ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında

advertisement
İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİM
KURUMLARINDA
BELİRLİ GÜNLER
VE
HAFTALAR
Hazırlayan
Zekeriya METİN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, Şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli...
O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arşa değer, belki, başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Mehmet Akif ERSOY
2
ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini,
ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi,
seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve
haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve
cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye
atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve
şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok
namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve
cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada
emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt
edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş
olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim
olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip
olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde
bulunabilirler.
Hatta
bu
iktidar
sahipleri
şahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit
edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap
düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait
içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki
asil kanda, mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
3
ÖNSÖZ
Millî kültürümüzün yeni nesillere aktarılması ve ortak kültür yoluyla
kuşaklar arasında güçlü bağlar kurulması sadece millî eğitimimizin değil
sorumluluk bilinci taşıyan her Türk’ün temel görevleri arasındadır. Takdir
Edersiniz ki okullarımızda bu görevin yerine getirilmesinde en büyük pay
öğretmenlerin üzerine düşmektedir.
Kendinden önceki kuşaklarla çatışmayan, Millî, manevî ve ahlakî
kültürel değerlerimize sahip çıkan bir nesil yetişmesinde şanlı tarihimizdeki
belirli gün veya haftaların değeri göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Belki
de en önemlisidir. Bütün dünyaya vatan sevgisi ve savunması, cesaret,
merhamet ve vahşet gibi birçok konularda asırlarca ders kitabı mahiyetinde
okutulacak ibret vesikası, bir Çanakkale Savaşı Hangi milletin tarihinde vardır
ki?... Ya dünyanın bütün çiçeklerini bir araya getirip kaynaştıran 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı?... Ya da çağ kapayıp çağ açan İstanbul’un
Fethi?... Ve daha niceleri…
Değerli meslektaşlarım, sevgili gençler ve çocuklar, Elinizdeki kitap bu
sorumluluğun bilinciyle hazırlanmıştır. Kitapta Belirli Gün ve Haftalarla ilgili her
biri titizlikle seçilen metinlere, oyunlara, monologlara, piyeslere, şiirlere ve güzel
sözlere yer verilmiştir.
Kitapta gözden kaçan bir takım hatalar veya eksiklikler olabilir. Daha
iyiye ve daha güzele ulaşabilmek için bu konulardaki eleştirilerinizi ve
tavsiyelerinizi [email protected] elektronik posta adresime bekliyorum.
Başarı, sağlık ve mutluluk dolu yıllar geçirmeniz temennisiyle…
Zekeriya METİN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
4
İÇİNDEKİLER
SOSYAL ETKİNLİKLER YÖNETMELİĞİ ............................................ 7
İLKÖĞRETİM HAFTASI .............................................................. 29
GAZİLER GÜNÜ ....................................................................... 38
DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ ............................................................... 49
HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ .................................................... 57
İSTANBUL’UN KURTULUŞU ........................................................ 64
AHİLİK HAFTASI ...................................................................... 71
ANKARA'NIN BAŞKENT OLUŞU .................................................. 78
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ .................................................... 81
CUMHURİYET BAYRAMI ............................................................ 86
KIZILAY HAFTASI .................................................................. 102
ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI .................................................... 106
LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR HAFTASI ................................................ 112
ATATÜRK HAFTASI ................................................................. 115
AFET EĞİTİMİ HAZIRLIK GÜNÜ ................................................ 143
DÜNYA FELSEFE GÜNÜ ........................................................... 147
ÖĞRETMENLER GÜNÜ ............................................................. 150
DÜNYA AİDS GÜNÜ ................................................................ 161
İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ HAFTASI ................................ 162
TUTUM YATIRIM VE TÜRK MALLARI HAFTASI............................. 167
ENERJİ TASARRUFU HAFTASI .................................................. 174
SİVİL SAVUNMA GÜNÜ ........................................................... 179
YEŞİLAY HAFTASI .................................................................. 194
BİLİM VE TEKNOLOJİ HAFTASI ................................................ 201
İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABULÜ VE MEHMET AKİF’İ ANMA GÜNÜ .... 213
TÜKETİCİYİ KORUMA HAFTASI ................................................ 221
ÇANAKKALE ZAFERİ VE ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ ........................ 225
ORMAN HAFTASI ................................................................... 260
DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ..................................................... 267
KÜTÜPHANELER HAFTASI ....................................................... 276
5
POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞU ............................................. 290
SAĞLIK HAFTASI ................................................................... 291
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI ................... 296
TRAFİK HAFTASI.................................................................... 324
ANNELER GÜNÜ ..................................................................... 339
19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI .......... 349
VAKIFLAR HAFTASI ................................................................ 364
ENGELLİLER HAFTASI............................................................. 372
HAVA ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ.............................................. 379
MÜZELER HAFTASI................................................................. 384
İSTANBUL'UN FETHİ ............................................................... 389
ÇEVRE KORUMA HAFTASI ....................................................... 395
KUTLU DOĞUM HAFTASI ......................................................... 400
6
SOSYAL ETKİNLİKLER YÖNETMELİĞİ
Tarih sayı ekle
Yönetmelik
Millî Eğitim Bakanlığından:
Millî Eğitim Bakanlığı
İlköğretim ve Orta Öğretim Kurumları
Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç
Madde 1 — Bu Yönetmeliğin amacı, resmî, özel ilköğretim ve
orta öğretimde ders programlarının yanında öğrencide kendine güven
ve sorumluluk duygusu geliştirmeye, yeni ilgi alanları ve beceriler
oluşturmaya yönelik bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif
alanlarda öğrenci kulübü ile toplum hizmeti çalışmalarıyla ilgili iş ve
işlemleri düzenlemektir.
Kapsam
Madde 2 — Bu Yönetmelik, resmî, özel ilköğretim ve orta
öğretim kurumlarında, bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif
alanlarda yapılacak etkinliklerle törenler ve diğer çalışmaların
düzenlenip yürütülmesiyle ilgili esasları kapsar.
Dayanak
Madde 3 — Bu Yönetmelik, 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı
Millî Eğitim Temel Kanununun 62 nci maddesi, 30/4/1992 tarihli ve
3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında
Kanunun 2 nci maddesi, 5/6/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve
Eğitim Kanununun 11 inci maddesi, 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı
Meslekî Eğitim Kanununun 11 inci maddesi ile 8/6/1965 tarihli ve 625
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 2 nci maddesine
Tanımlar
Madde 4 — Bu Yönetmelikte geçen;
a) Bakanlık: Millî Eğitim Bakanlığını,
b) Bakan: Millî Eğitim Bakanını,
c) Kurum: Resmî, özel ilköğretim ve orta öğretim kurumları
ile diğer yaygın eğitim kurumlarını,
7
d) Müdür: Resmî, özel ilköğretim ve orta öğretim ile yaygın
eğitim kurumu müdürlerini,
e) Sosyal Etkinlik:
çalışmalarını,
Öğrenci
kulübü
ve
toplum
hizmeti
f) Öğrenci Kulübü: Öğrencilerin öğrenimleri boyunca
bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda okul
içi ve okul dışı etkinliklerde bulunmalarını sağlamak
amacıyla oluşturulan grubu,
g) Toplum Hizmeti: Öğrencilerin, yaş ve bilgi seviyesine
uygun olarak her türlü toplum ve çevre sorunlarının
çözümüne
katkı
sağlamak
amacıyla
yapacakları
çalışmaları,
h) Danışman Öğretmen: Öğrenci kulübü ve toplum hizmeti
çalışmalarının rehberlik, danışmanlık ve gözetim görevini
yürüten öğretmeni veya öğretmenleri,
i) Gönüllü Veli: Öğrenci kulübü ve toplum
çalışmalarına katkı sağlayan veli veya velileri,
hizmeti
j) Sosyal Etkinlikler Kurulu: Sosyal etkinlikler kapsamındaki
öğrenci kulübü ve toplum hizmeti faaliyetlerini koordine
etmek amacıyla oluşturulan kurulu ifade eder.
SOSYAL ETKINLIKLERIN AMACI
Madde 5 — Sosyal etkinliklerin amacı, Türk Millî Eğitiminin
genel amaç ve temel ilkelerine uygun olarak; öğrencilerin Atatürk İlke
ve İnkılâplarına, Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Atatürk
milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetişmelerine, yeteneklerini
geliştirerek gerekli donanımı kazanmalarına katkıda bulunmaktır.
Bu amaçla öğrencilere;
a) İnsan haklarına ve demokrasi ilkelerine saygı duyabilme,
b) Kendini tanıyabilme, bireysel hedeflerini belirleyebilme,
yeteneklerini
geliştirebilme,
bunları
kendisinin
ve
toplumun yararına kullanabilme,
c) Çevreyi koruma bilinciyle hareket edebilme,
d) Kendine ve çevresindekilere güven duyabilme,
e) Planlı çalışma alışkanlığı edinebilme, serbest zamanlarını
etkin ve verimli değerlendirebilme,
f) Girişimci olabilme ve bunu başarı ile sürdürebilme, yeni
durum ve ortamlara uyabilme,
g) Savurganlığı önleme ve tutumlu olabilme,
8
h) Bireysel farklılıklara saygılı olabilme; farklı görüş,
düşünce, inanç, anlayış ve kültürel değerleri hoşgörü ile
karşılayabilme,
i) Aldığı görevi istekle yapabilme, sorumluluk alabilme,
j) Bireysel olarak veya başkalarıyla iş birliği içinde
çevresindeki toplumsal sorunlarla ilgilenebilme ve bunların
çözümüne katkı sağlayacak nitelikte projeler geliştirebilme
ve uygulayabilme,
k) Grupça yapılan görevleri tamamlamak için
çalışabilme ve gruba karşı sorumluluk duyabilme
istekle
gibi tutum, davranış ve becerilerin kazandırılmasına çalışılır.
İlkeler
Madde 6 — Öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmalarında
katılımcılık, planlılık, süreklilik, üretkenlik, gönüllülük ve iş birliği
temel ilkedir.
Bu ilkeler doğrultusunda;
a) İlköğretim ve orta öğretimde öğrenci kulübü ve toplum
hizmeti çalışmalarının, öğrencilerin gelişim seviyesine göre
belirlenmesine,
b) Çevresine duyarlı ve liderlik özelliklerine sahip bireyler
olarak yetişmelerine, ilgi ve istidatlarını geliştirmelerine,
c) Demokratik yurttaşlık bilincini geliştirebilecek eğitim
uygulamalarının,
hayatın
tüm
alanlarına yayılarak
yapılacak çalışmaların okul içi ve okul dışı etkinlikleri
içermesine,
d) Öğrencilerin toplumsal hayata, sorunların çözümüne, yerel
düzeyde katılımına ve yöneltici projeler hazırlamaya
özendirilmesine,
e) Her bireyin topluma katkı sağlayabileceği göz önüne
alınarak tüm etkinliklerde geniş katılımın sağlanmasına,
f) Öğrencilerin yönlendirilmelerine ve kariyer gelişimlerinin
desteklenmesine,
g) Sosyal
etkinlik
çalışmalarının
planlanması
ve
yürütülmesinde öğrencilerin ilgi, istek, yetenek ve
ihtiyaçları ile çevrenin imkân ve şartlarının göz önünde
tutulmasına,
h) Etkinliklerde verimi sağlamak için okul ve halk eğitim
merkezlerinde oluşturulan öğrenci kulüpleri arasında ortak
9
çalışmalar
yapılmasına
yararlanılmasına,
ve
bunların
imkânlarından
i) Çalışmaların daha çok ders dışı zamanları kapsayacak ve
değerlendirecek şekilde planlanıp uygulanabilmesine,
j) Ders
programlarının
desteklenmesine,
göz
önünde
bulundurularak
k) Yurt içinde veya yurt dışında bulunan
öğrenciler ile ortak çalışmalar yapmalarına,
okullardaki
l) Engelli öğrencilerin öğrenci kulübü ve toplum hizmeti
çalışmalarına ilgi ve istekleri doğrultusunda etkin olarak
katılabilmeleri
için
gerekli
ortam
ve
şartların
sağlanmasına,
m) Sosyal etkinlik çalışmalarının danışman öğretmenlerin
gözetiminde
kulüp
üyesi
öğrencilerle
planlanıp
yürütülmesine,
n) Çalışmalarda resmî, özel sivil toplum kurum ve
kuruluşlarıyla öğrenci ve veli iş birliğinin sağlanmasına,
o) Sosyal etkinliklerle öğrencilerin estetik, etik ve duygusal
yönden gelişmelerinin sağlanmasına özen gösterilir.
Esaslar
Madde 7 — Sosyal etkinlik çalışmaları aşağıda belirtilen
esaslar çerçevesinde yapılır;
a) Danışman öğretmenler, ilgi, istek ve yetenekleri
doğrultusunda ders yılı başında yapılan öğretmenler
kurulunda belirlenir. Gerektiğinde bir öğrenci kulübüne
veya toplum hizmeti çalışmasına birden fazla öğretmen
görevlendirilebileceği gibi bir öğretmene birden fazla
öğrenci kulübü veya toplum hizmeti çalışmasında da görev
verilebilir. Ders yılı içinde kurulması istenen öğrenci
kulüplerine de danışman öğretmenler ilgi, istek ve
yetenekleri doğrultusunda okul müdürünce görevlendirilir.
b) Sosyal etkinlikler, okul yönetimi ve velilerin iş birliği ile
okul içi ve okul dışı imkânlardan yararlanılarak öğrenci
kulüpleri ve toplum hizmeti kapsamında yürütülür.
c) Proje önerileri, çevrede bulunan sivil toplum kuruluşları ile
kişi veya diğer kurum ve kuruluşlara götürülerek katkıları
istenebilir.
d) Danışman öğretmen okul dışından sağlanacak desteklerle
ilgili olarak sosyal etkinlikler kurulunu bilgilendirir ve okul
müdürünün olurunu alır.
10
e) Sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber öğretmenlerinin
yanında gönüllü veliler de sosyal etkinlikler çalışmalarına
katılarak öğrencilere yardım ve rehberlikte bulunurlar.
f) Sosyal etkinlikler kapsamında yapılan çalışmalarla ilgili
giderler, okul-aile birliklerince veya projeye destek veren
kurum/kuruluşlarca sağlanır.
g) Öğrencilerin sosyal etkinlikler kapsamında yapacakları
çalışmaları sonuçlandırıp sonuçlandırmadığı, karnelerde
düzenlenecek "Sosyal Etkinlik" bölümüne "TAMAMLANDI",
"TAMAMLANMADI" şeklinde yazılarak gösterilir.
h) Sosyal etkinlikler; öğrenci, sınıf öğretmeni, sınıf/şube
rehber öğretmeni tarafından Sosyal Etkinlikler Öğrenci
Değerlendirme Formu (EK-7) ve Sosyal Etkinlikler
Danışman Öğretmen Değerlendirme Formu (EK-8) na göre
değerlendirilir. Bu değerlendirmenin sonucu öğrenci
dosyasındaki ilgili bölüme işlenir.
i) Çalışmalar için Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı (EK-3)
veya Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formundan (EK-4)
hangisinin düzenleneceğine bu çalışmalarda görev alan
öğrencilerle danışman öğretmenler birlikte karar verir.
Çalışmaların projelendirilmesi hâlinde Sosyal Etkinlikler
Proje Öneri Formunun yanı sıra, Sosyal Etkinlikler Proje
Uygulama Takvimi (EK-6) hazırlanır ve çalışmaların
sonunda Sosyal Etkinlikler Proje Sonuç Raporu (EK-5)
düzenlenir. Tüm çalışmalar, sosyal etkinlikler kurulu ve
okul müdürlüğünce onaylandıktan sonra uygulamaya
konulur.
Sosyal Etkinlikler Kurulu
Madde
8
—
Sosyal
etkinlikler
kurulu,
müdürün
görevlendireceği bir müdür yardımcısının başkanlığında danışman
öğretmenlerin aralarından seçecekleri bir danışman öğretmen, kulüp
temsilcilerinin aralarından seçecekleri üç öğrenci ile okul-aile birliğini
temsilen iki veliden oluşur.
Kurul, kulüp ve toplum hizmeti kapsamındaki etkinliklerin
verimli bir şekilde yürütülmesi için danışman öğretmenler, öğrenciler,
gönüllü veliler ve diğer öğretmenlerle iş birliği içinde çalışmaları
koordine eder. Okul dışı etkinliklerde ilgili birimlerle iş birliği yaparak
bu çalışmaların yürütülmesi için gerekli tedbirleri alır.
Gönüllü Velilerin Belirlenmesi
Madde 9 — Öğretim yılı başındaki okul-aile birliği
toplantısında,
gönüllü
velilerin
görev
ve
sorumluluklarının
tanıtımından sonra, öğrencilerin sosyal etkinlik çalışmalarına yardımcı
11
olacak gönüllü velilerin seçimi yapılır. Aynı toplantıda Gönüllü Veli
Başvuru Formları (EK-10) dağıtılır ve bu formların doldurularak daha
sonra kurulacak olan sosyal etkinlikler kuruluna teslim edilmesi
istenir.
Naklen gelen öğrencilerin velilerinin de Kurulca uygun
görüldüğü takdirde sosyal etkinlik çalışmalarına katılması sağlanır.
Veli olmadığı hâlde bu çalışmalara gönüllü olarak katılmak
isteyenlerin de Gönüllü Veli Formunu doldurarak okula başvurusu
istenir. Uygun görülmesi hâlinde gönüllü veli olarak çalışmaları
sağlanır.
Öğrenci Kulübü
Madde 10 — Okul açıldıktan ve sınıf temsilcileri seçildikten
sonra en kısa sürede; sınıf temsilcileri ile okul yöneticilerinin ve
öğretmenlerin katılacağı toplantıda kurumun türüne, seviyesine,
imkân ve şartlarına; çevrenin ekonomik, sosyal, kültürel ve coğrafi
özelliklerine göre (EK-1) de yer verilen öğrenci kulüplerinden gerekli
görülenlerine ya da öğrencilerin istekleri doğrultusunda farklı
kulüplerin kurulmasına karar verilir.
Ayrıca kulüplerin oluşturulması sırasında aşağıdaki alanlar da
göz önünde bulundurularak;
a) Zekâ oyunları (satranç, bilardo gibi),
b) Aileye ve çevreye ekonomik katkıda bulunma (ipek
böceği, mantar, kümes hayvanı yetiştirmek, halı, kilim,
kumaş dokumak, turist rehberliği yapmak gibi),
c) Millî ve insanî değerleri tanıma ve tanıtma (eski eserleri,
yazma kitap ve levhaları toplamak, ören yerlerini
incelemek, millî folklor ürünlerini araştırmak, öğrenmek ve
derlemek)
amaçlı öğrenci kulüpleri de kurulabilir.
Konuları birbirine yakın olan kulüpler ayrı ayrı kurulabileceği
gibi birleştirilerek de yeni öğrenci kulüpleri oluşturulabilir.
Öğrenci Kulübü Çalışma Esasları
Madde 11 — Öğrenci kulübü çalışmalarının yürütülmesinde
aşağıdaki hususlara uyulur;
a) Öğrenci kulübü ile ilgili işlerin planlanması, yürütülmesi
öğrencilerce yapılır.
b) Sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber öğretmenleri,
belirlenen öğrenci kulüplerinin tanıtımını, amaçlarını,
12
çalışma esaslarını, öğrencilere kulübü seçmeden önce
açıklar.
c) Öğrencilerin ilgi duydukları en az bir öğrenci kulübüne üye
olmaları esastır. Her öğrenci, bir öğrenci kulübü üyesi
olmakla birlikte, isterse sınıf öğretmeni ve sınıf/şube
rehber öğretmeninin bilgisinde diğer bir öğrenci kulübüne
ve
etkinliklerine
de
katılabilir.
Bu
çalışmaların
koordinasyonu sosyal etkinlikler kurulunca sağlanır.
d) Sınıf öğretmeni ile sınıf/şube rehber öğretmenleri,
sınıflarında oluşturulan öğrenci listesinin bir örneğini
danışman öğretmene, bir örneğini de okul yönetimine
verir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Toplum Hizmeti ve Çalışma Esasları
Toplum Hizmeti
Madde 12 — Öğrencilerin; ailesine, çevreye ve topluma
duyarlı, gönüllü çalışma bilincine sahip, sorun çözen ve çözüm üreten,
resmî, özel, sivil toplum kurum ve kuruluşları ile iş birliği içinde
çalışma becerilerini geliştirmiş birer fert olarak yetişmeleri için toplum
hizmeti çalışmalarına yer verilir.
Toplum hizmeti çalışmaları, öğrencilerin yaş ve bilgi
seviyelerine uygun öğrenci kulübü çalışmaları kapsamında, ayrı olarak
veya bireysel olarak ya da grupla hazırlanacak çalışma planlarına ve
projelere göre yaptırılır.
Toplum hizmeti;
a) Velilerin okulla iş birliğini artırmaya yönelik çalışmalar
yapmak,
b) Okulu ve çevresinin güzelleştirilmesi, bakım ve onarımının
yaptırılması yönünde çalışmalar yapmak,
c) Kendi okulunun veya imkânları yetersiz diğer okulların
kitap,
araç-gereç
ve
ihtiyaçlarını
gidermek
için
kampanyalar düzenlemek,
d) Alt ve diğer sınıflardaki öğrencilerin ders, ödev ve proje
çalışmalarına yardımcı olmak,
e) Toplumda Türkçeyi doğru, güzel, etkili kullanma bilincini
geliştirme ve kitap okuma alışkanlığını kazandırmaya
yönelik çalışmalar yapmak,
13
f) Çevreyi korumak, güzelleştirmek, parklar oluşturmak,
tarihî ve kültürel değerlerimizi korumak ve yaşatmak için
çalışmalarda bulunmak,
g) Toplum kurallarına uyulması için öğrencileri ve halkı
bilinçlendirme çalışmaları yapmak,
h) Trafik kurallarına uyulması için
bilinçlendirme çalışmaları yapmak,
öğrencileri
ve
halkı
i) Okul
bahçesini,
çevreyi,
boş
arazi
ve
alanları
ağaçlandırmak, erozyonla mücadele etmek, yok olmaya
yüz tutmuş bitki türlerini korumak ve yetiştirmek için
çalışmalar yapmak,
j) İhtiyaç sahibi insanlara yardımcı olmak,
k) Çevrelerindeki yaşlı ve bakıma muhtaç insanlara günlük
işlerinde yardımcı olmak,
l) Huzur evlerinde ve çocuk yuvalarındaki insanların
hayatlarını kolaylaştırıcı, onların toplumla kaynaşmalarını
sağlayıcı çalışmalar yapmak,
m) Kimsesiz, engelli ve sokakta yaşayan çocuklara yardımcı
olmak,
n) Sosyal
hizmet amaçlı
sivil
çalışmalarına destek sağlamak
toplum
kuruluşlarının
gibi etkinlikleri kapsar.
Toplum Hizmeti Çalışma Esasları
Madde 13 — Toplum hizmeti çalışmalarında aşağıda belirtilen
hususlar esas alınır.
a) Öğrenciler, bireysel olarak veya grup hâlinde yapacakları
toplum hizmeti çalışmalarına Sosyal Etkinlikler Yıllık
Çalışma Planı veya Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formunu
hazırlayıp danışman öğretmenlerine onaylattıktan sonra
başlarlar. Projelerini tamamladıklarında Sosyal Etkinlikler
Proje Sonuç Raporunu danışman öğretmene verirler.
b) Öğrenci kulübü çalışmaları kapsamında yapılacak toplum
hizmeti çalışmaları da kulüp çalışmaları kapsamında
hazırlanacak Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı veya
Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formunda belirtilir, gerekli
onaylar alındıktan sonra uygulamaya konur.
c) Öğrenciler, ilköğretim kurumlarının 1 inci, 2 nci ve 3 üncü
sınıflarında yılda 15 saat, 4-8 inci sınıflarında 20 saat; orta
14
öğretim kurumlarının tüm sınıflarında 25 saat olmak üzere
toplum hizmeti çalışmalarına katılırlar.
d) Öğrencinin seçtiği toplum hizmeti çalışmaları sonucunda
velisinin izni alınır (EK-11).
e) Öğrenci kulübü kapsamında yapılacak toplum hizmeti
çalışmalarında halk eğitim merkezleriyle diğer kurum ve
kuruluşlar
arasında
iş
birliği
yapılarak
bunların
imkânlarından yararlanılır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sosyal Etkinlikler ile İlgili Görevler
Müdürün Görevleri
Madde 14 — Müdür, sosyal etkinliklerin mevzuata uygun ve
verimli olarak yürütülmesinden sorumludur. Müdür, gerekli gördüğü
durumlarda görevlendireceği müdür yardımcılarına veya öğretmenlere
yazılı olarak yetki ve sorumluluk verebilir.
Müdür;
a) Velilere gerekli duyuruları yapar ve onları çalışmalara
katılmaya teşvik eder.
b) Okulun eğitim-öğretime açılışının 3 üncü haftasında
öğrenci kulüp ve toplum hizmeti çalışmalarını başlatır.
c) Danışman öğretmen ve gönüllü velilere rehberlik yapar,
gerektiğinde yazışmaları koordine eder.
d) Öğrenci kulübü
onaylar.
çalışma
planları
ile
proje
önerilerini
Danışman Öğretmenin Görevleri
Madde 15 — Danışman öğretmen;
a) Kulübün öğrenci sayısını liste hâlinde sosyal etkinlikler
kuruluna bildirir.
b) Çalışmalarda öğrencileri,
üretmeye teşvik eder.
yaratıcı
ve
özgün
fikirler
c) Çalışmaların genel gözetim ve rehberliğini sağlar.
d) Çalışmaların seyrini takip ederek sonucu, sosyal etkinlikler
kuruluna bildirir.
e) Kulüp çalışmaları ile ilgili yazışmaları koordine eder.
15
f) Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı, Sosyal Etkinlikler
Proje Uygulama Takvimi, Sosyal Etkinlikler Öğrenci
Değerlendirme Formu, Sosyal Etkinlikler Proje Öneri
Formu ve Sosyal Etkinlikler Proje Sonuç Raporunun
hazırlanmasına rehberlik eder.
g) Yapılacak tüm çalışmalarda öğrencilerin duygu ve
düşüncelerini etkilemeksizin yazım kuralları ve benzeri
konularda yardımcı olur.
h) Kulüpteki öğrenciler ile toplanır, onları yönlendirir ve
yapılan çalışmaları değerlendirir.
i) Okul müdürüne karşı sorumludur.
Sınıf Öğretmenleri ile
Sınıf/Şube Rehber Öğretmenlerinin Görevleri
Madde 16 — Sınıf öğretmenleri
öğretmenlerinin görevleri şunlardır;
ile
sınıf/şube
rehber
a) Öğretmenler, kurulca belirlenen kulüplerin amaçları ve
çalışmaları hakkında öğrencileri bilgilendirir.
b) Öğrencilerin ilgi ve isteklerine göre belirlenen kulüplere
göre üye olmalarını sağlar.
c) Kulüplere öğrenci seçiminde danışman öğretmenle iş
birliği yapar.
d) Sınıflarda oluşturulan öğrenci listelerinin bir örneğini
danışman öğretmene bir örneğini de okul yönetimine
verir.
e) Okulda ve çevrede yapabilecekleri toplum hizmetlerini
öğrencilere tanıtır.
f) Öğrencileri ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda toplum
hizmeti
çalışmalarına
yönlendirir.
Bu
çalışmalarda
öğrencilere rehberlik ve danışmanlık yapar.
g) Kulüp çalışmaları ve toplum hizmetleri ile ilgili projenin
hazırlanmasında ve uygulanmasında öğrencilere rehberlik
yapar.
h) Projenin uygulama aşamalarında öğrenci velisiyle iş birliği
içinde bulunur.
i) Projenin
uygulama
aşamalarında
çalışmaları
izler,
görülebilecek eksikliklerin giderilmesi için gerekli tedbirleri
alır.
16
j) Çalışmaların sonucunda projeyi değerlendirerek öğrenci
değerlendirme formu ile sonucunu gizlilikle okul
yönetimine bildirir.
Gönüllü Velinin Görevleri
Madde 17 — Gönüllü veli;
a) Proje önerilerinin hazırlanmasında ve proje uygulanması
sırasında sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber
öğretmenlerine yardımcı olur.
b) Etkinliklerin, bireysel veya gruplar hâlinde yapılmasına
katkı sağlar.
c) Okul dışı çalışmalarında öğrencilere yardımcı olur.
d) Gerektiğinde çalışmalara maddî destek sağlar.
Ayrıca, "Gönüllü Veliler Hangi İşleri Yapabilir"de belirtilen işleri
de yapabilirler (EK-9).
Öğrenci Kulübü Temsilcisinin Görevleri
Madde 18 — Temsilci;
a) Öğrencilerle
birlikte
yıllık
çalışma
planlarının
hazırlanmasını sağlar ve onaylanması için danışman
öğretmene verir.
b) Yapılacak faaliyetlerle ilgili görev paylaşımını ve görev
dağılımını danışman öğretmene bildirir.
c) Yapılan
çalışmalar
bilgilendirir.
hakkında
danışman
öğretmeni
d) Kulüp üyelerinin belirli zamanlarda toplanmasını sağlar.
e) Kulüp
çalışmalarıyla
dosyalanmasını sağlar.
ilgili
yazışmaları
yapar
ve
f) Kulüp üyelerince yapılacak proje çalışmalarında koordineyi
sağlar.
Öğrencilerin Görevleri
Madde 19 — Öğrenciler;
a) En az bir öğrenci kulübüne üye olur ve en az bir toplum
hizmeti yapar.
b) Toplantı ve çalışmalara düzenli olarak katılırlar.
17
c) Toplum hizmeti çalışmalarını düzenli olarak kaydeder,
çalışmalarında kendilerine rehberlik ve danışmanlık yapan
öğretmene her hafta imzalatır.
d) Proje çalışmalarında yapacakları değişiklikleri,
öğretmeni ile sınıf/şube rehber öğretmenine bildirir.
sınıf
e) Kendisi ile ilgili doldurması gereken formları zamanında
danışman öğretmene verir.
f) Okul dışında yaptıkları etkinliklerde okulunu en iyi biçimde
temsil etmeye çalışır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Diğer Sosyal Etkinlikler
Diğer Etkinlikler
Madde 20 — Sosyal etkinlikler kapsamında aşağıdaki
faaliyetlerde de bulunulabilir. Bu faaliyetlere okul yönetimi ve
öğretmenlerin yanında kulüplerde görev alan öğrencilerin aktif katılımı
ve bu çalışmaların öğrencilerce planlaması sağlanır.
Okulda;
a) Geziler,
b) Yarışmalar,
c) Beden eğitimi, izcilik, müzik ve halk oyunları çalışmaları,
d) Yayınlar,
e) Gösteriler,
f) Tiyatro çalışmaları,
g) Defile, sergi ve kermes
gibi çalışmalarla çeşitli etkinlikler düzenlenebilir.
Geziler
Madde 21 — Sosyal etkinlikler kapsamında yakın çevre, yurt
içi ve yurt dışına inceleme veya ziyaret amaçlı geziler düzenlenebilir.
Bu geziler, hazırlanacak gezi planına göre yapılır.
Bu konuda aşağıdaki hususlara uyulur;
a) Herhangi bir dersle ilgili olarak veya sosyal etkinlikler
kapsamında çalışma programlarında gösterilen konularla
ilgili olarak geziler düzenlenir. Ders öğretmenleri veya
danışman öğretmenler, gezi planlarını en az 15 gün önce
okul müdürüne verirler.
18
b) Okul müdürü, geziye katılacak öğrenci velilerinin yazılı
izninin alınması şartıyla uygun gördüğü takdirde gezi
planını onaylar.
c) Okul müdürü, uygun gördüğü gezilerle ilgili yazıyı en az 7
gün önce bağlı bulunduğu yerin mülkî amirine bilgi
verilmek üzere il/ilçe millî eğitim müdürlüğüne gönderir.
d) Bilgi yazısında, gezilere katılacak yönetici, öğretmen,
öğrenci ve veli isimleri ile gezi planı yer alır.
e) Gezilerde 40 öğrenciye kadar bir yönetici ve en az bir
gözetici
öğretmen
ile
gerektiğinde
gönüllü
veli
görevlendirilir. İmkânları yetersiz öğrencilerin gezi
giderleri, okul-aile birliğince karşılanır.
f) Geziler, eğitim-öğretimi aksatmayacak şekilde düzenlenir.
Yarışmalar
Madde 22 — Sosyal etkinlikler ve diğer ders faaliyetleri
kapsamında öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini geliştirmelerine,
kendilerine güven duyabilmelerine, sosyal ilişkilerde anlayışlı ve
saygılı olabilmelerine, bilimsel düşünce ve inceleme alışkanlığı
kazanabilmelerine imkân sağlamak amacıyla çeşitli yarışmalar
düzenlenir.
Bu konuda aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur;
a) Yarışma konuları, sınıfın düzeyine ve programlara uygun
olarak belirlenir.
b) Bu Yönetmelikte belirtilen konularda veya inceleme,
kompozisyon, şiir, hikâye, resim, müzik, spor, proje,
bilgisayar, halk oyunları ve benzeri alanlarda en az bir
yarışma düzenlenir.
c) Yarışmalar, sınıf içi, okul içi, okullar arası ve yurt içi
düzenlenebileceği gibi uluslararasında da düzenlenebilir.
d) Okul ve sınıf içi yarışmalar ile ilgili esaslar ve yarışma
konuları, okul müdürünün veya görevlendireceği müdür
yardımcısının
başkanlığında
ilgili
kulüp
danışman
öğretmenlerinden
ve
temsilcilerinden
oluşturulan
komisyonca; okullar arası yarışma konuları ile yarışma
esasları ise il/ilçe millî eğitim müdürlüklerince oluşturulan
komisyonca belirlenir.
e) Bakanlık
dışında
kalan
kurum
ve
kuruluşlarca
düzenlenecek il düzeyindeki yarışmalara katılım Valiliğin,
yurt çapındaki yarışmalar ise Bakanlığın izni ile
gerçekleştirilir.
19
f) Okul ve sınıf içi yarışmaların değerlendirilmesi, bu
yarışmalar için oluşturulan komisyonca, okullar arası
yarışmaların değerlendirilmesi ise bu yarışmalar için
oluşturulan komisyonca yapılır. Okul içi yarışmalarda
yarışmaya katılan sınıflardan temsilci birer üye de
bulundurulur.
g) Yarışmalar,
düzenlenir.
eğitim-
öğretimi
aksatmayacak
şekilde
h) Yarışmalarda
derece
alanlar
ödüllendirilir.
Başarılı
öğrencilere, diğer bakanlık kamu kurum ve kuruluşlarıyla
iş birliği sonucunda sağlanan yaz kampı imkânlarından da
yararlandırılmalarında öncelik tanınır.
Beden
Çalışmaları
Eğitimi,
İzcilik,
Müzik
ve
Halk
Oyunları
Madde 23 — Öğrencilerin psikolojik ve bedensel yönden
dengeli ve sağlıklı bir kişiliğe sahip olmalarına, gelişimlerine, serbest
zamanlarını değerlendirme alışkanlığı kazanmalarına ve kendilerini
ortaya koymalarına imkân sağlamak amacıyla beden eğitimi, izcilik,
müzik ve halk oyunları gibi çalışmalara yer verilir. Bu çalışmalar ilgili
mevzuatına göre yürütülür.
Yayınlar
Madde 24 — Okullarda; Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve
temel ilkeleri ile sosyal etkinliklerin amaçlarına uygun olarak
öğrencilerin, Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma, kendilerini ifade
etme, özgür, eleştirel düşünme ve iletişim kurma yeteneklerini
geliştirmesi amacıyla öğrenci kulüpleri ile toplum hizmeti çalışmalarını
tanıtıcı nitelikte duyuru, dergi, gazete ve yıllıklar çıkarılabilir.
Bu
amaçla
müdürün
veya
görevlendireceği
müdür
yardımcısının başkanlığında, biri kültür dersleri öğretmeni olmak
üzere iki öğretmen, ilgili sosyal etkinlikler danışman öğretmeninden
oluşan inceleme kurulu ile kulüp üyeleri arasından seçilen ve okul
yönetimince uygun görülen beş öğrenciden de seçme kurulu
oluşturulur.
Bu konuda aşağıdaki hususlar göz ününde bulundurulur;
a) Duyuru, dergi, gazete ve duvar gazetelerinin yazılarından
okul müdürü veya görevlendireceği bir müdür yardımcısı
sorumludur. Dergilerin sahibi, okul adına dergiyi çıkaran
sosyal etkinlikler danışman öğretmeni ya da okul müdürü
olabilir.
b) Okullarda bir ders yılında çıkarılacak dergi sayısı okul
müdürünce belirlenir.
20
c) Dergi veya gazetelerin çıkarılabilmesi için gerekli kaynak,
okul-aile birliğince sağlanır.
d) Dergi veya gazetelerde yayımlanacak öğrenci yazıları,
seçme kurulu ile inceleme kurulunda, öğretmenlere ait
yazılar ise inceleme kurulunda değerlendirilir.
e) Dergi ve gazetelerde yayımlanacak öğrenci yazıları, seçme
kurulunca değerlendirilerek uygun görülenler inceleme
kuruluna sunulur.
f) İnceleme kurulu, seçme kurulunda değerlendirilen
yazılarla öğretmenler tarafından hazırlanan yazıları
inceler. Dergi ve gazetelerde yayımlanması uygun
görülenler, inceleme kurulu kararı ile tespit edilir.
İnceleme kurulunun kararları yönetimce dosyasında
saklanır.
g) İnceleme kurulunca, dergi veya gazetelerde yayımlanan
yazılarda anlatım ve yazım hatası olmamasına ve sade bir
dil kullanılmasına dikkat edilir.
h) Okullarca yayınlanan dergi, gazete ve yıllıklarda yer alan
yazı, resim ve karikatürlerin birer örneği ile duvar
gazetelerinin kaldırılan nüshaları, dosyalarında iki yıl
süreyle saklanır.
Okul dergi ve gazetelerinde yer alacak yayınlarda;
1) Öğrencilerin Türk Bayrağı’na, vatanına, milletine, Atatürk
İlke ve İnkılâplarına, Türkiye Cumhuriyetine, demokrasi
ve insan haklarına karşı duyulan sevgi, saygı ve bağlılığını
yansıtan,
2) Ülkesine, milletine ve insanlığa büyük hizmetlerde
bulunmuş bilim adamı ve sanatçıların hayat ve eserlerini
tanıtan,
3) Öğrencilerin alanlarında yapacakları bilimsel, sanatsal,
kültürel ve sportif çalışmaları tanıtan,
4) Okuldan mezun olmuş ve okula hizmet etmiş önemli
kişileri ve eserlerini tanıtan,
5) Okulun bulunduğu yerin tarihini, eski eserlerini, kültür
değerlerini, folklorunu ve coğrafyasını çeşitli yönleriyle
tanıtan,
6) Devlet büyüklerinin okul ziyaretlerini hatırlatan,
7) Okulda sunulan tiyatro, konser veya gösterilen filmleri
tanıtan,
21
8) Bayramlar,
tanıtan,
belirli
gün
ve
haftalarla
ilgili
çalışmaları
9) Sınıfça veya okulca yapılan gezi, gözlem ve incelemeleri
gösteren,
10) Endüstri ve teknoloji alanında ortaya çıkan gelişmeleri
tanıtan,
11)
Toplum hizmeti çalışmalarını yansıtan,
12) Okulla ilgili gezi, inceleme, gözlem, yıl sonu etkinlikleri,
sergi, diploma törenleri ve okulun ağaçlandırılması gibi
faaliyetleri belirten,
13) Mezun öğrencilerin üst öğrenimde ve meslek hayatında
gösterdikleri başarılarını gösteren,
14) Okul kütüphanesine kazandırılan eserleri tanıtan Resim,
fotoğraf, karikatür, şiir, bilimsel ve edebî yazılarla proje
çalışmalarına yer verilir.
Gösteriler, Konferans ve Paneller
Madde 25 — Öğrencilere, Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve
temel ilkelerine, onların gelişim düzeylerine uygun öğretici, estetik
duygularını güçlendiren ve güzel sanatlara ilgilerini çeken çeşitli
gösteriler düzenlenir.
Bu konuda aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur;
a) Film ve gösteriler, okul müdürünce görevlendirilen bir
müdür yardımcısı başkanlığında iki öğretmenden oluşan
komisyonun incelemesi sonucundaki tavsiyesi ve okul
müdürünün izni ile gösterilir.
b) Bakanlık dışındaki resmî ve özel kuruluşlarca hazırlanan
film, tiyatro, konser ve diğer sanatsal gösteriler, okul
müdürlüğünce görevlendirilen alan öğretmeni, varsa
eğitim uzmanı, psikolog ve sanat eleştirmeninden oluşan
komisyonca incelenir. İzlenmesinde sakınca olmadığına
ilişkin rapor, il/ilçe millî eğitim müdürünce onaylanır ve
söz
konusu
etkinlikler,
ilgili
okul
müdürünün
sorumluluğunda gerçekleştirilir. Okullar arası etkinlikler,
ilgili okul yöneticileri ile eğitim bölgesi koordinatör
müdürünün iş birliği sonucunda gerçekleştirilir.
c) Bu etkinliklerin hangi tür okullarda gerçekleştirileceği
raporda belirtilir.
d) Okullarda ayrıca konferans, panel ve benzeri etkinliklerin
yapılabilmesi için il/ilçe millî eğitim müdürlükleri
bilgilendirilir.
22
Tiyatro Çalışmaları
Madde 26 — Türk Millî Eğitiminin genel amaçları
doğrultusunda öğrencilerin millî ve estetik duygularını güçlendirmek,
güzel sanatlar alanındaki yetenek ve becerilerini artırmak, serbest
zamanlarını değerlendirmek ve okul-çevre arasındaki bağları
sağlamlaştırmak amacıyla tiyatro çalışmaları düzenlenir.
Tiyatro çalışmalarında;
a) İlköğretim okullarında skeç türü kısa oyunlara, orta
öğretim kurumlarında skeç ve daha uzun oyunlara yer
verilebilir. Ders dışı zamanlarda yapılacak bu etkinliklere
öğrencilerin geniş ölçüde katılımı sağlanır.
b) Büyük oyunlar; millî bayram, önemli gün, hafta ve yıl
dönümlerinde ya da ders yılı sonunda olmak üzere en
fazla iki defa gerçekleştirilir.
c) Bakanlıkça tavsiye edilmiş, öğretmen veya öğrencilerce
yazılmış ya da çevrilmiş, millî ve manevî duyguları canlı
tutan, aile, vatan ve millet sevgisini yücelten; insanlık ve
doğa sevgisini kazandıran; Türkçenin doğru, güzel ve
etkili olarak kullanıldığı öğrenci seviyesine uygun oyunlar
temsil edilir.
d) İlköğretimin 1–5 inci sınıf öğrencilerince oynanan
oyunların süresi yarım saati geçemez ve rolleri uzun
oyunlar oynatılamaz.
e) Oyunlarda ağırlıklı olarak okulun öğrencilerine, istemeleri
hâlinde öğretmenlerine, diğer personeline ve velilerine de
rol verilebilir. Diğer kurum ve kuruluşlarca hazırlanan
oyunlarda öğrencilerin görev alabilmeleri için velilerinden
ve okul yönetiminden izin alınır.
f) Oyunlarda dekor ve kostümlerin sadeliğine ve doğallığına
özen gösterilir.
g) Okullarda yabancı
oynanabilir.
dille
yazılmış
küçük
oyunlar
da
h) Oyunlarda ve çeşitli gösterilerde yaralayıcı, öldürücü,
zehirleyici araç-gereç ve malzemenin kullanılmamasına
özen gösterilir.
i) Oyunlar, gösteriler için oluşturulan komisyonca incelenir,
oynanmasında sakınca olmadığına ilişkin rapor okul
müdürünce onaylandıktan sonra tiyatro etkinlikleri
gerçekleştirilir.
23
Defile, Sergi ve Kermes
Madde 27 — Öğrenciler, öğretim yılı içinde toplum hizmeti ve
diğer
derslerle
ilgili
projeler
kapsamında
gerçekleştirdikleri
çalışmaları, uygun zamanlarda okulda, çevre okul veya eğitim
bölgesindeki diğer okullarla yerel düzeyde, başka eğitim bölgesi,
il/ilçedeki okullarla ulusal ve uluslar arası düzeyde ortaklaşa
düzenleyecekleri defile, sergi ve kermes yoluyla topluma tanıtırlar.
Eğitsel değer taşıyan çalışmaların defile, sergi ve kermes
yoluyla yerel ve ulusal düzeyde tanıtılmasında aşağıdaki esaslara
uyulur;
a) Okul içinde sergilenecek öğrenci kulübü ve toplum hizmeti
proje çalışmaları, sosyal etkinlikler kurulunca belirlenir.
Okul içi defile ve sergiler, belirlenen bir tarihte hafta
boyunca eğitim kurumu ve çevre birlikteliğini en üst
düzeyde sağlayacak biçimde düzenlenir.
b) Düzenlenecek defile, sergi ve kermeslerde, yakın okullar iş
birliği içinde çalışırlar.
c) Eğitim
bölgesinde
öğrenci,
öğretmen
ve
çevre
etkileşiminin en üst düzeye ulaştırılması, öğrencilerin
öğrenmeye
özendirilmesi,
öğretmenlerin
meslekî
doyumlarının sağlanması amacıyla bir hafta süreyle
öğretim yılı sonunda eğitim bölgesi danışma kurulunca
belirlenecek tarihte öğrenci kulübü ve toplum hizmeti
çalışmaları ile ilgili proje çalışmalarını tanıtıcı sergiler
düzenlenir.
d) Düzenlenecek etkinliklerde il/ilçe millî eğitim müdürlükleri
ile eğitim bölgeleri koordinatör müdürleri arasında iş birliği
yapılır.
Koordinasyon,
defile,
sergi
ve
kermesin
düzenlendiği il millî eğitim müdürlüğünce sağlanır.
e) Defile, sergi ve kermeslerden sağlanacak
kullanımı okul-aile birliklerince organize edilir.
gelirlerin
Törenlerle İlgili Esaslar
Madde 28 — Törenlerde aşağıdaki hususlar göz önünde
tutulur;
a) Tören programı her okulda, müdür veya görevlendireceği
bir müdür yardımcısının başkanlığında en az iki öğretmen
ve bir öğrenci temsilcisinden oluşturulan komisyonca
hazırlanır ve uygulanır.
b) Törenlere okulun öğrenci, öğretmen ve diğer görevlileri ile
hazır bulunanlar katılır.
24
c) Törenlere protokol, emekli öğretmenler, veliler ve okuldan
mezun olanlar davet edilir.
d) Okul binaları ile Atatürk köşesi; bayrak, flama ve
mevzuata uygun afişlerle donatılır ve imkânlar ölçüsünde
ışıklandırılır.
e) Okulda ve çevrede varsa bando, folklor ekibi ve yayın
organlarından yararlanılmaya çalışılır.
f) Konuşma metinlerinin, şiirlerin ve diğer dokümanların
müdürlükçe onaylanan birer örneği, o yıla ait tören
dosyasında saklanır.
g) Törenlerde; Atatürk ve Türk büyükleri ile eğitim şehitleri
için saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın söylenmesinden
sonra günün anlam ve önemine uygun şekilde hazırlanan
programa göre hareket edilir.
h) Tören konuşmalarında, Türk Millî Eğitiminin genel amaçları
ve temel ilkelerine, eğitim-öğretimin önemine, okulun
tarihçesine ve gelişimine,
önceki
öğretim
yılının
değerlendirme sonuçlarına, okulun çevre ilişkilerine ve
sağladığı yararlara, programlanan etkinliklere, okul-aile
ilişkilerine ve öğrencilerden beklenen davranışlara yer
verilir.
Bayrak Töreni
Madde 29 — Bayrak törenleri, Türk Bayrağı’nın ve İstiklâl
Marşı’nın anlam ve önemine yaraşır şekilde düzenlenir. Törenlerde
Bayrağımıza ve İstiklâl Marşımıza olan sevgi ve saygıyı güçlendirmek
amaçlanır ve gerekli her türlü önlem alınır.
Bayrak törenlerinde aşağıdaki hususlar göz önünde tutulur;
a) Bayrak törenlerine, tören sırasında okulda bulunan
yönetici, öğretmen, öğrenciler ile diğer görevliler, "Millî
Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki
Görevliler ve Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin
Yönetmelik" hükümlerine uygun bir kıyafetle katılır.
