yetenek ve dehaları olmuştur. Yüksek komutanlık yeteneği olan pek çok askeri lidere sahip olmuşlardır. Bugün olduğu gibi geçmişte fetihleri gerçekleştiren ilk Türkler cesur, fanatik ve azimli savaşçılar olmuşlardır. Eski Türkler politika tarihinin eşkiya tabiatlı olan bölümünün tam bir resmini temsil etmektedirler. Bizim uygar bir toplumun temeli kabul ettiğimiz değerlerden yoksundurlar. Alfabeleri, yazma sanatı, kitapları, edebiyatları, sanatları, mimarileri yoktur. Hiçbir kent insa etmemiş, sürekliliği olan devlet kurmamışladır. Güç dışında yasa tanımazlar, tarım ve sanayide kurumlaşmaları yoktur. Rahatlıkla denilebilir ki kendilerinden daha uygar toplumlara saldırarak çapulculuk yapan aşiret geleneğinden gelen vahşi, yağmalayıcı, at sırtında yaşayan insanlardır. On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda bu aşiretler büyük bir çoğunlukla Avrupa’nın dini ve uygarlık kaynağı olan yerlere yayılmışlardır. O dönemlerde buraları barışçıl ve müreffeh ulusların beşiği olmuştur. Avrupa ile birlikte daha global olarak bakıldığında Mezopotamya çalışkan büyük bir nüfusu desteklemekte ve Bağdat en büyük ve 268 Baysan, a.g.e., s.193- 194. 113 zenginleşen şehirlerden biri olarak bilinmekteydi. İstanbul, Roma’dan daha fazla nüfusa sahip bir kent idi, Balkanlar ve Anadolu, pek çok güçlü devleti barındırmaktaydı. Sonuçta Türkler dünyanın bu bölgesini büyük, yıkıcı bir bir güç olarak silip süpürmüşledir. Mezopotamya birkaç yıl içerisnde çöl olmuş, Yakın Doğu’daki büyük şehirler ıssızlaşmış ve insanları köleleşmiştir. Bu gelişmiş uygarlıklar beşyüzyıl önce Türkler tarafından ele geçirildiğinde sahiplerinin elindekiler alınmış, kendileri hakir görülmüştür. Dinlerini Araplardan almışlardır, dilleri Arapça ve Farsçadan tranfer edilen sözcüklerin yardımıyla sınırlı bir edebiyat ortaya koyabilmiştir, yazıları Arapça’dır. İstanbul’un en gözalıcı mimari anıtı Ayasofya Camisi aslında bir Hıristiyan kilisesidir. Türk mimarisi olarak adlandırılan şey ise Bizans’tan alınmıştır. İş dünyası, endüstri daima Rum, Yahudi, Ermeni, Araplar gibi azınlık ulusların elinde olmuştur. Türkler, Avrupa’nın sanat ve biliminden az şey öğrenebilmişlerdir. Kurabildikleri çok az eğitim kurumu vardır, cehalet yaygındır269. Bu ifadeler başka bir yoruma gerek bırakmadan Morgenthau’un Türk karşıtlığı ve önyargısının boyutlarını ortaya koymaktadır. Morgenthau’un Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve bu dönemin yöneticileri ile gelişmeler konusundaki görüşleri kitabında şöyle yansıtılmıştır. “Yakın dönemde Türkler daha entelleltüel ve gelişmeci şuura sahip olma konusunda kendilerini zorlamaya başladılar. Bazı liderler ‘anayasal düzen’,‘özgürlük’, ‘halkın kendini yönetmesi’ gibi kavramları gündeme getirdiler. Bu cüretkar yaklaşım müstebit sultanın (II. Abdülhamit) yönetiminden, sultanın rolünün olmadığı parlamenter sisteme geçiş ortamını hazırlamıştır. Bu bağlamda ben Talat, Enver, Cemal ve onların yardımcılarının önderliğindeki Genç Türk hareketinin başta ülkedeki azınlıklara karşı izlenen tutum olmak üzere Türk yönetim anlayışında dönüşüm olduğunu vurguladım. Reformların uygulanmakta olduğu Osmanlı Devletinde; Rumlar, Asuriler, Ermeniler ve Yahudilere artık ‘pis gavur’ olarak bakılmamakta, bütün halklara eşit haklar ve eşit ödevler verilmekteydi. Yeni rejimin kurulmasını genel bir karşılıklı sevgi ortamı izlemiş, 269 Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII., s. 311-315 . 114 Ermeni ve Türklerin birbirini kucakladığı barışma sahneleri görünürde uzun zamandır aralarında hasımlık olan halkların tam bir bütünleşme gerçekleştirdiği sinyallerini vermişti. Talat ve Enver, Hıristiyan kiliselerini ziyaret etmiş, şükran günlerinde yeni düzen için dualar yayınlamış ve Ermeni mezarlıklarını ziyaret ederek yatan Ermeni şehitleri için göz yaşı dökmüşlerdir. Buna karşılık Ermeni papazları Müslüman Türk dini cemaatlerine övgülerini sunmuşlardır. Enver Paşa çeşitli Ermeni okullarını ziyaret ederek çocuklara Müslüman-Hıristiyan çekişmesinin geçmişte kaldığını artık iki halkın kardeşçe yaşamakta olduğunu şöylemiştir. Asırlar boyunca Osmanlı Ordusuna yalnız Müslüman olanlar katılabilmekte ve silah taşımaktaydılar. Yeni Genç Türk rejimi Hıristiyanların Müslümanlarla eşit koşullarda orduya katılımlarını yüreklendirmekteydi. Bu Hıristiyanlar İtalyan ve Balkan savaşlarında subay ve er olarak becerileri ve gösterdikleri varlıktan ötürü Türk generalleri tarafından övülmüşlerdi. Ermeni liderlerinin Genç Türk hareketinde gördükleri ve inandıkları şey, anayasal bir Osmanlı Devleti’nin mümkün olduğu idi. Kendilerinin bilgi ve sanayi alanlarındaki üstünlüklerinin farkında idiler. Osmanlı İmparatorluğu kendi haline bırakıldığı takdirde müreffeh bir yaşam süreceklerini, Avrupa’nın denetimi altında ise güçlü Avrupalı sömürgecilere karşı rekabet güçlüğünden ötürü zorlanacaklarını değerlendiriyorlardı. II.Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ve anayasal sistemin kurulmasıyla Ermeniler uzun zaman sonra artık özgürdüler. Ancak bu duygular rüya gibi kayboldu. Avrupa’da savaş başlamadan kısa bir süre önce Türk demokrasisi ortadan kalktı, devlet gücü Talat ve Enver’in başında bulunduğu bir grubun eline geçti. Demokrasi beklentilerini bırakmış olarak bu kişiler yeni bir ulusal kavram ortaya koydular. Bütün Osmanlı yurttaşlarının eşit muamale gördüğü demokratik anayasal düzen yerine Pantürkist fikri yeşerttiler. Esas itibariyle ülke ‘Türklere ait olsun’ kararını verdiler”270. Morgenthau kitabının devamında Birinci Dünya Savaşı arefesinde Ermeni meselesine şöyle değinmekteydi. “Osmanlı Hükümeti kapitülasyonları kaldırdığı zaman kendilerini yabancı güçlerin baskısından kurtarmanın yanısıra Pan-Türk idealini 270 Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII, s.317 115 gerçekleştirmede de mesafe aldılar. Hıristiyan okulları konusunda kendileri ile yaşadığım zorluklara değindim. Bu okulları kaldırmak veya hiç olmazsa birer Türk kurumu haline getirmek yönündeki amaçları ırkçı politikalarının bir parçası idi. Bu yeni konsept aslında geçmişteki barbar fikirlerin canlandırılmasıydı. Talat, Enver ve Cemal mütevazi ailelerden gelmekle birlikte geçmişteki Osman ve diğer ilk dönem sultanlarına benzer biçimde azınlıklar konusunda sahip-köle tarzındaki aşırı fikirlere saplandılar. Talat ve Enver’in liderliğindeki İttihat ve Terakki Partisi Müslüman olmayanları ortadan kaldırarak imparatorluğu Türkleştirmeye karar vermişti. Bu konsept Enver ve Talat’tan önce tarihin gördüğü en büyük canavar Abdülhamit’in yaklaşımıdır. 1876’da tahta geçen Abdülhamit’in saltanatının ilk iki yılında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlarda pek çok ülke ve Kafkaslarda geniş bir alanı içeren toprak kayıplarına uğramıştı. II. Abdülhamit Osmanlı’nın elinde kalabilen topraklar için en tehlikeli noktanın Ermeniler olduğunu gördü. Ermenilerin de Romenler, Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırplar gibi Ortaçağdaki bağımsız devletlerini kurma emellerinin olduğunu, bu isteğe Avrupa ve Amerika’nın sempati ile baktıklarını biliyordu. Osmanlı-Rus Harbini sonlandıran Berlin Antlaşması’nın Ermenileri Avrupalı güçlerin korumasına bırakan bir maddesi bulunmaktaydı. II. Abdülhamit, Ermeni meselesinin tek hal yolunun iki milyonluk Ermeni toplumunun devlet tarafından planlanıp, yönetilen bir ortadan kaldırma operasyonuna bağlı olacağını düşünmekteydi. Gerek Avrupa, gerek Amerika’da bizler 1895-1896 yıllarında 200.000 Ermeninin zalimce öldürüldüğünü duyduk. Batı’dan yükselen itirazlar bu yöntemin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın müdahalesine yol açacağını gösterince bu sefer toplu bir ortadan kaldırma yerine küçük çaplı katliamlarla işleyen daha yavaş bir yöntem seçildi. Birinci Dünya Savaşının başlamasına kadar geçen sürede Ermeni vilayetlerinde zulüm ve cinayetin olmadığı bir gün bile olmamıştır. Genç Türk rejimi evrensel kardeşlik söylemlerine karşın Ermenilere huzur getirememiş, 1909’da yeni rejimin kurulmasından birkaç ay sonra Adana’da 35.000 Ermeni ortadan kaldırılmıştır. Abdülhamit’in fikirlerinin çoğunu benimseyen bugünün Genç Türkleri onun Ermeni politikasını da kendilerine mal etmişlerdir. Abdülhamit’in aksine Genç Türkler kendilerini bu politikanın uygulanması açısından daha rahat bir konumda buldular. İngiltere, Fransa ve Rusya haleflerinin (Abdülhamit) Ermeni politikaları önünde engel oluştururken bu olanak Çanakkale 116 Savaşı sonrası ortadan kalkmış gözükmekteydi. Genç Türkler bu ülkeleri yendiklerini ve artık içişlerine müdahale imkanlarının kalmadığına inanmaktaydılar. Bu politika karşısında itirazı olabilecek yegane güç Almanya idi. Ancak Kayzer İkinci Wilhelm, bütün Avrupa İngiliz Başbakanı Gladstone’un ikazları ve ısrarlı müdahalesi ile çınlarken 1898’de İstanbul’da II.Abdülhamit’i ziyaret etmiş ve en yüksek nişanları göğsüne takmıştı. Bunu yapan Kayzer hala tahttadır ve 1915 itibariyle Osmanlı’nın müttefikidir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyanlar iki yüz yıldan sonra ilk defa 1915’de Türklerin insafına kalmıştı ve Türkiye’yi tamamen Türklerin ülkesi yapma zamanı gelmişti”271. Morgenthau’un kitabından yapılacak başka alıntılarda şu ifadelere rastlamaktadır. “1915’te Ermeni ırkını ortadan kaldırmak 1895 ve diğer yıllardakine göre bazı güçlükler arzetmekteydi. Hıristiyanlar, 1908 sonrası orduda askeri eğitim alma ve silahlı hizmet olanağını elde etmişlerdi. Bunun yanısıra ordu dışındakilerin de silah edinebilme hakkı vardı. Ermeni önderleri ve komiteleri bağımsızlık ve eşitlik fikirleriyle kendilerini silahlanmaya teşvik etmişlerdi. Bu gelişmeler sonrası Ermeniler önceki dönemlere göre hem orduda hem de dışarıda silahlı bir toplum idiler. Her Türk şehrinde silahlı pek çok Ermeni bulunmaktaydı. Van’daki gelişmeler bunların silahları kendi emelleri istikametinde kullanabileceklerini açığa vurmuştu. Bu nedenle Ermeni katliamı bu sefer Türklerin geçmişte yaptığı perakende katiller gibi değil bir savaş ortamının özelliklerine sahipti. Ermenileri ortadan kaldırmak için kendilerini silahtan arındırmak ve Ermenistan’ı savunmasız bırakmak gerekiyordu. Bunun için çeşitli yöntemler uygulandı. Ermeni askerlerin silahları alınıp işçi birliklerinde görevlendirildiler. Bunlar zor koşullarda çalıştırıldı, bir kısmı ise vuruldu. 1915 ilkbahar ve yazında Ermenilere tehcir uygulandı. İstanbul, İzmir, Halep hariç tutuldu bunun dışındaki yerlerde yapılan tehcir uygulamasında eğitim, zenginlik, sosyal durum gibi kıstaslar dikkate alınmadı. 1915 Nisan’ı ile Ekim ayları arasında 1.200.000 kişi kötü koşullarda Suriye çölüne yolculuğa gönderildi. Anadolu yolları sürgün kafileleri ile doluydu. Vadi içinlerinden hemen her dağın yamaçlarına kadar uzanan kafileler 271 Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII, s.319. 117 ilerlemekteydi. Eminim tarih böyle bir dehşet görmemiştir. Geçmişte büyük denilen katliamlar bunun yanında önemsiz kalır. St.Bartholome katliamında 30.000 kişi hayatını kaybetmiş idi. İspanya’da Ferdinand ve İsabel 160.000 Yahudiyi sürmüştü. Ermenilerde ise 600.000 belki 1.000.000 kişi ortadan kaldırılmıştır”272. Yukarıda bazı alıntıları yapılan kitabı, Morgenthau ABD’ye dönüşünden iki yıl sonra yazmıştı. Kitap Amerikalıların nesiller boyu bir ulus ve ülkeye bakış açılarının şekillendirilmesinde etkili olmuştur. 1920’lerde Amerikan kamuoyunun belirgin özelliklerinden biri haline gelen ve bugüne kadar uzanan Türk karşıtlığının önemli bir unsuru olan Morgenthau’nun kitabı İttihat ve Terakki Hükümetinin Birinci Dünya Savaşını ileri sürerek Ermeni azınlığa karşı planlı soykırım uyguladığı iddialarının kaynağını oluşturmaktadır. Kitap 1920’li yıllardaki siyasi kararlarda da etkili olmuştur. Morgenthau’un öyküsünün oluşumunu anlamada öncelikle kendisinin, dostu ve sırdaşı ABD Başkanı Woodrow Wilson’a yazdığı 26 Kasım 1917 tarihli mektup önemlidir. Morgenthau, ABD Başkanına amacından bahsetmekte ve görüşler içeren önerisini Başkanın onayına sunmaktadır. Morgenthau niyetini şöyle açıklamaktadır. “Açıkça savaş karşıtı olanların yanısıra, savaş hakkındaki görüşlerdeki aşırı değişkenlik, savaşı destekleyenlerde ise inanç ve kararlılıklarında görülen zafiyete bağlı olarak, yazmayı tasarladığım kitapta Almanya’nın yalnız Türkiye ve Balkanlar’a sızma politikasını değil böyle bir mekanizmanın dünyanın farklı ülkelerindeki uygulamalarını da teşhir etmek istiyorum. Çünkü Türkiye’de Almanya’nın şeytani ruhunun ortaya çıkardığı dehşet saçan savunmasız Ermeni ve Asurilerin katliama uğradıklarını görmekteyiz. Olayın bu ayrıntısı ve Almanya’nın sessiz kalışı inananıyorum küçük kent ve kasabalarda yaşayan Amerikalılarda savaşın diğer yönlerinden çok daha fazla ilgi ve dikkat uyandıracak ve bu savaşın mutlak bir zaferle sonuçlandırılması konusunda bilinçlendirecektir. Hükümetin savaş politikası adına bir zafer kazanmamız için yasal çerçevede her türlü 272 Henry Morgenthau; “The Murder of a Nation”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co., New York, 1918, Chapter XXIV, s.338-339 . 118 adım atılmalı, araçlar kullanılmalıdır”273. Görüldüğü gibi mektupta “Ambassador Morgenthau’s Story” (Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü) adlı kitabın temel amacının propaganda olacağı açıkça belirtilmektedir. Morgenthau’un Başkana yazdığı bu mektubun üzerinden geçen bir yıl içerisinde “Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” adlı çalışma kaleme alındı ve Amerikanın önde gelen ve tirajı 120.000 olan dergilerinden The World’s Work’te tefrika haline getirildi. Ayrıca toplam tirajı 2.630.256 olan bir düzinenin üzerindeki büyük gazetelerde bazı bölümleri yayımlandı. Kitap olarak Doubleday, Page&Co. ( New York) Yayınevinin etkili bir reklam kampanyası ardından piyasaya sürüldü. Bir yılda 22.234 adet satıldı. Kitap beklenilenden çok amacına ulaştı. Morgenthau’ya eserinin film hakkı olarak Hollywood’tan 25.000 Dolarlık teklif geldi. Fakat Morgenthau senaryo aşamasında Wilson’un bu yaklaşımı desteklemediğine ilişkin mektubunu alınca geri adım attı. Bir yıldan az bir zaman önce Morgenthau, Başkan Wilson’un onay vermesi sonrası The World’s Work dergisi yazarlarından Burton J. Hendrick’in ön temaslarına olumlu yanıt vermesiyle tasarısını gerçekleştirmeye koymuştu. Başkanla yazışmaların da ortaya koyduğu gibi “Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” başlangıçtan itibaren Başkan Wilson’un öyküsünün de parçası olmuştu. Morgenthau’un Amerikan halkını savaşın zaferle sonuçlanması gerektiğine inandırmak için Alman ve Türk karşıtı kitap yazması Wilson’un politikasına daha geniş destek sağlamak amacına yönelikti274. Yani Morgenthau’un düşüncesine göre yazacağı öykü bir savaş dönemi propagandası aracı olarak planlanmış, İtilaf Devletlerinin savaş gayretlerine destek olarak düzenlenmişti. Kitabın nasıl ve kim tarafından yazıldığı dikkate değer önemli bir konudur. “Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” isimli kitabın tarihçesiyle ilgili kaynaklar iki ayrı koleksiyonda korunan belgelerdir. Bunlardan ‘Henry Morgenthau Belgeleri’ olarak bilinen koleksiyon Washington’daki Kongre Kütüphanesinde, diğeri New York Hyde Parktaki Franklin Delenore Roosevelt Başkanlık Kütüphanesinde “Henry Morgenthau Jr. Belgeleri” arasındadır. Binlerce belge bulunan iki koleksiyona en 273 Heath W. Lowry; The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990, s.7-8. 274 Lowry, 1990, s.10-13. 119 önemlileri Pulitzer Ödülü sahibi tanınmış gazeteci, biyografi yazarı ve tarihçi Burton J. Hendrick’e ait olan basılı evrak ve yayımlanmamış belgeleri de eklemek gereklidir. Çünkü Morgenthau’un adını taşıyan kitabıyla ilgili projesini başlatabilmesi için Wilson’un onayından başka Burton J. Henrick’in profesyonel kalemine ihtiyacı vardı. Kitap fikrinin gerçekte ilk defa 1916 Nisan’ında Morgenthau’ya bu konudan bahseden Hendrick’in düşüncelerinde oluştuğu görülmektedir. Morgenthau’un söz konusu kitabının dayandığı kaynaklar ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu kaynaklardan en önemlisi Morgenthau’un İstanbul’a ayak bastığı 27 Kasım 1913 ile ayrıldığı 1 Şubat 1916 tarihleri arasında tuttuğu günlüğüdür. Yazdıklarından ve özellikle Agop S. Andonyan adlı Türk Ermeni sekreterine dikte ettirdiğine ilişkin ifadelerinden anlaşıldığı gibi Morgenthau her günün olaylarını Andonyan’a anlatıyor, Andonyan da bunları daktilo ediyordu. Morgenthau’un günlüğünde İttihat ve Terakki liderleri Sait Halim Paşa, Enver Paşa ve Talat Bey ile yapılan temaslar ilişkin çok ayrıntılı ifadelerle, “Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” kitapta yer alan toplantı ve görüşmelere ilişkin ifadeler arasında benzerlik azdır. Her şeye rağmen kitabın temel kaynak olarak anılan günlükteki kayıtlara dayandığı kuşkusuzdur. Günlük tutmanın dışında Morgenthau’un Amerika’daki aile bireylerine elden ele geçirerek okumaları için uzun haftalık mektuplar yazma alışkanlığı vardı. Bu mektuplar yine özel sekreteri Andonyan tarafından hazırlanmakta, hatta çoğunlukla Morgenthau’un 11 Mayıs 1915 tarihli mektubunda belirttiği gibi bizzat Andonyan’ın kaleminden çıkmaktaydı. Morgenthau’un sözcükleri şöyledir. “oturup sakin bir biçimde mektup dikte ettirmenin imkansızlığından Andonyan’a günlüğümü tutmasını ve kendi değerlendirmelerini de katarak bunun suretini çıkarmasını söyledim. Bu tabii beni hataların sorumluluğundan da kurtarmaktadır”. Kitap sonuçta temel doküman olarak kullanılan Morgenthau’un günlüğü ve mektuplarının bir sentezi olarak ortaya çıkmış, her iki kaynakta çeşitli yerlerinde Morgenthau’ya gönderilen veya kendisinin Washington’a gönderdiği raporlarla desteklenmişti. Bütün bunlar kitabın çerçevesini oluşturmaktaydı275. Kitap Hendrick isimli bir yazar tarafından kaleme alınmış, kendisine Morgenthau ile elçilik görevinden beri yanında olan Hagop S. Andonyan yardım 275 Lowry, 1990, s.16-18. 120 etmişlerdi. Andonyan elçilik tercümanı yani dönemin tabiri ile “dragoman”dır. Görevi süresince günlük yaşamının her aşamasında Morgenthau ile birlikte olan Robert Kolej mezunu bu Ermeni genci, görevi sona erince Morgenthau ile Amerika’ya birlikte dönmüştür276. Morgenthau 9 Ocak 1918’te dışişleri bakan yardımcısına Andonyan hakkında yazdığı mektupta “sizin de bilginiz olabileceği gibi Başkan’dan bir kitap yazma görevi aldım. Bay Andonyan bu görevde bana yardım etmektedir. Kendisinin Doğu hakındaki değerli bilgisi ve üstün tecrübesiyle sunduğu hizmet benim açımdan vazgeçilemez bir mahiyettedir”demektedir. Buradan çıkan üç nokta; Andonyan’ın ABD’lerine geliş nedenlerinden biri Morgenthau’ya destek olmaktı, yazımında görev aldığı kitapla ilgili çalışmalar anılan tarihte başlamıştı, Andonyan ABD’nde askerlik yükümlüsüydü. Morgenthau’un 1918 yılı günlük randevu defterinde Andonyan adına üç kayda rastlanmaktadır. (i) 26 Nisan tarihli kayıt “Yale Kulubünde Andonyan’ı talimatlandırdım ve çıkacak kitabın ilkinci bölümünün ilk taslaklarını inceledim. (ii) 17 Nisan “Gün boyunca Andonyan ve Hendrick’i talimatlandırdım”. (iii) 9 Eylül 1918 tarihinde iki kelimelik bir not düşülmüştü “Andonyan ayrıldı”. İleriki tarihlerde Morgenthau belgelerinde 16 ve 20 Aralık 1920 tarihli iki mektupta rastlanmaktadır. Andonyan, Morgenthau’ya İstanbul’dan gönderdiği mektuplarda ABD Başkanının kendisini Kemalistler ile Ermeni güçleri arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirildiğine dair söylentilerin bulunduğunu eğer doğru ise kendisine hizmet edebileceğini yazmaktadır277. Osmanlı başkentinde konuşulan Türkçe, Fransızca, ve diğer yerel dilleri (Rumca, Ermenice vb.) bilmeyen Morgenthau’nun resmi ve özel temaslarındaki diğer yardımcısı Arshag K. Schamavonian adlı bir Ermeni idi. Anılan şahıs bütün resmi görüşmelere katılmanın yanısıra, Amerikalı iş adamları ve misyonerleri dahil yapılan toplantılara katılmış, bunların yasal işlerini takip etmiş, ayrıca Washington’a gönderilen bütün resmi telgrafları kaleme almıştır. Bu kişinin Morgenthau üzerindeki büyük etkisi daha sonraları aralarında geçen özel yazışmalara da yansımıştır. Morgenthau, New York Herald gazetesine verdiği mülakatta “Görevim çevremdeki olayları derinliğine öğrenmek olmalıydı. Doğu’yu çok iyi bilen elçilik hukuk danışmanı Bay Schmavonian’ın 276 277 Lowry, 1990, s. 20-21. Lowry, 1990, s.21-22. 121 yardımlarıyla birkaç hafta içerisinde bu görevi başarabileceğime inanmaktayım”. Morgenthau ile Schamavonian arasındaki ilişki Morgenthau’un Türkiye’den ayrılmasıyla sona ermemiştir. 1917 yılında Başkan Wilson’un Morgenthau’u Avrupa’ya göndermesi ve Schamavonian’ın bir kez daha kendisine tercüman olarak katılmasıyla yeniden biraraya geldiler. Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkilerin kopması sonrasında Schamavonian Washington’a atandı ve 1922’de ölümüne kadar ‘özel danışman’ olarak görev yaptı 278. Türk karşıtlarının propagandalarına rağmen zor koşullara ve olanaksızlıklara karşın tehcir edilen Ermenilerin düzen içerisinde yeni yerleşme merkezlerine ulaştırıldığını doğru olarak bildiren yabancı misyon elemanlarına da rastlanmaktadır. Örneğin Amerika’nın Mersin Konsolosu Edwin Natan 30 Ağustos 1915’de Morgenthau’a gönderdiği raporda Tarsus’tan Adana’ya kadar güzergahın Ermenilerle yoğun bulunduğunu, Adana sonrasında trenle yolculuk yaptıklarını, kalabalık yüzünden izdiham yaşandığını, ancak buna rağmen görevlilerin işi düzenli şekilde yürüttüğünü, şiddete ve düzensizliğe yer verilmediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağlandığını, muhtaçlara yardımda bulunulduğunu belirtmiştir. Diğer bir Amerikalı, ABD’nin Mameratülaziz Konsolosu Lesly Davis 23 Ağustos 1915 tarihinde Morgenthau’ya gönderdiği mektupta Ermenilerin il merkezi ve köylerinde cinayetler işlediklerini anlatmaktadır279. Morgenthau ait gözüken yazılarda ise görev kanallarından gönderilen bu dokümanlara nedense rastlanmamaktadır. Ermenilerle ilgili olarak Başkan Wilson’un dayandığı bilgi kaynakları Amerikan Board Heyeti ve Henry Morgenthau olmuştur. Morgenthau, Üsküdar’ın ötesine geçmemesine karşın gerek yayınladığı anılarında, gerekse dışişlerine gönderdiği raporlarında Türklerin Ermenilere mezalim yaptığını iddia etmiştir. Oysa Morgenthau’nun haber kaynakları Patrikhane yetkilileri ve dragoman Schamavonian ile elçiliğin Ermeni çalışanlarıydı280. Buraya kadar değinilen hususlardan da izlendiği gibi Morgenthau’un ismini taşıyan kitap ve dokümanlar aslında ABD Elçiliğinin Ermeni 278 Lowry, 1990, s.22-25 Halaçoğlu, 2004, s.77-78 280 Joseph L. Grabill; Protestans Diplomacy and the Near East: Missionery Influence on American Policy, 1810-1927, University of Minnessota Press, 1971, s.100. 279 122 asıllı çalışanları tarafından düzenlenmiştir. Bu kayıtlar aracılığı ile Türkiye karşıtı propaganda ve dezenformasyon amaçlı faaliyeleri yürüten bazı çevreler kendisinin Birinci Dünya Savaşı döneminde İstanbul’da bulunmasından yararlanarak, gerçek olmadığı halde olaylara tanık olduğu izlenimini vermişlerdir. Böylece Morgenthau’nun kitabı Jön Türklerin Ermenilere önceden planlı soykırım uyguladığı konusunda kaynak haline getirilmiştir. B. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti-ABD İlişkileri Türk-Amerikan ilişkilerinin başlangıcı bir bakıma Ermeni-Amerikan ilişkileri için de başlangıç olmuştur. ABD, bağımsızlığını kazanması sonrasında hem bağımsızlığını korumak hem de ülkenin sahip olduğu zengin kaynaklara bağlı olarak yeniden Avrupa’nın sömürgesi olmamak amacıyla 1823’de temel noktası “Amerika Amerikalılarındır” ifadesinde yerini bulan Monreo Doktrini’ni benimsemiştir281. Bu doktrin ABD’nin eski dünyanın politikasına uzak kalmasını öngörmekteydi. Bu bağlamda ABD bir taraftan kendisini Avrupa’nın toprakları üzerindeki sömürgecilik emellerinden uzakta tutarken, diğer taraftan Avrupa ülkelerinin giriştiği hızlı sömürgecilik olgusunu görmezlikten gelme gibi ikilem içerisine girmiştir. Öte yandan ABD, Avrupa’daki değişik Hıristiyan mezheplerinin yarattığı kaosu göz önünde tutarak, tutucu yapıdan uzak Protestanlık mezhebini desteklemiştir. Protestan misyonerliğinin doğuşu ABD’nin kendi kıtası dışında yayılmasındaki en önemli araç olmuştur282. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan politikaların genel çerçevesine bakıldığında ABD’nin Avrupa merkezli uluslararası politikalara yönelmesi yalnız Ermeni sorununun gelişimi ile sınırlı olmayıp, esasta yirminci yüzyılın küresel boyuttaki uluslararası ilişkilerini etkileyen gelişmeler sözkonusudur. Bu bağlamda ABD, yirminci yüzyıl başlarına kadar Avrupa ile ilişkilerinde Monreo Doktrinine bağlı bir politika izlemiştir. Buna göre ABD, Avrupa Devletlerinin kendi sistemlerini Batı yarımküresine doğru genişletmelerini kendisi açısından tehdit olarak görmekte, kendisi 281 Foster R. Dulles; America’s Rise to World Power 1854-1954, New York 1963, The Mississippi Valley Historical Review, Vol. 42, No. 2 (Sep., 1955), s.9. 282 Şenol Kantarcı; “Türk-Amerikan İlşikileri ve Ermeni Sorunu”, Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006, s.591. 123 de Avrupa’nın içişlerine karışmama prensibine bağlı kalmaktaydı. Ancak yirminci yüzyıl yaklaşırken yeni sanayileşmiş ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak, hammadde kaynakları elde etmek, küresel pazarlarda rakiplerine karşı etkin bir konumda olmak, genişleme siyasetine girme zorunluluğunu beraberinde getirmekteydi. 1890’lardaki genişleme politikasının taraftarlarının başında gelen Amiral Thayer Mahan, hiçbir ülkenin özellikle büyük devletlerin yalnızlık politikası izleyemeyeceklerini savunmaktaydı. Mahan Amerika’nın güçlü ekonomisinin dış kaynak ve pazarları ele geçirmesinin güçlü bir donanma gerektirdiğini ileri sürüyordu283. ABD’nin Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarının başlangıcı on dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. ABD tarafından 1811’de İzmir’de bir Amerikan ticaret odası kurulmuş ve 1830’da Osmanlı Hükümetinden “en fazla müsadeye mazhar ülke” statüsünü alarak bir de ticaret anlaşması imzalanmıştır. Amerika’nın Osmanlı Devleti’ne sattığı silah ve cephane dahil artan bir ticareti olmuş, ayrıca Ortadoğu’daki ticari çıkarlarını korumak için 19. yüzyıldan itibaren Akdeniz’de daimi deniz filosu bulundurmuştur284. 6 Nisan 1917’de ABD’nin Almanya’ya savaş açması, Amerika’nın Ortadoğu politikasını kısmen etkilemişti. Amerika’nın savaşa katılması Osmanlı Devleti’ndeki çıkarları ile bağlantılı değildi. Amerikan Board Heyeti, Amerika ile Osmanlı Devleti arasında başlayacak bir savaş durumunda misyonerlik faaliyetlerinin zarar göreceği, Anadolu içerisinde dağılmış misyonerlerin yurt dışına çıkarılacağı veya en azından enterne edileceği, misyonerlik kuruluşlarının mallarına el konulacağı ve bir daha Anadolu’da misyonerliğin geri gelmemecesine ortadan kalkacağı, bu durumda Ermenilere de yardım edemeyeceklerini değerlendirerek yönetim üzerinde lobi faaliyeti yapmış ve başarılı da olmuştur285. Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyette bulunan pek çok Amerikan misyoner okulu ve hayır kurumu vardı. Özellikle 1915 sonbarından itibaren Anadolu ve Suriye’de dağınık olarak yaşayan Ermenilere yardım eden 283 Dulles, a.g.e., s.9-35. Armaoğlu, 1991, s.50 285 Moranian; a.g.e.,s.246. 284 124 “American Commitee for Armenian and Syrian Relief” adlı örgütünün çalışmalarını sürdürmesi Amerikan kamuoyu açısından önem taşımaktaydı. Bu örgütün adı 1919’dan itibaren “Near East Relief Organization” (Yakın Doğu Amerikan Yardım Komitesi) adını almıştır286. Bu örgüte değinmek gerekirse, Paris Barış Konferansı Dörtler Konseyi adına Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ve Türkiye’nin doğusunda ekonomik ve yardım faaliyetlerinin koordine ve icrasında görev yapmak üzere Albay Haskel başkanlığında bir heyet kurulmuştur. Bu bölgede aynı zamanda yüksek komiser sıfatıyla görev yapan Albay Haskel’in maiyetine 24 Amerikalı subay atanmış ve bunlar Tiflis’te kendisine katılmışlardır. Bölgedeki bütün Amerikan yardım kuruluşlarını emrine alan “Near East Relief” yönetimi altı görev bölgesi şeklinde örgütlenmiştir. Herbert Hoover başkanlığındaki Avrupa ve Yakın Doğu’yu içeren Amerikan İaşe ve Yardım Heyetinin ast unsuru olarak yapmıştır. Karargahı Tiflis olan kuruluşun Trabzon ve Erzurum bölge başkanlığına Albay Daley, Kars bölge başkanlığına Yarbay Warren, Erivan bölge başkanlığına Yarbay Francis, Gümrü bölge başkanlığına Binbaşı Davis, Karakilise bölge başkanlığına Binbaşı McDonald, Batum bölge başkanlığına Binbaşı Vance MacSweetney getirilmiş diğer subaylar anılan bölgelerde görev almışlar böylece yardım faaliyetleri askeri bir yönetim altında yürütülmeye başlanmıştır287. Misyoner örgütlerinin ABD’yi Osmanlı Devleti ile savaşa sokmama gayretlerinin yanında Osmanlı yönetiminde de ABD’ye karşı sıcak bir tavır görülmekte ve her iki devlet arasında doğrudan bir çıkar çatışması bulunmamaktaydı. Ancak Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri tarafında savaşa girmesi ABD karşısındaki Alman savaş gücünü arttırmış olduğundan Osmanlı- ABD ilişkileri doğal olarak koptu. Sonuçta İtilaf Devletlerinin Orta Doğuya ilişkin savaş amaçları ABD’nin de Barış Konferansına katılmasına yol açtı288. 286 Ercüment Kuran,; “Amiral Bristol Raporu ve ABD’de Türk Aleyhtarı Propagandanın Tarihçesi”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.189. 287 The New York Times, 22 Sep. 1919 . 288 Lawrence Evans; Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924), (Çev. T.Alaya, Ö.Uğurlu, N. Uğurlu) Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003, s.28-31. 125 Birinci Dünya Savaşı sona ererken Başkan Wilson, kurulacak yeni dünya düzenini yalnız Avrupalı yayılmacı güçlerin eline bırakmamak için ondört noktayı içeren ve Wilson Prensipleri olarak anılan bir barış deklerasyonu yayınlamıştı. Wilson Prensiplerinin ilk dört maddesinde uluslararası bir örgütün meydana getirilmesi, açık diploması, denizlerin serbestliği, ticari engellerin kaldırılması ve silahsızlanmaya yer verilmekteydi. Böylece ABD siyasal yalnızlık politikasını bırakarak yeni dünya sisteminin kurulmasına talip olmakta idi. Burada dikkati çeken önemli husus diplomaside şeffaflık prensibiyle ABD’nin daha önce İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan özellikle Osmanlı Devleti’ni parçalama temelindeki gizli anlaşmalara karşıt bir gönderme yapmış olmasıdır289. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki gelişmeler içerisinde Ermeni meselesinin Amerikan politikasında önemli bir yeri olmuştur. Değinildiği gibi Birinci Dünya Savaşında ABD ile Osmanlı Devleti arasında ilişkiler kopmuş, ancak ABD savaş halinde bulunduğu Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı Devleti’ne savaş açmaktan çekinmiştir. Bunun esas nedeni ülkede devam eden misyonerlik faaliyetlerinin zarar görmemesi düşüncesidir. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar süren Amerikan misyonerlerinin Osmanlı ülkesindeki faaliyetleri ve buna olan Amerikan devlet desteği, azınlıklar arasında milliyetçi fikirlerin uyandırılması ve ayrılıkçı akımların oluşmasının yanında barış görüşmelerinin başlamasıyla Washington’un dış politikasını yönlendirmeye kadar uzanan farklı boyutlar kazanmıştır290. Yukarıda da değinildiği gibi, Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar Amerikan kamuoyu ve politikasını etkileyen Amerikan kaynaklı belgeler, ABD’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Morgenthau’nun tamamen misyonerlerin raporlarına dayalı tarafsızlık ve doğruluktan uzak belgeler olmuştur. Morgenthau, kendisine Ermenilerin Doğu Anadolu’daki faaliyetleri hakkında verilen Osmanlı raporlarını ‘ırkçı’ olduğu gerekçesiyle dikkate almamıştır. Morgenthau, ırk olarak Türklerin aşağı, Ermenilerin ise üstün ırk olduğu fikrine saplanmış, Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü adlı kitabında 289 The Avalon Project, President Woodrow Wilson's Fourteen Points, www.yale.edu/lawweb/avalon/wilson14.htm- 9k – 20.12.2007. 290 Öke, 1991, s.188-189. 126 Türkleri “aptal, korkak, tembel” gibi ifadeler kullanarak tanımlamıştır. Bu zihniyette oluşu kendisinin olaylara bakış açısını da temelden etkilemiştir. Morgenthau ve onun gibiler kendi inançları doğrultusunda kitap, konferans gazete makaleleri gibi değişik yayın araçlarını kullanarak Amerikan halkını yanıltmışlardır. Öte yanda bunların doğrulayıcısı Türkler aleyhine destek toplayan ruhban sınıfı olmuş, her zaman Ermenilerin Hıristiyanlığı ön plana çıkarılmıştır291. ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılmasıyla birlikte harbin sonunda izlenecek politikaların temel prensipleri oluşturulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda ilgili ABD kurumlarınca hazırlanan 22 Aralık 1917 tarihli memorandum Ermenileri de kapsamaktaydı. Savaşın hedefleri ve barış koşullarına ilişkin olarak hazırlanan ve Amerika’nın harp sonrası plan ve hazırlıklarını içeren bu doküman “Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan etnik grupların baskı ve kötü yönetimden kurtarılması gerektiği gerekçesiyle, Ermenistan için en azından bir otonom yönetimi, Filistin, Suriye, Mezopotamya ve Arabistan için uygar ulusların himayesini” öngörmekteydi292. Görüldüğü gibi Arap toprakları için ileride manda adı konulacak yönetim biçimi düşünülürken, Ermeniler için bağımsızlığa kadar uzanabilecek özerk bir yönetim öngörülmekteydi. Öte yandan Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşını Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile son verirken mütarekeye Ermenilerle ilgili olarak konulan maddeler şöyleydi. Madde 4- İtilaf Devletlerine ait harp esirleri ile Ermeni esir ve tutukluları İstanbul’da toplanarak kayıtsız şartsız İtilaf Hükümetlerine teslim edileceklerdir. Madde 11- İran’ın kuzeybatısında bulunan Osmanlı birliklerinin harpten önceki sınırın berisine ivedilikle alınması emredilmiş olup uygulanacaktır. Kafkasya’nın bir kısmındaki diğer Osmanlı Birliklerinin de bölgeyi boşaltmaları talimatı verilmiştir. 291 McCarty, Justin/Carolyn, a.g.e., s.91 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume I, US Goverment Printing Office, Washington, 1942, s.52. 292 127 Kalanlar da bölgeyi terkedecektir. Gerektiğinde bu durumun gerçekleştiği İtilaf Devletlerince yerinde denetlenecektir. Madde 24- Altı Ermeni vilayetinde karışıklık olursa İtilaf Devletleri bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etmeye yetkilidirler293. Görüldüğü gibi İtilaf Devletleri savaşın bittiği noktada Ermenilere ilişkin projeleri için ilk işaretleri vermişlerdi. Mondros Ateşkes Anlaşmasından Paris Barış Konferansına uzanan süreçte İtilaf Devletlerinin ve Amerika’nın merkezini oluşturduğu dünya siyasi konjoktürü, ABD’yi Ermeni meselesine daha fazla müdahil olmaya yönlendirmiştir. Mondros Mütarekesi sonrasında Manchester Guardian’dan alıntı yapan The New York Times İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Cecil’in Ermenilerin korunacağını ve karışıklık durumunda Ermeni Vilayetlerini işgal haklarını kullanacaklarını vurgulayan bir açıklamasını yayımlamıştır294. C. Paris Barış Konferansı’nda ABD Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, galiplerin barış koşullarını saptamak ve bunları kaybedenlere kabul ettirmek gibi bir durum ortaya çıkmıştı. Savaşın sonu Rus, Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının da sonunu getirmişti. Savaşan tarafların toplam kayıpları 37 milyon kişi olup, kayıpların 8.5 milyonunu ölü, 16 milyonunu yaralılar oluşturmaktaydı. Böyle yıkıcı savaşın arkasından galip devletlerin diplomatları Ocak 1919’da Paris yakınlarındaki Versay Şatosunda Dünya Savaşını sonlandıracak barış anlaşmasını görüşmek üzere toplandılar. Çalışmalar başladığında savaş öncesi dünya siyasi haritasının çok büyük değişikliğe uğrayacağı belli olmuştu. Savaşın insan yaşamı ve parasal olarak ortaya çıkan yüksek maliyeti görüşmelerin güçlüğünü de oluşturmaktaydı. Barış görüşmeleri sonrasında ortaya çıkan barış anlaşmaları daha sonraki yıllarda zıt analizlerin, karşıt görüş ve tartışmaların 293 294 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Roll 5 . The New York Times , 2 Nov. 1918 . 128 kaynağını oluşturmuştur. Örneğin pek çok tarihçi ve çağdaş yorumcu Versay Anlaşmasının Mussolini ve Hitler’in yükselişine neden olduğunu işaret etmişlerdir295. Paris Barış Konferansı uluslararası alanda çok geniş çaplı ilk büyük barış konferansı olmuştur. Bu konferansa ABD ve özellikle Başkan Wilson damgasını vurmuştur. Böylece on dokuzuncu yüzyılda ABD politikasına hakim olan Monreo doktrini bir tarafa bırakılarak ABD de diğer yayılmacı güçler gibi dünya politikasına ağırlığını arttırma ve nufuz alanlarına sahip olma gayretlerine daha çok yönelmiştir. 1. Paris Barış Konferansı Öncesi Gelişmeler Birinci Dünya Savaşı’nda sonun yaklaştığı günlerden Paris Barış Konferansı’nın başladığı 1919 yılı başına kadarki süreçte ABD’nin konferansta izleyeceği Ermeni politikalarını etkileme amaçlı çalışmalar olmuştur. Bunlardan bir tanesi 1 Ekim 1918 tarihinde ABD’nin Fransa’nın Nantes kentindeki konsololosluğu tarafından dışişlerine gönderilen bir dokümandır. Bu doküman esas olarak savaş öncesi Çarlık Rusya’sının İstanbul’daki elçiliğinde dragoman olan daha sonra Petrograd hukuk fakültesinde uluslararası hukuk profesörlüğü yapan Andrea Mandelstam’ın Paris’te Fransızca olarak basılan “Le Sort de L’Empire Ottoman” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ruhu) adlı kitabına atıf yapmaktadır. Raporu düzenleyen B. Ravndal, Türkler hakkında Mandelstam kadar kötümser olmadığını, ancak kendisinin de Türklerin mevcut koşullarda kendilerini yönetme konusunda hazırlıksız oldukları ve yönetimleri altındaki diğer ulusal grupları yönetmede yetersizliklerine ilişkin görüşlerini paylaştığını belirtmektedir. Ravndal’a göre Türkiye için sağlam ve çıkar gütmeyen harici bir yönetimin bir süre uygulanması gereklidir. Ravndal’a göre eğer Almanlar savaştan galip çıkmış olsalardı Türkiye, İngiliz yönetimindeki Mısır’a benzer bir statüye dönüşecekti. Aynı dokümanda “La Voix de L’Armenie” ( Ermenilerin Sesi) adlı Ermenilerin yayın organı konumundaki gazeteden alıntılara yer verilmiş olup özeti şöyledir. “Ermeni sorunu için gerekli olan çözüm kuruluş aşamasında otonom, bir sonraki aşamada bağımsız bir Ermenistan devletidir. Başlangıç aşamasında destek İtilaf Devletleri 295 http://www.nvcc.edu/home/cevans/Versailles/Index.html 10.01.2008 . 129 içerisinde Yakın Doğu konusunda en az çıkar gözeten bir ülkeden, örneğin ABD’den gelmelidir. Yeni devlet altı vilayet Van, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas ile Kilikya’yı içermelidir. Buradaki Türkler, Tatarlar296 ve göçebeler yeni Ermeni rejimini ya kabullenecekler veya ayrılacaklardır. Ermenistan tarihteki topraklarına kavuşmalı batıda Toros dağlarından Sivas vilayetini içine alacak şekilde Çoruh Nehrini takiben Batum’da denize döküldüğü yer, doğuda Ağrı Dağı ile Van’ın 50 mil doğusundaki bir nokta, güneyde Diyarbakır, Antep ve İskenderun Körfezine kadar olan sahayı kapsamalıdır. Bu alan Ermenistan’a Mersin ve Batum limanlarını sağlayacaktır. Ayrıca Barış Konferansı Kafkasya’da Ermenilerle meskun bölgeleri bu yeni devlet topraklarına ekleyebilir. İstikrarlı bir Ermenistan kuruluşunu tamamlayıncaya kadar dış güçlerin denetimi gereklidir. Bu konuda Ermeniler Amerika’ya güvenmekte olup, Barış Konferansı’nın imzacı taraflarınca ABD’ye manda görevi verilmelidir. İki üç nesilden beri Amerikan misyoner okullarında kız ve erkek öğrencilerin titiz bir eğitim almaları bu konuda katkı sağlayacaktır”297. Yukarıdaki ifadelerde Barış Konferansı öncesinde ABD politikasını etkileme yönünde çabalar görülmektedir. Bu bağlamda ABD diplomatik temsilciliklerinin Ermenilerin kendi lehlerine kamuoyu yaratma amaçlı yayınlardan etkilendikleri ve bunları kendi kanallarından üstlerine iletme gibi bir yol izledikleri anlaşılmaktadır. Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Mondros Ateşkes sözleşmesi ile savaştan çekilmesinden hemen sonra (13 Kasım 1918’de) bir Ermeni komitesi Roma Elçiliği aracılığı ile ABD’ye bir memorandum iletmiştir. Barış konferansı öncesinde verilen memorandum Ermenilerin siyasal yapı ve diğer konulardaki beklentilerini içermekte, kendilerinin savaş öncesi ve savaş esnasındaki sıkıntıları belirtilmekte ve harpte İtilaf Devletlerinin yanında savaştıklarını ileri sürerek, esas itibariyle bir Ermeni Devletinin 296 "Tatar" sözcüğü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar, yüzyıllar boyunca, Rusya Avrupa'sında yaşayan Türk soylu Müslümanlar için, batılı yazar ve araştırmacılar, Türkistan'da ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Türkler için, Osmanlılar ise, on altıncı yüzyıldan başlayarak kuzey Türkleri için kullanmışlardır . (http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatarlar#cite_note-Ozturkler-0) ( 30.11.2008) Tatarlar aslında Türk soyundandırlar. Ancak bazı Batılı kaynaklarda Tatar ve Türkler ayrı gösterilmeye çalışılmaktadır. Barış Konferansında siyasi sınırlar yeniden belirlenirken coğrafi nüfus esaslı değerlendirmelere başvurulduğundan, bu tarz girişimlerin arkasında Türk çoğunluğun sayısını düşük gösterme gibi gayret olabilir. 297 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Roll 536, 867.00/41. 130 kurulmasını istemektedir. Genel istekleri; kendilerine toprak verilmesini, bu bölgede Osmanlı idaresinin tamamen sonlandırılmasını, İtilaf Devletlerince Ermeni Devletinin tanınmasını, Rusya Ermenistan’ı ile Osmanlı Devleti içerisinde Ermenilerin yaşadığı bölgelerin (sözde Türkiye Ermenistan’ı) birleştirilerek bağımsız bir Ermeni devleti oluşturulmasını içermektedir. Başkan Wilson, kendisine sunulan memorandumu “sevgili bakanım Ermenilere karşı büyük ilgim ve onlar için beslediğim güçlü sempatimi belirtir, ekteki müracata uygun kanalları kullanarak imkanımız dahilindeki şeyleri gerçekleştireceğimiz şeklinde cevap vereceğinizi ümit ediyorum” yazısı ile dışişlerine göndermiştir298. Görüldüğü gibi daha Barış Konferansı arefesinde Ermeniler ABD nezdinde Osmanlı topraklarını da içine alan büyük bir Ermenistan emelinin arkasına düşmüşler ve harp esnasında vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı savaştıklarını resmen açıklamışlardır. Barış konferansı öncesinde ABD diplomatik çevreleri de hazırlıklar yapmıştır. Bu bağlamda 1916-1917 yıllarında ABD’nin İstanbul konsolosu olan ve 1918 yılında ABD’nin Lahey diplomatik temsilciği görevinde bulunan Adolphus Van H. Engert tarafından 23 Aralık 1918’de hazırlanan gizlilik dereceli andaçta, barış sonrası için düşünülen düzen içerisinde Osmanlı Devleti’ne ilişkin hususlara yer verilmiştir. Burada Türk Devleti’nin Anadolu dışına taşmaması ve başkentinin Bursa, Konya, Ankara veya kolaylık sağlayacaksa Üsküdar olması öngörülmektedir. Engert, Türkiye’nin doğu sınırının saptanmasının zor olduğuna, bunun için bölgenin yerinde görülüp ek bilgi toplanmasına gerek olduğuna işaret etmiş, yine de anılan sınıra ilişkin başlangıç referansı olarak Karadeniz kıyısındaki Ordu ile Akdeniz kıyısındaki Mersin kentlerini birleştiren sanal hattı önermiştir. Dokümanda Türkiye’nin daha fazla Kürt nüfusu barıdırması halinde bu sınırın Ermenistan topraklarına halel getirmeyecek şekilde doğuya biraz genişletilebileceği ifade edilmektedir. Ergert, Kürt nüfusun Türkiye tarafına göç etmeleri konusunda teşvik edilmeleri, hatta zorlanmaları gerektiğine vurgu yaparak bunun her türlü protesto ve direnmeye karşı gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğunu, aksi takdirde Ermenilerin Türk çoğunluğun eline terkedileceği ileri sürmüştür. Doküman Türklerin başka güçlerin yönetiminde kendi yönetimlerinden daha 298 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1942, s.271-272. 131 rahat olacakları, Osmanlı Devleti’nin bölünmesinin temelinde Türklerin yönetim yeteneklerinin olmamasının bulunduğu gibi hususlara yer vermektedir. Ayrıca Türklerin yönetimindeki her yerde kapitilasyonların etkinlikle korunması yoksa Türkiye’de yaşayan hiçbir yabancının can ve mal emniyetinin sağlanamayacağı, Türkiye’nin ancak Batılı bir güç tarafından yönetildiği takdirde yeniden barbarlığa kaymasının önleneceği bu dokümanda belirtilen görüşler arasındadır299. Engert’e göre bağımsız bir Ermenistan kurulması kaçınılmazdır. Ermeniler yüzyıllar süren baskılara uğramışlardır. Böyle olmasa bile kendilerine özel ihtimam gösterilmeli ve Batılı güçlerin yeniden yapılandırma prensipleri çerçevesinde iki milyonluk farklı dili olan bu etnik gruba yurt sağlanmalıdır. Bu bağlamda Ermeniler’in bir kısmı Kafkaslar’dan Akdeniz’e, Karadeniz’den Mezopotamya’ya ulaşan bir imparatorluk isteğindedirler. Bu bölgede önemli sayıda Ermeni bulunmasına ve konunun bazı bölgeler için tarihi geçmişinin bulunmasına karşın, böyle büyük bir bölgenin bu kadar küçük bir nüfusa bırakılması mantıksızdır. Pratik amaçlar için dünyadaki Ermenileri (ki farklı ülkelerde yaşayanlardan çoğunun Ermenistan’a göç etmesi şüphelidir) barındıracak ve normal gelişim ve genişlemelerine olanak sağlayacak nispeten küçük bir alan yeterlidir. Ermenilerin sayıca en çok olduğu yerler Erzurum, Van ve Bitlis Vilayetleri ile Kafkasya’daki belirli bölgelerdir. Ermenistan oluşturmak için eski Osmanlı-Rus sınırının takip edilmesi bir zorunluluk değildir. Daha uygun koşullar, tamamen yeni sınırların saptanmasıyla sağlanabilir. Ülkenin nüvesini Erzurum Vilayeti oluşturabilir. Buna Van ve Bitlis ve belki Mameratül-Aziz (Elazığ) Vilayetlerinin kuzey bölümleri ile Diyarbakır ve Sivas Vilayetlerinin bazı kısımları dahil edilebilir. İtiraf etmek gerekirse Ermenistan’ın Karadeniz kıyılarına ilişkin güçlü bir talebi bulunmamaktadır. Ancak kendisine Trabzon Vilayeti verilerek deniz çıkışı sağlanmalıdır. Trabzon’da Rumların ve Gürcülerin yaşıyor olması ve bunların kendi anayurtlarından epeyi uzakta bulunması nedeniyle kendi ülkelerine bağlanma olasılığının zayıflığı bu konunun gerçekleşmesine katkıda bulunabilecektir. Ermeni yönetimindeki Rum ve Gürcülere, çok geniş olmamak kaydıyla dini ayrıcalıklar ve ekonomik imtiyazlar tanınabilir. Keza Ermeniler’in de Türklere göre daha akıllı, zeki 299 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/87 A. 132 ırk olmalarına rağmen kendilerini yönetme konusunda birdenbire üstün bir yeterlilik göstermeleri ve muhtemel tehlikelere açık bir coğrafyada kendilerini korumak için gerekli geniş bir politik deneyim sahibi olmaları beklenmemelidir. Ermeniler, kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar tavsiyeye ve yardıma ihtiyaçları vardır. Bu nedenle kendilerini himaye edecek güç bulunmalıdır ve en uygun iki aday ABD ve İngiltere’dir. Türkiye söz konusu olduğunda, yıllardır Amerikan eğitim kurumlarının burada görev yapmış olması ABD için tercih nedeni olmalıdır300. Paris Barış Konferansı öncesi Ermenistan konusunda ABD diplomatik çevrelerine ait bir diğer belge Fransa’daki Nantes kentinde bulunan Amerikan konsolosluğu tarafından 2 Aralık 1918’de hazırlanıp dışişleri bakanlığına gönderilen “Amerikan Tasks in Turkey” (ABD’nin Türkiye’deki Görevleri) başlıklı yazıdır301. Yazıyı gönderen 1912 yılında İstanbul’da ABD konsolosu ve Levant Ticaret Odası onursal başkanı G. Bie Ravndal’dır302. Anılan kişi kendi gözetiminde Mr. George Wadsworth isimli konsolos yardımcısına hazırlattığı Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ilişkin bir haritayı yazı ekinde göndermiştir (EK-E). Burada Akdeniz kıyısındaki Alanya doğusundan Sivas’ı da içine alan Rusya ve İran sınırlarına kadar uzanan ve Karadeniz çıkışı bulunan büyük bir Ermenistan tasavvur edilmektedir303. Görüldüğü gibi daha barış konferansı başlamadan ABD diplomatik çevrelerinde bir Ermenistan fikri ve hazırlığı vardır. Amerikan görüşleri ile Ermeni istekleri arasında parelellikler olmasına karşın nasıl bir Ermenistan kurulacağı konusunda netlik yoktur. Amerikalılara ulaştırılan Ermeni istekleri vardır, ancak bu aşırı isteklerin gerçekçi olmadığının bazı Amerikalılar da farkında olup, Ermenilerin azınlıkta oldukları bir bölgede devlet kurmalarına ve himayesiz olarak ayakta kalabilmelerine pek sanş verilmemektedir. 300 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820,Vol 383,Roll536,867.00/87A The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/41 . 302 The New York Times, 30 Nov. 1912. 303 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/41. 301 133 Diğer taraftan İstanbul’daki ABD Ataşesi ve Ermeni ve Suriye Yardım Komitesinin temsilcisi Luther R. Fowle imzasını taşıyan 18 Aralık 1918 tarihli bir yazı ile ekinde ABD Başkanına hitaben yazılmış bir mektup Roma’daki ABD Elçiliği tarafından Washington’a iletilmiştir. Yazıdaki ifadelere göre İstanbul’da Türkler’den bazı tanınmış isimler, iş çevreleri ve entellektüelleri “Wilson Prensipleri Cemiyeti” adında bir dernek oluşturmuşlardır. Bu hareket bütün İstanbul basınınını da (onbeş gazete) kapsamaktadır304. 14 Ocak 1919’da Milli Mücadele arefesinde İstanbul’da gazeteci yazar, profesör, doktor ve avukatlardan oluşan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları: Halide Edip Hanım, Celalettin Muhtar Bey, Ali Kemal Bey, Hüseyin Hulusi Bey, Refik Halid Bey, Ragıp Nurettin Bey, Celal Nuri Bey, Necmettin Sadık Bey, Cevat Bey, Mahmut Sadık Bey, Ahmet Emin Bey, Yunus Nadi Beydir. Wilson Prensiplerinin 12. maddesinin yarattığı umutla kurulan cemiyet 5 Aralık 1918’de Başkan Wilson’a gönderdikleri muhtıra ile dikkatleri çekmişlerdir. Faaliyetleri kısa süren bu cemiyet 7 Mayıs 1920 tarihinde ikinci kez Başkan Wilson’a İstanbul’daki yüksek komiser aracılığı ile mektup göndermişlerdir305. Amerikan ilişkileri açısında bu cemiyet Wilson prensiplerinin uygulanacağı varsayımına inanan çeşitli aydın ve bürokratlar tarafından aynı dönemde kurulmuş başka cemiyetlere göre en ön planda olanıdır. Wilson Prensipleri Cemiyeti bu hazırlıkları kapsamında, ABD Başkanına göndermek üzere bir dilekçeyi imzaya açmıştı. Bunlara göre ABD, mevcut koşullarda Türk Devleti açısından mahzurları en az olan ülkedir. Bu grubun bir kısmı Amerika’nın Türkiye’ye karşı dostça davranacağı ve her yönden yeterli bir Türk Hükümetinin etkin yönetimine kavuşuncaya kadar böyle bir desteğe ihtiyaç olduğuna inanmaktadırlar. Ancak bu olgunun hiçbir resmi yönü bulunmamaktadır. Ayrıca bu projenin ABD Hükümeti’nin konuya ilişkin yaklaşımı belli olmadan herhangi bir partinin politikası olarak benimsenmesi mümkün değildir. Yine de anılan hareketin mensupları güçlü bir partileşmeye gidebileceklerdir. Bu bağlamda Türkiye için nihai karar ne olursa olsun 304 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/45 . 305 Ayışığı,a.g.e.; s.17 134 ABD ve İtilaf Devletleri, ABD’nin Türkiye’nin kontrol ve denetimine ilişkin tedbirler alması halinde Türk Wilsoncular hareketinden destek alabileceklerdir. Türkiye’de farklı sınıflardan insanların ülke geleceği açısından ABD halkı ve hükümetinden yeni ve olumlu şeyler için beklentileri vardır306. Bu ve benzeri hususları içeren Wilson Prensipleri Cemiyetinin Başkana gönderilmek üzere kaleme aldığı mektup İstanbul’daki Amerikan ataşesi aynı zamanda Ermenistan ve Suriye’ye Yardım Komitesi mali sorumlusu Luther R. Fowle aracılığı ile ABD Roma Büyükelçiliği’ne iletilmişti. Roma Elçiliği de bunu yazı ile ABD dışişleri bakanlığına göndermişti. Elçiliğin yazısı ve mektubun orijinal metni EK-F’dedir. Wilson Prensipleri Cemiyeti Başkan Wilson’a hitaben yazdıkları mektupta Türkiye’de yurtseverlerin ve entellektüellerin ulaştıkları kanaate göre Türkler tarafından teşebbüs edilecek herhangi bir sistemin tarihi gelişmeler ve etnik önyargılardan dolayı bir despotizme dönüşme ihtimali olduğunu ifade etmişler, bu nedenle halkın, devlet idaresinde tecrübeli bir dış gücün belirli bir süre yönlendirmesine gereksinim duyulduğunu ileri sürmüşlerdir. Mektupta bu görevin yapısında pek çok ayrılıkları, amaçları ve yöntem farklılıklarını içeren çok uluslu bir komisyon yerine tek bir ülke tarafından gerçekleştirilmesinin yerinde olacağı vurgulanmıştır307. Görüldüğü gibi gerek Ermeniler gerekse Türkler’in aydın tabakası ABD’den manda üstlenmesi yönünde beklenti içindedirler. Ancak amaçlar farklıdır. Ermeniler bağımsız bir çok geniş bir bölgede azınlık olan Ermeniler tarafından kurulacak bağımsız bir Ermenistan’ı himaye ve destek düşünürken, Türkler savaş sonrası ortaya çıkan sosyal travmanın da etkisiyle kendi yönetimlerine güvenlerini kaybettiklerinden uygun koşullar oluşuncaya kadar imkanları olan bir gücün mandasına girmeyi düşünmektedirler. Savaş sonrası 1919 yılında Paris’te toplanan Barış Konferansı öncesinde Wilson kurulacak Milletler Cemiyetinin anayasa taslağını hazırlamakla uğraşmıştır. Bu bağlamda Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılması sonrasında ayrılacak parçaların Milletler Cemiyeti yönetimine alınmasını içeren bir 306 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/45. 307 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.00/45. 135 mutabakat sağlanmıştı. Milletler Cemiyetinin yaratılması, barış koşullarını belirlemek durumunda bulunan ve bu örgütü barışın temelleri olarak sayan devletler tarafından görünüşte onaylanmıştı. Bu bağlamda Milletler Cemiyetinin savaşla ele geçirilen topraklar konusundaki yaklaşımı Alman sömürgeleri ile Osmanlı İmparatorluğunun Türklere ayrılacak kısmı dışındaki toprakların eski sahiplerine geri verilmeyeceği şeklinde idi. Çünkü bu toprakların halkları kendi başlarına bağımsız devlet kurma olanağına sahip değildi. Bunlar üzerinde manda yönetimleri kurulması düşünülmekteydi. Manda yönetimi için kısaca, anılan ülkelerin ticaret, uluslararası ilişkiler, çalışma, ırklar arası eşitlik vb. gibi konularda Milletler Cemiyeti adına görev yapacak devletlerin denetimine konulması denilebilir308. Wilson tarafından savaş henüz bitmeden ilan edilen barış prensiplerinden Osmanlı Devleti’ne ait olan onikinci maddesi “Türklere ait olan kesimden Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarından emin olarak yararlanması sağlanmalı, fakat Osmanlı egemenliğinde bulunan diğer halkların da yaşamlarından emin olarak bağımsız bir usul dairesinde ilerlemeleri teminat altına alınmalı, Çanakkale bütün milletlerin ticaret gemilerine devletlerin garantisi altında açık bulundurulmalıdır” şeklindeydi309. Bir ABD inisiyatifi olan Milletler Cemiyetince manda yönetiminin uygulanacağı bölgeler olarak Alman sömürgelerinden başka Suriye, Ermenistan, Mezopotamya, Filistin ve Arabistan düşünülmekte idi310. Diğer taraftan Türk Milletinin lehine gibi görünen 12. maddeyi ilan etmiş olan Wilson, İzmir’in işgaline kayıtsız kalmış, bundan başka asılsız soykırım söylentileri nedeniyle Osmanlı Hükümetine telgraf göndererek “Ermenilere yapılacak her türlü tecavüzden Osmanlı Devleti’nin sorumlu tutulacağı ve 12. maddenin geçersiz sayılacağı” şeklinde gözdağı vermiştir311. Osmanlı Devleti, Türkler ve Ermeniler arasındaki meselede Amerika’da Ermenileri tutan politik ve kamuoyu ortamı içerisinde Birinci Dünya Savaşı sona 308 Evans, a.g.e..,s.92-93 Evans, a.g.e., s.80 310 Evans, a.g.e., s.100 311 Ayışığı, a.g.e.; s.38 309 136 erdiğinde ABD’yi meşgul eden önemli konu “Ermenistan” mandasının kabul edilip edilmeyeceği noktasına gelmişti. Çünkü İngiltere, ordusunun Kafkasya ve Doğu Anadolu sınırlarından çekilmesini planlamaktaydı. Fransa ise Skyes-Picot Anlaşması uyarınca Suriye ve “Güney Ermenistan” addettikleri Çukurova’ya asker göndermekle yetineceğini açıklamıştı. İngilizler Kafkasya’dan çekilmiş, Fransızlar, İngilizlerin bıraktığı boşluğu doldurma konusunda uzak durmuşlardı312. İngiltere açısından Kafkasya’da Rus iç savaşından galip çıkacağına inandıkları Kızılordu ile karşılaşmak bu arada Ermenistan mandaterliğini yüklenmek menfaatleri ile çatışmaktaydı. Keza Ermenistan’ın sınırlarının çizilmesi İtilaf Devletleri arasında bir uyuşmazlık konusu olma eğilimine girmişti. Bu koşullarda İtilaf Devletleri bazı ekonomik menfaatler karşılığında Ermenistan konusunu Amerika’ya devrederek konudan sıyrılma gayreti içerisine girmişlerdi313. İngiltere çoğunluğu Müslüman olan bir bölgenin Ermenilere bırakılmasının ve ileride bunun korunmasının eldeki güçleri ile mümkün olamayacağını görmekte, Ermenistan’ın mandaterliğini ABD’nin üstlenmesine çalışmaktaydı. Bu bağlamda İtilaf Devletlerinin hepsi en azından Başkan Wilson’ı Ermenistan sınırlarının çizilmesi hususunda ikna edip Ermeni konusunun içine çekmeye çalışmışlardı314. ABD Başkanını Ermenistan mandasını üstlenmeye ikna etmek için en çok İngilizler gayret göstermiştir. Bu bağlamda İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un Başkan Wilson için hazırladığı raporda askeri gücü ve mali kaynakları olmayan Milletler Cemiyetinin böyle bir görev alamayacağı, manevi ve maddi imkanlarıyla insanlık namına bu görevin ABD’den beklendiği belirtilmekte ve Yüksek Konseyin (İngiltere, Fransa, İtalya) Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini Wison’dan rica ettiği belirtilmektedir. İstekler şöyle maddelenmiştir. a. Başkan Wilson’dan Türkiye ile yapılacak anlaşma taslağında belirtilen sınırlamalar dahilinde Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini rica etmek. 312 Osman Olcay; Sevr Anlaşmasına Doğru, (Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1981, s.7. 313 Olcay, a.g.e., s.361-363. 314 Öke, 2000, s.207-209. 137 b. ABD’nin manda konusunda cevabı ne olursa olsun ABD Başkanının taslak anlaşma metninde belirtilen Ermenistan’ın sınırlarını saptama konusunda hakemlik görevini üstlenmesi. c.Ermenistan’a ilişkin olarak aşağıda belirtilen maddenin Barış Anlaşmasına ithali. “Türkiye ve Ermenistan ve diğer yüksek akit tarafları Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır meselesinde ABD başkanının Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis Vilayetlerini kapsayacak bölge bağlamında hakemlik yapması ve bunu kabul etme hususunda mutabıktırlar. Bu durum bağımsız Ermenistan’ın deniz çıkışını imkan veren koşulları da içerir”315. Barış Konferansı Dörtler Konseyinin 13 Mayıs 1919’daki tutanaklarında yer alan ifadelere göre İngiliz başbakanı Llyod George ABD’nin Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini teklif etmiştir. Öneride Fransa’nın Kuzey Anadolu, İtalya’nın Güney Anadolu’da manda üstlenmesi, Yunan isteklerine Başkan Wilson’un önerilerine göre cevap verilmesi yer almıştır. Llyod George ayrıca, ABD’nin İstanbul ve Boğazların mandasını üstlenmesi konusunda ümidini belirtmiştir. Buna karşılık Başkan Wilson ülkesine dönünceye ve kesin yargıya varıncaya kadar ABD’nin manda üstlenmesi konusunda tutum belirleyemeyeceğini beyan etmiştir316. Bu bağlamda Barış Konferansını yönlendiren Dörtler Konseyi (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya) görüşmelerinde Lloyd George, ABD’nin mandaterlik üstlenmesi konusu belli oluncaya kadar Osmanlı Devletinin Türklerden alınacak bölge sınırlarının belirlenmesini önermiştir. Başkan Wilson da Avusturya örneğinde olduğu gibi Osmanlı Devletinin terketmesini öngördükleri bölgelerin önceden fiilen ayrılmasını daha sonra 315 Armenia, Draft Despatch to President Wilson, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136/7. 316 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.01/24 . 138 bu fiili durumun barış anlaşmasıyla kabul ettirilmesini önermiştir. Wilson bu ayırma işleminin Mezopotamya, Suriye ve Ermenistan’ı kapsayacağını işaret etmiştir317. 2. 1919 Paris Barış Görüşmeleri ve ABD’nin Ermenistan Siyaseti Birinci Dünya Savaşı devam ederken yayılmacı güçler savaş sonrasında elde edecekleri kazançların paylaşımlarını içeren gizli anlaşmalar oluşturmaktaydı. Bu devletlerin amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnız Müslüman olmayan bölgeleri değil Türk halkının anayurdu olan Anadolu’nun da paylaşılması planlarının kapsamındaydı. Gizli anlaşmaların açığa çıkması savaşın sonunda gerçekleşti, Rusya’da iç savaşın çıkmasıyla yönetime gelen Bolşeviklar gizli anlaşmaları açıkladı. Bu anlaşmalar çerçevesinde Rusya’ya Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis ve Güneydoğu Anadolu’da bir bölge verilecekti. Skyes-Picot Anlaşması savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’na kabul ettirilen Sevr Antlaşmasının temelini oluşturmaktaydı. Gizli anlaşmaları açıklayan Rusya’ya anılan anlaşmalarda paylar verilmişti. ABD ise başlangıçta Monreo Doktrini anlayışına bağlı olarak kıtasından çıkmamış bu anlaşmalarla ilgilenmemiş ve bunlardan savaşa katıldıktan sonra bilgi sahibi olmuştur318. Ocak 1919’dan itibaren Ortadoğu’nun geleceğinin düzenlenmesi dahil pek çok konuda barış görüşmelerinin yapılacağı Paris, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen delegelerin akınına uğramıştı. Dünya haritasının yeniden çizileceği bu kente Ermenilerin de dahil olduğu gruplar, savaşın galibi Müttefiklere tezlerini sunmak üzere haritalar, istatistikler vb. dokümanlarla sıraya girmişler, bu meyanda bilimadamları, diplomatları, propaganda ekipleriyle kulis faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı. Ermeniler Paris’e iki delegasyonla katılacaklardı. Bunlardan birincisi, Mısır eski maliye ve dışişleri bakanının oğlu, Mısır devlet demiryollarının müdürü Bogos Nubar Paşa’nın başkanlığındaki Ermeni Ulusal Birliği idi. Müttefiklerce Ermenilerin resmi temsilcisi olarak kabul gören bu heyetin yanı sıra Erivan grubu Taşnak liderlerinden Ermeni Milli Meclisi başkanı Avedis Aharonian başkanlığından bir diğer Ermeni heyeti de 317 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VI, US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s.675. 