Assistent Laden. Wacht aub... Welkom Gast ( Inloggen | Registreer

advertisement
Forum Index Forum Regel s - Forum K urall arı
* Radi o * Hel pZ oeken Gebrui kers K al ender
Welkom Gast ( Inloggen | Registreer gratis )
TurkseStudent.be > Algemeen > Religie, Cultuur & Geschiedenis
Atatürke İftiralar
Esek GozLu
opties
28 May 2005, 14:01
Bericht #1
ANNESİNE YÖNELİK İFTİRALARA YANITLAR
İFTİRA :
Atatürk’ün Annesi Genelev Kadınıymış ve Annesinin Genelevden
Çıkarıldığına Dair Mahkeme Kararı Varmış (!)
Güzellik fukarasi ne göz
beğenir ne kaş
YANITLAR
o Giriş
o Evli Bir Kadın Babalık Davası Açabilir mi?
Groep: Leden
o Mustafa Kemal Askeri Okula Girebilir miydi?
Berichten: 1099
o Devletle Alay Ediyorlar !
Sinds: 30-April 05
Van: Eşeğin üstünde :p
o Osmanlıda Genelev Var mıydı ?
Gebruiker Nr.: 738
GİRİŞ
Türk'e Atatürk'ü veren, en büyük Türk anası hakkında böyle bir konu açıyor
olmaktan üzüntü duyuyoruz. Bizi bağışlamasını diliyoruz.
Türkiye'de hurafelere dayalı düzen kurmak isteyenler, kendilerine taban
oluşturabilmek için din, Atatürk ve tarih ögelerini çarpıtarak kullanırlar.
Kişiyi; din ögesiyle "Ben Müslüman’sam laik olamam"; Atatürk ögesiyle
"Soyu sopu belli olmayan, bunca kötü özellikler taşıyan birinin yaptıkları iyi
olamaz"; tarih ögesiyle de "Ben Türk ulusundan değil, İslam
ümmetindenim." anlayışına getirmeye çalışırlar.
Atatürk’e ilişkin bütün olumlu duygu ve düşünceleri tersine çevirebilmek için
işe Atatürk’ün annesinden başlarlar. O yüce kadına, kötü kadın olduğu,
genelevde çalıştığı iftirasını atarlar. Bu iftiralarını da 1990 yılında, sahte bir
mahkeme kararıyla gerçekmiş gibi göstermek isterler.
Bu sahte mahkeme kararına göre; Zübeyde Hanım birlikte yaşadığı kişi
ölünce, ondan olan oğlu için babalık davası açmış, ölenin yakınları itiraz
etmiş, karısı olmadığını, genelevden odalık aldığını ve odalık aldığında
Zübeyde Hanım'ın 2 yaşında çocuk sahibi olduğunu bildirmişler. Mahkeme
de sözde geneleve sormuş, gelen yanıtta da Zübeyde Hanım'ın 19 Haziran
1881'de oğluyla birlikte geneleve girdiği, 11 Nisan 1882'de ölen kişi
tarafından genelevden çıkarıldığı belirtilmiş. Böyle olunca mahkeme davanın
reddine karar vermiş.
Bu iğrenç iftiracılara göre, bu karar dolayısıyla artık her şey o kadar açık ki,
hem de mahkeme kararıyla kanıtlı ki, Mustafa Kemal'in babası belli değildir,
annesi de kötü kadındır.
Dünya dillerindeki hiçbir sıfatla anlatılamayacak bu iğrenç iftiranın
yanıtlarına geçmeden, Türkiye'nin geldiği durumu görelim. Bu sahte belge,
1990'da, Almanya'dan, Siirt'ten, Bitlis'ten çeşitli adreslere postalanıyor. En
acısı da, Milli Eğitim Bakanlığı'nda çoğaltılıyor (Personel Genel
Müdürlüğünün bir şefi tarafından) ve Meclis'te milletvekillerinin posta
kutularına dahi atılabiliyor (23 Şubat 1994)(1).
Hürriyet Gazetesi (21 Ocak 1990)
Türk basını o günlerde bu iftiraya tepki göstererek düzmece belgeyi
inceledi.
Basının vardığı sonuç:
• Kağıdın rengi bozulmamış, yazılar hasar görmemiş, 110 yıllık belgede bu
olanaklı değildir.
• O dönemin kararlarında pul yoktur. Bu düzmece kağıtlarda pul var.
• Kararda, imzası bulunan yargıçların adlarının ve kıdemlerinin yazılı olması
gerekir. Yok.
• Ayrıca kararda hukuksal mantık olarak da büyük bir yazım ve görüş hatası
vardır. (2)
• Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’yle ne zaman evlendi, düzmece kararın yılı
olan 1882'ye dek kaç çocuğu oldu, M. Kemal'den önceki üç çocuğu için
neden babalık davası söz konusu değil, mahkeme sırasında Ali Rıza
Efendi'nin durumu ne, sağ mı, ölümü, Zübeyde Hanım’ın kocası mı, değil
mi? Sağsa ve Zübeyde Hanım’ın kocasıysa bu durumda evli bir kadın nasıl
babalık davası açabiliyor?