b) Bayrak töreni ve diğer törenler okulun açılışında, ders yılı
sonunda, hafta başında ve sonunda, bayram tatili
başlangıcında ve sonunda yapılır.
c) Okul yöneticileri, nöbetçi öğretmenler, müzik ve beden
eğitimi öğretmenleri ile okulda bulunan öğretmenler ve
görevli öğrencilerce hazırlanan törenler, bu Yönetmelik ile
25/1/1985 tarihli ve 85/9034 sayılı Türk Bayrağı Tüzüğü
hükümlerine göre yürütülür.
25
d) Okulda millî bayram, genel tatil ve hafta tatili başlangıcı
ve bitiminde tören yapmak üzere ayrı bir bayrak direği
bulunur. Tek bayrak direği varsa bayrak; törenden önce
indirilir ve törenle bayrak direğine çekilir.
e) Konuşmalar,
bitirilir.
İstiklâl
Marşı’nın
söylenmesinden
önce
f) İstiklâl Marşı’nın ilk iki kıtası, törene katılanlar tarafından
birlikte, bestesine uygun ve yüksek sesle söylenir.
g) 22/9/1983 tarihli ve 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanunu ile
Türk Bayrağı Tüzüğü hükümlerine uymayan bayraklar
okullarda bulundurulmaz.
h) Bayraklar, okulda özenle saklanır. Özelliği kaybolan
bayrakların kullanımdan kaldırılması mevzuatına göre
yapılır.
i) Törenlerin yürütülmesinden okul müdürü sorumludur.
YEDİNCİ BÖLÜM
Bayramlar, Belirli Gün ve Haftalar
Millî Bayramlar ve Yerel Kurtuluş Günleri
Madde 30 — Okullarda kutlanacak millî bayramlar ve yerel
kurtuluş günleri;
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı
30 Ağustos Zafer Bayramı
Yerel Kurtuluş Günleri
Millî bayramlar ve yerel kurtuluş günlerinin kutlanmasında
aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur;
a) Okullar, millî bayramlar ve yerel kurtuluş günlerinin
kutlanması ile ilgili okul içi ve okul dışı etkinliklere bütün
imkânlarıyla katılırlar. Millî bayramlar ve yerel kurtuluş
günlerinde öğretmen ve öğrenciler kendilerine verilen
görevleri yaparlar.
b) Okullar, yaz tatiline rastlayan kutlamalara, kutlama
komitesince hazırlanan programa göre temsilî olarak
katılırlar.
c) Okullar,
kutlamalarda ilgili
donatılır.
Büyük
yerleşim
26
mevzuat
hükümlerince
merkezlerinde
okulların
bütünüyle katılamaması durumunda törenler okullarda
yapılır. Bu törenlerde ilgili mevzuatta belirtilen esaslara
göre hareket edilir.
Dinî Bayramlar
Madde 31 — Pansiyonlu ve yatılı okullarda Ramazan ve
Kurban Bayramları yönetici, öğretmen, öğrenci ve diğer personelin
katılımıyla kutlanır
Belirli Gün ve Haftalar
Madde 32 — Okul/kurumlarda anılacak, kutlanacak gün ve
haftalar, ekte düzenlenmiştir (EK-2).
Çevrenin özelliği, okulun fizikî durumu ve imkânları göz
önünde tutularak okul yönetimince belirlenen bu etkinliklerin
hangilerinin
sınıf
içi,
sınıflar
arası
veya
okul
düzeyinde
gerçekleştirileceği ve bu etkinliklerde hangi kulüp ve öğrencilerin
görevlendirileceği öğretmenler kurulunca kararlaştırılır.
Belirli gün ve haftalarla ilgili etkinliklere, öğrencilerin aktif
katılımları sağlanır.
Daha kapsamlı yapılması istenen etkinliklerin planlanması,
eğitim bölgeleri koordinatör müdürü ile il/ilçe millî eğitim
müdürlüklerince yapılır.
Tutulacak Defter ve Dosyalar
Madde 33 — Öğrenci kulüplerinin çalışmalarında Toplantı
Karar Defteri, Evrak Dosyası ve Zimmet Defteri tutulur.
Diğer Eğitim Kurumlarındaki Sosyal Etkinlikler ile Özel
Yönetmeliği Bulunan Kollar
Madde 34 — Çıraklık ve Yaygın Eğitim Kurumları ile diğer
eğitim kurumları kendi konumlarını dikkate alarak sosyal etkinliklerini
bu Yönetmelik hükümlerine göre yürütürler.
Özel Yönetmelikler
Madde 35 — Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce
çıkarılmış olan; Okul Spor Kolları, Kooperatifçilik Kolu, Sivil Savunma
Kolu yönetmeliklerinin adında ve madde metinlerinde geçen "kol"
ibaresi "kulüp" olarak değiştirilmiştir.
Yönetmelikte Yer Almayan Hükümler
Madde 36 — Bu Yönetmelikte yer almayan hususlarda Millî
Eğitim Bakanlığının diğer mevzuat hükümlerine uyulur.
27
Yürürlükten Kaldırılan Mevzuat
Madde 37 — 25.5.1983 tarihli ve 18057 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan İlköğretim, Lise ve Dengi Okullar Eğitici
Çalışmalar Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük
Madde 38 — Bu Yönetmelik, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
Madde 39 — Bu Yönetmelik hükümlerini Millî Eğitim Bakanı
yürütür.
28
İLKÖĞRETİM HAFTASI
(OKULLARIN AÇILDIĞI HAFTA)
AÇIKLAMA
İlköğretim temel öğrenimdir. Yasalarımıza göre zorunlu ve
parasızdır. İlköğretim, yedi yaşında başlar ve on beş yaşında biter.
Sekiz yıldır.
Okulların açıldığı hafta ilköğretim okullarımızda İlköğretim
Haftası olarak kutlanır. Genel olarak bu hafta, Milli Eğitim
Bakanlığı'nın radyo, televizyon konuşması ile açılır. Okullarımızda
törenler düzenlenir. Törende konuşan okul müdürü ve öğretmenler;
Eğitimin ve öğretimin değerini, yararlarını açıklarlar. Okuma - yazma
bilmenin önemi üzerinde dururlar. Gerçekten, birey olarak başarılı
olmak için en başta okumayı ve yazmayı öğrenmek zorundayız.
Bilmediklerimizi okuyarak öğreniriz. Okuma - yazma bilmeyen bir
kişinin bilgili olması düşünülemez.
Atatürk'ün özlediği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkabilmek, ancak bilgi ile olur. Bize yaşam boyu gerekli olan bilgi ve
becerilerin temeli ilköğretimde atılır. İlköğretim Haftası; bu
gerçeklerin konuşulduğu, ilköğretimin, okuma - yazma öğrenmenin
kişiye, topluma sağladığı yararların anlatıldığı bir haftadır.
Kendimize, ailemize, çevremize, ulusumuza, insanlığa yararlı
olmak okuma - yazma öğrenmekle başlar. İlköğretimin önemine
inanan Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra harf devrimini
gerçekleştirdi. Okunması ve yazılması çok güç olan Arap yazısı
yerine bugün kullandığımız Türk yazısını getirdi. Harf devrimi
sonucu, yurdumuzda okuma - yazma bilenlerin sayısı giderek çoğaldı.
İlköğretim okulunun ilk beş yılı birinci kademedir. Altıncı yıldan
itibaren ikinci kademeye devam edilir. Öğrenimlerini başarıyla
tamamlayanlara sekizinci yılın sonunda diplomaları verilir. İlköğretimi
tamamlayan öğrenciler, diploma notları göz önüne alınarak lise veya
dengi okullara kabul edilirler. Orta öğrenimini tamamlayanlar
sınavlara girerek Yüksek okul veya üniversitelerde öğrenime başlar.
Yüksek okullarda ve üniversitelerde öğrenim süresi iki yıldan altı yıla
kadar değişmektedir.
Orta öğretime devam etmeyenler, edemeyenler, dilerlerse
hayata ve iş alanlarına hazırlanmak için tamamlayıcı, hazırlayıcı,
yetiştirici kurslara katılırlar. Sanat okullarından yararlanırlar, ya da bir
iş yerine çırak olarak girerler. Kurslarda, işyerlerinde edindikleri
becerilerle bir iş sahibi olurlar. Burada kazandıkları para ile aile
bütçesine katkıda bulunurlar.
29
Milli Eğitim Bakanlığı; okuma - yazmayı yaygınlaştırmak amacı
ile yetişkinler için kurslar açmakta, bu kurslara her yıl çok sayıda
yurttaşımız katılmaktadır. Sonuçta okur - yazar oranımız artmaktadır.
Yakın gelecekte öteki ilerlemiş ülkelerde olduğu gibi yurdumuzda da
okuma - yazma bilmeyen kalmayacaktır.
İlköğretim Haftası'nda çevremize okuma
- yazmanın
gerekliliğini, değerini, önemini anlatmalıyız. Öğrenme, iyiyi kötüden,
doğruyu yanlıştan ayırmayı sağlar. Bilgisiz, eğitimsiz insanlar daha
çok suç işleme eğilimindedirler. Genel olarak eğitim ve öğretim suç
işleme oranını azaltır.
Gün gelecek vatandaşlarımızın tamamına yakını okuma yazma öğrenecek, okuyarak edindikleri bilgileri günlük yaşamlarında
uygulayacak, böylece işlerinde daha verimli ve başarılı olacaklardır.
Kısacası ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü'nün dediği gibi
" İlköğretim davası insan olma, ulus olma davasıdır."
KONUŞMA
Bir milletin okur - yazar oranı yüksek olursa o millet kalkınır.
Okumuş ve aydın kişileri fazla olan bir millet, her alanda ilerler.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde okuma - yazma bilenlerin sayısı
azdı. Pek çok yerde okul yoktu. Ülkemiz Kurtuluş Savaşı'ndan yeni
çıkmıştı. Bağımsızlığını kazandıktan sonra, Atatürk'ün emriyle her
tarafta okuma - yazma seferberliği başlatıldı. Okullar açıldı. Yeni Türk
harfleri vatandaşlara öğretildi. Her Türk vatandaşının İlkokul
öğrenimini görmesi ve tamamlaması zorunlu hale getirildi.
Cumhuriyetin ilanıyla beraber eğitim - öğretim çalışmaları
hızlandı. Köy, kasaba ve şehirlere okullar yapıldı. Okur - yazar sayısı
gittikçe arttı. Yardımsever Türk vatandaşları da eğitim - öğretim
hizmetlerinin gelişmesine yardımcı oldular.
Yakın bir zamanda da 8 yıllık kesintisiz eğitim kabul edilerek
İlkokul ve Ortaokul birleştirildi ve zorunlu hale getirildi, İlköğretim
okulu olarak adlandırıldı.
Her yıl Eylül ayının üçüncü haftası ( okulların açıldığı ilk hafta )
İlköğretim Haftası olarak kabul edilmiştir. Bu hafta boyunca okumanın
önemi, okulun değeri ve kutsallığı halka anlatılır. Okumanın yazmanın önemi, gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda hafta
boyunca anlatılmaya çalışılır. Bu konu üzerinde önemle durulur.
Okulsuz yerlere okul açılmaya gayret edilir. İlköğretimin önemi
anlatılır.
30
OKULA BAŞLARKEN
Aşağıda
okuyacağınız
yazıda bir öğrencinin
okulda geçen ilk günleri
anlatılıyor.
Ankara'nın İncesu semtinde oturanlar bilirler. Dokuz Eylül
Sokağı'nda önü söğütlü bir ev vardır. Biz o evin ikinci katında
otururduk. Ben sık sık balkona çıkar, söğüt ağacının dallarını tutar,
yapraklarına bakardım. Hiç unutmuyorum, o balkon sanki küçük bir
çiçek bahçesiydi. Babam çoğu zaman bu balkonda oturur, beni yanına
çağırır, kucağına alırdı. Bir gün sarı gülün yanına koyduğu
sandalyesinde oturuyordu.
Beni çağırdı, gittim, öptü, sevdi sonra:
—Özlem, artık okul çağın geliyor. Bu yıl okula başlayacaksın.
Senin de mavi önlüğün, beyaz yakan, güzel kurdelelerin, kitapların,
defterlerin, boyalı kalemlerin, çantan olsun istiyorum, dedi.
Babamın bu konuşması beni çok sevindirdi. İçim içime sığmaz
oldu. Gün boyu okula kaydımın nasıl olacağını, kayıt sırasında neler
sorulduğunu, okulda neler öğreneceğimizi, acıkınca orada ne
yapılacağını, düşündüm durdum.
Sanıyorum ertesi gündü. Babamla okula gittik. Okulun dış
kapısından içeri girerken, içim bir hoş oldu. Heyecanlandım. Herkes
bana bakıyor gibiydi. Merdivenlerden çıkıp bir odanın önüne geldik.
Babamın elini daha sıkı tuttum. Girdiğimiz odada bizi güler yüzlü bir
hanım karşıladı. Kayıt için geldiğimizi söyledik. Gösterilen yere
oturduk. Babam, çantasından çıkardığı kimliğimi, vesikalık fotoğrafımı
ve birkaç zarfı masada oturan hanıma verdi. Sonradan o orta yaşlı
hanımın müdür yardımcısı Sevim Hanım olduğunu öğrendim. Sevim
Hanım beni yanına çağırdı, sevdi, yanaklarımı okşadı, adımı sordu.
—Özlem, dedim.
Sonra elimi tuttu avuçlarının arasına aldı. Parmaklarımdan
birini işaret ederek adını sordu.
—Serçe parmak, dedim.
— Doğru, dedi.
Babamın verdiklerini dosyaya koydu. Büyük bir defterde
babam gösterilen yeri imzaladı. Güler yüzlü hanım kayıt işleminin
bittiğini bildirdi. “Önümüzdeki Pazartesi günü okul açılıyor.” dedi.
Kalktık eve döndük.
Pazartesi günü oldu. Sabah erkenden kalktım. Elimi, yüzümü
iyice yıkadım. Havlu ile kuruladım. Annem önlüğümü giydirdi. Beyaz
yakamı taktı. Kurdelemi bağladı. Kitaplarım, defterlerim, kalemlerim,
31
çantamın içindeydi. Hep beraber kahvaltımızı yaptık. Sonra koridorda
bulunan boy aynasının önüne gittim. Aynadaki Özlem'e baktım. Mavi
önlüğüm, beyaz yakam ve kurdelemle çok güzel olmuştum. Lavaboya
geçtim, dişlerimi fırçaladım. Bu arada babam da hazırlanmıştı.
Çantamı sağ elime aldım. Annemi öptüm. Babamla merdivenleri indik,
sokağa çıktık.
Evden okula doğru giderken babamın elini sımsıkı tuttum.
Daha önce kaydımın yapıldığı, İncesu İlkokulu'na geldik. Okul bahçesi
analar, babalar ve çocuklarla dolmuştu. Babamın elini hiç bırakmak
istemiyordum. Baktım benim gibi birçok çocuk annelerinin,
babalarının ellerini sımsıkı tutuyorlardı. İçlerinde ağlayanlar bile vardı.
Bahçedeki akasya ağacının altında sarışın bir çocuk durmadan
ağlıyordu.
Az sonra zil çaldı. Okulun kapısından yaşlı, genç, uzun ve orta
boylu öğretmenler çıktı. İçlerinden biri:
—Eski öğrenciler bayrak direğinin sağ tarafına geçsinler,
burada sıra olsunlar, yeni kayıt olanlar da solda dursunlar, dedi.
Bizim Bulunduğumuz yana döndü. Sonra ellerinde birer kâğıt
olan öğretmenler adlarımızı okuyarak bizi ayrı yerlerde sıra ettiler.
Bütün öğrenciler birbirleriyle konuşuyorlardı. Bu arada beyaz saçlı bir
adam konuşmaya başladı. Hepimiz sustuk. Konuşma bittikten sonra,
uzun boylu, şişman bir çocuk bayrakla kapı önüne geldi. İstiklal Marşı
söylendi, ant içildi. Sonra herkes kendi dersliğine sıra ile dağıldı.
Sıralarımıza oturduk. Benim gibi babası ile annesi ile dersliğe girenler
de vardı. Öğretmen tek tek adımızı sordu. Biz de bir bir söyledik.
Öğretmen hepimizi sevdi, okşadı. Şarkılar söyledi. Öyküler anlattı.
Sonra bize döndü:
—İçinizde şarkı, türkü bilen var mı? Dedi. Bilenler bildikleri
şarkıları, türküleri söylediler. Bu arada babam ve öteki çocukların
anneleri ayrıldılar.
Okulumu, sınıfımı, öğretmenimi öyle çok sevdim ki…
O günden sonra okula hep yalnız gittim.
Özlem YAVUZ
32
ŞİİRLER
AÇILDI OKULUMUZ
Hazırlandı çantamız,
Kalemle defterimiz,
Artık öğrenci olduk,
Açıldı okulumuz.
Neşe dolu içimiz,
Sevinçliyiz hepimiz,
Çıktık aydınlık yola,
Açıldı okulumuz.
Göklerde bayrağımız,
Dudaklarda marşımız,
Andımız söyleniyor,
Açıldı okulumuz.
Fethi BOLAYIR
İLK TÖREN
Bu yıl yine törenle,
Açılı okulumuz,
Büyük, küçük sevindik,
Neşelendi gönlümüz…
Ona bütün bir tatil,
Nasıl özlem duymuştuk,
Yazın ayrıldık ama
Bugün yine kavuştuk…
Tahsin BİLENGİLİN
DERSHANEMİZ
İşte bizim dershanemiz,
Derli toplu, güzel temiz.
Masa, sıra, tabureler,
Pırıl pırıl pencereler.
Karatahta karşımızda,
Ata resmi başımızda.
Evimizden çok severiz,
Kirlenmesin aman deriz.
H.Latif SARIYÜCE
33
İLKÖĞRETİM HAFTASI
İlköğretim haftasını
Kutlayalım hep birlikte.
Çalışmanın arkasını
Bırakmayalım derslikte.
Çalışırsak kazanırız,
Bilgilerle bezeniriz.
Kenetlenmiş bir toplumsak
Sağlam olur düzenimiz.
Bakın açıldı okullar
Cıvıl cıvıl bütün yollar.
Yarınını düşünenler
Çocuğunu okuturlar.
İbrahim ŞİMŞEK
OKULUMUZ
Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul,
Neşe, bilgi yuvası
Güzel kitaplar burada,
Birçok arkadaş burada,
İnsan nasıl sevinmez,
Böyle yerde okur da?
Senin çatın altında
Girmez kötü duygular,
Bilgi giren yerlerde
Kalmaz artık kaygılar.
Her yerden daha güzel
Bizim için burası,
Okul, sevgili okul
Neşe, bilgi yuvası!
Rakım ÇALAPALA
34
YAŞASIN OKULUMUZ
Daha dün annemizin
Kollarında yaşarken,
Çiçekli bahçemizin
Yollarında koşarken.
Şimdi okullu olduk,
Sınıfları doldurduk.
Sevinçliyiz hepimiz,
Yaşasın okulumuz!
Okul yurt güneşidir.
Bize bilgiler saçar.
Annemizin eşidir,
Severek kucak açar.
Okul insanlık yolu,
Her yanı şeref dolu
Sevinçliyiz hepimiz,
Yaşasın okulumuz!
SINIFTA
Sınıf kendi evimiz,
Tertemiz tutmalıyız.
Çamurlanmasın yerler,
Sonra bize ne derler.
Açık kalsın pencere,
Kâğıt atmayın yere,
Ya öğretmen girerse,
Ne ayıp size derse?
Tahtayı kirletmeyin,
Duvarı pisletmeyin,
Herkes bizi kıskansın,
Üçüncü sınıf sansın.
Çocuklar uslu durun,
Rahat rahat oturun,
Kimse sevmez haşarı
Kavgacı çocukları!…
İlhami Bekir TEZ
35
İLKÖĞRETİM HAFTASI
Bu yıl da, neşe ile
Geldi, güzel haftamız.
Yeniden gönlümüze,
Doldu, güzel haftamız.
Biziz onun amacı,
Biziz onun inancı.
Başarıya varmada,
Hep odur bize öncü…
Ne sözü varsa bize,
Olumludur, gerçektir.
Çünkü onun dileği,
Bizleri yüceltmektir…
Ulusun gür sesidir,
İlköğretim Haftası,
En büyük ilkesidir,
İlköğretim Haftası…
Tahsin BİLENGİLİN
İLKÖĞRETİM HAFTASI
Okulları açıyor,
Bize neşe saçıyor,
Hafta sonu kaçıyor,
İlköğretim Haftası.
Yaşın yediyse tamam,
Okul çağın gelmiş tam,
Bize en büyük bayram,
İlköğretim Haftası.
Çocuklar seni ister,
Bilgi yolunu göster,
Bütün yurda ışık ver,
İlköğretim Haftası.
Fahrünissa ELMALI
36
İLKÖĞRETİM HAFTASI
Yüzyıllarca susadık,
Okumaya yazmaya
Bütün dünya koşarken,
Biz kalmışız pek yaya.
Köylerimiz okulsuz,
Şehirler okulsuzmuş.
Anadolu bakımsız,
Anavatan yolsuzmuş.
Atatürk bir gün çıkıp,
Milleti kurtarmasa,
Yüzyıllar aynı gider,
Biter miydi bu tasa?
Büyük bir ulus için,
Geri kalmak ne acı…
İlköğretim Haftası,
Bir savaş başlangıcı.
İ.Hakkı TALAS
GÜZEL SÖZLER
● Bilgisiz insan, meyvesiz ağaca benzer.
● İlköğretim davası, insan olma, ulus olma davasıdır.
● Yurt kalkınmasının temeli ilköğretimdir.
● Öğrenim, aklın gücünü geliştirir.
● Bilmemek ayıp değil, bilmediğini öğrenmemek ayıptır.
● İlköğretim geleceğin temelidir.
● Bilgisiz insanın dostluğundan, bilgili insanın düşmanlığı daha
iyidir.
●
öğretir.
Okul gençliğe; insanlığı, saygıyı, ulusu ve ülkeyi sevmeyi
●
görevdir.
İlköğretimin değerini her yurttaşa anlatmak ulusal bir
● Bilen, bilmeyenden sorumludur.
● Bilmek demek, yapmak demektir.
● Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
● Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
37
GAZİLER GÜNÜ
(19 Eylül)
AÇIKLAMA
Türk tarihinde İslam öncesi ve sonrası şehitlik ve gazilik orunu
vardır. Her Türk de bu orunlara kavuşmak için vatanı, milleti, bayrağı,
milli marşı, soydaşları ve kutsal değerleri için savaşır. Çünkü milli
hasletimizde olan bu duyguların, Türk ulusu ve her bireyi için
vazgeçilmez bir anlamı ve önemi vardır.
Türk Milleti bunun en güzel örneğini Atatürk’ün önderliğinde
verilen "Kurtuluş Savaşı"nda yaşamıştır. "Ya istiklal, ya ölüm!"
demiştir. Türk tarihi böylesine "kahramanlık günleri" ile doludur.
Kahramanlık günlerini şehit ve gazilerimize borçluyuz. Destanlar
yaratan şehit ve gaziler tek tek birer onur abidemizdir.
Vatanı uğruna ölümü göze almış kahraman Türk Ordusu, daha
sonra dünya barışını korumak için görev almıştır.
1950–1953 yılları arasında barış için Kore’de savaşmıştır. 1974
yılında soydaşlarımızı yok olmaktan kurtarmak için; "Kıbrıs Barış
Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir. Yine Mehmetçik, barışı korumak için,
Bosna-Hersek, Somali ve Kosova’ya barış gücü olarak Birleşmiş
Milletler kararıyla gitmiştir.
l. Dünya Savaşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nda Kore Savaşı’nda ve
Kıbrıs Barış Harekatı’nda birçok askerimiz şehit oldu, bir kısmı da gazi
olarak geri döndü.
Devletimiz bir yasa ile şehit yakınlarına "Övünç Madalyası"
vererek şehitlik maaşı bağlar. Yine gazilere de madalya ile aylık maaş
verir ve tedavi, ulaşım gibi hizmetlerde ücretsiz olanaklar tanır. Türk
ulusu için, "şehitler nurlanmış" ve "gaziler onurlanmış" askerler
demektir. Bunların en başında da; Başkomutan, Gazi, Mareşal ve
Ulusal önder Mustafa Kemal Atatürk gelmektedir.
Türkiye gazileri 19 Eylül 1983 tarihinde "Türkiye Muharip
Gazileri Derneği" altında bütünleşmişlerdir.19 Eylül aynı zamanda
Atatürk’e 1921 yılında Mareşallik rütbesi ile gazilik unvanının verildiği
gündür. Bu nedenle, yurdumuzda her yıl 19 Eylül "Gaziler Günü"
olarak kutlanmaktadır.
Aynı gün diğer bir deyimle "Kahramanlık Günü" olarak da
kutlanmaktadır.
Yerel
kurtuluş
günleri
de
gazilerimiz
ve
kahramanlarımız için birer anma günüdür. Şehitlerimizin ruhlarını
huzurlu kılmamız için, savaş arkadaşları gazilerimizi hak ettikleri
değeri vererek, onları her yerde ve her zaman onurlandırmalıyız.
38
Tüm kahraman gazilerimizin bu güzel günlerini kutlar,
yüce insanların ellerinden öperiz.
bu
KONUŞMA
Çağın koşullarına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ancak
tarih bilinciyle mümkündür. Türk milletinin her ferdi, yaşadığı hayatın
geçmişte edinilen tecrübelerin bir sonucu olduğunu bilir. Bu bakış
açısıyla gazilerinin ve şehitlerinin hatırasını canlı tutar. Onların yazdığı
destanı sonraki nesillere aktarır. Böylece Türk olmanın şuurunu
çocuğuna da öğretir.
Milletimizin kahramanlıklarının en şanlılarından birisi ve bize
zaman olarak en yakını Milli Mücadelemizdir. Türk insanı kendine
yakışan zaferi, burada da elde etmeyi bilmiştir. Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün etrafında kenetlenerek, onun rehberliğine inanarak
bağımsızlığına göz dikenleri vatanından kovmuştur. Bu mücadelede
gazilik ve şehitlik şerefine ulaşan atalarımızın destanı hala anlatılır,
kahramanlık türküleri hala söylenir.
Bulunduğumuz coğrafya tarihin en kanlı savaşlarına, en
karmaşık siyasi oyunlarına sahne olmuştur. Bu olumsuzluklar
etrafımızda sürüp gidiyor. Böyle olmasına rağmen milletimiz ülkesini
bir istikrar ve güven ortamı haline getirmeyi başarmıştır. Gazi yahut
şehit olmaya hazır milyonlarca ferdiyle bu huzur, bu sükûn sürecektir.
Kahramanlığı ve hürriyet tutkusunun yanında, milletimizin bir
üstün özelliği de sahip olduğu vefa duygusudur. Bize Türkiye
Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize gösterdiğimiz
hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan atasını en derin
duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde bulduğu her
fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir.
Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve
Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu
vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor,
tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz”
“Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir” diyerek Milli
Mücadeleyi başlatan Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e,
Sakarya Meydan Savaşından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nce “Gazilik” unvanı verilmiştir. Büyük Öndere
gazilik unvanının verildiği 19 Eylül tarihinin ülkemizde gaziler günü
olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Bu karar devletimizin ve
milletimizin gazilerimize verdiği önemin, onlara duyulan minnet ve
şükran duygularının ifadesidir. Ülkemiz toprakları bulunduğu bölge ve
stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca daima düşmanların hedefi
haline gelmiştir.
39
Tarih boyunca bağımsız olarak yaşamış olan Yüce Türk Milleti
canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını hedef alan her saldırıyı
binlerce şehit verme olma pahasına korumasını bilmiştir.
Dün, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Kore’de, Kıbrıs’ta vatanın
müdafaası ve dünya barışı için şahadete ulaşan ve gazi olarak dönen
kahraman evlatlarımız, bugün ülkemizin birlik ve beraberliği bozmak
için fırsat arayan dış güçlerin desteklediği kanlı terör örgütüne karşı
ülkemizin Güneydoğu bölgesinde mücadele yürütmektedir. Bu
mücadelede yüzlerce evladımız şehit olurken, yüzlercesi de gazilik
mertebesine ulaşmaktadır.
Herkes bilmelidir ki; her ne şekilde olursa olsun, vatanımızın
bütünlüğünü hedef alan güçler, kahraman güvenlik güçlerimiz ve
vatansever Türk insanının mücadele azmi ve kararlılığı karşısında yok
olmaya mahkûmdurlar. Dış güçlerin maşası haline gelen hainler yüce
Türk adaleti karşısında mutlaka hesap vereceklerdir. Halkımızın birlik
ve beraberliği ile Büyük Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Türkiye
Cumhuriyeti Devleti onun gösterdiği hedeflerde ilerleyerek dünyanın
güçlü bir ülkesi olarak sonsuza kadar yaşayacaktır."
KONUŞMA
“Çağın koşullarına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ancak
tarih bilinciyle mümkündür. Türk milletinin her ferdi, yaşadığı hayatın
geçmişte edinilen tecrübelerin bir sonucu olduğunu bilir. Bu bakış
açısıyla gazilerinin ve şehitlerinin hatırasını canlı tutar. Onların yazdığı
destanı sonraki nesillere aktarır. Böylece Türk olmanın şuurunu
çocuğuna da öğretir.
Milletimizin kahramanlıklarının en şanlılarından birisi ve bize
zaman olarak en yakını Milli Mücadelemizdir. Türk insanı kendine
yakışan zaferi, burada da elde etmeyi bilmiştir. Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün etrafında kenetlenerek, onun rehberliğine inanarak
bağımsızlığına göz dikenleri vatanından kovmuştur. Bu mücadelede
gazilik ve şehitlik şerefine ulaşan atalarımızın destanı hala anlatılır,
kahramanlık türküleri hala söylenir.
Bulunduğumuz coğrafya tarihin en kanlı savaşlarına, en
karmaşık siyasi oyunlarına sahne olmuştur. Bu olumsuzluklar
etrafımızda sürüp gidiyor. Böyle olmasına rağmen milletimiz ülkesini
bir istikrar ve güven ortamı haline getirmeyi başarmıştır. Gazi yahut
şehit olmaya hazır milyonlarca ferdiyle bu huzur, bu sükûn sürecektir.
Kahramanlığı ve hürriyet tutkusunun yanında, milletimizin bir üstün
özelliği de sahip olduğu vefa duygusudur.
Bize Türkiye Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize
gösterdiğimiz hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan
40
atasını en derin duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde
bulduğu her fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir.
Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve
Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu
vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor,
tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz”
GAZİLERE MESAJ
"Yüce Türk Milleti, hiçbir koşulda bağımsızlık ve hürriyetinden
taviz vermeyeceğini, devletimizin ve milletimizin sonsuza kadar var
olacağını, şehit ve gazilerin verdikleri mücadelelerle tüm dünyaya
kabul ettirmiştir.
Gazilerimiz, her aşaması gerçek bir kahramanlık destanı olan
Millî Mücadele sırasında şahadet mertebesine erişmek için,
yaralanmak, sakat kalmak pahasına canlarını hiçe sayarak cepheye
koşmuşlar ve işgal güçlerini kutsal vatan topraklarından atmışlardır.
Bu anlamlı günde, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal başta
olmak üzere O'nun silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve
kahramanlıkları ile her zaman gurur kaynağımız olan gazilerimizi
minnet ve saygı ile anıyoruz.
Şehitlerimizle, ebediyete intikal etmiş olan gazilerimize
Allah'tan rahmet, kutsal görevlerini yerine getirirken yaralanan,
sakatlanan ve hayatta olan gazilerimize uzun ömürler diliyoruz."
ŞİİRLER
GAZİLERİMİZ
Ey ölümü hiçe sayan insan,
Vatan, millet için döker kan,
Cesaret dorukta olan,
Eksik azayla gülen gazilerimiz.
Sülaleyi terk edip cepheye uçan,
Nidasıyla düşmana korkular saçan,
Şehitlerden atlayıp zafere koşan,
Gönlü rahat yaşar gazilerimiz.
Kurşuna karşı bağrını açar,
Üstün gayretle haddini aşar,
Düşmanlar önünde nasıl da kaçar,
Canı vatana adar gazilerimiz.
Mustafa YAZKA
41
GAZİ (MEHMETÇİK)
Göz göze geldik bir an
Sen ayakta ben tekerlekli sandalyede
Otururken beni anlayamazsın dedi..
Gözleri doldu.
Bir daha oğlumla koşamayacağım
Hep bir yanım eksik kalacak dedi
Dudakları titredi…
Konuşamadı
Ağladı…
Ben ödedim bu vatan da yaşamanın bedelini
Ya sen dedi?
Ağladım…
Faydasız dedi.
Sustum..
Zamanı geldiğinde
Kiminin ayağı kiminin gözü olurum
(kötüler ibret alsın diye iyiler bedel ödemeye mecburdur..)
Serkan TURNA
MEHMETÇİK
Tarlada rençper,
Sınırda asker,
Tunç gibi gezer,
Aslan Mehmetçik.
Doyuranım o,
Koruyanım o,
Benim canım o,
Aslan Mehmetçik.
Anası vatan,
Babası vatan,
Kalplerde yatan,
Aslan Mehmetçik.
Yeldir aşar o,
Seldir taşar o,
Ölmez, yaşar o,
Aslan Mehmetçik.
Rakım ÇALAPALA
42
ŞEHİTLERİM GAZİLERİM
Vatana can katarsınız
Bu günlerim mazilerim
Siz gönlümde yatarsınız
Şehitlerim gazilerim
Sizden özür diliyorum
Hatalıyız biliyorum
Yüreğimle geliyorum
Şehitlerim gazilerim
Gözünüzü arkalarda
Bırakanlar kalsın darda
Kara, deniz, havalarda
Şehitlerim gazilerim
Yanınızda olamadım
Derde derman bulamadım
Arayıp da soramadım
Şehitlerim gazilerim
Ben insanım Hakk kuluyum
Ha batı ha doğuluyum
Müslüman’ım Türk oğluyum
Şehitlerim gazilerim
Sizden farklı sözüm yoktur
Yad ellerde gözüm yoktur
Karşınızda yüzüm yoktur
Şehitlerim gazilerim
Ölenlere olsun rahmet
Kalanlara neden zahmet
Kimi Mehmet kimi Ahmet
Şehitlerim gazilerim
Ayşe’niz var Fatma’nız var
Boynu bükük yatmanız var
Vatan için batmanız var
Şehitlerim gazilerim
Şov yapmasın kimse sizle
Elinizle dilinizle
İç içeyim hepinizle
Şehitlerim gazilerim
Öyle veya böyle dünya
Geçip gider olur rüya
Sığınırız Ya Mevla’ya
Şehitlerim gazilerim
43
Hakkınızı vatan için
Bu uğurda yatan için
Helal edin Atam için
Şehitlerim gazilerim
Muammer BAYDERE
GAZİDEN
Ne beklersin burada kardeşim
İntikamı aşktan almaya hazır yosmalar gibi
Çıkar kılıcını kınından varsın mabedine bin hışımla
Koy beni burada
Ben çoktan vurulmuşum, sere serpe yatarım aynı yerde
Çin Seddi’nden ziyade engel teşkil eder bu beden
Geriden gelenlere
Belki bin asır oldu çıkmadı kılıcım kınından
Kim bilir Âdem’den beri kan içinde yatmaktayım
Toprak ile bir olup, bereketi yaratmaktayım
Gazilik mertebesinde halkalar oluşturmaktayım
Hadi yürü sen de, senden sonraki geleceklere
Bırak aynı yolu,
Aynı parolayı
Hep ileri
İleri
İleri
İl
e
ri
Kamber BAL
SES
Verdi ana, baba canını,
Gökler: "Daha da ver" dedi.
Bir savaştı, Allah! Allah!
Su: "Allahuekber" dedi.
Toprak ölüme taş iken,
Taş ecele: "mermer" dedi.
Duyamadım bir Mehmetçik,
Yüz düşmana neler dedi.
Dağlar dağ oldu bir daha,
Sömürgene: "yeter!" dedi.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
44
TÜRKÜZ
Bu güzel yurdumuzda,
Hür doğduk, hür yaşarız.
Gerekirse yurt için
Can vermeye koşarız.
Vatan, millet sevgisi,
İter bizi ileri.
Kahraman Türk Milleti,
Asla kalamaz geri.
Bütün işlerimizde
Birlik yapan milletiz.
Bunun için hiçbir an
Yenilmeyen kuvvetiz.
M. Sırrı DUMLU
GAZİ
Gazimiz cephede almış yarayı
Yarasına bulmalıyız çareyi
Vatan millet için çarpar yüreği
O çarpan yüreğe kurban olayım
Gazimiz kaybetmiş şahin gözünü
Barut yakmış ak alnını yüzünü
Ben öpeydim ayağının tozunu
Ona ışık verip ışık olaydım
Gazimiz kaybetmiş bir organını
Vatan millet için dökmüş kanını
Yine esirgemez aziz canını
Gazimize bir can bir kan olaydım
Gazimiz vatana eylemiş hizmet
Kutsal hizmetine biçilmez kıymet
Bir gazi oğludur akbaba Necdet
Şehit olamadım Gazi olaydım
Necdet AKBABA
45
YA GAZİ OL YA ŞEHİT
Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum
Hamurumu yiğitlik duygusuyla yoğurdum
Türk evladı odur ki yurdu olan toprağı
Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz
Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan
Hiçbir yere astırtmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et
Sabanını tarlanı her şeyini feda et
O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek
Bir dualı demirden başka bir şey kullanmaz
Bunu tutan bir bilek köleliğin
Uğursuz zincirine uzanmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum kendine sen de yiğit er dedir
Büyüdüğün gaziler ocağına can getir
O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın
Yedi iklim dört bucak içersine ün salsın
Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen
Kemikleri öç alsın
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum bugünde dertli ninen ağlasın
Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın
O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde
Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun
Kara yerin yüzünde ayağının bastığı
Dağlar beller leş olsun
Mehmet Emin YURDAKUL
46
BELKİ ŞEHİT BELKİ GAZİ BABASI
Yanıyor oğlum
Gariban babanın yüreği
Sanki bütün toplar
Yüreğimde patlatılıyor yanıyorum
Bir yaram var kanıyor
Derinden de geliyor sızısı dayanıyorum
Birden hatırlıyorum
Dünmüş gibi ilk ağlayışını unutamıyorum
Söylemeye utanıyorum oğlum
İlk kez senin için ağlıyorum
Gözyaşlarım ihanet ediyor
Sen aldırma akmadıklarına
Zaten hep susuyorum
Çanakkale sırtları yanarken
Yangınım yangın değildir biliyorum
Bu vatan toprağıyla büyüttük seni
Onun içindir ki vatandan sonra ben geliyorum
Seni düşmana göndermek
Boynumun borcudur seviniyorum
Kimmiş ki onlar kükreyen aslanlarımızın
Karşısında duracaklar diyorum
Diyorlar ki kalplerini çelikle sarmışlar
Çeliğe sığınıyorlarmış, gülüp geçiyorum
Havadan üstümüze çelik yağdırıp
Vatan toprağını yakıyorlarmış, kızıyorum
Bu da yetmiyormuş gibi oğlum,
Elimizdeki toprağı istiyorlarmış
Seni gönderiyorum
Aslan oğlum oraya git ki
Gidince onlara gösterebilesin istiyorum
Bu vatanın aslanları çeliği ezip geçtiğinde
Çelikle alay eder ya,
Türk toprağı hep Türk'ün olacaktır
Değiştirilemez ya
İnanmayanlara bir darbe de sen indir,
Az bile gelir onlara
Ben buna inanıyorum,
Ben buna inanıyorum
Belki şehit, belki gazi babası olurum diyerek
Artık yere göğe sığamıyorum
Aslan oğlum Türk toprağını atalarımız gibi
Savunacağına candan inanıyorum
Öp şu elimi de hemen
Sarıl vatan toprağına, sabırsızlanıyorum
Varsa üzerinde hakkım aslan oğlum
Vatan aşkına helal ediyorum
HELAL OLSUN! ! !
(10.02.2004)
Zahir KILIÇ
47
MUSTAFA KEMALLERCE
Atılıyorduk kâfire,
Hepimizin bir yanı hilal gibi.
Bir göz vardı üstümüzde göklerden.
Mustafa Kemal gibi!
Savaşırken yaşamak,
Anam sütü kadar helal gibi,
Ölüm hem büyüktü hem kolaydı,
Mustafa Kemal gibi!
Atlıyorduk bir devre.
Tarihten süzülmüş bir hal gibi;
Hepimiz, hepimiz,
Mustafa Kemal gibi!
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
48
DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ
( Ekim ayının ilk Pazartesi günü )
AÇIKLAMA
Ekim ayının ilk Pazartesi günü Dünya Çocuk Günü' dür.
Çocukların iyi yetiştirilmesi ulusların ortak sorunudur. Bu ortak sorun
için ilk çalışmalar 1923 yılında başladı. İsviçre'nin Cenevre kentinde
toplanan kırk ülkenin delegeleri Uluslararası Çocukları Koruma
Birliği'ni kurdular. Uluslararası bu kuruluş, Birleşmiş Milletler Örgütü'
nün kurulmasını izleyen yılda UNICEF' e dönüştü. UNICEF, "Birleşmiş
Milletler Çocuklara Yardım Fonu"nun kısaltılmış adıdır. Birleşmiş
Milletler Örgütü 1954 yılında oybirliği ile Ekim ayının ilk pazartesi
gününü Dünya Çocuk Günü olarak kabul etti.
Dünya Çocuk Günü evrenseldir. Birleşmiş Milletler Örgütü' ne
üye bütün ülkelerde aynı günde kutlanır. Üye ülkelerin radyo, gazete
ve televizyonlarında bu günün önemi anlatılır. Çocukların bakım ve
korunmasının gerekliliği üzerinde durulur.
Çocuklar
güvencesidirler.
yarının
büyükleridir.
Geleceğin
yöneticisi
ve
İnsanlığın mutluluğu, dünyamızın güzelleşmesi, çocukların
korunmasına, iyi yetişmesine bağlıdır. Barış içinde yaşamak,
güzellikleri paylaşmak, eğitimle olur. Dünya Çocuk Günü çocuklar
arasında ortak duygular oluşmasını, ulusların barış içinde yaşama
özlemlerinin pekişmesini amaçlar. Bu amacın gerçekleşmesi için
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1959 yılında daha iyi bir yaşam,
mutlu bir çocukluk dönemi için Çocuk Hakları Bildirisi'ni yayınladı.
Ülkemizde çocuklara sağlık hizmeti götürmek amacıyla çocuk
hastaneleri açılmıştır. Çocuk yaşta suç işleyenlerin iyiye yöneltilmesi
için Çocuk Islahevleri kurulmuştur. Büyük yerleşim merkezlerinde
çocuk bahçeleri vardır. Çocukların yararlandığı çocuk kitaplıkları
kurulmuştur. Öte yandan anasız, babasız çocukların korunması,
bakımı, barındırılması için Çocuk Esirgeme Kurumu ve Yetiştirme
Yurtları açılmıştır.
Dünya Çocuk Günü'nde okullarda, sınıflarda günün anlam ve
önemi üzerinde durulur. Dünya Çocuk Hakları ve Türk Çocuk Hakları
Bildirileri okunur. Bildirilerde belirlenen belli başlı haklar konusunda
açıklamalar yapılır.
49
DÜNYA ÇOCUK HAKLARI BİLDİRİSİ
1- Her çocuk bu bildiride belirtilen haklardan yararlanmalıdır.
Hiç bir çocuk ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal inanç
nedeniyle ayrı tutulamaz.
2- Her çocuk korunacak ve özel bakım görecektir. Çocuğun iyi
koşullar altında, zihnen, bedenen gelişmesi sağlanacaktır.
Buna ilişkin düzenlemeler yasalarla güvence altına
alınacaktır. Bu amaçla hazırlanacak yasalarda çocuk
yararına olacak durumlar göz önünde tutulacaktır.
3- Her çocuk doğduğu andan başlayarak isme ve yurttaşlığa
hak kazanmalıdır.
4- Çocuk, sosyal güvenlikten yararlanmalıdır. Sağlıklı büyüyüp
gelişmesi için gereken her çaba gösterilmelidir.
5- Sakat çocuklar için özel bakım ve eğitim uygulanmalıdır.
6- Çocuktan sevgi esirgenmemelidir. Ailesi olmayan ve yoksul
çocuklara özel ilgi gösterilmelidir.
7- İlkokul eğitimi parasız ve zorunlu olarak çocuğa
sağlanmalıdır.
Çocuklar
genel
bilgilerini
arttıracak,
yeteneklerini
geliştirecek
toplumsal
sorumluluklar
yüklenecek biçimde eğitilmelidir. Çocuğun eğitiminden
sorumlu kişiler eğitime, öğretime ayrı bir özen
göstermelidir. Çocuk; bir tür eğitim olan oyun oynamak ve
dinlenmek
olanaklarına
sahip
olmalıdır.
Yöneticiler
çocuklara bunları sağlamalıdır.
8- Sosyal yardım ve korunma konusunda çocuk ilk düşünülen
olmalıdır.
9- Çocuk her tür kötülük ve sömürüden korunmalıdır. Çocuk,
her ne biçimde olursa olsun alım satım konusu
olmamalıdır.
10Çocuk ırk, din ve insanlar arasındaki ayrılık yaratan
baskılardan titizlikle korunmalıdır.
TÜRK ÇOCUK HAKLARI BİLDİRİSİ
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin ışığı altında Türk
Çocuk Hakları Bildirisi hazırlandı. Bu bildiri 28 Haziran 1963 günü
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu 7. Genel Kurulunda kabul edildi.
1- İyi bakım, iyi yetiştirilme ve çocuğa uygun bir eğitim, her
yerde ilgi, sevgi ve yardım görme her Türk çocuğunun
hakkıdır. Resmi, özel her kurum, her yurttaş bu çocuk
hakkını tanımak, eldeki olanaklarla onu gerçekleştirmek
50
yükümlülüğündedir. Sıkıntı
kurtarılmasına öncelik verilir.
içinde
bulunan
çocuğun
2- 16 yaşından önce hiç bir çocuk resmî öğrenimden
alıkonularak özel işlerde çalıştırılamaz. Hiç bir şekilde
sömürülemez.
3- Her ana baba çocuğuna bakmak, onu bilgili, becerili ve en
iyi şekilde yetiştirmekle yükümlüdür. Orta dereceli
öğrenime devam etmeyen, edemeyenlerin gerekli bilgi ve
becerileri kazanmaları için devlet kurslar açar. Ana babanın
yeterli olmadığı durumlarda bu görev çocuğun birinci
derece yakın akrabalarına ve devlete düşer.
4- İlköğrenimden sonra orta dereceli okullara devam
etmeyenler, edemeyenler için teknik, tarımsal bilgi ve
beceri kazandıran kurslar açılması ve bu kurslardan
çocukların yararlanması için Milli Eğitim Bakanlığı, Belediye
Başkanlığı ve muhtarlar işbirliği yapmakla yükümlüdür.
5- Sakat ve uyumsuz çocukların iyileştirilmeleri, yaşama
zorluğu çeken çocukların kurtarılmaları, durumlarına uygun
bir meslek için kendi yaşamlarını kazanacak derecede
başarılı ve güçlü yetiştirilmeleri ana baba ile birlikte
devletin ve bu amaçla kurulmuş örgütlerin ödevidir.
6- Çocuğun korunması ile ilgili yasalar öncelikle hazırlanıp
çıkarılmalı, geciktirilmeden uygulanmalıdır.
51
ŞİİRLER
DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ
Dünya çocuk gününde,
Neşeliyiz hepimiz.
Bizi mutlu yapana,
Çok teşekkür ederiz.
Evet bugün küçüğüz,
Yarın büyüyeceğiz.
Sizin işlerinizi,
Bizler yürüteceğiz.
"Çocuk umuttur" diye,
Büyük Ata'ma minnet!
Bekliyoruz sizlerden,
Himaye, sevgi, şefkat
Hayriye GARİBOĞLU
ÇOCUK
Çiçek olur açılır,
Koku olur saçılır,
Ondan vaz mı geçilir?
Çocuk evin şenliği,
Yurdun egemenliği,
Kuş olur dalımızda,
Tat olur balımızda,
Ak akçe elimizde,
Çocuk evin şenliği,
Yurdun egemenliği,
Çocuk baş tacımızdır,
Şifa ilacımızdır,
Tükenmez gücümüzdür,
Çocuk evin şenliği,
Yurdun egemenliği,
Tarık ORHAN
52
ÇOCUK
Çocuk deyip geçmeyin,
Onun da dünyası var.
Güzel- çirkin seçmeyin,
Her çocuk şefkat arar.
Bir kez düşün kendini,
Çocuktun daha önce.
Eksik etme sevgini,
Bir küçüğü görünce
O, yuvada bir çiçek,
Sonra meyve verecek.
Toplum doğacak ondan,
Ülkemiz yükselecek.
İbrahim ŞİMŞEK
ÇOCUK
Oynayın çocuklar tutun el ele
Sevinç neşe ile dolanın gezin,
Bu eşsiz vatanı bezeyin güle
Şanlı bayrağımız göğe yükselsin,
Atatürk yoludur yolunuz sizin.
Milletin baş tacı, milletin kolu
Yarının büyüğü olan çocuklar,
Sizin tuttuğunuz ışıklı yolu,
Gördükçe kalbimiz gururla dolu,
Pembeleşsin yurtta bütün ufuklar.
Ali Osman ATAK
BİR ÇOCUK BAHÇESİNDE
Çocuklar beni de alın içerinize,
Ben de güzel oyunlar oynamayı bilirim,
Çocuklar, imreniyorum şimdi size,
Yıllar oluyor ki kırıldı çemberim.
Benim de devleri vardı masallarımın,
Keloğlan kahramanıydı sihirli dünyamın,
Periler uyurdu altında kiraz dallarının,
Bir çini kadar zengindi içi dünyamın.
Benim de sapanlarım vardı söğüt dalından yapılı
Benim de kuşlarım vardı kafessiz ve şen,
Bir güzel evim vardı ki altın kapılı,
Benim de bir annem vardı ağlarken gülen.
Ceyhun Atıf KANSU
53
DÜNYA ÇOCUKLARI
Yaşamak gerekiyorsa eğer,
Bir çocuk oyunu kadar renkli olsun.
Dünyayı kardeşlik dallarında,
Uçan kuşlar doldursun.
Sen dargınlık ağacı barış ve yemiş ver.
Birleşiniz bütün dünya çocukları,
Kalp kırılmadıkça sürüp gider oyun.
Yorulunca bir dost sesiyle uyuyun,
Sabah, kalbinize örtsün şafakları…
Tanrım yorgunluktan koru bu ayakları,
Bu küçük ayaklar böyle hep beraber
Oraya, o kardeş bayramına gider
Kucaklaşır bütün dünya çocukları.
Ceyhun Atıf KANSU
BEN DE BİR ÇOCUĞUM
Ben de bir çocuğum, diğerleri gibi,
Şefkatle öpülmek, sevilmek isterim.
Ellerimde tutsun büyüklerim,
Annesinin yanında bir çocuk görsem,
Kederle dolar, yaşlı gözlerim.
Ben de bir çocuğum diğerleri gibi,
Neşeyle dolup gülmek isterim.
Bir sevgi denizinde,
Açılmak sonsuza doğru
Ninnilerle, türkülerle büyümek,
Bayramların bayram olduğunu bilmek,
Her çocuk gibi benim de hakkım.
Sıcak bir yuvadır düşlerim,
Ne olur, beni de görün,
Beni de sevin büyüklerim.
Arife HANCI
BİR DÜNYA BIRAKIN
Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele, el ele verin çocuklar.
Bir vatan bırakın biz çocuklara
Islanmış olmasın göz yaşlarıyla.
Bir bahçe bırakın biz çocuklara
Göklerde yer açın uçurtmalara.
Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele, el ele verin çocuklar.
54
Bir barış bırakın biz çocuklara
Ulaşsın şarkımız güneşe ve aya.
Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele, el ele verin çocuklar.
Bir dünya bırakın biz çocuklara
Yazalım üstüne sevgili dünya
Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele, el ele verin çocuklar.
Adnan ÇAKMAKÇIOĞLU
KÜÇÜK ASKER
Küçük asker, silah elde
Kahramanca ilerliyor
Karşısında bütün belde
"Kahramanım, yaşa!" diyor...
Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden hizmet ister.
Vatan için çeker emek
Herkes; bu borcu herkesin
Vatan demek ninen demek,
Sen nineni sevmez misin?..
Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden şefkat ister.
Vatan senden hayat umar,
Sen yaşarsan o canlanır;
Vatan için ölmek de var,
Fakat borcun yaşamaktır...
Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden kuvvet ister.
Minimini omuzların
Taşıyacak yarın tüfek;
Tüfek değil, vatan yarın
O omuza yüklenecek...
Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden gayret ister.
Küçük asker dinle bunu:
Sakın boşa silah atma;
55
Kılıcını, kurşununu
Haksızlığa karşı sakla...
Küçük asker, küçük asker!
Hak da senden kuvvet ister.
TEVFİK FİKRET
GÜZEL SÖZLER

