T. C. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı KUR’ÂN’DA İNFÂK KAVRAMI Ayhan KAYA Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı: Doç. Dr. İsmail ÇALIŞKAN SİVAS Ocak-2009 II KUR’ÂN’DA İNFÂK KAVRAMI Ayhan KAYA Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı için öngördüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak Hazırlanmıştır SİVAS Ocak-2009 III SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Ayhan Kaya’nın hazırlamış olduğu “Kur’an’da İnfâk Kavramı” başlıklı bu çalışma, 2001-2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak jürimiz tarafından, “Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı”nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. Başkan: Prof. Dr. Talip ÖZDEŞ Danışman: Doç. Dr. İsmail Çalışkan Üye: Prof. Dr. Ali AKPINAR ONAY Yukarıda imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım 20/01/2009. Prof. Dr. Zafer CİRHİNLİOĞLU Enstitü Müdürü IV ÖZET KAYA, Ayhan, Kur’an’da İnfâk Kavramı, Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2009. Bu çalışmanın amacı, Kur’an’ın doğru anlaşılmasında önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz infâk kavramını, Kur’an bütünlüğü içerisinde ele alarak İslam öncesi dönemden nuzül sürecinin bittiği döneme kadar geçen süre içerisinde ne gibi anlam değişikliklerine uğradığını, Kur’an’da türevleriyle beraber kaç defa geçtiğini, hangi kavramlarla yakın anlam ve zıt anlam ilişkisi içerisinde olduğunu inceleyerek bu kavramın dolayısıyla da Kur’an’ın doğru anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Bu çalışmanın yönteminde ise, kavram çalışması olması hasebiyle öncelikli olarak eski Arap şiirlerini inceleyerek infâk kavramının İslam öncesi dönemdeki kullanımlarını belirledik. İnfâk kavramının lügat ve ıstılahî olarak hangi anlamlara geldiğini tespit etmek için Arapça lügatları taradık. Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığını ve Kur’an’ın nuzülünden günümüze kadar herhangi bir anlam değişikliğine uğrayıp uğramadığını tespit etmek için ilk dönem tefsirlerinden son dönem tefsirlerine kadar bir çok eseri taradık. İnfâk kavramının Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığını daha iyi anlayabilmek için Kur’an’da bu kavramla ilişki içerisinde olan; ihsân, îsâr, îtâ, it’âm, sadaka, zekât, ikrâm, hayr, ma’ruf…vb. kavramlarla yakın anlam; buhl, şuhh, isrâf, tebzîr…vb. kavramlarıyla da zıt anlam ilişkisi içerisinde lügat ve ıstılah anlamlarını vererek infâkla olan ilişkilerini belirledik. Sonuç itibariyle, infâk kavramının İslamiyet öncesi dönemde Arap kültüründe kullanılan bir kavram olduğunu ancak o dönemdeki kullanılış amacı ile Kur’an’daki kullanılış amacı arasında farklılıklar olduğunu tespit ettik. Kur’an’da “infâk” kavramının türevleriyle beraber elli yedi ayette yetmiş üç defa kullanıldığını; Ancak infâk kelimesinin kökü olan ‘nafâk ve nafaktan’ türeyen kelimelerle beraber Kur’an’da seksen dört ayette yüz on bir defa kullanılmış olduğunu tespit ettik. Anahtar kelimeler: Kur’an, İnfâk, buhl, V ABSTRACT KAYA, Ayhan, the concept of “maintaining” in Quran, Postgraduate Thesis, Sivas, 2009. The aim of this study is to contribute the understanding the Glorious Quran by studying through the whole meaning, with the help of studying on with which “concept of maintaining” is in a correlation with its synonyms and antonyms, how many times mentioned with its derivatives in Quran, by studying on how it is changed from Pre-islamic period to the end of the descending period. As defining the mothod of this study, the old Arabian poems are searched and studied about the usage of “the concept of maintaining” in the Pre-islamic period. The dictionaries are searched and scanned in order to define the meaning of “the concept of maintaining” as a term and as a dictionary meaning. Many old period commentaries and new age commentaries are searched and scanned in order to define in which meanings the “maintaining” is mentioned in Quran, and how it is changed from descending period to now. To be able understand better “maintaining” , in what meanings it is mentioned in Quran, the correlations between some terms are defined as dictionary and term meanings by studying the synonyms “kindness” , “honoring”, “giving”, “feeding-giving food” , “charity” , “purification”, “courtesy-kindness” , “well-known” and the antonyms “stinginess”, “dissipation”, “ wasteful”. As a conclusion the term “maintaining” was used in Arabian culture before Pre-islamic period but on the other hand it is mentioned in different meanings in Quran. We have seen that the term “maintaining” is mentioned in fifty-seven verses for seventy-three times, but with the words and derivatives produced from the term “subsistence” which is the stem of “maintaining”, it is mentioned in eighty-four verses for one hundred and eleven times in Quran. Key Words: Quran, Maintaining, stinginess VI ÖNSÖZ İnsanlık için hidayet ve rahmet kaynağı olarak indirilen Kur’an, indiği ilk dönemden itibaren okunup anlaşılmaya çalışılmıştır. Bütün insanlığa hitap eden evrensel mesajlar içermesi nedeniyle onu anlama çalışmaları günümüze kadar devam etmiş ve gelecekte de devam edecektir. Ancak bu evrensel mesajların insanlara sağlıklı bir şekilde ulaşması için onu doğru anlamak ve yorumlamak gerekir. Çünkü hem dünya hem de ahiret mutluluğuna ulaşmanın yolu onu doğru anlamaktan geçmektedir. Bunun en güzel örneğini onu en iyi şekilde hayata aksettiren Hz. Peygamber’de görüyoruz. Bilindiği üzere ilk dönemlerde Kur’an’ı anlama üzerine yapılan çalışmalar baştan sona kadar ayet ayet yapılmaktaydı. Ancak son dönemlerde özellikle günümüzde herhangi bir konu ya da kavram Kur’an bütünlüğü içerisinde ele alınarak incelenmeye çalışılmaktadır. Bir kavram incelenirken, özellikle onun İslam’dan önceki dönemde ve Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığı tespit edilerek geçirdiği süreci ve anlam değişmeleri incelenmektedir ki, bu işleme ‘Semantik’ denilmektedir. Bunun ilk basit örneklerini Hz. Peygamberin ashabı uygulamıştır. Ashab anlamını bilmedikleri kelimeleri cahiliyye dönemi Arap şiirinde aramıştır. Bu da göstermektedir ki bir kavramın İslam öncesi ve sonrası kullanım farklılığını ve bu süreçte geçirdiği anlam daralması ve genişlemesini tespit ederek Kur’an’ı anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Bu çalışmanın amacı, Kur’an’ın doğru anlaşılmasında önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz önemli kavramlardan birisi olan ‘infâkı Kur’an bütünlüğü içerisinde ele alarak İslam öncesi dönemden itibaren nuzül sürecinin bittiği döneme kadar hangi anlamlarda kullanıldığı ve ne gibi anlam değişikliklerine uğradığını inceleyerek bu kavramın dolayısıyla da Kur’an’ın doğru anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Şu da bir gerçek ki; bu çalışma, iddialı bir çalışma değildir. Ancak yüksek lisans seviyesinde Türkiye’de yapılan çalışmalar arasında, infâk konusunda bu kelimenin kavram olarak incelendiği ilk çalışma olması açısından önem arz etmektedir. Öte yandan daha üst seviyelerde yapılacak çalışmalara ışık tutabilir ve Kur’an’ın anlaşılmasına bir nebze olsun katkı sağlayabilirse, çalışma, amacına ulaşmış demektir. İnfâk ile ilgili olarak Nihat Temel’in Kur’an’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk adlı çalışması ve Kasım Yürekli’nin İnfâk Mü’min’in Temel Özelliği adlı çalışması vardır. Ancak onlar daha çok birey ve toplum açısından infâkın sosyal yönü üzerinde durmuşlardır. VII Çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, Kur’an’ı anlamanın önemi ve doğru anlaşılmasında dikkat edilmesi gereken temel esaslardan bahsettik. Ayrıca infâk kavramının İslam öncesi Arap toplumunda var olup olmadığını, o döneme ait şiirleri ve klasik lügatlari tarayarak tespit etmeye çalıştık. Birinci bölümde; infâk kavramının etimolojik analizinde, “nefeka” kökü ve ondan türeyen “nifâk, münâfık, infâk” gibi kelimelerin lügat ve terim anlamlarını vererek Kur’an’daki kullanımları üzerinde durduk. Ayrıca infâk kavramına özgün bir tanımlama yapmaya çalıştık. Yine bu bölümde; infâkla ilişkisi olan kavramları inceledik. Bu kavramları; infâkın yakın anlanına giren ve zıt anlam alanına giren kavramlar şeklinde iki başlıkta inceledik. Bu bağlamda İnfâk kavramıyla ilişkili olan kavramların sözlük ve ıstılâhî anlamlarını vererek onunla olan bağlarını, Kur’an ayetleriyle irtibatlandırarak ortaya koymaya çalıştık. Bu arada infâk kavramının eş ve zıt anlamının Türkçe karşılığını tespit ettik. İkinci bölümde; işlevsel ve ahlâkî açıdan infâkın insan hayatındaki önemi üzerinde durduk. Öncelikle Ayetler ışığında îman-infâk ilişkisi üzerinde durarak infâkın sarf yerlerini açıkladık. Ayrıca ayetler ve hadisler ışığında sarfedilen infâkın insana hem bu dünyada hem de ahirette ne gibi faydalar sağlayacağı, ayrıca onun gerek insan gerekse toplum açısından ne derece önem arz eden bir ibadet olduğuna dikkat çektik. Son olarak bu bölümde yapılan infâkların Allah katında kabul edilerek dünyada ve ahirette fayda sağlayabilmesi için, infâk yaparken dikkat edilmesi gereken hususları izah ettik. Sonuç kısmında ise araştırmamız boyunca ulaştığımız özgün fikirleri kısaca sunmaya gayret ettik. Çalışmamız boyunca hiçbir konuda desteğini eksik etmeyen ve defaatla okuyarak önemli uyarı ve açıklamalarda bulunarak çok önemli katkıları olan muhterem danışman hocam Doç. Dr. İsmail Çalışkan Bey’e, konunun tespiti ve işlenişi sürecinde değerli fikir ve görüşlerini eksik etmeyen yüksek lisans ders hocalarım Prof. Dr. Ali Akpınar Bey’e, Prof. Dr. Talip Özdeş Bey’e ve Doç. Dr. Hasan keskin Bey’e, teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Yine, Arapça lügat ve divanlar konusunda bize destek olan Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arapça bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Abdurrahman Özdemir Bey’e ve kendilerinden fikir aldığım Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir ve Arapça Anabilim Dalı hocalarına teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Gayret bizden tevfik yüce Allah’tandır. AYHAN KAYA SİVAS-2009 VIII KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser bas. : Baskı b. : Bin, ibn (oğul, oğlu) çev. : Çeviren D.İ.A. : Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi mad. : Maddesi s. : Sayfa tah. : Tahkik tahr. : Tahric tash. : Tashih terc. : Tercüme IX İÇİNDEKİLER ÖZET………………………………………………………………………………………...IV ABSTRACT…………………………………………………………………………………..V ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………VI KISALTMALAR………………………………………………………………………….VIII İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………………...IX GİRİŞ Ι- KONUNU ÖNEMİ VE YÖNTEMİ ………………………………………………………1 ΙΙ- KUR’AN’I ANLAMANIN ÖNEMİ ……………………………………………………3 ΙII- KUR’AN’IN DOĞRU ANLAŞILMASINDA TEMEL ESASLAR …………………..4 IV. İNFÂK SÖYLEMİNİN ARKA PLANI………………………………………………..13 A- KUR’AN ÖNCESİ ARAP TOPLUMUNDA İNFÂK DÜŞÜNCESİ………………..13 B- İNSANİ BİR DAVRANIŞ OLARAK İNFÂK DÜŞÜNCESİ……………………….23 BİRİNCİ BÖLÜM İNFÂK KAVRAMININ DİL VE KUR’ÂN AÇISINDAN TAHLÎLİ I. İNFÂK KAVRAMININ FİLOLOJİK ANALİZİ……………………………………....24 A-SÖZLÜKTE İNFÂK VE TÜREVLERİ…………………………………………...24 1- NAFÂK-NUFÛK-NAFAK……………………………………………………...24 2- NAFAKA………………………………………………………………………...25 3- NİFÂK…………………………………………………………………………...26 4- MÜNÂFIK……………………………………………………………………….27 5- MÜNFİK………………………………………………………………………....27 6- İNFÂK…………………………………………………………………………...28 B- ISTILAHTA İNFÂK……………………………………………………….……….29 C- KUR’AN-I KERİMDE GEÇEN İNFÂK KELİMESİ VE TÜREVLERİ............33 1- NAFAK…………………………………………………………………..............33 X 2- NAFAKA………………………………………………………………...............34 3- NİFÂK…………………………………………………………………………...36 4- MÜNÂFIK……………………………………………………………………….37 5- MÜNFİK……………………………………………............................................39 6- İNFÂK…………………………………………………………………………...40 II. KUR’AN-I KERİM’DE İNFÂKLA İLGİLİ KAVRAMLAR…………………….......47 A- İNFÂKLA ANLAM YAKINLIĞI OLANLAR……………………………….….47 1- İHSÂN ……………………………………………………………….…………47 2- HAYR………………………………….………………………………………...49 3- el-AMELU’S-SÂLİH (SÂLİH-SÂLİHÂT)……………………………………..51 4- BİRR ……………………………….....................................................................53 5- SABIR …………………………………………………………………………...55 6- TAKVÂ………………………………………………………………………….57 7- MA’RÛF…………………………………………………………………………59 8- SALÂT…………………………………………………………………………..61 9- RIZIK…………………………………………………………………………….64 10- FÎ SEBÎLİLLÂH ……………………………………………………………….66 11- ÎSÂR……………………………………………………………………………69 12- KERÎM-İKRÂM ……………………………………………………………….71 13- ÎTÂ……………………………………………………………………………...72 14- İT’ÂM…………………………………….…………………………………….73 15- SADAKA ……………………………….……………………………………...76 16-ZEKÂT………………….………………………………………………………79 B- İNFÂKLA ANLAM ZITLIĞI OLANLAR………………………………………..82 1- BUHL…………………………………………………………………………..82 2- KATR…………………………………………………………………………..84 3- ŞUHH…………………………………………………………………………..86 4- İSRÂF………………………………………………………………………….88 5- TEBZÎR………………………………………………………………………...91 6- ZULÜM……….…………………………………………………………….....93 7- MÜNKER……………………………………………………………………...96 8- ŞERR…………………………………………………………………………..98 XI İKİNCİ BÖLÜM İŞLEVSEL VE AHLÂKÎ AÇIDAN İNFÂK I. DİNİ BİR EYLEM OLARAK İNFÂKIN SARF YERLERİ........................................102 A. ÎMÂN-İNFÂK İLİŞKİSİ…………………………………………………………..102 B. ALLAH YOLUNDA (FÎSEBÎLİLLÂH) İNFÂK ……………………………….104 C. ANA-BABAYA İNFÂK……………………………………………………………106 D. DİĞER İNSANLARA İNFÂK…………………………………………………….108 1. AKRABAYA İNFÂK …..……………………………………………………….108 2. YETİMLERE İNFÂK ………………………………………………………......109 3. YOKSULLARA İNFÂK…………….………………………………………….111 4. YOLDA KALMIŞLARA İNFÂK …….………………………………………..112 II. İNFÂK’IN KAZANDIRDIKLARI…………………………………………………..114 A. DÜNYEVİ KAZANIMLAR……..………………………...……………………114 1. İNSANI CİMRİLİKTEN KURTARMASI……………………..….............................114 2. MALIN ARTMASINI SAĞLAMASI ………………………………………………116 3. İNSANIN ŞÜKRETMESİNİ SAĞLAMASI…………………..…….……..………...117 4. MÜKAFATININ FAZLASIYLA VERİLMESİ……………..….…………………….118 5. DİGER KAZANIMLAR…………………………………………………………..119 B. UHREVİ KAZANIMLAR ……….……………………….………...……….....120 1. ALLAH’IN RIZASINI VE RAHMETİNİ KAZANDIRMASI ……………...…………120 2. KORKU VE AZAPTAN EMİN KILMASI…………….……………..………………..121 3. CENNETİ KAZANDIRMASI…………...……………………..………………...…………..122 4. MÜKAFATININ FAZLASIYLA VERİLMESİ………………………...………………...123 III. İNFÂK YAPMANIN AHLÂKÎ ESASLARI…………….…………………..........124 A. ALLAH’IN RIZASINI GÖZETMEK………………………………………......124 XII B. İNFÂK’I GİZLİ YAPMAK…………………………………………………......127 C. İSRÂFA KAÇMAMAK……………………………..………………………….129 D. İNFÂKTA ACELECİ OLMAK…………………………………………………130 E. İHTİYAÇ FAZLASINDAN İNFÂK ETMEK………………………………….132 F. RİYA VE GÖSTERİŞTEN UZAK OLMAK…………………………………..133 G. YAPILAN İNFÂK’I BAŞA KAKMAMAK …………………………………...134 H. MALIN İYİSİNDEN VE SEVİLENİNDEN VERMEK…………………..........136 İ. KARŞILIKSIZ VERMEK………………………………………………………137 J. İNFÂK EDERKEN CİMRİ DAVRANMAMAK……………………………...137 K. GÖNÜLDEN VERMEK………………………………..……………………. ..139 L. BOLLUKTA VE DARLIKTA VERMEK…...….…………………………......140 SONUÇ……………………………………………………………………….142 KAYNAKÇA…………………………………………………………………146 1 GİRİŞ I. KONUNUN ÖNEMİ VE YÖNTEMİ Allah tarafından hidayet ve rahmet kaynağı1 olarak gönderilen Kur’an’ın gerçekten bu fonksiyonu görebilmesi için ondaki emir ve yasaklara riayet edilmesi gerekmektedir. Bunun için de onların doğru bir şekilde tespit edilerek anlaşılması sağlanmalıdır. İndiği ilk andan itibaren getirdiği emir ve yasakları başta Hz. Peygamber anlamaya çalışmış ve bu anladıklarını insanlara aktarmıştır. Ardından onun ashabı ve daha sonra gelen Müslümanlar da Kur’an’ı anlamak için bu çabayı devam ettirmişlerdir. Bilindiği üzere eski dönemlerde yapılan tefsirler, genellikle, Kur’an’ı Kerim ayetlerini mushaf tertibine göre âyet âyet ve sûre sûre tefsir etmekteydi. Bu çalışmalarda konulara bir bütün olarak bakma şansı çok fazla yoktu. Bu nedenle son dönemlerde konuları bir bütünlük içinde Kur’an genelinde görebilmek için her hangi bir konuyu kapsayan veya birkaç konuyu kapsayan kavram ağırlıklı çalışmalar yapılmaya başlamıştır. Bu çalışmalarla herhangi bir konunun detaylı bir şekilde Kur’an’da nasıl ele alındığını rahatlıkla öğrenilebilmektedir. Bizim konumuz olan infâk kavramı da bu noktada önem arz etmektedir. İnfâk Kur’an’ın tesis ettiği “zekat, sadaka, ikram etme, yardım etme, yoksulu yedirme, giydirme, cömert olma ve Allah yolunda karşılıksız harcama” gibi bir çok farz ve nafile ahlakî davranışları içermektedir. Bu nedenle de infâk kavramı Kur’an içerisinde yer alan bir çok emir ve yasakla bağlantılı bir şekilde işlenmektedir. Biz de Kur’anî emirler içerisinde önemli bir yere sahip olan bu kavramı İslam öncesi cahiliye döneminden itibaren ele alarak tarihi süreç içerisinde hangi anlamlarda ve ne gibi sebeplere binaen hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldığı, vahiyle beraber hangi anlam değişikliklerine uğradığı hangi anlamlarını kaybedip hangi anlamlar yüklendiğini tespit ederek Kur’an’ın anlaşılmasında önemli bir yeri olan bu kelimeyi detaylı bir şekilde bir kavram çalışması olarak incelemeye çalıştık. Bu çalışmamızda takip ettiğimiz metot şöyledir: Çalışmamızda öncelikle, Kur’an’ın doğru anlaşılması için anlam üzerine ve yöntem üzerine yazılmış bazı eserleri okuduk. Konumuzun kavram çalışması olması hasebiyle semantik metot üzerine yazılmış çalışmaları taradık. Bu tarz çalışmalarda izlenen yöntemleri uygulamalı olarak bizzat 1 Bkz, Bakara, 2/2; İsra, 17/2; Neml, 27/77; Secde, 32/23; Casiye, 45/20. 2 görmek için; din, sünnetullah, salat, kavm gibi kavram çalışmalarını okuduk. Kur’anda temel kavramları içeren kavram kitaplarında konumuzla uzaktan yakından ilgili kavramları okuduk. Ön hazırlıktan sonra infâk kavramının türediği “nefaka” kökünden türeyen kelimeleri içeren lügatları ve lügat türünde eserleri inceledik. Çalışmamızın temel kaynağını Kur’an-ı Kerim oluşturmuştur. Öncelikle “nefaka” kökünden türeyen kelimeleri içeren ayetleri kendi bağlamlarında ele alarak inceledik. Bunların dışında konuyla alakalı diğer kavramların yer aldığı ayetleri de ele alarak detaylı bir şekilde inceledik. Çalışmamızda kullandığımız kaynakların ağırlık noktasını tefsirler oluşturmuştur. Klasik ve çağdaş tefsirlerin çoğundan yararlanmaya çalıştık. Bunlar içerisinde, Taberî’nin (ö:310/922) Câmiu’l-Beyân, İbn Kesir’in (ö:774/1372) Tefsirü’l-Kur’an’i’lAzim, İbn Abbas’tan gelen tefsirlerin toplandığı, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, Razî’nin Mefâtîhu’l-Gayb, Âlusî’nin (ö:1270/1854) Ruhu’l-Meânî gibi klasik tefsirlerle beraber, Elmalılı Hamdi Yazır’ın (ö:1360/1942) Hak Dini Kur’an Dili, Seyyid Kutub’un (ö:1386/1967) Fîzilâli’l-Kur’an, Mevdûdî’nin Tefhîmü’l-Kur’an ve Süleyman Ateş’in Kur’an-ı Kerim’in Yüce Meâli ve Çağdaş Tefsiri gibi çağdaş tefsirler de yararlandığımız kaynaklardan bazılarıdır. Çalışmamızda cahiliye döneminde İnfâk kavramının kullanımını tespit ederek hangi anlamlarda kullanıldığını öğrenebilmek için de; Lebîd b. Rabîa, Kâb b. Züheyr, İmr’ulKays, Antera b. Şeddat, Hâtim et-Tâî, Adiy b. Zeyd, Abîd el-Abras, Hassan b. Sabit, Huday’a gibi gerek cahiliye gerekse İslam’ın ilk yıllarında yaşamış şairlerin divanlarını, ayrıca Yedi Muallaka sahiplerinin muallakalarını da tek tek taradık. Dipnotlarda kaynak kitapları verilirken kitabın ilk geçtiği yerde kaynakçada olduğu gibi detayları verilmiş sonraki geçtiği yerlerde sadece kitap ve müellif adı verilmiş olup bazı yerlerde de kitap adı yerine ‘a.g.e’ kısaltması kullanılmıştır. Ayetlerle ilgili dipnotlarda, önce sure sıra numaraları, sonra ayet numaraları verilmiştir. Eserlerle ilgili dipnotlarda kullanılan Romen Rakamları cilt numarasını, normal rakamlar ise sayfa numarasını göstermektedir. Çalışmamızda kullandığımız ayet meallerinde, Suat Yıldırım, Süleyman Ateş, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen (ö:1391/1971)’in mealleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı, “Kur’an-ı Kerim Meâli” gibi değişik 3 meallerden istifade edilmiştir. Bu alıntılar bazı yerlerde tamamen, bazı yerlerde kısmen alınmış, bazen de sadece işaret edilmiştir. ΙI. KUR’AN’I ANLAMANIN ÖNEMİ Geçmişten günümüze Kur’an’ı anlama ve açıklama gayretleri artarak devam etmektedir. Çünkü Kur’an sadece belirli bir kavme değil, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir kitaptır. Dolayısıyla onun anlaşılmasına yönelik çalışmalar, nazil olduğu dönemden itibaren başlayıp günümüze kadar sürmüş ve bundan sonra da devam edecektir. Bu çalışmaların en önemli göstergesi, on dört asır boyunca söz konusu amaçla kaleme alınan binlerce sayfalık tefsir kitaplarıdır. Kur’an-ı Kerim’i ilahi bir vahiy olarak kabul edip onun rahmet ve hidayet kaynağı2 olduğuna inanan kimseler, onun buyrukları doğrultusunda bir hayat tarzını gerçekleştirmek ve böylelikle hem dünyada hem de ahirette saadet içerisinde yaşamanın onu anlamaya bağlı olduğunu kabul etmişlerdir. Kur’an’ın kutsal bir kitap olması nedeniyle Müslüman olmayan araştırmacılar da onun üzerine araştırmalar yapmış ve onu anlamaya çalışmışlardır. Kur’an’ın son ilahi vahiy olması ve bütün insanlığa yönelik mesajlar vermesi, bu tür çalışmalara iten önemli sebep olmuştur. Ancak, günümüz Müslümanları Kur’an’ı sadece teberrüken okumaktadırlar. Sanki sözlerin anlamını düşünmeden, maksadını idrak etmeden tekrarlamak yararlı ve Kur’an’ın gayesi imişcesine!3 Kur’an Allah’tan sakınan herkese4 ve tüm insanlara5 rehberlik etme fonksiyonunu dün olduğu gibi bugün de icra edecek niteliktedir. Bir farklılık var ki, günümüz müslümanı ile bu kitap arasındaki mesafe iyice açılmıştır. Yeryüzünde, onun hayat verici nefhasından mahrum olarak yaşayan milyarlarca insan bir yana, ona muhatab olmuş ve iman etmiş bir o kadar insanın da en azından gereğince onu okuyamadıkları, okusalar da anlamadıkları bir vâkıadır.6 Hem rahmet hem hidayet kaynağı, diğer bir ifadeyle iki alemin de huzur ve mutluluk kaynağı olan Kur’an’ın 2 Bkz, Bakara, 2/2; İsra, 17/2; Neml, 27/77, Secde, 32/23; Casiye, 45/20 . Muhammed Gazâlî, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, (çev: Emrullah İşler), 2. bas, İstanbul 1998, s.39. 4 Bkz, Bakara, 2/2. 5 Bkz, Bakara, 2/185. 6 Dücane Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’an -Hermönetik Bir Deneyim (II), İstanbul 1995, s.20. 3 4 okunup anlaşılmasına günümüz insanının daha çok ihtiyacı vardır ki bu da bizzat Kur’an’ın bir emridir.7 Kur’an’dan uzaklaşan Müslümanların tekrar ona dönebilmesi ve onunla iletişim kurup yaşayabilmesi için, başka bir deyişle Kur’an’ın Müslümanlara; etkinliklerini artıran, kalkınmalarını sağlayan, onları yönetim ve hakimiyet seviyesine çıkaran yegane kaynak olarak dönmesi için8 kısacası çağı yakalayıp çağlar üstü bir misyon yüklenebilmesi için öncelikle onun öğretisini sağlıklı olarak anlamak, kavramak onu düşünerek, tefekkür ederek ve cümlelerinin manasını iyice anlayarak okumak gerekmektedir. Zira Kur’an’ı okumaktan amaç, okumak, anlamak ve düşünmektir.9 Ayrıca insanların kendi varlıklarındaki ve kainattaki sünnetullah ile çağa hakim olma dayanaklarını belirlemektir. Bundan da öte Kur’an’ın nasihat ve hükümlerini, tergib ve terhip çeşitlerini, va’d ve vaîdi bilmeleri ve öğrenmeleri demektir.”10 işte bu doğrultuda okunup anlaşılması için de bazı hususların bilinmesi ve bu hususlar çerçevesinde okunması gerekmektedir. Şimdi kısaca bu hususlara değinelim. III. KUR’AN’IN DOĞRU ANLAŞILMASINDA TEMEL ESASLAR Allah’ın mesajı, nazil olduğu andan itibaren, muhatapları tarafından, anlaşılmaya çalışılmıştır. Kendisine inen vahiyleri ilk önce anlayan Hz. Peygamberdir. Bu doğal bir durumdur. Zira Kur’an onun dilinde ve doğrudan ona inmiş onun içinde olduğu olayları konu almıştır. Hz. Peygamber de Kur’an’ı çevresine anlatmış, onların doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmuştur. O günden günümüze kadar onu anlama çabaları devam etmiştir. Kur’an-ı Kerim Arapça olarak indirilmiştir.11 Çünkü Kur’an’ın ilk muhatapları Araplardı. Fakat Kur’an son vahiy olduğu için sadece Arap toplumuna değil, bütün insanlığa hitap eden12 evrensel bir kitaptır. Bu durumda, Kur’an’ı doğru anlayabilmek için gerekli olan bazı hususların bilinmesi gerekmektedir. Söz konusu hususlar, kısmen tefsirlerin mukaddimelerinde ve bu konudaki müstakil kitaplarda anlatılmıştır. Mesela, Zerkeşî’nin (ö:794/1392) el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Suyutî’nin (ö:911/1505) el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân adlı eserleri birçok bahsi ayrıntılı bir biçimde ele almışlardır. 7 Bkz, Sâd, 38/29. Muhammed Gazâlî, a.g.e, s. 38. 9 Muhammed Gazâlî, a.g.e, s .41. 10 Muhammed Gazâlî, a.g.e, s. 41. 11 Bkz, Yusuf, 12/2; Taha, 20/13; Zümer, 39/28; Fussilet,41/03; Şura, 42/07. 12 Bkz, Bakara, 2/185. 8 5 Kur’an’ın dilsel bir metin olması hasebiyle, onun anlaşılması ve açıklanması, öncelikle dili bilmekle mümkün olabilir.13 Nitekim tefsir usulcülerinden Ebu Abdillah el-Kâfiyecî (ö:879/1477), bu hususiyetleri şöyle sıralamaktadır. 1) Lügat bilgisi: Müfred lafızların konuldukları mânâya, asıl itibariyle delâletlerini bilmektir. 2) İştikak bilgisi: Bazı müfret lafızların diğerleriyle olan münasebetlerini bilmektir. 3) Sarf bilgisi: Yapısı ve tasrifi bakımından müfred lafızlara ârız olan hükümleri bilmektir. 4) Nahiv bilgisi: Mânânın aslına delâleti bakımından terkip itibariyle lafızlara ârız olan i’rab hükümlerini bilmektir. 5) Meânî bilgisi: Mânânın mânâsı diye tabir olunan, mânânın aslı için lazım olan ifade etme yönünden kelâmın terkiblerinin özelliklerini bilmektir. 6) Beyân bilgisi: Delâletin açık veya gizli, ziyade veya noksan olmasından meydana gelen ihtilaflar bakımından kelâmın terkiblerinin hususiyetlerini bilmektir. 7) Bedî bilgisi: Manevî ve lafzî güzelliklerle sözü güzelleştirme yönlerini bilmektir. 8) Kıraat bilgisi: Kur’an’ın zâtına taalluk eden şeyi bilmektir. 9) Kur’an ayetlerinin nüzul sebeplerine taalluk eden şeyleri bilmektir. Bu bilgi, nüzul sebepleri hakkında tedvin edilmiş kitapları mütalaa ile mümkün olur. 10) Âsar ve Haberler bilgisi: Peygamberlere ve geçmiş zamanlara ait, Kur’an surelerinin ihtiva ettiği kıssaları şerhetmektir. 11) Hadîs bilgisi: Hz. Peygamber’den ve vahye şahid olan sahabeden, ittifak ve ihtilaflı olarak nakledilen, mücmeli beyan veya mübhemi tefsir eden hadîslerin zikridir. 12) Usûl-i Fıkıh bilgisi: Nâsih ve mensûhu, umum ve hususu, mücmel ve mübeyyeni, muhkem ve müteşabihi, zahir ve müevveli, mantuk ve mefhumu, 13 Dücane Cündioğlu, Kur’an’ Anlama’nın Anlam – Hermenötik Bir Deneyim-, İstanbul 1995, s.14. 6 iktiza, işaret ve delâleti, icmâı ve şer’î kıyası, kıyasın nerelerde sahih olup olmadığını bilmektir. 13) Fıkıh ve Ahlâk bilgisi: Dinin ahkâm ve âdâbı ile nefse, akrabaya ve reâyaya ait olan üç siyaset âdâbını bilmektir. 14) Nazar ve Kelâm bilgisi: Aklî delilleri, hakikî burhanları, taksim ve tahdidi, aklî olanlarla zarurî olanlar arasındaki farkı ve bunlar gibi olan diğer şeyleri bilmektir. 15) Mevhibe bilgisi: Bu öyle bir ilimdir ki Allah Teâlâ, ilmiyle amel edenleri ve Allah’tan sakınıp ihsanda bulunanları ona vâris kılar.14 Burada Kur’an’ın doğru anlaşılması için ihtiyaç duyulan bu bilgilerden ilk sekiz tanesi (lugat, iştikâk, sarf, nahiv, meânî, beyân, bedî, ve kıraat) doğrudan, iki tanesinin ise (usûl-i fıkıh ve kelâm) dolaylı olarak dilbilimle alâkalı olduğuna bilhassa dikkat edilmelidir. Çünkü bu ilimlerinin çoğunun dille alakalı olması, Kur’an’ı anlama ve yorumlama esnasında karşılaşılabilecek müşkiller hususunda önemli îmalar içermektedir. Kur’an Allah’ın kelâmı, O’nun konuşması, O’nun sözü olduğuna göre, dille alâkalıdır, dilsel bir olgudur.15 Yukarıda sıralanan hususlar genellikle Kur’an’ın anlaşılması için Arapça bir kitap olması hasebiyle öncelikli olarak dille yani Arapça ve onun incelikleriyle alakalı bilinmesi gereken hususlardır. Bunlarla beraber Kur’an’ın anlaşılması için şu hususların da bilinmesi gerekmektedir. 1. AYETLERİ SİYAK (KONTEKS, BAĞLAM) ÇERÇEVESİNDE YORUMLAMAK 16 Kur’an ayetleri her ne kadar yirmi üç yılda parça parça inmişse de dikkatlice incelendiğinde, sanki bütün ayet ve surelerin bir parça halinde inmiş gibi aralarında müthiş bir bağ olduğu görünmektedir. Bunu Zerkeşî ve Draz’ın (ö.1378/1958) aşağıdaki sözleri açıkça göstermektedir. Zerkeşî şöyle demektedir: “Kur’an ayetleri arasında ilişki 14 Kâfiyeci, Ebu Abdillah Muhammed b. Süleyman; Kitâbû’t- Teysîr fî Kavâidi İlmi’t-Tefsîr, (çev: İsmail Cerrahoğlu), Ankara 1974, s. 52-53. 15 Dücane Cündioğlu, Kur’an’ı Anlamanın Anlamı, s.17. 16 Dücane Cündioğlu, a.g.e, s. 21; Ali Galip Gezgin; Tefsirde Semantik Metod ve Kur’an’da “Kavm” Kelimesinin Semantik Analizi, İstanbul 2002, s.77; Muhsin Demirci; Tefsir Usûlü, 4.bas, İstanbul 2006, s. 289. 7 olmaz, çünkü onlar farklı olaylar üzerine inmiştir’ diyen yanılmıştır. Âyetler hakkında son söz şudur ki, onlar inerken olaylara göre inmişlerdir. Bunun için bir âyeti ele alırken önce onun müstakil mi yoksa öncesinin tamamlayıcısı mı, devamı mı olduğuna bakılması lâzımdır. Aynı şekilde sûrelerin önceleri ile bağlantı yönünün ve ne maksatla ortaya konduğunun tedkiki gerekir.”17 M. Abdullah Draz da meseleyi biraz farklı ele alır: “Siz bir sûrenin bir seferde mi yoksa müteaddit necimler hâlinde mi nâzil olduğunu asla düşünemeyeceksiniz. Meselâ siz, ilk yedi surenin veya bunların hemen hemen tamamının, bir defada nâzil olduğunu sanırsınız; tarih, size onların hepsinin parça parça indiğini öğretinceye kadar da bu zannınız devam eder. Yahut bu sûrelerin, ayrı ayrı tenzîl edildikten sonra toplandığını söyleseniz bile, parça parça tenzîl edilişinin, bir bütünün taksitle tevzi edilmesi kabilinden olduğunu ikrar edeceksiniz. Bu tıpkı şuna benzer: Ayakta duran tarihî bir binanın, şekli hiç bozulmadan başka bir yere nakli düşünüldüğünde, ebatları ölçülür ve taşları tek tek, sıra ile numaralanır. Sonra parçalar halinde yıkılır. Fakat çok geçmeden her taş, eski sırasında ki yerini bulur. Ve neticede binanın taşları ilk vaziyetinde olduğu gibi bir birine kenetlenmiş hale gelir.”18 Yukarıdaki iki alıntı, Kur’an’ı anlamada bağlamın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Şimdi bu durumu Kur’an’dan bir örnek vererek görmeye çalışalım. Bilindiği gibi küfr ( )آkelimesi; ‘örtmek’, ‘gizlemek’, (şükretmenin zıddı anlamında) ‘nimet-i küfran’ ve (iman etmenin zıddı anlamında) ‘inkar etmek’ gibi manalara gelmektedir. Kur’an’da oldukça sık kullanılan bu kelimenin aşağıdaki kullanımında doğru anlamı teşhis etmek için sözün tabii bağlamını dikkate almanın ne derece önemli olduğu görülecektir. ( ) و ا و أ ا19 “Sonunda (o cinayeti işlemekle) yaptığını yaptın. Sen nankörlerdensin.” 17 ez-Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an, (Thk. Yusuf Abdurrahman el-Maraşlî, eş-Şeyh Cemal Hamdi ez-Zehebî, eş-Şeyh İbrahim Abdullah el-Kürdî) Dâru’l-Marife, 1. bas., Beyrut 1990, I, 33; es-Suyûtî, el- İtkân fî Ulûmi’l-Kur’an, Dâru İbn Kesîr ve Dâru’l-Ulûmi’l-İnsâniyye, 2. bas., Beyrut 1993, II, 977. 18 Muhammed Abdullah Draz, En Mühim Mesaj Kur’an, (çev: Suat Yıldırım), İstanbul 2003, s. 202-203. 19 Şuâra, 26/19. 8 Hem bu cümlenin, hem de bu cümlede geçen kâfirîn kelimesinin anlamını tayin için şu suallere cevap verilerek, bağlamı da dikkate alarak burada hangi anlamda kullanıldığı anlaşılabilir. -Bu sözü kim söylüyor? Firavun -Bu söz kime söyleniyor? Hz. Musa’ya. -Nerede ve ne zaman söyleniyor? Hz. Musa nübüvvete mahzar olduktan sonra Mısır’a geri döner ve tebliğ için Firavun’un sarayına gider; işte orada ve o sırada söyler. -Niçin söylenir? Hz. Musa’nın daha önce (Mısır’dan kaçmadan) önce kazara bir Kıptî’yi öldürmesine20 telmih maksadıyla söylenir. Burada, sözün tabii bağlamını dikkate almadığımız zaman bu ibarenin anlamını ve kâfir kelimesinin vurgusunu tayin etmek çok güç olacaktır. Ancak sözün tabii bağlamı dikkate alındığında kâfirîn kelimesinden kastedilenin bildiğimiz anlamıyla mü’min’in zıddı manasında kâfirîn değil, şükr’ün zıddı anlamında ‘nankör’ün kastedildiği anlaşılacaktır. Kısacası sözün tabii bağlamı anlamın doru anlaşılabilmesi için önemli bir esastır.21 2. KUR’AN’I BİR BÜTÜN OLARAK OKUMAK Kur’an okunurken, her ayet kendi başına değerlendirilirse onun bütünü içerisinde vermek istediği mesaj yanlış anlaşılabilir. Bu nedenle her defasında Kur’an’a bir bütün olarak bakılmalı ve baştan sona okunarak yorumlanmalıdır. Aksi takdirde bir ayeti alıp yorumlamak onun yanlış anlaşılmasına sebep olabilir. Herhangi bir konu ile alakalı bütün ayetler birlikte okunmadıkça o konuda verilen mesaj doğru olarak anlaşılamaz.22 Netice itibariyle Kur’an’ın vermek istediği mesajın doğru anlaşılabilmesi için bir 20 Bkz, Kasas, 28/15. Bkz, Dücane Cündioğlu, Kur’an’ı Anlamanın Anlamı, s. 23-24. 22 Gezgin, a.g.e, s.75; Demirci, a.g.e, s. 329; Davut Aydüz, Tefsir Tarihi, Çeşitleri ve Konulu Tefsir, İstanbul 2004, s. 141, 153. 21 9 konuyla ilgili ayetler bir araya getirilmekle beraber mutlaka baştan sona defalarca ve titizlikle okunmalı ve ilgili ayetler üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Özellikle bu asırda önem kazanan konulu tefsir23 çalışmaları da, Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için herhangi bir konuyu, Kur’an veya sure bütünlüğü içerisinde ele alıp, konuyu uzaktan ve yakından ilgilendiren Mekkî ve Medenî tüm ayetleri siyak-sibak çerçevesi içinde nüzul sırasını göz önünde bulundurarak, ilmi araştırma ve inceleme kurallarına uymak şartıyla Yüce Allah’ın o konu ile ilgili muradının ortaya konulabileceğini24 savunmaktadır. 3. KUR’AN’I PEŞİN FİKİRLERDEN UZAK OLARAK OKUMAK Kişi daha çocukluğundan itibaren, içinde yaşadığı, büyüdüğü ve olgunlaştığı toplumun kültüründen etkilenerek kendi fikir dünyasını oluşturmaktadır. Bu durumda Kur’an’ı okuyan kimse eğer onu kazanmış olduğu kültürün etkisiyle taassupçu bir tutumla açıklayacak olursa yani sadece kendi penceresinden bakacak olursa onun yanlış anlaşılmasına sebep olur. Bundan dolayı bir kişinin onu gerçek manasıyla okuyabilmesi için hangi topluluk ya da mezhepten olursa olsun kendi topluluğu ve mezhebiyle ilgili görüşlerini bir tarafa bırakarak ona objektif bir gözle bakması gerekmektedir. Kısaca Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde tarafsız bir gözle okunması gerekir. 25 4. KUR’AN’DAKİ ANAHTAR KAVRAMLARIN, VAHİY DÖNEMİNDEKİ ANLAMLARINI TESPİT ETMEK Kur’an’daki bir çok kelime ve kavram onun nuzulünden önce Arap toplumunda kullanılıyordu. Ancak bu kelime ve kavramların bazılarının o dönemdeki anlamları ile Kur’an’da yüklendikleri anlamları arasında farklılıklar vardır. Hatta bazı kelimelerde Kur’an’ın ilk indiği yıllarla son indiği yıllarda yüklendiği anlamlarda da farklılıklar olduğu bilinmektedir. Bu nedenle de kelime ve kavramların doğru anlaşılabilmesi için öncelikle o kelime ve kavramın İslam’dan önceki dönemde hangi anlamlarda kullanıldığına ve daha sonra da Kur’an’da hangi anlam(lar)da kullanıldığına bakmak gerekir.26 Kelimelerin bu şekilde geçirdiği süreci ve bu süreçte hangi anlamlar yüklendiğini inceleyen bilime ‘Semantik’ denilmektedir.27 Bunu ilk olarak Hz 23 Aydüz, a.g.e, s. 149. Aydüz, a.g.e, s. 141. 25 Gezgin, a.g.e, s. 70; Demirci, a.g.e, s. 310. 26 Gezgin, a.g.e, s. 62; Demirci, a.g.e, s. 317. 27 Semantik tahlilin tanımı için bkz. Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, (çev: Süleyman Ateş), 24 10 Peygamber’in ashabı uygulamıştır. Nüzul döneminde ashab, anlamını bilmedikleri kelimeleri, câhiliyye dönemi Arap şiirinde aramıştır. Câhiliyye şiirine müracaat eden ve “Kur’an’ın Tercümanı”28 diye meşhur olmuş Abdullah b. Abbas (ö:68/687) burada misal olarak verilebilir. Hatta, Abdullah b. Abbas, kendisini imtihan etmek kastıyla sual soran Harici Nâfi b. el-Ezrak (ö:65/684)’ın her sorduğu kelimeye bir beyitle cevap verdiği zikredilmektedir.29 Bu da göstermektedir ki kavram ve kelimelerin bu şekilde İslam öncesi ve sonrası kullanım farklılıklarını ve bu sürelerde geçirdikleri anlam daralmaları ve genişlemelerini tespit ederek Kur’an’ı anlamaya çalışmak daha doğru oacaktır. İşte bu nedenle biz de bu tespitin Kur’an’ın doğru anlaşılmasında önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz için Kur’an’daki anahtar kavramlardan birisi olan infâk kavramını ele alarak İslam öncesi dönemden itibaren Kur’an’ın nuzulünün bittiği döneme kadar hangi anlamlarda kullanıldığını ve ne gibi anlam değişikliklerine uğradığını inceleyerek bu kavramın dolayısıyla da Kur’an’ın anlaşılmasına katkı sağlamaya çalıştık. Bu konuyla ilgili şu örneğe bakabiliriz. Takvâ ()اى: Cahiliyye devrinde “takvâ” kelimesinin özü, “hayvan olsun, insan olsun, canlı varlığın, dışarıdan gelecek yıkıcı bir kuvvete karşı kendini savunma davranışıdır.” Bu kelime, İslâmın inanç sistemine asıl manasını taşıyarak gelir. İslâma özgü tevhîd inancı alanına nakledilince çok önemli bir dini anlam kazanır: Takvâ, hüküm günündeki ilâhî azap korkusu sahnesinden geçerek şahsî sâf dindarlık (zühd) anlamına erer.30 Bu kelimenin İslam’la kazandığı anlama baktığımızda da cahiliyye dönemindeki anlamından tamamıyla kopmadığı açıkça görülmektedir. Zira takvâlı kimse de Allah’ın istediği şekilde yaşamak için kendini Allah’ın yasakladığı her şeyden korumaya çalışan, harama girmemek için kendini savunan kimseye denmektedir.31 5. ESBÂB-I NÜZÛL’ÜN BİLİNMESİ Kur’an ayetlerinin bir kısmı, herhangi bir sebebe bağlı olmadan sadece bir hükmü ifade etmek amacıyla nazil olmuştur. Diğer bir kısmı ise belli bir sebebe bağlı olarak nazil olmuştur. Bu nedenle ayetlerin ne zaman, nerede, hangi şartlar içinde hangi olayla ilgili olarak indiğini bilmek şüphesiz onların daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.32 Ankara 1975, s.15; Gezgin, a.g.e, s. 105-106-107-108. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1996, I, 96. 29 Cerrahoğlu, a.g.e, I, 100. 30 Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 20-21. 31 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili; VI, 504,540. 32 İsmail Cerrahoğlu; Tefsir Usulü; 9. bas, Ankara 1993, s. 116. 28 11 Bununla beraber ayetleri sadece esbâb-ı nüzûl kabul edilen olaylarla sınırlı görmek doğru değildir. Eğer ayetleri yorumlarken sadece iniş sebebi olan olayla sınırlı görürsek Kur’an’ı o döneme hapsetmiş oluruz ki bu da onun evrenselliğine ters düşen bir durumdur. Bu durumda ayetlerle ilgili iniş sebeplerini de dikkate alarak sadece o olaya has kılmayarak anlamaya çalışmak gerekmektedir. Zira sebebin özel olması, hükmün genel olmasına aykırı değildir. 6. YORUMLARI GEÇMİŞTEKİLERLE SINIRLAMAMAK Bu zamana kadar yapılan tefsirler incelendiğinde görülecektir ki, her tefsir, kaleme alındığı çağın ilmî ve kültürel yapısını yansıtmaktadır. Yani yazıldıkları çağın insanlarının ihtiyacına cevap verebilecek niteliktedir. Ancak günümüz insanına o asrın tefsir ve te’villeriyle Kur’an’ı anlatmaya çalışmak, tıpkı onaltıncı yüzyılın tekniğiyle yirmibirinci yüzyılda ameliyat yapmak gibidir. Elbette ondört asırlık anlama ve yorumlama çabasının, tecrübesinden yararlanılacaktır. Fakat hurafeleri, isrâiliyyatı, subjektif yorumları ayıklamak ve Kur’an’ın espirisine sâdık kalmak suretiyle istifade edilecektir.33 Her nesil, ayetleri kendi ilmi birikimiyle anlamaya çalıştığından, sonrakiler öncekilerden farklı boyutlar yakalamışlardır. Kur’an’ın; ortama, insanların elde ettiği ilmi verilere ve sonradan ortaya çıkan ilimlere uygun olarak her çağın ihtiyaçlarına cevap verme imkanı vardır. Bu da onun ebediliğinin göstergesidir. Her devirde ona bakan ve onu inceleyen araştıran insan, kendi döneminin sorunlarına çıkış yolu bulabilir. Kur’an’ın bu şekilde her dönemin sorunlarına çözümler sunması onun ibarelerindeki üsluptan dolayı ayetlerinin çeşitli anlamlar barındırıyor olmasıdır. Bunun içindir ki Hz. Ali, Hâricîler’le tartışmaya giren İbn Abbas’a, “onlarla Kur’an’a dayanarak bahse girişme; çünkü Kur’an bir çok yönü olan, çeşitli yorumlarla yormlanabilen birkitaptır; sen söylersin, onlarda söylerler; onlara sünnete dayanarak delil getir; çünkü ondan kaçmaya yol bulamazlar.”34 demiştir. Bu sözde geçen “çeşitli yorumlarla yorumlanabilir” ifadesi onun üslubunu ortaya koymaktadır. Onun her devirde yeni bir şeyler verebilmesi için üslubunun bu şekilde esnek olması yani esnek bir üslupla nazil olması kaçınılmazdır.35 Bu, aralarındaki her türlü farklılığa rağmen 33 Gezgin, a.g.e, s.33. Ali ibn-i Ebî Tâlib, Nech’ül-Belaga; (Tercüme ve Çeviri: Abdülbâki Gölpınarlı), İran 1981, s.354-355 35 Muhammed Gazâlî, s. 259. 34 12 herkesin ondan haz almasını ve onda huzur bulmasını sağlayan bir esnekliktir. İlim gün geçtikçe ilerlemekte anlayışlar değişmektedir. Bu nedenle de ilk devirlerdeki görüşlerle yetinmek, Kur’an’ın sonraki devirlere olan uzantısını kesmek ve çağa onun bakış açısıyla bakmamak İslam’ın ve Kur’an’ın bir tür dondurulması bir nevi ilk devre hapsedilmesi anlamına gelmektedir ki bu da bütün çağlara, nesillere, alimlere ve farklı kültürlerden gelen insanlara hitap eden bu ilâhî kitabın evrenselliğine aykırıdır. Bunun için her ne suretle olursa olsun Kur’an’ı belirli bir asırdaki anlayışla sınırlamak onu dondurmakla eşdeğerdedir.36 Kur’an’ı okurken iniş tarihini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir ki bu da tarihselci bir perspektiften okumak demektir. Tarihselci bir perspektiften okumak, onu ölü bir belge olarak tarihe gömmek değil, vahyedildiği tarihin kendine has şartları içinde okumak demektir.37 Netice itibariyle onu okurken tamamiyle tarihin belli bir dönemine hapsetmek yanlış olduğu gibi onun indiği dönemi yani tarihi bağlamı dikkate almadan okumak da onun yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Her iki durumu da göz önünde bulundurarak Kur’an’ı yeni bilgilere uydurma şeklinde değil de yeni bilgileri onun ışığında değerlendirerek38 Muhammed İkbal’in dediği gibi, “Kur’an’ın (manası) senin kalbine yeniden nâzil olmuyorsa, ne Râzi’nin (ö:606/1209) tefsiri ne de Zemahşerî’nin (ö:528/1133) Keşşaf’ı senin dertlerine çare olmaz.”39 Şu halde Kur’an’ı yeniden nazil oluyormuş gibi okuyarak anlamaya gayret etmek gerekmektedir. Yoksa o sadece kutsal bir metin olarak okunmuş olur ki bu da onu asıl gayesi doğrultusunda okumamak demektir. Sonuç itibariyle Kur’an’ın anlaşılması ne derece önemliyse aynı şekilde Onu doğru anlamak için belirli hususların bilinmesi de o derece önem arz etmektedir. Bizim burada kısaca değinmeye çalıştığımız gerek dilbilimsel “lugat ilmi, iştikak ilmi, sarf ilmi, nahiv ilmi, meânî ilmi, beyan ilmi, bedî ilmi, kıraat ilmi” gerekse, yukarıda zikredilen diğer hususlar, Kur’an’ın doğru anlaşılması için öncelikle bilinmelidir. Kısacası Kur’an üzerine araştırma yapan kişilerin doğru bir neticeye ulaşabilmesi için öncelikle bu bilgilere sahip olması gerekir. Ancak sadece bu bilgilerle Kur’an’ı anlamaya 36 Gazâlî, s. 264. Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak - Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara 2004, s. 9. 38 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, (çev: Alparslan Açıkgenç), 3.bas, Ankara 1996, s. 8. 39 Fazlur Rahman; Ana Konularıyla Kur’an, s. 8. (Bu söz, İkbal’in, Bâl-i Cibrîl, (Lahore, 1962, s.112) eserinde geçmektedir.) 37 13 çalışanların onu belirli ölçülerde anlayabileceğini söyleyen Ali Ünal bu konuda önemli bir noktaya işaret etmektedir. “Kur’an’ı anlamak, onun dış yapısı olan dilini anladıktan sonra onu yaşamayı gerektirir. Onu zahiriyle, dilini ve bu dilin oturduğu çerçeveyi çok iyi bilen biri ancak belli ölçülerde tanıyabilir. Ne var ki bu, yalnızca zahirde kalan bir anlayış olmaktan öte geçmeyecektir. Her türlü ‘doğru’ bilgiyi çekirdek halinde ihtiva eden Kur’an’ın asıl varlığını oluşturan ‘mana’sına ancak insanın da asıl varlığını oluşturan ruhunun merkezi ‘kalb’le varılabilir. Bu da, ona yaklaşan kalbin onun ayetleriyle temizlenmiş olmasını gerektirir; temizlenmek, onu yaşamakla birlikte yürür. O halde, her Müslüman kalbî temizliği, basiretinin derecesi ölçüsünde Kur’an’ı, Kur’an’ın istediği ölçüde anlayabilir. Ayrıca Kur’an hiçbir zaman tek bir bilgi, anlama ve kavrama seviyesine hitap eden monoton bir kitap değildir.O, sınırsız ve ulaşılamayan derinlikte manâ katmanlarıyla doludur. Nasıl her insanın kalbî hayatı ve dolayısıyla anlayış, kavrayış derecesi birbirinden farklıysa, işte her bir insan bu farklılığı içinde Kur’an’dan kabı kadar, kapasitesi kadar alır.”40 Bu sözlerden anlaşıldığı üzere onu okuyanların kalb hayatlarının da onun anlaşılmasında önemli bir etkisi vardır. “Ancak bununla beraber Kur’an’dan her hangi bir kimsenin kendi bilgi ve donanımı ölçüsünde onu anlayabildiği için ondan anladığına ‘Kur’an budur’ demeyip, ‘benim anladığım budur’ demesi en doğru bir harekettir.”41 IV. İNFÂK SÖYLEMİNİN ARKA PLANI A. KUR’AN ÖNCESİ ARAP TOPLUMUNDA İNFÂK DÜŞÜNCESİ İslam, kendisinin tektanrıcı inanışı ile özde bağdaşmadığı için, İslam öncesi Arabistan’ın bütün ahlaki ideallerini tamamen reddetmemiştir. “Kur’anî görüş ile, eski Arap dünya görüşü arasında, geniş bir uçurum olduğu için İslam, pek çok açıdan eski putperestlik ile bağını tamamiyle koparmıştır. Bununla beraber Kur’an’ın, şirk döneminin belli başlı erdemlerinin birçoğunu benimseyip, onlara yeniden can verdiğini ve hatta, İslam’ın ahlaki cephesinden, bu dinin ortaya çıkışından evvel Mekke’nin varlıklı tacirleri elinde yozlaşmış olan eski Arap ülküleri ve göçebe erdemlerinden bazılarını yeniden canlandırdığını da unutmamak zorundayız.”42 40 Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul 2003, s. 11. Ünal, a.g.e, s.12. 