318 Seçil Akgün; General Harbord’un Gezisi ve Anadolu Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981,s.32-33. 139 görüşmelere katılacaktı. İki grubun arasında fikir birliği bulunmamaktaydı. Aharonian Ermenistan Cumhuriyeti’nin taleplerini altı Osmanlı vilayeti ile Karadeniz’e bir çıkış koridoru olarak belirlerken Bogos Nubar bununla yetinmeyerek “Büyük Ermenistan” kurmak için Çukurova ve Akdeniz’e çıkış elde etmek konusunda ısrarlıydı. Ancak bu ikili grup müttefiklere karşı tek bir ses olabilmek için ortak bir program benimsemişler ve Bogos Nubar’ın taleplerinde birleşmişlerdi319. Bu günlerde İtilaf Devletlerine özellikle Ruslara verdikleri büyük desteği anlatmak için Bogos Nubar The Times of London gazetesine verdiği beyanatta Dünya Savaşı’nda Rus Ordusunda çarpışan 150.000 Ermeni’den başka Nazarbayef komutasında 50.000 kişilik bir gücün Kafkasya’da Türklere karşı savaştığını belirtmiştir320. Mondros Mütarekesi ile Türk topraklarında yabancı himayesi görüşü gelişmekteydi. Konferansa şahsen katılmaya karar veren ABD Başkanı Wilson kendisine özgü fikirler üretmekteydi. Savaş galibi ülkelerin başarılarını Amerika’ya borçlu olmalarından kaynaklanan bir güvenle konferansta ağırlığının olacağı inancındaydı. Konferans çalışmalarını yönlendirmek üzere Amerika Başkan ve Dışişleri Bakanı, İngiliz, Fransız, İtalyan Başbakan ve Dışişleri bakanlarıyla iki üst düzey Japon temsilciden oluşan bir “Onlar Konseyi” oluşturuldu. Mart 1919’da bunun da bir adım ötesine geçilerek Başkan Wilson ile üç başbakan; Lloyd George, Clemancau ve Orlando’dan oluşan “Dörtler Konseyi” kuruldu. Wilson, Birinci Dünya Savaşını sonlandıracak konferansa “toprak kazancı gözetmeme” prensibini kabul ettirerek bunun yerine manda yönetimini öneriyordu. Manda konsepti uygulanacağı ülkeleri üç grupta ele alarak geliştirilmekteydi. Bunlar toplumların kültürel, sosyal ve coğrafi koşulları göz önüne alınarak A,B,C mandası olarak sınıflandırmaktaydı. A mandası eskiden kendisi devlet kurmuş, uygar olmakla birlikte ulusculuk esasında örgütlenmemiş halklar üzerinde kurulacaktı. Bu gruba bağımsızlık tanınmakla birlikte geçici süreyle mandater ülkenin yönetimi öngörülüyordu. Bu tarz manda eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları 319 Mim Kemal Öke; Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Yayını, VII: Dizi-Sa 126, Ankara, 1991, s. 136137. 320 The Times of London, 30 Jan, 1919. 140 için düşünülmüştü. İkinci (B) ve üçüncü (C) grubu Alman sömürgelerinin bir kısmını kapsayan tropikal bölgeler ile Afrika’nın çok geri bölgeleri için tasarlanmıştı321. A Mandasının özellikleri ise mümkün olduğu kadar çabuk kalkınma sağlanması için işleyecek bir sistemi öngörmekteydi. Hükümet işlevi olanaklar olduğunda yerel insan kaynaklarıyla yerine getirilecekti. Askeri kara ve hava kuvvetleri, deniz üsleri ve tahkimat kurulacaktı. Düzenin sağlanması amacıyla askeri personeli mandater devlet tarafından sağlanacak, yerel jandarma güvenlik gücü olacaktı. Vicdan özgürlüğü ve dinsel serbestlik, yurttaşlar arasında din-ırk ayırımı olmaması prensiplerine bağlı olunacaktı. Manda yönetimini üstlenecek devlete kendi yurttaşlarına manda yönetiminde tanıdığı yerleşim, mülk edinme, ticaret yapma haklarını Milletler Cemiyetine bağlı devletlerin yurttaşlarına da tanıyacak kendi yurttaşlarına ayrıcalık vermeyecekti. Ancak manda yönetimine alınan ülkelerin doğal kaynaklarının geliştirilmesi için sağlanabilecekti 322 Milletler Cemiyetine üye ülkelerin yurttaşlarına ayrıcalık . Öte yandan ABD’nin katıldığı ve esas nüvesini Dörtler Konseyinin oluşturduğu Paris Barış Konferansı başladıktan kısa bir süre sonra Ermeni başvuruları da başlamıştır. Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu adıyla (başkanı Avetis Aharonian, üyeleri Dr. Ohachanian ve Papadjanian isimli kişilerden oluşan) bir Ermeni heyeti 12 Şubat 1919’da konferans başkanlığına bir ön muhtıra sunmuştur. Muhtırada Birinci Dünya Savaşında Rusya ve İtilaf Devletlerine olan katkılarını sıraladıktan sonra Ermenilerin İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki gizli anlaşmalar doğrultusunda sözde Türkiye Ermenistan’ı olarak adlandırdıkları Doğu Anadolu’nun Fransa ve Rusya arasında paylaşılmış olduğunu görmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldıkları ve cesaretlerinin kırıldığına değindikten sonra Doğu Anadolu’yu Osmanlı Devleti’ne 321 Akgün, 1981, s.47-48. Edward Mandell House/ Charles Seymour; What Really Happened in Paris? The Story of Peace Conference, Charles Scribner's Sons Publication, New York. 1921, s.117. 322 141 bırakan Brest-Litovks anlaşmasının iptalini ve bağımsız Ermenistan’ın ilanı talep etmişlerdir323. Bundan kısa bir süre sonra Ermenistan heyetinin 26 Şubat 1919’da konferansa sundukları memorandum toprak taleplerini gösteren bir harita ile başlamaktadır (EK-G). Bu memorandum anılan haritada gösterilen bölgelerin tarihsel ve demografik olarak Ermenilere ait olduğunu iddia eden görüşler ile Ermeni ve Ermeni yanlısı kaynakların nüfus istatistiklerine dayandırılmıştır. Burada Kilikya’nın coğrafi olarak yüksek Ermeni platosu dedikleri Doğu Anadolu’nun bir devamı olduğu ve bu bölgenin Suriye ve Anadolu’dan ayrı olduğu iddia edilmektedir. Bölgenin tarihi olarak da Ermeni geçmişi olduğu ileri sürülmektedir. Savaştan önce Çukurova’da 200.000 Ermeniye karşılık Türklerin 78.000 ve Türkmenler ile göçebe Kürtlerin 60.000 olduğu iddiası yer almaktadır. Ermenilerin Aryan ve Hiristıyan, ırk olarak çalışkan, enerjik ve üretken, oldukları belirtilmektedir. Kendilerinin Batılı özelliklerine karşın Türkler ve Tatarlar gibi Doğulu ve geri kafalı toplumlarla iç içe yaşama durumundadırlar. Kendilerinin Batı ile süratli irtibat yollarına sahip olmaları için Akdeniz’le bağlantıları olması gereklidir. Aksi takdirde kendilerini Asyalı ırkların kuşatmasından kurtaramayacaklardır324. Muhtıranın diğer bölümlerinde Ermeniler, ağırlıklı olarak talep ettikleri altı vilayette Dünya Savaş öncesinde Türk ve Müslümanlara göre nüfuslarının sayısal üstünlüğü olduğuna ilişkin iddialar ileri sürmüşlerdir. Hatta bu durumlarını 1876’daki Bulgaristan ile karşılaştırarak onların bağımsızlığını kazandığındaki sayısal konumlarının kendilerinden daha ileride olmadığını göstermeye çalışmışlardır. Ermeni iddialarına göre Türkiye ve Kafkas Ermenistan’larının 1914 itibariyle toplam nüfusu 5.860.000’dir. Bunun 3.211.000’i Hıristiyandır. Hırstıyanlardan da 2.699.000’u Ermenidir. Ayrıca Türkiye’nin ve Kafkasyanın diğer bölgelerindeki Ermeni nüfusu toplamı 948.000, İran’daki Ermeniler 140.000’dir. Dünyanın uzak bölgelerindeki 683.000 (İstanbul, Avrupa Türkiyesi, Rusya, Mısır, Amerika vs.) Ermeniler de dahil edildiğinde toplam Ermeni nüfusu 4.470.000’dir. Yalnız Türkiye Ermenistan’ında 1914 323 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383, Roll 409, 185.5136. 324 The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136. 142 yılı itibariyle 1.403.000 Ermeni, buna mukabil 943.000 Türk vardır. Ayrıca 447.000 Rum, Rus, Nasturi bulunmaktadır. Kalanı Türkmen, Tatar, Kürt vb. müslüman gruplardır. Yani Ermeni ve Hıristiyan çoğunluğu söz konusudur. Buna mukabil 1876’da Bulgaristan Türklerden kurtarılmadan önce bu bölgede 1.130.000 bini Bulgar olan 1.209.000 Hıristiyan’a karşı 774.000’ni Türk 1.119.000 Müslüman bulunmaktaydı. Sadece altı Ermeni vilayeti söz konusu olduğunda 1914’te bu vilayetlerde 666.000’ni Türk 1.178.000 Müslümana karşı 1.018.000’ni Ermeni, 1.437.000 Hıristiyan yaşamaktaydı325. Yukarıdaki iddialara dayanarak Ermeni Ulusal Delegasyonu isimli Ermeni heyeti Paris Barış Konferansında savaşta İtilaf Devletlerine olan katkılarını öne sürmüş, geçmişte Ruslardan ve Türklerden gördükleri baskılar vb. yakınmaları dile getirmişlerdir. Heyet başkanı Bogos Nubar Paşa bağımsız Ermenistan’a ilişkin toprak taleplerini şöyle sıralamıştır. a. Maraş Sancağı dahil olmak üzere Kilikya bölgesi, altı vilayet olarak adlandırdıkları Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput, Sivas vilayetlerinin tamamı ile Trabzon vilayetinden verilecek Karadeniz bağlantısı. b. Kafkas Ermenistan’ının Osmanlı Devleti bölgesindeki Ermenileri de içerecek şekilde genişletilerek tek bir Ermeni Devleti’nin oluşturulması. Bunun gerekçesi olarak Bogos Nubar, talep edilen bölgede nüfus çoğunluğunun Ermeni olduğunu ve Ermenilerin % 80-90 oranında ekonomiyi ellerinde bulundurduklarını iddia etmiştir326. Ermeni meselesinin görüşüldüğü dönemde misyonerlerin faaliyetleri de etkili olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Amerikan misyonerlerinin Osmanlı Devleti’nde faaliyetleri ve bunun arkasındaki devlet desteği, azınlıklar arasında milliyetçi fikirlerin uyandırılması hariç genelde kültürel düzeyde kalmışsa da, barış görüşmelerinin başlamasıyla güçlü bir ivme kazanmış ve ABD’nin dış politikasını etkileyecek konuma gelmiştir. Amerikan Board Heyeti Başkanı James L. Barton dünya 325 The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136, Annex 5, s.35. 326 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume IV, US Goverment Printing Office, Washington, 1943, s.147-157. 143 uluslarını (i) başkalarını yönetmeye muktedir olanlar (ii) kendi kendini yönetenler (iii) her ikisinden de aciz olanlar şeklinde üçe ayırmakta; ilkine Amerikalıları, ikincisine Ermenileri, üçüncüsüne Türkleri örnek vermekteydi. Bu sınıflandırmaya göre Amerikalıların Ortadoğu’daki misyonları azınlıkları kendi düşüncelerine göre baskı altında tutan Türklerden kurtarmak olmalıydı. Savaş kazanılmış ancak azınlıkların özgürlüğüne kavuşma süreci tamamlanmamıştı. Amerikan Board yöneticileri Başkan Wilson’a baskı yaparak kendisinden Birinci Dünya Savaşı gibi bir Haçlı seferinin sonuçlandırılmasını beklemekteydi. Amerika’daki misyonerler ve dinci çevreler Wilson’un şahsında kendilerine yakın bir müttefik bulduklarından emindi. Wilson, yetiştiği çevre ve arkadaş grubu olarak kendi içlerinden çıkmış bir liderdi. Bu açıdan yaklaşıldığında Wilson’un Ermeni ve Rumlara karşı zaafı doğal görülmelidir. Board misyonerinden başka Başkanın diğer bilgi merkezi eski İstanbul Büyükelçileri Henry Morgenthau, yukarıda bahsi geçtiği gibi Üsküdar’a bile geçmediği halde Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni asıllı baş tercümanın haberlerine dayanarak Türklerin Ermenilere mezalim uyguladığını iddia etmiştir. Burada en önemli olan yanlışlık ise, bu dezenformasyonun Amerika’da en yetkili kişiye ulaşabilmesi ve bunun Türkiye’ye ilişkin kararlarda bir zemin olarak algılanmasıdır. Rus Ordusu’nun ilerlemesi ile ortaya çıkan Ermeni mezalimi hakkında haberler Amerika’ya ulaştığında James Barton, Bogos Nubar’a bu konuda endişe etmemesini çünkü kendilerinin Türkleri Amerikan kamuoyunu kandökücü bir ulus olarak tanıttıklarını ve bu bilgilere önem verilmeyeceğini yazarak kendisini rahatlatmaktaydı327. Öte yandan Başkan Wilson’un düşüncesi Paris Konferansının sistematiğini savaş öncesi ilan ettiği 14 prensip üzerinde geliştirirken, büyük ideali bunu Milletler Cemiyetine de onaylatmaktı. Bu yolla küçük devletlerin ezilmekten kurtulup halkların egemenliğinin oluşturulabileceği inancında idi. Bundan ötürü Wilson ülkesinde Başkanın görevi başında bulunması geleneğine rağmen tepkileri de göze alarak ülkesinden uzaktaki Paris Barış Konferansına katılmaya karar verdi. Konferansta Osmanlı Devleti’nden özellikle 1914–15 olaylarına bağlı olarak Amerika’ya göç etmiş Ermenilerin durumlarını çözme konusunda kararlılık taşımaktaydı. Değinildiği gibi 327 Öke, 1991, s. 141-143. 144 Amerika’ya yerleşen bu göçmenler Amerikan kamuoyunda büyük etkiler yaratmış, konu Türk-Ermeni sorunu olmaktan çıkıp Müslüman-Hıristiyan mücadelesi ortamına getirilmişti. Sözde mağduriyet ve ezilen çok sayıda Hıristiyan için eylem bekleniyor, Müslüman ülkede Hıristiyanların karşılaştıkları baskıya son verilmesi, zulmün durdurulması, önlenmesi isteniyordu328. Yine barış görüşmeleri sırasında ABD’li iki gazetecinin Başkan Wilson ile Paris’te yaptığı mülakatta Wilson, barış konferansının temel konusunun Anadolu’nun paylaşımı olduğunu söylemişti. Amerikan halkına Ermenistan’ın ve Boğazların mandasını üstlenmeyi önermeye hazır olduğunu belirten Başkan, Amerika’nın Ermenistan’a olan sempatisinden ötürü mandanın getireceği yükün Kongre tarafından benimseneceğini, ancak Boğazlar için manda üstlenmenin şüpheli olduğunu ifade etmişti. Mülakatın devamında Wilson, ABD’nin Ermenistan ve Boğazların mandasını üstlenmesiyle dünyanın bu bölümünü kontrol eden stratejik bir bir konum elde edeceğini belirtmişti329. Ermeni meselesindeki bu gelişmelere bağlı olarak Dörtler Konseyi, Ermeni vilayetleri dedikleri ve sınırları ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın uzlaşmasına göre saptanacak bölgede manda rejimi kurulmasına ilişkin bir mutabakata varmıştı330. Dörtler Konseyinin Osmanlı İmparatorluğuna verilecek şekil konusunda hazırladığı taslak planda iki seçenek bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi İstanbul ve Boğazlar üzerinde tam Amerikan mandası kurulması, ikincisi ABD’nin Anadolu üzerinde gevşek bir manda idaresi kurması, Sultan ve hükümetinin İstanbul’da kalmasına müsaade edilmesi idi. Ancak her iki seçeneğin ortak yönü ABD’nin Ermenistan ve Kilikya bölgesi için manda görevini üstlenmesini öngörmesiydi331. Öte yandan Barış Konferansı devam ettiği süreçte ABD’yi etkileme amaçlı Ermeni propagandasında artış kaydedilmiştir. Bu bağlamda kendilerini Amerikan 328 Akgün,1981, s.46-47 . The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383, 185.5136/31. 330 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume V, US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s. 622. 331 Agd, s. 770. 329 145 Ermenileri Ulusal Derneği olarak adlandıran merkezi New York’ta olan bir Ermeni kuruluşu o sırada Paris’te bulunan ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing’e 12 Nisan 1919 tarihinde gönderdiği “Should America Accept Mandate for Armenia?” adlı propaganda broşüründe 26 Şubat 1919’da Ermeni Ulusal Delegasyonunun Paris Barış Konferansına sunduğu görüş ve talepleri desteklemiş ve ABD’nin Ermeni mandasını kabul etmesi durumunda ABD’den beklentilerinin; - Daimi bir hükümet kurulması konusunda danışmanlık hizmeti sağlanması, - Ermenistan’a yerel istikrarı sağlamada katkıda bulunması için kısa süreli olarak iki-dört alay kadar bir kuvvetin gönderilmesi, - Ermeni Hükümetine ülkelerine dönecek 1,5 milyon Ermeninin ekonomiye kazandırılması konusunda yardımcı olunması, - 300.000 civarında ana-babasız çocuğun bakımında destek sağlanması, - Ermenistan’ın ulaşım sistemi, limanlar, şehir ve kasabaların sağlık alt yapısı gibi ihtiyaçlarının karşılanması için teknik destek sağlanması olduğunu belirtilmiştir332. ABD Dışişleri Bakanı Frank L. Polk 26 Mayıs 1919 tarihinde Paris’teki ABD delegasyonuna gönderdiği telgrafta Başkanın da görüşü doğrultusunda “Ermenistan’ın mandasının yüklenilmesi konusundaki propagandanın erken ve mantıklı olmadığının Mira Sivaslı isimli Ermeni Ulusal Derneği temsilcisine bildirildiği” yer almıştır. Ancak aynı telgrafta Paris’teki delegasyondan Bogos Nubar’dan Amerikan kamuoyuna yönelik ABD’nin Ermenistan mandasını yüklenmesi amaçlı propagandanın arttırılması ve hızlandırılması konusunda Londra’dan kendilerine ulaştırdığı yeni talebine verilecek cevap için ABD’nin resmi bir itirazının olup olmadığını hususunda görüş istenmektedir333. 4 Haziran 1919’da delegasyondan gönderilen cevapta Nubar ve Pastırmacıyan’ın ABD’deki temsilcileri Sivaslı’yı Amerikan mandası konusunda propaganda yapmakla zaten görevlendirdiklerini bu maksatla ayrıca iki temsilciyi de yola çıkardıklarını belirtmektedir. Bunların amacının Ermenistan mandasının 332 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867B.00/89 s.12. 333 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/33. 146 yüklenilmesi konusuna sıcak bakmayan Lodge, Taft (ABD’nin bir önceki başkanı) ve Hughes gibi etkin isimleri ikna etmek olduğunun öğrenildiği yer almaktadır334. Diğer taraftan bazı Türk çevrelerinde Mondros Mütarekesinden sonra ortaya çıkan koşullarda Osmanlı Devleti’nin geleceği için çözüm seçeneklerinden önemli birisi Amerikan yardımı (aslında manda kastedilmektedir) olmuştur. Dönemin Türk aydın ve yöneticilerinde etkili olan bu görüşe göre uygun koşullar sağlanabilirse Amerikan mandası benimsenebilirdi. Bu konuda Amerika’nın tercih edilmesinin nedenleri; Amerika’nın Avrupa Devletleri gibi sömürgeci olmadığı; terhis edilen ordu sonrasında çok az bir güçle ülkenin savunulamayacağı; Amerika’nın laik yapısının Osmanlı ülkesindeki farklı ırk, din ve mezhepleri kolaylıkla bir arada tutabileceği, Amerika’nın iyi niyetinin yanında olanaklarının geniş olduğu; Türkiye’nin kalkınması için yabancı sermaye ve yabancı uzmanlara ihtiyacının olduğu; Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması; kötü ekonomik koşullar nedeniyle Avrupa dışında yardım edebilecek yegane ülkenin Amerika olması, azınlıkların yabancı müdahalesine yol açmalarını önlemek gibi fikirlere dayanmaktaydı335. ABD kaynaklarında Türklerin müracatları da yer almaktadır. Raşit Saffet Bey’in (yazar, gazeteci, milletvekili, Lozan Anlaşmasında Türk Heyeti katip ve genel sekreteri) kaleme aldığı ve Profesör George G. Harron tarafından ABD’nin Bern Elçiliğine verilen buradan da ABD Paris Barış Komisyonuna gönderilen memorandumda özetle savaşta Ermenilerin dünya savaşında Ruslarla olan işbirliğine gönderme yapılmış, savaşta 350 bin civarında Ermeni kaybına karşılık iki milyon Türk’ün yaşamını yitirdiği ifade edilmiştir. Ayrıca Ermenilerin altı vilayettteki 1919 başı itibariyle 800-900 bin kadar olan nüfusu ile 4.5 milyonluk Türk nüfusuna egemen bir konuma getirilmesinin bölgede sorun çözme yerine sorun yaratacağı belirtilmiştir336. 334 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/33. 335 Metin Ayışığı; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara, 2004, s. 9-11 336 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 536, Vol 383 867.00/38. 147 Amerikan kayıtlarında bulunan bir diğer doküman Milli Kongre Cemiyeti337 tarafından İngilizce olarak bastırılan “The Turco-Armenian Question-the Turkish Point of View” adlı bir broşürdür. Burada Ermeni meselesinin tarihi süreçteki aşamaları, bu bağlamda devlete karşı işledikleri suçlar ve diğer provokasyon hareketlerine değinildikten sonra, savaşta Ermenilerin Doğu Anadolu’daki nüfuslarının azaldığına ilişkin iddialarına karşın Müslümanların kayıplarını yansıtan istatistiklere yer verilmiştir. İstatistikte Ruslar tarafından işgal edilmeden önce ve sonra bölgedeki Müslüman nüfusun kıyaslaması yapılmıştır. Rusların işgali sonrası Ermeni çetelerinin yaptıkları saldırı ve mezalim nedeniyle Erzurum Vilayetinde Müslüman nüfusun % 71, Bitlis’te % 70, Trabzon’da % 87.5, Van’da % 65, Erzincan’da % 63 oranında azaldığı belirtilmekte ve bu vilayetlerde işgal öncesi 2.295.669 olan Müslüman nüfusun 499.034’ünün evlerini terkederek göç ettiği, 579.824’ünün akibetinin bilinmediği ve 1919 itibariyle bu vilayetlerdeki toplam Müslüman nüfusun sayısının 1.249.470 olduğu vurgulanmaktadır338. Diğer taraftan Paris Barış Konferansı devam ederken ABD kaynakları Türk kamuoyunda konuya ilişkin gelişmeleri izleyerek kendi kanallarına bilgi akışı sağlamaktaydı. Bu bağlamda 1915–16 yıllarında ABD’nin İstanbul Konsolos Vekili olarak görev yapan 1917’den sonra da İsviçre’nin Bern kentinde aynı görevde bulunan Samuel Edelman, Paris’teki ABD delegasyonuna Türklerin liberal kanadından kişilerle yaptığı görüşmeleri 27 Mayıs 1919 tarihindeki raporuna dahil etmiştir. Burada Türklerin liberal kanadının eski İttihatçılardan farklı olduklarına yer verilmektedir. Özetle bu grubun Arabistan ve Ermenistan’ın imparatorluktan ayrılmasına rıza gösterdikleri, Arabistan’ın kaybından ötürü endişelerinin olmadığı, Ermenistan’a gelince dünya konjontürünün yeni bir Ermenistan yaratma fikrini benimsediğinin farkında olduklarını ancak bu durumun gerçekleşmesi halinde Ermeni Devleti topraklarında kalan Kürt 337 İstanbul, 1918 Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti'nin oluşturduğu dönemin bazı aydınlarının katıldığı bir kuruluştur. Milli Kongre Fırkası’nın başkanı Esat Paşa, tarafından kurulmuştur. Amaçları Türkler aleyhine propaganda faaliyetlerine karşılık vemek, azınlıkların emellerine karşı mücadele ve manda, himaye vs. kabul etmemek idi. İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın kapatılması sonucu Fırkanın faaliyeti sona ermiştir. Metin Ayışığı; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları XVI. DiziSayı 98, Ankara, 2004, s.15-16 338 The Turco-Armenian Question-the Turkish Point of View, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383 , 185.5136/6 . 148 nüfus ile Ermeniler arasında kaçınılması mümkün olmayan çatışmaları önlemek için yıllarca bir mandater ülkenin güçlü ordusunun himayesine ihtiyaç duyulacağını ileri sürmektedirler. Liberal Türkler modern devlet konseptine uygun olarak ülkenin iyi işlemeyen bürokrasisini düzelterek etkinleştirecek ve ülke kendi ayakları üzerinde durabilecek konuma geldiğinde daimi bir işgale yönelmeyip ülkeden ayrılacak bir mandaterlik koşuluna bağlı olarak Türk İmparatorluğu’nun geleceği açısından manda sistemini uygun görmekte, bunun gerçekleştirilmesini ABD’den beklemektedirler. Çünkü ABD bir mandater ülkeden beklenen idealist yaklaşıma sahiptir. Ayrıca Türkler ticaret ve finans konularında ABD’nin başarısına güvenmektedirler339. Türk liberallere göre Amerika’nın Türkiye’ye büyük askeri güç göndermesi gibi bir gereklilik yoktur. Ermeni, Yunan ve Arap meseleleri halledildikten sonra iş Türklere kaldığında bu halk çok uysaldır ve gerekecek tek şey Amerikan subayları tarafından yönetilen etkin bir jandarma gücü olabilir. Manda yönetimi için ilk aşamada 5000 Amerikalı yeterli olacaktır. Bu bağlamda İngilizlerin Mısır’da uyguladıkları sistemin benzeri rahatlıkla Türkiye içinde uygulanabilir. ABD’nin manda üstlenmesinde sorun yaşandığı takdirde Türklerin tercihi İngiltere’dir. Böylece en azından bir Anglo-Sakson himayesi sağlanmış olacaktır. Ancak Fransa ve İtalya’nın eline düşme ihtimalinden endişe duymaktadırlar. Ayrıca ülkenin değişik manda güçleri arasında paylaşılmasına koşulların uygun olmadığı, böyle bir durumun ülkeyi kaosa sürükleyebileceği görüşünü taşımaktadırlar340. Görüldüğü gibi Türklerin liberal kanadı bir Amerikan mandasına olumlu yaklaşmakta; İtilaf güçlerince bağımsız bir Ermenistan kurulacağına muhakkak gözüyle bakmakta ve buna itirazları bulunmamaktadır. Çekinceleri böyle bir durumda yerel çatışmalar olacağı buna bağlı olarak büyük askeri güç bulundurma gibi aslında Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir gerekçe ileri sürmektedirler. Üzerinde durdukları diğer husus manda yönetiminin tercihan ABD olacak şekilde tek bir devlet tarafından 339 Liberal Turkish Views on the Mandotory System, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/35 . 340 Agd. 149 üstlenilmesine yöneliktir. Bu yaklaşım Wilson Prensipleri Cemiyetinin görüşleri ile büyük benzerlik içerisindedir. Öte yandan Paris Barış Konferansındaki Amerikan delegasyonunun Başkan Wilson için hazırladığı 24 Mayıs 1919 tarihli muhtıra “Türk İmparatorluğu’nun” kuzey bölümünün (Türklerle meskun bölgeler) siyasi yapılanmasının nasıl olması hususunda bazı seçenekleri ortaya koymaktaydı. Bunlardan birincisi Sultanın sembolik güçle İstanbul’da bırakılmasıdır. Yapılan değerlendirmede “Hilafetin İstanbul’da bırakılmasıyla burası Avrupa barışı için ölümcül entrikaların merkezi haline gelecektir. Bu durum imparator olarak Sultanın saygınlığının korumasına uygun ortam yaratacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski parçaları Ermenistan ve Arabistan’ın serbestçe gelişmesi sürekli olarak Osmanlı’nın hakimiyetinin dirileceği korkusuyla engellencektir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılarak 8 Ocak 1918 tarihli Amerikan deklerasyonu çerçevesinde ulusal bir Türk Devletinin kurulması gereklidir” ifadeleri kullanılmıştır341. Muhtırada yer alan ikinci seçenek Anadolu’nun Yunanistan, İtalya ve Fransa arasında paylaşılmasıdır. Bu seçenek için yegane gerekçe Londra Anlaşmasının yerine getirilecek olmasıdır. Müslümanları en fazla incitecek durum bu olup, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türklere ait bölümünde bir Türk Devleti kurulmasını da imkansız kılacaktır. Ayrıca Saint-Jean de Maurienne anlaşmasına göre İtalya’nın İzmir üzerindeki emelleri, Yunanistan ile arasındaki mevcut gerilimi tırmandıracaktır. Yine İtalyanların Ereğli ve Kuzey Anadolu’daki diğer ham madde kaynaklarına ilişkin beklentileri bu bölgeler için iddiası olan Fransa ile aralarında sorun yaratacaktır. Yukarıdaki gerekçelere bağlı olarak Türkiye; Boğazlar, Anadolu’nun Türklere ait bölümü ve Ermenistan olarak üçe bölünmeli, tercihan ABD olacak şekilde tek bir gücün manda yönetimine bırakılmalıdır. Çünkü ABD, Ermeniler tarafından kabul 341 Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern Portion of the Turkish Empire, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383, 185.5136/32 . 150 edilen yegane güç olup, Ermenistan için gerekli işleri başarabilir. İstanbul’un kontrolünün her hangi bir Avrupalı devlete bırakılması kendi aralarında sorunların çıkmasına yol açacaktır. Keza Anadolu bölgesi de, yönetim kolaylığı ve kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi gibi nedenlerden ötürü Amerikan mandasına bırakılmalıdır. İkinci seçenekte ABD, Boğazlar Bölgesi ve Yunan bölgesi dışında kalan Anadolu parçası üzerinde kurulacak Türkiye’nin mandasını üstlenmeye istekli olabilir. Ancak Boğazlar ve Ermenistan’ın mandası kesin olarak ABD tarafından üstlenilmelidir. Anadolu’nun kalanı için Fransız mandası istenmeli veya en azından maliyenin ve jandarma güçlerinin denetimi Fransa’ya bırakılmalıdır. Fransa’nın kabul etmemesi durumunda İngiltere bu göreve davet edilmelidir 342. Değinilen hususlara ilişkin olarak Barış Konferansı Dörtler Konseyince Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı parçalarının manda sistemi altında gelecekte alacağı yönetim yapısı hakkında araştırma yapılması kararı alınmıştır. Bu bağlamda Başkan Wilson, Lloyd Geoge (İng.), M.Clemenceau (Fr.), M.Orlando (İt.) arasında 25 Mart 1919’da sağlanan mutabakat çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılacak örneğin Filistin, Suriye, bunun doğusundaki Arap Ülkeleri, Mezopotamya, Ermenistan, Kilikya ile muhtemelen Anadolu’daki bunlara ilave edilebilecek bazı bölgelerin halklarının kalkınmalarını sağlayacak, Milletler Cemiyeti adına hareket eden ülkelerin manda yönetimine bırakılması konferansın bir amacı olarak belirtilmiş ve bunun 30 Ocak 1919’da ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, ve Japonya tarafından benimsenen kararlar çercevesinde yerine getirilmesi benimsenmiştir. Bu kararlardan Türkiye’yi ilgilendiren altıncı madde “Dörtler Konseyinin daha önce Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki bazı toplumların bir manda ülkesi tarafından kendilerine geçici süreyle yönetimsel yardım ve destek sağlandığı takdirde kendi kendilerine yeterli bağımsız devletler olabilecekleri değerlendirilmektedir” şeklindedir. Bunun üzerine 15 Nisan 1919’da Dışişleri Bakanı Lansing’in önerisiyle H.C.King ve Charles S. Crane, yukarıda beliritilen konularda yerinde araştırma yapmak üzere görevlendirilmişlerdir. Başkanın Lansing’e gönderdiği yazıdan da anlaşılacağı gibi başlangıçta bu görev için dört ülkenin 342 Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern Portion of the Turkish Empire, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383, 185.5136/32 . 151 görevlilerinin katılımı ile kurulacak bir komisyon üzerinde anlaşmaya varılmış ise de daha sonra ABD yalnız kalmış, görev tamamen Amerikalı bir komisyon tarafından yerine getirilmiştir343. Dörtler Konseyi olarak Milletler Cemiyeti adına Osmanlı İmparatorluğu topraklarında inceleme ve araştırma yapma görevinde ABD’nin yalnız bırakılmasının nedenleri olmalıdır. Belirtilen tarihte gerek İngiltere, gerek Fransa Orta Doğu’daki Osmanlı topraklarını daha önce aralarında vardıkları Londra Anlaşması çerçevesinde (Mezopotamya, Filistin İngilizler, Suriye ve Çukurova Fransızlar, Güney Anadolu İtalyanlar tarafından) işgal etmişlerdi. Dolayısıyla bu bölgelerin geleceğine ilişkin zaten yapılacak ilave bir şey kalmamıştı ve nufuz sahaları de fakto olarak gerçekleştirilmişti. Geriye azınlıkta olmalarına karşın yalnız Ermeniler için Doğu Anadolu ve Çukurova (Kilikya) bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurulması kalmıştı. İngiltere ve Fransa böyle bir Ermenistan’ın kendi işgal ettikleri bölgeler ile Rusya arasında bir tampon işlevi görmesini istemekle birlikte bu suni devleti ayakta tutabilecek güçlerinin olmadığının farkındaydılar. Harp sonrası ordularını büyük ölçüde terhis etmiş bu ülkelerin Rusya’da gün geçtikçe güçlenen bir Bolşevik devletle mücadele etme gibi bir seçenekleri bulunmamaktaydı. Bu nedenle bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını istemekle beraber bunu koruyacak haminin ABD olmasına gayret etmekteydiler. Böylece kendi güçlerinin yetmediği yerde ulusal politikalarını gerçekleştirmiş olacaklardı. Barış konferansının bu aşamasına büyük ölçüde damgasını vuran ABD’nin iki önemli faaliyeti kendisinin Ortadoğu’da üstleneceği yükümlülüklere ilişkin gerçekleri yerinde saptayarak belirlemeye çalışması olmuştur. Bu faaliyeleri KingCrane ve General Harbord Komisyonları yürütmüştür. D. Ermeni Meselesinin Amerikan ve Yerel Basına Yansıması Mondros Mütarekesi sonrasında azınlık basınının daha önceki yumuşak tutumu yerini şiddetli saldırılara bırakmıştır. Ermeni katliamları, Rum tehciri gibi konulara girilmiştir. İtilaf Devletleri azınlıklar lehinde icraat sağlamak için baskı yaparken bu 343 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.745-748. 152 durum Avrupa ve azınlık basını tarafından da sürdürülüyordu. İttihat ve Terakki’ye karşı olan Türk basını da ( Sabah, Peyam-ı Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul) aleyhte yazılar yazmakta, Milliyetçileri İttihatçıların devamı gördüklerinden karşıt yayın yapmaktadırlar. Bunlara göre Ermeni ve Rumlara tavizler verilirse Avrupa’nın baskısı hafifletilir, bağımsızlığımız korunmuş olurdu344. Damat Ferit Hükümeti Ermeni tehciri yargılamalarını hem Ermeniler ve İngilizlere yaranma hem de karşıtı olduğu İttihatçıları cezalandırma aracı olarak görmekteydi345. İstanbul basını da genelde İttihat ve Terakki düşmanlığı yapmakta, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in davası hakkında da yanlış ve suçlayıcı haberler düzenlemekteydiler. Mütareke dönemi basınına bakıldığında büyük ölçüde Mütarekenin olumsuz ve Türkler aleyhine olan havası hakim olduğu görülmektedir346. Bu yolla Mütareke basını Ermeni meselesinde gerçekler ve ülke menfaatlerine karşı bir tutum sergilemekteydiler. Öte yandan Paris Barış Konferansı’nın öncesi ve devamı süresince Ermeniler Amerikan basınından kendi amaçları doğrultusunda yararlanmak için gayret göstermişlerdir. Bu bağlamda gerek kendileri, gerekse kendilerini destekleyen kişi ve gruplar aracılığı ile makaleler yazılmış, haberler yapılmıştır. Buna ilişkin bazı örnekler şöyledir. Ermenistan Geçici Başbakanı Sikhatissian Paris’te bulunan Ermeni delegasyonu aracılığı ile gönderdiği mesajda ABD’ye çağrıda bulunarak “İtilaf Devletleri birliklerinin derhal Ermenistan’a sevkedilmesi konusunda Fransızlara ısrar edilmesini, kendi durumlarının kritik olduğunu İtilaf güçlerinin askeri yardım ve cephane göndermesini istemektedir. Ermeni delegeleri başka kaynaklardan aldıkları haberlere göre Türk askeri hareketlerine değinmekte ve ancak etkili bir müdahale ile Türk-Kürt entrikasının önlenebileceği” vurgulanmaktadır347. 344 Atnur, a.g.e., s.17-18 Necdet Bilgi; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması, Kök Sosyal ve Staratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999, s.58 346 Bilgi, a.g.e., s. 75-81, 347 The New York Times 25 Aug. 1919, 345 153 26 Ağustos 1919 tarihli The New York Times gazetesinde Lovat Fraser isimli kişi Amerika Ermenistan’ın yegane ümidi manşetli yazısında “İngiliz birliklerinin Kafkaslardan geri çekilmesi sonrasında Ermenilerin katliamla karşı karşıya kalacakları ve bunun için hiçbir mazeretle mazur gösterilemeyeceği bir Amerikan mandasının gerekliliği” konusunu işlemiştir348. 21 Aralık 1919’da imzasız bir yazıda Amerikan Komitesinin on üyesinin Türkiye için bir Amerikan mandası üstlenilmesini protesto ettiği manşete verilmekte, Başkan Wilson’a başvuru ibaresi kullanılarak “Yeni Ermenistan Cumhuriyeti’ne ekonomik yardım ile sivil ve askeri destek sağlanmalı”denilmektedir. Haberin içeriğinde Başkana on imzalı telgraf gönderildiğine yer verilmekte, “Üç milyon Ermenininin açlıktan ölmemesi ancak ABD’nin gecikmeksizin sağlayacağı gıda, cephane ve lojistiğe bağlıdır. Amerikan halkı açısından Yakın Doğu’daki yıpratıcı bir mandanın üstlenilmesini doğru bulmuyoruz, böyle bir yönetimle güç kazanacak Türkler manda yönetimi sonrası yeniden geçmişteki cinayetlerine başlıyacaklardır” ifadeleri yer almaktadır349. Osmanlı İmparatorluğunda Türk unsuru dışındaki etnik toplulukların durumlarına ilişkin Paris Barış Konferansı’nın devam ettiği 1919 yılında Türk basınına fazla haber yansımamıştır. Bunun nedeni olarak Osmanlı Devleti ile yapılacak barış konusunda İtilaf Devletleri arasında yapılan müzakerelerde Ermenistan mandası, Anadolu direnişi, İzmir sorunu ile İstanbul ve Boğazların geleceği gibi konulara daha fazla ağırlık verilmiş olması gösterilebilir. Buna ABD’nin Türkiye’ye verilecek biçim konusunda düşünceleri ile yüklenebileceği sorumlulukları açıklamamış olması da eklenebilir. Emperyalist güçlerin Osmanlı Devleti’ni parçalama konusunda azınlıklar araç olduğundan paylaşımın sonuçlandırılması zorunlu konuların başında manda sorunu gelmekteydi. Manda sorununun ilk ve önemli olan bölümü Ermenistan’a verilecek statü olmaktaydı. Ancak azınlıklar ile ilgili olarak 4 Ekim 1919 tarihli Peyam gazetesinde İngilizce Near East dergisinin başyazısına yer verilmiştir. Burada barıştan söz edilirken “ Arabistan, Irak ve Suriye zafer hakkı olarak Türk yönetiminden ayrılmıştır.” ifadesi 348 349 The New York Times, 26 Aug. 1919. The New York Times, 2 Dec. 1919. 154 kullanılmakta, ateşkes koşullarına uygun olarak Adana’nın işgal edildiğine değinilerek “Ermenistan, Bitlis, Mameratülaziz, Erzurum, Kürdistan da; Diyarbakır ve Van vilayetlerini içermektedir. 2.5 milyon halkın 650.000’i Hıristiyan Ermeni, 250.000’i diğer Hıristiyan gruplar, 1.600.000’i Müslümanlardır”şeklinde yerel taksimat ve nüfus sayılarına yer verilmekteydi. Bundan başka Türk, Kürt, Ermeni ve Arapları ayıran hatlar söz konusu edilmekte, Ermenilerin müstakil bir “Ermenistan Cumhuriyeti” , Kürtlerin kendilerini yönetene kadar manda, Arapların ise Irak ve Halep’i içeren bir Garp İmparatorluğu talep ettiklerine yer verilmekteydi. Yine İngiltere Başbakanı Lloyd George verdiği ve 11 Kasım 1919’da Yeni Gün gazetesinde çıkan bir söylevinde İtilaf Devletlerinin “Rumların, Arapların, Ermenilerin yaşadıkları memleketlerde kötü idareye (Osmanlı yönetimi) son vermek için mutabakata vardıklarını” beyan etmekteydi350. Azınlıklar konusu Türk basınına yansıyan şekliyle süreklilik göstermemiş, İtilaf Devletleri arasında Türkiye meselesi görüşülmeye başlandığında ele alınan konu veya devlet adamlarının konuşmalarında üzerinde durulan sorun olarak kendisini göstermiştir. Bu dönemde Batı basını kaynaklı bu tarz haberler aslında Osmanlı Devleti’nin nasıl paylaşılacağının emarelerini gayriresmi olarak vermekteydi. E. Türkiye’ye Gönderilen ABD Heyetleri Paris Barış Konferansında İtilaf Devletleri ABD’nin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda Yakın Doğu’da sorumluluklar üstlenmesi için diplomatik çabalar harcamışlardır. Amerika’da bu isteklerin kendi ulusal çıkarları açısından uygunluğunu saptamak ve izleyeceği politikaları oluşturmak için Türkiye’ye değişik zamanlarda değişik kariyeri olan heyetleri inceleme amaçlı olarak göndermiştir. 1. King- Crane Komisyonu ve Raporu Paris Barış Konferansında müttefikler Türkiye’nin yeni siyasi yapılanmasına ışık tutacak bilgilerin derlenmesi ve önerilerin yapılması amacıyla tasarladıkları araştırma komisyonu için yalnız ABD üye görevlendirmiş olmasından ötürü doğal olarak sunulan 350 İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981, s. 60-62 155 sonuç raporu tamamen Amerikan kaynak ve görüşlerine göre düzenlenmiştir. Rapor iki üyesinin ismi ile “King-Crane Raporu” olarak anılmaktadır. Komisyonun üyelerinden Dr. Henry Churchill King, 1858 yılında Michigan’da dünyaya gelmiştir. Oberlin Koleji başkanlığı yapmış Amerika’da teoloji, eğitim ve psikoloji alanlarında çeşitli yapıtlarıyla tanınmış bir eğitimcidir. 1918-1919 yılları arasında Fransa’da Young Men's Christian Association (YMCA) adlı bir kuruluşun dini faaliyetlerinin direktörü olarak çalışmış, 1919 da Türkiye Manda Komisyonu üyeliğine atanmıştır. Charles R. Crane ise 1858 yılında İllinois Eyaleti Şikago kentinde dünyaya gelmiştir. Bu kentte 25 yıl süreyle imalat sanayinde çalışmıştır. 1917 yılında Başkan Wilson’un Rusya Özel Diplomatik Komisyonunun üyesi olan Crane 1919’da Türkiye Manda Komisyonu üyeliğine atanmış, daha sonra 1920-1921 yıllarında ABD’nin Çin Büyükelçiliği görevini yürütmüştür351. Eski Osmanlı İmparatorluğunun Suriye, Mezopotamya ve Anadolu gibi bir çok bölümünde incelemeler yapan King-Crane Komisyonu Paris’te bulunan Başkan Wilson’a ilk olarak 20 Haziran 1919’da Kudüs’ten rapor göndermiş, sonuç raporunu ise 28 Ağustos 1919’da sunmuştur. Rapor içeriği; önsöz, (i) Suriye raporu, (ii) Mezopotamya raporu (iii) Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan (Küçük Asya) bölümleri raporu (iv) Ek harita, (v) rapora ek gizli bölümlerden oluşmuştur. Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan bölümlerine ilişkin rapor (i) Barış Konferansınca gerçekleştirilen faaliyet, (ii) Osmanlı İmparatorluğu’nun çıkarcı bölüşümü ve sömürüsünün yaratacağı tehlikeler,(iii) Osmanlı İmparatorluğu’nun uygun bölüşümü hakkında yaklaşımlar, (iv) Öneriler, alt bölümlerini içermektedir. Türk İmparatorluğu’nun uygun bölüşümü hakkında düşünceler ise, bağımsız Ermenistan sorunu, Ermeni Devletinin nüfus tahminleri, Bağımsız Boğazlar Devleti (Constantinopolitan State) sorunu, Türk Devleti sorunu, Rumların sorunları başlıkları altında sıralanmıştır352. 351 http://www.hri.org/docs/king-crane/(1.01.2008 ). Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919, Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.751. 352 156 King-Crane Raporu’nda konumuzu ilgilendiren hususlara yukarıdaki sırayı takip ederek raporun kendi başlıkları altında değinilmiştir. Yukarıda belirtilen başlıklar altında geçen ancak konumuzu ilgilendirmeyen hususlara değinilmemiştir. Bu sıra içerisinde konular yerinde yapılan incelemeler, yerel halk ve yerel kuruluşların istek ve görüşleri, yapılan müracatlar, komisyonun düşünce ve önerileri şeklinde sunulmaktadır. King-Crane Raporu’nda Ermeni meselesine ilişkin hususlar ilk olarak birinci bölüm olan Suriye bölümünde yer almaktadır. Amerikan Komisyonunun Suriye’de gezdiği bölgeler dört başlık altında rapor edilmiştir. Bunlar sırasıyla Güney Bölgesi (İngiliz askeri yönetiminin kontrolü altındaki Filistin ve Batı Ürdün hattı), Doğu Bölgesi (Arap askeri güçlerinin kontrolündeki Suriye’nin tamamı ile doğu Ürdün hattı ve Lübnan sınırı), Batı Bölgesi (Fransız askeri yönetimindeki Lübnan Akdeniz sahilinde İskenderun kuzeyine kadar olan bölge) ile Kuzey Bölgesi (Fransız askeri yönetimindeki Kilikya) olarak isimlendirilmiştir. Suriye’de inceleme yapılan bölgelerde çeşitli heyetler bölgedeki siyasi yapının alacağı şekil konusunda (İngiliz, Fransız, Amerikan mandası veya bağımsızlık, Siyonist Programı gibi) tercihlerini belirten hususlarda komisyonla görüşmeler yapmışlar ve yazılı müracatlarda bulunmuşlardır. Bu bağlamda heyete Kilikya’nın Ermenistan’a bağlanması yönünde üç dilekçe verilmiştir353. Raporun temel noktalarda komisyonun ulaştığı özet görüşleri başlığı altında Kilikya ile ilgili olarak; a. Bölgenin Kilikya’nın Suriye’nin bir parçası sayılamayacağı, konunun eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe konuşulan bölümleriyle ilgili bölümde ele alınmasının uygun olacağı belirtilmiştir, b. Ayrıca nüfus istatistiklerinin değişkenliğine rağmen bölgede savaştan önce Müslüman nüfus oranının belirgin biçimde Ermenilerden yüksek olduğu, savaş sonrasında da bunun bir miktar arttığı yer almıştır. Yine raporun genel düşünceler başlığı altında Suriye sınırlarının bu isimle adlandırılacak bölgenin genel olarak saptanmasından sonra bir sınır özel komisyonu tarafından belirlenmesinin gerekli olduğu, Araplar tarafından düzenlenen Şam Konferansında Kilikya’yı Suriye’nin bir 353 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919, Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.754-761 . 157 parçası olarak gösteren iddianın ne tarih ne ekonomi ne de konuşulan dil faktörleri açısından haklı gösteren hiçbir bulgu olmadığı belirtilmiştir354. Görüldüğü gibi komisyon raporunda yer alan görüşler Ermeniler tarafından Kilikya hakkında ileri sürülen bu bölgenin Ermenistan’a bağlanması yönündeki iddialarla ters düşmektedir. Raporda anılan bölgenin Ermenistan’ın bir parçası olamayacağının yanısıra Suriye’nin bir parçası kabul eden iddiaların da yanlış olduğu vurgulanmaktadır. King-Crane Raporunun Anadolu’ya ilişkin bölümü üçünçü bölüm olup Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan (Küçük Asya) bölümleri raporu başlığı altında sunulmaktadır. Bu bölümün başında Barış Konferansının komisyondan beklentisinin Ermenistan, Kilikya ile Anadolu’nun Osmanlı İmparatorluğu’ndan sürekli olarak ayrılması muhtemel parçalarının saptanması ile bunların koloni tarzında olmayan bir manda yönetimine bırakılmalarına ilişkin esasların belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. a. Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanmasına İlişkin Yaklaşımlar King-Crane Raporunun “Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerçekçi Bölünmesine İlişkin Yaklaşımlar” (Consideration Looking to A Proper Division of the Turkish Empire) başığı altında III. kısmında yer alan hususlar konumuzu doğrudan ilgilendiren hususları içermektedir. Bu kısımda genelde Türkler açısından olumsuz ifadeler görülmektedir. Raporda Anadolu’nun bölünmesinin iki temel nedene dayandığı, bunlardan birincisinin Türk yönetiminin yanlışlıkları ve katliamlar, ikincisi Türkiye’nin bulunduğu dünya çapında önemli stratejik konumuna karşın içinde bulunduğu büyük çaplı yetersizlik olduğu ileri sürülmektedir. Rapora göre Türk Hükümetleri diğer halklara karşı olumsuz ve höşgörüsü zayıf tutum içerisinde olmakta, bu toplumların kendi yollarında ilerlemelerine müsaade edilmekle birlikte hor görülmekte, baskı ile karşılaşmakta ve ekonomik sömürüye maruz kalmaktadırlar. Yasalar iyi olmasına karşın yönetim genelde başarısızdır. Yozlaşma, rüşvet, yağma alışılmış istismar yollarıdır. Türkler dışındakiler için bu durum daha da kötüdür. Bu toplumlar için hiçbir güvence 354 Agd, s.781, 789. 158 bulunmamakatdır. Sultandan en küçük mutasarrıfa kadar yöneticilerde görülen yozlaşma, adaletsizlik, gizli şiddeti içeren baskıların iki-üç yüzyıllık bir geçmişi vardır. Bu hususlardan ötürü bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması Barış Konferansı’nın amaçları arasındadır. Bu nedenle Albay Haskell Ermenistan’a Dörtler Konseyinin yüksek komiseri olarak atanmış, Tümgeneral Harbord Başkan Wilson tarafından Ermenistan’daki koşulları araştırmak için görevlendirilmiştir. Ermenilerde, Müttefikler tarafından bağımsız Ermenistan kurulması yönünde beklenti mevcuttur. Barış Konferansı’nın bu kararında Ermeni katliamına ilişkin sürdürülen incelemeler etkin olmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’den ayrılacak bir Ermenistan seçeneğinde uygun yaklaşım; anılan coğrafyadaki bütün ırklar ve dinleri kapsayan, nüfusun tamamına eşit haklar tanıyan, bunun yanında müttefik ülkeler arasından belirlenecek bir ülke tarafından üstlenilecek manda yönetimi olabilecektir355. King-Crane raporunun üçüncü bölüm IV. kısmı olan “Ortaya Çıkan Problemler” başlığı altında Ermeniler için hangi nedenle Türkiye’den ayrı bir yaşam alanı gerektiği görüşüne yer verildikten sonra eski Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı sürecinde kurulacak bir Ermeni Devleti’nin ortaya çıkaracağı sorunlar ele alınmıştır. Raporun bu kısmının birinci alt başlığında “The Problem of a Seperate Armenia” başlığı altında sıralanan bu hususlar aşağıdadır. (1) Ayrı bir Ermenistan kurulmasının gerekçelerine yukarıda değinilmiştir. (2) Ayrı Ermenistan Devleti kavramı. Taraflarca yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için önerilen devletin özelliklerinin iyi bilinmesi gereklidir. Böyle bir devlet, Ermeni azınlığın çoğunluk üzerinde bir yönetim kurması amacıyla önerilmemektedir. Çünkü bu durum Türkler açısından çok adaletsiz kabul edilecek ve toplumlar arasında kin ve hasımlılıkları tırmandıracaktır. Bu durum aynı zamanda Ermenileri de daha başlangıçtan itibaren yanlış ve savunulamaz bir konuma sokarak hiç arzulamadıkları bir durumla karşı karşıya bırakabilir. Keza anılan koşullar Ermenileri ifrata varacak bir güç kullanımı yönünde tahrik edebilir. Dolayısıyla Ermenilerin azınlıkta olduğu bir Ermeni Devleti, Ermeniler açısından uygun bir sınav olmayacaktır. Öte yandan ortaya çıkacak tablo 355 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919, Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s. 810-814 . 159 müstakbel bir manda yönetimini tamamen olmasa bile çok etkisiz bir konuma getirecektir. Ancak Ermenilere tam güvenlik içerisinde yaşayabilecekleri kesin bir bölge sağlanmalı ve bir daha asla Türk yönetimine terk edilmemelidirler. Böyle bir alan zorlama yapılmadan Ermenilerin göreceli olarak nüfuslarını arttırabilecekleri, Türkleri ise bulundukları yerleri terk etmeye yönlendirecek bir bölge olmalıdır. Değinilen hususlar anılan koşulların oluşturulması için sağlam bir mandater güce gereksinim olduğunu göstermektedir. Çünkü yardım görmeden bu coğrafyada böyle bir devlet yaşama geçemez. Bu nedenle Türkiye’den ayrılacak bir Ermeni Devleti adaleti bütün halk kesimlerine ulaştırabilen çağdaş donanımlı bir manda hükümetinin yönetimine bırakılmalı ve bu yönetim Ermeniler çoğunluğu elde edinceye veya Türklerin sayısı Ermeniler’den daha az hale gelinceye kadar görevini sürdürmelidir. Bu durum tamamen Ermeni niteliği kazanmış bir hükümetin ortaya çıkarılması için uzun süre beklenmesi anlamını taşımaktadır. Bu gerçek kaçınılmazdır. Mevcut koşullar başka bir alternetifi savunmayı mümkün kılmamaktadır. (3) Devlet bağlamında manda terimi bir anlamda bu yükümlülüklerin ABD tarafından yerine getirilmesini gerekli kılmaktadır. Manda yönetimi kısa vadeli olamaz. Bu ifade manda görevine karşı mazeret olarak görülmemeli, ancak öngörülemeyen koşulların oluşumu halinde hem Ermeniler, hem de manda yönetimi çok istekli bile olsa gerçek bir Ermeni Devletinin kısa bir zaman sürecinde kurulamayacağı algılanmalıdır. Ermeniler gerçek bir çoğunluk oluşturuncaya kadar güvenli bir hükümet etme erkini kazanamazlar. Keza Ermeni halkının kendi içerisinde bütünleşme sağlayarak bölünme eğilimlerine karşı koyacak sosyal yapı kazanması için de belirli bir zaman maliyeti söz konusudur. Manda yönetimi başından itibaren Ermenilerin artan yoğunlukta yer alacakları hükümetlerini kurma konusunda tamamen hazır konuma gelinceye ve kendilerini koruma imkanı kazanıncaya kadar sürmelidir. (4) Söz konusu manda yönetimi noktasında görüldüğü kadarıyla Ermeniler de bir Amerikan mandasını arzu etmektedirler. Bu seçenek Amerika’nın müttefikleri tarafından da kabul görmektedir. Türkler ise ayrı bir Ermeni Devleti arzu etmemekle 160 beraber bir Ermenistan kurulacaksa bunun mandasını Amerika’nın üstlenmesini tercih etmektedirler. (5) Amerika’nın Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini haklı kılan hususlar ve koşullar ise şöyle sıralanabilir. Ermenilerin bu yöndeki gerçek arzuları; müttefiklerin Ermenistan’ın bir manda yönetimine konulması konusundaki destekleri; Ermenilerin yukarıda değinilen nedenlerden kaynaklanan uzun süreli bir manda yönetimine olan istekleri ve bütün ihtilalci komitelerden vazgeçmeleri; Ermenistan’ın başarılı kalkınmasına imkan sağlayacak yeterli bir bölge sağlanması; Türkiye’de Ermenistan ile sınırlı bir Amerikan mandasının yaratacağı güçlükler. Bu koşulların sonuncusu hariç hiç birisinin yoruma gereksinimi bulunmamaktadır. (6) Ermenistan’ın büyüklüğü ve sınırları; Genel Danışman Dr. Lybyer’in doğrulukla ifade ettiği gibi Komisyon’un Ermenistan’ın büyüklüğü ve sınırlarına ilişkin kanaatleri bu konudaki diğer tartışmaları sonlandıracaktır. Burada rapora yansıyan hususlar aşağıdadır. (ı) Ermenilere belirli bir yurt tahsis edilmeli ve bağımsız devlet olma yolunda en kısa sürede organize edilmelidirler. Aksi takdirde kendilerini bugüne kadar dünya gündeminde bulunmalarının nedeni olan güvenliklerini ve istikrar ortamını sağlama gerçekleştirilemez. (ıı) Ermenistan’a tahsis edilecek bölge hem Türkiye, hem de Rus topraklarından sağlanmalıdır. Çünkü ondokuzuncu yüzyılda meydana gelen savaşlar Ermenistan’ı bu iki imparatorluk arasında bölmüştür. (ııı) Ermenilerin 1894-96, 1908-9, 1915-16 yıllarında meydana gelen katliamlardaki kayıpları dikkate alınırsa bugün sahip olduklarından fazla toprak üzerinde hak iddiaları kabul edilebilir. Kayıpları ise bir milyon olarak tahmin edilebilir. (ıv) Ermeni Devletinin yaşama geçirilebilir olmasının önemli koşulu kendilerine aşırı toprak tahsisi yapılmaması gerekliliğidir. Bunun gerekçeleri şöyledir. 161 - Türkler, Kürtler ve diğer gruplar kızgınlığa sevk edilmemelidir. Bu durumda anılan grupların Ermenilerle olan düşmanlığının tırmanmasının yanında Milletler Cemiyetine karşı hasmane bir tutuma girebilirler. - Ermenilerin hali hazırda yeterli hükümet etme kapasitesine sahip oldukları konusu kuşkuludur. Buna karşın Ermeniler üzerinde de ne şimdi ne de gelecekte başka unsurların egemenlik sahibi olması düşünülmemelidir. - Milletler Cemiyetinden veya mandater devletten Ermeni azınlığının zaman içesinde nüfusunu arttırması ve kendilerine bırakılacak geniş topraklara sahip olabilmeleri için hali hazırdaki çoğunluğun baskı ve diğer yöntemlere başvurarak azınlık haline dönüştürülmelerini beklemek aşırı bir istektir. - Ermeni çoğunluğu yaratma projesinin hiçbir uygulanabilirliği bulunmayıp, Ermenilere çok geniş topraklar tahsis edilirse kesinlikle işgal edip ellerinde tutamazlar. - Aslında önerilen Ermenistan iki Müslüman halkın (Azerbaycan, Türkiye) yaşadığı bölgeler arasında bir tampon bölge olarak geliştirilmelidir. Bu durum nüfusca yoğun ve homojen, ayrıca geniş kaynaklara sahip bir devlet tarafından gerçekleştirilebilir. Ermenistan’ın ise makul bir sürede böyle bir yükü taşıyacak hale gelmesi öngörülmemektedir. (v) Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan projesinin gerçekleştirilmesi imkansız olup, böyle bir şey planlanmamalıdır. Bu durum yukarıda değinilen sakıncaları barındırır. Ayrıca aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır. - 1914 ve 1894 öncesinde Ermeniler anılan bölgede %25’i geçmeyen azınlıktılar. Eğer kendilerine bölge çoğunluğunu kontrol yetkisi verilirse hem Wilson prensipleri hem savaşın amaçlarıyla çelişkili durum oluşacaktır. Bu bağlamda iddia edildiği gibi bölgedeki Ermeni nüfusunda bir milyonluk bir eksilme olduğu varsayılsa dahi yine de Ermeni nüfus, toplam nüfusun üçte birini geçemeyecektir. 162 - Öte yandan tarihten beri bu bölgeyi yönetmiş bir Ermenistan olmamıştır. Haritaların veya belgelerin gösterdiği gerçek Ermenistan bir zamanlar Hazar Denizine ulaşmış, Karadeniz’e yaklaşmakla birlikte tam ulaşamamış, Akdeniz’e ise hiç yaklaşmamış bir yüksek plato ülkesidir. Küçük Ermenistan ise Orta Çağda Ermenileri her tarafa dağıtan ve kendilerini her yerde azınlık durumuna getiren doğudaki topraklardan sürülen veya kaçan Ermenilerin sığındıkları Kilikya bölgesidir. Bu nedenle her iki bölge için de yapılan talepler emperyalist istekler olup, tarihi gerçekleri saptırma mahiyetindedirler. - Ermenilerden eski yerlerine döneceklerin varsayımı üzerine kurgulanan geniş bölgeli Ermenistan’da kendileri nüfusun ancak %10’nu oluşturabileceklerdir. Bölgeye önemli ölçüde bir Ermeni göçü gerçekleşşe ve bunların yerleştiği toprakları Türkler terk etse bile nüfusun ancak dörtte birini oluşturabilmektedirler. Bu durumda manda yüklenen devletin bu azınlığı koruması son derecede zor bir hale gelecek, ileride toprağın sahibi ve egemeni olacak bugünün azınlık, hali hazırdaki çoğunluğun gözünde bugünden çok daha itici bir konuma gelecektir. - Avrupa ülkeleri, Ermenistan mandası görevine zorluğu nedeniyle istekli olmayacaklarından bu görev ABD’ye bırakılmalıdır. Burada Amerikan kamuoyu önemlidir. Çünkü Amerikan halkı bu sürece ikna edilir, ancak sonuçta ortaya çıkan durum bir haksızlığa dönüşürse, kamuoyunun da niyetleri değişecektir. Bu bağlamda büyük Ermenistan kurgusunda gerçekte bir Ermeni Devleti oluşmayacağından; Ermeni, Türk, Kürt karışımından oluşan bir yapı ortaya çıkacaktır ki bu oluşumda ülke düzeninin sağlanması, dışardan gelecek işgallere karşı savunulması gibi yaşamsal konular güçlü bir manda devletinin desteği olmadan gerçekleşemeyecektir. Bu durum hem hiçbir zaman hükümet olamayacak Ermenileri, hem de hiçbir zaman Ermenistan’dan ayrılamayacak mandater ülkeyi hayal kırıklığına uğratacaktır356. (6) Buna karşın Türkiye, Rusya topraklarındaki yüksek arazi kesimlerini içine alan ve Karadeniz’e çıkışı olan küçük ölçekli Ermenistan; gerek kurulma, gerek bekası açısından iyi bir şansa sahip olacaktır. Rusların 1917’de Türklerden ele geçirdiği bölge 356 Agd, s.819-822. 163 yaklaşık olarak Ermenistan için Türkiye’den koparılacak parça olabilir, hali hazırda Rusya’daki Ermenistan bölgesi buna ilave edilelerek “Küçük Ermenistan” oluşturulabilir. Bu oluşum sonrası teknik ekipler, iç ve dış ulaşımın önündeki fiziki engelleri ortadan kaldırmayı başarabilirler. Bu seçeneğe ilişkin mülahazalar şöyledir. - Türkler anılan bölge tarihi Ermenistan olduğundan dolayı haklı bir şikayette bulunamazlar. Çünkü öldüğü iddia edilen bir milyon Ermeni nüfus yerine konulabilse tahsis edilen bu bölgede Ermeniler nüfusun yaklaşık yarısını oluşturabileceklerdir. Ayrıca küçük Ermenistan toprakları üzerinde yaşayan ve savaşta Ruslar yaşam bölgelerine gelmeden önce bölgeden kaçmış olan Türklerin kalanlarının da küçük ölçekli Ermenistan bölgesinden çıkarılması büyük Ermenistan’a seçeneğine göre daha kolay olacaktır. - Ermeniler birkaç yıl içerisinde nüfusun çoğunluğunu oluşturabilirler, küçük Ermenistan’da daha başlangıçtan itibaren yönetime katılımları daha geniş olur, böylece kendi hükümetlerine sahip olmada süratli bir eğitim ve dönüşüm sürecini yakalamış olurlar. - Daha küçük bir alanda Ermeni etnik alt yapısının oluşturmadaki kolaylık manda yönetim süresinin kısalmasını sağlayacaktır. Bu durum mandater devlet açısından daha az askeri güç ve daha az maliyet anlamına gelecektir. - Büyük bir alanda Ermenistan yaratma ihtimalinde ortaya çıkan kuşkular, ufatılmış bir Ermenistan seçeneğinde çok daha azaltılmış olacaktır. Ermeniler bir süre sonra azınlık konumundan çıkacaklarından mandater devletin de görevdeki başarı beklentisi artacaktır. Böylece daha büyük bir bölgede azınlık olmanın yaratacağı koşullara bağlı olarak sürekli ekonomik ve politik destek sağlama gerekliliği ortadan kalkacaktır. - Bu seçenekte emniyetli sınırlara sahip olmak ülke savunmasında daha büyük avantajlar bahşedecektir. Ama bir ucu Akdeniz’e kadar uzanan bir Ermeni Devleti pek çok yerde hassas bölgeleri içeren, uzun sınırları olan ve farklı özellikteki arazisinin uluslararası bağlantılar kurmada yaratacağı kalıcı güçlüklerden ötürü çok zor bir 164 seçenektir. Ayrıca böyle bir devletin varlığı Türkler ve Araplar nezdinde kışkırtma olarak algılanacaktır. Öte yandan küçük Ermenistan’ın ekonomik açısından fırsatları daha büyük olacaktır. Gıda, yakıt, barınma yerel olarak sağlanabilecek ve üretim fazlası ile diğer mallar tedarik edilebilecektir. Türkiye Ermenistan’ında Ermeniler eskiden beri geçimlerini iyi sağlamakta hatta varlıklı durumda bulunmaktadırlar. Ama şimdilerde yüklü vergilere ve sık soygunlara maruzdurlar. Buna karşın Rus Ermenistan’ında yalnız koşulların uygun olduğu dönemlerde gelişme göstermişlerdir. Tasarlanan küçük Ermenistan bölgesi Erzincan-Erzurum üzerinden Anadolu-İran, Kafkasya ; Trabzon’dan başlayan yol güzergahı ile İran Körfezine doğru uzanan ticari yolları barındırmaktadır. Bu bağlamda Kars, Erivan, Erzurum, Muş ve Van bu sistem ağının odak noktalarını oluştururlar. Ulaştırma, ticaret ve imalat sanayi ihracatı için değerli katkılar sağlarlar. - Üzerinde durulan ve Ermeniler için en akla yatkın yaklaşım, kendilerine içten dostluk anlayışı çerçevesinde ancak hayalci değil, gerçekçi fırsatları sunabilmektir. Çünkü çok fazlanın sahibi olarak, çok fazla kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Ermeniler ölçeği daha gerçekçi bir bölgede güvenle yapılanabilirler, onların bu başarısı karşısında Anadolu halkı bütünleşerek başarılı bir devlet ortaya koyamazlarsa Kilikya’yı da Ermenistan’a bağlamanın önünde engel kalmamış olur. b.Tasarlanan Ermeni Devleti’nin Nüfus Tahminleri King-Crane raporunun sonundaki eklerde büyük ölçekli ve küçük ölçekli iki Ermeni Devleti seçeneğinde ortaya çıkan nüfus istatistiklerinin karşılaştırmasına yer verilmiştir (EK-H). Bu istatistiklerde 1914, 1920, 1925 yıllarında küçük Ermenistan olarak adlandırılan bölge ile büyük Ermenistan olarak adlandırılan bölgelerin komisyonun düşüncelerine göre oluşturulan nüfus isatistikleri ile nüfus hareketlerine ilişkin varsayımlar üzerine kurulu senaryolar karşılaştırılmaktadır. Bu sayısal değerlendirmeler de dahil King-Crane Raporunun Ermenilere ilişkin bölümü genel olarak değerlendirildiğinde uzun dönemden beri yürütülen Ermeni propagandasının komisyon üzerindeki etkisi izlenilmektedir. Çünkü raporun üslubunda Türklük ve Türk yönetimi karşıtı Ermeni yanlısı, taraflı bir anlayış kendini hissettirmektedir. Ermenilere devlet yaratma fikri aslında bu dezenformasyonun sonucu ortaya çıkmış görünmektedir. 165 Ancak komisyon Ermenilerin iddia ettikleri bir Ermenistan’ın ne tarihi, ne de o dönemin gerçekleriyle bağdaşmadığını anlamış ve Ermenistan adı altında talep edilen bölgelerde Ermenilerin azınlık olduğunu belirtmiştir. Gerçeklerden uzak azınlığa dayalı bir Ermeni Devleti’nin mandasının ABD tarafından üstlenilmesinin zorluğu da sık vurgulanmıştır. Raporda küçük ölçekli Ermenistan olarak tasarlanan ve Türkiye’den Rus Ordusu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ettiği bölgeleri kurulacak Ermenistan’a bırakan görüşte bile Ermenilerin çoğunluk olmadığına yer verilmekte, Ermenileri azınlık olmaktan kurtarmanın yolunun Türkleri bölgeden çıkarmak olduğu ima edilmektedir. Görüldüğü gibi savaş sonrası önemli ölçüde Ermeni yanlısı propagandanın etkisinde kalarak ön yargılı olarak görev icra eden King-Crane Komisyonu bile Ermeni taleplerinin yersizliğini ve siyasi, askeri, ekonomik vb. pek çok nedenden ötürü bunları yerine getirmenin imkansızlığını saptamıştır. King Crane Komisyonunun Başkan Wilson’a sunduğu raporda “Amerika’nın yalnız Ermenistan mandası ile yetinmeyerek, Boğazlar da dahil olmak Suriye ve Filistin dışında üzere tüm Osmanlı İmparatorluğu’nın mandasını üstlenmesini” önerdiği “İmparatorluğu oluşturan bütün halklarda bu görüşün kabul gördüğü” haber olarak Amerikan basınında yer almıştır357. Öte yandan Başkan Wilson Dörtler Konseyinin üyeleri Llyod George, Clemancau, ve Orlando’nun önerileriyle manda fikrine sıcak bakmaya başlamış olarak 27 Haziran’da ABD’ne geri döndü. Manda işleriyle yakın Doğu Yardım İşeri Yöneticisi Herbert Hooper’ı görevlendirmek istedi. Ancak bu yaklaşıma karşı gerek kamuoyunda gerekse senatoda önemli bir direnç mevcuttu. Hooper’ın kendisi de mandanın neden olacağı sorunların farkında idi358. Bu ortamda Herbert Hooper 27 Haziran 1919’da Başkan Wilson’a ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya Hükümetlerinin müşterek olarak temsilen defakto Ermeni Hükümeti ile ilişkilerde tam yetki ile donatılmış geçici bir komisyonun görevlendirilmesini önermiştir. Yapılan öneriye göre anılan heyetin görev alanı (Rus ve Türk Ermenistan’ı olarak adlandırdıkları) Doğu Anadolu ve Kafkasya bölgelerindeki yardım faaliyetleri, yerlerini terkedenlerin evinlerine dönmesi, bölgenin 357 358 The New York Times, 31 Aug. 1919. Akgün, 1981, s.58 . 