• Annesi genelevde çalışmış olan ve üstelik bu durumu mahkeme kararıyla
belgelenmiş birisini, Osmanlı ordusunda askeri okullarla alıyorlar mıydı?
• Osmanlının o yıllarında resmi genelev var mıydı? Varsa çalışanları
kimlerdi? Yoksa, bu konu nereden çıktı?
• Annesinin ikinci evliliğine bile, küçük yaşına rağmen, katlanamayan bir
Mustafa Kemal, annesinin böyle bir durumu olsa onu reddetmez miydi?
Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı?
• Ayrıca sözü edilen tarihte Zübeyde Hanım 24 yaşında ve babasıyla iki
erkek kardeşi var. Bu koşullarda ve o günkü Türk aile yapısında böyle bir
durum olabilir mi?
• Böyle bir durum olsaydı, Mustafa Kemal'in muhalifleri, o yıllarda ve
sonrasında, M. Kemal'i öldürme girişimleri yerine, bu durumu kullanmazlar
mıydı?
• Böyle bir durum olsaydı, Padişah Vahidettin, M. Kemal'e kızıyla
evlenmesini önerir miydi?
• Karşı taraftan "Bu durum o zamanlar bilinmiyordu." sesleri geliyor. Bu
olanaklı mı? Selanik gibi herkesin birbirini tanıdığı, özellikle Türk'lerin
birbirlerini yakından tanıdıkları bir kentte böyle bir durum gizli kalabilir mi?
M. Kemal'in çocukluk arkadaşları var, okul arkadaşları var, sonrasında
Selanik'te görev yapan asker arkadaşları var. Bunların içinde sonradan
muhalifi olanlar var. Bunlar, böyle bir şey olsa duymazlar mıydı?
Duyanlardan, en azından biri, en azından Atatürk öldükten sonra, dile
getirmez miydi? Karşı taraftan "Rıza Nur dile getirdi." sesi geliyor. Rıza
Nur'un kim ve nasıl biri olduğunu anlattık. (Rıza Nur kimdir ve nasıl biridir ?)
Bu irdelemeyi daha çoğaltabiliriz. Ama irdelemedeki bu kadar soru bile bizi
bir noktaya getiriyor. Desteksiz atıyorlar, alçaklığın en büyüğünü yapıyorlar.
Bu iğrençliğin düpedüz iftira olduğunu anlamak hiç de güç değil.
EVLİ BİR KADIN BABALIK DAVASI AÇABİLİR Mİ?
Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’yle 1870 yılında, 14 yaşındayken evlenir ve
1882'ye (düzmece mahkeme kararına) dek, sırasıyla Fatma, Ahmet, Ömer
ve Mustafa adlı 4 çocuğu olur.(3) Ali Rıza Efendi sağdır ve Zübeyde Hanım’ın
kocasıdır. Dört çocuklu ve kocalı bir kadının, dördüncü çocuğu için bir başka
erkeğe yönelik kocalık davası açması mantıksal değildir. Açması demek en
basitinden kocasından ayrılmış ya da ayrılmayı göze almış olması demektir.
Oysa böyle bir durum yok. Ali Rıza Efendinin öldüğü yıl olan 1893 yılına dek
evlilikleri sürer, Makbule ve Necmiye adlı iki çocukları daha olur. Ayrıca bir
koca, böyle bir davayı öğrendiğinde üç kez "Boş ol." deyip evliliği bitirir.
Evlilik sürdüğüne göre böyle bir durum yoktur, dava olmadığına göre karar
da yoktur.
Evli, dört çocuklu ve kocasının geliri olan bir kadın genelevde çalışmaz.
Özellikle o günün ahlak anlayışında bu hiç olanaklı değildir. Bazı kafalardan
geçen soruyu yanıtlayalım. Ali Rıza Efendi belki toleranslı davranmıştır.
Olmaz ama varsayalım ki öyle. Ancak Zübeyde Hanım yalnız değil. Kocasının
dışında babası ve erkek kardeşleri var. O günün ve bugünün de Türk aile
yapısında, bu koşullarda ki bir kadın, değil geneleve girmek, başka şekilde
yanlış bir adım atsa, iş namus meselesi olur ve kanla temizlenir.
Kendisine "Zübeyde Molla" denilen bu yüce kadın üzerinde, bu yakışıksız
konuların hiç konuşulmaması gerekirdi.
MUSTAFA KEMAL ASKERİ OKULA GİREBİLİR MİYDİ?
Şimdi de askeri okullara giriş koşullarına bakalım. 1845 yılında orta dereceli
askeri okullar açılırken, öğrenci alımı esasları da belirlenir ve şöyle denir :
“Açılacak (askeri okullara) yalnızca hanedan ve asker çocukları
alınmayacak; aslı ve nesli belli halkın çocuklarından da okullara kayıt
yapılacak; toplum içinde kötü tavır ve durumda olduğu bilinenlerin
çocuklarının kayıtları yapılmayacaktır.”(4)
M. Kemal Selanik Askeri Rüştiyesi’ne (ortaokul) 1894 yılında bu koşullar
uygulanırken kayıt olur. Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, 1882 yılında, bir
çocuğun babasının belli olmadığına ve annesinin kötü kadın olduğuna karar
verecek ve 12 yıl sonra bu çocuk aynı yerdeki askeri okula, yukarıdaki
koşullara karşın kayıt yaptıracak. Bu olacak iş değildir.