42 Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, (çev: Selahattin Ayaz), 2.bas, İstanbul 1991, s.109. 41 14 Cahiliye’nin en yüksek ahlak idealine ‘mürüvve’ denilmektedir. Mürüvve, cömertlik, yiğitlik, cesaret, sabır, güvenilirlik, doğru sözlülük gibi değişik faziletleri içermektedir.43 Arap toplumunda, cömertlik, yiğitlik, saygınlık gibi faziletler üst düzey değerler olarak kabul edilirdi. 44 Araplar misafirperver idiler. Misafire ikram etmeyi ve bununla övünmeyi pek severlerdi. Misafire karşı kötü davranmayı ve kendilerine sığınanları himaye etmemeyi büyük bir şerefsizlik ve Allah’a saygısızlık telakki ederlerdi. Övülmek, hürmet görmek, asalet ve cesaretleriyle toplum içinde meşhur olmak Araplar’ın en büyük idealiydi.45 Yine bu dönemde “kerim” kelimesi de, kusursuz bir şecere ile seçkin bir ataya dayanan, asilzade insanın şerefini ifade ederdi. Araplara göre fazilet sahibi, müsrif ve sınırsız cömert olmak, insan şerefinin en güzel delili idi. Onlarda kerim, israf derecesinde cömert olan kişi demekti. Hatta Araplar, bütün varını yoğunu sarf ederek nesi var nesi yoksa hepsini saçıp savurarak ertesi sabah çok kötü bir duruma, fakr-ü zaruret içinde perişan duruma düşmeyi en yüksek mertebe sayarlardı. 46 Görüldüğü üzere bu erdemler Cahiliye döneminde önemli bir yere sahipti. Toplum içinde bu erdemler övünç kaynağı idi. Esasında Kur’an, Müslümanlara bütün bu erdemleri büyük bir samimiyetle tavsiye etmektedir. Ancak, kaydedilmesi daha önemli olan nokta, İslam’ın, bu göçebe erdemlerini, onları Bedeviler arasında bulunduğu şekli ile canlandırıp yeniden tanzim etmemiş olduğudur. Bunları benimserken ve kendi ahlaki öğretiler sistemi içinde özümlerken; İslam onları arındırıp tazelemiş, enerjilerinin, hazırlamış olduğu belli kanallara akmasını sağlamıştır. İslam’ın gelişi ile birlikte, Cahiliye’nin ahlaki terimlerinden bazıları belli bir anlam değişimine uğramıştır.47 Anlaşıldığı üzere İslam Cahiliye adetlerinin tamamını kabul etmediği gibi tamamını da reddetmemiştir. Bazılarını da farklı anlamlar yükleyerek almıştır. Yukarıda sayılan erdemlere baktığımızda İslam da bunları tavsiye etmiştir. Ancak o dönemdeki bu erdemlerin yapılış amacıyla İslam’da yapılış amaçları arasında farklılıklar vardır. 43 Mustafa Çağrıcı, “Arap” mad., DİA, İstanbul 1991, ΙΙΙ, 322; Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, s.50, 110. 44 Abdurrahman Özdemir, Eski Arap Şiirinin Zirve İsimlerinden Biri Lebid b. Rabîa el- Âmirî ve Divanı, Ankara 2007, s.113. 45 Çağrıcı, “Arap” mad. ΙΙΙ, s. 322. 46 Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 42-43. 47 Izutsu, Kur’an’da Dini ve ahlaki Kavramlar, s.110; Çağrıcı, “Cömertlik” mad, DİA, İstanbul 1993, VIII, 72. 15 Eylem olarak aynı şey olmakla beraber eylemin yapılış amacı, farklı gayeler içermektedir. Sebep-sonuç ilişkisi bağlamında değerlendirdiğimizde cahiliye ile İslam anlayışı arasındaki fark daha iyi anlaşılacaktır. Sözgelimi cahiliye döneminde A şahsı insanlara bütün cömertliğini sergilerken onu bu işi yapmaya sevk eden sebep övülmek, hürmet görmek, toplum içinde meşhur olmak, gösteriş yapmaktı. İslam’da ise cömertçe davranmanın tek sebebi Allah’ın bir emri olması ve bunun neticesinde de Allah’ın rızasını kazanarak kurtuluşa ermektir. Şu halde cömertlik veya kendi yetkisindeki varlığı başkaları uğrunda harcamak güzel görüldüğü için Kur’an’da onu onaylamış, sınırsızca ve sorumsuzca olmamak şartıyla bu erdemli davranışı sergilemeye teşvik etmiştir. Ancak bu, kişinin ne kadar cömert olduğunu ve ne kadar konuk sever olduğunu göstermek gibi gösteriş amaçlı bir sebebe dayanmamaktadır. Netice itibariyle yapılan davranışlar sonrasında ulaşılan sonuçlar aynı olsa da ki bu sonuçlar, ihtiyaç sahibinin ihtiyacının giderilmesi, fakirin doyurulması, giydirilmesi, yetimin korunması gibi, bu davranışların yapılmasındaki sebepler tamamiyle farklıdır. Aynı şekilde bu davranışları yapanların beklentileri de farklıdır. Cahiliye dönemindekiler sadece toplum içinde meşhur olmayı beklerken, müminler sadece Allah’ın rızasını elde ederek hesap gününde kurtuluşa ermeyi beklemektedirler. Cahiliye dönemindeki şahıs dünyalık beklentisiyle bunu yaparken, İslam dönemindeki şahıs uhrevî bir beklentiyle bunu yapmaktadır. Araplar’ın İslam öncesi yaşantıları hakkında çeşitli bilgiler veren şiirler, bu ideallerin ne kadar önemli olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. “Sakınmam malım, veririm sevmediğim kişiye bile, Giydiririm herkesi, dolu olsam da ona hınç ile.”48 “Nice vefakar dostu doyurdum, mahrum bırakmadım ikramdan Leziz yemeklerle, bozulmamış kalmamış önceki akşamdan.”49 48 Özdemir, a.g.e, s. 83. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, 1.bas.,Beyrut 1997, s. 177. 16 Yine muallaka sahibi Lebîd, fakir fukara ve komşulara ikramda bulunmaya ne derece düşkün olduğunu şu sözlerle dile getirir. “Nice kumar devesini kesmeye çağırdım nedimlerimi, Fal oklarıyla ki diğerine benzer her birinin biçimi.” “Onlarla olur davetim kısır veya yavrulu deve için, Derim: bütün komşulara teker teker etini tevzi edin.” “Konuk ve yakın komşu adına kim varsa onların tamamı, Toprağı mümbit Tebâle’ye 50 inmiş gibi kıldılar ortamı.” “Hanemin iplerine sığınır fakir ve zayıf düşmüş herkes, Bir belâzede gibi; eprimiş esvabı kısa, kendisi bîkes.” “Karşılıklı eserken rüzgarlar, karnı doyurulur fakirin, Yetimleri de nasiplenir uzayan kollarından nehrin.”51 “İyilik ve ihsanda bulunuruz; asaletimiz nişanesi, Suyunun mecrasında açsın diye çiçeklerin bin bir tanesi.”52 “Dört yiğit anası bir ulu kadının evladıyız biz, Misafirini lebalep dolu tasla doyuranlarız.” 49 Özdemir, a.g.e, s.143. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, s. 28. Yemen vadilerinde yeşillik ve bolluğuyla meşhur bir yer. Bkz, Muallakat Yedi Askı, (çev: Şerafeddin Yaltkaya), Meb Yayınları, İstanbul 1989, (Lebîd ve Muallâkası), s.123. 51 Özdemir, a.g.e, s. 115. Arapça metin için bkz. Muallakat Yedi Askı, (Lebîd ve Muallâkası), s. 36. 52 Özdemir, a.g.e, s. 159. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, Divanı, s. 60. 50 17 “Ey fazl u kereminden bol bol infak eden yüce hünkar, Hakkın kılıcısın, tasların doludur, edilmez inkar.”53 “Sorarsan eğer: cömertlik, azim, verimkarlık evsafı kimde? Akla gelir her melcein başında konuk gözleyen Ubeyde.” “Ve Sülmâ, Cömertlik, azim, verimkarlık timsali amcam Sülmâ, Her ne zaman yardım isterse dostu, koşar anında yardıma.”54 “Büyük olanı komşuya verir, cömertliği ikame ederiz, Bizle yarış içindeki düşmanı ağırlığımızla ezeriz.” “Ezelden beri takip ettiğimiz köklü bir geleneğimiz var, Başkalarına öğrettik vefa, cömertlik gibi ulu vasıflar.”55 “Babam ki kışın barınaksız ve azıksız kalan muhtaçlar, Konuğudur, ağırlanır bir güzel; hanesinde doyar açlar.” “Doyurur, alnı ak, yüzü güleç, şık ve kararlı yiğitler, Zarif ve kibar bir eda ile her geleni birer birer.” “Dilediğin tasarrufta bulun, kendine ait mallarla, İster yardım ederek şanla, ister yardım alarak arla.” 53 Özdemir, a.g.e, s. 175-176. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, s. 83. Özdemir, a.g.e, s. 165. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, s. 66. 55 Özdemir, a.g.e, s.191. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, s. 105. 54 18 “Cömert ol komşu kadınlara, muhafaza eyle iffetin, Takdim et onlara en alasını sana düşen kısmetin.” “Tencerenin doruklu kısmını dağıt, yedir fukaraya, Tekrar sahip olursun o develerden ak ile karaya.”56 “( Herkes ) iyilik yaparak ırz ve namusunu koruyan kimseler, şeref ve haysiyetlerini tamamlamış olurlar. Ve halkın kendilerini zemmetmelerinden çekinmeyenler de kınanır.”57 Bu mısralardan da anlaşılacağı üzere cahiliye dönemindeki bu davranışlar, şeref anlayışı ile yakinen alakalıdır. Şiirlerde geçen “iyilik yapmak, cömertlik, cömert olmak, ikram etmek, yedirmek, yardım etmek” gibi kelimeler bu olgunun ne kadar gelişmiş bir anlayış olduğunu göstermektedir. Cömertçe davranışlara, gerçek asaletin bir kanıtı olarak bakılır ve bu davranışlar ne derece aşırı olursa o denli hayranlık eğilimi gösterirdi. Her zaman bu davranışların sebebi iyilik ve yardım severlik değildi. Çünkü bu davranışların yapılmasındaki en temel etken gösteriş yaparak insanlar tarafından övülmekti. Bu nedenle de insanların teveccühünü elde edebilmek için israf derecesinde harcamalarda bulunulmaktaydı. Şimdi bu davranışların İslam’da nasıl karşılandığını nuzül sırasını göz önünde bulundurarak ayetler ışığında inceleyelim. İslam cahiliye dönemindeki isrâf derecesine varan harcamaları yasaklayarak bu davranışların hangi ölçülerde yapılması gerektiğini şu şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın kulları infâk ettikleri zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; bu ikisinin arasında dengeli olurlar.”58 Bir başka ayette de israf derecesinde harcama yapanların şeytanın kardeşi olduğu ifade edilmektedir: “Akrabaya, yoksula ve yolcuya 56 Özdemir, a.g.e, s. 237-238. Arapça Metin için bkz. Lebîd b. Rabîa el-Âmirî, ed-Dîvân, s. 179-180. Muallakat Yedi Askı, (çev: Şerafeddin Yaltkaya), (Züheyr ve Muallâkası) s. 95. Arapça Metin için bkz. Muallakat Yedi Askı, (Züheyr ve Muallâkas), s. 27. 58 Furkan, 25/67. 57 19 hakkını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü savurganlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”59 Cahiliye dönemindeki cömertlik, ikram etme, yardım etme gibi davranışlar infâk düşüncesinin var olduğunu göstermektedir. Ancak bu davranışlar eylemsel olarak infâk düşüncesini göstermekle beraber yapılış amacı açısından İslam’daki infâk düşüncesine tamamiyle ters düşmektedir. O dönemde israf derecesinde gösteriş için yapılan ikramlar, harcamalar ve yapılan yardımlar İslam’da yapılması tavsiye edilmekle beraber bunların sadece Allah rızası için yapılması tavsiye edilmiştir. “Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infâk eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”60 Bu ayetten şu anlaşılmaktadır: Cömertlik, ikram etmek, yardımda bulunmak (infâk) bir erdemdir. Ancak caka satmak, gösterişte bulunmak, insanların teveccühünü kazanmak, servetini sömürü aracı olarak kullanmak için yapılırsa bu erdemin hiçbir değeri kalmaz, üstelik böyle davrananlar kâfir olarak isimlendirilir. Görüldüğü üzere cahiliye devrindeki cömertlik, ikram etmek, yardımseverlik (infâk) gibi asilzadeliğin ifadesi olan bu davranışlar Kur’an vahyi ile birlikte derin bir anlam değişikliğine uğramıştır. Zira İslam’a göre gerçek asilzade ve üstün kimse bu şekilde gösteriş için israf derecesinde harcama yapan değil bilakis Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan61 kimsedir. İbn-i Teymiyye infâkı, cömertlik olarak açıklamaktadır: “Vermek ve bir takım menfaatleri insanlara ulaştırmak, malı insanlarla paylaşmaktır. Dolayısıyla hem dinin hem de dinin ihtiyaç duyduğu dünyanın dosdoğru yaşanabilmesi”62 söz konusu olacaktır. Böylece infâk; cömertliğin ya da vermenin ve herkese çıkar sağlamanın tâ kendisi olmaktadır63. Kur’an’da da infâk, îsâr, i’tâ, it’âm, ihsân, ikrâm, bezl gibi 59 İsra, 17/26-27. Bakara, 2/264. 61 Bkz, Hucurat, 49/13. 62 İbn Teymiyye, es-Siyâsetü’ş-şer’iyye, s.72-75 (Naklen, Nihat Temel, Kur’an’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk; İstanbul 2001, s. 17-169). 63 Temel, a.g.e, s. 169. 60 20 masdarlardan gelen fiillerle cömertlik erdeminin önemi üzerinde durulmuştur.64 Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere cahiliye döneminde yapılan bu davranışlar İslam öncesi dönemde infak düşüncesinin var olduğunu göstermektedir. Ayrıca, cahiliye döneminde Mekke’ye gelen hacılara içecek tatlı su ikramı yapılırdı. “Sikâyet” denilen bu görevi yapanlar, uzak yerlerden içme suyu getirip onu, hurma ve kuru üzüm gibi şeylerle karıştırarak hacılara şerbet gibi sunarlardı. 65 Yine o dönemde Mekke’ye gelen hacıların yoksullarına yemek vermek için Mekkelilerden yardım parası toplanır ve bu paralarla yoksullara yemek dağıtılırdı. Bu göreve de “Rifâde” denilirdi.66 Bunlar da o dönemdeki infâk düşüncesinin başka tezahürleridir. Yukarıda cahiliye dönemi şairlerinden örnekler sunduğumuz şiirlerde infâk düşüncesini ifade eden kelimeler nefaka kökünden gelen kelimeler olmayıp, “kerîm, cûd, it’âm, i’tâ, bezl” gibi köklerden gelen kelimelerdir. Cahiliye döneminde infâk düşüncesini ifade eden bu kelimelerle beraber ilerde göreceğimiz gibi bizzat nefaka kökünden gelen kelimeler de aynı anlamda kullanılmıştır. Yani nefaka kökünden gelen kelimeler de o dönemde cömertlik, ikram etme, verme gibi (infâk) anlamlar için kullanılmıştır. Lugatta; “harcamak, sarfetmek, bitirmek, malı elden çıkarmak, yoksul düşmek, azalmak, noksanlaşmak, bitmek, tükenmek”67 anlamlarına gelen infâk kelimesi, dinî ve ahlakî terim olarak; Allah yolunda harcama, malı yararlı olan şeyler için sarf etmektir. Allah’ın, dininin güçlenmesi için harcanmasını emrettiği her şey, dinin hakim olması için gereken her türlü harcama. Kafirlerle cihad, yakınlarla olan bağı kesmemek, fakir, yoksul ve miskinleri güçlendirmek için yapılan her türlü harcama, aile ve çocuklar için yapılan her türlü harcamayı kapsamaktadır. Kısacası kişiyi Allah’a yaklaştıran her türlü harcama infâk kapsamına girmektedir.68 Şu halde infâk, ister ihtiyacı gidermek amacıyla olmasın ister ihtiyacı gidermek için olsun karşılık beklemeden harcanan her türlü malı,69 64 Çağrıcı, “Cömertlik” mad,VIII, 72. Neşet Çağatay, İslam Dönemine dek Arap Tarihi, Ankara 1989, s.118-119. 66 Çağatay, a.g.e, s.119. 67 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 1. Baskı, Beyrut 1990, x,357-358; el-Cevherî, es-Sıhah, (tah: Ahmed Abdu’l-Gafur Attar), 4. baskı, Beyrut 1990, IV,1560; İbn Abbad, el-Muhît fi’l-Luga, (tah: Muhammed Hasan Al-i Yasin), 1. Baskı, Beyrut 1994, V,444; İbn Faris, Mu’cmu Makâyisi’l-Luga, (tah: Abdüsselam Muhammed Hârûn), 1. Baskı, Beyrut 1991,V,454; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz fi Latâifi Kitâbi’l- Azîz, Beyrut, V, 104-105; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Ârûs fî Cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut 1994, XIIΙ,464-465. 68 İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, I, 335. 69 el-Cürcânî, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif; et-Ta’rifât, “İnfâk” mad, (Tahkik: Doktor Abdül Mün’im el-Hanefi), Dâru’l Raşâd, Kahire. 65 21 zekatı, sadakayı ve hayır yolda verilen her yardımı içine alan bir ifadedir.70 Gerek lugat gerekse terimsel açıdan ileride daha detaylı olarak olarak inceleyeceğimiz ve burada kısaca lugat ve terim anlamını verdiğimiz infâk kelimesi cahiliye döneminde sözlük anlamını ifade ederek o dönemdeki cömertliği kastedecek şekilde kullanılmıştır. Şimdi de nefaka kökünden gelen kelimelerin cahiliye döneminde şiirlerde aynı anlamları ifade edecek şekilde nasıl kullanıldığına bakalım. Cahiliye döneminde yaşamış olup İslam’a giren Ka’b b. Züheyr’in divanında nafaka kökünden infâk kelimesi şu şekilde gelmektedir. ا"! و# أه%أ& و 71 '( ) * ا+ ,&&ض أ “Arkadaşımı hicvetmeden geceledim, kim topluluk içinde babasının namusunu satarsa, onu bitirmiş, yok etmiş, tüketmiş olur.” Bu beyitte fiili muzari olarak gelen “” kelimesi, “harcamak, tüketmek, bitirmek” anlamlarına gelmektedir. İnfâk etmek de, eldeki bir şeyi elden çıkararak onu tüketmek, bitirmek demektir. Kişi elindeki malı Allah rızası için harcadığı zaman da elindeki malı tüketmiş olur. Görüldüğü üzere bu beyitteki “” burada sözlük anlamıyla kullanılmıştır. İslam’la beraber bu kelimenin yüklenmiş olduğu terimsel manayı ifade etmemektedir. Ebu Firâs el-Hamadânî’nin mısralarında da şu şekilde gelmektedir. . ا (' ﺹ01 2 72 .! وآ5 "& 6 " آ , 3*#أ' ا" ا ,7 أر9 & 6 وا*ء “Sabrı cemilden (sabrı cemille) infâk et (sarfet, harca), sabırdan infâk eden fakir olmaz. Kişi kendi toprağında haddi aşmaz, şahinin kendi yuvasında avlanmadığı gibi.” Bu beyitte emr-i hazır olarak gelen “ ” أﻥkelimesi de aynı şekilde “harcamak, sarfetmek, infak etmek” anlamlarında kullanılmıştır. Yine burada da bu kelime sözlük 70 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, (tah: Safvan Adnan Davudî), 3. Baskı, BeyrutDımeşk 2002, s. 819; Çağrıcı, “İnfâk” mad., XXII,.289; Seyyid Kutup, Fîzilâi’l-Kur’an, (çev: Emin Saraç, İ.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa),İstanbul 1992, Ι, 81. 71 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, x, 358; Nedâ Abdurrahman Yusuf eş-Şâyî, Mu’cemu elfâzi’l-Hayati’lİçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr, Mektebetü Lübnan, 1.bas, 1991, s.306; ezZemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, 1.Baskı, Beyrut 1996, s.464; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Ârûs, XIIΙ, 465. 72 Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 107. 22 anlamıyla kullanılmakla beraber terimsel anlamını da ifade etmektedir. İnfâk, genelde maddi şeylerden yapılan harcamaları ifade etmekle beraber burada manevi bir infâk’tan bahsedilmektedir.73 Ancak yine de bu kelime İslam’la beraber yüklendiği terimsel manayı tam olarak ifade etmemektedir, çünkü İslam’daki infâk tamamıyla Allah rızası için yapılmaktadır. Yine cahiliye şairlerinden Tarafe’nin Muallakasında da şöyle gelmektedir. *ر و=ّﺕ1و زال ﺕ>ا& ا 74 ' و!ىA B 'و& وا “Bol bol şarap içmek ve zevk sürmek ve bu ( uğurda) kendi kazandığım ve babadan kalma malları ( şuna buna) vermek ve satmaktan geri durmadım.”75 Bu beyitte mastar olarak gelen “ ” اﻥkelimesi, “harcamak, ihtiyaç sahibine vermek, malı elden çıkarmak” anlamlarına gelmektedir. Görüldüğü üzere bu kelime burada sözlük anlamıyla kullanılmıştır. Yine cahiliye şairlerinden el-A’şâ’nın divanında da şöyle gelmektedir. '!ةD ّ !اك !ا ﺹ!ق 76 '(ّاد ﺕH& ّ 7 وأﺥى اذا “İki elinde doğruluk elidir, avucunda faydalıdır. Diğer avuçta cimrilik yapıldığında (tasarruf için mal saklandığında) sarf eder, harcar” Bu beyitte fiili muzari olarak gelen “” kelimesi malı harcamak, sarf etmek77 anlamlarında kullanılmıştır. Netice itibariyle İslam öncesi Arap toplumunda yapılan bu davranışlar, o dönemde de infâk düşüncesinin var olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak o dönemde yapılan bu davranışlar genel olarak infâk kavramıyla değil de, “cömertlik, yardımseverlik, kerim” gibi kavramlarla ifade edilmekteydi. Bununla beraber nefaka kökünden gelen kelimelerle de infâk düşüncesi ifade edilmiştir. Her ne kadar genel olarak infâk 73 Manevi infâk için bkz. Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, 819; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I,176; II, 198. 74 Arapça metin için bkz. Muallakat Yedi Askı, (Tarafe ve Muallâkası), s. 15; Nedâ Abdurrahman Yusuf eş-Şâyî, Mu’cemu elfâzi’l-Hayati’l-İçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr, s. 306. 75 Muallakat Yedi Askı, ( Tarafe ve Muallâkası), s. 58. 76 Yusuf eş-Şâyî, a.g.e, s. 306. 77 Yusuf eş-Şâyî, a.g.e, s. 306. 23 kavramıyla değil de, “cömertlik, yardımseverlik, kerim” gibi kavramlarla ifade edilse de davranış şekli olarak İslam’daki “İnfâk” kavramını da içermektedir. Eylem olarak aynı şeyleri ifade etmekle beraber bu eylemlerin o dönemdeki yapılış amaçlarıyla İslam’la birlikte yapılış amaçları arasında çok büyük farklılıklar olduğu da açıkça görülmektedir. Zira o dönemde bu davranışlar tamamıyla gösteriş için insanlar tarafından takdir edilebilmek için yapılmaktaydı. Ama İslam’la beraber bu davranışların sadece Allah’ın rızası için yapıldığı zaman bir değer ifade edeceği aksi taktirde ise hiçbir anlamının olmayacağı hatta o dönemdeki amaçlarla yapıldığı zaman kişinin kafir olacağı ifade edilmektedir. B. İNSANİ BİR DAVRANIŞ OLARAK İNFÂK DÜŞÜNCESİ İnsan fıtratında mevcut olan yardımlaşma hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. 78 “Yardımda bulunma, cömertlik, iyilik etme” gibi davranışlar insani bir olgudur. Yani insan fıtratındaki yerleşik duygulardandır. Tabiri caizse potansiyel olarak bu duygular her insanın özüne yerleştirilmiştir. Ancak söz konusu duygular her insanda aynı oranda tezahür etmemiştir. Kimilerinde çok üst seviyede ortaya çıkarken, kimilerinde daha alt seviyede kalmıştır. Bazı kişilerde de söz konusu duyguların tam tersi olan “cimrilik, kıskanma, ihtikar, kendine saklama, aç gözlülük” şeklinde tezahür etmiştir. İnsanlık tarihi incelendiğinde her dönemde bu duyguların yukarıda ifade ettiğimiz şekillerde tezahür ettiği açıkça görülecektir. Yine bu duygunun tezahür şekli toplumdan topluma, dinden dine farklı olmuştur. Kiminde sırf toplumsal bir görev, yakın çevreyle ilişkiler gibi dünyevi bir olgu iken kiminde de dinin teşvik ettiği ahlakî bir davranış ya da sırf dinî bir görev (ibadet) olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte Kur’an’ın vahyinden önce cahiliye dönemindeki infâk sırf yardımlaşma ve dayanışma görünümlü insânî ve toplumsal bir olgu iken İslam bunu insânî ve toplumsallıkla beraber daha üst bir olguya çevirmiş ve ona ahlakî ve dinî bir renk katmıştır. Sonuç itibariyle Kur’an, cahiliyede olduğu gibi bu olguyu bir mürüvvet olarak almış ve ona teşvik etmiştir. Ayrıca onu bir insani olgu olması sebebiyle iyi yönde ortaya çıkmasını teşvik etmiştir. Onun aksi olan “cimrilik, aç gözlülük, kıskançlık” gibi davranışlardan sakındırmayı öğütlemiştir. Kısacası o, iyiye yönlendirip kötülükten sakındırma ilkesini burada da işletmiştir. 78 Temel, a.g.e, s. 136. 24 BİRİNCİ BÖLÜM İNFÂK KAVRAMININ DİL VE KUR’ÂN AÇISINDAN TAHLÎLİ I. İNFÂK KAVRAMININ FİLOLOJİK ANALİZİ A. SÖZLÜKTE İNFÂK VE TÜREVLERİ Bütün dillerde olduğu gibi Arapça’da da kavramların lügat anlamlarıyla uzaktan veya yakından ilişkisi vardır. Bu nedenle de biz infâk kavramıyla aynı kökten türemiş bazı kelimelerin lügat anlamlarını vererek infâk kavramının anlamına gelmek istiyoruz. İnfâk kelimesi, if’âl vezninde enfeka fiilinin mastarı olup sülasisi nefeka ( َ'َ َ) veya nefika ( ِ' ) dır. Önce bu fiili ve bu kökten türeyen fiil ve isimlerin hangi anlamlara geldiğini izah edelim. 1. NAFÂK ()َ' ق Nafâk, kökü ( B 'َ= ُ'(= َ' ) olup “bir şeyin bitip tükenmesi, geçip gitmesi, gizlenmesi, azalması” anlamlarına gelmektedir.79 Ayrıca (َ!َQَ ) آnin karşıtı olarak da ( B ' Q' ا ve B ' ' اve RQا B ' ) تقفنşeklinde “(malın) iyi satılması, rağbet görmesi (piyasanın) açık olması, işlek olması” anlamlarına gelmektedir.80 NUFÛK ()'ق Nufûk kökü ( B'= ُ'(= َ' ) de aynı kökten gelen ikinci mastar olarak ( Rّ&' ا!ّا B') şeklinde “ruhun çıkması, ölmek” anlamında kullanılmaktadır.81 Aşağıdaki şiirde bu anlamda kullanılmıştır. 79 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, (tah: Dr.Mehdi el-Mahzumî ve Dr. İbrahim es-Samiraî), 1.bas, Beyrut 1988, V, 177; İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga,V, 454; İbn Abbad, el-Muhît fi’lLuga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV,1560; Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 357-358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104; ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 463. 80 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Fâris, Mu’cemu Makâyisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhît fi’l-Luga, V, 445, el-Cevherî, es-Sıhâh, IV, 1560; Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 357-358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104; ez-Zebidî, Tâcu’l- Ârûs, XIII, 463. 81 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560; Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, s. 465; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, X, 357-358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz,V, 104; ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 463. 25 , و أودى ﺱﺝ3X'َ ا 3َX& ﺱﺝ وY ا3 ﺱ “ Katır öldü, onun semeri de helak oldu benim sercim (kıyafetlerim) ve katırım da Allah yolundadır.”82 NAFAK ( ') Nafak: Nafak kökü ( َ'= َ'(= ِ' ) “ bitmek, tükenmek, azalmak, tavşanın yuvasından çıkması,” anlamlarına gelmektedir.83 Nafak, isim olarak da “Başka bir yere çıkışı olan yol, delik, tünel” anlamında kullanılmaktadır.84 Kur’an-ı Kerim’deki şu ayette de bu anlamda geçmektedir. ( ' اضX أن ﺕZ) ناف اﺱ85 “Yerde bir tünel açmaya gücün yetiyorsa (öyle yap) .” 2. NAFAKA (R') Nafaka: Nefaka kökünden sıfatı müşebbehe olan bu kelime; “infâk edilen şey, kişinin ailesi ve kendisi için harcadığı şey, azık, yiyecek” anlamlarına gelmektedir.86 Cemisi ‘nafakât ve nifâk’tır. İslam hukukunda da nafakanın (yani hukuki yönden infâk)87 önemli bir yeri vardır. İslam hukukundaki ıstılah manası ise şöyledir: Nafaka, “Kur’an, sünnet ve icma ile sabit olup İslam hukukuna göre kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yaptığı harcamaları ifade eder.”88 Hayrettin Karaman ise nafakayı şu şekilde tanımlamaktadır: “İnsanın normal bir hayat 82 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 357; ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 463. 83 İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454-455; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560. 84 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 455; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560; Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz,V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’lÂrûs, XIII, 464. 85 En’am 6/35. 86 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104; ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 464. 87 Temel; Kur’ân’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk, s. 156. 88 Çağrıcı “İnfâk” mad., XXII, 289; Ayrıca vacip olan nafakalar için bkz. 1. Kişinin kendi nafakası, 2. Çocuklarının nafakası, 3. Kadının nafakası, 4. Ana-babanın nafakası, 5. Diğer akrabaların nafakası; 26 için muhtaç olduğu mesken, yiyecek, içecek, giyecek ve tedavi masraflarının teminidir.”89 3. NİFÂK ()ِ' ق Nifâk: Kök fiili nefaka olup müfâale vezninden ikinci mastar olarak ( = ' قR (= (=)قفان şeklinde gelmektedir. Bu vezinden mastar olarak, “Küfür, münafıklık etmek,”90 anlamlarına gelmektedir. Münâfık da İslam’a bir taraftan girer başka bir taraftan çıkar, münâfığın yaptığı bu davranışa nifâk denilir.91 Şu şiirde olduğu gibi: =اق3 ﺥ31 ا2Aو 92 ( (' ق ] َ' ق [ ﺥ, [\ 3ز ن آ ﺱق &_ ^] ' ق2] “Öyle bir zamanki dostlukları içinde sahtekarlık vardır. Tadıldığında sirkenin tadının yine sirke olduğu gibi Onların mallarında nifâklık vardır. Münâfıklık yap, münâfıklık iyi giden bir iştir.” Nifâk kelime olarak, “dışarıya içindekinin zıddını yansıtmak olduğundan başka türlü görünmek, yolun bir kapısından girip öbür kapısından çıkmak anlamına da gelmektedir.”93 Arap tavşanı (tarla faresi de deniyor) iki delik ediniyor, birini gizli tutuyor, tehlike anında, yüzeye yakın bir yerde kazıp gizli tuttuğu ikinci delikten çıkıp gidiyor ve dolayısıyla, ona gelen düşman, izini bulamıyor. Araplar bu durumu ‘nâfaka’ fiiliyle anlatıyor.94 Rağıb İsfehani ‘nifâkı, dine bir kapıdan girmek ve bir başka kapıdan çıkmak, diye tanımlamaktadır.95 (Hamdi Döndüren, “Nafaka” mad., Şamil İslam Ansiklopedisi, V, 3-6). Hayrettin Karaman; Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul -1974, Ι, 286. 90 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 178; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; Râğıb elİsfehâni, el-Müfredât, s. 819; ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 463. 91 ez-Zebidî, Tâcu’l-Ârûs, XIII, 463. 92 Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz,V, 107. 93 Yusuf eş-Şâyî, Mu’cemu elfâzi’l-Hayati’l-İçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr, s. 306. 94 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 178; İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 455; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 358359; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz,V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463-464. 95 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819. 89 27 Nifâk kelimesi nafaka’nın( )ةقفنcemisi olarak 2]B ' تقفنşeklinde ‘harcanan şey (infâk edilen şey), azık, yiyecek’ anlamlarında da kullanılmaktadır.96 4. MÜNÂFIK ( () Münâfık: Kök fiili nefaka olup müfâale vezninden ismi fail olarak ( (= (= )قفانşeklinde gelmektedir. Sözlükte “(tarla faresi) yuvasına girmek, (bir kimse) olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk masdarından türemiş bir sıfattır. Buradan alınan münâfık kelimesi dini terminolojide “küfrünü gizleyerek kendini mümin gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimse” anlamındadır. Kelimenin, “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” biçimindeki kök manasından hareketle münâfık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” olarak da tanımlanmıştır. 97 Münâfığa kendisinde şu üç özellik bulunduğundan dolayı tarla faresine benzetilmiş ve bu sıfat yüklenmiştir. Zira cahiliye döneminde İslam’la yüklendiği terimsel manası bilinmemekteydi. 1. Küfrünü gizleyip bu halini farklı gösterdiği için, 2. İmana farklı bir yönden girip farklı bir yönden çıkması nedeniyle tarla faresinin davranışını sergilemiş olur bundan dolayı bu adı almıştır. 3. Gizlediği şeyin aksini ortaya çıkardığı için tarla faresine benzetilmiştir. Bundan dolayı da münafığın dışı iman içi küfürdür.98 Münâfık, fiilin ‘karşılıklılık’ ifade eden dörtlü ‘müfâale’ babından gelmesi de münâfığın gerek kendine, gerek Allah’a ve gerekse başkalarına karşı ikili bir pozisyonda bulunduğunu ve giriş çıkışlar içinde olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır 5. MÜNFİK ( ِ'(ُ) Münfik: Kök fiili nefaka olup if’âl vezninden ismi fâil olup ( '(= '(= ')أ şeklinde gelmektedir. Sözlük anlamı “harcama yapan, infâk eden, sarf eden ” demek 96 İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, s. 1560; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104-105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463. 97 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, X, 359; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’tTemyîz, V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463-464. 98 ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463. 28 olup Kur’an-ı Kerim’de ('(*)أ99 şeklinde cem’i müzekkeri sâlim olarak bu anlamlarda kullanılmaktadır. 6. İNFÂK ()اِ' ق İnfâk: if’âl vezninde enfeka fiilinin mastarı olup ( )أ' =('ِ =ٳ' قşeklinde gelmektedir. İnfâd kelimesi ile eş anlamlıdır.100 Ancak “İnfâd” kelimesinde farklı olarak, elinde var olan şeyi tümüyle harcamak ve hiçbir şey bırakmamak anlamı vardır. Halbuki “İnfâk” kelimesinde böyle bir anlam yoktur.101 Enfaka fiili hem lâzım hem de mütaaddi anlamındadır.102 Lâzım olarak “bitmek, tükenmek, fakir düşmek, azalmak” (, [ أي ا و ذه3)قفنأ اﺝ103 anlamlarına gelmektedir. Kur’an’daki şu ayette de (' ق% اR> ﺥ2Qb )اذا104 bu anlamlarda kullanılmıştır. Müteaddi olarak “bitirmek, tüketmek, malı harcamak, elden çıkarmak, sarf etmek, infâk etmek”105 ( و ﺹف. ( و أ.!' أى أ, ' )أanlamlarına gelmektedir. Aşağıdaki şiirde şu şekilde gelmektedir. *ر و=ّﺕ1و زال ﺕ>ا& ا 106 ' و!ىA B 'و& وا “Bol bol şarap içmek ve zevk sürmek ve bu (uğurda) kendi kazandığım ve babadan kalma malları (şuna buna) harcamak ve satmaktan geri durmadım.”107 Bu anlamlarla beraber infâk, daha çok ‘para veya malı elden çıkarmak’108 anlamında kullanılmaktadır. İnfâk, malda ve diğer şeylerde yapılır. Bazen vacip bazen 99 Al-i İmran 3/ 17. el-Âlusî, Şihabuddin es-seyyid Mahmud, Rûhu’l-Me’ânî, Beyrut, 1987, I, 118; İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, (İhtisar eden: Muhammed Ali Sabûnî, terc: heyet) 3. Baskı, İstanbul, I, 66; Ahmet Mustafa Merâği, Tefsiru’l-Merâğî, Beyrut, I, 42. 101 İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasarı Rûhu’l Beyân, I, s. 66; Ahmet Mustafa Meraği, Tefsirul meraği, I, s. 42. 102 ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 103 İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, esSıhah, IV, 1560; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 357-358; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 103 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819. 104 İsra/100. 105 Râzî, Fahreddin; et-Tefsîru’l-Kebîr, Beyrut, 1993, I, 35; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 106 Arapça metin için bkz. Muallakat Yedi Askı, (Tarafe ve Muallâkası), s. 15;Yusuf eş-Şâyî, Mu’cemu elfâzi’l-Hayati’l-İçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr, s. 306. 107 Muallakat Yedi Askı, (çev: Şerafeddin Yaltkaya ), İstanbul 1989, s. 58. 108 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 357-358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 105. 100 29 nafile olarak yapılır.109 İnfâk, farz olan zekatı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir. İnfâk’ın zıddını ise “buhl, katr, şuhh ” gibi “cimrilik” anlamına gelen kelimelerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu kelimelerin lügat anlamlarına baktığımızda durum daha açık görülecektir. Nitekim bu bölümün son kısmında infakla anlam zıtlığı olan kelimeleri genişçe ele alacağız. B. ISTILAHTA İNFÂK İnfâk kavramının türevleriyle beraber sözlükteki kullanımlarını verdikten sonra şimdi kavramın ıstılâhi olarak nasıl anlaşıldığını, özellikle ilk dönem müfessirlerinden başlayarak günümüze değin bu kavramın nasıl tanımlandığını ve bu süreçte bir anlam daralması yada genişlemesi geçirip geçirmediğini inceleyeceğiz. Böylece infâk kavramını genişçe tahlil ederek daha iyi anlamaya neticede de bütün bu tanımlamalardan hareketle infâk kavramının kesin tanımını ortaya koymaya ve ne gibi ibadet ve davranışlara şamil olduğunu izah etmeye çalışacağız. Öncelikle ilk dönem müfessirlerinden başlayarak günümüze kadar infâk kavramının ıstılahî olarak nasıl tanımlandığına baktığımızda aşağıdaki tablo karşımıza çıkmaktadır. İnfâk: Malı elden çıkarmak, yani harcamaktır. İbn Mes’ud’a göre ise: Kişinin ailesinin geçimi için harcadığı maldır.110 İnfâk: İbn Cüreyc ve Said b. Cübeyr’in görüşüne göre: Farz olan zekatla beraber nafile veya müstahap olan harcamalara denilir. 111 İnfâk: Malda ve diğer şeylerde vacip ve nafile olarak yapılan harcamalara denir. Dolayısıyla İnfâk, mal gibi maddi şeylerle olabileceği gibi, mal dışında bir takım manevi şeylerle de olabilmektedir.112 İnfâk, dinin ikamesi için Allah yolunda, haç, umre, cihad, sılai rahim, evladü ıyal için yapılan harcamaları, zekatları, kefaretleri ve sadakaları kapsamaktadır. Kısacası, malı elden çıkararak faydalı yollarda yapılan tüm harcamalara infâk denilmektedir.113 109 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819. Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağaş Tefsiri, İstanbul, I, 101. 111 Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münir, (Terc: Hamdi Arslan, Dr. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, Dr. H.İbrahim Kutlay, Nurettin Yıldız) 2. Baskı, İstanbul 2005,II, 15. 112 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân , s. 819. 113 Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, I,35; III, 147. 110 30 İnfâk: Kişinin, Allah’ın kendisine verdiği zâhirî ve bâtınî bütün nimetlerden yapmış olduğu tüm yardımlara denilir.114 Şu hadisi şerif bunu desteklemektedir: 115 ( ,( '( % H( آ,& ل% *^ )نا ‘Kendisinden infâk edilmeyen ilim, hazine gibi kabul edilmez.’ İnfâk: İhtiyaç için malı harcamaktır.116 İnfâk: Farz olsun nafile olsun, tüm hayır yollarına yapılan harcamadır.117 Bursevinin daha kapsamlı tanımına göre infâk; Allah yolunda harcama, malı yararlı olan şeyler için sarf etmektir. Allah’ın, dininin güçlenmesi için harcanmasını emrettiği her şey, dinin hakim olması için gereken her türlü harcama. Kafirlerle cihad, yakınlarla olan bağı kesmemek, fakir, yoksul ve miskinleri güçlendirmek için yapılan her türlü harcama, aile ve çocuklar için yapılan her türlü harcamayı kapsamaktadır. Kısacası kişiyi Allah’a yaklaştıran her türlü harcama infâk kapsamına girmektedir.118 İnfâk: Malı hayır yolunda harcamaktır ya da zâhirî ve bâtınî verilen nimetlerden harcamaktır.119 Elmalılı ise infâkı maddi ve manevi olarak şu şekilde tanımlamaktadır: Maddi olarak infâk, zekat ve diğer sadakalar ve armağanlar, yardımlar ve vakıf gibi fukaraya ve sair iyilik ve hayırlar için mal sarf etmek gibi bütün malî ibadetleri kapsamaktadır ki Kur’an’da “Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infâk edeceğiniz, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu kuşkusuz bilir”120 gibi ayetlerle ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır.121 Manevi olarak ise infâk, ihtiyaç sahiplerine makamdan, ilimden, nasihatten, yol göstermeden, nefse hizmetten, izzet, ikram ve ağırlamadan, kalp 114 Beyzâvî, Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullâh b. Ömer b. Muhammed, Envârü’t-tenzîl ve Esrârü’t-te’vîl, Şirketi Sahafiyei Osmâniye, İstanbul-1886, I, 23. 115 Baktığımız hadis kaynaklarında metnin aslını bulamadık. Naklen: Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve Esrârü’tte’vîl, I, 23; Âlusî, Rûhu’l-Me’ânî, I, 118. 116 el-Cürcânî,, Ali b Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, et-Târifât, (Tahkik: Dr. Abdül Mün’im el-Hanefi), Daru’l Raşâd, Kahire, s. 48. 117 İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, I, 66. 118 İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, I, 335. 119 Âlusî, Şihabuddin es-seyyid Mahmud, Rûhu’l-Me’ânî, I, 118. 120 Bakara 2/ 215. 121 Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dînî Kur’an Dili, (Sadeleştirme) Ankara, I, 176. 31 iradesinden, hatta saygı-sevgi ve selamdan yapılan her hangi bir hayrı da kapsamaktadır.122 Elmalılı infâkı maddi ve manevi iki kısma ayırdıktan sonra iktisadi yönden de zararlı ve faydalı infâk diye de iki kısma ayırmaktadır: “Zamanımızda iktisat ilmiyle uğraşanların ‘İstihlak = konsumasyon, tüketim’ dedikleri infâk, genelde iki türe ayrılır. Birisi ferdi, sosyal hiç bir menfaat ilgisi olmayan boş, zararlı ve pis infaklardır ki tamamen boş bir tüketim olan bu infakları Hak Teâla yasaklamış ve insanları ondan sakındırmıştır. Diğeri, her hangi hayati bir menfaata yönelik olan hayır infaklardır ki malları hayata dönüştürmek demek olan bu infâklar, aslında tüketim değil, üretimin gayesidir. Bu üretim, ne kadar genel, ne kadar temiz ise, değeri de o kadar yüksektir. Çalışmalarını Allah katında ebedi hayata dönüştürüp de, dünya ve ahiretin korku ve hüznünden kurtulmak isteyenler bu hayra, bu ahlaka, bu sosyalliğe ve bu iktisat yoluna girmeli. Bununla orantılı olan kazanç ve üretime çalışıp gayret etmelidir.”123 İnfâk: Mesalih-i diniye ve dünyeviyeye malı sarf etmektir.124 İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekat, infâkın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.125 İnfâk: Kalbin, nefsin tezkiyecisidir. İnfâkta diğer insanlar için menfaat ve yardım, mevzuu bahistir. En güzelini seçip onu diğer insanlara sunmak, kalbin temizlenmesini, nefsin paklanmasını tahakkuk ettiren, başkalarını tercihe o yüce manayı veren şey infâktır.126 İnfâk: Tarafı ilahiden ihsân buyrulmuş olan nimetlerden bir kısmını ailelerine bir kısmını da zekat ve sadaka olarak muhtaç kimselere harcamaktır.127 İnfâk: Allah tarafından emredilen hayat nizamını kurmak için malî fedakarlıkta bulunmaktır.128 İnfâk: Malın azından veya çoğundan olmak üzere iyi ve müstehap bir fiil olmakla beraber, altında istek ve sevgi yatan bir hayırdır.129 Maddi ve manevi olarak yapılan her türlü hayra denilir.130 122 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176; II, 198. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 204. 124 Mehmet Vehbi, Hulâsâtu’l Beyân, 4. Baskı, İstanbul, I, 335. 125 Seyyid Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, (Terc: Emin Saraç, İ.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa) İstanbul 1992, I, 81. 126 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 457. 127 Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, 2. Baskı, İstanbul 1963, I, 15. 128 Ebu’l Â’lâ Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, (Terc: M. H. Kayanî, Y. Karaca, N. Şişman, İ. Bosnalı, A. Ünal, H. Aktaş), İstanbul 1986, I, 351. 123 32 İnfâk: Allah’ın verdiği servet, güç, zeka, ilim gibi her türlü zenginlikten bir kısmını Allah yolunda ve/veya muhtaç olanlara geçimlik olacak şekilde, sadece Allah rızası için ve kimseyi minnet altında koymadan verme, harcamadır.131 İnfâk: Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaca aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir. Bu bakımdan infâk, farz olan zekatı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir. 132 Son olarak, bu kavramın hukuki açıdan tanımına bakalım: İnfâk, nafaka verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama, gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para ve maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlamak demektir. İslam hukukunda infâkın kapsamı oldukça geniştir. İnfâk, aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekat, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır.133 Yapılan bütün bu tanımlamalardan sonra bir değerlendirme yapacak olursak infâk kavramıyla ilgili ilk tanıma baktığımızda son derece sade ve dar anlamda (ailenin geçimi için harcama) kullanıldığını görmekteyiz. Ama sonrakilerde anlam genişlemesi vardır. Yani kelimenin Kur’an bütünündeki kullanımı ve hadislerden yola çıkarak kapsamı genişletmişlerdir. En geniş ve islami telakkiyi yansıtan en kapsamlı tanımı Elmalılı yapmıştır. Zira o ilk defa kavramın maddi ve manevi anlamda olduğunu genişçe açıklamıştır. Bu Kur’an’î kavramların tanımında çok önemli bir aşamadır. Elmalılı tefsir tarihinde aslında bu kavrama getirdiği yorumla çığır açmış kabül edilebir. Farklı olarak Seyyid Kutup, infâkı kalbin ve nefsin tezkiyesi olarak tanımlayarak bu kavramı işari bir bakış açısıyla açıklamıştır. Farklı olarak dikkat çeken diğer bir tanımlama ise infâkın, Râzi ve İsmail Hakkı tarafından dinin ikamesi için yapılan hac, umre, cihad ve sıla-i rahim gibi ibadetler yolunda yapılan harcamaları da kapsadığını ifade etmeleridir. Beyzâvî (ö:791/1388), Âlusî ve Ali Ünal ise infâkın zahiri ve batıni tüm nimetlerden yapılan yardımları kapsadığını ifade etmektedirler. Mevdudî ise diğerlerinden oldukça farklı biçimde kavramı, siyasi bir içerik ve amaca yönelik olarak yorumlamıştır. Görüldüğü üzere infâk kavramı gerek ilk dönem meşhur müfessirleri 129 Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’an, (Terc: V. İnce,) 2. Baskı, İstanbul 2005, II, 243. 130 Tabatabâî, el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’an, I, 94. 131 Ali Ünal, Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İzmir, 2007, s. 1415. 132 Çağrıcı, “İnfak” mad., XXII, 289. 133 Hamdi Döndüren, “infak” mad., Şamil İslam Ansiklopedisi, III, 155. 33 (Râzi, Beyzâvî, Âlusî gibi) gerekse son dönem meşhur müfessirleri (İsmail Hakkı, Elmalılı, Seyyid Kutup gibi) tarafından bazı farklılıklarla beraber genel olarak aynı anlamları içine alacak şekilde tanımlanmıştır. Sonuç itibariyle, yapılan bu tanımlamalardan hareketle infâkı şu şekilde tanımlayabiliriz: İnfâk, Alah’a itâat ve ibadet, iyilik niyeti ile yapılan, kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına, eşine dostuna ve ihtiyaç sahiplerine kısacası İslama ve Müslümanlara, hatta bütün insanlığa faydası olan, mal, mülk, para, makam, ilim, nasihat, yol gösterme, nefse hizmet, izzet, ikram ve ağırlama, kalp iradesi, hatta saygısevgi ve selam gibi maddi-manevi her türlü hayrı, yardımı, harcamayı ve davranışı içine alan; gerek zorunlu infâk (ailenin geçimi, zekat, fıtır sadakası, kefaretler, kurban ve nezir), gerekse gönüllü infâk (sadaka, yoksulu doyurma, yedirme, vakıf)134 gibi ibadet ve davranışları içine alan dinî ve ahlakî bir davranış biçimidir. C. KUR’AN-I KERİM’DE GEÇEN İNFÂK KELİMESİ VE TÜREVLERİ Kur’an’ı Kerim’de “infâk” kelimesi mastar olarak bir ayette geçmektedir. Mastarı müevvel olarak dört ayette geçmektedir. ‘İnfâk’ın ism-i faili olan ‘münfik’ kelimesi bir ayette sıfat olarak (münfıkîn) geçmektedir. On sekiz ayette mazi fiilin çekimli halleriyle geçmektedir. Dokuz ayette emri hâzır olarak geçmektedir. Bir ayette emri gaib olarak iki defa geçmektedir. Otuz beş ayette de muzari fiilin çekimli halleriyle toplam yetmiş defa geçmektedir. Ancak ‘infâk’ kelimesinin kökü olan nafâk ve nafaktan türeyen kelimelerle beraber infâk kelimesi, Kur’an’da yüz on bir defa geçmektedir. Bunlardan iki tanesi sıfatı müşebbehe olarak nafakaten, bir tanesi de onun cemisi olarak nafakât şeklinde geçmektedir. Bir defa da mastar kalıbında nafak şeklinde isim olarak geçmektedir. Bu kullanımların otuz yedi tanesi müfâale vezninde geçmektedir. Bunların ikisi fiili mazi, üç tanesi bu babın ikinci mastar kalıbında nifâk, diğerleri de ismi fail şeklinde cemi müzekkeri salim ve cemi müennesi salim olarak geçmektedir. Konumuz olan infâkla ilgili ayetlerin analizine geçmeden önce nafâk ve nafak kökünden türeyen kelimelerin kullanım şekillerini inceleyelim. 