166 siyasal geleceği gibi konularda gözlemlere dayalı olarak öneriler geliştirilmesi olacaktır. Diğer hükümetlerin de uzlaşması sonrası de fakto Türk ve Ermeni hükümetleri, anılan heyetin atanması ve yetkileri hususunda haberdar edilecekti. Bu görev için Herbert Hooper tarafından önerilen General Harbord’ın 5 Temmuz 1919 tarihinde ataması yapılmıştır359. Başkan Wilson’ın heyetten beklentisi ABD’nin Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde manda üstlenip üstlenemeyeceği konusunda vereceği karara yardımcı olmasıdır. Bu durum kendisinin konferansın Dörtler Konseyine gönderdiği telgraftan da anlaşılmaktadır360. ABD Başkanınca görevlendirilen heyet şöyle oluşmaktaydı. Tümgeneral James J. Harbord, Tuğgeneral Frank R. McCoy, Tuğgeneral George Van Horn Moseley, Tabip Albay Henry Beuwekes, İstihkam Yarbay John Price Jackson, Hakim Yarbay Jasper Y. Brinton, Piyade Yarbay Edward Bowditch, Dz. Yarbay W.W. Bertholf, Kurmay Binbaşı Lawrence Martin, Piyade Binbaşı Harold Clark, Ordonatım Yüzbaşı Stanley K.Hornbeg, William B. Poland ( ABD’nin Belçika ve Kuzey Fransa yardım heyeti başkanı), Prof. W.W. Cumberland, (ABD Barış Komisyonu ekonomik danışmanı), Eliot Grinnell Mears (Ticaret Bakanlığı temsilcisi) diğer subay, memur, tercüman ve idari personel. Heyetin görevi İstanbul, Batum ve Ermenistan’daki çeşitli bölgeler, Kafkasya ve Suriye’de araştırmalar yaparak, ABD’nin ileriye yönelik çıkarları ve alabileceği sorumlulukları istikametinde anılan bölgelerin siyasi, askeri, coğrafi, idari, ekonomik ve diğer faktörlere göre değerlendirmesini rapor etmekti361. 2. General Harbord Heyeti ve Raporu General Harbord Heyetinin görevlendirildiği sırada Türkiye’deki Ermenilerin risk altında bulunduğu, Türklerin İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin acısını Ermenilerden çıkarmak için hazırlandıkları yönünde söylentiler yayılmaktaydı. Ayrıca Rus sınırına sürekli yığınak yapıldığı, buradan Türklerin saldırı hazırlığı içerisinde oldukları şeklinde söylentiler bulunmaktaydı. Sorun yalnız Ermenilerin de yaşadığı 359 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s.31, 43. 360 Agd, s.193. 361 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.827-828 167 Doğu Anadolu bölgesinde değil, Gürcistan ve Azerbaycan’da da yaşanmaktaydı. Savaştaki göçlerden ötürü bölgede artan nüfus kalabalığına bağlı olarak açlık, sefalet ve artan sağlık sorunları yaratmaktaydı. Bu durum Hooper tarafından bölgeye inceleme yapmak üzere gönderilen Yüzbaşı Green tarafından bildirilmişti362. Başkan Wilson bu olayların yansımasıyla haberlerin doğruluğu ve abartmaların boyutları konusunun da saptanmasını beklemekteydi. Görevlendirdiği General Harbord ABD Ordusunun en liyakatli ve herkesin beğenisini kazanmış komutanlarından idi363. General Harbord ve heyeti 24 Ağustos 1919’da Türkiye’ye ulaşmış ve 16 Ekim 1919 tarihinde sonuç raporunu vermiştir. Rapor, heyetin izlediği görev güzergahı ve görülen bölgeler ile başlamaktadır. İlk aşama gemi ile İstanbul’a varıştır. Buradan Bağdat demiryolu ile (raporda Kilikya olarak adı geçen) zengin Çukurova bölgesinin merkez şehri Adana’ya gidilmiştir. Bölgede yerleşim merkezi olarak Tarsus ile Mersin limanı görülmüştür. Buradan demiryolu ile önce Halep’e sonra Mardin’e ulaşılmış ve ziyaret edilmiştir. Mardin’den itibaren yolculuğa otomobille devam edilmiş yol güzergahı Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Erivan ve Tiflis’i takip etmiştir. Buradan Batum ve Bakü’ye trenle gidilmiştir. Ermenistan başkenti Erivan, Gürcistan başkenti Tiflis ve Azerbaycan başkenti Bakü görüldükten sonra İngiliz işgal kuvvetleri karargahının bulunduğu Batum ziyaret edilmiştir. Öte yandan heyetin bir diğer kısmı arabayla Ulukışla’dan Sivas’a ve buradan da Merzifon üzerinden Samsun’a gitmiştir. Müteakiben önce Trabzon’a sonra Erzurum’a ulaşılmıştır. Erzurum’dan sonra atla Horasan’a, Beyazıt’a ve Erivan’a, Erivan’dan da İran sınırının yanındaki Nahcıvan’a gidilmiştir. Eçmiyazin’deki Ermeni Katagigos’u Kevork V, geçmişi M.S. 301 yılına uzanan tarihi katedralde ziyaret edilmiştir. Görev Anadolu’nun hemen tamamı ile Kafkasya bölgesini kuzey-güney ve doğu-batı istikametlerini kapsayacak şekilde icra edilmiştir. Van ve Bitlis dışında Ermenilerin yaşadığı bütün vilayetler heyetin tamanı tarafından ziyaret edilmiştir. Zaman darlığı nedeniyle gitme imkanı bulunamayan iki vilayet için Yüzbaşı Niles’ın anılan vilayetlerde Ağustos ayında atla dolaşarak yaptığı izleme gezisi sonunda verdiği raporlar esas alınmıştır. Bu raporlar heyetimizin komşu bölgeler ile Azerbaycan, 362 363 Akgün, 1981, s.64 Gidney, a.g.e.,s.171 168 Ermenistan ve Gürcistan’daki gözlemleriyle uyumludur. Yolculuğun geri dönüş bacağında önemli tütün ihraç limanı Samsun ile İran’a uzanan tarihi İpek Yolu’nun başlangıcı olan Karadeniz’deki Trabzon limanı ziyaret edilmiştir. Anadolu ve Kafkasya’yı kapsayan görev sürecinde bölgede egemenlik sahibi hükümet yetkililerinin yanısıra bireysel olarak Türk, Ermeni, Rum, Tatar, Gürcü, Rus, İranlı, Yahudi, Arap, İngiliz, Fransız kişiler ve gidilen yerlerde yerleşmiş bulunan Amerikalılar ile görüşülmüştür. Bu bağlamda ABD tarafından desteklenen farklı eğitim kurumları, din ve hayır kuruluşlarının görüşlerinden de yararlanılmıştır. Sonuç raporu (ı) Ermeni halkının geçmişi ve hali hazır durumu (ıı) Siyasi durum ve yeni düzenlemeler için öneriler (ııı) Manda yönetiminin yol açacağı koşullar ve sorunlar (ıv) Manda yönetiminin üstlenilmesinin olumlu ve karşıt nedenleri başlıkları altında hazırlanmıştır364. Raporda Ermeniler dahil bölge halklarının 1919 yılındaki dönemsel durumuna şöyle değinilmektedir. Aşağıda anılan raporun metni kendi başlıkları takip edilerek sunulmuştur. KingCrane Raporu Suriye ve Mezopotamya dahil bütün Osmanlı İmparatorlu’nu kapsamakta iken Harbord’un Raporu esas olarak Doğu Anadolu’yu tamamen, Kafkasya’yı büyük ölçüde kapsamakta ve bu yönüyle Ermeni meselesi ile daha bağlantılı görülmektedir. a. Ermeni Halkının Halihazır Durumu Harpten önce bile Türk Ermenistanı olarak iddia edilen bölgede Ermeniler çoğunluğu oluşturmaktan uzaktılar. Bugün için geçmiş dönemde hayatta kalan ve yerlerini terkeden Ermeniler yerlerine dönmüş olsalar ve buna karşılık Türk halkının verdiği büyük kayıplar dikkate alınmasa dahi yine de herhangi bir yerde çoğunluğu sağlamaları şüphelidir. Halen Türk Ermenistan’ında (altı vilayet) 270.000 Ermeninin yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunların 75.000’ini savaşta Suriye ve Mezopotamya göç ettirilenlerden eski yerlerine dönenler oluşturmaktadır. Geriye kalanları ağır bir tempoda diğer bölgelerden dönmüş olanlar ile çeşitli nedenlerle yerini terketmeyenler oluşturmaktadır. Kafkasya’da 300.000 civarında Türkiye’den göç etmiş Ermeni bulunmaktadır. Ayrıca Yakındoğu’nun değişik bölgelerinde önceden göç etmiş önemli 364 James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.842–843. 169 sayıda Ermeni yaşamaktadır. Diğer taraftan Türkiye ve Rusya’daki yetimhanelerdeki çocuk sayısının fazlalığı yetişkinlerin uğradığı önemli kaybı göstermektedir. Heyetimiz yetimhanelerde mutsuz savaş yıllarından geriye kalan acınacak durumda bulunan hem Türk hem de Ermeni binlerce küçük yaşlarda insan görmüştür. Türkiye’deki 25 Amerikan misyoner istasyonunun raporlarına göre 15.000 ailesi olmayan çocuk ABD yardımı almaktadır. Amerikan yardımından faydalananların sayısı Kızılay’dan yardım alanlara göre iki misli fazladır. Ayrıca Kafkaslarda değişik yardım kuruluşlarının himayesinde 20.000 çocuk bulunmaktadır. Heyetin inceleme yaptığı bölgelerde 50.000 civarında ailesiz çocuk, hükümet veya diğer yardım kuruluşlarından himaye görmektedir. Ayrıca sayıları yarım milyon civarında olan göçmen Ermeni New York, Pennsylvania ve Ohio kadar bir alanda yeni bir yaşam kurma yolundadırlar. Bu rakam diğer bölgelerdeki Ermenilerin dönüşleriyle artabilecektir. Kafkasya’daki göçmenlerin durumu acınacak haldedir. Bunlar Amerikan yardım kuruluşlarının sınırlı yardımları veya bölgede yaşayan ekonomik durumu daha iyi olan akrabalarının katkılarıyla geçinmektedirler. Genelde üzerlerinde son dört yıldır giydikleri paçavraya dönmüş giysiler vardır. Bu kitlenin % 80’i sıtma, % 10’u zührevi hastalıklar ve neredeyse tamamı açlığa bağlı hastalıklara duçardırlar. Ayrıca pisliğin yol açlığı tiksindirici deri hastalıkları ve özellikle çocuklar arasında yaygın olan göz hastalıkları görülmektedir. Hastaneler bu vakalardan kaynaklanan yüksek hasta yoğunluğuna sahiptir. Rus Ermenistan’ında sık sık yer değiştiren göçmenler Albay Haskell’in organize ettiği toplama kamplarında toplanmaktadırlar. Kış mevsiminde ölümler artacaktır. Bölgede kış mevsimleri son derecede sert geçmekte olup, yakıt çok sınırlıdır, barınma imkanları yetersizdir. Kinin ilacının bir poundu (453.5 gram) 30 dolardır (bu miktarın 2007 yılı itibariyle satın alma gücü 360.55 $’dır)365. Sınırın Türk tarafındaki yerlerine dönen Ermeniler mülk durumlarını düzeltmekte, bazı koşullarda kira yardımı dahi almaktadırlar. Ancak genelde geride bıraktıkları ev ve mallarını zarar görmüş olarak bulmaktadırlar. Kış için Türk Hükümetinin sağlayabildiği sürekliliği fazla olmayan yardımlar ile Amerikan Yardım kuruluşunun yardımlarına bağımlı durumdadırlar. Bölgede yaşayan Türk köylülerinin de durumu pek farklı değildir. Her iki halk da kış karşısında eşit derecede savunmasız ve kötü durumdadırlar. Hekim ve ilaç yoktur. 365 http://www.measuringworth.com/calculators/uscompare/result.php (14.01.2008 ). 170 Köyler yıkıntı halindedir. Bunlardan bazıları Ermenilerin bölgeden kaçması veya çıkarılmaları sırasında, bazıları Rus Ordusunun Türkiye içinde ilerlemesi esnasında, bazıları Rusya’nın çöküşü sonrası bölgeden çekilen Ermeni çeteleri tarafından bu hale getirilmiştir. Harbe giden Türk köylüsünün % 20’den azı geri dönebilmiştir. Yirmi ile otuz beş yaş arası erkek nüfusun yokluğu dikkat çekicidir.Yalnız tifüsten 600.000 Türk askeri yaşamını yitirmiştir. Yetersiz hastane hizmetleri, ikmalin çok zayıf kalması ölü sayısını arttırmıştır. Savaş döneminde Rus ve Türk Ordularının ileri ve geri hareketlerinin cereyan ettiği bölgedeki koşullar feci durumdadır. Hiçbir yerde uzun süreden beri tarım yapılmamış olup, toprak yabani bitkilerle örtülmüştür. Harabeye dönmemiş köy veya şehir kalmamış gibidir. Arazi ağaçsızdır. Savaşın amansız doğası yanında, tarafların ilerleme ve çekilme hareketleri esnasında yapılan karşılıklı misillemelerden çok, genelde kerpiçten yapılan binaların ağaç olan parçaları sökülerek yakıt olarak kullanılmış ve böylece evler tahrip olmuştur. Savaş alanı dışında kalan ancak tehcir uygulanan Ermeni köylerindeki tahribata Türkler yol açmıştır. Buna karşın Ermenilerin Rusların ayrılmasıyla onların yerini almaları sonrasında Türklere yaptıkları gaddar misilleme aşikardır. Günümüzde bölgenin yeniden inşasındaki zorluk bölgenin uzun geçmişindeki vahşi doğa koşullarına göre biraz daha kolay gözükmektedir. Rusların makadam şoseler inşa ettiği yerler, hatta Türklerin genelde savaş sırasında inşa ettikleri ve heyetimizin kullandığı yollar geçişe müsait ve bazıları iyi durumdaydılar. Ancak bütün şoseler bakımsızlık nedeniyle kısa sürede bozulacaklardır. Bir vakitler motorlu araç trafiğine hayli uygun olan bölge, deve kervanlarına, harap arabalara bağımlı eski ulaşım koşullarına doğru kaymaktadır. Öküz temel çeki hayvanıdır. Antik dönemlerde halı ve mücevherlerin İran’dan Karadeniz’e oradan da Batı pazarlarına çıkış yolu olan Erzurum-Trabzon arasında iyi bir şose yolu vardır. Güncel yük taşıma ücreti ton başına 145-150 dolar (2007 karşığı 1798 dolar) kadardır. Görev güzergahının Türkiye’deki bölümünde eşkiyalıkla ilgili şeyler işitmemize karşın hiçbir olumsuzlukla karşılaşılmamıştır. Etkinliğinin zaman zaman yetersiz olduğu ifade edilmekle birlikte Türk hükümeti halkını kontrol edebilmekte ve 171 yönetebilmektedir. Ancak diğer tarafta bir zamanlar Rusya’nın polis devlet yönetiminin hüküm sürdüğü bölgede Rus kontrolunun kalkmasıyla ortaya çıkan gevşek güvenlik ortamına bağlı olarak pek çok bölgede can ve mal emniyeti bulunmamaktadır. Heyetimiz Rus Ermenistan’ında Kürtlerin ateşi ile karşılaşmış, bazı motorlu araçlar mermi isabeti almış ve ekibin yarısı köylerinden Ermenilerin sürdüğü ve yeniden köylerine dönmek isteyen Müslümanların elinde bir akşam süre ile rehin kalmışlardır. Azerbaycan’da da heyetimize ateş açılmıştır. Transkafkasya demiryolunda soygun amaçlı olarak tren yolu tahripleri sık görülmektedir. Trenimizin emniyeti için tedbir olarak Gürcü Hükümeti katarların belirli mesafede önünden giden ikaz lokomotifleri koymuştur. Şehirlerarası yollar, hatta banliyö semtleri emniyetli değildir. Gürcistan ve Azerabaycan’da hemen herkes tüfek taşımaktadır. Yollarda seyahat edenleri durdurma veya gelişigüzel ateş etme teşebbüsleri olmaktadır. Kafkasya’ya yapılan yardım Kongre tarafından onaylanan yüz milyonluk sabit ödenekten ayrılmaktadır. Bu yardım müttefik ülkelerdeki yardım faaliyetleri ile Yakın Doğu Amerikan Yardım Komitesi aracılığı ile sürdürülen yardımları kapsamaktadır. Her koşulda Kafkaslardaki yardım örgütü normalin üzerinde bir gayretle görevini sürdürmektedir. Bu kuruluş sayesinde göçmenler açlık ölümlerinden kurtarılmış ve bölgede Amerika’ya karşı tarihinde görülmedik bir sempati oluşmuştur. Şimdi bu yardımlar pejmurde Kürt, makul Gürcü, şüpheci Azeri ve ağırbaşlı Türk, herkesi kapsayacak şekilde genişlemektedir. ABD Başkanının ondört maddeli prensipleri bölgede geniş ölçüde yankı yapmıştır. Heyetimizin temaslarında Basra’nın vahşi Arabından, Dağıstan’ın dağlısına, Türk milli hareketinin Erzurum ve Sivas’taki gururlu ve yetkin liderlerine ve on dakika önce bizi Ermeni zannederek üzerimize ateş açan göçebe Kürde kadar herkes kendi kaderini belirleme konusuna değinmiştir. Yerel görevlilerin rüşvet sağladığı şeklindeki bazı suçlamaların doğru olduğu anlaşılmaktadır. Aynı sıkıntılı koşullarda olmalarına karşın Hıristiyanların, Müslümanlara göre kayırıldığı iddialarına sıkça rastlanmaktadır. Tecrübe noksanı ve eksik iletişime bağlı olarak Amerikalı görevli ve çalışanların görev etkinlikleri yeterli değildir. Ödeneklerinin yetersizliğinin bilincindeki kamu görevlisi genç Amerikalılar açlığın tehdit ettiği bir göçmen nüfus karşısında normal emek piyasasında alışık olunmayan bir 172 vicdan ve cömertlikle çalışmaya yönelmekte, bu gayretleri kendilerinin saygıyla anılmasını sağlamaktadır. ABD yardım kuruluşlarının görevlileri hakkında sistematik olmayan metodlarla çalıştıkları şeklindeki eleştirilere karşı en iyi cevap Amerika’nın büyüklüğü ve itibarını yücelten bu yurttaşlarının, canı gönülden katkılılarıyla başarılan iş olmaktadır. Kafkasya’daki yardım faaliyetlerini yeniden organize eden Albay Haskell şimdi daha iyi sonuçlar almaktadır. Kendi imkanlarıyla ürün hasadı yapabilene kadar halkın desteklenmesine gerek vardır ve bu nedenle yardım faaliyeti devam etmeli, bu amaç için kaynak yaratılmalıdır. Eğer zirai ekim için tohum sağlanabilirse 1920 Ağustos’unda ürün alınabilir. Arzulanan bu ıslah çalışması toprağına yeniden dönenlere uygulanabilir. Türkler ve Ermeniler kendi hallerine bırakıldıkları takdirde birlikte barış içerisinde yaşayabileceklerini göstermişlerdir. Aynı topraklar üzerinde beş yüzyıl yan yana yaşamış olmaları, birbirlerine bağımlılık ve karşılıklı çıkar birliğinin süphe götürmez göstergesidir. Yaşlı ve devlet tecrübesi olan Erzurum Valisi bize Abdülhamit dönemindeki olaylar öncesi kendi gençliğinde Türkler ve Ermeniler’in barış ve güven içerisinde yaşadıklarını belirtmiştir. Bu dönemlerde Hac ziyaretine giden bir Türk ailesini ve mallarını Ermeni komşusuna emanet etmekteydi, keza yolculuğa çıkacak Ermeni değerli her şeyini Türk arkadaşına emanet ederdi. İfadelere göre öldürme olayları İstanbul’dan yönlendirilmişti. Amerikan misyonerleri bize 1915 yılında tehcir uygulamasına katılmayan bazı Türk yetkililerinden bahsetmişlerdir. Tehcir genelde Enver Paşa, Talat Bey ve Cemal Paşanın lider kadrosunu oluşturduğu İttihat ve Terakki Partisi’ne mal edilmektedir. Mütarekeden itibaren başkentte bu konuyla ilgili olarak bir mahkeme kurulmuş, üst düzey görevi olmayan bir kişi asılarak idam edilmiştir. Talat, Enver ve Cemal kaçmışlardır. Haklarında harp hukukuna aykırı davranışlarından ötürü ciddi suçlamalar bulunan bir grup insan Malta’da İngilizler tarafından gözaltında tutulmaktadırlar. İngilizler tarafından bunlar hakkında yasal bir hüküm verilmemiş olup sadece kişisel özgürlükleri kısıtlanmaktadırlar. Bazı duyumlara göre Enver Bey Kafkasya’da bir takım işler planlamaktadır. Güvenilir bir Fransız kaynağına göre kendisi iki ay kadar önce Tiflis’te bulunmuş ve hükümet yetkilileri ile görüşmeler yapmıştır. Enver, Türklerin gözünde kendi çabası ile karışıklıkların yaygın olduğu 173 ortamdan yükselmiş, Osmanlı sarayı ile evlilik yoluyla bağ kurmuş, askeri kabiliyeti ile ün yapmış bir kahramandır. Azerbaycan’da ve Ermeni sınırındaki karışıklıklara yol açan Müslüman çeteciler büyük ihtimalle Enver tarafından yönetilmektedirler . Ermenilerden bölgede kalanların bulundukları yerlerde yollar ve arazi neredeyse insan eli değmemiş bir yapıya dönmüş durumdadır. Açlıktan ölümler Amerikan yardımları sayesinde önlenebilmektedir. Köy ve kasabalar harabe halindedir. Kafkaslarda eşkiyalık kol gezmekte, ilaç ve giyim eşyası bulunmamakta, buna karşın ağaçtan yoksun, kömür olmayan bölgede kış koşulları yaklaşmaktadır. Türkiye’deki evlerine dönen Ermenilerin yaşamları bakımından herhangi bir tehlike bulunmamaktadır. Ancak belirli bölgelerden çekilen yabancı güçlerin subaylarınca kendilerine yapılan tedirgin edici öneriler, kendilerinin önceden var olan kuşkularını arttırmıştır. Öte yandan Yunanlıların çıkmasıyla İzmir’de meydana gelen olaylar da Türkiye’de yaşayan Hıristiyanlar açısından yaşam riski oluşturmuştur. Çünkü Türklere göre İzmir’e Yunanlıların çıkışı mütareke koşullarının kasıtlı olarak ihlalidir ve muhtemelen daha sonra yapılacağı konusunda hiçbir garantisi olmayan saldırıların başlangıcı olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki karışıklıklarda yabancı güçlerin sorumlulukları büyüktür. Bu bağlamda tehcir ve öldürmeler esnasında silahı olmayan ve binlercesi Rus, Fransız ve Amerikan ordularında çarpışmış cesur Ermeniler herkesin silah taşıdığı topraklarda bugün yine silahsızdırlar366. b. Siyasi Durum ve Yeni Düzenlemeler için Öneriler Avrupalı hükümetlerin kendisiyle eşitlik ilkesine göre ilişki yürütmeye çalıştıkları Osmanlı İmparatorluğu’na hakim olan sefalet, açlık, harabeye dönen ortam, savaşın ardındaki sıkıntılar, hiçbir gücün mani olamadığı zulmün yol açtığı politik koşullara çözüm ararken, bu koşullarda nasıl bir reform gerçekleştirilebileceği öncelikli araştırma konusudur. Varlığı devam eden hükümet yapısı halkına; yaşam güvencesi verebilen, özgürlük sağlayan ve çağdaş dünyanın beklediği mutluluğu sunabilen bir yapıya dönüştürülebilir mi? Paris Barış Konferansının Osmanlı İmparatorluğu’na ilişkin 366 James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.843-851. 174 17 Haziran tarihli son toplantısındaki görüşmelerde Osmanlı Hükümeti Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kötü bir şekilde temsil edilmiştir. Kendisi konferansta bölgede olumsuz ortamın ortaya çıkışının “insan vicdanını titreten günahları işleyen” ve “Anadolu’nun yıkıntı yığınına getiren” Osmanlı Hükümetlerinin uygulamalarından kaynaklandığını itiraf etmiştir. Konferansta sadrazamın temsil ettiği imparatorluğun bekasına ilişkin ricalarına karşın Onlar Konseyince verilen cevapta bunun çağdaş gereksinmeleri karşılayabilecek ve geçmişteki suçların zararlarını telafi edecek reformların gerçekleştirilmesi olasılığına bağlı olduğu hususuna değinilerek “Meydana gelen değişim sürecinde Türk yönetiminin gelmesiyle birlikte ne Avrupa ne Asya ne de Afrika ülkelerinde refahın azalmadığı bir örneğe rastlanmamıştır. Yine Türk yönetiminin çekilmesinin ardından maddi ve kültürel gelişmenin artmadığı bir ülke örneğine de rastlanmamaktadır. Avrupa’daki Hıristiyanlar olsun, Suriye’deki, Arabistan’daki, Afrika’daki Müslümanlar olsun Türklerin girdikleri yeri tahrip etme dışında bir icraatlarını görmemişlerdir. Harp kazandıkları yere barışı geliştirme gibi bir özellikleri görülmemiştir. Bu yönde yeteneklerinin olduğu söylenirse yalandır. Ermeniler değinilen nedenlerden dolayı Türklerden bıkmışlardır ve artık Türklere böyle kontrolsuz başka bir ortam verilmeyecektir” ifadelerine yer verilmiştir. Öte yandan Rusların Kafkaslardan elini çekmesinden sonra bölge kontrolden uzak bir görünüm sergilemektedir. Kafkasya bölgesi etnografik olarak dünyanın en karmaşık bölgelerindendir. Bütün çağlar boyunca insanlığın önemli yollarını barındırmıştır. Asırlar boyu burada kökenlerinden ayrı düşen etnik gruplar konaklamışlar ve genelde göç dalgaları ‘Büyük Kafkasya’ merhalesini takip etmiştir. Buna bağlı olarak bu küçük bölgede, kırk farklı alt gruba ayrılmış beş temel etnik grup mevcuttur. Bunlardan dokuzu göreceli olarak daha yakın tarihlerde bölgeye gelmişlerdir. Otuzbiri ise bölgenin eski halklarıdır. Entegrasyonları daha fazla olan Gürcüler ve Tatarlar dışında anılan gruplar birbirinden ayrılması güç biçimde karışmışladır. Uygarlıkları dağlı yabanilerden, en yüksek düzeyde kişilere kadar değişen çeşitlilik gösterir. Kırk farklı ırktan en önemlileri Gürcüler, Azeri Tatarlar ve Ermenilerdir. 175 Birbirine komşu üç küçük cumhuriyette yaşayan bölge halkları bir Kafkas Konfederasyonu oluşturmuşlardır. Gürcistan Hıristiyandır ve eski Gürcistan kökenli nüfus çoğunluktadır. Azerbaycan halkı Tatar olup Müslümandır. Ermenistan Çarlık Rusya’sının eski Ermeni vilayetlerinden oluşmaktadır. Halkın önemli bölümünün Asya Türkiye’sinde yaşayan Ermenilerle akrabalık bağları bulunmaktadır. Bu cumhuriyetler Türkiye dışında kimse tarafından tanınmamıştır. Ermenistan Cumhuriyeti, Barış Konferansındaki faaliyetleriyle Rusya Ermenistan’ı ile Türkiye’den (Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum) altı vilayet ve Kilikya’yı içine alacak birleşik bir Ermenistan kurma gayreti içerisindedir. Ancak bu geçiş sürecinde yerlerinden ayrılan Ermeniler evlerine dönüp bütünlük sağlanıncaya ve meclis oluşturulup kalıcı bir hükümet kuruluncaya kadar bir süper gücün mandasını istemektedirler. Gürcistan ve Azerbaycan Barış Konferansından Kafkasya’nın tamamını ilgilendiren tartışmalı sınırların düzenlenmesini ve bağımsızlıklarının tanınmasını istemektedirler. Rusya’nın enkazından kalan alt yapının üzerine kurulmuş hem Azerbaycan, hem Gürcistan devraldıkları uygarlık, yönetim ve ekonomik sistemlerin başlangıçtan itibaren kendilerine ait olduğu kanaatindedirler. Rus kilisesinden daha eski kiliseye sahip ve Rusya’nın 1802’de ülkelerini ele geçirmesinden önce bin yıl süre ile Tiflis’te hüküm süren Ermeni orijinli Gürcü bir hanedan geleneğinden gelen Gürcüler mantıklı bir toplum özelliği göstermektedirler. Gürcüler Bolşevizmden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Kendi devrimleri sonrasında kırmızı bayraklar asılmış, topraklar bedelsiz kamulaştırılarak köylülere dağıtılmıştır. Bu gelişme aslında hem köylü hem de toprak sahibi açısından yararlı olmamaktadır. Azeriler soy olarak Tatar, din olarak Müslümandırlar. Azerbaycan’ın farklı topografik yapısı ve ürün çeşitliliği, kendisini diğer Kafkas cumhuriyetlerine göre dış yardıma daha az bağımlı kılmaktadır. Azerbaycan olsun, Gürcistan olsun Kafkas Dağlarının güneyinden gelen Denikin güçlerinin terör ortamında bulunmaktadırlar. Gürcistan kuzey sınırında küçük bir orduya sahiptir. Azerbaycan ise Hazar Denizindeki hücümbotların saldırılarından sakınabilmek için General Denikin ile zımni bir anlaşma içerisindedir. 176 Rus Ermenileri ile Türkiye’deki Ermeniler hısımdırlar ve 1878’de Rus hakimiyetine girmişlerdir. Ermeniler Rusların davranış biçimlerini ve adetlerini benimsemişlerdir. Sahip oldukları zenginlik ve yeteneklerine bağlı olarak Rus hakimiyetindeki Kafkaslarda ağırlıklı konuma sahip olmuşlardır. Rus idaresindeki bölge başkenti Tiflis, New York ve İstanbul’dan sonra en fazla Ermeni nüfusa sahip şehirdir. Ermeniler Denikin’e ve yeniden kurulacak bir Rusya fikrine sıcak bakmaktadırlar. Ancak (Denikin’e rağmen) Gürcistan ve Azerbaycan’la birleşmeyi redetmeleri Kafkas Konfederasyonunun çökmesine yol açmıştır. Kafkaslarda Rus uygarlığı hakimdir. Değeri olan herşeyin temelinde Rus parası ve ekonomisi yatmaktadır. Bu ortak özelliklerin yanısıra Kafkas ülkeleri ulaşım açısından da birbirine bağımlıdırlar. Gürcistan’ın başkenti Tiflis’ten batıda Karadeniz kıyısındaki Batum’a doğuda Hazar Denizi kıyısında Azebaycan başkenti Bakü’ye, güneyde Ermenistan başkenti Erivan’a demiryolu bağlantısı vardır. Rus demiryolu standardında inşa edilen demiryolu, merkezi Tiflis olan ve üç ucu farklı ülkede biten üçlü bir ulaştırma sistemidir. Kafkas demiryolları Rus hakimiyeti döneminde tek bir yönetim sistemi içerisinde, atelyeler, (lokomotif ve vagon) işletme makineleri, merkezi yönetim anlayışına uygun işletilmekteydi. Şimdilerde Gürcistan demiyolu atelyelerini, Azerbaycan yakıt olarak kullanılan petrolü denetiminde bulundurmakta ve üç ülkenin demiryollarında çalıştırabildikleri makine sayısı kendi imkanlarıyla sınırlı olmaktadır. Bu üç ülkenin arasında karşılıklı güven olmadığından katarların bir ülkeden diğerine düzenli tarife ile çalışabilmesi bir dış devlet güvencesi olmadan gerçekleşememektedir. Gürcistan, Ermenistan’a yapılan yük taşımasına rahatlıkla ambargo koyabilmekte ve coğrafi avantajı sayesinde bu ülkenin demiryolu nakliyatının içeriğini izleyebilmektedir. Yakıt ikmalini denetiminde bulunduran Azerbaycan ise, Ermenistan’a karşı Gürcistan ile işbirliği yapmaktadır. Demiryolu bu nedenlere bağlı olarak yerel mekanizmalarla etkin ve rantabl işletilememektedir. Demiryolu hatları ve makineleri süratle elden çıkmaktadır. Gürcistan’ın Ermenistan üzerindeki denetim avantajına örnek vermek gerekirse Ermenistan’a komşu ülkelerin oluşturduğu sürekli tehdide rağmen Gürcistan 177 kendi toprakları üzerinden bu ülkeye silah ve mühimmat nakliyatına müsaade etmemektedir. Batı değerlerine göre bu üç hükümet tamamen etkisiz, itibarını kaybetmiş ve rüşvetin egemen olduğu bir durumdadırlar. Hepsi önemli mali sorunlarla karşı karşıyadırlar. Dini farklılıklara, etnik olanlar da eklendiğinde bu ulusların müşterek bir kontrol mekanizmasının dışında bulunması karmaşık bir durumu yaratmaktadır. Bu devletlerden Ermenistan ve Azerbaycan’ın, Gürcistan üzerinden gerçekleşen demiryolu bağlantısı dışında Karadeniz’e çıkışları bulunmamaktadır. Bu üç hükümet arasında ortak bir para sistemi, posta ve gümrük birliği olmadığı gibi yukarıda değinilen demiryolu sistemi üzerinde de ortak bir işletme organizasyonu yoktur, ayrıca sürekli sınır anlaşmazlıkları mevcuttur. Azebaycan iyi bir yönetim kadrosu oluşturacak elit bir tabakadan yoksundur, Gürcistan kendisini Bolşevisme karşı koruyamamaktadır, Ermenistan ise harabeye dönmüş olup açlık çekilmektedir. İncelemelerimizin tamamı bu ülke halklarının hepsinin güvenilir bir dış gücün manda yönetimini olumlu karşılayacakları yönündedir. Rus Ermenileri eğer bugün Rusya yeniden toparlanabirse Rus mandası yönünde oy verebilirler. Rusya ile geçmişinden beri barışık olmayan Gürcistan, geçmişten gelen bağımsızlığını geri almaya çabalamaktadır. Tatar ve Müslüman olan Azeriler, Hıristiyanlara güvenmemekte ve kendilerini Türkiye’ye bağlı hissetmektedirler. Ancak entelletüel kesim Hıristiyan ülkelerle olan ilişkiler bağlamında Türkiye’yi aklına getirmemekte ve bir dış kontrolün kaçınılmaz, hatta gerekli olduğu görüşünü taşımaktadırlar. Heyetin kanaatine göre coğrafi, ticari ve nesiller boyu kazanılan alışkanlıkların sonucu olarak Kafkaslarda barış, düzen ve etkinliğin sağlanması ihtiyacı ve ekonomik duruma bağlı olarak bir manda sistemi gerekli olmanın ötesinde her açıdan zorunluluktur. Bölgenin mandasını üstlenen güç hali hazırda belirsiz olan sınırları kaldıracaktır. Bu üç ülkenin sınırlarının nihai olarak belirlenmesi veya hükümetlerinin kurulmasına ilişkin hususlara, bağımsızlık olmasa bile otonomi isteklerini çağrıştıracağından mevcut koşullarda değinilmemelidir. Bu ülkelerin kendilerini yönetebilme, aralarında uyumlu ve dostça ilişkiler kurabilme potansiyeli mandater güç tarafından yönlendirilmelidir. Ancak manda üstlenen devlet için burada yapılan görevin 178 mahiyetini takdir etmeyen ve nankör zihniyetteki kişiler üzerinde uzun sürecek bir vesayet rejimi çok pahalıya mal olabilir ve yeniden toparlanacak Rus diplomasisinin saldırılarına konu olabilir. Böyle bir durum bölgedeki mandater güce Dünya barışına katkıda bulunma ve ezilen halkların rehabilitesi gibi manevi haz dışında pek şey sağlamayacaktır. Milletler Cemiyeti sözleşmesi “geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan belirli bazı toplumların belirsiz süreyle manda yönetiminde bulundurulmalarını” öngörmektedir. Bu durum İmparatorluğun önceden belirli derecelerde parçalanmasını tanıma anlamını taşımaktadır. Sanık sıfatındaki Osmanlı Hükümetinin Barış Konferansına verdiği cevap, imparatorluğun bir kısmı veya tamamında süratli bir gelişme sağlanacağı anlamında yorumlanamaz. Fiilen gerçekleşen bölünme ve işgaller karşısında Türkler, Barış Konferansının haklarında vereceği hükme göre bütün İmparatorluğun tek bir manda altına verilmesini yeğleyeceklerdir. Bu isteğin karşılanması Türk taleplerinin diğer güçlerin çıkarları ve eğilimleri ile aynı doğrultuda olmalalarına bağlıdır ki bu da pek çok açıdan zayıf bir olasılıktır. Ermenistan ve Kafkasya bölgelerinin kendisine komşu olan Anadolu, İstanbul ve onun hinterlandı Rumeli’yi dışarıda bırakarak manda yönetimine konulması bunu üstlenecek gücü olumsuz koşullarla karşı karşıya bırakacak ve bunda ısrar yüksek bir maliyet getirecektir. Böylece yasa ve düzenin muhafazası, can ve mal güvenliği açısından mevcut belirsizlik hali değişmeyecek, nihai başarı ise son derecede şüpheli olacaktır. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin kontrolunda bulunması gerçekte manda görevini üstlenen devletin önünde engel oluşturacaktır. Çünkü asırlar boyunca bu coğrafyanın insanı İstanbul’u otoritenin merkezi olarak algılamaya alışıktır. En entelektüel ve başarı beklentisi olan Ermeniler bile bunu başkentte aramışlardır. Kuramsal olarak Eçmiyazin’deki Katagigos’a bağlı gözükmekle birlikte İstanbul Ermeni Kilisesi, İstanbul gibi bir mevkide bulunmakla Ermeni toplumunun politik lideri konumundadır. İmparatoluktaki her toplum, sayısı oranında başkentte temsil edilmektedir. Savaş öncesi Ermenilerin ülkenin ücra köşeleri dahil her tarafına iş ilişkileri ve ticari faaliyet yoluyla ulaşmış 150.000 insanı bulunmaktaydı. Gelecekteki Ermeni yurdunun endüstriyel ve girişimci insangücü gereksinimi bu insanlara bağımlı 179 olacaktır. Ulaşım ve ticaret merkezi ise İstanbul’dur. Gemi izin belgeleri hesabı yapıldığında İstanbul’un savaştan önce Avrupa’nın en önemli limanı olduğu görülmektedir. Pek çok basiretli iş adamına göre de dünyanın üçüncü büyük ticari şehri olmaya adaydır. Ancak nesiller boyu süren alışkanlığı manda yönetimi altına alınmayan bir İstanbul, finansal ve politik akımlar için de girdap olacaktır. Taviz koparma, finansal entrika, siyasi istismar ve iç çekişmeler geçmişte olduğu gibi gelecekte de etkili olacaktır. Böyle bir durumda İstanbul uluslararası uyumlu bir denetim mekanizmasından yoksun kalacaktır. Yönetim birliği ve etkinlik, hantal yapı nedeniyle gerçekleşemeyecektir. Bu nedenle yönetim fonksiyonları varılacak mutabakatla mümkün olduğu kadar bir liderlik altında toplanmalıdır. İstanbul’da kurulacak hükümet konusunda galip devletler arasında varılacak bir uzlaşma halinde dahi; her devletin ayrı ayrı kendi politikaları yönünde hareket etmeleri ve Türkiye’den çıkar beklenileri karşılığında kendisine yanaşmaları yönünde bu ülkeleri teşvik eden bir ortam oluşacaktır. Bu nedenle gerçek bir kontrol sistemi oluşturulmalıdır, yetkisiz bir sorumluluk Doğu mentalitesindeki bir ülkede kaos anlamına gelir. Ancak Amerikalıların isteksiz olduğu kanaati varsayıldıkça manda görevi, farklı kaynaklardan beklenen bir güvence arayışı olmaktadır. Bu gelişmeler içerisinde Türkler yabancıların faaliyetleri karşısında talihsiz imparatorluklarının geleceği için üzüntüye kapılmaktadırlar. Eş zamanlı olarak İstanbul’un kontrolunu elinde bulundurmadan Ermenistan’ın mandasını üstlenen bir yönetim ise zaafa uğrayacak, ticari kalkınma sınırlanacak, yerel ve sınır şikayetlerini çözümleme Türklerin güvenilir olmayan siyasetine bağımlı imtiyazlı çevrelerin etkisinde kalacaktır. Hatta uç bir olasılık olarak Ermenilerin Batı Dünyası ile irtibatı kopabilecektir. Raporda belirtilen sakıncaları önlemek için Müttefiklerin (İtilaf Devletleri) Boğazlar’ın bir manda yönetimi altına konulması konusundaki duyarlılıkları açıktır. Ermenistan ile Kafkasya için bir manda yönetimi, Boğazlar ve Anadolu için diğer bir manda yönetimine ihtiyaç olduğu kabul edildiğinde bunların tamamının bir ülke tarafından üstlenilmesi konusunda görüşler, düşünceler mevcuttur. Eğer manda yönetimi farklı ülkeler tarafından uygulamaya konulursa, bu durumda ortaya çıkacak frenlenemeyen kıskançlıklar, nefret, abartılmış ayrılıkçı eğilimler ve ekonomik 180 güçlükler başarısızlığı kaçınılmaz kılacaktır. Bütün yanlışlıkları ve köhneleşmiş haline bağlı olarak Türk İmparatorluğu’nda politik düzeninin işlemesi güçlü bir mandater gücün varlığına gereksinim hissettirmektedir. Bu bağlamda mücavir alanlarda yaşayan komşu halkların durumları da söz konusunu olup, bu konuyla doğrudan bağlantılıdır. Türk İmparatorluğu ve Kafkasya üzerinde tek bir manda aynı zamanda en ekonomik çözümdür. Hiçbir mantıklı tasarım Kafkasya’daki ve Ermenistan’daki demiryollarının Anadolu bağlantısı olmadan gelişmesini ve etkin biçimde yararlanılmasını ümit edemez. Ermenistan’ın yüksek dağlık bölgesini takip eden doğal karayolları uygun sekilde muhafaza edilse dahi çok maliyetli ve güçlük arzeden bir ulaşım sistemidir. Ayrıca Anadolu’yla bağlantı olmaması halinde bu sistemin işlemesi mümkün değildir. Uzun yılların yanlış uygulamaları aynı derecede yüksek maliyetle sürdürülemez. Bu olumsuzluk ancak her iki bölgenin (Anadolu ve Kafkasya-Ermenistan) birlikte denetimi ile önlenebilir. Boğazların, Anadolu’nun ve Ermenistan’ın farklı güçlerin denetiminde olduğu bir siyasi yapıda Ermeni üreticileri ve ihracatçılarının Yakın Doğu ticaretinden eşit pay beklentileri olamaz. Ermenistan dönüşü İstanbul’daki Ermeni Patriği, Ermeni Protestanları ve diğer Ermeni cemaat başkanları bizi arayarak Ermeni meselesinin Ermenistan’ın hudutlarıyla sınırlı olarak çözülemeyeceği, kendilerinin Türk İmparatorluğunun diğer bölgelerini de içeren bir manda yönetimi altına girmeye istekli olduklarını belirtmişlerdir. Mamafih bu liderler 15 Ekim 1919’da müştereken gönderdikleri yazılı metinde “imparatorluğun farklı ulusları tek bir manda gücünün yardımından faydalanabilirler” dedikten sonra Ermeni ve Türkleri aynı yönetim yapısı içerisine yerleştirmenin Ermeni ideallerini yıkacağını “çünkü bireysel hakların garantisinin, ulusal hakların özellikle Ermeni ulusunun amaçlarının garantisi anlamını taşımayacağını, Türk İmparatorluğu’nun tamamını iyi bir hükümete kavuşturmanın tek başına Ermenileri kendi anayurtlarına toplanmaya teşvik etmeyeceği, dağınık bölgelerde yaşamaya devam edecekleri gibi” argümanları ileri sürmüşlerdir. Eski bir yüksek dereceli Osmanlı hükümet üyesi ve aynı zamanda ülkesini Avrupa’nın çeşitli mahkemelerinde temsil etmiş bir diplomatın da dahil olduğu bir grup üst düzey Türk, 1914’de ülkelerinin gerçek bağımsızlığının gerçekleştiği 181 (kapitülasyonların kaldırıldığı yıl) durum ile İmpartorluğu ABD mandasına verilmesi seçenekleri arasında rahatlıkla ikincisini tercih ettiklerini ve Türkiye’nin aydın, eğitimli insanları adına da konuştuklarına inandıklarını ifade etmişlerdir. Heyetimiz, Türklerin İtilaf Devletleriyle yaptığı ateşkeste belirtilen koşulların ülkelerinde çıkar gözetmeyen bir mandater ülke tarafından gerçekleştirilmesine itirazlarının olmadığını açık bir şekilde gözlemlemiştir. Böylece en az yabancı askeri güçle ateşkes koşulları yerine getirilebilir. Ülkeden parça koparılarak oluşturulacak herhangi bir bölgesel siyasi oluşum ise yıllar süren güçlü bir işgal kuvvetinin varlığına bağlıdır. Ulusal bütünlükten yana Ulusalcı Parti veya Ulusal Savunma Partisi’nin (Müdafayı Hukuk) amacı, başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın belirtiği gibi İmparatorluğun topraklarının bütünlüğünü çıkar beklentisi olmayan tercihan Amerika gibi bir ülkenin mandası içerisinde korumaktır. Heyetimiz Sivas’ta iken Temmuz ayında Erzurum’da, Eylül ayında Sivas’ta birer kongre gerçekleştirmiş olan anılan partinin liderleriyle toplantı yapmıştır. Bu hareket tehlike içerisinde oldukları ileri sürülen Ermenilerin kaderiyle ilgilenenler için endişe kaynağı oluşturmuştur. Hareketin lideri Türk Ordusu’nun eski bir generali, Çanakkale’de yönettiği kolordu ile ün kazanan genç ve üstün yetenekli Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu hareketi yönetmek için ordudan istifa etmiştir. Amacına ulaşmak için imparatorluğun mandasını üstlenme arzusunda olan İtilaf güçlerinden birinin ( İngiltere kastediliyor) etkisine girmiş Ferit Paşa Hükümetinden kurtulmayı hedeflemiştir. Sultana karşı bağlılık gösteren ulusalcı lider cüretkar bir davranışla başkent ile ülkenin telgraf haberleşmesini kesmiş ve iletişimin tekrar kurulmasını hükümetin istifasına bağlamıştır. Ekim ayında Damat Ferit hükümetinin düşmesi ülkede esasları Türk yetkililerince belirlenen ulusal hareketin ağırlığının arttığını işaret etmektedir. 15 Ekim 1919’da yayımlanan bildiride Mustafa Kemal “Ulusal Parti tarafsız bir yabancı ülkenin yardımının gerekliliğini anlamaktadır. Amacımız ateşkesin yapıldığı tarih itibariyle ortaya çıkan Türkiye’nin gelişmesini güvenceye almaktır. Yayılmacı planımız yoktur ancak kanaatimiz o dur ki Türkiye iyi bir yönetim sayesinde zengin ve müreffeh bir ülke olabilir. Mevcut hükümet yabancı müdahalesi ve entrikaları ile zayıflamıştır. Tecrübelerimize göre Amerika’nın yardım edebilecek yegane ülke olduğuna inanıyoruz. 182 Ermenilere karşı bir olumsuzluğun meydana gelmeyeceğini taahhüt ediyoruz.” ifadelerine yer vermektedir. İzmir’deki Yunan işgalinde yaşanan olaylar ve Avrupalı bazı güçlerin ürettiği eylem ve propagandaya bağlı oluşan huzursuzluk, ateşkesi müteakip büyük bir aradan sonra Türk toplumunu karışıklığa çekmiştir. Heyetimiz önceden bütün Osmanlı İmparatorluğu güçlü bir askeri işgal ile kontrol altına alınmadıkça yaşanan süreçte Paris Barış Konferansından Türkiye’den toprak koparılarak bir Ermenistan devleti yaratma istikametinde çıkacak bir kararın Hıristiyanlar açısından toplu bir katliam sinyali olabileceğinden korkmaktadır. Türkler ve Ermeniler bir manda yönetimi altında komşu olabilirler. Hali hazırda Ermenilerin duygusallıkları ne olursa olsun bağımsız bir Ermenistan için Türkiye topraklarını bölmekte hiçbir mantık bulunmamaktadır. Türk ve Ermenileri tek bir devlet tarafından üstlenilen bir manda bölgesinde bulundurmakla sorunların önlenmesi mümkün iken ayrı bir Ermenistan soruna davetiye çıkarmak olabilir. Böylece birbirlerine komşu olacaklardır. İki veya üçlü bir manda sisteminin uygulanması ise bu toplumları hasım haline getirir. Bu durumda aralarındaki küçük farklılıklar zaman alıcı diplomatik temasları gerektirecek, ayrıca hükümet işlevlerinin ayrı ayrı kurulacak mekanizmalar içerisinde yürütülmesi maliyet müessiriyet açısından olumsuzluklar yaratacaktır. Tek manda sisteminde ise sınırların alacağı nihai şekil ertelenebilir. Bu husus Heyetimiz tarafından önemli addedilen bir konudur367. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir Ermenistan oluşturulması durumunda Ermenistan olarak tasavvur edilen bölgede daha önce göç eden Ermenilerin yerlerine dönmeleri halinde bile Türkler nüfus çoğunluğunu korumaktadır. Bu durum, (her ne kadar vilayet sınırları ile oynandığı veya bir kısım Ermeni’nin yaşamını yitirdiği şeklindeki iddialar kabul edilse bile) tehcir öncesinde dahi Türklerin nüfus çoğunluğuna sahip olduklarını göstermektedir. Ermeniler tahmin edilen nitelikleri, din ve etnik azimleri ve kültürlerine rağmen genelde birlikte yaşadıkları diğer ırklarla geçinemezler. Komşuları arasında Rusya veya Polonya’da Yahudilerin toplumsal konumuna benzer biçimde güçlü ve seçkin etnik özellik taşırlar. Kendisine yüklenen para cezasını 367 Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.843-859 . 183 kendisinden geri ırkların; banker, komisyoncu, kredi verenlerinin üzerine yıkabilirler. Belki haklılık payı fazla olmamakla birlikte Yakın Doğu’da Ermeni için yaygın duygu “Ermeni hiçbir zaman yasal olarak haksız duruma düşmemekle birlikte, ahlaki açıdan hiçbir zaman haklı değildir” şeklindedir. Pek çok örnekte olduğu gibi kendi yaşamlarını Ermeni suçlularını koruma uğruna riske etmiş Amerikan misyoneri bile bunu bir kural gereği sayarak daha cana yakın, ancak ağır kanlı ve zevkine düşkün Türk kadar, Ermeni’den hoşlanmaz. Ermeni, kan dökmede masum sayılmaz, çok eskileri bugüne taşıma özelliği olan hafızasında misilleme kaçınılmazdır ve fırsat yakaladığında bunu çekinmeden yapar. Irk olarak Ari ırktan olan Kürtlerle akraba olmakla birlikte, Kürtler kendilerinden nefret eder. Kürtler heyetimize göz yaşları içerisinde başvurarak kendilerini köylerinden süren Ermenilerden korumamızı, evlerine dönmelerini ve yaşadıkları yüksek yaylalara yaklaşan şiddetli kışa karşı yardım etmemizi istemişledir. Kürtler, Rus İmparatorluğunun çökmesi sonrasında Rus Bolşeviklerin de desteği ile Ermeni çetelerinin kendilerini çok vahşi bir şekilde katlettiklerini anlatmışlardır. Benzer müracatlar Erzurum halkı tarafından da yapılmıştır. Halk binlerce Türkün yokedildiği yakılmış evleri göstermiştir. Hasankale’de yerel yetkililer ovada Ermeniler tarafından tahrip edilen köylerin sayısını 43 olarak vermişlerdir. Batum’daki İngiliz konsolosu Steven’a göre bu beyanlar Ermenilerin de temsil edildiği bir araştırma komisyonu tarafından doğrulanmıştır. Bakü’de 2000 Azeri’nin Mart 1918’de Ermeniler tarafından öldürülmesine karşılıklı Kasım 1918’de 4000 Ermeni Azeriler tarafından öldürülmüştür. Bu gerçekler ışığında Heyetimiz açısından Ermenilerin kendilerini yönetme kapasitelerinin saptanması, bir denetim mekanizması altında teste tabi tutulması gerekli bir konudur. Yüzyıllara varan bir baskı nedeniyle kalpleri intikamla dolu bir Ermeni azınlığın Müslüman bir çoğunluğu yönetme yetkisi ile donatılması büyük endişeleri de beraberinde getirecektir. Bazı çevrelere göre Ermenilerin elit olanları çeşitli nedenlerle kaybedilmiştir. Kendi ana yurtlarında düzen yeniden kurulduğunda diğer ülkelere göç eden bu kitle geri dönecektir. Ancak bu durum gerçekleştiğinde müreffeh ülkelerde uzun süredir yerleşmiş varlıklı ve etkin Ermenilerin her ne kadar bağımsız bir Ermenistan için seslerini yükseltseler bile ilkel koşullarda bulunan tarihi ana yurtlarına geri dönecekleri kuşkuludur. Ermeni istekleri, beklentileri, gelenekleri ve hatta tarihin eski dönemlerinde işgal ettikleri doğrulanmış yerlerle ilgili 184 taleplerine dayalı keyfi ve yanlı olarak Anadolu’da sınır düzenlemesi ve hali hazırdaki nüfus gerçeğininin dikkate alınmaması hata olacaktır. Çünkü bu durumda hem Anadolu, hem de Ermenistan mandasını üstlenen ülkeler hükümet etme işlevine ancak Karadeniz’den Akdeniz’e kadar uzanan güvenilir yabancı askeri güçler tarafından kordon altına alınmış bir bölge oluşturma sonrasında başlayabilir. Bugüne kadar var oldukları konumlarına dokunmadan ve aralarında sınır ilan etmeden iki halkı kontrol edecek tek bir gücün yetkili kılınması seçeneğinde bu tarz sorunlarla karşılaşılmayacaktır. Sınırları belirlemenin ertelenmesi ve değinilen tarzda iki tarafı kapsayan birleşik bir otorite oluşturulması görüşüne, önyargıyla yaklaşanların bakış açısı farklı olmaktadır. Bu yaklaşıma göre hükümranlığının sonuna gelmiş Türkler’de değişim söz konusu olmayıp; yine kana susamış, kendini yenileyemeyen, intikamcıdırlar. Bu nedenle Ermenistan’ın Türkiye’nin bir parçası olması düşünülemez. Yüzyıllar süren acılar Türkiye ve Ermenistan’ın ebediyen birbirinden ayrılması sayesinde sona erdirilebilecektir. Ermenilerin Milletler Cemiyetine (Dünya Mahkemesi) davalarını sunmada hiçbir çekinceleri olmamalı, kendileri yönetmenin yanısıra başkalarını da yönetecek kapasitede olduklarını kanıtlamalıdırlar. Bu suretle Büyük Güçlerin (ABD, İtilaf Devletleri) buyruğu ile plebisit yapılarak Ermenistan’ın bugünkü toprakları ile Anadolu’daki Ermenistan bölgesi birleştirilip hem Ermenistan hem de Ermenistan’ın velinimeti durumundaki ülkeler için daha büyük güvenlik ve imkanlar sağlanarak manda sona erdirilebilir368. Sonuç itibariyle Ermenistan’a görevlendirilen Amerikan Askeri Heyetinin mevcut koşullar çerçevesinde Ermenistan ve Kafkasya için önerisi tek bir büyük güç tarafından yerine getirilen manda yönetimidir. Ermeni meselesi Ermenistan’da çözümlenemez ve şu soruların cevabı verilemeden nihai bir sonuca varılamaz. Türkiye ile ilgili ne yapılmalıdır? Bundan sonra Rusya ne yapacaktır? Bu sorulara nihai çözümler getirilmesine yönelik yukarıda sıralanan nedenler çerçevesinde Heyetin kanaati Ermenistan ve Kafkasya’nın mandasını üstlenecek ülkenin 368 Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 859-861. 185 aynı zamanda Anadolu, Rumeli ve Boğazların mandasını da üstlenmesi gerektiği şeklindedir. Türkiye Ermenistan’ının sınırları ile Rus Ermenistan’ı, Gürcistan ve Azerbaycan arasındaki dahili sınırlar bugünkü şekliyle muhafaza edilmelidir. Bunlar üzerinde manda yönetiminin idari yapılanması, mandater ülkenin halledeceği bir ayrıntıdır. İyi yönetim vilayetler ile başkent (yerel ve merkez yönetimler) arasında ne sıkı ne de gevşek olmayan bir otorite dağılımı ile sağlanabilir. Manda yönetimi bakımında doğal bir bölümlenme; Rumeli, Boğazlar, Anadolu, Ermenistan ve Kafkasya’nın kalan bölgesi şeklinde olabilir. Türk İmparatorluğunun tek bir manda hükümetinin denetimine bırakmak; bölmeye göre daha kolay ve önemli ölçüde ekonomik hareket tarzıdır. Bütün İmparatorlukta Amerikan mandasının kabulü ile sonuçlanabilecek bir plebisitin gerçekleşme olasılığı gayet güçlüdür. Suriye ve Mezopotamya ise gerek Ermeni meselesinin halli açısından, gerek Heyetimizce görev talimatı kapsamında algılanan Amerika’nın Yakın Doğu’daki sorumlulukları ve menfaatleri açısından yaşamsal olarak düşünülmemelidir. Çünkü bu bölgeler zaten İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilmiş olduğundan Arabistan konusunda olduğu gibi bizim ilgi alanımızın dışındadır. Heyetimizin kanaati Ermeni meselesinin Boğazlar, Anadolu, Türk Ermenistan’ı ve Kafkasların müştereken mandasını üstlenecek tek bir mandaterin aracılığı ile çözülebileceğidir. Yakın Doğu’da uzun yıllardır yaşayan Amerikalıların dikkate alınması gereken görüşleri de Heyetimizin bu görüşleri doğrultusundadır. Yakın Doğu’da yerleşik Amerikalılar tek bir ses olarak Ermenistan, Kafkasya ve Boğazların sorunlarının birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu düşünmektedirler. Heyetimiz değinilen bölgelerin tamamını içerecek tarzda tek bir mandanın üstlenmesi noktasında değişik çevrelerden teşvik gören aday bir ülkenin, en az bir nesil boyunca kararlı politikalar uygulayabilmesi için en yetenekli çocuklarını politik mülahazalardan arınmış bir liderlik altında görevlendirmesi gerekeceğine inanmaktadır. Bu bağlamda sadece partizanlıktan uzak, istikrarlı politikaların devamlılığı bu insanların kendi ülkelerindeki kariyerlerini bırakarak Doğu ülkelerinde ağır işleri üstlenmelerini sağlayabilir. Çıkar gözetmeyen bir ülkenin böyle bir manda görevi üstlenmesinde güçlü bir özveri yaklaşımı olduğu kadar, dünyanın savaşlarla sorunlu bu bölgesinde 186 uluslararası dünya barışına katkı sağlama duygusu ve Milletler Cemiyeti Anlaşması üzerinde mutabık kalan ülkelerin ortak iradesi de rol oynayacaktır. Yaşadığımız dönemde görülen propaganda ve reklamın etkisi geçmişte hiç bugünkü kadar hissedilmemiştir. Manda üstlenme bağlamında yukarıda değinilen koşullarda beklentilerin yöneldiği ülke için, ‘diğer bütün ülkelerin dışişleri teşkilatları ve bütün kilise dünyasından kendisi üzerinde yöneltilerek odaklanmış spot ışıkları altında uluslararası sahneye çıkmaktadır’ denilebilir. Bu durumdaki hiçbir ülke başarısızlığı taşıyamaz veya Birinci Dünya Savaşı sonrası büyüyen en ciddi ve zor bu sorunu bir defa üstlendikten sonra aldığı görevden çekilerek sıyrılamaz. Bu nedenle uzun süreli olarak partizan politikaların, çıkarların dışında kalabilme veya istikrarlı bir duruş gösterme gibi konuları gerçekleştirme yeteneğine sahip olmayan uluslar koşularına değinilen böyle bir manda yönetim görevini üstlenmemelidirler369. c. Türkiye ve Kafkasları Kapsayan Bir Manda Görevinin Koşulları ve İçerdiği Sorunlar Hazırlanan rapor esas itibariyle değinilen bölgelerin yeniden canlandırılması görevini üstlenme konusunda niyetli her ülke tarafından müracat dokümanı olarak yararlanılabilecek özet hususları içeren, konunun koşulları ve sorunları hakkında aydınlatıcı bir çalışma ortaya koyma gayretidir. Ülkemiz (ABD) açısından konuya bakıldığında, dünya ülkelerinin bu görevi yerine getirilmesi için ülkemizi davet etmesi noktasında sorumluluğumuzun ne olacağının anlaşılması gereklidir. ABD açısından böyle bir görevin anlamının ne olacağı konusunda bilinçli olmak konunun önemli bir yönünü oluşturmaktadır. ABD için geçerli olan sorunlar bu görevi üstlenme olasığı olan başka bir ulus için aynı olmayabilir. Pek de sempatik olduğu söylenemeyecek Avrupanın, dünya açısından ideallere bağlılık veya özveri gibi gösterişli iddiaları bir tarafa bırakılırsa Amerika’dan Yakın Doğu için beklentileri Küba ve Filipinler’de gösterilen üstün standartlar olmaktadır ki, bunlar da halkın kalkındırılmasından çok ham madde kaynakları ve ticaret imkanları olmaktadır. Aramızda coğrafi uzaklık, uzun zamandan beri Avrupa’nın olaylarından kendimizi soyutlama, özelinde Türklerle 369 Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.861-862 . 187 ilişkilere indirgenen entrikalara karışmamamızdan dolayı sahip olduğumuz saflık, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan Müslüman nüfusun görüşlerine kulak vermemiz, Osmanlı Devleti’nin büyük dış borçlarından kaynaklanan herhangi bir finansal beklentimizin olmaması, Amerika’ya diğer hiçbir büyük devletin sahip olmadığı geniş bir vizyon ve avantaj sağlamaktadır. Görevimizin önemli bir bölümü, ülkemizin Yakın Doğu’da manda üstlenmeye davet edilmesi halinde bunun ülkemiz açısından ortaya çıkacağı durumun ne olacağını ortaya koymaktır. Heyetimiz bir taraftan sorunları bütün olarak göz önünde bulundururken, diğer taraftan bölgedeki zorlukların aşılmasına ilişkin bilimsel değerlendirmelere ulaşma amaçlı değişik konularda araştırmalar yapmıştır. (1) Harbord Heyeti ve Görev Bölümü Çalışmaların tümü bütünün birer parçasını oluşturmaktadır. Bu konuların araştırılmasında aşağıdaki görev bölümü uygulanmıştır. (a) Siyasi faktör ve sorunlar: Ordudonatım Yüzbaşı Stanley K. Hornbeck, ABD K.K. (b) Türkiye ve Kafkaslardaki hükümetler: Yarbay Jasper Y. Brinton ABD Gnkur. Başkanlığı (c) Türkiye ve Kafkaslardaki ticaret ve sanayi: Prof. Dr. W.W. Cumberland (d) Kamu sağlığı ve hıfsısıhha: Tabip Albay Henry Beeuwkes, ABD K.K. (e) Nüfus, sanayi ve diğer olanaklar, bakım: İstihkam Yarbay John Price Jackson ABD K.K. (f) İklim, doğal kaynaklar, hayvancılık endüstrisi ve tarım: Piyade Yarbay E. Bolwditch ABD K.K. (g) Manda yönetiminin askeri sorunları: Tuggeneral Van Horn Moseley, ABD Gnkur. Başkanlığı (h) Anadolu ve Kafkasya’da ulaşım ve iletişim: Mühendis B. Poland370. 370 Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934,s.863-864 . 188 (2) Askeri Sorunlar: Ülkemiz çok yakın zaman öncesinde gençlerini denizaşırı savaşa göndermiştir. Ulusun kalbi uzak diyarlarda asker olarak hizmet eden evlatlarının katılımını gerektiren her girişime karşı duyarlıdır. Bu nedenle askeri sorun içeren bir manda yönetimine halkımız ihtiyatla yaklaşır. Türkiye ve Kafkasya üzerindeki bir manda görevinin ordu ve donanma açısından ortaya çıkacağı konulara geçmeden aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir. (a) Hali hazırdaki işgal kuvvetlerinin çekilmesiyle ortaya çıkabilecek karışıklıkların bastırılması ve hükümet işlevinin başlatılması . (b) Manda bölgesinin kırsal alanında güvenlik gücü örgütleninceye kadar düzenin korunması. (c) Yerel güvenlik güçlerinin örgütlenmesi ve eğitimine yardım. (d) Toplum üzerinde caydırıcı etki yaratacak bir ihtiyat gücü oluşturularak; toplumsal olaylarla ortaya çıkabilecek acil hallerde yerel güvenlik güçlerinin takviye edilmesi ve tarihin başlangıcından beri güçle korunan devlet erkinin hissettirilerek manda yönetiminin itibarının korunması. Manda hükümeti hali hazırda bölgeyi işgal altında tutan yabancı birliklerin geri çekilmesinin en erken döneminde ve Türkiye ile Kafkas hükümetlerinin sahip olduğu daimi askeri tesislerin mümkün olan en erken zamanda lagvedilmesiyle birlikte görevi devralmalıdır. Diğer büyük devletlerin ve bölgeden çıkar beklentisi olmayan halkların daveti ile manda görevini kabul edecek olan ABD askeri birliklerine karşı bir direnç beklenilmemektedir. Tersine sıcak bir karşılama olacaktır. İşgal edilecek ülkenin dış güçlere karşı savunması diye bir şey ise söz konusu değildir. Konuya ilişkin bazı hususlar aşağıdadır. (ı) Hali hazırdaki durum gözönüne alındığında; İzmir’i işgal eden beş Yunan tümeni dışarda bırakılacak olursa Rumeli, Boğazlar, Anadolu ve Kafkasları işgal altında 189 tutan Karadeniz Ordusu ve Kilikya’daki kuvvetler İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan hükümetlerinin 50.000 kişilik askeri gücünden oluşmaktadır. Aynı bölgede mandater hükümetin uygun göreceği zamanda Türkiye ve Kafkas hükümetlerinin terhis edilecek askeri güçlerinin toplamı 92.000 kadardır. Türk jandarmasının sayısı 30.000 civarındadır. Türkiye’nin insan gücü kaybı ürkütücü boyuttadır. Pek çok kişi işsizdir ve silahlıdır. Manda görevinin devralınmasına bağlı olarak manda işgal güçlerine, yerel kuvvetlere karşı ciddi bir düzensizlik düşünülmemektedir. (ıı) Etkili bir yerel güvenlik gücü oluşturma süreci sayılabilecek altı ay ile bir yıl arasındaki süreçte küçük garnizonlar demiryollarının yanında ve meskun bölgelerle teması olmayan yerleşim birimlerinde özellikle de etnik gruplar arasında gerilim bölgeleri olan eski sınır bölgelerinde konuşlandırılmalıdır. Bu durum farklı uluslardan insanlara eski yerlerine dönme, evlerini yeniden inşa etme, kendilerini yeni koşullara alıştırma sürecinde emniyet sağlayacaktır. Bir tarafta bazı bölgelerde yasa dışı haydutların mevcudiyeti, diğer tarafta uzun bir savaş sonrasında Doğu ülkelerinin (Osmanlı Devleti ve Kafkas Cumhuriyetleri) ordularını terhis etmelerinden kaynaklanan gelişmeler yerel güvenlik güçleri örgütlenmesini tamamlayıncaya kadar belli sayıda Amerikan askerinin sürekli kullanılmasını gerektirecektir. Bu süre zarfında sivil halkın silahtan arındırılması gerçekleştirilebilecektir. (ııı) Mandater ülkenin birinci görevi bütün ülkede can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bu sonuca ulaşmada ilk adımlar yasadışı haydutluk ve kasabalar dışındaki bütün suçları bastıracak kırsal yerel güvenlik güçlerinin kurulmasına yönelik olmalıdır. Askeri bir örgüt yapısındaki bu güç bütün suç türlerinde tutuklama yetkisi ile donatılmış, yasal kararları uygulayacak barış zamanında görevlerine uygun olmalıdır. Sonuçta bu gücün ademi merkezi sevk ve idaresi ve küçük birimler halinde kullanma gerekliliği söz konusudur. Bu durumda güvenlik güçleri federal yönetimin bir unsuru olmalı yerel yetkililerle işbirliği yapmalı, ancak onların emrinde olmamalıdır. Bu gücün personeli mevcut durumdaki jandarmanın en iyi elemanları olmalı, ayrıca terhis edilen orduların liyakatli personeline de yer verilmelidir. Uzunca bir zaman bu gücün üst düzeydeki subayları Amerikalı olmalı ancak yerel subayların nitelikleri yeterli görüldükçe personel tamamen yerli insan kaynaklarından sağlanabilmelidir. Yerel 190 emniyet birliklerinin gücü şehirler dışındaki bütün görevleri devralacak ve Amerikan birliklerini mümkün olan en kısa zamanda serbest kalmalarını sağlayacak düzeyde olmalıdır. Yerel güvenlik güçlerinin örgütlenmesi ile eş zamanlı olarak etkin bir şehir polis örgütü de hizmete başlamalıdır. (ıv) Komşu bölgeler arasındaki halkın belirgin olmayan toplumsal yapıları, göçmen Arap ve Kürtlerin yasadışılıkları ve geçmişteki yanlış davranışların yol açtığı karşılıklı intikam duygularının izole edilmesi gibi şeylerin en az bir nesil boyunca etkinliğini koruyacağı bilinmeli ve gerek duyulduğunda yerel güvenlik güçlerini takviye edecek ihtiyat birliği elde bulundurulmalıdır. Böyle bir gücün toplumsal psikoloji üzerinde yaratacağı etki önemlidir. Bu gücün varlığı barış koşullarındaki bir asayiş gücünün baş edebileceği boyutları aşan organize karışıklıkların önüne geçecektir. Anılan birlik, başkentin yakınında konuşlanmalı ve seferi görev kuvveti olarak eğitilerek ihtiyaç duyulan bölgelere gönderilmelidir. Birliklerin özellikleri kullanıldıkları amaçlara uygun olmalıdır. Seferi görev kuvveti olarak deniz piyadesi ve topçu birlikleri en iyi seçenektir. Toplum üzerinde yaratacağı güç gösterisi bakımından süvari tercih edilmelidir. Küçük ve etkin bir hava gücü de bunlara dahil edilmelidir. Çünkü uçak yalnız hızlı bir ulaşım aracı olmayıp, bunun uzak mesafelerde yaşayan yarı vahşi toplulukların arasındaki küçük sorunları çözmedeki yararlı katkısı azımsanmamalıdır. Bahse konu ülke Meksika’yı anımsatmakta olup, ülkemizdeki sınır süvarisi görevine göre farklılık göstermemektedir. Ayrıca bir alay çapındaki bir demiryolu işletme birliği gereklidir. Manda güçlerinin görevlerinin ilk aşamalarında genel sağlık koruma ve çevre sağlığını tehdit eden temizleme faaliyetleri için ilave sıhhiye birliklerine gereksinim olacaktır. Manda yönetimi birliklerinin sayısına ilişkin tahminler 25.000 ile 200.000 arasında değişmektedir. Koşullar çok çabuk değiştiğinden bugünün askeri güç kullanımına ilişkin planlar altı ay içerisinde değerini kaybedebilir. Mandanın üstlenme zamanı belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca askeri gücün niceliğine ilişkin yapılan tahminler büyük oranda yaklaşık sayılardır. Bu kuvvet özel bir kuruluşa sahip olmalıdır. Bugünün mevcut koşullarında birkaç yüz ilave subayla desteklenmiş toplam 59.000 mevcutlu iki Amerikan tümeninin yeterli bir güç olacağı değerlendirilmektedir. Bu güç 191 bir hava birliği, 75 mm.lik namlu çapını aşmayan bir motorlu topçu alayı ile sınırlı bir topçu birliği, asgari ölçüde özel kuvvetler, dört standart sıhhiye birliği, dört süvari alayı ile mandater hükümetin komutan atayacağı generalinin takdirine bağlı bazı ilave unsurları da ihtiva etmelidir. Anılan gücün çapı iki yılın sonunda önemli ölçüde, üçüncü yıl sonunda ise % 50 oranında azaltılmalıdır. Daha sonraki aşamada daha düşük bir tempoda bir miktar daha kuvvet azaltımına gidilebilir. Ancak bu küçültmenin boyutu bir tümenin altına düşmeyecektir. Yukarıda belirtilen ordu birliklerinin yıllık azami maliyeti; 88.500.000 $ (2,280,736,421 $)371 - Birinci yıl için - İkinci yıl sonunda tahminen 59.000.000 $ (1,520,490,947 $) - Üçüncü yıl sonunda 44.250.000 $ (1,140,368,210 $) olacaktır. Sonraları bu sayı azalacak ve toplam yerel gelirler maliyetin önemli bir bölümünü karşılayabilecektir372. Giderlerimizi karşılamak için bugüne kadar bölgedeki hükümetlerin terhis etmiş olduğu orduların önce dönemlerde desteklenmesinde kullandıkları deniz ve kara kuvveti bütçelerinin olanaklarından kısmen yararlanabilir. Hatırlatmak gerekirse Dünya Savaşı öncesi Türkiye kara kuvvetleri için 61.000.000$’lık, deniz kuvvetleri için 5.000.000$’lık bütçe ödeneği ayırmaktaydı. Donanmanın tertiplenmesi; birliklerin ulaştırma ihtiyaçlarını süratle karşılayabilecek şekilde başkentte (İstanbul) bir deniz üssü ile İzmir, Mersin, Batum ve Bakü’de birer üs olacak şekilde yapılmalıdır. Bir alayı bir defada taşıyabilecek kapasitede bir hafif ulaştırma birliği, başkenteki üsde daimi konuşlu bulundurulmalıdır. Hem caydırıcı görüntü vermek hem de ulaşım hatlarının korunması için dört ile altı muhrip (savaş gemisi) gereklidir. Bu güce yeterli olabilecek yüzer kömür, onarım ve hastane gemisi imkanları sağlanmalıdır. Başkentteki üs gemisi ile muhripler dışında eski 371 İlk sayı Amerikan dolarının 1919 yılı itibariyle değeri, ikinci sayı satınalma gücü olarak bunun 2006 yılındaki karşılığıdır. 