Çocuk bugünün yarını, yarının umududur.

Çocuğuna değer veren uluslar ölmez.

Tay at olunca at dinlenir; çocuk adam olunca ata dinlenir.
(Kaşgarlı Mahmut)
56

Bugünün çocuğu, yarının büyüğüdür.

Çocuk, ulusun en kutsal varlığıdır.

Çocuk, yuvanın mutluluğudur.
HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ
( 4 Ekim )
AÇIKLAMA
Canlılar dünyası; insanlardan, bitkilerden ve hayvanlardan
oluşur.
İnsanlar
eskiden
beri
hayvanlarla
ilgilenmişlerdir.
Kütüphanelerimizde
içi
yalnız
hayvan
resimleriyle
dolu
ansiklopedilerimiz de vardır. Bu ansiklopedilerde hayvanların;
özellikleri, beslenmeleri, bakımları, çoğalmaları, hastalıkları ve
yararları anlatılır.
Hayvanlar, duyu ve hareket yetenekleri olan canlılardır.
Hayvan dostları ilk kez İngiltere'de 1822 yılında bir araya geldiler.
Hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını ve
hayvanların daha iyi koşullarda beslenme ve korunmalarını sağlamak
amacıyla Hayvanları Koruma Birliği'ni kurdular.
Yurdumuzda Hayvanları Koruma Derneği 1908 yılında kuruldu.
Aynı amaçlı dernekler birleşerek Hollanda'nın başkenti Lahey'de
Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu'nu oluşturdular. 1931 yılında
toplanan bu kuruluş 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü ilan etti.
İlk
çağlarda
insanlar,
hayvanlardan
korkuyorlardı.
Hayvanlardan korunmak için evlerini dağların yamaçlarına, kayalıklara
kuruyorlardı. Zamanla insanlar hayvanlara yaklaştılar. İnsanlar daha
ilk çağda kedi, köpek, at, koyun, sığır, keçi gibi hayvanları
evcilleştirdiler. Evcilleşen hayvanlar, insanların yardımcısı oldu.
Pek çok kitapta, filmlerde, sahipleri için canını veren hayvan
öykülerini okur, izleriz. Hayvanların sahiplerine bağlılıkları, hayvan
sevgisinin doğup büyümesine yardımcı oldu. Hayvanları seven
insanlar, hayvan hastalıklarını iyileştirmek için çalıştılar.
Bugün uygar ülkelerde hayvan hastaneleri kurulmuştur.
Veterinerler hayvan hastalıklarını belirleyip iyileştiriyorlar. Hayvan
hastalıklarına karşı önlem alınıyor. Hayvanları hastalıklardan korumak
için aşı yapılıyor.
Başlıca besinlerimiz olan et, süt, yumurta, yağ hayvanlardan
sağlanır. Giyeceklerimizin bir bölümü de hayvanların derisinden, yün
ve tüylerinden yapılır. İnsan sağlığı için gerekli olan aşı ve serumun
yapılmasında da hayvanlardan yararlanılır.
Kafesteki kanaryanın ötüşünü dinlemek, akvaryumdaki
balıkları seyretmek bizi dinlendirir. Çiçekten çiçeğe, ağaçtan ağaca
dolaşan böcekler, bitkilerin çoğalma olayına yardımcı olur.
Çevremizdeki hayvanlardan doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
57
yararlanıyoruz. Kuşkusuz akrep, yılan gibi zararlı hayvanlar da vardır.
Bu zehirli hayvanlardan kendimizi korumalıyız.
Hayvanları sevenler, insanları daha içten severler. Hayvan
dostları mutlu olmayı sevgide ararlar. Hayvanları koruyalım.
Hayvanlara eziyet etmeyelim. Hayvanları sevelim. Onlara yardımcı
olalım. Hayvanları Koruma Günü'nde öğrendiklerimizi yaşam boyu
uygulayalım.
KONUŞMA
Hayvanların insanlara faydaları çoktur. Onlardan et, süt,
yumurta, yağ, peynir, bal, sucuk gibi besinler elde ederiz. Bazı
hayvanların gücünden yararlanırız. Bazılarının derisinden, tüyünden,
gübresinden faydalanırız.
Evin kedisi evdeki zararlı böcekleri ve fareleri yakalar. Köpek
evimizi ve hayvanlarımızı korur, bize bekçilik yapar. Tavuğun yumurta
ve etinden, horozun sesinden, tüyünden ve etinden faydalanırız. At,
eşek ve katır gibi hayvanların gücünden faydalanırız, yüklerimizi
taşırlar, arabalarımızı çekerler, bizi de taşırlar. Manda, inek, koyun
bize süt, et verir. Öküz tarlamızı, harmanımızı sürer, arabamızı çeker.
Bilim adamları hayvanlar üzerinde deneyler yaparlar. İnsanlık
için faydalı olacak buluşlarını bu deneyler sonunda ortaya çıkarırlar.
Hayvanların bu bakımdan da insana faydası vardır.
Bize pek çok faydaları olan hayvanları biz de sevelim ve
koruyalım. Onları rahatsız etmeyelim. Yaralı ve hasta olanları hemen
veterinere götürelim. Hayvanlara iyi bakıp besleyelim.
Her yıl Ekim ayının 4.günü "Hayvanları Koruma Günü" olarak
kabul edilmiştir. O gün gelince okullarda, radyo ve televizyonlarda
hayvanların faydaları üzerinde konuşmalar yapılır. Hayvanlara karşı
nasıl davranılması gerektiği anlatılır.
Yeryüzünde pek çok hayvan yaşar. Bunların bir kısmı
evcilleştirilmiştir. İnsanlarla birlikte yaşarlar. Evcil olmayanlar,
başıboş, kontrolsüz dağ, bayır gezer dururlar.
HAYVANLARIN KORUNMASI İÇİN NELER YAPALIM
58

Zor durumda kalmış hayvanları koruyalım. Onların bakımına
yardımcı olalım.

Bakımını üstlendiğimiz hayvanların yiyeceklerini, içeceklerini
düzenli verelim.

Aşılarını zamanında yaptıralım.

Hayvanlara eziyet edilmesi insanlıkla bağdaşmaz. Öte
yandan bu davranış yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu
işleyenleri uyaralım.

Kuşların, karıncaların yuvalarını bozmayalım. Yumurtalarını
almayalım.

Avlanma mevsimi
avlamayalım.

Hayvanları korkutmayalım, ürkütmeyelim. Onlara şakadan
da olsa eziyet etmeyelim.

Bakamayacağımız hayvanları eve almayalım. Biz almazsak
belki bakabilecek biri alır.

Yiyecek artıklarımızı, özellikle ekmeği, çöplüğe atacağımıza
yakınımızda bulunan hayvan besleyicilerine verelim.

Sapanla kuş avlamayalım. Avlamak isteyenlere engel olalım.
dışında
kesinlikle
av
hayvanlarını
ŞİİRLER
RENGİN
Beyaz kedim,
Siyah kedim,
Sarı kedim,
Adı "Rengin" olsun dedim.
Rengin ablamın adıdır;
O şimdi kızacak bana,
Fakat öğretmenim söyledi ya?
Rengin demek renkli demek,
Bunda ne var gücenecek?
Lâkin ablam,
Rengin ablam.
Hain ablam.
Sofra başında dün akşam,
Astı bana çehresini.
Belki biraz hakkı vardı,
Çünkü Rengin onun adı,
Fakat ne var gücenecek;
Rengin demek, renkli demek;
Benim kedim de üç renkli,
Hem de benekli.
Beyaz kedim,
Siyah kedim,
Sarı kedim,
Adı "Rengin" olsun dedim.
Tevfik FİKRET
59
YARARLI HAYVANLAR
Çevremizde dolaşır,
Çeşit çeşit hayvanlar.
Bizlere pek çoğunun,
Sayısız yararı var.
Kedi, fare yakalar,
Bazen de eğlendirir.
Kuşlar ötüşleriyle,
İç açar, neşe verir.
Sadık köpeklerimiz,
Bekçidir bahçemizde.
Kümes hayvanları çok
Yarar, beslenmemize.
İnek, koyun süt verir,
Doyarız etleriyle.
Koyun, keçinin yünü,
Bizi ısıtır böyle.
At, sığır, keçi de pek,
Faydalı yaratıklar.
Bir de deniz ürünü,
Taze, güzel balıklar.
Vefa ÇAĞAN
GÖÇMEN KUŞLAR
Bıraktınız ülkemizi,
İlkbaharda gene gelin,
Unutmayın sakın bizi.
Gelmeden kış, yağmadan kar,
Gidin, gidin güzel kuşlar,
Uzak güney illerinde,
Bol yiyecek, bol güneş var.
Türkülerle gidersiniz,
Kim gösterir size yol, iz?
Ürkütmez mi kalbinizi,
Yüce dağlar, coşkun deniz?
Gökte olup sıra sıra,
Kayboldunuz ufuklarda,
Göçmen kuşlar, güzel kuşlar,
Yine gelin ilkbaharda!…
Zeki TUNABOYLU
60
KUŞLARLA
Tekir kedi acıkmış,
Bir ağaca tırmanmış,
Avını düşünerek,
Beklemeye başlamış.
Gittiniz hep dizi dizi,
Kuşlar uçar,
Ben koşarım;
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım…
Uçun kuşlar, uçun kuşlar;
Hepinizle yarışım var!
Uçtu kuşlar,
Bende koştum;
Koştum yarı yola kadar;
Ta önüme bir uçurum
Çıktı, orda kaldım naçar.
Yoo, çekemem öyle kurum!
İsterseniz, haydi tekrar
Yarışırız…Uçun kuşlar!
Tevfik FİKRET
KUZUM
Minimini bir kuzum var,
Çayırlarda gezer oynar.
Hep arkamdan koşar, gelir,
Yaramaz pek neşelidir.
Yanından ayrılsam biraz,
Hemen yanık yanık meler.
Kırdaki otlara doymaz,
Daha ister neler neler.
Şeker, arpa, fıstık, üzüm,
Çokbilmiştir iki gözüm.
Dr. Ali Rıdvan UNAR
TEKİR İLE MİNİK KUŞ
Biraz sonra kuş gelmiş,
Kediye "cik, cik" demiş,
Tekir ona acımış,
Minik kuşu yememiş.
Ülker ORDU
61
SERÇELER
Bir gün gelir, geçer bu geceler
Tırtıllar tırmanır yapraklara
Damla damla sızmaz dudaklara
Kalbin kaynağından bu heceler
Alnı işleyerek düşünceler
Gözyaşı döker zambaklara
Ve üşüşür olgun başaklara
Akşamın dallarından serçeler.
Ahmet Muhip DIRANAS
KEDİM
Ne güzel bir kedisin,
Mırıl mırıl edersin.
Gözlerin ateş saçar,
Seni gören fareler kaçar.
Kuyruğunu sallarsın,
Delikleri koklarsın.
Sen de olmazsan eğer,
Evlerde hep fare gezer.
Arife HANCI
NE GÜZELDİR HAYVANLAR
Evimizde yaşarlar,
Elimize bakarlar,
Türlü işe yararlar,
Evcilleşmiş hayvanlar.
Ne güzeldir tavuklar,
Folluk dolu yumurtalar,
Hep bal yapar arılar,
Ne güzel şu hayvanlar.
Sütlerini içeriz,
Kimisine bineriz,
Öküzle çift süreriz,
Yararlıdır hayvanlar.
Kılları var, yünü var,
Süzgün bakar mandalar,
Kedi, eşek ve atlar,
Ne güzel şu hayvanlar.
62
Arabaya koşarız,
Uzun yollar aşarız,
Güçlerine şaşarız,
Ne güzel şu hayvanlar.
Ormanları süslerler,
Gece, gündüz öterler,
Bize, dostluk ederler,
Çok tatlıdır, hayvanlar.
Hasan ŞEN
GÜZEL SÖZLER

Karıncadan ibret al, yazdan kışa hazırlan.

Kedi beslemeyen, fareleri besler.

Arı bal alacak çiçeği bilir.

Hayvanlar en uysal dostlarımızdır.

Hayvanlar sevildiğini bilir.
63
İSTANBUL’UN KURTULUŞU
(6 Ekim 1923)
KONUŞMA
FETİHTEN KURTULUŞA
İstanbul, 1453'te Türklerin eline geçen bu güzel şehir, onlara
yıllarca başkent oldu. Türkler İstanbul'u, İstanbul Türkleri çok sevdi.
Türkler bu narin, bu güzel kentlerini daha da bezemek, süslemek için
yüzyıllar boyu çalışıp durdular. Cami, medrese, çeşme, saray gibi
mimari yapıların yanında şiirle, resimle, müzikle de güzelleştirenler
onu, beyinlere nakşettiler böylece, onun güzelliğini ve Türk için
taşıdığı önemi yedi iklim, dört diyara duyurdular.
İstanbul üstüne şiir yazan şairlerden Yahya Kemal Beyatlı, bu
şehri sadece yaşanılan mekân olarak görmez. Tarihi bağları içinde
düşünür hep. Osmanlı'nın tarihe damgasını vurduğu, dünyayı
fethettiği o ihtişamlı günlerin hayalini görür bu kentin her taşında;
Üsküdar ulu bir rüyayı görenler şehri
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri. der:
Hangi şehir görmüş onun gördüğünü,
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü.
Yine şâir, bu kente duyduğu hayranlığı, Münir Nurettin'in
bestelediği güzel şiirinde şöyle dile getirir:
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Divan şiirinin ünlü ustalarından Lâle Devri şairi Nedim,
İstanbul'un Türkler için ne denli kıymetli olduğunu şöyle dile getiriyor:
Bu şehr-i İstanbul ki bi-misl ü bahadır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşid-i cihan-tab ile tartılan sezadır...
Cumhuriyet sonrası şairlerinden Garip akımının kurucusu ünlü
Orhan Veli Kanık'ın İstanbul üstüne yazdığı; "İstanbul'u Dinliyorum
Gözlerim Kapalı" şiiri herkesçe bilinen ve çeşitli kişilerce bestelenmiş
bir şiirdir.
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda...
64
İstanbul'un özellikle Boğaz kıyısındaki semtleri pek çok şiire ve
şarkıya konu olmuştur. Yahya Kemal;
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda yada
Günler kısaldı, Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları
Diyerek, İstanbul'un yalnız tabiat güzelliğiyle değil, insanları ile
de yakından ilgili olduğunu gösterir.
İstanbul'un şarkılı haritası da Saray burnu'nda başlar,
türkülerle Beyoğlu'na uzanır, sonra Bebek yoluyla Boğaz'a iner.
Rumelihisarı, Yeniköy, Tarabya, Kandilli, Küçüksu, Göksu, Üsküdar,
Kanlıca şarkılara, türkülere girmiş semtlerdir.
Örneklerde de görüldüğü gibi İstanbul, Türk ulusunun
benliğine sinmiş, yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. İşte
Türk ulusunun 1453'ten beri önemli bir parçası olmuş bu kent, 16
Mart 1920 de, fethedildiğinden bu yana yaşamadığı bir şeyi yaşadı ve
I. Dünya Savaşı'nın galip devletleri tarafından işgal edildi.
O güne kadar Türk'ün kafasında hep hâkimiyetin, gücün ve
aydınlığın sembolü olan İstanbul, birdenbire kararıverdi. Sislerle, kara
bulutlarla kaplandı masmavi göğü, denizi, adaları... Artık Türk'ün
nefes alacağı, gönlünce yaşayabileceği bir yer değildi burası. O
yüzden, Mustafa Kemal gibi yiğit evlatlar, Anadolu'ya geçti, vatanı
kurtarmanın tek yolu soluk bile alınamayan bu kentten ayrılmaktı.
Nihayet onların kahramanlıkları sonucu; 16 Mart 1920 de başlayan
kâbus, 6 Ekim 1923’te son buldu. İşte o zaman;
İstanbul'un üstüne güneş doğdu
Çıktı silkinerek gecenin içinden
Kız gibi minareleriyle Süleymaniye
Sultanahmet, Sultanselim, Fatih Camileri...
İstanbul, artık yeniden asıl sahiplerine kavuşmuştu, bir daha
ayrılmamak,
bir
daha
göklerinde
yâd-elin
bayraklarını
dalgalandırmamak üzere...
OKUMA
İSTANBUL
Alınışının beş yüzüncü yılında, İstanbul, sana bakıyorum: senin
bu güzelliğinde Türk ruhunun inceliği var.
Masmavi bir gökyüzü altında yaslandığın kıyılara, dünyanın en
güzel manzarasını biz verdik. Sana Haliç’in öbür yakasından
bakıyorum, Üsküdar'dan bakıyorum. Eyüp'ten bakıyorum; ihtişamlı
65
kubbelerinle ince minarelerinin çizdiği levha karşısında gurur
duyuyorum.
Adalarına bakıyorum: Beş yüz yıl önce, gözlerine mil çekilmiş
prenslere zindanlık etmekte olan o kayalı, o çıplak toprak parçalarını
birer dünya cennetine çeviren bizler değil miyiz? Tepeleri kaplayıp
kıyılardan sarkan çamlarında bizim dikkatimiz, kokusu hiçbir
memleketinkine
benzemeyen
karanfillerinde
bizim
sevgimiz,
yamaçlarına birer kuş kafesi gibi kondurulmuş köşklerinde bizimsevgimiz yok mu?
Boğaziçi'ne bakıyorum. İki kıyı boyunca Karadeniz’e kadar
uzanan o şirin semtleri bir sanatkâr inceliğiyle yerli yerine koyan
bizler değil miyiz? Beş yüzyıl önceki o ıssız kıyılarda dünyanın en
güzel tabiat harikasını biz yaratmadık mı? Korularındaki bülbülleri ilk
biz dinlemedik mi? Sularında en narin kayıkları biz yüzdürmedik mi?
İstanbul, beş yüzyıllık Türk varlığınla, güzelliğe ve insanlığa ettiğin
hizmetten gurur duyuyorum.
Sabri Esat SİYAVUŞGİL
ŞİİRLER
İSTANBUL
İstanbul senin için
Bir destan yazacağım,
Tüm dünyanın bildiği
Şeyi haykıracağım.
İstanbul gibi şehir
Bulunur mu dünyada
Nice şairler coşmuş,
Isıttığın yuvada
Var mı senin gibisi,
Marmara'nın incisi.
Avrupa'dan Asya'ya
Sen geçirirsin bizi.
Türk'ün bilek gücüyle
Sen bize oldun başkent.
Bunu çok iyi belle,
Arkadaşım dikkat et.
Sait KIRKGÖZLÜ
66
BAŞKA BİR TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer,
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma, keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır, derin en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal BEYATLI
GÜZEL İSTANBUL
Gecemi süsleyen yıldız gibisin,
Sevgiye susayan bir kız gibisin,
Gönülden gönüle bir iz gibisin,
Dünyada eşin yok, güzel İstanbul...
Kadıköy, Beyoğlu, Bebek, Üsküdar,
Limanlar, körfezler, güzel adalar,
Mavi denizinde şen sevdalılar,
Dünyada eşin yok, güzel İstanbul...
Seyrine doyulmaz Boğaziçi'nin
Bir de Emirgân'da taze çay için,
Kulağımda tatlı ninnidir sesin,
Dünyada eşin yok, güzel İstanbul...
Oktay ZERRİN
İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
67
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârından, ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı,
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar.
Bir şey düşüyor, elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum.
Orhan Veli KANIK
İSTANBUL TÜRKÜSÜ
İstanbul'un sokakları parkeden,
Yabancıyım, yok halimi farkeden,
Düşünmez mi sılasını terkeden
İstanbul, İstanbul üzme gönlümü,
Dertli defterine yazma gönlümü
Dükkânlara eşyaları dizmişler,
Üzerine fiyatını yazmışlar,
Caddeleri cetvelinen çizmişler,
Bir yanda Üsküdar, bir yanda
Şişli, Gezdim yollarını gözlerim yaşlı.
Sirkeci'de otel otel dolandım,
Beyazıt'ta havuz gibi bulandım,
Aksaray'da toz toprağa belendim,
68
Bu taraftan geçemedim karşıya,
Kadın erkek hepsi çıkmış çarşıya.
Camlarına tülden perde germişler,
Sokakları demirlerle yarmışlar,
Yol boyunca sıra sıra durmuşlar,
Düdük öter, vapur kalkar açılır,
Karşı yana, korka korka geçilir.
Sinemaya gittim, gördüm filmi,
Kapalıçarşı da yuttum dilimi,
Bayıldım yokuşu büktü belimi,
Yorulmuşum, çıkamadım yokuştan,
Caddelerden geçemedim bakıştan.
Halil SOYUER
CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar
İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim;
O benim zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur'
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul....
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O mânayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...
69
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Kâtibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak...
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan
İstanbul,
İstanbul…
Necip Fazıl KISAKÜREK
GÜZEL SÖZLER
● İstanbul iki deniz arasında bütün bir inci parçasıdır.
Nedim
● Eski mısır'a dünyanın anası dediler ama İstanbul da dünyanın
gelinidir.
ENDERUNLU VASIF
70
AHİLİK HAFTASI
(Ekimin 2. pazartesi ile başlayan hafta)
AÇIKLAMA
Cumhuriyetimizin
kuruluşunun
yetmiş
sekiz,
Osmanlı
devletinin kuruluşunun yedi yüz ve Türklerin Anadolu'yu yurt
edinmelerinin bininci yıl dönümünü kutladığımız bu yıllar bize Türk
tarihinin en önemli kurumu olan Ahiliği hatırlatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti 75 yıl önce Osmanlı'dan devir aldığı
yönetimi, Osmanlı da 700 yıl önce Anadolu Selçuklu devletinden
almıştı.
Anadolu
Selçuklu
devleti
de
Büyük
Selçuklu
İmparatorluğu'nun bir parçası olarak bu topraklarda yaklaşık bin yıl
önce kurulmuştu. Görüldüğü üzere 1000 yıldır Türkler Anadolu
toprakları üzerinde yaşamaktadır.
Türklerin tarihi aslında bin yıl ile sınırlı değildir. Bilinen en eski
insanlık tarihine kadar uzanır. Oğuz Hanlığı, Uygur devleti, Göktürk
devleti, Hun devleti M.Ö. 4000 yıldan beri, devletini ve kültürünü
yaşatmaktadır. Dünyamızda bu süre içerisinde birçok devletler
kurulmuş, kültürler yaşamış, bunlardan birçoğu yıkılmış ve
kaybolmuşlardır. Türklerin altı binyıldır tarih sahnesinde oluşunun
önemli bir sebebi kültür değerlerini korumalarından ileri gelir. Bu
kültür değerlerinin özü Ahilik Kültürü biçimine dönüştüğü XI.
yüzyıldan sonra yeni bir anlayışla devam eder.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konu üzerinde
hassasiyetle durmuş ve Ahilik Vakfının tertip ettiği bir Şed Kuşanma
töreninde Ahilikle ilgili veciz bir konuşma yapmıştır. Bu
konuşmasında, "...Bin seneye yakın bir zamandır Anadolu kıtasının
sahipleriyiz. Bir büyük medeniyetimizin olduğunu bu medeniyetin
birbirinden güzel, birbirini tesiri altında bırakmış hazinelerinin
bulunduğunu biliyoruz. Öyle olmasa zaten bu kadar uzun süre bu
kıtaya hâkim olunamazdı..." demiştir.
Tarih boyunca Türkler daima iyiyi güzeli aramışlar ve
bulduklarında da tereddüt etmeden almışlardır. Türklerin İslamiyet’e
geçmeden önceki kültür değerleri bile bugün birçok ülkede
görülememektedir. Tarihi araştırmalarda o dönemde insan haklarına
saygı, kadının toplumdaki saygın yeri, misafirperverlik, bir tehlikeye
karşı birlik oluşturmak, dayanışma, yardımlaşma gibi birçok insani
değerlerin bugünkü tabiri ile evrensel değerlerin mevcut olduğunu
görüyoruz.
Türkler bu değerler ile mücehhez olarak çağın en yüksek
medeniyetini kurmuşlardır. Dünyada pek çok dinler, inançlar ile
karşılaşan Türkler bazılarını denemişler fakat kendilerine en uygun
71
gelen İslam dinini kabul etmişlerdir. Bu dini seçerken hiçbir zorlama,
hiçbir baskı yapılmamış kendi istekleri ile bu yüce dine geçmişlerdir.
Ahilik tüm bu değerleri kaynaştıran ve hayata geçirilmesini
sağlayan bir yeniliktir. Türklerin "Rönesans”ıdır.
Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yaklaştırmak
ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır.
Bir toplumda birlik ve dayanışmayı sağlayan en önemli unsur
müşterek değerlerin korunması ile mümkündür. Türklerin Anadolu'da
bin yıldan beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde
bu değerlere saygı göstermeleridir.
Bu anlayışa göre din, dil, ırk farkı gözetmeksizin herkese eşit
muamele yapılmıştır. Bir toplumda sosyal tabakalaşma olabilir. Kimi
zengin, kimi fakir olabilir; fakat ikisi arasındaki fark fazla olmamalıdır.
Ahilik zenginliğe karşı değildir. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile
kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir
mesleği ve işi olmalıdır. Ahilik, halkın sırtından geçinenlere, bir köşeye
çekilip miskin miskin oturanlara karşıdır.
Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar
haline gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve kollamak,
hak ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri
içerisinde "hırs" ve "tama"dan uzaklaşmak, kendi yeteneğine uygun
bir işle meşgul olmak, sanatını mutlaka bir üstattan öğrenmek ve
birliğin, beraberliğin korunması için dayanışma içerisinde bulunmak
ahiliğin mutlaka uyulması şart olan ahlak kaideleridir. Bu kaideler,
Ahileri tekke ve türbelerde çöreklenerek, el açıp halkın kutsal
duygularını sömürerek onların sırtından bedava geçinen asalak
zümrelerden ayıran farklardır. Ahiler yeniliğe açık insanlar olup, halka
sanat, meslek ve genel bilgiler öğretmek için var güçleriyle çalışırlar.
Bu bakımdan Ahiliğin eğitimcilere ışık tutacak önemli özellikleri
vardır.
Ahilik sisteminde, işyerinde çalışanlar ile çalıştıranlar arasında
pek fark olmadığı gibi aralarında baba-oğul ilişkileri vardır. İşyeri aynı
zamanda sanatın ve ahlakın öğretildiği bir okuldur. Burada üretilen
mal, belli bir ihtiyacı karşılayacak şekilde kusursuz ve tam olarak
üretilir. Emeğin karşılığı çalışanının alın teri kurumadan ödenir.
İşyerlerinde çalışan ve çalıştıranlar dayanışma içerisindedir. Bu
uygulama emek ve sermaye'nin barışık olduğu bir model oluşturur.
Günümüzde toplam kalite, müşteri beklentileri, tüketici
korunması, standart üretim gibi kavramların önemi yeni yeni
anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün kaliteli üretim için başvurulan ve
Toplam Kalite Yönetimi dediğimiz tedbirlerle tüketicinin daha ucuz,
daha kaliteli mal alma imkânı doğmuştur. Ahilik sisteminde bir malın
üretimden tüketicinin eline geçene kadar üretimin her safhası bütün
72
çalışanların sorumluluğu altındadır. Çıraklar, kalfalar ve ustalar hep
birlikte malın kalitesinden sorumludur. Ayrıca oto kontrol sistemi ile
malın kalitesi sürekli denetlenir. Bugün de toplam kalite yönetimi
kapsamında kalitede mükemmellik, verimlilik, hatasız üretim, kalite
güvenliği, ülke ve uluslararası standartlara uyum, ISO 9001,
tüketiciye cevap verme hattı, tüketici tatmini gibi konular henüz yeni
yeni işyerlerinde gündeme gelmeye başlamıştır. Üretime katılan her
kademedeki personelin eğitimi, işletme içi tüm personelden
faydalanma, tam kapasite çalışma gibi tedbirler yanında işyerinde her
türlü üretim ve hizmetlerden işyeri çalışanları sorumlu 4
tutulmaktadır.
Ahilik düşüncesinin kurduğu Ahi Birlikleri'ni batıdaki ve
doğudaki benzer teşkilatlardan ayıran özellik, din adamlarının da
devlet adamlarının da Ahiler üzerinde herhangi bir etkisinin
olmayışıdır. Bunun sonucu olarak Ahilik sivil toplum kuruluşlarının en
eski bir modelidir. Ahiler, daima toplum yararına hizmet yapmışlardır.
Bugün görülen bazı sivil toplum kuruluşları gibi halkı
bölmemişler, halka ve topluma zararlı faaliyetlerde bulunarak, yalnız
kendi üyelerinin menfaatini korumamışlardır. Bugün sivil toplum
kavramı, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmekte
ve resmi otoritenin karşıtı bir örgütlenme olarak algılanmaktadır.
Devlete karşı gelmek, devletin kurumlarını tahrip edenlerden yana
gözükmek, sırf demokrat gözükmek için bu kurumlara destek vermek
Ahiliğe ters düşer.
Devlet olmaz ise sivil toplum kuruluşunun da olamayacağını
bilmemek en büyük cehalettir. Sivil toplum kuruluşlarının görevi
halkın ihtiyacı ve mutluluğu için devletle beraber devlete yol gösterici
olmaktır.
Ahilerin kendi üyeleri ile devlet ve toplumdaki fertler arasındaki
ilişkilerde daima "demokratik ve laik" anlayış hâkim olmuştur. Ahiler
seçmede, seçilmede ve idarede tamamen demokratik bir sistem
içinde yaşarlardı. Keyfilik, şahsi ihtiras ve emellere kesinlikle yer
verilmezdi. Teşkilatın hak ve adalet ölçülerine riayet ederek toplumda
saygın bir yer kazandıkları ve topluma hizmette kusur etmedikleri,
devletle halk arasındaki koordinasyonu sağladıkları için, Ahi başkanı
devlet başkanının ayağına gitmemiş, devlet başkanı Ahinin ayağına
gelmiştir.
Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle vatandaş
arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere on beş yıl önce kurulan
"Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği anlaşmasında ele alınmıştır.
Topluluk üyesi ülke vatandaşlarının yeni sisteme uyarlanmasında
otorite ile halk arasında doğacak anlaşmazlıklarda arabulucu rolü
oynamak, ortaklık kurumları arasında güven ilişkilerini güçlendirmek,
ayrıca vatandaşın şikâyetlerini 5 kabul ederek ortaklık kurumlarının
73
demokratik işlemesini sağlamak amacı ile "Avrupa Ombudsmanı"
kurulmuştur.
Bu kurum aslında 1809 yılında yöneticiler ve yargıçlar
hakkında yasal soruşturma yapmak üzere İsveç'te kurulan
Ombudsmanlık kurumunun bir devamıdır. Dünyamızda yaklaşık yüz
yıl önce kurulan ve Avrupa Birliği'ne örnek bir kurum olarak yaşatılan,
bizim de belki her şeyde olduğu gibi kötü bir taktikçilikle Avrupa'da
var diye hemen bu senenin başında ithal ettiğimiz bu kurumun daha
orijinalinin yeni yüz yıl önceki Ahilik sisteminde mevcut olduğunu
bilmiyoruz.
Almanya'nın kalkınmasında, Sanayi üretim birliklerinin önemli
rolü vardır. Bu birliklerin eğitim ve teknik eğitime büyük önem
vermelerinden, araştırmalarla elde edilen buluşların üretime
uygulanmasından, bankaların bütün kaynakların sanayi emrine
verilmesi ve devletin, yönetici yüksek memurlarının bu birlikleri
desteklemesi sayesinde Ortaçağ geriliğinden kurtularak kısa zamanda
büyük ve zengin bir ülke haline geldiği bilinmektedir. Benzer
uygulama Osmanlı'daki Ahi Üretim Birlikleri'ndeki eğitim sistemine,
orta sandıklarını sanayi emrinde kredi kuruluşu olarak hizmet
verilmesine benzemektedir. Nitekim Almanya'ya Sanayi Birliklerini
tetkik için giden bir heyetimizin Alman kalkınmasının sırrının ne
olduğuna dair sorusuna bir yetkilinin cevabı:
—Siz buraya boşuna gelmişsiniz. Eğer dört yüz yıl önceki
Osmanlı'daki Ahi Üretim Birliklerini incelemiş olsaydınız, bizim nasıl
kalkındığımızı öğrenirdiniz." olmuştur.
Gazeteci Yazar Hasan Pulur'un 21.08.1992 tarihinde Olaylar ve
İnsanlar köşesinde "Almanların mesleki eğitim sistemlerine yüzyıl
önce, Osmanlı'daki Ahilik sistemini örnek aldıklarını" yazmıştır.
Japon sanayileşmesi, vazife şuur'u ve iş ahlakının samurayların
geleneksel değerleri ve Konfüçyüs’ün felsefesine dayandırılması
sonucu elde edilen başarılarla gerçekleşmiştir.
Japon Sanayi Birlikleri, Alman Sanayi Grupları Birlikleri'nin
sistemini alarak kendi gelenekleri ile birleştirmek suretiyle
kalkınmışlardır. Aynen Alman Sanayi Birlikleri'nde olduğu gibi gençleri
sıkı bir iş disiplini ve güçlü bir ahlak eğitim vererek yetiştirmişlerdir.
Japonya'da işçi işveren arasındaki münasebetler aynı ailenin iki
ferdi arasındaki münasebete benzer. Birbirine saygılı ve dayanışma
içerisindedirler. İşyerinde tam dürüstlük, ahlaklılık ve özveri ile
çalışmak her Japon gencinin ideali olmuştur. Ülkesi için çalışmayı her
şeyin üstünde gören bu zihniyet Japon kalkınmasının en önemli
dinamiği olmuştur. Bu bilgiler ışığında Japonların kalkınmasında,
Ahiliğin temel kaidelerini oluşturan benzer değerler etkili olmuştur
diyebiliriz.
74
Ülkemizde yeni yeni kurumsallaşan Rekabet Kurulu, Patent
Enstitüsü, Kosgeb, Reklâm Kurulu yanında Ticaret ve Sanayi Odaları,
İşçi ve İşveren Sendikaları, Kooperatifler, Esnaf Odaları, Belediye,
Bağ-Kur gibi sosyal hizmet veren kurumlar Ahilik sisteminden
günümüze yansıyan kuruluşlardır.
21. yüzyılda, Ahiliğin ahlak ve çalışmaya ait prensipleri kısaca
Ahilik felsefesi, dünyamızda ilerleyen toplumların modeli olacaktır. Bu
görüş bir kehanet değildir. Bugün nasıl ki kalkınmış birçok ülkede
Ahilik prensiplerinin izlerini görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların
yükselmesinde Ahilik ilkelerinin, önemli rol oynadığı görülecektir.
ŞİİRLER
ŞÖHRETLER TERZİHANESİ
Sıcak yatağında uyumak varken
Açar dükkânını her sabah erken
Demirci, kömürcü, marangoz, berber
Eski bedestende semerci Ejder.
Dedim: Usta artık bırak şu işi!
Yüzü gölgelendi çatıldı kaşı.
Dedi: Ahiliktir bizim töremiz
Kıyamete kadar yanar çıramız.
Pirimiz ne demiş semer üstüne
'Ne güzel yakışır himâr üstüne!
Gürgenden meşeden oymalı semer,
Sırtı keçe, alnı aynalı semer
Bir taht gibi al aygıra vurulur
Üzerine koç yiğitler kurulur.
İbrişim kuşaklı Bertiz uşağı
İner gelir Alişar'dan aşağı.
Terkisine kızlar gelinler biner
Aksuya kuğular sülünler iner.
Kırmızı bakırdan çeyiz dizerler
Kalaylı tabakta kına ezerler.
Al önlüklü kısrak çalımlı kızlar
Mor belikli, yüzü yalımlı kızlar
Onun için hor görmeyin semeri
Çağlar öncesinin insan hüneri.
75
Dünyada at nesli tükense bile
Bu sanat geçecek hep elden ele
Kolay bırakılmaz baba mesleği
Müşterimdir nice insan taslağı
Mektep terzisiyim diye kınama
Her gün nice ünlü gelir yanıma.
Ateşten giyinir, kordan giyinir
Milleti soyanlar burdan giyinir.
Bana diyorlar ki 'çağ dışı adam'
Kim ne derse desin, efendim ne gam.
Mektep çoğalmakla merkep azalmaz
Dünyada bir kârı olan aç kalmaz.
Merkür'e, Merih'e başladı sefer
Hâlâ semer yapar Maraş'lı Ejder.
Ali AKBAŞ
GÜZEL SÖZLER
Gerek kim ahinin üç nesnesi açık ola ve üç nesnesi bağlı ola.
Üç açık nesne: Evvel, eli açık ola; hiç malım eksilir demeye.
İkincisi, alnı açık ola; yanına kederli biri gelse şad olarak ayrıla.
Üçüncüsü, kapısı yetmiş iki millete açık ola; her kim içeri girerse
önüne sofra yaya.
Üç bağlı nesne: Evvel, ahinin iki gözü bağlı ola; yani kimseye
kötü gözle bakmaya. İkincisi; dili bağlı ola; kötü söz söylemeye.
Üçüncüsü, beli bağlı ola zina yapmaya. (...)
Yemek edebi:
Yemek yemekte on iki edep vardır: Evvel, sağ dizini yukarı
dike, sol dizini aşağı koyup otura. Lokmayı çiğnerken evvel sağ tarafı
ile çiğneye. Lokmayı küçük kese, temiz yiye; yani iki elini
bulaştırmaya. Gövdesini, başını kaşımaya, etrafını gözetlemeye.
Ekmeği ısırıp yemeye bandırmaya. Gülmeye. Sözünü yavaş yavaş
söyleye. Özen ve saygıyla yiye; yani hırsla yemeye. Kemik gibi
yenmeyecek nesneleri kendi önüne bıraka. Sağa sola atmaya. Yemekten sonra ellerini yıkaya ve sile. (...)
76
Söz söyleme edebi:
Söz söylemekte beş edep vardır: Evvel, bağırarak söylemeye,
tükürüğü ağzından saçılmaya. Bir kişi ile konuşurken sağa sola
bakmaya. Sen ben diye söylemeye; siz biz diye söyleye. Eli ile
söylemeye.(...)
Pazar edebi:
Pazarda yürümekte beş edep vardır: Evvel, omzunu kimseye
vurmaya. İkincisi, uzaktaki kişilere seslenmeye. Üçüncüsü, pazarda
yüksek sesle gülmeye, yanındaki ile şakalaşmaya. Dördüncüsü,
tükürmeye, sümkürmeye. Beşincisi, halka karşı yemek yemeye ve su
içmeye.
Alışveriş Edebi:
Alış verişte üç edep vardır: Evvel, yumuşak söyleye. İkincisi, az ala,
belki almaya. Üçüncüsü, aldığı nesneyi geri vermeye.
Eve nesne götürme edebi:
Eve nesne götürmekte üç edep vardır. Evvel, eteğine
koymaya. İkincisi halka karşı açıktan götürmeye. Üçüncüsü, eve
varmadan aldığı nesneyi yemeye.
Haliloğlu Yahya Burgazî, Fütüvvetnâme
77
ANKARA'NIN BAŞKENT OLUŞU
(13 Ekim)
AÇIKLAMA
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum, Sivas Kongrelerinden sonra 27
Aralık 1919 günü Temsilciler Kurulu üyeleriyle birlikte Ankara'ya geldi.
O zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul
idi. Osmanlı Mebusan Meclisi son kez 12 Ocak 1919'da İstanbul'da
toplandı. 16 Mart 1919 günü İngilizler İstanbul'a girdi. Önce meclisi
bastılar. Bu olay üzerine birçok milletvekili Anadolu'ya geçti.
Yakalananlardan çoğu tutuklandı. Artık Osmanlı Mebusan Meclisi'nin
İstanbul'da
toplanma
olasılığı
kalmamıştı.
Milletvekillerinin
toplanacağı ve ülkenin yönetileceği bir başkent gerekiyordu.
Ankara, Anadolu'nun ortasında, savaş cephelerine eşit
uzaklıkta bir kentti. Savaşın yönetimi ve haberleşme, Ankara'dan
kolaylıkla yürütülürdü. Dağılan Osmanlı Mebusan Meclisi üyeleri ile
Sivas ve Erzurum Kongreleri'nde seçilen temsilcilerin bir yerde
toplanması gerekiyordu. Bu nedenle 19 Mart 1919 günü Mustafa
Kemal Paşa kimi illere ve komutanlıklara bir genelge gönderdi. Bu
genelgede özetle; "Osmanlı Devletinin yaşamı ve egemenliğinin sona
erdiği" bildiriliyor, "Türk ulusu kendi yaşamını ve bağımsızlığını
koruyacaktır." deniliyordu. Bu genelgeden sonra temsilcilerle Osmanlı
Mebusan Meclisi'nden gelen üyeler Ankara'da toplanmaya başladılar.
Ankaralılar onları coşkuyla, sevinçle, sevgiyle karşıladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 günü, Ankara'da
açıldı. Meclis, ilk oturumunda Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti.
Mustafa Kemal Paşa bundan sonra ülkeyi kurtarma çalışmalarını
Anadolu'nun bu küçük kentinde sürdürdü. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın
planları bu yoksul kentte hazırlandı. Savaşın başarıya ulaşması için
düzenli ordular kuruldu. Bu ordular İnönü'de, Sakarya'da,
Dumlupınar'da düşmanı bozguna uğrattı. 30 Ağustos 1922'de
kazanılan Başkomutanlık Savaşı ile Kurtuluş Savaşımız tamamlandı.
Yurdumuz düşmanlardan kurtarıldıkktan sonra 13 Ekim 1923
günü İsmet Paşa ve dört arkadaşı Ankara'nın başkent olması için
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yasa önerisi verdiler. Öneri mecliste
oylandı, kabul edildi. Böylece Ankara yeni Türkiye Devleti'nin başkenti
oldu.
Başkent, ülkenin yönetim merkezidir. Büyük Millet Meclisi,
devlet başkanı, başbakanlık, bakanlıklar, yüksek yargı organları,
başkentte bulunur.
78
Ankara başkent olduktan sonra gelişti. Modern yapılar, büyük
apartmanlar yapıldı. Yüksek okullar, üniversiteler açıldı. Fabrikalar,
yeni iş yerleri kuruldu. Kent kısa sürede büyüdü, genişledi.
Ankara bugün nüfus yoğunluğu bakımından yurdumuzun ikinci
büyük kentidir.
Her yıl 13 Ekim günü Ankara'nın başkent oluşu, düzenlenen
büyük törenlerle kutlanır. Ankara Kalesi'nde başlayan bu törene özel
giysileri içinde Seymenler, öğrenciler, çeşitli dernek temsilcileri
katılırlar. Törende yapılan konuşmalarda Ankara'nın başkent oluşunun
anlam ve önemi belirtilir.
ATATÜRK'ÜN ANKARAYA GELİŞİ
Birinci Dünya Savaşı sonunda yurdumuz yenilmiş sayıldı.
Düşmanlar dört bir yandan vatanımıza saldırdılar. Sevr Antlaşmasına
göre yurdumuzun düşmanlar tarafından bölünmesi kararlaştırıldı.
Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve Osmanlı Devleti’nin
merkezi İstanbul işgal edildi. Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’e
girdiler.
Yurdumuzu bu durumdan kurtarmak ve halkla el ele vermek
için, Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Halk tarafından büyük
bir coşkuyla karşılanan Atatürk, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya geldi.
Burada alınan kararlar 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi olarak
yayınlandı.
Daha sonra Erzurum’a geçen Atatürk, 23 Temmuz 1919’da
Erzurum Kongresini, 4 Eylül 1919’da da Sivas Kongresini topladı. Bu
kongrelerde milli iradeye dayalı hükümet kurulması ilk hedef olarak
belirlendi. Tüm illere telgraflar çekilerek halkın kendi adına karar
verecek temsilcileri seçmesi istendi. Seçilen temsilcilerin toplanacağı
bir yer gerekliydi. Ankaralılar Atatürk’ü ve temsil heyetine seçilenleri
Ankara’ya davet ettiler.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın en iyi Ankara’dan yönetileceği
inancındaydı. Yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de eşit
uzaklıktaydı. Tüm illerde haberleşme ve ulaşım olanağı yoktu. Bu
düşüncelerle Atatürk ve temsil heyetinin üyeleri 27 Aralık 1919’da
saat 14.00’de Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi.
Ankara ve çevresinin tüm halkı, Atatürk’ü ve temsil heyeti
üyelerini büyük sevgi ve sevinç gösterileri ile karşıladılar. Davullar
çalındı, oyunlar oynandı, Seymenler gösteriler yaptı.
Bu karşılama Ata’yı çok duygulandırmış, tüm karşılayanlara
teşekkür ederek içinde bulunduğumuz durumu, bundan nasıl
kurtulacağımızı belirten bir konuşma yapmıştı.
79
Atatürk’ün Ankara’ya gelişi, Kurtuluş Savaşı dönemindeki en
önemli olaylardan biridir. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
kuruluşu Türk ordusunun kurulup hazırlanması çalışmaları Ankara’da
yapıldı. Ankara milli mücadelenin merkezi haline geldi. Kısaca Ankara
o günlerde başkentlik görevini üstlenmiş oluyordu.
Her 27 Aralık günü Ankaralılar için bayram gibidir. At sırtındaki
Seymenler gösteriler yaparlar. Şehir baştanbaşa bayraklarla süslenir.
Atatürk koşusu yapılır. Okullarda törenler yapılır. Şehirde çeşitli
şenlikler yapan halk bu mutlu günü sevgi ve coşku ile kutlar.
80
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ
(24 Ekim)
AÇIKLAMA
İnsan yalnız yaşayamaz. Toplum içinde birçok insanla yüz yüze
gelir, konuşur; iş yapar. Derdini, sevincini başkalarıyla paylaşmak
ister. Zor durumlarda yardımlaşmak ihtiyacını duyar. Milletler de
insanlar gibi iyi ilişkiler içinde yaşamayı arzularlar. Kavga nasıl
insanları huzursuz, mutsuz ediyorsa, savaşlar da milletleri aynı
şekilde etkiler. Oysa milletlerin birbirleriyle her alanda ilişki kurmaları,
yardımlaşmaları, mevcut sorunları barışçı yollardan çözmeye
çalışmaları dünyamıza huzur getirecektir.
Tarihe baktığımızda, milletlerin kanlı savaşlarla birbirlerine
büyük zararlar verdiklerini görüyoruz. Oysa sorunların savaşa gerek
kalmadan çözülebileceğini herkes kabul ediyordu. Bunu sağlayacak
olan da milletlerarası bir örgüttü. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra bu
gerçekleşti. İsviçre'nin Cenevre şehrinde Milletler Cemiyeti kuruldu.
Ancak bu örgüt, büyük devletlerin etkisi altında başarılı olamadı.
II. Dünya Savaşı yıllarında, Amerika Birleşik Devletleri,
İngiltere, Sovyetler Birliği, Çin ve Fransa bir araya gelerek Birleşmiş
Milletler Beyannamesi'ni imzaladılar. Savaş sonrasında ise 51
devlet Birleşmiş Milletler Anayasası'nı imzalayarak yürürlüğe
soktular (24 Ekim 1945). Böylece Birleşmiş Milletler Teşkilâtı büyük
ve güçlü bir kuruluş haline geldi. Türkiye, bu kuruluşa 15 Ağustos
1945'te üye oldu.
Bugün 159 üyesi bulunan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı
milletlerarası sorunlara; ülkelerin sağlık ve eğitim gibi alanlardaki
sorunlarına çözüm aramaktadır. Teşkilât, büyük Atatürk'ün "Yurtta
barış, dünyada barış" sözünden hareketle çalışmalarını sürdürmekte;
milletler arasındaki barısın ve dayanışmanın güçlendirilmesine gayret
etmektedir.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLÂTI'NIN
ANA ORGANLARI
Teşkilâtın merkezi ABD'nin New York kentindedir. Teşkilâtın
ana organları ise şunlardır.
Genel Kurul:
Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin katıldığı tek organdır. Üye
ülkelerin 5'er kişiyle temsil edildiği bu organ, yılda bir defa toplanır.
Milletlerin barış içinde iş birliği yapmalarını sağlar.
81
Güvenlik Konseyi:
Dünya barışı ve milletlerin güvenliğinden sorumlu organdır.
Vesayet Konseyi:
Birleşmiş Milletler Anayasası'na göre, kendini yönetecek
olgunluğa erişememiş milletlerin, ekonomik, sosyal ve kültürel
ilerlemelerini sağlamaya çalışır.
Ekonomik ve Sosyal Konsey:
Genel Kurul'a bağlı olarak çalışır. Amacı; Birleşmiş Milletler'i
ekonomik ve sosyal yönden geliştirip güçlendirmektir.
Milletlerarası Adalet Divanı:
Birleşmiş Milletler Teşkilâtının mahkemesidir. Güvenlik Konseyi
ve Genel Kurul tarafından seçilmiş 15 yargıçtan oluşur. Yeri,
Hollanda'nın Lahey şehrindedir. Hizmet süresi 9 yıldır.
Sekreterlik:
Güvenlik Konseyi'nin tavsiyesi ile Genel Kurul tarafından
seçilir. Bu bölümün idarecisi, bütün kurullara Genel Sekreter olarak
katılır ve çalışmalarını sürdürür. Teşkilâtın çalışması hakkında Genel
Kurul'a yıllık raporlar hazırlayıp, sunar.
Birleşmiş Milletler'e bağlı diğer kuruluşlar:
1- UNESCO :
Birleşmiş Milletler Bilim, Kültür ve Eğitim
Teşkilâtı
2- ICAO
: Milletlerarası Sivil Havacılık Teşkilâtı.
3- FUND
: Milletlerarası Para Fonu.
4- WHO
: Dünya Sağlık Teşkilâtı
5- FAO
: Milletlerarası Gıda ve Tarım Teşkilâtı
6- BANK
:
Milletlerarası
Gelişme
ve
Kalkınma
Bankası.
OKUMA
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ
Aynı okula giden, bir sınıfta okuyan çocukların birbirlerini
sevmeleri, kavga etmeden, kardeş gibi geçinmeleri ne kadar güzeldir,
değil mi?
82
Bir evi kendilerine sıcak bir yuva yapmış; burada yavrularıyla
birlikte tatlı tatlı yaşayan anne, baba ve çocuklar ne kadar
mutludurlar, değil mi?
Bir sokakta, aynı mahallede oturan komşuların birbirlerini
sevmeleri, iyi komşuluk yapmaları ne kadar hoştur değil mi?
Bir ulusu oluşturan insanların birbirlerine zarar vermeden,
birbirlerini
gücendirmeden;
sevişerek
yaşamaları
ne
büyük
mutluluktur değil mi?
Hele insanların, ulusların savaş yapmadan, birbirlerini
öldürmeden iyi birer komşu gibi, güzel güzel geçindiklerini görmek,
insanoğluna ne kadar yakışır değil mi?
İşte bunun böyle olmasını gönülden isteyen birçok ulus söz
birliği yaparak: "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER" denen bir birlik kurdular
Birleşmiş Milletler Yasası, din, renk, soy, sop ayrılığı olmaksızın
bütün ulusları yaşamak hak ve özgürlükleri yönünden eşit
saymaktadır. Bundan ötürü Birleşmiş Milletler Yasası, bütün ulusların
birbirleriyle komşuluk yapmalarını, güzel güzel geçinmelerini,
haklarına saygı göstermelerini, aralarında çıkacak her türlü
anlaşmazlıklara barış yolu ile çare bulmalarını ister.
Bunun en belirgin örneğini Körfez Savaşı'ndaki tutumu ile
göstermiştir.
Bu nedenle; dünyada barışı sağlamak gibi insanlık için çok
yararlı bir iş başarmak amacını güden BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'in;
kuruluş günü olan 24 Ekim, barışsever bütün ulusların birlikte
kutladıkları bir bayram günü olmuştur.
Kore'de insanlık için çarpışan, bu uğurda kanlarını seve seve
akıtan babalarımız, ağabeylerimiz, Türk Ulusu'nun BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER ülküsüne ne büyük bir inançla bağlı olduğunu göstermiştir.
Hamdi HIZAL
Birleşmiş Milletler'in amaçları:

Milletlerarası barışı koruyup, güçlendirmek,

Barışın bozulması durumunda, milletlerarası uyuşmazlıkları
ortadan kaldırmak,

Milletlerarası dostluk ve dayanışmayı güçlendirmek,
Ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlara çare bulmak,

Hiçbir ayrım yapmaksızın insan haklarına sahip çıkmak ve
geliştirmek.
83
ŞİİRLER
SELAM
Kardeşiz dünya içinde,
Her renkte, her dilde kardeş,
Her dinde, her memlekette,
İnsanlar birbirlerine eş.
Her şeyin en iyisini,
Allah insanlara vermiş.
Kitaplarla, elçilerle
Doğru yolları göstermiş.
Afrika'da, Avrupa'da,
Dünyanın dört köşesinde,
Nerde olursanız olun,
Alaska'da veya Çin'de...
Nasıl renk renk açıyorsa,
Bin bir dağda, bin bir çiçek.
Güney'de Kuzey'de olsun,
İnsanlar da İNSAN gerek.
Meridyenler Paraleller,
Ayıramaz bizi bizden.
Gurur duymalı insanlık,
Karşılıklı sevgimizden.
Arsan olsun, kedi olsun,
Nasıl hayvansa hepsi de.
Müslüman ve Hıristiyan,
İNSAN ve KARDEŞİZ biz de.
Sıcak kalple ve elele,
Çalışalım yükseldim.
Allah "İNSAN'la öğünür,
Kıymetimizi bilelim.
El ele her işimizde,
Her fikrimizde el ele.
El ele dağda, denizde,
Seve seve, güle güle.
Her iklimde, her kıt'ada,
Kurtlara, kuşlara selâm,
Selâm bütün bayraklara,
Bütün insanlara SELÂM
Tarık ORHAN
84
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
Savaşsız bir dünya kurmaktan yana,
Uluslar birleşti, bir örgüt kurdu.
Birleşmiş milletler dendi adına,
Her ulusa, kendi öz yurdu
Yurtta barış, dendi, cihanda barış,
Ancak böyle olur mutlu yaşamak.
Savaş nice evler, ocaklar yıkmış,
Nice yıllar kanla sulanmış toprak.
Arap'ı, Japon'u, Türk'ü, Yunan'ı
Şimdi bu örgütte görürsün üye.
Herkesin malıdır kendi vatanı,
Bizimkisi nazlı, güzel TÜRKİYE
B.G. ŞAVLI
GÜZEL SÖZLER

Yurtta barış, cihanda barış!

Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim
olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın
huzurundan mahrumdur.

İnsanları
mutlu
edeceğim
diye
onları
birbirlerine
boğazlatmak, insanlık dışı ve son derece teessüfe şayan bir
sistemdir.

İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirlerine
yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî,
manevî ihtiyaçları sağlamaya yarayan davranış ve çabadır.
Atatürk

Ben Yunanistan'daki Atina'nın
vatandaşıyım.(Sokrates)
değil,
bütün
dünyanın

Kıtalararası düşünmeye alışın artık.(A.Hamilton)

Savaş, beşikteki yavruyu bile esirgemez. (Schiller)

Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

Birlikten kuvvet doğar.
85
CUMHURİYET BAYRAMI
( 28 – 29 Ekim )
AÇIKLAMA
29 Ekim 1923 ülkemizde cumhuriyet yönetiminin ilan edildiği
gündür. Bugün ulusal bayram günüdür. Her yıl cumhuriyet
yönetiminin ilanını 28 – 29 Ekim günleri Cumhuriyet Bayramı olarak
coşkun törenlerle kutlarız.
Cumhuriyet Yönetiminden önce devletimizin adı Osmanlı
İmparatorluğu idi. Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından 1299'da
Söğüt 'de kuruldu. Osmanlı devlet yöneticisine padişah denirdi.
Osmanlı Devletini altı yüz yirmi dört yılda, otuz altı padişah yönetti.
Son padişah Sultan Vahdettin'dir.
Eskiden ülkelerde tek kişi egemendi. Ülkelerini diledikleri gibi
yöneten bu kişilere padişah, şah, kral, hakan, sultan denirdi. Yönetim
çoğu zaman babadan oğula geçerdi. Oğulun küçük olması, deli olması
yönetici olmaya engel sayılmazdı. Böyle tek kişinin kendi başına
buyruk, sorumsuz, denetimsiz yönetimine mutlakiyet denir.
Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız tek bir kişidedir.
Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde zamanla hakana, padişaha,
şaha, krala yardımcı olsun diye meclis kuruldu. Meclis üyeleri halkın
dileklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa
taslakları hakan, padişah, şah, kral tarafından benimsendiğinde
yasalaşırdı. Bu yönetim biçimine Meşrutiyet denir. Ancak meclisin
yetkileri genel olarak çok sınırlıdır. Osmanlı Devletinde 1876 ve 1908
yıllarında iki kez meşrutiyet ilan edildi.
Üçüncü
yönetim
biçimi
cumhuriyettir.
Cumhuriyet'te
egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus kendini yönetme yetkisini
temsilcileri
(milletvekilleri)
aracılığı
ile kullanır.
Cumhuriyet
yönetiminde yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen
temsilciler yasalar yapar, yöneticileri ulusu adına denetler.
Yönetilenler dilerlerse seçimlerde yöneticilerini değiştirirler.
KONUŞMA
ÜLKEMİZDE CUMHURİYETİN KURULUŞU
Osmanlı İmparatorluğu'nda, ikinci Meşrutiyetin ilanından altı yıl
sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. 1914'te başlayan Birinci Dünya
Savaşı'na dünyanın belli başlı devletleri katıldı. Dört yıl süren savaş
sonunda bizimle birlikte olan devletler yenildi. Savaş kurallarına göre
biz de yenilmiş sayıldık. Ülkemiz İngilizler, Yunanlılar, Fransızlar,
İtalyanlar tarafından paylaşıldı.
86
Ulusuna inanan, güvenen Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs
1919'da Samsun'a geldi. Erzurum'da, Sivas’ta kongreler düzenledi.
Mustafa Kemal Paşa "Tek bir egemenlik var, o da Milli
egemenliktir. Ülkeyi yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır."
diyordu. Yurdun dört bir tarafından gelen ulus temsilcileri
(milletvekilleri) 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet
Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti.
Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi Ulusal
Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Bir yandan Efeler, Dadaşlar, Seymenler
bulundukları yörede düşmana karşı koydular. Öte yandan düzenli
ordular İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da savaştılar. Yurdumuz
düşmanlardan kurtarıldı.
Tahtını, rahatını düşünen padişah, yenilen düşmanla birlikte
yurdumuzdan kaçtı. İmzalanan Lozan Barış Antlaşması ile yeni bir
devlet
doğdu.
Bu
doğan
devletin
yönetim
biçimi
henüz
belirlenmemişti.
İkinci dönem Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923'te ilk
toplantısını yaptı. 13 Ekim 1923'te Ankara Başkent oldu. Atatürk;
düşmanın ülkeden atılıp sınırlarımızın belirlenmesinden sonra, çoktan
beri tasarladığı cumhuriyetin ilanı üzerinde hazırlıklar yapmaya
başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da
yemeğe çağırdı. Onlara , "Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz." dedi.
29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten
sonra taslağı hazırlanan cumhuriyet önergesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne verildi. Meclis önergeyi kabul etti.
Böylece ülkemizde cumhuriyet yönetimi kuruldu. Atatürk
kurulan
Türkiye
Cumhuriyeti'nin
ilk
Cumhurbaşkanı
oldu.
Cumhuriyet'in ilanı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı.
Cumhuriyet; yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir
yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin
yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur. Cumhuriyet'i
korumak, kollamak, yaşatmak her yurttaşın ödevidir.
KONUŞMA
CUMHURİYET NASIL İLAN EDİLDİ
Aşağıda cumhuriyetin
ilanını meclis Muhabiri
olarak
izlemiş
bir
yazarımızın
anısını
okuyacaksınız.
87
O günlerde bütün gazeteciler ve halk merakta idi. Bir yenilik
var… Fakat bu nedir? Bir türlü belli olmuyordu. Ben o zamanlar Öğüt
Gazetesinde çalışıyordum. Meclisin bütün toplantılarına devam
ediyordum.
Atatürk Çankaya'da kendisine konuk olan arkadaşlarına
Cumhuriyet'i ilan etmenin zamanı geldiğini, bildiriyor. Bunun için
anayasada değişiklik yapmak gerektiğini açıklıyordu. 28 Ekim 1923
günü konukları gittikten sonra İsmet İnönü ile birlikte anayasada ne
gibi değişiklikler yapılacağını görüştüler.
1923 yılının Ekim ayının yirmi dokuzuncu Pazartesi sabahı idi.
Güneşli bir hava. Samanpazarı ve Karaoğlan'dan insanlar sel gibi
meclise doğru akıyordu. Kalpaklı, başlıklı, fesli erkekler ve bunların
arasında kadınlar, meclisin karşısındaki Millet Bahçesi'ne meydana
toplanmışlardı.
Halk Millet Meclisinin kararını merakla bekliyordu. Birçokları
tanımadıkları milletvekillerine yaklaşıyor, haber soruyordu. Güneş
battı. Karanlık bastı. Buna rağmen halk dağılmıyordu. Hepimiz
sabırsızlıkla bir haber bekliyorduk. Meclisin dar kapısından bir
milletvekili çıktı. Orada bulunan gazeteciler, hepimiz milletvekilinin
etrafını çevirdik. Milletvekili:
—Şu dakika içerde pek mutlu ve tarihsel kararlar veriliyor,
dedi. Dışarıya sızan haber bu kadardı.
Akşam saat on sekiz kırk beş'ti Millet Meclisi oturumu açıldı.
Donuk bir ışık, sağda dinleyicilere ayrılmış bir yer, solda gazeteciler
balkonu, ortada okul sıralarında oturmuş milletvekilleri, Atatürk yok.
Bütün milletvekilleri sıkışık bir durumda oturuyorlardı. Bu sessizlik
içinde İsmet İnönü: Anayasanın birinci maddesinin "Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devletinin hükümet şekli
cumhuriyettir" biçiminde değiştirilmesi için görüşme açılsın dedi.
Değiştirilmesi istenen başka maddeler de vardı. Değişiklik isteği
üzerine birçok milletvekili söz aldı. Heyecanlı konuşmalar yapıldı. Bu
sırada milli şair Mehmet Emin Yurdakul söz alarak orada bulunanları
"Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırmaya davet etti. Bütün milletvekilleri
tek bir vücut gibi harekete geçti, ayağa kalktılar. Güngörmüş gaziler,
generaller, kalemleriyle, kılıçlarıyla bu memlekete hizmet etmiş
kahramanlar dimdik durdular. Sonra hep bir ağızdan "Yaşasın
Cumhuriyet" diye bağırdılar. Anayasa değişikliği görüşmeleri
tamamlandıktan sonra değişiklik isteği oya sunuldu. Bütün eller
"kabul" diye kalktı. Türkiye devletinin cumhuriyet olduğunu belirleyen
değişiklik oy birliği ile kabul edildi. Saat sekiz buçuktu. Bu dakikadan
itibaren Türkiye Devleti'nin adı Cumhuriyet olmuştu.
88
Bu cumhuriyete bir başkan seçmek gerekiyordu. Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığı seçimine 158 milletvekili katıldı.
Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal Cumhurbaşkanlığına seçildi.
Bu anda Kemal Atatürk meclis salonunda göründü. Alkışlar
arasında kürsüye çıktı. Herkes Atatürk'ü dinliyordu. Konuşmasını
bitirdiği zaman uzun uzun alkışlandı. Gök gürültüsünü andıran alkışlar
arasında Atatürk yerine oturdu.
Halk meclisin önünde bekliyordu. Cumhuriyetin ilanını ve
Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçildiğini duyunca coştu. Bu arada 101
pare top atıldı. Top sesleri Türk ulusuna cumhuriyeti ilan ediyordu.
Türk ulusu, yıllardan beri hasretini çektiği egemenliğe ve cumhuriyete
kavuşmuştu.
Enver Behnan ŞAHPOLYO
ŞİİRLER
CUMHURİYET BAYRAMI
Bir zamanlar yurdumuzda
Bir başka devlet varmış,
Başındaki padişah
Ne isterse yaparmış.
Millet onun yanında
Köle imiş, kul imiş,
Türklerin vatanında
Yıllar sürmüş bu gidiş.
Vatan kalmış bakımsız
Millet fakir perişan
Sönüp gitmiş eski hız
Yurda saldırmış düşman.
Atatürk padişaha
Düşmana karşı durmuş,
Yurdumuzu kurtarmış
Cumhuriyeti kurmuş.
İ.Hakkı TALAS
89
29 EKİM
Cumhuriyet bayramı
Geldi diye ne mutlu!
Bayraklarla donattık,
Güzel okulumuzu.
Sokaklarda, evlerde
Al bayrak dalgalanır.
Onun al rengini
Bütün bir dünya tanır.
Yirmi dokuz Ekimi
Karşılarız neşeyle
Çünkü bugün erdik,
Büyük Cumhuriyet'e
Yürüyün arkadaşlar
Hep ileri koşalım,
Bugün bayramımız var,
Gelin bayramlaşalım.
Ali PÜSKÜLLÜOĞLU
CUMHURİYET
Al yıldızlı al bayraklar,
Her yanda dalgalanıyor.
Süslendi evler, sokaklar
Renk renk ışıklar yanıyor.
Yirmi üç yıl önce bugün.
Cumhuriyet kurdu millet,
Bize büyük Atatürk'ün,
Armağanı Cumhuriyet.
En birinci vazifemiz,
Onun yolunda yürümek.
Canımız gibi koruruz,
Cumhuriyet Türklük demek.
Sevinçle, sağlıkla geçsin.
Sabahımız, akşamımız.
Kutlu olsun hepimize,
Cumhuriyet Bayramımız.
Vasfi Mahir KOCATÜRK
90
ATATÜRK'ÜN CUMHURİYET KERVANI
Yüklemiş sevdanın, aşkın yükünü,
İki gider, bir de durur bu kervan.
Sağa, sola bel verse de aldanma!
Serin bir su başı arar bu kervan!
Kurban olam yürüdüğü yoluna
Taşmış gönüllere, ülkü seline...
Sevdalı kalplere, aşkın iline...
Allah’ın izniyle sürer bu kervan...
Nasibi olanlar ona yetişir.
Ateşiyle nice gönül tutuşur!
Yunus kucağında doğruyu taşır.
Ferhat’la dağları yarar bu kervan!
Geçtiği yer, bahar olur yaz olur.
Yolcuları gelin olur, kız olur.
Yiğitleri; kartal, şahin, baz olur.
Yoksulu gözetir, korur bu kervan!
Sonsuza gözünü dikmiş bir kere!
Dağların nabzında vurur bu kervan...
Kılavuzu vardır uzak görüşlü...
Samsun’dan İzmir’i görür bu kervan!
Yüklemiş ziynetin İzmir’den Kars’a,
Buğdayı Polatlı, ipeği Bursa...
Yüzyıllar, takvimler, saatler dursa
Durmaz ey dost, durmaz yürür bu kervan!
Barışır kervanda küsü, dargını
Dincelir, gencelir gönlü yorgunu,
Haramiler boşa bekler vurgunu,
Yolunu keseni kırar bu kervan!
Geçer Çamlıbel’den, erler yurdundan.
Koç yiğitler kurban olur derdinden...
Nice itler, ağıt yakar ardından,
Namerdin aklına zarar bu kervan!
Cumhuriyet gibi aydınlık yüzlü
Gençlerim geliyor erkekli kızlı
Atlas sancağı var aylı yıldızlı
Dilerse Venüs’e varır bu kervan!
Orhan Seyfi Şirin
91
CUMHURİYET DESTANI
Kararan bahtımın ağarmasıdır
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Türklüğün tarihe son armasıdır
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Ata mirasının en güzelisin
Mutluluk yumağı sevgi selisin
Gönlümün al-beyaz açan gülüsün
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Senin eseriniz seninle varız
Ebedi sürmeli bitmeden bu hız
Gölgende mutluyuz, hürüz, uygarız
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Hayaldi kurtuluş, hürriyet bir düş
Çehreler donuktu, ne gezer gülüş
Çok şükür tükendi, bitti üzülüş
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Sineler kalkandı, yumruklar gülle
Dağıttı düşmanı sopayla sille
Ulaştık hedefe Şanlı Kemal'le
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Ben değilim artık o hasta adam
Hürriyet aşığı bir yasta adam
Koynunda özgürüm, gayrisi ne gam
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Tarlada tohumsun, fırında ekmek
Medeniyet için dökülen emek
Okul, yol, fabrika, hastane demek
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
Bugünler kolayca gelmedi ele
Eşele tarihi, bakıver hele
Dağ, taş, ova, ırmak hep gelsin dile
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
‘Vatan namus’ dedik: Çiğneniyordu
Balkan, Yemen, Kafkas... Kalmadı ordu
Millet:'Kemal Paşam yetiş' diyordu
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
İşte vatan, millet, bayrak ki hürsün
Bu kervan gidecek, itler de ürsün
Allah'tan dileğim: Ebedi sürsün
Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim
(Uşak,1998) Şadi YILMAZ
92
CUMHURİYET
Biziz bu memleketin,
Kanı, iliği, eti,
Yirmi dokuz Ekim'de,
Kurduk Cumhuriyeti.
Yirmi dokuz Ekim'de,
Yeni bir ay parladı.
İşte bu parlak ayın,
Cumhuriyettir adı.
Yirmi dokuz Ekim'de,
Bütün ışıklar yansın,
Caddeler baştanbaşa,
Bayraklarla donansın.
El ele tutuşalım,
Hiç değişmez bu niyet,
Yaşasın Türk Milleti,
Yaşasın Cumhuriyet.
Halil SOYUER
CUMHURİYET YETMİŞ BEŞİNCİ YILINDA
Kahraman milletim, yiğit askerim,
Teşekkürler sana, yetmiş beş kere!
Sorumlu, cefakâr, çalışkan halkım,
Teşekkürler sana, yetmiş beş kere,
Teşekkürler sana, binlerce kere!
Özgür bir devletiz, kökümüz Göktürk,
Sömürge olmayı kabul etmez Türk!
Cesur önderimiz, yüce Atatürk,
Teşekkürler sana, yetmiş beş kere,
Teşekkürler sana, binlerce kere!
Cumhuriyetimi yaşatacağım,
Uzanan elleri kopartacağım!
Türklüğün sembolü, şanlı bayrağım,
Teşekkürler sana, yetmiş beş kere,
Teşekkürler sana, binlerce kere!
Çağ dışı dönemi attık geriye,
Yürü ileriye, hep ileriye!
Bilim yolundaki çağdaş Türkiye,
Teşekkürler sana, yetmiş beş kere,
Teşekkürler sana, binlerce kere!
Atabay GÜVELOĞLU
93
YETMİŞBEŞİNCİ YIL MARŞI
Büyük armağan senden, Mustafa Kemal Paşa
Yetmiş beş yıl geçirdik, yolundan koşa koşa
Ey büyük Cumhuriyet, Dünya durdukça yaşa,
Haydi, Türk'üm yol senin, nice yetmiş yıllara
Adını yazacağız, arşa çıkan yollara...
Otobanla örüldü Anadolu'm dört baştan
Yüz milyona yürüyor, Türk milleti her yaştan
Dünya şanını duysun, havada uçan kuştan,
Haydi, Türk'üm dal senin, uzan nice yıllara
Kökünü saracağız, arza giden yollara...
Öyle çıksın ki sesin, inletsin kâinatı
Geri gitmek zül sana, ilerlet bu hayatı
Medeniyet ne imiş, öğrensin bütün batı,
Haydi, Türk'üm dil senin, seslen nice yıllara
Sesini yayacağız, uzaydaki yollara...
Ey Türk, titre ve uyan, tüm dünya görsün bizi
Yüceltelim birlikte, Cumhuriyetimizi
Gidilecek yol belli, işte Ata'nın izi,
Haydi, Türk'üm kol senin, hem nice bin yıllara
Uzat bütün dünyaya açılacak yollara...
Antalya–1998 Halil Şakir TAŞÇIOĞLU
PİYES
CUMHURİYET ÇOCUKLARI
ŞAHISLAR Sahneye geliş sırasıyla
Zeynep
Nurcan
Yalçın
Ali
Hatice
Çocuklar
Öğretmen
94
SAHNE:
(Bir dershanede öğrenciler, gropon kâğıdından zincirler, fenerler
yapmaktadırlar.)
ZEYNEP
- Ne istiyorum biliyor musunuz çocuklar? İstiyorum ki
sınıfımız okulumuzun en süslü sınıfı olsun...
NURCAN
- Ben sınıfımızın süsünden çok yarın kutlayacağımız
bayramı düşünüyorum.
ZEYNEP
öyle mi?
- Demek sınıfımızın süslenmesi seni pek ilgilendirmiyor
NURCAN
- İlgilendirmez olur mu? İlgilendiriyor elbette... Ama
ben bu konuda sizlerden bir parça ayrı düşünüyorum
belki de...
YALÇIN
- Senin bizden ayrı düşünmediğin ne var? Her konuda
ille de bir mızıkçılık çıkarırsın. Sınıfımız okulumuzun en
süslü, en temiz sınıfı olsa fena mı olur sanki.
NURCAN
- Bunu ben de isterim elbet...
ZEYNEP
- E... O halde bizden ayrı düşündüğün şey nedir?
NURCAN
- Bak onu da söyleyeyim... Ben sınıfımızın öteki sınıflardan süslü olmasından çok, süslerimizin yarın
kutlayacağımız bayramın anlamına uymasını istiyorum.
NURCAN
sanmıyorum.
Bunda
anlaşılmayan
bir
nokta
bulunduğunu
ALİ
- Ama biz pek bir şey anlayamadık...
ZEYNEP
- Evet, öyle... Bir parça daha açıklaman gerekecek...
NURCAN
- Peki... Yarın günlerden ne?
ALİ
- 29 Ekim
NURCAN
- Bayram değil mi?
YALÇIN
- Şuna bakın! Bizimle alay ediyor aklı sıra. Yarın bayram
olduğunu hepimiz biliyoruz. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı...
NURCAN
- Sadece o kadar mı?
ALİ
- Evet o kadar... Dahasını da bildiğin varsa sen söyle...
NURCAN
- Yarın Cumhuriyet Bayramı... Bu bayram bizim en
büyük bayramımız üstelik... Ben bunu demek
istiyorum...
Bize
bağımsızlığımızı,
özgürlüğümüzü
95
kazandıran, bizleri bugünkü mutlu yaşantımıza ulaştıran
büyük günü kutlayacağız. Onun için sınıfımızı süslerken
bu bayrama yaraşan incelikle, anlamla süsleyelim
diyorum...
ZEYNEP
- İlahi Nurcan, bizim ayrı şeyleri düşünmediğimizi
nereden çıkardın...
ALİ
- Anlaşıldı... Nurcan'ın bu sözlerini gerçek bir uyan olarak kabul edelim... Sınıfımızı bayrama yaraşır anlamda
süsleyelim... (Nurcan'a) Oldu mu?
NURCAN
- Hepinize teşekkür ederim....
HATİCE
- Sizler konuşurken biz de zincirleri hazırladık... Önce
pencerelerden mi başlayalım süslemeye...
ZEYNEP
- Sizin şeritleriniz kırmızı beyaz mıydı?
HATİCE
- Evet...
NURCAN
- Kırmızı beyaz şeritlerle Atatürk köşesini süsleyeceğiz... Şimdilik kalsınlar...
HATİCE
- Ama çok yaptık... Pencerelere de yeter.
ALİ
- Bana kalırsa acele etmeyelim arkadaşlar. Hepimiz bitirelim, sonra süslemeye başlarız...
NURCAN
- Ali arkadaşımız doğru söyledi. Hep birlikte süslemeye
başlarız... İşiniz bittiyse şuradan bize biraz ay yıldız
kesin, bayraklar için...
HATİCE
- Olur... Verin bakalım... (Uzatılan kâğıtları alır)
Bunlar bayrak ölçülerine uygun değil mi?
ZEYNEP
- Elbette...
NURCAN
- Al bayrağımız üzerine ne güzel yaraşıyor beyaz
yaldızla ay...
YALÇIN
- Bayrağımız bayrakların en güzeli, bir benzeri daha yok
yeryüzünde... Tıpkı ulusumuz gibi...
HATİCE
- Atalarımız ne iyi akıl etmiş de böylesine güzel bir
bayrak seçmişler kendilerine...
ALİ
- Bayrağımızın gerçek bir öyküsü var, bilmem biliyor
musunuz?
ZEYNEP
- Biliyoruz ama sen gene anlat bize...
ALİ
- Büyük bir meydan savaşından sonra gece Türk Hakanı
savaş alanını geziyormuş... Alan, savaşta şehit düşen
Türk erlerinin kanlarıyla âdeta bir göl halini almış...
96
Hakan üzgün üzgün göl halini alan kanlara bakarken o
zamana kadar görmediği bir manzara ile karşılaşmış...
Gökte hilâl şeklinde parlayan Ay'ın aksi, yerde göllenen
kanların üstüne vurmuş... Ve Ay'ın iki ucu arasında da
bir yıldız parlıyormuş... Hakan, bu manzaradan son
derece duygulanarak: "Bundan böyle bayrağımızın rengi
şehitlerimizin kanlarının rengi gibi al olacak, göğsüne de
ay yıldız konulacak" diye buyruk vermiş... İşte
bayrağımızın öyküsü... Ve o günden sonra ay yıldızlı al
bayrak Türk ulusunun sembolü olmuş...
ZEYNEP
- Ne mutlu bize, şehitlerimizin, gazilerimizin sınırdan
sınıra taşıyıp, burçtan burca diktikleri şanlı bir bayrak
altında yaşıyoruz. O, başımızda dalgalandıkça bize güç
veriyor, heyecan veriyor...
NURCAN
- Yarın gene onu başlarımızın üzerinde taşıyıp, yürekten
selâmlayacağız.
YALÇIN
- Gelecekte gene onu sınırdan sınıra taşıyacak, Türk
gücünü herkese duyuracağız. Her bayramda bu istek
yüreğimde çığ gibi büyüyor...
ZEYNEP
- Bu istek, bu heyecan hepimizin yüreğinde... Bugün
mutluyuz, yarın daha çok mutlu olmak için çalışıyoruz.
Geleceğin Türkiye'si bilimde, teknikte dünyanın ileri
ülkelerinden biri olacak. Bu inançla büyüyoruz. Bunu
gerçekleştirmek için çalışacağız.
HATİCE
- Ne mutlu bizlere, özgür bir vatanda yaşıyor, şanlı
bayrağımızın gölgesinde en güzel bayramlarımızı
kutluyoruz.
ZEYNEP
- Düşünelim bir kez, şu anda bile bağımsızlık, özgürlük
için çırpınan, savaşan nice uluslar var. Hepsi bize, bizim
gibi özgür uluslara gıpta ile bakıyorlar.
YALÇIN
- Eğer Atatürk olmasaydı bizler de özgür yaşayan
uluslara gıpta ederek yaşayacaktık belki de....
NURCAN
- Büyüdükçe Atatürk'ü daha iyi öğreniyor, daha çok
seviyorum. O, her yıl biraz daha büyüyor, yüceliyor
gözlerimde. Kısa zamanda çağlara sığmayacak kadar
işler başarmış.
YALÇIN
- O sadece bizlere değil, bağımsız yaşayan birçok
uluslara da önder olmuş. Babam diyor ki: Şimdi
dünyamızda
bağımsızlıkları
için
savaşan
uluslar
Atatürk'ü kendilerine en büyük önder olarak kabul
ediyorlar. Onun açıp kazandığı bağımsızlık savaşından
örnek alarak savaşlarını yürütüyorlar.
97
ALİ
- Baban çok doğru söylemiş... Onun büyüklüğünü
herkes kabul ediyor... O, bizi sadece düşmandan değil
geri kalmışlıktan, karanlıklardan kurtardı.
ZEYNEP
- Atatürk'ün sayılamayacak kadar iyilikleri, bize bıraktığı
değeri sonsuz eserleri var. Bunlardan birisi de cumhuriyet.
YALÇIN
- Evet... Hatta en önemlisi de denilebilir buna...
Cumhuriyet demek halkın kendi kendisini yönetmesi
demektir. Her şeyde söz sahibi olan halkın kendisidir.
Eskiden öyle mi idi?
ALİ
- Öyle değildi tabii... Başta bir padişah bulunurdu...
Bütün ülke onun malı sayılırdı... Yasaları millet ister
beğensin, ister beğenmesin padişah kendisi yapardı.
Üstelik kılıkta, kıyafette, uygarlıkta, bilimde çok
gerilerde kalmıştık.
(Bu sırada öğretmen sınıfa girer. Fakat çocuklar bir
taraftan iş yapar, bir taraftan konuşan arkadaşlarını can kulağı
ile dinlediklerinden öğretmenin geldiğinin farkına varmazlar.
Öğretmen konuşmaları duymuş, yarıda kesmemek için kapıyı
yavaşça kapayarak onları dinlemektedir.)
HATİCE
- Bir halk yönetimi olan cumhuriyette tüm düşünceler
halka dönük olmazsa eskisinden hiç farkı olmazdı.
Bugün yasalardan tutun da her şey ulusun, yurdun
çıkarları düşünülerek yapılıyor. Yöneticiler halka karşı
taşıdıkları
sorumluluğun
hesabını
verebiliyorlar,
gerekirse bu hesap onlardan soruluyor.
NURCAN
- Böylece Atatürk yurdumuzu düşmanlardan kurtardıktan sonra bizler için en güzel yönetim şeklini de
kurarak hepimizin mutluluğunu hazırlamış...
ALİ
- Sadece mutluluğumuzu hazırlamakla kalmamış, bu
mutluluğu sürdürebilmemiz için bizlere unutulmaz
öğütler de bırakmış...
ZEYNEP
- Atatürk'ün gençliğe seslenişini mi demek istiyorsun?
ALİ
- Evet. Onu demek istiyorum. Kurduğu cumhuriyetin,
gerçekleştirdiği
devrimlerin
korunmasını,
devam
ettirilmesini hep gençliğe emanet etmiş...
ZEYNEP
- Onun eserlerini, dedelerimizden, babalarımızdan kalan
bu eserleri, bizler koruyup yücelteceğiz. Karanlık
98
günlerin bir daha geri gelmemesi için gerekirse can
vereceğiz... Daima Atatürk'ün izinde yürüyüp geleceğe
umutla, güvenle bakacağız...
ÇOCUKLAR
- (Hep birden Zeynep'i alkışlarlar) Yaşa. Yolumuz
Atatürk yolu... Bu yolda ölmek var, dönmek yok...
ÖĞRETMEN - (Yüzünde mutlu bir gülümseyişle çocuklara
yaklaşır) Birer Atatürk çocuğu olarak tanık olduğum
konuşmalarınızdan
büyük
bir
mutluluk
duydum
çocuklarım... Sizler çok yaşayın...
ÇOCUKLAR
- Aaaa... Öğretmenimiz!
ÖĞRETMEN - Konuşmalarınıza öyle yürekten dalmıştınız ki geldiğimin
farkına varmadınız...
ZEYNEP
- Demek bizi dinlediniz?
ÖĞRETMEN - Derslerimizin en güzel cevabını şu anda yaptığınız
konuşmalarla vermiş oldunuz... Öyle yürekten, öyle
inançla konuşuyordunuz ki sözlerinizi yanda kesmek
istemedim...
YALÇIN
- İyi ki yanlışlarımızı yakalamadınız.
ÖĞRETMEN - Bu konuda sizin yanlışlar yapacağınızı hiçbir zaman
düşünmedim...
HATİCE
- Neden öğretmenim?
ÖĞRETMEN - Çünkü hepiniz cumhuriyet çocuklarısınız, Atatürk
çocuklarısınız... Gözleriniz, yürekleriniz hep ileriye,
geleceğe dönük... Atatürk çocukları, cumhuriyet
çocukları özgür doğar, özgür yaşar, özgür düşünürler....
Bunun için de yanlış hiçbir şey yapmazlar...
HATİCE
- Demek bize o denli güveniniz var öğretmenim?
ÖĞRETMEN - Yalnız benim değil tüm ulusun siz çocuklara güveni
var... Geleceğin mutlu Türkiye'si sizin omuzlarınız
üstünde,
gene
sizin
çabalarınızla
yükselecek...
İnancımız, güvenimiz işte buradan geliyor...
NURCAN
- Hepimiz Atatürk çocukları olarak bu güvene lâyık
olmak için çalışacağız. Atatürk yaşamımız boyunca bize
bir ışık olacak... Gelecek bayramları daha büyük
mutluluklar içinde kutlamak için çalışacağız...
YALÇIN
- Çalışacağız öğretmenim, hem de çok çalışacağız. Bu
vatan mademki bize yurt olmuş, ekmeğini yiyor, suyunu
içiyoruz... Bizler de onun için çalışacağız... Çıplak
tepelerini yeşile doyuracak, madenlerini gün ışığına
99
çıkaracağız... Savaşlar, bitmeyen kavgalar tarih
kitapları arasında kalacak... Biz başka bir savaş
vereceğiz. Uygar olma savaşı...
ÖĞRETMEN - Uygar olma savaşı... Siz neler biliyormuşsunuz da ben
farkında olmamışım... Savaşınız şimdiden kutlu olsun
çocuklar. Onu kısa bir sürede zaferle taçlandıracağınıza
inanıyorum...
ZEYNEP
- Neden farkında olmayasınız öğretmenim. Duymakla
övündüğümüz bu duyguların ateşini yakan siz değil
misiniz?.. Siz Atatürk'ü bitmek tükenmek bilmeyen bir
heyecanla yıllardır anlatamadınız mı bize... Siz yurdu
sevmeyi, ulusu sevmeyi, bayrağı her şeyden çok
sevmeyi öğretmediniz mi? Yarın kutlayacağımız
bayramın en büyük bayram olduğunu siz bize
anlatmadınız
mı?
Nasıl
farkında
olmazsınız
öğretmenim...
ÖĞRETMEN - Belki farkında değildim, belki de bana öyle gelmiştir.
Ama şimdi sizlerle her zamankinden çok iftihar edeceğim...
NURCAN
- Yarın kutlayacağımız bayramı düşündükçe şimdiden
içim içime sığmıyor öğretmenim. Ne mutlu bizlere...
Başımızda al bayrağımız dalga dalga vuracak,
yanımızda
bütün
sevileri
sıcacık
yüreğinden
yüreklerimize aktaran siz değerli öğretmenimiz, sert
adımlar ve dimdik alınlarla geçeceğiz tören yerinden...
ALİ
- Bayraklarla donatılmış sokaklardan, caddelerden
geçerken
Türklüğümüzle
bir
kez
daha
gurur
duyacağız... "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek bütün
gücümüzle bağıracağız...
ÖĞRETMEN - Bu ne güzel sözler, bu ne güzel duygular böyle...
Çocuklar beni sevinçten ağlatacaksınız...
YALÇIN
- Sevinçten de olsa ağlamanızı istemeyiz öğretmenim...
Yarın büyük bir bayram kutlayacağız. Duygularımızı dile
getirmek istedik. Hepsi o kadar...
HATİCE
- Söz ne zaman Atatürk'ten açılsa, duygularımız
derinleşiyor... Siz de öyle değil misiniz? Siz de Atatürk'ü
anarken, anlatırken yüreğinizin olanca coşkuları ile
konuşmuyor musunuz? Bırakın gözyaşını mutsuzlar
döksün... Bize mutluluğu, sevmeyi, gülmeyi öğreten bir
insan daima gülmeli...
ÖĞRETMEN - Elbette güleceğiz, ben değil hepimiz güleceğiz? Tüm
ulusça mutsuzlukları geride bırakacağız...
100
NURCAN
- Bu yolda Atatürk, yolumuzu aydınlatan bir ışık
olacak... Daima onun izinde yürüyeceğiz.
ALİ
- Onun eserlerine,
edeceğiz...
ZEYNEP
- Ufuklarımız daima aydınlık olacak...
YALÇIN
- Atatürk Türkiye’si gelecekte en büyük mutluluklar
ülkesi olacak. Bu yolda ant içiyoruz...
devrimlerine
göğsümüzü
siper
ÖĞRENCİLER
- (Hep birden) Evet... Ant içiyoruz... Ülkemizi
dünyanın en büyük mutluluklar ülkesi haline getirmek
için ant içiyoruz...
ÖĞRETMEN - Andınız kutlu olsun çocuklarım... Yüreğinizi yakıp
tutuşturan ateşin ışıkları gözlerinize dek vurmuş...
Bakışlarınızdan ateş saçılıyor... Gözleriniz ışıl ışıl.
Gözlerinizden Atatürk bakıyor çocuklarım... Şimdi
başınızın neden her zaman dik, neden gözlerinizin
güneş gibi parlak olduğunu daha iyi anlıyorum. Siz 29
Ekimlerin çocukları, cumhuriyet çocukları, gözlerinizdeki
aydınlığı bir gün güneşler bile kıskanacak... Bize
mutluluktan en kısa zamanda getireceksiniz, buna
yürekten inanıyorum. Büyük bayramımız hepimize
şimdiden kutlu olsun...
ÖĞRENCİLER
- (Hep birden) Sağ ol...
ÖĞRETMEN - Bundan yıllarca önce altın saçlı kumandanın diktiği
cumhuriyet fidanı umulmadık bir hızla büyüdü, gelişti,
kökleşti... Sizler gibi güneş bakışlı nice meyveler verdi...
Ne mutlu bizlere, ne mutlu Atatürk'ün cumhuriyet
çocuklarına... Ne mutlu olanca güveni ile sevgisi ile
Türk'üm diyen dudaklara... Yaşasın cumhuriyet. Yaşasın
cumhuriyetin ışık gözlü çocukları...
(Bu sırada zil sesi duyulur ve perde kapanır)
101
KIZILAY HAFTASI
( 29 Ekim - 4 Kasım )
AÇIKLAMA
Her yıl 29 Ekim - 4 Kasım tarihleri arasında Kızılay Haftası'nı
kutlarız. Kızılay bir yardım kurumudur. Yardım insancıl bir duygudur.
İnsanları yücelten bir düşüncedir. Bu düşüncenin yaygınlaşması,
dünyamızı güzelleştirir. Barış içinde bir arada yaşamamızı sağlar.
İnsanlar arasında birlik ve beraberlik duygularını geliştirir. Kızılay
Haftası'nda, Kızılay Derneğinin kuruluş amacı ve çalışmaları
konusunda okulda, sınıfta konuşmalar yapılır, bilgiler verilir. Radyo ve
televizyonda Kızılay ile ilgili programlar yayınlanır.
Felakete uğrayanlara din, dil, soy ayrımı yapmadan yardım
edilmesi gerektiği görüşünü ilk olarak İsviçreli bir yazar savundu. Tek
tek yapılan yardımın yeterli olmadığı görüşünde birleşen Avrupalı
devlet adamları İsviçre'nin Cenevre kentinde toplandılar.
1859 yılında İlk Yardım Derneği'ni kurdular. Bağımsız, yansız
uluslararası bir kuruluş olan bu dernek daha sonra Kızılhaç adını aldı.
Kızılhaç Derneği'nin kuruluşundan kısa bir süre sonra ülkemizde 1868
yılında Yaralı Askerlere Yardım Derneği kuruldu. Dernek bir süre sonra
Hilal-i Ahmer adını aldı. Hilal ay, ahmer kırmızı demektir. Cumhuriyet
döneminde derneğin adı bu anlamı açıklayıcı biçimde değiştirildi.
Türkiye Kızılay Derneği oldu.
Kızılay'ın, halka yaptığı yardımlar, yine halkın bu kuruluşa
yaptığı yardımlardan, bağışlardan oluşur. Durumu iyi olan her
vatandaş, Kızılay'a yardım etmeli, bağışta bulunmalıdır. Hepimiz
Kızılay'a yardım edelim. Kızılay pulu alalım. Kurban Bayramında
kestiğimiz kurban derisini bu kuruluşa bağışlayalım. Kızılay'a
yaptığımız yardım fakire, fukaraya, felakete uğrayanlara yapılmış
sayılır. Biz de bir gün felakete uğrarsak, Kızılay bizim de yardımımıza
koşar
29 Ekim - 4 Kasım tarihleri arası Kızılay Haftası olarak kutlanır.
Okullarda, radyo ve televizyonlarda, gazete ve dergilerde Kızılay'ın
faydaları, amaçları anlatılır. Kızılay'la ilgili sergiler açılır. Çalışmalar
halka gösterilir.
Kızılay'ın merkezi Ankara'dadır. Türkiye'nin her il ve ilçesinde
şubesi vardır. Okullarda Kızılay Kolu kurulur ve çalışır. Öğrencilerin
üye olduğu bu kol, Kızılay'a pul satarak yardım toplar.
102
KIZILAY'IN GÖREVLERİ VE ÇALIŞMALARI
● Doğa olaylarında zarar görenlere çadır, battaniye, giysi ve
yiyecek yardımları yapar. Bunun için önceden bu maddeleri depo
eder.
● Yoksul, kimsesiz ve düşkünler için aşevleri açar.
● Sağlık merkezleri kurar. Kurduğu kan bankası ile halkın
yaptığı kan bağışlarını kabul eder, gereksinme duyanlara bu kanları
verir.
● Hemşire yetiştirmek için okullar açar.
● Savaşta geçici sağlık merkezleri kurar.
● Gezici hastaneler kurar.
● Yardımsever yurttaşların bağışları,
● Üyelerin ödentileri,
● Kızılay pullarının satışından elde edilen gelirler,
● Rozet dağıtımından sağlanan gelirler,
● Devletin her yıl yaptığı yardımlar,
● Gümrükte alıkonulan eşyaların satışından elde edilen gelirler,
● Oyun kâğıtlarının satışından elde edilen gelirler,
● Kızılay aracılığı ile dışardan
filmlerinin satışından sağlanan gelirler,
alınan
ilaçların,
röntgen
● Afyonkarahisar Maden Suyu'nun satışından sağlanan gelirler.
ŞİİRLER
KIZILAY
Yardım elini açan,
Yoksullara koşarsın.
Şefkat, merhamet saçan,
Muhtaçlara sen varsın.
Deprem olsa bir yerde,
Veya yansa bir ocak,
Her acıya, her derde,
Yine sensin koşacak.
Seni bulur yanında,
Her felaket, her olay,
Zengin, fakir olanlar,
Sana muhtaç Kızılay.
İ.Hakkı TALAS
103
KIZILAY
En kara günümüzde,
Bizi Kızılay korur,
Yoksulların, dertlinin,
Derdine derman olur.
Sel, deprem ve yangının
Devasıdır Kızılay
Kimsesiz yetimlerin
Babasıdır Kızılay.
İyi günlerde yardım
Ederiz Kızılay'a
Bütün felaketlerden
Kurtuluruz bedavaya
Biz de öyle olalım
Yardım edelim her ay,
Yapılan yardımlarla
Yaşayacak Kızılay.
Mehmet GÜLSEREN
KIZILAY
Şefkatli kucağında
Fakirleri korursun!
Sıcak aş ocağında
Açları doyurursun.
Yangın, deprem olunca,
Evlere su dolunca,
Engelleri aşarsın,
Yardımlara koşarsın.
Kara günde ışıksın,
Yoksullara âşıksın,
Çok büyüktür hizmetin
Kalbindesin milletin.
Genç, ihtiyar hepimiz,
Seninleyiz Kızılay.
Seninledir kalbimiz,
Bizi de yanında say.
Hasan SARPEL
104
GÜZEL SÖZLER
● Acılar paylaşıldıkça azalır.
● Küçük yardımlar büyük işler görür.
● Kızılay kara gün dostudur.
● Ateşi söndüren su, acıyı dindiren Kızılay'dır.
● Kızılay'ı unutma, sana da acılı günlerinde yardımcı olur.
● Kızılay'a bağışlayacağınız bir damla kan, bir candır.
● Kızılay üyelerin yardımı ile yaşar.
● Acılı günlerin en yakın dostu Kızılay'dır.
● Kızılay'ı sevmek, insanlığı sevmektir.
105
ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI
( Kasım Ayının İkinci Haftası )
AÇIKAMA
Kitap bize bilmediklerimizi öğretir. Görmediğimiz yerleri tanıtır.
Kitap okunduğu zaman göze, dinlendiği zaman kulağa seslenir.
Kitaplar zamanımızı değerlendiren birer sevgili arkadaştır. Kitaplarla
arkadaşlık küçük yaşta başlarsa bu güzel alışkanlık büyüyünce de
sürer gider. Kitaplar doğruyu, güzeli, iyiyi, yararlıyı bulmamıza yardım
eder. Kitaplar yaşamı sevdirir. Dünyayı güzelleştirir. İçimizi aydınlatır.
Yazarlar, kitaplar aracılığıyla binlerce, yüz binlerce insana seslenirler.
Yazarın düşünceleri kitaplar aracılığıyla ülkeden ülkeye yayılır. Bilgiler
en uzak yerlere ulaşır. Yazarla okuyucu arasında bir bağ kurulur, bir
yakınlık sağlanır.
Kitapların satıldığı yere kitapevi, konulduğu yere kitaplık denir.
Herkesin yararlanması, okuması, başvurması için kurulan ve içinde
kitaplar bulunan yere kütüphane denir.
Amerikan İzcileri Kitaplık Yöneticileri ilk kez 1917 yılında bir
kitap haftası düzenlemeyi önerdiler. Aydınlar, yazarlar, yayıncılar
önerinin benimsenmesi için çalıştılar. Bu çalışmalar sonucu Kasım
ayının ikinci haftası dünyanın birçok uygar ülkesinde Kitap Haftası
olarak kabul edildi. Bu hafta daha sonra bizde de Çocuk Kitapları
Haftası olarak kutlanmaya başladı.
Kitap Haftası içinde, kitap sergileri düzenlenir. Kitap siparişleri
mektuplarının nasıl yazıldığı öğretilir. Arkadaşlar birbirlerine kitap
armağan ederler. Kitapsever öğrenciler hafta içinde kitaplıklarına çeki
düzen verirler.
Kitap sevgisini bir yazarımız şöyle anlatıyor. "Dünyada hiç bir
dost, insana kitaptan daha yakın değildir. Sıkıntımızı unutmak, donuk
hayatımıza
biraz
renk,
ışık
vermek,
daracık
dünyamızda
bulamadığımız şeyleri yaşamak için tek çaremiz kitaplara sarılmaktır.
Düşünüyorum da, şu dünyada kitaplar yok oluverse, yaşamak ne
denli güçleşir, çekilmez bir ağırlık olur. Dünyamızı nasıl insansız
düşünmezsek, insanı da kitapsız düşünemeyiz. Beyinde, düşüncenin
kıvılcımının parladığı ilk andan beri, insan düşündüğü ve duyduğunu
türlü şekillerle, eline ne geçirdiyse ona yazmaktan, çizmekten kendini
alamamıştır. Okuyan kişi için kitaplığın yanı başından daha rahat bir
yer olabileceğini sanmıyorum. Ben kendi hesabıma, kitaplarım
arasında duyduğum rahatlığı hiç bir yerde duyamamışımdır.
Odamdan dışarı çıktığım zamanlar, yanıma küçük bir kitap
almayı hiç unutmam. Ne olacağı bilinmez ki. Kalabalık içinde insanın
içine ansızın bir yalnızlık çökebilir."
106
KİTAP TÜRLERİ
Kitapları türlerine göre çeşitli gruplara ayırabiliriz.
Başvuru Kitapları: Bu gruba giren kitaplar bize değişik, çeşitli
yararlı bilgiler verirler. Sözlükler, ansiklopediler, yazım kılavuzları gibi.
Başvuru kitaplarının konuları kısa sürede bulunabilsin diye çoklukla
harf sırasına göre hazırlanır.
Bilgi Kitapları: Bunlar öğretici kitaplardır. Bize bilmediğimiz
konularda yeni bilgiler verirler. Yeni bilgiler, düşünce ufkumuzu
genişletir. Bilgili insanlar daha doğru kararlar verirler. Ders
kitaplarımız bilgi kitaplarıdır. Doğru bilgi kitaplarını dikkatle
okumalıyız.
Meslek Kitapları: Belirli meslekler için hazırlanmış kitaplardır.
Mesleğinde daha başarılı olmak isteyenler bu tür kitaplardan
yararlanırlar. Meslek kitaplarından oluşan kütüphaneler de vardır.
Edebi Kitaplar: Romanlar, öyküler, masallar, gezi ve şiir
kitapları, anılar bu gruba girer. Bu kitaplar kolay okunur. Okuyanı
dinlendirir, düşündürür, duygulandırır.
Çocuk Kitapları: Çocuklar için yazılan yapıtlara çocuk kitabı
denir. Çocuk kitapları çocuklara bilgi verir. Çocukların duygu, düşünce
dünyasını geliştirir.
OKUMA
CANIM KİTAP
Aşağıda okuyacağınız parça
bir öğrenci kitaplığının nasıl
oluşturulduğunu
ve
kitap
sevgisinin insana kazandırdığı
güzellikleri anlatıyor.
Bir sürü kitabım oldu. Küçük kitaplığımın raflarını doldurdular.
Hepsini seviyorum. Sevilmez mi? Kitap bu. Hele en güzeliyse…
Önce öğretmenimin önerdiklerini aldım. Okudum. Bende
okuma merakının geliştiğini gören annem, babam, ağabeyim,
akrabalardan bazıları, fırsat buldukça kitap armağan ettiler. Bunlara
bir-iki yaş günümde arkadaşlarımın verdiklerini de eklersek, varın siz
hesap edin ne kadar çoğalmış.
Hepsini okuyamadım. Birden yığıldılar. Ama büyük bir hızla
okumayı sürdürüyorum. Yakında bitireceğim. "Püsküllü Deve"yi, "Kel
Güvercin"i bir solukta okudum. Daha hangi birini sayayım size? "Aziz
107
Dede'den Masallar"ı mı? "Şeytan Çekiçleri"ni mi? "Sakarca"yı, "Yonca
Kız"ı, "Tomcik ile Bilek"i mi? "Küçük Prens"i, "Dağdaki Kaynak"ı,
"Şeytanın Altınları"nı mı? Hangisini sayayım?..
Benim kitaplarım hep çiçek kokar. Renk renk güzellik kokar.
Barış ve sevgi yayılır onların ortamından. Belki bu yüzden,
kitaplarımla birlikte evimizde daha güzel bir dünya oluştu. En güzeli,
ben daha anlayışlı, daha bir içten, daha bir seven ve sevilen biri
oluverdim. Kuşlarla, kelebeklerle, ağaçlarla, bulutlarla dost olmak,
onları bizim "insan" yaşamımızla bütünleyerek değerlendirmek ne
zevkli, ne yararlı bir oyunmuş meğer!.. Ben dostluğun ve arkadaşlığın
bu denli kıvanç verici olduğunu daha önceleri bilmezdim. Oysa
kitaplarımla, oradaki kahramanlarla birlikte yaşayarak öğrendim
hepsini. Kötülerle uyarınca savaşmayı, iyilerle bütünleşmeyi onlarla
birlikte öğrendim.
Kitapsız bir evren düşünemiyorsam, henüz kitap okumamış
kardeşlerim beni bağışlasınlar; çok doğru söylüyorum. Azıcık zorlayın
kendinizi, başlangıçta güç gelse de, bir alıştınız mı, o güzelim
sayfalardan kendinizi alamazsınız. Bunda payım olursa büyük kıvanç
duyarım. Hemen başlayın okumaya.
Celal ÖZCAN Başarı Dergisinden
ŞİİRLER
KİTAPLAR
İçi bilgi doludur,
Kafamızın süsüdür,
Hep okuyalım kitapları,
Adam olmanın yoludur.
Yolun aydınlığını,
Kitaplar gösterir bize,
İçimizin karanlığını,
Atarak, bizi çıkarır düze.
Hediyeniz kitap olsun,
Kafalara bilgi dolsun,
Kitapları ezip, bozmayalım,
Kuşaktan kuşağa kalsın.
Okuyan millet yükselir,
Biz de okuyarak yükselelim,
Atatürk'ün isteği bu,
Milletçe geri kalmayalım.
Fethi BOLAYIR
108
KİTAP DİYOR Kİ
Mini mini çocuklarım
En değerli varlıklarım
Sayfam dolu bilgilerle
Sizi candan kucaklarım.
Çalışmaktan hiç yılmayın,
Derslerden geri kalmayın
Tekrar tekrar okuyun da
Çözümlerde yanılmayın.
Çok okuyan, çok şey bilir,
Çalışkanlar hep sevilir,
Uzaydaki yıldızlara
Üstün teknikle gidilir.
Sen ki bir Türk çocuğusun
Ulusun tek umudusun.
Eğer çokça çalışırsan
Ömür boyu hep mutlusun.
İbrahim ŞİMŞEK
KİTAP
Okumayı, yazmayı
Gördüm, öğrendim senden.
Büyükleri saymayı
Yine sensin öğreten.
Sende bilgi, görgü var,
Sende bütün gerçekler.
Sayfalarını açar,
Okurum birer birer.
Doğruluk ve güzellik
Senin yolun insana.
Bize sensin üstelik
Öğretmen, baba, ana.
Seni temiz tutarım,
Kirletmem hiç bir zaman.
Esirgerim, okşarım,
Usanmam okumaktan.
İ. Hakkı TALAS
109
KİTAP
İnsana yararı çok,
Kitaptan iyi şey yok,
Öykü, masal ve şiir,
Yazılmış bizler için.
Atasözü, bilmece,
Okurum gündüz gece,
Küçük olsa da yaşım,
Bilgi ile dolar başım.
Kitabımı yıpratmam,
Kirletmem, yere atmam,
Onları koruyorum,
Çünkü çok seviyorum.
Ali Osman ATAK
KİTAPLARIM
Ben çok severim kitaplarımı,
Onlardır en iyi arkadaşım.
Bütün bu irili ufaklı harfleri
Ben hep onlardan öğrendim.
Onlar yazmasaydı nereden bilecektim
Dünyanın yuvarlak olduğunu?
Nasıl yüzdüğünü vapurun?
Başkası söylese inanmazdım.
Yağmur yağdırdığına şu bulutun
Hiç sevmez olur muyum kitaplarımı?
Hepsi güzel resimlerle süslüdür.
Biri hayvanları tanıtır,
Öbürü masallar anlatır bana.
Kimi ağlatır, kimi güldürür.
Hepsi bir şeyler söyler insana!
Şükrü Enis REGÜ
110
CAN KARDEŞİM KİTAP
Gel benim can kardeşim,
Gel güzel kitabım gel!
Senden başka dünyada
Hiç bir şey değil güzel.
Seninle oynayalım,
Seninle gülelim gel!
Seninle yerde, gökte
Gezip eğlenelim, gel!
Mehmet Necati ÖNGAY
GÜZEL SÖZLER
● Kitapsız büyüyen çocuk, susuz ağaca benzer.
● Kitaplar hiç aldatmayan dostlardır.
● Bir insanın değeri okuduğu kitaplarla belli olur.
● Kitap aklın ilacıdır.
● Kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.
● Beden eğitimi vücut için ne ise, okumak da beyin için odur.
● Kitap sevgisi, sevgilerin en güzelidir.
● İnsanlar ölür, kitaplar ölmez.
● Uygarlık yapısının temeli kitaptır.
● Kitaplar da dostlar gibi iyi seçilmelidir.
● Kitap akıl öğreten bir dosttur.
111
LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR HAFTASI
(2–8 Kasım)
LÖSEMİ NEDİR?
Damarlarımızda dolaşan kanın yapım yeri olan kemik iliğinin
normal olmayan kan hücrelerince istila edilerek kan yapımının
duraksamasıdır. En çok 2–6 yaş grubu çocuklarda görülmektedir.
Türkiye'de her yıl 1000–1500 yeni lösemili çocuk vakası ortaya
çıkmaktadır. Nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik ve
çevre faktörlerinin etkili olduğu sanılmaktadır.
BELİRTİLERİ
Ateş
Halsizlik
İştahsızlık
Kilo kaybı
Nedensiz burun ve cilt altı kanamaları
Kansızlık
Lenf bezlerinde büyüme
Karaciğer-dalak büyümesi
TEDAVİSİ
Lösemi, son derece uzun, zor ve pahalı bir tedavi
gerektirmektedir. Lösemi tanısı alan vakalara haftada, ayda bir
damardan verilen çok sayıda ilaç ve kemoterapi tedavisiyle 2.5 yıl
kadar süren bir tedavi uygulanır. Bu tedavi sonucunda % 70-85
oranında tamamen iyileşme sağlanabilir. Yalızca % 5 oranındaki
vakalarda ve uygun durumlarda kemik iliği nakli yapılabilir. Türkiye'de
kemoterapi ve kemik iliği nakli batı ülkeleri standartlarında, başarıyla
yapılmaktadır.
LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR
VE AİLELERİNİN PROBLEMLERİ
Okuldan uzak kalmak
Arkadaşları tarafından dışlanmak
Toplumun bu çocukların iyileşme şansının olmadığını
düşünmesi
Maske yüzünden hastalığın bulaşıcı olduğunun düşünülmesi
Çocukların sosyal etkinliklere katılamamaları (Sinema, tiyatro,)
Çocukların sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunluluğu
112
Kan bulamamak
Parasızlık
Hastanede çocuklarına refakat etmek isteyen ailelerin iş
yerlerinden çok sık izin almaları sonucu işlerine son verilmesi
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA "LÖSEMİ"
Lösemi, nedenleri henüz tam olarak aydınlatılamamış ve her
yaşta görülebilen bir hastalıktır.
Dikkate değer rakamlar çocukluk çağındaki kanser vakalarının
%35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre
cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut
Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde
de alt sınıflar tanımlanabilir. Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200–
1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir.
KEMİK İLİĞİ NAKLİ NEDİR?
Çocukluk çağı lösemilerinde esas olan ilaçla tedavidir. Toplam
3–3.5 yıl süren kemoterapi sonunda % 85'lere varan oranda
tamamen iyileşme sağlanır. Tedaviye cevap alınamayan vakalarda ve
bazı özel durumlarda kemik iliği nakli uygulanabilir (%5–10
oranında). Kemik iliği naklinde temel prensip, kan hücrelerinin
yapımını sağlayan ana-kök hücrelerin sağlam bireylerden alınarak
lösemi hastasına verilmesidir. Böylece normal kan yapımı sağlanmış
olur.
KARŞILAŞILAN PROBLEMLER
Okuldan uzak kalmak, dışlanmak, toplumun bu çocukların
iyileşme şansının olmadığını düşünmesi, maske yüzünden hastalığın
bulaşıcı olduğunun düşünülmesi başlıca sorunlardır. Çocukların sosyal
etkinliklere katılamamaları, sevdikleri yiyeceklerden uzak durma
zorunluluğu, kan bulamamak diğer sorunlardır. Parasızlık, çocuklarına
refakat etmek isteyen ailelerin işlerinden sık izin almaları sonucu
işlerine son verilmesi ise ailelerin önemli sorunlarındandır.
BELİRTİLERİ
İştahsızlık, kansızlık, zayıflama, bacaklarda kemik ağrıları, cilt
altında kanamalar (kırmızı noktalar veya morarmalar), burun ve dişeti
kanamaları, ateş ilk gözlenen bulgulardır. Ayrıca yayıldığı organlara
ait belirtiler, örneğin baş ağrısı, kusma, karın ağrısı, görme
113
bozuklukları önem taşıyabilir. Bu yakınmalarla müracaat ettikleri
çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede
çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme,
kanama bulguları tespit edilebilir. Yapılan kan, kemik iliği, hücre tipini
belirleme ve genetik tetkikler sonucu kesin tanı konulabilir. Tanıdaki
ayrıntılı testler genellikle lösemi tiplerini, tedavi prensiplerini
belirlemede yardımcı olacaktır.
TEDAVİ
Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile
başlar. Bu safhada kan veya kanın içindeki özel hücrelerin
donörlerden (gönüllü kan verici kişi) alınarak lösemili hastaya
verilmesi, enfeksiyon mevcutsa gerekli müdahalelerin yapılması,
böbreklerin, karaciğer ve kalbin kemoterapi ilaçlarının yan
etkilerinden korunma önlemlerinin alınması çok önemlidir.
Ayrıca hastaların ve ailelerin hastalık hakkında bilgilendirilmesi,
iyi bir tedavi ve moral desteği ile lösemide %85'lere varan oranda
iyileşmenin sağlandığının açıklanması tedavinin ikinci basamağıdır.
Lösemili çocuklar etraflarındaki insanlardan, havadan, sudan mikrop
almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar.
Lösemi hastalığının tedavisindeki temel prensip kemik
iliğindeki ana kan hücrelerinde oluşan şifre değişikliği ile olgun
olmayan "blast" adı verilen hücrelerin çoğalmasını durdurmak ve
sonrasında normal kan elemanlarının yapılmasını sağlamaktır.
Kötü huylu blast hücreler çok hızlı çoğalırlar. Bunlar olgunluk
ve çoğalma zamanlarına göre çeşitli evrelere ayrılırlar. Tedavideki
amaç; birbirinden farklı etkilerdeki ilaçların bir program çerçevesinde
uzun süre kullanılarak tüm safhalardaki blastların öldürülmesidir.
Tedavi süreci yaklaşık olarak 3–3,5 yıl sürmektedir.
LÖSEV
Ankara Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı-LÖSEV,
Türkiye'nin dört bir yanında bulunan lösemili çocuklara ulaşarak
onlara ücretsiz tedavi imkânı sağlamakta, onların sosyal ve psikolojik
tüm ihtiyaçlarına kalıcı çözümler getirmektedir.
114
ATATÜRK HAFTASI
( 10 – 16 Kasım )
AÇIKLAMA
Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım
1938 günü saat dokuzu beş geçe öldü.
O tarihten bu yana 10 Kasım'la başlayan hafta, yurdumuzda
Atatürk Haftası olarak değerlendirilir. Bu hafta içinde; Atatürk'ün
yaşamı, yurtseverliği, inkılâp ve ilkeleri anlatılır. Ata'nın daha iyi
tanıtılması
amacıyla açık
oturumlar
düzenlenir.
Radyo ve
televizyonda, Atatürk'ün konuşmaları kendi sesinden dinletilir.
Atatürk'le ilgili filmler gösterilir.
10 Kasım günü Atatürk, tüm yurtta törenlerle anılır. Ölüm anı
olan saat dokuzu beş geçe "ti" sesi ile saygı duruşuna geçilir. Kara ve
deniz taşıtları oldukları yerde durarak düdüklerini çalarlar.
Düzenlenen anma törenlerinde Ata'nın yaşam öyküsü, Atatürk inkılâp
ve ilkeleri anlatılır, seçilmiş Atatürk şiirleri okunur.
ATATÜRK'ÜN YAŞAMI
Selanik'te Ahmet Subaşı Mahallesinin Islahhane Caddesinde iki
katlı pembe boyalı bir ev vardı. Bu evde Ali Rıza Efendi ile Zübeyde
Hanım otururdu. 1881 yılında bir oğulları oldu. Adını Mustafa
koydular. Mustafa sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuktu. Bütün çocuklar
gibi Mustafa'nın çocukluğu da mahallede komşu çocukları ile güle
oynaya geçti.
Mustafa, Şemsi Efendi Okuluna başladı. Kısa bir süre sonra
babası Ali Rıza Efendi öldü. Güç koşullar altında öğrenimini sürdüren
Mustafa, bugünkü askeri ortaokul dengi olan Askeri Rüştiye'ye
başladı. Orta kısmı başarı ile bitirdikten sonra lise dengi olan
Manastır Askeri İdadi'sine yazıldı. Derslerine düzenli olarak çalışan
Mustafa Kemal liseyi bitirdi. İstanbul'a gelerek Harp Okulunun piyade
sınıfına girdi. Üç yıllık öğrenimini başarı ile sona erdi. Kurmay subay
yetiştirilmek üzere Kurmay Okulu'na seçildi.
Mustafa Kemal, bu okulda geleceğe yönelik tasarı ve ileri
düşünceleriyle kendini tanıttı. Başarılı bir öğrenimden sonra Kurmay
Yüzbaşı oldu. Zamanın padişahı II. Abdülhamit’in gizli polisleri
Mustafa Kemal'in ileri düşüncelerini, arkadaşları ile yaptığı
tartışmaları, O'nun özgürlük ve siyasal konulardaki düşüncelerini
padişaha bildirmişlerdi. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu nedenlerle
Yıldız Sarayı'nda sorguya çekildiler. Mustafa Kemal bir süre tutuklu
115
kaldı. Fakat suçlu görülmedi. Ancak düşünceleri tehlikeli sayıldığı için,
başkentten uzağa Şam'da bulunan Beşinci Orduya gönderildi.
Mustafa Kemal, Şam'da arkadaşları ile birlikte Vatan ve
Hürriyet adlı gizli bir dernek kurdu. Sonra gizlice Makedonya'ya
geçti. Selanik'te Vatan ve Hürriyet Derneği'nin bir şubesini açtı.
Dernek, padişahın baskı yönetimine karşı kurulmuştu. Bu nedenle
yapılacak çalışmaların gizli olması gerekiyordu. Şam kenti dışındaki
yerlerde bulunan subayların da derneğe katılmaları için Mustafa
Kemal görevlendirildi. Bu amaçla aynı yıl subayların yoğun olarak
bulunduğu Makedonya'daki 3.Orduya atandı.
1908 yılında meşrutiyet ilan edilince İttihat ve Terakki Fırkası
iktidarı aldı. Ancak padişahın kışkırttığı gericiler meşrutiyete, yeni
düşüncelere ve atılımlara karşı çıktılar. Kışkırtmalar sonucu
İstanbul'da 31 Mart ayaklanması oldu. Bunun üzerine Selanik
yöresindeki birliklerden bir ordu toplandı. Mustafa Kemal, Harekât
Ordusu adını verdiği bu orduda görev aldı. Ayaklanma bastırıldı.
Harekât Ordusuyla birlikte Mustafa Kemal Selanik'e döndü. İki yıl
sonra Genel Kurmay Başkanlığında bir göreve atandı.
Bu sırada İtalyanlar Trablusgarp’a saldırdılar. Mustafa Kemal
ve arkadaşları Tobruk'a giderek buradaki Türk birliklerine katıldılar.
Yapılan savaşlarda önemli başarılar sağlandı. Ancak bu sırada Balkan
Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal geri dönmek üzere Mısır'a
geldiğinde Selanik'in düşman eline geçtiğini; Bulgar ordularının
Çatalca'ya kadar ilerlediklerini öğrendi.
İstanbul'a gelen Mustafa Kemal'e Bolayır'da bulunan bir
kolordunun kurmay başkanlığı görevi verildi. Savaş süresince bu
görevde kaldı. Balkan Savaşı sona erince Sofya'ya ataşemiliter olarak
atandı. Bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. Almanların yanı
sıra Osmanlı İmparatorluğu da savaşa katıldı.
Mustafa Kemal, bulunduğu görevden alınarak bir kıta
komutanlığına getirilmesini istedi. Bunun üzerine Tekirdağ'da yeni
kurulan 19. Tümenin komutanlığına atandı. Mustafa Kemal'in kısa
sürede hazırladığı tümen Çanakkale Savaşları'na katıldı. Mustafa
Kemal burada düşmanın karadan ve denizden yaptığı saldırıları
durdurdu. Anafartalar'da bir avuç güçle düşmanların bütün planlarını
bozdu. Onlara kayıplar verdirdi. Çanakkale Boğazı'nı geçmelerini
önledi. Bu başarılar sonucu rütbesi albaylığa yükseltildi ve
Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başladı.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı'ndan sonra Diyarbakır'daki
kolordu komutanlığına atandı. Bu görevde iken rütbesi generalliğe
yükseltildi. Muş ve Bitlis'i Ruslardan kurtardı. (1916) Daha sonra 7.
Ordu Komutanlığına atandı. Bu ordu Halep'te toplanıyordu. Atatürk
grup komutanı oldu. Alman generalinin ordunun yönetimi
116
konusundaki düşüncelerine karşı çıktı. Ordu komutanlığını bırakarak
İstanbul'a geldi. Veliaht Vahdettin'in Almanya'ya yaptığı resmi geziye
katıldı. Dönüşte hastalanarak Viyana ve Karlsbad'a gitti.
Bu sırada padişah 5. Mehmet öldü. Vahdettin VI. Mehmet adı
ile tahta çıktı. Yurda dönen Mustafa Kemal yeniden 7. Ordun
komutanlığına getirildi. Şam'da başkaldıran Arap kabileleriyle savaştı.
Onların ilerlemesini önledi. Bundan sonra Yıldırım Orduları Grup
Komutanlığına atandı. Bu sırada savaş sona ermiş, Mondros Silah
Bırakışması imzalanmıştı. Mustafa Kemal bu bırakışmanın kötü
koşullarını kabul etmedi. Emrindeki silah ve kuvvetleri düşmana
vermeyeceğini hükümete bildirdi. Bunun üzerine komuta ettiği
Yıldırım Orduları Grubu kaldırıldı. Mustafa Kemal de İstanbul'a döndü.
ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN BAŞLAMASI
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da padişah ve devlet ileri
gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu İstanbul'da yapılacak
çalışmaların bir yarar sağlamayacağını anladı. Yurdu kurtarmak için
Anadolu'ya gitmeye karar verdi. Yakın arkadaşlarının yardım ve
işbirliği ile görev bölgesi Samsun ve dolayları olan 9. Ordu
Müfettişliğine atandı. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile yola
çıktı. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal yurdu düşmanlardan
kurtarmayı ve yeni bir Türk Devleti kurmayı amaçlayan büyük ve
tarihi çalışmalarına bulunuyordu.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'dan Anadolu'ya
çıktı. Burada bir hafta kaldıktan sonra Havza'ya geldi. Buradan
Amasya'ya geçerek valilere, komutanlara, ulusal örgütlere bir genelge
gönderdi. Bu genelgede yurdun bağımsızlığını sağlamak için bütün
yurttaşlara çağrıda bulundu. Daha sonra yol boyunca uğradığı il ve
ilçelerdeki yetkililerle görüşerek, onlara yurdu kurtarma ve
bağımsızlığına kavuşturma tasarısını anlattı. Havza'dan Amasya'ya ve
Sivas’a oradan da Erzurum'a gitti.
Bu sırada padişah kendisini İstanbul'a çağırıyordu. Artık
ülkemizin kurtulması ve egemenliğin sağlanması için gerekli ortam
hazırlanmış olduğundan Mustafa Kemal ordu müfettişliği görevinden
ve askerlikten ayrıldığını İstanbul'a bildirdi. 23 Temmuz 1919 günü bir
ilkokulun salonunda toplanan Erzurum Kongresi'ne başkanlık etti. Bu
toplantıda, yurdun düşmanlardan kurtarılması için çalışma kararı
alındı.
Mustafa Kemal bu kongreden sonra 4 Eylül 1919 günü Sivas
Kongresi'ni topladı. Bu toplantıda da Erzurum'da alınan kararlar
üzerinde durdu. Bundan sonraki çalışmaların Ankara'da yapılmasına
karar verildi. Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık günü Ulusal Kurtuluş
Savaşı'nı yöneteceği kent olan Ankara'ya geldi. Çalışmalarını
117
Ankara'da sürdürdü. İllere bir genelge göndererek Millet Meclisi'nin
hemen toplanabilmesi için temsilcilerin seçilmesini istedi.
23 Nisan 1920 günü ulusun temsilcilerinden oluşan ilk Türkiye
Büyük Millet Meclisi açıldı. Meclis Mustafa Kemal'i başkanlığa seçti.
Böylece Ankara'da ulus temsilcilerinden oluşan bir meclis işe
başlamış oldu. Bu meclisin kuruluş esası egemenliğin kayıtsız şartsız
ulusta olması ilkesiydi.
Meclis, Osmanlı hükümeti ile düşman ülkeleri
imzalanan Sevr Antlaşması'nı tanımayacağını bütün
duyurdu.
arasında
dünyaya
Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, Mustafa Kemal'in başkan
seçilmesi padişah ve onun hükümetini çok korkuttu. Özellikle Sevr
Antlaşması'nın tanınmayacağı yolundaki karar onları büsbütün
kuşkulandırdı. Düşmanlarla işbirliği yapan bir takım gericileri
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde örgütlediler. Büyük Millet Meclisi'ne
karşı ayaklanmalar başladı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti tarafından
vatan haini olarak ilan edildi. Haklarında ölüm cezası kararı verildi.
Bütün bunlar olurken Ankara'da ve bütün Anadolu'da yürekleri
yurt sevgisi ile dolu insanlardan oluşan bir ordu kuruluyordu.
İstanbul'dan kaçarak gelen subay ve aydınlar bu orduda görev
alıyorlar, yurdun dört bir yanından koşup gelen erlerimiz de
silahlandırılarak cephelere gönderiliyordu.
Eskişehir yöresinde İnönü'de, Yunan ordusu ile karşı karşıya
gelen bu genç ordu, Yunanlıları I. ve II. İnönü Savaşı adı verilen iki
büyük savaşta yenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varlığını,
sesini bütün yurda ve dünyaya bir kez daha duyurdu.
Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal'i olağanüstü yetkilerle
başkomutanlığa getirdi. Ordularımız Sakarya kıyılarında 22 gün 22
gece süren savaş sonucunda Yunan ordularına karşı yeni bir zafer
kazandı. Bu başarısı üzerine Mustafa Kemal'e orduda en büyük rütbe
olan mareşallikle birlikte Gazi unvanı verildi. Sakarya Meydan Savaşı
adı ile tarihe geçen bu savaşta ordumuzun gücü dünyaya bir kez daha
tanıtıldı.
Artık düşmanı yurdumuzdan atacak son ve kesin savaşın
hazırlıkları başlamıştı. Bu amaçla bütün yurttaşlar savaşa hazırlandı.
Kadınlar, dedeler, nineler, kağnılarla cepheye silah ve yiyecek
taşıdılar. Birliklerimiz düşmanı can evinden vurmak için yerlerini
aldılar.
Bu sırada Yunan ordusu Afyonkarahisar bölgesine çekilmişti.
Yetkili kişiler Yunanlıların hazırladığı siperlerden geçme olanağının
118
bulunmadığını, bu nedenle Türklerin Yunanlıları yenmesinin söz
konusu olamayacağını ileri sürüyorlardı. Ancak bu uzmanlar ulusal bir
davaya inanmış insanların ne denli güçlü olabileceğini hesaba
katmıyorlardı. Hazırlıklarını bitiren ordumuz, 26 Ağustos 1922 sabahı
çok erken saatlerde yeri göğü titreten topçu ateşiyle saldırıya geçti.
Çok kanlı çarpışmalar oldu.
Atatürk'ün yönettiği bu savaşa tarihimizde Başkomutanlık
Meydan Savaşı denir. Düşmanlar erlerimizin kahramanca saldırısına
dayanamadılar. Ellerindeki silah ve cephaneyi bırakarak canlarını
kurtarmak için kaçtılar. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül
günü ordumuza ; "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!.." emrini
verdi. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başarıya ulaşması özlemiyle yanıp
tutuşan kahraman erlerimiz kaçan düşmanın ardından gece gündüz
demeden hızla ilerledi. 9 Eylül sabahı birliklerimiz İzmir'e girdi.
Yabancı bayrakların dalgalandığı yerlere bayrağımız çekildi.
Düşmanların çoğu limanda bulunan savaş gemilerine binerek kaçtılar.
Kalanlar tutsak edildi. Böylece Kurtuluş Savaşımız bitti .
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURULMASI
Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa Ankara'ya gelerek
yüzyılların ihmali sonucu geri kalmış yurdumuzun, bayındır bir ülke
olması için gerekli çalışmalara başladı.
Öncelikle ulusa ve yurda artık zarardan başka bir şey
vermeyen padişahlığı kaldırdı. Son padişah Vahdettin, ordumuzun
zaferini öğrenince düşmanla birlik olup yurttan kaçmıştı. 1 Kasım
1922 günü altı yüzyıldan beri yurda ve ulusa egemen olan Osmanlı
saltanatı tarihe karıştı.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması
ile tüm uluslar Türk'ün zaferini kabul etti. Artık Türk ulusunun
yönetim şeklinin kesin olarak belirlenmesi zamanı gelmişti. Mustafa
Kemal ve arkadaşlarının isteği ile Büyük Millet Meclisi 29 Ekim 1923
günü alkışlar arasında Türkiye'nin devlet şeklini Cumhuriyet olarak
kabul etti. İlk Cumhurbaşkanlığına da Mustafa Kemal seçildi. O tarihte
42 yaşındaydı. Ulusu, O'nu yüce yere getirmiş böylelikle O'na olan
borcunu ödemek istemişti.
Padişahlığın kaldırılmasından sonra 3 Mart 1922 günü Halifelik
kaldırıldı. Bundan sonra Mustafa Kemal, yurdun bayındırlığı ve
ulusumuzun yücelmesi için hukukta, ekonomide, sosyal alanda
inkılâplar yaptı.
Genç yaştan beri cephelerde güç koşullar içinde yaşayan
Atatürk'ün sağlığı gün geçtikçe bozulmaya başladı. Hasta olduğu
günlerde bile hiç dinlenmeden devlet ve yurt işlerinde çalışması onu
119
büsbütün yıprattı. Hastalığı artınca İstanbul'a gitti. Orada Savarona
yatında kaldı. Devlet işlerini buradan yürütüyordu. Zaman zaman da
gemi ile geziler yapıyordu. Ancak hastalığı günden güne artıyordu.
Çok istediği halde Cumhuriyet'in 15. Yıldönümü törenlerinde hazır
bulunmak için Ankara'ya gidemedi.
8 Kasım gecesi komaya girdi. 9 Kasımda da aynı durum sürdü.
Yabancı ülkelerden gelen doktorlar da Türk meslektaşları gibi O'ndan
ümitlerini kestiler. 10 Kasım sabahı "Saat Kaç ?" diye sordu. Bu
Atatürk'ün son sözleri oldu. Saat dokuzu beş geçiyordu. Atatürk
ölmüş, onunla birlikte tarihin en büyük askeri, devlet adamı,
devrimcisi göçüp gitmişti. Atatürk'ün ölüm haberi tüm yurtta ve
dünyada büyük bir acı yarattı. Bayraklar yarıya indi. Yurtta yas ilan
edildi.
İstanbul halkı Dolmabahçe Sarayı'ndaki tabutu önünden
günlerce hıçkıra hıçkıra geçti. 19 Kasım günü Saray'dan alınan tabut
törenle Yavuz zırhlısına getirildi. 20 Kasım günü Ankara'ya getirilen
cenaze Büyük Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu.
Ankaralılar sevgili Ata'nın önünden gözyaşı dökerek geçtiler. 21 Kasım
günü Atatürk'ün cenazesi geçici olarak kalacağı Etnoğrafya Müzesi'ne
kondu.
10 Kasım 1953 günü Atatürk 'ün naaşı, yapımı biten
Anıtkabir'e uğruna yaşamını adadığı sevgili yurt topraklarına verildi.
Yurdumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk eserleri,
kişiliği ve ilkeleri ile gönüllerimizde yaşıyor.
ATATÜRK'ÜN İNKILÂP VE İLKELERİ
Atatürk döneminde gerçekleştirilen köklü değişikliklere Atatürk
İnkılâpları (Devrimi) denir. Atatürk devrimleri ileriye, güzele, iyiye
doğru yapılan köklü değişikliklerdir. Atatürk'ün dünya görüşünü
oluşturan temel inançlar da Atatürk ilkeleridir. Atatürk devrim ve
ilkeleri bir bütündür. Bu bütün, çağdaş uygarlığa ulaşmayı amaçlar.
ATATÜRK İNKILÂPLARI
Atatürk inkılâpları ile çağdaş bir devlet niteliğine kavuştuk.
Dünyada saygınlığımız arttı. Yabancı uyruklulara tanınan kapitülasyon
ayrıcalıkları kaldırıldı. Tarımın modernleşmesinde devlet öncü oldu.
Bankalar, fabrikalar kuruldu. Sonunda ülkemiz bayındır oldu.
Ulusumuz zenginleşti.
120
Siyasal Alanda Yapılan Değişiklikler:
Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde 1919 yılında başlayan
Ulusal Kurtuluş Savaşımız 1922'de tamamlandı. Osmanlı Devleti
yöneticileri bu savaşın önderleri hakkında ölüm fermanları
imzalamaktan çekinmediler. Kurtuluş Savaşı bittiği zaman bir yanda
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, öte yanda Osmanlı Saltanatı vardı.
Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 günü kabul ettiği bir yasa ile
tarihimizde saltanat dönemi kapandı. Yeni bir dönem başladı. Osmanlı
Saltanatının kaldırılmasından sonra 1921 Anayasası'nda değişiklikler
yapıldı. 29 Ekim 1923 günü Türkiye Devleti'nin hükümet şeklinin
Cumhuriyet olduğu kabul edildi.
Cumhuriyetin ilanı ile tarihimizde Cumhuriyet Dönemi başladı.
Hukuk Alanında Yapılan Değişiklikler:
Cumhuriyet öncesinde yargı işleri din adamları tarafından
görülürdü. Kadı adı verilen yargıçlar din kurallarına göre karar verirdi.
Hukuk alanında yapılan değişiklikle eski mahkemeler kapatıldı. Eski
yasalar yürürlükten kaldırıldı. Uygar ulusların yasaları örnek alınarak
boşanma, miras, ceza hukuku yeniden düzenlendi. Hukuk devrimi ile
kadın - erkek arasında eşitlik sağlandı. Miras konusunda kadın ve
erkek eşit pay almaya başladı. Kadınlar da erkekler gibi seçme ve
seçilme hakkına kavuştu.
Eğitim Alanında Yapılan Değişiklik:
Osmanlı Devletinde eğitim sistemi dinseldi. Mahalle okulunu
bitirenler
isterlerse
öğrenimlerini
Medreselerde
sürdürürlerdi.
Medreselerde genel olarak dini bilgiler öğretilirdi. Bu öğrenim
kurumlarında tekniğe, bilime önem verilmezdi. Medreselerin yanı sıra
İmparatorluğun devlet işleri için kurulmuş Enderun adlı Saray Okulu
vardı. Çok sonraları Tanzimat Döneminde Ortaokul dengi Rüştiye, Lise
dengi İdadi ve Sultani okulları açıldı. Daha sonra Tıp, Harp Okulu,
Mülkiye Okulları kuruldu.
Cumhuriyet döneminde dine bağlı eğitim sistemine son verildi.
Eğitim kurumlarında bilimsel yöntem ve ilkelere dayalı eğitim
çalışmaları başladı. Tüm okullar bu ilkelere göre yeniden örgütlendi.
Atatürk eğitime, öğretime çok önem verdi. Bilgisizliği kısa
yoldan çözmek, okuma yazmayı kolaylaştırmak amacı ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1928 tarihinde Türk Alfabe Yasası'nı
kabul etti. Bu alfabe ile okuma yazma öğrenilmesi için Ulus Okulları
açıldı. Bütün yurtta okuma yazma öğrenme çalışmaları başladı.
Atatürk, Ulus Okullarında Başöğretmen olarak dersler verdi.
121
Harf değişikliğini, dilde özleşme izledi. Arapça ve Farsça
sözcüklerden oluşan Osmanlıca yerine Türkçe konuşulup yazılmaya
başlandı. Atatürk Türk Dili'nin benliğine kavuşma çalışmalarını
yürütmek amacı ile 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik
Cemiyeti'ni kurdu. Dilimiz yabancı sözcüklerden arındı.
Ekonomik Alanda Yapılan Değişiklikler:
Lozan Barış Antlaşması ile yabancı uyruklulara tanınan
kapitülasyon
ayrıcalıkları
kaldırıldı.
Ülkemiz
kendi
zenginlik
kaynaklarına sahip çıktı. Her alanda devlet öncülük etmeye başladı.
Bankalar, fabrikalar kuruldu. Modern tarım çalışmalarına başlandı.
Yollar, özellikle demiryolları yapımında büyük çaba gösterildi. Böylece
yurdun en uzak yerlerine ulaşma olanağı hazırlandı. Ekonomik
bağımsızlığımız kazanıldı. Ekonomik alanda sağlanan bu başarılar
sonucu yurdumuz bayındırlaştı. Ulusumuz zenginleşti. Halk için ağır
bir yük olan aşar vergisi kaldırıldı. Çağdaş vergilendirme yöntemleri
uygulanmaya başlandı.
Sosyal Alanda Yapılan Değişiklikler:
Atatürk, ulusumuzun uygar uluslar düzeyine ulaşması için,
sosyal alanda da köklü değişiklikler yaptı. Yeni okullar açtı.
Hastaneler, dispanserler kurulmasını sağladı. Güzel sanatların
gelişmesi için gerekli girişimlerde bulundu. Konservatuar kuruldu.
Stadyumlar, spor alanları, kapalı spor salonları yapıldı. Uygar bir
toplum için gerek duyulan tüm sosyal kurumlar Atatürk döneminde
açıldı.
Ölçü Birimlerinde Yapılan Değişiklikler:
Atatürk dünya ile ilişkilerimizi düzenli yürütmek için ölçü
birimlerinde değişiklikler yaptı.
Uzunluk ölçüsü birimi olarak arşın, endaze; ağırlık ölçüsü
birimi olarak okka, dirhem gibi ölçüleri kaldırarak bugün kullanmakta
olduğumuz ölçü birimlerini kabul etti.
Yurdumuzda daha önce takvim Hicri takvime göre
düzenlenmişti. Buna göre dünyanın kullandığı takvimle aramızda 580
yıl kadar bir farklılık vardı. 1 Ocak 1926 tarihinden sonra bizde de
Miladi takvim kullanılmaya başlandı. Eskiden ülkemizde ezani saat
kullanılıyordu. Bu saat uygar ülkelerin kullandığı saate uymuyordu.
Takvimde olduğu gibi saatler arasındaki bu uymazlık büyük
122
karışıklıklara neden oluyordu. Bunları ünlemek için takvimle birlikte
bugünkü kullandığımız saat kabul edildi.
Hafta tatili cumadan pazar gününe alındı.
ATATÜRK İLKELERİ
Atatürk'ün dünya görüşünü oluşturan temel inançlarına Atatürk
İlkeleri denir. Atatürk İlkeleri bir bütündür. Başlıcaları şunlardır:
Cumhuriyetçilik:
Cumhuriyet, halkın halk tarafından yönetilmesidir. Cumhuriyet
yönetiminde egemenlik ulusundur. Ulus egemenlik hakkını ve yetkisini
temsilcileri aracılığıyla kullanır. Halkın temsilcileri Büyük Millet
Meclisi'ni oluşturur. Ülkeyi bu meclis yönetir. Yönetimi bu meclis
denetler. Atatürk, belirli kişi, topluluk ve ailenin ülke yönetiminde söz
sahibi olmasını doğru bulmazdı. Bu amaçla saltanat yönetimini
kaldırarak 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan etti.
Halkçılık:
Cumhuriyet yönetimi halkçılık ilkesinin benimsenmesi ile
yerleşir. Halkçılık, halkın genel mutluluğunu düşünmektir. Halkçılık
ilkesi halkımızın sosyal, kültürel, ekonomik yönden gelişip
güçlenmesini amaçlar.
Laiklik:
Cumhuriyetten önce ülkemiz din kurallarına göre yönetilirdi.
Devleti ilgilendiren önemli konularda din adamlarının onayı gerekirdi.
Din adamları Müslüman olmayan bilim adamlarının buluşlarını,
yeniliklerini benimsemezlerdi. Bunlara karşı çıkarlardı. Bu nedenle
Osmanlı imparatorluğu önceleri durakladı. Sonra geri kaldı. Dinin
devlet işlerine karıştırılması yurdumuza yeniliklerin girmesini
geciktirdi. Atatürk din ve devlet işlerini birbirinden ayırdı. İnsanların
dini inançlarında, ibadetlerinde serbest olduğunu belirtti. Din ve
devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına Laiklik denir.
Devletçilik:
Bu ilke ekonomik kalkınmada devlete büyük görevler yükler.
Atatürk
sosyal,
kültürel,
ekonomik
alanda
kalkınmanın
123
gerçekleştirilebilmesi için devletin büyük masraflar isteyen konularda
öncülük etmesini isterdi. Bu amaçla yurdun birçok yerinde hava
alanları kuruldu. Devlet eliyle Bursa'da Merinos, Nazilli'de Bez
fabrikası, Uşak'ta Şeker fabrikası açıldı. Demir - Çelik sanayisinin
geliştirilmesi amacı ile Karabük Demir - Çelik fabrikası,
madenlerimizin işletilmesi için Etibank kuruldu. Devlet eliyle limanlar
yapıldı. Türk Hava Yolları kuruldu. Yurdumuzdaki demiryolları devlete
mal edilerek genişletilmeye, işletilmeye başlandı.
Milliyetçilik:
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın çıkış noktasını oluşturur.
Atatürk'ün bu ilkesi dünyada ezilen ulusların kurtuluşuna ışık
tutmuştur. Atatürk'ün milliyetçiliği kültür ve düşünce birliği temeline
dayanır. Ulus bireylerinin tasada ve kıvançta bir ve beraber olmalarını
ön görür. Atatürk yurt ve dünyada barış ülküsüne bağlı bir önderdi.
İnkılâpçılık:
İnkılâp;
ileriye,
güzele,
iyiye
doğru
yapılan
köklü
değişikliklerdir. Bu amaçla Atatürk bir dizi değişiklikler yapmıştır.
Değişen, ilerleyen dünyamızın gerisinde kalmamak için ilerlemek
zorundayız. Sonsuza doğru durmadan ilerleyeceğiz. Atatürk
inkılâplarının bekçisi, ilkelerinin savunucusu bizleriz. Atatürk ilkelerini
korumak ve kollamak ulusal bir görevdir.
ATATÜRK VE HALK
Atatürk, tam bir halk adamıydı ve asıl kuvvet kaynağının halk
olduğu inancında idi.
Cumhuriyetimizin 3. Yıldönümünde Ankara şehri, köylerden ve
kasabalardan gelen halk ile dolmuştu. Tribünlerde geçit resmini
selamlayan Atatürk'ü kadın, erkek bütün halk çılgınca alkışlıyordu.
Atatürk, tribünden ayrılacağı sırada halk ile arasındaki asker
kordonunun kaldırılmasını emretti, yaverini yanından uzaklaştırdı,
halkın içine girdi. Ellerini halktan iki vatandaşın omuzlarına dayamış,
adeta kendinden geçmiş ilerliyordu. Halk onu incitmemek için arada
bir boşluk bırakmıştı. Hayli gittikten sonra:
— Artık otomobile binseniz dediler:
Uyanır gibi oldu. Yanındakine:
124
— Sen belki ömründe sevmemişsindir; fakat hiç sevildin mi?
dedi. Bundaki zevk hiç bir şeyde yok. Hele aşkın Türk Milleti olursa
beni bu zevkten biraz daha ayırmayın.
Taşhan'ın önüne kadar böyle, halkın kucağında geldi.
Cumhuriyetin 12. Yıldönümü için birçok döviz hazırlanmıştı.
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür.", "Atatürk bu milletin en
yükseğidir."," Türk milleti asırlardan beri bağrından bir
Mustafa Kemal çıkardı." gibi döviz listesini gözden geçiren Atatürk
hepsini çizdi, yalnız şunu yazdı :"Atatürk bizden biridir."
Atatürk der ki :"Millet sevgisi kadar büyük bir sevgi
yoktur." İstiklal Savaşında benim de milletime yaptığım bazı
hizmetler olmuştur sanırım. Fakat bunlardan hiç birini kendime mal
etmedim. Yapılanların hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa
doğrusu da budur.
Geçmişte
medeniyetler
kurmuş
bir
soyun
çocukları
olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız gereken şeylerin hepsini
yaptığımızı ileri süremeyiz. Yarıda bırakılmış daha birçok büyük
işlerimiz vardır. Ben arkadaşlara şunu tavsiye ederim. Şahsınız için
değil, kendisinden olduğunuz millet için çalışınız.
Falih Rıfkı ATAY
(Babamız Atatürk, 1955)
DÜNYA ATATÜRK İÇİN NE DEDİ?
 Atatürk, olağanüstü nitelikte bir devlet adamı, savaş
sonrası dünya tarihinin en önemli simalarından biriydi. Atatürk
olmasaydı, yeni Türkiye var olmazdı.
Fin, Hufvud Stadbladet Gaz
 Atatürk'ün kendi eliyle çizdiği yeni Türkiye'nin dış siyaseti,
bu memleketi batılı uluslar topluluğuna katmış ve eski düşmanlarını
kendisine dost yapmıştır.
İngiliz-Times Gazetesi
 Hiçbir kimse bu muzaffer general, bu yılmaz inkılâpçı, bu
insan kahraman, bu çok popüler adam kadar halkın kalbine yakın
olamamıştır.
Fransa, Petit Prasien Gazetesi
 Atatürk yeni Türkiye'yi kılıcı ile kurtarmış ve dehası ile
düzene sokmuştur. O'nun yaratıcı ruhunun ve coşkun yurtseverliğinin,
harekete geçmediği hiçbir alan yoktur.
Polonya Gazetesi
125
 Atatürk, tarihten hakiki dersler almış nadir büyüklerden
biridir. Bütün çaba ve uğraşmaları yalnız kendi ulusu içindir.
Alman Tarihçisi Prof. Herbert Melzig

Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar.
 Bursa’ya giderken trende rastladığım bir çocuğa, İstanbul
veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı daha
çok sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: "Ankara'da Atatürk
bulunduğu için" cevabını verdi.
Mısır, El-Belağ Gazetesi
 Türkiye'yi bir arı kovanına ve bütün Türkleri de bal
aramaya çıkmış çalışkan arılara benzetiyorum. Nasıl arılar beylerinin
etrafında toplanıp çalışırlarsa bütün Türk ulusu, bugün büyük dahi
Gazi Mustafa Kemal'in etrafında toplanmışlardır.
Prof M Zajti Franez
 Mustafa Kemal, yeni Türkiye'nin kalbidir. Eski, yıpranmış
bir toplumdan; yepyeni, güçlü bir ulus yaratmış, eşsiz kişiliğiyle
kendini herkese saydırmış, enerjisiyle herkesi kendine inandırmıştır.
Çinli Yazar Ma-Shao-Chen
 Dünya, bu harp ve sulh kahramanı büyük adamın ölümü ile
yoksul düşmüştür. Gücü, zorlukları yenme kararı ve yiğitliği ile aman
bilmeyen galiplerin, uygulamaya kalkıştıkları pranga siyasetini ilk
kıran Atatürk'tür.
 Macar Gazetesi
 Atatürk'ün
ölümü
ile
Ortadoğu'nun
gelişmesinde,
ilerlemesinde birinci derecede öncü olan son derece kuvvetli bir devlet
adamı kaybolmuştur.
İtalyan Gazetesi
 Atatürk'ün ölümü yalnız Türk ulusu için değil, O'nun
benzerlerine muhtaç olan çoğu uluslar için de en büyük kayıptır.
Suriye Gazetesi
 O, uğraşlarıyla, yalnız Türkiye'ye değil, bütün Doğu
dünyasına kurtuluş yolunu göstermiştir. O tarih büyüğünün, o Türk
kahramanının, O Doğu'nun kurtuluş ve uygarlık önderinin eserlerini,
her zaman sevgi ve saygıyla anacağız.
Hint Mec. Başk. Sir Abdürrahim
 Eski Osmanlı İmparatorluğu, bir hayal gibi ortadan
silinirken, ulusal bir Türk devletinin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı
başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya
koymuştur.
Bazı belli başlı adamlar, birtakım güzel ve özlü sözlerle
Türkiye'nin asla değişmeyeceğini, üstelik de "değişmeden öleceğini"
126
söylemişlerdi. Oysa işte Türkiye hem ölmedi, hem de değişti. Türkiye,
akıl ve hayal kurma yeteneğimizin alabildiğince, baştanbaşa değişti ve
yenileşti.
Acaba bu nasıl oldu? Bütün bunların nedeni araştırılırsa,
oradan sadece Mustafa Kemal isimli bir adamın geçtiği görülür
Fransız Yazarı Raymond Cartier
 Dünya, hiçbir zaman Türkiye'nin Batı görüş ve inanışı
içinde, yeniden kurulması gibi heyecanlı bir olaya, asla şahit
olmamıştır
İsveç, Social Demokraten Gazetesi
 O'nun yarattığı eser, tarihte kahramanlığın destanı olarak
yaşayacaktır. Atatürk, arkasında batılılaşmış modern bir devlet
bırakmıştır.
Danimarka, Berlingske Tidende Gazetesi
 Atatürk, çağımızın en seçkin simasıdır. Filozofların ve
şairlerin en güzel ve en yüksek sözlerle övdükleri ideale, O, realist
kafasıyla can vermiştir.
Arnavutluk, Demokratlar Gazetesi
 Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir, şu
talihsizliğimize bakın ki, o büyük dâhi çağımızda Türk ulusuna nasip
oldu. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi?
İngiltere Başkanı Loyd Georg
 İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi
de yenince, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve gerçek
yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.
Yunan Ekonomi Bakanı Yorgi Pesmazoğlu
 Bu karışıklıklarla dolu zamanımızda belki Atatürk’ünki
kadar büyük şöhretler vardır. Fakat hiçbir zaman tek bir başarısızlık
bile kaydetmemiş biricik şöhret O'nun şöhretidir.
Fransız, Jour-Echo de Paris Gazetesi
 Sakarya'nın gazisi, istilâcıların galibi ve İzmir'in fatihi,
tarihte en çok hayranlığa değer örneklerden biri olarak yücelecektir.
Atatürk kendinde, askerî deha ile devlet adamı ve filozof dehasını
birleştirmişti.
İspanya, Vanguardia Gazetesi
 Atatürk, savaş sonrası politika dünyasının en değerli
simaları arasında yer almaktadır. Karakteri; yapıcılık, büyük bir
yurtseverlik ve demir bir iradenin eşsiz örneğidir. Modern tarihin en
yüksek olaylarından biri olan Türkiye'nin, yeniden hayata doğması
O'nun eseridir.
Romen, Lidove Novini Gazetesi
127
 Türkiye'nin Şefi bütün devletlerin hiç beklemedikleri bir
şeyi gerçekleştirmiş ve "hasta adam" diye anılan bir Türkiye'den;
güçlü, uygar bir ülke yaratmıştır.
Danimarka, Social-Demokraten Gazetesi
 Atatürk devrimleri o kadar büyüktür ki, bunların yüceliği
karşısında dünya hâlâ hayrettedir. Bu devrimler, köhne bir
imparatorluktan, batılı ve modern bir Türkiye yaratmıştır.
Belçika, Solr Gazetesi
 Yeni Türk harflerini öğretmek için şehir şehir dolaştı.
Herkes O'nu, meydanlarda, bir kara tahtanın başında, yazmak
bilmeyenlerin elini kendi eline alarak, onlara tebeşirle isimlerini
yazdırırken gördü
Fransız Gazetecisi Jea Laubespin
 Kurtarıcı Atatürk; düşüncelerini, kendi istediği gibi
gerçekleştirmek hakkını bile kullanmadı. Her şeyde ulusunun dilek ve
iradesini, ilk ve kesin bir ölçü saydı. Türk ulusunun sevgisinden başka
hiçbir amaç ve istek tanımadı.
Macar Profesörü Dr. Fekete Lajos
 Atatürk'ün kişiliğinde, yeni Türkiye'ye ruh veren bir adam
kaybolmuştur. Bu derece yüksek yaradılışta bir adama sahip
olduklarından dolayı Türklere gıpta ediyoruz.
Çekoslavak, Çeşka Slove Gazetesi
 Benim üzüntüm iki türlüdür. Önce büyük bir adamın
kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu
büyük adamla tanışmak konusundaki içten dileğimin gerçekleşmesine
imkân kalmamış olmasıdır.
A B D Başkanı Franklin D. Roosvelt
 O'nun ölümü Türkiye'nin sarsılması olmayacak; çünkü
bütün genç kuşak, şefi tarafından çizilen yolu inançla ve coşkunlukla
izlemektedir.
Macar, Uj Magyar Gazatesi
 Türkiye'de yalnız bir Mustafa Kemal değil, Mustafa
Kemal'ler vardır ki, her alanda O'nun program ve eserlerini günden
güne ileri götürmek için didinmektedirler.
Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han
128
İNSANLARIMIZ ATATÜRK İÇİN NE DEDİ?
 Genç, ihtiyar herkes ölür. Ama Atatürk'ün bu ulusa aşıladığı
kalkınma ve yükselme inancı asla ölmez
Yaşar Nabi NAYIR
 Gerçeğe giden bütün yollar O'nda birleşiyor. O'nda
tamamlanıyoruz. O'na sırtını çeviren düşünce bizden değildir
Cahit TANYOL
 Başımız her sıkıldıkça, aştığımız dağların yüksekliği
başımızı gururla döndürdükçe yine O'na koşacağız. Bir daha derman
istemek, minnetimizi bir kere daha söylemek için...
Hakkı Süha GEZGİN
 Atatürk, yalnız anıları ve eserleriyle değil, yapıcı ve yaratıcı
ruhuyla her an yolumuza ışık tutan bir ölümsüzdür. Bize tehlikelerle
dolu yakın geçmişi göstererek umut ve cesaret veriyor: "Dayanın,
başaracaksınız," diyor. Dayanıyoruz ve başaracağımıza inanıyoruz.
Agâh Sırrı LEVEND
 Biz O'nu bir insandan üstün görmeye alışmıştık. Çünkü bize
imkânsız şeylerin de mümkün olduğunu öğretmişti. Yıllardan beri
hayal etmekten bile korktuğumuz büyük işleri gerçekleştirmiştir.
Nurullah ATAÇ
 Türk ulusu, Atatürk'te iki yüzyıl beklediği kurtarıcıyı
bulmuştur. Atatürk'ün eseri, bir bütün olarak, tek bir kelimede
toplanabilir: "Kurtuluş!"
Fatih Rıfkı ATAY
 Atatürk tarih değildir, geçmiş değildir; gelecektir, umuttur,
muştudur.
Sami N. ÖZERDİM
 O'nun kılıcı ile çizdiği memleket sınırları içinde her
manzara, her hareket, O'ndan bir hatıradır.
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
 O'na hasret duyduğumuz zaman, birbirimizi kucaklayalım,
biz O'yuz, çünkü O, bizdi. Görüşümüz O'nun görüşü, duygumuz O'nun
duygusu, ülkümüz O'nun ülküsüdür.
Selami İzzet SEDES
 Anadolu yaylası üstünde, çorak, yanık ve yıkık bir yurt
parçasında O, kendine bir kürsü kurdu. Türk ulusu, ilk defa, O'nun
sesiyle kendine, uluslara, dünyaya ve tarihe haykırdı.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
129
 Gazi, konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel,
anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.
Mithat Cemal KUNTAY
 Mustafa Kemal Atatürk, hemen her zaman nerede
durulacağını bilmiştir. Bu, O'nun pek hayran olduğum meziyetlerinden
biriydi. Daima ilerisini düşünmek, daima dikkat, O'nun memleket yolundaki işlerinde hâkim olmuştur.
Mareşal Fevzi ÇAKMAK
 Yarınki nesiller, bu devrilen cihanın büyüklüğünü, O'nun
tarih sayfalarından taşan harikalarında ve "Türk'üm!" diye göklere
gururla yükselen alınlarında hissedecekler. Her Türk çocuğu, Ata'nın
eşsiz dehasının destanlarıyla beslenerek büyüyecek.
Halit Fahri OZANSOY
 O'nun adını duyduk duyalı, O'nun kahramanlığını bildik
bilelidir ki, sağlığımızı seziyor, dinçliğimizi anlıyor ve yaşamak denilen
unutulmuş zevki tadıyorduk. Öksüzdük, Ata'mız oldu; yoksulduk, bize
genlik, genişlik getirdi.
Nurettin ARTAM
 Mustafa Kemal yurdunu düşmandan kurtardı, Gazi Mustafa
Kemal oldu; ulusuna yeni bir devlet kurdu, onu gençleştirdi, ona,
tarihe yeni bir bakmayı ve dilini öğretti, Atatürk oldu. Öldü, bedeni
varlığından ayrılmakla Türk'ün ruhu oldu.
Nurullah ATAÇ
 Anaların, kız kardeşlerin yüzleri siyah peçeliydi; bahtları
çarşafları gibi karaydı... Çileleri çoktu, hakları az... Beğenmedi.
Yüzlerini açtı, ak etti. Hakta onlara erkeklerle eşitlik sağladı; bahtlarını
ak etti.
Ruşen Eşref ÜNAYDIN
 Atatürk bizde öyle bir nefes, güven, öyle bir azim ve irade
yaratmıştır ki, hiçbir tehlike karşısında göz kırpmıyoruz. Bu cesur,
atılgan ve yaratıcı ruhu, memlekete aşılayan Atatürk'tür.
Hüseyin Cahit YALÇIN
 Bugünkü Türkiye'nin varlığında ve şerefinde milyonlarca
şehidin, binlerce, yüz binlerce himmet sahibinin, derece derece
hakları vardır. Fakat en büyük payı bir tek adama, Mustafa Kemal
Atatürk'e borçluyuz.
Ahmet Emin YALMAN
 Cumhuriyet, sembolünü Mustafa Kemal'de bulmuştur.
Çünkü Cumhuriyet, bu koca milletin kudret, fedakârlık ve hayatının
özü ve Atatürk'ün eliyle dikilmiş bir hürriyet anıtıdır.
Hasan Ali YÜCEL
130
 Türk tarihinin yüzyıllardan beri asık duran yüzüne, ilk
tebessümü işleyen, o yüzden gözyaşlarını silen ve onun gözlerine, en
Aydınlık ufukları işaret eden kudretli el, O'nun eliydi.
Memleketimizde; doğru, yeni, güzel, her şeyin tarihi hemen
O'nunla başlıyor. Yarınki çocuklar babalarına hangi eserin başlangıcını
sorsalar, O'nun adını işitecekler.
Biz, toplum olarak da, fert olarak da O'nun eseriyiz. Bizden
çıkacak eserler de O'nundur.
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
 Kirletiyorsan, şikâyet etmeye hakkın olamaz. Büyük Ata!
Sen, çiğnenmiş, parçalanmış bir vatandan yeni bir vatan, idamına
ferman çıkmış bir milletten yeni bir millet yaratmıştın. Sen bize,
Şarkın isli kandilleri yerine Batının güneşini yakmıştın. Sen fantezili,
aşırı istekler yerine realist aklı tanıtmıştın. Sen bize şerefli, hür,
bağımsız, tarih kadar eski ve asil bir millet olmanın gururunu
tattırmıştın.
Prof. Dr. Hüseyin Nail KÜBALI
 Evreden daha büyük ve daha geniş olan kalbinde, yurt ve
ulus sevgisinden başka hiçbir duyguya yer bırakmamıştı.
Ercüment Ekrem TALÛ
 Kalbinde sakladığı irade kaynaklarını, bütün varlığıyla
sevdiği Türk ulusu uğruna, kendini feda edercesine bir bir harcadı,
mucizeler yarattı.
Nadir Nadi ABAOGLU
 Bu yurda, bu ulusa gösterdiği ihtimamın, dikkatin onda
birini, yirmide, birini kendi şahsı için, kendi sıhhati için, gösterseydi
daha çok yaşardı. Şahsını en sonraya bıraktı ve kendine sıra gelmedi
Arif Nihat ASYA
 Kendimizi bildiğimizden beri, gönüllerimizde, elem ve
matem bırakmamak için çırpınan bir Atatürk tanımıştık
Nihat Sami BANARLI
 İnandırmak güçse de, bir defa inandırdıktan sonra bir ulusu
bin defa kandırmak kolaydı: Mustafa Kemal aldatmadı! Aksine daima
gerçeğe, katı, zorlu, çetin gerçeğe çağırdı. Uçmak isteseydi, hepimiz
O'na kanat olurduk. O, bizim hayallerimizin kanatlarını kırdı, kartal
yuvasında öldü.
Falih Rıfkı ATAY
 Bu düşünen zekâ ve duyan gönül, Türk ulusunun iradesi
oldu ve Türk ulusu, ölümden O'nun elinde kurtuldu. Atatürk'e kendini
borçlu bilmeyerek Türk olmak, bunun için imkânsızdır.
Hasan Ali YÜCEL
131
 Yaşarken bir eser bıraktı: Onu övelim ve koruyalım.
Ölürken bir ders bıraktı, unutmayalım. Bu ders; halkı sevmek, halka
inanmak, halk ile kaygılanmak, halk ile gururlanmak, halk uğruna
feda olmaktır
Falih Rıfkı ATAY
 Hiçbir
insanın vicdanı,
dolu olmamıştır.
kaç kereler, ulus
kimse Atatürk kadar ulusunu sevmemiş,
hiçbir
ulusuna karşı Atatürk’ünki kadar şefkat ve sevgiyle
Öfkenin şimşekleri çaktığı söylenen gözlerinde, ben
sevgisinin şefkat yaşlarını gördüm.
Şükrü KAYA
 O'nun için halk "emredilen", "yaptırılan" bir topluluk değil,
inandırılarak, mutlu kılınarak birlikte çalışılan bir varlıktı. Atatürk önce
İnanmış, inandırmış ve sonra yapmıştır.
Prof. Dr. Cihat ABAOĞLU
 O, dünya birliğinin, toprak zapt ederek, zayıf yığınları
kahredip esir ederek değil, insanların gönüllerini kazanarak
kurulabileceğini anlamış olan adamdı. Bu adam, gönül adamıydı.
Gönülleri kazanmanın büyük sihrini keşfetmiş olan adamdı.
Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOGLU
 Bütün dünyaya meydan okumuştu. Oysa hayranlıkla
görüyoruz ki, dünyada tek düşmanı yok. En azılı düşmanlarını bile
kahraman ruhuna meftun bıraktı. O'nun bir mucizesi de budur.
Tarihin kaydettiği biricik düşmansız yiğit, düşmansız dâhi Kemal
Atatürk'tür.
Vâlâ NURETTİN
 Tarihçiler söylesin: Arkasında bütün dünyanın saygı ile baş
eğdiği başka bir tabut biliyorlar mı?
Yusuf Ziya ORTAÇ
 Şu hıçkıran göğüsler, şu yaşlı gözler, şu yarı inik bayraklar
hep O'nun içindir. Çünkü O, bu göğüsleri gururla kabartmış, bu gözleri
sevinçle yaşartmış ve bu bayrakları zaferle dalgalandırmıştı. Bu
ulusun öz Ata'sıydı; gönlümüzde babasını kaybetmiş çocukların acısı
var.
Orhan Seyfi ORHON
 Ruhumuzda bir uçurum, her yerde, her şeyde bir eksiklik,
bir boşluk var. Ah Atatürk! Umut, neşe, güneş, her şey, meğerki hep
senmişsin
İzzet Ulvi AYKUT
132
ŞİİRLER
ATATÜRK'ÜN RESMİ
Kürsünün üstünde bir resim;
Gözleri denizlerden mavi,
Bakışları güneşlerden sıcak.
Bu resimle başlar bizim günümüz,
Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.
Öğretmenimiz kürsüde
Verdiği dersi
Dinler bizimle birlikte,
Atatürk'ün resmi.
Çalışkanız çünkü
Çalışınca,
Bakarız. Atatürk güldü.
Bir yanlışlık yaparsak,
Bulutlanır gözleri,
Anlarız Atatürk üzüldü.
Behçet NECATİGİL
ATATÜRK
Yapraklar dökülür kasımlarda,
Yeller uğuldar vadilerde, ne çıkar,
Bir özgürlüksün çağlara en güzelinden,
Sen bayrak bayrak fikirsin,
Ölüşün diriliştir yeniden.
Başak saçlarında Anadolu'm,
Gözlerinde yurdumun denizleri,
Sen yarınlara uzanmış ışık,
Savaşta kartal, barışta defne çelengi,
Sen sonu yenmiş zamansın.
Sende çarpar, sende düşünür Türkiye'm,
Sende büyür kucaklar,
Ulusun beyni, toprağın yüreği,
Kemal Paşam, Atatürk’üm!
Sen mayıslarda doğan güneş,
Evrenimin sabahı, damarımın kanı,
Sen mavilerde yeşeren yapraksın,
Bir yolsun sevgi, sevgi
Sen her mevsimde açan baharsın!
M. Güner DEMİRAY
133
MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal'i gördüm düşümde,
Daha, diyordu.
Uğruna şehit olasım geldi hemen
Sabaha, diyordu.
Al bir kalpak giymişti al,
Al bir ata binmişti, al,
Zafer ırak mı? dedim,
Aha, diyordu.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
ATATÜRK
Adını adımdan önce,
Heceledim, öğrendim,
Duvarları, kitapları,
Senin resminle beğendim.
Bin bir biçim içinden,
Bir anda seçerim yüzünü,
Kimse alamaz içimden,
Gözlerinin gündüzünü.
Bütün bildiklerimden,
Daha yakınsın yüreğime,
Alfabeyi hecelerken,
"Atatürk" yakıştı elime.
Seni yazdım, okudum,
Seni belledim yürekten,
Her törende birlikteyiz,
Bayrağın içinde sen, ben
Daha iyi anladım her yıl,
Açıldıkça düşüncelerim,
İlk sevgim büyür, büyür de,
Seni daha da severim.
Her On Kasım'da gözlerimiz,
Bir daha ağlarken sana,
Bir kez daha inanırız,
Her yerde yaşadığına
İbrahim Zeki BURDURLU
134
ATATÜRK GÜLÜMSEDİ
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Biz sınıfa girince
Dağıldı kara bulutlar
Açıldı gonca.
Baktı ki okul yenidir
Siz yenisiniz, düşünceler yeni
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Saklayamadı sevincini.
Baktı ki gençsiniz, bilgili
Eğitiyorsunuz yolunca, yöntemince
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Sevindi onca.
Baktı ki karışmış aramıza,
Çiziyorsunuz yolu,
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Gözleri dolu dolu
Anlaşılan bütün yaz.
Atatürk gözünü kırpmamış,
Çünkü boşmuş sıralar,
Çünkü harf okunmamış.
Kapkara bulutlar inmiş
Işıklı gözlerine.
Bora gibi, fırtına gibi Atatürk'üm
Sanırım yönelmiş bilgisizliğe.
Ama baktı ki gün doğmuş,
Bir koşu varmışız okula
Özlemle açılmış kitaplar,
Bir iştah, kızda oğlanda
Baktı ki zil çalmış,
Sınıfa girmişsiniz
Bütün bakışlar sizde
Günaydın demiş.
Derse başlıyorsunuz
Sımsıcak bir sevgi gözlerinizde
Baktı ki Türkiye'si Türkiye'miz
Aydın ufuklarda yürüyor hızla.
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Övünüyor bizle.
Dağıldı kara bulutlar
Biz sınıfa girince
Atatürk gülümsedi öğretmenim
Kürsüde kendini görünce
Talat TEKİN
135
ATATÜRK'TEN SON MEKTUP
Siz beni hâlâ anlamadınız
Ve anlamayacaksınız çağlarca da…
Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u diyorsunuz
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Bana, muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan…
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?
Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların…
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız;
Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı… Kitaplar…
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar…
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü…
Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
136
Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister,
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Halim Yağcıoğlu
MUSTAFA KEMALLER TÜKENMEZ
Tükenir elbet
Gökte yıldızlar denizde kum tükenir
Bu vatan bu topraklar cömert
Kutsal bir ateşim ki ben sönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez
Ben de etten kemiktendim elbet
Ben de bir gün göçecektim elbet
İki Mustafa Kemal var iyi bilin
Ben işte o ikincisi sonsuzlukta
Ruh gibi bir şey görünmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez
Hep kardeşliğe bolluğa giden yolda
Bilimin yapıcılığın aydınlığında
Güzel düşünceler soyut fikirlerde ben
Evrensel yepyeni buluşlarda
Geriliği kovmuşum ben dönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez
Başın mı dertte beni hatırla
Duy beni en sıkıldığın an
Baştan sona her şeyiyle bu vatan
Sakın ağlamasın kasımlarda
Fatihler, Kanuniler ölmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez
Halim YAĞCIOĞLU
137
GİDİYOR
Gidiyor, rast gelemez bir daha tarih eşine
Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine
Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla
Gidiyor, göğsünü çepeçevre saran bayrakla
Gidiyor, izleri üstün birikmiş yaşlar
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar
Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meşalesi
Yine bir devr açacakmış gibi en başta O var
Hıçkıran seste O var, sessiz akan yaşta O var
Siliyor ruhunun ulviliği fani etini
Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini
Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça
Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça
Orhan Seyfi Orhon
HAVZA YOLLARINDA MUSTAFA KEMAL
Mahmur dağının başında bir duman bir duman
Mustafa Kemal'in başında daha bir duman
Dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Mustafa Kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Dağların başından duman eksik olmaz
Soy yiğidin başından duman eksik olmaz
Mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi
Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda
Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek
Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel
Bölmek orta yerlerinden gemilerin getirdiği güneşi
Bir sana bir bana sermek ne güzel
Çakal dağının eteğine vardı ki Mustafa Kemal
Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve
Kahvede düze inmiş eşkıya, Karadeniz uşakları
Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor
Uyanmış su gözleri adamların susuz gözleri sıcak
Mustafa Kemal baktı, tanıdı hepsi halk
138
Oturdular, hep beraber çay içtiler
Ordan burdan, dereden tepeden konuştular
Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana
Yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar
Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert
Mustafa Kemal'in gözlerinde tek tek ışıdılar
Çıktı kavak yaylasına oh, dedi Mustafa Kemal
Ölmez be, insan bu vatanı sevince
Halk kokusudur güller çimenlerden gelir
Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri
Dağılmış Mahmur dağının dumanları
Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar
Havzaya vardım ki, kulağımızı koyalım bir
Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir
Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler
Çıkarlar ormanlardan gizli gizli, çağıralım bir
Gelirler toplanırlar ateşimize onlar için yaktık
Özgür yüreklerinin soluğunu üflesinler bir
Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir
Selam verelim bir, selam alalım bir
Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar
Şu sabah çayını içelim bir kardeşçe sıcak
Yüzümüzü yunalım şu derede bir
Sonra kursunlar darağacını kavgamıza
Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!
Ceyhun Atıf Kansu
MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden.
Sanki Elif Elif uzuyordu, inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
139
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar.
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden.
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında.
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden.
Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur
Nasıl durur Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden
Fazıl Hüsnü Dağlarca
RESİM
Her gün
Enginlerden engin
Yücelerden yüce
Bir duygu sarar bizi
Bu sınıfa girince.
Yanda, bir uçtan bir uca.
Mavi deniz
Odanın içinde güneşleri bulunca.
Isınırız.
140
Enginlerin engini deniz olsa
Deniz ufak!
Yücelerin yücesi güneş olsa
Güneş küçük!
İlk günü gördük, nerden geldi:
Duvardaydı
Denizleri, güneşleri
Küçülten büyüklük.
Kürsünün üstünde bir resim:
Gözleri denizlerden mavi
Bakışları güneşlerden sıcak.
Dört mevsim.
Kürsünün üstünde:
Atatürk'üm, arkasında al bayrak
Kolları kavuşturmuş göğsünde.
Bu resimle başlar bizim günümüz
Karşımızda Atatürk'ü gördükçe
Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.
Öğretmenimizin kürsüde
Verdiği dersi
Dinler bizimle birlikte
Atatürk'ün resmi.
Çalışkanız, çünkü
Çalışınca
Bakarız, Atatürk güldü.
Bir yanlışlık yapsak
Bulutlanır gözleri
Anlarız Atatürk üzüldü.
Gelsek kürsünün dibine
Görür bizi
Eğilince.
Kalksak, gitsek gerilere
Otursak arkalarda;
Başımızı kaldırmadan duyarız:
Atatürk orada.
Öteki odalarda
Başka başka resimleri Ata'mın.
Atatürk'üm artık ömrüm oldukça
Bu resminle karşımdasın!
141
Yok, hiç birinde
Bundaki tılsım
Değişen çizgilere
Canlı gibi bu resim.
Öyle canlı ki sanırım
Bende bir gün okulu bitirince
Uzanan ellerinle
Okşanacak sırtım.
Öyle canlı ki, sanırım
Karanlık bile olsa
Aydınlanır yollarım.
Tıpkı sınıftaki gibi
Yapacağım bir işte
Bu resmindir rehberim:
Kötülüğe uzanırsam
Çat kaşlarını
Tutulsun ellerim
Tıpkı sınıftaki gibi
Bütün ömrüm boyunca
Yaptığım her işte
İyi, doğru oldumsa
Sevincini belli et.
Gülümse!
Yaprak yaprak dökülürken önümde
Her yıl dört mevsim;
Sınıflar içinde yalnız bu sınıf
Resimler içinde yalnız bu resim!
Behçet Necatigil
142
AFET EĞİTİMİ HAZIRLIK GÜNÜ
( 12 Kasım)
AÇIKLAMA
Eğitim, uygarlıkların vazgeçilmez gereksinimidir. Eğitimin
amacı, insan ve toplum yaşamını kolaylaştırmak, güzelleştirmek,
zenginleştirmek, iyileştirmek, kişiyi ve toplumu mutlu kılmaktır.
Eğitimde atılan her bir adım, toplumun duyarlılık bilincini,
yaratıcılığını, akılcı düşünme gücünü, doğal yeteneklerini ve
becerilerini geliştirmek için gereken gücü artırmaktadır.
Doğal afetlerin etkisini azaltmak, kayıpları en aza indirmek,
toplumun her ferdinin ve her kesimin kuşkusuz iyi bir eğitim alması ile
mümkün olacaktır. Bu uğurda halkın bilinçlendirilmesi, eğitimin tüm
öğelerinin seferber edilmesiyle gerekmektedir.
Afet Eğitimi;
• Örgün Eğitim Sistemi
• Yaygın Eğitim Sistemi
• Hizmet İçi Eğitim
• Meslek İçi Eğitim
• Halk Eğitimi
Sistemleri içinde bireylere kazandırılmalıdır.
KONUŞMA
TÜRKİYE'DE AFET YÖNETİMİ
Afet, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden
olan, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye
uğratarak, toplulukları olumsuz etkileyen doğal, teknolojik veya insan
kökenli olaylar olarak tanımlanmaktadır. Bir olayın afet olarak
adlandırılabilmesi için, insan toplulukları ve yerleşim yerleri üzerinde
kayıplar meydana getirmesi ve insan faaliyetlerini durdurarak ya da
kesintiye uğratarak bir ya da daha fazla yerleşim birimini etkilemesi
gerekmektedir. Bu tanımlamalardan da anlaşılabileceği gibi afet,
olayın kendisinden çok doğurduğu sonuçlar olarak görülmektedir. Bir
afetin büyüklüğü ise insanlar açısından neden olduğu can ve
ekonomik kayıplarla ölçülmektedir.
Başta depremler olmak üzere çeşitli afet türlerinin etkisinde
olan ülkemizde meydana gelen tabii veya teknolojik afetler özellikle
ekonomik açıdan büyük kayıplara yol açmaktadır. Bunlara yakın
143
zamanlarda meydana gelmiş örnekler 1992 Erzincan, 1995 Dinar
depremleri, 1995 Senirkent heyelanıdır ve 17 Ağustos 1999 Gölcük
depremi.
Marmara havzasında İstanbul’u etkisi altına alabilecek bir
büyük depremin ülkenin tamamını durma noktasına sürüklemesi
akılda tutulması gereken bir ihtimaldir. Böyle bir durumda resmi
kuruluşların da etkisinin yetersiz kalmaması beklenmelidir. Afet
zararlarının azaltılması inşa edilmiş insan çevresinin iyi planlama ve
teknik hizmetlerle afetlere dayanıklı hale getirilmesi ile mümkündür.
AFET TÜRLERİ
“Avrupa Atlantik Afet Müdahale Merkezi Yönergesi” ekinde ise
afet türleri aşağıdaki şekilde tasnif edilmiştir.
a- Doğal Afetler: Bu kapsamda deprem, dev dalgalar,
volkanik patlamalar, toprak kaymaları, tropikal siklonlar, sel, kuraklık,
çevre kirlenmesi, ormanların yok edilmesi, çölleşme, veba salgını gibi
afetler bulunmaktadır.
b- Teknolojik Afetler: Nükleer santral kazaları, kimyasal ve
endüstriyel kazalar, uçak kazaları, demiryolu afetleri, gemi kazaları,
terörizm ile ilgili eylemler bu sınıf içinde yer almaktadır. Teknolojik
afetler kendi başına tetiklenebileceği gibi tabii bir afet tarafından da
tetiklenebilir. Büyük oranda doğal afetlere maruz kalan ülkemizde,
doğal afetlere ilişkin sorumluluk kanunen İçişleri Bakanlığı ile
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na aittir.
İDEAL BİR AFET YÖNETİMİ
1- Afet Öncesi
2- Afet Esnası
3- Afet Sonrası, safhalarından oluşmalıdır.
AFET ÖNCESİ
Afet öncesi dönemde afet yönetimi, genel olarak, afet
zararlarını en aza indirebilmek amacıyla gerekli önlemleri almayı,
mümkün olan hallerde önlemeyi, mümkün olmayan durumlarda ise
acil kurtarma ve yardım çalışmalarının etkin bir biçimde yapılmasını
sağlamayı, afet zararlarının azaltılması çalışmalarını kalkınmanın her
aşamasına
yaymayı
ve
insanları
bu
konularda
eğitmeyi
amaçlamaktadır.
144
AFET ESNASINDA
Afet yönetiminin afet sırasındaki amaçları, mümkün olan en
fazla sayıdaki insanı kurtarmak, afetlerin doğurabileceği ek tehlike ve
risklerden insan canını ve malını korumak; afetten etkilenen
toplulukların hayati gereksinimlerini en kısa zamanda karşılamak ve
hayatın normale dönmesini sağlamaktır. Bu amaçların gerçekleşmesi,
afet öncesi yapılan plan ve hazırlık çalışmalarının, kurulacak teşkilatın
afet anında etkin bir biçimde harekete geçirilmesiyle mümkün
olabilmektedir.
AFET SONRASI
Afet sonrası dönemde afet yönetiminin amacı, afetin
doğurabileceği ekonomik ve sosyal kayıpların en düşük düzeyde
kalmasını veya etkilerin en kısa sürede düzeltilmesini ve afetten
etkilenen topluluklar için emniyetli ve gelişmiş yeni bir yaşam çevresi
oluşturulmasını sağlamaktır.
DEPREMLER
Deprem, yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer
değiştirmesi ya da yanardağların püskürme durumuna geçmesi
nedeniyle oluşan sarsıntılardır. Depremin olacağını önceden tespit
eden cihazlar veya yöntemler henüz bulunamamıştır. Bu nedenle,
depremle içi içe yaşayan ülkeler depremin yaratacağı olumsuz etkilere
karşı hazırlıklı olmak zorundadır. Ülkemiz topraklarının %92'sinin
deprem riski taşıdığı, nüfusumuzun da %95'inin bu bölgeler üzerinde
yaşadığı bilinmektedir.
DEPREM ÖNCESİ ALINACAK TEDBİRLER
I-BİNA İÇİ ALINACAK TEDBİRLER
1) Yerleşim bölgelerini titizlikle belirlemeliyiz. Evimizi gevşek
toprağa sahip meyilli yerlere yapmamalıyız.
2) Yapıları deprem etkilerine karşı dayanıklı yapmalıyız
3) Çok kar yağan ve çığ gelen yamaçlarda bina yapılmamalıdır.
4) Mevcut binaların dayanıklılıklarını arttırmalıyız.
5) Sigorta sistemine dâhil olmalıyız. V.b.
145
II. BİNA DIŞINDA ALINABİLECEK TEDBİRLER
1- Enerji hatlarından, diğer binalardan ve duvar diplerinden
uzaklaşmalıyız. Açık arazide çömelerek etraftan gelen tehlikelere karşı
hazırlıklı olmalıyız.
2- Deniz kıyısından uzaklaşmalıyız.
3- Toprak kayması, taş veya kaya düşebilecek yamaç
altlarında bulunmamalıyız. Böyle bir ortamda isek en seri şekilde
güvenli bir ortama geçmeliyiz.
4- Binalardan düşebilecek baca, cam kırıkları ve sıvalara karşı
tedbirli olmalıyız.
DEPREMDEN SONRA ALINACAK TEDBİRLER
1- Kesinlikle panik yapmamalıyız.
2- Sarsıntı kesilince önceden hazırladığımız afet çantası ile acil
ihtiyaç duyulacak diğer malzemeleri (giysi, battaniye, su ve gıda gibi)
yanımıza alarak derhal bulunduğumuz yeri önceden belirlediğimiz
yollardan terk etmeli ve toplanma yerine gitmeliyiz.
3- Yıkılan binalarda yardıma ihtiyacı olanlara kurtarma, İlk
yardım ve enkaz kaldırma çalışmalarında yardımcı olmalıyız.
4- İkinci sarsıntı ihtimaline karşı tedbirli olmalıyız.
5- Telefon hatlarını meşgul etmemeliyiz.
6- Yollarda
engellememeliyiz.
hasta
ve
yaralı
nakli
yapılacağı
için
trafiği
7- Deprem hakkında söylenti ve dedikodulara inanmamalıyız.
8- Aile içinde birbirimizle dayanışma halinde
Özellikle çocukları olayın etkisinden uzaklaştırmalıyız.
146
olmalıyız.
DÜNYA FELSEFE GÜNÜ
(20 Kasım)
AÇIKLAMA
Artık felsefenin de bir "günü" var. Her yıl Kasım ayının üçüncü
Perşembe günü, Dünya Felsefe Günü olarak kutlanmaktadır. Bu
konudaki önerinin, Türkiye Felsefe Kurumu tarafından getirildiğini ve
UNESCO tarafından kabul edildiğini hatırlatmak yerinde olur.
1946 yılında resmen yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Kurumu (United Nations Educational, Scientific and
Cultural Organization:UNESCO), savaş ve çatışmaların ilk çıkış yerinin
insan zihni olduğunu belirtir. Dünyamızdaki olumsuz gelişmelerin önce
zihinlerde başlaması nedeniyle, UNESCO'nun birtakım ilkeleri
yaygınlaştırmayı amaçladığını görüyoruz. UNESCO Eski Genel
Direktörü Federico Mayor, 17 Aralık 1996'da ''UNESCO için Felsefi
Ufuklar'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada, UNESCO'nun özel
olduğunu, çünkü kuruluşundan beri hep felsefe eğitiminin önemini
bildiğini vurgulayarak şunları dile getirmektedir:
''İleri teknoloji ile aç çocukların hâlâ yan yana bulunduğu,
sürekli olarak yeni ve çok defa önceden kestirilemeyen ilerlemelere
tanıklık ettiğimiz bir dünyada, kişisel özerkliğe, düşünce özgürlüğüne
ve etik yargıda bulunmaya gitgide daha çok önem vermeliyiz. İşte bu
bakımdan felsefe eğitimi açıkça yirmi birinci yüzyılın anahtarlarından
biridir.''
UNESCO, felsefî bilinci yaygınlaştırmak amacıyla 18 Kasım
gününü Dünya Felsefe Günü olarak ilân etmiştir. Gün dolayısıyla,
ülkemizde bazı üniversiteler ve liseler etkinlikler düzenlemektedir.
Son derece memnunluk verici bu etkinliklerin gitgide çoğalması ve
felsefenin öneminin daha fazla anlaşılır olması günümüzde daha da
çok önem kazanmıştır.
Dünya Felsefe Günü nedeniyle, felsefenin ve felsefi düşüncenin
gündeme gelmesi önemlidir. Çünkü gerek dünyada gerekse ülkemizde
felsefeye duyulan gereksinimin arttığını görebiliriz. İnsanlığın karşı
karşıya bulunduğu problemler kadar, ülkemizin kendine özgü
problemleri de, olaylara felsefenin ışığında bakmayı gerekli
kılmaktadır. Ama bütün bunlardan önce, kişinin kendi yaşamını
anlamlandırması için felsefe gereklidir. Felsefe hayatımızı anlamlı kılan
en önemli etkinliklerin başında gelir. Kişiyi ezbere yaşamaktan ancak
felsefe kurtarabilir. Felsefi bakış açısının yardımıyla, ezbere yaşama
durumundan sıyrılmaya başlayan insan, bu dünyada insanca
yaşamanın olanaklarını aramaya ve gerçekleştirmeye de yönelecektir.
147
Savaşların, çatışmaların bitmek bilmediği ve savaş tacirlerinin
her türlü yolu ve yöntemi kullanmaktan çekinmedikleri günümüz
dünyasında, barış, özgürlük, insan hakları, insan onuru, insanın
değeri, eşitlik, adalet vb. kavramların ve değerlerin savunulmasında
ve insan eylemlerinin ilkelerini ve ereklerini oluşturmasında, felsefenin
temellendiriciliği ve aydınlatıcılığı büyük önem taşımaktadır.
Günümüzün sorunları karşısında, bilim insanları ve sanatçılar kadar
felsefecilerin/filozofların sorumlulukları da büyümektedir. Çünkü bu
dünyanın daha iyi, daha insancıl bir dünyaya dönüştürülmesinde ve
uygarlık maskesiyle gizlenmeye çalışılan modern barbarlıklara
başkaldırmada felsefenin işlevi yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Unutulmamalıdır ki, felsefe insanlık ve uygarlık tarihinde önemli bir
tarihsel güçtür.
Dünya sorunlarına felsefe ile yaklaşılmasının ihtiyacı her geçen
gün artmaktadır. Türkiye Felsefe Kurumu'nun 7–10 Temmuz 1986
tarihlerinde Ankara'da düzenlediği ''Dünya Problemleri Karşısında
Felsefe Uluslararası Semineri'' ve 10–17 Ağustos 2003 tarihlerinde
yine Türkiye Felsefe Kurumu'nun öncülüğünde gerçekleştirilen
21.Dünya Felsefe Kongresi felsefenin dünya için önemini göstermiştir.
''Dünya Problemleri Karşısında Felsefe Uluslararası Semineri'',
Türkiye Felsefe Kurumu yayınlarından 1988 yılında yayımlanmıştır.
Kitaplaştırılan bu seminerde yer alan yazılar ve başlıkları şunlardır:

Evandro Agazzi ''Bilimde ve Teknolojide Etik Sorunlar''

Elisabetta Soricelli ''Çağdaş Toplumda Tıplaşmanın Aşırılığı''
 Bedia Akarsu ''İnsan Açısından Teknolojik Gelişmeler ve
Evrensel Kültür'',

H.Odera Oruka ''Günümüzde Felsefe ve İnsanlık''
 İoanna Kuçuradi
Problemleri''
''İnsan
Hakları
Açısından
Dünya
 Alassanne Ndaw ''Irk Ayırımı Ya da İnsan Haklarının
Yadsınışı''

J.P.Atreya ''Temel İnsan Hakları ve Barış''
 Andre Mercier
Koşulları'',
''Barışın
Hüküm
Sürmesinin
Felsefi
 Türkkaya Ataöv ''Birkaç Söz'', Mümtaz Soysal ''Bugünkü
Dünyada Bağımsızlık Sorunu''
H.Odera Oruka yazısında, insan varoluşunu tehdit eden
sorunlar olarak ''nükleer tehdit'', ''dünya düzeyindeki açlık
tehlikesi''nden söz etmekte ve demokrasinin uygulanmasında
felsefenin rolünü tartışmaktadır. Kuçuradi ise, yaygın devlet
148
anlayışının, bugün mevcut adaletsizlik arasında nasıl bir ilgi
oluşturduğuna değinir. Ndaw, ırk ayırımının insan haklarının yadsınışı
anlamına geldiğini düşünür.
Dünya Felsefe Günü, dünya sorunlarına felsefe ile bakma
bilincinin yaygınlaştırılmasında önemli bir işlev oluşturacaktır. Böyle
bir
günün
saptanmasında,
Uluslararası
Felsefe
Kurumları
Federasyonu'nun çok değerli çabaları olmuştur. Türkiye Felsefe
Kurumu sözü edilen federasyonun aktif bir üyesidir. Dolayısıyla
Kurum sivil toplum kuruluşu olarak, gerek ülkemizde gerekse
dünyada felsefe ve insan haklarının bilincinin yaygınlaştırılmasında
önemli sorumluluklar üstlenmiştir.
Dünya Felsefe Günü nedeniyle, felsefenin gündeme gelmesi
pek çok bakımdan yararlı olacaktır. Bu vesileyle sayısız etkinlikler
yapılabilir.
Söyleşiler,
konferanslar,
paneller
vb.
yoluyla
felsefecilerimiz, felsefeye ilgi duyan kişilerle bir araya gelerek, felsefe
sevgisinin ve ilgisinin güçlenmesine katkıda bulunabilirler. "Her Okula
Bir Felsefeci" giderek konuşabilir, felsefeye ilişkin soruları yanıtlayıp,
yakındığımız bazı önyargıların değişmesine katkıda bulunabilir.
Felsefecilerin yalnızca yazılarıyla ve kitaplarıyla değil, konuşmaları ve
eylemleriyle de insanların karşısına çıkmaları gereklidir.
2002 yılında başlayan Dünya Felsefe Günü etkinliğinin, daha
geniş boyutlar kazanarak sürmesi yararlı olacaktır. Belki Milli Eğitim
Bakanlığı ve Türkiye Felsefe Kurumu işbirliği ile bundan sonra Kasım
ayının üçüncü haftası Felsefe Haftası olarak kutlanabilir. Okullarımızda
kurulan, sayıları ve etkinlikleri her geçen gün çoğalan felsefe kulüpleri
ve kolları, eğitim kurumlarında da felsefeye yönelik ilginin ve
gereksinimin göstergesidir.
149
ÖĞRETMENLER GÜNÜ
(24 Kasım)
AÇIKLAMA
Ailemizden sonra ilk düzenli eğitimi okullarda alırız. Okullardaki
düzenli eğitim ve öğretimle yetişir, insan oluruz. Bize okumayı,
yazmayı, düşünmeyi, iyiyi ve güzeli öğretenler öğretmenlerimizdir.
Öğretmenler, Öğrencilerini millete yararlı insanlar olarak
yetiştirmeye gayret ederler. Çok zor ve kutsal bir görevi
üstlenmişlerdir. Onlara duyduğumuz sevgi ve saygı sonsuzdur. Yurdumuzun hızlı kalkınması, ileri gitmesi için çalışıp çabalayan
öğretmenlerimize gereken önemi vermemiz gerekir. Bu amaçla
1981'den itibaren, 24 Kasım günü Öğretmenler Günü olarak ilân
edildi.
24
Kasım,
Atatürk'ün
Millet
Mektepleri
(okulları)
Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. O gün, Büyük Atatürk, kara
tahta başında milletine ders vermiş, “Başöğretmenlik” yapmıştı.
Öğretmenler günü için 24 Kasım bu amaçla seçilmiştir.
Ulu Önder Atatürk; milleti aydınlatacak, yurdu çağdaş uygarlık
düzeyine çıkaracak kişilerin başında öğretmenleri görüyordu. 'Milleti
kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir" sözünü de bu düşünceyle
söylemiştir. Milletimizden, öğretmenlere değer verilmesini, saygı
gösterilmesini istemiştir. Aynı şekilde Hazreti Ali de, "Bana bir harf
öğretenin kölesi olurum" diyerek, bilginin ve öğretmenin önemini
işaret etmiştir.
Öğretmenlerin topluma yaptığı hizmet çok büyüktür. Onların
bize verdiği emekleri hiçbir şekilde ödeyemeyiz. İyi, yararlı, yaratıcı
insanlar olmamız için ömrünü veren Öğretmenlerimizi anne babamız
gibi sever ve sayarız. Daha çok çalışarak onların verdiği emeği boşa
çıkarmayız. Millet olarak da öğretmenlerimize sahip çıkmalıyız.
Onların içinde bulunduğu şartlar ne kadar iyi olursa, o kadar başarılı
olurlar. Bundan hem yurdumuz hem milletimiz yarar görür.
24 Kasım'da Öğretmenler Gününü bu düşüncelerin ışığında
kutlarız. Cehaletle savaşan, bizi eğiten, topluma yol gösteren
öğretmenlerimizi sevip saydığımızı, değer verdiğimizi gösteririz.
KONUŞMA
BAŞÖĞRETMEN
Kurtuluş Savaşı zaferle sona ermiş, vatan ve millet
kurtulmuştu. Bazıları sanıyordu ki, Atatürk'ün önderlik rolü artık
150
bitmişti. Hâlbuki O'nun kalbinde Türk milletinin yüzyıllardan beri şifa
bulmayan yaraları kanıyordu.
Atatürk en büyük derdin, halkın cahilliği olduğunu görüyordu.
Onun kafasını aydınlatınca hızla yükseleceğini biliyordu.
O sırada arkadaşlarından biri sordu:
— İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz?
— Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olarak millî kültürü
yükseltmeye çalışmak en büyük isteğimdir.
Maarif Vekili olmadı, Cumhurbaşkanı
inkılâplar gibi Maarif inkılâbı da onun eseridir.
oldu.
Fakat
bütün
Atatürk, 1927de kararını verdi. 1928 kış ayları hazırlıkla geçti.
9 Ağustos 1928'de İstanbul'da Sarayburnu'nda halkla konuştu ve
kararını bildirdi. Latin harfleri kabul edildi.
Savaşta başkumandanlık eden Atatürk, "Başöğretmen" oldu.
Seyahat ettiği yerlerde halkı imtihan etti ve dersler verdi.
N. Ahmet BANOĞLU
OKUMA
ONA VERİNİZ
Fatih Sultan Mehmet beyaz atına binmiş, ordusunun önünde
yirmi iki yaşında İstanbul’a ilk defa giriyor. İki yanında onu yetiştiren
hocalarından Akşemsettin, Molla Hüsrev, Molla Güranî. Şehir halkı da
yol boyunca dizilmiş, heyecanla Türk ordusunu karşılıyor.
Bu arada halkın arasından birçok kimse ve Bizanslı kızlar
ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için ileri atılıyor. Hepsi
de Akşemsettin'i aksakalıyla, ağır duruşuyla padişah sanıp çiçekleri
ona sunmaya çalışıyorlar.
Akşemsettin, atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:
— Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz, demek istiyor.
Kızlar da ona doğru koşuyorlar. Fatih bu çiçekleri almayıp
Akşemsettin’e verilmesini İsteyerek şöyle diyor:
— Evet, Sultan Mehmet benim. Ama o benim hocamdır. Gidiniz
çiçekleri ona veriniz."
Feridun Fazıl TÜLBENTÇİ
151
ÖĞRETMEN ANDI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA'SINA, ATATÜRK İNKILÂP VE
İLKELERİNE, ANAYASADA İFADESİNİ BULAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE
SADAKATLA
BAĞLI
KALACAĞIMA;
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
KANUNLARINI TARAFSIZLIK VE EŞİTLİK İLKELERİNE BAĞLI OLARAK
UYGULAYACAĞIMA, TÜRK MİLLETİNİN MİLLÎ, AHLAKÎ, İNSANÎ,
MANEVÎ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİNİ BENİMSEYİP, KORUYUP
BUNLARI GELİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞACAĞIMA; İNSAN HAKLARINA VE
ANAYASANIN TEMEL İLKELERİNE DAYANAN MİLLÎ, DEMOKRATİK,
LÂİK SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE
KARŞI GÖREV VE SORUMLULUKLARIMI BİLEREK BUNLARI DAVRANIŞ
HALİNDE GÖSTERECEĞİME; BÜTÜN GÖREVLERİMİ TÜRK MİLLÎ
EĞİTİMİNİN AMAÇ VE TEMEL İLKELERİNE UYGUN OLARAK
YAPACAĞIMA, ÖĞRENCİLERİMİ BU DOĞRULTUDA YETİŞTİRECEĞİME
NAMUSUM VE ŞEREFİM ÜZERİNE AND İÇERİM.
ŞİİRLER
ÖĞRETMENİM, ÖĞRETMENİM
Öğretmenim uçur beni
Sevgi dolu bir adaya.
Öğretmenim kavuştur beni
Özlediğim dünyaya.
Öğretmenim göster bana
Hiç batmayan güneşi
Çocuklar ki altın kalpli!
Öğretmenim söyle bana
Mutluluğun şarkısını.
Öğretmenim götür beni
Kardeşliğin masalına...
Öğretmenim, öğretmenim
Ne olur bensiz gitmeyin!
Fatma GÜNEY
152
ÖĞRETMENLER
Ben, öğretmen Mehmet,
Sen, öğretmen Ahmet,
O, öğretmen Cevdet...
Bizden sorulur, yalnız bizden
Bu memleket.
Türklüğü,
Özgürlüğü,
Varlığı,
Uygarlığı,
Kutluluğu,
Mutluluğu
Öğreten
Öğretmen
Mehmetler,
Ahmetler,
Cevdetleriz.
Herkes yerinde sayarken
Biz ilerleriz.
Barışta, savaşta...
Ta başta.
İkinci Mehmet'i yetiştiren,
Bin dört yüz elli üçten çok önce
Bizans'a giren
Biziz.
Atatürk'ü yetiştiren de
Biz.
Bu yurt bizden sorulur.
Daha pek çok Fatihler,
Atatürkler yetiştiririz.
M. Necati ÖNGAY
SÖZ
Sakın ha çocuğum,
Bir harf için
Kimsenin kölesi olma!
Işıksız,
Sevgisiz kalma.
Gel,
Kimse sevmiyorsa seni,
Ben seveceğim.
Yirmi dokuz harfle sana
Dünyayı öğreteceğim.
Aziz SİVASLIOĞLU
153
ÖĞRETMENİM
Bilgiden kanatlıdır,
Mutlu bir sanatlıdır,
Sevgi dolu kalplidir,
Benim öğretmenim.
Biricik kalplerimizin,
Yüce okulumuzun,
Sevinçli günlerimizin,
Neşesi öğretmenim.
Kapkaranlık dünyamızın,
Görgü bilgi kaynağımızın
Güneşi, ayı, yıldızısın,
Güler yüzlü öğretmenim.
Turgut YILMAZ
BAŞÖĞRETMENİM
Atatürk benim
Başöğretmenim.
Ne öğrendimse
O'ndan öğrendim.
Baktım ki asker,
Ben de askerim,
Kars'ta Kore'de
Nöbet beklerim...
Baktım kürsüde,
Nutuk söylüyor,
O'nun sesini,
Dünya dinliyor.
Ne heyecanlı
Ne heybetli O,
Türk tarihinde
En kudretli O,
Tarih okudum,
Baktım başta O,
Her iyi işte,
Her savaşta O.
Çocuk kalbimle,
İlk O'nu sevdim.
Atatürk benim,
Başöğretmenim...
Tarık ORHAN
154
BİR SEVGİDİR ÖĞRETMENİM
Bana sevgiyi
Bana saygıyı
Bana dostluğu
Sen öğrettin
Öğretmenim...
Alfabeyi öğrettin
a... b... c...
Matematik öğrettin
Bir... İki... Üç... Dört
Sevmeyi öğrettin
Çiçekleri...
Ağaçları...
İnsanları...
Kuşları...
Ver elini öpeyim öğretmenim
Türk
Öğün...
Çalış...
Güven diyordu Atatürk
Sen de yaşattın bunu bizlere
Sen çok yaşa öğretmenim
Hastayken bile
Verirdin sevgini bizlere
Yaşıyorduk sevginle
Kalbimizde...
Seni seviyorum öğretmenim
Bu sevgi bizlere
Vatanımızı sevdirdi
Ay yıldızlı al bayrağımızı
Sevdirdi
Hayatı sevdirdi
Yaşayan bir sevgidir öğretmenim
Mahmut TEKİN
ÖĞRETMENİM
Dün karşı kaldırımda gördüm sizi
Heyecanlandım.
Ömrümün altın çağı, çocukluk yıllarımı
Hayale daldım.
Elife 'oku' derdiniz hep 'oku'
'Işığı bulana kadar.
Nasıl okusundu zavallı.
Dağ bayır dolaşır gün boyu
Peşinde çocuklar, önünde davar.
155
Ali de doktor olacaktı hani
Hastalara şifa için.
Berduş oldu, serseri oldu
Varsa içki, yoksa kumar
Kimse bilmiyor niçin?
Leyla, okulu bıraktı.
Murat Orta'dan döndü.
Sevgi Kızı bilirsin öğretmenim
Ümit dolu gözleri erkenden söndü.
Kırk üç Hüseyin evlendi öğretmenim
Karısı Haylaz Sebahat,
Hüseyin Alamanda, Şehirde dükkanı var,
Sebahat’mış köyde en rahat.
Dün karşı kaldırımda gördüm sizi
Kaçtım, oralarda duramadım.
Bahtımı yüzümden okur diye
Elinizi öpmeye varamadım.
Şadi YILMAZ
SENDEN ÖĞRENDİM ÖĞRETMENİM
Okumayı yazmayı,
Toplamayı, çıkarmayı,
Bölmeyi çarpmayı,
Dinimi, coğrafyayı,
Senden öğrendim öğretmenim.
Gülmeyi ağlamayı,
Çok çalışıp kazanmayı,
Hayatımı planlamayı,
Kazanıp paylaşmayı,
Senden öğrendim öğretmenim.
Doğru dürüst olmayı,
Bu vatanı, korumayı,
Dalgalanan, şanlı bayrağı,
El üstünde tutmayı,
Senden öğrendim öğretmenim.
Ben seni, bir anne bildim,
İnan, annemden çok, seni sevdim,
Beni, bu seviyeye, sen getirdin,
Benim, canım öğretmenim,
Müsaade edersen, ellerinden öpeyim.
Cengiz YAZICI
156
ÖĞRETMENLERİM
— Teröre kurban verdiğimiz Şehit
Öğretmenlerimizin aziz ruhlarına ve Yurt
bahçemize sevgi tohumları eken tüm
öğretmenlere.
Bilgisizdim kara cahil çökerken,
Batmaktan kurtardı öğretmenlerim.
Gaflet uykusunu ruha çekerken,
Yatmaktan kurtardı öğretmenlerim.
Ana oldu şefkat kanadın gerdi,
İlim verdi, irfan verdi, yön verdi.
Kurumuş gülleri yeşertip derdi,
Atmaktan kurtardı öğretmenlerim.
Atalar yolunu, ilkelerini,
Bizlere öğretti törelerini,
Sapık fikirlerin fitnelerini,
Tatmaktan kurtardı öğretmenlerim.
Onlardan öğrendik hayatı, canı,
Sevdirdiler bize cennet vatanı,
Doğru söze riya ile yalanı,
Katmaktan kurtardı öğretmenlerim..
Ali Şeyh Özdemir
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
Köy öğretmeni Şefik Sinik’in son sözleri: ‘Bana çiçek getirin,
dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.’
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin... Ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
157
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağ’ına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslar’da eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yasamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
158
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Ceyhun Atıf KANSU
SEVGİLİ ÖĞRETMENİM
Neler öğrettin bana,
Sevgili öğretmenim.
Ne yapsam azdır sana,
Sevgili öğretmenim.
A, B, C’yle başlattın,
Hayatıma renk kattın,
Dünyamı aydınlattın,
Sevgili öğretmenim.
Dün Zühal’din, İnci’ydin,
Bugün Ebru’dur ismin,
Bana bir dünya verdin,
Sevgili öğretmenim.
Günaydın diyen sesin,
Sımsıcaktır nefesin,
Destansın, efsanesin,
Sevgili öğretmenim.
Halil İbrahim GÜNCAN
159
GÜZEL SÖZLER
160

Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir.

Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.
(M.K. ATATÜRK)

Öğretmen, ödülünü yıllar geçtikten sonra alır.

Öğrencisini etkilemeden öğretmeye kalkanlar, soğuk demiri
boş yere döverler.
(Horace Mann)

Öğretmenler, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür nesiller ister.
(M.K. ATATÜRK)

Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.

Öğretmenler toplumumuzun en fedakâr unsurlarıdır.

Eğitim sevgiyle başlar.