1. NAFAK 134 Zorunlu ve gönüllü infâk ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Kasım Yürekli, İnfak Mü’min’in Temel Özelliği, s. 88, 118. 34 Sözlükte, “Bitmek, tükenmek, azalmak, tavşanın yuvasından çıkması,”135 anlamlarına gelen bu kelime, Kur’an’ı Kerim’de sadece bir ayette isim olarak “başka bir yere çıkışı olan yol, tünel” anlamında kullanılmaktadır. ( ' اضX أن ﺕZ) ناف اﺱ136 “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!” Ayetten anlaşılacağı üzere sözlük anlamınıda ifade edecek şekilde, Hz. Peygamber’in mucize gösterebilmek için, yere açılan bir ‘tünel, yol, delik’137 anlamında yani isim olarak kullanılmıştır. 2. NAFAKA Sözlükte, “infâk edilen şey, kişinin ailesi ve kendisi için harcadığı şey, azık, yiyecek”138 anlamlarına gelen bu kelime Kur’an’ı Kerimde üç ayette geçmektedir. “Nafaka olarak yaptığınız her infâkı (mâ enfaktum min nafakatin) ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı yoktur.”139 “Onların harcamalarının (minhüm nafakâtühüm) kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeye istemeye infâk etmelerinden başka bir şey değildir.”140 “Küçük, büyük infâk ettikleri her nafaka (velâ yünfikûna nafakaten sağîraten velâ kebîraten) ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yapmakta olduklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır.”141 Bu ayetlerdeki kullanımları incelediğimizde ‘nafaka’ kelimesi hukuki 135 İbn Fâris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454-455; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560. 136 En’am 6/35. 137 İbn Kesîr, el-Hafız İmadüddin, Ebi’l-Fida İsmail, Tefsîrü’l-Kur’an’i’l-Azim, (tah: Abdurrezzâk elHedyi) Beyrut-2005, III, 16-17; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, Daru’l- Fikr, Beyrut-2001, s. 131; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, III, 351. 138 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 177; İbn Faris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 139 Bakara, 2/270. 140 Tevbe, 9/54. 141 Tevbe, 9/121. 35 anlamda şer’an vâcip olan (Kişinin kendi nafakası, çocuklarının nafakası, eşinin nafakası, ana babanın nafakası ve diğer akrabaların nafakası)142 nafakaları ifade etmeyip (yani terim anlamında kullanılmayıp), lügat anlamında yani infâk etmek anlamında kullanılmıştır.143 Allah’ın bu dünyada hayır adına, iyilik adına yapılan harcamaları boşa çıkarmayacağı, daha güzeliyle mükafatlandıracağı vurgulanmaktadır. Yine bu ayetlerde vurgulanan önemli bir husus da yapılan harcamaların kabul edilmesinin yolu, isteyerek canı gönülden vermeye bağlanmıştır. Hukuki açıdan nafaka ise; insanın normal bir hayat için muhtaç olduğu mesken, yiyecek, içecek, giyecek ve tedavi masraflarının teminidir144. Kur’an’da ise hukuki anlamda ‘nafaka’ yine bu kökten gelen fiillerle şu şekilde ifade edilmektedir: “Boşadığınız, fakat iddeti dolmamış kadınları gücünüz nispetinde, kendi oturduğunuz yerde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğurmalarına kadar nafakalarını verin (feenfikû aleyhinne). Çocuğu sizin için emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin; aranızda uygun bir şekilde anlaşın; eğer güçlükle karşılaşırsanız çocuğu başka bir kadın emzirebilir.”145 Buradaki if’al vezninden emri hazır olarak gelen infâk kelimesi lügat anlamınıda içine alacak şekilde terimsel anlamda kullanılmıştır. İslam hukukunda boşanmadan sonra kadınların bekleyecekleri iddet sürelerinde onların geçimlerini temin edecek kadar ihtiyaçlarını karşılamaya da nafaka denilmektedir ki bu ayette de bu anlamda bir terim olarak kullanılmıştır.146 Çünkü nefaka da aynı zamanda bir infâktır. Yani bu ayetteki nafaka da infâkın hukuki yönünü ifade eden bir terim anlamında kullanılmıştır. “Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin (liyünfik zû seatin min seatihi); rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse, Allah'ın kendisine verdiğinden versin (felyünfik) ; Allah kimseye, verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir.”147 Burada da if’âl vezninde emri gaib olarak gelen infâk kelimesi lügat anlamınıda ifade edecek şekilde terimsel anlamda 142 Vacip olan nafakalar için bkz: Hamdi Döndüren, “Nafaka” mad., Şamil İslam Ansiklopedisi, V, 3-6. İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 195-206; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 297, 461; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 189, IV, 256, 314. 144 Karaman; Mukayeseli İslam Hukuku, Ι, 286. 145 Talak, 65/6. 146 İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’an’i’l-Azîm, VI, 245-246; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 390. 147 Talak,65/7. 143 36 “nafaka”148 anlamında kullanılmıştır. Ayrıca bu ayet bütün nafaka meselelerinde temel kuraldır. Yani emrolunan nafakalardan hangisi olursa olsun infâk ile sorumlu bulunan kimsenin hali vakti uygun olup da malca genişliği varsa o kimse genişliğine göre nafaka versin. Bütün genişliğini versin değil, genişliğinden yani “Onlar öyle kimselerdir ki infak ettiklerinde (izê enfekû) ne israf, ne de cimrilik ederler. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar”149 ayetini unutmayıp itidal dairesinde uygun olanını versinler.150 Netice itibariyle nafaka kelimesinin Kur’an’daki kullanımlarını incelediğimizde hukuki bir terim olan ‘nafaka’ anlamında kullanılmayıp, lügat anlamında infâk etmek anlamında kullanılmıştır. Bununla beraber if’âl vezninden emr-i hazır ve emr-i gaib olarak gelen infâk kelimesinin hukuki bir terim olan ‘nafaka’ anlamında kullanıldığını görmekteyiz. 3. NİFÂK Müfâale vezninden ikinci mastar olarak, “Küfür, münafıklık etmek,”151, “dışarıya içindekinin zıddını yansıtmak olduğundan başka türlü görünmek, yolun bir kapısından girip öbür kapısından çıkmak”152anlamlarına gelen bu kelime, nafaka’nın ( )ةقفن cemisi olarak 2]B ' تقفنşeklinde ‘harcanan şey, infâk edilen şey, azık, yiyecek’ anlamlarında da kullanılmaktadır.153 İslam’a bir taraftan girip başka bir taraftan çıkması sebebiyle münâfığın yaptığı bu davranışada nifâk denilir.154 Kısaca lügat anlamlarını verdiğimiz bu kelimenin şimdi de, Kur’an’da ki kullanımlarına bakalım. Kur’an’da kavram ve konu olarak Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Enfâl, Tevbe, Nûr, Ahzâb, Haşir, Fetih, Münâfikûn gibi Medeni surelerde işlenen bu kelime, ‘nifâk’ şeklinde sadece üç ayette geçmektedir. “Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa (nifâgan) çevirdi.”155 148 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 245-246. Furkan, 25/67. 150 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 390,392. 151 Halil b. Ahmet el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, V, 178; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; Ragıb elİsfahanî, el-Müfredat, s. 819; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463. 152 Yusuf eş-Şâyî, Mu’cemu elfâzi’l-Hayati’l-İçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr,.s. 306. 153 İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, es-Sıhah, IV, 1560; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 104-105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463. 154 ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463. 155 Tevbe, 9/77. 149 37 “Bedeviler inkâr ve münafıklık (nifâgan) bakımından daha beterdirler. Bununla beraber Allah'ın, Resulüne indirdiği (hükümlerin) sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah alîmdir, hakîmdir.”156 “Hem etrafınızdaki a'râbîlerden Münafıklar (münâfikûn) var, hem de Medine ahalisinden Münafıklığa (alâ’n-nifâg) idman edenler, sen onları bilemezsin, onları biz biliriz, biz onları iki kerre tazib edeceğiz, sonra da büyük bir azâba itilecekler.”157 Bu ayetlerde geçen nifâk kelimesi münâfıklara has bir davranış olan iki yüzlülük, yani dışarıya içindekinin zıddını yansıtmak158 anlamında kullanılmıştır. Münâfıklar inanmadıkları halde Allah’a ve ahiret gününe inandık derler,159 küfür sözünü söylemelerine rağmen söylemedik derler.160 Bu nedenle nifâk münafıkların en belirgin davranış özelliğidir.161 Bu ayetlerde de görüldüğü gibi bu kelime Kur’an-ı Kerim de sözlük ve terim anlamlarında kullanılmıştır. İnfakla aynı kökten gelmesine rağmen nafaka’nın( )ةقفن cemisi olan 2]B ' تقفنşeklinde ‘harcanan şey, infâk edilen şey, azık, yiyecek’ anlamlarında kullanılmayıp müfâale vezninde anlam değişikliğine uğrayarak infâk kelimesiyle anlamsal olarak ayrılarak birbirleriyle zıt anlamlar yüklenmişlerdir. 4. MÜNÂFIK Nefaka kökünden müfâale vezninde ismi fail olan münâfık kelimesi sözlükte “(tarla faresi) yuvasına girmek, (bir kimse) olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk masdarından türemiş bir sıfat olarak terimsel anlamda ,“küfrünü gizleyerek kendini mümin gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimse” anlamındadır.162 Münâfık kelimesi Kur’an-ı Kerimde cem’i-müzekkeri salim olarak (münâfikûn, münâfikîn) yirmi yedi, cem’i-müennesi salim olarak (münâfikât) beş defa olmak üzere 156 Tevbe, 9/97. Tevbe, 9/101. 158 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 202-203; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 432, 434; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 276, 284, 288. 159 Bakara, 2/8. 160 Tevbe, 9/74. 161 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 335. 162 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 359; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’tTemyîz, V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 463-464. 157 38 toplam otuz iki defa geçmektedir.163 Şimdi birkaç örnek vererek ayetlerdeki kullanımlarına bakalım. “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (el-münâfikûna ve’l-münâfikât) (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.”164 Kötülüğü yaygınlaştırmaya çalışırlar, iyiliğe engel olmaya çalışırlar. Ayrıca cimrilikte bulunurlar. ‘Müminlerde tezahür eden güzel vasıflar münafıklarda negatif olarak ortaya çıkar. Allah’ın Müslümanlardan istediği davranışların tam aksini gösterirler.’165 “Münafıklar (el-münâfikûn) sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.”166 Yalancıdırlar, gerçeği gizlerler, içleri dışları bir değildir. İnandıklarını söylemelerine rağmen iman etmezler.167 “Şüphesiz münâfıklar (el-münâfikîn) Allah'a hile yapmaya çalışırlar, Allah da hilelerini başlarına geçirir. Namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, halka gösteriş yaparlar, yoksa Allah'ı pek az anarlar.”168 Yani gösterişe önem verirler, maddi menfaat için namaz kılarlar gerçekte ise dua ve ibadet hayatında isteksiz davranırlar.169 Kur’an-ı Kerimde münafık kelimesinin geçtiği ayetlerin tamamında münafıkların kendilerine has, onları Müslümanlardan ayıran vasıflarından bahsedilmektedir.170 Örnek olarak verdiğimiz ayetlerdeki kullanımlarına baktığımız da münâfık kelimesinin terim anlamıyla yani kendilerine has bir davranış olan “nifâk” davranışını sergileyerek 163 Abdülbâki, Mucem’ul-müfehres, ‘Na-fa-ka’ mad. Tevbe, 9/67. 165 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 406. 166 Münâfikûn, 63/1. 167 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 220. 168 Nisa, 4/142. 169 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 101; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 399. 170 Bkz, Münâfikûn, 63/7,8; Nisa, 4/ 61,88,138, 140,145; Ahzab,33/ 24,48,60,73. 164 39 inanmadıkları halde inandıklarını söyleyen iki yüzlüler anlamında171 kullanıldığı görülmektedir. Diğer kullanımlarında da aynı anlamları ifade etmektedir. “Münafık, dışı müslüman, içi kafir olan iki yüzlü şaşkınlardır ki piyasaya göre şekil alırlar. Her münâfık riyakardır. Fakat her riyakarın münâfık olması gerekmez. Riya imana zıt olmayarak bazı amelde de olabilir. Asıl münâfıklık ise inancın zıddına imanda riyakarlıktır. Bununla beraber sırf ameli olan nifâk da vardır.”172 Münâfık, fiilin ‘karşılıklılık’ ifade eden dörtlü müfâale babından gelmesi de münâfığın gerek kendine, gerek Allah’a ve gerekse başkalarına karşı ikili bir pozisyonda bulunduğunu ve giriş çıkışlar içinde olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Münâfık kelimesi nefaka kökünden gelmesine rağmen infâk kavramıyla zıt anlamlar ifade etmektedirler. Buradan şu sonuca varabiliriz: Nefaka kökünden gelip de müfâale babına giren kelimeler Kur’an-ı Kerimde infâkla zıt anlam ifade edecek şekilde kendilerine has terim anlamıyla kullanılmaktadır. Bir önceki konu olan nifâk kelimesi de aynı kökten gelmesine rağmen müfâale babından mastar olarak geldiği ayetlerde terim anlamıyla kullanıldığını görmüştük. Hadislerde de münâfık kelimesi aynı kalıpta terimsel anlamında kullanılmıştır. Şu hadiste olduğu gibi: “Dört şey her kimde bulunursa, o, tam anlamıyla münâfık olur. Her kimde bunların bir parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur.Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet etmek, konuştuğunda yalan söylemek, söz verdiğinde sözünü tutmamak, düşmanlık zamanında da haktan ayrılmak.”173 5. MÜNFİK İf’âl vezninden ismi fail olan bu kelimenin sözlük anlamı, “harcama yapan, infâk eden, sarf eden” demek olup Kur’an-ı Kerim’de ( )أ174 şeklinde cem’i müzekkeri salim olarak bir ayette geçmektedir. “Onlar sabredicilerdir, sâdıktırlar, ibadetlere müdavimdirler, edenlerdir (ve’l-münfikîn), seher vakitlerinde de istiğfarda bulunanlardır.” 171 infâk 175 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 101, 554, ; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’lAzim, VI, 220; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, III, 44, VII, 355. 172 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 335. 173 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, İmân, 24. 174 Al-i İmran 3/ 17. Bu 40 ayetteki kullanımına baktığımızda ismi fâil olan bu kelimenin içerik ve mahiyetinin salt sözlük anlamından alan, mü’minlerin benliklerine yerleşmiş, onların özel bir vasfını ifade eden, infâk kavramının anlam alanına giren bir kavram olduğunu görmekteyiz. 6. İNFÂK İf’âl vezninde enfega fiilinin mastarıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi infâkın zıddı, cimrilik anlamına gelen “buhl, katr, şuh ” gibi kelimelerdir. İnfâd kelimesi ile eş anlamlıdır.176 Ancak “İnfâd” kelimesinde farklı olarak, elinde var olan şeyi tümüyle harcamak ve hiçbir şey bırakmamak anlamı vardır. Halbuki “infak” kelimesinde böyle bir anlam yoktur.177 Enfeka fiili hem lâzım hem de mütaaddi anlamındadır.178 Lâzım olarak “bitmek, tükenmek, fakir düşmek, azalmak” (, [ أي ا و ذه3اﺝ ')أ 179 anlamlarına gelmektedir. Mütaddi olarak “bitirmek, tüketmek, malı harcamak, elden çıkarmak, sarf etmek”180 ( , و ﺹ. ( و أ.!' أى أ, ' )أanlamlarına gelmektedir. Kur’an’da enfega fiili çeşitli zaman ve kiplerde, onun mastarı olan infâk kelimesi ise mastar olarak sadece bir ayette geçmektedir. Şimdi infâk kelimesinin Kur’an’da hangi tertkiplerde geldiğini ve bu terkiplerde hangi anlamlarda kullanıldığını inceleyelim. Enfega Fiili, mazi kalıbında çeşitli terkiplerde on sekiz ayette gelmektedir.181 “Onların (kocalarının) infâk ettiklerini (mehirleri) (mâ enfakû), geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, infâk ettiğinizi (mâ enfaktüm) isteyin. Onlar da infâk ettiklerini (mâ enfakû) istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”182 175 Al-i İmran 3/ 17. Âlusî, Rûhu’l-Me’ânî, I, 118; İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasarı Rûhu’l Beyân, I, 66; Meraği, Tefsiru’lMerâğî, I, 42. 177 İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasarı Rûhu’l Beyân, I, 66; Meraği, Teefsirul meraği, I, 42 178 ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 179 İbn Faris, Mu’cemu Makayisi’l-Luga, V, 454; İbn Abbad, el-Muhit fi’l-Luga, V, 445; el-Cevherî, esSıhah, IV, 1560; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 357-358; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 179 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819. 180 Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, I, 35; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 358; Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz V, 105; ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, XIII, 464. 181 Bkz., Bakara, 2/215, 262, 270; Nisa, 4/34, 39; Enfal, 8/63; Rad, 13/22; Kehf, 18/42; Furkan, 25/67; Sebe, 34/39; Fatır, 35/29; Hadid, 57/7, 10; Mümtehine, 60/10, 11. 182 Mümtehine, 60/10. 176 41 “Eğer eşlerinizden biri dinden dönüp kâfirlere kaçar da, sonra yaptığınız savaşta siz galip gelirseniz, eşleri gitmiş olan kocalara ganimet malından, infâk ettikleri (mehir olarak) (mâ enfakû) kadar verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.”183 Enfeka fiili sadece bu iki ayette mehir anlamında kullanılmıştır. 184 Buradaki anlamının infakla bağlantısına gelince mehir de bir nevi infaktır. İnfâk maddi manevi yapılan her türlü harcamayı kapsadığı için nikah esnasında kocaların eşlerine güçleri ölçüsünde vermeleri gereken maddi değer bir nevi infâk sayılmaktadır. Enfeka fiili bu ayette hukuki bir terim olan mehir anlamını kazanarak hukuki anlamda bir infâk olayını ifade etmiştir. “Mallarını Allah yolunda infâk edip de infaklarının (mâ enfakû) ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu, işte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.”185. “Göklerin ve yerin yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız zaten O’na ait olduğu halde niçin Allah yolunda infâk etmiyorsunuz? Sizden, fetihden önce infâk eden (men enfeka) ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz. İşte onlar, bundan sonra infak edip (mine’l-lezîne enfakû) savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah, her birine de cennet vâd eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”186 “Nafakadan her ne infak eder (vemâ enfaktüm min nafakatin) veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.”187 Bu ve diğer ayetlerde188 mazi kalıbında gelen enfeka fiili sözlükte ‘harcamak, sarfetmek, malı harcamak’ anlamlarına gelmekle beraber İslamla beraber yüklendiği terimsel manadaki infâk etmek189 anlamında kullanılmıştır. Mazi kalıbında gelmesine 183 Mümtehine, 60/11. İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 193; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 550. 185 Bakara, 2/ 262. 186 Hadid, 57/10. 187 Bakara, 2/270. 188 Bkz, mazi kalıbında geçen ayetler: Bakara, 2/215; Nisa, 4/34,39; Enfal, 8/63; Rad, 13/22; Kehf, 18/42; Furkan, 25/67; Sebe, 34/39; Fatır, 35/29; Hadid, 57/7, 10. 189 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 538; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 184 42 rağmen ilk iki ayet hariç infâk etmek anlamında kullanılmıştır. Enfaka fiili dokuz ayette emr-i hazır olarak kullanılmıştır. “Eğer onlar hamile iseler, çocuklarını doğuruncaya kadar nafakalarını verin. (fe enfikû) Sonra boşadığınız eşlerle ilginiz kesilince sizin hesabınıza çocuklarınızı emzirirlerse, ücretlerini verin! Aranızda ücret işini meşrû çerçevede, örfe uygun olarak güzellikle görüşüp sonuçlandırın. Eğer annesinin çocuğu emzirmemesi sebebiyle sıkıntıya düşerseniz, bu takdirde baba, ücret vererek bir başka emziren kadın bulacaktır.”190. Bu ayette enfeka fiili hukuki bir terim olan ‘nafaka’191 anlamındadır. Nafaka, insanın normal bir hayat için muhtaç olduğu mesken, yiyecek, ve tedavi masraflarının teminidir.192 Ancak bu ayetteki enfega fiili ile kastedilen nafaka, ayetin belirttiği gibi şer’i nafakalar arasında yer alan boşanmalar sonrasında kadınların iddetlerini bekleyinceye kadar geçen sürede geçimlerini sağlayacak kadar onlara yapılan yiyecek, giyecek ve tedavi masraflarının teminidir. Nafakada yapılan bir yardım, harcama olduğundan infâk’ın bir boyutu olan hukuki bir infaktır. Bu ayette işte bu anlamda kullanılmıştır. Enfeka Fiili, emr-i hazır kalıbında Talak suresi hariç diğer ayetlerlde ‘infâk etmek’ anlamında kullanılmıştır. İnfâk etme emri bazı ayetlerde muhatap olarak inananları karşısına alırken bazı ayetlerde de kafirleri muhatap almaktadır. İnfâk etme davranışını Kur’an, insan olmaları hasebiyle kafirlerden de istemektedir. Şimdi bu kullanımları inceleyelim. “Allah yolunda infâk edin (enfikû) de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın. Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.”193 “Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olduğu bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden infâk edin (enfikû). Kâfirler, zalimlerin kendileridir.”194 265, VI, 121; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 166,189. Talak, 65/6. 191 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 245-246; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 390. 192 Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, Ι, 286. 193 Bakara, 2/195. 194 Bakara, 2/254. 190 ta 43 “Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda infâk edin (enfikû). Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır).”195 Enfeka fiili, zikrettiğimiz bu üç ayette hem lugat hem de terim anlamını ifade edecek şekilde, ‘infâk etmek’196 anlamında kullanılmıştır. Bu üç ayetle beraber diğer üç ayette197 de bu emre muhatab olanların inananlar olduğunu görmekteyiz. “De ki: «Allah yolunda, ister gönül rızasıyla, ister gönülsüz infâk edin (enfikû), yapmış olduğunuz bu infâklarınız sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, hak yoldan çıkmış fâsıklar güruhusunuz.»”198 “Onlara ne zaman: «Allah’ın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için infâk edin (enfikû)» denilse, kâfirler müminlere şöyle derler: «Size kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz? Siz, böyle ne sapık düşünürsünüz!»”199 Bu iki ayetteki ‘infâk etmek’200 fiili kafirleri muhatap almıştır.201 Onların bu özelliklerine dikkat çekilmiş, yapılan infakların Allah katında kabul edilmesi ve karşılığının alınması için öncelikle Allah’a iman etmenin gerektiği ve inanmayanların yaptıkları harcamaların kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Enfeka fiili iki yerde emr-i gaip olarak gelmektedir: “İmkânı geniş olan, imkânına göre infâkı bol yapsın (li yünfik). Nasibi sınırlı olan ise Allah’ın kendisine verdiği imkân ölçüsünde infâk etsin (fel yünfik). Allah, herkesi sadece ona verdiği imkân nisbetinde yükümlü tutar. Allah, sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.”202 Burada infâk kelimesi, terimsel anlamda “nafaka” anlamında203 kullanılmıştır. Bu ayetteki nafaka da infâkın hukuki yönünü ifade etmektedir. Ayrıca bu ayet bütün nafaka meselelerinde temel kuraldır. Yani emrolunan nafakalardan hangisi olursa olsun infâk 195 Bakara, 2/267. İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 469, 603, 630; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 18, 127, 267. 197 Bkz, Hadid, 57/7; Münâfikun, 63/10; Tegâbün, 64/16. 198 Tevbe,9/53. 199 Yasin, 36/47. 200 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 397; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 443. 201 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 443; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 256. 202 Talak, 65/7 203 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 245-246. 196 44 ile sorumlu bulunan kimse zenginse ona göre nafaka vermelidir. Yani, “Onlar öyle kimselerdir ki infâk ettiklerinde (izê enfekû) ne isrâf, ne de cimrilik ederler. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”204 Ayetinde belirtilen itidal dairesinde uygun olanını vermelidir.205 Enfeka fiili, muzâri kalıbında çeşitli terkiplerde otuz beş defa geçmektedir.206 Dört yerde mastar-ı müevvel olarak kullanılmaktadır.207 Fiili muzari kalıbında gelen enfeka fiili, ya sözlük anlamında yani sarfetmek, harcamak ya da terimsel anlamında ‘infâk’ kullanılır ya da sözlük anlamıyla uyumlu olarak terimsel manada kullanılır. Enfeka fiili bu kalıpta şu ayetlerde ileride detaylı olarak inceleyeceğimiz gibi infakın kapsamına giren nafile ve farz olan ‘sadaka’ anlamında farklı bir terim anlamı yüklenmiştir. “Onlar ki, gayba iman edip namazı dürüst kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler (yünfikûn).” 208 Enfeka fiili burada fiili muzari kalıbında, farz olan sadakalar içerisinde yer alan “zekat”209 anlamında kullanılmıştır. Ayrıca, zekat farz kılınmadan önce kişinin ailesi için harcadığı ‘nafaka’210 anlamında kullanılmıştır. “Onları doğru yola getirmek sana düşmez, ancak Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin) bu kendiniz içindir. Zaten siz sırf Allah rızasını kazanmak için infâk edersiniz. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin) karşılığı size eksiksiz olarak verilir, kesinlikle size haksızlık yapılmaz.”211 “Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. 204 Furkan, 25/67. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,VII, 390, 392. 206 Abdülbâki, Mucem’ul-müfehres, ‘Na-fa-ka’ mad. 207 Al-i imran, 3/92; İbrahim, 14/31; Muhammed, 47/38; Hadid, 57/10. 208 Bakara,2/3. 209 Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz,V, 106; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 177-178; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 158; Ebu Câfer Muhammed bin Cerir et-Tabari; Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyil Kur’ân, I, bas, Beyrut-1992, I, s. 137. 210 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 158; Taberi ; Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyil Kur’ân, I, 137. 205 211 Bakara,2/272. 45 Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin), şüphe yok ki, Allah onu bilir.”212 “Gece gündüz, açık gizli, mallarını infâk edenlerin (ellezîne yünfikûna) mükafatlarını Rab'leri üzülmeyeceklerdir.” verecektir. Onlara korku yoktur ve onlar 213 Bu ayetlerdeki enfeka fiili yine gönüllü infâk olan ‘sadaka’ anlamında kullanılmıştır.214 “Onlar ki; bollukta ve darlıkta infâk ederler (ellezine yünfikûn), öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah, ihsan edenleri sever.”215 Bu ayette de nafile olan sadaka anlamında kullanılmıştır.216 Enfeka fiilinin muzari kalıbında bu ayetlerdeki kullanımları‘infak’ kavramının kapsamına sadakayı almıştır. Böylece sadaka infâk çeşitlerinden biri olmuştur. Sadaka; sözlükte, ‘doğruluk, şecaat, kemal’ gibi anlamlara gelir. 217 Sadaka fiil olarak doğru söylemektir, yani yalan söylemenin zıddı demektir. Ayrıca konuşanın, söylediğinin fiiline uygun olmasıdır.218 Terim anlamı ise; Allah’ın rızası için fakire, miskine ve diğer ihtiyaç sahiplerine gösterişsiz, ihsanla verilen şeydir.219 Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere sadaka da bir nevi infâk anlamı taşımaktadır. Zira o, gönüllü infâk olan bir ibadettir. Enfeka fiili muzari kalıbında yukarıdaki ayetler dışında terim anlamı olan infâk anlamında kullanılmıştır. İnfâk kelimesinin kökünü incelediğimizde if’âl vezninden gelen bütün kullanımları sözlük anlamlarını kapsayan bir kavram olan infâk anlamında kullanılmıştır. Müfâale vezninden gelenler ise anlam değişikliğine uğrayarak sözlük anlamından bağımsız farklı anlamlar ifade etmektedir. Enfeka fiili bir ayette de mastar olarak kullanılmıştır. Şöyle ki; “De ki: «Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, infâk edersek onu bitiririz korkusuyla eli sıkı (leemsektüm haşyete’l-infâk) olurdunuz (yani infâk etmekten 212 Bakara,2/273. Bakara,2/274. 214 Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 106; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 192-204; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 638-639. 215 Al-i imran, 3/134. 216 Fîrûzâbâdî, Basâiru zevi’t-Temyîz, V, 106. 217 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 193. 218 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 294. 219 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 194. 213 46 kaçınır cimrice davranırdınız). (Şüphesiz) insan pek cimridir.»”220 Ayete şu şekilde anlamda verebiliriz: “De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, eyvah, bir de infâk mı yapacağız korkusuyla cimrice davranırdınız. (Şüphesiz) insan pek cimridir.” İbn Abbas ve Katâde bu ayeti şu şekilde yorumlamışlardır: Rahmet hazinesinin hiçbir zaman bitmeyecek olmasına rağmen onların tabiatlarındaki cimrilik duygusundan dolayı infâk ederlerse onun biteceğinden ve fakir düşeceklerinden korktukları için infâk etmekten tabiri caizse tir tir titremişler ve cimrilik yapmışlardır. 221 Gerek bu yorumlardan gerekse yukarıda verdiğimiz anlamlardan bu kelimenin burada ıstılahî bir kavram olarak kullanıldığını görmekteyiz. İnfâk kelimesi mastar olarak geldiği bu ayette gerçek kavram anlamıyla kullanılmıştır. Yani daha önce yapmış olduğumuz infâk kavramının istılahî tanımlarının hepsini kapsayacak şekilde genel anlamda kullanılmıştır. Gerek maddi gerekse manevi olarak yapılan tüm infâkları içine alan bir ifadedir. Bu ayetin konumuz olan infâk kavramı için önemli bir yanı da Kur’an’da mastar olarak bu kavramın sadece bu ayette kullanılmasıdır. Dolayısıyla infâk felsefesinin özünü yansıtan kavram anlamında olup Kur’an’daki infâk düşüncesinin temelini oluşturmaktadır. Daha önce de gördüğümüz gibi bu anlayış Kur’an’da nefaka kökünden gelen if’âl babındaki fiillerle ifade edilmiştir. Şunu da ifade edelim ki Kur’an kavramlar ve isimlerden ziyade davranışlara önem verdiğ için doğrusu kavramı fazla kullanmaz. İnfâk konusunda da kavramı fazla kullanmamış, ancak insani ve islami bir davranış modeli olarak infâk felsefesini yansıtan geniş bir kullanımı benimsemiştir. Sonuç itibariyle Kur’an-ı Kerim’de infâk kökünden gelen bütün kullanımlar ‘infak etmek’ anlamında kullanılmıştır. Yalnız müfâale vezninde gelen kullanımlar terim anlamı dışında değişik anlamlarda (münâfık, nifâk) kullanılmıştır. Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde Kur’an-ı Kerim’de “infâk” ile yakın veya zıt anlam taşıyan kavramları açıklamaya çalışacağız. Çünkü Kur’an’ı ve Kur’anî bir kavramı daha iyi anlayabilmek için giriş bölümünde de ifade ettiğimiz gibi Kur’an’ı bir bütün olarak ve bazı anahtar kelimeleri siyak ve sibak çerçevesinde okumak gerekmektedir. Bu nedenle biz de Kur’anî bir kavram olan “infâk” kavramını daha iyi 220 221 İsra, 17/100. İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 186. 47 ve daha kapsamlı anlayabilmek için infâkla ilişkili olan bazı kavramları ve bu kavramların infâk ile olan bağlarını izah etmeye çalışacağız. II. KUR’AN-I KERİM’DE İNFÂKLA İLGİLİ KAVRAMLAR Çalışmamızın bu kısmında infâkın anlam alanı ile ilgili kavramları ele alacağız. Anlam itibariyle geniş bir fiil alanını içeren bu kelimenin hem anlamını hem içerdiği davranışları böylece daha net görmek mümkün olabilir. A. İNFÂKLA ANLAM YAKINLIĞI OLANLAR 1. İHSÂN İhsân, if’âl vezninde ahsene fiilinin mastarıdır. “isâe” (kötülük yapma) nın zıddıdır.222 R % +(Q\ء &( او أ+أﺱ ِ ٳن ﺕRَ %!( و “Bize o kadın ister iyilik etsin, ister kötülük etsin, kınama yoktur. Bize az da verse bizden azaltma yoktur.” Bu beyitte “ihsân” kelimesi “iyilik yapmak” anlamında “isâe” nin zıddı olarak kullanılmıştır.223 İhsânın terim anlamı ise cibril hadisine dayanmaktadır. Şöyle ki; Ömer ibn Hattab şöyle rivayet etti: “Bir gün Rasulullah açıkta oturuyordu. Yanına biri gelip “iman nedir?” diye sordu. “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmaktır” cevabını verdi. Ya “İslam nedir?” dedi. “İslam; Allah’tan başka ilah olmadığına Hz. Muhammed’in de Allah’ın Rasülü olduğuna şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve Beyt’i hacc etmektir” buyurdu.Ya “İhsan nedir?”diye sordu. “İhsan; Allah’a onu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni görüyor” buyurdu. Bunların dışında bir takım sorular daha sordu ve gitti. O gittikten sonra Rasulullah: “Bu gelen Cibril’di. Size dininizi öğretmeye gelmiş” buyurdu.”224 222 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIII, 117. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, I, 96. 224 Müslim, Ebu’l-Hüseyin, b. Haccâc, Sahihu Müslim, (Tahkik ve Tahriç: Ahmed Inâye ve Ahmed 223 48 Bu hadisin izahı sadedinde ihsânın anlamıyla ilgili olarak şunlar söylenmiştir; İhsân, güzel ibadet etmek, O’nun hakkını gözeterek isteklerini yerine getirmek anlamına gelmektedir. İmam Nevevî (ö:676/1277) bunu şöyle izah etmiştir: Şöyle ki, bizden birimiz Allah’ı göre göre ibadet etmeye kalksa gücünün yettiği kadar hudu, huşu göstermek, kendini çekip çevirmek ve o ibadeti en iyi şekilde tamamlamak için içini dışına uydurmaya çalışır. İşte Rasulullah bu hadisi ile, bütün İbadet hallerinde Allah’a O’nu görerek yaptığın ibadet gibi ibadet et diyor. 225 Kur’an bağlamında ihsânın iki manası vardır. Birincisi başkasına iyilik ve ikram etmek. İkincisi, kendi fiilinde ihsan ki, bu da mesela güzel bir ilim elde edildiğinde ve iyi bir davranışta bulunulduğunda olabilir. Hz. Ali’nin şu sözü bu anlamdadır; “İnsanlar güzel yaptıkları şeylerin çocuklarıdır.” Yani insanlar, yaptıkları ve bildikleri güzel şeylerle tanınırlar, ona mensupturlar, demektir.226 Buna göre ihsân; güzel yapmak, güzel davranmak, iyilik etmek demektir. Allah’ın elçisi ihsânı, imân ve islamın üstünde bir kemal mertebesi olarak şöyle tanımlamıştır: “Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.” Özünü Allah’a teslim eden kişi güzel davranır, her şeyi güzel yapar. O’nu görüyormuş gibi kulluk yapar.227 Elmalılı’ya göre ihsân, güzellemek, güzel yapmak, yani zatında ve Allah katında güzel olan bir ameli layık olduğu şekilde gereği gibi yapıp, o amelin kendi zatında güzelliğini, vasıflarının ve niteliklerinin güzelliğiyle süslemek demektir.228 Kavramın içeriğine dair açıklamasında farklı bir boyut getiren İzutsu şunu söyler: “İhsân; en genel anlamı ile iyilik yapmak demektir, fakat asli Kur’an kullanımında bu kelime başlıca iki özel iyilik sıfatına tatbik olunur: Allah’a karşı derin hürmet ve bunun neticesi olarak meydana gelen bütün ameller ile, hilmden kaynaklanan fiiller.”229 İhsân kavramının bu tanımlarından sonra infâk ile ihsân arasındaki ilişkiyi anlamak için Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda infâk kelimesinin, ihsân kelimesinin türevleriyle üç ayette birlikte kullanıldığını görürüz. Zuhût), I. Baskı; Beyrut-2004, İman, 1. Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve şerhi, II. Baskı, İstanbul-1977, I, 116. 226 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 236. 227 Ateş; Yüce Kur’an’ın Çağaş Tefsiri, I, 222. 228 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 377. 229 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 295. 225 49 Bunlar şu ayetlerdir: “Allah yolunda infâk edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin (ve ehsinû). Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever (inna’l-lâhe yuhıbbü’l-muhsinîn).”230, “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda infâk ederler, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever (vel’lâhü yuhıbbü’l-muhsinîn).”231 Bu ayetleri incelediğimizde infâkla ihsanın aynı anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz. Bakara suresindeki ayetin tefsirinde İbn Abbas ihsandan kastın Allah yolunda infâk etmek olduğunu232 söylüyor. İbn Kesir de ihsandan kastın Allah yolunda infâk etme emri olduğunu özellikle Allah yolunda cihad için malı harcama olduğunu söylüyor.233 Bu ayetlerde inanlardan yapmaları istenilen davranışlar sıralanıyor. İnfâk etmek, öfkelerini yenmek, insanların kusurlarını örtmek gibi. Ayetlerin sonun da ise bu davranışları yapanların muhsinler olduğu ve böyle davrananları Allah’ın seveceği bildiriliyor. Buradan hareketle ihsânın davranışların biçimini, tutumların vasfını belirlediğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla insan ihsân üzere infâk etmiş olur ki böylece ihsân ile infâk arasındaki ilişki ortaya çıkmış olur. Sonuç itibariyle infâkla ihsânın tanımlarını düşündüğümüzde ve ihsânı genel anlamıyla “iyilik yapmak” olarak kabul ettiğimizde infâk yapmayı da bir nevi iyilik etmek olarak gördüğümüzde bu iki kavramın hemen hemen birbirleriyle örtüşdüğünü söyleyebiliriz. Özellikle Kur’an da ihsânın, “iyilik” anlamında kullanıldığı yerler, yukarıdaki ayetlerde de gördüğümüz gibi, aynı zamanda infâk etmek anlamınada kullanılmaktadır. Allah yolunda iyilik, ana babaya iyilik, yetime, yoksula vb. iyilik hep “infâk etmek” anlamlarına gelmektedir. 2. HAYR Hayır; Hâyera fiilinin mastarıdır. Hâra tercih etmek, seçmek, hayırlı olmak, güzel davranmak, iyi davranmak gibi anlamlara gelmektedir. Çoğulu “huyur” dur.234 Şerrin zıddı olan hayr; akıl, ilim, adl ve faydalı bir şey gibi herkesin rağbet gösterdiği şey olup iki kısımdır: 230 Bakara, 2/195. Al-i İmran ,3/ 134 (Ayrıca bkz.. Tevbe,9/91. ayette de infakla ihsan birlikte kullanılmıştır.) 232 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 30. 233 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 469. 234 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IV, 264,265,266. 231 50 a. Mutlak hayr: Her halde rağbet göreni, b. Mukayyed hayr: Birine göre hayr olanın, diğerine göre şer olmasıdır. Aynı malın birine göre hayr, diğerine göre şer olması gibi.235 Hayır ve şer kelimeleri isim ve sıfat olarak kullanılabilir. (ر+1 ا+ !^ن اR أ2( و )236 ayetinde geçen “hayr”, isimdir. ( )ه=ا ﺥن ذاكcümlesinde geçen “hayr”, ise sıfattır.237 Izutsu, hayrın herhangi bir sebeple değerli, yarayışlı, faydalı ve arzulanır kabul edilebilecek her şeyi ifade eden bir terim olduğunu, Kur’an da ki kullanımlarının ise hem dünya meselelerini hem de dini itikat sahasını içine aldığını söylemektedir.238 “Hayr” kelimesi, Kur’an’da; iyilik 239 , Allah’ın nimeti240, Allah’ın özel nimeti (vahiy)241, inanç ve gerçek itikat242, inancın olumlu tesiri243, hayır iş (salihat)244, kamil mü’min245 gibi anlamlara gelmektedir.246 Netice olarak hayır, helalden mal kazanıp helal yerde harcamak gibi, bütün ‘salih amelleri’ de içine alan bir kavramdır.247 İşte bu yönüyle o, infâkla ilişkilidir. Kur’an’da infâk kavramı dört ayette hayr kelimesiyle birlikte kullanılmıştır. “Sana, ne infâk edeceklerini (mâzê yünfikûna) sorarlar, de ki: «Hayırdan ne infâk ederseniz (mâ enfaktüm min hayrin), ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir».”248 “Onları doğru yola getirmek sana düşmez, ancak Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin) bu kendiniz içindir. Zaten siz sırf Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Hayırdan ne infâk 235 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 300. Al-i İmran, 3/104. 237 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 301. 238 Izutsu, Kur’an’da Dini ve ahlaki Kavramlar, s. 286; Bkz, Bakara,2/180,272,274. 239 Bkz. Bakara, 2/110, 215, 272-274. 240 Bkz. Al-i İmran, 3/26, 73, 74. 241 Bkz.Bakara, 2/105,269; Nahl, 16/30. 242 Bkz.Enfal, 8/70. 243 Bkz. En’am, 6/158. 244 Bkz.Maide, 5/48; Enbiya, 21/90. 245 Bkz. Sa’d, 38/46,47. 246 Bu kullanımlar hakkında geniş bilgi için bkz. Izutsu, Kur’an’da Dini ve ahlaki Kavramlar, s. 288,289. 247 Ünal. A.g.e, s. 244. 248 Bakara, 2/215. 236 51 ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin) karşılığı size eksiksiz olarak verilir, kesinlikle size haksızlık yapılmaz.”249 “Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin), şüphe yok ki, Allah onu bilir.”250 Elmalılı, buradaki hayr olarak infâk edilen şeyin; maldan, makamdan, ilimden, nasihatten, yol göstermeden, nefse hizmetten, izzet, ikrâm ve ağırlamadan, kalp iradesinden, hatta saygı ile selamdan herhangi birinden olacağını söylüyor.251 Bu sayılan davranışların hepsi de iyilik kapsamına girmektedir. Izutsu da bu ayetlerde hayr kelimesinin, dünya hayrını temsil ettiğini, dünyevi mal ya da değerin sayısız türü olabileceğini bu nedenle de yapılan tüm iyilikleri kapsadığını söyler.252. İbn Kesir, bu ayetlerde hayr kelimesinden kastın, Allah’ın rızık olarak verdiği şeylerden yapılan infâk olduğunu söyler.253 İbn Abbas, ise Tegabün suresindeki kullanımı yorumlarken, hayr kelimesinin fayda anlamında kullanıldığını dolayısıyla yapılan infâkların kişi için daha yararlı olduğunu söyler.254 Yani malı elde tutmaktansa infâk etmenin kişi için daha faydalı olduğu bildirilmektedir. Bu görüşlerden de anlaşılacağı üzere, hayr kelimesi maddi manevi yapılan tüm iyi davranışları içine alan geniş bir kelimedir. Bu nedenle hayr kelimesinden anlaşılan “iyilik” tir. Yapılan bütün iyi davranışlarda infâk olarak kabul edilir. Buradan hareketle infâk ile hayr lügat manaları bakımından farklıdır, ancak genel manada aynı şeyleri ifade ettiklerini söyleyebiliriz. Bu yönüyle hayır kelimesi de infâk kelimesinin yakın anlam alanına giren kelimelerdendir. 3. el-AMELU’S-SÂLİH (SÂLİH-SÂLİHÂT) 249 Bakara, 2/272. Bakara, 2/273; (Ayrıca bkz.. Tegabün,64/16. ayette de infak ile hayr birlikte kullanılmıştır.) 251 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili , II, 198. 252 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 287. 253 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-azim,VI, 234. 254 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 557. 250 52 Kur’an’da, “amelen sâlihan, amile sâlihan”255 veya sadece fiilin sıfatı olan sâlihsâlihât olarak geçen bu kavram sâlih ve amel kelimelerinden oluşmuştur. “Sâlih”, salah kelimesinin ismi failidir. Salah, Salaha fiil kökünden mastardır. Bu fiil, “fesad”ın zıddı olup256, doğru oldu, sağlam oldu, düzeldi, fesad kendinden gitti manalarında kullanılır. İsm-i fail şekli olan “sâlih”, doğru yolda bulunan, fâsit olmayan, iyi olan demektir. Kur’an’da doğru olan ameller için de sık sık kullanılmaktadır.257 Salah kelimesi if’âl babında yani “ıslâh” şeklinde kullanıldığı zaman ıslah etmek, fesadı gidermek, düzeltmek, hayırlı ve yararlı işlerde bulunmak anlamlarına gelmektedir.258 Islâhın ism-i faili muslih ise, düzelten, fesadı gideren, hayırlı işlerde bulunan, sulhu sağlayan manalarındadır.259 Amel kelimesinin çoğulu a’mâl’dir. Canlılardan bilinçli bir şekilde meydana gelen fiillere amel dendiği için, fiilden daha özel bir anlama gelmektedir. 260 Yani lügat karşılığı, “iyi, doğru davranış” demektir. Lügat anlamı bu şekilde olan sâlih amelin tarifleri çeşitli şekillerde yapılmıştır. İbn Abbas, sâlih ameli, Allah’la kullar arasındaki emirlere kulların itaatı olarak tanımlamaktadır.261 Yani Allah’ın emir ve isteklerine boyun eğme ve itaat etmedir. İbn Kesir ise sâlih ameli, şeriate uygun davranışlar olarak tanımlamaktadır.262 Yani Allah’ın emirlerine uygun davranma, O’nun emir ve isteklerini yerine getirme yasaklarından da uzak durmadır. Elmalılı da sâlih ameli, kalbi, bedeni, mali olarak yapılan hayırlı, güzel davranışlar diye tanımlamaktadır.263 Sâlih amelin infâk ile olan ilişkisine gelince her şeyden önce infâk kelimesi sâlih amel ile birlikte Kur’an’da birlikte geçmemektedir. Bununla beraber infâk ile sâlih amelin tanımlarına baktığımızda her iki kavramın da yakın anlamlar ifade ettiklerini görmekteyiz. İnfâk: İhtiyaç sahiplerine makamdan, ilimden, nasihatten, yol göstermeden, nefse hizmetten, izzet, ikram ve ağırlamadan, kalp iradesinden, hatta saygı-sevgi ve selamdan 255 Bkz, Bu kullanımlar için:Tevbe, 9/102; Rum, 30/44; Sebe, 34/37; Ahkaf, 46/15. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 489; Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 275. 257 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 275. 258 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 516,517 ; Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 275. 259 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 275. 260 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 587. 261 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs , s. 12, 507. 262 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 279. 263 Elmalılı, Kur’an’da Temel Kavramlar, I, 236. 