372 James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 864-866. 192 yapım gemiler gereksinimi karşılayabilir. Türk donanmasının otuz yaş üzeri olan gemilerinin mürettebatı Amerikalı personel ile değiştirilerek rahatlıkla kullanılabilir. Donanma gücünün oluşturulması ilave federal ödenek gerektirmeyebilir. Gemiler ve personeli mevcut yapıdan tedarik edilebilir. Tek ek maliyet Yakın Doğu limanlarındaki bakım masrafları ile ülkemizdeki bakım masrafları arasındaki maliyet farkı olacaktır. Manda hükümetine uygun bir kara ve deniz gücünün başlangıçtan itibaren tahsisi önemlidir. Dünyada itibarın önemli olmadığı hiçbir yer yoktur ve dünyanın hiçbir yeri devamlı güce dayanarak yönetilmemiştir. Ancak mandater ülke işin başında bizim kaynaklarımız ve özelliklerimiz hakkında tamamen ilgisiz bir topluluk için gereksiz riski kabullenemez. d. Sonuçlar Heyetimiz inceleme faaliyeti için ziyaret ettiği bölgede daima toplumsal değerleri ön planda tutmuştur. Fransa’dan ayrılmamızdan birkaç ay önce Kafkaslarda Türk Ordusunun özellikle eski Osmanlı-Rus sınırı boyunca taarruz edeceğine dair acil raporlar alınmıştır. Heyetimizin Türkiye’deki gezi programı bu haberlerin doğruluğunu yerinde görmek ve mümkün olduğu takdirde bu girişime engel olacak tepkiyi gösterecek tarzda planlanmıştır. Karadeniz’den İran’a kadar olan Türkiye sınırını kapsayacak şekilde yaptığımız incelemede bu raporları doğrulayacak hiçbirşey bulunamamıştır. Türk Ordusu sınır boyunca yığınak yapmış değildir. Teşkilatı ise çekirdek kuruluşa çevrilmiştir. Ülkede gerek asker, gerek sivil insan sayısının azlığı ürkütücü düzeydedir. Güzergahımız üzerinde ziyaret ettiğimiz her belli başlı şehirde Türk yetkilileri ile toplantılar düzenledik. Geçmişte kendileriyle pek çok kere görüşülen Hıristiyan toplumlar da inceleme kapsamına alınmıştır. Bu bağlamda kendi misyonerlerimize ve yerel Hıristiyanlara Amerika’nın ilgi alanı ve araştırdığı konular vurgulanmıştır. Her vesile ile Ermeni tehciri, ölümleri ve hayatta kalan Ermenilerin geri dönmesi görüşülmüş, Türk yetkililerinin diğer konularla birlikte ülkelerinin dünya önünde muhakeme edildiği hususunu anlamalarına çalışılmıştır. Barış Konferansının 193 insiyatifi ile gerçekleştirilen Heyetimizin bu gezisinin Hıristiyanların can ve mal güvenlikleri açısından önemli manevi etkisi olmuştur. Bir daha vurgulamak gerekirse eğer Amerikan Hükümeti Heyetimizin ziyaret ettiği bölgede bir manda görevi üstlenirse bunu uluslararası göreve karşı güçlü bir sağduyu ve en azından Milletler Cemiyetinin beyan ettiği bütün tarafların bu yöndeki arzularından dolayı yerine getirecektir. Böyle zor bir görevin koşullarını önceden güvence altına almadan kabul etmek başarıya daha baştan öldürücü darbe vurmaktır. ABD bu görevin kabulünün sonrasında değil öncesinde, konunun ele alındığı hazırlık aşamasında kendi koşullarını ortaya koymalıdır. Çünkü herhangi bir Amerikalının ülke yönetiminde uygun gördüğü değerler, mevcut çok yönlü çıkar çatışmaları ortamında diğer görüşlerle ters düşebilir. Bu bağlamda uluslararası her türlü zorluk önceden aşılmalıdır. Fikrimize göre resmi anlaşmalar bağlamında İngiltere ve Fransa gerekli taahütlerde bulunmalı, Türkiye ve Kafkasların yönetimi konusunda saygı göstereceklerine ilişkin Almanya ve Rusya’nın oluru alınmalıdır. Bu bağlamda önemli görülen noktalar aşağıdadır. - Türk İmparatorluğunun dış ilişkileri üzerinde tam denetim olacaktır. Bu ülkeye büyükelçi, süreli diplomatik misyon, bakan veya diplomatik unsurlar görevlendirilmeyecek ve karşılığı Türkiye’nin dış diplomatik irtibatı olmayacaktır. - Devletin yüksek çıkarlarına ters düşen özel ayrıcalıklı imtiyazlar yeniden gözden geçirilmeye tabi tutulmalıdır. - Manda yönetimi açısından arzu edilmeyen imtiyazlara bağlı olarak görevin başlaması mümkün olmamakta ise bunlar iptal edilmelidir. Gerektiğinde bundan zarar görenlere tazminat verilebilir. - Bazı amaçlara göre düzenlenen devlet gelirleri sistemi terkedilmelidir. Bütün gelirler Hazine denetiminde olmalı bütün kredi çevreleri ödeme makamı olarak Hazineyi muhatap almalıdır. - Osmanlı genel borçlar yönetimi (Duyun-u Umumiye) lagvedilerek Türkiye’nin mali sistemi üzerindeki yabancı denetim durmalı, Osmanlı finansal 194 denetimini elinde tutan çevrelere yakın bazı kişiler danışman olarak görevlendirilmelidir. - İmparatorluğun dış taahütleri birleştirilmeli ve ödemeler için kaynak ayrılmalıdır. - Türkiye’den Suriye, Mezopotamya vb parçaları alan ülkeler buralardaki onarım ödemelerine ilişkin sorumlulukları ve dış taahütlerden kaynaklanan borçlarının makul bir bölümünü üstlenmelidirler. - Türkiye ile mevcut ticari anlaşmalar ( kapitülasyonlar) feshedilmelidir. - Mandater hükümet tarafından saptanacak tarih öncesinde bütün yabancı hükümetler ve askeri birlikler manda yönetiminin yürürlüğe gireceği bölgeyi boşaltmalıdır. Bu önlemlerin pek çoğuna kolaylıkla olur alınması söz konusu değildir. Osmanlı İmparatorluğu üzerinde mali denetimi elinde bulunduran pek çok ülke bunun elinden alınmasına kayıtsız kalmayacaktır. Gerçekte Türkiye’nin mandasını üstlenecek ABD, bu ülkenin mali politikalarının yabancı ülkeler tarafından kontrol edilmesine sıcak bakamaz. Borçların belki ana paradan da biraz indirim yapılarak ödeme planına bağlanması bir protesto fırtınasının kopmasına yol açabilir, fakat bunda ısrarlı olunmalıdır. Aksi takdirde Amerikan yönetiminin itibarı zedelenecektir. Heyetimiz ABD’nin Yakın Doğu’da bir manda üstlenmesini önermeyi uygun bulan bir görüşe sahip değildir. Bu bağlamda altı hafta süren gezimiz süresince bölge halklarıyla kesintisiz temas sonucu elde edilen bilgilere dayanarak konuya ilişkin olumlu ve karşıt nedenler aşağıda özetlenmiştir373. (1) Olumlu Nedenler (a) Milletler Cemiyetinin kurucularından olan Amerika mandater ülke olmanın yükümlülüklerini ve sorumluluklarını kabul etme durumundadır. 373 James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.866-869 . 195 (b) Tarihin başlangıcından itibaren dünyanın kavşak noktası olan bu bölge bulaşıcı savaş hastalığına tutulmuş olup, manda için bugün bazı milyonların harcanması geleceğin savaşlarında milyarları sarfetmekten iyidir. (c) Yakın Doğu çağımızın en insancıl atılımı olanaklarını temsil etmektedir. Amerika buna en uygun ülkedir. Maddi kalkınmanın yanısıra halkların gelişmesine de ağırlık veren yaklaşımımız Küba, Porto-Riko, Filipinler ve Havai örnekleriyle kanıtlanmıştır. (d) Anılan halklar Amerika’yı tercih etmekte ve ümitlerini Amerika’ya bağlamaktadır. (e) Amerika zaten Türkiye ve Kafkasya’nın açlık çeken halklarına yardım amacıyla milyonlar harcamaktadır. Bu yardım kontrollü bir şekilde sürdürülebildiği takdirde daha geniş olanaklar sunabilir. Bu bölgede mandater ülke kim olursa olsun bizden bu yükümlülüklerimizin devam ettirilmesi beklenecek ve büyük olasılıkla maddi kalkınmanın sermayesi tarafımızdan sağlanacaktır. (f) Amerika Ermenilerin yegane ümididir. Düşündükleri bir ikinci devlet İngiltere’den; topraklarında milyonlarca Müslümanın yaşıyor olması nedeniyle ulusal çıkarlarını bu uğurda feda edebileceği endişesiyle çekinmektedirler. Türkler ise İngiltere’nin emperyalist siyasetinden ve bayrağını çektiği her yerde yerleşme girişiminden korkmaktadırlar. Amerika’nın mandater devlet olması yalnız bölge halkının değil büyük devletlerin de kendilerinden sonraki tercihleridir. Amerika’nın gücü yeterli, mazisi temiz ve göreve talip olma nedenleri şeffaftır. (g) Beş yılı aşmayacak bir başlangıç döneminden sonra manda yönetimi, kendi mali yükümlülüklerini üstlenecektir. Demiryollarının yapımı sermayemizin önünde yeni olanaklar getirecektir. Bundan başka ABD yalnız manda yönetim bölgesinde değil, coğrafi yakınlıktan ötürü Rusya ve Romanya ile de ticari avantajlar sağlayacaktır. Amerika Küba ve Panama’da yaptığı gibi bu hastalık ve kirlilik yuvasını temizleyecektir. 196 (h) Bu müdahale, halkımıza bir tür eğitim sağlayacak, dünya siyasi ortamını tanıtacak, yeni bir ruh ve enerji ile parlak bir örnek sunacaktır. (ı) Manda sistemi Ermeni ve diğer Hıristiyanların daha fazla öldürülmelerine son verecek, Türk, Kürt ve Rumlara adaleti getirecektir. (j) Bu uygulama Amerika’nın dışarıdaki güç ve itibarını arttıracak ve ülkede Yakın Doğu’nun yeniden oluşturulmasına yönelik ilgiyi güçlendirecektir. (k) Misyonerlerimiz ve kolejlerimizin de varlığı nedeniyle ülkemiz ile bölge arasında duygusal bir bağ söz konusudur. (l) Amerika bölgede manda sorumluluğunu üstlenmediği takdirde uluslararası kıskançlık çekişmeleri Türklerin kötü olan yönetimlerine devam olanağı verecektir. (m) “Tanrı Caine sordu Kardeşin Abel nerede? O da bilmem onun bekçisi değilim” (n) İşte bütün dünyanın Amerika’nın diğerlerinden daha iyi yapacağını dile getirdiği bir iş. Amerika bunu başaracak para ve insan gücüne sahip, kendi halkını da yoksul bırakmayacak. Geleneksel kendi içine çekilme (Monreo) politikası Amerika’yı Dünya Savaşına katılıp başarı sağlamasının önünde bir engel oluşturmadı. Şimdi “Amerika yeni ve zor görevleri üstlenme cesaretinden yoksun mu? Denmesine olumlu bakacak mıyız? (2) Karşıt Nedenler (a) Amerika savaş nedeniyle büyüyen çok daha öncelikli ve yakın dış yükümlülükler ve ülke içi sorunlarla karşı karşıyadır. (b) Yüzyıllardır bu bölge militarizm ve emperyalizmin savaş zeminini oluşturmuştur. Çıkar ihtirası olan devletler bölgenin denetimini ele geçirmek için her yolu deneyeceklerdir. Bu durumda Monreo Doktrini ile ters düşmemiz ve de Rusya ile karşı karşıya gelmemiz söz konusu olacaktır. Bu bölgede manda üstlenmek Amerika’yı 197 Eski Dünya (Avrupa ve Asya’nın) siyasetinin içine çekecek ve geleneksel Doğu Yarımküresi siyasetimizle ters düşecektir. (c) Yardımseverlik önce kendi ülkemizde başlamalıdır. Amerika’nın belirgin sınırları olan nufuz alanında pek çok sorun bizi eyleme çağırmaktadır. (d) Amerika’nın bölgede etkili olan olumsuz siyasi, sosyal ve ekonomik koşulların oluşmasında hiçbir katkısı olmamıştır. Bu durum kendisine yapılan davetin reddedilmesi için güçlü bir gerekçedir. (e) Amerikan yardımseverliği ve bağışları dünya çapındadır. Ancak boyutlarının ötesinde bir politika bizim zor durumlara karışmamıza ve bir tükenme noktasına götürebilir. (f) Başta İngiltere ve Rusya olmak üzere diğer güçler Ermeni sorununa sürekli ilgi göstermişlerdir. İngitere bu konuda hem tecrübe hem hükümet olarak uygundur. Ayrıca maddi olanakları ve eğitilmiş insan gücü açısından yeterlidir. Ermenilerin beklentilerini fazla sıcak görünmemekle birlikte İngiliz yönetimi güvenlik ve adaleti sağlayabilir. (g) Manda üstlenilmesi ülkemiz açısından ordu ve donanma güçlerinin arttırılmasına bağlı olarak ağır bir mali yük altına girecektir. Pek çok Amerikalı kötü ve mikrobik hastalıkların bulunduğu bir ülkede görev yapacaklardır. Yapımı büyük güçlük arzeden ve yatırım gerektiren demiryollarının uzun yıllar sonunda bile karlılığı ile masrafları karşılaması şüphelidir. Devlet güvencesi olmadan demiryolları için bölgede sermaye yatırımı olmaz (h) Maneviyatımız ve gücümüz bize kendi ülkemizin batısı ve güneyindeki topraklarımızda yerel işletmeler aracılığı ile faaliyet alanları yaratabilir. Yakın Doğu’ya müdahale bizle muhtemel düşmanlarımız arasında Antantik gibi bir doğal kalkanın sağladığı stratejik avantajdan mahrum bırakabilir. Adil davranma konusunda kazandığımız saygınlığımız zarar görebilir. Bu kadar uzak mesafede manda görevinin 198 denetimi zor hatta imkansız olabilir. Dünya siyasetinde tecrübe kazanma dersek, bu konuda da daha ileri eğitime ne ihtiyacımız ne de arzumuz bulunmaktadır. (ı) Barış ve adalet bizim olduğu kadar başka büyük devletler aracılığı ile de güvence altına alınabilir. (j) Manda görevi üstlenilmesi Amerika kıtası ve Uzak Doğu’daki gelecekteki çıkarlarımız için elde bulundurulması gereken gücümüzü azaltacaktır. İstanbul ile irtibatımızın sürdürülmesi diğer deniz güçleri özellikle Cebelitarık, Malta vb. gibi seyrüsefer güzergahında kritik noktaları elinde bulunduran İngiltere’nin insafına gerek duyacaktır. (k) Türklerin bile yardım kuruluşlarına (Amerikan kuruluşları) savaş döneminde ve tehcir esnasında duyarlı davranıldığı düşünülürse diğer mandater ülkelerin de ( İtilaf Devletleri kastediliyor) bunlara karşı saygılı olacağı söylenebilir. (l) Barış Konferansı Türk Hükümeti’ni bir manda yönetimi altına girebileceği konusunda haberdar etmiştir. Milletler Cemiyetinin tamamen itibarını yitirmiş bir hükümetin denetim dışı yönetimine müsaade etmeyeceği bilinmelidir. (m) Amerika’nın sorumluk ve ödevleri öncelikle kendi halkı ve en yakın komşularıyla başlar. Eğer ülkemiz bu maceraya girerse bu en azından bir nesil sürecek süreç olacaktır. Maliyet konusunda Kongre Türkiye ve Kafkasya’dan elde edilen gelirlere ek olarak gereksinim olan bir kaynak bulmalıdır374. Hesaplanan ek kaynak miktarları (ABD doları) aşağıdadır. İlk yıl Genel Hükümet 100.000.000 Ulaşım-demiryolu 20.000.000 Yardım, yerine dönme, eğitim vb. 50.000.000 Ordu-donanma 88.500.000 Çevre sağlığı 17.000.000 374 James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 869-873 . 199 Toplam 275.000.000 İkinci yıl Genel Hükümet 75.000.000 Ulaşım-demiryolu 20.000.000 Yardım, yerine dönme, eğitim vb. 13.000.000 Ordu-donanma 50.000.000 Çevre sağlığı 7.264.000 Toplam 174.264.000 Üçüncü yıl Genel Hükümet 50.000.000 Ulaşım-demiryolu 20.000.000 Yardım, yerine dönme, eğitim vb. 4.500.000 Ordu-donanma 44.250.000 Çevre sağlığı 6.000.000 Toplam 123.750.000 Dördüncü yıl Genel Hükümet 25.000.000 Ulaşım-demiryolu 20.000.000 Yardım, yerine dönme, eğitim vb. 4.500.000 Ordu-donanma 44.250.000 Çevre sağlığı 3.000.000 Toplam 97.750.000 Beşinci yıl Genel Hükümet 15.000.000 Ulaşım-demiryolu 20.000.000 Yardım, yerine dönme, eğitim vb. 4.500.000 Ordu-donanma 44.250.000 Çevre sağlığı Toplam Genel toplam 2.000.000 87.750.000 756.014.000 $ 2007 yılı itibariyle karşılığı (19,823,482,428. $) 200 Bir Amerikalı için Yakın Doğu’yu görmeden bu bölgenin tamamında ülkemizin sahip olduğu saygı ve sevgiyi kolayca farkına varmak mümkün değildir. Hakkaniyete bağlı çizgimizden dolayı sahip olduğumuz saygınlık veya bizi Büyük Savaşa taşıyan dini algılarımıza bakarak, aynı maneviyatın bizi bu çatışmadan doğan büyük problemlerin çözümü gibi bir noktaya yöneltmeye yeterli olacağı düşüncesine kapılmamak gerekir. Yakın Doğu’da birbirine benzeyen tek inanca (tek tanrılı) bağlı Hıristiyan, Müslüman, Yahudi ve diğer inançtakilere veya prens olsun köylü olsun insanlara verdiğimiz bir yüzyıldırdan beri devam eden bencillikten uzak, tarafsız misyonerlik ve eğitim etkimiz dahi bu konuda yeterli olduğumuza işaret etmez. Anayurttan uzaktaki Amerikalılar için bu gayretler çok memnuniyet vericidir. Ancak sadece böyle bir inanca sahip olmanın ciddiyeti ile büyük meseleler hakkında karar vermek ağır bir sorumluluğu da beraberinde getirir. Duygusal bir ortamın davetiyle yüklenilmesi muhtemel sorumluluklar bir nesilden az olmamak üzere üstlenilecektir. Ancak bunun getireceği zahmetli koşullarda dünyanın bize karşı inancını kaybetmesi gibi bir bedelin ödenmesi ile karşılaşılabilir. Öte yandan manda görevini üstlenmeyi redetmemiz halinde bizim için nedenler ne derecede makul olursa olsun, bu durum milyonlarca insan tarafından girdiğimiz harbin yüklediği görevimizi tamamlamadığımız ve ümitlerini kırdığımız şeklinde algılanacaktır. Saygıyla arzolunur. J.G. Harbord Tümgeneral, ABD KK. Heyet Başkanı e. Değerlendirme General Harbord’un sunduğu raporun ana metni yukarıdaki şekildedir. Raporun hazırlandığı zaman dilimine bakılacak olursa bu dönem Amerikan kamuoyunda Türklere karşı duyguların son derecede düşmanca olduğu bir döneme rastlamaktadır. Raporun bazı ekleri basılmamıştır. (Basılan ekleri; Ek-C, Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyetinin teşkilatı ve görüşlerine ilişkin olarak Mustafa Kemal Paşa tarafından General Harbord’a ulaştırılan memorandum, Ek-D, General Harbord’un bu memorandumu aldığına ilişkin cevabı, Ek-E Sivas Kongresi Beyannamesi, Ek-F Temsil Heyetinin ABD Senato Başkanına gönderdiği mektup ve İstanbul’daki ABD Yüksek 201 Komiseri Amiral Bristol’ün ABD dışişleri Bakanına gönderdiği mektuplardan oluşturmaktadır)375. Raporun esası olan ana metin incelendiğinde bazı hususlar dikkati çekmektedir. Raporun uslubunda Heyetin göreve başlama sürecinde Amerkan kamuoyu gibi kendilerinin de o dönemde başta İngiltere olmak üzere Batı kaynaklı desenformasyonun, kontrolü Ermenilerin eline geçmiş Morgenthau gibi görevlilerin, misyonerlerin ve bizzat Ermenilerin yoğun Türk düşmanlığı propagandasının etkisi altında kalmış oldukları hissedilmektedir. Ancak yerinde yapılan araştırma ve incelemeler Ermenilerle ilgili iddiaların gerçek olmadığını ortaya koymuş ve bu husus raporun pek çok yerinde vurgulanmıştır. Öte yandan meydana gelen şiddet olaylarının tek taraflı değil karşılıklı olmasına dikkat çekilmiştir. Heyet (İngiltere, Fransa gibi) Avrupalı güçlerin emperyalist emellerinin farkındadır. Bu bakımdan rapor eğer anılan güçlerin teşviki ile ABD’nin Anadolu ve Kafkasya’da bir manda üstlenmesi durumunda bunu ABD’nin ulusal menfaatleri açısından değerlendirmekte ve diğer ülkelere karşı ileri sürecek koşulları incelemektedir. Heyet raporunda yalanlanmakta, ayrıca Ermenilerin Türkler hakkındaki saldırı iddialarını talep edilen büyük Ermenistan’ın hayal olduğuna yer verilmektedir. Ne kadar gayret edilirse edilsin Ermenistan diye adlandırılan bölgede Türklerin geçmiş dönemlerden beri her zaman ve koşulda ezici bir çoğunluk oluşturduğu Heyet tarafından anlaşılmış ve çoğunluğun azınlık tarafından yönetilmesinin bir dış gücün desteği ile bile gerçekleşmeyeceği belirtilmiştir. Harbord Heyeti diğer Batılı ülkelerin Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaştırma gayretlerini görmekte ve bunun yanlışlığına dikkat çekmektedir. ABD heyeti parçalanan bir Türkiye’nin sorun kaynağı olacağı düşüncesi ile manda yönetiminin Rumeli, Boğazlar, Anadolu ve Kafkasya bir bütün olacak şekilde tek manda yönetiminde birleşmesini gerçekçi bulmaktadırlar. Bu yaklaşımın altında ABD’nin bölgede manda yönetimini kabul etmesi halinde bunun sağlayacağı çıkarların bütününe sahip olma düşüncesi bulunabilir. Bu yönüyle rapor King-Crane Raporundan farklılık arzetmektedir. King375 Harbord, a.g.d..,s.875-889. 202 Crane önerisi üç ayrı bölgenin ayrı eyaletler olarak manda yönetimine konulmasını öngörürken, Harbord sınır ayrımı yapılmadan tek mandanın uygun olacağını belirtmiştir. Harbord Raporu parçalanmış bir Türkiye’nin farklı bölgerinde aralarında kendilerinin de bulunduğu farklı devletlerin manda yönetimlerinin yaratacağı aynı coğrafya’daki rekabet kaosunu olumsuz karşılamaktadır. Rapor, Ermeni gerçeğini yerinde inceledikten sonra ABD’nin desteği ile Türkiye’den toprak koparılarak Kafkasya’daki Ermenistan ile birleştirilmesinin gerçekçi olmadığına değinmiş, Ermenistan’ın ABD’nin mandasına alınmasını önermemiştir. Öte yandan heyetin İstanbul ve Anadolu’da yaptığı görüşmeler özellikle Mustafa Kemal Paşa ile Sivas’ta, Kazım Karabekir Paşa ile Erzurum’da yaptığı görüşmelerde ülkede yaşanan yoğun sorunlara tanık olmuştu. İstanbul’da etkisi bulunmayan bir hükümet, buna karşın Anadolu’da gayrımeşru ilan edilmiş bir eylem vardı. Yapılan görüşmeler Anadolu hareketinin başarı yolunda yürüdüğünü açıkça göstermekteydi. Heyet Anadolu’daki süre zarfında sanılanın aksine güvenlik içerisinde olmuştu. Halbuki Ermenistan’da ateşle karşılanmışlar ve heyetin yarısından çoğu bir gece alıkonulmuştu. Tek başına bu kıyaslama bile Anadolu’daki milli hükümetin otoritesini kanıtlamaktaydı. Heyetin Anadolu’da görüştüğü yöneticiler manda kabul edebileceklerini ifade ederken, bu manda düşüncesi ile Amerika’nın düşündüğü manda birbirine zıt görünüyordu. Mustafa Kemal Nutukta “herhangi bir devletin fenni, sanayi, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız”376 ifadesi ile esas olanın yardım sağlamak olduğunu, bunun manda olmadığını vurgulamaktaydı. Kazım Karabekir Paşa anılarında Heyeti Temsiliye üyesi Husrev Bey’in Harbord Heyetinin Sivas’taki temaslarına değinen ve içeriğinde Erzurum’a gelecek olan heyet hakkında bilgiler içeren telgraf gönderdiğine değinmektedir. Telgrafın özet içeriği“Heyetin yazılı sorular sorduğu, bunlardan önemli olanların konuşulan dil, halkın etnik yapısı, siyasi partilerin adetleri ve faaliyetleri olduğu yer almıştır. Buna herkesin Türkçe konuştuğu, Türkler ve Kürtlerin ayrılmaz Müslüman kardeş oldukları , faaliyeti olan tek partinin Hürriyet ve İtilaf Partisi olduğu şeklinde cevaplar verilmiştir. Amaç ne İslam Birliği ne de Turancılıktır. Tek amaç mütareke esnasındaki sınırlar 376 Nutuk cilt I, s.112 . 203 içerisinde kalan Müslümanlari ayırmamak, hür bir hükümet kurmaktır. Halk milli hareketi desteklemekte, Ferit Paşa Hükümeti ve onu destekleyen İngilizlerden nefret etmektedir. İzmir’in işgali İngilizlerden büsbütün soğumaya neden olmuştur. Türklerin Avrupalılardan ağzı yandığı için yalnız Amerikalılardan yardım beklemektedir” şeklindedir. Demiryolu, tarım vb pek çok konularda sorular sorulmuştur377. Burada Milli Hareketin Amerikalılara karşı izlediği politikanın başta İzmir işgali olmak üzere Türk Milletinin uğradığı haksızlıkları ortaya koymak ve hareketin amaçları hakkında çeşitli spekülasyonlara engel olarak Amerikan yetkililerine Türk Milli politikası hakkında açık mesajlar verme gayreti görülmekte ve işgalci Avrupalı emperyalist güçlere karşı duyulan güvensizlik karşısında Amerika bir denge unsuru olarak gösterilmektedir. Kazım Karabekir Paşa Harbord Heyeti ile yaptığı görüşmelerde “Amerikan sermayesinin Amerikan askeri güvencesi olmadan bölgeye gelmesi halinde riskli bir durum oluşabileceği yönündeki” Harbord’un görüşlerine böyle bir şeyin mümkün olmadığı ayrıca askeri güçle Türk milletinin tahakküm altına alınamayacağını vurgulamıştır. Doğu Anadolu’nun tarihte Ermeni devleti yıkılarak alınmadığına değinen Karabekir Paşa, Taşnak komitelerinin halkı düşünmek için serbest bırakmadığını, kendilerinin düşmanlıktan vazgeçmeleri emperyalist devletlerin politikalarına alet olmayarak Türklerle anlaşmaları gerektiğini anlatmıştır. Bu arada General Harbord’un -Erzurum’da Ermeniler Türklerden fazla imiş, şimdi hiç Ermeni kalmamış! tarzıdaki sözüne Belediye Başkanı - Mezarlıklar burada Erzurum’un ölüsü de Türk dirisi de! Cevabını vermişti378. Bu görüşmeler Harbord Heyetinin gerçekleri görmesi açısından yararlı olmuştur. Eylül 1919 ortalarında Sivas’a gelen ve Mustafa Kemal Paşa ile 20 Eylül’de görüşen Harbord Heyeti incelemelerinin sonuçları gizli tutulmak istenmekle birlikte 2425 Ekim tarihli Londra ve Paris çıkışlı haberlere göre Heyetin genellikle Ermenistan mandaterliğini olumlu karşılamadığı gazetelere yansımıştır. İkdam gazetesinin 27 Ekim 1919 tarihli baskısındaki haberlere göre Heyetin asker ve sivil üyeleri arasında 377 378 Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, s. 141-144 Age, s. 167-172 204 mandanın kabulü veya reddi konusunda mutabakat sağlanamamıştı. Askeri üyeler manda karşıtı tutum alırken bunun nedenini Ermenistan’da askeri güç bulundurmanın zorluğuna bağlamışlardı. Hatta bu konuda “Amerikanın mevcut koşullarda Doğu’ya göndermek isteyebileceği miktarın çok üzerinde bir güç” gerektiğine değinilerek “bunun belki de milyonu aşan bir güçe gereksim göstereceği” ileri sürülmekteydi. Sivil üyeler ise “Türk İmparatorluğu’nun bütününü içeren bir mandanın kabulüne taraftardılar. Bunlar Amerika’nın manda üstlenmesinin kendi dış ticareti açısından son derecede iyi ve yararlı olacağını ve demokrasinin gelişmesi için Birleşik Devletlere fırsat sağlayacağını savunmuşlardır379. General Harbord 1919 Ekim ayı sonunda Paris’e varmış ve haber Albayrak gazetesinde “General Harbord Paris’e vasıl olmuştur” başlığı ile yer almış, devamında heyetin bazı üyelerinin manda lehinde askerlerin ise (büyük çoğunlukla) Amerika’ya getireceği yükler açısından karşısında olduğu ve raporun Başkan Wilson’a gönderileceği yazılmıştı. Amerika’da rapor hakkında görüşler netlik kazanmamakla beraber 1920 başlarında Ermeni propagandası dünyada artık eski etkinliğini kaybetmiş, İzmir’in işgali sonrasında Türklerin maruz kaldığı haksızlıklar dile getirilir olmuştu. Amiral Bristol, Amerika’yı Ermeni propagandası konusunda uyarmakta, Lord Curzon dahi “Ermenilerin masum kuzular” olmadıklarınına değinip, “oldukça vahşiyane” saldırılarda bulunduklarını ve bunun belgeli olarak kanıtlandığını söylüyordu380. 1919 Ağustos’unda Ermenistan’daki durumu inceleme ve bölgenin mandasını üstlenmenin fizibilite çalışmasını yapmak üzere Başkan Wilson tarafından görevlendirilen General James Harbord mesele hakkında kesin tutum belirlememiş mamafih olumlu ve olumsuz nedenleri ortaya koymuştur. Ancak rapor böyle bir manda üstlenilmesinin beş yılda 750 milyon dolarlık maliyet( 2007 satın alma gücü ile 19.8 milyar $)ve 200.000’e kadar çıkabilecek sayıda bir askeri güce gereksinim gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Böylece Harbord Raporu aslında bir Ermenistan mandasının kapısını kapatmıştı. 379 380 Öztoprak, a.g.e., s.87-88 Akgün,1981, s.153. 205 Türkiye’de Amerikan mandasının uygulanması ve Doğu Anadolu’ya ilişkin konularda köklü bir kanaate ulaşan heyetin çalışmaları rapor halinde Amerikan Senatosuna sunulduktan sonra, rapor temelinde Kongre tarafından hazırlanan inceleme neticesinde gerçekleşme olanağı bulunmayan Ermenistan tasarısı geri çekildi. Bu sonucun alınmasında General Harbord’un yerli ve yabancı pek çok kişi ile yaptığı temaslar önemli olmakla birlikte bunların içerisinde Mustafa Kemal Paşa ile yapılanı en etkileyici olanıdır. General Harbord raporunda yer alan gerçekler Amerika aracılığı ile dünyaya duyuruldu. Harbord Raporu’nun da etkisi ile dünya kamuoyu, Türk-Ermeni ilişkilerine ve Türk Kurtuluş Savaşına daha sağduyulu bakmaya başlamıştır381. Harbord’un raporu Amerikan basınına da yansımıştır. Örneğin New York Times gazetesinde Harbord Heyetinin sivil üyelerinin yalnız Ermenistan’ın mandasınının üstlenilmesinden yana olduklarına rağmen heyet üyelerinin çoğunluğunun böyle bir girişimi Amerika açısından uygun görmediğini Generalin Başkan Wilson’a raporunu sunduktan sonra açıkladığını yazmaktadır382. Harbord gezisinde çok önemli bir yer tutan temas heyetin Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesi Sivas’ta olmuştur. Harbord Heyetinin İstanbul’dan yola çıktığında Sivas Kongresi toplantı halindeydi. Harbord Sivas’a gelmeden önce heyetten bir binbaşı ile yüzbaşı önceden Sivas’a gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Beyle irtibat kurmuş, heyetin görüşme isteğini iletmişlerdi. 20 Eylül’de Sivas’a varan heyetle görüşme 21 Eylül’de Vali’nin verdiği yemek sonrasında gerçekleşmişti. İkibuçuk saat kadar süren görüşmede soru üzerine Mustafa Kemal Ermeni katliamı diye ileri sürülen iddiaların abartma olduğunu ifade ederek esas İzmir’de işlenen cinayetlerin müttefik temsilcilerinin gözü önünde cereyan ettiğini anlatmıştır383. General Harbord milli mücadelede başarılı sağlanamazsa ne yapmayı düşündüklerini sorduğunda Mustafa Kemal Paşa “Bir millet mevcudiyetini ve istiklalini temin için kabili tasavvur olan teşebbüsat ve fedekarlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Bineanaleyh, millet berhayat oldukça 381 Akgün,1981, s.159-161. The New York Times, 23 October, 1919. 383 Akgün, 1985,s.110. 382 206 ve teşebbüsatı fedakaranesine devam eyledikçe ademi muvaffakiyet mevzu bahis olamaz” şeklinde cevaplandırmıştır384. Harbord görüştükleri konuları yazılı olarak iletmesini istemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa bunun kendisine görev dönüşü Samsun’da verileceğine söz verdi. General Harbord hazırladığı ve ABD Senatosuna sunduğu rapora bu muhtırayı ek olarak koydu385. Harbord’a ulaştırılan muhtıranın Ermenilerle ilgili bölümleri şöyle idi. “General Harbord'a Verilen Muhtıra 24 Eylül 1919 --Eski zamanlardan beri ortak bir hayat yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlar, İtilaf devletleri tarafından kendilerine gösterilen teveccühten cesaret alarak, millet ve devletin itibar ve haklarına açık hücumlara başladılar. ... Kendileriyle çok uzun bir zaman bir arada yaşadığımız Müslüman olmayan vatandaşlarımız (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vs.) hakkında en iyi niyetlerle samimi duygular beslemekten ve onları da bizimle tam bir eşitlikte düşünmekten başka bir görüşümüz veya hissiyatımız yoktur. Mutlak surette inanıyoruz ki, eğer memleket, ta içinde şimdiye kadar faaliyette bulunan kötü tesirler ve telkinlerden kurtulursa, İmparatorluğun çeşitli ırkları birbirleriyle tam bir barış içinde yaşacaklar ve ortak, mesut ve müreffeh bir hayat süreceklerdir. ... Merkezi Erivan olan Ermeni Cumhuriyeti'ne karşı dostça olmayan hiçbir niyetimiz yoktur.... Bu yeni devletteki Ermeniler, Ermeni müfreze kumandanının emirleriyle, Müslüman unsuru imha etmek üzere faaliyette bulunuyorlar. Bu emirlerin suretlerini gözlerimizle gördük. Erivan'daki Ermenilerin, Müslümanları imha siyaseti güttükleri ve bu kanlı vahşet dalgasının sınırlarımıza kadar genişlediği, sınırlarımızın karşı tarafının ölümden kaçan sayısız Müslümanla dolu olmasıyla da teyit edilmiş oluyor. Diğer taraftan, Erivan hükümeti, sınırın berisine top ateşi açmak suretiyle doğrudan doğruya tahrik faaliyetlerine de kalkışmıştır. İngilizler, bu hareketlerin cereyanı esnasında, bir yandan Ermenilerin Müslümanlara karşı tutumlarını teşvik 384 385 Nutuk, Cilt I s.172–173. Akgün, 1981, s.113–114. 207 ettiler, hatta onları bu konuda kışkırttılar, diğer taraftan Ermenilerin tecavüzlerini bize sayıp döktüler ve bunları tahammül edilemez hareketler olarak nitelediler ve bu komşu devlete saldırarak misillemede bulunmaya bizi zorladılar. Fakat biz hakikatin kendini göstereceğinden emin olarak Ermeni tahriklerine tahammül ettik ve İngilizlerin öfkelerini fark etmemiş göründük. Hakikaten, bizi Ermenilere saldırmaya teşvik eden ve bu şekilde kendi birliklerini o topraklara gönderebilmelerini sağlayacak bir ortam yaratmayı planlayan İngilizlerin tutumlarını meydana çıkarabileceğimizi düşündük. İngilizlerin bütün bu manevraları, Kafkasya'yı boşaltmaları mecburiyetini hissettikten sonra, onların subay ve temsilcileri tarafından başlatıldı. ... Erzurum ve Van'daki Müslümanların ve bilhassa sınır bölgelerinde yaşayanların; Ermenistan'da cereyan eden katliama dair her gün aldıkları haberler ve ölümden kaçan ve ağlanacak vaziyette olan mültecilerin manzarası karşısında, büyük heyecana kapılmaları çok normaldir. Galeyanın artmasına bir sebep de Ermenilerin sınırlarımız karşısında topçu ateşi tatbikatı yapmalarıdır.”386. Mustafa Kemal Paşa’nın bu muhtırasını da içeren ABD Heyeti raporu Wilson’un açık diplomasi prensiplerine de atıf yapmıştır. Ancak Suriye, Filistin ve Mezopotamya’nın, Fransa ve İngiltere tarafından aralarındaki eski gizli anlaşmalara göre paylaşılmasının gerçekleştiği ve anılan devletler tarafından o tarihte zaten işgal edildiği için bu oldu bittiyi kabullenmiş görünmelerine karşın, aynı parçalama siyasetini Türkiye’nin diğer toprakları için doğru bulmamaktadırlar. Heyet bölgede kurulması muhtemel bir manda yönetiminin güçlüklerine dikkat çekmektedir. Bu bağlamda Rusya’daki gelişmelerin Kafkaslara yöneldiğini gören ABD Heyeti, İtilaf Devletlerinin çıkarlarına hizmet edecek bir manda üstlenmenin yanlış olacağı kanaatini taşımaktadırlar. Ayrıca anılan heyet Mustafa Kemal Paşa ve diğer milli kurtuluş hareketi liderleri ve halkla yaptıkları görüşmelerde mandanın Türkler tarafından kabul edilmeyeceğini ve milli kurtuluş mücadelesinin başladığını anlamışlar, bu koşullarda manda üstlenmeleri halinde kendilerinin müşkül duruma düşeceğini görmüşlerdir. 386 Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, Cilt 4, s. 106, 108, 111 . 208 E. Amiral Bristol ve Türk-Amerikan İlişkileri Amerikan diplomasi tarihinde donanma çok önemli bir rol oynamıştır. Bu alanda pek çok seçkin deniz subayına değişik ve önemli görevler verilmiştir. Ancak yirminci yüzyılda diplomasi alanında Amiral Mark L. Bristol’ün düzeyinde bir başarı ve liyakat örneğine rastlanmamaktadır. Amiral, ABD ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kesik olduğu 1919-1927 yıllarını kapsayan sekiz yıllık sürede İstanbul’da ABD Yüksek Komiseri olarak görev yapmıştır. Bristol’ün görev süresi; dünya çapında uluslararası barış konferansları, bir büyük savaş, nüfus mübadeleler vb. gibi önemli gelişmelere tanık olunan bir dönemdir. Görevinin en zor yönü kendisinin Türkiye’de görev yaptığı dönemde Amerikan kamuoyunda Türk karşıtı duyguların zirveye ulaşmış olmasıydı. Ancak Mark Bristol kendi çevresi ve görev alanında Türk Amerikan ilişkilerinin adil bir temele oturtulmasında kimsenin gösteremediği performans sergilemiştir387. Bu açıdan Bristol’ün Türkiye’de görev yaptığı 1919-1927 yılları arasındaki Türk-Amerikan ilişkilerinde özel bir yeri ve konumu bulunmaktadır. Her ne kadar bu dönemde iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkiler bulunmasa da Bristol adeta bir büyükelçi fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bristol’ün Kurtuluş Savaşı sürecinde Türk-ABD ilişkilerindeki rolü incelenirken 1919 yılı ile 1920-1923 dönemleri ayrı ele alınmalıdır. 1919 yılı savaş sonrası barış konferansı sürecinin başladığı, ABD’nin Yakın Doğu politikalarının Avrupalı emperyalist güçlerin etkisi altında şekillendirilmeye çalışıldığı bir yıldır. Osmanlı Devleti’ni galip devletlerin paylaşımını esas alan barış koşullarının oluşturulduğu ve gelişmelerin yayılmacı güçler arasındaki çıkar mücadelesini doruk noktasına çıkardığı, bu ortamdan son derecede rahatsız olan Türk aydınlarının Amerika’yı kurtarıcı olarak gördükleri 1919 yılında, ABD görevlendirdiği heyetlerle yerinde incelemeler yaparak olayları daha gerçekçi olarak algılama imkanını bulmuştur. Bu bağlamda Amiral Bristol en az King-Crane ve General Harbord Heyetleri kadar belki de daha fazla ABD yönetimi üzerinde olsun, diğer çevrelerde olsun (İtilaf Devletleri, Türkler, misyoner teşkilatları, insani yardım kuruluşları vb) etkili olmuştur. 1919 Türklük karşıtı 387 Peter Michael Buzanski; Admiral Mark L. Bristol and Turkish-American Relations, 1919-1922, (yayınlanmamış doktora tezi) University of California, Berkeley, 1960, s.ii-iii . 209 propaganda yapan ve bundan çıkar da sağlayan misyoner örgütleri ve insani yardım kuruluşları gibi grupların bağımsız bir Ermenistan kurulması ve bunun mandasının ABD tarafından üstlenilmesi yönünde yoğun propaganda ve girişimlerinin zirve yaptığı bir yıldır. Bu arada bir yandan gerçekler, diğer taraftan popülizm arasında kalan ABD yönetiminin kararlı bir politika oluşturma konusunda zorlandığı hatta yanılgılara düştüğüne tanık olunmaktadır.1920 ve sonrasında yokolma tehlikesine karşı tepki olarak doğan Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı ve bunun sonuçlarının alındığı bir dönemdir. Bristol’ün bu dönemde de etkin politik çabaları olmuştur. Bu noktada konuya Türk Amerikan ilişkilerinin belki de en fazla önem kazandığı 1919 yılında ABD Yüksek Komiseri Amiral Mark Bristol’ün faaliyetleri ile devam etmek uygun olacaktır . 1. Amiral Bristol’ün Saptamaları ve Görüşleri Daha önce değinildiği gibi, Amerika Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’ne çeşitli nedenlerle savaş ilan etmemiştir. Amerikan iş çevreleri ve Protestan kilisesinin Osmanlı Devleti’nde sahip olduğu çok miktarda mal ve mülkün zarar görmesi, Amerikan Board Heyetinin faaliyetlerini sürdürmesi konularında sıkıntı yaşanması ihtimalleri bu konuda önemli nedenlerdir. Bir diğer neden Osmanlı Devleti’nin İç İşleri Bakanı Talat Paşa’nın ABD’ne karşı dostane bir tutum içerisinde olmasıdır. Ancak çok önemli bir diğer neden İtilaf Devletlerinin Başkan Wilson’u Osmanlı Devletine karşı savaş açmaması konusunda izledikleri politikalardır. İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’nin paylaşmayı planlandığından, savaş sonrası ABD’nin bu paylaşıma müdahil olmasına sıcak bakmamışlardır. ABD tarafından 8 Nisan 1917’de Sultan’a ABD’nin Almanya ile savaş halinin başladığı bildirilmiştir. On iki gün sonra Türklerin girişimi ile diplomatik ilişkiler kesilmiştir. ABD Elçiği, Amerika ile ilgili konuları yürütmesi için İstanbul’daki İsveç Büyükelçiliğini, Osmanlı Elçiliği de İmparatorluğa ilişkin konular için Washington’daki İspanyol Büyükelçiliğini yetkilendirmiştir388. Amiral Bristol, ABD ile arasında diplomatik ilişki bulunmayan Osmanlı Devletinde farklı bir statü altında görevlendirilmiştir. Bu görev diğer savaş sonrası İtilaf 388 Buzanski, a.g.e., s.1-2. 210 Devletlerinin yaptığına benzer şekilde diplomatik ilişki kurmadan politik gözlemci statüsünde olmuştur. Görev unvanı “Türkiye nezdinde Amerika Birleşik Devletleri kıdemli deniz subayı” idi. “Amerikan yurttaşlarını ve çıkarlarını her zaman ve her yerde kollamak ve yardımcı olmak” gibi bir görev tanımı vardı. Ancak normal resmi temaslar İsveç Elçiliği aracılığı ile sürdürülmekteydi. Bristol, Ocak 1919’da İstanbul’a geldiğinde mağlup olmuş, tamamen olmasa bile işgal ve silahsızlandırmaya tabi tutulmuş bir ulusla karşılaşmıştır. İtilaf güçlerinin tam kontrolu ele geçirmiş olmakla birlikte savaş sonrası ganimet paylaşım mücadelesi içerisinde olduklarını, Türklerin ise İtilaf Devletlerine karşı hasmene, Amerikalılara karşı dostane bir tutumda olduklarını saptamıştır389. Amiral Bristol Kurtuluş Savaşı’nın kazanılarak İtilaf güçlerinin etkisinin sonlandığı güne kadar geçen sürede Yakın Doğu’daki İtilaf güçleri arasında fazla bir dayanışmanın olmadığını görmüştü. Bu dönemde müttefikler emperyalist amaçlar gütmekte, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Osmanlı Devleti’nin mirasını aralarında paylaşmaya çalışmaktaydı. Ancak Mark Bristol Amerikan prensipleri ve yasa temelinde adalet, fırsat eşitliği ve açık diplomasi gibi ilkeleri gözettiğinden yabancıların bu tarz politikalarının karşısında olmuştur. Savaş sonrası dönemin en büyük güçlüğü gerçekçilikten uzak yaklaşımların pek çok yerde hakim olmasıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın nihai zaferi sonrasında bir Amerikalı muhabir yazısında “Türkiye ile ilgili ihmal ve Amerika’daki Türk önyargısı hükümetin elini kolunu bağlamış ve ‘korkunç Türk’ olarak yansıtılan misyoner algılaması, Yakın Doğu’daki sorunlar hakkında kamuoyumuzu yanıltmıştır” ifadelerini kullanmıştır. Bu bağlamda Amiral Bristol anılarında ABD’nde verdiği konferanslarda gerçekleri yansıtmanın imkansızlığından söz etmiş ve “Yakın Doğu’ya ilişkin olarak kim gerçekleri açıklamaya kalkarsa Türk yanlısı olmakla suçlanmıştır” ifadesini kullanmıştır. İstanbul’daki Amerikan Kız Koleji Müdüresi Mary Patrick de aynı durumla karşılaşmış ve “Amerika’da Türkler lehine tek kelime sarfetmenin imkansız olduğunu, politika uğruna kendisinin de gerçekleri dile getiremediğini ve sessiz kaldığını” belirtmiştir. Bu tek yanlı tablonun ortaya çıkmasında suçlanması gerekenler 389 Buzanski ,a.g.e.,s.8-9. 211 misyonerler ve Yakın Doğu İnsani Yardım Kuruluşu çalışanlarıdır. Ancak hem insani yardım çalışanları, hem de misyonerlerin arkasında gizlenen esas güç organize Ermeni lobileridir. Bu lobiler Ermeni meselesini Batılı ülkelerde organize etmekle birlikte, ABD’nin eski Almanya Büyükelçisi James W. Gerard ile işin profesyoneli Ermeni Vahan Cardashian’ın (Kardeşyan) liderliğindeki faaliyetleriyle ağırlıklı olarak Amerika’da etkin olmuşlardır390. Dr. Barton’un, Mark Bristol’e 6 Mayıs 1921 tarihinde gönderdiği mektupta yer alan ifadeleri şöyledir. “Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği şeklindeki yalan haberlere en çok itirazı olan benim. Ancak açıklaması gerçekten kolay olmayan bir durumdan da söz etmek gerekir. Bütün yanlış enformasyonu hayali olarak üreten Kardeşyan isimli, Yale Üniversitesi mezunu, Wall Street’te bürosu olan zeki bir avukattır. Kendisi Gerard’ı başkanı gösterdiği ancak hiç zaman biraraya gelmemiş bir komite hikayesi uydurmuştur. Antetli kağıt kullanan ve Ermenistan Tanıtım Bürosu adını taktığı sözde bir kurumu kendi amacı doğrultusunda kullanmıştır. Aslında işi organize eden tek başına kendisidir. Kardeşyan’ın Gerard ve Londra’da yaşayan Pastırmacıyan isimli iki kişi dışında pek fazla teması bulunmamaktaydı. Bir seferinde Kardeşyan yakın Doğu Yardım Örgütü ve misyonerlerini, Ermenistan’ın geçmişten bugüne en büyük düşmanı ilan eden ve kendilerini Başkan Wilson ile birlikte Ermenileri çarmıha gerdikleri vb. suçlayıcı ifadeler kullanılan bir broşür çıkardı. Kendisi Ermenistan hakkında en son ve tam bilgilere sahip olduğu iddiasını öne sürüyor ve Senatör Lodge, Başkan Wilson, Dışişleri Bakanlığı ve diğer kuruluşlarla yakın ilişkilerini sürdürüyordu. Gerard (eski Berlin Elçisi) destekçisi idi. Kardeşyan’ın bu hain propagandasını nasıl durdurabileceğimiz konusunda Ermeni liderleriyle görüşmeler yaptık. Kendisi hiçbir zaman olmayan katliamlardan bahsediyor, Ermenistan ve Türkiye hakkında müthiş bir desenformasyon kullanıyordu. Bu kişiye kamuoyu önünde karşılık vermeyi düşünmüyorduk. Çünkü bu durumda insanlar bizim aramızda ağız dalaşı yaptığımızı söyleyebilir, böylece uğrunda çaba sarfettiğimiz pek 390 Buzanski, a.g.e., s.85-86. 212 çok şey zarar görebilirdi391. Bu mektup, Türk karşıtı, Ermeni yanlısı propaganda makinesinin işleyişi hakkında fikir verebilir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Ermeniler bağımsızlık elde etme konusunda ısrarlı etkinliklerde bulundular. Bu amacın gerçekçi olup olmadığı ise kimse tarafından bilinemezdi. Çünkü Paris Barış Konferansı bağımsız bir Ermenistan yaratılması dahil Türk meselesine eğildiği zaman çok geçti. Türk milli mücadele hareketi bağımsız bir Ermenistan için koşulları ortadan kaldırmıştı. Bu nedenle Batı Dünyası idealizm ile gerçekçilik arasında tercih yapma durumunda idi. Eğer bağımsız bir Ermenistan isteniyorsa bu savaş anlamına gelmekteydi. Amerikan halkının Ermenistanla ilgili bu iki seçeneğin farkında olduğu söylenemez. ABD’de Bakanlıkları Ermenistan için verilen binlerce dilekçe vererek sürekli meşgul edenler bunun gerçekleşmesinin tek yolunun savaştan geçtiğinin farkında değillerdi. Öte yandan Ermenilere ilişkin olarak yabancıların yaptığı kışkırtmalar Türkleri daha çok darıltmaktan başka bir şeye yaramamaktaydı. Amerikan Yüksek Komiseri Bristol bu gelişmeleri çok iyi kavramıştı. Kendisi ABD’ye gönderdiği raporlarda eyleme geçirilemeyecek sözlerin Ermenileri riske sokabileceği gibi, Amerikalılara karşı da olumsuz hisler yaratabileceğini vurgulamıştır. Bu gayretlerine rağmen Amiral Bristol’ün tek başına Amerikan halkının büyük çoğunluğunun hissiyatına karşı durması mümkün değildi. Bristol’ün Amerika’nın geleneksel prensipleri ve çıkarları doğrultusundaki içten gayretleri Yakın Doğu konularıyla ilgili olanların çok azı tarafından anlaşılabilmiştir. Bristol’ün ikilemi Amerikalıların bu gerçekleri anlamaması ve Ermeni meselesine tek yönlü olarak bakmasıydı. Öte yandan Barış Konferansında İzmir, Antalya ve Kuzey Anadolu’nun Türklerden alınmaması fakat Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Kürdistan, Filistin bölgeleri yaratılarak bu bölgelerin kesinlikle Osmanlı İmparatorluğundan ayrılması üzerinde mutabakat sağlanmıştı. Bu temel kararlar uyarınca Paris Barış Konferansındaki temsilciler değişik uluslardan gelen taleplerle karşılaştılar. 3 Şubat 1919’da Başbakan Venizelos Yunanistan adına taleplerini sundu. Esas isteği Trakya ve Batı Anadolu idi. Şubat’ın sonunda Rusya ve Türkiye’den koparılacak parçalarla büyük Ermenistan kurulmasına ilişkin talepler geldi. Dörtler Konseyi bu iki mesele ile karşılaşınca 391 Buzanski, a.g.e., s.122-123. 213 müzakereciler arasında önceden hakim olan birlik beraberlik görüntüsü kaybolmuştur. 3 Şubat sonrasında savaş zamanının müttefik dayanışması artık geçmişte kalan bir şey olmuştu392. Başkan Wilson’un Paris’ten ABD’ne dönüşü sonrasında konferansta Türkiye ile yapılacak anlaşma konusunda bir ilerleme kaydedilemedi. Wilson ise Yunanlıların İzmir’i işgaline rıza göstererek daha önce açıkladığı ve Barış Konferansı Dörtler Konseyinde de yinelediği bütün prensiplerini çiğnemiş, Türkiye konusunda deneyimli Heck, Ravndal ve Bristol gibi önemli danışmanlarını dışlamış oldu. Doğal olarak danışmanları Başkan Wilson’dan görüşleri konusunda kendilerini aydınlatmasını isteyerek onüç önemli noktadaki anafikrini sordular. Bu sorulardan üçü (Ermenistan bağımsız bir devlet olacak mı?, Rusya, kendi sınırları içerisinde kalan Ermenistan’dan vazgeçmesi konusunda zorlanacak mı? Kilikya Ermenistan’a dahil edilecek mi?) Ermeni meselesini ilgilendirmekteydi. Wilson’dan cevap alınamadı. Çünkü cevapları kendisi de bilmiyordu. Bu sırada gelişme gösteren Türk milli hareketi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ileri sürüyor ve bağımsız bir Ermenistan Devleti’ne karşı muhalefetini ortaya koyuyordu. İtilaf Devletlerinin Türkiye ile anlaşma metni hazırlama konusunda görülen yavaşlık bu konudaki yetersizliklerinden değil birbirlerine karşı duydukları güvensizlikten kaynaklanmaktaydı. Bu durum özellikle İngiltere ile Fransa için geçerliydi. Her iki ülke de Wilson’ı ve Amerikan’ın gücünü kendi ülkeleri açısından en uygun şekilde sonuçlandırabilmek için kullanmaya çalışıyorlardı393. Paris Barış Konferansı’nda müzakerelerde ilerleme kaydedilemez ve öneriler, karşı önerilerle zaman geçerken, görüşlerine müracat edilen ABD delegasyonu Washington’dan verilen talimat olmadığından mevcut durumda kendileri için görüş açıklamanın mümkün olmadığı cevabını vermekteydi. İtilaf Devletleri’nin müracatlarına “Amerikan halkının ne yapacağı konusunun cevap bekleyen bir soru olduğu” şeklinde cevap verilmekteydi. Buna Başkan Wilson’un rahatsızlığı da eklenince müttefiklerin ABD’den Türkiye ile anlaşma akdi konusunda fazla beklentileri olamazdı. Paris’te resmi görüşmeler durma noktasına gelmekle birlikte gayrı resmi pazarlıklar devam 392 393 Buzanski, a.g.e.,s.87-88. Buzanski, a.g.e.,s.92-93 . 214 etmekteydi. Dışişleri bakan yardımcısı Frank Polk’un Ekim 1919’da Paris’te gözlemlediği ve üstlerine rapor ettiği gibi “Türkiye’ye ilişkin bir mutabakata varılması, bunun İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında gerçek anlamda toprak yağması ve paylaşım için son fırsat olarak algılanmasından ve hepsinin aşırı isteklerinden dolayı çok güç” gözükmekteydi. Polk, Paris’e varışıyla bu duruma tanık olduktan sonra, İstanbul’dan gönderdiği raporlarla üstlerini aylardan beri uyaran Biristol’ün “Anadolu ve Boğazlar için izlenecek en iyi politikanın bu bölgeleri bir bütün halinde tutulması ve bunun sorumluluğunun bir devlete verilmesi” şeklindeki görüşünü benimsemişti. Bu esnada Amerikan Kongresi Versay Anlaşmasını onaylamamıştı. Bu durum ABD yetkililerinde Türkiye’yi içeren bir anlaşmanın dışında kalma düşüncesini oluşturmuştur. Diğer taraftan çoğu zaman İtilaf Devletleri Türkiye’nin parçalanmasına karşı olan Amerikan görüşlerini dikkate almaktan kaçınıyordu 394. İstanbul’da bulunan Mark Bristol, İtilaf Devletleri ile ABD arasındaki 1919 yılının ilk yarısında cereyan eden diplomasinin ayrıntılarından haberdar değildi. Ancak kendisini konuya süratle adapte eden Bristol, Türkiye’de ve dışarıdaki farklı grupların Yakın Doğu meseleleri hakkındaki görüşlerini kolaylıkla öğrendi. Bu bağlamda Yakın Doğu’ya ilişkin konularda misyoner, insani yardım kuruluşu çalışanları, Ermeniler ve Rumların yaklaşımları ile Türkiye’deki yaşayan Amerikalıların ve iş adamlarının görüşlerinin tamamen farklı olduğunu saptamıştır. Türkiye’ye varışından itibaren politik ortamı daha da iyi kavrayan Bristol, İtilaf karşıtı önyargılarında yanılmadığını (İzmir’in işgalini yerinde incedikten sonra) olaylar ve müttefiklerin eylemleriyle işledikleri suçları izleyerek anlamıştır. Bristol’ün yazışmalarına bakılır ve bunlar bir avukat brifingine benzetilirse, kendisinin iki müşterisinden birisinin ABD diğerinin Türkiye olduğu söylenebilir. Bristol her ikisinin de çıkarlarını gözetmeye çalışmıştır. Göreve başmasından bir ay sonra Türkiye’nin küçük parçalara bölünmemesi doğrultusunda görüşler geliştirmiştir. 1 Mart 1919 tarihindeki raporuna “Şimdi kuvvetle vurgulamak istiyorum ki bu ülkeyi bölmeye ilişkin her fikir kesinlikle yanlıştır” şeklinde not düşmüştür. Amirale göre küçük parçalara ayrılmış bir imparatorluğun savunması bütünlük sağlayan bir yapıya göre çok daha zordu. Bristol’e göre ülkede “yalnız bir 394 Buzanski, a.g.e.,s.96-98. 215 etnik grubun tek başına yaşadığı ve bu nedenle bu ırka tahsis edilebilecek konumda bir bölge” yoktur. Ülke dışında kitaplar ve gazetelerden elde edilen yanlış fikirler vardır. Bu da Osmanlı İmparatorluğunda yalnız bir etnik grubun yaşadığı değişik bölgeler bulunduğu, buna bağlı olarak da etnik grupların arasındaki hatlar esas alınarak Türkiye bölünebileceğidir. Ancak Bristol’ün doğrulukla belirttiği gibi farklı etnik gruplar bütün Türkiye sathında iç içedirler. İmparatorluğu parçalanması halinde her egemen bölge bir ırk tarafından yönetilecek olursa, böyle bir durum etnik gruplar arasındaki çekişmeyi hiçbir zaman ortadan kaldırmayacak ancak daha ufak topluluklar halinde ve yan yana yaşayan grupların duygularını bir ulus çatısında birleşmeleri halinde çatışma ortamı da kalkacaktır. Bristol’e göre Türk Devletinin bütünlüğü, dinin politikadan soyutlanması dahil azınlık grupların arasındaki etnik farklılıkların en alt düzeye indirildiği iyi bir yönetim biçimi altında korunmalıdır395. Amiral Bristol’ün 28 Ocak 1919’da İstanbul’a gelişi ile Amerikan yanlısı akımlar (Amerikan mandası) güçlenmiştir. Bu dönemde Amerikan yardım kuruluşlarının faaliyet gösterdiği yardıma muhtaç bölgelerde dahil anılan kuruluşlar ekonomik çıkar sağlamak için ticari delegasyon görevi yapmakta idiler. Türkiye’deki Amerikan yetkilileri, iş adamları tüm ülkeyi içerecek bir Amerikan mandası taraftarı idiler. Amiral Bristol hükümetini yalnız Ermenistan ile sınırlı pahalı bir manda yerine, tüm Türkiye’de barışcıl yöntemlerle uygulanabilecek ve ucuza mal olacak bir mandayı kabul ettirmeye çalışıyordu396. Amiral Bristol’ün çalışmalarının da etkisiyle bu sırada İstanbul’da aralarında asker, politikacı ve yazarların da olduğu pek çok insan Amerikan mandaterliğini savunuyor, İtilaf devletlerinin Türkiye üzerindeki niyetlerini gördükten sonra bunu onur kırıcı bir barışa yeğliyorlardı. 2. Amiral Bristol’ün Karşıtları Amiral Bristol Osmanlı Devletinin bir bütün halinde bırakılmasına yönelik hareket tarzını benimsemesinden ötürü Türk taraftarı olmakla suçlanmıştır. Bu bağlamda İtilaf Devletlerinin parçalama siyaseti doğrultusunda çalışan ve Türkiye’nin 395 396 Buzanski, a.g.e.,s.100-104 . Ayışığı, a.g.e.; s.39 216 Ermenistan gibi bağımsız bölümlere ayrılmasını isteyen çevreler Amiral Bristol’ü düşman kabul etmişlerdir. Öte yandan Bristol, Amiral Sims’e gönderdiği 18 Mayıs 1919 tarihli yazısında “Ben Yakın Doğu’daki ırklardan hiçbirinin taraftarı değilim. Çünkü inanıyorum ki bir çuval içerisine Türk, Rum, Ermeni, Asuri konulup çalkalansa ilk çıkana bakarak bunlardan kimin hangisi olduğunu söyleyemezsiniz” demiştir397. Richard Hovannisian, Marjorie Housepian gibi Ermeni akademisyenlerin yazılarında Bristol’ü sürekli Rum karşıtı, Ermeni karşıtı, Türk yanlısı şeklinde tanıtma alışkanlığı vardır. Amiral Bristol 3 Mayıs 1919’da Edward C. Moore’a gönderdiği mektupta “ben bu ülkede hiçbir etnik grubun tarafını tutmuyorum. Hepsi evrensel bir eğitim çağdaş bir uygarlığın gereksinimi içerisindedirler. Dünya barışının geleceği bu farklı etnisitenin çağdaş kalkınmanın nimetlerinden yararlanması ile mümkün olacaktır” ifadelerini kullanmıştır. Amiral Bristol’ün yukarıda bu ve diğer örneklerdeki yazışmaları, ifade ve görüşleri nedeniyle Türk yanlısı ve azınlık (Ermeni, Rum) karşıtı olarak tanıtılması mümkün müdür? Bristol ile zıt diğer bir isim Henry Morgenthau’nun aynı konuda yani bölge halkları hakkındaki ifadeleri ise “Türklerin Hıristiyanlara ‘inanmayan köpekler’ olarak davranmalarını sürdürmelerini korkaklığımızla cesaretlendirecekmiyiz? Biz karşı saldırıda bulunmayacak ve bunu yapmalarına izin verecek miyiz? Eski, kibar, uygar Hıristiyan halkı Türklerin pençesinden kurtarmak için kalıcı önlemler alınmayacak mıdır?” şeklindedir. Aslında Morgenthau Osmanlının Hıristiyan tebasının nesiller boyu kendilerini yöneten Türklerden üstün konumda olduklarını Türkleri pençelerinde tuttuklarını bilmekteydi. Bu ikisi arasındaki farka gelince Bristol’ün Hıristiyan-Müslüman arasındaki eşitlikçi fikirleri Morgenthau’da yerini Hıristiyan şampiyonluğuna bırakmaktadır, denilebilir398. Günümüzde Amiral Bristol’ü “Türkofil” olarak isimlendirecek derecede karşıtlarından birisi Ermeni kökenli Amerikalı yazar Levon Maraşlıyan’dır. Maraşlıyan’a göre Ermenilerin finans, ticaret ve imalat alanlarında üstün becerileri bulunmaktaydı. Bunlar ise Türkiye ve Yakındoğu’da Amerikan sermayesinin girmek 397 Buzanski, a.g.e.,s.104-106 . Heath W. Lowry; “American Observers in Anatolia CA. 1920 The Bristol Papers”, Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992, s.43-46 . 398 217 istediği alanlardı. Türkler ise iş dünyasında beceri sahibi değillerdi. Bristol’ün gözünde Ermeniler ( Rumlar ve Yahudiler) Amerikalı işadamları için büyük bir rekabetin kaynağını oluşturmaktaydı. Buna karşın Bristol savaş alanlarında üstün, ama ticaret dünyasında acemi olan Türklerin Amerikalı finansör ve işadamları karşısında kolay kandırılabilir olacaklarını değerlendirmiş olabilir. Bu koşullarda Ermenilerin yokedilmesi, Türklerin Yakındoğu’ya egemen kılınması şeklindeki Amerikan politikalarını desteklemesi doğaldır. Bu nedenle Maraşlıyan “Bristol ve Dışişlerinin üst düzey yetkilileri kesinlikle Türk yanlısı idi” ifadesini kullanmaktadır399. Ancak bu açıklamanın mantıklı olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü Amerikan sermayesi yalnız ticari sermayeden ibaret değildir. Ermenilerin zanaat ve küçük ticaretten öte büyük girişimleri olduğunu söylemek mümkün değildir ve o dönemde her koşulda Ermenilerin dünya çapında etkin olan Amerikan sermayesi karşısında çok büyük bir rekabet gücü oluşturması düşünülemez. Bu savlar olsa olsa Bristol’ün çok da fazla Ermeni yanlısı olmayan görüşlerini zayıflatma amaçlı olabilir . Maraşlıyan’ın döneme ilişkin diğer bir yorumu Amerikanın özellikle Amiral Bristol’ün Ermeni bağımsızlığı yönündeki Avrupa diplomasisine muhalefetinin altında ABD’nin yabancı Pazar arayışında daha aktif olmasını düşünmesinden kaynaklanmaktaydı. Bağımsız bir Ermenistan’ın Osmanlı topraklarından önemli bir kısmını içermesi planlanmıştı. Bu topraklar azgelişmiş Türklerden alınarak çalışma dünyasına yakın Ermenilere verilmesi durumunda Ermenilerin Amerikan sömürüsüne Türkler kadar hoşgörülü olmayacaktı. Böylece geniş bir Ermenistan hangi yönetim biçiminde olursa olsun Amerikan sermayesine daha az açık bir hale gelecekti. İngiliz, Fransız ve İtalyanlar Sevr Antlaşması ile perçinlenen ekonomik politikalarını dayatmayı başarırlarsa Amerikan iş çevreleri dezavantajlı bir konuma gelecekti. Dolayısıyla kapitalist bir dünyada deneyimsiz Türklerin egemenliğindeki bir ülke Amerika sermayesine kapılarını serbestçe açabilirdi. Sonuçta Milliyetçileri (TBMM ile gerçekleşen Türk yönetimi ) kazanmak Amerikan çıkarlarına uygundu ve onların öncelik verdikleri şeyleri kabul etmek bunun anahtarı idi. Bu iki şey “Ermeni toprak isteklerini gömmek ve Türkiye’de yaşayabilir bir Ermeni nüfusunun kurulmasını 399 Levon Maraşlıyan; Ermeni Sorunu ve Türk Amerikan İlişkileri 1919-1923, ( Çev. Şen Süer) Belge Yayınları, İstanbul, 2000, s.28–29. 218 önlemek. Bu Türk öncelikleri Amerika’nın çıkarlarına uyuyordu”400. Görüldüğü gibi Maraşlıyan Ermenilerin beklediği bir Amerikan politikasının uygulanmamasını sürekli olarak eleştirmektedir. Ancak bu yaklaşımın, azınlığın çoğunluk üzerinde egemen kılınması demek olan Sevr Ermenistan’ın karşısındaki bütün fikirlere karşı bir suçlamadan öteye anlam taşımadığı açıkça görülmektedir. Öte yandan 1919 yılı süresince Ermenistan’ın bağımsızlığı ve özerk olmasını takıntı haline getirenlerin yoğun gayretleri ile Bristol’ün karşı karşıya gelmemesi mümkün değildi. Ermeniler taleplerini Barış Konferansına taşıdıklarında, Başkan Wilson’a Ermenistan’ın 45.000 asker ve bir miktar malzeme dışında başka bir ihtiyacının olmadığı bilgisi verilmişti. Bunu takip eden gün “Ermeni Bağımsızlığı için Amerikan Komitesi” isimli Ermeni lobisi tarafından James W. Gerard aracılığı ile kendisine iki dilekçe ulaştırılmıştı. Konusu bağımsız Ermenistan olan birinci dilekçeyi 75 piskopos, 32 eyalet valisi, 200 kolej ve üniversitenin başkanları imzalamıştı. Aynı amaçlı ikinci dilekçede 20.000 Protestan rektor, din adamı ve Katolik papazının adı yer almaktaydı. Ermeni lobisinin bu girişimlerini Wilson o dönem için “vakitsiz ve mantıksız” bulduğunu 12 Mart 1919’da Lansing’e gönderdiği yazıda belirtmiştir401. Ermeni lobisinin Amerikan yetkilileri üzerinde baskısının artması üzerine dönemin bazı ünlülerinin Ermenistan için “kararlı” eylemler sergilenmesi yönündeki mektubuna dışişleri bakanı Lansing’in cevabının402 bir bölümü şöyledir. “Hayretle görmekteyim ki ABD Başkanı Ermenistan’ın bugünkü durumundan sorumlu tutuluyormuşcasına bir duygusallık yaratılmaktadır. Bu manada Bay Hughes, Senatör Lodge ve Senatör Root Ermenistan’a birlikler gönderilmesini savunuyorlar diyebilirmiyim? Eğer böyle değil idiyse önerileri nedir? Ermenistan’a Amerikan birliklerinin gönderilmesi fikrinizi acaba Amerikan halkı da benimsemekte midir? Türkiye ve Rusya ile aramızda savaş hali olmadığına göre Başkanının anayasal yetkilerini aşarak asker göndermesini mi öneriyorsunuz? Eminim Ermeni sempatizanlarının Kongreden Başkana böyle bir yetki sağlamadan çok az şey 400 Maraşlıyan, a.g.e., 30-33. Buzanski,a.g.e.,s.108. 402 (Robert Lansing’in 30 Eylül tarhinde James Gerard’a gönderdiği mektup) a.g.e.,s.109,127. 401 219 yapılabileceğini anlıyorsunuzdur”. Diğer taraftan İstanbul’da bulunan Amiral Bristol Amerika’daki Ermeni taraftarı yoğun propagandadan pek haberdar değildi. Kendisi bağımsız bir Ermenistan fikrine ve bunun mandasını tek başına ABD tarafından üstlenilmesine karşı idi. Bu tutumu kendisini misyonerler ve bır kısım insani yardım kuruluşu çalışanları ile karşı karşıya getirmekteydi. Amerika’nın Ermenistan’da manda üstlenmesi Amiral Bristol’ün resmi ve özel yazışmalarının çoğunluğunda konu edilmiştir. Bristol 6 Ağustos 1919 tarihinde dışişleri bakanına gönderdiği mektupta ‘Başkan Wilson’ın Ermenistan mandasını üstlenmesi yönündeki gayretlerin arkasında İngiltere, Fransa ve Yunanistan’ın kötü niyetli etkilerinin bulunduğunu’ belirtmiştir. Bristol, 19 Aralık 1919’da (American Armenian Relief Organization başkanı) Vail Stebbins’e gönderdiği yazıya göre, İtilaf Devletleri izledikleri politikalarla ABD’nin Yakın Doğu olaylarının içine çekmeyi, ABD’nin Türkler ile Bolşevikler arasında bir tampon bölge oluşturmasıyla Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerini İngiltere ve Fransa’nın batısını ise Yunanistan’ın sömürmesini güvence altına almayı tasarlamaktaydılar. Eğer Amerika bir Ermenistan mandası üstlenirse savaş galiplerince Türkiye’nin bölünmesinin koşulları da yaratılmış olacaktı. Böylece İngiltere tehlikeden uzak bir şekilde Mezopotamya ve G. Doğu Anadolu’nun zengin petrol yataklarına el koymuş olacaktı. Diğer bir örnek, Albay Haskel’in Kafkasya’ya yardım faaliyetlerinin yürütülmesi için yapılan ataması sonrası Amiral Bristol üstü Amiral Benson’a gönderdiği raporda “albayın yalnız Amerika değil İtilaf güçlerini temsil etmesinin altında gizli amaçlar aranması aranmalıdır. Ben açıkça bu devletlerin bizi Ermenistan’a çekerek kendilerinin Türkiye’nin kalanını paylaşma konusunda serbest kalma gayretinde olduklarına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır403. Amiral Bristol’ün Ermenistan mandasının ABD tarafından üstlenilmesine şiddetle karşı çıkmasına bağlı olarak misyoner teşkilatları da Amiralin kendi faaliyetleriyle ilgili çıkarların korunmasını gerektiği gibi yapmadığını düşünmekte idiler. Bu nedenle 1921 sonunda kendisinin görevden alınması için çaba harcadılar, ancak başarılı olamadılar. Dışişleri kendisinin Amerikan çıkarlarını korumda izlediği yolu onayladı ve Ermeni meselesindeki muhalefetini kabul etti. Pek çok Amerika 403 Buzanski, a.g.e.,s.111. 