DEVLETLE ALAY EDİYORLAR.
Yalnızca devletle alay etmiyorlar, o dönemin üç padişahını da aşağılıyorlar.
Mustafa Kemal, Abdülhamit döneminde askeri okula girer, onun döneminde
askeri liseyi, Harp Okulu'nu, Harp Akademisi'ni bitirir ve kurmay subay olur.
Sultan Reşat döneminde paşalığa yükseltilir. Vahdettin de Mustafa Kemal’i
kendine fahri yaver olarak seçer. Bunlar nasıl padişahlık yapmışlar? Diyelim
ki Abdülhamit yönetimi durumun farkına varmadı. Ama Sultan Reşat
yönetimi için aynı şeyi söyleyemeyiz; çünkü kişi paşa yapılacak. Diyelim ki o
yönetim de atladı. Artık Vahdettin’den kaçmaması gerekir. Nedenine
gelince; Vahdettin M. Kemal'i çok yakından tanır. Birlikte uzun bir Almanya
gezisi yaparlar. Padişah olduktan sonra da en fazla görüştüğü paşalardan
biridir. Fahri yaveri yapar. Kızı Sabiha Sultanla evlenmesini ister.(5) Bir
padişah düşünün ki, kızıyla evlendirmek istediği kişinin soyunu sopunu
araştırmayacak. Olur mu böyle şey? Mutlaka incelemiştir, ondan sonra bu
öneriyi yapmıştır. Demek ki bunların bulup çıkardığı mahkeme kararını
Vahdettin bile bulduramamış!
OSMANLIDA GENELEV VAR MIYDI?
Osmanlı'da fuhuş yasaktır. İslam hukukuna göre zina kabul edilir ve ağır
cezası vardır. Fuhuşu önlemek için padişahlar sık sık ferman çıkarırlar. Esir
ticaretinin kaldırıldığı 1858 yılına kadar, çok yoksullar dışında erkekler bir
fuhuş ortamına ihtiyaç duymazlar. Dört kadınla evlenebilmekte ve ayrıca
esir pazarından "yataklık" kadın alınabilmektedir.
Esir ticaretinin kaldırılmasından sonra, büyük kentlerde, fuhuş üzerindeki
baskıda bir gevşeme olur. Gizli randevuevleri ortaya çıkar. Devlet değil, kent
yöneticileri görmezlikten gelir, rüşvet karşılığında çalışmalarına göz
yumulur. Rüşvetle göz yumulur ama, onun da koşulu vardır: Sermaye
olarak Müslüman kadın çalıştırılmayacaktır. Ve bunun denetimi yapılır.
Müslüman sermaye çalıştıran yere göz yumma biter ve yakalanan kadına
çok ağır ceza verilir. İstanbul'da bu şekilde yakalanan bir Müslüman kadının,
ceza olarak, cinsel organının kesilmesi olayı ünlüdür.
Sonuç : Osmanlı'da devletten izinli, ruhsatlı, meşru genelev yoktur.
Dolayısıyla Selanik mahkemesinin yazışacağı, karşısında muhatap yoktur.
Muhatap olmayınca yazışma yoktur, yazışma olmayınca belirtilen adi yanıtta
yoktur.
NOT: Bu konuda ayrıntılı bilgi ve belge için, Başkent Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Mumcu’ya
başvurulabilir.
--------------------
Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa,
onun tersine gideceksin.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
cCc_BerkaY_cCc
28 May 2005, 14:18
Bericht #2
Ulu Onder Atatürk Cok Buyuk Bir Insandi !!!
Istiyen istedigini desin , memlekette kani bozuk cok insan var malesef !
nur icinde yat ulu onder
-------------------Forum Nerd
... Ezan Dinmez , Sehit Ölmez , Vatan Bölünmez ...
Malazgirt Ve Canakkale Bizi Gordu Hep Elele , Dusun Kardas Dusun Hele, Bu
Groep: Leden
Memleket Bizim Bizim !Adim Adim , Karis Karis , Bu Memleket Bizim Bizim !!!
Berichten: 211
Sinds: 15-April 05
Van: /Limburg/
Gebruiker Nr.: 698
Karadeniz
2 Jun 2005, 16:44
Bericht #3
AHH AHHHH
Yatdigi yerde bile rahat birakmiyorlar Atatürk'ü.
Birileri iftira atar durur, birileri arkasina gizlenip siyaset yapar.
Forum Nerd
-------------------Groep: Leden
. . . . ...D8 YENI BIR DUNYA... . . . .