256 53 yapılan her hangi bir hayrı kapsamaktadır.264 Yani, maddi ve manevi olarak yapılan her türlü hayra denilir.265 Buradaki hayrın kapsamına iyi olan, faydalı olan tüm güzel davranışların girdiğini izah etmiştik. Aynı şekilde hayırlı ve güzel olan tüm davranışlara da sâlih amel diyebiliriz. Zira anne ve babaya iyilik etmek266, genel manada iyilik etmek267, güzel öğüt vermek268, gibi davranışlar da sâlih ameldir. Bu tanımlama ve açıklamalardan yola çıkarak sâlih amel olan davranışları infâk kavramının içinde müteala edebileceğimiz gibi aynı zaman da infâkı da sâlih amel kavramı içinde müteala edebiliriz. Netice itibariyle sâlih amelin de infâkın yakın anlam alanına giren kavramlardan birisi olduğunu söyleyebiliriz. 4. BİRR Birr, imân269, taat270, cennet271, hayr, geniş iyilik272, farzları yerine getirme273, tevhid ve Hz Muhammed’e tabi olma274 geniş ihsan275 gibi anlamlara gelmektedir. Bir, hayır fiilinde bolluk demektir. Berr şeklinde Allah’ın ismi olarak kullanılmıştır. “Gerçekten biz, bundan önce de O'na dua ediyorduk. Muhakkak ki O, iyilik eden, merhameti bol olandır (hüve’l-berrü’r-rahîm).”276 ayetinde olduğu gibi.277 Bazen de berr kelimesi insan için kullanılır. Allah için kullanıldığında ‘sevap veren’, insan için kullanıldığında ‘itaat etmek’ anlamına gelir.278 Birr kelimesi “ukûk” (asilik, zorbalık, tanımamak)un zıddıdır.279 Birr iki kısımdır: Birincisi, itikatta birr, ikincisi amelde birr. Bu birr çeşitlerini kapsayan ayet Bakara suresi 177. ayettir. Hz. Muhammed’e birr 264 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176; II, 198. Tabatabâî, el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’an, I, 94. 266 Bakara, 2/83; İsra, 17/23; Ahkaf, 46/15. 267 Nahl, 16/90; Rahman 55/60. 268 Nahl, 16/125. 269 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 424; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 27. 270 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 424. 271 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 64. 272 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 285; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 460. 273 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 424. 274 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 7. 275 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, s. 359. 276 Tur, 52/28. 277 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 114. 278 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 114. 279 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 114; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 359. 265 54 hakkında soru sorulduğunda bu ayeti okumuştur.280 Bu ayet itikadı, farz ve nafile amelleri içine alır.281 Kur’an’ı Kerim’de, birr kelimesi, anne ve babaya saygı, hürmet, iyi muamele282, takvâ ve Allah korkusu283, iyilik284 gibi anlamlarda kullanılmıştır. Birr kelimesini en iyi tanımlayan ayet şudur: “Gerçek iyilik (leyse’l-birra) yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik (velâkinne’l-birra), bir kimsenin, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanması, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcaması, namaz kılması, zekât vermesi, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirmesi; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmesidir. İşte doğru olanlar, bu (vasıfları taşıyan)lardır. Müttakîler ancak onlardır.”285 Ayette açık olduğu üzere, birr, hem imânı, hem de nafilelere varıncaya kadar neredeyse bütün amelleri içine almaktadır.286 Kur’an’ı Kerim’de birr kelimesi infâk ile birlikte sadece bir ayette kullanılmıştır: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe (hattâ tünfikû), gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz (len tenêlü’l-birra). Her ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû) Allah onu hakkıyla bilir.”287 Birr kelimesi bu ayette iyilik anlamında kullanılmıştır. Elmalılı, birr kavramının ‘geniş iyilik, bol bol iyilik etmek’ anlamında olduğunu, her türlü iyiliği, her türlü hayrı kapsadığını söyleyerek onun, “Allah’a ibadette birr, akrabayı gözetmede birr, sevdiklerine muamelede bir” olmak üzere üç türlü olduğunu ifade etmiştir. Buradan hareketle infâkın insanı birre götüren bir yol olduğunu görmekteyiz. Hakiki manada iyiliğe (birr) ulaşmanın ön koşulunun infâk etmek olduğunu aksi takdirde kamil manada iyiliğe (birr) ulaşılamayacağı bildirilmektedir. Kur’an’da bütün kavramların birbirleri ile irtibatı vardır ve bu kavramları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zordur. Misal olarak şu ayeti ele alalım: “Sana, ne infâk edeceklerini (mâzê yünfikûna) sorarlar, de ki: «Hayırdan ne infâk ederseniz (mâ enfaktüm min hayrin), ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, 280 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 114; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, , I, 424. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 114. 282 Meryem, 19/14, 32. 283 Bakara, 2/189. 284 Bakara, 2/44; Ali İmran, 3/92. 285 Bakara, 2/ 177. 286 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 462. 287 Al-i İmran, 3/92. 281 55 yolcular içindir. Hayır olarak ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir».”288 Bu ayette infâk edilecek kişiler sıralanmakta ve bu davranışın aynı zamanda hayr olan bir davranış olduğu söylenmekte zira son kısımda hayır olarak ne infâk ederseniz ifadesinden bu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bu davranışları ‘birr’ olarak da ifade edebiliriz. Zira yukarıda birr kavramının, “her türlü iyiliği, her türlü hayrı kapsadığını” söylemiştik. Bu durumda bu ayette, “anne babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara” yapılan infaklar da hayır kavramının içine dolayısıyla da birr kavramının içine girmektedir. Bu nedenle infâk, hayır, birr gibi kavramları birbirlerinden kesin çizgilerle ayırmak oldukça zordur. Yaptığımız bu izahlardan da anlaşıldığı gibi infâk ile birr kelimeleri yakın anlam ifade eden kavramlardır. 5. SABIR Sabır, ‘darlıkta kendini tutmak’ demektir; ‘sabertü’d-dâbbe’, hayvanı yemsiz hapsettim; ‘sabertü fülanen’, falanın ardından, kurtulamayacağı şekilde tuttum manasındadır.289 Sabır da böyle bir hapis manası olup nefsi, dinin ve aklın gerektirdiği şeye hapsetmek anlamında da kullanılır. 290 Sabır, mana ve muhteva bakımından geniş bir kavram olup, sözgelimi, musibet anında dayanmak sabırdır, zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır; savaşta savaş meydanından kaçmayıp ayak direme, sabırdır, zıddı korkaklık ve firardır; gerektiğinde sır saklama, dili gereksiz sözlerden koruma sabırdır, zıddı boş boğazlıktır. Bunlar gibi sabrın çok geniş bir sahası ve çağrışımları vardır.291 Elmalılı, sabrı: Acıya katlanmak, onu geçirmek için sebat etmek ve karşı koymak olarak tanımlamıştır.292 Kur’an sabrı, ahdi yerine getirme, sözden dönmeme, yakın akraba ve komşularla ilişkiyi sürdürme, her iş ve niyette Allah’tan korkma, namaz kılma, Allah yolunda açık ve gizli mal harcama, kötülüğü iyilik, güzellik ve efendilikle uzaklaştırma hasletleri olarak ifade etmiştir.293 İbn Abbas, sabrı, Allah’ın emrettiği farzları yerine getirme ve günahlardan kaçınma gayreti olarak ifade etmiştir.294 İtidali muhafaza, kolayca vazgeçmeme, ya da tahammül gösterme demek olan sabır, aynı zamanda ruhen belalar 288 Bakara, 2/215. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 474. 290 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 474; Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 433. 291 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 433. 292 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 285. 293 Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’an’î Kavramlar, (Çev, Ali Turgut) 1.bas, İstanbul-1988, s. 240. 294 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 7. 289 56 ve acılar karşısında itidali muhafaza ve her türlü zorluğun orta yerinde kişinin, davasının bayraktarlığını yapmakta sebat etmesi için gerekli güce sahip olması anlamlarına da gelir.295 İnfâk ile sabır kelimeleri Kur’an’da iki yerde fiil halinde iki yerde de ism-i fail şeklinde toplam dört ayette birlikte geçmektedir. Şimdi infâk ile sabır arasında ki ilişkiye bakalım. “(Onlar) Sabredenler (es-Sâbirîne), doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler (ve’l-Münfikîna) ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir.”296 “onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler (vellezîne saberû), namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler (ve enfakû) ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.”297 “Onlar ki; Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere sabr eder (ve’s-sâbirîne), namaz kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler (ve mimmâ razegnâhüm yünfikûna).”298 “İşte onlara sabrettiklerinden ötürü (bimâ saberû) ecirleri iki defa verilir. Kötülüğü iyilikle savar onlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler (ve mimmâ razegnâhüm yünfikûna).”299 İnfâk ile sabır kelimelerinin lügat ve terim anlamlarını düşündüğümüzde aralarında herhangi bir anlam yakınlığı olmadığını görmekteyiz. Ancak; sabır gösterme ve infak etme davranışlarının mü’minlerin ortak özelliği olduğunu görmekteyiz. Ayrıca burada dikkat çeken diğer bir nokta da sabır eyleminin infak’tan önce gelmesidir.İnfak ile sabır kelimelerinin beraber geçtiği bu ayetlerin hepsinde sabredenlerin infak edenlerden önce geldiğini görmekteyiz. Zira Allah’ın emir ve yasaklarının hiçbirisi sabır olmadan tam anlamıyla yerine getirilemez. Ne namazı dosdoğru kılmak, ne kötülüğü iyilikle savmak, ne dosdoğru olmak, ne gönülden boyun eğmek, ne infak etmek bunların hiçbirisi 295 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 146-147. Al-i İmran, 3/17. 297 Rad, 13/22. 298 Haça, 22/35. 299 Kasas, 28/54. 296 57 sabırsız olmaz. Şu ayetlerde ifade edildiği gibi: “Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında kalanlar için bir ağırlıktır.”300 Bu ayette de görüldüğü üzere Allah’tan yardım dilemek için sabır ve namazın vesile kılınması isteniyor ancak, sabır namazdan önce zikrediliyor zira sabır olmadan namazın da olmayacağı ayetin sonundan anlaşılıyor. Namazın ağır bir ibadet olduğu ancak sabır göstererek Allah’tan sakınanların bu ibadeti yapabileceği ifade ediliyor. “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda infak ederler (ellezîna yünfikûna), kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever”301 Yine bu ayette de inananların özelliklerinden bahsediliyor. Bu davranışların yapılabilmesi için öncelikle sabır gösterilmesi gerekir. Zira sabır gösteremeyen hiç kimse darlıkta infak edemez, sinirlendiğinde sinirlerine hakim olamaz, insanların ayıplarını gördüğünde de onların ayıplarını gizleyemez. Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Kur’an’ı Kerim’de sabır, infâk edenlerin en önemli ve öncelikli özelliklerinden biri olarak ifade edilir. Allah’a ibadet ederken insanın yapması gereken ilk şey şüphesiz sabretmektir. Çünkü sabır olmadan sırf Allah rızası için karşılık beklemeksizin infak etmek mümkün değildir. 6. TAKVÂ Takvâ, vekâye fiilinden gelir.302 Vekâ korundu, kendini zararlı şeylerden sakındı demektir.303 Takvâ, ‘vikâye’ mastarından türetilmiş bir isimdir. ‘vikâye’, ‘bir şeyi eziyet ve zarar veren şeyden korumak’ demektir.304 Kelimenin terim anlamı ise şöyledir: İnsanın kendisini Allah’ın korumasına bırakması, bu sebeple de âhirette zarar verecek günahlardan çekinip sevaplara koşmasıdır.305 Ayrıca takvâya, nefsi, bir fiili yapma veya terkten dolayı kazanacağı sonuçtan korumak306, nefsin arzularını terk etmek307, nefsi günah işlemekten korumak308, nefsi korktuğu şeylerden korumak309 gibi anlamlar da verilmiştir. 300 Bakara, 2745. Al-i İmran, 3/134. 302 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XV, 401,402. 303 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XV, 401,402. 304 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 771. 305 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 457; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VI, 504. 306 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 72. 301 58 Cahiliye döneminde, takvâ, hayvan olsun, insan olsun, canlı varlığın, dışarıdan gelecek yıkıcı bir kuvvete karşı kendini savunması anlamına geldiği310 İslam’la beraber dini bir anlam kazanarak, şahsi saf dindarlık (zühd) anlamına geldiği belirtilmektedir.311 Bu kelime, İslam’la beraber o dönemdeki anlamını da ifade ederek dini bir terim anlamı kazanmıştır. Kur’an’da ittikâ ve takvâ, çeşitli yerlerde birbirinden farklı üç anlamda kullanılmıştır. Bunlardan ilki; tevhid’e sarılma, şirkten uzaklaşma demektir. Kelimenin Kur’an’da kullanıldığı ilk anlam budur: “(Allah) onları, takva sözüne (şirkten kaçınmaya, imanda sebata) tutunmalarını sağladı.”312 ayetinde ki takva, şirkten korunma anlamındadır. İkincisi, İslam’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan sakınmak, farzları , vacipleri, sünnetleri yerine getirme, haramlardan ve mekruhlardan kaçınma anlamındadır. “(O) ülkelerin halkı inanıp (günahlardan) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık.”313 ayetindeki ittika bu anlamdadır. Üçüncüsü ise, kalbi, meşgul edecek her şeyden temizleyip Allah’a tam yönelmek anlamında saf dindarlığı, tam huşûu ifade eder. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl korunmak gerekirse öylece korunun.”314 ayetinde ittika saf dindarlık, tam huşu anlamındadır.315 İnfâk ile takvâ arasındaki ilişkiye gelince, takvâ kelimesi fiil şekliyle iki ayette infâk ile beraber kullanılmıştır. Şöyleki: “Eğer eşlerinizden biri dinden dönüp kâfirlere kaçar da, sonra yaptığınız savaşta siz galip gelirseniz, eşleri gitmiş olan kocalara ganimet malından, infâk ettikleri (mehir) kadar verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.”316 “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının. Dinleyin, itaat edin ve kendinizin hayrına olarak infâk edin. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.”317 307 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 73. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 771. 309 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 454. 310 Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 20; Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağaş Tefsiri, I, 99. 311 Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 21. 312 Fetih, 48/26. 313 A’raf,.7/96. 314 Al-i İmran, 3/102. 315 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 457; Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağaş Tefsiri, I, 99. 316 Mümtehine, 60/11. 317 Tegâbün, 64/16. 308 59 Takvâlı olma Allah’ın inanan kullarından istediği en önemli davranışlardan birisidir. Kur’an’da bir çok ayette Allah kullarından takvâlı olmalarını ve bu davranışları sergileyenleri mükafatlandıracağını bildirir.318 İnfâk ile takvâ kavramı arasındaki ilişkiye gelince, infâk etme davranışı müttakilerin sıfatlarındandır. Bu iki ayette infâk emrine muhatap olanların aynı zamanda müttakiler olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde Kur’an’da bir çok ayette müttakilerin vasıfları sıralanırken onların aynı zamanda münfikler olduğu da bildirilmektedir. Şu ayetlerde olduğu gibi: “O müttakîler ki, gaybe inanırlar, namazı da doğruca kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infâkta bulunurlar.”319 “Onlar (müttakiler) sabırlı, imanlarında sadık ve samimi, Allah’ın huzurunda itaatla divan duran, mallarını infâk eden, seher vakitlerinde Allah’tan af dileyen müminlerdir.”320 Ayetlerde görüldüğü üzere müttakilerin vasıfları arasında infâk edici oldukları da bildirilmektedir. Zira takvânın tanımından hareketle, infâk etmeninde takvânın tanımının içine girdiğini söyleyebiliriz. Kişinin infâk etmesi demek kendisini, yapmadığı takdirde ceza göreceği bir eylemden koruması ve sakındırması demektir. Yani kişinin yapmadığı takdirde ahirette azap göreceği bir eylemden kendisini koruyarak sevap olan bir davranışa koşmasıdır ki bu da takvadır.321 Takvâ, insanı Allah’ın gazabından kurtaracak olan Allah korkusu, haşyet duygusudur. İnfâk da insanı Allah’ın gazabından emin kılıp onun rızasına götürecek bir ibadettir. Bu izahlardan hareketle bu kavramların lügat ve terim anlamları farklı olmakla beraber her iki kavramın da yapılması neticesinde ulaşılacak sonucun aynı olduğu ancak bu sonuca ulaşabilmek için her iki kavramında birlikte bulunması gerektiği, ve birbirlerini tamamlar nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. 7. MA’RÛF Ma’rûf, arefe fiilinden gelen bir isimdir.322 Arefe, ‘herhangi bir şeyi görünümüne ve özelliklerine bakarak duyularla kavramak, eserine bakarak tefekkür ve akıl yorarak 318 Bkz.,Al-i İmran, 3/19, 102; Nisa, 4/128, 129; Mümtehine, 60/11; Tegabün, 64/16. Bakara, 2/3. 320 Al-i İmran, 3/16, (Ayrıca bu konuyla ilgili diğer ayetler için , bkz.. Bakara, 2/194, 195; Al-i İmran, 3/133,134). 321 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 457. 322 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 236. 319 60 bir şeyi idrak etmek, nihayetine ulaşmak’ demektir.323 Arefe fiili genel olarak bilmek anlamındadır.324 Bu kökten gelen ma’rifet ve irfân kelimeleri, bu fiilin mastarlarıdır.325 Irfân veya ma’rifet, ilm’den daha özel bir manaya sahiptir. Söz gelimi, ‘fülânün ya’lemü’llâh (falan Allah’ı biliyor) denmez; fakat, ‘fülanün ya’rifü’llah’ (falan Allah’ı tanıyor) denilir.326 Ma’rûf, akıl ve şeraitle güzelliği bilinen bütün fiilleri327 ve Allah’a itaatı, O’na yaklaşmayı ve insanlara ihsanı bildiren bütün davranışları328 kapsayan bir kavram olup zıddı münkerdir.329 Ma’rûf, şeraitte güzel olan herşey330, cömertlik331, selim kalbin ve şeriatın güzelliğine hükmettiği, kitap ve sünnete uygun düşen332 kısaca hayırlı olan tüm işlere333 de denilmektedir. Ma’rûf, mârifetten esasen ‘tanınmış’ manasında sıfat olup, bundan akıl veya şeri ile güzelliği bilinen her fiile isim olmuş kapsamlı bir kelimedir, karşıtı ‘münker’dir. Adalet ve itidal, hakkaniyet, iyilik, cömertlik, tatlı dil, iyi muamale ve saire gibi güzel bulunan manalara ve güzel adetlere hep ‘ma’rûf’ denilir.334 Ma’rûf kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette geçmekte olup daha çok, iyiliği emretmek (emri bil ma’ruf)335, anne babaya iyilik336, yetimlere iyilik337, kadınlara iyilik338, güzel söz339 gibi anlamlarda kullanılmaktadır. İnfâk ile ma’rûf arasındaki ilişkiye gelince bu iki kavram Kur’an-ı Kerim’de sadece bir ayette birlikte kullanılmıştır. “Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara infâk (nafaka) edin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Bu ücret işini) Kendi aranızda uygun bir şekilde (bi ma’rûfin) 323 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramla, s. 277. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 236. 325 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 236. 326 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 560. 327 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 561. 328 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 240. 329 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 239. 330 el-Cürcânî, et-Tarifât, s. 250. 331 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 239. 332 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 281. 333 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, III, 17. 334 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 78. 335 Araf, 7/157; Tevbe, 9/71; Hacc, 22/41. 336 Lokman, 31;15. 337 En’am, 6/152; İsra, 17/34. 338 Bakara, 2/229; Nisa, 4/25; Talak, 65/6. 339 Muhammed, 47/21. 324 61 anlaşın”340 Bu ayette boşanma sonrasında kadınlarla erkekler arasında oluşan hukuktan bahsediliyor. Boşanma sonrası oluşan bu hukukta erkeklerden, kadınlara eziyet etmemeleri ve onlara karşı olan sorumluluklarında nafakalarını vermeleri, onlara güzel ve iyi (ma’rûf) muamelede bulunmaları isteniyor. Yani bu ayette ma’rûf, kadınlara iyi ve güzel davranma anlamlarına gelmektedir. Kur’an’da ma’rûf kelimesi geçtiği yerlerde genel olarak kötünün karşıtı341 olan iyi ve güzel yapılan tüm davranışları içermektedir. Bu da infâkın ‘mal gibi maddi şeylerle olabileceği gibi, mal dışında bir takım manevi şeylerle’342 yapılan tüm harcamaları ve hatta ‘saygı-sevgi ve selamdan yapılan her hangi bir hayrı’343 da kapsayan tanımıyla örtüşmektedir. Buradan hareketle anne-babaya, yetime, yoksula, akrabaya, komşuya, yolda kalmışa yapılan tüm maddi manevi infaklar aynı zamanda ma’rûf olarak da ifade edilebilir. Zira infâk etmek de Allah tarafından istenilen güzel ve iyi olan bir davranıştır. Netice itibariyle bu kavramlar birbirleri ile yakın anlamlar taşımaktadırlar. Ancak ma’rûf kavramı infâk kavramını da içine alan daha geniş bir kavramdır. Çünkü, ma’rûf iyi ve güzel olan her şeyi kapsıyor, infâk ise bu iyi ve güzel olan her şeyden sadece bir cüzü oluşturuyor. 8. SALÂT Salât, ‘ateşe attı, kızarttı’ anlamındaki saliye fiilinden türemiştir. ‘Saleyt’üş-şâte’, koyunu kızarttım demektir. Masliyye, ‘kızartılan yer’ demektir.344 Kur’an-ı Kerim’de bu kullanımlar geçmektedir. “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, kesinlikle karınlarına sadece bir ateş yerler ve yarın çılgın bir ateşe gireceklerdir (yaslavne).”345 “Küfretmenizden dolayı bugün oraya girin (islevhâ)”346 Bazı alimler, salâtın bu kelimeden türediğini ve nasıl ‘hasta olmak’ manasındaki merida fiili tef’il babına aktarılıp merada olduğunda, hastalığı gidermek manasına geliyorsa, saliye fiilinin de ‘sallâ’ olunca, Allah’ın emrettiği bir ibadet türüyle ateşi 340 Talak, 65/6. El-Behiy, a.g.e, s. 237. 342 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819. 343 Elmalı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176; II, 198. 344 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 490. 345 Nisa, 4/10. 346 Yasin, 36/64; Ayrıca, bkz, diğer kullanımlar için, A’la, 87/12; Ğaşiye, 88/4; Vâkıa, 56/94; Mücâdele, 58/7; İnşikâk, 84/12; Leyl, 92/15. 341 62 gidermek demek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumda salât, ‘ateşi giderici, Cehennemden kurtarıcı bir ibadet’ olmaktadır.347 Bazı alimlere göre de salât, ‘dua, 348 hamd ve tekbir’ anlamındadır. ‘salleytü aleyh’, ona dua ettim ve onu tezkiye ettim demektir. Kur’an-ı Kerim’de, salât kelimesi bu anlamda bir çok ayette kullanılmaktadır. “Onlar için dua et (ve salli aleyhim). Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.”349, “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ederler (yusallûne ala’n-nebiyy). Ey iman edenler! Siz de ona salat edin (sallû aleyhi) ve tam bir içtenlikle selam verin.” 350 ayetlerinde bu anlam vardır. Salât, Allah’tan mü’minlere yapıldığında, onların tezkiyesi anlamında; meleklerden mü’minlere yapıldığında, dua ve istiğfar anlamında; mü’minlerden peygamber için yapıldığında ise dua anlamında kullanılmaktadır.351 Lugat anlamını verdiğimiz salât kavramı ıstılahta ise: Peygamberimizden görüle geldiği üzere kalbe, dile ve bedene ait özel fiil ve rükünlerden meydana gelmiş, gayet düzenli, mükemmel bir ibadetin ismi352 olarak ifade edilmiştir. Yine salât, kendine has vakitlerde kendine has şartlardan, rükünlerden ve bilinen zikirlerden meydana gelen353 bir ibadettir. Türkçe de buna Farsça’dan geçme bir kelime olarak ‘namaz’ denir.354 Kur’an’da salâtın yerine getirilmesi, daha çok ‘salatı ikame etme’ şeklinde355 kullanılıp bununla beraber sallâ fiiliyle de ifade olunur.356 “İkâme, kıyam veya kıvamdan if’âl vezninde, sözlükte kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmak veya revaçlandırmak ve devam ettirmek veya özenle yerine getirmek manalarına geldiğinden namazla ilgili olmasında bu manaların birinden veya ortak değerinden güzel, belağatlı bir istiare yapılmış ve bunun için bir kelimelik ‘yusallüne’ yerine iki kelimelik ‘yukıymüne’s salata’ ifadesi seçilmiştir.”357 Aslolan, 347 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 491. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağaş Tefsiri, I, 101; el-Cürcânî,, et-Tarifât, s. 152. 349 Tevbe,9/103. 350 Ahzab, 33/56; (Ayrıca, bkz.. bu kullanımlar için: Bakara, 2/157; Tevbe, 9/99; Ahzab, 33/43). 351 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 491. 352 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 175. 353 el-Cürcânî,, et-Tarifât, s. 152. 354 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 447. 355 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 171; (Ayrıca, bkz bu kullanımlar için: Bakara, 2/3-43). 356 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 448. 357 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 172. 348 63 daha fazla kullanıldığı şekliyle ‘ikâme’dir; bu da, namazı doğrultmak, dosdoğru yapmak demektir ki, hem her türlü şartına uyarak namazı kılmayı, yani kıyamı, kıraati, rükuyu, secdeyi vb. düzgün yapmayı, hem de tam bir huşu ve tazarru halinde bulunmayı ifade eder.358 İnfâk ile salât arasındaki ilişkiye gelince bu iki kelime fiil ve isim halleriyle Kur’an-ı Kerim’de dokuz ayette birlikte kullanılmıştır.359 Bu ayetlerin bir tanesinde salât kelimesi lügat anlamıyla yani ‘dua’ anlamında kullanılmıştır.360 Diğer bir ayette de fasıklar topluluğundan bahsedilirken onların yaptıkları infakların ve kıldıkları namazların kabül edilmeyeceği bildirilmektedir.361 Çünkü bütün ibadetlerin kabul edilebilmesinin en önemli ve öncelikli sebebi imandır. Zira iman olmadan yapılan hiçbir ibadetin ki bu namaz da olsa infâk da olsa kabul edilmeyeceği362bildirilmiştir. Diğer ayetler de ise dini bir terim olan namaz anlamında kullanılmıştır. Namaz anlamında kullanılan bütün ayetlerde ikame fiilinin çeşitli terkipleriyle ‘salâtı ikame etme’ şeklinde kullanılmıştır. “O müttakîler ki, gaybe inanırlar, namazı da doğruca kılarlar (yukîmûne’ssalâte) ve kendilerini rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infâkta bulunurlar.”363 “Onlar (mü’minler) namazlarını dosdoğru kılan (yukîmûne’s-salâte) ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) infâk eden kimselerdir.”364 Bu ayetlerde ve diğer ayetlerde olduğu üzere namaz ve infâk kavramının ortak yönü, inanlarda olması gereken vasıflar olmalarıdır. Burada dikkat çeken önemli bir nokta da bu ayetlerin tümünde namazın infâk etmekten önce kullanılmış olmasıdır. Zira bu ayetleri incelediğimizde müttakilerin öncelikli vasıflarının imân olduğu, imandan sonra ise bedeni ibadet olan namaz kılmaları ve akabinde de mali ibadet olan infâk etmek olduğu bildirilmiştir. Buradan hareketle dinde öncelikle imân, daha sonra amel gelmektedir. Namaz ile infâk da bu amel kısmını oluşturan iki önemli bedeni ve mali ibadetleri teşkil etmektedirler. Dinin amel boyutuna baktığımızda da namazın infâktan 358 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 448; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 171. Bu ayetler için bkz, Bakara, 2/3; Enfal, 8/3; Tevbe, 9/54-59; Rad, 13/22; Haç, 22/35; Fatır, 35/29; İbrahim, 14/31; Şura, 42/38. 360 Tevbe, 9/99. 361 Tevbe, 9/54. 362 Tevbe, 9/53-54. 363 Bakara, 2/3. 364 Enfal, 8/3. 359 64 önce geldiğini görmekteyiz. Zira bir hadiste, “Kul ile küfür arasında salat’ın terki vardır.”365 şeklinde buyrulmaktadır. Bir insanın namazı terk ettiğinde küfre düşme ihtimali çok yüksek olup imanını kaybetme tehlikesiyle karşıkarşıya kaldığı halde infâkı terk ettiğinde böyle bir durum söz konusu değildir. Bu nedenle de namaz infâktan daha öncelikli bir ibadettir. Netice itibariyle infâk ile salat kavramları arasında lugat ve terim anlamları bakımından bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak her ikisi de Allah’ın kullarından yapmalarını istediği ve İslam dininin temel taşlarını oluşturan ibadetler olması hasebiyle birbirleriyle ilişkili kavramlardır diyebiliriz. 9. RIZIK Rızık, razeka kullanılmaktadır. 366 fiilinden türemiş bir isim olup 367 Rızık, kendisinden faydalanılan şey mastar anlamında da demekitr. Cemisi ‘erzâk’ olup iki çeşittir: Birincisi, zahiridir. Beden içindir, yiyecek gibi. İkincisi, batınidir. Kalp ve nefis içindir, marifet ve ilim gibi.368 Rızık vermek Allah’a özgü bir şeydir çünkü, rızkın sahibi O’dur; “Hiç şüphesiz, rızık veren (rezzâk), O, metin kuvvet sahibi olan Allah'tır.”369 ayetinde ifade edildiği gibi. Ancak, ‘rezzâk’ kelimesi sadece Allah’ için kullanılır.370‘Râzık’ kelimesi ise hem Allah’a hem de kullar için kullanılır. Kullar, rızkın ulaşmasına sebep oldukları için onlara da ‘râzık’ denilir.371 Rızık, öncelikle ‘yiyecek’ için kullanılırken, “Anaların yiyecek (rızguhünne) ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya borçtur.”372 genelleştirilip, kendisinden faydalanılan her şey, giyecek, mal, mevki, ilim, yiyecek, içecek, nübüvvet, marifet gibi anlamlar için kullanılır olmuştur.373 “Gökten su indirip onunla size rızık (rızgan) olmak üzere ürünler meydana getirdi.”374 Örneğin bu ayette her türlü mahsül ve meyve375 anlamında kullanılmıştır. 365 Tirmizî, Ebû Îsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî; Sünenü’t-Tirmizî, (tah: Ahmed Muhammed Şâkir. 5. cilt, tah: Kemal Yusuf Hût), Da’rul Kütübü’l-İlmiyye, I.bas, Beyrut-1987, İman, 9. 366 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 115. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 115. 368 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 115. 369 Zariyat, 51/58. 370 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 351. 371 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 351-352. 372 Bakara, 2/233. 373 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 429. 374 Bakara, 2/22. 367 65 “Dedi ki: «Ey kavmim görüşünüz nedir-söyler misiniz? Ya ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da beni kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa (ve razegani minhü rızgan hasenen)”376 Bu ayette de ‘rızık’ kelimesi ‘nübüvvet’377 anlamın da kullanılmıştır. “Ve gece ile gündüzün ihtilâfında ve Allah'ın gökten bir rızık (min rızgın) indirip onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde.”378 Bu ayette de ‘rızık’ kelimesi, ‘yağmur’379 anlamında kullanılmıştır.380 Rızık, dünyada ve ahirette verilen şey, nasip anlamında381 olup maddi olan, yeme, içme, giyme gibi mutlak yararlanılan şeyler anlamında olduğu gibi maddiyattan başka ilim gibi maneviyatı da içerir. 382 Allah’ın yaratıklarına hayırdan verdiği ve kendisiyle faydalanılan her hayır rızıktır. “ Rabb’nin rızkı (ve rızgu rabbike) hem daha hayırlı hemde daha süreklidir.”383 Bu şekilde, bir bakıma rızık, hayır ve halk (yaratma) birleşmektedir. Her rızık, hayır ve mahluktur; her halk, rızık ve hayırdır.384 Verilen bir şeyin rızık olması için ele mutlaka ulaşması ve kendisinden yararlanılması şarttır. Bu bakımdan, kendisinden yararlanılmayan ve ele ulaşmayan şeylere rızık denmez. 385 Bu açıklamalardan sonra infâk ile rızık arasında ki ilişkiye gelince bu iki kelimenin on yedi ayette birlikte kullanıldığını görüyoruz. Bir yerde ism-i fail (râzık)386 şeklinde iki yerde isim (rızık)387 şeklinde diğer on dört yerde ise fiili mazi388 şeklinde kullanılmıştır. Şimdi bu ayetleri inceleyelim: “Kendilerine rızık olarak verdiğimiz (ve mimmâ razagnâhüm) şeylerden infâk ederler.”389 375 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 230. Hud, 11/88. 377 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 231. 378 Casiye, 45/5. 379 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 499. 380 Ayrıca, bkz., Rızık kelimesinin diğer anlamlarda kullanımları için: Kâf, 52/11; Meryem, 19/62. 381 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 351. 382 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 499. 383 Taha, 20/131. 384 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 430. 385 Ünal. Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 428. 386 Sebe, 34/39. 387 Talak, 65/7; Sebe, 34/39. 388 Bakara, 2/3, 254; Nisa, 4/39; Enfal, 8/3; Rad, 13/22; Münafikun, 63/10; Haç, 22/35; Kasas, 28/54; Secde, 32/16; yasin, 36/47; Fatır, 3529; Nahl, 16/75; İbrahim, 14/31. 389 Bakara, 2/3. 376 66 “Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan (mimmâ razagnâhüm) Allah yolunda infâk edin.”390 “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (ve mimmâ razagnâhüm) infâk edenlerdir.”391 Bu ayetlere baktığımızda buralarda geçen ‘rızık’ kelimesinin; Allah’ın vermiş olduğu mallar392, Allah’ın rızık olarak nasip ettiği şeyler393, Allah’ın rızık olarak kendilerine nasip ettiği maddi ve manevi şeyler394 anlamına geldiğini görmekteyiz. Bununla beraber diğer ayetleri de incelediğimizde rızık kelimesinin aynı anlamlara geldiğini görüyoruz. Rızkın infâk kavramıyla olan en önemli bağı, rızkın infâk için bir önkoşul niteliğinde olmasıdır. Zira ayetleri incelediğimizde infâkın rızık olarak verilen şeylerden yapıldığını görmekteyiz. Eğer Allah tarafından ihsan edilen rızık olmasa idi infak da olmazdı. Çünkü infâk yapılması istenilen her ayette infâkın rızık olarak verilen şeylerden yapılması istenmektedir. Bu yönüyle infâk ile rızık arasında sıkı bir bağ olduğunu görüyoruz. Ayrıca, tanımlarından hatırlayacağımız üzere infâkın maddi (yiyecek, içecek, mal vb.) ve manevi (ilim, saygı, sevgi, vb.) olacağını söylemiştik. Aynı şekilde Allah tarafından verilen rızıkta, maddi (yiyecek, içecek, mal vb.) ve manevi (ilim, marifet, mevki, vb.) olabilir. Bu durumda maddi olarak verilen şeylerden maddi olarak, manevi olarak verilen şeylerden de manevi olarak infâk edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Netice olarak infâk ile rızık arasında lügat olarak herhangi bir anlam yakınlığı olmamakla beraber ıstılahî noktada birbirlerini tamamlar nitelikte yakın bir ilişki olduğunu görmekteyiz. 10. FÎ SEBÎLİLLÂH 390 Bakara, 2/254. Enfal, 8/3. 392 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2, 177; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 127; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 270. 393 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 560. 394 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 175. 391 67 Fî Sebîlillâh, bir tamlama olup sebîl ve Allâh lafzından oluşur. Sebîl, ‘işlek yol395, üzerinde kolayca yürünen yol’ anlamında olup çoğulu ‘sübül’ dür. 396 Sebîl kelimesi Kur’an’da, çare, imkan ve delil gibi anlamlarda da kullanılmaktadır: “Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol (min sebîlin) var mıdır?”397, “O’dur ki yeri size beşik yaptı. Orada sizin için yollar (sübülen) ve geçitler açtı.”398, “Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları (ve sübülen) yarattı.”399 Bu ayetlerde Sebîl kelimesi, insanların yürüdüğü yollar manasına geldiği gibi imkan, çare ve delil gibi anlamlara da gelmektedir.400 Fî Sebîlillâh ise tamlama olarak, Allah’a çağıran hidayet yolu, gönülden yapılan tüm hayır işler, nafileler ve farzlar gibi kendisiyle Allah’a gidilen bütün halis ameller, Allah’ın hayır olarak yapılmasını emrettiği her şey yani Allah’a götüren tüm yollar401 anlamlarına gelmektedir. Fî Sebîlillâh, ‘cihad’ anlamında da kullanılmaktadır.402 Yani fî Sebîlillâh kavramı, İslami örfte cihada has isim olmuştur.403 İnfâk ile fî Sebîlillâh kavramı, yedi ayette birlikte kullanılmıştır.404 Şimdi bu kullanımları inceleyelim. “Allah yolunda infak edin (ve enfikû fî sebîlillâh), kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, işlerinizi iyi yapın.”405 Bu ayette ‘ve enfikû fî sebîlillâh’ ile cihad yolunda gerekli ihtiyaçları tedarik için malın infâk edilmesi kastedilmiştir. 406 İbn Kesir: ‘ve enfikû fî sebîlillâh’ yani Allah yolunda infâkı emreden bu ayetin mazmununda, ‘fî tâatillâh’ın yani Allah’a kulluk, Allah’a ibadet, Allah’a itaat sayılacak davranış ve ameller için infâk yapmanın kastedildiğini, özellikle de düşmanlarla savaş 395 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 116. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 395; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 319. 397 Mü’min, 40/11. 398 Taha, 20/53. 399 Nahl, 16/15. 400 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 120. 401 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 319-320. 402 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 320; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 166. 403 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 264. 404 Bkz., Bakara, 2/195, 261, 262, 273; Enfal, 8/60; Hadid, 57/10; Muhammed, 47/38. 405 Bakara, 2/195. 406 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 18. 396 68 (kıtâl) için malın dağıtılması ve düşmanlara karşı Müslümanları güçlendirecek şeyler için infâk yapmanın emredildiğini söylemiştir.407 “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin (yünfikûne emvâlehüm fî sebîlillâh) durumu.”408 “Mallarını Allah yolunda infak eden (yünfikûne emvâlehüm fî sebîlillâh) sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayan ve gönül incitmeyen kimselerin durumu.”409 İbn Kesir, bu ayette Said ibn Cübeyrin fî sebîlillâh’ ile fî tâatillâh’ın yani, Allah yolunda, Allah’a kulluk yolunda infâkın kastedildiğini söylediğini bildirmiştir. Mekhul der ki: “Allah yolunda infâk ederler” ifadesi ile, “besili atlar yetiştirerek ve silah hazırlayarak cihad yolunda/cihad için infâk etmek” kastedilir.410 Elmalılı ise, Allah yolunda, din uğrunda gönülden arzulayarak ve tam bir rıza ile infâk edilenlerin yani gerek farz ve vacip gerek nafile ve tatavvu (müstehap ve mendup gibi ibadetler) olsun hayır ve hasenata mal harcama anlamında olduğunu söylemiştir.411 “Allah yolunda her ne infâk ederseniz (ve mâ tünfikû min şeyin fî sebîlillâhi), onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.”412 İbn Abbas ve İbn Kesir, bu ayette de “Allah yolunda infâk ederler” ifadesi ile yukarıdaki anlamların kastedildiğini söylemişlerdir.413 “(Sadakalarınızı), kendilerini Allah yoluna (fî sebîlillâh) adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Hayırdan ne infâk ederseniz (vemâ tünfikû min hayrin), şüphe yok ki, Allah onu bilir.”414 Bu ayette diğer ayetlerden farklı olarak Allah yolunda olan fakirlerden bahsedilmektedir. Elmalılı, bu fakirlerin din uğrunda kendilerini ilme ve cihada 407 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 469; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 30. Bakara, 2/261. 409 Bakara, 2/262. 410 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 624. 411 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 164. 412 Enfal, 8/60. 413 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 184; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 330. 414 Bakara, 2/273. 408 69 adayanlar415 olduğunu söylemektedir. Örnek olarak verdiğimiz bu ayetlerden anlaşılacağı üzere, fî sebîlillâh kelimesi, genel olarak Allah’ın isteği doğrultusunda yapılan tüm hayır ve hasenatı içermekle beraber çoğu yerde yukarıda ifade ettiğimiz gibi İslami örfte cihada has isim olarak bu anlamda da kullanılmaktadır. İnfâk kelimesi ile olan en önemli bağı ise, Kur’an’da infâk edilecek yerlerin “fakirler416 ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolcular”417 olduğu söylenmektedir. İşte infâk ile fî sebîlillâh kelimesinin ilişkisi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Allah’ın kullarından yukarıda infâk etmelerini saydığı yerlerle beraber kullarından Allah yolunda (fî sebîlillâh) infâk etmelerini de istemektedir. Bu yönüyle infâk ile fî sebîlillâh arasında önemli bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Bu kelimelerin arasında gerek lugat gerek terim anlamında herhangi bir ilişki olmamakla beraber Allah yolunun da infâk edilecek yerlerden birisi olması hasebiyle aralarında bir bağ olduğunu görüyoruz. 11. ÎSÂR Îsâr, esera kökünün if’âl babının, êsera kökünden türemiş bir mastardır. Êsera fiili ‘ikram etmek, tercih etmek, üstün tutmak, bir kişiyi kendi nefsine tercih etmek, anlamlarına gelir.418 Îsâr’ın ıstılahî manasını ise şöyle tarif etmişlerdir: Îsâr, başka birisine fayda sağlamak ve ondan bir zararı gidermek için başkasını kendi nefsinin önüne geçirmek olup bu da kardeşliğin son aşamasıdır.419 Îsâr, ‘bir kişinin başkasını kendi nefsine tercih etmesi, üstün tutması’ anlamındadır.420 Şu ayetler de olduğu gibi: “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar (yü’sirûne alâ enfüsihim).”421 Bu ayette ensarın göstermiş olduğu îsâr örneği anlatılmaktadır. Kendilerinin ihtiyaçları olmalarına rağmen muhacirleri kendi nefislerine tercih etmektedirler. Elmalılı, burada kardeşlerinin ihtiyaçlarını kendilerininkinden daha etkili ve daha üstün 415 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 197. Bakara, 2/273 417 Bakara, 2/215. 418 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IV, 7. 419 el-Cürcânî, et-Tarifât, s. 49. 420 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 62. 421 Haşir, 59/9. 416 70 tutarak onları kendi nefislerine tercih ederek onları öne geçirdiklerini ve bu davranışın (îsâr) ahlakın, tok gözlülüğün en yüksek mertebesi olduğunu söylemektedir. 422 İbn Abbas da, mallarını ve evlerini vererek onları kendi nefislerine üstün tuttuklarını ifade eder.423 Bu ayette îsar, kelimesi İslam’i literatüründeki terim anlamında kullanılmıştır. “Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur (êserake); doğrusu biz suç işlemiştik, dediler.”424 Bu ayette, Allah seni (Yusufu) bizden üstün tuttu425 anlamındadır. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere îsâr kelimesi burada lugat anlamında kullanılmıştır. “Fakat siz, dünya hayatını tercih (bel tü’sirûne) ediyorsunuz.”426 İbn Abbas, dünya hayatından kastın, dünya işlerini ve dünya sevabını ahiret sevabına tercih ettiklerini ifade etmektedir.427 Bu açıklamaktan da anlaşıldığı üzere yine burada da îsârın lugat anlamında kullanıldığını anlıyoruz. İnfâk ile îsâr arasındaki ilişkiye gelince bu iki kelime hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Lugat anlamlarını incelediğimizde de bu iki kelime arasında bir bağ olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak ıstılahî anlamda aralarında bir anlam ilişkisi olduğu görülmektedir. Şöyle ki: “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda infak ederler, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.”428 Bu ayette infâk edenlerin rahat oldukları zamanlarda da sıkıntılı oldukları zamanlarda da infâk ettikleri ifade edilmektedir. Bir insanının infâk etmesi demek kendi elinde olan maddi ve manevi imkanlarından başkalarına verebilmesi demektir ki bu da başkalarını kendi nefsine tercih etmek, onları kendinden önce düşünmek ve daha öne alarak onları daha üstün tutmak demektir ki bu olaya da zaten ‘îsâr’ denilmektedir. Özellikle insanının sıkıntılı anlarında kendi ihtiyacı olduğu halde başkalarına infâk etmesi onları kendi nefsinden ne kadar üstün ve öncelikli tuttuğunun ve onları kendi nefsine tercih ettiğinin açık göstergesidir ki bu durum da tam bir ‘îsâr’ olayıdır. Zira kişinin başkasını kendi nefsine tercih ederek ona kendi ihtiyacı olduğu halde yaptığı her türlü ‘îsâr’ davranışı da aynı zaman da infâktır diyebiliriz. 422 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 222. İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 547. 424 Yusuf, 12/91. 425 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 246. 426 A’la, 87/16. 427 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 592. 428 Al-i İmran, 3/134. 423 71 Netice itibariyle, yapılan bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere infâk ile îsar arasında sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Hatta bu kelimelerin ıstılahî olarak hemen hemen aynı anlamlara geldiğini söylesek yanılmamış oluruz. Zira daha önce de söylediğimiz gibi Kur’an’da bir çok kavramı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak oldukça zordur. İşte îsar ile infâkı da kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zor görünmektedir. Böylece îsârın da infâk ile yakın anlam ilişkisi içinde olduğunu görüyoruz. 12. KERÎM- İKRÂM Kerîm,, kerame fiilinden ism-i faildir. Kerame, ‘kolayca vermek, cömert olmak, bol bol vermek’429 anlamlarındadır. Bu fiilleri yapana da ‘kerîm’ denilir.430 Kerîm, Allah’ın sıfatı ve isimlerinden olup; hayrı bol olan, elli açık cömert olarak vermesi bitip tükenmeden devamlı veren anlamındadır.431 Kerîm, bütün hayır, şeref ve faziletleri ve bütün övülen şeyleri kapsayan bir isimdir.432 Şu ayetlerde olduğu gibi: “Şüphesiz o; şerefli (kerîmün) bir Kur'an'dır.”433, “o ikisine de güzel söz (kavlen kerîmen) söyle”434 Kerîm, cahiliye döneminde kusursuz bir şecere ile şeçkin bir ataya dayanan, asilzade insanın şerefini ifade ederdi. Araplara göre fazilet sahibi, müsrif ve sınırsız cömert olmak, insan şerefinin en güzel delili idi. Onlarda ‘kerim’, israf derecesinde cömert olan kişi demekti. Hatta Araplar, bütün varını yoğunu sarf ederek nesi var nesi yok hepsini saçıp savurarak ertesi sabah çok kötü bir duruma, fakr-u zaruret içinde perişan duruma düşmeyi en yüksek mertebe sayarlardı. 