220 işadamı ise Bakanlığa Bristol’ü destekleyen mektuplar gönderdiler veya bu amaçlı ziyaretler yaptılar404. Bristol’ün Amerikalıları Ermeni mandası fikrinden uzaklaştırma gerekçelerinden önemli birisi bunun aslında uygulanabilir olmaması idi. Meseleye ilişikin olarak General Harbord kadar derinliğine araştırma yapamamıştır. Ancak kendisinin güvendiği bir istihbarat sistemi vardı ve buna dayanarak değerlendirmeler yapmıştır. Bristol, Dışleri Bakanına 3 Ekim 1919’da gönderdiği telgrafta Ermenistan’ı korumanın 150.000 asker gerektireceğini o dönemde henüz tamam olmayan Harbord raporuna yakın bir biçimde değerlendirmişti. Ermeni meselesine kendisini veren Bristol daha önceki Türkiye Komiseri Lewis Heck’e dişişleri bakanlığında görev verilmesi sonrasında 8 Temmuz 1919 tarihinde yazdığı mektupta “ Allahaşkına sanki Ermenistan varmış gibi yerleşmiş yaygın kanıyı insanların kafasından çıkarın. Ben Amerika’nın Ermenistan mandasını kabul etmesinin yaratacağı felaketten daha büyüğünü tasavvur edemiyorum. Keşke bende bu gerçekler konusunda insanları ikna edecek kadar etkin gücüm olsaydı” ifadelerini kullanmıştı405. Bristol İtilaf Devletlerinin Türkiye üzerindeki kontrolünü azaltmaya da gayret etmekte idi. Sultan’ın Hükümeti’nin İtilaf Devletlerinin kuklası olduğunu gören Bristol Amerika’nın daha geniş ekonomik ilişkilerine imkan verecek dostluk ortamının sağlanması için Milli Kurtuluş Hareketinin karşısında olmayı yanlış buluyordu406. 3. Amiral Bristol’ü Destekleyenler Bağımsız Ermenistan’ın imkansızlığını gören yalnız Amiral Bristol değildi. Daha önce değinilen Harbord Raporu da konunun uygulanabilir olmadığını ortaya koymaktaydı. King-Crane Raporu aynı noktaya değinmiştir. Dışişlerinin Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili uzman kadrosu da Amiral Bristol’ün Ermenistan ve manda konularındaki görüşlerine katılıyordu. Bu bağlamda ABD’nin İstanbul’daki komiseri Ravndal aynı görüşleri içeren telgraflar göndermiştir. Ravndal’ın halefi Lewis Beck de bağımsız Ermenistan fikrine itiraz eden pek çok mesaj göndermişti. Bristol’ün Lewis 404 Thomas A. Bryson; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in Turkey”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 5 No. 4. Sep. 1974, s. 455. 405 Buzanski, a.g.e.,s.111-112. 406 Thomas A. Bryson, a.g.e.; s. 459 . 221 Heck’e 8 Temmuz 1919 tarihinde gönderdiği mektupta belirttiği gibi Ermeni meselesine olan duygusal yaklaşımlarıyla Türkiye’ye gelen pek çok insani yardım kuruluşu mensubu koşulları yerinde gördüğünde gerçekleri kavramaktaydı. Robert Kolej Müdürü Dr. C.F.Gates Anadolu’da geniş bir gezi yaptıktan sonra dönüşünde toplum önünde “her kim Ermeni ve Türk meselesinin bağımsız bir Ermenistan kurularak çözüleceğine inanıyorsa çok büyük hata işler” demiştir. Kendisinin Osmanlı Devleti’ne ilişkin görüşleri Amiral Bristol ile örtüşmekteydi. Öte yandan Paris’te bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Frank Polk, 14 Ekim 1919’da Amirale gönderdiği kişiye özel mektupta “Şunu söylemek zorundayım ki Ermenistan konusunda önyargılar sonucu içine düştüğümüz mantıksız işler yapma fasit dairesinden kurtulamamaktayız. İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğunun altını oyma yöntemlerine tanık olduktan sonra bu devletin bütünlüğünü bir çeşit manda yönetimi altında korumanın gerekliliğine daha fazla inanıyorum” demektedir 407 . Amiral Bristol insani yardım kuruluşlarının yürüttüğü propagandanın gerçekleri yansıtmadığını, bilakis Amerikalıları aldattığını ifade etmiştir. 29 Eylül 1919 tarihinde günlüğüne düştüğü notta Bristol, Board Heyetinden Dr. Peet isimli görevliye bu propagandanın durdurulmasını istediğini not düşmüştür. Ancak eğer propaganda durursa bu kurumların toplumsal acındırma yolu ile topladıkları paranın kaynağının kuruması ve programlarının parasız kalması gibi bir sonuç doğabilecekti. Çünkü Amerikalılar, Türklerin Ermenilere zulmettiğini işittikçe büyük paralar bağışlamakaydılar. Bristol bunun tek yanlı yapılmamasını Yunanlıların ve Ermenilerin Türklere yaptığı eziyetlerin de Amerikan kamuoyuna yansıtılmasını istemekteydi. Ancak Dr.Peet bu çağrıya yanaşmamıştı408. Bu gelişmeler bağlamında, İtilaf Devletleri’nin entrikalarına tanık olan Mark Bristol Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamında bir Amerikan mandasını yeğlemekteydi. Genel kabul görmesi için bu mücadelesini aşama aşama yürüten Bristol ilk aşamadaki temaslarında Türkiye’nin bir manda yönetimine bırakılmasından bahsetmekteydi. Birkaç ay sonra ikinci aşamada mandater devletin kaynakları ve diğer potansiyel 407 408 Buzanski, a.g.e.,s.112-113. Buzanski, a.g.e.,s.114-115. 222 imkanlarının güçlü olması gerektiğini ileri sürerek en mantıklı çözüm olarak bu manda görevinin ABD’ne verilmesini savunmaktaydı. Bristol’ün bu programı Türkiye’deki Amerikalıların büyük çoğunluğundan destek görmüştü. 22 Haziran 1919’da gönderdiği haftalık raporunda Bristol planını “ Eğer ABD kendisinin savaşa girmesine neden olan yükümlülüklerini yerine getirmek istiyorsa Türkiye’nin tek manda altında muhafaza edilmeli ve bu sonucun alınması gerçekten gerekli görülürse dünya barışı adına bunu tek başına üstlenmelidir.” şeklinde açıklamaktaydı. Görüldüğü gibi burada bağımsız bir Ermenistan’dan hiç söz edilmemiştir. Öte yandan Bristol’ün Osmanlı Devleti’nin tamamını kapsayacak manda planı üzerinde misyoner örgütleriyle bağı olmayan Amerikalıların tam desteği bulunmaktaydı. Amerika’nın Bristol’den önce İstanbul’da görev yapan komiserleri Lewis Heck ve Bie Ravndal Amerika’nın Osmanlı Devleti’nin tamamı üzerinde manda yönetimi kurmasının yararları hakkında Dışişlerini bilgilendirmişlerdi. Aynı yaklaşımı Robert Kolej Müdürü, C.F. Gates, İstanbul Amerikan Kız Lisesi Müdiresi Mary Mills Patrick de sergilemişlerdir. 1919 yılının bahar ve yaz aylarında Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamına uygulanacak bir manda projesine Türkler pek çok yabancıdan daha sıcak bakmaktaydı. Daha önce değinildiği gibi bu amaç için Wilson Prensipleri Cemiyeti kurulmuştu. Halide Edip Adıvar ile Amiral Bristol arasında yapılan ve 3 Ekim 1919’da Bristol’ün günlük anılarına yansıyan şekliyle bu cemiyet ABD’yi bölgedeki resmin içerisine alarak İmparatorluğu kurtarma gayesi güden İttihat ve Terakki karşıtı orta sınıf aydınlardan oluşmaktaydı. Bu grup ABD’ni Orta Doğu’da çıkar gözetmeyen yegane büyük güç olarak görmekteydi409. Mark Bristol 1922 yılı ortalarına kadar ABD’nin Osmanlı Devleti’nin mandasını üstlenmesi konusunda çaba harcadı. Ancak uygun zaman gelmiş ama geçmişti. Ulusalcı hareketin doğmasına, gelişmesine ve güç kazanmasında İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali yol açmıştı. Bu hareket Anadolu’nun içerisinde örgütlendikten 13 Eylül 1919’da Sivas’ta “Ulusal Sözleşme” olarak isimlendirilen bir bağımsızlık beyannamesi yayınladı. Bundan sonra Türk halkının büyük bölümü için Amerikan mandası artık cazibesini kaybetti. Ulusalcılar ülkelerinin Türk olan bölgelerini yabancı hakimiyetinden kurtarma konusunda kararlı idiler. 1919 yılı sonunda Bristol’ün 409 Buzanski, a.g.e., s. 116-118 . 223 gayretlerine rağmen artık bir Amerikan mandası için zaman geçmişti. Bristol’ün planlarında bağımsız bir Ermenistan’ı engelleyen bir şey yoktu. Ama ileri sürdüğü iki olmazsa olmaz koşul vardı. Önce Ermeni halkı bir bağımsızlığı taşıyacak kadar olgun ve eğitimli olmalıydı. Dış ülkelerde yaşayan Bogos Nubar, Vahan Kardeşyan gibi kişiler Ermenistan’ın 1918’den beri bağımsızlığa hazır olduğunu ileri sürmekle beraber (Ermeniler daha Birinci Dünya Savaşı devem ederken Erzurum’da 13 Şubat 1918’de bir bağımsızlık bildirgesi yayınlamışlardı410) Ermenistan’daki halkın bir kısmı bundan pek emin değildi. İkinci koşul Ermenilerin bağımsız Ermenistan olarak adlandırılan bölgede çoğunluğu sağlamış olmalarıydı. Yüksek Komiser Amiral Bristol böyle birşeyin hiçbir zaman gerçek olmayacağını anlamıştı. Ayrıca Mark Bristol propaganda sözcüklerini kabullenmek yerine Ermenilerden iddialarını kanıtlamalarını istemekteydi 411 . 1920 yılından sonra gelişme gösteren Türk Milli Kurtuluş hareketi, TürkAmerikan ilişkileri dolayısıyla bunun bir parçası olan Ermeni meselesinde yeni bir dönemdir denilebilir. 1920 başında İtilaf Devletleri bütün gayretleriyle Türkiye ile yapılacak barış anlaşmasını şekillendirmeye çalıştılar. 1920 başında 1918 Ekim’de imzalanan Mondros ateşkes anlaşmasının imzalandığı döneme göre pek çok şey değişmişti. ABD Parlamentosu Almanya ile aktedilen Versay Anlaşması’nı onaylamamıştı. ABD Başkanı ciddi bir rahatsızlık geçirmiş ve görevini tam olarak yerine getiremez bir duruma düşmüştü. Dışişleri Bakanı Robert Lansing değişmiş, yerine Bainbridge Colby getirilmişti. Başkan Wilson, baş danışmanı Albay House ile ters düştüğünden aralarındaki ortak mesai bitmişti. Amerika’da bu değişiklikler olurken Anadolu’da Fransızlar, İngilizlerin kendilerine bıraktığı Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Çukurova’ya giren Fransızlar bölgedeki Ermenileri askere kaydetmiş, Ermeniler de ayırım yapmaksızın Türkleri öldürmüştü. Bu durum Türklerin ulusal tepkisine yol açmıştı. Ulusalcılar Batı Anadolu’dan Yunanlıları sürecek güce henüz ulaşmadığından önce güneyde Fransızlarla mücadeleye karar verdi. 21 Ocak’ta Maraş’ta kaybeden Fransızlar gayet süratli bir şekilde birer birer işgal ettikleri diğer yerleşim merkezlerini de kaybettiler. Ancak bu gelişmelere rağmen İtilaf Devletlerinin 410 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 540, Vol 514 867.00/20 . 411 Buzanski,a.g.e..,s. 119-120. 224 eski Osmanlı İmparatorluğu’nu aralarında paylaşma amaçlarında bir değişme olmadığı gibi bu gaye düşüncelerinde birinci önceliğini korumaktaydı. Bir seri toplantı sonrası 1920’de Sevr anlaşması ortaya çıkarıldı. Sultan bu koşulları çok ağır ve ağır ceza mahiyetindeki anlaşmayı imzalamaya zorlandı412. Denilebilirki ABD ile ilişkilerin en fazla önem kazandığı ilk yıl 1919 yılıdır. Bu yıl Paris Paris Konferansı’nın toplandığı ve Osmanlı Devleti’nin geleceği için karar vereceği bir dönem olması nedeniyle çok önemlidir. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğunu parçalama girişimleri en yüksek noktasına ulaşılmıştı. Azınlıklardan Ermeniler emperyalist devletlerin şemsiyesi altında bundan pay alabilmek amacıyla propagandalarını yoğunlaştırmış ve Paris Barış Konferansına büyük Ermenistan talepleriyle gelmişlerdi. Amerika’da da yoğun bir Ermeni propagandası yürütülmekte insani yardım adına bundan pek çok kuruluşta beslenmekteydi. Bu kuruluşlar doğal olarak bağımsız Ermenistan fikrini desteklemişlerdir. 1919 yılı süresince ABD desteği ile Ermenistan kurulması ve mandasını ABD’nin üstlenmesi konusunda gerek Ermenilerin gerek İtilaf Devletlerinin Başkan Wilson üzerinde etkili olma çabaları görülmektedir. Karar organları, hükümet çevreleri bu konuda büyük baskı altına alınmıştır. Çünkü Amerikan kamuoyunun büyük çoğunluğu uzun bir propaganda süreci sonunda mezalime uğrayan Ermeniler ve cani Türkler hikayesine inandırılmıştır. Ayrıca pek çok etkili çevre ve kişinin yönetim üzerinde bu paralelde girişimleri yoğunluk kazanmıştır. Doğruları yerinde saptamanın önem kazandığı bu dönemde ağırlıklı olarak askerden oluşan ABD Heyetleri Anadolu’yu ziyaret etmiş yapılan incelemeler gerçeklerin hiç de Ermeni propagandasında iddia edildiği gibi olmadığını ortaya çıkarmıştır. G. Genel Değerlendirme Amerika Birleşik Devletlerine Paris Konferansı sürecinde önce Türkiye’nin, daha sonra Boğazlar ve Ermenistan mandasının üstlenilmesinin önerildiği daha önce belirtilmiştir. İstanbul ve Boğazların tarafsız bir komisyon tarafından idaresi konusundaki mutabakat sonrasında geriye kalan müstakil bir Ermenistan mandasının 412 Buzanski, a.g.e., s. 132-133 225 Amerikan çıkarları açısından mahzurları konuyu yerinde incelemek için gönderilen heyetler ve diğer Amerikalı yetkililer tarafından saptanmış ve bu durum rapor edilmiştir. King-Crane, General Harbord ve Amiral Bristol gibi heyet ve görevlilerin birleştikleri nokta Türkiye’nin bütünü üzerinde bir mandadan yana olmalarıdır. Çünkü bütün bu kişiler İtilaf Devletleri’nin sorunsuz gözüken Anadolu’yu parçalıyarak nüfus alanları kurmaları buna karşın, oluşturulacak sorunlu ve yapay bir Ermenistan’ın sorumluluğunu ABD’ye yıkmalarının Amerikan çıkarları açısından yaratacağı riskleri görmüşlerdir. Bristol’ün raporlarından anlaşıldığı kadarı ile kendisi Ermeni kıyımı olarak büyütülen meselenin aslında politik amaçlar doğrultusunda bir psikolojik savaş yöntemi olarak kullanıldığının ve bunun altında İtilaf Devletlerinin Anadolu’yu yağma planının yattığının farkına varmıştır. Ayrıca Amiral Bristol’ün başkanı olduğu bir İtilaf Devletleri heyetinin Barış Konferansına verdiği raporun Türkler lehine olması ve Yunan işgalinin yarattığı şiddet ve zulmü ortaya koymasının bu sonucun alınmasında katkısı olmuştur. ABD’nin Türkiye üzerinde bir manda üstlenmesi konusunda ise yönetimde bir görüş birliği söz konusu değildir. Başkan Wilson seçim kaygıları ve politik mülahazalardan dolayı istekli gözükmesine karşın, Türkiye’yi daha iyi anlamış olan Senato ile Wilson arasında Türkiye’ye ilişkin Amerikan politikaları açısından tam bir mutabakat gerçekleşmemiştir. Burada Amerikan yöneticilerinin bir kısmının İngiliz ve Fransızların olanaksızlıkları nedeniyle gerçekleştiremedikleri Ermenistan projesini Amerika’nın üstüne yıkma girişimini hissetmesinin etkili olduğu söylenebilir. Çünkü İngiltere’nin, Amerika’yı Kafkaslar ve Ermenistan üzerinde manda üstlenmesi konusunda teşvik etmesindeki amaç Rusya’ya karşı Türkiye’nin yerine başka bir tampon yaratmaktır. Türk Kurtuluş Savaşının onurlu bağımsızlık mücadelesi ve özellikle bu hareketin önderi Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya koyduğu ilkeli politikalar ABD ve diğer Batılı ülkelerde Türkler hakkındaki maksatlı propagandanın etkisini çok azaltmış ve Amerikan kamuoyunun yönetim üzerinde Ermenistan konusunda baskısı hafiflemiştir. Bu durumun ABD’nin herhangi bir manda üstlenmeden kaçınmasında etkili olduğu söylenebilir. 226 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE ABD A. Ermeni İstilası Girişimleri ve Buna Karşı Tepkiler Mondros Mütarekesinden sonra 7 Aralık 1918’de Antakya, 11 Aralık’ta Dörtyol, 17 Aralık’ta Mersin, Tarsus, Adana bölgeleri Fransızlar tarafından işgal edildi. İngilizler işgal ettikleri Antep, Maraş, Urfa’yı aralarında önceden yaptıkları gizli anlaşmalar gereği 1919 yılı Ekim-Kasım aylarında Fransızlar’a devrettiler. Bu bağlamda yerli Ermenilerden oluşan 400 kişilik bir Fransız taburu 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a, aralarında çok sayıda Ermeni’nin bulunduğu 1500 Fransız askeri, 17 Aralık 1918’de Mersin’e girmiş, bu birliklerin bir bölümü Tarsus ve Adana’yı işgal etmiştir. Bu olayın perde arkasında emperyalist emeller yatmaktaydı. Çünkü o dönemde tekstil sektöründe Hindistan ve Mısır’dan kolaylıkla pamuk hammaddesi elde ederek bu sektörün patronu olan İngiltere karşısında zayıf kalan Fransa için pamuk deposu olarak bilinen Çukurova’ya sahip olmak büyük bir önem taşımaktaydı 413. Fransız işgal kuvvetlerinin içerisinde Ermeni lejyonerleri önemli yer tutmaktaydı. Bunlar Türk halkına karşı yoğun ve sistemli şiddet hareketlerine başladılar. Köy baskınları, yağma, ırza geçme olayları meydana geldi. Ermenilerin bu hareketleri İngiliz ve Fransızların aralarındaki yazışmalarda bile yer aldı. Toynbee “Fransızlar Doğu Lejyonuna Ermenileri almakla sorumsuz davranmışlar ve olaylara seyirci kalmışlardır” yorumunu yapmıştır. Olayların boyutu o kadar büyüktü ki Fransızlar bile bu lejyonerlerden ondokuzunu harp divanına çıkarmış, ikisi hakkında ölüm cezası verilmişti. Aslında Fransızlar işgal ettiği bölgelerde nüfus yapısını kendileri açısından sağlamlaştırmak için Ermeni göçmenler getirmişler ve işgal ettikleri bölgeyi Ermenistan olarak isimlendirmişler, atadıkları yüksek komisere “Suriye ve Ermenistan Yüksek 413 Gürbüz Evren; “Adana’da 2 Saat 15 Dakikalık Ermeni Cumhuriyeti”, Bütün Dünya Dergisi, Ankara, Mart 2007, s.29-31. 227 Komiseri” ünvanı vermişlerdi. Önemli idari görevlere Ermeniler atanmış, böylece gizliden bir Ermeni işgali ve eşkiyalığı başlamıştı414. Kafkaslardaki duruma gelince Rusya’nın ihtilal sonrası Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmek için Osmanlı Devleti’ne barış önermesinin ardından 3 Mart 1918’de Brest-Litovks anlaşması imzalanmış ve Osmanlı Devleti Kars, Ardahan, Batum ve Erzurum’u Ruslardan geri almıştı. Bu durum Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’ni oluşturan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında anlaşmazlık konusu oldu. Ermeniler, Osmanlıların Ruslardan geri aldıkları toprakların kendilerine ait olduğu iddia etmekte birlikte diğer iki halkı kendi taraflarında görmemekten dolayı tepkili davranıyorlardı. Bu anlaşmazlık temelinde devrimcilerin kendi aralarındaki çatışmaların da etkisiyle Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti dağıldı ve üyelerinin herbiri bağımsızlıklarını ilan etti. Bunu takiben iki yıllık ömrü olan Demokratik Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu, başbakanlığına Taşnakçı Ovanes Kaçaznuni getirildi. Kuruluşunu takiben Ermenistan genişleme amaçlı olarak komşuları ile çatışma çıkarmıştır. Gürcistan’a saldıran Ermenistan yenilince İngiltere’nin arabuluculuğu ile ateşkes imzalanmış, keza 1919’da Azerbaycan’a saldırarak Şuşa civarını işgal eden Ermenistan, Azerilerin karşılık vermesiyle 1920’de buradan çıkarılmıştır415. Taşnak Partisi’nin kontrolündeki Ermenistan, Rusların yardımıyla oluşturdukları ve Rus silahları ile donattıkları ordularına güvenerek yalnız Azerbaycan değil, Türkiye aleyhine de bir genişleme politikası izlemeye başladı. Ermenilerin topraklarına katmak istedikleri Türk bölgesi, stratejik önemi olan Kars vilayeti ile bunun kazalarıydı. Batum, Kars ve Ardahan (Elviye-i Selase/Üç sancak) henüz Türkiye’ye katılmamıştı416. 414 Abdurrahman Çaycı; Türk- Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2006, s.79-80. 415 Serdar Palabıyık; “Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları”Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.234. 416 Mehmet Saray; Ermenistan ve Türk Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştıma Merkezi, Ankara, 2005, s.84. 228 1. Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti ve Şura Hükümetleri Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile anlaşma zemini ararken Doğu Anadolu’da 21 Ekim 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması gereğince Osmanlı Devleti’ne iade edilen Kars, Ardahan, Batum dışında Kafkasya’da bulunan ordulara çekilme emri verilmişti. Bu emir sonrası 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Osmanlı Ordusu Kafkasya’yı ve görünürde ise Elviye-i Selase’yi tahliye edecekti. Bu durum Kafkasya’da Batum’dan Nahcivan’a kadar olan bölgedeki halkın kendi kaderi ile başbaşa kalması anlamını taşımaktaydı. Mondros Mütarekesiyle birlikte Ermeniler Birinci Dünya Savaşı sonlarında 28 Mayıs 1918’de kurdukları Ermenistan sınırları içerisinde ve dışında özellikle Erivan, Kars, Nahcivan bölgelerindeki Türk ve Müslümanları kitle halinde öldürmeye ve göç ettirmek için şiddet uygulamaya başlamışlardı. 1919 yılı Şubat ayında 9 ncu Türk Ordusu Güney Kafkasya ve Üç Sancaktan 1914 sınırına çekilince sınıra komşu bölgelerdeki Türk ve Müslüman halk kendilerini korumak ve savunmak üzere Türk Ordusunun da yardımı ile Batum’dan Nahcivan’a kadar uzanan bölgelerde milli şura hükümetleri kurdular ve Rus ve Ermenilerden kalan silahlarla milis güçleri oluşturdular417. Bu bağlamda ilk kurulanlar Ahıska ve Aras Hükümetleri olmuştur. Yine Osmanlı Ordusu çekilirken Kars’ta “Kars İslam Şurası” adıyla bir milli hükümet kurulmuş ve 14 Kasım 1918’de ilk kongresini yapmıştır. Osmanlı Ordusu’nun çekilmesi sonrasında 30 Kasım 1918’de Kars İslam Surası’nın davetiyle Orduabad, Doğu Şüregel, Ahıska, Ahılkelek bölgelerinin temsilcilerinin de katılımı ile Batum’dan Orduabad’a ve Ağrı Dağından Azgur’a kadar halkının çoğunluğu Türk olan bölgede merkezi Kars olmak üzere ismi Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkitesi (EK-I) (5 Kasım 1918 12 Nisan 1919) olan “Milli Şura Hükümeti” kurulması kararlaştırılmıştı418. Bu gelişmeler olurken Mondros Mütarekesini ileri süren İngilizler 11 Kasım 1918’den 417 ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1919-1921), Üçüncü Cilt, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1995, s.69 418 Ahmet, Ender Gökdemir; Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1998, s.63-69 229 itibaren 9’uncu Ordudan Kars’taki müstakem mevkileri teslim almaya başlamıştı. Bu sırada “Milli İslam Şurası” Kars iç kalesini alabilmişti419. Bunun devamında 13 Ocak 1919’da 200 kişilik bir İngiliz müfrezesinin eşliğinde İngiliz Askeri Valisi Temperley ve 50-60 kadar Ermeni ile İngilizler tarafından oluşturulan bir hükümet heyeti, General Beach yönetiminde Kars’a gelmiştir. General ve askeri vali, Milli Şura Hükümeti yöneticilerini çağırarak “İngiltere Hükümeti adına Ermeni Karganof’un Kars Valisi olarak atandığını ve kendisine itaat edilmesini istediklerinde; Milli Şura Hükümeti üyeleri tamamen Müslüman halktan oluşan Kars Vilayetine bir Ermeni vali atamak ve bu şekilde İslam ahaliyi Ermenilere katlettirmenin İngiliz tarihine yakışmayacağını, kendilerinin Ermenileri kabul etmeyerek hayatlarını feda edeceklerini ve Kars tarihini İslam kanı ile yazdırarak, namusları ile öleceklerini” bildirmişlerdir420. Milli Şura Hükümeti’nin bu direnmesi 12 Nisan’a kadar devam etmiş, bu tarihte İngilizler güç kullanarak Milli Şura Hükümeti’ni dağıtmışlar, İngilizlerin tutukladığı hükümet üyeleri Malta’ya sürgüne gönderilmişlerdir421. Böylece Kars fiilen Ermenistan Cumhuriyetine katılmış oluyordu. Ancak Amerikan Yardım Kurulunun yardımları olmasa Ermeniler bölgeyi işgal edemezdi. Bu yardımlar çok zor şartlarda yaşayan Müslümanların Hıristiyanlara hasetle bakmalarına sebep olmakla düşmanlığın artmasına vesile olmuştu. Bölgedeki İngiliz temsilcisi Rawlinson’un ifadesiyle Kars’ta her zaman için nüfusun büyük çoğunluğunu Türkler, Azeriler ve Tatarlar oluşturuyordu, ancak Ermeniler de bulunmaktaydı. Hakem rolüyle bölgeye gelen İngilizlerin Kars’ı Ermenilere vermeleri hem onları kışırtmış, hem yeni kavgaların sebebi olmuştu. Rawlinson’a göre bu, Yüksek Konsey’in hatalarından birisiydi 422. 419 Gökdemir, a.g.e., s.75 Gökdemir ,a.g.e., s.87-88 421 Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, (1919-1921) , 1995, s.78. 422 Rahmi Doğanay; “Mondros Mütarekesinden Sonra Kars ve Yöresinde Ermeni Faaliyetleri”, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, http://74.125.77.132/search?q=cache:cuuX3PaxGyoJ:yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd8/ sbd-8-01.pdf+Kars%27ta+Amerikan+Heyetleri&hl=tr&ct=clnk&cd=9&gl=tr (01.01. 2009) 420 230 Bu olaylar İngilizlerin Kafkasya’ya ilişkin siyasetlerini iyice açığa çıkarmıştı. Gelişmeleri izleyen 15 nci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın General Harbord Heyetine de bildirdiği gibi Ermeniler, İngiliz nufuzu ile Kars’ta güçlerini arttırıp, Ermeni yönetimini bölgenin her tarafına yerleştirdikten sonra Türkleri imha ederek nüfus olarak çoğunluğu sağlamaya yönelik mezalim uygulamasına başladılar. Bu nedenle bölgenin asayişi bozulmuş, her gün yüzlerce, binlerce Türk’ün kanı akıtılmaya başmıştı. İngilizlerin bu yardım ve desteği Ermenileri şımartmış, mezalimlerini arttırmıştır. Ermeniler Kars’la sınırlı kalmayarak; İngilizlerden Sarıkamış, Kağızman ve Ardahan’ı da alarak daha geniş bir bölgeye yerleşmişlerdir423. 2. Ermeni İstila Hareketleri Kars bölgesini İngilizlerden teslim alan Ermeniler, Türklerin direnmelerine karşın Iğdır-Sarıkamış-Kağızman ve Tuzluca’yı ele geçirerek sınıra gelmişlerdi. Türk Ordusunun 1914 sınırına çekilmesi sonrasında sınırın ilerisinde kalan Türkler kendi aralarında örgütlenmişlerdi. Diğer tarafta Nazarbayef komutasında sekiz bin kişilik bir Ermeni kuvveti, Erivan, Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, Iğdır, Kağızman ve Sarıkamış bölgesine yerleşmişti. Yirmibine çıkacağı tahmin edilmekteydi. Ayrıca eski çeteci Antranik’in emrinde üç bin kadar Taşnak çetecisi vardı (Bu sıralarda Rus Bolşevik Ordusu, Kuzey Kafkasya’da Denikin Ordusu’nu yenerek güneye doğru ilerlemeye başlamıştı). Bölgenin yerli halkıyla Ermeniler arasında çarpışmalar eksik olmuyordu. Ermeni çeteler ele geçirdikleri bölgelerdeki halkı öldürüyor veya göçe zorluyordu424. Lehlerine gelişen ortamdan yararlanan Ermeniler önce köylere baskın yapıp, köylülerin ellerindekileri almış, sonrasında öldürmelere başlamış, kaçanları ise takip ederek Kars istikametinde çekilmeye zorlamışlardı. Gayeleri “Türk’süz bir Ermenistan” yaratmaktı425. Kafkaslarda Türk sığınmacılarının durumu acınacak haldeydi. Kars’a yığılan 25.000 sığınmacı Ermeni çetelerinin kıyımına uğramaktaydı. Hatta İngiliz Alb. 423 Kazım Karabekir; İstiklâl Harbimiz, Emre Yayınevi, İstanbul, 1995, s.307. İhsan Sakarya; Belgelerle Ermeni Sorunu, ATASE Yayınları, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983. s.381. 425 Saray, a.g.e.,s.84. 424 231 Rawlinson Ermenilerin insanlık dışı eylemleri hakkındaki raporunda, Kars’ı Ermenilere veren İngilizlerin vicdanen sorumlu sayılması gerektiğini bildirmektedir.426. Buna karşın yine İngilizler Mondros Mütarekesini ileri sürerek Türk askerinin bölgeye girmesine izin vermediği için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa katliama müdahale edememiş, İngilizlerden katliamın önünün alınmasını istemiştir427. Ermenilerin 1919 Nisan’ında Kars’ı ele geçirmelerinden sonra başlayan katliam Eylül sonlarına kadar devam etmiş Kars şehrinde ve çevresinde öldürülen insan sayısı 30.000’i bulmuştur. Ardahan ve Sarıkamış bölgelerindeki katliam da eklendiğinde 1920 yılı başında bu sayı 45.000’e çıkmaktaydı428. Türkiye’den yardım alamayan bölge halkı feci durumunu duyurmak için Kars milletvekili Bekir Sıtkı Bey aracılığı ile Amerikan yetkililerine mektup göndermiştir. Bekir Bey mektubunda Ermeni katliamını ve eziyetini anlatmış, vahşetin durdurulmasını istemiş, ancak cevap veren çıkmamıştır429. Bu arada İngilizler yoğun bir propaganda uyguladıkları Ermenileri,Türk hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi. Amaçları Mondros Mütarekesine ters düşmeden Anadolu’yu ve Kafkasya’yı ele geçirmekti. Mondros Mütarekesi’nde aşayişi sağlamak için İtilaf Devletlerine müdahale ve işgal yetkisi alınmıştı. Ermeniler tahrik edilerek müdahalenin gerekçesi hazırlanabilirdi. Bu bağlamda bölgede yaşayan ve Türklerle çatışma isteği olmayan Ermenilere, İngilizler tarafından “ siz Türkleri öldürün, silah ve cephane bizden” sözleri verilmekteydi 430 . Bu gelişmeler göstermektedir ki Mondros Mütarekesi istismar edilerek; Doğu Anadolu’da İngilizler, Çukurova ve G.Doğu Anadolu’da ise Fransızlar Ermenileri kullanarak kendilerine kalıcı nufuz alanları kurmak ve bunu koşulların elverdiği oranda genişletme çabalarına girişmişlerdi. Halbuki İtilaf Devletlerinin bir yandan Ermenilere vermek, aynı zamanda da Kürdistan ve Pontos Devleti kurmak istedikleri Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve Çukurova coğrafyasında Türkler çoğunlukta idi. Ermeniler, mütarekede bıraktığımız üç sancaktaki Şura Hükümetlerini dağıtarak birçok yerde sınırlarımıza kadar ilerlemişlerdi. 426 Mc Carty,1998. s. 247–249 Karabekir, 1995, s.68. 428 Saray, a.g.e.,s.201-205. 429 Karabekir, 1995, s.295. 430 Karabekir, 1995,s.308–309. 427 232 Yurtlarının kaybedilmesi tehlikesi karşısında Doğu Vilayetlerinin aydınları Vilayat-ı Şarkiyye Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyetini kurdular. Doğu illerinde cemiyetin şubeleri açıldı. En önemlisi Erzurum şubesi idi431. Öte yandan kaçtıkları, saklandıkları bölgelerden dönen Ermeni komitecilerinin ulusal onurumuzla oynayan hareketleri, saldırıları, aşırılıkları İstanbul’da da artmıştı. Resmi çevrelerin İttihat ve Terakki yönetimini kötülemek ve İtilaf Devletlerine yaranmak için “800.000 Ermeni öldürüldü” şeklindeki herhangi bir kayıt ve belgeye dayanmayan, güya eski idare ve hükümeti eleştirmek amacıyla sarfedilen haince ve mantıksız ifadeler daha sonra Osmanlı Devleti aleyhine karşı belge olarak kullanıldı. Paris Barış Konferansına katılan Sadrazam Damat Ferit, Ermenistan için geniş bir bağımsızlık kabul ediyor, hiçbir esasa dayanmadan Toroslar’ı Türkiye’nin doğal sınırı olarak benimsiyordu. Bundan başka savaş sırasındaki suçların, katliamların sorumluluğunu İttihat ve Terakki Cemiyetine yüklemek, halkı ve hükümeti sürü gibi gösterme suretiyle siyasi bir benzetme yapıyordu432. İstanbul Hükümeti’nin Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasına onay vermesi de Doğu Anadolu halkı üzerinde derin etkiler yaratmaktaydı. B. Ermeni İstilasına Karşı Türk Milli Mücadelesinin Başlaması Ulusal Kurtuluş hareketinin her ne kadar tek bir işgale veya tehdide karşı yürütüldüğü söylenemez ise de Ermeni istilasına karşı direniş bu mücadelenin ilk temel taşıdır denilebilir. Bu hareketin içerisinde Ermeni meselesi kilit bir yer tutar. Batılı Devletlerin Türkiye’nin paylaşım planlarını yaptıkları dönemde tehlikeyi gören Türk ulusu, kaderine sahip çıkmak için önce “Müdafayı Hukuk” cemiyetlerini kurarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zeminini oluşturmaktaydı. Müdafayı Hukukun anlamı, Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar içerisindeki yanlışlarından sorumlu tutulan, Mondros Mütarekesi’nin haksız uygulamasıyla zulüm ve adaletsizlik baskısı altında ezilmek, sömürge yaşamına zorlanarak cezalandırılmak istenen Türk Ulusu’nun; ulusal, bağımsız bir devlet kurarak yaşama hakkını, Osmanlı Hükümetine, İmparatorluğun diğer 431 Fahri Belen; Türk Kurtuluş Savaşı; Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları:13, Ankara, 1973, s.89 . 432 Uras, a.g.e., s.652-653. 233 unsurlarına ve bu hakkı tanımayan Birinci Dünya Savaşı’nın galibi ülkelere karşı fiili bir mücadele sonucu elde etmesidir. Ulusal bilincin önce “Redd-i İlhak” cemiyetleri ile ortaya çıkışı sonrasında hareketin ilk aşamasında cemiyetler, yerel kongreler aracılığı ile aynı gaye etrafında toplanılmıştır. Daha sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin çatısı altında birleşen Milli Mücadele ruhu ulusal boyuta kavuşmuştur433. 1. Mustafa Kemal Paşa’nın Ermeni Tehdidine İlişkin Faaliyetleri Değinilen gelişmeler olurken 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan ve bir müddet sonra Havza’ya intikal eden Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresi’ne katılıncaya kadar geçen sürede de Ermeni meselesini yakından takip etmiş ve gerek ast, gerekse üst makamlara Ermeniler hakkında bilgilendirici veya direktif mahiyetinde yazışmalarda bulunmuştur. 30 Mayıs 1919 tarihinde 15’inci Kolordu Komutanlığına Ermenilerin Kars ve Sarıkamış’ta 10.000 asker yığdıklarına dair aşağıdaki telgrafı göndermiştir. “Vali Münir Bey’den 29 Mayıs tarihli aldığım şifrede sıhhat derecesi henüz doğrulanmamış kaydıyla Ermenilerin Kars ve Sarıkamış’ta on bin asker yığdıkları ve Antiranik’in de otuz bin kadar kuvvetle Van tarafına inmekte olduğu bildiriliyor. Bilgilendirildiğiniz açık olan bu haberin kaynağı ve doğruluk derecesi hakkındaki araştırma ve görüşlerinizin bildirilmesini rica ederim. Evvelce de arz ettiğim gibi, siyasi vaziyetimizi ben çok karanlık görüyorum. İtilaf Hükümetleri, atalarımızdan kalan meşru hakkımız olan toprakları çiğnemeyi Hıristiyanlık adına bir hizmet sayıyorlar. Bu cümleden olarak Ermenilere vilayetlerimizi peşkeş çekmeleri de (...) ihtimal bulunuyor. Böyle bir vaziyette İngiliz birliklerinin İzmir’de Yunanlılarla Rumlara yaptıkları gibi bu cephede de Ermenilere öncülük edeceği çok muhtemeldir. Ve böyle bir hareketle zorla yerleşmiş olan mahalli ahali ile muhacirleri bir kere daha yerlerinden oynatmak ve bu şekilde azınlığın çoğunluğa hakim olma teorisini uygulamak kendilerince uygun görülebilir. Bergama buna bir misaldir. Kanaatimce böyle bir hali biz düşmanlık olarak görmeye ve saymaya, meşru topraklarımızı ve milli bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz... 9’uncu Ordu Kıtaları Müfettişi Mustafa Kemal 434. 433 Öke, 2000, s.214–215 Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. 1991. s. 27–28. 434 234 Bu telgrafla Mustafa Kemal Paşa İtilaf Devletleri bir yandan Pontus senaryosunu kurgularken diğer taraftan Türkiye’nin doğusunda çok geniş bir parça kopararak Ermenistan kurma çalışmalarını da sürdürdüğü, bu oyunu bozmak ve yurdu korumak için savaşmaya hazır olunması gerektiğini ilk günden vurguluyor ve bölgedeki Türk Ordusu’na hazırlıklı olmaları için mesaj gönderiyordu. Yine Mustafa Kemal Paşa Havza’dan 3 Haziran 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı’na katılma hazırlıkları içerisinde olan Osmanlı Hükümeti’nin sakıncalı tutumlarına dikkat çeken bir telgrafı vali ve komutanlara göndermişti. “Komutanlara ve Valilere … Paris’e gitmeye hazırlanan heyetin (Barış Görüşmeleri Heyeti) görüşüyle milli vicdanın kesin talebi arasında tam uygunluk şarttır. Aksi takdirde millet, gayet zor vaziyette ve telafi edilemez oldubittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır: Sadrazam Paşa hazretleri, bilinen açıklamasında, bir Ermeni özerkliği esasını kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi. Bundan doğu vilayetleri halkı tabii ki üzüldü ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şurası’nda da hemen herkese milli bağımsızlığın korunmasını ve milletin mukadderatının bir milli şuraya verilmesini istediği halde, yalnız hükümetin dayandığı İtilaf ve Hürriyet Fırkası adına Reis Sadık Bey’in yazılı ifadesinde İngiltere’nin himayesi teklif edildi. Geniş bir Ermenistan özerkliğini ve devletin bir yabancı himayesini kabul etmesi meselelerinde milli arzu ile şimdiki hükümetin görüşü arasında mutabakat olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa hazretleriyle beraberinde hareket edecek olan heyetin milletin haklarını savunmada takip edeceği esaslar ve program milletçe bilinmedikçe arz edilen noktalarda endişeye düşmekten kaçınılamaz. Bu suretle vilayetlerdeki ve çevrelerindeki Müdafai Hukuku Milliye, Reddi İlhak cemiyetlerinin temsilci heyetleri ve henüz teşkilatını tamamlayamayan yerlerde de belediye heyetleri Sadrazam Paşa hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişaha telgraflarla müracaat ederek, milli tam bağımsızlığın dokunulmazlığının ve milli çoğunluğun haklarının korunmasının milletçe esas şart olduğunu açıklamalı ve buna 235 göre gidecek heyetin savunma esaslarının millete resmen ve açıkça bildirilmesini istemelidir. Mustafa Kemal”435 Mustafa Kemal Paşa’nın bu tamiminde Ermeni meselesi hakkında Hükümetin yürüttüğü gizli politikanın tehlikesine dikkat çekmekte ve milli meseleler konusunda politika oluştururken çoğunluğun haklarının korunması, şeffaflık gibi noktalara değindikten sonra aslında yakın bir gelecekte Ermeni meselesinin boyutlarının büyüyeceğini vurgulamaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın dikkat çektiği diğer bir konu temelde misyoner bir örgüt olan Amerikan Board Heyetine bağlı Merzifon’daki Amerikan Kolejine ait istihbarat bilgileridir. İstihbarata göre Ermeni terörü ile Amerikan misyonerleri arasında organik bir bağ söz konusudur. 6 Haziran 1919’da Harbiye Nezareti’ne gönderilen telgrafın metni aşağıdadır. “Merzifon kazasındaki Rumlarla İngiliz subayları hakkındaki istihbarata ek olarak bu defa Amasya sancağından aldığım bilgide ancak tehcir sırasında Merzifon’da esasen çokça kalan Ermenilerin bu kez başka yerlerden de gelenler ve göçten dönenler yüzünden miktarlarının daima artmakta olduğu ve bunların dışardan da satın almaya teşebbüs etmeleri ve iki ay önce Patrikhaneden gönderilen Bedros ve Lerzon adında eğitim görmüş iki genç Ermeni’nin siyasi meselelerle uğraştıklarının duyulduğunu, Merzifon Amerikan Mektebi’ne getirilen eşya sandıklarının üzerinde Otoman Amerikan markaları görüldüğünden bunların herhalde silah olduğunda şüphe bırakmıştır. 9’uncu Ordu Müfettişi Tuğgeneral M. Kemal ”436. Mustafa Kemal Paşa Havza’dan sonra Amasya’ya gelmiş ve 12 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayımlamıştır. 16 Haziran 1919’da 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Paşa’ya gönderdiği telgrafta Ermeni meselesine ilişkin olarak aşağıdaki hususlara değinmiştir. 435 436 Nutuk/Söylev, Cilt 1, TTK Basımevi, Ankara, 1986, s.38-41. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, E.U. Basımevi, Ankara, Eylül 1953, Sayı:5, Vesika No:101 . 236 “Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakarlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Fakat Anadolu’nun öteki tarafları böyle değildir. Siyasi zümrelerin şimdiye kadar menfaatleri uğrunda halkı oyuncak kabul etmiş olmaları, ahalide her türlü teşkilata karşı bir tür çekingenlik doğurmuştur”437 . Yine Mustafa Kemal Paşa 24 Haziran 1919 tarihinde Ermeniler hakkında elde ettiği istihbaratı 15’inci Kolordu Komutanlığına göndermiştir. “Doğu vakaları hakkındaki istihbarat aşağıdadır: 1. Ermeni Hükümeti Cumhuriyesi’nin hali hazırda üç tümen askeri varmış, gönüllülerden bir dördüncü tümen kurulması arzu olunuyormuş. Fakat kimse icabet etmediğinden mümkün olmamış. 2. Mevcut tümenler iki taburlu ikişer piyade alayından mürekkep olup taburda dört makineli tüfek ve iki dağ topu varmış; bütün Ermeni ordusunda altı adet sahra topu bulunuyormuş. 3. Tümenlerin mevcudu sekiz yüz eri geçmemiş olup sahra toplarının hayvanları olmadığından katırla harp edilmekte imiş. 4. Ermenistan Harbiye Nazırı eski Rus generallerinden Nazarıekov imiş..”438. Anadolu’da geniş bir bölgeye 9’uncu Ordu Müfettişi olarak atanan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’nin baskılarına karşı 7/8 Temmuz gecesi görevlerinden istifa ederek ulusal hareketin başına geçmişti. 8 Temmuz 1919’da Komutanlara durumu bildirirken Ermeni meselesine de değinen aşağıdaki telgrafı göndermişti. “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan milli mücahede uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmaya resmi ve askeri sıfatım artık mani olmaya başladı. Bu mukaddes gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz 437 Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler IV, ATASE Yayınları, Ankara, 1996, Belge No. 13, s.40-44. Nimet Arslan; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara, 1964,s.44-45; ABE c.3, s. 119 438 237 vermiş olduğum için pek aşığı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra mukaddes milli gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sinei millette mücadele eden bir fert olarak bulunmakta olduğumu tekmil Müdafaai Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerine ve mülkiye merkezleri ile askerlik şubeleri vasıtasıyla vatanın en ücra köşesine kadar tebliğ ve anlatılmasına aracılığınızı ve hızlı vatanperverane yardımlarınızı hasseten rica ederim”439. Bütün bu yazışma ve muhabere, ülkenin çok kötü olan genel durumunu ve bunun önemli bir kısmını oluşturan Batılıların Ermenistan projesine karşı ilgilileri bilgilendirme ve ileriye yönelik tedbirlerde ön alma amacına yöneliktir. Bu sırada İzmir Yunan işgaline girmiş ve pek çok acı tecrübe edinilmişti. Doğuda benzeri Ermeniler aracılığıyla gerçekleştirilmek istenmekte, Türkiye’nin batısı Yunanistan’a doğusu Ermenistan’a verilerek özellikle İngiliz çıkarlarına uygun siyasi yapılanmanın koşulları oluşturulmaktaydı. Daha sonraki aşamalarda başkanlıklarına Mustafa Kemal Paşa’nın seçildiği Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanmış ve Türklerin yaşadığı topraklar için bağımsızlığı benimseyen, azınlıklar için ayrıcalığı reddeden kararlar alınarak yurt çapında direnme hareketi başlamıştı. Bu örgütlenme çerçevesinde Güney Doğu Anadolu’daki düşmana karşı direnişi düzenlemekle görevlendirilmiş ve şiddeti artan Türk direnişi karşısında Fransa güç duruma düşmüştü440. 2. Erzurum ve Sivas Kongreleri Erzurum Kongresini en çok meşgul eden konulardan birisi manda meselesi olmuştur. Mondros Ateşkes Anlaşmasından itibaren Osmanlı Devleti’nin geleceği konusunda ortaya çıkan değişik çözüm önerilerinden birisi Amerikan mandasının benimsenmesi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresinde bulunduğu esnada kendisine ve Kazım Karabekir Paşa’ya “Amerikan mandası” telkin eden telgraf ve mektuplar gönderilmiştir. Bunlardan eski Beyrut Valisi ve Wilson Prensiplerini benimseyen Milli Ahrar Fırkası yöneticilerinden Bekir Sami Bey, 25/26 Temmuz 1919’da M. Kemal Paşa’aya gönderdiği telgrafta “tam bağımsızlığın arzu edildiğini, ancak bu aşamada ülkenin çok parçalara bölünebileceğini; o halde iki üç ili 439 440 ATBD, Mayıs 1981, Sayı 79, Belge 1734 , s.22-24 Çaycı,a.g.e.; s.81 238 kapsayacak bağımsızlık yerine tüm ülkenin toprak bütünlüğünü güvence altına alacak Amerikan mandasının daha iyi olacağı” ileri sürülmekteydi. Kendisi İstanbul’daki ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol ile görüşmüş ve amiral bu isteklerin “birkaç kişinin değil milletin isteği olarak duyurulması gerektiğini” söylemiş, ABD Başkanı Wilson ile Senato ve Kongreye başvurulmasını önermiştir441. Türkiye’de Amerikan Mandasının bir çare olarak görülmesinin nedenlerini özetlemek gerekirse; (ı)Türkiye’nin parçalanmasını önlemek, (ıı) Yabancıların azınlıkları bahane ederek müdahale etmesinin önüne geçmek, (ııı) Türklerin kendilerinin devamlı bir yönetim kurup kalkınamayacakları kanaati, (ıv) Türkiye’nin kalkınması için yabancı sermayeye ve değişik alanlarda uzmanlara duyduğu gereksinim, (v) Kapitülasyonların varlığı ve devletin ağır borç altında olması . Buna karşı Amerika; Avrupalı devletler gibi sömürgeci zihniyet taşımadığı, laik ve milliyetsiz bir kimliğinin oluşu, iyi niyetli ve geniş imkanlara sahip olduğu gibi düşüncelerle tercih edilmekteydi442. İngiltere ve diğer İtilaf Devletlerinin yetkililerinin tutumlarından ülkenin parçalanacağını anlayan kesimler kurtuluşu Amerika’da bulduklarını yazmaktaydılar. Bu bağlamda Ahmet Emin Yalman 22 Ağustos 1919’da Peyam gazetesinde yayınlanan makalesinde “Türkiye’ye gerekli olan yardımı kim yapacaktır? Başlığı altında isim vermeden Amerikan mandasını savunmaktaydı443. Erzurum Kongresi’nde dört delege (Ömer Fevzi, İbrahim Hamdi, Ali Naci, Yusuf Ziya Beyler) kongreye sundukları programlarının bir maddesinde “Doğu Anadolu’da Amerikan veya İngiliz mandalarından birisinin yol gösterici olacağını” belirtmişlerdir. Öte yandan Erzurum Kongresi sırasında King-Crane heyeti henüz İstanbul’da idi. Amerikan mandası taraftarı pek çok kişi mandanın kabulünü öneren telgraflar çekerek kongreyi etkileme gayreti içersinde idiler444. İstanbul’da bulunan 441 Ayışığı, a.g.e.;s. 40-41 Mine Erol; Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi ( 1919-1920), İleri Basımevi, Giresun, 1972, s.42-44 443 İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981, s. 82-83 444 Ayışığı, a.g.e., s.41 442 239 10’uncu Kafkas Tümen Komutanı Kemalettin Bey gönderdiği mesajında “Amerika’nın Türkiye’yi mandası altına almayı kabul ettiğini, koşulların henüz belli olmadığını, Ermeni mandasını istemediklerini, Osmanlı Hükümeti’nin Anadolu’dan korktuğunu, bu durumun İngilizlerin öfkesini, Amerikalıların takdirini çektiğini” belirtmekteydi. Yine Sivas’tan 3’üncü Kolordu Kurmay Başkanının komutan adına gönderdiği telgrafta “Amerikan mandası gerçekleşiyor, Amerikalılar tercih edilmelidir. Anadolu’da bazı kayıt ve koşullarda bu mandayı kabul etmek üzere Amerikalılarla temasa geçilmelidir” ifadeleri yer almaktaydı445. Mandaya ilişkin gelen bu haberler, Mustafa Kemal Paşa’ya 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa tarafından bildirilmekteydi. Yürütülen propagandanın Anadolu’daki milli örgütler üzerinde etkili olduğunu gören M. Kemal Paşa aşağıdaki görüşlerini Ali Fuat Paşa’ya şifreli telgrafla göndermiştir. “1. Sözü edilen Amerikan manda yardımlarının çok dikkatli olarak incelenmesi ve milli amacımızla karşılaştırılması çok önemlidir. İstanbul’da çalışan örgütlerin amacı ulusun birliğini, devletin bütünlüğünü, bağımsızlık ve egemenliğinin sağlanması noktasında düşünülen ve gösterilen şekillere göre; Amerikan mandasının kabulü halinde bu amaçlar saklı kalabilir mi? Bağımsızlık ve egemenliğe hiçbir surette zarar gelmemek kaydıyla Amerikalıların iktisadi ve teknik yardımlarını beklemekten kötülük doğmayabilir. Bunun için pek pahalıya mal olacak bu ince noktayı daha önce temasta bulunduğu bildirilen İngiliz ve yetkili kişilerle bir kere daha etraflıca görüşerek güvenliğe bağlanması veya yakınlık derecelerinin saptanması gerekir. Bu yapıldıktan sonra doğu illerinde, ardından Sivas Kongresinde görüşülmek üzere vakit geçirmeden bildirilmesini dilerim. 2. Milli değere bağlı ve uygun olmayan kararlar, hiçbir zaman millet gözünde iyi görülmeyeceğinden, vatani ve milli yazgılarda milli vicdana yansımış bulunan görevimizi iyi yapmak için milli dileğin birleşmesini beklemeden hiçbir surette yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan ötürüdür ki, yabancılarla bağlantı ve ilişki kurulmasının kongre kararlarına dayanması ve millet adına yapılmasını öngörmekteyiz. 445 Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1988, s.190-191 240 Hamdolsun ki vatanımızdaki ulusal akım pek ziyade gelişmiş ve güçlenmiştir. Bu durum bizleri daima bu noktaya çekiyor ve çağırıyor. 3. Şurası göz önünde tutulmalıdır ki ülke ve milletin kaderi hakkında Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükümet ancak, milli egemenlik ilkesini ve bir ulusal şuranın varlığını kabul eden ve ona dayanmayı uygun gören bir hükümettir. Şu takdirde merkezi hükümeti kuracak kişilerin kesinlikle bu nitelikte olması gereklidir. Bizce olduğu gibi, oradaki çalışmanızda da bu noktanın sağlanmasına yönelmelidir, 4. Yakında Kongre kararlarını göreceksiniz. Gözlerinizden öperim”446. Telgrafta Mustafa Kemal Paşa mandayı reddetiğini, ayrıca ülke ve milletin kaderi hakkında bir yabancı devletle anlaşmaya ancak milli egemenlik ilkesini kabul etmiş ve ulusal bir meclise dayanan bir hükümetin yetkili olabileceğini, ne İstanbul Hükümeti ne de başka örgütlerin bu konuda yetkili olmadığını açıklamaktadır. Bütün bu gelişmeler sonrası Ulusal Kurtuluş hareketinin fikir alt yapısı ve siyasi hedeflerinin oluşturulduğu kongrelerden ilki olan Erzurum Kongresi kararları aşağıdadır. ERZURUM KONGRESİ KARARLARI (23 Temmuz -7 Ağustos 1919) Madde 1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz Madde 2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde Millet topyekün olarak kendisini savunacak ve direnecektir. Madde 3. Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı takdirde bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir (Sivas Kongresi ). Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır. 446 Akçakayalıoğlu , a.g.e., s.191-192 241 Madde 4. Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır. Madde 5. Hıristiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. Madde 6. Manda ve himaye kabul olunamaz. Madde 7. Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır. Kongre sonunda tüzüğü aracılığı ile fikir ve çalışma esaslarını saptadıktan sonra bir Temsil Heyeti seçmiştir 447. Erzurum Kongresi kararlarına bakıldığında aslında hepsinin bir şekilde Ermeni meselesi ile ilgisi görülür. Çünkü kararın bütünü Ermenilerin talep ettikleri bağımsız bir Ermenistan’ı, Ermenilere siyasi dengeyi bozacak haklar tanınmasını, milli iradenin önüne geçilmesini ve manda yönetimi kurularak Ermenilerin lehine oluşacak koşulların oluşturulması reddetmektedir. Kongre kararları Doğu illerinin hiçbirisinin Osmanlı topraklarından ayrılmayacak bir bütün oluşturduğu, saltanatı, hilafeti, vatanı kurtarmanın milli iradeye dayanmakla mümkün olacağı hükümlerini taşımaktaydı. Ayrıca ileride Misakı Milli olarak alınacak kararların esasını oluşturan Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı andaki sınırlar içerisinde parçalanmaz bağımsız bir devletin kurulması kararı alınmıştır. Bundan başka çeşitli doğu illerinin kurduğu cemiyetler birleştirilerek Doğu Anadolu Müdafayı Hukuk Cemiyeti oluşturulmuştu. Cemiyet tüzüğünün içeriğinde en önemli hususlar ise diğer illerle birlik sağlanamadığı takdirde doğu illerinin kendi başlarına silaha sarılacağı, hükümet Doğu Anadolu’yu gözetmeyerek bırakırsa geçici hükümet kurulacağı, kongre kararlarına aykırı davranışların ulusa ve yurda hiyanet sayılacağı şeklindeydi448. Amerikan mandası kongrenin gündemine getirilmiştir. Erzurum Kongresi sürecince ve hatta Kongre kararlarının açıklanmasından sonra dahi İstanbul’dan ve Sivas’tan Amerikan mandasının kabulünden başka kurtuluş çaremizin kalmadığı 447 448 Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1971, İkinci Cilt, s.113-114 Belen, s. 99 242 hakkında etkili kişiler tarafından tekrarlanan telkinlerde bulunulmuş ve Mustafa Kemal Paşa’yı bu hususta bir çok muhabere yapmaya sevketmiştir449. Erzurum Kongresi Müdafayı Hukuk meselelerini bir karara bağlamak ve bir temsil heyeti oluşturma görevini yapmıştır. Böylece milli hareketin bir merkezi ve önderi olacaktı. Bu önder Mustafa Kemal Paşa idi. Ermeni meselesi Erzurum Kongresinden sonra toplanan Sivas Kongresi’nde de ele alınmış ve kararlarına yansımıştır. Bu kongreye Erzurum’dan hareketle katılan Mustafa Kemal Paşa ve heyeti riskli bir yolculuktan sonra Sivas’a ulaşmıştı. Kongreyi engellemek ve Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamak için İstanbul Hükümeti çok çaba göstermişse de başarılı olamamıştır450. Bu ortamda kongre yabancı himaye (manda) tartışmalarına çekilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte manda taraftarları Mustafa Kemal Paşa’ya baskıda bulunmuşlardır. Örneğin Amerikan mandasının savunucularından Halide Edip 10 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı mektupta siyasi durumun had safhaya geldiğini, Türkiye’de mandaterlik meselesinin Amerikan Senatosuna teklif edilmesi gerektiği, İngiltere’de Morrison gibi bazı meşhur kişilerin Amerika’nın Türkiye’de manda almasına taraftar olduklarını belirtmekte, ayrıca bu durumun ehven-i şer olarak görülmesinin nedenlerini sıralamaktaydı”451. Ancak görüleceği gibi bu tarz dilekler ustalıkla atlatılmıştır. Amerikan mandasını destekleyen tanınmış kişilerden Ahmet İzzet Paşa ise hazırladığı ve Kongreye gönderdiği muhtırada hilafetin ve Boğazlarla İstanbul’un Osmanlılarda kalmasını, Anadolu’daki Rumların Balkanlardaki Türklerle mübadelesini savunuyordu. Ayrıca Irak ve Suriye’nin özerk olarak Osmanlı idaresine bırakılması bu muhtırada yer alıyordu. Burada manda fikrinin savunucularının hayalcilikleri göze çarpmaktadır. Çünkü bu kişiler Arap illeri ve imparatorluk hayali uğruna Doğu Anadolu’dan fedakarlık yapmaya hazır görünüyorlardı. Ancak bu pazarlıkların taşıdığı tehlikelerin bilincinde olan ve kurtuluşu kurulacak Türkiye gerçeğinde arayan kadrolar 449 Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, s.96 Aydemir, a.g.e., s.126 451 Ayışığı, a.g.e., s.48 450 243 Mondros Mütarekesindeki sınırları benimsemişlerdi. Mandacıların King Crane Heyetine sunduğu Doğu Anadolu’da Ermenilere toprak verilebileceğine ilişkin yazısına karşılık Heyeti Temsiliye bir karış bile toprak verilmeyeceğini kesin bir tavırla belirlemiştir452. Sivas Kongresinin 8 Eylül 1919 tarihinde gerçekleşen dördüncü oturumunda İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami ve İsmail Hakkı Beyler tarafından kongreye verilen Amerikan mandası konusundaki muhtıra yoğun tartışmalar sonrasında geri çekilmiştir453. Kongrenin kapanışının ardından Damat Ferit Paşa Hükümetine karşı uygulanan Anadolu ile iletişimi kesme girişimi sonuç vermiş ve 30 Eylül’de Ferit Paşa sadrazamlıktan düşmüştür. Bu gelişme Amerikan basınına da yansımış ve haberi “Türkiye İtilaf Devletleri için Büyük Sorun Haline Geliyor” başlığı ile veren The New York Times Gazetesi olayı Genç Türk Partisi’nin (Jön Türk) yükselişi olarak göstermiş ve “Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da 300.000 kişilik orduya sahip olduğu İstanbul’un Anadolu üzerindeki kontrolünü kaybettiği ve hali hazırda bu ordu ile başa çıkacak elde bir güç bulunmadığı, İtilaf Devletlerinin bu gelişim karşısında yeteri kadar birlik olup buna müdahaleleri konusunda şüpheler olduğu”na yer vermiştir454. Amerikan basınının bu tarz haberleri yorumlandığında Türk milli hareketinin gücü hakkında fikir sahibi olmaya başladıkları ve Türklerin direnecekleri bir Ermenistan mandasını üstlenmenin veya Türkleri tatmin etmeyen çözümlerin zorla uygulamanın mümkün olamayacağı konusunda kendi kamuoylarının dikkatini çektikleri söylenebilir. Erzurum Kongresinin tüzüğü ve esas amaçları Sivas kongresinde de kabul edilmiştir. Ancak Erzurum Kongresinde bölgesel örgütlerin oluşturduğu ‘Vilayatı Şarkiye Müdafayi Hukuk Cemiyeti’ yerini ülke çapında temsil eden örgütler aldığından ‘Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti’ almış, ‘Vilayatı Şarkiye’ yerine ‘vatanın bütünü’ şeklinde ifadeler kullanılarak cemiyet bütün Türkiye’nin direnme örgütü halini almıştır455. Sivas Kongresi sonucunda Damat Ferit Paşa'nın istifası Anadolu hareketi açısından siyasal bir zaferdir. Kongre sonunda milli hareketin esaslarını içeren aşağıdaki beyanname yayınlanmıştır. 452 Ayışığı,a.g.e., s Belen,a.g.e., s.113-115 454 The New York Times, 7 Oct. 1919. 455 Aydemir, a.g.e., s.126-128 453 244 SİVAS KONGRESİ BEYANNAMESİ 30 Ekim 1918 tarihinde ve mütareke imzalandığı sıradaki sınırlar dahilinde bulunun ezici bir İslam çoğunluğunu barındıran topraklar içindeki Osmanlı toprakları hiçbir suretle bölünemez bir bütün oluşturur. Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, Milli İstiklalin sağlanması, saltanat ve hilafet makamının dokunulmazlığı için Kuvayı Milliye’yi amil ve milli iradeyi hakim kılmak esası kesindir. Vatanın neresinde olursa olsun bir işgale ve Rumluk, Ermenilik teşkili gibi teşebbüslere karşı birlik halinde savunmak ve direnmek esası meşrudur. Azınlıkların hak eşitlikleri kabul, ancak milli egemenlik ve sosyal dengeyi bozacak esaslar reddedilir. Hükümet bir dış baskı karşısında mülkün herhangi bir parçasını terk zorunda kalırsa buna karşı bütün tedbirler alınır ve kararlar verilebilir. İstiklal ve milliyet esasına riayet gösteren dış iktisadi ve teknik yardımlar kabul edilir. Merkezi Hükümet milli iradeye tabi olmalıdır. Milli Meclis toplanmalıdır. Cemiyetin bir Temsil Heyeti vücuda getirilmiştir456. Sivas Kongresi kararları da bir bütün olarak egemen ve bağımsız bir Türkiye resmini çizmiş, Türk toprakları üzerinde bir Ermenistan kurulması, Amerikan mandasının kabulu gibi akım ve girişimlerin karşısında olmuş, bağımsızlık karakterinde bir belgedir. Ayrıca Sivas Kongresi dağınık bir durumda birbirinden ayrı çalışan milli direniş unsurlarını birleştirmiştir. Kongre ayrıca Anadolu’da gelişen milli hareketle İstanbul Hükümeti arasında bir güç dengesi sağlamış, Anadolu’daki sivil ve askeri yönetim bu kongre sonrasında başvurabilecekleri bir makama kavuşmuşlardır. Sivas Kongresi ümitsizliğin etkisiyle birçok aydın kesimin düşüncesi olan Amerikan mandası, 456 Aydemir, a.g.e.,s.129-130 245 İngiliz himayesi gibi eğilimleri değiştirmiştir. Ulusta bir güven hissi oluşmaya başlamış ve ulusal hareketin liderliğine Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. İhtilalci bir karakter taşıyan kongre İstanbul Hükümeti’nin boyun eğdiği Mondros Mütarekesinin uygulama şeklini redderek, işgallere karşı konulacağını ilan etmiş, Amerikan mandasını reddetmekle de koşulsuz bir bağımsızlık istediğini ortaya koymuştur. Aralık ayına kadar Sivas’ta kalan Temsil Heyeti 27 Aralık’ta Ankara’ya gelmiştir. Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaptıktan sonra Heyeti Temsiliye Başkanlığına seçilmiş olan Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin başlayan milli kurtuluş hareketinin dış desteğini kesmek için doğuda Bolşeviklerle birleşilmesine engel olmak için Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan oluşan bir Kafkas bloku kurarak Türkiye’yi soyutlama planlarını anlamıştı. Bunun için doğuda gecikmeden yapılacak bir taarruzla Bolşeviklerle irtibatın kurulmasını istiyordu. Bu maksatla 6 Şubat 1920’de 15’inci Kolordu Komutanlığına gönderdiği yazı ile taarruz planı hakkındaki direktiflerini bildirmişti. Bu direktifte siyasi durum açıklandıktan sonra; - Doğu Cephesinde seferberlik yapılması, - Yeni Kafkas Hükümetleriyle özellikle Azerbaycan ve Dağıstan gibi İslam hükümetleriyle görüşülerek bize karşı tutumlarının açığa kavuşturulması, - Memleket içerisinde örgütlenmenin güçlendirilmesi, silah, cephane ve malzemenin teslim edilmeyerek gerekirse bunun için silah kullanılması, En önemli görev olarak da, İtilaf Devletleri’nin zaman kazanmasına imkan verilmemesini istiyordu457. Heyeti Temsiliye Ermenistan’a taarruz kararı verdiği zaman batıda Yunanlılarla, güneyde Fransızlarla savaşlar devam etmekte, ülke batıdan, güneyden ve doğudan çevrilmiş ve içeride kritik yerler işgal edilmişti. İtilaf Devletlerinin Türkiye ile barış istekleri askıya alınmıştı. Barışın uzamasının nedenleri Türkiye’nin haksız bir barışı 457 ATASE; Türk İstiklal Harbi, Üçüncü Cilt, Doğu Cephesi (1919-1921), Gnkur. Basımevi, Ankara, 1995, s.61 246 kabul etmeyerek, gerektiğinde silahla karşı koyacağının anlaşılmasıydı. Öte yandan Bolşevik ihtilali ile ortaya çıkan gelişmeler de Türkiye ile barışı geciktiren nedenler arasındaydı. Bolşeviklerle temas eden milletler ya Bolşevikleşmiş veya silahla karşı koymuşlardı. Türkiye de bu iki seçenekten birisini seçme durumunda idi. Rusya, Türkiye’nin Batılılar tarafından parçalanmasından tedirgin oluyor, Boğazların ve Batı Anadolu’nun işgali ulusal çıkarlarıyla ters düşüyordu. Türkler Bolşeviklere karşı tavır alırlarsa İtilaf Devletleri’nin bazı ödünler vermesi gerekecek, örneğin işgal ettikleri toprakları geri verme durumunda kalacaklardı. Bu önemli kararı alamadılar. Türklerin haklarını vermek yerine yoketmeyi tercih edip dayanaklarını kırma girişimlerine giriştiler. Bunun için Türkiye’nin çevrilerek soyutlamayı gerekli görülmekteydi. Zaten İtilaf Devletleri ve Yunan askeri güçlerince Türkiye’nin Anadolu’nun batısı, güneyi ile Suriye, Irak ve İran taraflarından çevrilmesi gerçekleştirilmişti. Karadeniz anılan güçlerin donanmalarının denetiminde idi. Tek bağlantı kuzey doğu olmaktaydı. Türkiye Kafkaslar üzerinden gelecek bir Bolşevik hareketini kolaylaştırdığı takdirde Anadolu, Suriye, Irak, İran hatta Hindistan yolları açılmış olacaktı. Kafkas cephesini kapatacak askeri güçleri ve üsleri bulunmadığından bu istikameti kapamanın çözümünü Kafkas milletlerinden bir set oluşturmada aradılar. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlıklarını tanımak suretiyle onları yanları çekmeye çalıştılar. Hatta bir miktar kuvvet gönderdiler. Amaç Kafkas milletlerinin Bolşeviklerle çatışmasını sağlamak diğer taraftan bu milletlerin Türklerle ve Bolşeviklerle birleşmesinin önünü tıkamaktı. Sonuçta İtilaf Devletleri kendi subaylarının emir komutasında kurulacak sömürge orduları ile Kafkas milletlerini elde tutarken muhtemel Bolşevik istilasına karşı önlem de almış olacaklardı. Türkler açısından anılan bu Kafkas seddinin kurulmasına mani olmak esas hedef olmaktaydı. Bu nedenle yukarıda belirtilen tedbirleri alma zorunluluğu bulunmaktaydı458. Buraya kadar izlendiği gibi Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin başlangıcı aslında Ermeni tehlikesinin iyice belirginleşmesine bağlı olarak Doğu Anadolu’da verilmiştir. Erzurum Kongresi tamamen Ermeni tehdidine karşı ortaya çıkan bir hareket iken Sivas Kongresinde Ermeni tehdidini de içeren daha geniş ve ülke çapında beliren tehdide karşı 458 ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.63-66 247 kararlar alınmış, Erzurum’da bölgesel karakterdeki kararların alındığı kongreyi Sivas’ta ulusal çapta bir kongre izlemiştir. Bütün bunlara rağmen henüz Ermeni tehdidine karşı askeri bir çözümü uygulayabilecek bir ulusal kurum ve mekanizma henüz oluşmuş değildir. Bu siyasal oluşum Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla gerçekleşmiştir. Milli mücadelenin bu evresinde Türkiye’de görev alan İngiliz yüksek komiserler ve komutanlar Anadolu’da gelişen bu ulusal direnci değerlendirebilmelerine karşın Başbakan Lloyd George’un yanlış politikasını değiştirememişlerdi. Özellikle Sivas Kongresi sonrasında İstanbul’daki İngiliz yetkilileri gerçekleri görmeye başlamışlardı. Galthrope bir raporunda “Birkaç hafta öncesine kadar İngiliz subayları büyük nüfuz sahibi idiler, artık bunları geri almak gerektiğini sanıyorum. Hep milliyetçiler geleceğinden bugünlerde büyük heyecan duyulan seçimlerin yapılması iyi bir şey olmayacaktır. Fakat milli hareketi durdurmak için açıkça harekete geçmek Türk iç işlerine karışmak olacaktır ki bu da Wilson prensiplerine ve Türk Anayasası’na aykırıdır. Biz Meclisin İstanbul’da toplanmasına engel olsak bile, içeride toplanmasını ve ihtimal Anadolu’da müstakil bir hükümet kurmalarını önlemek elimizde değildir” ifadelerini kullanmaktaydı459. 