Berichten: 400
Sinds: 4-April 04
Van: Limburg
Gebruiker Nr.: 159
Esek GozLu
2 Jun 2005, 19:12
Bericht #4
BU İFTİRALARIN KAYNAĞI VE
RIZA NUR (1)
Bu şerefsizliği ilk yapan Rıza Nur'dur. "Hayatım ve Hatıralarım" adlı 2005
Güzellik fukarasi ne göz
beğenir ne kaş
Groep: Leden
sayfalık baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında, "İhtiyar
Teselyaların rivayeti şudur." diye başlar ve Mustafa Kemal'in annesinin
genelevde çalıştığına ilişkin iğrenç iftirayı atar. Rıza Nur tipindekiler de, yani
Berichten: 1099
yeni Rıza Nurlar, bu iftiraya sarılırlar.
Sinds: 30-April 05
Bu iftiranın ortaya çıkış nedenini anlayabilmek için Rıza Nur'u biraz
Van: Eşeğin üstünde :p
Gebruiker Nr.: 738
tanıtmamız gerekecek. Ayrıca uydurma ve iftiraların %90'nın kaynağı da bu
kişidir, belirttiğimiz kitabıdır. Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu
kitaptır.
Rıza Nur, tıp doktorudur. Birinci ve İkinci Meclis'lerde iki dönem
milletvekilliği yapmış, iki kez hükümette görev almış, Lozan Konferansı'na
İsmet İnönü'nün maiyetinde katılmış bir kişidir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra
14 ciltlik Türk Tarihi adlı bir eser yazarak burada Kurtuluş Savaşı'nı överek
anlatır.
Eylül 1926'da Türkiye'den ayrılarak ve Fransa'ya yerleşir. Buna karşın
milletvekilliği maaşının ödenmesi sürdürülür. Gidişi de kendisinden,
hastalığından kaynaklanır. 1927 yılında Atatürk, Nutuk'u okur ve yayımlar.
Nutuk'ta bu kişinin Balkan Savaşı sırasında yurda ihanet etmiş olduğu,
herkes yurdu kurtarma çabası içindeyken bunun Arnavutları isyan ettirme
çalışmalarında bulunduğu açıklanır.
Rıza Nur 1928 yılında, Nutku okur ve "Hayatım ve Hatıralarım" isimli
anılarını yazmaya başlar. Yazarken kullandığı kaynak Nutuk'tur. Nutuk'u ters
yüz ederek ve hiçbir belge kullanmadan yazar. Yazdıkça da kalemi iyice
kayganlaşır, hayallerini, kafasından geçenleri, fütursuzca kağıda döker.
Böylece hainliğinin ortaya dökülmesinin karşılığını verir.
Anılarını, 1935 yılında, Biritsh Museum'a "1960 yılına kadar okuyuculara
sunulmamak" koşuluyla gönderir. Yani olay tanıklarının ölmesini bekler.
Anılar, 1967/1968 yılında 4 cilt olarak Türkiye'de yayımlanır. (Bu iftiraların
yayımlanmasına göz yumanlar da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir
hainliktir.) İşte bundan sonra Atatürk düşmanları, Türk ve Türkiye
düşmanları, kendilerince bir kaynağa kavuşurlar. Atatürk dönemi tarihini
belgelere, gerçeklere dayalı değil, Rıza Nur'a dayalı işlemeye başlarlar.
Rıza Nur’un anılara göre Atatürk, her türlü kötü özelliğe sahip bir kimsedir.
Kurtuluş Savaşı Rıza Nur sayesinde zafere ulaşmıştır. Lozan'ı yapan,
saltanat'ı kaldıran, Cumhuriyet'i kuran, halifeliği kaldıran devrimlerin
düşünce babası sözde hep Rıza Nur'dur.
Peki bu Rıza Nur nasıl bir kişidir? Anılarında kendini tanıtıcı çok bilgi verir ve
kendi kendine hekim olarak koyduğu tanı "Kuşkusuz ki ben nevrastenik
idim". Evet hasta bir kişidir.
Turgut Özakman, bu kişinin kişilik yapısını "Dr. Rıza Nur Dosyası (Bilgi
Yayınevi)" adlı yapıtında ayrıntılarıyla ortaya koyar. Ve bir doktordan,
yazdıklarının incelenmesiyle bir tanıya ulaşmasını ister. Ruh ve Sinir
hastalıkları uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol'un, Rıza Nur'a ilişkin tanısı
şöyledir:
"Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim;
psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal
bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen
bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son
duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden
kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara
özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını
ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.
"Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon
(kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma,
çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop
korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan
ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme),
fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci), fanteziler (hayal ettiği olayları
gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran
olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme
korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı
övünme, sahte gurur). Gerçekten bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalığa
sahipmiş.
İşte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu.
Turgut Özakman'ın eserinden Rıza Nur'u biraz daha tanıtalım : Rıza Nur, bir
uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları
ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır.
Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de
hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. "Türk Tarihi"
adlı kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin
olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar.