435 Önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gibi kerim kelimesi özellikle cahiliye döneminde cömertlik anlamında dolayısıyla da o dönemde ki infâk anlamında kullanılmıştır. Bu fiilin if’âl babından mastar olarak gelen ‘ikrâm’ ise ‘şeref, saygınlık, cömertlik’ gibi anlamlara gelmektedir.436 Şu ayette olduğu gibi: “Ancak, yüce ve cömert (ve’likrâm) olan Rabbinin varlığı bakidir”437 Bu ayette ‘ikrâm’ kelimesi cömert yani bol 429 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 509-510. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 707. 431 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 510. 432 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 510. 433 Vâkıa, 56/77. 434 İsra, 17/23. 435 Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 42-43. 436 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 512-513; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 707. 437 Rahman, 55/27. 430 72 bol veren, ihsân eden anlamında kullanılmıştır. Bu kavramlar ile ilgili bu açıklamalardan sonra konumuz olan infâk ile aralarındaki ilişkiye geçebiliriz. İnfâk ile bu kavramlar Kur’an-ı Kerim’de hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi gerek cahiliye döneminde gerekse İslam sonrası dönemde bu kavramların gerek lugat anlamlarını gerekse ıstılahî anlamlarını düşündüğümüzde genel olarak ‘ikrâm etme, verme, ihsân etme kısacası cömertlik’ anlamında kullanılmıştır. İşte infâk ile aralarındaki ilişkide bu noktada ortaya çıkmaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, infâk kavramını Türkçe olarak karşılayacak en genel ve doğru kelimenin İbn Teymiyye’nin de dediği gibi ‘cömertlik’ olduğunu söylemiştik. Bu durumda bu kavramların da genel olarak özellikle cahiliye döneminde ‘cömertlik’ anlamında kullanıldığını düşündüğümüzde infâk ile hemen hemen aynı anlamları ifade ettiğini dolayısıyla da infâk kavramının yakın anlam alnına giren kelimelerden olduğunu söyleyebiliriz. Netice itibariyle bu kavramları Kur’an’daki bir çok kavram gibi infâk kavramından kesin çizgilerle ayırmak oldukça zordur. 13. ÎTÂ Îtâ, eta fiilinin if’âl babından mastardır. İf’âl babında bu fiil, ‘vermek, getirmek anlamındadır.’438 Şu ayetlerde olduğu gibi: “Mûsâ yardımcısına: Getir (êtinâ) artık kahvaltımızı dedi, gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.”439 Bu ayette bu fiil getirmek anlamın da kullanılmıştır. “İmân edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler (ve êtevû’z-zekâte) var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır.”440 Bu ayette ise vermek anlamında kullanılmıştır. Îtâ, vermek demek olup Kur’an-ı Kerim’de bu kelime sadaka verme anlamına has kılınmıştır.441 Şu ayetler de olduğu gibi: “Onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi koruyamamaktan (ve îtâe’z-zekâti) vahyettik.”442, korkmadıkça kadınlara “İkisi Allah'ın yasalarını verdiklerinizden (mimmâ 443 eteytümûhünne) bir şey almanız size helal değildir.” , “İmân edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler (ve êtevû’z-zekâte) var ya, onların mükâfatları 438 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIV, 17; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 61. Kehf, 18/62. 440 Bakara, 2/277. 441 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 61. 442 Enbiya, 21/73. 443 Bakara, 2/229. 439 73 Rableri katındadır.” 444 Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi îtâ sadaka verme anlamında kullanılmıştır. Bilindiği üzere ‘sadaka’, vacip veya tatavvu yani nafile olmak üzere iki kısımdır ki vacip olan kısmı zekat diye isimlendirilir. Her iki kısmın da farklı çeşitleri vardır.445 Bu kavram ile ilgili yaptığımız kısa açıklamadan sonra infâk ile aralarında ki ilişkiye geçebiliriz. İnfak ile îtâ kelimeleri Kur’an-ı kerim’de hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Ancak her iki kelimenin de lügat ve Kur’an’da ki kullanımlarını düşündüğümüzde aralarında sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Îtâ, lügat olarak vermek anlamındadır aynı şekilde infâkta vermek anlamındadır. Bu kelimelerin Kur’an’da ki kullanımlarına baktığımızda, îtâ özellikle farz (zekat gibi) ve nafile (hayırlı işlerin hepsi) yi içine alan bir kavram olan ‘sadaka’446 anlamında kullanılmıştır. Buradan hareketle infâkın da ‘farz olsun nafile olsun, tüm hayır yollarına yapılan harcamadır.’447 Şeklinde ki tanımından ve Seyyid Kutub’un, ‘İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekatta infâkın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.448 Şeklinde ki tanımından hareketle bu iki kelimenin gerek lügat gerekse ıstılahî anlamda aynı anlamları ifade ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca zekat’ın zorunlu infâk, sadaka’nın da gönüllü infâk kısmına449 girdiğini düşündüğümüz dede infakın, îtâyı da içine alan ondan daha geniş bir kavram olduğunu görürüz. Îtâ kelimesinin infâk ile önemli bir ilişkisi de bu kelimenin, cahiliye döneminde de infâk düşüncesini ifade eden kelimelerden birisi olmasıdır. Daha önce de cahiliye dönemi şiirlerini incelediğimiz de o dönemde infâk düşüncesini ifade eden kelimelerin nefaka kökünden gelen kelimeler olmayıp, ‘kerîm, it’am, îtâ, bezl, cûd’ gibi köklerden gelen kelimeler olduğunu tespit etmiştik. Görüldüğü üzere bu iki kelime birlikte aynı ayetlerde kullanılmamakla beraber gerek cahiliye dönemi gerekse İslam sonrası dönemde aynı anlamlarda kullanılmıştır. 14. İT’ÂM 444 Bakara, 2/277. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 192; IV, 259. 446 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 61. 447 İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, I, 66. 448 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 81. 449 Yürekli, a.g.e, s. 88, 118. 445 74 İt’âm, taame fiilinin if’âl babından mastardır.450 İt’âm, meyvenin olgunlaşması, ağacın meyvesinin olması, Allah’ın birisine rızık vermesi, yiyecek vermesi ve doyurma gibi anlamlara gelmektedir. 451 “Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin (ve ed’ımû).”452, “Onlara; Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden infâk edin, denildiğinde; o küfredenler iman etmiş olanlara dediler ki: Dilediği takdirde Allah'ın doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım (enudımü men lev yaşêül’lâhü ed’amehû)?”453 Bu ayetlerde bu kelime doyurma, yedirme anlamında kullanılmıştır. Rızkın tanımından da hatırlayacağımız üzere, ‘rızık, Allah’ın yaratıklarına hayırdan verdiği ve kendisiyle faydalanılan her hayrı454, dünyada ve ahirette verilen şey, nasip anlamında455 olup maddi olan, yeme, içme, giyme gibi mutlak yararlanılan şeyler anlamında olduğu gibi maddiyattan başka ilim gibi maneviyatı da içerir. 456’ Allah’ın doyurması, yedirmesi de Allah’ın verdiği rızık içerisinde yer almaktadır. Yiyecek anlamındaki ‘taâm’ kavramının da bu kökten geldiğini457 düşündüğümüzde ‘it’âm’ kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de daha ziyade yedirme, doyurma anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler (yud’ımûna).”458, “Onları açlıktan (kurtarıp) doyurdu (ellezî ed’amehüm) ve onları korkudan emin kıldı.”459, “De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği (ve hüve yud’ımü) halde yedirilmeyen (ve lâ yud’amü) Allah'tan başkasını mı dost edineceğim”460, “Onlardan bir rızık istemem; beni doyurmalarını da istemem (ve mâ urîdu en yud’ımûni).”461 Ayetlerden de anlaşılacağı üzere ‘it’âm’ kavramı ‘doyurma ve yedirme’ anlamında kullanılmıştır. İt’âm kavramı ile ilgili yaptığımız bu kısa açıklamadan sonra konumuz olan infâk ile aralarında ki ilişkiye geçebiliriz. İnfâk ile it’âm kavramları Kur’an-ı Kerim’de sadece 451 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 367. Hac, 22/36. 453 Yasin, 36/47. 454 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 428. 455 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 351. 456 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 499. 457 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 363. 458 İnsan,76/8. 459 Kureyş, 106/4. 460 En’âm, 6/14. 461 Zâriyat, 51/57. 452 75 bir ayette fiil şekliyle iki defa462 kullanılmıştır. Şöyle ki: “Onlara; Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden infâk edin, denildiğinde; o küfredenler iman etmiş olanlara dediler ki: Dilediği takdirde Allah'ın doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım (enudımü men lev yaşêül’lâhü ed’amehû)?”463 İnfâk kavramının şu şekilde ki: ‘İnfâk: Tarafı ilahiden ihsan buyrulmuş olan nimetlerden bir kısmını ailelerine bir kısmını da zekat ve sadaka olarak muhtaç kimselere harcamaktır.464, İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır.465’ tanımını düşündüğümüz de yine aynı şekilde bu ayette de, it’âm kavramının, Mekkeli kafirlerden466 fakir ve ihtiyaç sahibi olan Müslümanlara sadaka ve yardım etme467 anlamında kullanıldığını düşündüğümüz de bu kavramların aynı anlamlar ifade ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bu kavramın Kur’an’daki kullanımlarının da ‘doyurma ve yedirme’ anlamında olduğunu söylemiştik. Bu yönüyle de bu kavramın diğer kullanımlarının da infâkla aynı anlama geldiğini söyleyebilir. Bununla beraber infâk kavramının it’âm kavramından daha kapsamlı olduğunu da göz ardı etmememiz gerekir. Yine aynı şekilde Hz. Muhammed’in, “Sadakanın en faziletlisi, aç olan her hangi bir canlıyı doyurmandır.”468 Şeklindeki hadisi şerifini düşündüğümüzde de ‘it’âm’ kavramının sadaka anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Sadakanın da infâkın kısımlarından gönüllü infâk469 kısmına girdiğini düşündüğümüzde de bu kavramların gerek lügat gerekse ıstılahı olarak aynı anlamlar ifade ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bu kavramın daha öncede değindiğimiz gibi cahiliye döneminde de infâk düşüncesini ifade eden kavramlar arasında kullanıldığını söylemiştik. Netice itibariyle infâk ile it’âm kavramları arasında gerek İslam öncesi gerekse İslam sonrası dönemde çok yakın anlamları ifade edecek şekilde sıkı bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her iki kavramda benzer işleri anlatmaktadır. Buradan hareketle it’âm kavramının, infâk kavramının yakın anlam alnına giren kavramlardan olduğu sonucuna ulaşabiliriz. 462 Yasin, 36/47. Yasin, 36/47. 464 Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, I, 15. 465 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 81. 466 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 443; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VI, 188. 467 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs , s. 443; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili ,VI, 188; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, V, 316. 468 Hindî, Alâüddin Ali el-Müttakî b. Hüsamüddîn, Kenzü’l-ummal fî Süneni’l Ekvâli ve el-Efâli, Beyrut1993,VI, s. 422 (nr: 16359). 469 Yürekli, a.g.e, s. 118-119. 463 76 15. SADAKA Sadaka, sadaka fiilinin mastarı olan ‘sıdktan türeyen bir isimdir. Sıdk, ise ‘doğruluk, şecaat, salâbet ve kemal’ anlamındadır.470 Sadaka fiil olarak kullanıldığında ise: ‘Gerçeği söylemek, bir şey hakkında doğru söylemek’, yani yalan söylemenin zıddı demektir. Ayrıca ‘verdiği sözü tutmak, vaadini tutmak, öğüt vermek’ gibi anlamlara da gelmektedir.471 Sadaka, Kişinin Allah’a yaklaşmak maksadıyla karşılıksız olarak fakire, miskine ve diğer ihtiyaç sahiplerine malından verdiği şeydir.472 Sadakanın farz olan şekline zekât denilirken, sadaka daha çok nafile olan infâk için kullanılmaktadır.473 İnfâkta vacip ve nafile olarak ikiye ayrılmakta idi.474 Cürcâni sadakanın, ‘kendisiyle Allah’tan sevap istenilen hediye olduğunu’ söyler.475 Elmalılı ise şöyle tanımlamaktadır: “İnsanın malından yalnız Allah için ihtiyaç sahibine mülk olarak verilmek üzere çıkardığı vergidir. Allah’a gerçek olarak bağlılığın, sıdk ve sadakat anlamından alınmıştır. Sadaka vermek demek olan tasaduk kelimesi de ‘doğruluğun araştırılması’ anlamını içerir. Sadaka kavramında üç asli nitelik vardır: Fakr yani ihtiyaç, mülk olarak verme ve Allah için olmak. Sadaka her şeyden önce vacip veya tatavvu yani nafile olmak üzere iki kısımdır ki vacip olan kısmı zekat diye isimlendirilir. Her iki kısmında farklı çeşitleri vardır.”476 Zekat’a sadaka adı verilmesi de iki bakımdandır. Birisi malın temizlenmesiyle sıhhat ve kemaline sebep olması, diğeri de imânda sıdk ve kemale işaret etmesidir ki her sadakada bu manalar vardır.477 İnsanın, sıdkını ortaya koyma, Allah’ın emanetini O’nun yolunda kullanma yollarından olan infâk için verilen mala sadaka denilir; insan, malının bir miktarını, verilmesi istenen ve gereken yerlere ve kişilere vermekle, Allah’ın infâk edin emrini yerine getirdiğini ve dolayısıyla Allah’a inanıp hükümlerini tasdik ettiğini ortaya koymuş olur.478 470 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 196. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 193-194-195. 472 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 196; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 480. 473 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 479-480. 474 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819. 475 el-Cürcânî, Tarifât, s. 151. 476 Elmalı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 259. 477 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili , II, 192. 478 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 467. 471 77 Bu kavram ile ilgili bu açıklamalardan sonra konumuz olan infâk ile olan ilişkisine geçebiliriz. Öncelikle infâk ile ilgili birkaç tanımı hatırlayalım: ‘İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekat ise infakın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.479 İnfâk: İbn Cüreyc ve Said b. Cübeyr’in görüşüne göre: Farz olan zekatla beraber nafile veya müstahap olan harcamalara denilir.’480 Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere sadaka ve sadakanın bir cüzü olan zekatta dahil olmak üzere hayır yolunda yapılan tüm harcamalara infâk denilmektedir. Aynı şekilde şimdi de sadaka ile ilgili bazı tanımlamalara göz atalım: ‘Sadakanın farz olan şekline zekât denilirken, sadaka daha çok nafile olan infâk için kullanılmaktadır.481, İnsanın, sıdkını ortaya koyma, Allah’ın emanetini O’nun yolunda kullanma yollarından olan infâk için verilen mala sadaka denilir.482’ İnfâk ve sadaka kavramları için yapılan bu tanımlamalara baktığımızda infâkın sadakayı da içine alan daha geniş bir kavram olmasına rağmen hemen hemen aynı anlamlar ifade ettiğini görmekteyiz. Sadaka kelimesi bazı ayetlerde farz olan zekat anlamında kullanılmıştır. şöyle ki; “Zekâtlar (innama’s-sadakâtü) sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu.”483 “Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.”484 Bu ayetlerde sadaka kelimesi farz olan zekat anlamında kullanılmıştır.485 Aynı şekilde infâk kelimesi de bazı ayetlerde farz olan zekat anlamında kullanılmıştır. “Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler (yünfikûna).”486 Bu ayette de infâk kelimesi farz olan zekat anlamında kullanılmıştır.487 İnfâk kelimesi farz olan zekat anlamında kullanıldığı gibi nafile olan sadaka anlamında da kullanılmaktadır. “Onlara: «Size Allah'ın rızık olarak verdiklerinden 479 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 81. Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münîr, II, 15. 481 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 479-480. 482 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 467. 483 Tevbe, 9/60. 484 Tevbe, 9/103. 485 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 437; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 192, IV, 259. 486 Bakara, 2/3. 487 Taberi, Câmiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, Beyrut, I. Baskı 1992; I, 137; İbn Kesir, Tefsirü’lKur’an’i’l-Azim, I, 158; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176. 480 78 infâk edin (enfikû)» denildiği zaman.”488 Bu ayette de Mekkeli kafirlerden, fakir Müslümanlar sadaka ve yardımda bulunmaları istenmektedir. İnfâk kelimesi bu ayette nafile olan sadaka anlamında kullanılmıştır.489 İnfâk kelimesi Enfal suresinde de ise hem farz olan zekat hem de nafile olan sadaka anlamında kullanılmıştır. “Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler (yünfikûna).”490 Bu ayette infâk kelimesi vacip ve nafile olan zekat ve sadakaya şamil bir anlamda kullanılmıştır.491 İnfâk kelimesi ile sadaka kelimesi ise Kur’an-ı Kerim’de sadece bir ayette birlikte kullanılmıştır: “Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infâk eden (kellezî yünfiku mê lehû) gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı (sadegâtihüm) geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez) ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.”492 Bu ayette gösteriş olsun diye yapılan infâk ile sonunda minnet (başa kalkma) ve gönül incitme olan sadakanın kabul edilmeyeceği anlatılmaktadır. Bu ayetin öncesindeki ayette de sonunda minnet (başa kalkma) ve gönül incitme olmayan infakların kabul edileceği ve sonunda minnet (başa kalkma) ve gönül incitme olan sadaka vermektense onun yerine tatlı dil ve bağışlamanın daha güzel olacağı bildirilmektedir. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere burada infâk ile sadaka kavramları aynı anlamlarda kullanılmıştır.493 Burada ki infâk ile sadaka vacip olan zekat anlamında olmayıp nafile olan sadaka anlamındadır. Netice itibariyle infâkın, ‘zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır’ şeklindeki tanımıyla; sadaka’nın farz olan şekline zekât denilirken, sadaka daha çok nafile olan infâk için kullanılmakla beraber, insanın, sıdkını ortaya koyma, Allah’ın emanetini O’nun yolunda kullanma yollarından olan infâk için verilen mala sadaka denilir. Şeklindeki tanımından hareketle sadakanın, infâkın gönüllü olan 488 Yasin, 36/47. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VI, 188; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 443. 490 Enfal, 8/3. 491 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 270; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 177. 492 Bakara, 2/264. 493 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 628. 489 79 kısmını oluşturan harcamalara girdiğini söyleyebiliriz. Bununla beraber sadakanın, infâkın bir cüzü olmasına rağmen infâk ile aynı anlama geldiğini de görmekteyiz. 16. ZEKÂT Zekat, zekâ fiilinden müştak mastardır. Bu fiil, ‘arttı, fazlalaştı, çoğaldı, iyi (salaha) oldu’ gibi anlamlara gelmektedir.494 Ürün bereketlenip arttığında da ‘zekâ’z-zer’u’ denilir. 495 Zekat ise lügat olarak: ‘temiz, artma, bereket, övgü ve doğruluk (salâh)’ anlamlarına gelmektedir.496 Istılahî olarak ise zekat, insanın malını temizlemek için ondan çıkarttığın şey497, yada insanın, Allah’ın hakkından fakire çıkarıp verdiği şey olup, hem malı temizleme hem nefsi temizleme yani hayır ve bereketin artması umulduğundan isimlendirilmiştir. böyle 498 Nefsin tezkiyesi ve temizlenmesi ile insan dünyada övülen vasıfları, ahirette de sevabı hak eder. Bu insanın ondaki (zekat) temizliğe talip olması demektir. Bundan dolayı da tezkiye kulun kesp etmesinden dolayı bazen kula nispet edilir. Şu ayette olduğu gibi: “Nefsini temizlemiş olan (men zekkêhê) şüphe yok ki, felâha ermiştir.”499 Bazen de gerçekte bu işin faili Allah olduğundan Allah’a nispet edilir. Şu ayette olduğu gibi: “Kendi nefislerini temize çıkaranları (yüzekkûne enfüsehüm) görmüyor musun? Hayır! Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır (yüzekkî men yeşêü). Onlara kıl kadar zulmedilmez.”500 Bazen de insanların ona (tezkiye) ulaşmasına vasıta olduğundan dolayı peygamberlere izafe edilir. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Onların mallarından bir sadaka al, onunla kendilerini temizlemiş, kötülüklerden arındırmış olursun (tüzekkîhim).”501, “Nitekim size içinizden; ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran (ve yüzekkîküm) kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmediğiniz şeyleri bildiren bir peygamber gönderdik”502 bu ayetlerde de tezkiye işi peygambere izafe edilmiştir. Bazen de ona (tezkiye) alet olan kullara nispet edilir. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı 494 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIV, 358; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 370. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIV, 358; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 370. 496 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIV, 358; el-Cürcânî, et-Târifât, s. 129. 497 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIV, 358. 498 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 371. 499 Şems, 91/09. 500 Nisa, 4/49. 501 Tevbe, 9/103. 502 Bakara, 2/151. 495 80 ve temizlik (ve zekêten) verdik. O, çok sakınan bir kimse idi.”503, “Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz (zekiyyen) bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.”504 Görüldüğü üzere bazen insana, bazen Allah’a, bazen peygamberlere, bazen de Allah’ın salih kullarına nispet edilmiştir.505 Istılahî anlamdaki farz olan zekat kavramı, Kur’an-ı Kerim’de bazen ‘zekâ’ fiilinden müştak mastar olan ‘zekat’ kelimesi ile ifade edilir: “Namazı kılın, zekatı verin (ve êtû’z-zekête), rüku edenlerle birlikte rüku edin.”506, “Kendilerine: «Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin (ve êtû’z-zekête) denenleri görmedin mi? »”507 Bu ayetlerde ‘zekat’ kelimesi farz olan zekat508 anlamında kullanılmıştır.509 Bazen de ‘sadaka’ fiilinin mastarı olan ‘sıdktan türeyen bir isim olan ‘sadaka’ ile ifade edilir. “Zekâtlar (inneme’s-sadakâtü) sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu”510 Bu ayette ‘sadaka’ kelimesi farz olan ‘zekat’ anlamında olup zikredilen yerlerde farz olan zekatın harcanacağı yerlerdir.511 Yine şu ayette de: “Onların mallarından sadaka (sadakaten) al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.”512 Sadaka kelimesi farz olan zekat anlamında kullanılmıştır.513 Bazen de infâk kavramı ile ifade edilir: “Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler (yünfikûne).”514 Bu ayette de infâk kavramı, farz olan zekat anlamında kullanılmıştır.515” 503 Meryem, 19/13. Meryem,19/19. 505 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 371. 506 Bakara, 2/43. 507 Nisa, 4/77. 508 Tahavi, Ahkamu’l-Kur’ani’l-Azîm, (Tahkik: Sadettin Ünal), I. Baskı, İstanbul-1995, I, 256; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 283; İbn Kesir, Tefsirü’lKur’an’i’l-Azim, I, 224. 509 Ayrıca diğer kullanımlar için bkz: Bakara, 2/83; Hac, 22/78; Nur, 24/56. 510 Tevbe, 9/60. 511 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 259. 512 Tevbe, 9/103. 513 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 290; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 437; Tahavi, Ahkamu’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 256. 514 Bakara, 2/3. 515 Taberî, Camiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, I, 137; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 158; İbn 504 81 Zekat ile ilgili bu açıklamalardan sonra konumuz olan infâk ile zekat arasındaki ilişkiye geçebiliriz. Bu iki kavram Kur’an-ı Kerim’de hiç bir ayette birlikte kullanılmamıştır. Zekat kavramının infâk ile olan ilişkisi ise zekatın zorunlu infâk kısmına girmesidir. Zekat ile infâk kavramlarının lügat anlamlarına baktığımızda aralarında her hangi bir ilişki görülmemektedir. Ancak bu kavramların ıstılah anlamlarını düşündüğümüzde aralarında sıkı bir ilişki olduğu açıkça görülmektedir. Şöyle ki: İnfâk: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekat ise infâkın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.516 İnfâk: Farz olan zekatla beraber nafile veya müstahap olan harcamalara denilir.’517 Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere infâk ile zekat aynı anlamları ifade etmekle beraber zekat, infakın bir cüzüdür. Kur’an-ı Kerim’deki kullanımlarına baktığımız dada bu kavramların birbiri anlamarı yerine kullanıldığını görmekteyiz. “Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler (yünfikûne).”518 Bu ayette infâk kavramı, dinin fakirlere verilmesini emrettiği belirli hisse manasında ki farz olan zekat anlamında kullanılmıştır.519 Yine şu ayette de “Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler (yünfikûne).”520 İnfâk kelimesi vacip ve nafile olan zekat ve sadaka anlamında kullanılmıştır.521 Netice itibariyle infâk kavramının, ‘infâk: Farz olsun nafile olsun, tüm hayır yollarına yapılan harcamadır.’522, ‘infak: Zekatı, sadakayı, ve hayır yolda verilen her türlü yardımı kapsamaktadır. Zekat, infâkın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür.’523, ‘İnfâk: Kalbin, nefsin tezkiyecisidir.524’ şeklindeki tanımlarını düşündüğümüzde zekat ile infâk kavramlarının aynı anlamlara geldiğini söyleyebiliriz. Zira infakta olduğu gibi zekatta da nefsin tezkiyesi vardır. Yine, Allah’a yaklaştıran her türlü harcama infâk Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176. Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 81. 517 Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münir, II, 15. 518 Bakara, 2/3. 519 Taberi, Camiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, I, 137; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 158; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176. 520 Enfal, 8/3. 521 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 270; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 177. 522 İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, I, 66. 523 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 81. 524 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 457. 516 82 kapsamına girmektedir525 şeklindeki tanımından da zekat ile infâkın aynı anlamlara geldiğini görmekteyiz. Çünkü zekat da insanın nefsini tezkiye ederek, onu Allah’a yaklaştırmaktadır. Buradan hareketle gerek sadaka gerekse zekat kavramlarının infâkın zorunlu ve gönüllü kısımlarını oluşturan infâklar olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak yukarıda kısaca infâkla anlam ilişkilerini açıklamaya çalıştığımız kavramları genel özellikleriyle düşündüğümüzde bu kavramlardan, ihsân, rızık, ikrâm, îtâ, it’âm, sadaka, zekat, îsâr gibi kavramların doğrudan infâkla anlam ilişkisi olduğunu; salih amel, takvâ, ma’rûf, hayr, fî sebîlillâh, birr gibi kavramların ise infâkın sıfatı, biçimi ve davranış olarak infâkla anlam ilişkisi içerinde olduklarını söyleyebiliriz. Biz, bu bölümde yukarıda açıklamaya çalıştığımız kavramların ‘infâkla olan ilişkilerini açıklamaya çalıştık. Takdir edilir ki bu kavramların hepsi başlı başına birer konu başlığıdır. Ancak biz, lügat ve ıstılah anlamlarını vererek infâk kavramıyla olan irtibatlarını anlatmaya çalıştık. Bundan sonraki bölümde ise ‘infâk’ kavramının zıt anlam alanını oluşturan ya da zıt yönden infâkla irtibatı olan kavramları incelemeye çalışacağız. B. İNFÂKLA ANLAM ZITLIĞI OLANLAR Lügat ve ıstılahî açıdan îsâr, îtâ, it’âm, ikrâm, ihsân gibi kelimelerin infâk ile yakın anlamlar taşıdığını gördük. Burada da infâkın zıt anlam alnına giren, şuhh, buhl, katr, isrâf, münker, zulüm vb. kavramların lügat ve ıstılah anlamlarını ve infâk ile olan ilişkilerini incelemeye çalışacağız. İnfakın zıddını ise ‘buhl, katr, şuhh’ gibi kelimelerin oluşturduğunu söylemiştik. Buhl ve katr kelimeleri cimrilik ile aynı anlamdadır. 526 Şuhh ise cimriliğin son aşaması anlamındadır.527 Buradan hareketle cömertlik ve erdeminin karşıtı olan cimriliği528 biz de infâkın zıddı olarak kabul ediyoruz. 1. BUHL Buhl, ele geçirilen şeyi (mal) hapsetmenin, tutmanın uygun olmadığı yerde malı tutmaktır. Bunun zıddı ise cömertlik (cûd)tir.529 Ayrıca ‘kerem’de buhl kelimesinin zıddıdır.530 Buhl (cimrilik)531 iki kısımdır: Birincisi: kendi malında buhl, ikincisi; 525 İsmail Hakkı Bursevî, Muhtasarı Rûhu’l Beyân, I, s. 335. Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 143,147. 527 Izutsu,Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 148. 528 Izutsu,Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 143. 529 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 109. 530 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, s. 47. 526 83 başkasının malında buhl. Bunların her ikisi de zemmedilmiştir.532 Şu ayette geçtiği gibi: “Onlar, cimrilikte bulunurlar (yebhalûne), insanlara da cimriliği emrederler (ve ye’murûna’n-nâse bilbuhli) ve Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kâfirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır.”533 Ayette de görüldüğü üzere buhl hem kişinin kendisinde hem de başkasına tavsiye şeklinde iki durumda da yapılmaktadır. Cürcâni ise buhl’un kişinin kendi malında yaptığına, başkalarının malında yapılana ise ‘şuhh’ denildiğini söylemiştir. Yine buhlun ihtiyaç anında îsârı terk etmek anlamına geldiği de belirtilmiştir. Hakîm ise buhl’u şöyle tarif etmiştir: ‘Buhl, insanlık sıfatının yok olup; hayvanlık adetlerinin ortaya konmasıdır.’534 Elmalılı ise şu ayetin yorumunda buhl’un iki şekilde olacağını söylemiştir: “Bunlar cimrilik ederler (yebhalûne) ve insanlara da cimriliği emrederler (ve ye’murûna’n-nâse bilbuhli). Allah'ın buyruğundan kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah şüphesiz müstağni ve övülmeğe layık olandır.”535 Sadaka ve yardım vermekten, Allah yolunda harcama yapmaktan mallarını kıskanır, esirger ve hasislik yaparlar, insanlara cimrilik emrederler. Buradaki emretme iki şekilde olur: 1. Ya nasihat ediyormuş gibi doğrudan doğruya ağızlarıyla söylerler. Tutumlu olmaktan, idareden bahsederek sıkılığı, hasisliği teşvik ederler. 2. Yahut halleriyle herkese cimrilik örneği olurlar.536 Kur’an’da yedi ayette ‘buhl’ ve değişik fiil şekilleri on kere geçmektedir.537 Buhl, Kur’an’ı Kerim’de genelde zekatı vermemek538, başka verenlere engel olmak539, Allah yolunda infak etmemek540, gibi anlamlarda kullanılmıştır. Ancak burada geçen Allah yolunda infâk etmemek, harcamamak ya da bunların tel’in edilmesi, genel olarak cimrilik değil, belirli dini faaliyet sahasındaki cimriliktir. Yani ebedi cehennem azabına 531 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 143. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 109. 533 Nisa, 4/37. 534 el-Cürcânî, et-Târifât s. 52. 535 Hadid, 57/24. 536 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 158. 537 Al-i İmran, 3/180; Nisa, 4/37; Tevbe, 9/76; Muhammed, 47/37, 38; Hadid, 57/24; Leyl, 92/8. 538 Tevbe, 9/75,76. 539 Nisa, 4/37. 540 Muhammed, 47/38; Tevbe, 9/34. 532 84 çarptırılanlar, Allah yolunda cimri olanlardır. 541 Kur’an’ı Kerim’de buhl kelimesinden başka ‘şuhh, katr’ gibi kelimeler de cimrilik anlamında kullanılmaktadır. Kısaca izah etmeye çalıştığımız buhl kelimesinin infâk ile ilişkisine gelince, bu iki kelime Kur’an-ı Kerim’de sadece bir ayette üç defa fiil şeklinde birlikte kullanılmıştır. Şöyleki: “İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infâk etmeğe çağrılıyorsunuz; buna rağmen sizden kimi cimrilik etmektedir (men yebhalü). Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik etmektedir (ve men yebhal fe innemâ yebhalü an nefsihî). Allah ise, Ganiy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan) dır; fakir olanlar ise, sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getiripdeğiştirir. Sonra onlar, sizin benzerleriniz de olmazlar.”542 İnfâk ile buhl kelimelerinin lügat anlamlarına ve ıstılah anlamlarına baktığımızda iki kelime arasında sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Lügat olarak buhl, tutmak, vermemek gibi anlamlara gelirken; infâk da, harcamak, sarf etmek, vermek anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla da lügat olarak bu iki kelime karşıt anlam ifade etmektedir. Buhl kelimesi ıstılahı olarak cömertliğin karşıtı olan cimrilik anlamına gelmektedir. Cömertliğinde infâk ile eş anlamlı olduğunu söylemiştik. Bu durum da buhl kelimesi lügat anlamında olduğu gibi aynı şekilde ıstılahî anlamda da infâkın zıt anlamına gelmektedir. Bu izahlardan hareketle yukarıdaki ayeti incelediğimizde de Buhl kelimesinin hem lügat hem de ıstılahî anlamını ifade edecek şekilde infâk kelimesinin karşıt anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Yukarıda ki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi buhl kelimesi infâk kelimesinin zıt anlam alanına giren kelimelerden birisidir. 2. KATR Katr, katera fiilinden türeyen mastardır. 543 Cimri davranmak, az vermek gibi anlamlara gelip, ‘katera alâ ıyâlıhı’ denildiğinde ‘yani onların nafakalarını daralttı, azalttı’544, yani onlara karşı cimri davrandı anlamlarına gelir. Katr, geçimin daralması,545 nafakanın azaltılması546 yani cimrilik yapmak anlamlarına gelir. Şu ayette olduğu gibi: “Onlar, infâk ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik (ve lem 541 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 145, 146. Muhammed, 47/38. 543 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 71. 544 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab,V, 72. 545 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 71. 546 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 655. 542 85 yakturû), ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”547 Bu ayette katr kelimesi kişinin sahip olduğu şeyleri dikkatsizce çarçur etmesi demek kullanılmıştır. 548 olan isrâfın zıddı olarak Burada katr aşırı harcamadan başlayarak harcamanın giderek azaldığı çizelgede öteki ucu, yani cimriliğin son derecesini temsil etmektedir.549 Katera kökünden gelen kelimeler Kur’an-ı Kerim’de beş ayette geçmektedir.550 Bu ayetlerden isim olarak gelen Yunus ve Abese surelerindeki kullanımları hariç diğer yerlerde cimrilik yapma anlamında kullanılmıştır. İnfak ile katr arasında ki ilişkiye gelince bu iki kavram Kur’an-ı Kerim’de iki ayette551 birlikte geçmektedir. “De ki: «Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, infâk edersek onu bitirriz korkusuyla eli sıkı (leemsektüm haşyete’linfâk) olurdunuz (yani infâk etmekten kaçınır cimrice davranırdınız). (şüphesiz) insan pek cimridir.(ve kâne’l-insânu gatûrâ).»”552 Burada ‘katûr’ kelimesi ‘bahîl’ ile aynı anlamdadır. Yani buhl eden, hasis, eli sıkı cimri kişi demektir.553 “Onlar, infâk ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik (ve lem yakturû). İkisi arasında orta bir yol tutarlar.”554 Fiil şeklinde gelen katr kelimesi burada da isrâfın zıddı olan cimrilik anlamında kullanılmıştır. Ayetlerin anlamlarına baktığımızda katr kelimesi buhl anlamında yani cimrilik yapmak anlamında kullanılmıştır. yukarıda da izah ettiğimiz gibi cimrilik yapmak da infâk etmenin karşıt anlam alnına giren bir kelimedir. Bu kelimelerin lügat ve ıstılahî anlamalarına baktığımızda da karşıt anlamlar ifade ettiklerini görmekteyiz. Yine ayetlerde infâk ile katr arasında dikkat çeken diğer bir nokta da infakın ölçülerinden bahsedilmektedir infâk ederken ne israf derecesinde aşırıya kaçmak nede sıkıntıya sokacak derece de kısmak, vermemek gibi her iki davranışında yanlış olduğudur. Zira bu ölçü başka bir ayette de şu şekilde ifade edilmektedir: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta 547 Furkan, 25/67. Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 147. 549 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 147. 550 Bakara, 2/36; Yunus, 10/26; İsra, 17/100; Furkan, 25/67; Abese, 80/41. 551 İsra, 17/100; Furkan, 25/67. 552 İsra, 17/100. 553 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 147. 554 Furkan, 25/67. 548 86 kalırsın.”555 Bu ayette de ifade edildiği üzere ne ifrat derecesine çıkma ne tefrit derecesine inme her ikisinden de kaçınma ve orta bir yol tutmadır esas alınacak ölçü. Netice olarak infâk ile katr kavramları arasında zıt anlam ifade etmeleri hasebiyle sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Ayrıca, infîk ederken cimrilikten kaçınmanın da infâk konusunda önemli bir davranış olduğunu görmekteyiz. 3. ŞUHH Şuhh, buhl demektir.556 Şuhh, adet haline gelmiş hırs ile yapılan cimriliktir.557 Şuhh, buhlden daha şiddetlidir. Şöyle de denilmiştir: ‘Buhl, işlerin birinde yapılır, şuhh ise geneldir, hepsini kapsar.’558 Yine buhl, mal ile, şuhh ise mal ve ma’rûf ile yapılır denildi.559 Buhl kişinin kendi malında, şuhh ise başkalarının malında yapılır. 560 Elmalılı ise şuhhu şu şekilde tarif etmektedir: Şuhh, nefsin cimrilik, nekeslik, hasislik dediğimiz hırs ve kıskançlık huyudur ki, cimrilik bunun dışa akseden görüntüsüdür. Yani nefiste bir huy olması haysiyetiyle şuhh, fiilen vermemeye de cimrilik denir. İbn Münzir’in Hasan Basrî’den rivayetine göre cimrilik, insanın elindekini kıskanması, şuhh da herkesin elindekini kıskanması diye tarif edilmiştir.561 İbn Mesud ise şuhh’u ‘zulüm’ olarak tarif etmiştir şöyle ki: ‘İbn Mesud’a bir adam gelmiş “Korkarım ben helak oldum” demiş. “Niye” deyince “çünkü” “Kim nefsinin şuhhundan korunursa felaha erer”562 buyuruluyor. Ben ise şehîh bir adamım hemen hemen benden bir şey çıkmaz.’ İbn Mesud: “O şuhh değil buhl’dür. Cimrilikte hayır yoktur. Allah’ın zikrettiği şuh ise kardeşinin malını zulmen yemendir” diye cevap vermiştir.563 İbn Ömer de şöyle demiştir: ‘Şuhh, bir adamın malını menetmesi değil kendinin olmayana göz dikmesidir.’564 Âlûsî yukarıdaki rivayetler ve daha başkalarını naklettikten sonra der ki; dil bilimcilerin hiç birinde şuhhun, bu tanımlardan bir şey görmedim. Maksat cimriliğin son derecesi olmalıdır ki bununla vasıflanan kimse başkasının malına bile cimrilik eder. 555 İsra, 17/29. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, II, 495. 557 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 446. 558 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, II, 495. 559 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, II, 495. 560 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 52. 561 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 223. 562 Tegabün, 64/16; Haşir, 59/9. 563 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 173,174. 564 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 223. 556 87 Başkasının cömertlik yapmasını istemez. Ondan canı sıkılır da yapmasın diye çalışır. Yahut o derece hırslı olur ki mü’min kardeşinin malını zulmen yer veyahut kendisinin olmayan şeylere göz diker, başkasından olmasını da gönlü hoş görmez, kıskanır.565 Izutsu da şuhh ile buhl arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder: ‘Buhl cimrilik hareketlerinin kendisine gösterdiği kısım, şuhh ise ruhun cimrice eylemleri gerekli kılan özel durumu’ ifade etmektedir.566 Yapılan bu tanımlamalardan hareketle şuh’un da genel olarak ‘Katr ve buhl’ gibi cimrilik anlamına geldiğini bununla beraber ‘katr ve buhl’ dan daha genel anlam ifade edip, Izutsu567 ve Âlûsî’nin568 de dediği gibi cimriliğin son derecesi, son aşaması anlamında kullanılmaktadır. İnfâk ile şuhh arasındaki ilişkiye gelince Kur’an-ı Kerim’de iki yerde ism-i tafdil569 üç yerde de mastar570 olarak toplam beş defa geçen şuhh kelimesi infâk ile sadece bir ayette birlikte kullanılmıştır. “Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin ve kendinizin hayrına olarak infâk edin. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa (ve men yûga şuhha nefsihî); işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.”571 Bu ayette geçen şuhh kelimesini İbn Abbas, ‘Nefsin cimriliğini def etme’572 olduğunu söylemiştir. Elmalılı ise, ‘gücünüz yettiğince haris ve cimri olmamaya çalışın. Nefislerinizin hırsına kapılıp da stok ve hasislik ile kendinizi, çoluk çocuğunuzu, toplumunuzu felaketlere sürüklemeyin. Cömert ve yardımsever olmaya çalışarak Allah için hayır işlerde yarışın’ diye yorumlamaktadır.573 Bu kelime diğer ayetlerde olduğu gibi infak ile kullanıldığı bu ayetlerde de cimrilik anlamında kullanılmıştır. İnfâk nasıl kişiyi daha sonra ailesini daha sonrada toplumu huzura, kurtuluşa götürüyorsa şuhh (cimrilik) da aynı şekilde kişiden başlayarak aileyi ve daha sonra da toplumu felakete, hüsrana götürmektedir. Ayetten anlaşıldığı gibi kişinin infâk edebilmesi için öncelikle nefsini cimrilikten koruması gerekmektedir. Çünkü kişi 565 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 223. Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 148. 567 Izutsu,Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 148. 568 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 223. 569 Ahzab, 33/19. 570 Nisa, 4/128; Haşr, 59;9; Tegabün, 64/16. 571 Tegabün, 64/16. 572 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 557. 573 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 366. 566 88 cimrilik duygusundan kurtulamadıkça infâk etme eylemine geçemeyecektir. Yani kim bu duygusunu yenip de infâk etme davranışını gösterirse o kurtuluşa erer, ama kim de nefsinin bu duygusuna yenilir ve infâk davranışını gösteremezse o da hüsrana uğrar. İnfâk ve şuhh kelimelerinin gerek lügat gerekse ıstılahı anlamlarını düşündüğümüzde bu iki kelimenin karşıt anlamlara geldiğini ve bu yönüyle de aralarında zıt bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Yani şuhh kelimesi de infâk kelimesinin zıt anlam alanına giren kelimelerden birisidir. Bu nedenle aralarında sıkı bir ilişki vardır diyebiliriz. Sırasıyla infâk ile aralarındaki ilişkileri açıklamaya çalıştığımız, ‘katr, buhl, şuhh’ kelimelerinin her üçünün de aralarında ince ayrılıklar bulunmak la beraber ‘cimrilik’ anlamına geldiğini ifade etmiştik. Cimrilik kelimesini de infâkın Türkçe karşılığı olarak ifade ettiğimiz ‘cömertlik’ kelimesinin karşıt anlamını ifade ettiğini söylemiştik. Buradan hareketle biz infâk kelimesinin zıt anlam noktasında tam Türkçe karşılığının genel olarak ‘Cimrilik’ (Katr, buhl,şuhh) olduğunu söyleyebiliriz. 4. İSRÂF İsrâf, sarafe fiilinin if’âl babından mastardır. İsrâf, haddi aşmak, maksadı aşmak, Allah’ın helal kıldığı şeyleri yemede haddi aşmak574, adamın kendisine helal olmayan bir şeyi yemesi ya da kendisine helal olan bir şeyi ihtiyacından fazla miktarda ve normalin üstünde yemesi575, insanın yapmış olduğu her fiilde hadde tecavüz etmesi gibi anlamlara gelmektedir. Bu durum (haddi aşma) infâk etmede olursa bu daha meşhurdur.576 Yani infâk yaparken yapılan aşırılık ve haddi aşmada isrâf olarak kabul edilir. İsrâfta bazen miktara, bazen de keyfiyete itibar edilir.577 Bu husus ta Süfyan esSevrî şöyle söylemiştir: ‘Allah’a itaat dışında infâk edilen her şey az da olsa israftır.’578 Gerek miktar, gerekse keyfiyet olarak ölçüyü kaçırmak, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamak, aynen ‘tebzîr’ de olduğu gibi, gereksiz yere az da olsa harcamada ve hatta infakta bulunmak, işte bütün bunlar, isrâf kavramının içindedir. Kur’an’da mü’minlerden söz edilirken, “..infâk ettiklerinde isrâf etmezler ve cimrilik de..”579 buyurulmaktadır. Gerekli olmayan bir yere yapılan harcama, Allah’a ibadetin 574 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 148. el-Cürcânî, et-Târifât, s. 32. 576 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 407. 577 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 407. 578 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 407; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 148. 579 Furkan, 25/67. 575 89 gerekliliklerini yerine getirmeyi sağlayacak bedeni gıdayı almanın ötesinde yiyip içme, yerine göre hoş yemek gibi güzel harcamaların dışında yapılan masraflar, ne hacet ne de güzel olmayan yararsız, boş yere ve gayr-ı meşru harcamalar ve ihtiyacın ötesinde ve hakkı olmayan alanlara akıtılan nimetler isrâfa girer.580 İsrâf, yukarıda belirtildiği gibi, yalnızca mali harcamalardaki aşırılığı değil, bütün davranışlarda vasat sınırı aşmayı da ifade etmektedir. Örneğin Kur’an’da Lut kavmi müsrif bir kavim olarak anılır. Bunun sebebi de Allah, erkeler için fıtri bir ihtiyaç olarak şehvetlerini giderme yolunda kadınları yarattığı ve onları nikahla ‘tohum atılan bir tarla’ kıldığı halde, Lut kavminin bu sınırı aşarak, meşru ve fıtri olmayan yollara yönelmiş olmasıdır.581 “Lût'u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: «Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan bir kavimsiniz (bel entüm kavmün müsrifûne).»”582 Görüldüğü üzere burada ism-i fail şeklinde gelen ‘İsrâf’ aslî manasında yani ‘haddi aşmak’ anlamında kullanılmıştır. İsrâf, doğru ölçüyü aşmak ya da ihlal etmek anlamında olup isrâfın birincil anlamı, başkasının hakkı söz konusu olmaksızın meşru sınırların ötesine geçmek, aşırı sarfiyatta bulunmak ve o nedenle de itidal sahibi olmamak, aşırılık yapmaktır. 