1919 sonlarında İngiliz yüksek komiseri olan Amiral De Robek ise Sivas Kongresinin yapılışından sonra 1920 yılı Şubat’ına kadar gönderdiği raporlarda şu hususlara dikkat çekmişti. “Alınan istihbarata göre milli hareket Anadolu’da bağımsız bir cumhuriyete doğru gelişmektedir. İstanbul Hükümeti’nin kabul edeceği bir anlaşma barış ve huzur getirmeyecektir. Çünkü milliyetçiler onu kabul etmeyeceklerdir. Mustafa Kemal’in nüfuzu gittikçe artmaktadır. Taze kuvvet olmaksızın Türkiye’ye hoşlanmadığı bir anlaşmayı kabul ettirmek, bugün için sekiz ay öncesine göre daha güçtür. Türk milliyetçileri Türkiye’nin Türklere kalmasını istiyorlar. Yabancı himayesini reddediyorlar. Onlar İmparatorluğun ölümünü değil, yeni bir hayat sözleşmesini imza etmek kararındalar” 459 460 460 . Galthrope’un ve diğer İngiliz yetkililerinin bu görüşlerine Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1964, İkinci Cilt , s.463 Selek, a.g.e., s.464 . 248 karşın 16 Mart 1920’de İstanbul’un fiilen işgal edilmesi ve Osmanlı Meclisi’nin dağıtılması İngiliz politikasındaki çelişkileri göstermektedir. 3. MisakıMilli’nin İlanı ve Buna Bağlı Gelişmeler Gerek milli kongrelerin kararları gerek Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşlarının gayretleriyle (Mustafa Kemal Paşa’nın Meclisin İstanbul’da toplanmasının sakıncalarına dikkat çekmesine rağmen) Ayan Meclisi ve Meclisi Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da açıldı. Seçimlerde çoğunlukla Müdafayı Hukuk Grubu adayları kazandı. Bu üyeler İstanbul Meclisi’nde üstünlük sağladılar. Meclis Sivas Kongresinde hazırlanan MisakıMilli (Ulusal Ant) metnini kabul etti ve 17 Şubat 1920 tarihinde açıkladı. Bir bağımsızlık bildirisi olan MisakıMilli’nin Ermeni meselesine doğrudan değinen ikinci maddesinde “halkı, ilk serbest kaldıkları zamanda genel oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak ( Kars, Ardahan, Batum) için gerektiğinde yeniden serbest genel oya müracatı kabul ederiz” şeklinde idi. Meclis bu çalışmalarını sürdürürken İngiliz siyasi temsilcisi Osmanlı Hükümetine “Yunanlılara ve Müttefiklere karşı davranışların düzeltilmesini ve sözde Ermeni kırımının durdurulması gerektiğini bildiren ve istekleri yerine getirilmezse barış koşullarının yeniden değiştirileceği tehdidi ile sözlü ültimatom” vermişti. MisakıMilli’nin ilanı sonrasında müttefiklerin Meclisi Mebusan’ın Anadolu’daki milli harekete destek verdiği şeklindeki yargıları İstanbul’un (16 Mart 1920) fiilen işgali ile sonuçlanmıştı461. 16 Mart 1920’de İstanbul’un kesin işgali, bu sırada işgal kuvvetlerinin hoyrat ve kanlı davranışları Mebusan Meclisi üyelerinin de bulunduğu ileri gelen kişilerin hakarete varan muamelelerle tutuklanmaları, sürgüne gönderilmeleri Anadolu davasında tek yolun ulusun kendi hakkını ancak kendisinin savunması olduğunu gösteriyordu. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgali ile birlikte Ankara’da “yüksek yetkilerle donatılmış bir Millet Meclisi” için davetini yaptı. Bunun için komutanlarla fikir birliğine vararak bir tebliğ yayınladı. İstanbul’daki Meclisten katılanlar ve vilayetlerden seçilenlerle birlikte mebuslar Ankara’da toplandılar. Meclis için toplantı yeri olarak seçilen binada üç ay öncesinde Fransız bayrağı dalgalanıyor ve hemen karşısındaki 461 Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1988, s.240-248 . 249 Şehir Bahçesi’nde Fransız askerleri bulunuyordu. İstasyon binası ise İngiliz askerlerinin işgalinde idi. Bu ortamda 23 Nisan 1920’de Meclis açılmıştı. Bu olayla birlikte yabancı bayraklar ve askerler de kaybolmuştu462. Bir tarafta İstanbul’un işgali söz konusu iken aynı gün Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’dan doğu hareketı için görüşlerini istemişti. Karabekir Paşa, 28 Mart 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mesajda Kafkaslardaki Bolşevik Ordularının güney istikametinde yaklaşmasını ve kışın geçmesini beklerken Nisan ayı ortalarındaki bir ileri harekat için hazırlıklar yapacağını bildirmişti. Harekatın hedefi Brest Litovsk Anlaşmasıyla Ruslar’dan geri alınan Elviye-i Selaseyi ele geçirerek Aras nehrine kadar olan bölgede kontrolü sağlamaktı463. 26 Nisan’da yani Meclis’in açılışından üç gün sonra Kazım Karabekir Paşa Meclis Başkanlığına Bolşevik Ordusu’nun Kafkasya’ya inmesi ve Azerbaycan’a direnişsiz kabul edilmesi, ayrıca bu kuvvetlerin Azerbaycan üzerinden Gürcistan’a yönelmeleri üzerine bölgeye askeri harekat düzenlenmesine müsaade edilmesini öneren bir mesaj göndermişti464. Ancak Mustafa Kemal Paşa kendisine 6 Mayıs’ta bulunulan süreçte siyasi koşulların bu harekat için uygun olmadığını bildiren cevabi mesaj göndermişti. Bu şifrede; (1) Paris Barış Konferansı’nın hakkımızda alacağı kararlar kesinlik kazanıncaya kadar İtilaf Devletleri’nin bizimle olan anlaşma zeminini olumsuz etkileyecek bir ortama iç ve dış durumumuzun uygun olmadığı, (2) Bolşeviklerle ilişkilerimizi etkileyecek koşullar açıklık kazanmadan sınırlarımızın saptanması ve bize sağlayacakları destek konularında mutabakat sağlamadan fiilen kendileri ile birlikte bir hareket anlamına gelen böyle bir girişimin erken olacağı, 462 Aydemir, a.g.e., 229-236 . İsmet Bozdağ; Kazım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre Yayınları, İstanbul, 1992, s.7374,76 ; ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.62. 464 Kazım Karabekir; İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995, Cilt 3, s. 1413-1421 ; ATASE,Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi , s.63 463 250 (3) Ermeni olayları bütün Hıristiyan alemini aleyhimize sevkeden nedenlerin en önemlilerinden olduğu dikkate alınacak olursa hali hazırda Ermenilere karşı bir hareketin son dönemlerde kısmen lehimize işleyen siyasi koşulları belirli bir süre durduracağı ve özellikle Amerikan kamuoyunu aleyhimize çevrilmesi gibi durum yaratacağına değinilmiştir. Ayrıca bu durumun bütün ülkeleri İngiltere’nin ülkemiz için uygulamaya koymaya çalıştığı hareket tarzına sıcak bakmaları gibi sakıncalı bir duruma neden olacağı düşüncesiyle Ordumuzun şimdilik Ermenistan’a taarruzu yerine yerel milis güçleriyle direnilmesinin uygun olduğu şeklinde bir cevap verilmiştir465. Ermeni harekatının ertelenmesi diplomatik nedenlere dayanmaktadır. Rusya ile ilişkilerin Ankara lehine bir zemine oturtulması beklenmektedir. Diğer taraftan uzun olmayan bir süre önce bölgede incelemeler yapan ve Türkler hakkında olumlu görüşler içeren raporlar veren Amerikan heyetlerinin bulunulan süreçte değer taşıyan bu olumlu katkılarının zarar görmemesine de önem verilmektedir. Buna karşı Kazım Karabekir Paşa kısa bir süre sonra 9 Mayıs’ta Ermeni harekatı için Millet Meclisi Başkanlığına yaptığı müracaatını benzer gerekçelerle yinelemişti466. C. Sevr Antlaşması ve ABD Başkanının Türkiye-Ermenistan Sınırını Belirleme Girişimi 1920 yılı başlarında değinilen gelişmeler olurken Ermenilerin politik çabaları yoğun biçimde devam etmekteydi. Andonyan başkanlığındaki Ermeni Cumhuriyeti delegeleri ile Bogos Nubar’ın başkanlığındaki Milli Ermeni Heyeti delegeleri Paris Barış Konferansı’nda Ermeni amaç ve isteklerini savunmakta, bir taraftan da İstanbul Ermeni Patriği Zaven Avrupa’nın çeşitli kentlerinde çalışmalarını sürdürmekteydi. 1926 Nisan 1920 tarihleri arasında İtalya Başbakanı Nitti’nin başkanlığında San Remo’da Osmanlı Hükümeti’yle yapılacak barış anlaşmasına son şekli verildi. Başkan Wilson’un kararı ile Amerika bu konferansta resmi olarak temsil edilmemekle birlikte, Roma’daki elçisi gayrı resmi olarak görüşmelere katıldı. Ermenistan konusu ayrı olarak ele alındı. İtilaf Devletleri, ABD’ye Ermenistan sınırları konusunda aralarında bir mutabakat olmadığını bildirdiler. Bundan daha önemli olarak İtilaf Devletleri, ABD’nin 465 466 Karabekir; İstiklal Harbimiz, 1995, Cilt 3, s .1502-1503 . Karabekir, 1995, C.3, s.1518-1526 . 251 Ermenilere güçlü dış destek sağlanmazsa Türklerin kendi elinden alınarak Ermenilere verilecek bölgeden vazgeçmeyeceklerini, kendilerinde ise bu gücün olmadığını bildirdiler ve iki istekte bulundular. Bunlardan ilki Başkan Wilson’un bağımsız Ermenistan’ın batı ve güney sınırlarının saptanması konusunda hakemlik yapmasını, ikincisi ise Ermenistan’ın mandasını ABD’nin üstlenmesi idi. Wilson Ermenistan’ın sınırlarının saptanmasında hakemliği kabullenmesi açısından bir tereddüt yaşamamakla birlikte parlamento onayı gerektiren Ermenistan mandasının üstlenilmesi noktasında karşıt görüşe sahip Kongre ile çatışmaya girmekten kaçınarak konuyu Kongre gündemine getirmedi. Ancak birkaç ay sonra dışişleri bakanı Colby Başkan’dan Kongreyi “Ermeni mandasının kabulu istikametinde zorlayacağını” buna ilişkin görüşlerini bildirmesini isteyen bir not aldı. Wilson’un fikrini ne değiştirmiş olabilirdi? Yine de Colby Başkana daha önce General Harbord ve Amiral Bristol’ün raporlarına dayanarak bu öneriyi Kongreye getirmemesi şeklinde görüşünü bildirdi. Buna rağmen Başkan 24 Mayıs’ta konuyu Kongreye taşıdı ise de 1 Haziran 1920 itibariyle önerisi kabul edilmedi467. Öte yandan İtilaf Devletleri aralarında mutabakat sağlamaları sonrasında 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Hükümeti’ne Sevr Barış Antlaşması’nı imzalattılar. Bu duruma göre Ermeniler bağımsız geniş bir toprağa sahip olacaklardı. Antlaşmanın Ermenilerle ilgili altıncı kısmında yer alan maddeleri şöyle idi. Madde 83: Türkiye, Ermenistan’ı Müttefik Devletler gibi özgür ve bağımsız olarak tanır. Madde 89: Osmanlı Devleti ile Ermeniler ve diğer imzacı devletler, Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, vilayetlerinde Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanmasını ABD Başkanı’nın hakemliğine bırakır ve onun vereceği kararla Ermenistan’ın denize çıkışına ve bu çıkışa komşu Osmanlı toprakları üzerinde askeri düzenlerin kaldırılmasıyla ilgili bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır. 467 Buzanski, a.g.e., s.139-144. 252 Madde 90: Madde 89 gereğince saptanacak sınır, bu vilayetlerin kısmen veya tamamen Ermenilere bırakılmasını gerektirdiği takdirde, Osmanlı Devleti bu karar tarihinden geçerli olarak bırakılan arazi üzerindeki bütün hak ve tasarruflarından vazgeçtiğini şimdiden belirtir. Bu antlaşmanın Türkiye’den ayrılacak araziye uygulanacak hükümleri, bu araziye de uygulanacaktır. Ermenilerin egemenliğine verilen arazi nedeniyle Osmanlı Devleti’ne ait yükümlülüklerin veya iddia edebileceği hakların cinsi ve oranı, bu antlaşmanın 8 nci kısmının 241 ve 244 ncü maddeleri uyarınca sağlanacaktır. Madde 91: Ermenilere geçen arazi dolayısıyla Osmanlı Devleti ile Ermeniler arasında, mevcut kurallara göre saptanacak sınırı arazi üzerinde göstermek üzere bu kararların alınmasından 15 gün sonra oluşum biçimi daha sonra belirtilecek olan bir sınır saptama komisyonu kurulacaktır. Madde 92: Ermenistan’ın Azerbaycan, Gürcistan ile olan sınırı, ilgili devletler tarafından anlaşma suretiyle saptanacak; ilgili devletler, bu sınır içerisinde kendi aralarında anlaşamazlar ise büyük devletler tarafından yapılacak ve sınırın üzerindeki arazi uygulaması kendilerine ait olacaktır. Madde 93: Ermeni Hükümeti ırk, dil ve din bakımından kendisinden ayrı bulunan azınlıkların haklarını korumak için büyük devletlerin gerekli görecekleri hükümleri diğer devletlerle yapılacak bir anlaşmaya dahil edilmesini kabul edecektir468. ABD Başkanı Wilson Sevr Barış Antlaşmasından sonra hakem olduğu Ermenistan sınırları için 22 Kasım 1920’de Müttefik Kuvvetler Yüksek Konsey Başkanlığı’na gönderdiği mektupta “Verilen bir karara göre Türkiye ile yeni kurulan Ermenistan arasında sınırların saptanmasında, hakemlik görevi şahsıma verilmiştir. Bu görevde iki tarafın da çıkarlarını gözetmeye çalıştım. Bu sınırın Erzurum-Trabzon-Van 468 Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi; Es. No. 1339-153 ; Remi S. M. 130, (Sevr Andlaşması metni "Sevr - Devlet-i Aliye ile Sulh Muahedesi - 10 Ağustos 1920" başlığı altında Konya'da Öğüt Matbaası'nda 1336 - 1920 de basılmıştır Antlaşma tasdik edilip Takvim-i Vekayi veya Düstur'da yayınlanmadığı için bu Türkçe basılı metin Fransızca metnin tercümesidir. Fransızca olan ve Büyük Millet Meclisi kitaplığındaki nüsha "Traite de Paix entre les Puissances Alliees et Associees et la Turquie signe le 10 août 1920 â Sevr(Texte Français, Anglais et İtalien)" başlığını taşımakta ve Esas No, 1932-1308, Remiz: S. M. 543'de kavıtlı bulunmaktadır.) 253 ve Bitlis vilayetlerinin sınırı olması gerekir kanısındayım. Kotur’un güneybatısından itibaren Ermenistan sınırı, Van Gölü’nün güneyine kadar gelir. Bitlis ve Muş Şehirlerinin güneybatısından geçer. Bu hat, Hakkari Sancağı’nı tamamen Türkiye’ye bırakır; yani, Siirt Sancağı’nın tamamına yakını, Van Vilayeti’nin yarısı Türkiye’de kalır. Siirt ve Hakkari’de çoğunluklar aşiretler vardır. Buraları Ermenilere vermenin onların çıkarlarına uygun olmayacağı kanısındayım. Bu nedenle Ermenistan’ın Zap Ovası hakkındaki isteklerini uygun bulmuyorum. Doğu yönünde, Bitlis ve Muş’tan başlayarak, batı sınırı Bitlis ve Erzurum Vilayetlerinin arasından geçer. Bu sınır Ermenilere iyi güvenlik sağlar. Ermenilerin denize çıkış almasını, Ermenilerin gelişmesi açısından zorunlu gördüğüm için Trabzon Vilayeti’ni tümüyle Ermenistan sınırlarına katmayı uygun gördüm. Giresun ve Ordu Vilayetlerinin nüfusunun tümü Türk ve Müslüman olduğundan buraları Türkiye’ye bıraktım. Ermenistan sınırlarına mücavir sahanın askerden arınması sorunu çok güçtü. Ancak, Sevr Antlaşması’nın 177nci maddesi gereğince Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde bulunan bütün askeri tesisleri kaldırmak zorunluluğundadır. Bu surette askerden arındırmak için ayrıca karar almaya gerek yoktur. Saptadığım bu sınırlar içerisinde Ermenilerin yerleşerek medeniyete hizmet yapacakları kanısındayım” ifadelerini kullanmıştır469. Mektubun içeriği ve üslubundan ABD Başkanı’nın Anadolu, Türkler ve Ermeniler hakkında bilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin yok olması anlamını taşıyan bu kararın uygulanamacağını gelişmeler göstermiştir. Öte yandan İtilaf Devletleri özellikle İngiltere ile Fransa, arasındaki güvensizlik ortamında Wilson’u kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Türkiye meselesinin içine çekmeye çalışmışlardır. Ayrıca ABD’nin Türkiye ile ilgili olarak konunun dışında kalması, gerek çıkarları gerekse kendi kamuoyu baskısından dolayı güçtü470. Bu koşullarda yukarıdaki kararda da görüldüğü gibi Başkan Wilson’un daha önce kendisine verilen gerçekçi raporlara rağmen Ermeni propagandasının ve Amerikan kamuoyu baskısının etkisinde kaldığı görülmektedir. Ermenistan mandasını üstlenme önerisi Kongre’den dönen Wilson, popülist bir yaklaşımla bunu telafi edebilmek için sınırların 469 470 Sakarya, a.g.e., s.387-388. Buzanski, a.g.e.., s.92-93. 254 saptanması konusuna dahil olmuştur. Wilson her ne kadar Ermenilerin istediği gibi Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan öngörmemekle birlikte, sınırları gerçeklerden tamamen uzak ve her yönüyle hissi olarak saptadığında kuşku yoktur. Wilson’un sınır tespiti sonrası Sevr Antlaşmasındaki Ermenistan haritası ortaya çıkmıştır. (EK- J ) Diğer taraftan İstanbul’da bulunan Amiral Bristol, “Sevr Antlaşması ile Avrupalı ülkelerin Osmanlı toprakları üzerinde ekonomik denetim sağlamasının ötesinde bir amacı olmadığını ve başarabilirlerse Amerikalıların bu alanda dışlanacağını, ama her koşulda bu anlaşmanın onaylanmasının mümkün olmadığını” yazmaktaydı. Öte yandan Sevr Antlaşmasının imzalanması esnasında Ermenistan da Bolşevik Rusya ile anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı471. D. TBMM Hükümeti’nin Doğu Politikası ve Ermeni Yayılmacılığına Karşı Askeri Harekat Ermeni meselesinde TBMM Hükümeti’nce yürütülen politika aslında Doğu Cephesi ve Güney Cephesi olarak iki bölümde ele alınabilir. Güney Cephesinde yürütülen harekat Fransızlara karşı yürütülen harekatın içerisinde mütalaa edilmek gerektiğinden, ağırlıklı olarak Doğu Cephesi üzerinde durulacaktır. 1. TBMM Hükümeti-Sovyet Rusya İlişkilerinin Ermeni Harekatı Üzerindeki Etkisi Ermeni yayılmacığına karşı 6 Haziran 1920’de Ankara’daki Millet Meclisi Kazım Karabekir Paşa’nın Türk savunmasını güçlendirmek amacıyla sınırlı bir harekat teklifine müsaade etmiş, ancak harekat başlamadan ertelenmişti472. Nedeni bu sırada Sovyetlerle ilişkilerde bazı pürüzlerin ortaya çıkmış olmasıydı. 15 Haziran’da Ankara’ya ulaşan Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’in mektubunda Türkiye aleyhine bazı öneriler bulunmakta idi. Örneğin mektubun dördüncü maddesinde “Türkiye Ermenistan’ında, Kürdistan’da, Batum arazisinde, Doğu Trakya’da Türk ve Arapların 471 472 Buzansky, a.g.e., s.163 . ATASE,Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.102-104; Bozdağ, a.g.e.., s.89-91. 255 birlikte bulundukları yerlerde milletlerin kendi geleceklerini tayinini kendilerine bırakmak”, yine sekizinci maddesinin bir bölümünde “Ermenilere karşı bir hareket yapılmaması, Türkiye ile Ermenistan arasındaki kesin sınırın saptanması amacıyla yapılacak görüşmelerde Sovyetlerin arabuluculuğuna başvurulması”na ilişkin ifadeler yer almıştı473. 19 Temmuz’da Moskova’ya varan Türk Heyetinden eski Ermeni vilayetlerinden Bitlis, Van, Muş’un Ermenilere bırakılması talep edilmişti. Ruslar, Erivan’daki Taşnak orijinli hükümeti devirmek için Ermeni olayını ele almak ve ileride denetimlerine gireceğine inandıkları Ermenistan’ın topraklarını Doğu Anadolu’nun bazı bölgelerini de kapsayacak şekilde genişletmeye gayret ediyorlardı. Bu tutumun bir diğer nedeni Bolşeviklerin Batı ülkelerindeki Ermeni lobilerine ve kamuoyuna mesaj vererek kendi kötü ekonomik durumları için yardım sağlayabileceklerini umdukları İngiltere ile yakınlaşma niyetleri idi474. Harekatın ertelenmesini fırsat bilen Ermeniler 19 Haziran’dan itibaren Zengibar ve Nahcıvan, Oltu ve diğer Türk bölgelerine taarruz ettiler. Özetle anılan bölgedeki yerel Türk yönetimlerinin milis güçleri ile direnmeye çalıştığı bu saldırılardan etkilenen ve mezalime uğrayan Türk halkının çoğu perişan bir şekilde güneye göç etmiştir. Ermenilerin bu saldırıları yaz boyunca sürmüştür475. Bu koşullarda tasarlanan Türk taarruzundan önceki siyasi duruma bakıldığında Türkiye ile Sovyet Rusya arasında karşılıklı anlaşma ve yardım konularını görüşmek üzere Moskova’ya gitmek için Erzurum’da bulunan Bekir Sami ve Yusuf Kemal Beylerden oluşan Türk Temsil Heyeti Temmuz ayında Kafkaslar üzerinden Rusya’ya ulaşan kara yolunun uygun ve emniyetli olmaması nedeniyle Karadeniz’i geçip 1920 sonlarında Moskova’ya ulaşabildi. Sovyetler, Ermeni ve Gürcü anlaşmalarıyla meşgul olduğundan görüşmeler 10 Ağustos’tan önce başlayamadı. Sovyet-Ermeni anlaşması imzalandıktan sonra başlayan Türk-Sovyet dostluk ve yardımlaşma müzakereleri imza aşamasına geldiğinde Çiçerin, Van ve Bitlis illerinin Ermenilere verilmesini sözlü olarak talep etmişti. Bunun para ve malzeme yardımı koşuluna bağlı olmadığını askeri 473 Karabekir, 1995, Cilt 4, s.1661-1662. Öke, 2000, s. 228-229. 475 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.112-127. 474 256 harekatta işbirliği için düşünüldüğünü belirtmişti476. Bu politikanın arkasında Ermenileri tutan Batılı sosyalistleri memnun etme fikri yatmaktaydı. Türk-Sovyet işbirliği için Moskova müzakereleri sırasında ileri sürülen bu teklif karşısında Mustafa Kemal Paşa Misakı Milli’ye dayanarak Sovyet isteğini kabul etmedi. Bu karar 21 Ekim 1920’de Moskova’da bulunan Bekir Sami Beye bildirildi. Kars’ın işgali öncesi Doğu Cephesi Komutanlığı’nı ziyaret eden Sovyet Büyükelçisi Ermenilere Türkiye’den toprak verilme isteğinin bir yanlışlık sonucu olduğunu açıkladı477. Sovyetlerin oyalayıcı hareketleri, o dönemde siyasi ve askeri bakımdan güçlükler yaşayan Millet Meclisi Hükümeti üzerinde olumsuz etki yarattı ve anlaşma imzalanamadan Türk Heyeti geri döndü. Anlaşma taslağı ancak 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması olarak imzalanabilmiştir. Diğer taraftan Sovyet Rusya’nın işbirliği konusunda gösterdiği isteksizliği ve Kafkaslardaki aldığı haber, rapor ve çeşitli istihbarat kaynaklarını değerlendiren 15nci Kolordu Komutanı ve yeni askeri yapılanma sonrası Doğu Cephesi Komutanı olan Kazım Karabekir Paşa 11 Ağustos 1920 tarihinde bölgedeki genel siyasi ve askeri duruma ilişkin olarak şu hususları Ankara’ya bildirmekteydi. (1) Dünya çapında önem kazanan Bolşeviklik hareketi başarıya ulaşmaktadır. (2) Sovyetler en büyük ve en kuvvetli desteği ve yardımı sağlamak maksadıyla bizimle ittifak ve irtibat sağlanmasına karar vermişlerdir. (3) Polonya cephesindeki durum dolayısıyla Kafkaslardan 10’uncu Ordu ve 11’inci Ordu’nun Süvari Kolordusu Polonya cephesine kaydırılmış ve 11’inci Ordu Azerbaycan’da durumu korumak için Ermenistan ve Gürcistan ile bir anlaşma yapmıştır. (4) Bolşevikler Ermeni delegelerini Moskova’ya çağırıp müzakerelere giriştikten sonra elverişli durum meydana gelince, Kafkas cephesine yeterli kuvvet gönderip Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı Sovyet idaresini kabule zorlayacaktır. 476 477 T.C. Başbakanlık Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararı, Katalog no: 16687. 02/09/1920 . ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.190. 257 (5) Bolşevikler Türkiye ile olan irtibatını kısmen kuvvet, kısmen de siyasetle sağlamaya çalışmaktadır. (6) Ermeniler bir taraftan Rusların Polonya cephesindeki başarıları, diğer taraftan Nahcıvan’daki Türk-Rus işbirliğini dikkate alarak aceleci davranışlardan uzak durmaktadırlar. (7) Gürcistan’daki durum da Ermenistan’da olduğu gibidir. Bu iki hükümet Ruslarla geçici anlaşma yapmalarına rağmen Türklerden daha fazla Ruslardan çekinmektedirler. Bu hususlara ilave olarak Kazım Paşa, Azerbaycan ve Karabağ’da toplanmakta olan Kızılordu’nun Ermenistan’a karşı muhtemelen 21-25 Ağustos arasında taarruza karar verdiğini bildirmişti478. Ancak İngiliz destekli Rus generali Wrangel’in Kırım’a çıkarılması nedeniyle bu durum gerçekleşmemiş ve bunun üzerine Ankara askeri bir harekat için karar verme fırsatı çıkmıştı479. Karar faktörlerinden diğeri Gürcülerin muhtemel tutumu idi. Ancak Ermenilerin, Gürcülerle de ilişkileri sorunlu olduğundan, siyasi koşullar bir askeri harekata uygundu. 2. Ermeni İstilasına Karşı Askeri Haraket Batı Cephesi’nde Sevr hükümlerini kabul ettirmek için Yunanlıların giriştiği harekat durmuş, Adana cephesinde Fransızlara karşı başarı gösteren harekata girişilmiş, İtilaf güçleri Batum’u boşaltmış, batıda Bolşevikler Polonyalılara mağlup olmuş ve İngilizler, Bolşeviklerle yaptığı görüşmeleri kesmişti. Böylece 1920 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Türk-Ermeni meselesinde ne Batılı müttefiklerin ne de Bolşeviklerin müdahale edebilecekleri bir ortam kalmamıştı. Bu koşullar değerlendiren Genelkurmay Başkanlığı’nın doğuda taarruza geçilmesi önerisi Meclis tarafından uygun karşılanmış ve Bakanlar Kurulu 20 Eylül 1920’de Doğu Cephesi Komutanlığı’na aşağıdaki direktifini bildirmişti480. 478 ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.145-146. ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.147 480 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi,s.155-156 479 258 (1) Doğu Ordumuz hemen Kars istikametinde taarruz edecektir. Harekat birinci devrede Kağızman-Selimköy-Merdenek hattına kadar ilerleyecektir. Bununla birlikte bu hat kesin olmayıp, taarruz başlangıçtan itibaren durum elverdiği takdirde doğuya doğru sürdürülmelidir. Asıl amaç Ermeni silahlı kuvvetlerini imha etmektir. Bunun için taarruzun baskınla başlaması gereklidir ve Ermenilere daha önceden herhangi bir şekilde duyurmaktan kesin olarak sakınılmalıdır. Silahsız Ermeniler aleyhine her türlü tecavüzden kesin olarak kaçınılacaktır. (2) Gürcülerin tarafsızlığını sağlamak için kendilerine uygun ve hatta arazi isteklerini kabul edileceği konusunda ümit verici bir hareket tarzı tutulması lazımdır. Doğu Cephesi Komutanlığı bu maksatla Gürcülerle münasebete girişmeye yetkilidir. Elviye-i Selase bölgesindeki Gürcü işgal bölgesine tecavüz edilmeyecektir. Ancak buna rağmen Gürcülerin karşı harekat ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Ermenilere karşı yapılacak taarruz harekatı Gürcülerle münasebetlerin alacağı şekle bırakılmalıdır. (3) Esası Büyük Millet Meclisi’nce kararlaştırılmış olan bu kararname, Bakanlar Kurulu’nca kabul olunmuş, Genelkurmay Başkanlığı kanalıyla Doğu Cephesi Komutanlığına bildirilmişti481. Harekat öncesi Ermeni ordusu ( dört tümen üç süvari alayı) ile Türk kuvvetleri birlik olarak eşit düzeyde idi. Ermeni çeteleri ise Türk ordusunun desteğindeki aşiretlerden teşkilat olarak üstün durumdaydı482. Muharebe gücü olarak eşit bir kuvvete karşı yapılacak bu harekatın başarılması yüksek bir komutanlık sanatı ile harp prensiplerinin etkin kullanılmasını gerektirmekteydi. Bu açıdan Türk Ordusu üstün bulunmaktaydı. Bu nisbi muharebe gücü koşullarında Genelkurmay Başkanlığı’nın emrinin alınmasıyla 23 Eylül 1920 tarihinde Doğu Cephesi Komutanlığı da ast birliklerine yayınladığı cephe harekat emrinin özetini Genelkurmay Başkanlığına bilgi olarak göndermişti. Emir “27 Eylül 1920’de 9 ncu Kafkas ve 12 nci Tümenlerle Sarıkamış istikametinde taarruza başlanacaktır. Başlangıçta Karakurt-Sarıkamış-Allahuekber Dağı 481 482 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.156-157. Karabekir, 1990, s. 266 259 hattı işgal olunacak, Oltu bölgesinde şimdilik değişiklik yapılmayacaktır. Harekatın zamanından önce duyulmaması için aşiret alayları 27 Eylül’de toplanmaya çağrılacak ve yeterli kuvvet toplandıktan sonra Kağızman istikametinde taarruzla Kağızman ele geçirilecektir. Sarıkamış taarruzu devam ederken Nahcivan’daki müfrezenin Kızıl kuvvetleriyle beraber Şahtahtı’nı ele geçirmesi için planlanan görev Sağ Kanat Grubu’na harekattan biraz önce verilecektir” şeklindedir. Bu planlama yapılmış olmasına karşın 24 Eylül’de yani Türk taarruzunun arefesinde Ermeniler 9 ncu Kafkas Tümeni cephesine taarruz ettiklerinden harekat ancak 28 Eylül’de başlayabilmiştir483. Harekat özetle şöyle cerayan etmiştir. Önce Bardız bölgesinden başlayan Ermeni taarruzlarının kırılmasıyla Ermeniler kayıp verdiler. Bundan sonra Türk Doğu Cephesi birliklerinin Sarıkamış istikametinde başlattığı taarruz gelişme kaydetti. 30 Eylül 1920’de Sarıkamış kurtarıldı. Bu tarihten itibaren taarruz tertibatını yenileyen Doğu Cephesi birlikleri 9 Ekim’de Kağızman’ı kurtardı. Ermeniler 14 Ekim günü cephenin kuzeyinden (9 ncu Kafkas Tümeni bölgesi) Sarıkamış’ı geri alma hedefli bir karşı taarruz yaptılarsa da 12’nci Tümenin de müdahalesi ile taarruzları kırıldı, kayıp vererek çekildiler484. Sarıkamış’ın işgalden kurtarılması üzerine Ermeniler Sovyet Hükümeti’ne başvurarak harekatın durdurulması, tekrarlanmaması ve Türk Ordusu’nun eski sınıra çekilmesi konularında her türlü girişimin yapılmasını istemişlerdi. Türk Ordusu’nun ileri harekatı Gürcüleri de telaşlandırmış ve seferberlik ilan etmişlerdi. Gürcüler de Ermeniler gibi Ruslara müraacat ederek Mustafa Kemal Paşa ile dostça devam eden ilişkilerinin zarar görmemesi için girişimlerde bulunulmasını ve harekatın amacının ne olduğunun ortaya çıkarılmasını istemişlerdi. Bunun üzerine Gürcüleri yatıştırmak için bu harekatın Gürcistanla bir ilgisinin olmadığı garantisi verilmiştir. Gürcülerin tarafsızlığını sağlamak için girişimler yapılmış bu bağlamda Türk temsilcisi Hilmi Bey’e aşağıdaki mesajları Gürcü yetkililerine iletmesi görevlendirilmiştir. Bunlar sırasıyla; 483 484 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi ,s.157. ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.145-146, 157-186 . 260 (1) Taarruzdan amacımız; kan dökücü Taşnak çeterini ortadan kaldırarak, bölgede barış ve huzuru süratle sağlamak, (2) Türk Hükümeti’nin Gürcistan’a karşı hiçbir fena niyet ve maksadı olmadığını kendileriyle daima dostane münasebetler kurmak istediğini bildirmek, (3) Ermenistan’ın Türkiye aleyhine genişlemesinin Türkiye’ye olduğu kadar Gürcistan’a da zarar vereceğini anlatmak, (4) Türkiye, Ermeni ulusuna karşı olmadığını, kan dökücü Taşnak çetelerinin ortadan kaldırılmasından sonra; bağımsız, barışsever bir Ermeni ulusu ve hükümetinin varlığının arzu edilmekte olduğunu açıklamak, (5) Gürcistan’ın İngiliz müdahalesinden kurtulması arzusunu iletmek, (6) Türkiye ile Gürcistan arasında askıda kalan meselelerin çok dostane bir şekilde halledileceği, bu maksatla Ankara’ya hemen bir heyetin gönderilmesinin arzu edildiğini bildirmek şeklindedir. Bu konuları işleyen Hilmi Bey, Ardahan’daki Gürcü memurlarıyla yaptığı samimi ve inandırıcı girişimleriyle kendilerinin telaş ve şüphelerini giderdi. Bu dönemdeki bir diğer siyasi gelişme ise, daha önce değinilen Sovyet Rusya’nın Moskova müzakereleri sırasında Türkiye’ye karşı Van ve Bitlis hakkında ileri sürdüğü isteklerin Sarıkamış’ın kurtarılmasının verdiği güven ortamında ve MisakıMilli tezine dayanılarak kabul edilmediğinin Moskova’ya bildirilmesidir485. Sarıkamış’ın kurtarılması sonrasında Genelkurmay Başkanlığı “Kars’ın ve Kars savunmasına yarayan arazi kesiminin ele geçirilmesinin askeri durumun bir derece daha düzeltilmesi bakımından uygun ve gerekli görüldüğü ve aksine bir görüş yoksa icrasını” Doğu Cephesi Komutanlığı’ndan istedi486. Genelkurmay Başkanlığı’nın bunu takip eden diğer direktifinde Doğu Cephesi Komutanlığına “Kars harekatının askeri bakımdan Ermeni Ordusunun Kars’ta direnmesi halinde büyük kısmı ile yok etmek, buranın ele geçirilmesiyle askeri durumu esaslı olarak düzeltmek ve Gürcülerin ileri harekete geçmelerini önlemek; siyasi bakımdan Ermenilerle aramızdaki düşmanlığın barış 485 486 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.186-190 . ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi , s.191 261 yoluyla halledilmesi gibi imkanları sağlayacağını” belirterek, elde edilen fırsattan yararlanılarak harekatı sürdürmenin Bakanlar Kurulu kararı olduğunu” bildirdi487. Sonuçta Doğu Cephesi Komutanlığı’nın Kars’ı kurtarmak için 28 Ekim 1920’de başlattığı taarrruz harekatı başarı ile gelişmiş etkili olmayan Ermeni direnişi karşısında 31 Ekim 1920’de Kars’a ulaşan Türk kuvvetleri şehirdeki Ermeni Ordusu’nu üç saat gibi kısa bir zamanda yenerek esir etmiş bir kısmı ise kaçmıştı488. Kars’ın alınmasıyla ile 60 kadarı rütbeli, 1200 Ermeni esir alınmış, ayrıca yararlanılabilecek 377 top ile pek çok silah, makinalı tüfek, mühimmat ve harp teçhizatı ele geçirilmişti489. Bu aşamadan sonra Genelkurmay Başkanlığının yeni bir direktifi ile Gümrü istikametinde taarruzlarını sürdüren Doğu Cephesi birlikleri bir seri muharebe sonrasında Gümrü’yü de ele geçirdi. Bunun üzerine Ermenilerin barış istemeleri ile 26 Kasım’da başlayan görüşmeler 2/3 Aralık’ta sonuçlanarak antlaşma imzalandı. Bu antlaşmada belirlenen sınır daha sonra (16 Mart 1921) Moskova, (13 Ekim 1921’de) Kars Antlaşmaları ile tescil edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü Gürcistan, Ermenistan ve Nahcıvan ile olan sınırını oluşturmaktadır490. Milli Hükümetin imzaladığı ilk resmi antlaşma olan Gümrü Antlaşmasına göre MisakıMilli’nin doğuda hedeflediği sınırlar gerçekleşmiş oluyordu. Bu antlaşmaya göre 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından aktedilen Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan Türklerin yaşadığı doğu illeri ve 1878 Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan ve daha sonra da (1919-1920) Ermeni işgalini yaşayan Iğdır ve Kulp ilçeleri dahil Kars dolayları anayurtlarına kavuşmuştur. Buna ilave olarak Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış Antlaşmasının hükümlerini geçersiz saydığını ilan etmekteydi491. Doğu taarruzu, Anadolu ihtilalinin ilk askeri zaferidir. Mecliste ve memlekette büyük yankılar yaratmıştır. Bu zafer ile Milli Mücadelenin ve İstiklal Savaşının bir cephesi kapanmış, Anadolu ihtilalinin 1920 ortalarında maruz kaldığı tehlikelerden sonra prestiji yükselmiş oluyordu. Asıl savaşı batıda yapacak olan Türk Ordusu, artık gerisinden emin olarak 487 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.191-192. ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.201-213. 489 Karabekir, 1990, s. 278 490 ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.214-235. 491 Aybars, a.g.e., s.228-229. 488 262 savaşabilecek ve doğudaki birliklerden bir kısmını Batı Cephesine nakledilebilecekti. Ayrıca Rusya’dan gelecek yardımlar için yol açılmış olmaktaydı492. Bu zaferin sonunda doğu’da ulusal hedefleri gerçekleştirmesinin, güvenliği tam olarak sağlamasının yanısıra Ermeni meselesi her iki ülkenin mutabakatı ile sonlandırılmış, iki ülke sınırı belirlenmişti. Doğu’da milli hedeflere ulaşılması ve siyasi sonuç elde edilmesiyle bu süreçte Doğu Cephesine tahsisli gücün Kurtuluş Savaşı’nın diğer önemli cephesi Batı Cephesine kaydırılarak, İtilaf destekli Yunan tehdidine karşı kullanılmasına ve bu cephenin önemli ölçüde takviyesine olanak sağlanmıştır. 3. Türk Harekatı Karşısında ABD’nin Tutumu Doğu Cephesinde bu gelişmeler olurken hem Washington, hem de diğer Avrupa başkentlerinde Ermenistan yaratma projesinin ümitsizliği henüz belirginleşmemişti. Kazım Karabekir Paşa’nın Gümrü’yü ele geçirmesinin ardından Milletler Cemiyeti karıştı. Milletler Cemiyeti Konseyi 26 Kasım da Başkan Wilson’a müracaatta bulundu. Bu seferki müracaat ABD’nin Ermenistan mandasını üstlenmesi önerisinin bir tekrarı olmayıp, Amerika’nın özel ilişkilerini kullanarak Ermenilerin topluca ortadan kaldırılmasının önlenmesini sağlamasıydı. Wilson bu mesajı aldığında Dışişleri Bakanı Colby Bainbridge’e şu ifadelerle cevap vermesini önerdi “Milletler Cemiyeti Konseyi’nin vaki talebine ABD Hükümeti olarak verdiğimiz bu cevapta Kongrenin ABD’nin Ermenistan’a ilişkin olarak sorumluluk üstlenilmesi konusundaki isteksizliğini belirtmek mecburiyetindeyiz”. Ancak bu cevabın Cumhuriyetçi muhalefetin suçlamalarına neden olacağı düşüncesi ile Bainbridge Senato’nun tutanaklarında Ermenilerin güvenliği açısından hakkında ‘derin endişelerini’ dile getirdiğini Wilson’a hatırlattı. Keza Bainbridge, Kongre’nin son krizde Ermenistan’a yardım hakkında hiçbir şey yapmamasına rağmen Wilson’un önerdiği böyle bir cevabın kendilerini inciteceğini düşünmekteydi. Bundan başka Bainbridge Kongre’nin “geçmişte sorumluluk üstlenilmesini reddetmekle birlikte, gerçek anlamda bir isteksizlik beyanında bulunmadığına” dikkat çekti. Colby Bainbridge Milletler Cemiyeti’ne verilecek cevap için alternatif seçenekleri araştırdı. Bunlardan birisi İngiltere, Fransa ve İtalya’nın ABD ile müşterek bir önlem alınması konusunda ne kadar azimli olduklarını anlamak için bir 492 Selek, Sabahattin; Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1964,Cilt 1, s.311-312 263 zemin yoklaması yapılması idi. Wilson’un arkadaşı Frederick Jones Bliss ile görüşmeyi müteakip Colby, ABD’nin arabuluculuk üstlenmesini ve eski büyükelçi Morgenthau’a bu görevin verilmesinin uygun olacağına inanmaktaydı. Wilson, Colby ve Bliss’in önerisine rıza gösterdi ve birkaç gün sonra Milletler Cemiyeti’ne bu yönde bir cevap verildi. Başlangıçta Morghenthau’un ismi arabulucu olarak telaffuz edilmedi, ancak iki hafta sonra Morgenthau’un ismi deklere edilmekle birlikte konseye kendileri tarafından Başkan’a arabuluculuk girişiminin kimlerle ve nasıl yerine getirilmesi hususunda her hangi bir önerinin sunulmadığı hatırlatıldı493. Başkana Ermenistan’ın Sovyet denetiminde olduğunun rapor edildiği 26 Aralık tarihine kadar Milletler Cemiyeti’nden bir cevap gelmedi. Milletler Cemiyeti İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri’nin diğer İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri ile birlikte konuyu ele almasını önerdi. Konsey Başkanı Paul Hymans’a göre Milletler Cemiyeti’nin bu cevabı İngiliz Hükümeti’nin önerisi üzerine kaleme alınmıştı. İngilizler Mark Bristol’ün bağımsız bir Ermenistan fikrine karşı olan tutumunu çok iyi bildiklerinden Milletler Cemiyeti’nin 26 Aralık’taki bu cevabı bir noktada Ermeni meselesinin göreceli olarak gündemden düşürülmesi anlamına gelmekteydi. Şüphesiz İstanbul’daki yüksek komiserlerin Ermenilere yardım konusunda hiçbir güçleri yoktu. Wilson bunun üzerine Milletler Cemiyeti’ne verdiği cevapta “Cemiyetin yaklaşımının kendisine problemi dondurma yollarının araştırıldığı intibaını verdiğini” ifade etmiştir. Wilson 18 Ocak 1921’de Milletler Cemiyeti’ne gönderdiği diğer bir cevapta İtilaf Devletlerini yalnız Ermenistan’daki değil Yakın Doğu’daki diğer çatışmalar ve Rusya sınırı boyunca görülmekte olan istikrarsız koşullar nedeniyle de suçlamıştır. Başkana göre sorunun çözümü, kaynağına inmekle olabilir. Yoksa Kemalistlerle veya Ermenilerle görüşmeler yapmanın bir anlamı bulunmamaktadır. Barış konferansı sürecinde Avrupa’ya yapılan uyarılarda olduğu gibi Kemalistlerin sorunu Sevr Antlaşması’dır ve ABD bu antlaşmanın düzenlenmesine hiçbir şekilde katılmamıştır. Ermenilerin sorunu ise Bolşevik Rusya’dır. Wilson’a göre Rusya’nın düşmanlığı yalnız Kafkasları değil, Polonya’yı da kapsamaktadır. Wilson Bolşevikleri “vahşi ve diktatör azınlıklar” olarak algılamakla birlikte kendilerine alınacak yabancı 493 Buzanski, a.g.e..,s.164-166 264 askeri önlemlerin sorunu çözmede katkısı olacağını düşünmemektedir. Wilson’a göre; eğer İtilaf Devletlerince Türklere itiraza açık Sevr Anlaşması dayatılmasa, Ruslara ise Rusya’nın toprak bütünlüğü konularında gerekli garantiler verilmiş olsaydı üç sorun; Ermenistan, Kemalistlerin denetim dışı kalmaları ve Rus sınırı boyunca meydana gelen çatışmalar önlenmiş olabilirdi494. Ermenistan’ın yenilmesi ile Sevr ilk büyük yarasını almış oluyordu. Diğer taraftan Wrangel’in komutasındaki Bolşevik karşıtı Rus güçlerinin Güney Rusya’daki yenilgisi Ankara-Moskova ilişkilerinin pekişmesine katkıda bulundu. Ermeni meselesinden kurtulan Milli Hükümet Doğu Cephesindeki güçlerini diğer bölgelere kaydırabilirdi. Ermenilerle savaşın pek de beklenmeyen bir diğer sonucu Amerikan kamuoyunun gerçekleri görerek Türkiye lehine dönmeye başlamasıdır. Savaş sırasında Kars’ta bulunan bir Amerikan Heyetinin savaşın sorumluluğunu Ermenilere yüklemesi ve raporlarında Türk Ordusu için disiplinli olduğu, soykırım yapılmadığı ifadelerini kullanması bunda önemli etken olmuştur495. Bu heyet Amerikan ‘Near East Relief’ Örgütü’dür. Kars’tan Amiral Bristol’e gönderdikleri 31 Ekim tarihli telgrafta “Kars’taki Amerikalıların hepsi iyi ve Türk Ordusu bize mükemmel ilgi ve ihtimam gösteriyor. Örgütümüzün çalışmalarına daha önce olduğu devam etme konusunda serbestiz. Türk askeri çok disiplinli ve herhangi bir katliam yaşanmamıştır” ifadeleri yer almıştır496. 4. Güney Cephesi ve Ermenilerin Güney Anadolu’dan Ayrılmaları Ermenilerle dolaylı olarak ilgisi olan diğer cephe güney cephesidir. Güney Anadolu’da milli cephelerin kurulmasının temel nedeni Mondros Mütarekesi’nin İtilaf Devletleri tarafından tek taraflı, haksız ve yanlış uygulanarak bölge topraklarının işgal edilmiş olmasıdır. Fransızların Adana, Urfa, Maraş ve Antep’i işgali ve Ermenilerle işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini uygulamaya kalkışmaları bölgesel savunma tertiplerinin alınmasına ve milli güçlerin örgütlenerek mücadeleye başlamasına 494 Buzanski, a.g.e., s.166-168. Metin, Halil; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Milli Eğitim Bakanlığı , Düşünce Eserleri Dizisi 20, Ankara, 2001, s.172-173. 496 Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, 1990, s. 279. Heat W. Lowry; American Observers in Anatolia CA. 1920, The Bristol Papers , Armeniens in the Ottoman Empire, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992, s. 51 495 265 neden olmuştur. Ermenilerin bütün bu illerde Fransızlardan yüz bularak halka karşı yürüttükleri tehdiş hareketleri toplumsal tepki ve galeyana yol açmıştır. Yerel halkın milis kuvvetleri şeklinde örgütlenerek az miktardaki görevli Türk subayının ve yerel liderlerin komutasında yürüttükleri silahlı mücadele karşısında Fransızlar uzun müddet dayanamamış; Adana, Maraş, Antep, Urfa’yı boşaltmış ve 30 Mayıs 1920’de ateşkes anlaşması yapılmıştır. Sakarya Zaferi sonrasında TBMM Hükümeti’nin etkinliği konusunda hiçbir tereddüdü kalmayan Fransızlar, kapitülasyonlardan da vazgeçerek 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu anlaşma sonucu Fransa ile silahlı çatışmalar sona eriyor ve Türkiye’nin Hatay dışında bugünkü güney sınırı çizilmiş oluyordu. Ankara Antlaşması ile Fransa Anadolu’daki Türk Devleti’nin varlığını tanımış olmaktaydı. Ayrıca silah, cephane malzeme sağlanmasında yalnız Ruslardan değil, güney bölgemizden de bunların sağlanmasının yolu açılıyordu497. Türkiye, Fransızlarla yürüttüğü görüşmelerde Çukurova Ermenilerinin korunacağına ilişkin kesin garantiler vermiş ancak 1 Aralık 1921 tarihinde Fransızlar bölgeden ayrılmadan önce yetmişbinin üzerinde Ermeni kendi istekleriyle Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu terketmişlerdi. Bunların çoğunluğu Fransız işgalinde bulunan Suriye’ye yerleşmiştir. Ankara’nın İtilaf Devletleri’nin büyük üyelerinden biri tarafından tanınmış olması İtilaf cephesindeki birliğin bozulduğu anlamını da taşımaktaydı. Ayrıca Yunanlılar üzerinde moral bozucu bir etki bırakmıştı498. Ermenilerin verilen garantiye rağmen bölgeden ayrılmalarındaki belki de tek etken büyük çoğunluğunun Fransız üniforması içerisinde ülkelerine karşı savaşmış olmasıydı. Bir yanda Çukurova’daki Amerikan misyonerlerin Ermeni göçmenlerin İstanbul’a nakli için planlar yapmalarına, diğer yanda Fransız diplomat Franklin Boullion Ulusalcılarla yaptığı görüşmeler sonrası Çukurova’ya dönüşünde Ermenilerin zarar görmeyeceğine dair güvence tazelemesine rağmen Çukurova’nın Fransızlar tarafından boşaltılacağı haberleri duyulur duyulmaz Ermenilerin çoğunluğu ayrılmaya başladı499. Ermenilerin G.Doğu Anadolu ve Çukurova’dan Fransızlarla birlikte ayrılmaları ile bu bölgelerdeki sorunlar köklü bir çözüme ulaşmış oluyordu. 497 Aybars, a.g.e., s. 229-234. Buzanski, a.g.e., s.171. 499 Buzanski ,a.g.e., s.180. 498 266 Ermeniler Doğu ve Güney Cephelerindeki boyutta olmamakla birlikte Batı Cephesinde de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni meşgul etmişlerdir. Yunanlılar İngiltere’nin başı çektiği Batılı ülkelerin desteği ile Batı Anadolu’dan İstanbul’a kadar uzanan bölgeye göz dikmişler, yarattıkları işgal hareketi pek çok insanın ölümü ile sonuçlanmıştı. Bunun dışında Anadolu’da yaşayan Rumlar aracılığı ile Pontus Rum Devleti kurma girişiminde bulunmuşlardı. Ermeniler gerek Batı Anadolu’nun işgali, gerek Pontus Rum hareketinde Yunanlılarla işbirliğine gitmiş, bu bölgelerde maddi ve manevi yıkım yapmışlardı. Yunanlılar Anadolu’dan çekilirken kendileri ile işbirliği yapan Ermenileri de beraberlerinde götürmek mecburiyetinde kalmışlardı500. Böylece Batı Anadolu’daki Ermenilerin önemli bölümü de diğer bölgelerde olduğu gibi Türkiye’den kendi insiyatifleri ile ayrılmış oluyordu. Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922’de Meclisin üçüncü yasama yılını açarken yaptığı konuşmada Ermeni meselesine değinerek “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin iktisadî yararlarına göre çözülmek istenilen mesele, Kars antlaşması ile, en doğru şekilde çözüme ulaştırılmış oldu. Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu” ifadelerini kullanmıştır501. Mustafa Kemal Paşa’nın ifadeleri Ermeni meselesi gibi gösterilen konunun temelinde bu iki halkın değil emperyalist güçlerin menfaatlerinin yattığını vurgulamaktadır. E. Lozan Barış Antlaşmasında Amerikan Politikası ve Ermeni Meselesi Buraya kadar olan gelişmelere bakıldığında İtilaf Devletlerinin Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmaları karşılığı Ermenilere verdiği söz olan Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulması projesini Sevr Antlaşması ile hayata geçirme girişiminde bulunduğu, ancak Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin buna izin vermediği, Kazım Karabekir Paşa komutasında 28 Eylül 1920’de başlayan Doğu Seferi ve bunun sonunda 2/3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması’nın bu 500 Mehmet Saray; Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005, s.111 501 Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet Öztoprak; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2006, Cilt 1, s.236-259 267 projeyi ortadan kaldırdığı görülmektedir. Bu bağlamda İtilaf Devletleri Ankara Hükümeti’ne anlaşma tekliflerinde bulunmuş ancak sonuç alamamışlardı. Bundan dolayı İtilaf Devletleri ve Ermenilerin son umudu Lozan Konferansı’na kalmıştı. Ermeni sorunu Konferansın birinci döneminde önemli ve İtilaf Devletlerinin üzerinde durduğu konulardan birisi olmuş, ancak aşağıda izleneceği gibi Türk heyetinin kesin tavrı nedeniyle bir sonuç elde edememişlerdi. Ayrıca bir sonuç alabilmeleri için umutları da yoktu. Türkiye Lozan Konferansı süresince izleyeceği açık ve kesin bir politika oluşturmuştu. Başbakanlık Lozan Konferansı’na katılacak Türk Heyeti’ne konferans süresince izleyeceği 14 maddelik bir talimat vermişti. Talimatın birinci maddesi “Şark Hududu: Ermeni yurdu sözkonusu olamaz. Olursa görüşmelerin kesilmesini gerektirir.” Bu kararda görüldüğü gibi Türkiye konferansta Ermenilere yurt verilmesi konusunda İtilaf Devletleri’nin ısrarcı olmasını görüşmelerin kesilmesi için yeter neden saymıştır. Türk Heyetine görüşmeleri kesme yetkisi tanınan diğer iki konu Boğazların durumu ve kapitülasyonlar konularıdır. Ermeni yurdu isteğini kesin olarak reddedecek olan Türk heyeti, Türkiye’yi terk etmiş Ermeni nüfusun kitleler halinde dönüşüne de karşı çıkacak, diğer gayrımüslim azınlıklara verilecek haklar ve ayrıcalıkların aynısı Ermenilere de verilerek ilan edilecek genel aftan yararlandırılacaklardı502. 1. Lozan Konferansı Öncesi Ermeni Meselesine İlişkin Girişimler Doğu Cephesindeki askeri harekat ile Lozan Konferansı aralığında Ermeni meselesinin izlediği aşamalara bakıldığında aslında Türkiye’nin Doğu sınırlarının Lozan Antlaşmasından önce yapılan antlaşmalarla zaten saptandığı görülmektedir. 1920 sonlarına doğru Doğu Cephesindeki Türk ileri harekatının başarıyla sonuçlanması üzerine Ermenilerin durumunu düzeltmek amacıyla İngiltere’nin girişimi ile Milletler Cemiyeti toplantıya çağrılmıştır. Toplantıda Ermenilerle Türkler arasındaki çatışmayı sona erdirmek için bir devletin görevlendirilmesi ve bu konuda bir rapor hazırlanması amacıyla komisyon kurulması kararı verilmiştir. Bunun üzerine 27 Şubat 1921 tarihinde Londra’da bir konferans toplandı. Konferans’ta daha önce Paris Barış Konferansı 502 Mustafa Çufalı; “Lozan Konferansı ve Antlaşması’nda Ermeni Sorunu”, Dünden Bugüne,Türk Ermeni İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006, s.539-540 . 268 görüşmelerine katılan Ermeni heyetlerinin başkanları Bogos Nubar ve Avedis Aharonian dinlendiler. Her ikisi de Sevr Antlaşması’nın yürürlükte kalması için direndiler. Ermeni delegeleri Kilikya için özerklik istiyorlardı. Fransız delegesi Kilikya’da durumu değiştirmenin güç olduğunu, ancak Fransız Hükümeti’nin buradaki azınlıklara önem vereceğini beyan etti. Konferansın gündemindeki Ermenilere ilişkin dokuzuncu maddesi özetle “Bugüne kadar verilen sözler, Türkiye Ermenilerine Doğu Anadolu’da bir yurt kurma hakkı vermektedir. Bu bağlamda Milletler Cemiyeti’nin Ermenilere ayrılacak haklı ve uygun bir yer için vereceği karara uyulmalıdır” şeklindeydi503. Londra Konferansı’nda Sevr Antlaşması’ndaki bağımsız Ermeni Devleti yerine ne olduğu belli olmayan bir “yurt/ocak” sözcüğü çıkıyordu. Bu değişik sözcük Türklerin yönetimi altındaki Ermenilere özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı misyonerler tarafından bir uzlaşma şekli olarak ortaya konmuştu. Milletler Cemiyeti bu yurdun Türkiye’den ayrı ve bağımsız olmasına karar vermişti. Ermeni delegeleri yurt ifadesinin yer aldığı karara karşı çıkıyorlar, bağımsız ve birleşik bir Ermenistan kurulmasını savunuyorlardı. 26 Mart 1922 tarihinde Paris’te biraraya gelen; İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları 1921 yılı Mart ayında Londra Konferansı’nda görüşülen Ermeni yurdunu konuşarak bu konuda Milletler Cemiyeti’nin kararına uyulmasını kararlaştırdılar. İngiltere anılan Ermeni yurdunun Kilikya’da, Fransızlar ise Doğu Anadolu’da kurulmasını öngörüyorlardı. Sonuçta konunun yeniden Milletler Cemiyeti’nce ele alınması kararı verildi. Halbuki bu tarihe gelinceye kadar Ermeniler ve Sovyetlerle Moskova ve Kars Antlaşmaları, Fransızlarla Ankara Antlaşması yapılmış ve Kilikya’nın da Türklere iade edileceği belli olmuştu504. Gümrü ve Kars Antlaşmalarında Ermeniler daha önce Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu’da toprak taleplerinden vazgeçtiklerini kabul etmelerine rağmen, Erivan Hükümeti’ni temsilen Aharonyan ve Hadisyan ile Ermenistan dışındaki Ermenileri temsil ettiklerini iddia eden Osmanlı Devleti’nin eski dışişleri bakanı Gabriel Norodukyan ve Leon Paşalıyan isimli kişiler İngiltere, Fransa, Amerika ve Rusya 503 504 Sakarya,a.g.e., s. 429 Sakarya, a.g.e., s.430 269 temsilcilerinin desteğini alarak Lozan Konferansı genel kurul görüşmelerine katılma girişiminde bulunmuşlar, ancak Türk temsilcilerin buna itiraz etmesiyle genel kurul görüşmelerine girememişlerdir. Ancak Ermeni temsilcileri yeni girişimleri sonucu Batılı ülkelerin desteği ile azınlıklar komisyonunda dinlenme sözü almışlar ve bunu fırsat bilerek Konferans toplanınca katılımcılara muhtıra vererek eski iddialarını abartılı şekilde dile getirmişlerdir. Bu muhtıradan bazı alıntılar aşağıdadır. Türkiye Ermenistanı’nın kurtulması Müttefiklerin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş gayelerinden biri olmuştu. Bu sebep hükümet temsilcileri tarafından savaşta açıkça bildirilmiştir. Bu ilişki ile verilmiş kararlar şunlardır. a. Ermenistan Milletler Cemiyeti Nizamnamesinin 22’nci maddesi ve bunun bitiş bölümü, Sevr Antlaşması, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanının hakemliği ile saptanmıştır. b. 1921’deki Londra Konferansı’nda Yüksek Meclis, Türkiye Ermenistan’ı için milli yurdun (ocağın) gereğini belirtmiştir. c. 26 Mart 1922’de üç devlet (İngiltere,Fransa, İtalya) dışişleri bakanları konseyi çeşitli devletlerin Ermenilere ilişkin görev ve vaatlerini yinelemiştir. d. 1921’de Milletler Cemiyeti genel kurulu oybirliğiyle Ermeni milli ocağının gerçekleşmesini istemiştir. e. Son olarak 22 Eylül 1922’de Milletler Cemiyeti genel kurul toplantısında (Türklerle ticaret anlaşması yapılırken Ermeni ocağı kurulmasından vazgeçilmemesi) hakkında verilmiş karar vardır. Yukarıda açıklanan 22nci madde bağımsızlıklarını elde eden Filistin, Irak, Suriye hakkında uygulandı. Fakat Ermeniler hakkındaki vaadlerTürkiye Ermenilerinin durumu göründüğünden daha kötü olmasına rağmen henüz yerine getirilmemiştir. Konunun devamında Ermenilerin maruz kaldığı her zaman dile getirilen sorunları sıralanmıştır. Muhtırada Amerika Birleşik Devletleri Başkanı tarafından çizilen sınırların uygulanmasını istemek zamansız görünmekle birlikte saptanan bu sınırlar içerisinde bir Ermeni ocağı kurulması ve denize çıkışının 270 sağlanması gibi isteklere yer verilmiştir505. Konferansta İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika çeşitli şekillerde Ermeni isteklerinin kabulüne çalışırken, Sovyet Rusya farklı bir tutumla Türkiye’den ayrılan Ermenileri Sovyet Rusya’da yerleşmeye çağırmıştır506. 2. Lozan Konferansında Ermeni Meselesi Türkler ve İtilaf Devletleri arasındaki meselelerin Lozan Konferansı’nda halledileceğini haber alan Ermeni Cumhuriyeti ve Ermeni milli heyetleri harekete geçmiş ve konferans öncesi Ermeniler çeşitli faaliyetler yürütmüşlerdi. Bu bağlamda; - İki heyet arasında, Ermenileri ilgilendiren istek ve iddialar üzerinde bir mutabakat ve söz birliğine varılmıştı. - Son kez İtilaf Devletleri Yunanistan ve Yugoslavya nezdinde girişimlerde bulunuldu. - Ermeniler hakkında kamuoyu oluşturulmuş ülkeler harekete geçirildi. Lozan Konferansı’nı etkilemek için Ermeni destekçileri propagandaya başladı. - Türk delegeleriyle müzakere için aracılar ve çareler arandı. - Heyetin görüşlerinin Milletler Cemiyeti’ne yeniden bildirilmesine çalışıldı., - Ermenileri taraftarı bütün yabancı kuruluşların Ermenileri desteklemeleri için temsilcilerini Lozan’a göndermeleri sağlandı. - Heyetlerinin Lozan Konferansı’na yetkili üye olarak katılımını sağlama yönünde girişimler yapıldı. Bu amaçla Ermeni Cumhuriyeti ve Ermeni Milli Heyetinden Londra’ya temsilciler gönderildi. Bu hazırlıklar kapsamında Ermeniler İngiliz, Fransız görevlileri ile temaslarda bulundularsa da umdukları ilgiyi bulamadılar. Bunların hedefleri (ı) Birleşik ve 505 506 Uras, a.g.e., s. 712-714. Uras, a.g.e., s. 733-734. 271 bağımsız bir Ermenistan’ın gerçekleştirilmesi, (ıı) Geçici bir çözüm olarak bir miili yurdun kurulması, (ııı) Lozan Konferansı’na kabulleri şeklindeydi507. Lozan Konferansında Ermeni meselesi azınlıklar başlığı altında gündeme gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyıldaki ayrışma ve parçalanması azınlıklar üzerine kurulmuş senaryo ile gerçekleştirilmişti. Bu politikanın arkasındaki büyük devletler için olsun Türkler için olsun mesele objektif değil, politika gereği konuşulacak idi. Büyük devletler bu politikayı Sevr Antlaşması’nda saptamışlardı. Sevr’den beri her fırsatta azınlıklara ait hukuktan Türkleri suçlama amaçlı bahsetmişlerdi. Lozan’da da Türk Heyeti konunun bu maske altında tartışılmasına muhatap oldu. Ancak ulusal Türk Devleti’ne karşı Osmanlı Devleti’ne karşı uyguladıkları politikayı uygulayamadılar. Diğer ülkeler tarafından da kabul edilmiş azınlık hukukunun ötesinde bir noktaya taşıyamadılar. Türk Heyeti soy ve dil azınlıklarına ayrıcalık kabul etmedi. Diğer ülkelerde bunu bu şekliyle kabul ettiler508. Konferans sürecinde Ermeni meselesine ilişkin gelişmelere bakıldığında, Lozan Konferansı’nda Lord Curzon, ele alınan azınlıklar konusunu bütün dünyanın yakından izlediğini ve konunun tarihçesinde müttefiklerin Türkiye ile harp amaçlarından birinin Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkün ise kurtarmak olduğunu beyan etmiştir. Hele Ermenilere verilen garantinin Berlin Antlaşması’na kadar geri gittiğini belirttikten sonra himaye görmesi gerekenleri; Rumlar, Yahudiler, Asuriler, Gildaniler, Nasturiler olarak saymıştır. Ermeniler üzerinde uzun olarak durmuş, onlara Doğu Vilayetlerinde veya Kilikya’nın güney taraflarında yurt istemiştir. Bunlara ek olarak üç şey daha istemiştir; (ı) çok geniş genel af, (ıı) askerlikten makul bir bedel ile muaf olma (ııı) serbest gidip gelme. Curzon bunlara ilave olarak Milletler Cemiyeti’nin daimi denetimi ve bir temsilcisinin bulunmasının gerekliliğini anlatmıştır. Amerikan delegesi de Ermenilere yurt verilmesini destekleyen belgeler saymıştır509. Bu tarz istekler karşısında Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa konunun tarihi gerçeklerine değindikten sonra Türkiye ile Ermenistan arasında antlaşmanın mevcut 507 ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979, s. 454–456 M. Cemil Birsel; Lozan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, İkinci Cilt, s.271 509 Birsel, a.g.e., s. 272-275 508 272 olduğu, ayrı bir Ermenistan’ın hayal bile edilemeyeceğini belirtmiş, ayrıca azınlıklar için bir komisyon kurularak Türkiye’nin iç işlerine müdahale edilmesinin ülke bütünlüğü ve bağımsızlığına aykırı olduğundan kabul edilemez olduğunu bildirmiştir. Azınlıkların askerlikten muaf tutulmasının ise bir ülkenin yurttaşları arasında ayırımcılık yaratacağı nedeniyle kabulünün mümkün olmayacağını beyan etmiştir510. Buna rağmen Lord Curzon Ermeni yurdu meselesinde ısrar etti. Curzon, Ermenilerden bahisle “bu yurt Türk hakimiyetine halel getirecek bir siyasi muhtariyet değil, kendilerinin soylarını dillerini kültürlerini koruyacakları bir toplanma yeri olacaktır, Türk kanunları ve bir Türk genel valisi idaresinde bir yer istiyorlar” şeklinde istekler ileri sürmüştür. Ancak bu tarz istekleri her seferinde İsmet Paşa gerekçeleri ile birlikte geri çevirmiştir511. Bu bağlamda 13 Aralık 1922’deki oturumda İsmet Paşa Türkiye’nin görüşünü dile getirirken konunun yakın tarihteki gerçeklerine değindikten sonra konuşmasının bir bölümünde, “Ermenilere gelince: Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında yapılan anlaşmalarla takviye edilmiş ilişkiler Ermeni Cumhuriyeti tarafından yapılacak herhangi bir kışkırtma olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer tarafatan Türkiye’de kalmaya karar vermiş Ermeniler iyi vatandaş olarak yaşamanın kesin lüzumunu artık gözönünde bulundurmalıdır. Türkiye’deki azınlıkların durumunun düzeltilmesi herşeyden evvel her nevi yabancı müdahalesiyle gelecek kışkırtmaların giderilmesine bağlıdır” ifadelerini kullanmıştır512. İsmet Paşa bu sözleri ile Ermeni meselesinin yabancı müdahalelerden kaynaklandığını, iyi yurttaş olmak isteyen Ermeniler için Türkiye’nin her zaman güven ve teminat verdiğini vurgulamakta, İtilaf Devletleri’nin konferansta Türkiye’nin bu iç işine geçmişte olduğu gibi karışmalarının önünü kesmeye çalışmaktaydı. Ermeni meselesi Lozan Barış Antlaşması’nda kapitülasyonlar, Boğazlar gibi konular kadar ağırlıklı olarak ele alınmış bir konu değildir. Lozan Antlaşması çok taraflı ilişkileri düzenleyen genel bir hukuki çerçevedir. Buna göre Türkiye-Ermenistan ilişkileri ikili ve özel ilişkilerdir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler Lozan Antlaşması öncesinde 2 Aralık 1920’de Gümrü’de imzalanan Türkiye-Ermenistan Barış 510 Birsel, a.g.e., s. 276. Birsel, a.g.e., s.281-283. 512 ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, s.460-461. 511 273 Antlaşması’nın 16 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nın ve 13 Ekim 1921’de Kars’ta imzalanan Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında Dostluk Antlaşması’nın konusu olmuştur. Her ne kadar Gümrü Antlaşması Sovyetlerin Güney Kafkasya’yı işgali üzerine onaylanarak yürürlüğe girememiş ise de diğer iki antlaşma geçerliliğini korumaktadır. Anlaşılacağı gibi Ermeni meselesi Lozan Antlaşması öncesinde çözümlenmiş bir konudur. Lozan sürecindeki Ermeni çabaları yeni bir politik ve diplomatik deneme olup başarılı olmamıştır513. 3. Lozan Konferansı’nda ABD’nin Konumu ve Politikası İtilaf Devletleri Birleşik Devletleri müzakerelere davet ettiğinde, Amerikalılar kendilerinin Türkiye ile bir savaşa katılmadıklarını Mondros Mütarekesi’nin tarafı olmadıklarını bu nedenle nihai barış görüşmelerine katılmak ve siyasi konulara ve sınırlara ilişkin düzenlemelerin yapılacağı bu görüşmelerde sorumluluk almak gibi bir isteklerinin olmadığı belirtmişlerdir. Birleşik Devletler Konferansa Orta Doğu’daki Amerikan çıkarları ile sınırlı bir katılım istemekteydi. Kasım 1922 başında Amiral Bristol Dışişleri Bakanı Evans Hughes’a yazdığı mektupta “ABD kapitülasyon rejiminin bir tarafı ve geniş bir yararlanıcısı olarak pasif bir tutum takınarak çıkarlarına ilişkin konuları İtillaf Devletlerinin eline bırakamaz” ifadelerini kullanmaktaydı. Bu görüşler doğrultusunda Dışişleri Amerikan çıkarlarının korunması için üç aşamalı bir politika izledi. Bu aşamalardan birincisi konferansa gözlemci göndererek Amerikan çıkarlarının görüşmelerde olumsuz etkilenmediğinden emin olmak, ikincisi Avrupalı müttefiklere Amerikan çıkarlarını içeren bir liste vermek ve üçüncü olarak ABD yeni Türk Hükümeti ile uygun bir zamanda ikili anlaşma görüşmeleri yapma konusunda niyetini açıklamak şeklinde idi514. 513 Gündüz Aktan; “Lozan Barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.24–24. 514 John M. Vander Lippe; “The ‘Other’ Treaty of Lausanne: The American Public and Official Debate on Turkish-American Relations”, The Turkish Yearbook, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1993, Vol, XXIII, s.44-45 274 Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika ve Osmanlı Devleti birbirlerine savaş ilan etmemiş olması, Osmanlı Devleti’nin de sadece diplomatik ilişkilerini kesmekle yetinmesinden dolayı ABD, Lozan Konferansı’na taraf değil gözlemci olarak katılmıştır. Ancak görüşmeler sürecince Amerika gözlemciliğin çok ötesinde bir tutum sergileyerek aktif bir rol oynamıştır. Amerika’nın bu niteliği dolayısıyla hem başta İngiltere olmak üzere müttefikler ( İngiltere, Fransa, İtalya) hem de Türk Heyeti Amerika’nın ağırlığını kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Türkiye’nin uluslararası yaşama katılmasının belgesini oluşturan Lozan Konferansı Türk-Amerikan ilişkilerinde ilginç bir aşamadır. Amerika bu antlaşmayı imza etmeyeceğinden müttefiklerin elde ettiği şeyleri Türkiye ile imzalayacağı ikili anlaşmalara geçirmeyi istemekteydi. Bu nedenle Türk-Amerikan Antlaşması Konferansın son günlerinde gerçekleşme yoluna girmiştir. Bu noktada ABD politikalarına değinmek yararlı olacaktır (1) Konferans öncesi belirlenen ve ABD’nin Londra, Paris ve Roma büyükelçiliklerine gönderdiği Amerika’nın politikasının esasları şöyle idi. (a) ABD, Osmanlı Devleti ile savaş halinde olmadığından Türkiye ile yapılacak barış antlaşmasını imzalamamakla beraber, Müttefiklerin Türkiye ile görüşmelerini Amerika’nın çıkarlarını dikkate almadan yürütmeleri imkansızdır. (b) Bu yolun izlenmemesi Amerika’yı bir olup-bitti karşısında bırakmak olacaktır. Bu ise Amerika’yı Müttefiklerin elde ettiği avantajların gerisinde bırakacaktır. (c) Yukarıda değinilen hususlardan dolayı; (ı) Amerikan çıkarlarının niteliği kapsamı konusundaki açıklamaları içeren bir muhtıra İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerine sunulacaktır. (ıı) Çıkarlarımızın korunması için gözlemcilerimiz gereken her anda müdahalede bulunacaktır. Kapitülasyonlara saygı, eğitim kurumlarının korunması vb. konularda Müttefiklerle ortak çıkarlarımız söz konusu olduğunda gözlemcilerimiz görüşlerini hemen açıklayacaklardır. 