Rıza Nur cinsel yönden de sağlıklı değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir
kez cinsel tacize, bir kez de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye
aşık olur. Kadın olmak ister. Husyelerini aldırtmayı düşünür.
Rıza Nur'un "Hayatım ve Hatıralarım" adlı kitabının bazı cümlelerini aynen
şöyledir :
"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı
buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.'
Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M.
Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)."
"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor,
dans ettiriyor (s.1346)"
"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya
da sataşmış (1410)."
"Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık
uyuyamadım (s.78)."
"Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi...
Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit
yanımda kimse yoktu (s.84)."
"Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem
aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan
duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu
livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)"
"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)"
"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir.
(s.1531)".
"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil,
iftiharım sebebidir (s.378). Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük
şereftir. (s.1305)".
"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir
kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalanda söyledim (s.105)."
Rıza Nur'un hazırladığı bir parti programından saçmalıklar :
• İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.
• Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek.
• M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek .
• Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve
dervişlik gibi ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır.
• Halveti tarikatına müsaade etmeli.
• Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır.
• Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar
memurluktan çıkarılacak.
• Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata
olamaz. Kadın çocuk makinesidir. Dans yasaklanacak. Kalıtsal hastalığı
olanlar kısırlaştırılacak.
Yeni Rıza Nur'lar, iğrenç yollarında yürüyebilmek için, Rıza Nur'un dışında
kaynak, belge, bilgi sıkıntısı çekiyorlar. Çözüm olarak yine Rıza Nur'u
kullanıyorlar. Kendileriyle aynı ağzı kullanan bir yabancı gazete de aynı
şerefsizliği yapmaktadır. Türk Ulusu Atatürk’e saldıran şerefsizlerin kimlerle
işbirliği içinde olduğunu görmelidir.
kaynak
--------------------
Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa,
onun tersine gideceksin.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Esek GozLu
2 Jun 2005, 19:21
Bericht #5
ATATÜRK'ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI:
"Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey
değildir."(1)
"Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek
fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."(2)
Güzellik fukarasi ne
göz beğenir ne kaş
Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği yanıt:
"Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek
isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz hangi asil
Groep: Leden
Berichten: 1099
Sinds: 30-April 05
ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir milletin evladıyım!' işte
benim cevabımda size budur!"(3)
Van: Eşeğin üstünde
:p
Gebruiker Nr.: 738
Sanki yeni Rıza Nurlara cevap vermiş.
" Türk, Türk olduğu için asildir... çoğumuz, büyük babamızın babasını
hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz."(4)
"... Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım
(dır)"(5)
"Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine
karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim"(6)
" Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak
sıfatıyla şanım ve şerefim vardır..."(7)
Atatürk kendisini böyle tanımlıyor. Ben bir Türk'üm diyor ve bundan gurur
duyuyorum diyor. Kişi, hissettiği milletten olduğuna göre bu sözler üzerine daha
denecek bir şey yoktur. M. Kemal, bir Türk'tür ve koca bir Türk'tür, Türk'ün
Atası'dır. Türk milletine, unuttuğu milli kimliğini tekrar kazandıran, ümmetten
Türk milletine dönmesini sağlayan bir Türk'tür.
Yeni Rıza Nurlara bunlar da yetmeyecektir. Hiç gerek olmadığı halde, konuya
tam açıklık getirmek için, ana ve baba soyunu da irdeleyeceğiz. Kimdir,
kimlerdendir ona bakacağız.
MUSTAFA KEMAL'İN ANNESİ TÜRK'TÜR:
Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin
yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için
göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar"
ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır.(
Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde'nin babası Sofizade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi
olur. Ve Zübeyde Hanım 1857'de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi
Ayşe Hanım'dır.(9)
Zübeyde Hanım'ın soyunu birde anlatılanlardan görelim.
M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956):
"Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür.
Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından
bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor:
"Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına
girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."(10)
Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:
"...Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e "Yörük
nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."(11)
Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular:
".... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük
Türkmenler'dendir."(12)
Zübeyde Hanım'ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi'yi ve Ali Rıza'nın babası Kızıl
Hafız Ahmet Bey'i de tanıyan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin
San (1865-1951)(13) şu bilgileri verir:
" Atatürk'ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa'nın
kızıdır. Selanik'te doğmuştur. Bu aile bundan 130 sene evvel (1800'lü yılların
başı oluyor.) Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında
Sarıgöl nahiyesinde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve
Teselya'nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk
ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet
içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi."(14)
Bir yabancı yazar da Atatürk'ün annesi hakkında edindiği bilgileri şöyle
aktarıyor:
"Mustafa'nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım'dı. Zübeyde
Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri
vardı. Ailesi Selanik'in batısında Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların
geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin
Makedonya'yı ve Teselya'yı almalarından sonra Anadolu'nun göbeğinden gelen
köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk
göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında özgür
yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten
hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun
gibi maviydi."(15)
Zübeyde Hanım'ın kendi ifadesi; oğlunun, kızının, kendisini tanıyanların ve de
konu üzerinde çalışanların ortak ifadesi; Zübeyde Hanım'ın Yörük-Türkmen
olduğudur. Yani Zübeyde Türk'tür.