583 Şu ayetlerde bu anlamlarda kullanılmıştır: “Onlar, infâk ettikleri zaman ne israf ederler (lem yüsrifû) ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”584 “Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat isrâf etmeyin (ve lâ tusrifû), çünkü Allah müsrifleri sevmez.”585 Her iki ayette de isrâf ölçüsüz olmak, ölçüyü aşmak anlamında kullanılmıştır. Kur’an’-ı Kerim’de isrâf kelimesi, bir çok yönleriyle, Allah inancına karlı gelerek normal sınırın dışına çıkmak anlamına gelmektedir. Müsrif bu çok yaygın olan anlamıyla, imana karşı koyarken şiddet gösteren ve Allah’ı inkarda ileri giden kimse olmaktadır.586 Şu ayette olduğu gibi: “Firavun ve erkanının kendilerine fenalık 580 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 305. Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 305. 582 A’raf, 7/80,81. 583 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 233,234. 584 Furkan, 25/67. 585 A’raf, 7/31. 586 El-Behiy, a.g.e, s. 265. 581 90 yapmasından korktuklarından, kavminin bir kısım gençleri dışında kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde hakimdi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi (lemine’l-müsrifîn).”587 Firavun’un taşkınlığı onu müsriflerden, yani Allah ve risaletine karşı gelmekte ileri gidenlerden olmaya dönüştürmüştür. Burada müsrif, Allah’ı inkarda ileri giden, haddi aşan anlamında kullanılmıştır. İsrâf, Kur’an-ı Kerim’de; ayrıca ‘şirk588, kâfir ve zâlim’589 gibi anlamlarda da kullanılmıştır.590 Elmalılı ise isrâfı şu şekilde izah etmektedir: “Zaruretin, ihtiyacın ve güzelliğin dışında, faydasız, zararlı, gayri meşru işlere yapılan harcamalar, yemede, içmede, süslenmede ileri gitmek, haddi aşmak israftır. Hayır ve yarar getiren şeylere harcamak ise tüketim değil, üretim demek olacağından isrâf olmaz.”591 İsrâf, genel olarak mal sarfetme hususunda kullanılıyorsa da insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır.592 Sonuç olarak Kur’an, isrâf ve ondan türeyen kavramları şöyle kullanır: İsrâf çok yerde Allah’ı inkar ve O’na inanmama hususunda karşı koyup meydan okuma anlamındadır. Pek az yerde de, saçıp savurmaya eşit olan harcamada ölçüsüzlük manasındadır.593 Bütün bu tanımlamalardan anlaşılıyor ki, haramı helal, helalı haram yapmak, az da olsa malı yasaklanmış şeylere harcamak, malı tamamen ziyan etmek, isrâf sayıldığı gibi malı meşru bir sahada ve fakat aşırı derecede harcamak da isrâf sayılmaktadır.594 İsrâf ile ilgili bu açıklamalardan sonra infâk ile ilişkisine geçebiliriz. Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte yirmi üç defa geçen isrâf kelimesi595 infâk ile sadece bir ayette birlikte geçmiştir. “Onlar, infâk ettikleri zaman ne israf ederler (lem yüsrifû) ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”596 Bu ayette isrâf kelimesi, saçıp savurmaya eşit olan harcamada ölçüsüzlük manasında kullanılmıştır. Bu kelimelerin lügat anlamlarını düşündüğümüzde aralarında anlam ilişkisi olduğunu görmekteyiz. İnfâk, lügat olarak harcamak, sarfetmek gibi anlamlara gelirken; isrâf da yapılan maddi 587 Yunus, 10/83. Mü’min, 40/42,43. 589 Mü’min, 40/28. 590 Detaylı bilgi için bkz: (Izutsu,Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 234,235,236,237). 591 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, V, 448. 592 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,VI, 268. 593 El-Behiy, a.g.e, s. 268. 594 Temel, a.g.e,s. 118. 595 Abdülbaki, Mucemü’l-müfehres, “SaRaFe” mad. 596 Furkan, 25/67. 588 91 ve manevi tüm harcamalarda haddi aşma, aşırı yapma anlamındadır. Bu yönüyle yapılan meşru işlerde ki aşırılık ve ölçüsüzlükler isrâf olarak kabul edilir bu aşırılık ve ölçüsüzlükler infâkta olsa bile. Yani infâk yaparken yapılan aşırı ve fazla harcamalar da isrâf olarak kabul edilir.597 Ayrıca meşru işlerde yapılan aşırı infâk, isrâf kabul edildiği gibi, Allah’a itaat dışında gayrı meşru işlerde yapılan her türlü infakta az bile olsa isrâf olarak kabul edilir.598 Aynı şekilde bu kelimelerin ıstılahî anlamlarını düşündüğümüz de de aralarında sıkı bir ilişki olduğunu görmekteyiz. Genel olarak Allah rızası için yapılan maddi ve manevi tüm harcamalar infâk olarak kabul edilirken; maddi ve manevi yapılan tüm meşru işlerde haddi aşma,599 ölçüsüz olmada isrâf olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle İslam, şu ayette olduğu gibi: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.”600 Yapılan tüm işlerde ölçülü olmayı istemektedir. İşte isrâf ile infâk bu yönüyle önem arz etmektedir. İslam meşru da olsa (infâk gibi) tüm işlerde haddi aşmayı (isrâf) yasaklar ölçülü olmayı ister. Netice itibariyle isrâf, infâk için bir ölçü görevi yapmaktadır. Yani infâk ederken nasıl cimrilik derecesine inecek kadar kısmamak gerekiyorsa, aynı şekilde isrâf dercesine varacak kadar da aşırı derecede de saçıp savurmamak gerekmektedir. Bu yönüyle isrâf, infâkın ifrat derecesinin sınırını belirlemektedir. 5. TEBZÎR Tebzîr kelimesi, bezera fiilinden gelir. Bu fiiflin manası, tohum ekmek, dağıtmak, ölçüsüz dağıtmaktır. Bezr, tohum, nesil demektir. Bu fiilin tefîl babındaki mastarı olan ‘tebzîr’ ise tohumu gereken yere atmamak ve böylece onu kaybetmek, karşılığında bir şey almamak anlamındadır. 601 Tebzîr, malı günah olan şeylere harcamak (infâk etmek) demektir. Tebzîr, malı ifsat etmek ve israfta harcamaktır.602 Bu kelime manasından, ‘malı saçıp savurmak, sefihçe harcamak, gerektiği yere sarfetmemek, az da olsa yararlı yerde değil de, yok olup gideceği yerde harcamak’ manaları çıkmıştır. Bu bakımdan, sözgelimi hak etmeyen kimseye az da olsa mal vermek, infâkta bulunulmaması gereken yerlere infâkta bulunmak, kısaca malı gerektiği 597 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât s. 407. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 407; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 148. 599 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VI, 268. 600 İsra, 17/29. 601 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IV, 50; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 113, 114. 602 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IV, 50. 598 92 yerde ve şekilde harcamamak, ’tebzîr’ kavramının içine girer. 603 “Yakınlara hakkını ver. Miskine, yolcuya da. Ama saçıp savurma (velâ tübezzir tebzîrâ); Çünkü saçıpsavuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.”604 ‘Saçıp savurma’ ifadesiyle yasaklanan saçıp savurmaya gelince, bundan anlaşılan, belirlenen yerler dışında yapılan ve genel yararı zarara uğratan uygunsuz harcamadır. Bu sebeple ikinci ayet, yasaklamadan sonra saçıp dağıtanları şeytanlara bağlamış ve Allah’a nankörlük edenler olarak tanıtmıştır. O halde saçıp savuranlar, az harcayanlardır. veya çok da dağıtsalar, mallarını kötülük ve haksızlıklara 605 İbn Abbas ve İbn Mesud ayette geçen tebzîr kelimesini, Allah’ın hakkı dışında yapılan infâktır ki bu yapılan infak dirhemin altıda biri de olsa606diye tefsir etmiştir. Mücahid ise söyle yorumlamıştır: Bir kimse malının hepsini yerine uygun şekilde infâk etse isrâf etmiş sayılmaz ama; yerine uygun olmayan şekilde bir gram dahi infâk etse isrâf etmiş sayılır.607 Katade ise tebzîri, ma’siyete yapılan infâk olarak izah etmiştir.608 Bütün bu izahlardan da anlaşılacağı üzere tebzîr ile isrâf hemen hemen aynı anlamlara gelmektedir. Bununla beraber araların ince anlam farklılıkları da vardır. İsrâf geneli ifade eder, tebzîr ise özeli ifade eder. İsrâf, yalnızca mali harcamalarda ki aşırılığı değil, bütün davranışlarda vasat sınırı aşmayı da ifade eder. Tebzîr ise özellikle mal yönünden yapılan harcamalarda ki aşırılıkları ifade eder.609 İsrâfın uygun olan bir şeye fazladan yapılan harcamaya dendiği, Tebzîrin ise uygun olmayan bir şeye yapılan harcamaya dendiği de söylenmiştir.610 Bu açıklamalardan sonra infâk ile tebzîr arasında ki ilişkiye gelince bu iki kelime Kur’an’da hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Ancak isrâf ile hemen hemen aynı anlamlara gelmesi bu kelimenin infâk ile de aralarında bir bağ olduğunu göstermektedir. Hak etmeyen kimseye az da olsa mal vermek yani infâkta bulunmak, infâk edilmemesi gereken yerlere infâkta bulunmak tebzîr kavramı içine girdiği için infâk ile aralarında bir bağ olduğu açıkça görülmektedir. “Yakınlara hakkını ver. Miskine, yolcuya da. 603 Ünal, Kur’an’da Temel Kavranmlar, s. 304. İsra, 17/26, 27. 605 El-Behiy, a.g.e, s. 264. 606 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 284; İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 138. 607 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 138. 608 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 138. 609 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 304,305. 610 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 33. 604 93 Ama saçıp savurma (velâ tübezzir tebzîrâ); Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.”611 Bu ayette infâk kelimesi kullanılmamakla beraber, yakınlara, miskine, yolcuya vermek infâk kavramı içine girmektedir. Bu infâkları yaparken de tebzîr (saçıp savurma) yapılmaması istenmektedir. Tebzîr kavramı da israf kavramı gibi infâk için bir ölçü görevi üstlenmektedir.. Yani infâk ederken nasıl cimrilik derecesine inecek kadar kısmamak gerekiyorsa, “Onlar, infâk ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”612” ayetinde ifade edildiği gibi aynı şekilde isrâf dercesine varacak kadar da aşırı derecede de saçıp savurmamak (tebzîr) gerekmektedir. Bu yönüyle tebzîr de isrâf gibi, infâkın ifrat derecesinin sınırını belirlemektedir. 6. ZULÜM Zulüm, zalame fiilinin mastarı olup, ‘bir şeyi kendine ait olan yerin dışında başka bir yere koymak’ anlamındadır.613 Zulüm bir şeyi olması gereken yerinden başka bir yere koymak, noksanlaştırmak, fazlalaştırmak veya mekanını ve zamanını değiştirmek suretiyle olur. Örneğin, ‘zalemte’s-sikâe’ sulamayı vaktinde yapmadın; ‘zalamte’l-arz’ arza zulmettin yani, ‘kazılmaması gereken yeri kazdın’ demektir. Bu şekilde kazılmaması gerektiği halde kazılan yere ‘mazlume’ buradan çıkan toprağa da ‘zalim’ denilmektedir.614 Zulüm, hakkı merkezinden başka mecraya çekmek, tecavüz etmek anlamında da kullanılmıştır. Bu nedenle de küçük ve büyük günahlar için, zulüm kelimesi kullanılmaktadır.615 Bu kökten gelen ‘zulmet’ ise aydınlığın zıddı olan karanlık anlamındadır.616 Bazı alimler zulmün üç türlü olduğunu söylemişlerdir.617 1. Allah ile insan arasındaki zulüm ki bunun en büyüğü de küfür, şirk ve nifaktır. Bu nedenle Allah şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür (le zulmün azîmün).”618 Ayrıca diğer ayetler dede zulmün küfür ve nifakla izahı şu şekilde yapılmıştır: “Dikkat edin Allah’ın laneti zalimleredir (ale’z-zâlimîne).”619, “Muhakkak ki zalimler için acı bir azab 611 İsra, 17/26,27. Furkan, 25/67. 613 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XII, 373; el-Cürcânî, et-Târifât, s. 164; Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 537; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,II, 189. 614 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 537. 615 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 537. 616 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 164. 617 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 537. 618 Lokman, 31/13. 619 Hud, 11/18. 612 94 vardır!”620, “Allah'a karşı yalan söyleyenden daha zalim (daha haksız) kim olabilir (fe men ezlamü mimmen kezebe ale’l-lâhi)”621, “Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir (ve men ezlamü mimmen ifterâ ale’l-lâhi)?”622 Bu ayetlerden zulmün ne kadar kötü olduğu ve neticesinde Allah’ın gazabına sebep olacağı bildirilmiş olup zulüm, şirk, küfür, nifâk gibi anlamlarda kullanılmıştır. 2. İnsan ile diğer insanlar arasındaki zulüm olup haksızlık, hak yeme ve haksız yere öldürülme gibi şeylerdir. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Bir kimse zulmen (haksız yere) öldürülürse (ve men gutile mazlûmen)”623, “Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez (lâ yuhıbbü’zzâlimîne).”624 Bu ayetlerde zulüm insanlar arasındaki haksızlık, hak yeme anlamların da kullanılmıştır. 3. İnsanın kendisiyle nefsi arasındaki zulüm olup bu kısımla ilgili ayetlerde, kişinin kendi nefsine haksızlık (zulüm) yaptığı bildirilmiştir. Şu ayetler de olduğu gibi: “Bunu kim yaparsa nefsine zulmetmiş olur (fe gat zaleme nefsehû).”625, “yoksa ikiniz de zâlimlerden (mine’z-zâlimîne) olursunuz.»”626, “Onlardan kimi nefsine zulmedicidir (fe minhüm zâlimün linefsihî).”627, “Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman (iz’zalemû enfüsehüm)”628 görüldüğü üzere bu ayetlerde de zulüm kişinin kendi nefsine yaptığı haksızlık anlamında kullanılmıştır. Burada sıralanan zulüm çeşitlerinin hepsi de insanın kendi nefsine yaptığı zulümde toplanmaktadır.629 Bu nedenle de Allah, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde buyurmaktadır. “Allah onlara zulmetmedi (vemâ zalemehümül’lâhü), fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlar (velâkin kênû enfüsehüm yazlimûne).”630 620 İbrahim, 14/22; Furkan, 25/37; İnsan, 76/31. Zümer, 39/32. 622 En’am, 6/93. 623 İsra, 17/33. 624 Şura, 42/40. 625 Bakara, 2/231. 626 Bakara, 2/35. 627 Fatır, 35/32. 628 Nisa, 4/64. 629 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 538. 630 Nahl, 16/33. 621 95 Sonuç olarak, en büyüğünden en küçüğüne kadar insanın gerek Allah’a, gerek başkalarına, gerekse kendine karşı her türlü yanlış, yersiz, zamansız, eksik ve fazla hareketi zulüm kavramının içine girmektedir.631 Zulüm kavramı ile ilgili bu açıklamalardan sonra, konumuz olan infâk ile zulüm arasında ki ilişkiye geçebiliriz. İnfâk ile zulüm kavramı fiil ve ism-i fail kalıplarında yedi ayette birlikte kullanılmaktadır. 632 Bu ayetlerden Al-i İmran suresindeki zulüm kelimesi yukarıda üçe ayırdığımız zulüm çeşitlerinden insanın kendisiyle nefsi arasında ki zulüm kısmına girmektedir. Bakara633 ve Enfal surelerindeki ayetlerdeki zulüm ise insan ile diğer insanlar arasındaki zulüm kısmına girip haksızlık, hak yeme anlamlarında kullanılmıştır. Zira bu ayetlerde yapılan infakların haksızlık (zulüm) yapılmadan karşılığının verileceği bildirilmektedir. Bakara suresinde 254. ayette ise zulüm, Allah ile insan arasındaki zulüm kısmına girip inanıp da infâk edenlerin karşısındaki kafirler anlamında kullanılmıştır. İnfâk ile zulüm kelimesinin birlikte geçtiği şu ayeti Elmalılı yorumlarken şöyle bir ilişki kurmaktadır. “Nafakadan her ne infâk eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur (vemâ li’z-zâlimîne min ensâr).”634 Zulüm her hangi bir şeyi hakkı ve layıkı olan yerin dışında bir yere koymak demek olduğundan, hayır tohumu ekmek için yapılması gereken infâkları isyan, günah ve şerlere sarf ederek; şer tohumu ekmek veya itaatlere yönelik olması gereken adakları günahlara dönüştürmek, mallarını gizleyip, borç olan sadakaları vermemek, engellemek veya adaklarını yerine getirmemek veya kötü ve bozuk şeyler infâk etmek, veya gösteriş, iyiliği başa kakma ve eziyet ile infâk etmek veya daha başka bir şekilde Allah’ın hukukunu veya kulların hukukunu gizleyip değiştirmek suretiyle zulmedenler, nihayet kendilerine yazık etmiş olurlar.635 Yani Allah’ın istediği şekilde ve istediği yerlere yapılmayan infâklarda bir şeyi kendine ait olan yerin dışında başka bir yere koymak, noksanlaştırmak, fazlalaştırmak veya mekanını ve zamanını değiştirmek anlamına geldiği için zulüm olarak kabul edilmektedir. Netice olarak infâk ederken haksızlık yapmamak, hak yememek, haddi aşmamak, hak ettiği yer dışında yanlış yerlere infâk etmemek gerekir. Zira bu şekilde yapılan bir 631 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 310. Bakara, 2/254, 270, 2l72; Al-i İmran, 3/117; Enfal, 8/60. 633 Bakara, 2/272. 634 Bakara, 2/270. 635 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,II, 189, 190. 632 96 infâk, hak olan bir ibadetten çıkıp bunun tam aksi olan zulüm konumuna geçer. Bu yönüyle de zulüm kelimesi infâkın zıt anlam alanına girmektedir. Ancak bu zıtlık, şuhh, buhl, katr gibi, infâk kavramının doğrudan zıt anlam alanını ifade etmez. Çünkü zulüm, infâk eyleminin değerine ilişkin bir kavramdır. Yani infâk ya zulüm şeklinde yapılır, ya da infâk yapılmaz zulüm olur. 7. MÜNKER Münker, ma’rûfun karşıtıdır.636 Münker, nekira kökünden ism-i mef’ul olup bu fiil, ‘tanımamak, bilmemek’ anlamlarına gelmektedir. Mastarı ise nekr, nukr, nekaret şeklinde gelmektedir.637 Kur’an’da şu ayetlerde bu anlamlarda kullanılmıştır: “Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını yadırgadı (nekirehüm) ve içine korku düştü.”638, “Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde (vehüm lehû münkirûn) o onları tanıdı.”639 Bu ayetlerin her ikisinde de bu fiil, ‘bilmemek, tanımamak’ anlamında kullanılmıştır. İnkâr kelimesi de aynı kökten gelmekte olup, bir şeyi reddetmek, kabul etmemek, bilmemek demektir. 640 Münker, her sahih aklın çirkinliğine hükmettiği şey641, şeriatın kerih gördüğü642, haram kıldığı, çirkin gördüğü her şeydir. 643 Al-i İmran suresi 114. ayeteki “kötülükten menederler” cümlesinde belirtildiği gibi içinde Allah’ın rızasının bulunmadığı her türlü fiil ve söz644, kitap ve sünnetin çirkin gördüğü şey645 demektir. Elmalılı münkeri şu şekilde tarif etmiştir: “Münker, ne şeraitte ne de göreneklerde tanınmayan, yeri olmayan demektir. Zira şeraitte ve göreneklerde uygun görülmeyen davranışlar hoş karşılanmaz, öfke uyandırır, red ve inkar edilir.”646 Zıt anlamlar ifade eden ma’rûf ile münker kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette birlikte kullanılmakta olup aralarında şu şekilde bir ilişki bulunmaktadır. Münker, lügat olarak ‘tanınmayan, yabancı bu nedenle de makul olmayan ya da kötü anlamlarına gelmektedir.’ Kur’an, peygamber ve mü’min topluluğa tekrar tekrar , vurgulu bir dille, ‘ma’rûfu emri ve münkeri nehyi’ tenbih 636 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 233; el-Cürcânî, et-Târifât, s. 264. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 232-233. 638 Hud, 11/70. 639 Yusuf, 12/58. 640 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 233. 641 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 823. 642 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 823. 643 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 233. 644 el-Cürcânî,, et-Târifât, s. 264. 645 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, V, 90. 646 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, V, 89. 637 97 etmektedir. Bu çerçeve de her iki terim son derece genel ve şumullü (dînen) iyi ve (dînen) kötü fikirleri temsil etmekte olup, ma’rûf, gerçek inanıştan doğup onunla ahenk arz eden eylemleri, münker de Allah’ın emirleri ile çatışacak mahiyetteki fiilleri anlatmaktadır.647 Şu ayette olduğu gibi: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi (bi’l-ma’rûf) emreder kötülükten (ani’l-münker) alıkorlar.”648 Beydavi ise ma’rûf un inanç, iman, itaat ve baş eğme, münkerin ise küfür ve başkaldırma (meâsi)ya muâdil olduğunu söylemektedir.649 Şu ayetlerde olduğu gibi: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden (ye’murûne bi’lma’rûf ve yenhevne ani’l-münker) bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”650, “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır (te’murûne bi’l-ma’rûf ve tenhevne ani’l-münker) ve Allah'a inanırsınız.”651 İnfâk ile münker arasındaki ilişkiye gelince şunları söyleyebiliriz: İnfâk ile münker kelimeleri hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Ancak infâkın yakın anlam alnına giren ma’rûf ile zıt anlam ifade etmesi hasebiyle infâk ile aralarında bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Ma’rûf, şeraitte güzel olan herşey, cömertlik, selim kalbin ve şeriatı’ın güzelliğine hükmettiği, kitap ve sünnet’e uygun düşen kısaca hayırlı olan tüm işlere652 denilmekteydi. Münker ise her sahih aklın çirkinliğine hükmettiği şey653, şeriatın kerih gördüğü654, haram kıldığı, çirkin gördüğü her şey655, içinde Allah’ın rızasının bulunmadığı her türlü fiil ve söz656, kitap ve sünnetin çirkin gördüğü şey657 demekdi. Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere bu iki kavram birbirlerinin karşıt anlamlarını ifade etmekteler. Kısaca iyi ve güzel olan her türlü davranış ma’rûf , kötü ve çirkin olan her türlü davranışta münker kavramı içerisine girmektedir. 647 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 284. Tevbe, 9/71. 649 Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 284. 650 Al-i İmran, 3/104. 651 Al-i İmran, 3/110. 652 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 250; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IX, 239; Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 281. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, III, 17. 653 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 823. 654 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 823. 655 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, V, 233. 656 el-Cürcânî, et-Târifât, s. 264. 657 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, V, 90. 648 98 Kur’an’da ma’rûf kelimesi geçtiği yerlerde genel olarak kötünün karşıtı658 olan iyi ve güzel yapılan tüm davranışları içermektedir. Bu da infâkın ‘mal gibi maddi şeylerle olabileceği gibi, mal dışında bir takım manevi şeylerle’659 yapılan tüm harcamaları ve hatta ‘saygı-sevgi ve selamdan yapılan her hangi bir hayrı’660 da kapsayan tanımıyla örtüşmektedir. Buradan hareketle anne-babaya, yetime, yoksula, akrabaya, komşuya,yolda kalmışa yapılan tüm maddi manevi infâklar aynı zamanda ma’rûf olarak da ifade edilebilir. Zira infâk etmek de Allah tarafından istenilen güzel ve iyi olan bir davranıştır. Aynı şekilde ma’rûf olarak sayılan bu davranışların aksinin yapılması da münker kavramı içerisine girmektedir. Nasıl ma’rûf olarak sayılan bu davranışlar bir yönüyle infak ile örtüşüyorsa yani infâkı yakın anlam alanını oluşturuyorsa aynı şekilde ma’rûfun aksi olan münker de infâkın karşıt anlam alanını oluşturmaktadır. Bu yönüyle de infâk ile münker arasında karşıt anlamlar oluşturmaları hasebiyle bir ilişki olduğu görülmektedir. İnfâk genel anlamda iyi ve güzel olan her şeyi kapsadığı için, kötü ve çirkin olan her şeyi kapsayan münker ile zıt anlam oluşturmaktadır. Ayrıca infâkta başkasına yapılan iyilik, güzellik anlamı, münker de ise başkasına yapılan kötülük, çirkinlik anlamı vardır. Bu yönüyle de münker de infâkın zıt anlam alanına giren kelimelerden birisidir. Ancak bu kelimede zulüm kelimesi gibi doğrudan infâkın zıt anlam alanına girmez. Çünkü bu kavramda zulüm gibi infâk eyleminin değerine ilişkin bir kavramdır. Yani infâk ya kerih bir şekilde yapılır, ya da infâk yapılmaz yapılan bu davranış münker olmuş olur. 8. ŞERR Şerr, hiçkimsenin rağbet etmediği, hekesin kaçtığı şeydir.661 Şerr, istenmeyen, kötülük, kötü şey manalarında kullanılmıştır.662 Şerr kelimesinin zıddı ise herkesin rağbet ettiği şey olan ‘hayır’dır.663 Kur’an’da insanın dünya ve ahiret hayatı ile ilgili olarak sık sık kullanıldığı iki kavram hayır ve şerdir. Hayır ve şerr ya mutlaktır ya da izafidir. Mesela adalet, akıl ve fazilet gibi şeyler mutlak hayır; zulüm ve her türlü kötülük ise mutlak şerdir. Allah için 658 El-Behiy, a.g.e, s. 237. Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 819. 660 Elmalı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176; II, 198. 661 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 448. 662 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 243. 663 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 300, 448. 659 99 yapılan her amel hayır, bunun dışındaki ameller ise şerdir. Bu türden neyin hayır neyin şer olduğunu insan bilebilir yani bunlar mutlak hayır ve şerlerdir, neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiği insana rasuller tarafından bildirilmiştir. Bunun dışında ise, insanın başına bazı belalar gelir, evi yanar, çocuğu ölür, parası gider bunları şerr sanabilir. Oysa bunlar, belki hakkında hayırlıdır. İşte bu tür şerlerde insanın daha önceden kestiremeyeceği izafi şerlerdir. 664 Tek cümle ile ifade edecek olursak: hayır, hoşlanılacak; şerr ise, hoşlanılmayacak şeyleri içermektedir.665 Kur’an’-ı Kerim’de ‘şerr’ kavramı yirmi yedi ayette geçmektedir. Bu ayetlerde şu konular işlenmiştir: Yeryüzündeki canlılar içerisinde en şerlisi (kötü) nin akletmeyen sağırlar, dilsizler666 ve kafirler667 olduğu, insanların hayırla imtihan oldukları gibi şerr ile de imtihan oldukları668, insanların hayır olarak gördükleri şeylerin şer olduğu, şerr olarak gördükleri şeylerin ise hayır olduğu669, Allah’ın yarattığı şeylerin, karanlık çöktüğü zaman gecenin, düğümlere üfleyen büyücülerin, haset ettiği zaman hasetçinin670 ve sinsi vesvesecinin671 şerlerinden Allah’a sığınılması gerektiği gibi konular işlenmiştir. Şerr ile ilgili bu tanımlamalardan sonra konumuz olan infâk ile şerr arasındaki ilişkiye geçebiliriz. İnfâk ile şerr kelimeleri Kur’an’da hiçbir ayette birlikte kullanılmamıştır. Ancak bu kelimenin infâk ile yakın anlam ilişkisi olan ‘hayır’ kelimesi ile zıt anlam oluşturması, infâk ile de aralarında bir ilişki olduğunu göstermektedir. İnb Kesir’in de söylediği gibi ‘hayr, Allah’ın rızık olarak verdiği şeylerden yapılan infâktır.’672 İnfâk ile hayr’ın hemen hemen aynı anlamlar ifade ettiğini, hayr kelimesinin infâkın yakın anlam alanına giren kelimelerden biri olduğunu daha önce izah etmiştik. Bu durumda hayır olarak yapılan tüm davranışların aksinin yapılması da şerr olarak kabul edilmektedir. İnfâk ile yakın anlam ilgisi olan hayır kelimesinin zıddını oluşturan şerr kelimsinin de aynı 664 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 244, 245. Izutsu,Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 291. 666 Enfal, 8/22. 667 Enfal, 8/55. 668 Enbiya, 21/35. 669 Bakara, 2/216. 670 Felak, 113/1-5. 671 Nas, 114/4. 672 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, VI, 234. 665 100 şekilde infâk ile zıt anlam oluşturduğunu, dolayısıyla infâkın zıt anlam alanına giren kelimelerden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Netice itibariyle; genel olarak şerr, kötülük manasında kullanılmıştır. Hayrın zıddı olan şerr, infâk ile beraber hiçbir ayette kullanılmamasına rağmen; anlam itibariyle düşündüğümüz de ‘kötülük’ manasına gelen şerr, ‘iyilik’ anlamına gelen infâkın zıt anlam alanına girmektedir. Ancak bu kelimede zulüm ve münker kelimesi gibi doğrudan infâkın zıt anlam alanına girmez. Çünkü bu kavramda zulüm ve münker gibi infâk eyleminin değerine ilişkin bir kavramdır. Yani infâk ya kötü bir şekilde yapılır, ya da infâk yapılmaz yapılan bu davranış şerr olmuş olur. Genel bir değerlendirme yapacak olursak diyebiliriz ki, infâk kavramının zıt anlam alanını oluşturan kavramlar genelde ‘cimrilik yapmak, eli sıkı olmak, saçıp savurma, maddi ve manevi her türlü hayır yapmaktan kaçmak, başkalarına yardım etmemek, kötülük yapmak, iyiliği engellemek’ gibi anlamlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu kavramlara baktığımız da ‘buhl, katr, şuhh’ (cimrilik), ‘isrâf, tebzîr’ haddi aşmak, ölçüsüz davranma, saçıp savurma, ‘münker’ kötülük yapma, ‘şerr’ kötülük, ‘zulüm’ de haksızlık yapma noktasında ‘infâk’ kavramının zıddı olarak kullanılmıştır. Genel anlamda bu kavramları düşündüğümüz de bunları kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü bunların hepsinin birbirleri ile sıkı bir bağı vardır. Sonuç itibariyle infâkı genel olarak, Alah’a itâat ve ibadet, iyilik niyeti ile yapılan, kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına, eşine dostuna ve ihtiyaç sahiplerine kısacası İslama ve Müslümanlara, hatta bütün insanlığa faydası olan, mal, mülk, para, makam, ilim, nasihat, yol gösterme, nefse hizmet, izzet, ikram ve ağırlama, kalp iradesi, hatta saygı-sevgi ve selam gibi maddi-manevi her türlü hayrı, yardımı, harcamayı ve davranışı içine alan; gerek zorunlu infâk (ailenin geçimi, zekat, fıtır sadakası, kefaretler, kurban ve nezir), gerekse gönüllü infâk (sadaka, yoksulu doyurma, yedirme, vakıf)673 gibi ibadet ve davranışları içine alan dinî ve ahlakî bir davranış biçimi olarak düşündüğümüzde bu kavramın tam olarak Türkçe karşılığının İbn Teymiyye’nin de söylediği gibi cömertlik ya da herhangi bir karşılık beklemeden birisine bir şey sunma olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gerek meddi gerekse manevi olsun yapılan tüm faydalı davranışların temelinde cömertlik yatmaktadır. Cömertlik duygusu olmayan bir insan 673 Zorunlu ve gönüllü infâk ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Kasım Yürekli, İnfak Mü’min’in Temel Özelliği, s. 88, 118. 101 başkalarına faydalı olan hiçbir davranışta bulunmaz. Buradan hareketle, ‘katr, buhl, şuhh’ gibi kelimelerin aralarında ince anlam ayrılıkları bulunmakla beraber ‘cimrilik’ anlamına geldiğini, cimrilik kelimesinin de infâkın Türkçe karşılığı olarak ifade ettiğimiz ‘cömertlik’ kelimesinin karşıt anlamını ifade ettiğini düşündüğümüzde, infâk kelimesinin zıt anlam noktasında tam Türkçe karşılığının ‘cimrilik’ olduğunu söyleyebiliriz. 102 İKİNCİ BÖLÜM İŞLEVSEL VE AHLÂKÎ AÇIDAN İNFÂK Bu bölümde, Kur’an’da önemli bir yere sahip olan ve maddi ve manevi olarak yapılan birçok ibadet ve davranışı içine alan infâkın pratiğini ayetler ışığında inceleyeceğiz. Öncelikle bütün ibadetlerle yakından ilgili olan îmân kavramını ele alarak bu kavramın infâk ile olan ilişkisine değineceğiz. Daha sonra insanlardan yapılması istenilen infâkın öncelikli olarak kimlere karşı yapılması gerektiğini, bu davranışın yapılması sonucunda hem bu dünyada hem de ahirette insana neler kazandırıp neler kaybettireceğini, yani infâkın, işlevsel olarak toplumun temelini oluşturan bireye bakan yönüyle ne gibi fayda ve zararının olacağını görmeye çalışacağız. Ayrıca infâkın, yapılırken ne gibi ahlâkî esaslara göre yapılacağı, bu ahlâkî esaslara dikkat edilmeden yapılan infâkların işlevsel olarak ne derece geçerliliğinin olacağını ayetlerle beraber açıklamaya çalışacağız. I. DÎNÎ BİR EYLEM OLARAK İNFÂKIN SARF YERLERİ A. ÎMÂN-İNFÂK İLİŞKİSİ Îmân, nefsin mutmain olması ve korkunun giderilmesi anlamına gelip674 ‘emn’ mastarından türetilmii if’âl vezninde bir mastardır. Lügatte, “tasdik etmek, güvenmek, boyun eğmek, şeriatı kabul etmek” anlamlarına gelmektedir.675 Daha çok ‘tastik etmek’ anlamında kullanılmaktadır. Îmân, tasdik demektir. “Sen bizi tasdik edici değilsin”676 ayetinde ‘mü’min’ kelimesi, “tasdik eden” anlamında kullanılmıştır. Îmânda asıl olan Allah’ın emanetine bağlılıktır. Bir kimse hem dili hemde kalbiyle tasdik ederse, o kimse mü’mindir.677 Terim anlamında îmân; kalp ile tasdik dil ile ikrardır.678 Kur’an’da îmân kelimesi genel olarak tasdik etmek anlamında kullanılmıştır. Tasdik etmek demek bir şeyi tamamen kabul etmek, onaylamak, yalanlamamak 674 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 90. Fîrûzâbâdî, Kamusu'l-Muhit, Müessesetü er-Risaleti, 3. Baskı, Beyrut-1993, s. 1518. 676 Yusuf, 12/17. 677 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XIII, 23. 678 Muhammed Hanefi Manisevi, Şerhu fıkh-ı ekber, Daru’n-Nil, 2007, s. 52. 675 103 demektir. “Onlar, gabya îmân (tasdik) ederler (ellezîne yü’minûne bil’-gayb)”679, “Ey Muhammed, onlar sana indirilen kitaba da senden önce indirilenlere de inanırlar (tasdik edip kabul ederler.)”680, “Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne îmân eden (êmenû bil’-lâhi ve rasûlihî), ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.”681 ayetlerinde îmân; ‘tasdik etmek, kabul etmek’, mü’min de ‘tasdik eden’ anlamında kullanılmıştır. Îmân ile infâk arasındaki ilişki bağlamında bu iki kavram on iki ayette birlikte geçmektedir. Bu ayetlerden birkaç örnek vererek îmân ile infâk arasındaki ilişkiyi inceleyelim. “Onlar ki gayba inanırlar. Namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infâk ederler.”682 “Onlar (o mü'minlerdir ki) namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâkta bulunurlar.”683 “Îmân eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmayacağı gün gelmezden önce; kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli, açık infâk etsinler.”684 “Onların (inanaların) yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.”685 Bu ayetlere bakıldığında “münfik” in en temel özelliği “inanan (mü’min)” insan olmasıdır. Buna göre infâk imanın sonucu, meyvesi diyebiliriz. Bu ayetler göstermektedir ki; Allah’a îmân etmeksizin, namaz kılmaksızın infâk sahibi olmak mümkün değildir. Bu nitelikler insanda bulunduğu zaman infâk da söz konusu olabilir. Elmalılı, Bakara suresi üçüncü ayetin tefsirinde îmân ile infâk arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklar: “Görülüyor ki bu ayette İslam binasında imandan sonra iki amel 679 Bakara, 2/3. Bakara, 2/4. 681 Hucurat, 49/15. 682 Bakara, 2/3. 683 Enfal, 8/3. 684 İbrahim, 14/31. 685 Secde, 32/16. 680 104 zikrolunmuştur. Şeraitte bunlar, diğerlerinden evvel farz kılınmıştır. Namaz ve zekat686 çünkü bunlar, bütün ibadetlerin asıllarıdır ve burada bilhassa zikredilmeleri, özelliklerinden dolayı değil, diğerlerinin türlerine işareti de içerdiklerindendir. Zira bütün ibadetler iki türe ayrılmaktadır. Biri bedeni ibadetler diğeri de mali ibadetlerdir. Dolayısıyla namaz bütün bedeni ibadetlerin asli temsilcisi, zekat da bütün mali ibadetlerin asli temsilcisidir. Bunlar, îmânın ilk müeyyidesi ve amel olarak ilk açılımlarıdır. Dolayısıyla bu ayette bütün îmân prensipleri gaybda, bütün amellerin asılları da namaz ve infâkta özetlenerek İslam dininin ilmi, ameli, asıl unsurları ve alt unsurları özetlenmiştir.”687 Elmalılı’nın bu yorumundan anlaşıldığı gibi infâk imandan sonra bir insan da olması gereken temel vasıflardan birisidir. Îmânın saç ayaklarından biri olan mali ibadetleri içermektedir. İslam alimleri, bu ayette geçen ()وﻡ رزه ن ifadesinin farz ve nafile olan bütün infâkları kapsadığı gibi sadece infâkın bir nevi olan zekatı kapsadığını da söylemişlerdir.688 Îmânla beraber infâkın geçtiği diğer ayetleri de incelediğimizde imanla beraber insanda olması gereken vasıfların sıralandığını ve bu vasıflar arasında infâkın da olduğunu görmekteyiz. Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki infâkın temel şartı imandır. Îmân olmadan infâktan söz etmek mümkün değildir. Çünkü yapılan ameller ancak îmân ile sahih olur.689 Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Îmân, her şeyin temel şartıdır. İnfâkın temel şartı imandır. Îmân olmadan infâkın olması mümkün değildir. İnfâk imanın bir sonucu, meyvesidir. İnfâk da diğer ibadetler gibi imanın kemale ermesini sağlayan imanı hakiki anlamda kemale erdiren bir ibadettir ve mü’min olan her insanda olması gereken bir vasıftır. B. ALLAH YOLUNDA (FÎ SEBÎLİLLÂH) İNFÂK Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kullarından yapmalarını istediği bir çok ibadet vardır. Bu ibadetler namaz gibi bedeni olduğu gibi infâk gibi mali de olabilir. Kur’an’da infâk 686 Elmalılı, burada geçen infakla ilgili kelimeyi farz olan zekat olarak kabul eder. Zira infakın tanımlarından da hatırlayacağımız gibi zekatta infakın bir nevidir. Bkz, Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 178. 687 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 178. 688 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 158; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 2. 689 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 397. 105 edilecek yerlerin “fakirler690 ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolcular”691 olduğu bildirilmektedir. Allah’ın Kullarından yukarıda infâk etmelerini saydığı yerlerle beraber ayrıca kullarından Allah yolunda (fî sebîlillâh) da infâk etmelerini istemektedir.692 İşte insan hayatında önemli bir yere sahip olan bu ibadetlerden infâkın da kendi içerisinde sarf edildiği yerler arasında ‘fî sebîlillâh’ ayrı bir öneme sahiptir. Fî sebîlillâh, genel olarak; Allah yolunda, din uğrunda gönülden arzulayarak ve tam bir rıza ile sarfedilenlerin yani gerek farz ve vacip gerek nafile ve tatavvu (müstehap ve mendup gibi ibadetler) olsun hayır ve hasenata mal harcama anlamına gelmektedir.693, Fî sebîlillâh bu anlamlara gelmekle beraber daha çok ‘cihad’ anlamında kullanılmaktadır.694 Yani fî sebîlillâh kavramı İslami örfte cihada has isim olmuştur.695 Allah yolunda infaâkın insanın gerek bu dünyası gerekse ahireti için ne derece önemli olduğunu ayetler ışığında incelediğimizde daha iyi göreceğiz. “Allah yolunda infâk edin, kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın”696 Örneğin bu ayette, eğer bencil davranır ve Allah yolunda harcama da bulunmazsanız, bu dünyada aşağılık bir hayat sürer ve ahirette de en büyük azaba uğrarsınız. Bunun sonucunda Allah bu dünyada kafirleri size hakim kılar ve Ahirette de O’nun verdiği serveti O’nun yolunda harcamadığınız için sizi cezalandırır. 697 Yine eğer Allah yolunda infâk edilirse bu dünyaya bakan yönüyle yapılan harcamalar eksiksiz kat be kat daha fazlasıyla verilir. 698 Ama asıl karşılığı cennette biçilecektir, yani öncelikle bu davranışınız sizi cennete girdirecek699, cennete girmekle yine bu davranışınızdan dolayı yani Allah yolunda yaptığınız infaktan dolayı azap ve korkudan emin olacak, üzülmeyeceksiniz.700 işte o zaman bire yedi yüzden aşağısı yoktur. Allah işte böyle veya daha çok katlar da katlar. Yedi yüz sadece iki kat değil, daha fazla katla artırır. Katlanan asılları sonsuza dek gider.701 Ama eğer bu dünyada 690 Bakara, 2/273. Bakara, 2/215. 692 Bu ayetler için bkz: Bakara, 2/195, 261, 262, 254, 273; Enfal, 8/36, 60/; Muhammed, 47/38; Hadid, 57/10. 693 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 164. 694 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 320; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 166. 695 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 264. 696 Bakara, 2/195. 697 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an; I, 135. 698 Bakara, 2/261; Enfal, 8/60. 699 Hadid, 57/10. 700 Bakara, 2/262. 701 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 165. 691 106 sizin için çok önemli bir ibadet olan Allah yolunda infak etmekten kaçarak cimrilikte bulunursanız size bu vaat edilenleri gerek bu dünyada gerekse ahirette bulamamakla beraber Allah sizin “yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Sonra onlar sizin benzerleriniz olmazlar.”702 Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah yolunda infak etmek insanın hem bu dünyasını hem da ahiretini etkileyen ve şekillendiren çok önemli bir ibadettir. Bir çok davranışı içine alarak gerek bu dünya da ve gerekse ahirette yansımaları bulunan çok şumüllü bir ibâdet olması hasebiyle ‘Allah yolunda infâkın, insan hayatında, Allah’ın kullarından yapmalarını istediği diğer infak çeşitlerinden çok daha önemli bir yare sahip olduğunu görmekteyiz. Bu yönüyle Allah’ın rızasını kazanarak saadeti dareyni yaşamak isteyen her insanın kendi hayatında bu ibadete (Allah yolunda infâk) önemli bir yer vererek hayatı boyunca yapması gerekmektedir. C. ANA- BABAYA İNFÂK Kur’an-ı kerim’de Allah’a itaatten sonra ikinci sırada yapılması istenilen ibadet, anne ve babaya iyilikte bulunmaktır.703 Bu konu Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: “Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikledavranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: «Öf» bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.704 Anne ve babaya iyi muamelenin Allah’a kullukla beraber zikredilmesi bu ibadetin insan hayatında ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Yine aynı şekilde hadislerde de anne ve babaya iyilik yapılması istenilmekte ve onlara kötü davrananlar azarlanmaktadır. Örneğin bir hadiste bu konu şöyle geçmektedir: “Bir kimse anne ve babasından her ikisinin ya da sadece birisinin yaşlılığına ulaşırda cennete giremezse işte o kişinin burnu yerde sürtülsün, burnu yerde sürtülsün, burnu yerde sürtülsün”705 Hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere anne ve babaya güzel muamele, onarlın yaşlılığında onlarla ilgilenerek onların hoşnutluğunu alma insanın cennete girmesine, kurtuluşuna vesile olmaktadır. 702 Muhammed, 47/38. İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 134; Ayrıca bu konuyla ilgili ayetler için bkz: Bakara, 2/83; Nisa, 4/36; İsra, 17/23. 704 İsra, 17/23. 705 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 135. 703 107 Bu konuda bir İslam alimi de anne ve babaya iyi muamele yapmanın gerekliliğini ve her iki dünyada da insana neler kazandıracağını, yapılmaması durumunda da neler kaybettireceğini şu şekilde açıklamaktadır: “Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlatlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlatlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyetten çıkmamış ve canavara dönüşmemiş her bir çocuğa düşen, o muhterem, sadık, fedakar dostlara halisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmektir. İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer ölmezsen, bir gün sen de ihtiyar olacaksın. Ceza, yapılan işin türünden olur sırrıyla, sen anne ve babana hürmet etmezsen, senin evladın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer ahiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen yine onları memnun etki, onların yüzünden hayatın rahat ve rızkın bereketli geçsin. Aksine, onların varlığına tahammül göstermez, ölümlerini temenni eder ve onların nazik ve çabuk kırılan kalplerini kırarsan, bu defa “dünyasını da, ahiretini de kaybetti” tahdidine maruz olursun. Eğer Rahman’ın rahmetini istersen, o Rahman’ın hediyelerine ve senin hanendeki emanetlerine merhamet et.”706 Bu açıklamalar neticesinde anne ve babaya karşı güzel muamelenin, Allah’ın kullarından yapmalarını istediği ikinci derecede en önemli ve öncelikli bir ibadet olduğunu görmekteyiz. Aynı şekilde Allah’ın kullarından istediği diğer önemli bir ibadet olan infâkta da anne ve babanın öncelikli olarak zikredildiğini görmekteyiz. Bu durum Kur’an-ı Kerimde şu şekilde geçmektedir: “Sana Allah yolunda ne infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.”707 Uhud savaşında şehit olan pek ihtiyar ve çok mal sahibi bir kişi olan Amr b. Camuh, Rasulullah’a mallarımızı nelere sarfedeceğiz ve nereye koyacağız diye sormuştu. Bun un üzerine bu ayet indi ve cevap olarak da az veya çok hayır cinsinden, yani mal çeşitlerinden vacip veya tatavvu olarak Allah rızası için sarfettiğiniz veya sarfedeceğiniz infakların öncelikle anne ve babaya daha sonra da sırasıyla yukarıda zikredilen kişilere yapılması gerektiği bildirildi.708 Aynı şekilde 706 Said Nursî, (Bediüzzaman), Mektûbat, İstanbul-2004, 21.Mektub, s. 247-248-249. Bakara, 2/215. 708 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 59. 707 108 hadisi şerifte de infak ederken öncelikle anne ve babaya infak edilmesi709 daha sonra sırasıyla diğer akraba ve kişilere infâk edilmesi istenmektedir. Tüm bu açıklamalardan sonra anne ve babaya infakın insana kazandırdıklarını ve yapılmaması durumunda kaybettirdiklerini düşündüğümüzde insan için bu ibadetin ne derece önemli olduğunu görmekteyiz. Ayrıca bu ibadete Allah’ın ve Rasulunün ne derece önem verdiğini ve bu davranışı gösterenlerin cennetle müjdelendiğini aksi durumda da azara dûçar olduklarını düşündüğümüzde de insan hayatında Anne ve babaya infakla onların hoşnutluğunu kazanmanın dolayısıyla da Allah ve Rasulunün hoşnutluğunu kazanmanın çok önemli bir yeri olduğunu görmekteyiz. Buradan hareketle anne ve babaya infak’ın insan hayatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Netice olarak Kur’an’ın genel esprisi içerisinde Allah’a kulluktan sonra anne ve babaya iyilik (ihsân) ikinci derecede yer alarak onların önemi vurgulanmıştır. Hatta Allah, onlara öf dememek, azarlamamak, tatlı söz söylemek, tevazu göstermek ve dua etmek suretiyle bu iyiliğin nasıl yapılması gerektiğini de açık bir şekilde otaya koymuştur.710 İhsânı genel anlamıyla “iyilik yapmak” olarak düşündüğümüzde infâk yapma da bir nevi iyilik etmek olduğundan ihsan, infâkı da içine alan daha geniş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Kur’an da ihsânın, “iyilik” anlamında kullanıldığı yerler aynı zamanda infak etmek anlamında da kullanılmıştır. Allah yolunda iyilik, ana babaya iyilik, yetime, yoksula vb. iyilik hep “infâk etmek” anlamlarına gelmektedir.711 Bu ayette712 geçen ihsanın da aynı zamanda infâk anlamına geldiğini düşündüğümüz de anne ve babaya infâkın insan hayatında ne derece önemli bir yere sahip olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz. D. DİĞER İNSANLARA İNFÂK 1. AKRABAYA İNFÂK Kur’an-ı Kerim’de infâk edilecek yerler sıralanırken anne ve babaya infaktan sonra ikinci sırada akrabaya infâk edilmesi istenmektedir.713 Hadislerde de aynı şekilde öncelikle anne babaya ondan sonra ikinci olarak akrabaya infâk edilmesi 709 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 508. Bu konyla ilgili ayetler için bkz: İsra, 17/23-24. 