Öğretmenler,
Ordularımızın
kazandığı
zafer,
sizin
ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek
zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka
başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün
arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin karşılaştığınız
engelleri kıracağız.
(M.K. ATATÜRK)
(Hz. Ali)
DÜNYA AİDS GÜNÜ
(1 Aralık)
AÇIKLAMA
1 Aralık Dünya AIDS günü ve izleyen günler hastalığın işlendiği
bir hafta olarak anılıyor. Dünya için giderek önemli bir tehlikeye
dönüşen ve 22. Yüzyılla birlikte Afrika başta olmak üzere geri kalmış
ülkelerde ortalama yaşam süresinin 30'un altına düşebilme
beklentisinden olsa gerek ülkemizde de konu ilk kez ciddiyetle ele
alındı.
Tarih boyunca her yüzyılın kendine has bir salgına tanıklık
ettiğini görüyoruz. Christopher Colombus Amerika'dan döndükten
hemen sonra Fransız ordusu Napoli'yi işgal edince şehir bir salgına
yakalanmıştı. Fransızlar buna Napoliten Hastalığı, İtalyanlar ise
Fransız Hastalığı adını vermişlerdi. Aynı yıllarda benzer bir salgın
Kuzey Hindistan'da da görülmüş, bu kez Müslümanlar Hinduları,
Hindular da Müslümanları suçlamaya başlamışlardı. Ama çok kişi
Frenginin Avrupa'ya Colombus'un gemileriyle ulaştığını söylüyordu.
Frengiye yakalananlar tarih boyunca lanetlendiler. Ne de olsa cinsel
ilişki ile bulaşan bir hastalıktı. Etken olan mikrobun belirlenmesi için
20. Yüzyıl beklenecekti.
18. yüzyılda beliren Tüberküloz, tamamen aşağı sınıfın
hastalığı olarak bilindi. 19. yüzyılda Yahudilerin bu hastalığa genetik
olarak dirençli olduğu iddia ediliyordu. Yine o yıllarda ortaya çıkan Gut
Hastalığı ise yüksek sınıfın bir rahatsızlığıydı. Kolera ise Asya'nın
Avrupa'nın başına bela ettiği bir hastalıktı. Tamamen geri kalmış
toplumlarda görülüyordu.
20. yüzyıl başlarında beliren Kanser ise sigara ile
oluşmaktaydı. Dolayısıyla sigara içenler toplum için birer hastalık
kaynağıydı. Hitler Kanserin Ari ırkı zedelemek için özellikle
oluşturulmuş bir hastalık olduğunu bile iddia etti.
1980'lerde ortaya AIDS çıktı. Önceleri bir çeşit homoseksüel
hastalığı olarak biliniyordu. Kökeni Afrikalılar veya Haitililerdi. Allah'ın
günahkârlara verdiği bir ceza olmalıydı. Ama hastalık Amerika ve
Avrupalıların da başına bela olunca işin rengi değişti. Yine dünyayı
kurtarma görevi onlara düştü. Dünya Sağlık Örgütü AIDS için seferber
edildi ve Ocak 1999'da 'Hangi ülkeden gelmiş olursa olsun HIV/AIDS
ile yaşayan insan sınır dışı edilemez, aşağılayıcı muamele ya da
ayrımcılık uygulanamaz' diye bildirge bile yayınladı. 2002 Raporunda
ise her gün 6000 yeni gencin bu hastalığa yakalandığı ve bu yıl
toplam 68 milyon yeni hasta beklendiği belirtildi. Halen dünyada 40
milyon kişinin HIV (+) olduğu ve %95inin gelişmekte olan ülkelerden
kaynaklandığı tahmin ediliyor.
161
İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ
HAFTASI
( 1 Aralık ile başlayan hafta )
AÇIKLAMA
İnsanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan
sevgi, saygı, dostluk duygularını geliştirmek, insanın insan olmak
haysiyeti ile sahip olması gereken hakların hepsine “ İnsan Hakları”
denir.
İnsan hakları, kişiyi kendi özüyle yaşatacak kurallardır. İnsanın
insana hükmetmesi, onu ezmesi insan onuruna yakışmayan ve kabul
edilemeyecek bir davranıştır. Bu tür ayırımların yapıldığı toplumlarda
kavga, çatışma, isyan eksik olmamıştır. İnsanlar arasında hak, eşitlik,
adalet, özgürlük düşüncesi yaygınlaştıkça bu konuyla ilgili
mücadeleler de artmıştır.
İnsanlara insan oldukları için sahip olmaları gereken bir takım
hakların bulunduğu fikri ilk kez İngiltere’den ortaya atıldı.19. Yüzyılda
Amerika ve diğer birçok ülkelere yayılan bu fikir akımından sonra
1789 Fransız İhtilali Avrupa’da insan haklarının kabul edilmesini ve
uygulanmasını sağlamıştır.
Amerikan Cumhurbaşkanı Roosvelt ile İngiliz Başkanı Churcill
tarafından imzalanıp duyurulan Atlantik Beyannamesinde insan
hakları genişletildi. Bu beyannamede insanlara millet, inanç, ırk
ayırımı gözetmeksizin herkes için eşit haklar konmuş ve yasaların
korumasına verilmiştir.
24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün öncelikle
amacı dünyada barışı ve güvenliği sağlamaktı. 10 Aralık 1948
tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütü “İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi”ni kabul ve ilan etti
İnsan Hakları Beyannamesi 30 maddeden oluşmuştur. Bu
beyanname insana değer veren, özgürlük, eşitlik tanıyan duyurudur.
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ
Her yıl 10 Aralık gününü de içine alan hafta “İnsan Hakları
Haftası” olarak kutlanır. Hafta süresince kişi hakları belirtilir, insanca
yaşamanın önemi anlatılır. İnsan sevgisinin herkese aşılanması
sağlanır. İnsan haklarına saygı göstermeyen kişi ve milletler asla
barışı sağlayamazlar.
162
●
Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan
sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.
●
Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir
ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklardan ve
özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir.
●
Yaşamak, özgürlük ve can güvenliği herkesin hakkıdır.
●
Hiç kimseye işkence, zulüm, onur kırıcı ceza ya da işlem
uygulanamaz.
●
Yasalar önünde herkes eşittir.
●
Hiç
kimse
yasalara
aykırı
alıkonulamaz, sürülemez.
●
Herkes davasının
hakkına sahiptir.
●
Herkesin özel hayatı, ailesi, konutu
yasayla korunmalıdır.
●
Evlilik çağına gelen her erkek ve kadın, hiçbir ırk, renk, din
şartına bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına
sahiptir; aile, toplumun temel öğesidir.
●
Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.
●
Herkes mal ve mülk edinme hakkına sahiptir.
●
Herkesin düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü vardır.
●
Herkesin çalışma, işini
kurtulma hakkı vardır.
●
Herkesin eğitim hakkı vardır, ilk eğitim parasızdır.
●
Kölelik ve kulluk yasaktır.
●
Herkes nerede olursa olsun yasalar çerçevesinde korunur.
●
Bütün insanlar Anayasaya uygun olarak yargı organına
başvurma hakkına sahiptir.
●
Bir suç işlemekten sanık olan herkese, savunması için
gerekli bütün haklar sağlanmaktadır.
●
Herkes dilediği devletin ülkesinde gezebilir, dilediği an terk
edebilir veya ülkesine geri dönebilir.
●
Her insan bir vatandaşlığa sahiptir.
●
Her insanın düşünce, inanç ve din özgürlüğü vardır.
●
Hiç kimse
tutulamaz.
bağımsız
düşünce
ve
olarak
tutuklanamaz,
bir mahkemede
özgürce
ve haberleşmesi
seçme
sözlerinden
görülmesi
ve
dolayı
işsizlikten
sorumlu
163
●
Herkes toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Hiç
kimse bir derneğe girmek için zorlanamaz.
●
Herkes doğrudan doğruya veya özgürce seçtiği temsilcilerle
ülke yönetimine katılır.
●
Kişinin sosyal güvenliğe kavuşturulması, uluslar arası
işbirliği ya da devletin kaynaklarına uygun olarak
gerçekleştirilir.
●
Herkes dinleme, eğlenme, çalıştıktan sonra ücretli tatil
yapma hakkına sahiptir.
●
Herkes güzel sanatların her dalında çalışmak ve bu
çalışmalara katılmak hakkına sahiptir.
●
Bütün insanlar bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerin
uygulanmasını sağlayacak bir sosyal düzeni hak etmiştir.
●
Herkes bu bildirideki
olduğunu kabul eder.
●
Bu bildirinin hiç bir maddesinin, devlet, toplum ya da kişiler
tarafından yok edilmesi için çalışma yapılamaz.
maddelere
uyulmasının
ŞİİRLER
BİZ DÜNYA ÇOCUKLARI
Bizler çiçekleriyiz
Umudun ve sevincin,
Habercileriyiz biz,
Gelen mutlu günlerin
Biz hepimiz kardeşiz.
Hep dünya çocukları,
Yaşanası dünyayı.
Kuracağız birlikte
Her ülkeden, her ırktan,
Biz dünya çocukları,
Verelim hep el ele
Dünyanın her yerinde
Haydi, çocuklar gelin bizimle,
Yürüyelim biz yarına,
Haydi, çocuklar gelin bizimle,
Mutluluğa ve barışa.
Gülsüm AKYÜZ
164
gerekli
İNSAN HAKLARI
İnsanlığa önem verip,
Bu bildiride yayınlandı.
Bütün insanlık sevinip,
Derin uykudan uyandı.
O evrensel bildiride,
“İnsan Hakları” var, dinle,
Bildiriyi okuyalım,
Arkadaşım gel seninle.
“Tüm insanlar hür doğarlar,
Dil, din, ırk, renk bakımından,
Ayrı bile bulunsalar,
Kaybetmezler haklarından.”
“Köleliği” çirkin bulur,
“Özgür” olmayı savunur.
İnsanları sevdiğine,
Bütün dünyaya duyurur.
Çarptırılmaz hiçbir kimse,
İnsanlık dışı cezaya
Karışamaz hiçbir kuvvet,
Ne almaya, ne satmaya.
Hasan ŞEN
İYİLİK
İyi şeyler düşünüyorum dostlar
Sizin için iyi şeyler.
İnsan insanı sevmez de bu dünyada
Başka neyler?
Bahar içinde bahar,
Sonra sevince döner kaygı
Üstünde yaşadığım toprak kadar
Dostlarım, size de saygı.
Sayılır odama bir uyku bitimi
Güvercin kanatlı iyilik
Gün ışığı böldü bütün derdimi
Işığın içindeki geniş mavilik
Recep BİLGİNER
165
GÜZEL SÖZLER
166
●
İnsan köle doğmaz, köle yapılır.
●
Gerçek olan tek yarış! İnsanlık yarışı.
●
En büyük sevgi, insanlık sevgisidir.
●
İnsan, insanın efendisi olamaz.
●
Ancak kendi kendini yönetebilen insanlar hürdür.
●
Bütün insanlar özgür ve eşit doğarlar.
●
Millî kinlerin üstünde, insana duyulan kin vardır.
●
Özgürlüğünden
vazgeçen
kimse,
görevlerinden vazgeçmiş demektir.
●
İnsan sevgisi kadar büyük sevgi olamaz.
●
Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.
●
Kişisel hürriyetler kutsaldır.
●
İnsanlık muhabbeti vardır.
insanlık
hak
ve
TUTUM YATIRIM VE TÜRK MALLARI
HAFTASI
(12–18 Aralık günleri)
AÇIKLAMA
Tutum; parada, malda, zamanda gereksiz harcamadan
kaçınmak demektir. Yatırım ise biriktirdiğimiz parayı gelir getirecek
şekilde değerlendirmektir
Tutumlu insanlar, paralarını, mallarını gereksiz yere harcayıp,
israf etmezler. İhtiyaçlarını zamanında ve ucuzken alırlar. Yeteri kadar
alırlar. Yurdumuzda her gün birçok yiyecek (ekmek, meyve, sebze)
çöpe atılmaktadır. Bu yiyeceklerin ne zor şartlarda, nice emekle
üretildiğini hepimiz biliyoruz. Öyleyse insanların bunları niye ziyan
ettiklerini, yeteri kadar almadıklarını sormamız gerekiyor. Hiç kimse,
"Para da benim, mal da benim; islediğim gibi kullanırım," diyemez.
Yurt ekonomisine zarar veremez. Böyle insanlar, müsrif davranarak
kendi paralarını da çöpe atmaktadırlar. Oysa tutumlu insanlar, ne
paralarını, ne de mallarını çarçur ederler. Biriktirdikleri parayı
bankaya yatırırlar veya gelir getirecek başka işler yaparlar. Böylece
zor günlerde sıkıntı çekmezler.
İnsan, zamanda da tutumlu olmalıdır. Boş zamanlarını yaralı
işler yaparak değerlendirmelidir. "Vakit nakittir" atasözü, zamanın
para gibi değerli olduğunu anlatmaktadır.
Evimizde birçok şeye ihtiyaç duyarız. Bu ihtiyaçlar için para
harcarken de dikkatli olmalıyız. Nasıl mı?.. Para harcadığımız malların
bazıları yurt dışından gelmektedir. Birçoğu ise yurdumuzda
üretilmektedir. Yurdumuzda yetiştirilen ürünler, fabrikalarımızda
yapılan mallar yerli malıdır. Yerli malın üstünde "TM" (Türk Malı)
damgası vardır. Yerli malı kullanırsak paramız yabancı ülkelere
gitmez. Yurt ekonomisi güçlenir, zenginleşir. Yeni okullar, hastaneler,
barajlar, fabrikalar, yollar yapılır. Millet olarak daha rahat yaşarız.
12–18 Aralık tarihleri arasında Tutum, Yatırım ve Türk
Malları Haftasını kutlarız. Bu haftanın amacı, insanlarımıza küçük
yaşlardan başlayarak yerli mallarımıza sahip çıkma bilincini
kazandırmaktır. Tutumlu olmayı ve yatırım yapmayı öğretmektir.
Öyleyse hepimiz israftan kaçınmayı, para biriktirmeyi, yerli malı
kullanmayı millî bir görev olarak yerine getirelim. Yurdumuz daha
çabuk kalkınsın, biz de mutlu olalım.
167
OKUMA
MUTLU KALEM
Ben bir kurşun kalemim. Dışım ağaçtan, içim ise kömürdendir.
Beni bir fabrikada yaptılar.
Adamın biri beni ve arkadaşlarımı satın aldı. Arabayla uzun bir
yolculuk yaptık. Sonunda bir dükkâna konuk olduk.
Güzel bir gündü. Vitrinde durmuş çevremi seyrediyordum.
Çocuğun biri içeriye girdi. Beni satın alıp çantasına koydu. Evine
götürdü. Kalemtıraşı çıkarıp ucumu açmaya başladı. O an çok
heyecanlandım. Biraz da korktum. Ama o ucumu dikkatli bir biçimde
açtı. Canımı hiç acıtmadı. Sonra da bir kâğıda adını ve soyadını yazdı.
Okudum. Adı Zeynep Çalışkan'mış.
Zeynep'in yazısı inci gibi güzeldi. O benimle ödevini yazarken
mutluluktan uçuyordum. O hep böyle güzel ve doğru yazdıkça da
mutluluktan uçacağım.
Aziz SİVASLIOĞLU
MİLLET MALI
Soğuk, karlı bir hava, yer bembeyaz. Bu beyazlığı, yalnız
önümüzde giden karartılar bozuyor. Bunlar, kağnılarıyla ordumuza
cephane taşıyan köylü kadınlarıdır. Biraz sonra onlara yetişip
selâmlaştık.
Biz kalın paltolarımız altında titrerken, çok yaşlı bir nine,
yorganını kağnının üstüne örtmüştü. Çıplak ayaklarıyla karları
çiğniyordu. Arkasındaki peştamalın içinde de kendisi gibi çıplak bir
yavru vardı.
Onları görünce içim sızladı:
— Nineciğim, dedim. Üşümez misin sen? Bak torunun da
neredeyse donacak. Arabaya serdiğin yorganı onun üzerine örtsene...
Nine kağnıya doğru koştu:
—Kar serpeliyor oğlum, dedi. Bunun altındaki millet malıdır.
Islanmasın. Sonra yorganının uçlarını çeke çeke, cephaneyi iyice örtü.
Torunundan, oğlundan, kendisinden daha çok ordumuzun cephanesini
düşünüyordu.
İşte,
kazandı.
Türk
Milleti
Kurtuluş Savaşı'nı
böyle fedakârlıklarla
Mustafa NECATİ
168
OYUN
Elma
— Benim adım Elma,
Elma değil Helva.
Tatlı ses veririm,
Ağzında eririm.
Çocuk — Yanıma gel, say hatır,
Yiyeyim seni kıtır kıtır
Elma
— Sen beni yiyemezsin,
Paramı veremezsin.
Çocuk — Çikolata aldım biraz,
Hiç param yok, gel etme naz.
Elma
— Darıldım ben de sana,
Bakmışsın el malına. (Hızla çıkar)
Armut — Bal dolu içim,
Paran var mı eşim?
Çocuk — Param yok, param yok,
A benim canım param yok.
Armut — Gelemem, gelemem,
Parasız çocuk, gelemem..(Çıkar)
Portakal— Benim adım portakal,
Çocuk — Ne olursun burada kal.
Portakal— Paran varsa al,
Yoksa düşünceye dal. (Çıkar)
Üzüm
— Benim adım üzüm,
Çocuk — Sen bari gel iki gözüm.
Üzüm
— Parasız yoktur sözüm. (Çıkar.)
Ayva
— Benim adım ayva, iştah açarım,
Parasızdan kaçarım. (Koşarak çıkar)
Çocuk
— Eyvah kaçırdım yine,
Pişmanım paramı yediğime.
Ah, dursaydı param,
Olsaydı, bir kumbaram.
Bu öyle bir ders ki bana,
Bakmam artık el malına.
M. İhsan BULUR
169
ŞİİRLER
YERLİ MALI HAFTASINDA
Yerli malı giyelim,
Yerli yemiş yiyelim,
Elma, armut, fındık, nar,
Yurdumuzda bol bol var.
Mersin'in portakalı
Ankara'nın ak balı,
Bursa'nın kestanesi,
Ne hoş olur yemesi.
İzmir'in üzümleri,
Dünyada yok benzeri,
İstanbul'un kirazı,
Müjdeler bize yazı.
Bursa'nın ipeklisi,
Nazilli çiçeklisi,
Kayseri ve Adana,
Bez dokurlar vatana.
Türk şekeri, Türk bezi,
Besler giydirir bizi,
Sevinelim çocuklar,
Çalışsın fabrikalar.
Türk yurdu bir petektir,
Türk milleti arıdır,
Yurdumuzun ziyneti,
Türk fabrikalarıdır.
Açılsın fabrikalar,
Delinsin yalçın dağlar,
Bankalarda biriksin,
Deste deste paralar.
Yücelecek yurdumuz,
Kimseden yok korkumuz,
Sevinelim çocuklar,
Çoğalsın fabrikalar.
Tarık ORHAN
170
YERLİ MALI HAFTASI
Yerli malı haftası,
Seni özledik durduk.
Günün gelecek diye.
Yolunu gözlüyorduk.
Süsleyelim masamızı
Kutlayalım haftamızı.
Yurdumuzda neler yok,
Ne yetişmez, ne bitmez?
Eğer görmek istersen
Yurdu biraz dolaş gez.
Süsleyelim masamızı
Kutlayalım haftamızı.
İsmail Hakkı TALAS
TUTUM
Her şeyde tutum ile
Daha çok üretiriz.
Bu yoldan gideceğiz,
Mutlu olacağız biz.
Odamız ışıklansın,
Biz içinde yaşarken
Ocağı söndürelim,
Yemeğimiz taşarken.
Enerji kaynakları,
Odun, kömür, su ve gaz
Fakat bunlar tükenir,
Dikkat etmezsek biraz
Süleyman ATSIZ
171
YERLİ MALI
Yerli yemiş yiyelim,
Yerli malı giyelim.
Ondan bize fayda var,
Yaşasın yerli mallar.
Yerli malı dururken
Yabancıya yok para.
Eğer paran çok ise,
Al hemen bir kumbara.
Yerli yemiş yiyelim.
Yanağımız al olsun.
Emeğimiz, paramız
Gene bize mal olsun.
Fahrünnisa ELMALI
YERLİ MALI VATAN MALI
Üstüm, başım, içim, dışım,
Ayakkabım yerli malı...
Vatanını seven insan,
Yerli malı kullanmalı...
Neden param avuç avuç
Yabancıya gitsin bütün?
O paralar diken olur,
Canımızı yakar bir gün...
Yerli malı duruyorken
Yabancıya bakar mıyım?
İşçimizin emeğini
Bile bile yıkar mıyım?
Çeşidi az olsa bile,
Yerli malı, vatan malı
Başka türlü düşünenler
Varlığından utanmalı.
Hakkı SUNAT
172
GÜZEL SÖZLER
● Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı.
● Ak akçe kara gün içindir.
● Ayağını yorganına göre uzat.
● Damlaya damlaya göl olur.
● Sakla samanı, gelir zamanı.
● Emek olmayınca yemek olmaz.
● Para, mal ve zamanda tutumlu olalım.
● İşleyen demir pas tutmaz.
● İşten artmaz, dişten artar.
● Yurdunu seven yerli malı kullanır.
● Güvenme varlığa, düşersin darlığa.
173
ENERJİ TASARRUFU HAFTASI
( Ocak ayının ikinci pazartesi günü başlar )
AÇIKLAMA
Enerjinin insan hareketinde, insanın günlük yaşantısında çok
büyük bir yer tuttuğu muhakkaktır. Bu önemli ihtiyacın bilinçsiz
kullanılması, insan geleceğine birçok olumsuz etkiyi de beraberinde
getirecektir. Enerjinin gereği kadar ve bilinçli olarak kullanılmasını
sağlamak için her yıl 11 – 18 Ocak tarihleri arasında Enerji Tasarrufu
Haftası kutlanır.
Hafta içinde, bütün yurtta enerji tasarrufu ile ilgili toplantı ve
açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda enerji tasarrufunu
işleyen programlar yayınlanır. Okullarımızda enerjide tutumlu olmanın
önemi anlatılır. Alınması gereken önlemler belirtilir. Öğrenciler
arasında enerji tutumu ile ilgili afiş, karikatür, resim ve kompozisyon
yarışmaları düzenlenir. Bu yarışmalarda derece alanlara ödülleri
dağıtılır. Bu çalışmaların amacı, enerjinin iyi kullanımını sağlamaktır.
Günümüzde enerjinin önemi gittikçe artıyor. Enerji iş
görebilme, iş yapabilme gücüdür. İki tür enerji vardır. Durum enerjisi
ve Hareket Enerjisi. Durum enerjisi cisimlerin durumu nedeniyle sahip
olduğu enerjidir. Cismin hareketi sırasında oluşan enerjiye de hareket
enerjisi denir.
Evde, işyerinde, toplum yaşamının her alanında makineler
kullanılır. Makineler insanların işlerini kolaylaştırır. Az emekle kısa
sürede büyük işler görülmesini sağlar. Evimizdeki buzdolabı, elektrik
süpürgesi, çamaşır makinesi annemizin işlerini kolaylaştırır. Traktör
çiftçilerin az zamanda çok iş yapmalarını sağlar. Kullandığımız araç ve
gereçlerin, giyeceklerimizin çoğu fabrikalarda, makinelerle üretilir.
Bütün makineler enerji ile çalışır. Makinelerden düzenli ve sürekli
olarak yararlanabilmek için enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız.
Başlıca enerji kaynaklarımız; elektrik, su, güneş, kömür ve
petroldür. Bu enerji kaynaklarından elektriği kendimiz üretiyoruz.
Güneş ışığından ve sularımızdan doğal enerji olarak yararlanıyoruz.
Yalnız petrol ülkemizde yeterince çıkmadığı için petrolün yarısını
dışarıdan alıyoruz. Son yıllarda kömür rezervlerimizin azalması sebebi
ile onu da dışarıdan ithal etmeye başladık. Bütün bu enerji alımları,
ekonomimiz için ağır bir yüktür. Dış satım gelirimizin büyük bir
bölümü petrol alımına harcanıyor. Ulusal ekonomimizin düzelmesi için
enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız. Enerjinin yetersizliği, üretimin
düşmesini, yurt ekonomisini ve günlük yaşantımızı etkilemektedir.
Enerjide tutum, sınırlı enerji kaynağının en verimli biçimde
kullanımıdır. Gereksiz enerji tüketiminin ve kayıplarının azaltılmasıdır.
174
Enerjide tutum aynı işi daha az enerji ile yapmaktır. Enerji Tutum
Haftası içinde öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım. Evimizde
boşa yanan lambaları söndürmeyi unutmayalım. Bozuk musluklarımızı
onaralım. Suyumuzun boşa akmasını önleyelim, izlemediğimiz
program süresince televizyonu ve radyoyu kapatalım. Kışın pencere
yalıtımlarına daha çok özen gösterelim. Enerji tasarrufu konusunda
öğrendiklerimizi, dinlediklerimizi ömür boyu uygulayalım.
OKUMA
UZUN MEHMET
Aşağıda,
Uzun
Mehmet’in
enerji
kaynaklarımızdan
maden kömürünü
buluşunu
okuyacaksınız.
Maden kömürü, maden kömürü, derler. Nedir bu maden
kömürü? Kara bir taş. Evet, kara bir taş. Fakat bu kara taş, bir
memlekete yiyecek kadar gerekli. Buğday kadar, et kadar gerekli.
Maden kömürü ile tren işler, vapur işler, fabrika işler.
Bundan uzun yıllar önce Türkiye’de maden kömürü var mı yok
mu bunu bilen yoktu. Bizde maden kömürünü ilk defa Uzun Mehmet
adında bir genç buldu. Böylece memlekete büyük hizmet etti.
Uzun Mehmet bir köylü çocuğuydu. Zonguldak’ta bir köyde
doğdu. Büyüdü, asker oldu. İstanbul’a gitti. Orada deniz eri olarak
askerlik yaptı. Maden kömürünü ilk defa askerlikte gördü. Onun
memlekete ne kadar gerekli bir şey olduğunu askerlikte öğrendi.
Günler geçti. Askerlik bitti. Son gün erler toplandılar. Uzun
Mehmet de onların içindeydi. Bölük komutanı geldi. Elinde bir parça
maden kömürü vardı. Dedi ki:
― Arkadaşlar, bunun maden kömürü olduğunu öğrendiniz.
Şimdi biz bunu para ile alıyoruz. Türkiye’de maden kömürü var mı
yok mu bilen yok. Varsa bulmak lazım, onu bulmak memlekete çok
büyük bir hizmet olacak. Gittiğiniz köyde, dağda, derede, her yerde
bu kömürü arayın arkadaşlar.
Bölük komutanı her ere bir parça maden kömürü verdi. Uzun
Mehmet de bir parça aldı, torbasına koydu, yola çıktı. Birkaç gün
sonra köye vardı.
Uzun Mehmet, köyde nereye gitse maden kömürü parçasını da
yanına alıyordu. Her yerde maden kömürü arıyordu.
175
Bir sabah, erkenden evden çıktı. Bütün gün yürüdü.
Akşamüzeri bir uçurumun önüne geldi. Burası tam bir maden kömürü
yatağıydı.
Uzun Mehmet:
― Buldum işte! Şimdi buldum! diye sevindi.
Hemen işe başladı. Kömürü kazdı, ondan bir çuval aldı, eve
götürdü. Birkaç parça aldı, ocağa attı. Bunlar maden kömürüydü.
Hem de iyi cins maden kömürü. Çok güzel yanıyordu.
Birkaç gün sonra Uzun Mehmet İstanbul’a gitti. Orada
komutanını buldu. Ona bulduğu kömürü gösterdi. Bölük komutanı
kömürü aldı, baktı:
― Evet, bu maden kömürü, Hem de iyi cins maden kömürü.
Aferin Mehmet. Bunu nereden buldun, dedi.
Mehmet:
― Zonguldak’ta diye cevap verdi.
O gün bölük komutanı :”Uzun Mehmet Zonguldak’ta maden
kömürü buldu” diye hükümete haber verdi. Hükümet Uzun Mehmet’e
aylık bağladı.
Bir gün geldi, herkes gibi Uzun Mehmet de öldü. Fakat “Uzun
Mehmet” adı kaldı. Hiç unutulmadı.
OYUN
HESAP ADAMI
(Bir öğrenci, elindeki musluk, ampul ve kömürle sahneye
gelir.)
ÖĞRENCİ — (Elindekileri masaya bırakır.) Ne tamirciyim ben, ne
elektrikçi ne de kömürcü... (Gururlanarak.) Hesap adamıyım. Hesap
adamı, hesaptan, yani matematikten anlar. (Ampulü alır, gösterir.)
Bakın, bu ampuldür. Elektrik, bunun içinde ışığa döner. Ampul yanar
yani, ışık verir. Ampul yanar ama para da yanar bu arada. Elektriği
yalnızca bu mu yakar? Yoo... Buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrikli
fırın, televizyon, radyo, teyp, müzik seti, elektrikli ütü, elektrik
süpürgesi... Say da say... Ne çok elektrik, ne çok para harcıyoruz
aslında. Bunu en çok anne-babalar biliyor. Faturalar gelince küplere
biniyorlar. Suya da para harcıyoruz. Bedava değil herhalde. (Musluğu
alır, gösterir.) Bu var ya bu, hiç boş bırakmaya gelmiyor. Kulağını
bükmek gerekir her zaman. (Musluğun kulağını büker.) Odun, kömür,
tüp gaz, gazyağı... Bunlar da parayla... Aile bütçesinin, devlet
bütçesinin en korkunç kemirgenleri, hep açık verdiriyorlar... Ne
demiştim? Hesap adamıyım ben. Matematiği seven herkes, hesap
adamıdır biraz. Oturup bir hesap yaptım: Diyelim ki, elektriğe ayda
176
altmış lira ödüyoruz. Bunu elliye, kırka indirmek olası mı? Evet, olası.
Nasıl? Çok kolay: Daha az televizyon seyrederek, ampullerin yerine
flüoresan lamba takarak, elektrikli ev eşyalarını daha az kullanarak...
Sonuç: Ayda altmıştan bir yılda yedi yüz yirmi lira yerine; ayda
kırktan, yılda dört yüz seksen lira ödeyeceğiz. Ne kadar tasarruf
yaptık? Yedi yüz yirmi eksi dört yüz seksen eşittir iki yüz kırk.
Yalnızca elektrikten bu kadar tasarruf ettik. Ailemize bu para önemli
bir katkı değil mi? Yurdumuzda on milyon aile olduğunu kabul edelim.
Her aile iki yüz kırk lira tasarruf etse, bir ayda ne kadar tasarruf
sağlanır? On milyon, çarpı iki yüz kırk, eşittir, iki milyar dört yüz
milyon lira. Bu kadar para tasarruf eder ülkemiz. Bu tasarrufu
petrolde, suda, kömürde, odunda yaptığımızı varsayarsak bütçemize
büyük bir gelir sağlamış oluruz... Ama her işte olduğu gibi uygulama
önemlidir. Hesap etmişsiniz ama uygulamıyorsunuz; neye yarar! Ben
hem iyi bir hesap adamı hem de iyi bir uygulayıcıyım. Evdeki tüm
ampulleri değiştirttim. Onların yerine flüoresans lambalar yanıyor
şimdi. Yüzde seksen enerji tasarrufu sağladık. Suyun damlası bile
boşa akmıyor. Soba gereğinden fazla yakılmıyor. Babam ve annem
çok memnunlar. Ben de memnunum. Tasarruf ettiğimiz parasının bir
bölümüyle yazın bisiklet sahibi olacağım. Dedim ya, ben bir hesap
adamıyım. Evdeki hesabı çarşıya uydurmakta üstüme yoktur!
Aziz SİVASLOĞLU
ŞİİRLER
TASARRUF NE GÜZELDİR
Haydi, koş, bir, iki, üç...
Gereksiz yanan ampuller,
İsraf etmeyin enerjiyi diyor.
Onu yeniden sağlamak güç...
Bak, musluk ağlıyor,
Tamir et beni diyor.
Ah, çöp kutusundaki bayat ekmekler
Fırında kalsaydım, diyor.
Kış geldi yine, pencereler
Elden geçmeli bir bir.
Gereksiz ısı kaybı nedir?
Anlattı öğretmenimiz teker teker.
Çabuk tükeniyor petrol zenginliğimiz.
Petrol demek, döviz demek,
Tüm ulusa karşı ödevimiz
Enerji tasarrufu için seslenmek.
Öner KEMAL
177
GÜZEL SÖZLER
178

Enerji savurganlığı bütçemizi eritir.

En ucuz enerji, tasarruf edilen enerjidir.

Üretimde süreklilik, enerjide tutumla olur.

Yaya gidilecek yere otomobille gitmeyelim.

Enerji daha güçlü atılımlar için birikimdir.

Damlaya damlaya göl olur.