MUSTAFA KEMAL'İN BABASI TÜRK'TÜR:
Mustafa Kemal'in baba soyu, Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine
yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi,
Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839).
Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet
Efendi'dir. Amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve
yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun
da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık YörükleriTürkmenleri"nden geldiğini göstermektedir.(16)
Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün,
annesinin, kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır.
Makbule Hanım;
"Babam Ali Rıza Efendi, Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir."(17)
Atatürk:
"... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."(1
M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden
Mehmet Somer (1882-1950)19)
"Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar:
Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala
sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in
ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı
adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine
benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."(20)
10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar.
Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle
konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları:
"Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta
dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük
Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen
boyundanız."
"Ata'nın soy kütüğü", 10 Kasım 1993, Milliyet
Kocacık köyü ile ilgili ikinci bir yazı, 5 Eylül 1999'da Star gazetesinde
yayımlanır. Yazının başlığı "Ata'nın Köyü"dür.
"Ata'nın Köyü", Star
cay tiryakisi
2 Jun 2005, 21:34
Bericht #6
Bu ermeniler ve ingilizler bizi hiç rahat birakmayacak anlasilan.
Bir Ankarali olarak Atatürk le çok gurur duyuyorum.
sagol koca Mustafa Kemal Pasa.
Toegevoegde thumbnail(s)
Forum lid
Groep: Leden
Berichten: 38
Sinds: 3-May 04
Gebruiker Nr.: 203
--------------------
kivilcim var o ürperten sönüsten, kivilcimda mesajlar var
dönüsten...
Esek GozLu
4 Jun 2005, 21:17
Bericht #7
Atatürk’e düşman olanlar onun yapıtlarını yıkmaya çalışırlar. Bu nedenle
de Atatürk’ümüzü ve yaptıklarını her fırsatta kötülerler. Çarpıtılarak
saptırılmış yorumlarla yıpratmaya çalışırlar. İftiralar uydururlar. Çünkü
Atatürk’ü kötüleyerek O’nu gözden düşürmeye çalışarak O’nun yapıtlarını
yıkabileceklerini düşünürler. Dolayısıyla da kendi çıkarlarına yararlar umup
dururlar.
Güzellik fukarasi ne göz
beğenir ne kaş
Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar vermemiş tersine çok büyük
hizmetler yapmıştır. Atatürk gerçek İslam’a değil, İslam adına uydurulan
hurafe ve sapkınlıklara zarar vermiştir. Atatürk, gerçek Müslüman’a değil,
Groep: Leden
İslam’ı kişisel ve grupsal çıkarlarına alet edip araç yapanlara zarar vermiş,
Berichten: 1099
onları bu çıkarlarından yoksun bırakmıştır. Dolayısıyla da bunlar Atatürk’e
Sinds: 30-April 05
Van: Eşeğin üstünde :p
Gebruiker Nr.: 738
düşman olmuşlardır. Kendilerine, çıkarlarına, sapkın düşüncelerine ve de
hurafelerine verilen zararları, Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar verdi
biçiminde çarpıtarak iğrenç iftiralara dönüştürmüşlerdir. Atatürk’ün İslam’a
hizmetleri öylesine çok ve de büyüktür ki bunları bir tek yazıyla anlatmak
olanaklı değildir Biz bu yazımızda şimdilik Atatürk’ün dinimize ve
Müslümanlara hizmetlerinden ana başlıklar olarak söz edeceğiz.
İşte kanıtlar :
KANIT 1: KURTULUŞ SAVAŞI: Atatürk, Kurtuluş Savaşı’mızın ve
zaferlerimizin başkomutanıdır. İşgale uğrayan ülkemizi ve dinimizi
Atatürk’ün önderliğinde, O’nun komutasında yıllar süren savaşla, ulusça
savaşarak kurtardık. Yeniden altını çizelim : Düşman işgaline uğrayan
ülkemiz, Atatürk’ün öncülüğünde, önderliğinde ve O’nun komutasında
kurtulmuştur. Tutsak yaşamaktan kurtulmamızı öncelikle Atatürk’e
borçluyuz.
O olmasaydı olmazdı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşımıza öncülük ve
başkomutanlık yaparak ülkemiz ile ulusumuzu kurtarması, dolayısıyla
İslam’a ve Müslümanlara hizmetleri her türlü takdirin üzerindedir. Bunu
anlayabilmek için, bir an onun yokluğunu bağımsızlığımızı
kazanamayacağımızı düşünmemiz yeterli olacaktır.