275 (ııı) Amerikan çıkarlarının korunması için Türkiye ile ilk fırsatta bir antlaşma yapacağız. Böyle bir antlaşmanın müzakerelerine başlanmasını gerekli kılan garantiler Türkiye tarafından verildiğinde delegasyon tam yetki ile donatılacaktır. (2) Talimata yansıyan Amerikan çıkarları aşağıdadır. (a) Kapitülasyonlar: Dışişleri bakanlığı, Türklerin kapitülasyonların devamına şiddetle karşı çıkmasını anlayışla karşılamakta ve Müttefikler’in de ABD açısından değer taşımayan ödünler karşılığında takasa gideceğini tahmin etmektedir. Bununla birlikte ABD, Amerikan yurttaşlarının korunması için kapitülasyonların devamında ısrar etmelidir. (b) Amerika’ya ait hayır, eğitim ve din kurumlarının korunması: Osmanlı Hükümeti’nin 1907’de kabul etttiği liste güncelleştirilmeli ve Türkiye bunları tanıyarak, bu kurumların mülkiyet hakları kabul edilmeli, 1914 yılında kapatılmış kurumların yeniden açılmasına ve yeni okulların faaliyete geçirilmesine, buralarda İngilizce’nin kullanılmasına ve vergilendirme ile gümrük resmi bakımından Osmanlı kurumlarının ayrıcalıklarından yararlanmasına izin verilmelidir. (c) Amerikan Ticari çıkarlarının korunması: Amerika’nın Ağustos 1920’de Sevr’de imzalanan Üçlü Anlaşma ile Müttefiklerin nüfuz bölgeleri elde etmelerine karşı olduğu belirtilmeli ve “Açık Kapı” ilkesinin devam ettirilmesi, vergilendirme bakımından kapitülasyon sistemi terkedilecek olursa yerine tatmin edici garantilerin sağlanması istenmelidir. (d) Zararların Tamiri: Burada 1914’den itibaren Türk makamlarının illegal hareketlerinden doğan zararların (!) tazmini öngörülmekteydi. (e) Azınlıkların Korunması: Talimatta üzerinde en fazla durulan konulardan birisi idi. 1915’deki tehcir sonrası Anadolu’da çok az sayıda Hıristiyan kaldığı için geride kalanların korunması hususunda etkin bir formül bulmanın zor olacağı ifade ediliyordu. Anadolu’daki Hıristiyan azınlıklar ile Yunanistan’daki Müslüman azınlıklar için en iyi formülün bunların değişimi olduğu belirtilmekle birlikte, İstanbul’daki 276 Hıristıyan azınlık meselesinin Amerika açısından özel bir ilgi konusu olduğu ve bu nedenle bunların korunması için gerekli etkinin kullanılacağı belirtiliyordu. Ermeni meselesinde ise konferansta Ermenilere bir “yurt” (homeland/home) 515 sağlanması meselesinin ortaya atılabileceği, ancak Rusya’da koşulların düzelmesinden sonra Rusya Kafkasları’nın Türkiye’den ayrılan Ermeniler için en iyi sığınma yeri olacağı ifade ediliyordu. (f) Boğazlar Meselesi: ABD, Boğazlar’ın savaş halindeki statüsü ile ilgili değildir ve Avrupa’nın büyük devletlerinin veya Türkiye’nin “muharip” oldukları durumlara karışmak istememektedir. Fakat Amerika barış zamanında Boğazlar’ın ticaret ve savaş gemilerine açık olması ve gemilerin İstanbul’a ve Karadeniz’e geçmeleri için etkin garantilerin sağlanmasıyla özellikle ilgilenmektedir. Amerika’ya göre Karadeniz bir ticaret yolu idi ve yalnız Türkiye ve Rusya’nın kontrolu altında olmazdı. (g) Milletlerarası Mali Kontrol: Bu kısımda Duyunu Umumiye idaresinden ve bu konudaki milletlerearası komisyon’dan söz edilerek, Türkiye’nin Amerika’dan borç istemesi halinde, bu borcun Duyunu Umimiye ile konsolide edilerek Amerika’nın da Duyunu Umumiye Komisyonu’na katılması istenmekteydi. (h) Arkeolojik Araştırmalar: Türkiye’de arkeolojik araştırmalar yapmaları için Amerikan kurumlarına izin verilmesi üzerinde ısrarla durulmaktaydı. (i) Diğer Konular: Amerikan Hükümeti’nin Türkiye ile tabiyet ve posta anlaşmaları da yapmak istediği bildirilmekteydi. Talimatın sonunda, Boğazların serbestisi ile azınlıkların korunmasına verilen önem bir kere daha vurgulandıktan sonra, Türkiye ile ayrı bir antlaşma arzusu da belirtiliyor ve yakın Doğu’yu bir savaş alanı haline getiren ve diğer devletler arasında mevcut rekabetlere dahil olunmaması tavsiye edilmekteydi516. 515 Belli bir etnik gruba sınırlı özerklik tanınan belli bir bölge Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing Office, 1938, s.881-883. 516 277 Bunlar içerisinde Amerikan misyonerlerinin en çok önem verdikleri konu, Amerikan hayır, din ve eğitim kurumlarının korunmasıdır. Azınlıkların korunması ve bununla ilişkili olarak Ermenilere bir yurt verilmesi ve kapitülasyonlar, misyonerlerin ilgilendikleri diğer konular olmuştur517. Lozan konferansında Ermeniler kendilerini destekleme açısından Amerikan misyoner örgütleri Amerikan Board ve Near East Relief’e güveniyorlardı. Board Heyetinden Barton, Londra’da Ermeni heyeti ile görüşmüştü. Ermeni heyeti Lozan Konferansı’na dilekçe vermeyi umuyordu. İlk önce talep edecekleri yerler, Amerikan Başkanı’nın saptadığı sınırlar dahilindeki kendilerinin Ermeni vilayetleri dedikleri bölge ile Trabzon’dan alınacak yerlerden oluşmaktaydı. Bu mümkün olmazsa, Rus Ermenistan’ını ve Van’ın (gerçekte Van bölgesi Çarlık Ordularının terk etmesi sonrasında yeniden Türklerin eline geçmişti) büyük bir kısmını isteyeceklerdi. Bu düzenleme onların denize çıkışını sağlayacak, Tatarlar, Gürcüler, Kürtler ve Türkler arasında sıkışıp kalmaktan kurtarmış olacaktı. Bunların hiçbirisi olmaz ise Fransa’nın Milletler Cemiyeti’nden manda yönetimini aldığı ancak Ankara Antlaşması ile Türkiye’ye iade edilen Suriye kuzeyinde Maraş, Antep, Urfa ile İskenderun’u içerecek bölgeyi arzulamaktaydılar. gerçekleşmesi konusunda Sonuncu ümitli seçeneği tercih etmekle gözükmemekteydiler518. birlikte Burada bunun Ermenilerin, Anadolu’da incelemeler yapan General Harbord ve diğer heyetler ile Amiral Bristol’ün bağımsız Ermenistan görüşüne karşıt rapor ve görüşlerinden haberdar oldukları için geçmişte olduğu gibi din istismarı yapabileceklerini düşündükleri misyoner örgütleri aracılığıyla ABD heyetini yönlendirme gayreti açıkça görülmektedir. Lozan Konferansı’nda ABD’yi temsil eden delegasyonu ABD’nin Roma Büyükelçisi Richard Washburn Child, Bern Orta Elçisi Joseph C. Grew ve İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Mark Bristol oluşturmuştur. Değinildiği gibi bu heyete yalnız gözlem yapıp rapor etmeleri, talimat almaksızın herhangi bir bağlayıcı tutum 517 Ömer Turan; “Lozan Konferansı’nda Amerikan Misyonerleri”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.209. 518 Turan, a.g.e., 210-211 278 almamaları, hiçbir şekilde komisyon veya komite başkanlığını kabul etmemeleri talimatı verilmiştir519. Lozan görüşmeleri için verilen talimattan Amerika’nın Ermeni meselesinde aktif olmayacağı anlaşılmaktaydı. Ermeni meselesi azınlık haklarının korunması ile ilişkilendiriliyordu. Bu politika Ermenileri tatmin etmiyor ve Başkan Wilson ve Harding tarafından kendilerine verilmiş sözlerin tutulmasını istiyorlardı. Buna bağlı olarak Ermeniler Lozan görüşmeleri öncesinde kamuoyu oluşturmak ve Amerika’yı kendi emellerine hizmet edecek bir politika izlemesini sağlamak için yoğun propaganda faaliyeti yürütmüşlerdir. Ermeni dernekleri hemen her şehirde kiliselerin desteği ile toplantılar düzenlediler ve konuyu din meselesine dönüştürmeye çalıştılar520. Konferans öncesi Ermeni dernekleri yayınladıkları deklerasyonda aşağıdaki çağrıları yapmaktaydılar. (1) Son savaşta Ermeniler Müttefiklerden birisi olup, aynı idealleri paylaşmışlardır, (2) Sadakatlerinin sonucunda, Ermeniler yok olmanın eşiğine varan görülmemiş bir mezalime maruz kalmışlardır. (3) İtilaf Devletleri ve ABD, Ermenilere ve çocuklarına güvenli bir toprak sözü verdiler. Ermeniler bu haklardan başka bir şey istemiyorlar. (4) Güvenli bir vatana sahip olacakları inancıyla, Amerikan halkı bu biçare ırktan geri kalanları kurtarmak için milyonlarca dolar bağışladılar. (5) Bir ulusun çağrısına verilen bu olağanüstü ilgi, verilen sözler tutulmadığı takdirde heba olup gidecektir. (6) İtilaf Devletleri Türk milliyetçileri ile bir anlaşma yapmaya hazırlanıyorlar ki bu anlaşma Ermenileri kısıtlama olmaksızın Türklerin kontrolüne sokmaktadır. 519 Turan, a.g.e., s.209 Kemal Çiçek; “Amerikan Ermeni Derneklerinin Lozan Görüşmeleri Esnasındaki Faaliyetleri”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.120. 520 279 (7) Ermenilerin korunması sorumluluğu Milletler Cemiyeti’ne bırakılmaktadır. Bildirinin devamında “Her kim ve nerede yaşıyorsan: şu anki durumun kritik olduğuna inanıyorsanız aşağıdakilerin tümünü veya birini yapınız” denilmektedir. Bunlar şöyledir. (ı) Resmi gazetenize veya eyaletinizin Kongre üyelerinden birine veya daha fazlasına derhal yazınız. (ıı) Eyaletinizin senatörlerine yazınız. (ııı) Şahsen tanıdığınız her Senato ve Kongre üyesine yazınız (ıv) Ermenilerin korunması için kilise ve derneklerden kararlar çıkartınız ve Kongreye gönderiniz. Mektuplarınızda; Ermenilerin daha fazla zulme ve işkenceye maruz bırakacak eylemlere karşı duygularınızı ve endişelerinizi, Ermenilerin Türk hakimiyetine bırakılmasına kesinlikle karşı olduğunuzu, Ermenilere güvenli bir ülke sağlanması gerektiğini, Ermeni ülkesinin yönetimini hangi organ üstlenirse üstlensin ABD’nin buna olumlu yaklaşmasını vurgulayınız. Bu bildiri doğrultusunda faaliyetlerini yürüten Ermeni dernekleri kamuoyu oluşturma ve örgütlenmede başarı gösterdiler. Temsilciler Meclisi Başkanı Yates, Dışişleri Bakanı Hughes’a gönderdiği mektupta seçim bölgelerinden binlerce mektup aldığını yazmaktaydı521. Diğer taraftan Ermeni meselesine en fazla destek vermiş olan Amerikalı misyonerler, ülkelerinin Lozan Konferansı’na gözlemci değil aktif üye olarak katılması gerektiği düşüncesindeydiler. Bunun için ABD yönetimine başvurmuşlardı. Ancak 5 Ekim 1922’de dışişleri bakanı Harding’ten Amerika’nın gözlemci statüsü ile konferansa katılımı sayesinde Amerikan çıkarlarının korunabileceği cevabını aldılar. Bunun üzerine misyonerler Amerikan Board Heyeti’nden James L. Barton’un konferanstaki Amerikan delegasyonuna danışman olarak alınmasını istediler, bu istek yerine getirildi. Ayrıca Barton dışişlerinden izinle Amerikan Board’un İstanbul’daki temsilcisi William W. Peet’i yardımcısı olarak aldı. Bu iki ismin yanısıra Lozan’da Caleb F. Gates (İstanbul’daki Robert Kolej müdürü) ve George R. Montgomery misyonerlerle irtibatlı kişilerdi. Hele Montgomery Ermenistan-Amerika Cemiyeti adına Lozan’a gelmişti ve açıktan Ermenilerin avukatlığını yapmaktaydı522. Bu durum Ermenilerin Lozan’daki ABD delegasyonunu önemli ölçüde etkileri altına alabildiklerini göstermektedir. 521 522 The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816. Turan, a.g.e., s.210 280 Konferans süresince Amerikan delegasyonundan Barton ve diğerlerleri Ermeni ve Rumlarla çeşitli görüşmeler yapmışlardır. Hatta İsmet Paşa ile de özel görüşme yapılmıştır. Bu görüşmelerde ABD delegeleri, ABD misyonerlik kurumları üzerinde yoğunlaşmışlardı523. Amerikan Heyeti özellikle (Board Heyeti personeli) Barton ve Peet, konferansın resmi gündemine taşımadan Türkiye’den Ermeniler için bir yurt (home) tavizinin koparılıp koparılamayacağını hususunu özel görüşmeler ve zemin yoklamaları ile araştırmıştır. Bu bağlamda Türk gazetecilerinden Ahmet Şükrü Beyle iki defa görüşme yapmışlar, ancak bunun mümkün olmadığı kanaatine varmışlardı. Öte yandan 26 Kasım’da Lozan’a varan Amiral Bristol ile görüşen Barton’a Bristol, Amerikan kurumlarının tam bir dini özgürlük ve misyonerlik haklarına sahip olarak varlıklarını sürdüreceklerini söyler. Misyonerlerin taleplerini, kurumlarının çalışmalarını elinden geldiğince destekleyeceğini bildirir ve Türklerle dürüstçe konuşulmasını ister. İsmet Paşa ile 27 Kasım’da özel olarak görüşen Child, İsmet Paşa’dan Amerikan kamuoyuna yönelik olarak Amerikan kurumlarının varlıklarını devam ettirebileceklerine ilişkin bir beyanat vermesini ister. İsmet Paşa devletin kanunlarına tabi olmaları koşulu ile bahse konu beyanatı vereceğini bildirir. İsmet Paşa ertesi gün Amerikan heyetinden konu ile ilgili diplomata Türkiye’deki özel okullarla ilgili kanunu anlatır. Türklerin talebi makul ve meşru bulunur524. Bu girişimde Amerikan heyetinde kendi kamuoylarını tatmin etmenin yanısıra kendi ulusal çıkarlarını koruma çabaları görülmektedir. Lozan Konferansında Amerika, ulusal çıkarlarının korunması yönünde politika oluştururken, Ermenileri de bunun kapsamına almıştır. Ancak Ermenilere bir yer verilmesi konusunda Amerika ısrarlı görünmemektedir. Türkiye doğu sınırlarının Sovyet Rusya ve Ermenistan’la daha önce yapılan antlaşmalarla belirlendiği ve Ermeni meselesinin aslında çözümlendiği gerçeğinin farkında olan Amerika, Türkiye’den Ermeniler için toprak ayırmanın imkansızlığını görmekte ve kendi açısından azınlık haklarının korunmasına ağırlık vermektedir. 523 524 Turan, a.g.e., s.216. Turan, a.g.e.,s.217-218. 281 Bütün bunlara rağmen Lozan Konferansında Ermeni meselesi Türkiye ile Amerika’yı karşı karşıya getiren konulardan olmuştur. 30 Ekim 1922 tarihli talimata da yansıdığı gibi Amerika Ermeni meselesinde ümitsiz olup, Rusya’da koşullar düzeldikten sonra Anadolu’dan ayrılan Ermenilerin Kafkas Ermenistan’ına yerleştirilmesini çözüm olarak görmekteydi. Konferanstaki ön temaslar Ermeni meselesinin ortaya atılması bakımından Amerika için ümit verici emareler göstermemiştir. Amerikan delegasyonu başkanı Child 21 Kasım 1922’de Celalettin Arif Beyle yaptığı görüşmede, Celalettin Bey Ermeni meselesine de değinmiş ve hem kamuoyu hem de Millet Meclis’indeki ortamda Ermenilere veya diğer bir azınlığa toprak verilmesinin imkansız olduğunu söylemiştir525. Lozan Konferansı sürecinde Ermeniler gerek Amerikan Hükümeti gerek Lozan’daki ABD Delegasyonu’nu etkileme çabaları süreklilik göstermiştir. 24 Kasım’da İsviçre Ermenileri delegasyon başkanı Child’ı ziyaret ederek kendisinden Ermeni meselesini Konferans’ta savunmasını istemiştir. Child konunun Milletler Cemiyeti’ni ilgilendirdiğini dolayısıyla meselenin savunmasının da ona ait olacağını ifade etmiştir. Ermeni heyeti ısrarını sürdürünce Ermeni meselesinde yalnız Amerika’nın değil başkalarının da destek olması gerektiğini ve konunun propagandasının iyi yapılmasını önermiştir526. Bu nedenle Child Kasım ayı sonlarında Ermeni meselesini ele alarak Ermenilere bir ‘yurt’ verilmesi için zemin yoklamaya başlamıştır. Bu faaliyetinin devamında 12 Aralık tarihli oturumda Müttefik delegeleri ile İsmet Paşa arasında Ermenilerin durumunun tartışılması üzerine söz alarak uzun bir konuşma ile Ermenilere bir “yurt” verilmesini desteklemiştir. Amerika’nın Ermeni meselesi konusundaki ilgisini belirten Child, Müttefiklerin bir “sığınacak yer, barınak” sağlama konusunda pek çok sefer güvence verdiklerini ileri sürerek buna ilişkin olarak İngiltere Başbakan ve dışişleri bakanının konuşmaları, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Kilikya Ermeni piskoposuna mektubu, Müttefik Yüksek Konseyi’nin ve Milletler Cemiyeti’nin 1921 ve 1922 yılı Mart aylarındaki kararlarına atıf yapmıştır. En sonunda 525 Fahir Armaoğlu; “Lozan Konferansı ve Amerika” Belleten Cilt 4, Sayı, 212-214, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s.516. 526 Armaoğlu,1991, s.516 282 Child, Müttefiklerden yurt meselesine çözüm bulmadan Konferans’tan ayrılmamalarını istemiştir527. Amerikan delegasyonu 22 Kasım’da Washington’a Müttefiklerin “Ankara’nın toprak isteklerine kesinlikle karşı olduğunu bildiklerinden, Ermeniler için toprak talep etmeye istekli olmadıklarını” bildirmiştir. Buna karşı dışişleri bakanlığı eski Osmanlı Ermenilerinin Kafkas Ermenileri ile birleştirilmesi fikri üzerinde durulduğunu, ancak mevcut ekonomik durum nedeniyle bunun gerçekleşmesinin mümkün görülmediğini belirtmiştir 528. Ermeniler konferansta etkili olabilmek için yürüttükleri propaganda faaliyetlerini Türk Heyeti üzerinde de sürdürmeye çalıştılar. Bu bağlamda İsmet Paşa ile görüşüp Türkiye dışında kaldıklarını iddia ettikleri 700.000 Ermeni için yurt isteyip, Türkiye’de kalan mallarını söz konusu ettiler. Ermeni meselesinin görüşülmeye başlamasıyla birlikte resmi görüşmelerin dışında özel görüşmelerle de Türk Heyeti üzerinde baskı kurulmaya çalıştılar529. Öte yandan Lord Curzon ve Child’dan başka Konferans’ta Ermenileri destekleyen diğer bir isim Yunan heyeti başkanı Venizelos olmuştur. Venizelos Rum azınlığından ve Ermenilerin acıklı durumundan söz etmesi üzerine İsmet Paşa; “Mösyö Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu zavallı halk zorla silah altına alınmış Yunan Ordusu saflarına katılmıştır. Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türklere ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bütün suçları Ermenilerin üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar Asya’dan çekilip gittikleri zaman Ermenileri de birlikte sürüklemişlerdir. Dünyada Ermenilerin başına gelenlere herkesin önünde acımaya cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermenilerin başına gelen talihsizliklerin doğrudan 527 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing Office, 1938, s.920-922 528 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing Office, 1938, s.902-903. 529 Çufalı, a.g.e..,s.541-542. 283 yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin olacağını kabul etmek zorunludur” şeklinde sert bir cevap vermiştir530. İsmet Paşa’nın bu tarihi konuşmasından sonra Ermeni konusu genel kurul görüşmelerinde bir daha konuşulmamıştır. Bunun üzerine Ermeniler ve destekçileri alt komisyonlarda mücadeleye başlamıştır531. Tali komisyonda bulunan Rıza Nur Bey Türk Heyetinin hazır bulunmayı reddettiğini söyledi. Müttefikler Türkiye hazır bulunmayabilir, ancak Müttefiklerin bunları dinlemelerine mani olamayacağını ileri sürdüler. Türk Heyeti Müttefikler dinleyebilir, ancak oturum tutanakları, konferans tutanakları olamaz cevabını verdi. Rıza Nur Bey konuya siyasi boyut verilmesini ileri sürerek komisyonu terk etti. Meselenin devamında ısrar edilmeyerek Ermeni yurdu meselesi kapanmış oldu532. Lozan Konferansı’na değinen Kaçaznuni düşüncelerini“ Lozan Konferansında ilk defa “yurt” sözcüğü kullanıldı. Sevr Antlaşması tamamen unutulmuştu. Bağımsız Ermenistan değil özerk iller bile anılmıyordu. Yalnız etnik bir yurt. Bunun Ankara’ya karşı barış amaçlı verilen son taviz olduğu ifade ediliyordu. Yıl sonunda yurt bir talep değil dost önerisi olarak Türklerin insaflı dikkatine sunuluyordu. Kibar ve nazik Türkler bu öneriyi geri çevirmek zorunda kaldıkları için üzüntü duyduklarını ifade ettiler. Müttefikler bütün imkanları tükettik, mümkün olan olmayan her şeyi yaptık ve bahtsız Ermeniler için bundan daha fazlasını yapamayaız diyorlardı. Çiçerin Türkiye Ermenilerinin geride kalanlarına Kırım, Volga kıyılarında ve Sibirya’da sığınak vermeyi önerdi. Devlet bir yurda dönüştü o da Sibirya’da bir koloniye, dağ fare bile doğuramadı” şeklinde ifade etmiştir533. Lozan Antlaşması’nda isteklerinin yer almamış olması Ermenilerde hayal kırıklığı yaratmıştı. Ermeni delegelerinin Lozan’dan ayrılmadan konferansa katılan devletlere verdikleri bildiride “Ermeni delegelerince, Lozan Konferansı komisyonları açıklamaları ve basında yer alan anlaşma projesinden Ermeni sorunlarının yüzüstü 530 Gürün, a.g.e.,s.301 Saray, a.g.e.,s.114. 532 Bilsel,a.g.e., İkinci Cilt, s. 287-288. 533 Kaçaznuni, a.g.e., 71 531 284 bırakıldığı anlaşılmıştır” denildikten sonra özetle İtilaf Devletlerine savaşta verdikleri desteği sıralamış bundan dolayı verdikleri kayıp ve uğradıkları zararlara değinmiş, kendileri için çare bulunması yönünde karar verilmesini istemişlerdir. Bundan başka 9 Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşmasında Ermeni varlığının dikkate alınmadığı iddiası ile Ermeni meselesinin Milletler Cemiyeti’nin gündemine alınmasını istemişlerdir. İstekleri dayanaksız bulunmuş kabul edilmemiştir534. Lozan Antlaşması’nın tamamlanmasından sonra, Joseph Grew ve İsmet Paşa Ankara Hükümeti ve Birleşik Devletler arasında müstakil bir antlaşmanın hazırlanması için Lozan’da kaldılar. İki hafta içerisinde önemli detaylar üzerinde mutabakat sağlanarak 6 Ağustos’ta iki ülke arasında “Dostluk ve Ticaret Antlaşması” imzalandı. Bu antlaşma ile diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ABD de kapitülasyonların kaldırıldığını bunun yerine yeni ticari, hukuki ve diplomatik düzenlemenin getirildiğini kabul etti. Lozan Konferansı’nın başlangıcında dışişlerinin talimatlarına uygun olarak içerisinde misyonerlerin ve eğitim kurumlarının muhafazası ile Türkiye’de adalet işleri de devam eden değişiklilere de değinen hükümleri kapsayacak şekilde düzenlendi. Dostluk ve Ticaret Antlaşması yeni kurulan Türk Hükümeti ile ABD arasında normal diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması anlamına gelmekteydi. İnönü’ye göre Grew kendisine Türkiye ile ilişkilerin kurulması için yaklaşmış, kendisi de Türk dış ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde Avrupalılar için kullanılan anlaşma terminolojisini ABD için de kullanmıştı535. İmzalanan antlaşmanın onaylanması sürecinde muhalefet görülmekteydi. Başkan Harding’in ani ölümü de antlaşmanın Senato’ya sevkini dokuz ay geciktirmişti. Senato’ya sevki sonrası 1927’ye kadar konuya ilişkin müzakereler ve terimlere ilişkin karşıt görüşler sürdü. Antlaşmanın karşıtları üç nokta üzerine yoğunlaşmışlardı. Birincisi kapitülasyonları yeniden canlandıracak düzenlemelerin yapılmadığı ve Türklerden yeterli ödün alınmadığı gerekçesi ile Grew ve dışişlerini Türklere karşı yumuşak olmakla suçlanmıştır. İkinci nokta antlaşmanın Türkiye’deki Hıristiyanların korunmasına ilişkin açık hükümler içermemesi ve onların namına bu korumayı 534 535 ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, s.469-470 Lippe, a.g.e., s. 49-50 285 gerçekleştirecek yabancı müdahalesine imkan sağlamamış olmasıydı. Üçüncü nokta, “antlaşmada Amerikan ticari çıkarlarının korunması sağlanmıştır ama bunun için Amerika’nın Hıristiyanlara karşı manevi yükümlülüklerinden ödün verilmektedir” şeklindeydi. Buna karşılık antlaşmayı destekleyenler Amerika’nın Avrupalılara sağlanan bütün hakları elde ettiği, yalnız ticari değil adli çıkarların da korunduğu bundan daha fazlasını sağlamanın mümkün olmadığı şeklinde idi. Lozan Antlaşması’nın bağımsız Ermenistan’ı içermemesi karşıtların en büyük argümanlarındandı. Bu ortamda karşıt komite ve lobilerin gayretleri daha etkili oldu ve sonuçta Lozan’da imzalanan ikili anlaşma ABD Senatosu tarafından onaylanmadı536. Bunun yerine ABD ile 17 Şubat 1927 de Amiral Bristol’ün Amerikan Dışişleri adına imzaladığı diplomatik ilişkiler ve konsoloslukların kurulmasına ilişkin anlaşma yapılmıştır. Metinde imza günü yürürlük tarihidir537. Bir grup misyoner ve bağış kurumu eksenli lobinin 1923’deki TürkAmerikan antlaşmasını engellemesi karşısında Türkiye ile Amerikan ticaretinde ortaya çıkan tehlike Yüksek Komiser Amiral Bristol’ün gayretleriyle önlenmiş ve bu süreçte kendisi geçici anlaşmalarla Amerikan ticari ilişkilerinin sürekliliğini sağlamıştır538. 1923 yılının gelişmelerinin Amerikan basınında da yer aldığı ve Türk başarısının neden ve sonuçlarını konu eden makale ve değerlendirmeler yazıldığı görülmektedir. Bu dönemde Türkiye’yi parçalama politikaları iflas eden Batılı güçler Türkiye’yi kendi çıkar ve ideolojilerine çekmeye çalışmışlardır. Kapitülasyonların kaldırılmasına karşı çıkan ABD ise, Türkiye’deki ekonomik ve kültürel çıkarlarını geliştirme ve yenilerini elde etme gayreti izlemiştir539. 4. Lozan Konferansı’nın Ermenileri İlgilendiren Hükümleri Ermenilere ilişkin özel bir hüküm taşımayan Lozan Antlaşması’nın diğer azınlıklarla birlikte Ermenileri ilgilendiren maddeleri azınlıkların korunması başlığı altında aşağıdadır. 536 Lippe, a.g.e., s.52 Turkey n1; ( no long title in original) turkey.usembassy.gov/uploads/images/wPWEIfJmdqkPgvMl42JGaQ/11be1109.pdf – (09.01.2009) 538 Thomas A. Bryson; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in Turkey”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 5, No. 4. Sep. 1974, s. 467 539 Osman Ulagay; Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974, s.233 537 286 AZINLIKLARIN KORUNMASI MADDE 37: Türkiye, 38 nci Maddeden 44 ncü Maddeye kadar olan Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiç bir kanunun, hiç bir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiç bir kanun, hiç bir yönetmelik (tüzük) ve hiç bir resim işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir. MADDE 38 : Türk Hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olma [milliyet, nationality], dil, soy ya da din ayırımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye'de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve ahlak kurallarıyla çatışmayan gereklerini, ister açıkta isterse özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk Hükümetince, ulusal savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için, ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaklardır. MADDE 39 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık [medeni] haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye'de oturan herkes, din ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiç bir Türk uyruğunun, yurttaşlık haklarıyla [medeni haklarla] siyasal haklarından yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır. 287 Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiç bir kısıtlama konulmayacaktır. Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır. MADDE 40 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden [garantilerden] yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır. MADDE 41 : Genel [kamusal] eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk Hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır. Bu paralar, ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim edilecektir. MADDE 42: Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkları aile durumlarıyla [statüleriyle, aile hukukuyla] kişisel durumları [statüleri, kişi halleri] konusunda, bu sorunların, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarıca çözümlenmesine elverecek bütün tedbirleri almayı kabul eder. 288 Bu tedbirler, Türk Hükümetiyle ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi, Avrupalı hukukçular arasından birlikte seçecekleri bir üst hakem atayacaklardır. Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye'deki vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiç birini esirgemeyecektir. MADDE 43 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyruklarını, kamu düzeninin korunması için öteki Türk uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir. MADDE 44 : Türkiye, bu kesimin bundan önceki maddelerdeki hükümlerin, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyetinin güvencesi [garantisi] altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça, değiştirilemeyecektir. İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği reddetmemeyi, işbu andlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmaya yetkili olacağını ve Meclisin duruma göre, uygun ve etkili 289 sayacağı yolda davranabileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri [talimatı] verebileceğini kabul eder. Türkiye, bundan başka, bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Anlaşmasının 14 ncü Maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin ve Milletler Cemiyeti Anlaşmasının 13 ncü maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır540. Görüldüğü gibi Lozan Antlaşmasında Ermenilerle ilgili özel hükümler yoktur, genel nitelikte hükümler vardır. Lozan Antlaşması Ermenileri de kapsamına alan uyrukluk koşulları ise şöyledir. MADDE 28. İşbu Antlaşmanın hükümleri uyarınca Türkiye’den ayrılan ülkelerde yerleşmiş Türk uyrukluları hukuken ve yerel yasaların öngördüğü koşullarda, bu ülke hangi devlete bırakılmışsa o devletin uyruğu olacaklardır. MADDE 29. Onsekiz yaşını aşmış olup da Türk uyrukluğunu yitiren ve 28. madde uyarınca hukuk açısından yeni bir uyrukluk edinmiş kişiler iş bu Antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, iki yıllık süre içerisinde Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. MADDE 30. İşbu Antlaşma uyarınca, Türkiye’den ayrılan bir ülkede yerleşmiş olan halkın çoğunluğundan soy bakımından ayrı olan, onsekiz yaşını aşmış kimseler, işbu Antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak iki yıllık süre içerisinde halkın çoğunluğunu seçme hakkını (droit d’option) kullanan kişinin soyundan olan devletlerden birinin uyrukluğunu, bu devletin rızası olması koşulu ile edinebileceklerdir. 540 Düstur: Üçüncü Tertip. Cilt 5: 11 Ağustos 1339-19 Teşrinevvel 1340 - 13-357 s. 36-42 . 290 Antlaşmanın 35 nci maddeye kadar olan bölümünde ise taşınmazlar ile aile bireylerinin uyrukluluğuna ilişkin ayrıntılar düzenlenmiştir541. Lozan Antlaşmasının bu düzenlemeleri ile Ermenilerden isteyenlerin Türkiye’ye dönebilmesi imkanı tanınmıştır Sonuç itibariyle konferansa katılan dört büyük devlet azınlık hakları çerçevesinde Türkiye’nin doğu veya güney bölgesinde bir Ermeni yurdu kurulması amacıyla hareket etmişlerdi. Hatta Curzon konferansın toplanmasının amaçlarından birinin bu sorunun halledilmesi olduğunu açıklamıştı. Bu çerçevede özellikle İngiltere, Fransa ve ABD birlikte hareket etme kararı vermişlerdi. Konferansta İngiliz ve Fransızlar siyasi çıkarlar elde etme amacını güderken Amerika’nın azınlık hakları üzerinde fazla durmasında misyonerlerin ve Amerikan basınının yaptığı Türk aleyhtarı propagandanın etkisi olmuştur. İngiltere’nin baskısına rağmen azınlık haklarını denetleyici olarak Milletler Cemiyeti, Türkiye’nin iç işlerine karıştırılmamıştır. Ancak İngiltere’nin Ermeni yurdunu Türkiye’ye kabul ettirme konusunda fiziki güçleri olmadığından bu amacı Milletler Cemiyeti aracılığı ile gerçekleştirme girişimlerinde bulunmuştur. Çünkü Kafkaslar ve Anadolu’da bir bölgesel savaş için İngiliz askeri gücü yeterli değildi, ayrıca yeniden bir savaş için ne İngiliz askeri makamlarının ne de kamuoyunun isteği vardı542. Lozan’da İngiliz delegasyonu tercümanı olan Andrew Rian konuya ilişkin görüşlerinde, “Ermeni milli yurdu konulu konferans, büyük tartışmalara yol açmasına karşın ciddi bir konu değildi. Bu konu bir vitrin dekoru olarak ortaya atılmıştı. Bu meselenin içi de, gerçekte mağaza vitrinlerinde gördüğümüz teneke süt kutuları kadar boştu” ifadelerini kullanmıştı543. Böylece 1920 yılında Doğu Cephesindeki askeri harekat sonrası imzalanan Gümrü ve daha sonra imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile son nokta konulan Ermeni meselesi Lozan Konferansı’nda gerek Ermeniler gerekse Batılı Devletler tarafından ümitsizce diriltilmeye çalışılmışsa da bunda başarılı olamamışlardır. 541 Düstur: Üçüncü Tertip. Cilt 5: 11 Ağustos 1339-19 Teşrinevvel 1340 - 13-357 , s.31-33. Mustafa Sıtkı Bilgin;“Lozan Konferansı’nda Ermeni Meselesi: İtilaf Devletlerinin Diplomatik Manevraları ve Türkiye’nin Karşı Siyaseti”, BELLETEN Dergisi, 254, Cilt: LXIX - Sayı: 254 - Nisan 2005, s. 90. 543 Ahmet Gürel; Yabancı Kaynaklarda Ermeni İlişkileri, Umay Yayınları, İzmir, 2006, s.137. 542 291 F. Türkiye Ermenilerinin Yaklaşımları, M. Kemal Atatürk’ün Saptamaları ve Görüşleri Ermeni meselesinin ardındaki gerçek yine Ermenilerin kendileri tarafından dile getirilmiştir. 1918 yılı Temmuz ayında kurulan ve 13 ay yönetimde kalan Ermenistan Devleti’nin ilk başbakanı Taşnak (Taşnaksutyun) Partisi’nin ileri gelen yetkililerinden Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Parti’nin Bükreş’te yaptığı toplantıda sunduğu rapor bu konuda önemli bir belgedir. Kaçaznuni konferans raporunda geçmiş dönemin itirafı mahiyetinde bir özeleştirisini yapmıştır. Çekilen acılardan Taşnak Partisi’nin sorumlu olduğunu açık yüreklilikle saptayan Kaçaznuni, raporunun sonunda Taşnaksutyun’un kendisini feshetmesi ve siyasi platformdan uzaklaşması gerektiğini savunmuştur544. Kaçaznuni, Taşnaksutyun Konferansı’na katılan delegelerin önyargılardan sıyrılarak konuya yaklaşmalarını isterken Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan Konferansı’na uzanan süreci Ermeni meselesi açısından inceleyerek bazı saptamalarda bulunmaktadır. Bunlar şöyledir. a. Dünya Savaşı öncesinde gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hata idi. b. Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı. c. Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı. d. Türkiye savunma içgüdüsü ile hareket etmişti. e. 1918 sonlarındaki İngiliz işgali Taşnakların umudunu yeniden kabartmıştı. f. Ermenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı. g. Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar, bu yönde kışkırtılmışlardı. h. Müslüman nüfusu katletmişlerdi. 544 Kaçaznuni, a.g.e., s.5-7 292 i. Ermeni terör eylemleri Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti. j. Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı. k. Taşnak Partisi’nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi. Kaçaznuni’nin bu saptamaları bazılarını şaşırtmakla birlikte yenilgi sonrasında Ermeni devlet adamları ve tarihçilerinin çoğu aynı değerlendirmeleri yapmış, 1921 sonrası Ermeni aydınları açısından özeleştiri dönemi olmuştur545. 1921 sonrasına ait bir kısım Taşnak belgeleri soykırımın temelsizliğini, Çarlık Rusyası ve Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldıklarını, işgal sırasındaki Ermeni mezalimini ve buna karşı Türk Ordusu’nun verdiği haklı savaşı belgelemektedir. Öte yandan Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Türk milliyetçilerinin Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki mücadelenin başladığı 1919 yılında Kadıköy’deki bir Ermeni okulunda kurulan ve müdürünün ismi ile anılan “Karabetyan Cemiyeti” ni kurmuşlardı. Okulun müdürü Bedros Zeki Karabetyan İstanbul’un işgalini görünce göz yaşlarını tutamadığını ifade etmiştir. Çevresindeki Türkiye’ye bağlı Ermenileri toparlayan Karabetyan kısa sürede cemiyet kurarak bir direniş örgütü olan “Karakol Cemiyeti” ile işbirliği yapmaya başlamıştır. Ermeni komitecilerinin tehdidine rağmen Karabetyan Cemiyeti milliyetçilere silah, para ve cephane kaçırma işlerinde yardım etmiştir. Avrupa devletleri Lozan’da Türkiye’nin karşısına “Ermeni yurdu” savı ile çıkınca Karabetyan Cemiyeti 24 Kasım 1922’de aldığı bir kararla “Türk-Ermeni Teali Cemiyeti”ne dönüşerek, Ermeni meselesinde görüş ve tutumlarını içeren bir muhtıra hazırlamışlar, Lozan’da kendilerini ilgilendiren konular görüşülürken Türk Ermenileri olarak tavır sergilemişlerdir. Türk Ermenileri önce Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf göndererek “dış ve iç bütün kışkırtmaları dışlayarak Türk yurttaşlığına samimi duygularla kalpten bağlı olduklarını” ve “ her türlü zorluğa rağmen azimle, kararlılıkla milli hükümete bağlılık ve sadakat ettiklerini” bildirmişlerdi. Dernek İsmet Paşa’ya gönderdikleri başka bir telgrafta “Türkiye Ermenilerinin yazgısı ile ilgili olan Lozan Konferansı’nda Ermeni hukukunun koruyucu devletimiz tarafından savunulmasının 545 Kaçaznuni, a.g.e., s.10-11. 293 meşruiyetini onaylıyoruz” sözcüklerini kullanmakta ve İsmet Paşa’ya bu görevi yerine getirmeyi kabul etmesinden dolayı şükran duygularını dile getirmekteydi546. Türk-Ermeni Teali Cemiyeti bir de muhtıra hazırlamıştır. Mıgırdıç Agop isimli bir Türk-Ermeni Teali Cemiyeti üyesi tarafından diğer üyelerle eşgüdüm sonrası cemiyet adına kaleme alınan muhtıra Osmanlı döneminde Türk-Ermeni ilişkilerine değindikten sonra muhtıranın amacının “Türklerle Ermeniler arasında sanıldığı gibi vahim bir düşmanlık bulunmadığını” anlatmak olduğunu belirtmektedir. Muhtırada değinilen konular arasında Agop 1915’deki göç ettirmenin zorunluluktan kaynaklandığına ve bunun Türk Devleti’nin öz savunması olduğuna değinmiştir. Yazara göre karşılıklı üzücü durumların sorumlusu 19. yüzyıl emperyalistleri ve komitecilerdir. Türklerle Ermenilerin yüzyıllarca barış içerisinde yaşadığını belirten Agop bunu değiştirmek isteyenlerin Ermenileri isyana zorlayan gerçekleri göremeyen Ermeni çetecileri ve bunları kışkırtan emperyalistler olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca olayın temelinde büyük ölçüde Ermeninin Ermeniye zulmünün yattığına değinmiş, Türkiye Ermenilerinin kesin tavrını “bir komiteci Ermeniyi bir Türk yurtseveri hangi gözle görürse, Türk Ermenisi de aynı gözle görür. Türkiye karşıtı gayretleri doğrudan Türk vicdanı ile kınar” sözleriyle dile getirmiştir547. Bu gerçeklerden Türk Ermeni Teali Cemiyeti’nin mütareke yılları boyunca, Anadolu hareketini desteklemiş olduğu ve vatanın bütünlüğünü savunduğu anlaşılmaktadır. Cemiyet zaferden sonra da faaliyetlerini devam ettirmiş, Mustafa Kemal Atatürk'e, TBMM'ye tebrik ve bağlılıklarını ve iyi dileklerini bildirmişleridir. Ayrıca cemiyet, yapılan yeniliklere ve inkılâplara oldukça olumlu yaklaşmış ve 1926 yılında "Medeni Kanun" un kabulünden sonra, kanunla verilen kişilik, aile, miras, ve diğer özel hukuk ilişkilerine dayanan hakları amaçlarına en uygun ve yeterli bularak bu kanunun kabulünden duydukları memnuniyeti beyan etmişler ve yayınlamışlardır548. 546 Öke,2000.,s.257-258 Öke,2000, s. 258-260. 548 Cafer Ulu; Türk-Ermeni Teali Cemiyeti ve Nizamnamesi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ermeni Araştırmaları, Sayı 12-13, Kış 2003-İlkbahar 2004. 547 294 Türkiye ve Lozan Konferansı’na katılan büyük devletlerin mutabakatı ile düzenlenen yeni Türk-Ermeni ilişkilerinde Ermeniler, gayrımüslim azınlık olarak tanımlanmış ve antlaşmanın 37 nci ve 45 nci maddeleri arasında hükümlerle yer alan dini, kültürel, eğitim ve diğer faaliyetlerinde serbest hareket edebilmeleri sağlanmıştır. Lozan Antlaşması’nın üçüncü bölümünde “azınlıkların himayesi” başlığı altıda yer alan anılan hükümlere göre iç hukukta yapılacak düzenlemeler anlaşma esasları ile uyumlu olma durumunda idi. Ancak yeni Cumhuriyetin bütün yurttaşları hakkında uygulamaya başladığı eşitlikçi politikalarına gönülden inanan azınlıklar, sırası ile Lozan’da sağlanan ayrıcalıklardan feragat etmeye başlamışlardır. İlk feragat edenler Yahudiler olmuş, bunu Ermeniler izlemiştir. Protestan, Katolik ve Gregoryen mezheplerine mensup Ermenilerden oluşan komisyon 1925 yılında yaptıkları müteaddit toplantılar sonrasında Adliye Vekaletine başvurmuşlardır. Komisyon İsviçre Medeni Kanununun getirdiği laik düzende ayrıcalık istemenin yersizliğini bu nedenle Lozan Antlaşmasının azınlık haklarından vazgeçtiklerini 17 Ekim 1925’de yazılı olarak Cumhuriyet Hükümeti’ne bildirmiştir. Ermenilerden sonra aynı mealde müracaat, Rumlar tarafından da yapılmıştır549. O dönemde Türkiye’deki görevi devam eden Amiral Bristol’ün ABD dışişleri bakanlığına 24 Aralık 1926’da gönderdiği rapora konuyu “Ermeniler söz konusu davranışlarında samimi idiler. Çünkü Türk Hükümeti ile olan ilişkilerinde yabancıların yeniden müdahil olmasını istemiyorlardı” şeklinde yansımıştı550. Lozan ile başlayan yeni dönemde Ermeni meselesinin ortadan kalktığı izlenmektedir. Çünkü savaşlar nedeniyle Ermeniler bir çok ülkeye dağılmış, Türkiye’den toprak talep eden Ermenistan bağımsız bir devlet olmaktan çıkmıştı. Ermeni sorununu yaratan Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletler Lozan’a galip gelen, yeni ve güçlü bir Türk Devleti’nin kurulması sonrasında Ermenilerle ilgilenmekten vazgeçmişlerdi. Lozan’ı izleyen yaklaşık yirmi yıl içerisinde Ermenilerden çok az, Ermenistan’dan ise hiç bahsedilmemiştir. Ancak Diaspora Ermenilerinin Türkiye aleyhine faaliyetleri olmuştur. Bunun çarpıcı örneği ABD’nin 6 Ağustos 1923 tarihinde Lozan’da Türkiye ile imzaladığı Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nın Ermenilerin yoğun 549 Ali Arslan, Halil Bal, Cafer Ulu; “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ermeniler”, Çeşitli Yönlerden TürkErmeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No. 4639 İstanbul, 2006 s.209-210 . 550 The National Archives of the United States, Microfim Publication M.353 21 . 295 lobi faaliyetleri nedeniyle Kongre tarafından onaylanmaması ve Türkiye ile diplomatik ilişkilerin ancak 1927 yılında kurulabilmiş olmasında görülür. Ermenistan ise Sovyet Cumhuriyeti olması sonrasında siyaset sahnesinden kaybolmuş, ülkede yoğun bir kolektifleştirme programı uygulanmış, Komünistler dışında tüm siyasi güçler ve özellikle Taşnaklar tasfiye edilmiş, diğer Sovyet toplulukları gibi dünya ülkeleri ile teması kesilmiştir551. Bu noktada büyük önder Atatürk’ün Türkiye’deki azınlıklara ilişkin saptamaları konumuz açısından önemlidir. Türkiye üzerinde oynanan oyunların ve uygulanan psikolojik savaşın araçları durumuna gelen azınlıkların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumlarına Mustafa Kemal Paşa şöyle değinmektedir. “Hiçbir millet, milletimizden ziyade yabancı unsurların inanç ve adetlerine saygılı olmamıştır. Hatta denilebilir ki diğer din sahiplerinin geçmişine ve milliyetine riayetkar olan yegane millet bizim milletimizdir. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekar ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eden bariz delildir”552. Azınlıklara ilişkin saptamalarının yer aldığı başka bir beyanatında Atatürk “Osmanlı Devleti’nin son dakikaya kadar gösterdiği manzara şu idi: Memleket dahilinde bütün Hıristiyan unsurlar, esas unsurun üstünde birçok istisna ve imtiyazlara sahip. Bu unsurlar, devleti mahvetmek için her türlü hususi teşkilata sahip ve haricin daimi teşviklerine ve himayesine mazhar. Devlet ve hükümet ise bunu menetmekten aciz. Çünkü bütün bu imhakar teşebbüslerin dayanak noktası hariçte bir takım kuvvetli devletler idi. Hariçteki devletler hem bir taraftan dahildeki unsurları, devlet ve memleketi tahrip etmeye ve bir takım istiklaller meydana getirmeye teşvik ediyor, harekete getiriyor, bir taraftan da onların nam ve hesabına müdahale ediyor, çalışıyor bu suretle bütün dünya nazarında Osmanlı Devleti’nin hiçbir kıymet, fazilet ve haysiyeti kalmıyor, devlet haysiyeti namına hiçbir şey kendinde kabul edilmiyor, adeta himaye ve vesayet altında bir toplum gibi farz olunuyordu” ifadelerine yer vermekteydi553. Bu ifadelerinde Atatürk, Osmanlı 551 Ömer Engin Lütem; “Lozan’dan Sonra Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.33-34. 552 Nutuk, Cilt 2, s.639. 553 Öke, 2000, s.243-244. 296 dönemini işaret ederek dış güçlerin parçalama siyasetlerini değinirken yayılmacıların amaçları doğrultusunda kendilerini kullanan dış güçlerin tahriklerine kapılan azınlıkların mensup oldukları Türk milletine karşı içine düştükleri tarihi hataları da vurgulamış oluyordu. Türkiye tehcir etme zorunluluğunda kaldığı Ermenilerin büyük çoğunluğunu kabule hazırdı. Hatta Suriye ve Mezopotamya’ya gönderilen sürgünlerin önemli bölümü 1919 Aralık ayı itibariyle Anadolu ve İstanbul’daki yerlerine geri dönmüşlerdir554. Bu durum hakkında Kurtuluş Savaşı günlerinde 24 Şubat 1921’de bir Amerikalı gazeteciyle yaptığı görüşmede Ermenilerle ilgili soru üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevap şöyle idi. “Düşmanca ithamlarda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehcir meselesi şunlara inhisar etmektedir. Rus Ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürüyordu. Bu cinayetleri işleten ve saflarına eli silah tutabilen Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı. İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni 554 Hikmet Özdemir; “Ermenilerin Uyrukluk Sorunu”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.107 . 297 ahalinin tehciri husususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiralarının aksine tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı555”. Atatürk’ün bu ifadelerinde; Ermenilerin dış güçler tarafından devlete karşı kışkırtıldıkları, çetelerin kontrollerine aldıkları Ermenilerin, cephe gerisinde hem ordu hem de sivil halka karşı terör ve vurma eylemleri yaptıklarına işaret edilmektedir. Burada tehcirin savaşın getirdiği bir savunma refleksinden kaynaklandığına yer verilmektedir. Özellikle son cümleleri ile Atatürk’ün Ermenilerin terk ettikleri yerlerine geri dönmelerine karşı olmadığı bilakis bunun gerçekleşmesinden memnunluk duyacağı şeklinde bir mesaj vermeye çalıştığı söylenebilir. 555 Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C.I, 1919-1923, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s.272273 298 SONUÇLAR Ermeni meselesi Osmanlı İmparatorluğu’nun dış güçler tarafından parçalanması sürecinde diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de devlete karşı kışkırtılmasıyla başlamaktadır. Ermeni meselesinin başlangıcını her ne kadar Osmanlı Devleti ile Avrupa’lı emperyalist devletler oluşturmuş ise de daha sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin de önemli bir parçası olmuştur. Ermeni meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinde güncelliğini XXI. yüzyılın başında da korumaktadır. Ermeni meselesinin geçmişi ondokuzuncu yüzyıla uzanmaktadır. Ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın başında dönemin emperyalist güçlerinin ekonomik ve dünya hakimiyeti mücadelesi büyük ölçüde Osmanlı toprakları üzerinde cereyan etmiştir. Emperyalist ülkelerin Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan halkların hamiliğini üstlenme çabaları aslında ulusal politikalarını Ortadoğu’da uygulama imkanı sağlama amacına yöneliktir. Ermeni meselenin ortaya çıkışında Ermenilerin isteklerinden çok, dönemin siyasi konjonktürünü kurgulayan güçlerin Ermenileri kullanmaya gereksinim duyması rol oynamıştır. Ermeni meselesi 1878 Berlin Antlaşması ile uluslararası mahiyet kazanmıştır. Çünkü 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de “Anadolu Islahatı”dır. Bu terim; büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı uyguladıkları politikanın değiştiğini, “Şark meselesi” olarak adlandırılan Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetinin Anadolu topraklarına uygulanmaya başlanmasının ifadesidir. Tanzimattan itibaren “ıslahat”, “imtiyaz” gibi isimler altında büyük Avrupalı devletler tarafından yürütülen politikanın esas amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesidir. Bu bağlamda Rumeli toprakları “ıslahat” adıyla büyük devletlerin giriştikleri faaliyetler sonunda imparatorluktan koparılmıştır. Batılı devletlerin destekleriyle imtiyazlar kazanan Balkan Milletleri 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası bağımsızlıklarını almışlardır. Aynı devletler Osmanlı Devletini Rumeli’deki tasfiyesini tamamlayınca, bu defa “Anadolu ıslahatı” adı altında, Osmanlı’nın tasfiyesini Anadolu’ya taşımışlardır 299 Ermeni meselesine bazı emperyalist devletler müdahil olmakla birlikte aslında meselenin arkasında dönemin iki büyük gücü vardır, Rusya ve İngiltere. Ruslar, Çar I. Petro’dan beri aynı zamanda bir deniz devleti olmak ve nüfuz alanlarını genişletmek için Karadeniz’i ve Boğazları ele geçirerek “sıcak denizlere” yani Akdeniz’e çıkma siyasetini gütmüşler ve bu amaçla Balkan halklarını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtıp kendi denetimlerinde küçük devletler kurarak Ege Denizi’ne çıkış elde etmeye çalışmışlardır. Ancak kuruluşları sonrasında bu devletlerin İngiltere ve Almanya’ya yaklaşmaları Rusya’yı Akdenize inmek için başka alternatif stratejiler geliştirmeye yöneltmişti. Bu strateji Doğu Anadolu’dan bir koridor elde ederek İskenderun Körfezi’ne ulaşmaktı. Bunun için Rusya kendisine bağlı bir Ermenistan projesini gerçekleştirmeye çalışmakta idi. Rusya görünürde Ermeni özerkliği gibi söylemlerde bulunsa bile esas itibariyle Ermeniler sayesinde Doğu Anadolu’yu ele geçirip bölgeyi kendi egemenliğine alma gayretinde olduğu anlaşılmaktadır. Dönemin sömürge imparatorluklarının başında gelen İngiltere ise 1787’deki Osmanlı Rus savaşından itibaren Rusya’nın devamlı güneye doğru genişlemesinden böylece yakın gelecekte kuvvetli bir Karadeniz devleti olması ve bir sonraki aşamada Akdeniz’e inerek İngiliz çıkarlarını tehdit etme olasılığından endişe duymaya başlamıştır. İngiltere bu yüzden 1783’den sonra bir yüzyıl kadar süreyle Osmanlı Devleti’ni destekleme ihtiyacını hissetmiştir. Ancak 1878 Berlin Konferansı’ndan sonra İngiltere’nin siyasetinde büyük bir değişiklik meydana gelmiştir. İngiltere bir asır süren Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma politikasını tamamen değiştirmiştir. Rusya, İskenderun Körfezi ve Basra Körfezine inebilmek için Doğu Anadolu’daki Ermenileri kullanmayı planlamaktaydı. İngiltere için kendine bağlı bir Ermenistan kurarak Rusya’nın Doğu Anadolu üzerinden İskenderun Körfezine yani Akdeniz’e inişinin önünde bir tampon devlet yaratma gayretleri söz konusu idi. Bu noktada iki yayılmacı güç çıkarlarının çatışması nedeniyle Ermenileri amaçları doğrultusunda kullanabilmeleri için kendilerine özerklik ve bağımsızlık gibi sözler vermeye gerek duymaktaydılar. Bu sözler sonrasında Ermeniler Doğu Anadolu’da Müslüman halka karşı hasmane bir tutum içerine girdiler. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte 1890’lardan başlayarak Batı’nın onay ve desteği ile organize bir 300 şekilde eylemlere başladılar. Denilebilir ki Ermeniler ondokuzuncu yüzyıldan itibaren Batılı emperyalist devletlerin siyasi çıkarlarının bir aracı olarak organize edilmişlerdir. Yirminci yüzyıl yaklaşırken uluslararası politik koşullar değişmiş, güçlenen ve doğu istikametinde yayılma siyaseti güden Almanya’nın tutumu, Rusya ile İngiltere’yi birbirine yaklaştırmıştı. İngiltere 1895 sonrası Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını kabullendiğini bu paylaşımda Boğazların kendisine bırakılabileceğini Rusya’ya iletti. Uzakdoğu’daki anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletmeyi kabullenen iki devlet paylaşımla ilgili prensipleri 1907 yılında bir anlaşma ile noktaladılar. Çünkü İngiltere açısından artık politikada değişimin koşulları oluşmuştu. Ege’de İngiltere denetiminde bir Yunanistan kurulmuş, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Kıbrıs adası Osmanlı’dan savaşsız ele geçirilmişti. Yani Boğazlardan Ege ve Akdeniz’e çıkacak bir Rusya’nın önünde yeteri kadar derinlik ve engel kuşağı oluşturmuştu. Fakat doğuda aynı durum sözkonusu değildi. Doğu Anadolu üzerinden İskenderun’a ve petrol zengini Ortadoğu’ya yayılma eğilimi gösteren Rusya’ya karşı İngiliz çıkarlarıyla uyumlu olan seçenek tampon işlevi görecek ve kendisine medyun bir Ermeni Devleti idi. Böylece Akdeniz’e çıkmaya çalışan Rusya’nın karşısında Boğazlar çıkışında Yunanistan ile bir tampon oluştururken, doğuda da başka bir tampon devletle aynı ortam hazırlanabilirdi. Bu nedenle İngiltere kendi çıkarları doğrultusunda müstakil bir Ermeni politikası izlemiştir. Sömürgeci güçlerin aralarındaki bu mücadeleler sürerken, son dönemlerini yaşayan ve büyük güçlerin hedefinde bulunan Osmanlı Devleti’nin ise bu devletlerin arasındaki dengelerde ortaya çıkan zaaflardan yararlanarak bekasını sağlama mücadelesi vermekten başka bir seçeneği pek bulunmamaktaydı. Görüldüğü gibi bu jeo-politik ortamda Ermeni meselesi kesinlikle Türk ve Ermenileri ilgilendiren konuların ortaya çıkardığı bir mesele değildir. Osmanlı Devletinin Hıristiyan tebası Rumlar, Balkan halkları Batılı güçler tarafından nasıl isyana kışkırtıldılar ise, aynı kışkırtma yöntemlerine Ermeniler için de başvurmuşlardır. Ancak Ermenilerin diğerlerine göre iki hassas yönü bulunmaktaydı. Birincisi yaşadıkları hiç bir yerde çoğunluk değildiler. İkincisi yaşadıkları coğrafyanın denizden uzaklığı Batılı güçlerin diğer Hıristiyan unsurlar için denizden kolay sağladığı benzer desteğin kendilerine ulaşmasına olanak sağlamamaktaydı. Bu nedenle Balkan ulusları gibi bir 301 başarı şansları daha başından itibaren yoktu. Bunu göremeyen Ermeniler, kendileri için birşeyler yaptıklarını zannederek aslında emperyelist güçlere hizmet etmişler ve kayıplara ve hayal kırıklığına uğramışlardır. Ermeni milliyetçiliğinin uyanışında rol oynayan faktörlerin başında din faktöründen bahsedilebilir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda gayrimüslim iki büyük topluluktan (Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler)biri olan Ermenilere, devlet içerisinde dini serbestlik ve ayrıcalıklardan başka kültürel ve hukuki anlamda geniş haklar tanınmıştır. Ancak bu haklar imparatorluğun zayıflama sürecinde çeşitli devletlerin kullandıkları vasıta şekline dönüştürülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun ABD ile tanışması ve ilişkilerin gelişmesi Avrupa ülkelerinden farklıdır. Çünkü Avrupa’daki savaşlar ve toprak kazançları yerine bu ilişkilerin merkezini ticari ilişkiler ve misyonerlik faaliyetleri oluşturmuştur. 1830 yılında ABD ile Osmanlı Devleti arasında ilk ticaret anlaşması yapıldı ve Amerika’ya da kapitülasyon hakları tanındı. Bu anlaşmaya göre Amerikan tüccarları Osmanlı İmpatorluğu’nda simsarlar kullanabilecek, bunlar her din ve ulustan olabilecekti. Osmanlı toplum yapısında Türkler asker, çiftçi, kamu görevlisi vb. hizmetlerde idiler. Rumlar denizci ve tüccar; Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Amerikalılar, azınlıkları kullanabilmek için anlaşmada simsarların her “ulus ve dinden” olabileceği hükmünü koydurmuşlardı. Böylece Amerika ile gerçekleşen ticaret hacminin artması Amerikalılar ile iş yapan ve Amerikan pasaportu taşıyan Ermenilerin sayısında artışa yol açmıştır. Ayrıca Amerikan misyonerliği bir ayağı ABD’de olan Amerikanlaşan bir Ermeni toplumu yaratmaktaydı. Amerikalı tüccar ve iş çevreleriyle sıkı iş ilişkileri ve ortaklığı olan bu tüccarlar, Amerika’daki Ermeni propagandası ve Türk düşmanlığının temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle Ermeni propagandasının gerisinde sermaye vardı ve kışkırtıcılardan önemli bir grup tüccarlar idi. Türk-Amerikan ilişkilerinin, özellikle Cumhuriyete kadarki dönemde en ağırlıklı konusu misyonerlik faaliyetleri olmuştur denilebilir. Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı Ülkesindeki faaliyetleri 1820 yılında başlamıştır.1810 yılında ABD’de üç 302 Protestan kilisesinin üyeleri tarafından kurulan Amerikan Protestan Örgütü (American Board of Commissioners for Foreign Missions–kısaca American Board) Lübnan, Suriye ve Anadolu’yu gezerek Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler gibi milliyetler hakkında bilgiler topladılar. Protestanlaştırmaya en uygun toplumun Ermeniler olduğu sonucuna varan misyonerler 1830’dan itibaren bu alanda yoğunlaştılar. Gelişen Amerikan misyoner örgütünün yirminci yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarında geniş bir ağı oluşmuştu. Board Heyeti kiliseler tesis etmiş durumdaydı. Lise ve daha alt düzeydeki Evangelist okullarında binlerce öğrenci bulunmaktaydı. Evangelistler Türkleri Hıristiyanlaştırma konusunda başarılı olamamış, buna karşın Ermenileri Protestan mezhebine çekme konusunda mesafe almışlardır. Ermeni milliyetçiliğini hazırlayan faktörler arasında Protestan misyonerlerin çalışmaları önemlidir. Bu misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki faaliyetlerini 1840’lardan itibaren arttırdıkları görülmektedir. Görünürdeki amaç dini ve mezhepsel olarak gösterilmekle birlikte esas amaç farklıdır. Amaç Amerikan’ın Ortadoğu’daki çıkarlarını geliştirmek ve korumaktır. Misyonerlik çalışmaları Rum ve Ermenileri, Türk ve İslamiyet düşmanı yapma konusunda çok etkili olmuştur. Bu bağlamda Protestan kilisesi ve kolejinin Ermeniler üzerinde büyük etkisi olmuştur. Sonuçta bu gelişmeler Osmanlı Devleti’ni zayıflatmış, emperyalist güçlerin konumunu güçlendirmiştir. Öte yandan Amerikan halkının Ermeni meselesi hakkında koşullandırılması sistemli bir şekilde yürütülmüştür. Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınmasında misyonerlerin rolü büyüktür. Misyonerlerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin en önemli noktasını Amerika’da Türklere karşı bir kamuoyu yaratmak oluşturmuştur. Misyonerliğe karşı Müslümanların karşıt bir yaklaşımı olmamış, bilakis direnç Protestan etkisinden tedirgin olan Ermeni Patrikliğinden gelmiştir. İngiliz ve Amerikan politik etkinliği ve maddi güçle kısa sürede bu engel aşılmış ve Ermeni milliyetçiliğini körükleyen misyoner okulu sayısı 1845’de 7 iken, 1913’de 450’ye öğrenci sayısı ise 26.000’e ulaşmıştır. Amerika’da Ermeni propagandasını kolaylaştırıcı bir diğer neden çok önceden beri süregelen Türk ve Müslümanlar hakkındaki yerleşmiş önyargılardı. Türkler 303 hakkındaki ondokuzuncu yüzyıla devreden kültürel önyargı Ermeni meselesinde Türklere karşıt düşünce ve tutumların oluşumunda kolaylaştırıcı rol oynamıştı. Bu bağlamda ABD ve Kanada’da Ermeni-Türk anlaşmazlığının en basit algılanma şekli “Türkler tarafından öldürülen Ermeniler” şeklindeki kabullenme olmuştur. Amerikan halkında Hıristiyan oldukları için kendilerine güven duyma önyargısının dışında Ermenilerin iki büyük avantajı bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi Ermenilerin Amerika’nın büyük şehirlerinde yerel gruplar oluşturmuş olmasıydı. Bunlar seslerini duyurabilmekte, düzenli olarak gazetelere yazarak Amerikan kamuoyunu görüşlerine çekebilmekte hatta kongre üyelerine yazmaktaydılar. Böylece uzun bir süre Ermenilerin dışındaki toplum yalnız Ermeni çevrelerine bağımlı tek kaynakla koşullandırılmışlardır. Ermeni toplumunun genelde Müslümanlar ve özelde Türkler hakkındaki olumsuz görüşleri toplumun genelinde paylaşılmaktaydı. Türklere ise gerek Ermeniler, gerekse Amerikan ruhban sınıf tarafından kendilerini ifade imkanı verilmemekte, fanatik Müslümanlar olarak isimlendirilmekteydi. Ermenilerin ikinci büyük avantajını ise Protestan misyonerlerinin raporları ve çeşitli yazılarıyla Ermeniler lehinde yarattıkları ortam oluşturmaktaydı. İngiliz propaganda sistemi de Amerikan kamuoyunu etkileyen önemli araç olmuştur. İngilizler tarafından doğrulanmamış hatta imza bile bulunmayan dokümanları biraraya getirilip resmi bir statü verilerek ‘Mavi Kitap’ isimli bir kitap yayımlanmıştır. Kitabın içerisindeki referanslar dünyanın çeşitli yerlerinde yayınlanan Ermeni gazeteleri ile misyonerlerden aldıkları bilgileri aktaran Ermeni Mezalimi Komitesidir. Bu gibi propagandanın temel amacı ABD’ni Almanya’ya ve Osmanlı Devleti’ne karşı bir savaşın içine çekmekti. Bu propaganda kitabı bile Ermeni meselesi için referans olarak kullanılmıştır. Ermeni sorununda Ermeniler lehinde propagandaya karışan pek çok isim vardır. Bunlardan önemli birisi ABD’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Henry Morgenthau’dur. New York şehri Haham’ı Stephen Wise’ın gayretleri sonucu kendisine Osmanlı Büyükelçiliği görevi verilen Morgenthau 27 Kasım 1913’de İstanbul’a gelmiş Şubat 1916’da geri dönmüştür. Kitap Morgenthau ABD’ye dönüşünden iki yıl sonra “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adıyla yayınlamıştır. Türkler hakkında iftiralarla 304 dolu olan kitap Amerikalıların nesiller boyu bir ulus ve ülkeye bakış açılarının şekillendirilmesinde etkili olmuştur. 1920’lerde Amerikan kamuoyunun belirgin özelliklerinden biri haline gelen ve bugüne kadar uzanan Türk karşıtlığının önemli bir unsuru olan Morgenthau’nun kitabı İttihat ve Terakki Hükümetinin Birinci Dünya Savaşını ileri sürerek Ermeni azınlığa karşı planlı soykırım uyguladığı iddialarının kaynağını oluşturmaktadır. Ancak daha sonra kitabın esas yazarlarının kendisinin Ermeni yardımcıları olduğunu ortaya koyan kitaplar yayımlanmıştır. ABD, bağımsızlığını kazanması sonrasında hem bağımsızlığını korumak hem de ülkenin sahip olduğu zengin kaynaklara bağlı olarak yeniden Avrupa’nın sömürgesi olmamak amacıyla 1823’de temel noktası “Amerika Amerikalılarındır” ifadesinde yerini bulan Monreo Doktrini’ni benimsemiştir. Bu doktrin ABD’nin eski dünyanın politikasına uzak kalmasını öngörmekteydi. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Amerikan politikalarının genel çerçevesine bakıldığında ABD’nin Avrupa merkezli uluslararası politikalara yönelmesi yalnız Ermeni sorununun gelişimi ile sınırlı olmayıp, esasta 20.yüzyılın küresel boyuttaki uluslararası ilişkilerini etkileyen gelişmeler sözkonusudur. Bu bağlamda ABD, 20. yüzyıl başlarına kadar Avrupa ile ilişkilerinde Monreo Doktrinine bağlı bir politika izlemiştir. Ancak 20. yüzyıl yaklaşırken yeni sanayileşmiş ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak, hammadde kaynakları elde etmek, küresel pazarlarda rakiplerine karşı etkin bir konumda olmak, genişleme siyasetine girme zorunluluğunu beraberinde getirmekteydi. Bu dönemde ABD, Batı’nın güçlü devletleri kadrosunda yerini almaya hatta onların ilerisine geçmeye çalışmıştır. Ancak sömürgeci emperyalistlerin silahlı, kan dökücü ve pahalı yayılma politikalarını modası geçmiş bularak yeni yöntemler geliştirmiştir. Amerika insani değerlere vurgu yapan yayılma politikalarına yönelmiş ve dikkati çekmeden faaliyet gösteren misyoner örgütleri ve eğitim kurumlarıyla Yakın Doğu’da konumunu güçlendirmiştir. Bölgedeki ulusal çıkarları ve ticari ilişkilerini geliştirmek için Açık Kapı politikasını geliştiren ABD, diğer silahlı işgal kuvvetleri ile Yakın Doğu’ya girerek sömürgeci yüzlerini gösteren yayılmacı güçlere karşı oluşan tepkilerden kendi çıkarları doğrultusunda yararlanma yolunu seçmiştir. Bunda da başarılı olmuş, yarattığı toplumsal psikolojik etkenler nedeniyle Kurtuluş Savaşı öncesi Türk aydınları ve pek 305 çok etkin çevreler ABD’yi, Türkiye için kurtarıcı olarak görmüşler ve Amerikan mandasını savunmuşlardır. ABD’nin 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş açması, Amerika’nın Ortadoğu politikasını kısmen etkilemişti. Ancak Amerika’nın savaşa katılması Osmanlı Devleti’ndeki çıkarları ile bağlantılı değildi. Amerikan Board Heyeti, Amerika ile Osmanlı Devleti arasında başlayacak bir savaş durumunda misyonerlik faaliyetlerinin zarar göreceği, bu durumda Ermenilere yardım edemeyeceklerini değerlendirerek yönetim üzerinde lobi faaliyeti yapmış ve başarılı olmuştur. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyette bulunan pek çok Amerikan misyoner okulu ve hayır kurumu vardı. Bunların çalışmalarını sürdürmesi Amerikan kamuoyu açısından önem taşımaktaydı. Misyoner örgütlerinin ABD’yi Osmanlı Devleti ile savaşa sokmama gayretlerinin yanında Osmanlı yönetiminde de ABD’ye karşı sıcak bir tavır görülmekte ve her iki devlet arasında doğrudan bir çıkar çatışması bulunmamaktaydı. Ancak Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri tarafında savaşa girmesi ABD karşısındaki Alman savaş gücünü arttırmış olduğundan Osmanlı-ABD ilişkileri doğal olarak koptu. Sonuçta İtilaf Devletlerinin Orta Doğuya ilişkin savaş amaçları ABD’nin de Barış Konferansına katılmasına yol açtı. Denilebilirki başlangıcından itibaren yirminci yüzyılın ortalarına kadar olan sürede Türk-ABD ile ilişkilerinin en fazla önem kazandığı dönem 1919-1920 yılları olmuştur. Bu zaman Paris Konferansı’nın toplandığı ve Osmanlı Devleti’nin geleceği için karar verileceği bir dönem olması nedeniyle çok önemli idi. Bu süreçte Osmanlı Devleti’ni parçalama girişimleri en yüksek noktasına ulaşmıştı. Ermeniler emperyalist devletlerin şemsiyesi altında bundan pay alabilmek amacıyla propagandalarını yoğunlaştırmış ve Paris Barış Konferansına büyük Ermenistan talepleriyle gelmişlerdi. Amerika’da da yoğun bir Ermeni propagandası yürütülmekte insani yardım adına bundan pek çok kuruluş beslenmekteydi. Bu kuruluşlar doğal olarak bağımsız Ermenistan fikrini desteklemişlerdir. Diğer taraftan Paris Barış Konferansına katılan Ermeni heyeti savaşta İtilaf Devletlerine olan katkılarını öne sürmüş, geçmişte Ruslardan ve Türklerden gördükleri 306 baskı vb. yakınmaları dile getirmişler, Ermenistan’a ilişkin şu toprak taleplerini yapmışlardır. a. Maraş Sancağı dahil olmak üzere Kilikya bölgesi, altı vilayet olarak adlandırdıkları Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput, Sivas vilayetlerinin tamamı ile Trabzon vilayetinden verilecek Karadeniz bağlantısı. b. Kafkas Ermenistan’ının Osmanlı Devleti bölgesindeki Ermenileri de içerecek şekilde genişletilerek tek bir Ermeni Devleti’nin oluşturulması. Yani büyük Ermenistan Ermeni meselesinin Paris’te görüşüldüğü dönemde misyonerlerin faaliyetleri de etkin olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Amerikan misyonerlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyetleri ve bunun arkasındaki devlet desteği, azınlıklar arasında milliyetçi fikirlerin uyandırılması dışında genelde kültürel düzeyde kalmışsa da barış görüşmelerinin başlamasıyla güçlü bir ivme kazanmış ve ABD’nin dış politikasını etkileyecek konuma gelmiştir. Misyonerler ve dinci çevreler kendi görüşlerine göre Birinci Dünya Savaşı gibi bir Haçlı seferinin sonuçlandırılmasını beklemekteydi. Amerika’daki Wilson’un şahsında kendilerine yakın bir müttefik bulduklarından emindiler. Wilson, yetiştiği çevre ve arkadaş grubu olarak kendi içlerinden çıkmış bir liderdi. Board misyonerinden başka Başkan eski İstanbul Büyükelçileri Henry Morgenthau’un haberlerine dayanarak Türklerin Ermenilere mezalim uyguladığını iddia etmiştir. Bu durum Türkiye’ye ilişkin Amerikan politikasında dezenformasyonun boyutlarını büyüklüğünü göstermektedir. Diğer taraftan 1919 yılı süresince bir Ermenistan kurulması ve bunun mandasını ABD’nin üstlenmesi konusunda gerek Ermenilerin gerek İtilaf Devletlerinin Başkan Wilson üzerinde etkili olma çabaları görülmektedir. Karar organları, hükümet çevreleri bu konuda büyük baskı altına alınmıştır. Çünkü Amerikan kamuoyunun büyük çoğunluğu geçmişten gelen uzun bir propaganda süreci sonunda mezalime uğrayan Ermeniler ve cani Türkler hikayesine inandırılmıştır. Ayrıca pek çok etkili çevre ve kişinin yönetim üzerinde bu paralelde girişimleri yoğunluk kazanmıştır. İtilaf Devletleri özellikle İngiltere Barış Konferansı’nda tasarladıkları bağımsız Ermenistan’ın mandasını ABD’nin üstlenmesine gayret etmişlerdir. Çünkü Ermenistan kurmayı 307 tasarladıkları bölgede Ermenilerin çoğunlukta olmadıklarının farkında idiler. Yapay bir Ermenistan’ı ayakta tutmanın yüksek bedeli olduğunu hesaplamaktaydılar. Sonunda Barış Konferansı Dörtler Konseyince Osmanlı İmparatorluğunun bazı parçalarının manda sistemi altında gelecekte alacağı yönetim yapısı hakkında araştırma yapılması kararı alınmıştır. Başlangıçta bu görev için dört ülkenin görevlilerinin katılımı ile kurulacak bir komisyon üzerinde anlaşmaya varılmış ise de daha sonra ABD yalnız kalmış, görev tamamen Amerikalı komisyon tarafından yerine getirilmiştir. Dörtler Konseyi olarak Milletler Cemiyeti adına Osmanlı İmparatorluğu topraklarında inceleme ve araştırma yapma görevinde ABD’nin yalnız bırakılmasının nedenleri vardır. Belirtilen tarihte gerek İngiltere, gerek Fransa Orta Doğu’daki Osmanlı topraklarını daha önce aralarında vardıkları Londra Anlaşması çerçevesinde (Mezopotamya, Filistin İngilizler, Suriye ve Çukurova Fransızlar, Güney Anadolu İtalyanlar tarafından) işgal etmişlerdi. Dolayısıyla bu bölgelerin geleceğine ilişkin zaten yapılacak ilave bir şey kalmamıştı ve nüfuz sahaları de fakto olarak gerçekleştirilmişti. Geriye azınlıkta olmalarına karşın yalnız Ermeniler için Doğu Anadolu ve Çukurova (Kilikya) bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurulması kalmıştı. İngiltere ve Fransa böyle bir Ermenistan’ın kendi işgal ettikleri bölgeler ile Rusya arasında bir tampon işlevi görmesini istemekle birlikte bu suni devleti ayakta tutabilecek güçlerinin olmadığının farkındaydılar. Harp sonrası ordularını büyük ölçüde terhis etmiş bu ülkelerin Rusya’da gün geçtikçe güçlenen ve Kafkaslara yönelen Bolşeviklerle çatışma gibi bir seçenekleri bulunmamaktaydı. Bu nedenle bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını istemekle beraber bunu koruyacak haminin ABD olmasına gayret etmekteydiler. Böylece kendi güçlerinin yetmediği yerde ABD’yi kullanarak ulusal politikalarını dolaylı da olsa gerçekleştirmiş olacaklardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması sonunda, Türk çoğunluğu bulunan topraklar üzerinde bağımsız bir Türkiye’nin bırakılması gerektiğini ilân eden Wilson yönetimi, “Türkiye’nin Yeniden Kurulması” konusunda bir komisyon teşkil etmişti. Bu komite, her ne suretle olursa olsun, büyük çoğunluğu ile Türk bulunan Doğu Anadolu’da bağımsız ve muhtar bir Ermenistan kurulmasını reddediyordu. Fakat, Amerika’da Ermeniler çıkarına yapılan abartılmış propagandalara kanmış ve kapılmış 308 olarak Paris Konferansı’na gelen Wilson, orada da Lloyd George, Clemanceau ve Orlando’nun paraleline düşmüştü. Manda formülü ile Türk topraklarını büyük lokmalara parçalayıp aralarında paylaşmaya kalkışan İtilâf Devletleri’nin liderleri, Amerika’ya da kurulacak Ermenistan’ın manda yönetimini, bir de Boğazlar ve İstanbul üzerinde teşkili düşünülen mandayı bırakmışlardı. Barış konferansının bu aşamasına büyük ölçüde damgasını vuran ABD’nin iki önemli faaliyeti kendisinin Ortadoğu’da üstleneceği yükümlülükleri gerçekleri yerinde saptayarak belirlemeye çalışması olmuştur. Bu faaliyetleri King-Crane ve General Harbord Komisyonları yürütmüştür. Paris Barış Konferansında müttefikler Türkiye’nin yeni siyasi yapılanmasına ışık tutacak bilgilerin derlenmesi ve önerilerin yapılması amacıyla tasarladıkları araştırma komisyonu için yalnız ABD üye görevlendirmiş olmasından ötürü doğal olarak sunulan sonuç raporu tamamen Amerikan kaynak ve görüşlerine göre düzenlenmiştir. King-Crane Raporunda Kilikya ile ilgili olarak; bölgenin Suriye’nin bir parçası sayılamayacağı, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe konuşulan bölümleriyle birlikte ele alınmasının uygun olduğu, ayrıca nüfus istatistiklerinin değişkenliğine rağmen bölgede savaştan önce de Müslüman nüfus oranının belirgin biçimde Ermenilerden yüksek olduğu, Araplar tarafından düzenlenen Şam Konferansında Kilikya’yı Suriye’nin bir parçası olarak gösteren iddianın ne tarih ne ekonomi ne de konuşulan dil faktörleri açısından haklı gösteren hiçbir bulgu olmadığı saptamaları yer almıştır. Yani ABD’nin ilk araştırma komisyonu Kilikya’nın Ermenistan’a bağlanması yönündeki Ermeni iddialarını çürütmektedir. Rapor, Ermeni iddialarında yer alan Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan’ın yaşama şansının olmadığını belirtmektedir. Ancak Ermenilerin nüfuslarını arttırabileceği, Türklerin ise terk etmesinin kolay olduğu bir alanda Ermenistan kurulmasını, Ermenilere çoğunluk sağlayıncaya kadar mandater bir gücün destek vermesini önermektedir. Bunun uzun süre alacağı değerlendirilmektedir. Amerikan kamuoyundaki Ermenilere karşı olan duygusal yaklaşım, Paris Barış Konferansının siyasi atmosferini tatmin etme gibi kaygılar hissedilen bu rapor dahi en azından iki şeyi daha ortaya koymaktadır; büyük Ermenistan’ın mümkün olmadığı, kurulması tasarlanan bölgede Ermeni çoğunluğunun 309 bulunmadığı. Eğer bir Ermenistan kurulacak ise Ermenileri yoğunlaştırma, Türkleri seyrekleştirmek gerekecektir. Bu ancak güçlü bir dış destek gerektirir. Raporun anlamı kamuoyu baskısı ve İtilaf Devletlerinin teşviki ile ABD’nin Ermenistan mandasını üstlenmesi uzun süreli ve külfetli bir sorumluluk olacaktır şeklindedir. Barış Konferansı’nda Ermenistan mandasını üstlenmesi için epeyi baskıya maruz kalan ve dezenformasyonla oluşturulan ABD kamuoyunun tercihlerinin farkında olan Başkan Wilson konuyu yerinde incelemek üzer bir heyet daha görevlendirmiştir. Ermenistan üzerinde de bir Amerikan mandasının uygun olup olmadığını incelemek için bölgeye gönderilen General Harbord’un rapor ve gözlemleri sonucunda, Amerika’nın Ermenistan üzerinde bir mandaterliğine iyimser bakmadığı ortaya çıkmaktadır. Heyet Ermenistan üzerinde bir mandayı tek başına kabul etmeye karşı idi. Zira idari, askeri, demiryolu, yardım ve sağlık harcamaları dahil böyle bir teşebbüsün beş yıl için toplam maliyeti 756.014.000 dolardı (2007 karşılığı 19.8 milyar dolar). Wilson’un 59 bin askere ve 756 milyon dolara lüzum gösteren Harbord raporunu aldıktan sonra Ermeniler lehine bir mandanın kabulünü nasıl olup da, Senatoya tavsiye ettiği normal mantıkla anlamak mümkün değildir. Ancak Amerikan seçimleri yaklaşmaktadır. ABD kamuoyunda Türk düşmanlığının en yüksek Ermenilere merhametin en yüksek olduğu bir dönemde Wilson’un bu yaklaşımından Ermeni meselesinin Amerika’da daha o dönemlerde bile iç politika malzemesi yapıldığı sonucu çıkmaktadır. Yine Harbord raporuna göre bu yardım, Amerikan Kongresinin müttefik ülkeler için ayırdığı ve henüz harcanmamış milyonlarca doların Transkafkaslar’a düşen kısmı ile yapılıyordu. Yakındoğu Yardım Komisyonunun (Near East Relief) bağışları da bu yardım için kullanılıyordu. Bu arada Amerikan halkının yapmış olduğu bağışlar da söz konusu edilmekteydi. Bu yardımlar sayesinde mülteciler açlıktan kurtarılmış, bu bölgede Amerika adı o zamana kadar hiç erişmediği bir yüksekliğe ulaşmış, sevgi kazanmıştı. Ancak bu yardımların tüm unsurlara aynı oranda dağıtıldığını söylemek mümkün değildir. Yerel görevlilerin yardım masraflarında yaptıkları ayrıcalık incelemeye değerdi. Hıristiyanları, Müslümanlara karşı kayırmaları için yapılan yakınmalara sık rastlanıyordu. 310 Amerika, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele döneminde Türkiye ile ilişkilerinde dikkatli bir politika izlemiştir. Amerika’nın Türklere gösterdiği yakınlık sebebiyle, Ankara Hükümeti de, Anadolu’daki Amerikan okul ve misyonerlerine iyi davranmaya çalışmıştır. Ankara Hükümeti’nin bu tutumundan faydalanan birçok Amerikan cemiyeti, Anadolu’da ve Kafkasya’da faaliyetlerde bulunmuştur. Bu bağlamda başta Amiral Bristol olmak üzere, General Harbord, Albay Haskel ve Daily, King-Crane gibi Amerikan Heyetlerin Kafkasya Bölgesinde çalışmaları görülmüştür. İstanbul’a ABD yüksek komiseri olarak 1919 başında atanan Amiral Mark Bristol, Yakın Doğu’ya ilişkin konularda misyoner, insani yardım kuruluşu çalışanları, Ermeniler ve Rumların yaklaşımları ile iş adamı, Türkler ve Türkiye’deki yaşayan Amerikalıların görüşlerinin tamamen farklı olduğunu saptamıştır. Türkiye’ye varışından itibaren politik ortamı daha iyi kavrayan Bristol, İtilaf karşıtı önyargılarında yanılmadığını (İzmir’in işgalini yerinde inceledikten sonra) olaylar ve müttefiklerin eylemleriyle işledikleri suçları izleyerek anlamıştır. Bristol’e göre ülkeyi (Türkiye) bölmeye ilişkin her fikir kesinlikle yanlıştır. Amirale göre küçük parçalara ayrılmış bir imparatorluğun savunması bütünlük sağlayan bir yapıya göre çok daha zordu. Bristol’e göre ülkede “yalnız bir etnik grubun tek başına yaşadığı ve bu nedenle bu ırka tahsis edilebilecek konumda bir bölge” yoktur. Ülke dışında kitaplar ve gazetelerden elde edilen yanlış fikirler vardır. Bu da Osmanlı İmparatorluğunda yalnız bir etnik grubun yaşadığı değişik bölgeler bulunduğu, buna bağlı olarak da etnik grupların arasındaki hatlar esas alınarak Türkiye bölünebileceğidir. Bu gelişmeler bağlamında, İtilaf Devletleri’nin entrikalarına tanık olan Mark Bristol Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamında bir Amerikan mandasını yeğlemekteydi. Genel kabul görmesi için bu mücadelesini aşama aşama yürüten Bristol ilk aşamadaki temaslarında Türkiye’nin bir manda yönetimine bırakılmasından bahsetmekteydi. Birkaç ay sonra ikinci aşamada mandater devletin kaynakları ve diğer potansiyel imkanlarının güçlü olması gerektiğini ileri sürerek en mantıklı çözüm olarak bu manda görevinin ABD’ye verilmesini savunmaktaydı. Bristol’ün bu programı Türkiye’deki Amerikalıların büyük çoğunluğundan destek görmüştü. Bu dönemde Türk aydınları “Türk Wilsoncular Cemiyeti” adı altında bir cemiyet kurmuş ve Osmanlı Devleti’nin Amerikan mandası 311 altında bütün olarak muhafazasını savunmuşlardı. Yani Bristol ile Türk liberalleri görüş birliği içerisindeydiler denilebilir. Diğer taraftan Bristol’ün doğrulukla belirttiği gibi farklı etnik gruplar bütün Türkiye sathında iç içedirler. İmparatorluğu parçalanması halinde her egemen bölge bir ırk tarafından yönetilecek olursa, böyle bir durum etnik gruplar arasındaki çekişmeyi hiçbir zaman ortadan kaldırmayacak ancak daha ufak topluluklar halinde ve yan yana yaşayan grupların duygularını bir ulus çatısında birleşmeleri halinde çatışma ortamı da kalkacaktır. Bristol’e göre Türk Devletinin bütünlüğü, dinin politikadan soyutlanması dahil azınlık grupların arasındaki etnik farklılıkların en alt düzeye indirildiği iyi bir yönetim biçimi altında korunmalıdır. Amiral Bristol Osmanlı Devletinin bir bütün halinde bırakılmasına yönelik hareket tarzını benimsemesinden ötürü Türk taraftarı olmakla suçlanmıştır. Bu bağlamda İtilaf Devletlerinin parçalama siyasetini doğrultusunda çalışan ve Türkiye’nin Ermenistan gibi bağımsız bölümlere ayrılmasını isteyen çevreler Amiral Bristol’ü düşman kabul etmişlerdir. Öte yandan Bristol Yakın Doğu’daki ırklardan hiçbirinin taraftarı olmadığını, zaten bu coğrafyadaki uzun kültür birlikteliğinden ötürü Türk, Rum, Ermeni, Asuri gibi farklı etnik gruptan insanları ayırt etmenin kolay olmadığını ifade demiştir. Görüldüğü gibi Bristol daha gerçekçi değerlendirmeler yapmıştır. Burada dikkati çeken konu Ermeni meselesinde ABD resmi çevrelerinde fikir birliği bulunmamasıdır. Belgelerden görüldüğü kadarı ile Ermeni politikası ve değerlendirmeler konusunda iki taraf bulunmaktadır. Bunlardan birisi Amerikan kamuoyunda baskı gruplarını içeren Müslüman barbar Türklere ders verilmesi gerektiğine inanan, Türkiye’deki Ermenilerin bağımsız devlet biçiminde örgütlenmesini isteyen kesimdir. ABD’nin Türkiye ve Yakın Doğu’da sorumluluklar alması ve Türkiye’nin manda altına alınmasını savunmuşlardır. Bunlar arasında misyonerler, yardım kuruluşları üyeleri bazı parlamenter ve eski büyükelçiler bulunmaktaydı. Diğer kesim bu baskı gruplarının karşısında yer alan ticaret ve iş çıkarlarına öncelik veren gruptur. Aslında bunu gerçekleri görenler ve bunları saptıranlar şeklinde ayırmak mümkündür. Gerçekleri saptıranlar tarafında Ermeni mezalimi iddiaları ile ABD halkından bağış toplayarak kaynak sağlayan misyoner örgütleri bulunmaktadır. Bu 312 örgütler Ermenilere ilişkin gerçeklerden uzak talepler için lobi faaliyetleri yürütmekte, ayrıca Amerikan kamuoyunu Türkler aleyhine işlemektedirler. Bu bağlamda medyadan önemli destek alınmaktadır. Morgenthau gibi bilgi sahibi olamayan ve konulara Ermeni yardımcılarının ağzıyla yaklaşan meslekten diplomat olmayan ABD büyükelçisi gibi bazı kişiler Ermeni iddialarını desteklemişlerdir. Uzun süre propaganda faaliyeti yürüten bu çevreler Amerikan kamuoyunu büyük ölçüde yanıltabilmişlerdir. Diğer tarafta General Harbord, Amiral Bristol gibi gerçekleri çekinmeden yansıtan bazı görevliler de bulunmaktadır. Bunlar olayları duygusal baskılardan uzak, objektif biçimde değerlendirmektedirler. Bunların objektif davranmalarının önemli bir nedeni asker oluşlarında aranmalıdır. Çünkü askerler mesleki edinimlerinin yanısıra, popülist kaygılarla davranan politikacı veya bireysel veya cemaat çıkarlarına dayalı kaygılarla davranan ticaret ve misyonerlik çevreleri gibi davranmamakta, gerçekleri politik baskı olmadan daha objektif ortaya koyabilmektedirler. Konunun diğer yönü Türk Kurtuluş Savaşının Doğu Anadolu’daki cephesidir. Birinci Dünya Savaşı sonuna yaklaşıp Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile anlaşma zemini ararken Doğu Anadolu’da 21 Ekim 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması gereğince Osmanlı Devleti’ne iade edilen Kars, Ardahan, Batum dışında Kafkasya’da bulunan ordulara çekilme emri verilmişti. Osmanlı Ordusu’nun çekilmesi sonrasında 30 Kasım 1918’de Kars İslam Şurası’nın davetiyle Orduabad, Doğu Şüregel, Ahıska, Ahılkelek bölgelerinin temsilcilerinin de katılımı ile Batum’dan Orduabad’a ve Ağrı Dağından Azgur’a kadar halkının çoğunluğu Türk olan bölgede merkezi Kars olmak üzere ismi Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkitesi (5 Kasım 1918 -12 Nisan 1919) olan “Milli Şura Hükümeti” kurulmuştu. Ancak yerel Milli Şura Hükümeti 12 Nisan’a kadar devam etmiş, bu tarihte İngilizler güç kullanarak bu hükümeti dağıtmışlardır. Kars bölgesini İngilizlerden teslim alan Ermeniler, Türklerin direnmelerine karşın Iğdır-Sarıkamış-Kağızman ve Tuzluca’yı ele geçirerek sınıra gelmişlerdi. Ermeni kuvvetleri, Erivan, Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, Iğdır, Kağızman ve Sarıkamış bölgesine yerleşmişti. Bu kuvvetin sayısının yirmibine çıkacağı tahmin edilmekteydi. Ayrıca üç bin kadar Taşnak çetecisi vardı. Bölgenin yerli halkıyla Ermeniler arasında çarpışmalar eksik olmuyordu. Ermeniler ele geçirdikleri 313 bölgelerdeki halkı öldürüyor veya göçe zorluyordu. Bu arada İngilizler yoğun bir propaganda uyguladıkları Ermenileri Türk hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi. Amaçları Mondros Mütarekesine ters düşmeden Anadolu’yu ve Kafkasya’yı ele geçirmekti. Doğu Anadolu’da İngilizler, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da ise Fransızlar Ermenileri kullanarak kendilerine kalıcı nüfuz alanları kurmak ve bunu koşulların elverdiği oranda genişletme çabalarına girişmişlerdi. Doğu Anadolu’nun Ermenilere verileceğinin hissedilmesi bölge halkı üzerinde büyük bir heyecan ve tedirginlik yaratmış ve direniş için ilk önce “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oluşturulmuştu. Samsun’a çıkışından itibaren 9 ncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa Ermeni meselesindeki gelişmeleri yakından izlemiş ve girişimleriyle ilgili makam ve adresleri uyarmıştır. 1919 Ağustos ve Eylül’ünde toplanan Erzurum ve Sivas Kongreleri Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’deki Mondros Ateşkes anlaşmasının imzalandığı tarihli hattı esas alarak bunun içerisinde kalan ve ezici çoğunluğu Türk olan bölgenin bölünemeyeceğini kabul etmiş, her türlü, manda ve himaye fikrini reddetmiştir. Daha sonra Misak-ı Milli adını alacak bu prensipler Anadolu’daki gelişmeler üzerine İstanbul’da son defa toplanan Osmanlı Meclis-Mebusanı tarafından kabul edilip ilan edilmesi İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmesine yol açmıştı. Bu sırada Güneydoğu Anadolu ve Çukurova’da Fransızlara karşı başlayan halkın silahlı direnişi sürmekteydi. Bir tarafta İstanbul’un işgali, Ankara’da Millet Meclisi’nin kurulması gibi gelişmeler olurken, diğer tarafta Kazım Karabekir Paşa 28 Mart 1920 tarihinde Meclis Başkanlığına Bolşevik Ordusu’nun Kafkasya’ya inmesi ve Azerbaycan’a direnişsiz kabul edilmesi, ayrıca bu kuvvetlerin Azerbaycan üzerinden Gürcistan’a yönelmeleri şeklindeki gelişmelere bağlı olarak üzerine bölgeye askeri harekat düzenlenmesine müsaade edilmesini önermişti. Ancak Mustafa Kemal Paşa kendisine 6 Mayıs’ta bulunulan süreçte siyasi koşulların bu hareket için uygun olmadığını bildiren cevabi mesaj göndermişti. dayanmaktadır. Rusya Ermeni harekatının ile ilişkilerin ertelenmesi diplomatik nedenlere Ankara lehine bir zemine oturtulması beklenmektedir. Diğer taraftan uzun olmayan bir süre önce bölgede incelemeler yapan ve Türkler hakkında olumlu görüşler içeren raporlar veren Amerikan heyetlerinin 314 bulunulan süreçte değer taşıyan bu olumlu katkılarının zarar görmemesine de önem verilmektedir. 1920 yılı başlarında Kafkaslarda bu gelişmeler olurken Ermeniler Barış Konferansında isteklerini almak için yoğun gayret içerisinde idiler. İtilaf Devletleri, ABD’ne Ermenistan sınırları konusunda aralarında bir mutabakat olmadığını bildirdiler. Bundan daha önemli olarak İtilaf Devletleri, ABD’nin Ermenilere güçlü dış destek sağlanmazsa Türklerin kendi elinden alınarak Ermenilere verilecek bölgeden vazgeçmeyeceklerini, kendilerinde ise bu gücün olmadığını bildirdiler ve iki istekte bulundular. Bunlardan ilki Başkan Wilson’un bağımsız Ermenistan’ın batı ve güney sınırlarının saptanması konusunda hakemlik yapmasını, ikincisi ise Ermenistan’ın mandasını ABD’nin üstlenmesi idi. Wilson Ermenistan’ın sınırlarının saptanmasında hakemliği kabullenmesi açısından bir tereddüt yaşamamakla birlikte parlamento onayı gerektiren Ermenistan mandasının üstlenilmesi noktasında karşıt görüşe sahip Kongre ile çatışmaya girmekten kaçınarak konuyu Kongre gündemine getirmedi. Ancak birkaç ay sonra General Harbord ve Amiral Bristol’ün raporlarına dayanarak dışişleri Ermenistan önerisini Kongre gündemine getirmemesini telkin etti ise de fikrini değiştiren Başkan 24 Mayıs’ta konuyu Kongreye taşıdı. Ancak 1 Haziran 1920 itibariyle öneri kabul edilmedi. Önerinin kabul edilmemesinde kuşkusuz Harbord ve Bristol’ün raporlarının büyük etkisi olmuştu. Başkan yine de 10 Ağustos’ta Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettirilen Sevr Antlaşmasındaki Ermenistan sınırını saptamıştır. Bu sıralarda Türkiye ve Kafkaslardaki koşullara bakıldığında Batı Cephesi’nde Sevr hükümlerini kabul ettirmek için Yunanlıların giriştiği harekatın durduğu, Adana cephesinde Fransızlara karşı başarı gösteren harekatın devam ettiği, İtilaf güçlerinin Batum’u boşalttığı, batıda Bolşeviklerin Polonyalılara yenildiği ve İngilizler’in Bolşeviklerle yaptığı görüşmelerin kesildiği siyasi bir konjoktür yakalanmıştı. Böylece 1920 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Türk-Ermeni meselesinde ne Batılı müttefiklerin ne de Bolşeviklerin müdahale edebilecekleri bir ortam kalmamıştı. Bu koşullar değerlendiren Genelkurmay Başkanlığı’nın doğuda taarruza geçilmesi önerisi Meclis tarafından uygun karşılanmış ve Bakanlar Kurulu 20 Eylül 1920’de Doğu Cephesi Komutanlığı’na askeri harekatla Kars dahil üç sancağın kurtarılması direktifini vermişti. 315 Kısa sürede Kars, Sarıkamış, Ardahan, Oltu Ermeni çetelerinden kurtarıldı. Askeri harekatın ilerlemesi karşısında Ermeniler barış istediler ve 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı. Böylece 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından aktedilen Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan Türklerin yaşadığı doğu illeri ve 1878 Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan ve daha sonra da (1919-1920) Ermeni işgalini yaşayan Iğdır ve Kulp ilçeleri dahil Kars dolayları anayurtlarına kavuşmuştur. Buna ilave olarak Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış Antlaşmasının hükümlerini geçersiz saydığını ilan etmekteydi. Doğu taarruzu, Anadolu ihtilalinin ilk askeri zaferidir. Mecliste ve memlekette büyük yankılar yaratmıştır. Güney Cephesinde Fransızların yenilmesi ve Suriye’ye çekilmesi ile Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermeniler de bölgeden birlikte ayrılıp Suriye’ye gitmişlerdir. 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara Anlaşmasının imzalanması ile artık yeni Türk Devleti’nin içerisinde Ermeni meselesi olan çözülmemiş bir meselesi kalmamış oluyordu. Ayrıca bu gelişmeler özellikle Amerikan kamuoyunda hatta diğer Batılı ülkelerde bile Türk karşıtlığının yerini sempatiye dönüşmesinde etken olmuştur. Yani Lozan başlarken eski Türk karşıtlığı her yerde yumuşamıştı denilebilir. Lozan Konferansına gözlemci statüsü ile katılan Amerika, ulusal çıkarlarının korunması yönünde politika oluştururken, Ermenileri meselesini de bunun kapsamına almıştır. Ancak Ermenilere bir “yurt” (yer) verilmesi konusunda Amerika ısrarlı görünmemektedir. Türkiye doğu sınırlarının Sovyet Rusya ve Ermenistan’la daha önce yapılan antlaşmalarla belirlendiği ve Ermeni meselesinin aslında çözümlendiği gerçeğinin farkında olan Amerika, Türkiye’den Ermeniler için toprak ayırmanın imkansızlığını görmekte ve kendi açısından azınlık haklarının korunmasına ağırlık vermiştir. Sonuçta Ermeniler azınlık haklarını dışında yurt veya ayrıcalık tanınmamıştır, ABD ise Lozan sonrası Türkiye ile ilişkilerini ikili bir anlaşmayla düzenlemiştir. Lozan sonrası Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu yeni Cumhuriyetin eski teokratik yapıdan uzak, pozitif hukukun uygulandığı çağdaş bir toplum ve devlet yapısı kazanması Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerini etkilemiş, kendileri azınlık olmayı terkederek normal yurttaş olma yönünde müracaat etmişlerdir. Lozan’da dini temele dayalı azınlık anlayışı da böylece kalkmıştır. 316 Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde Ermeni ilişkilerinin 1918 ile 1923 yılları arasında seyrine ondokuzuncu bakılarak yüzyıldan yapılacak itibaren son değerlendirme Ortadoğu’ya açılma ABD’nin özellikle politikasında Avrupalı emperyalistler gibi asker ve donanma kullanmayıp yerine misyonerleri kullandığı izlenmektedir. Ancak misyoner okulları ve faaliyetleri zamanla bir din mücadelesine ve devlete karşı isyanların organize edildiği, azınlıkların milliyetçiliklerinin kışkırtıldığı odaklar halini almış, bunun sonucunda birlikte yüzyıllardır komşu olarak yaşayan insanlar birbirini kırmaya başlamış, sosyal fay hatları oluşmuştur. Ermeni meselesinin Amerika’ya bu zihniyetteki Ermeniler tarafından taşınmış olmasına Türklere karşı diğer önyargılarda eklenince 1919 yılında Amerikan yönetimi Barış Konferansında Ermeni yanlısı bir tutum takındı ise de yerinde incelemeler yapan ve objektif raporlar veren Amerikan Heyetleri olumsuz önyargıları büyük ölçüde dengelemiştir. Aynı zamanda bu tarz raporların İtilaf Devletlerinin ABD’yi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiğinin ABD yönetimince anlaşılmasında önemli rolü olmuştur. Gerçeklerle daha fazla tanışan ABD ise kendi ulusal menfaatlerini Türkiye ile işbirliğinde görmeye başlamıştır. 317 BİBLİYOGRAFYA ARŞİV KAYNAKLARI Armenia, Draft Despatch to President Wilson, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136/7. Harbord James B.; Peace Commission Files 184.02102/5 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1934. Liberal Turkish Views on the Mandotory System, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/35 . Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern Portion of the Turkish Empire, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383, 185.5136/32 . Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing Office, 1938. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume I, US Goverment Printing Office, Washington, 1942. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1942. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume IV, US Goverment Printing Office, Washington, 1943. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume V, US Goverment Printing Office, Washington, 1946. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VI. Washington, 1946. 318 Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1946. Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947. The National Archives of the United States,Microfim Publication, M 167, Roll 5 The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536, 867.01/24. The Armenian Question Before the Peace Conference, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136. The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383, Roll 409, 185.5136. The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867B.00/89 . The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816. The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/33. The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 536, Vol 383 867.00/38. The Turco-Armenian Question-the Turkish Point of View, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383 , 185.5136/6 . The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 540, Vol 514 867.00/20 The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816. 319 The New York Times, 30 January 1895 . The New York Times , 18 Aug. 1896 . The New York Times, 24 Feb. 1896. The New York Times, 4 May 1904. The Times of London, 12 Jan. 1915 . The New York Times, 18 Oct. 1915 . The New York Times , 2 Nov. 1918. The Times of London, 30 Jan, 1919, The New York Times 25 Aug. 1919, The New York Times 26 Aug. 1919. The New York Times, 7 Oct. 1919. The New York Times, 22 Sep. 1919 The New York Times 2 Dec. 1919 . The New York Times 26 Feb. 1921 . The New York Times 23 Jan. 1921 . YAYINLANAN ARŞİV BELGELERİ Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler IV, ATASE Yayınları, Ankara, 1996. ATASE, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Cilt I- VIII, Gnkur. Basımevi, Ankara, 2005. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara, Mayıs 1981, Sayı 79 320 Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara, 1981, Sayı 81, Belge No.1851. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara,1981,Sayı 81, Belge No.1852. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur. Basımevi; Ankara, 1983, Sayı 83, Belge No.1899 . Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri Cilt IV. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. 1991. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM) ; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri Cilt I (1839-1895), Ankara, 2007. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM); Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt II, (1896-1919) ,Ankara, 2007. Harp tarihi Vesikaları Dergisi, E.U. Basımevi, Ankara, Eylül 1953, Sayı 5. Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, TBMM Yayın No. 126. T.C. Başbakanlık Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararı, Katalog no: 16687. 02/09/1920. KİTAPLAR AÇIKSES, Erdal; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK, Ankara, 2003. ADAMOF, E.E.; Sovyet Devlet Belgelerinde Anadolu’nun Taksimi Planı, Çev. Rahmi H., İstanbul, 1972. AKÇAM, Taner; İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitapevi, İstanbul, 2002. 321 AKÇAKAYALIOĞLU, Cihat; Atatürk Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1988. AKÇORA, Ergünöz; Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1994. AKGÜN, Seçil; General Harbord’un Gezisi ve Anadolu Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981. AYIŞIĞI Metin; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara AKŞİN, Sina; Jön Türkler ve İttihat Terakki, Bilge Kitapevi, istanbul, 2001. ANADOL, Cemal; Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitapevi, İstanbul, 1982. ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Genişletilmiş Onikinci Baskı, Alkım Kitapevi, İstanbul, 2001 . ARMAOĞLU, Fahir; Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, TTK Yayını Ankara, 1991. ARSLAN, Nimet; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara, 1964. ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979 ATAÖV, Türkkaya; Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002. AYIŞIĞI, Metin; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara, 2004. ATASE, Türk İstiklal Harbi, III ncü Cilt Doğu Cephesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1995. 322 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, Cilt 4,. ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, TTK Basımevi, Ankara, 1986. AYBARS, Ergün; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basımevi, 1984. AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam, İkinci Cilt, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1971. BALCI, Gökhan; Türkler Soykırım Yaptımı?, Truva Yayınları, İstanbul, 2007. BAYSAN, Galip; Ermeni Meselesi 1915 Zorunlu Göç (Tehcir Olayı) Nedenleri ve Sonuçları, Üniversiteliler Offset, İzmir, 2005. BAYUR, Y. Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi, C.1/1, TTK. Ankara, 1983. BELEN, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları:13, Ankara, 1973. BİLGİ, Necdet; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması, Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999. BİLSEL, M. Cemil; Lozan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998. BOZDAĞ, İsmet; Kazım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre Yayınları, İstanbul, 1992 . ÇAYCI, Abdurrahman; Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2006. ÇAĞRI, Erhan; Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitapevi, Ankara, 2001. ÇİÇEK, Kemal; Ermenilerin Zorunlu Göçü , TTK Yayınları, Ankara, 2005, XVI. Dizi- Sayı 110. 323 DELİORMAN, Altan; Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980. EARLE, M.E; Bağdat Demiryolu Savaşı, (Çev. K. Yargıcı) Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971. Erol, Mine; Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, ( 19191-1920) İleri Basımevi, Giresun, 1972. EROL, Mine; Osmanlı İmparatorlu’nun Amerika Birleşik Devletleriyle Yaptığı Ticaret Antlaşmaları, Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya, 1988. EVANS, Lawrence; Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (19141924), (Çev. T. Alaya, Ö. Uğurlu, N. Uğurlu) Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003. Foreign Policy Institute; The Armenian Issue in Nine Questions and Answers, Yayın No.3, Ankara, 1983. GAZİGİRAY, Alper; Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitapevi, İstanbul, 1982. Genel Kurmay Başkanlığı; Tarihte Türk İngiliz İlişkileri, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1975. ATASE; Geçmişten Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989. GİDNEY, James B.; A Mandate For Armenia, Kent State University Press, Ohia, 1966. GÖKDEMİR, Ahmet, Ender; Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1998. GRABİLL, Joseph L.; Protestans Diplomacy and the Near East: Missionery Influence on American Policy, 1810-1927, University of Minnessota Press, 1971. 324 GÜREL, Ahmet; Yabancı Kaynaklarda Ermeni İlişkileri, Umay Yayınları, İzmir, 2006. GÜRÜN Kamuran; Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1983. HALAÇOĞLU Yusuf; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı: 60, İstanbul, 2004. HALAÇOĞLU, Yusuf; Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılık:98, tarih 8, İstanbul, 2008. HENDRİCK, J. Burton; Ambassador Morgenthau’s Story, Detroit Michigan News, 1918. HOUSE, Edward Mandell/ Seymour, Charles.; What Really Happened in Paris? The Story of Peace Conference, Charles Scribner's Sons Publication, New York, 1921. HOVANNİSİAN, Richard; Armenia on the Road to Independence, University of California Press, 1967. HOPKIRK, Peter; İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, (Çev. Harmancı Mehmet) Sabah Kitapları, İstanbul,1995. HOWARD, N. Harry; The Partition of Turkey, 1913-1923, Howard Fertig Inc, Newyork, 1966. KARABEKİR, Kazım; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990. KARABEKİR, Kazım, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995. KAÇAZNUNİ Ovannes, Taşnak Partisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok, (Çev. Acaloğlu Arif) Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007. 325 KARAL, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, Cilt VI, TTK Basımevi, Ankara, 1976. KOCABAŞOĞLU, Uygur; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul, 1991. KODAMAN, Bayram; The Eastern Question: Imperializm and The Armenian Community, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987. KURAT, Akdes Nimet; Türkiye ve Rusya, 1798-1919, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi. Yay. No:180, Ankara 1975. KÜÇÜK, Cevdet; Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1986. LENCZOWSKİ, George; The Middle East in World Affairs, Cornell University Presss, New York, 1956. LEWY Guenter, The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, The University of Utah Press, Utah, 2005. LOWRY, Heath W.; The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul, 1990. LOWRY, Heat W.; American Observers in Anatolia CA. 1920, The Bristol Papers, Armenians in the Ottoman Empire, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992. MARAŞLIYAN Levon; Ermeni Sorunu ve Türk Amerikan İlişkileri 19191923, (Çev. Şen Süer) Belge Yayınları, İstanbul, 2000. MAZICI, Nurşen; Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, 1878-1918, İstanbul, 1987. McCARTY, Justin/ McCARTY, Carolyn; Turks and Armenians, Commitee on Education Assembly of Turkish American Associations, Washington, D.C., 1989. 326 McCARTY, Justin; Ölüm ve Sürgün “Death and Exile” (Çev. Bilge Umar), İnkilap Yayınları, İstanbul, 1998. METİN, Halil; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları; MEB Yayını, Ankara, 2001. MORANİAN, Susan Elizabeth; The American Missioneries and the Armenian Question, The University of Wisconsin, Madison, 1994. OLCAY, Osman; Sevr Anlaşmasına Doğru, (Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1981. ÖZTOPRAK İzzet; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981. ÖKE Mim Kemal; Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Yayını, VII: Dizi-Sa 126, Ankara, 1991. ÖKE, Mim Kemal; Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, Aksoy Yayıncılık, İstanbul, 2000. ÖZDEMİR, Hikmet- ÇİÇEK, Kemal- TURAN, Ömer- ÇALIK, RamazanHALAÇOĞLU Yusuf; Ermeniler Sürgün ve Göç, TTK Yayınları Ankara, 2004, XVI. Dizi -Sayı 101. ÖZEL, Semiha; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Bilge Yayınları, İstanbul, 2001. PALASLIYAN, Simon; The United States Responce to the Armenian Genocide, Transaction Publishers, New Brunswick, New Jersey, 2003. PARMAKSIZOĞLU, İsmet; Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller, DSİ Basım ve Foto-Film İşletme Müdürlüğü Yayın No.470, Ankara, 1981. 327 SAKARYA, İhsan; Belgelerle Ermeni Sorunu, ATASE Yayınları, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983. SARAL, Ahmet Hulki; Ermeni Meselesi; Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1970. SARAY, Mehmet; Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005. SELEK, Sabahattin; Anadolu İhtilali, Birinci ve İkinci Cilt, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1964. SEVİM Ali, TURAL M.Akif, ÖZTOPRAK İzzet; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006. ŞİMŞİR, Bilal; British Documents on Ottoman Armenians, (1856-1880) C.1, TTK Ankara 1982. ŞİMŞİR, Bilal; Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986. SONYEL, Salahi; The Ottoman Armenians, University of Oxford, London, 1987. SONYEL, Salahi; The Great War and The Tragedy of Anatolia, Türk Tarih Kurumu Ankara, 2000. ULAGAY, Osman; Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974. URAL, Gültekin; Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998. URAS, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1987. 328 YILDIRIM, Dursun/ ÖZÖNDER, Cihat; Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.ll B, Seri III, Sayı A.31 ,Ankara 1991. YILMAZ, Mehmet; “McKinder’e Göre Tarihin Coğrafi Ekseni”, Kara Harp Akademisi Kısa Süreli İnceleme Konuları I, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006. MAKALELER AKÇA, Bayram; “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Anadoulu’daki Misyonerlik Faaliyetleri” Tarihin İçinden, Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006. AKGÜN Seçil; “Kurtuluş Savaşı Başlangıcında Türk Ermeni İlişkilerinde ABD’nin Rolü” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985. AKTAN, Gündüz; “Lozan barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007. AKTAR, Yücel; “Ermeni Mezalimine ve Soykırım İddialarına İlişkin Kavram Karmaşası” Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001. ARMAOĞLU, Fahir; “Lozan Konferansı ve Amerika” Belleten Cilt 4 Sayı, 212214, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991. ATAÖV, Türkkaya; “Ermeni Terör İlmine Silah Sağlanması”, Osmanlı Belgelerine Dayalı Gerçekler, TTK, Ankara, 1984. BAKAR, Bülent; “ Tehcir ve Uygulaması” Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006. 329 BİLGİN, Mustafa Sıtkı; “Lozan Konferansı’nda Ermeni Meselesi: İtilaf Devletlerinin Diplomatik Manevraları ve Türkiye’nin Karşı Siyaseti”, BELLETEN Dergisi, 254, Cilt: LXIX - Sayı: 254 - Nisan 2005. BİROL, Ercan; “Tehcirin Askeri Gerekçeleri”, Çeşitli Yönlerden TürkErmeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006. BRYSON, Thomas A.; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in Turkey”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 5 No. 4. Sep. 1974. ÇUFALI, Mustafa; “Lozan Konferansı ve Antlaşması’nda Ermeni Sorunu”, Dünden Bugüne, Türk Ermeni İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006. DULLES, Foster R.; “America’s Rise to World Power 1854-1954”, New York The Mississippi Valley Historical Review, Vol. 42, No. 2, Sep. 1955. EVREN, Gürbüz; “Adana’da 2 Saat 15 Dakikalık Ermeni Cumhuriyeti”, Bütün Dünya Dergisi, Ankara, Mart 2007. GEDİK, İlhan; “Yeniden Alevlendirilmek İstenen Ermeni “Jenoside-Soykırım” İddiaları ve Osmanlı Resmi Kayıtları", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, Sayı 42, Ankara, 1998. HALAÇOĞLU, Yusuf ; “Osmanlı Devleti Neden Tehcir Uyguladı? Tehcirle İlgili Gerçekler”, Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002. HÜLAGÜ, M. Metin; “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni , Terör ve Amerika Dörtgeninde Türkiye”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erciyes Üniversitesi, Sayı 10, 2001. KEVORKYAN, Dikran; “Ermeni Meselesinde Tehcire Amil Olan Nedenler” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985. 330 KILIÇ, Davut; “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine Yönelişi”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001. KURAT, Tekin; “Doğu Anadolu’da Ermeni Sorunu, (1900-1920)” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985. LOWRY, Heath W.; “American Observers in Anatolia CA. 1920 The Bristol Papers”, Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992. LİPPE, John M. Vander; “The ‘Other’ Treaty of Lausanne: The American Public and Official Debate on Turkish-American Relations”, The Turkish Yearbook, Siyasal Bilgiler Fakültesi , Ankara, 1993, Vol, XXIII. LÜTEM, Ömer Engin; “Lozan’dan Sonra Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007. MARQUİS, A.G.; “Words as Weapons: Propaganda in Britain and Germany During the First World War”, Journal of Current History, London, 1978. MORGENTHAU, Henry; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co. New York, 1918. Chapter XXII. MORGENTHAU, Henry; “The Murder of a Nation”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co., New York, 1918, Chapter XXIV. MALEVİLLE, Georges de; 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Çev. Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998. ORTAYLI, İlber; “ Ermeniler Neden Göç Etmeye Zorlandı?” Popüler Tarih, Ocak 2001. 331 ÖKSE, Necati; “Ermeni Sorununun Doğuşu, Tehcir Kanunu ve Uygulaması”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985. ÖZDEMİR, Hikmet; “Ermenilerin Uyrukluk Sorunu”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005. ÖZTUNA, Yılmaz; “Ermeni Sorununun Oluştuğu Siyasal Ortam” , Osmanlı’nın Sön Döneminde Ermeniler, Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, No.94, Ankara, 2002. PALABIYIK, Serdar; “Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları” Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007. PONSOBY, Arthur; “Falsehood in War-Time”, Institute for Historical Review, New York, 1971. ŞAŞMAZ, Musa; “Ermeniler Hakkında Reformların Uygulanması”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001. ŞİMŞİR, Bilal; “Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler”, , Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi , Şafak basımevi, Manisa, 1983. ŞİMŞİR, Bilal; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985. TAŞKIRAN, Cemalettin; “Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde Soykırım” Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001. 332 TEZLER ATNUR, İbrahim Ethem; Tehcirden Dönen Rum ve Ermenilerin İskanı Meselesi, Atatürk Üniversitesi (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Erzurum,1991. BUZANSKİ, Peter, Michael; Admiral Mark Bristol and Turkish Amerikan Relations, 1919-1922, (yayınlanmamış doktora tezi) University of California, 1960. MORANİAN, Susan Elizabeth; The American Missioneries and the Armenian Question, The University of Wisconsin, (Doktora Tezi), Madison, 1994. TANATMIŞ, Yusuf ; Türk Basınında Ermeni Meselesi (1914-1919), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ( yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Kayseri, 2005. ELEKTRONİK YAYINLAR DOĞANAY, Rahmi; Mondros Mütarekesinden Sonra Kars ve Yöresinde Ermeni Faaliyetleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, http://74.125.77.132/search?q=cache:cuuX3PaxGyoJ:yordam.manas.kg/ekitap/p df/Manasdergi/sbd/sbd8/sbd-8-01.pdf+Kars%27ta+Amerikan+Heyetleri&hl =tr&ct=clnk&cd=9&gl=tr 02.01.2009 DH.EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 12.04.2008 DH.ŞFR 50/127 Belge No: 1, 1333.R.13 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 12.04.2008 DH.EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5 1332.Ş.28 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 15.06.2008 HR.SYS 2767/74 Belge No: 1, http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ http://www.hri.org/docs/king-crane/ 11.01.2008 . http://www.forumturkiye.com/arsiv/index.php/t-22591.html 08.03.2008 http://www.measuringworth.com/calculators/uscompare/result.php 14.01.2008 www.aaalsozluk.com/goster.php?g=wilson+prensipleri+cemiyeti 20.06.2008 http://www.nvcc.edu/home/cevans/Versailles/Index.html 10.01.2008 333 EKLER 1 2 KAYNAK: Erdal Açıkses; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK, Ankara, 2003, s.403 3 EK-B’nin devamı 4 5 6 7 EK- E: AMERICAN TASKS IN TURKEY İSİMLİ DOKÜMANDA ÖNERİLEN ERMENİSTAN Kaynak: The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol.383, Roll 536 8 EK-E’nin devamı AMERICAN TASKS IN TURKEY isimli ABD Dökümanının Başyazısı 9 EK-F 10 11 12 13 14 15 16 E K–G PARİS BARIŞ KONFERANSINDA ERMENİLERİN İSTEDİĞİ ERMENİSTAN Kaynak : The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136. 17 18 19 20 EK-J SEVR ANTLAŞMASINA GÖRE ERMENİSTAN 21 Kaynak:D.B.R. Atlas Harita Servisi, Tarih Atlası, İstanbul, 2004 ÖZET Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) isimli bu çalışma Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden başlayarak Kurtuluş Savaşı sonuna kadar olan süreçte Ermeni meselesinin Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkilediği hususuna odaklanmıştır. Yaklaşık ikiyüzyıldır süregelen Türk-Amerikan ilişkilerinde Ermeni Meselesi iniş çıkışlı bir seyir izlemiştir. Ermeni Meselesi aslında ondokuzuncu yüzyılda Avrupalı yayılmacı güçlerin azınlıkları kullanarak Osmanlı Devleti’ni parçalama ve tasfiye projesinden kaynaklanmıştır. Bu dönem aynı zamanda, ABD’nin henüz yayılmacı politikaları söz konusu olmamakla birlikte ekonomik çıkarları doğrultusunda Akdeniz ve Ortadoğu’ya açılma girişimlerinin ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin başladığı dönemdir. Türk-Amerikan ilişkilerinin, başlangıçtan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan dönemde, en ağırlıklı konusu misyonerlik faaliyetleri olmuştur. Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınmasında misyonerlerin rolü büyüktür. Misyonerler Amerikan halkını sistemli bir şekilde koşullandırarak Türk karşıtı bir kamuoyu yaratmışlardır. ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılarak dengeleri değiştirmesi yirminci yüzyıl başından itibaren kendisinin süper bir güç olarak tanınmasını sağlamıştır. Öte yandan Başkan Wilson’un Birinci Dünya Savaşı daha bitmeden açıkladığı ve savaş sonunda dünyanın alacağı siyasi yapıya ilişkin Prensipler ile Milletler Cemiyeti’nin kurulması yönündeki çabaları döneme damgasını vurmuştur. Böylece ABD savaş sonrası gerçekleştirilen ve Osmanlı Devleti’nin de kaderinin tayin edildiği Paris Barış Konferansı’nın adeta baş aktörüdür. Ermeni meselesi, Paris Barış Konferansı öncesi ve Konferans sürecinde, Türk Amerikan ilişkilerinin belirleyici faktörü olmuştur. Bu süreçte uzun yıllar asılsız propaganda ile Ermeniler lehine Türkler aleyhine koşullandırılan Amerikan kamuoyu baskısının, Ermeni örgütlerinin yoğun çabalarının ve Anadolu’da çıkarları doğrultusunda risk almaksızın Türkiye aleyhine Büyük Ermenistan kurulmasını hedefleyen İtilaf Devletlerinin ABD nezdindeki girişimlerinin Amerikan Yönetiminin Türkiye’ye yönelik politikalarında etkili olduğu görülmüştür. 22 Konferans süresince, ABD’nin kurulacak Ermenistan’ın mandasını üstlenmesi yönündeki iç ve dış baskılar karşısında durumu yerinde incelemek için bölgeye gönderdiği heyetlerin ve İstanbul’daki ABD Yüksek Komiserinin sunduğu raporlar, Ermeni iddiaları ve talepleri ile tasarlanan Ermenistan Projesinin gerçek dışı olduğunu ortaya koymuştur. Türk Milli Mücadele hareketi ile birlikte ABD’de Türk karşıtlığının azaldığını ve bunun Türkiye lehine Amerikan politikarına yansıdığını görmek mümkündür. Lozan Konferansı ve sonrası dönemde ABD, Ortadoğu’daki ulusal çıkarlarını korumak amacıyla Türkiye ile önceleri ticari ve misyonerlik faaliyetleri ile sınırlı olan ilişkilerini yeniden yapılandırmış ve siyasi boyuta taşımıştır. Lozan Barış Antlaşması’yla başlayan ve 1970’lere kadar geçen dönemde Ermeni Meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinde söz konusu olmamıştır. Ancak 1970’lerden itibaren artan bir yoğunlukta günümüze kadar uzanan Ortadoğu’daki jeo-politik gelişmeler ve “Şark Meselesinin” canlandırılması sonucu konunun yeniden TürkAmerikan ilişkilerinde yer aldığına tanık olmaktayız. 23 ABSTRACT The thesis (study) titled the “Armenian Issue Within the Framework of TurcoAmerican Relations (1918-1923)” focuses on the effects of the Armenian Issue on the Turco-American Relations in the period between the end of World War I (WWI) and end of the Turkish Indepedence War. The Turco-American Relations have a background two-century long and during this period the Armenian Issue has followed a route which has had many ups and downs. In essence the Armenian Issue was based on the emperialist powers’ project which aimed the partition and extermination of Ottoman Empire by exploting local ethnic minorities in the 19th century. This time frame also coincides with the begining of contacts between the Ottoman Empire the United States (US). US had no emperial and expensionist policies during this period, however taking into account her vital economic interests, she took many steps in order to expend into the Mediterranean and Middle East, which eventually led to relations with the Ottoman Empire. Missionary activities had always been the main subject in the Turco-American relations from the very begining untill the formation of Turkish Republic. Meanwhile missioneries had a large role in transfering the Armenian Issue to America. They systematically conditioned the American people and created anti-Turkish public opinion. The US changed the international power balance by participating to WWI and this provived her a unique opportinity to be recognized as a world wide superpower. Thus US gained an enormous potential to interfare international affairs. Before the WWI came to an end, President Wilson declared his principles regarding to the post war political structure of the world. Wilson’s Principles and his efforts in order to establish the League of Nations sealed the post war period. Based on these facts, the US acted as 24 the principal actor of the Paris Peace Conference.In addition the Armenian Issue became the determining factor of the Turco-American relations before and during the Paris Peace Conference. During this process the anti-Turkish American public opinion which was created by utilizing a long lasting groundless propaganda. The intensive efforts of Armenian organizations and the attemps directed to American Administration by the Allies who aimed to form, without any risk to themselves, a Great Armenia based on their national became very influential in US policies towards Turkey. Having been exposed to the domestic and foreign pressures to assume the mandate of the projected Armenia during the Conference, the US sent envoys to the region in order to investigate the situation locally. The reports of the US envoys and the US High Commissionar in İstanbul clearly revealed that the Armenian project formed on the bases of Armenian allegetions and demands was unrealistic. In parallel to the Turkish Indepence War, the negative attitude against Turks in America decreased drastically and as a result of this, US Turkish policy was positively influenced . During and after the Lausanne Peace Conference, the US restructured her Turkish policies in order to preserve her national interests. In the new US policy, biletarel relations gained more political dimensions in place of former relations which had mainly remained in the limits of missionaries and commerce. After the Lausanne Treaty The Armenian Issue never became a factor in TurcoAmerican relations up to the 1970s. However as a natural reflection of current jeopolitical developments and the revitalization of the Western orijin “Eastern Question”, for some decades we have withnessed that this apparently closed subject has been reopened . 25 DR. KAMİL NECDET AR 1.KİMLİK BİLGİLERİ Doğum Yeri / Tarihi: İstanbul, 3 Haziran 1949 Adres: 2040/4 sok. Flamingo A.18 D.48 Karşıyaka-İzmir Tel. 0232 3244002, GSM. 0532 2914021 Mavişehir 35540 2. EĞİTİM DURUMU: (Eğitim Kurumları, Süreleri ve Temel Eğitim Konuları) a. İlk Öğretim: (1) 1955–1960 Reşat Nuri Güntekin İlkokulu, Kadıköy/ Koşuyolu-İstanbul (2) 1960–1963 Selimiye Askeri Ortaokulu, Üsküdar-İstanbul b. Orta Öğretim: 1963–1966 Kuleli Askeri Lisesi, Çengelköy-İstanbul c. Yüksek Öğretim: (1) 1966–1969 Kara Harp Okulu, Ankara (Askerlik mesleğine ilişkin profesyonel eğitim ve öğretim, eğitim-öğretim teknikleri, psikoloji, hukuk ve sosyal bilimler, fen bilimleri). (2) Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (Mezuniyet 1994) d. Lisansüstü Eğitim (1) 1973–1976 Kara Havacılık Okulu, Güvercinlik-Ankara (Sabit ve döner kanatlı uçak pilotaj eğitimleri). (2) 1978 ABD Kara Havacılık Okulu, Alabama (Uluslararası havacılık eğitimi) (3) 1980-1982 Kara Harp Akademisi, Yenilevent-İstanbul (a) Kamu yönetimi, (b) Uluslararası ilişkiler, (c) Atatürk İlke ve İnkılapları, konularında yüksek lisans düzeyinde eğitim. (Askeri bilimler, yüksek seviyede planlama, yönetim bilimleri, jeo-politik, jeostrateji, harp tarihi, askeri coğrafya, harp hukuku, Atatürk İlke ve İnkılapları) (4) 1983 Silahlı Kuvvetler Akademisi Yenilevent-İstanbul 26 (Yüksek seviyede müşterek kuvvet planlaması, yönetim bilimleri, uluslararası ilişkiler, jeo-politik, jeo-strateji, siyasi tarih). (5) 1986 NATO Koleji, Bavyera / Almanya, (Uluslararası askeri ve stratejik konularda akademik çalışmalar). (6) 1999 NATO Koleji, Bavyera / Almanya, (Uluslararası ilişkiler, jeo-politik ve jeo-strateji konularında üst düzey akademik çalışmalar) (7) 2000–2006 Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde tamamlanmış doktora çalışması. (8) Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi konusunda doktora çalışması 3. GÖREV VE HİZMETLER : a. Harp Okulu mezuniyeti sonrası çeşitli birliklerde komutanlık, eğitim başta olmak üzere çeşitli askeri görevler ile değişik hava, arazi ve vazife koşullarında pilotaj görevleri. b. Kurmay subay olarak komutanlık, büyük birliklerde çeşitli kurmay görevleri ve kurmay başkanlıkları. c. 1984–1988 NATO Avrupa Yüksek Komutanlığı Karargahı (SHAPE) Mons / Belçika’da NATO’nun uluslararası askeri ve siyasi ihtiyaçları doğrultusunda askeri bütçe ve altyapı projelendirme faaliyetlerinin yürütüldüğü kaynak yönetim şube müdürlüğü. d. Belçika Kralı dahil çok üst düzey katılımlı NATO toplantıları, seminerleri ve karargah çalışmalarında SHAPE proje subaylığı. e. NATO’nun Avrupa’nın değişik ülkelerinde konuşlu kurum ve karargahlarında gerçekleştirilen 70’den fazla toplantı ve grup çalışmasına SHAPE temsilcilisi olarak katılmak. f. 1993–1994 K.Irak’taki koalisyon güçlerinde eş komutanlık ve Türkiye askeri temsilciliği. Bu dönemde askeri görevlerinin yanı sıra askeri diplomatlık ve insani yardım faaliyetleri. g. 1998–1999 İzmir’de konuşlu NATO karargahında üst düzey yöneticilik, bu süre zarfında yurtiçi ve yurtdışında pek çok uluslararası toplantı ve karargah çalışmalarında temsilcilik. h. 2000-2002 Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünde öğretim görevlisi olarak çeşitli fakülte ve yüksek okullarda ders ve konferanslar hazırlamak, vermek. h. 2001 yılında Ege Bölgesinin tarihi, kültürel, ticari potansiyelini tanıtım amaçlı olarak yılında gerçekleştirilen OECD ülkeleri büyükelçilerinin davet edildiği etkinlikte planlama, tanıtım, temsil ve tercüme faaliyetlerini planlama ve yürütmek. i. 2001–2002 Uluslararası Çalışma Teşkilatı’nın sponsorluğunda Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinin de katıldığı okul çağındaki çocukları eğitime kazandırma projesinin planlama 27 ve alan çalışmalarında gönüllü çalışmalara katılma, İzmir’in değişik iş kollarında ve semtlerinde alan çalışmaları geçekleştirmek. j. 2002–2007 İzmir Özel Amerikan Lisesi’nde Milli Güvenlik Bilgisi Dersi öğretmenliği. k. İzmir’de üniversiteler, halk eğitim merkezleri, televizyon kanalları ve sivil toplum örgütlerinin düzenlediği değişik konulardaki seminer, panel vb. etkinliklere konuşmacı ve konferansçı olarak katılım. 4. YABANCI DİL BİLGİSİ : İngilizce : Ana dil düzeyinde Fransızca : İyi (özellikle anlama ve okuma) Almanca : Orta 5. BİLİMSEL YAYINLARI Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Ücretlerin Gelişimi , KAMU-İŞ Ankara, 2007 28