711 İnfâk ile ihsan’ın aynı anlamları ifade etmesi ile ilgili geniş bilgi için bkz: Aynı tez ‘ihsan’ maddesi, s. 28-29-30. 712 İsra, 17/23. 713 Bu kişilerle ilgili sıralama için bkz: Bakara,2/215. 710 109 istenmektedir.714 Çünkü Allah akrabalık ilişkilerine (sıla-i rahim)715 çok önem vermiş ve hatta bunu farz olarak ayeti kerimesinde şu şekilde ifade etmiştir: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar”716 Alimler, bu ayette geçen ($ )ذِى اifadesi ile Allah’ın sıla-i rahim’i emrettiğini717 söylerler. Yine Allah nisa suresinde de “Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız.”718 Şeklinde ifade buyurarak, akrabalık bağını (sıla-i rahim)719 kesmeyerek bu ibadete devam etmelerini istemektedir. Sıla-i rahimle ilgili bir çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birkaç tanesini zikredelim: “Rahim arşa asılmış, der ki: Beni gözeteni Allah gözetsin, beni terk edeni Allah terk etsin.”720 “Allah Teala diyor ki “Ben Rahmanım:o rahimdir. Ben ona ismimden bir isim müştak kıldım dolayısıyla ona alakadar olan, sıla ve ihsan edene ihsan ederim, onu kesip atanı, alakayı keseni de mahrum ederim.”721 Bütün bu ayet ve hadisleri incelediğimizde Allah’ın akrabalık ilişkilerine çok önem verdiğini öyle ki bu bağı koparanların kendisiyle olan bağı da kopardıklarını ifade etmektedir. İşte bu noktada akrabaya infak etmenin ne kadar önem arz ettiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü akrabaya yapılan infak ile akrabalar arasındaki yakın ilişki devam edecek ve bu bağın kopması oldukça zorlaşacaktır. Dolayısıyla da Allah ile kul arasında ki bağ da kopmamış olacaktır. Bu da akrabaya infak’ın insan hayatında ne derece önemli bir ibadet olduğunu açıkça göstermektedir. 2. YETİMLERE İNFÂK 714 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, I, 508. Sıla-i Rahim: Akrabaya iyilik, yakınlık, akrabalık alakasını kesmemek demektir. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 461. 716 Nahl, 16/90. 717 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, IV, 64; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 277. 718 Nisa, 4/1; Ayrıca Sıla-i rahim emri ile ilgili diğer bir ayet için bkz: İsra, 17/26. 719 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 175; İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 77. 720 Müslim, Ebu’l-Hüseyin, b. Haccâc, Sahihu Müslim bi Şerhin-Nevevi, Daru ihyai’t-Türasi’l-Arabi, II, bas, Beyrut-1972, XV-XVI, Birr, 15. 721 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Edep, 13. 715 110 “Yetâmâ”, ‘nedim, nedama’ gibi, yetimin çoğuludur.722 Buluğ çağına ulaşmadan babasını kaybetmiş çocuklara denilir.723 Yetim, infirâd (teklik) manasında ‘yetem’ den alınmadır. Nitekim emsalsiz inciye de “dürr-i yetim” denilir.724 Bu infirâd manası düşüncesiyle, babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki, böyle yetim kalmaya da ‘yütm’ denilir. Fakat örf bakımından, henüz kendini kurtaracak çağa ve özelliklere ulaşmamış bulunanlara mahsustur. Bu nedenle buluğdan sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi sözlük olarak ve örfen baki olabileceği gibi, kocasından ayrılan kadınlara da ‘yetim’ denilir.725 Rivayetlere göre, cahiliyye döneminde birçok insan yetimlerin mallarından faydalanmayı adet haline getirmişlerdi. Bir çoğu da yetim kızları malı ve güzelliğinden dolayı kendisine nikahlar ve mehir konusunda da adaletli davranmayarak başkalarının vereceği mehir kadar mehir vermezlerdi.726 Bazıları da kendisinden başka koruyucusu bulunmadığından, malına ortak olmak için başkalarına gitmemeleri için yetim kızları elleri altında tutar ve hatta kendileri evlenmediği gibi başkaları ile de evlenmelerine mani olurlardı. Ayrıca onlara zarar verir ve onlarla iyi geçinmezlerdi. 727 Bu gibi olaylarda da görüldüğü gibi yetimlerin henüz kendilerini kurtaracak çağa ve özelliklere ulaşmamış olmaları sebebiyle Allah yetimin malının korunmasını, ve onlara infâk edilmesini çeşitli ayetlerde emretmiştir. Şöyle ki; “Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız gerçekten büyük bir günahtır”728 Bu ayette Allah yetim malı yemenin büyük günah olduğunu bu nedenle de bu davranıştan kaçınılması gerektiğini bildirmektedir. Bu uyarıdan sonra ise daha şiddetli bir uyarı ile yetim malı yiyenlerin akıbetini çarpıcı bir şekilde şöyle bildirmektedir: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, kesinlikle karınlarına sadece bir ateş yerler ve yarın çılgın bir ateşe yaslanırlar.”729 Bu uyarı aynı şiddette hadislerde de şu şekilde ifade edilmektedir: “Yedi büyük günahtan kaçınız: Allah’a şirk, sihir, hak etmediği halde Allah’ın haram kıldığı bir 722 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 463. Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 889. 724 Râğıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s. 889. 725 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 463. 726 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 187. 727 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 465. 728 Nisa, 4/2. 729 Nisa, 4/10. 723 111 cana kıyma, faiz yeme, yetim malı yeme, savaş meydanından kaçma, temiz inanan kadınlara iftira atma”730 Bütün bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Allah yetimlerin savunmasız ve korumasız olmaları hasebiyle onların haklarına riayet edilmesine önem vermiştir. Yetimlerin küçük olmaları, omlara infâk edecek kimsenin olmaması gibi sebeplerden dolayı da Allah infâk edilecek yerleri sıralarken anne ve babaya infâk ile yakın akrabaya infâktan sonra yetimlere infâk edilmesini emretmiştir.731 Bundan dolayı Allah’ın ve Rasulunün tabiri caizse üzerlerine titrediği yetimlere infâkın da insan hayatında ne kadar önemli bir ibadet olduğunu ve olması gerektiğini söyleyebiliriz. Burada önemli diğer bir husus da diğer kişilerde olduğu gibi, yetimlere yapılabilecek infâkın sadece maddi değil, manevi de olabileceğidir. Zira infâk ile ilgili yapılan şu tanımı hatırladığımız da şöyle ki: “İnfâk: “İhtiyaç sahiplerine makamdan, ilimden, nasihatten, yol göstermeden, nefse hizmetten, izzet, ikram ve ağırlamadan, kalp iradesinden, hatta saygı-sevgi ve selamdan yapılan her hangi bir hayrı da kapsamaktadır.”732 Yetime karşı yapılan maddi ve manevi har güzel davranışı ona karşı yapılmış bir infâk olarak görebiliriz. Bu bazen bir yetimin başının okşanması, bazen bir tebessüm gösterilmesi, bazen de ona karşı saygı ve sevgi gösterilmesi, bazen de nasihat edilmesi, yol gösterilmesi bazen de ikramda bulunulması, bazen de güler yüzle ona bir selam verilmesi olarak tezahür edebilir. Sonuç olarak yetimlere karşı yaptığımız maddi ve manevi her güzel davranışı Allah’ın “İnfâk edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.”733 ayetindeki yetimlere de infâk ediniz emrine şamil olduğunu söyleyebiliriz. 3. YOKSULLARA İNFÂK “Miskin”, Hiçbir şeye sahip olmayan, çaresiz yoksula denir. Yoksulluktan durgun bir hale gelmiş demektir. Bu nedenle zelil ve zayıf olana da miskin denir. 734 Fakir ile miskin arasında ise şu şekilde bir fark vardır: Fakir, boğazını doyuracak yiyecek ve gıda bulan kimsedir. Miskin ise asla bir nesnesi olmayandır. Bazılarınca da 730 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 199. Bakara, 2/215. 732 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, I, 176; II, 198. 733 Bakara, 2/215. 734 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 215. 731 112 fakir muhtaç, miskin de zelil ve hakir olana denir. Bir görüşe göre de ikisi de aynıdır. Hanefilere göre meşhur olan görüş: Fakir, nisap miktarı malı olmayan, miskin ise, hiçbir şeyi olmayıp fakirden daha düşkün olana denir.735 Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere fakir de miskin de yoksullar sınıfına girmektedir. Kur’an-ı Kerim’de fakirlere de miskinlere de infak edilmesi emredilmektedir: “Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere (miskinler), zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur.”736 Bu ayette vacip infâk kısmına giren zekatın hem fakirlere hem de miskinlere verilmesi emredilmektedir. Bu da fakir ve miskinin Allah katında da farklı imkanlara sahip yoksullar olduğunu göstermektedir. Kur’an-ı Kerim’de miskin ile ilgili ayetleri incelediğimiz de miskin’in hep başkasının malında hak sahibi olan kişi olarak anlatıldığını görmekteyiz. Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz: Zekat harcamalarında737, infâk edilecek kişilerde738, genel olarak yapılan yardımlarda739, yapılan yanlışların kefaretlerinde740 miskinlere haklarının verilmesi istenmektedir. Zira bu sayılan yerlerde yapılan tüm harcamalar, gerek farz olan zekat ve kefaretler olsun gerekse nafile olarak yapılan sadaka ve diğer harcamalar olsun, infâk kavramının içerisine girmektedir. Netice itibariyle yoksulların özellikle de bunların içerisinde miskinlerin daha zor durumda bulunmaları hasebiyle Allah, infâk edilecek kişiler arasında bunlara da yer vermiştir. Şu ayetlerde ifade edildiği gibi:“De ki: İnfâk edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar (miskinler) ve yolda kalmış gariplere gidecektir.”741 “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıpsavurma.”742 4. YOLDA KALMIŞLARA İNFÂK 735 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 215. Tevbe, 9/60. 737 Tevbe, 9/60. 738 Bakara, 2/215. 739 İsra, 17/26; Nur, 24, 22. 740 Maide, 5/95. 741 Bakara, 2/215. 742 İsra, 17/26. 736 113 “İbn’i-Sebîl”, ‘yolda kalmışlar’ diye çevrilen bu kelime sebîl ve ibn kelimelerinde meydana gelen bir tamlamadır. ‘Sebîl’, ‘üzerinde kolayca yürünen yol’743, işlek yol744 “Sonra ona yolu kolaylaştırdı.”745 anlamında olup cemisi ‘sübül’ dür.746 Sebîl, genel olarak insanın yeryüzünde yürüdüğü yolun adıdır.747 İbn’i-Sebîl ise, ‘kendi evinden uzakta bulunan yolcu748, yolda kalmış yolcu’ demektir ki memleketinde mal ve mülkü olsa bile yolda herhangi bir sebepten dolayı ihtiyaca düşmüş olup yanında memleketine gitmesini sağlayacak her hangi bir şey bulunmayan kimsedir. 749 Kur’an-ı Kerimde,‘Yolda kalmışlar’ ile ilgili ayetleri incelediğimiz de bu ayetlerin hepsinde bu kişilerin yardım edilecekler arasında son sırada geldiğini görmekteyiz. Örnek olarak şu ayetlere bakabiliriz: “Sana ne infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İnfâk edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.”750 ‘Yolda kalmışlar’ sonuncu sırada zikredilmektedir. Aynı şekilde İnfâk kavramı içerisinde mütalaa ettiğimiz farz olan zekat’ın sarf yerlerinde de ‘yolda kalmışlar’ son sırada zikredilmektedir. Şöyle ki; “Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak -yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.751 Yine infâk kavaramı içerisinde mütalaa ettiğimiz, nafile olarak yapılan sadaka ve diğer harcamalarda da ‘yolda kalmışlar’ son sırada zikredilmiştir. Şöyle ki; “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma.”752 Bütün bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah infâk edilecek kimseleri sıralarken, bunların önemini ve yardıma daha layık ve daha muhtaç olmalarını dikkate almıştır. Zira bu kişilere gerek Kur’an gerekse hadislerde verilen önemi hatırladığımızda da ki 743 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât,395; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XI, 319. Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 116. 745 Abese, 80/20. 746 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 395. 747 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 115. 748 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 395. 749 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, III, 403; Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 215. 750 Bakara, 2/215. 751 Tevbe, 9/60. 752 İsrâ, 17/26. 744 114 bu kişileri sırasıyla yukarıda işlemiştik, bu sıralamanın ne derece doğru olduğunu daha iyi görmekteyiz. Burada önemli bir diğer nokta da, Allah’ın infâk edilmesini istediği anne ve baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışların hepsinin de maddi ve manevi ihtiyaç sahibi insanlar olmasıdır. Genel bir değerlendirme yapacak olursak, Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kullarından yapmalarını istediği bir çok ibadet vardır. Bu ibadetler namaz gibi bedeni olduğu gibi infâk gibi mali de olabilir. Kur’an’da infak edilecek yerlerin “ fakirler753 ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolcular”754 olduğu bildirilmektedir. İşte biz de bu bölüm de mali ibadetler arasında yer alan ve insan hayatında, insanın dünyasını ve ahiretini ilgilendirmesi hasebiyle, önemli bir yere sahip olan infâkın sarf yerlerini ayetler ve hadisler ışığında genel hatlarıyla incelemeye çalıştık. II. İNFÂK’IN KAZANDIRDIKLARI Allah, Kur’an ve göndermiş olduğu elçileri vasıtasıyla yaratmış olduğu kullarından bildirdiği şekillerde ibadet etmelerini istemiştir. Bu ibadetlerin hem bu dünyada hem de ahrette insana sağladığı birçok fayda vardır. Bu bölümde Allah’ın kullarından istediği ibadetlerden birisi olan infâkın hem bu dünyada hem de ahirette insana kazandırdığı bir çok faydadan bir kaçını ayetler ve hadisler ışığında açıklamaya çalışacağız. A. DÜNYEVİ KAZANIMLAR 1- İNSANI CİMRİLİKTEN KURTARMASI Kur’an-ı Kerim’de de bildirildiği gibi, “Zaten insan pek cimridir.”755, “Nefislerde cimrilik hazırlanmıştır.”756 Cimrilik, insanoğlunun yaratılışından itibaren onun fıtratına yerleştirilmiş ve nefis tezkiyesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Ancak , bu tedavisi mümkün olmayan bir hastalık değildir.757 Hadislerde de cimriliğin güzel bir davranış olmadığı, inananlarda bu davranışın olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Şimdi de cimrilikle ilgili birkaç hadise göz atalım. “İki özellik müslüman’ın içinde toplanmaz: Cimrilik ve kötü ahlak.”758 “Bir kulun kalbinde iman ve cimrilik ebediyen birleşmez.”759 “İslam’ı cimriliğin 753 Bakara, 2/273. Bakara, 2/215. 755 İsra, 17/100. 756 Nisa, 4/128. 757 Yürekli, İnfak Mü’min’in Temel Özelliği, s. 61. 758 Tirmizi, Birr, 41, (nr: 1922). 754 115 mahvetmesi gibi hiçbir şey mahvetmez.”760 “Dolandırıcı, yaptığını başa kakan, ve cimri olan cennete giremez.”761 Bunlarla beraber Hz. Peygamber’de dua ederken “Allah’ım korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım”762 diye dua etmiştir. İşte insan fıtratına doğuştan yerleştirilen ve İslam dinince Müslümanlarda olmaması istenilen bu cimrilik hastalığının tedavisinde en önemli ilacın infâk olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyla ilgili ayet ve hadislere baktığımızda bunu daha açık göreceğiz. Şöyle ki; “Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin ve kendinizin hayrına olarak infâk edin. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.”763 Bu ayette geçen şuhh (cimrilik) kelimesini İbn Abbas ‘Nefsin cimriliğini def etme’764 olduğunu söylemiştir. Elmalılı ise, ‘gücünüz yettiğince haris ve cimri olmamaya çalışın. Nefislerinizin hırsına kapılıp da stok ve hasislik ile kendinizi, çoluk çocuğunuzu, toplumunuzu felaketlere sürüklemeyin. Cömert ve yardımsever olmaya çalışarak Allah için hayır işlerde yarışın’ diye yorumlamaktadır.765 İnfâk nasıl kişiyi daha sonra ailesini daha sonrada toplumu huzura, kurtuluşa götürüyorsa cimrilik de aynı şekilde kişiden başlayarak aileyi ve daha sonrada toplumu felakete, hüsrana götürmektedir. Yapılan bu yorumlardan da anlaşıldığı üzere cömertçe yapılan infâklar, kişinin cimrilikten kurtularak felaha kavuşmasını sağlamaktadır. Hadislerde de cimrilikten kurtulmanın yolunun infâk etmek olduğu bildirilmektedir: Şu hadislerde ifade edildiği gibi: “Zekatını veren, misafire ikram eden, bir felakete yardım eden cimrilikten kurtulmuştur.”766 Bir başka hadis de şöyledir: “Malının zekatını veren nefsinin şuhhundan (cimrilik) korunmuş olur.”767 Hadislerde ifade edilen gerek zekat gerekse diğer yapılan yardımlar infâk kavramının içerisinde yer alan ibadetlerdir. Bunlar da göstermektedir ki insan fıtratında 759 Nesâî, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b.Şuayb; (Birlikte: Zehrü’r-Ruba ale’l-Müctebâ/ Suyûtî), Sünenü’n-Nesâî el-Müctebâ, Matbaatu Mustafa el-Babi’l-Hal, I. bas, Mısır-1964, Cihad, 25-26-27, 2930. 760 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,VII, 223.. Tirmizi, Birr, 41, (nr: 1923). 762 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Cihad, 74. 763 Tegâbün, 64/16. 764 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 557. 765 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 366. 766 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 224. 767 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 224. 761 116 doğuştan var olan bu cimrilik hastalığından kurtulmayı sağlayan en önemli ibadet infâktır. Sonuç itibariyle infâk sayesinde bir çok insan Allah’ın ve Rasulunün hoş görmediği ve mü’min bir kişiye yakışmayan bu cimrilik hastalığından kurtularak, Allah ve Rasulunün hoşuna giden ve mü’min bir kişiye yakışan cömertlik, ikram etme, yardımda bulunma, farz ve nafile olarak sadaka verme ve îsâr gibi bir çok güzel davranışları kazanabilir. Bununla beraber infâkın insanları bu hastalıktan kurtararak onlara diğer güzel davranışları kazandırması, insana hem bu dünyada hem de ahirette bir çok fayda sağlamaktadır. 2. MALIN ARTMASINI SAĞLAMASI Birçok insan elindeki malının azalacağı düşüncesi ile zekat, sadaka ve diğer yardımlardan kaçınarak, malının artacağı düşüncesi ile faize başvurur. Ancak Kur’an bunun tam aksini ifade ederek şöyle buyurur: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.”768 “Allah, faizi mahveder ve sadakaları artırır.”769 “Yani, Allah malı artırır zannedilen faizi, kademe kademe, eksilte eksilte nihayet mahveder. Faiz, içinde, ayın on dördü gibi parlak görülen servetleri, hilal gibi küçülte küçülte nihayetinde gözlerden gizler. Bunun tersine malı eksiltir zannedilen sadakaları da artırır, nemalandırır. Faiz, malları üretecek hayatları kurt gibi yiye yiye bitirir. Nihayet sermayelerin de batmasına sebep olur. Halbuki sadakalar; ücret, hayat ve bereket olur.”770 Görüldüğü gibi gerek zorunlu infâk dediğimiz zekat olsun gerekse gönüllü infâk dediğimiz sadaka olsun, malları artırmaktadır. Burada dikkat çeken bir nokta da, malı artıracağı düşünülen faizin bırakın malı artırmayı eldeki sermayeyi de yiyip bitirmesidir. Tam aksine malı azaltacağı düşünülen infâkın da malın artmasını sağlamasıdır. Yine yüce Allah yapılan infâkların mükafatlarının kat be kat verileceğini dolayısıyla da malların artmasını sağlayacağını ayetlerinde şu şekilde ifade etmiştir: “Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat 768 Rum, 30/39. Bakara, 2/276. 770 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 219. 769 117 kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.”771 De ki: «Rabbim dilediği kimsenin rızkını, nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini de kısar. Siz hayır yolunda her ne infâk ederseniz, Allah onun yerini doldurur. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.»772 Ayetlerde de görüldüğü üzere Allah yapılan infâkların karşılığını fazlasıyla vereceğini bildirmektedir. Bu da göstermektedir ki; infâk nasıl kişiyi daha sonra ailesini daha sonrada toplumu huzura, kurtuluşa götürüyorsa aynı şekilde faiz de kişiden başlayarak aileyi ve daha sonrada toplumu felakete, hüsrana götürmektedir. Sonuç olarak konunun başında da söylediğimiz gibi bir çok insan malının artmasını istemektedir ve hatta bu arzuları nedeniyle Allah’ın yasak kıldığı faize girmektedirler. İşte infâk insanların, Allah’ın yasak kıldığı faize girmeden, bu arzularını karşılayan bir ibadet olması hasebiyle ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu nedenle infâkın bu dünyada insanlara sağladığı önemli faydalardan birisi de onların mallarını artırmasıdır diyebiliriz. 3. İNSANIN ŞÜKRETMESİNİ SAĞLAMASI Allah, insanlar için çeşit çeşit nimetler yaratmış, onlara yol gösterici olarak peygamberler gönderip kitaplar indirmiş, kendileri için kulaklar, gözler ve kalp var etmiş, ayrıca doğru yolda olsunlar ve dünya ve ahiret saadetini kazansınlar diye emir ve yasaklarda bulunmuştur.773 Kısacası insan maddi ve manevi her şeyini; varlığını, bilgisini, becerisini, elinde ki malını dahi sonsuz merhamet sahibi olan Allah’a borçludur. Çünkü yaratan da, veren de Allah’tır. O vermediği takdirde, biz hiçbir şeye sahip olamayız. İşte Allah’ın vermiş olduğu bu saydığımız ve daha sayamadığımız bir çok nimete karşı insana düşen ise şükretmektir. Çünkü Allah, “Rabbiniz şöyle ilan buyurdu: «Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi daha da artırırım, ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azabım pek şiddetlidir!»”774 şeklinde ifade ettiği gibi vermiş olduğu tüm bu nimetlerin devamı için kendisine karşı şükürde bulunulmasını istemekte aksi takdirde azabının şiddetli olacağını bildirmektedir. 771 Bakara, 2/261. Sebe, 34/39. 773 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 437. 774 İbrahim, 14/7. 772 118 Tüm bu nimetlere karşı yapılması istenilen şükür ise bazen dil ile; “Bu, nimet vereni anmak, O,nu övmek ve nimeti izhar konusunda dilin üzerine düşeni yapmasıyla olur”, bazen de kalp ile; “Kalben nimeti vereni tanımak, nimeti vereni tasdik etmek ve nimeti O’ndan bilmek” şeklinde olur ve bazen de vücüdun diğer organları ile: “Nimet verenin emir ve yasakları hangi organı ilgilendiriyorsa, o organa emirleri yaptırıp, yasakları işlemesine engel olmak” şeklinde olur.775 İşte infâkın önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Verilen bir nimet, karşılığında kendi ölçüsünde şükür gerektirir776 düsturunca yapılan bedeni ibadetlerle beden nimetinin şükrü, yapılan maddi ibadetlerle de mal nimetinin şükrü yapılmış olur ki, infâk eden insanda yaptığı infaklarla Allah’ın kendisine vermiş olduğu malın şükrünü yerine getirmiş olur. Zira zenginlerin infâkı, mallarından olup, bunu ihtiyaç sahiplerinden esirgememeleridir; tutmamalarıdır; âriflerin infâkı, âbidlerin infakı, hayatlarını hizmetten geri kalplerini ilahi murakabeye kapalı tutmamalarıdır; kısaca zenginin infakı, kasayı açması; fakirin infakı da kalpten Allah sevgisi dışında kalan diğer tüm sevgileri çıkarmasıdır.777Bundan dolayı insan da, infâk sayesinde üzerine borç olan şükür görevini yerine getirerek malını helak olmaktan kurtarmış olur. Yine insan aynı zaman da infâk sayesinde yapmış olduğu şükür ile birlikte Allah’ın kendisine vermiş olduğu malının artmasını da sağlamış olur. Bu da infâkın insana bu dünyada sağlamış olduğu diğer bir faydadır. 4. MÜKAFATININ FAZLASIYLA VERİLMESİ Allah’ın kullarından yapmalarını istediği ibadetlerden birisi olan infâkın bu dünyada insana kazandırdığı bir çok fayda vardır ki bunlardan bir kaçını sırasıyla yukarıda da zikretmiştik. İşte infâkın bu dünyada insana kazandırdığı faydalardan bir tanesi de mükafatının fazlasıyla verilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de yapılan infâklarının mükafatının fazlasıyla kat be kat verildiğine dair bir çok ayet yer almaktadır. 778 Şimdi bu ayetlerden birkaç örnek verelim: “De ki: «Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletir-yayar ve ona kısar da. Her neyi infâk ederseniz, O (Allah), 775 Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 436-437. Ünal; Allah Kelamı Kur’an-ı Kerim ve Açılamalı Meali, İzmir- 2007, s. 614. 777 İsmail Hakkı Bursevî; Rûhu’l-Beyân, I, 66. 778 Bkz.Bakara, 2/261-262, 264-265, 272,274; Enfal, 8/60; Tevbe, 9/121; Kasas, 28/54; Sebe, 34/39; Fatır, 776 35/29-30; Hadid, 57/7. 119 onun yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»”779, “Onlar, küçük veya büyük nafaka olarak ne infâk ederlerse, ne kadar yol giderler ve bir vadi geçerlerse; mutlaka onların lehine yazılır ki Allah yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın.”780, “İşte onlar ki, sabrettikleri sebebiyle mükâfaatları kendilerine iki defa verilecektir. Ve onlar fenalığı güzellikle bertaraf ederler ve kendilerini merzûk ettiğimiz şeyden infâkta bulunurlar. “781 “Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tane'nin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsânı) bol olandır, bilendir.”782 Ayetlerde de ifade edildiği gibi Allah yapılan hiç bir ameli karşılıksız bırakmadığı gibi; yapılan infâkları da karşılıksız bırakmayacağını ve hatta kat kat fazlasıyla mükafatlandıracağını bildirmektedir. İşte buda infâkın insana bu dünyada kazandırdığı faydalardan biridir. 5. DİĞER KAZANIMLAR İnfâkın, yukarıda kısaca ifade ettiğimiz faydalarından başka birey ve toplum üzerinde manevi ve psikolojik olarak da bir çok faydası vardır. Ancak bunların hepsini detaylı olarak burada ifade etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle bunlardan bir kaçına kısaca değinerek geçmek istiyoruz. Öncelikli olarak insanda verme ve paylaşma duygusunu geliştirir. Kendi ihtiyacı olduğu halde kardeşini tercih etme davranışı dediğimiz îsâr anlayışının gelişmesini sağlar. İnsanlar arasında kardeşlik duygularının pekişmesini sağlar. Varlıklıların malında gözü olanları bu duygularından arındırır. Diğer insani erdemlerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını tetikler. Özellikle günümüz toplumularında önemli bir proplem olan fakirliğin ortadan kalkmasını sağlar. Kısacası Seyyid Kutub’un da ifade ettiği gibi “infâkla Allah’ın fakir ve zayıf kullarına karşı iyilik, ikram kapıları açılır. Bu kapıların açılması kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşeri 779 Sebe, 34/39. Tevbe, 9/21. 781 Kasas, 28/54. 782 Bakara, 2/261. 780 120 tesânüdünü meydana getirir. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara, vahşet ve hırs pençeleri arasında değil, kalplerde gönüllerde yaşadıklarını hissettirir.”783 Sonuç itibariyle infâk sayesinde öncelikli olarak birey psikolojik açıdan huzura kavuşur neticesinde de huzurlu bireylerin oluşturduğu bir toplum meydana gelir. Bu da infâkın birey ve toplum üzerindeki psikolojik ve manevi etkisinin ne deredce önemli olduğunu açıkça göstermektedir. B. UHREVİ KAZANIMLAR 1. ALLAH’IN RIZASINI VE RAHMETİNİ KAZANDIRMASI İnfâkın insanlara dünyada kazandırdığı birçok faydadan bir kaçını yukarıda sıralamaya çalıştık. Şimdi de infâkın insanlara ahirette kazandırdığı faydalardan birisi ve en önemlisi olan Allah’ın rızası ve rahmetini kazandırmasını kısaca ayetlerle beraber izah etmeye çalışacağız. Tüm inanan insanların bu dünyada yaptıkları amelleri neticesinde ahirette elde etmek istedikleri en önemli şey, şüphesiz Allah’ın rızasını kazanarak O’nun rahmet deryasına girebilmektir. Çünkü ahirette insanların Allah’ın kendilerine vaad ettiği şeylere ulaşabilmesi için öncelikle Allah’ın rızasını kazanmaları gerekmektedir. Aksi takdirde dünya da yapılan ibadetlerin ahirette insana hiçbir faydası olmayacaktır. İşte bu noktada dünyada yapılan ibadetlerden birisi olan infâkın önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü infâk sayesinde insan, ahiretteki kendisine vaad edilenlerin tabiri caizse giriş vizesi olan Allah’ın rızasını kazanabilmektedir. Bundan dolayı infâkın ahirette insana sağlayacağı en büyük faydanın Allah’ın rızasını kazanarak O’nun rahmet deryasına girmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyla ilgili ayetlere baktığımızda infâk edenlerin ahirette mükafatlandırılacağı ve bu mükafatların en büyüğünün de Allah’ın rızanı kazanarak O’nun rahmet deryasına girmek olduğunu görmekteyiz ki bu durum ayetlerde şu şekilde görülmektedir: “Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infâk ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve peygamberin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir 783 Kutup, Fîzılâl-il Kur’an, I, 80-81. 121 yakınlaşmadır. Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”784 “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) infâk eden kimselerdir. İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.”785 Ayetlerde de görüldüğü gibi infâk edenler yaptıklar bu ibadet karşılığında birçok kazanç elde etmekle beraber bu kazançlar içerisinde en önemlisi olan Allah’ın rahmet ve mağfiretini dolayısıyla da onun rızasını kazanmaktadırlar. 2. KORKU VE AZAPTAN EMİN KILMASI İnsanların bu dünyaya gönderiliş amacı ayette de ifade edildiği gibi: “Biz insanları ve cinleri ancak bize kulluk etsinler diye yarattık”786 Allah’a kulluk (ibadet) etmektir. Yine Allah başka bir ayetinde de “Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafur'dur”787 buyuruyor. Allah insanların nasıl amel işlediklerini görerek ve bu yaptıkları ameller neticesinde de gerek bu dünyada gerekse ahirette ne gibi ceza veya mükafat elde edeceklerini belirlemek için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Bu nedenle tüm ibadetlerin hem bu dünyaya hem de ahirete bakan yönleri vardır. İnsan yaptıkları karşılığında ya ceza görürü ya da mükafat elde der. Bütün insanlar hem bu dünyada hem de ahirette korku ve azaptan emin olmak ister. İşte infâkın insanları korku ve elemden emin kılacağı da ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir: “Mallarını Allah yolunda infâk edip sonra sarfettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”788 “Gece gündüz, açık gizli, mallarını infâk edenlerin mükafatlarını Rab'leri verecektir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”789 784 Tevbe, 9/99. Enfal, 8/3-4. 786 Zariyat, 51/56. 787 Mülk, 67/02. 788 Bakara, 2/262. 789 Bakara, 2/274. 785 122 Ayetlerde de açıkça ifade edildiği gibi infâkın ahirette insanlara sağladığı en önemli faydalardan birisi bütün inananların emin olmak istediği korku ve elemden insanları kurtarmasıdır. Çünkü ahirette, yapılan ameller dışında hiçbir şey insanı bu korkulardan emin kılamaz ki bu durum ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: “Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infâk edin. Kâfirler, onlar zulmedenlerdir.”790 Görüldüğü üzere ahirette korku ve elemden emin olunmanın yollarından bir tanesi de hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin fayda vermeyeceği o gün gelmeden önce Allah için, O’nun yolun da gece gündüz, az veya çok gizli ve açık olarak, başa kalkmadan, gönül incitmeden ve gösterişten uzak durarak infâk etmektir. 3. CENNETİ KAZANDIRMASI Yukarıda belirttiğimiz gibi yapılan tüm ibadetlerin hem bu dünyaya hem de ahirete bakan yönleri vardır. Bütün inananların bu dünyada yaptıkları ameller neticesinde ahiretteki en büyük beklentileri Allah’ın rızasını kazanarak ebedi saadet yurdu olan cennete girmektir. İşte infâkın ahirette insana kazandırdığı Allah’ın rızasından sonraki en büyük fayda cennettir. Zira infâk edenlerin yaptıkları bu ibadet karşılığında ahirette elde edecekleri mükafatlardan birinin de cennet olduğu ayetlerde şu şekilde ifade edilmektedir. Şimdi de bu ayetlerden birkaç örnek verelim: “Göklerin ve yerin mirasçısı Allah olduğu halde, Allah yolunda siz niçin infâk etmiyorsunuz? İçinizden Mekke'nin fethinden önce infâk eden ve savaşan kimseler, daha sonra infâk edip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine cenneti vadetmiştir. Allah, işlediklerinizden haberdardır.”791 Yine şu ayette de ahirette cenneti kazanacakların müttakiler olduğu bildirilmekte ve bu müttakilerin cenneti kazanmalarına vesile olan davranışlarından birisinin de infâk olduğu bildirilmektedir. Şöyle ki; “Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler vardır.”792 Çünkü onlar: “Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, 790 Bakara, 2/254. Hadid, 57/10. 792 Al-i İmran, 3/15. 791 123 infâk edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir.”793 Yine diğer ayetlerde de müttakilerin cennete gireceklerini çünkü onların Allah için her zaman darlıkta da bollukta da infâk ettikleri bildirilmektedir. şöyle ki; “Rabbinizden olan mağfirete ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.”794 O müttakiler ki. “Onlar bollukta ve darlıkta infâk ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.”795 işte bu davranış ve amellerinden dolayı onlar için cennet hazırlanmıştır. Netice itibariyle Cennet, infâkın ahirette insanların karşısına çıkarttığı ve her inanan insanın ulaşmak istediği bir fayda ve kurtuluştur. 4. MÜKAFATININ FAZLASIYLA VERİLMESİ Allah’ın kullarından yapmalarını istediği ibadetlerden birisi olan infâkın ahirette insana kazandırdığı bir çok fayda vardır ki bunlardan bir kaçını sırasıyla yukarıda da izah etmiştik. İşte infâkın ahirette insana kazandırdığı faydalardan bir tanesi de yapılan infâkların mükafatının fazlasıyla verilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de yapılan infâkların ahirette mükafatının fazlasıyla verileceğine dair bir çok ayet yer almaktadır.796 Şimdi bu ayetlerden birkaç örnek verelim: “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) infâk eden kimselerdir.”797 İşte onlara yaptıkları bu ibadetler karşılığında: “Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.”798 Yine şu ayette de infâk edenlerin bir nevi ticaret yaptıklarını ve bu ticaretlerinin karşılığında zarara uğramayacakları ifade edilmektedir: “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.”799 Ve yaptıkları bu ticaretin karşılığını da en güzel şekilde “Onlar, küçük veya büyük nafaka olarak ne infâk ederlerse, ne kadar yol giderler 793 Al-i İmran, 3/17. Al-i İmran, 3/133. 795 Al-i İmran, 3/134. 796 Bkz. Bakara, 2/262, 272, 274; Enfal, 8/3-4, 60; Tevbe, 9/121; Kasas, 28/54; Sebe, 34/39; Fatır, 35/29794 30; Hadid, 57/7. 797 Enfal, 8/3. Enfal, 8/4. 799 Fatır, 35/29. 798 124 ve bir vadi geçerlerse; mutlaka onların lehine yazılır ki Allah yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırır”800 ve eksilmeden tamı tamına üstelik fazlasıyla “Allah onlara mükâfatlarını tam tamına verecek, üstelik lütfundan onlara fazlasını da ihsan edecektir”801 ayetlerde de ifade edildiği şekillerde alacaklardır. Ayetlerde de ifade edildiği gibi Allah yapılan hiç bir ameli karşılıksız bırakmadığı gibi; infâkları da karşılıksız bırakmayacak hatta fazlasıyla mükafatlandıracaktır. İşte buda infâkın insana ahirette kazandırdığı diğer bir faydadır. III. İNFÂK YAPMANIN AHLÂKÎ ESASLARI Buraya kadar aktardıklarımızda infâkın Allah’ın kullarından yapmalarını istediği bir ibadet olduğunu ve bu ibadetin yapılacağı yerleri zikrettik. Ayrıca infâkın insana gerek bu dünyada gerekse ahirette sağladığı bir çok faydasının olduğunu söyledik. İşte Allah kullarına infâk edilecek yerleri bildirdiği gibi aynı şekilde infâk ederken dikkat edilmesi gereken hususları da bildirmiştir. Bu nedenle Allah infâkın Allah katında kabul edilerek hem bu dünyada hem de ahirete fayda sağlayabilmesi için, infâk ederken, kalp kırılmamasını, fakirin küçümsenerek ona eziyet edilmemesini ve yapılan infâkın başa kakılmasını istemektedir. Bununla beraber gösterişten uzak durarak sadece kendi rızası için infâk edilmesini emretmektedir. Biz de burada Allah’ın infâk eden kullarından infâk ederken dikkat etmelerini istediği bu hususları kısaca ayetlerle beraber açıklamaya çalışacağız. A. ALLAH’IN RIZASINI GÖZETMEK İnfâk etmede birinci ve asıl gaye Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Çünkü Allah infak’ı emretmektedir. “Allah yolunda infâk edin”802 “(Ey Muhammed) Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infâk ederseniz, kendiniz içidir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infâk etmezsiniz. Hayırdan her ne infâk ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızınsize eksiksizce ödenecektir.”803 Bütün malların asıl sahibinin Allah olduğu ve yapılan infaklarında onun mülkünden yapıldığı unutulmayıp sadece Allah’ın rızası için infâk edilmelidir. Yapılan infakların 800 Tevbe, 9/21. Fatır, 35/30. 802 Bakara, 2/195. 803 Bakara, 2/272. 801 125 başa kakılması, kendisine infâk edilene eziyet edilmesi hiçbir sevap kazandırmadığı gibi Allah’ın rızasından da mahrum bırakır. “Mallarını Allah yolunda infâk edenler, sonra infâk ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rabbleri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.”804 “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır.”805 “Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infâk eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez) ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.”806 Bu misalde yağmur, cömertlik ve harcamaktır (infâk). Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabası bulunan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte o kayaya zararlı olur. Aynı şekilde cömertlik ve eli açıklık (infâk), fazileti geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infâk edilen servet, aynen üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur. İşte Allah tarafından verilen serveti, O’nun yolunda ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan, fakat insanların takdirini kazanmak için harcayan kimsede böyledir. Aynı şey bir malı Allah yolunda harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir. Böyle bir kimse O’nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren yolu göstermez. 807 Bu ayetlerde Allah insanların infâk etmelerini istemekte ancak infâk ederken fakirin küçümsenmemesini, eziyet edilmemesini, başa kakılmamasını ve gösterişten uzak olarak yapılmasını emretmektedir. Aksi takdirde yapılan infâklardan sevap ve fayda yerine zarar ve ceza elde edileceğini bildirmektedir. Bununla beraber Allah, sadece kendi rızası için infâk edenlerin durumunu ise şu şekilde anlatmaktadır: “Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını infâk 804 Bakara, 2/262. Bakara, 2/263. 806 Bakara, 2/264. 807 Mevdûdî, Tefîimu’l-Kur’an, I, 184. 805 126 edenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür.”808 Bu ayetin devamında da Allah yaşlı bir adamın örneğini vererek bu dünyada Allah rızası için infâk etmenin ne derece önemli olduğunu bildirmiştir. “Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki: Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun: Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulü bulunuyor. Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var. Derken… ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun? İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz.”809 Yani, eğer sizde bu dünya da emrolunduğunuz gibi infâk etmezseniz (yani fakiri küçümsemeden ona eziyet etmeden, yapılan infâkı başa kakmadan ve gösterişten uzak durarak sadece ve sadece Allah rızası için infâk etmezseniz) ve tüm hayatınızı ve enerjinizi bu dünya için harcarsanız, öldüğünüzde, misaldeki yaşlı adamın çaresiz durumu ile karşılaşırsınız. O, tek bahçesini, bütün hayatı boyunca kazandığı şeyi kaybetmiştir. Kendisinin yeni bir bahçe yetiştirmeye gücünün yetmeyeceği, çocuklarının da küçük ve zayıf olduğu için bir şey yapamayacakları bir anda, tüm dayanağını kaybetmiştir.810 Bütün bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere yapılan infâkların kabul edilmesinin ve dolayısıyla da bir önceki bölümde de zikrettiğimiz gibi gerek bu dünya da gerekse ahirette vaat edilen faydalarını kazanmanın ilk öncelikli şartı infâk verilen kimseyi küçümsemeden, ona eziyet etmeden ve başına kakmadan gösterişten uzak olarak sadece ve sadece Allah rızası için yapmaktır. Çünkü infâk edilirken yapılan gösteriş, karşıdakinin başına kakılarak ona eziyet etmek Allah’ın rızasına aykırı davranışlardır. Zira yapılan iyiliği başa kakmanın ne derece kötü bir davranış olduğu hadislerde şu şekilde ifade edilmektedir: “Üç kişi vardır ki, kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak, kendilerini temize çıkarmayacaktır ve onlar için acı bir azap vardır. Bunlar: Elbisesini sürüyerek gururla yürüyen, verdiğini başa kakan ve yalan yere yemin ederek malını pazarlayan kimsedir.”811 Sonuç olarak yapılan infâkın kabul edilmesi yani işlevsel olarak bir netice verebilmesi için öncelikli olarak ve sadece Allah’ın rızasını gözetmek gerekmektedir. 808 Bakara, 2/265. Bakara, 2/266. 810 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, I, 184. 811 Müslim, Sahihu Müslim, İman, 45-46. (nr: 293). 809 127 B. İNFÂK’I GİZLİ YAPMAK İnfâk ederken dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisi de infâkın gizlice yapılmasıdır. İnfâkın gizli ve açık olarak yapılacağına dair bir çok ayet812 bulunmakla beraber gizlice yapılan infâkın daha hayırlı olduğu bildirilmektedir: “Sadakaları açıkta verirseniz o ne iyi; fakat gizleyip de fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar.”813 İslam alimleri bu ayetten hareketle farz ve nafile sadakaların gizli ve açık olarak verilmesi ile ilgili farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre zekat gibi farz olan sadakaların aleni olarak verilmesi, nafile olan sadakaların ise gizli verilmesi daha hayırlıdır. Bazı alimler de farz veya nafile olsun bütün sadakalarda gizliliğin daha hayırlı olduğunu söylemişlerdir. Netice itibariyle bu ayetin sonunda da bildirildiği üzere “Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır”814 dolayısıyla Allah’a bildirmek için sadakalarınızı dünyaya ilan etmeğe kalkışmakta da bir sakınca yoktur, ancak gizlemek daha ihlaslı olur.815 “Sadakaların gizliliğinin faziletine binaen, İslam büyüklerinde sadakalarını verecekleri fakire bile bildirmemeğe çalışan bir çok zatlar gelip geçmiştir. Kimi, sessiz sedasız bir âmânın eline bırakır. Kimi, fakirin geçeceği veya oturacağı yere, göreceği biçimde kor ve fakat kendini göstermez. Kimi, fakir uyurken elbisesine bağlar. Kimisi de başkasının aracılığı ile fakire ulaştırırdı ki hepsinden maksat riyadan, süm’adan ve minnetten sakınmaktır.”816 Yine sadakaların gizliliği ile ilgili Hz. Peygamber’in meşhur bir hadisinde de bu konu şu şekilde geçmektedir: “Kıyamet gününde Allah’ın gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmayacağı o günde Allah şu yedi kişiyi kendi gölgesinde gölgelendirecektir ki bunlardan birisi de: Bir sadaka verip de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen adamdır. ”817 Bu açıklamalarla beraber açıkça verildiğinde alan kişi için bir takım zararlar olabilir: 812 Bu konu ile ilgili ayetler için bkz: Bakara, 2/271, 274; İbrahim, 14/31; Nahl, 16/75; Fatır, 35/29; Ra’d, 13/22. 813 Bakara, 2/271. 814 Bakara, 2/271. 815 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 192-193. 816 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 193. 817 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Zekat, 16; Müslim, Sahihu Müslim, Zekat, 30-31. 128 1. Açıkça vermede, fakirin namus ve haysiyetine dokunmak, fakirliğini ilan etmek vardır ki fakir buna razı olmayabilir. 2. Açıkça vermede, fakiri iffetli halden çıkarmak ve ahlakını bozmak sakıncası vardır. 3. Halk, fakirin sadaka almasını, “muhtaç değil iken aldı” zannederek, gayr-i meşru olarak algılayabilir. Fakir, kınanmaya, halk da gıybete düşebilir. 4. Yüksek elin alçak elden hayırlı olması itibariyle açıkça vermede fakiri hor ve hakir görme ve ona bir ihanet manası vardır. Halbuki mü’mini hor ve hakir görmek, caiz değildir. 5. Sadaka hediye kanalına girer. Halbuki bir hadis-i şerifte, “her kime bir hediye takdim olur da, yanında bir topluluk bulunursa onlar, o hediyede ona ortaktırlar” buyurulmuştur. Dolayısıyla açıktan sadaka verildiği zaman, fakir yanında hazır bulunan ortaklarına ondan bir şey vermezse, bu açıkça verme yüzünden, uygunsuz bir hale düşmüş olur ki, buna sebep olmakta yakışıksız olur. işte bütün bu akli ve nakli sebepler, sadakanın gizlenmesinin daha faziletli odluğuna işaret eder.818 Nafile olan sadakanın gizli verilmesi daha hayırlı olmakla beraber eğer bir insan, sadakasını açıkça verdiği zama, halkında kendisine uyup sadaka vereceklerini ve bu yüzden fakirlerin faydalanacağını bilirse bu durumda açıktan vermesi gizli vermesinden daha faziletli olabilir.819 Farz olan zekatın açıkça verilmesinin hikmetine gelince şu şekilde sıralayabiliriz: 1. “Onların mallarından sadaka al”820 diye açık emir vardır. 2. Bunun gizlenmesinde kendine töhmet çekmek ve herkesi kötü zanna düşürmek tehlikesi vardır ki, açıkça vermek bunu gidereceğinden daha faziletli olur. Nitekim Rasulullah, farz namazlardan başka namazlarının çoğunu mübarek evlerinde kılardı. Namazda töhmeti gidermek için farz ile nafilenin hükmü değiştiği gibi, zekatta da böyledir. 818 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 194. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 194. 820 Tevbe, 9/103. 