KANIT 2: CUMHURİYET YÖNETİMİ İSLAM'IN ÖZÜNDE VARDIR:
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet yönetimini kurarak bizi
İslam’ın özünde yer alan yönetim anlayışına yükseltmiştir. Çünkü,
Peygamber -imiz bütün dünya işlerini danışarak yapardı. Dört halifenin
hiçbiri birbirinin oğlu ya da kardeşi değildi. Dört halifeden sonra gelen
Muaviye, Cumhuriyeti kaldırdı. Yerine sultanlığı getirdi. Kendinden sonra
yerine oğlunu sultan yaptı. Ve bu durum yüzyıllarca sürüp gitti. İşte, Atatürk
Cumhuriyeti ilan ederek, İslam’ın dört halife dönemindeki cumhur-halk,
yönetimini getirip aile saltanatına son verdi. Atatürk’ün bu başarısı İslam’a
ve Müslümanlara çok büyük bir hizmet olmuştur. Öbür kimi Müslüman
ülkelerde de örnek oluşturmuştur.
KANIT 3: BU DÜNYA İÇİN DE ÇALIŞMAK: Atatürk’ten önceki, egemen
anlayışa göre, kişi ötedünya için çalışmalıydı, bu dünya tümüyle önemsizdi.
Üstelik, bu dünya için çalışmak büyük günah, Tanrı’dan uzaklaşma sayılırdı.
Bu yanlış anlama yüzünden de, biz Müslümanlar geri kalmış; yoksul
düşmüştük. İşte, Atatürk ile O’nun uyguladığı devrimler bu yanlış beyin
yapısını değiştirdi. Bu dünya için de çalışmak, kalkınmak, anlayışı yerleşti.
Sonuçta, belli bir kalkınma düzeyine ulaştık. Bu anlayış değişikliği olmasaydı
biz bugün şimdikinden yüz kat daha kötü durumda olacaktık.
KANIT 4: KUR’AN-I KERİM’İN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA
ÜCRETSİZ OLARAK DAĞITILMASI: Biz Türkler bin yılı aşkın bir
zamandan beri Müslüman olmamıza karşın dinimizin kutsal kitabından hiçbir
şey anlamazdık. Yalnızca imamların bir bölümü, o da Arapça bilenleri
anlardı. Türk ulusu Arapçasını dinleyip okurdu ama Kur’an-ı Kerim’den hiçbir
şey anlamazdı. Atatürk, Türk ulusu İslam’ı öğrensin diye kendi cebinden
parasını vererek, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çeviri ve
açıklamasını 9 cilt olarak yaptırdı. Hazırlanan yapıtın Diyanet İşleri
Başkanlığı’nca basılmasını isteyerek topluma ücretsiz olarak dağıtılmasını
sağladı.
KANIT 5: HADİSLERİN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA ÜCRETSİZ
OLARAK DAĞITILMASI: Atatürk, yine ulusumuz dinini anlayıp öğrensin
diye Peygamberimizin hadislerini Türkçe’ye çevirtti. Peygamberimizinmiş
gibi gösterilen ama Kur’an-ı Kerim’le çelişen uydurma sözler ayıklandı. Bu
çalışmaların sonucu ortaya çıkan yapıtlar yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nca
basılarak, Atatürk’ün isteği üzerine, topluma ücretsiz olarak dağıtıldı. O
güne dek böyle bir hadis çevirisi yapılmamıştı.
KANIT 6: HUTBELERİN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ: Bugün camilerimizde,
cuma günleri okunan hutbeler, Atatürk’ten önce Arapça‘ydı. Türkçe konuşan
ve Arapça bilmeyen Türk ulusuna Arapça hutbe okunup öğüt veriliyordu. Hiç
kimse de hiçbir şey anlamıyordu. İşte, Atatürk bu saçmalığa da bir son
vererek hutbelerin öğüt kısmının Türkçe olmasını sağladı. Bugün ulusumuz
camilerde Türkçe hutbe dinleyerek, dinini öğrenip öğüt almaktadır.
KANIT 7: DİNLE SİYASETİN BİRBİRİNDEN AYIRILMASI: Atatürk,
laiklik ilkesiyle din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Böylece dini, bir siyaset ve
çıkar sağlama aracı olmaktan kurtardı. Bugün biz dini siyasete araç yaparak,
kendi gibi düşünmeyenleri kafir sayanları gördükçe, Atatürk’ün ne denli
doğru yaptığını daha iyi anlayabiliyoruz. Dinle siyaset birbirinden
ayrılmasaydı, dünyadaki örnekleri gibi, topluluklar birbirleriyle cihat
yaparlardı.
KANIT 8: İLAHİYAT FAKÜLTESİNİN AÇILMASI: Türk ulusunun dinsel
gereksinimlerini sağlıklı biçimde karşılayabilmesi amacıyla bu fakülteyi açan
Atatürk’tür. Atatürk döneminde öğrenci alım sayısının ülkenin nitelikli din
adamı gereksinimini karşılayacak sayıda tutulduğunu görüyoruz.
Özetle, bütün bunlar Atatürk’ün İslam’a ve Müslümanlara yapmış olduğu
hizmetlerin yalnızca konu başlıklarıdır. Atatürk, İslam’a kesinlikle düşman
değildir. Atatürk hurafecilikle savaşmıştır. O’nu İslam düşmanıymış gibi
göstermeye çalışanlar da bunu bilir. Ama ülkemizde hurafecilik sürdükçe bu
iğrenç iftiralar da sürecektir. Hurafecilik, en başta, yüce dinimize en büyük
zararları vermektedir.
Atatürk’ümüz ve şehitlerimiz için dualarımızı eksik etmeyelim. Yüce Tanrı,
başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize çokça rahmet
eylesin; bizlere de akıl-fikir versin.
kaynak
--------------------
Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa,
onun tersine gideceksin.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Derya83
22 Jul 2005, 00:04
Bericht #8
QUOTE(cCc_BerkaY_cCc @ 28 May 2005, 16:18)
Ulu Onder Atatürk Cok Buyuk Bir Insandi !!!
Istiyen istedigini desin , memlekette kani bozuk cok insan var malesef !
nur icinde yat ulu onder
I Can Only Be Myself,
Sorry That's Hell For
You!!
Groep: Leden
Berichten: 942
Sinds: 14-April 05
Van: Nevsehir/Denizli
Gebruiker Nr.: 695
Hay agzini ne yapayim ben? yiyimmi? yok yemeyim
Tek kelime ile; Helal olsun!!
Yarım yuzyılı askın bir suredir bazı ideolojik cevreler tarafından Turk halkına
son derece carpık bir mantık asılanmaya calısıliyor, buna gore, Turkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Ataturk, dine karsı, materyalist dusunceyi
savunan bir kisi olarak goruluyor. Dahası, dindar olmakla Ataturkcu olmak
adeta zıt kavramlardı. Kendileri din karsıtı olup, bunu haksız yere Ataturk'e
ma lederek, carpık fikir ve dusuncelerini mesrulastırmaya calısan kisiler ve
cevrelerin basvurdugu klasik bir yontemdir. Oysa, Ataturk'un hayatı ve
dusunceleri arastırılıp incelendiginde, hakkinda soylenenlerin yalan
olmadigini fark edeceksiniz.
Koyu bir Turk milliyetcisi ve samimi bir Musluman olan Ataturk, milli
mucadelenin her safhasında komunizm ve materyalizm gibi safsataların
karsısında yer almıstır.
Ataturk, cagdas ve medeni bir kisilige sahip, aynı zamanda da milli
kulturune sıkı sıkıya baglı, sade ve samimi bir dindar, ozunden hicbir zaman
taviz vermeyen, gercek bir Osmanlı beyefendisiydi.
Ve ayrica Ataturk herzaman Peygamber efendimiz s.a.v.'e olan hayranligini
cogu kez dile getirirdi
Mekani Cennet olsun....
Dit bericht is bewerkt door Derya83: 22 Jul 2005, 00:18
--------------------
Ulu Tanrim sen Türk'ü Türk yurtlarini koru !
TÜRK'ü yigitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik
davasiyla yasat ! TÜRK'ü gerçekçi yap !
Esek GozLu
22 Jul 2005, 01:09
Bericht #9
İşaretli notlu mimlemeli ATATÜRK'ün 3997 kitap okuduğunu
diğerlerinide eklediğimizde bu sayının Onbini geçtiğini biliyormusunuz.
Bazıları Redkit okur bazıları nü resim çizer bazıları milletin canına okur
bazılarıda hiç okumaz boş konuşur. İşte ATATÜRK'ün neden büyük bir
devlet adamı olduğunun göstergesi. Okumalıyız.
Güzellik fukarasi ne göz
cumhuriyet
beğenir ne kaş
fikren ilmen bedenen kuvvetli karekterler ister...
Groep: Leden
Mustafa Kemal Atatürk
Berichten: 1099
Sinds: 30-April 05
Van: Eşeğin üstünde :p
Gebruiker Nr.: 738
Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını
açtığı için, hakiki dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği
dinsizlikle karıştırmak isteyenler ilerlemenin ve yükselmenin
düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin
fanatiklerinden başka kimse olamaz.”
Mustafa Kemal Atatürk
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan
dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne,
ilme, mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen
mutabıktır.”
Mustafa Kemal Atatürk
--------------------
Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne
gidiyorsa,
onun tersine gideceksin.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
23 Jul 2005, 00:35
Karadeniz
Bericht #10
Atatürk'ün Annesinde bile basörtü vardi.
Simdi ise Basörtülü üniversiteye bile almiyorlar .
Yazik Yazik.
Atatürk hakkinda iftiralar.
Forum Nerd
Atatürkü kendi siyasi cikar ugrunda kullananlar
Groep: Leden
Ahh Mustafa Kemal bey. Sen olsaydin böylemi olurdu acaba?
Berichten: 400
Sinds: 4-April 04
Van: Limburg
Gebruiker Nr.: 159
-------------------. . . . ...D8 YENI BIR DUNYA... . . . .
« Vorige · Religie, Cultuur & Geschiedenis · Volgende »
Trefw oorden
Doorzoek onderw erp
3 Gebruiker(s) lezen dit onderwerp (3 Gasten en 0 Anonieme gebruikers)
0 Gebruikers:
Ga
Print Versie
Gratis teller
Actuele tijd: 10th November 2005 - 18:00
Download