819 129 3. Açığa vurmak, Allah’ın emir ve teklifine ilgi göstermeyi ve acele etmeyi içerir. Gizlemeye kalkışmak ise, vacibin yerine getirilmesini hatıra getirir. Dolayısıyla farzlarda açığa vurma ve nafilelerde gizleme daha uygundur.821 Bütün bu açıklamalardan sonra infâkın açık ve gizli olarak yapılacağına dair ayetleri “Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infâk ederler.822 “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk etsinler.»”823 “Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça infâk ederler”824 okuduğumuz da bu ayetlerden açık ve gizli olarak infâk etmenin her ikisinin de caiz olmasıyla beraber şu ayette de ifade edildiği gibi “Sadakaları açıkta verirseniz o ne iyi; fakat gizleyip de fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır”825 özellikle gönüllü infâkın içerisinde mütalaa edilen nafile sadakaların gizli olarak verilmesi daha hayırlı ve daha makbuldür. C. İSRAFA KAÇMAMAK İnfâk ederken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da isrâfa kaçmamaktır. Yani malının tamamını infak etmeyip aksine “sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı”826 ayetinin anlamına göre, farzlarda nisap (zekat düşecek mal miktarı) dikkate alınacağı gibi, nafilelerde de, kazancın devamını sağlayan sermaye, tezgah, işletme masrafları gibi şeylerle, ihtiyat sermayesi gibi şeyler söz konusu infâkın dışında tutulacak ve bu durum gözden uzak tutulmayacaktır.827 Kur’an-ı Kerim’de ise bu durum şu şekilde ifade edilmektedir: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”828 Ayette de görüldüğü üzere Allah’ım emrettiği bir ibadet olan infâkta da olsa israftan kaçınmak gerekmektedir. Kur’an infâk ederken isrâftan kaçınmayı emretmekle beraber bunun tam zıddı olan cimrilikten de kaçınılması gerektiğini bildirerek orta yolu şu şekilde tavsiye eder: 821 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 195. Bakara, 2/274. 823 İbrahim, 14/31. 824 Ra’d, 13/22. 825 Bakara, 2/271. 826 Bakara, 2/219. 827 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 199. 828 İsra, 17/26-27. 822 130 “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.”829, “Onlar, infâk ettikleri zaman ne isrâf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”830 Yapılan bu izahlar ve ayetlerden anlaşılacağı üzere infâk ederken ifrat derecesinde isrâfa girmekten ve tefrit derecesinde cimrilikte bulunmaktan kaçınmak gerekmektedir. Bununla beraber Elmalılı’nın da söylediği gibi: “Zaman olur ki, çoluk çocuk, din ve millet uğrunda bütün mallarını sarf ve infâk etmek iktisat kuralının bile kapsamına girer. Sonra mal olsa olsa canın bir yongasıdır. Halbuki Allah’a tevekkül ederek, hayatı feda etmekten bile çekinilmemesi gereken öyle insani vazifeler vardır ki bu gibi yerlerde genel infâk bile hafif kalır. İşte bundan dolayı da ‘hayırda isrâf olmaz’ buyurulmuştur.”831 Sonuç olarak infâk ederken isrâf etmemekle beraber tabiri caizse yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali cimri davranmamak gerekmektedir. Aksine bu ikisinin ortası bir yolda infak etmek gerekmektedir. Yoksa her iki durumda da yapılan infâklar kabul edilmeyip insana fayda yerine elem ve keder verecektir ki bu durumda da infak edenler için vaad edilen hiçbir mükafat elde edilemeyecektir. Bu nedenle de aslolan “az da olsa devamlı olanıdır”832 hadisi gereğince orta yolu tercih etmektir ki Hz. Peygamber’de bütün mallarını infâk etmek isteyenlere “mallarının üçte birini infâk etmelerini”833 tavsiye etmiştir. Ancak bazı istisnai durumlarda, yukarıda merhum Elmalılı’nın ifade ettiği gibi, malın tamamını infâk etmekte de herhangi bir sakınca yoktur. D. İNFÂKTA ACELECİ OLMAK İnfâk ederken dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisi de aceleci davranarak bir an önce bu hayır işini sonlandırmaktır. Zira bu konu Kur’an-ı Kerim’de de, “Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın!”834 şeklinde ifade edilerek hayır işlerinde acele davranılması gerektiği bildirilmektedir. Kişinin sadaka olarak vermeye niyet ettiği şeyler, artık kendinin malı olmaktan bir nevi çıkmıştır. Dolayısıyla kendinde emaneten bulunuyor denilebilir. Emanetin sahibine 829 İsra, 17/29. Furkan, 25/67. 831 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 201. 832 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, İman, 43. 833 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Ferâiz, 6. 834 Maide, 5/48. 830 131 ulaştırılmasında da acele etmek gerekir. Tâki zayi olma veya bir zarara maruz kalma endişesinden kurtulmuş olsun.835 Bu konuyla ilgili Hz. Peygamber’den güzel bir örnek rivayet edilmektedir: Ravi diyor ki: “Rasulullah bize ikindi namazını kıldırdı, acele etti. Ben durumu kendisine sordum. O da: ‘Ben evde sadakadan bir külçe altın emanet olarak almıştım, üzerinden bir gecenin geçmesini istemedim. Onu takdim ettim’ diye buyurdu.”836 Yine Kur’an-ı kerim’de başka bir ayette de infâk ederken acele davranılması gerektiğini şu şekilde bildirmektedir: “Birine ölüm gelip de: «Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka versem, iyilerden olsam» diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin”837 Bu ayette göstermektedir ki infakta acele etmek gerekmektedir. Çünkü ansızın ölüm gelebilir ve artık dönüp de infâk etme gibi bir fırsatımız olmaz. Yine Bakara suresi 266. ayetteki yaşlı adam örneği de bu unuyla ilgili güzel bir örnektir. Yani, eğer sizde bu dünya da emrolunduğunuz gibi infâk etmezseniz (yani fakiri küçümsemeden ona eziyet etmeden, yapılan infâkı başa kakmadan ve gösterişten uzak durarak sadece ve sadece Allah rızası için infâk etmezseniz ve yine yapacağınız bu infaklarda acele etmezseniz) ve tüm hayatınızı ve enerjinizi bu dünya için harcarsanız, öldüğünüzde, misaldeki yaşlı adamın çaresiz durumu ile karşılaşırsınız. O, tek bahçesini, bütün hayatı boyunca kazandığı şeyi kaybetmiştir. Kendisinin yeni bir bahçe yetiştirmeye gücünün yetmeyeceği, çocuklarının da küçük ve zayıf olduğu için bir şey yapamayacakları bir anda, tüm dayanağını kaybetmiştir.838 Bu örnekte, gösteriş amaçlı başa kakmalı ve rencide edici infâk, yakıcı, kavurucu rüzgara benzetilmiştir. O da infâkın ecrini silip süpürür. Ayrıca insanı Allah katında güç durumda bırakır ve telafisi de mümkün olmaz.839 İşte bu yaşlı adamın durumuna düşmeden yani ansızın ölüm gelip çatmadan Allah’ın istediği doğrultuda elimizde infâk etme fırsatı varken biran önce infak etmek gerekmektedir. Başka bir ayette de Allah önce infâk edenlerle daha sonra 835 Temel, Kur’an’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk, s. 45. Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Zekat, 20. 837 Münâfikun, 63/10. 838 Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, I, 184. 839 M.İzzet Derveze, Tefsiru’l- Hadîs, (Çeviri: Vahdettin Ayaz, Mustafa Altınkaya) I. Baskı, İstanbul 1998, V, 301. 836 132 infâk edenlerin bir olmadığını daha önce infak edenlerin daha üstün derecede olduklarını bildirmektedir.840 Sonuç itibariyle yapılan bütün bu açılamalardan da anlaşılacağı üzere infâk ederken elimizden geldiğince acele ederek biran önce ölüm gelmeden boynumuzda ki bu sorumluluktan kurtularak fakirlerin hakkı olan malı sahiplerine ulaştırmamız gerekmektedir. E. İHTİYAÇ FAZLASINDAN İNFÂK ETMEK İnfâk ederken dikkat edilmesi istenilen hususlardan birisi de ihtiyaç fazlasından infâk edilmesidir ki bu konu Kur’an’da şu şekilde ifade edilmektedir: “Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyaçtan artakalanı.»”841 Yani malınızın zaruri ihtiyaçlarınızdan fazlasını infâk ediniz. İnfâk etmek istediğinizde kendinizin, aileden sayılan küçük çocuklar, zevce, muhtaç olan ana-baba ve bunlara katılan ataların ihtiyacını karşıladıktan sonra fazlasını yukarıda belirtilen842 yerlere ve hayır yönünde infak ediniz. Dolayısıyla hayır yapacağız diye, kendinizi ve ailenizi nafakasız bırakmak caiz olmaz. Hayır taraflarına infâk, bunların fazlasından yapılır. 843 Buna göre bir Müslüman ihtiyacından fazla olan malını, muhtaç olanlara infâk etmek durumundadır. Aynı zamanda şunu bilmeliyiz ki “ihtiyaçtan arta kalan ” miktar, nisap miktarı bir mala sahip bir Müslüman’ın vermekle yükümlü olduğu zekatın dışındadır.844 Bu konu hadislerde de şu şekilde işlenmiştir: Rasulullah bir adama şöyle dedi: “Önce kendinden başla ve kendine infâk et. Bir şey artarsa, ailene harca. Yine de artarsa akrabalarına ver. Akrabalarına verdikten sonra da elinde ihtiyaç fazlası malın kalırsa, bu şekilde infâk etmeye devam et. Önünde, sağında, solunda olanlara dağıt.”845 Yine konuyla ilgili, Hz. Peygamber: “Sadakanın en üstünü, kişinin malından kendi ve aile efradının ihtiyacına yetecek miktarını ayırdıktan sonra verdiği sadakadır ve tasadduka, bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla”846 buyurmaktadır. “Zira, sağlıklı ve güçlü bir toplumun oluşması, öncelikle aile fertleri ve 840 Bkz. Hadid, 57/40. Bakara, 2/219. 842 Not: Burada kastedilen Bakara suresi 215. ayette geçen kişiler. 843 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 67-68. 844 Derveze, Tefsiru’l- Hadîs, V, 234. 845 Müslim, Sahihu Müslim, Zekat, 13-14, (nr: 2313). 846 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Zekat, 18. 841 133 akrabalar arasındaki güçlü bir dayanışmaya bağlıdır. Aile fertleri, akrabalar ve komşular arasında güçlü bir dayanışmanın olmadığı bir yerde birbirlerine sevgiyle bağlanıp kenetlenmiş bir toplumdan bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple kendi aile fertlerini ve akrabalarını ihmal edip daha uzaktaki insanlara infâkta bulunan kimse haddi zatında kin, nefret ve düşmanlık duygularını daha da körüklemiş ve dolayısıyla da günah kazanmış olmaktadır.”847 Bütün bu açıklamaların neticesinde infâk ederken dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisinin de ihtiyaç fazlasından infâk edilmesidir. Çünkü öncelikli olarak infâk edilecek yerler ayet ve hadislerde de ifade edildiği gibi kişinin kendisi ve ailesidir. Eğer bunlara yapılan infâktan sonra geriye bir şeyler kalırsa işte o arta kalandan infâk edilmesi istenmektedir. Aksi takdirde öncelikli olarak infâk edilmesi gereken yerler ihmal edilip de daha sonra infâk edilmesi gereken yerlere öncelik verilirse, bu durumda yapılan infâk neticesinde sevap değil günah kazanılmış olur. F. RİYA VE GÖSTERİŞTEN UZAK OLMAK Her ibadetin temelinde Allah rızasını kazanmak olduğu gibi infâkın temelinde de Allah rızasını kazanmak vardır. İşte infâkın neticesinde, Allah’ın rızasın kazanabilmek içinde riya ve gösterişten uzak olarak infâk etmek gerekmektedir. Aksi takdirde bırakın sevap kazanarak Allah’ın rızasını kazanmayı insan günahkar olur. Kur’an-ı Kerim’de gösteriş için infâk edenlerin durumu manidar bir benzetme ile şu şekilde ifade edilmiştir: “Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infâk eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”848 Bu misalde yağmur, cömertlik ve harcamaktır (infâk). Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyeti saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabası bulunan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte o kayaya zararlı olur. Aynı şekilde cömertlik ve eli açıklık (infâk), fazileti geliştiren bir güç 847 848 Yürekli; İnfâk Mü’min’in Temel Özelliği, s. 155. Bakara, 2/264. 134 olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infâk edilen servet, aynen üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur. İşte Allah tarafından verilen serveti, O’nun yolunda ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak için harcamayan, fakat insanların takdirini kazanmak için harcayan kimsede böyledir. Aynı şey bir malı Allah yolunda harcayan, fakat aynı zamanda verdiği kişiye kötülük yapan kimse için de geçerlidir. Böyle bir kimse O’nun rızasını istemedikçe, Allah da ona kendi rızasına götüren yolu göstermez.849 Başka bir ayette de gösteriş için infâk edenlerin şeytanın arkadaşı olacağı şu şekilde ifade edilmektedir: “Mallarını insanlara gösteriş için infâk edip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.”850 Bu ayetlerde Allah insanların infâk etmelerini istemekte ancak infâk ederken de gösteriş ve riyadan uzak durmalarını istemektedir. Aksi takdirde yapılan infâklardan sevap ve fayda yerine zarar ve ceza elde edileceğini bildirmektedir. Bütün bu ayetlerden anlaşılacağı üzere yapılan infâkların kabul edilmesinin ve dolayısıyla bir önceki bölümde de zikrettiğimiz gibi gerek bu dünyada gerekse ahirette vaad edilen faydalarını kazanmanın şartlarından birisi de gösterişten uzak durarak Allah’ın rızası için infak etmektir. G. YAPILAN İNFÂKI BAŞA KAKMAMAK İnfâkın kabul edilmesi ve neticesinde vaad edilen mükafatları kazanabilmek için dikkat edilmesi gereken önemli diğer bir hususta yapılan infâkın başa kakılmamasıdır. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilmektedir: “Mallarını Allah yolunda infâk edenler, sonra infâk ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rabbleri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.”851 Yani Allah yolunda sarf ve infâk edenler, sonrada infâklarına ne minnet, ne eziyet takıştırmayanlar, gururlanmayan, tiksindirmeyenlerdir ki Allah yanında ancak onların ücretleri vardır.852 Demek oluyor ki yapılan infâkın Allah katında kabul edilmesi için başa kakmamak ve verilen nimeti yüze vurmamak gerekmektedir. 849 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, I, 184. Nisa, 4/38. 851 Bakara, 2/262. 852 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 166. 850 135 Yine başka bir ayette de yapılan infâkı başa kakanların yaptıkları infaklarının Allah katında kabul edilmeyip boşa gideceği güzel bir benzetme ile anlatılmıştır: “Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infâk eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”853 Burada başa kakma (menn) ile ilgili iki görüş vardır: Bunlardan birincisi: İhtiyaç sahibine karşı, birisinin şu şekilde demesi gibi: “Ben senin için harcama yaptım ve seni fakirlikten kurtardım.” Bu, cumhurun görüşüdür. İkincisi: Sadaka vererek minnet etmek bu görüş İbn Abbas’tan rivayete edilmiştir. Eza kelimesinin manası hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Fakiri rahatsız eden bir şeyi yüzüne söylemektir. Mesela: Sen daima fakirsin. Sen başıma bela oldun, Allah beni senden kurtarsın gibi. İkincisi: Yaptığı iyiliği, fakirin bu konuyu öğrenmesini istemediği kimseye söylemek. Bu iki söz de rahatsız eder. Ve bunlar, sadaka veren için hoş karşılanmaz.854 Bu türden yapılan infâklar, altında sert bir kaya bulunan az toprağa benzer. Üzerine ne kadar yağmur yağarsa yağsın ürün vermeye elverişli değildir. Çünkü yağmurdan sonra, toprak sele karışır gider, sert ve dümdüz bir kaya meydana çıkar. Bunların infâk ettikleri şeyden bir yarar sağlamaları mümkün değildir.çünkü bu davranış, Allah’a yaklaşma, O’nun rızasını, katındaki hayırları kazanma duygusuyla sergilenmemiştir. 855 Netice itibariyle bütün bu ayetler ve yapılan yorumlardan da anlaşılacağı üzere yapılan infâkların kabul edilmesinin şartlarından birisi de fakirin başına kakmadan ve ona eziyet etmeden gösterişten uzak olarak infak etmektir. Çünkü infak edilirken yapılan gösterişte, fakirin başına kakılarak ona eziyet etmekte Allah’ın rızasına aykırı davranışlardır. Zira yapılan iyiliği başa kakmanın ne derece kötü bir davranış olduğu ve ahirette bu şekilde davrananların azaba çarptırılacakları hadislerde de şu şekilde ifade edilmektedir: “Üç kişi vardır ki, kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak, kendilerini temize çıkarmayacaktır ve onlar için acı bir 853 Bakara, 2/264. İbnuû’l-Cevzi, Ebü’l-Ferec, Cemalüddin Abdurrahman, b.Ali; Zâdü’l-Mesir fî ilmi’t-tefsir, 4. Baskı, Şam-1987, I, 317. 855 Derveze, Tefsiru’l- Hadîs, V, 301. 854 136 azap vardır. Bunlar: Elbisesini sürüyerek gururla yürüyen, verdiğini başa kakan ve yalan yere yemin ederek malını pazarlayan kimsedir.”856 H. MALIN İYİSİNDEN VE SEVİLENİNDEN VERMEK Kur’an-ı Kerim’de bu konu ile ilgili ayet şu şekilde geçmektedir: “Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda infâk edin. Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır).”857 Bu ayette Müslümanlara yönelik bir direktife yer veriliyor. Yani sahip oldukları malların ve kazancın en iyi kısmından sadaka vermelerinin gerekliliği vurgulanıyor. Ancak ucuz bir fiyatla, üstelik istemeye istemeye ve gözünü kapatarak alabilecekleri bayağı şeyleri infâk etmeye yeltenmemeleri hususunda uyarılıyorlar. Bu arada yüce Allah’ın bu tür sadakalara ihtiyacının olmadığı, ancak güzel ameliyle övgüyü hak edenleri de övdüğü belirtiliyor. Sahip oldukları malların Allah tarafından kendilerine rızık olarak verildiğine yönelik hatırlatma amaçlı bir işaretle meselenin önemine parmak basılıyor. Dolayısıyla Müslümanlar kolaylarına geldiği kadarıyla kazançlarından, topraktan elde ettikleri üründen Allah yolunda gönül hoşnutluğuyla infâk etmekle yükümlüdürler.858 Bununla beraber başka bir ayette de Allah malın sevileninden infâk edilmesi gerektiğini şu şekilde bildirmektedir: “Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infâk ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”859 Şu halde salt iman, hayrın kemaline kavuşmak için yeterli sebep değildir. Îmân ve ilimden sonra amel ve özellikle, sarf ve infâk da gerektir. Hem bu infâk, ne kadar sevgili şeylerden olursa, o kadar kıymetli olur. Allah, infak edilen hoş veya hoş olmayan herhangi bir şeyi bilir ve ona göre ücretini verir. Fakat asıl iyiliğe: En yüksek hayra ulaşmak, sevilen şeylerden infâka bağlıdır.860 Yani hayrın ve iyiliğin kemali için infâkın, malın en çok sevileninden yapılması gerekmektedir. Zira bu ayet nazil olduğunda Ebu Talha Rasulullah’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulu: Yüce Allah: ‘Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz’ buyuruyor. Mallarımın içinde en çok Beyruha hurmalığını seviyorum. Onu Allah yolunda 856 Müslim, Sahihu Müslim, İman, 45-46. (nr: 293) . Bakara, 2/267. 858 Derveze, Tefsiru’l- Hadîs, V, 301. 859 Al-i İmran, 3/92. 860 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, II, 359. 857 137 infâk ediyorum. Allah katında kabul edilmesini ve bana azık olmasını umuyorum. Onu Allah’ın emrettiği yerlere ver.” Rasulullah: “Söylediğini duydum. Onu akrabaların arasında taksim etmeni uygun buluyorum.” Ebu Talha : Ey Allah’ın Rasulu: “Buyurduğun gibi yaparım, dedi ve en sevdiği hurma bahçesini akrabalarına sadaka olarak paylaştırdı.” Malın iyisini ve sevdiği malı vermek ayet ve hadislerle sabittir. İyisinden, sağlamından ve kendisine en sevimli olanından vermek, kişinin bu husustaki ciddiyetini ve samimiyetini gösterir ki bu ciddiyet ve samimiyet nispetinde de uhrevi neticesini görür.861 İ. KARŞILIKSIZ VERMEK İnfâk ederken dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biriside yapılan infâk karşısında herhangi bir beklentiye girmeden karşılıksız olarak vermektir. Allah’ın rızasından başka hiçbir beklenti içine girmeden vermektir. Zira Kur’an’da: “Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infâk eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez”862 buyurularak başa kakma ve eziyetle yapılan infâkın kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. “Eğer kişi verdiğine karşı zımmen dahi olsa bir karşılık beklentisi içinde olsa, verdiği şey Allah için değil, bilakis kendi çıkarı ve menfaati için olmuş olur ki, bundan da uhrevi bir netice beklenemez. Çünkü karşılığını dünyada istemiş ve elde etmiş olmaktadır.”863 Bu durumda yapılan infâk karşısında açık veya gizli hiçbir beklenti içine girmeden ve hiç kimseyi kırmadan sadece ve sadece Allah rızası için vermek gerekmektedir. Aksi takdirde verilen infâkların hiçbir faydası olmaz. J. İNFÂK EDERKEN CİMRİ DAVRANMAMAK 861 Temel, Kur’an’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk, s. 41. Bakara, 2/264. 863 Temel, Kur’an’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfâk, s. 47. 862 138 Kur’an-ı Kerim’de de bildirildiği gibi: “De ki: «Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, infâk etmekle tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.»”864 “Nefislerde cimrilik hazırlanmıştır.”865 Cimrilik, insan oğlunun yaratılışından itibaren onun fıtratına yerleştirilmiş ve nefis tezkiyesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Ancak bu, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık değildir.866 İşte infâk ederken dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de insan fıtratına doğuştan yerleştirilmiş olan bu cimrilik hastalığından kaçınmaktır. Kur’an-ı Kerim’de cimrilikten kaçınılması şu şekilde istenmektedir: “Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin ve kendinizin hayrına olarak infâk edin. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.”867 Bu ayette geçen şuhh (cimrilik) kelimesini İbn Abbas ‘Nefsin cimriliğini def etme’868 olduğunu söylemiştir. Elmalılı ise, “gücünüz yettiğince haris ve cimri olmamaya çalışın. Nefislerinizin hırsına kapılıp da stok ve hasislik ile kendinizi, çoluk çocuğunuzu, toplumunuzu felaketlere sürüklemeyin. Cömert ve yardımsever olmaya çalışarak Allah için hayır işlerde yarışın’ diye yorumlamaktadır.”869 Hadislerde de cimriliğin güzel bir davranış olmadığı, bu nedenle bu davranıştan kaçınılması gerektiği bildirilmiştir. Şu hadislerde ifade edildiği gibi: “İki özellik müslüman’ın içinde toplanmaz: Cimrilik ve kötü ahlak.”870 “Bir kulun kalbinde iman ve cimrilik ebediyen birleşmez.”871 “Dolandırıcı, yaptığını başa kakan, ve cimri olan cennete giremez.”872 “İslam’ı cimriliğin mahvetmesi gibi hiçbir şey mahvetmez.”873 Bunlarla beraber Hz. Peygamber’de dua ederken “Allah’ım korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım”874 diye dua etmiştir. İzzet Derveze ise insanın fıtratında ki bu cimriliğin sebebini şu şekilde açıklamaktadır: “Cimrilik etmek ancak şeytanın telkinlerinin bir sonucu olabilir. Çünkü insanları fakirlikle korkutan 864 İsra, 17/100. Nisa, 4/128. 866 Yürekli, İnfak Mü’min’in Temel Özelliği, s. 61. 867 Tegâbün, 64/16. 868 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 557. 869 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, VII, 366. 870 Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, Birr, 41, (nr: 1922). 865 871 872 Nesâî, Sünenü’n-Nesâî el-Müctebâ, Cihad, 25-26-27, 29-30. Tirmizî, Sünen-i Tirmizi, Birr, 41, (nr: 1923). Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili,VII, 223. 874 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Cihad, 74. 873 139 böylece infâk etmelerine engel olan odur. O kötülükten, hayasızlıktan e günahtan başkasını telkin etmez. Oysa yüce Allah insanları riyasız ve başa kakmasız infâk etmeye çağırırken, aslında onları harcadıkları maldan daha hayırlısına çağırmaktadır. Rahmet ve bağışlama vaat etmektedir. Kendilerine yönelik fazlını artıracağını vurgulamaktadır.”875 Kur’an infâk ederken cimrilikten kaçınılmasını istediği gibi aynı şekilde bunun tam zıddı olan isrâftan da kaçınılması gerektiğini bildirerek orta yolda olmayı şu şekilde ifade etmektedir: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.”876 Yine diğer bir ayette de: “Onlar, infâk ettikleri zaman ne isrâf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”877 Yani infâk ederken ne ifrat derecesinde isrâfa girmek ne de tefrit derecesinde cimrilikte bulunmaktan kaçınmak gerekmektedir. Yoksa her iki durumda da yapılan infaklar kabul edilmeyip insana fayda yerine elem ve keder verecektir ki bu durumda da infâk edenler için vaat edilen hiçbir mükafat elde edilemeyecektir. Bu nedenle de aslolan “az da olsa devamlı olanıdır”878 hadisi gereğince orta yolu tercih etmektir ki Hz. Peygamber’de bütün mallarını infâk etmek isteyenlere “mallarının üçte birini infâk etmelerini”879 tavsiye etmiştir. K. GÖNÜLDEN VERMEK Kur’an, infâkın kabul edilmesi için gerekli hususları sıralarken bunlardan bir tanesinin de Allah’a inanarak gönülden verilmesi olduğunu bildirmektedir. Çünkü yapılan ameller ancak iman ile sahih olur.880 Bu da göstermektedir ki iman, bütün ibadetlerin kabulünün ön şartıdır. Bu nedenle infâkı yapanların öncelikli olarak Allah’a inanmaları gerekmektedir ki aksi takdirde yaptıkları infâkların hiçbir ehemmiyeti ve faydası yoktur. Bu durum ayetlerde de şu şekilde ifade edilmiştir: “De ki: «İsteyerek yada istemeyerek infâk edin; sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz.»”881 Yani siz, kalben Allah’ın emirlerine uymaktan çıkıp dik başlılık ettiniz882 yani münafıklık883 ettiniz bu nedenle ister gönüllü olarak 875 Derveze, Tefsiru’l- Hadîs, V, 301-302. İsra, 17/29. 877 Furkan, 25/67. 878 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, İman, 43. 879 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Ferâiz, 6. 880 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, III, 397. 881 Tevbe, 9/53. 882 Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 256. 883 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 195. 876 140 infâk edin isterseniz gönülsüz olarak, yapacağınız infâklar her iki durumda da kabul edilmeyecektir. Bu durum diğer bir ayette ise daha açık bir şekilde ifade edilmiştir: “İnfâk ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve Resulünü tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infâk etmeleridir.”884 Yani ‘bir zorunlu vergi saydıklarından bunları kalben inanarak ve gönül hoşluğu ile seve seve Allah için değil başlı başına bir maksatla, görünürdeki bir menfaati gözetmek için yaparlar. Ve bunun için harcama yapmayı bir istek ve zorlama olmaksızın, isteyerek dahi yapmış olsalar bu isteyerek yapma sırf o maksat ve maslahata ait olurda o harcamaların, Allah yolunda sarfedilmesi canlarını sıkar. Bunu gönülden isyan ederek hoşlanmayarak, zorla vermiş olurlar’885 ki bundan dolayı da yaptıkları infâklar Allah katında kabul edilmeyecektir. Netice itibariyle gerek ayetler ve gerekse ayetler ile ilgili yapılan yorumlardan da açıkça anlaşıldığı gibi, infâk ederken dikkat edilmesi gereken en önemli husus hiç şüphesiz Allah’a imandır. Zira yukarıda da söylediğimiz gibi ameller ancak iman ile beraber sahih olur ve Allah katında kabul edilir. L. BOLLUKTA VE DARLIKTA VERMEK Kur’an-ı Kerim’de Allah, infâk eden müttakilerin özelliklerinden şu şekilde bahsetmektedir: “Onlar (müttakiler) bollukta ve darlıkta infâk ederler.”886 yani ‘onlar, darlıktayken de rahatlık içindeyken de, sevinçli olduklarında da mutsuz olduklarında da, hasta olduklarında da sağlıklı olduklarında da kısacası bütün haller de’887 “ mallarını gece, gündüz; gizli ve açık ”888 Allah yolunda kolaylıkta ve zorlukta 889 infâk ederler. Bu da göstermektedir ki infâk, sadece maddi ve manevi iyi durumda iken değil, aynı şekilde maddi ve manevi sıkıntılı ve zor günlerde de yapılmalıdır. Çünkü rahatlık anında herkes infâk edebilir ama darlıkta iken herkes infâk edemez. Zira ayette de bu durumlarda infâk edenlerin müttakiler olduğu bildirilmiştir. İşte, Allah’ın ayette de ifade ettiği gibi “Allah, iyilik yapanları (yani bollukta ve darlıkta infâk eden müttakiler) 884 Tevbe, 9/54. Elmalılı, Hak Dînî Kur’an Dili, IV, 257. 886 Al-i İmran, 3/134. 887 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’an’i’l-Azim, II, 106. 888 Bakara, 2/274. 889 İbn Abbâs, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, s. 67. 885 141 sever”890 Allah’ın sevgisini kazanabilmek için bütün hallerde, gizli ve açık olarak gece ve gündüz,891 darlıkta ve bollukta,892 cimrilik etmeyerek isrâfa da kaçmadan orta halde,893 malın iyisinden ve sevileninden,894 başa kakmadan ve gönül incitmeden895 gösterişten uzak896 durarak canı gönülden Allah’a ve Rasulune inanarak,897 sadece Allah rızası için898 infâk etmek gerekmektedir. 890 Al-i İmran, 3/134. Bakara, 2/274. 892 Al-i İmran, 3/134. 893 Furkna, 25/67. 894 Bakara, 2/267; Al-i İmran, 3/92 895 Bakara, 2/262. 896 Bakara, 2/264. 897 Tevbe, 9/54. 898 Bakara, 2/265, 272. 891 142 SONUÇ Kelime olarak infâk; para veya malı harcamak, elden çıkarmak, sarf etmek, bitirmek, tüketmek demektir. Istılahi olarak ise; Alah’a itâat ve ibadet, iyilik niyeti ile yapılan, kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına, eşine dostuna ve ihtiyaç sahiplerine kısacası İslam’a ve Müslümanlara, hatta bütün insanlığa faydası olan, mal, mülk, para, makam, ilim, nasihat, yol gösterme, nefse hizmet, izzet, ikram ve ağırlama, kalp iradesi, hatta saygı-sevgi ve selam gibi maddi-manevi her türlü hayrı, yardımı, harcamayı ve davranışı içine alan; gerek zorunlu infâk (ailenin geçimi, zekat, fıtır sadakası, kefaretler, kurban ve nezir), gerekse gönüllü infâk (sadaka, yoksulu doyurma, yedirme, vakıf) gibi ibadet ve davranışları kapsayan dinî ve ahlakî bir davranış biçimidir. Kur’an’da “infâk” kavramı türevleriyle beraber elli yedi ayette yetmiş üç defa kullanılmaktadır. Ancak infâk kelimesinin kökü olan ‘nafâk’ ve ‘nafâk’tan’ türeyen kelimelerle beraber infâk kelimesi, Kur’an’da seksen dört ayette yüz on bir defa geçmektedir. İnfâk, Kur’an-ı Kerim’de samimi mü’minlerin bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. İnfâk kavramının tek ve dar bir kullanım alanı yoktur. O, bir çok kavram alanıyla ilişki içerisindedir. Örneğin; ihsân, îsâr, îtâ, it’âm, sadaka, zekât, ikrâm, hayr, ma’ruf vb. kavramlarla olumlu; buhl, şuhh, katr, isrâf, tebzîr vb. kavramlarla da olumsuz bir ilişki içerisindedir. Kur’an’ın inanan insanlardan istediği ibadet ve güzel davranış örneklerinden birisi de şüphesiz infâktır. İslam dininin îmandan sonra mü’minlerden istediği en önemli ibadetlerinden birisi olan namazdan sonra infâkın zikredilmesi bunu açıkça göstermektedir. “Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.” (Bakara, 2/3) Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette Allah, bazen teşvik mahiyetinde bazen de tehdit mahiyetinde kullarından kendilerine verdiği nimetlerden infâk etmelerini istemektedir. Kur’an’ın bu konu üzerinde bu kadar 143 durmasının en önemli sebebi, şüphesiz insan fıtratında mevcut olan yardımlaşma, iyilik, îsâr gibi duyguları harekete geçirerek, onların aksi olan cimrilik, aç gözlülük gibi davranışlarda bulunmalarını engellemektir. İnsanlık tarihine bakıldığında infâk davranışının değişik kavramlar adı altında toplumdan topluma, dinden dine farklı amaç ve gayeler doğrultusunnda ortaya çıktığı görülecektir. Kiminde sırf toplumsal bir görev, yakın çevreyle ilişkiler gibi dünyevi bir olgu iken kiminde de dinin teşvik ettiği ahlakî bir davranış ya da sırf dinî bir görev (ibadet) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en bariz örneği, İslam öncesi cahiliye döneminde görülmektedir. O dönemde infâk, sırf yardımlaşma ve dayanışma görünümlü insânî ve toplumsal bir olgu olarak tezahür etmiştir. İslam ise bunu insânî ve toplumsallıkla beraber daha üst bir olguya çevirmiş ve ona ahlakî ve dinî bir renk katmıştır. Yani Kur’an, infâkın insânî bir olgu olması nedeniyle iyi yönde ortaya çıkmasını teşvik ederek “cimrilik, aç gözlülük, kıskançlık” gibi davranışlardan sakındırmaya çalışmıştır. Hem cimriliği hem de isrâfı yasaklayarak orta yolu tavsiye eden Kur’an, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem vermiş bundan dolayı infâk yapmaya teşvik etmiş ve bu davranışta bulunanların Allah’ın rızasını kazanarak cennette gireceğini bildirmiştir. Ancak mü’minlerin bu mükafatlara ulaşabilmeleri için sahip oldukları şeylerin en iyilerinden ve en çok sevdiklerinden Allah yolunda “infâk” etmeleri gerekir. İnfâk edilen şeyler; mal, mülk, para, makam, ilim, nasihat, yol gösterme, nefse hizmet, izzet, ikram ve ağırlama, kalp iradesi, hatta saygı-sevgi ve selam gibi maddi-manevi her türlü hayr, yardım ve harcama olabilir. Hatta zekat, fıtır sadakası, kefaretler, kurban, nezir, sadaka, yoksulu doyurma, yedirme, vakıf gibi ibadetlerde olabilir. Özetle Alah’a ibadet ve insanlara iyilik niyeti ile yapılan, kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına, eşine dostuna ve ihtiyaç sahiplerine kısacası İslama ve Müslümanlara, hatta bütün insanlığa faydası olan her türlü güzel davranış olabilir. Sosyal adalete, dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem veren Kur’an, insanların mutlu ve huzurlu bir şekilde kardeşlik duyguları içerisinde toplumsal barışı sağlamış olarak yaşamalarını ister. İşte bu toplumsal barışın oluşmasında en önemli etkenlerden birisi de şüphesiz infâktır. Çünkü infâkın birey ve toplum üzerinde psikolojik ve manevi olarak bir çok faydası vardır. Öncelikli olarak insanda verme ve paylaşma duygusunu geliştirir. Kendi ihtiyacı olduğu halde kardeşini tercih etme 144 davranışı dediğimiz îsâr anlayışının gelişmesini, insanlar arasında kardeşlik duygularının pekişmesini sağlar. Özellikle günümüz toplumlarında sosyal barışın sağlanmasında önemli bir proplem olan fakirliğin ortadan kalkmasında rol oynar. İnfâk fakir ve zayıf insanlara karşı iyilik, ikram kapılarını açar. Bu kapıların açılması kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşeri tesânüdünü meydana getirir. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara, vahşet ve hırs pençeleri arasında değil, kalplerde gönüllerde yaşadıklarını hissettirir. Zengin ile fakir arasında oluşacak kin ve nefret duygularını izale ederek, saygı ve sevgi bağlarının oluşmasını temin eder. Böylece insanların, Hz. Peygamberin ifadesiyle, bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenerek, barış ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlar. Şayet arzulanan şekilde yardımlaşma ve infâk olgusu yaygınlaşacak olur ve geçmiş asırlarda olduğu gibi, bu asırda da infâk mekanizması işletildiğinde bugün dünyanın bir çok yerinde görülen açlık, sefalet ve fakirlik büyük ölçüde ortadan kalkacak ve bu sınıfta yer alan insanlar insânî bir hayat sıtandardına ulaşacaklardır. Belli ölçülerde bu mekanizmanın işletildiği toplumlara bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Bu nedenle inanan insanın Allah’ın bir emri olduğu için kendi imkanları nispetinde infâk yapması gerektiği gibi, inanmayan insanların da en azından insânî bir davranış olarak kendi imkanları ölçüsünde infâk yapmaları gerekmektedir. Bu açıklamalarda göstermektedir ki sosyal adalet ve barışın sağlanması için infâk toplumunun oluşması gerekmektedir. İşte bu infâk toplumunun oluşması için bizlere önemli görevler düşmektedir. Bu noktada bizler, infâkın insan hayatında dolayısıyla da toplum hayatında ne derece önemli bir ibadet olduğunu, infâkın sağladığı faydaları çeşitli çalışmalarla değişik platformlarda insanlara duyurmalı ve infâkın toplum içerisinde problem olan bir çok konuya sunduğu çözümleri tespit ederek bu çözümlerin uygulanmasını sağlamalıyız. Bunun için tefsir bilimi dışında kalan diğer disiplenlerde de infâkın ahlaki ve işlevsel açıdan bireye ve topluma sağladığı faydaları tespit edecek çalışmalar yapılarak, bunların insan hayatındaki pratik sonuçları ortaya konmalıdır. Biz bu çalışmamızın kavram ağırlıklı bir çalışma olması nedeniyle infâkın birey ve topluma sağladığı faydalara ve infâkın var olan birçok probleme sunduğu çözümlere çok fazla yer veremedik. Konuyu fazla dağıtmamak için sadece ikinci bölümde işlevsel ve ahlaki açıdan infakın insan hayatındaki önemi üzerinde kısaca durmaya çalıştık. 145 Çalışmamız esnasında dikkat çeken önemli bir hususta infâk kavramının toplum içerisinde tam olarak hangi anlama geldiği, hangi ibadet ve davranışları içene aldığı ve İslam’i literatürde bu kavramın tam olarak karşılığının ne olduğunun bilinmemesidir. Ancak toplum içerisinde ‘zekat, sadaka, nezir, kurban vb.’ kavramlar yaygın olarak bilinirken, bütün bu kavramların infâk kavramı içerisinde mütaala edildiği, infâk kavramının bölümleri olduğu tam olarak bilinmemektedir. Sonuç olarak infâk davranışı yapılmakta ama yapılan bu davranışları infâk kavramı ile değilde infâk kavramının içerisinde yer alan diğer kavramlarla ifade edilmektedir. Çalışmamız esnasında, çalışma konumuzun ‘infâk’ olduğunu söylediğimizde zekat, sadaka, kurban gibi kavramların ne anlama geldiğini çok iyi bilen kişilerin infâk kavramının ne anlama geldiğini sormalarıda bu durumu açıkça göstermektedir. 146 KAYNAKÇA ABDULBÂKÎ, Muhammed Fuad, Mucemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’lKerîm, Tahran I. y. y. el-ÂLÛSÎ, Şihâbuddîn es-Seyyîd Mahmud; Rûhu’l-Me’ânî, Beyrut 1987. ALİ B. EBÎ TÂLİB, Nech’ül-Belaga; (Tercüme ve Çeviri: Abdülbâki Gölpınarlı), Ansariyan publication, İran 1981, s.354-355 ATEŞ, Süleyman; Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul. ANTERA B. ŞEDDAT; ed-Dîvân,, (Şerh: Dr. Asım Faruk ed-Dabbâa) Darul Kalem, Beyrut. AYDÜZ, Davud; Tefsir Tarihi, Çeşitleri ve Konulu Tefsir, Işık Yayınları, İstanbul 2004. el-BEHİY, Muhammed; İnanç ve Amelde Kur’ân’i Kavramlar, (çev, Dr. Ali Turgut), Yöneliş yayınları, 1.bas, İstanbul 1988. el-BEYZÂVÎ, Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullâh b. Ömer b. Muhammed, Envârü’t-tenzîl ve Esrârü’t-te’vîl, Şirketi Sahafiyei Osmâniye, İstanbul 1886. BİLMEN, Ömer Nasûhi; Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, 2. Baskı, İstanbul 1963. el-BUHÂRÎ, Ebû Abdullâh Muhammed b. İsmâil, el-Câmiu’s-Sahîh, ihyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, Hicri 1400. Daru 147 CERRAHOĞLU, İsmail; Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara 1996. CERRAHOĞLU, İsmail; Tefsir Usûlü; Türkiye Diyanet vakfı yayınları, 9. bas, Ankara 1993. el-CEVHERÎ, İsmail b. Hammad; es-Sıhah, (tah: Ahmed Abdu’l-Gafur Attar), 4. bas, Beyrut 1990. el-CÜRCÂNÎ, Ali b Muhammed es-Seyyid eş-Şerif; et-Târifât, (tah: Dr. Abdül Mün’im el-Hanefi), Dâru’l Reşâd, Kahire. CÜNDİOĞLU, Dücâne; Anlamın Buharlaşması ve Kur’ân, İstanbul 1995. CÜNDİOĞLU, Dücane; Kur’ân’ı Anlama’nın Anlamı, İstanbul 1995. ÇAĞATAY, Neşet; İslam Dönemine Dek Arap Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1989. ÇAĞRICI, Mustafa; “Arap” mad., DİA, İstanbul-1991. ÇAĞRICI, Mustafa; “Cömertlik” mad, DİA, İstanbul-1993. ÇAĞRICI, Mustafa; “İnfâk” mad., DİA, İstanbul-2000. ÇALIŞKAN, İsmail, Kur’an’da Din Kavramı; Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2002. DRAZ, Muhammed b. Abdullah; En Mühim Mesaj: Kur’an, (çev: Suat Yıldırım), İstanbul 2003. DAVUDOĞLU, Ahmed; Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, II. bas, İstanbul 1977. DEMİRCİ, Muhsin; Tefsir Usûlü, Marmara İlahiyat Vakfı Yayınları, 4.bas, İstanbul 2006. DERVEZE, M.İzzet; Tefsîru’l- Hadîs, (Çev: Vahdettin Ayaz, Mustafa Altınkaya), Ekin Yayınları, I. bas, İstanbul 1998. DÖNDÜREN, Hamdi; “Nafaka” mad., Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1992. DÖNDÜREN, Hamdi; “İnfâk” 1991. mad., Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 148 ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır; Hak Dîni Kur’ân Dili, Akçağ Yayınları, Ankara. FAZLUR RAHMAN; Ana Konularıyla Kur’ân, (çev: Alparslan Açıkgenç), 3. bas, Ankara 1996. el-FERÂHİDÎ, Halil b. Ahmed; Kitâbu’l-Ayn, (tah: Dr.Mehdi el-Mahzumî ve Dr. İbrahim es-Samiraî), 1.bas, Beyrut 1988. el-FÎRÛZÂBÂDÎ, Mecduddin M. b. Yakub; Basâiru Zevi’t-Temyiz fî Latâifi Kitâbi’l-Azîz, (tah:Muhammed Ali en-Neccâr), Mektebetü’l-İlmiyye, Beyrut. el-FÎRÛZÂBÂDÎ, Mecduddin M. b. Yakub, Kâmusu'l-Muhît, Müessesetü erRisaleti, 3. bas, Beyrut 1993. el-FÎRÛZÂBÂDÎ; Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, Daru’l- Fikr, Beyrut 2001. el-GAZÂLÎ, Muhammed; Kur’ân’ı Anlama’da Yöntem, (çev: Emrullah İşler ), Şule Yayınları, 2. bas, 1998. GEZGİN, Ali Galip; Tefsirde Semantik Metod ve Kur’ân’da “ Kavm” Kelimesinin Semantik Analizi, İstanbul 2002. GÜNALTAY, M.Şemsettin; İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara Okulu yayınları, Ankara 2006. HASSAN B. SABİT, el-Ensari; ed-Dîvân, (Şerh: Yusuf ıyd), 1.bas, Beyrut 1992. el-HİNDÎ, Alâüddin Ali el-Müttakî b. Hüsamüddîn, Kenzü’l-ummâl fî Süneni’l Ekvâli ve el-Efâli, Müessesetü er-Risaleti, Beyrut 1993. HUDAY’A; ed-Dîvân,, (Şerh: Dr. Asım Faruk ed-Dabbâa) Darul Kalem, Beyrut. İBN ABBÂD, İsmail; el-Muhît fi’l-Luga, (tah: Muhammed Hasan Al-i Yasin), 1.bas, Beyrut 1994. İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebü’l-Ferec, Cemalüddin Abdurrahman, b.Ali; Zâdü’l-Mesir fî ilmi’t- tefsir, el-Mektebetü’l-İslamiyye, 4.bas, Şam 1987. 149 İBN FÂRİS, Zekeriyya, Ebi’l-Huseyin Ahmed; Mu’cmu Makâyisi’l-Luga, (tah: Abdüsselam Muhammed Hârûn), 1.bas, Beyrut 1991. İBN KESÎR, el-Hafız İmadüddin, Ebi’l-Fida İsmail, (tah: Abdurrezzâk el-Hedyi) Tefsirü’l-Kur’ân’i’l-Azim, Beyrut 2005. İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadıl Cemaleddin M. b. Mukrim; Lisânu’l-Arab, 1.bas; Beyrut 1990. el-İSFEHÂNÎ, Er-Ragıb el-Huseyin b. Muhammed; el-Müfredât fî Garîbi’lKur’ân, (tah: Safvan Adnan Davudî), 3.bas, Beyrut-Dımeşk 2002. İSMAİL HAKKI BURSEVÎ, Muhtasârı Rûhu’l Beyân, (İhtisar eden: Muhammed Ali Sabûnî, terc: heyet) 3.bas, İstanbul. İZUTSU, Toshihiko; Kur’ân’da Allah ve İnsan, (çev: Süleyman Ateş ), Ankara 1975. İZUTSU, Toshihiko; Kur’ân’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, (çev: Selahattin Ayaz), 2.bas, İstanbul 1991. İMRU’L-KAYS; ed-Dîvân, (Şerh: Dr. Asım Faruk ed-Dabbâa) Dâru’l Kalem, Beyrut. KAB B. ZÜHEYR; ed-Dîvân,, (Şerh: Dr. Asım Faruk ed-Dabbâa) Dâru’l Kalem, Beyrut el-KÂFİYECİ, Ebu Abdillah Muhammed b. Süleyman; Kitâbu’t-Teysîr fî Kavâidi İlmi’t-Tefsîr, (çev: İsmail Cerrahoğlu), Ankara 1974. KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul 1974. KUTUB, Seyyid; Fîzılâl-il Kur’ân, (Terc: Emin Saraç, İ.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa), Araştırma Yayınları, İstanbul 1992. LEBÎD, b. Rabîa el-Âmirî; ed-Dîvân, (Şerh: Dr. Asım Faruk ed-Dabbâa)Darul Kalem, 1.bas., Beyrut 1997. MEHMET, Vehbi; Hulâsat’ul Beyân, 4.bas, İstanbul 1967. MERÂĞÎ, Ahmed Mustafa; Tefsîru’l-Merâğî, Daru’l-Fikr, Beyrut. 150 MEVDÛDÎ, Ebu’l A’lâ; Tefhîmu’l Kur’ân, (Terc: Muhammed Han Kayanî, Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş), İnsan Yayınları, İstanbul 1986. MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin, b. Haccâc, Sahîhu Müslim, (Tah ve Tahr: Ahmed Inâye ve Ahmed Zuhût), I.bas; Beyrut 2004. MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin, b. Haccâc, Sahîhu Müslim bi Şerhin-Nevevî (Ebu Zekeriyya Muhyiddin Yahya b. Şeref b. Muri Nevevi), Dâru ihyai’t-Türasi’lArabi,II.bas, Beyrut 1972. AMR, ANTERA B.ŞEDDAT, HARİS, İMRU’L-KAYS, LEBİD B. RABÎA VE TARAFE; Muallakat yedi askı, (çev: Şerafettin Yaltkaya), Meb Yayınları, İstanbul 1989. MUHAMMED HANEFÎ, Manisevi, Şerhu fıkh-ı Ekber, Dâru’n-Nil-2007, s. 52. NEDÂ, Abdurrahman Yusuf eş-Şâyî; Mu’cemu Elfâzi’l-Hayati’l-İçtimâiyye fî Devâvîni’ş-Şuarâi’l-Muallakâti’l-Aşr, Mektebetü Lübnan, 1.bas, 1991. en-NESÂÎ, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b.Şuayb; (Birlikte: Zehrü’r-Ruba ale’l-Müctebâ/ Suyûtî), Sünenü’n-Nesâî el-Müctebâ, Matbaatu Mustafa el-Babi’l-Hal, I. bas, Mısır 1964. NURSÎ, Said (Bediüzzaman); Mektûbat, Sözler Neşriyat, İstanbul-2004. ÖZDEMİR, Abdurrahman; Eski Arap Şiirinin Zirve İsimlerinden Biri Lebîd b. Rabîa el-Âmirî ve Divanı, Araştırma Yayınları, Ankara 2007. ÖZTÜRK, Mustafa; Kur’ân’ı Kendi Tarihinde Okumak – Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara 2004. ÖZSOY, Ömer; Sünnetullah Bir Kur’ân ifadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları, I. bas, İzmir-1994 er-RÂZİ, Fahreddin; et-Tefsîru’l-Kebîr, Beyrut 1993. es-SUYÛTÎ, Celaleddin Abdurrahman; el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Daru İbn Kesir ve Daru’l-Ulumi’l-İnsaniyye, 2. bas, Beyrut 1993. 151 et-TABATABÂÎ, Muhammed Hüseyin; el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’ân, (Terc: Vahdettin İnce, Tash: Seccad Karakuş, Abbas Akyüz, Musa güneş) 2.bas, İstanbul 2005. et-TABERÎ, Ebu Câfer Muhammed ibn Cerir, Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’lKur’ân, I, bas, Beyrut 1992. et-TAHAVÎ, Ebu Cafer Ahmed; Ahkâmu’l-Kur’âni’l-Azîm, (Tahkik: Sadettin Ünal), İSAM yayınları, I.bas, İstanbul 1995. TEMEL, Nihat; Kur’ân’da Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak İnfak, M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2001. et-TİRMİZÎ, Ebû Îsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî; Sünenü’t-Tirmizî, (tah: Ahmed Muhammed Şâkir. 5. cilt, tah: Kemal Yusuf Hût), Dâru’l Kütübü’lİlmiyye, I.bas, Beyrut 1987. ÜNAL, Ali; Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerim ve Açılamalı Meali, Define Yayınları, İzmir 2007. ÜNAL, Ali; Kur’ân’da Temel Kavramlar, İstanbul-2003. YÜREKLİ, Kasım; Mü’min’in Temel Özelliği İnfak, Ensar yayıncılık, Konya 2005. ez-ZEBÎDÎ, Muhibbu’d-Din Ebi Feyz; Tâcu’l-Arûs fî Cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut 1994. ez-ZEMAHŞERÎ, Mahmud b. Ömer; Esâsul’l-belâğa, 1.bas, Beyrut 1996. ZERKEŞÎ, Bedru’d-dîn Muhammed b. Abdillah, el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân, (Tah:Yusuf Abdurrahman el-Maraşlî, eş-Şeyh Cemal Hamdi ez-Zehebî, eş-Şeyh İbrahim Abdullah el-Kürdî) Dâru’l-Marife, 1.bas., Beyrut 1990. ZÜHEYR; Muallakası, Meb Yayınları, (Muallakat Yedi Askı), İstanbul 1989. ez-ZUHEYLÎ, Vehbe; Tefsîru’l-Münîr, (Terc: Hamdi Arslan, Dr. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, Dr. H.İbrahim Kutlay, Nurettin Yıldız) 2. Baskı, İstanbul 2005. 152