İsraf haramdır.
SİVİL SAVUNMA GÜNÜ
(28 Şubat)
AÇIKLAMA
Savaşta ve afetlerde halkın can ve mal kaybını en aza indirme
amacını taşıyan ve topyekûn savunmanın en önemli unsurlarından biri
olan SİVİL SAVUNMA;
1- Savaş zamanı halkın can ve mal kaybının en aza indirilmesi
2- Afetlerde can ve mal kurtarılması;
2- Büyük yangınlarda can ve mal kaybının azaltılması;
3- Yok olmaları veya çalışamaz hale gelmeleri durumunda
yaşamı büyük ölçüde etkileyecek olan kamu ve özel kurum
ve kuruluşların korunması ile bunların acil onarımlarının
yapılması;
4- Savaş zamanı her türlü savunma faaliyetlerinin sivil halk
tarafından desteklenmesi;
5- Cephe gerisinde halkın moralinin kuvvetlendirilmesi;
Konularını kapsayan SİLAHSIZ, KORUYUCU, KURTARICI önlem
ve faaliyetler bütünüdür.
Bu hizmetlerin ülke düzeyinde yürütülmesi için İçişleri
Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu
Genel Müdürlük Sivil Savunma hizmetlerini, İl ve İlçelerde Sivil
Savunma Müdürlükleri, Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik
Müdürlükleri ile kamu ve özel kurum ve kuruluşlarında Sivil Savunma
Uzmanlıkları vasıtasıyla yürütmektedir.
TARİHÇE
Yurdumuzda sivil halkın korunmasına ilişkin önlemlerin
başlangıç tarihi 1928 olup, bu yılda "Cephe Gerisinin Havaya Karşı
Müdafaa, Muhafazası" adı altında bir Talimname çıkarılmıştır. Bundan
sonra çeşitli idari düzenlemelerle yürütülen hizmetler 1938 yılından
itibaren 3502 sayılı PASİF KORUNMA KANUNU ile yerine getirilmeye
çalışılmıştır.
II. Dünya Savaşı sırasında kullanılan uçakların ve silah
menzillerinin cephe gerisine kadar uzanması nedeniyle bu savaşta
sivillerin gördüğü zayiat ve ekonomik tesislerin uğradığı hasarlar
dikkate alınarak, Türkiye'nin 1952 yılında NATO üyeliğine kabulünden
sonra, 1959 yılında bugünkü Sivil Savunma teşkilat ve faaliyetlerini
düzenleyen ''Sivil Savunma Kanunu'' yürürlüğe konulmuştur.
179
SİVİL SAVUNMA ARAMA VE KURTARMA
BİRLİKLERİ KURULUŞU
Sivil Savunma Birliği ilk defa 1986 yılında Silahlı Kuvvetlerden
temin edilen ihtiyaç fazlası erlerden oluşturulmuştur.
Zaman
içerisinde Silahlı Kuvvetlerin ihtiyacı nedeniyle birlik emrine yükümlü
er
verilmediğinden
birliğin
kadrolu
personelden
kurulması
çalışmalarına başlanmış ve 1993 yılında 63 personel ile Ankara, 1996
yılında da İstanbul ve Erzurum'da Sivil Savunma Birlikleri
kurulmuştur.
KANAMALARDA İLK YARDIM
Çeşitli nedenlerle kanın damar dışına çıkmasına kanama denir.
Yetişkin bir kimsede 5–6 kg. kan vardır. 1–1,5 kg. kan kaybeden bir
insanın hayatı tehlikeye girer. O HALDE KANAMALARI HEMEN
DURDURMAK GEREKİR. Kanamaları kanın aktığı yere göre iç ve dış
kanama olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
1. İÇ KANAMALAR
İç organlardaki dokuları besleyen kan damarlarının yırtılması
veya zedelenmesi sonucu kanın damarlardan vücut boşluklarına
akmasında denir. İç kanamaları kişiyi ölüme götürebilir.
Bulguları;
—Baygınlık hali, baş dönmesi,
—Yüzde, dudaklarda ve parmak uçlarında solukluk,
—Huzursuzluk,
—Derinin nemli ve soğukluğu,
—Susama hissi,
—Hızlı ve zayıf nabız, nabzın güçlükle hissedilmesi,
—Hızlı solunum,
—Hava açlığı hissetmesi (Sanki hava alamıyormuş gibi bir
hisse kapılması),
—Bilincin azalması ve en sonunda bilincin kaybolması
Yapılacak ilk yardım
—Yaralı sırt üstü yatırılır.
—Baş yana çevrilir.
—Şoka karşı tedbir alınır.
—Ağızdan yiyecek-içecek verilmez.
180
—Sarsmadan ambulans veya sedye ile hastaneye götürülür.
2. DIŞ KANAMALAR
Kanın damardan vücut dışına çıkmasına dış kanama denir. Dış
kanama genellikle yaralanmalar sonucu olur ve atardamar,
toplardamar, kılcal damar kanamaları şeklinde görülür.
Dış Kanamaları Durdurucu Yöntemler
a- Parmakla Basınç Yapma
Yara ufak ve kanama az ise; Yara üzerine temiz bir bez ya
da pansumanla BASTIRINIZ.
b- Basınçlı Pansuman (Tampon)
Yara içindeki yabancı cisimleri çıkarmadan yara üzerine
temiz bir pansuman koyduktan sonra kravat, eşarp veya
varsa sargı bezi ile sıkıca SARINIZ.
c- Kanayan Yerin Yüksekte Tutulması
Yaralı veya kanayan kısmın kalp seviyesi üzerine
yükseltilmesi ile kanama oldukça azalır hatta durulabilir.
d- Damar Üzerine
Noktaları
Basınç
Yapılacak
Tazyik
Şakak bölgesi:
Kulak önüne parmağınızla bastırınız.
Yüz bölgesi:
Kanamanın olduğu taraf alt çene kemiğinin orta kısmına
parmağınızla bastırınız.
Baş ve yüzün bir bölgesi:
—Önce yaralının arkasına geçiniz.
—Hastanın başını kanayan yana doğru eğiniz.
—Dört parmakla alt çene köşesinin hemen altına (kanayan
tarafta) boyuna BASTIRINIZ.
Kol bölgesi (Omuz ve üst kol):
—Yaralının önüne durunuz.
—Başını kanayan tarafa doğru eğiniz.
—Başparmağınızla o taraf köprücük kemiğinin üçte bir iç
kısmının arka ve alt tarafına doğru BASTIRINIZ.
181
Bacak bölgesinde:
—Yaralıyı sırt üstü ve düz yatırınız.
—Kanayan tarafta yer alınız.
—Kasık kıvrımının üçte bir kısmından geçen atar damarı
sıkıştıracak bir kuvvetle bastırınız.
—Kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız.
e- Boğucu Sargılama (Turnike)
Boğucu sargılama; kol ve bacaklardaki büyük kanamalarda
atar damarı, deri ile kemik arasına sıkıştırarak kanamayı
durdurma yöntemidir. Tek kemikler üzerine uygulanır.
(Kolda
pazı,
bacakta
uyluk
kemiğine
uygulanır).
Uygulamada dar sargı, kravat, kemer, eşarp, mendil, ince
lastik vb. malzeme kullanılabilir. Kesinlikle tel, kablo, zincir
v.b. kullanılmamalıdır.
Turnike uygulaması sonucu meydana gelen doku
zedelenmesi ve bunun ortaya çıkardığı istenmeyen etkiler
nedeniyle günümüzde turnike uygulanmamaktadır. Ancak,
aşağıda belirtilen özel durumlarda başka bir şey
yapılamıyorsa turnike uygulanır.
—Çok sayıda ciddi yaralının bulunduğu bir ortamda tek ilk
yardımcı varsa, kanamayı durdurmak ve daha sonra diğer
yaralılar ile ilgilenmek gerekiyorsa
—Yaralının güç koşullarda bir yere taşınması gerekiyorsa
(örneğin, engebeli bir arazi geçilecekse), taşıma sırasında
kanamayı durdurmak amacıyla
—Uzuv kopması varsa ve kanama yerine en yakın atar
damara baskı uygulaması yetersiz kalmışsa hasta/yaralıya
turnike uygulanabilir.
f- Boğucu Sargılama Uygulanması
—Boğucu sargılama uygulanacak yer tespit edilir.
—Boğucu sargılama malzemesi sıkıca 2–3 kez sarılır ve
bağlanır.
—Sıkıştırma çubuğu (turnike ağacı) yerleştirilir tekrar
bağlanır.
—Kan duruncaya kadar sıkıştırma çubuğu döndürülür, kan
durunca çubuk sabitleştirilir.
—Boğucu sargı bağlandıktan sonra uygulama zamanı bir
kâğıda kaydedilir ve görülecek şekilde vücuda asılır.
182
—Her 20 dakikada bir 5–10 saniye boğucu sargı gevşetilir.
—Turnike bir saatten fazla uygulanmamalı şayet uzun
kalacaksa gevşetme aralıkları sıklaştırılmalıdır.
—Kol ve bacak kopmaları varsa, temiz bir poşet içine
konulan kopan uzuv buz ve su bulunan ikinci bir poşetin
içine konularak kazazede ile birlikte tam teşekküllü bir
hastaneye götürülmelidir.
YARALANMALAR
1. Yaralanmalarda İlk Yardım
a- Yapılması Gerekenler
—Yaralıyı emniyetli bir yere alarak oturtunuz veya yatırınız.
—Ellerinizi sabunlu su ile yıkayınız.
—Varsa önce kanamayı durdurunuz.
—Yara üzerinde giysi varsa dikiş yerinden sökünüz veya
kesiniz.
—Yara çevresinde kılları temizleyiniz.
—Yara üzerine pansuman koyduktan sonra yara etrafını
sabunlu su ile temizleyiniz ve yaraya değmeyecek şekilde
tentürdiyot sürünüz.
—Yara kirli ise yarayı merkezden, dış çevreye doğru ılık
sabunlu su ile yıkayınız.
—Yara üzerine pansuman koyup, sargı bezi ile sarınız.
—Yaralı kısmın altına kalın karton vb. koyup sararak tespit
ediniz, dinlendiriniz.
—Ağrıyı, şişliği ve morluğu önlemek için o bölgeye havluya
sarılı buz koyunuz.
—Yara içinde batık cisimler varsa, simitçik yapıp koyunuz
ve sargı bezi ile sarınız.
b- Yapılmaması Gerekenler
—Yara
üzerine
sürmeyiniz.
tentürdiyot
ve
benzeri
antiseptik
—Yara üzerine, yara tozu, pudra, merhem, kül, tütün vb.
şeyler koymayınız.
—Batmış olan cisimleri çıkarmayınız.
—Yara üzerine pamuk koymayınız.
183
—Yaraya ve pansuman malzemesine el sürmeyiniz.
ELEKTRİK ÇAPRMASINDA İLK YARDIM
Elektrik çarpması sonucunda kas krampları, kırıklar, sinir felci,
solunum merkezinin felci, solunum ve kalbin durması olabilir.
—Kesinlikle kendinizi tehlikeye atmayınız.
—Elektrik fişi size yakınsa çekiniz.
—Sigortayı çıkarınız.
—Kuru tahta, sopa, ip, deri kemer ya da kuru gazete
tomarı ile yaralının elektrik teli ile olan ilişkisini kesiniz.
—Varsa yanık tedavisi uygulayınız.
—Bilinçsiz ve soluk
solunum yapınız.
alamıyorsa
ağızdan
ağza
yapay
—Bilinçsiz fakat soluk alıyorsa, şok durumunu önleyiniz,
ayaklarını yukarı kaldırınız. Nabız alınamıyorsa kalp masajı
yapınız.
—Bilinçli ve soluk alıyorsa, sakin olarak dinlendiriniz.
Kendisine gelince ambulansla hastaneye gönderiniz.
ŞOK
Kelime anlamı SARSILMA demektir. Dolaşım sistemindeki
kanın çeşitli nedenlerle azalması, hücrelere yeterli oksijenin
gelmemesi sonucu ortaya çıkar.
1. Belirtileri
—Kaza yerinde sessiz, sakin, hiç hareket etmeyen bir
yaralının bilinci yerinde olmayabilir.
—Deri soğuktur ve soluktur,
—Soğuk ve yapışkan bir terleme görülür,
—Gözler göz çukuruna batmış şekilde sanki burnu sivrilmiş
gibidir.
—Nabız zayıftır ve hızlıdır.
—Solunum hızlanmıştır.
2. Yapılması Gerekenler
—Uygun bir yere sırtüstü yatırınız.
—Etrafındaki kalabalığı dağıtınız.
184
—Az hareket ettirmeye çalışınız.
—Beynin kan dolaşmasını ve çalışmasını kolaylaştırmak için
başta kanama yoksa başı 15°–30° aşağı getirip, ayakucunu
30–40 cm kaldırınız.
—Yakasını, kemerini, gömleğini gevşetiniz.
—Solunum yolu tıkanıklığı varsa gideriniz.
—Gerekirse yapay solunum ve kalp masajı yapınız.
—Kanaması varsa kanamayı durduracak önlemi alınız.
—Kırık varsa atel ile tespit yapınız.
—Soluk almakta güçlük çekiyorsa baş ve göğüs kısmını
hafifçe yükseltiniz.
—Battaniye ile örtünüz.
—Yaralı bilinçsiz ise katı yiyecek-içecek vermeyiniz.
—İhtiyaç durumunda dudakları ve dili birkaç damla su ile
ıslatınız.
BİLİNÇ KAYBI (HİSSİZLİK) VE İLK YARDIM
Bilinç kaybı, beynin çalışmasındaki geçici bir duraklamadır.
Bilinç Kaybında İlk Yardım
—Yaralı veya hastaya temiz hava sağlayınız ve solunum
yollarının tıkanmasını önleyiniz.
—Solunum
yaptırınız.
bozulmuş
veya
durmuşsa
suni
solunum
—Hastayı yana yatırınız.(sağa ya da sola)
—Giysilerinin boyun, göğüs ve bel kısımlarını gevşetiniz.
—Battaniyeye sarınız, sıcak uygulama yapmayınız.
—Yiyecek ve sulu şeyler vermeyiniz.
—Hastayı yalnız bırakmayınız.
—Mümkün olan süratle tıbbi müdahaleye naklediniz.
KIRIKLAR-ÇIKIKLAR-BURKULMALAR
1. Kırıklar
Herhangi bir kuvvet zoru ile kemik bütünlüğünün bozulmasına
KIRIK denir.
Çeşitleri: Açık Kırık, Kapalı Kırık
185
a. Kırıklarda Genel Duygu ve Bulgular
—Kırık yerinde ve yakınında ağrı,
—Dokunmaya karşı hassasiyet,
—Şekil bozukluğu,
—Şişlik, morluk,
—Hareketsizlik ve kuvvetsizlik,
—Kırık kemiklerin birbirine sürtünme sesi.
b. Kırıklarda Genel Tedavi Kuralları
—Eğer deride yara varsa üzerine steril bir pansuman ya da
mendil koyup sarınız.
—Yara içinde görülen kemik parçalarını çıkarmaya
çalışmayınız. Kanama yapabilir. Damar ve sinirleri
yaralayabilirsiniz. O kısmın üzerine steril pansuman
koyunuz. Sonra bir bezi simit şeklinde katlayıp delik olan
kısmı ortaya gelecek şekilde yerleştiriniz. En üst kısmına
kalın pamuk ya da sünger tabakası koyunuz. Sarınız.
—Kırık olup olmadığını önce elbisesi üzerinden hafifçe elle
muayene ederek saptamaya çalışınız.
—Önce sağlam tarafın, elbise kolunu çıkarınız. Gerekirse
elbise yerini dikiş yerinden sökünüz ya da kesiniz.
—Elle
hoyratça
muayene
etmeyiniz.
Kırık
yerini
oynatmayınız. Ağrı şoka yol açabilir. Kırık kemik uçları
damar ve sinirleri yaralayabilir.
—Kırık uçlarını hareketsiz hale getirmek için kırık yerini
tespit ediniz. Kol ya da bacağın her iki yanına kalın karton
ya da tahta koyup sargı bezi, eşarp, kravat ya da gömlek
parçaları ile sarınız.
—Tespit için kullanılan karton, tahta gibi gereçler kırık
yerini bir üst birde alt tarafındaki eklemlerin ötesine kadar
gelecek uzunlukta olmalıdır. Bu araçlara atel adı verilir.
Atellerin deriye gelen kısımları pamuk ve bezlerle
beslenmelidir.
—Şok durumuna göre önlem alınız.
—Kanama varsa bilinen önlemlerle kanamasını durdurunuz.
—Kırık yerin üzerine havluya sarılı buz torbası koyunuz.
—Yaralıyı battaniye ile örtünüz. Dinlendiriniz.
186
—Yaralı kısmı kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız.
—Kırılan organı hangi durumda bulduysanız o durumda
tespit ediniz. Kırığı yerine koymaya çalışmayınız. Gereksiz
dokunmalardan kaçınınız.
—Yaralıyı ambulansla ortopedi ve travmatoloji kliniğine
götürünüz.
c. Omurga Kırıklarında İlk Yardım
Çoğu kez yüksek bir yerden düşme ya da trafik kazaları
sonucu omurgada kırık ve bazen içinden geçen omurilikte
değişik derecelerde yaralanmalar olabilir.
—Yaralıyı muayene etmeden, belinde ya da boynunda
ağrısı, başka bir şikâyeti olup olmadığını sormadan
döndürmeyiniz. Ayağa kaldırmayınız.
—Kesin tanı bilinmedikçe belinde ağrısı olan böyle bir
yaralıda kırığın da olabileceğini unutmayınız. Kırık olmadığı
kesin olarak saptanıncaya kadar kırık var gibi hareket
ediniz.
—Eğer omurgasında bir kırıktan şüpheleniyorsanız, yaralıyı
yerinden kaldırmadan altına genişçe bir tahta ya da kapı
yerleştiriniz.
—Baş ve boyunun her iki yanına ayakkabılarını ve
katlayarak elbiselerini koyarak boynunun oynamasını
engelleyiniz. Eğer elinizde kum torbası varsa onu da
koyabilirsiniz. Naylon torba içine kum veya toprak
doldurarak kum torbası yapabilirsiniz.
—Yaralıyı omuzlar, havsala, uyluk, diz altı ve ayak bileğinin
üzerinden geçecek şekilde geniş bezlerle tahtaya
bağlayınız. Böyle taşıyınız. Röntgen çekilip kesinlikle kırık
olmadığı saptanmadıkça ayağa kaldırmayınız.
—Aksi durumda kendiliğinden iyi olabilecek bir omurga
kırığı, yaralı kişinin kaba muayenesi, ayağa kaldırılması ya
da uygun olmayan taşıma koşulları nedeniyle omurilik
zedelenmesi olabilir. Bunun sonucu bacaklarda felç,
halsizlik, idrarı ve büyük abdestini tutamaması gibi çok
önemli sonuçlar doğurabilir.
—Yara varsa steril pansuman koyunuz.
—Şok durumuna göre önlem alınız.
—Ağrısını dindiriniz.
187
d. Parmak Kırıklarında İlk Yardım
—Kırık olan parmak altına parmak genişliğinde bir tahta ya
da eğer elinde varsa hazır dar bir alüminyum şerit (atel)
koyarak sarınız. Gerekirse kırık parmağı; yandaki sağlam
parmağa plasterle ya da sargı bezi ile sararak tespit ediniz.
—Kırık tarafı kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
—Kırık yer üzerine buz koyunuz.
—Parmaktaki yüzük kesilerek çıkarılmalıdır. (Yüzük
nedeniyle şişlik olur, yüzük parmağı sıkarak kangrene
çevirebilir.)
—Hastaneye gönderiniz.
e. Ön Kol Kırıklarında İlk Yardım
—Kazanın olduğu yerde yaralının ceketini çıkarmadan, kırık
olan tarafın elini karşı omuza gelecek şekilde kolu göğüs
üzerine koyunuz ve göğse sarınız.
—Ön kolu da üçgen sargı bezi ya da tülbentle boyuna
asınız.
—Eğer elinizde tespit için hazır gereçler (atel) ya da tahta,
kalın karton varsa kol ya da ön kolun her iki yüzüne bunları
uygulayınız. Gömleğinizden yırttığınız bezlerle, kravat,
eşarp ya da sargı bezi ile kırık yerinin yukarısından ve
aşağısından bağlayınız.
—Kolu göğüs üzerine koyup başka bir eşarp ya da üçgen
sargı ile sarınız.
—Ön kolu da üçgen sargı, tülbent ya da eşarp ile boyuna
asınız.
—Kırık yer üzerine buz koyunuz. Bilezik varsa çıkarınız.
f. Kürek ve Köprücük Kemiği Kırıklarında
İlk Yardım
—Kırık tarafın koltuk altına ufak bir pamuk topağı ya da
katı bir bez koyup kolu eşarp ya da tülbentle boyuna
asınız.
—Kırık yer üzerine buz koyunuz.
—Yaralıyı oturur
gönderiniz.
188
durumda
ve
ambulansla
hastaneye
—Eğer üçgen sargı ya da eşarp yoksa yaralı elinizi
ceketinizin iki düğmesi arasından içeri sokup aynı taraf
ceket eteğini yukarı kaldırıp iğneleyiniz.
—Bir omuz üzerinden gelen sargıyı (katlanmış bir tülbent)
karşı taraf koltuk altından geçirip arkada bağlayınız. Diğer
sargı ile yanı işlemi karşı tarafa yapıp arkadan birbiri ile ve
ilk sargının uçları ile düğüm ediniz. Bunları yaparken
omuzları arkaya doğru çekiniz.
g. Bacak Kırıklarında İlk Yardım
—Bacakta kırık varsa kaza yerinde yaralının pantolonunu
çıkarmaya çalışmayınız.
—Eğer yara varsa pantolonun dikiş yerinden sökünüz ya da
kesiniz. Yara üzerine temiz mendil ya da pansuman koyup
üzerinden sarınız. Böylece açık bir kırıkta yaradan
mikropların girmesini önlemiş ve kanamanın durmasını
sağlamış olursunuz.
—Eğer elinizde uzun tahta ya da kalın karton varsa uzun
olanını dışta ayak bileğinden bele kadar, kısa olanını da iç
tarafta ayak bileğinden kasığa gelecek şekilde bacağın her
iki yanına yerleştiriniz.
—Ayak bileğinin üzerinden diz altından ve üstünden gömlek
parçası, eşarp, kravat ya da sargı bezi ile bağlayınız.
—Eğer elinizde tespit için araç-gereç varsa içine katlanmış
bez ya da pamuk koyup bacağı yavaşça yerleştiriniz, sonra
bunun üzerinden sarınız.
—Eğer elinizde tespit için hiçbir araç-gereç yoksa kırık olan
bacağı sağlam bacağa sararak tespit ediniz.
—Kırık yara üzerine havluya sarılı buz koyunuz.
—Sırtüstü yatar
gönderiniz.
durumda
ve
sedye
ile
hastaneye
h. Ayak ve Ayak Bileği Kırıklarında İlk Yardım
—Kişinin ayağındaki yaraların üzerine temiz bir mendil ya
da pansuman koyup sarınız.
—Yumuşak kare şeklindeki bir yastığın ortasına ayağı
yerleştiriniz.
—Yastığın kenarlarını önde birbirine yaklaştırınız, çengelli
iğne ile tutturunuz. Gerekiyorsa üzerinde sargı bezi ile
sarınız.
189
—Yastık içine
uygulayınız.
koymadan
önce
havluya
sarılı
buz
—Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
ÇIKIKLARDA İLK YARDIM
Bir eklemi oluşturan kemiklerden bir veya hepsinin birbiri
üzerinde yer değiştirerek normal eklem ilişkisinin değişmesine
"ÇIKIK"denir. Çıkık ile eklem kapsülü denen eklemi çevreleyen zar
bağları da yırtılabilir. Bu ise sık sık çıkıklara, burkulmalara yol açar.
Çıkık olan eklemde ağrı, şişlik, hareket sınırlılığı vardır. Çıkık eklemi
bükme ile eklemin tekrar eski çıkık durumuna geldiği görülür.
—Çıkık olan eklemi yerine koymaya çalışmayınız.
—Kırıkta olduğu gibi çıkık eklemi bir şekilde tespit ediniz.
—Çıkıktan şüphelendiğiniz zaman eklemde ve onun
yanındaki kemiklerde kırığın, eklem bağında yırtığın da
olabileceğini unutmayınız.
—Çıkık eklem üzerinde yarım saat havluya sarılı buz
torbası koyunuz.
—Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
—En yakın sağlık merkezine götürünüz.
BURKULMALARDA İLK YARDIM
Bir eklemin etrafındaki bağların, eklem kapsülü ve diğer
yumuşak doku yapılarını; eklemin normal hareket genişliğinin
ötesinde zorlanmasına "BURKULMA" denir. Eklemde şişlik, ağrı,
morluk olur. Bu yapılar normalden fazla gerilebilir. Hatta yırtılabilir.
Hareketler ağrılıdır.
—Burkulmuş eklemi hareket ettirmeyiniz.
—O eklem üzerine yarım saat havluya sarılı buz torbası
koyunuz.
—Burkulmuş ayağınızın üzerine basmayınız. Koltuk değneği
kullanınız.
—Burkulmuş ayağınızın altına 4–5 yastık koyarak kalp
seviyesinin
üzerine
kaldırınız.
Burkulmuş
yerinizi
sarkıtmayınız. Şişlik, kanama ve ağrı olabilir.
—Burkulma kolunuzda ise kolunuz kalp seviyesi üzerinde
olacak şekilde tülbentle kolunuzu boynunuza asınız.
—Kesinlikle sıcak havlu ya da termofor uygulamayınız.
Şişliğin artmasına yol açarsınız.
190
—Ovuşturmayınız. O ekleminizi dinlendiriniz.
—Elastik sargı ile sıkmayacak şekilde sarınız.
—Parmaklarınızı oynatarak kaslarınızı çalıştırınız. Böylece
kasların pompalayıcı etkisi ile şişliğin azalmasına çalışınız.
—Her burkulmanın altından bir kırık ya da eklem bağı
yırtığı çıkabileceğini unutmayınız.
—En yakın sağlık merkezine götürünüz.
EZİLMELERDE İLK YARDIM
Vücudun bir yerine örneğin kol ya da bacağa ağır bir cisim
düştüğü ya da çarptığı zaman deri ve altındaki dokular kaslar ezilir.
Yırtılabilir, kanama şişlik olur.
—Elastik sargı sarıp o yerinizi yüksekte tutunuz.
—O bölgeye havluya sarılı buz uygulayınız.
—O bölgenizi dinlendiriniz.
NÜKLEER, BİYOLOJİK, KİMYASAL (NBC)
SAVAŞ VE KORUNMA
1. Dışarıda iseniz;
— Patlama ışığını görür görmez, hemen çukur bir yere
veya duvar dibine veya kuytu bir yere YATIN!
— Kollarınızı başınızın üstünde kavuşturun! (gözler kapalı
olacak veya ışığı görmeyecek) - Dizlerinizi karnınıza doğru
çekip KAPANIN!
— Çıplak yerlerinizi (giysilerinizle) ÖRTÜN!
— Bu durumunuzu ışık, yakıcı hava hareketi ve yıkılmalar
sona erene kadar koruyun (1 dk.)
— Bombanın patladığını kuvvetli ışıktan hemen anlayın.
— Sonra da kalkıp telaş etmeden en yakın sığınağa
yönelin; SIĞINAĞA GİRMEDEN ÖNDE 30–60 DK.
ZAMANINIZ VAR!
— Ağzınızı ve burnunuzu tozlara karşı bir bezle, elbise
parçasıyla vb. koruyun.
— Sığınağa girmeden önce giysinizdeki tozu mutlaka çırpın,
süpürün. Gerekirse değiştirin.
— El, yüz, saçlar ve diğer çıplak kalmış yerlerinizi mutlaka
yıkayın.
— Sığınakta kullanacağınız gerekli malzemeleri alın ve
sığınağa girin.
191
2. Evde veya İş Yerinde iseniz;
— YAT, KAPAN, ÖRTÜN!
Fakat cam kırıklarından ve düşen eşyalardan korunmak
için:
- Sırtınızı pencereye dönün.
— Masa, ranza, koltuk altlarına / arkalarına yatın.
— Tehlike geçince doğruca sığınağa gitmek üzere yukarıda
belirtilen hazırlıkları yapın.
SIĞINAĞA GİRMEK İÇİN 30–60 DK ZAMANINIZ VARDIR!
3. Araçta iseniz;
Parlak ışığı görür görmez:
— Aracı ve motorunu durdurun
— Hemen açık yerlerinizi kapatın
— Ellerinizi başınızın üzerine koyun ( başınızı koruyun).
— Sırtınız camlara dönük olarak, dizlerinizin üzerine
kapanın. YAT, KAPAN, ÖRTÜN!
— Tehlike geçince sığınağa giriş hazırlıklarına başlayın.
Telaş etmeyin.
4. Okulda iseniz;
— Parlak ışığı görür görmez;
YAT, KAPAN, ÖRTÜN!
— Derhal sıraların altına girin.
— Sırtınız camlara dönük olarak kapanın
— Sonra telaş etmeden öğretmeninizin talimatıyla sığınağa
girin.
KİMYASAL SALDIRIDAN KORUNMA VE İLK YARDIM
Toplu Korunma:
— Tehlike anında yakınınızdaki güvenli, kapalı bir yere
girin. Paniğe ve heyecana kapılmayın. Yapılacak uyarılara
göre hareket edin.
Kişisel Korunma:
— Varsa gaz maskesi takın. Sis ve duman içine girmeyin.
Üzerinize gaz bulaşmışsa çıkartıp poşet içerisine koyun ve
hemen temiz bir elbise giyin.
— Elbise dışında kalan çıplak deriye koruyucu merhem
sürün ya da pudra dökün.
— Daha önce korumaya almadığınız yiyecekleri yemeyin.
— Açık su kaynaklarındaki suları içmeyin.
192
— Alkol ve sigara kullanmayın.
İlk Yardım :
— Gazdan gözünüz etkilenmişse bol sabunlu su ile yıkayın.
— Yüzünüzü, kulağınızı ve boynunuzu su ile temizleyin.
— Mümkün olduğunca hareketten kaçınılarak, lüzumsuz
enerji sarf etmeyin.
— Gazdan etkilenen kişiyi yürütmeyin ve konuşturmayın.
— Etkilenen kişiye alkollü içki ve sigara kullandırmayın.
— Etkilenen kişiye şekerli su, çay ve kahve içirin.
— İlk fırsatta en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.
193
YEŞİLAY HAFTASI
( 1 – 7 Mart )
AÇIKLAMA
Yurdumuzda alkollü içki ve uyuşturucu madde kullanmaya
karşı olanlar 5 Mart 1920 tarihinde Hilâli Ahdar Derneğini kurdular.
Hilâl – ay, ahdar – yeşil anlamındadır. Hilâli Ahdar, daha sonra Yeşilay
adını aldı. Yeşilay Derneğinin kuruluş tarihini içine alan 1 – 7 Mart
arası ülkemizde Yeşilay Haftası olarak kutlanır. Yeşilay Haftasında
alkollü içkilerin, uyuşturucuların topluma, aileye, bireye zararları
anlatılır.
Uyuşturucu denilince esrar, afyon, kokain, LSD gibi uyuşturma
özelliği olan maddeler akla gelir. Alkollü içkiler ise içildiğinde insanı
sarhoş eden her tür içkilerdir. Alkollü içki veya uyuşturucu alanlar
önce rahatlık, baş dönmesi duyar, sonra sarhoş olurlar. Sarhoşlar
doğru düşünüp doğru karar veremezler. Kolay suç işlerler, içkili iken
araç sürenler taşıt kazalarına neden olurlar. Alkollü içkiler,
uyuşturucular insanda zamanla alışkanlık yaratır. Alkol almayı
alışkanlık haline getirenlere alkolik denir. Alkolikler kazançlarını içkiye
verirler. Çevrelerini rahatsız ederler. Bu yüzden alkolikler toplum
içinde sevilmezler, sayılmazlar. İçki ve uyuşturucu kullanımı aile
düzenini bozar.
Uyuşturucu
ve
alkollü
içkiler
sağlığa
da
zararlıdır.
Vücudumuzda önemli görevler yapan beyin, mide, kalp, akciğer gibi
organlar içki ve uyuşturucudan etkilenir. Ülser, siroz, felç gibi
hastalıkların nedeni uyuşturucu ve alkollü içkilerdir.
Sigara, Toplumumuzda kullanımı yaygın olan bir keyif
maddesidir. Sigara iştahı keser, sindirimi güçleştirir, dişleri sarartır,
ülsere sebep olur. Akciğerde bronşları doldurur, öksürmeye yol açar.
Sigaranın kansere de neden olduğu ileri sürülüyor.
Ülkemizde uyuşturucu maddelerin yapımı, satışı, kullanılması,
taşınması, bulundurulması yasaktır. Bu yasağa uymayanlar suç
işlemiş olur. Suç işleyenlere ağır hapis cezaları uygulanır.
Uyuşturucu maddelerin bir bölümü ilaç yapımında kullanılır. Bu
amaçla bazı uyuşturucu maddelerin hükümet belirli koşullarla izin
verir.
Topluma, aileye, bireye zararlı olan içki ve uyuşturucuların
kullanımını eğitim yoluyla engellemek için kurulan Yeşilay Derneği'nin
simgesi; beyaz üstünde yeşil bir aydır. Yeşilay Derneği Genel Merkezi,
Yeşilay adlı aylık bir dergi yayınlıyor. Bu dergi düzenli olarak alkollü
194
içkilerin, uyuşturucuların, sigaranın
zararlarıyla ilgili yayın yapıyor.
topluma
ve
sağlığa
olan
Yeşilay Haftası boyunca öğrendiklerimizi yaşam boyu
uygulayalım. Kötülüklerin anası olan uyuşturucu ve alkollü içkilerden
uzak duralım.
OKUMA
Bir gün ölüm, en yakın adamlarını yanma çağırmış: Tacımı,
bana en çok hizmet eden arkadaşa bırakmak istiyorum, demiş.
Açlık, yerinden kalkmış, ölümü selamlamış:
— Taç benim hakkımdır, demiş. Dünya kuruldu kurulalı senin
hizmetindeyim. Her yıl binlerce insanı öldürüyorum.
Hastalık hemen ortaya atılmış:
— Ne demek istiyorsunuz siz? demiş. Ben her geçtiğim yerde
insanları ekin biçer gibi biçerim. Köyleri kasabaları, hatta şehirleri
bomboş bırakırım. Koca devletleri sarsarım. Taç benim hakkımdır.
Öte yandan, sessiz sedasız oturan içki de söze karışmış:
— Hah hah hah, diye gülmüş. Kendinizi ne kadar da çok
beğeniyorsunuz! Evet, yaptığınız işler az değil. Bunu biliyorum, ama
yine de hiçbiriniz, insanlara benim kadar zararlı olamazsınız. Siz onları
korkutuyor, kendinizden kaçırıyorsunuz. Oysaki birçok insan benim
yanıma kendi ayaklarıyla geliyorlar. Ben de, sezdirmeden kanlarını
zehirliyor, hepsini birer birer avlıyorum. Şimdi siz söyleyin bakalım,
taç benim hakkım değil mi?
Hepsini dikkatle dinleyen ölüm:
— Evet, senin hakkın, diye cevap vermiş; tacı içkinin başına
koymuş.
(Doğan Kardeş’ten)
195
ŞİİRLER
YEŞİLAY HAFTASI
Yeşil temiz bir hilal
Yepyeni doğmuş gibi.
Ak bir bayrak üstüne
Gelip de konmuş gibi.
Bu bayrağın vatanı,
İnananların kalbi,
Yeşilay’ın altında
Hepsi kaynaşmış gibi.
İçkinin baş düşmanı,
Bu Yeşilaycılardır.
Savaşları durmadan,
Sürüp gider yıllardır.
İ. Hakkı TALAS
YEŞİLAY
Zehirleme kendini,
Yazık, delme keseni;
İçki gidermez derdini,
Güldürür sanma seni.
En iyi içki sudur,
Yoğurt ye, ayran, süt.
İşin doğrusu budur,
Sağlığına değer biç.
İçme şu sigarayı,
Paran duman olur.
Al şu temiz havayı,
Sağlığın yaman olur.
Meyve ye, vitamin al,
Çevrene de bunu yay.
Her zaman sağlıklı kal,
Önderindir Yeşilay.
Erol YALÇIN
196
YEŞİLAY GENÇLİK MARŞI
Bir zamanlar gelecek,
Göğsümüz kabaracak.
Dünyada dalgalansın,
Yeşilaylı bir bayrak
Bu bayrağın altında,
Bil rahat yaşanacak.
Bayrağın dalgalanıp,
Göğsünde kabaracak.
Arkadaş varlığını,
İki şey doldurmalı.
Bunlar; vatan sevgisi,
Ülke bağı olmalı.
F. Fuat ÇELEN
SAĞLIK DÜŞMANLARI
Sağlığın düşmanları:
İçki, sigara, kumar
Bunlara alışanlar,
Görürler pek çok zarar.
İçkinin kötülüğü,
Saymakla bitmez her an.
Katil bile olur da,
Hatırlayamaz insan.
Vücuduna, kesene.
Zararı çoktur onun.
Tütün ömrü kısaltır,
Çabucak gelir sonun.
Hazineyi eritir,
Cebinde kalmaz para.
Kumar kötü bir illet,
Alışan düşer dara.
Sağlık düşmanlarından,
Korun, her an uzak ol.
Yaşamak istiyorsan,
Kendine bul başka yol.
İbrahim GÜNGÖR
197
YEŞİLAY
Düşmanların içinde
İçki en korkunç düşman!
Bin dokuz yüz yirmi'de
Yeşilay Derneği'ni
Kurmuştur Mazhar Osman.
Ağu tezce öldürür,
İçkiler yavaş yavaş.
Kimi ağu güldürür,
Kimi, gözden döker yaş.
Sofranda tek içkiye
Yer ayırma arkadaş!
M. Necati ÖNGAY
YEŞİLAY HAFTASI
Yeşil temiz bir hilal
Yepyeni doğmuş gibi.
Ak bir bayrak üstüne
Gelip de konmuş gibi.
Bu bayrağın vatanı,
İnananların kalbi,
Yeşilay’ın altında
Hepsi kaynaşmış gibi.
İçkinin baş düşmanı,
Bu Yeşilaycılardır.
Savaşları durmadan,
Sürüp gider yıllardır.
İ. Hakkı TALAS
SAĞLIĞA ZARAR
Sigara, içki ve kumar,
Hepsi sağlığa zarar.
Kendini, keseni düşün,
İnsan canına mı kıyar?
Eroin, kokain, esrar
Gençliğini tüm yıkar.
Aileni, kendini düşün,
İnsan bir kez doğar.
Kazım SAYMALI
198
YEŞİLAY
Yeşil bir ay bembeyaz,
Bayrağının tek süsü,
Sağlığımız, canımız,
Yeşilay’ın ülküsü.
Korumaya çalışır,
Yurttaşları içkiden,
İnsanlıktan sıyrılır,
Çünkü sarhoş bir beden
Vatanını sevenler,
Korumalı milleti.
Ocakları söndüren,
İçki, kumar illeti
İ.Hakkı TALAS
ALKOL
Çekmediğim kalmadı alkol yüzünden;
Ne bir yuva kurabildim mesut,
Ne çocuklarım etti rahat.
Evimde düzensizlik alkol yüzünden
Belimin bükülmesi bu yaşta,
Saçımın ağarması,
Ve titrek ellerim alkol yüzünden.
Benzimde kan kalmadı,
Ağzımda tat,
Hayatım berbat,
İşlerim bozuk, alkol yüzünden.
Ne doyurucu bir iş tuttum,
Ne yükseldim mesleğimde.
Her yerden kovulmuşum,
Herkesle kırgınım, alkol yüzünden.
...
Cinnet geçiriyor insan,
Durup dururken.
Hayaletler uçuşuyor boşlukta,
Korkunç şeytantırnakları boğazımda,
Cadılar kanımı emiyor.
Cadılar, hayaletler, alkol yüzünden.
A.İhsan İLHAN
199
GÜZEL SÖZLER
200
●
İçki güldürür, süründürür, öldürür.
●
Sarhoş, çocuklarının gözyaşını içer.
●
İçki sağlığın düşmanıdır.
●
Sarhoştan deli bile korkar.
●
İçki kötülükler doğurur.
●
İçki aile bütçesini eritir.
●
İçkiye sığınan insan zayıf insandır.
●
İçki sinir ve sindirim sistemlerini bozar.
●
Alkol almak, gönüllü çılgınlıktır.
●
Sigara kanserle kardeştir.
●
Akıllı adamların tek içkisi sudur.
●
İçki bütün kötülüklerin anasıdır.
●
İçki öldürür, kumar söndürür, spor güldürür.
●
İçki insanı sefalete, rezalete hatta cinayete sürükler.
●
Alkol, veremin en yakın dostudur.
●
Alkol kapıdan girerse, mutluluk pencereden çıkar.
●
Toplumdaki pek çok facianın sorumlusu içkidir
●
İçkinin girdiği yerden akıl, ahlâk ve utanma kaçar
●
Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.
BİLİM VE TEKNOLOJİ HAFTASI
(8–14 Mart)
AÇIKLAMA
TDK sözlüğünde bilim şöyle tanımlanıyor:
Bilim “Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen,
deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya
çalışan düzenli bilgi.”
“Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve
dizgesel bilgi.”
“Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe
yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.”
Bilim ile uğraşan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını
söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını
yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru
olacaktır.
Derler ki insanoğlu var oluşundan beri doğayı bilmek, doğaya
egemen olmak istemiştir. Bu nedenle, insan var oluşundan beri
doğayla savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüşün tersi ortaya
atılmıştır: İnsan doğayla barış içinde yaşama çabası içindedir. Bence
bu iki görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi, sürekli
barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir.
Gök gürlemesi, şimşek çakması, ayın ya da güneşin tutulması,
hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakını çekmiş,
bazen onu korkutmuştur.
Öte yandan, bu olgu, insanı, doğadan korkusunu yenmeye ve
merakını gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ya da merakı
gidermenin tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona
egemen olmak olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki,
insanoğlunun doğayla giriştiği amansız savaşın tek nedeni bu mudur?
Başka bir deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri
midir?
Elbette korku ve merakın yanında başka nedenler de vardır.
İnsanın (toplumun) egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat
yaşama isteği, üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan
başka etmenler arasında sayılabilir. İnsanın korkusu, merakı ve
istekleri hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanın doğayla
savaşı (barışma çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın
sürecektir.
Bilimin asıl uğraşı alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını
en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil,
201
sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının hepsi
doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan her olgu bir
doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi yararına
yönlendirmek için var oluşundan beri tükenmez bir tutkuyla ve sabırla
uğraşmaktadır.
Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu işi, insanoğlu
aklıyla yapmaktadır.
Bilimin gücü
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi
niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte,
çağdaş
bilimin
dört
önemli
niteliği
oluşmuştur:
Çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma.
Çeşitlilik
Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin
iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da
kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Böyle
olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz.
Hatta bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.
Süreklilik
Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar,
imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç
durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır.
Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim
alanları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda
tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var
olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan
yeni bilgiler eklenir.
Ayıklanma
Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes
tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu
anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.
Bu noktada şu soru akla gelecektir. Sürekli yenilenme ve
ayıklanma süreci içinde olan bilimsel bilginin doğruluğu, evrenselliği
savunulabilir mi? Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bilimsel bilginin
nasıl üretildiğine bakmamız gerekecektir. Sanıldığının aksine, bilimsel
bilgi üretme yolları çok sayıda değildir; yalnızca iki yöntem vardır. Bu
yöntemler başka bir yazının konusu olacaktır.
202
Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan bazı
tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle eğitim
açısından ele almaktadır.
Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak
için tasarladığı rasyonel bir disiplindir. (Simon, 1983, s.173)
Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik
yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla
bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb.) üzerinde
denetimi sağlamasıdır. (McDermott, 1981, s.142)
Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul
Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince texere
fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct) anlamına gelir)
birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji,
bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı
sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve
kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique
uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin
ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden
bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu
makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden
söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri
arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya
da biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta
aynıdır". (Saettler, 1968, ss. 5–6)
Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi
tanımlarken şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra
teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla
hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların
zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına ve ekonomik
değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır". (Finn,
1960, s.10)
Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer
denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman
Rickover
şöyle
söylüyor:
"Bilim
ve
teknoloji
birbirine
karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin)
gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve
bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek
gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin
oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji
insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek
aletler, teknikler ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan
faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan
kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği
şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz.
203
Diğer yandan teknoloji fikir (bilim) değil de hareket olduğundan, eğer
insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol
açabilir. (Knezevich & Eye, 1970, s.17)
EĞİTİMDE TEKNOLOJİNİN ROLÜ NEDİR?
Eğer teknoloji yukarıda sunulduğu şekli ile algılanırsa,
teknolojinin insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu da rahatlıkla
anlaşılır. Bu nedenle konumuz teknolojiyi kullanmak ya da
kullanmamak değil, insan hayatında teknolojinin nasıl bir yeri ve
konumu olacağıdır. Bu üzerinde birçok değerli kişi ve kuruluşun
çalıştığı önemli bir konu olmuştur.
Herbert Simon teknolojiyi insanın kendi yapay iç dünyasıyla dış
çevre (doğa) arasında bir ara-yüz olarak görmektedir.
Carnegie Komisyonunun bu konuyla ilgili vardığı sonuç
şöyledir: "Teknoloji öğretimde yardımcı bir rol üstlenmelidir,
öğretimin amacı haline getirilmemelidir. Teknoloji sadece var olduğu
için kullanılmaya çalışılmamalı ya da teknoloji kullanılmadığında çağ
dışı kalınacakmış gibi bir korkuya kapılmamalıdır. Bizler, gelişmiş
teknoloji kullanımının öğretimde doyum ve başarıya ulaşabilmek için
tek başına yeterli olduğuna inanmıyoruz. Birçok ders için dönemde
birkaç saatlik teknoloji desteği yeterli olmaktadır. Bazı dersler için
teknoloji, dönemin yarısından çoğunda kullanılabilir; ama bütün bir
dönemde böylesine bir teknoloji desteğine ihtiyaç duyulabileceği ders
sayısı yok denebilecek kadar azdır (Carnegie Commission On Higher
Education, 1972, s.11).
Eğitimi etkileyen teknolojik gelişmeleri tartışan çok fazla yayın,
makale vardır. Bunlar arasında dikkat çekici olanlar aşağıya
çıkarılmıştır.
Alfabe, insanoğlunun bilgiyi paylaşması, kaydetmesi ve
saklaması için entelektüel bir araç olmuştur. Kâğıdın icadı ve yazım
araçlarının geliştirilmesi, alfabe yardımıyla yapılan işlemlerin daha
kolay gerçekleştirilebildiği bir süreci başlatmıştır. Kitap, birçok
sayfadan oluşan, değişik tasarımlara sahip, sunmak istediği bilgiyi
sıralı olarak veren bir araç olarak düşünülebilir. Kısaca kitap, teknik
açıdan bakıldığında televizyon gibi, bilgisayar gibi vermek istediği
bilgiden farklı bir yapıya sahip bir araçtır. Matbaanın icadından sonra
kitap yaygınlaşarak hemen herkesin ulaşabildiği bir araç oldu.
Karatahta hem öğrencinin hem de öğretmenin aynı anda aynı konu
üzerinde çalışabilmesine olanak sağlayan ilk sınıf içi iletişim
araçlarından birisidir. Okul otobüsü öğrencilerin uzak yerlerden
öğretim yerlerine taşınması ve dolayısıyla uygun eğitim ortamının
sağlanması açısından bir öğretim aracı olarak görülebilir (Knezevich &
Eye, 1970, ss.19–22).
204
Engler teknolojiyi eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak
görmektedir. Şöyle der: "eğer eğitim her yönüyle öğretmen, öğrenci
ve çevre arasındaki bir iletişim ağı olarak görülürse, o zaman öğretim
teknolojisinin bu ilişkileri tanımlamada önemli bir görevi olduğu
anlaşılabilir" (Engler, 1972, s.62).
Indiana University'den Robert Heinich öğretmenlerin eğitim
teknolojisine yaklaşımlarını şöyle dile getirmektedir:
Peter Drucker'in bir makalesinde söyledikleri büyük oranda
yanlış anlaşılmıştır; bu makalede kısaca şöyle denmekteydi: öğrenme ve öğretme, yeni yöntemlerden, hayatın başka hiçbir
safhasının
etkilenmeyeceği
kadar
derinden
etkilenecektir.
İnsanoğlunun en muhafazakâr olduğu bu eski öğretme sanatında yeni
yaklaşımlara, yöntem ve araçlara ihtiyaç vardır. Bu yeni geliştirilecek
yöntemler sayesinde, öğretmenler beceri ve yeterliliklerini arttırarak
daha etkili olacaklardır. Bu sayede öğretme, henüz araçları ile
günümüze ayak uyduramamış geleneksel bir sanat olsa da, sıradan
bir insanın üstün bir performans sergileyebilmesini olanaklı kılacaktır.Yanlış anlaşıldığından bahsettim; çünkü birçok eğitimci bu makaleyi
okuduktan sonra başlarını sallayacak ve kullanılacak araçlar sayesinde
sınıf içerisinde öğrenim başarısının artacağını düşüneceklerdir. Fakat
burada asıl söylenmek istenen, ancak öğretim teknolojileri
kullanıldığında
sıradan
bir
insanın
üstün
bir
performans
gösterebileceğidir; yoksa gelişmiş teknoloji kullanmak tek başına
yeterli olmayacaktır (Heinich, 1970, s.56).
EĞİTİM TEKNOLOJİSİ NEDİR?
Artık eğitim teknolojisinin kökenine ait bazı bilgilere ve
eğitimde nasıl bir rol üstlendiğine dair bir takım fikirlere sahip
olduğumuza göre daha zor bir soruya geçebiliriz: eğitim teknolojisi
nedir? Aşağıda belirtildiği gibi tanımlamaya yönelik girişimler, bu işin
aslında kimin, filin neresine dokunduğuna benzeyen bir olgu olduğunu
göstermektedir.
National Academy of Engineering's Instructional Technology
Committee on Education, eğitim teknolojisini şöyle tanımlar: "eğitim
teknolojisi öğretme/öğrenme biliminin sınıf ortamı aracılığıyla gerçek
dünya şartlarına uygulanmasıyla elde edilen bilgiler bütünüdür. Bu
süreç içerisinde geliştirilen her türlü yöntem ve araç da bu
uygulamaya yardım etmek amacını taşır". (Dieuzeide, 1971, s.1)
Eğitim teknolojisi, öğretim ilkelerinin uygulanabilmesi için
oluşturulmuş bütün metodolojiler ve tekniklerdir. (Cleary et al. 1976)
Eğitim teknolojisi öğrenme sürecini geliştirmek için oluşturulan
her türlü sistemi, tekniği ve yardımı içerir. Böyle bir yapıda şu 4
özellik önemlidir: öğrencinin ulaşması hedeflenen amaçların
205
tanımlanması; öğrenilecek konunun öğretim ilkelerine göre analiz
edilip, öğrenilmeye uygun şekilde yapılandırılması; konunun
aktarılabilmesi için uygun medyanın seçilip kullanılması; dersin ve
derste kullanılan araçların etkililiğini ve öğrencilerin başarı durumlarını
değerlendirmek için uygun değerlendirme yöntemlerinin kullanılması.
(Collier et al., 1971, s.16)
Silverman eğitim teknolojisini iki alt gruba ayırmıştır: göreceli
eğitim teknolojisi (relative educational technology) yöntemler ve
araçlar üzerinde durur; yapısal eğitim teknolojisi (constructive
educational technology) ise öğretimsel problemlerin analizi,
değerlendirme araçlarını seçme ve geliştirme ve istenilen öğretimsel
çıktıları elde etmek için kullanılacak teknikler ve araçlar üzerinde
durur. (Silverman, 1968, s.3)
Eğitim teknolojisi "her türlü öğrenme koşullarında problemlerin
ortaya konmasından, bu problemler için çeşitli (değerlendirme,
yönetim, uygulama) çözümler üretilmesine kadar her aşamada
insanların, yöntem ve fikirlerin, çeşitli araçların ve örgütsel fikirlerin
de içinde bulunduğu karmaşık ve tümleşik bir süreçtir". (AECT Task
Force, 1977, s.64)
ÖĞRETİM TEKNOLOJİSİ (ÖT) NEDİR?
Zaman zaman eğitim teknolojisiyle eş anlamlı olarak kullanılan
öğretim teknolojisi terimi, eğitim teknolojisi tanımı içinde yer almayan
durumlar ve olguları ifade etmek için kullanılmaktadır.
Commission on Instructional Technology öğretim teknolojilerini
iki şekilde tanımlamaktadır:
206

İletişim devrimi ile birlikte şekillenen medyanın, öğretmen,
kitap, yazı tahtası ile beraber öğretimsel amaçlar için
kullanılmaya başlamasıdır.

Belirlenmiş hedefler uyarınca, daha etkili bir öğretim elde
etmek için, öğrenme ve iletişim konusundaki araştırmaların
ve ayrıca insan kaynakları ve diğer kaynakların beraber
kullanılmasıyla tüm öğrenme/öğretme sürecinin sistematik
bir
yaklaşımla
tasarlanması,
uygulanması
ve
değerlendirilmesidir".
(Commission
on
Instructional
Technology, 1970, s.19)

ÖT'nin anlamı üzerinde çalışan David Engler de iki tanım
üzerinde durmuştur: "Birinci ve yaygın bilinen anlamıyla
televizyon, hareketli resimler, kasetler diskler, kitaplar ve
yazı tahtası gibi donanımı ifade eden iletişim araçlarını
(medya) anlatır. İkinci ve daha dikkat çekici anlamı ise
davranış biliminin bulgularının öğretimsel problemlere
uygulanması sürecini ifade eden anlamıdır. Her iki tanımda
da ortak olan, öğretim teknolojilerinin bağımsız değişken
(objektif)
olmasıdır;
örneğin
Gutenberg
teknolojisi
(matbaa) yardımıyla basılan önemli bir dini eser de
herhangi bir eser de aynı derecede birbirinden farksızdır".
(Engler, 1972, s.59)

Saettler, "öğretim teknolojilerinin fiziksel kavramlarının,
fizik bilimi ve mühendislik teknolojisinin, (projektörler,
kasetler, televizyon, bilgisayar gibi) grup ya da birey
ağırlıklı
sunumlar
için
öğretim
materyali
olarak
uygulamaları şeklinde anlaşıldığını belirtmektedir" (s.2).
"Diğer
yönden
bu
fiziksel
kavramlar
şunu
da
öngörmektedir: davranış bilimcilerin ortaya koydukları
bilimsel yöntemler eğitim uygulamaları için daha bağlayıcı
olmalıdır; bunun için geniş anlamda psikoloji, antropoloji,
sosyoloji ve bu bölümler içerisinde de öğrenme, grup
süreçleri, dilbilgisi, iletişim, yönetim, sibernetik, algı ve
psikometri
önem
kazanmaktadır.
Ayrıca,
öğretim
teknolojileri
kavramı,
mühendislik
araştırma
ve
geliştirmelerini (insan faktörü mühendisliği ), bazı ekonomi
dallarını, öğretim personelinin ve binaların (öğrenme
alanları) etkin biçimde uygulanması (utilization) amaçlı
lojistik bilgisini ve de veri işleyen, bilgiyi bulup getiren
(retrive) bilgisayar tabanlı sistemleri de bünyesinde
barındırmaktadır". (Saettler, 1968, ss.4–5)

Öğretim teknolojileri, 'öğrenme nesnelerini'; yani öğrenme
ve öğretme sürecinde yer alacak her türlü materyal ve
aracı anlatır. (Armsey & Dahl, 1973, s.vii)

Öğretim teknolojisi, davranış değişikliği ya da başka
herhangi bir öğrenme sonucunu elde etmek için sarfedilen
araç, kullanarak ya da kullanmadan, hali hazırda var olan
veya kazanılacak (oluşturulacak) her türlü çabayı anlatır.
(Knezevich & Eye, 1970, s.16)

Öğretim teknoloğu bir grup üyesi olarak öğrenme süreci
konusunda uzman olan kişidir. Görevi öğretilecek konunun
hedeflerinin
belirlenmesinde,
öğrenme
stratejileri
seçilmesinde ve sonuçların değerlendirilmesinde öğretim
üyesine yardım etmektir. (Carnegie Commission On Higher
Education, 1972, s.71)

Commission on Instructional Technology tarafından
sunulan bir özette öğretim teknolojilerinin amacı şöyle
belirtilmektedir: eğitimi daha üretken ve daha bireysel
yapmak, daha bilimsel bir öğretim sağlamak ve herkesin
ulaşabildiği, eşitliği öngören, daha güçlü ve daha hızlı bir
öğretime ulaşmak. (Tickton, 1971, s.23)
207
TEKNOLOJİNİN UYGULAMALARI NELERDİR?
Çeşitli
seviyelerdeki
kullanışlı
uygulamaları
ve
bu
uygulamaların vaat ettiklerini incelerken, düşünce ve yorumlar da
kötümserlikten sıyrılıp iyimserliğe doğru kayıyor.
Engler 1972'de eğitim teknolojilerinin durumunu şöyle
anlatıyor: "şu anki öğretim yöntemlerimiz hakkında söylenebilecek en
doğru söz eski teknoloji ürünü olduklarıdır. Kitap, tebeşir, öğretmen
gibi temel öğretim araçları ve yöntemleri çok uzun zamandan beri
kullanılmaktadır. Bugün öğretmenler daha iyi hazırlanmakta, kitaplar
daha iyi tasarlanıp daha iyi yazılmakta ve renkli tebeşirler
kullanılmaktadır; ama bu araçların işlevleri ve öğrenci için anlamları
yüzyılı aşkın bir süredir hiç değişmeden kalmıştır. Ayrıca bu süre
zarfında öğretimin nasıl uygulanacağına ilişkin her hangi bir temel
değişiklik de yapılmamıştır. Öğretim hala, öğretmen merkezli, gruba
yönelik ve ders kitabı tabanlı hazırlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu
yöntem 19.yy'da İngiltere ve Amerika'da başlayıp yayılan Lancastrian
modelinin devamı niteliğindedir Bir buçuk yüzyıldır birçok değişikliğe
uğramasına rağmen bu model endüstriyel üretim mantığının sonucu
olan eğitimde seri üretimi geleneğine sıkı sıkıya bağlı durmaktadır
(The Impact of an Industrial Society on the Role and Methods of
Education adlı makaleden derlenmiştir)
U.S. Agency for International Development'dan Clifford H.
Block, İngiliz Hükümetinin gerçekleştirdiği çok büyük ölçekli uzaktan
eğitim denemesini şu şekilde yorumluyor: "Televizyon, radyo ve posta
gibi iletişim araçlarının etkin kullanımı, BBC'nin üretim yetenekleri,
öğretim tasarımları için görevlendirilmiş eğitim teknolojisi grubunun
mükemmel başarısı
ve normal bir üniversiteden farklı olmayan
ders/konu içeriğiyle 65.000 öğrencisi olan İngiliz Açık Öğretim
Üniversitesi (British Open University) İngiltere'nin en büyük
üniversitesi
ve
dünyanın
sayılı
üniversitelerinden
birisidir.
Mezunlarının iyi yetişmiş ve entelektüel açıdan yeterli olması
sebebiyle bu fakülteden derece almak İngiliz sosyo-kültürel hayatında
önemli bir yere sahip olmak demektir" (Block, 1981, s.73).
Teknoloji ve değişimle ilgili olarak Block şöyle demektedir:
— Birkaç yıl içerisinde gerçek olacak bazı teknolojik
gelişmelerle ilgili yorumlarda bulunmak gerçekten çekici bir işi bütün
bir kütüphanenin bir disk içine sığabilmesi, internet ve uydu
teknolojileri aracılığı ile evinizden dışarı çıkmak zorunda kalmaksızın
tüm dünyadaki eğitim merkezlerine istediğiniz her an ulaşabilmek ve
bunların dışında sayısallaştırılmış her türlü bilgiye sahip olma şansı
bunlar hakkında konuşmak gerçekten çok çekici; fakat ben de bu
konuda çalışan diğer insanlar gibi, böylesine temelden değişimlerin
ancak aşama aşama ve evrimsel bir süreç içerisinde gerçekleşeceğine
208
inanıyorum. Eğitim kurumlarının, öğrenci, öğretmen ve yöneticileri,
bu yeni öğrenme yöntemlerini bireysel, toplumsal ve ekonomik
yönden hayatlarına adapte edebilmek için mutlaka zamana ihtiyaç
duyacaklardır" (Block, 1981, s.72).
ŞİİRLER
ÇOCUĞUM
Yalanı ez çocuğum,
Doğru insan ol.
Kötülük, kötünün işidir
İyi insan ol.
Ektiğini biçersin,
Unutma bunu sakın,
Işık olacaksan çocuğum
Önünde olmalısın çağın.
Bilimle kur özgürlüğü,
Kurtarmaya çalışma günü.
Söyleme emi çocuğum
Geri alacağın sözü.
Çıkarını değil çocuğum,
İnsanlığı düşün önce.
Dünya daha güzelleşecek
Sevgiler yeşerince..
Ali KÜÇÜK
GENÇLİK TÜRKÜSÜ
Güvenle bakmak için geleceğe yarına
Kitaplık açıyoruz yurdun çocuklarına
Artık sokaklar değil kitaplıklar yerimiz
Var olsun bu yuvayı kuran büyüklerimiz
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
"Hayatta en hakiki mürşit ilim" sözünü
Gerçek ülkü edindim açtım artık gözümü
Kitaplığım kitabım ağartırlar yüzümü
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
Parladıkça beyinde müspet ilmin ışığı
Silinir alnımızdan yılların kırışığı
Kitaplar insan dostu biz onların aşığı
209
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
Bir yapıya konmayan taşları ben taş saymam
Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam
Okumadan yazmadan geçen ömrü yaş saymam
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
Çölde kalan yolcular bulutlara tas tutar
Bilimle beslenmeyen inanışlar pas tutar
Yavrusu cahil kalan millet her gün yas tutar
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
Çağdaş bilim füzeler gönderiyorken aya
Bitsin artık inanmak üfürüğe muskaya
Uygarlık yarışında kalamayız biz yaya
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur
Üç kıtaya uygarlık götürmüş soyum benim
Niçin gölgede kalsın bu yüce boyum benim
Alnım açık yüzüm ak yaşamak huyum benim
Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur
Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur.
Hasan TURAN
HALUK'UN İNANCI
Bir yaratıcı güç var, ulu ve ak pak,
Kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim,
Ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
Dünya dönecek cennete insanla, inandım.
Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
Ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
Bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
Kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
210
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
Aydınlık bir kıyamet günü gelecek, imanla inandım.
Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
Yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
Patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
Yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
Bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.
Tevfik Fikret
MEKTUP
Nefret ediyorum kendimden
Erken yattığım akşamlar
Günün kurşun yorgunluğuna yenilip
Bir patates çuvalı gibi devrilince yatağa
Yaşadığımız hayat başkalarının da
Bizim için ölenlerin
Bizim için yaşayanların
Gün gün, dakika dakika
Tüm hayatlara borçlu yaşıyoruz
Belki bundan ter içinde fırlamak yataktan gece yarıları
Sarılmak bir kitaba
Sarılır gibi susuz gecelerde yare
Başımdan aşağı döktüğüm soğuk suların
Vücudumda cazlaması bundan
Belki O beni uyutmayan
Çelik ışıklı insan gözleriyle
Bir hayata nelerin sığabileceğini anlatan
Akan terler
Kimsenin geçmediği
Bembeyaz yollar açıyor yüreklerde
Tüm bilim, yaşam ve sanat
Geçmeli bu yollardan
Yürürken sevdiğime.
Turgay FİŞEKÇİ
211
OY BABO
Elim kolum kelepçeli
Oy babo oy oy...
Koltuk yumuşak ağa deli
Vay babo vay vay...
İnsan ol bilime eğil
İnsan gibi herşeyi bil
Rezil olan şehir değil
Köy babo köy köy...
Cehalet aklım uçurdu
Beni yerlere geçirdi
Muhtar anamı kaçırdı
Duy babo duy duy...
Bu yol böyle gide gide
Yerimiz yoktur dünyada
Kimi hoca kimi dede
Say babo say say...
Yıkılacak yanlış giden
Bu işin nedeni neden
İnsanlığı insan eden
Huy babo huy huy...
Gel Mahzuni çağlayalım
Yönü dosta bağlayalım
Dövdün bari ağlayayım
Oy babo oy oy...
Mahzuni Şerif
RUBAİ
Bir bilim kalmadı evrende, benim bilmediğim.
Sana değin nice bin sırrı çözüp silkeledim.
Yaşadım yetmişi aşkın yılı, en sonra gelip,
Daha hiç bir şeyi öğrenmemişim; öğrendim.
Ömer Hayyam
212
İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABULÜ VE
MEHMET AKİF’İ ANMA GÜNÜ
(12 Mart)
KONUŞMA
MEHMET AKİF ERSOY
Akif, (D.1873İ Fatih Medresesi müderrislerinden İpekli Tahir
Efendi'nin oğludur. Fatih'te Sarıgüzel mahallesinde dünyaya gelen
Akif, Emir Buhari Mektebi'nde ilköğrenimini tamamlayıp, Fatih
Rüştiyesi'ni ve Mekteb-i Mülkiye'nin lise kısmını bitirdi. Bu sırada Fatih
Camii'ndeki derslere devam ederek Arapça ve Farsça öğrendi.
Mülkiyenin yüksek kısmına geçtiği yıl babası ölüp evleri de yanında
yeni açılan Halkalı Baytar Mektebi'ne girdi ve bu okuldan birincilikle
mezun oldu. Ziraat Vekaleti’nde memurluk yaptı.
Görevli olarak dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve
Arabistan'da bulundu. 1908'de arkadaşı Eşref Edib'le birlikte Sırat-ı
Müstakim, Sebilürreşad dergilerini çıkardı. Balkan Savaşı sebebiyle
Baytar Mektebi Müdür Yardımcılığı ve Darülfünun'daki genel edebiyat
profesörlüğü görevinden istifa ederek ayrıldı.
İzmir’in işgalinden (1919) sonra Millî Mücadeleyi desteklemek
için verdiği vaazlarla halkın direniş azmini arttırmaya çalıştı. Burdur
milletvekilliği yaptı. İlmi çalışmaları için Mısır'a gitti. 1936'da hasta
olarak döndü ve 27 Aralık'ta Hakk'ın rahmetine kavuştu.
AKİF DENİNCE AKLIMIZA NE GELİYOR?
İstiklal Marşı'nı pek çoğumuz ezbere biliriz. Ya ötesini...
"Çanakkale destanını, Akif in ideal genci Asım'ı, Köse İmam'ı tanıyor
muyuz? Hele Kocakarı ile Ömer'in hikâyesini, Akif’in dilinden okuduk
mu hiç? Necid çöllerinde Akif’le birlikte yürüdük mü vuslat için?
"Hayır" diyorsak eğer, İstiklal Marşı şairimizi yeterince tanımıyoruz
demektir.
Göğsünü kabarta kabarta İstiklal Marşı'nı dinleyen bir nesil, o
eşsiz marşı yazan şairi de yakından tanımalıdır. Doğruluğu, edebi,
vefası, cömertliği, kerem ve mertliği ile hep sevilip sayılmış olan ve
milleti için çırpınan Akif i tanımamak bedbahtlıktır. Safahat adeta,
belli bir noktadan bakılarak anlatılan manzum bir romana benzer.
Sokaktan eve, saraydan meyhaneye, cami, köy ve şehri adeta
gözünüzün önünde canlandırır. Fakiri zengini, dindarı dinsizi, pehlivanı
korkağı ile her tabakadan insanı, canlı bir film sahnesi gibi konuşturur
size. Tasvirler yapar, hikâye ve fıkralar anlatır, konuşmalara
213
başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici ve duygusal her tonu
kullanır. Böylece edebiyatı da aşarak, şiiri hayatın kendisi yapar.
Şiirini Akif e sorarsak eğer, o şöyle anlatıyor
Şi'r için "gözyaşı" derler, onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!
Oku, şayet sana bir hisli yürek lazımsa;
Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Mehmet Akif, eserlerinin çoğunu, ülkenin o en felaketli yılları
içinde vermiştir. Şiir ve yazılarında, zamanın millet ve devlet
hayatının tüm özelliklerini işlemiştir. Ayrıca, aydın insanların bile
hürriyetten ümit kestikleri en karamsar zamanda, yüksek moral ve
iman örneği ile millete ümit aşılamıştır. Böyle bir zamanda, zaferi,
özgüveni büyük bir imanla haykıran İstiklal Marşı'nı yazmıştır.
Seher KANTARCI
KONUŞMA
ŞAHSİYETİ
Akif günümüzün hatta Türk tarihinin en önde gelen destan
şairlerinden biridir. Şiirleri edebiyat tarihimizde büyük önem taşır.
Şiirlerinde bazen düşünce, Bazen duygu ön plandadır. Şiirlerinde bir
taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adalet, istiklâl
gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin
çökme sebebi olan riyakârlık, münafıklık, korkaklık, dalkavukluk,
tembellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücum eder.
Mehmet Akif yasadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile
Şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şairidir. Yirminci yüzyılın ilk
çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümitleri
ve hayal kırıklıklarını manzum bir tarih, bir roman, bir hikâye, bir
destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır.
Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli,
dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her
kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, cami, sokak,
bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin
odaları, oteller vs. seklinde yaşadığı devrin bütün hususiyetlerini
aksettiren yerleri seçmiştir.
Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya
aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı
214
prensip edinmiştir.
vermiştir.
Müsâhade
ve
kompozisyona
büyük
önem
Şiirlerinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya
çalışmış, müphem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve
süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve
heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır.
Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir.
Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya
çalışmıştır.
Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gayesidir. Akif, ahlâksız
edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları
sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol
bol yer alır.
Memleketin sosyal meseleleri, şahit olduğu elem verici olaylar
ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek
ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifadesiyle dile getirmiş, çâre
için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın
ilânıyla başlayan, meşrutiyet ilânlarıyla devam eden ve İttihat ve
Terakki Partisinin iktidarı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa
götürücü hareketlerle kısa zamanda tarih sahnesinden silinmesi,
dünyadaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış
olması ve başsız kalarak her birinin ayrı ayrı yollar tutup
parçalanmaları karşısında, feryat edici şiirleri vardır.
Mehmet Akif milletini ve dinîni seven, insanlara karşı
merhametli bir mizaca sahip, şair tabiatının heyecanlarıyla
dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk
şairidir. İstiklâl Marşı şairi olması bakımından da "Millî Şair" ismini
almıştır.
KONUŞMA
ESERLERİ
Eserlerinin umumî unvanı Safahât'tır ve ilk eseri yalnız bu adı
taşır. İkinci kitabının adı Süleymaniye Kürsüsündedir. Hakkın Sesleri
üçüncü, Fatih Kürsüsünden dördüncü, Hâtıralar beşinci, Âsım altıncı,
Gölgeler yedinci kitabının adıdır. Bunlar, değişik tarihlerde çeşitli
kereler basılmış olup, hepsi birlikte Safahât adı altında da basılmıştır.
Safahâttaki mısraların tamamı 12 bini bulur.
Şiirlerinden İstiklâl Marşı, Bülbül, Ordunun Duası, Çanakkale
gibileri bestelenmiştir.
215
Akif, İstiklâl Marşı şiirini millet için yazdığını ifade ederek
Safahatına almamıştı
Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!"
Lâkin hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kir!
'İş bitti... sebâtın sonu yoktur!' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakin ye'se kapılma.
Mehmet Akif Ersoy 14 Mart 1913
EY YOLCU
Gitme, ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kari değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!..
Ah! Karsımda vatan namına bir kabristan
Yatıyor simdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Su mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!
Mehmet Akif ERSOY
KONUŞMA
KİM ERKEN ÖLÜRSE!
Mithat
Cemal
Kuntay’ın
naklettiği aşağıdaki olay, Akif
in verdiği söze ne kadar önem
verdiğini gösteren bir başka
örnektir.
(Kaynak: Mithat
Cemal (Kuntay), Mehmet Akif
Hayatı Seciyesi Sanatı. Türkiye
İŞ Bankası Yayınları, Ankara,
1986):
216
Baytar Mektebinden (Veterinerlik Fakültesi) sınıf arkadaşı
Hasan Efendiyle Akif, o kadar dost olmuş, o kadar birbirlerini
sevmişlerdir ki bir gün birbirlerine söz verirler: İleride çoluk-çocuk
sahibi olurlarsa ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Ve aradan yıllar
geçti. Hasan Efendi ve Akif evlenip çoluk-çocuk sahibi oldular. Bu
arada Meşrutiyet ilân edilmişti. Mehmet Akif de dönemin Tarım
Bakanlığı'nda genel müdür yardımcısı olmuştu. İşte o günlerde, Akif in
genel müdürü, tarım bakanı tarafından haksız yere görevinden alındı.
Akif, bu haksızlığa dayanamadı ve görevinden istifa etti. Artık, işsizdi.
Para biriktirme âdeti olmayan, elindeki avucundakini anında
çevresindeki yoksul ve kimsesiz insanlar için harcayan Akif, eşi ve
çocuklarıyla büyük bir maddî sıkıntıya düştü. O kadar ki, o günlerde
Akif’in evine beraber kitap okumak için sık sık gelen ve öğle
yemeklerini Akif’in evinde yiyen Mithat Cemal, bu maddî sıkıntıyı
açıkça gördüğünden, çeşitli mazeretler bularak Akif’e yemekten sonra
gitmeye başlamıştı. Gerisini Mithat Cemal'den dinleyelim:
"Bir cuma Akif'in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok
sevimli olan çocuklar bir araya gelince ne manzara alırlar malumdur.
Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Akif’in beş çocuğuna katılan
bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olduğunu zannettim
ve ertesi cuma bu çocuk gürültüsüyle artık karşılaşmam sandım.
Fakat her cuma sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de
buna katlanıyordu. Bu üç çocuğun gelişi, Akif’in çocuklarına da fazla
hürriyet vermişti.
Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin yanağını, hıncımdan çimdikler gibi sıkarak, Akif’e sordum:
— Kim bu yavrular? Akif cevap vermedi.
Odaya girince, bu üç ıstırabını, bu misafir çocuklarını Akif’e
takılarak tebrik ettim. Akif’in yüzü değişti:
—Misafir çocukları değil, benim çocuklarım! Dedi.
Üç-beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu?
—Hasan Efendi öldü de...
Çocuklar, kim evvel ölürse hayatta olanın bakacağı çocuklardı,
yani rahmetli Hasan Efendi'nin çocukları. Fakat Akif bu çocuklardan
daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk.
Mehmet ŞİMŞEK
217
KONUŞMA
MECLİS ALKIŞTAN İNLİYOR
İSTİKLAL MARŞI DEFALARCA AYAKTA
OKUNUYORDU
Milletimizin tarih boyunca pek çok marşları olmuştur. Ancak
bunların hiçbirisini, bugün İstiklâl Marşı'nın yerine getirdiği işlev
açısından değerlendirenleyiz. Onlar, kahramanlık türküleri, mehter
marşları şeklinde milletin vicdanında yer almışlardır. Modern
devletlerin ortaya çıkışı ile devletlerarası ilişkilerde tören marşları
diyebileceğimiz birtakım milli marşlara ihtiyaç duyulmuştur. Bizim
milli marşımızın ortaya çıkışında, Fransız milli marşı Marseyyez'in bir
ölçüde etkisi olmuştur. 1792'de yazılan, 1795 ve 1879'da Fransız milli
marşı olarak kabul edilen Marseyyez, 19201i yıllarda Türk İstiklâl
Marşı'nın yazılmasında örneklik yapmıştır.
1920 yılı sonlarına doğru Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Kumandanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza
Nur'a başvurarak Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı manen
besleyerek zinde tutacak Marseyyez örneğinde bir milli marşın
hazırlanmasını teklif etti.
Teklif Milli Eğitim Bakanlığı tarafından benimsendi ve milli marş
yarışmasının açıldığı bir genelge ile bütün ülkedeki okullara haber
verildi. 7 Kasım 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde
yayınlanan bir duyuru ile de yarışma Anadolu geneline duyuruldu.
Yarışmaya gelen eserler 23 Aralık 1920 tarihinde bir edebi heyet
tarafından değerlendirilecek ve birinci gelen esere 500 lira ödül
verilecekti. Yarışmaya 724 şiir gelmişti. Ancak komisyon bu şiirlerden
hiçbirini, milli marş olabilecek özellikte bulamamıştı.
Meclis'te Burdur milletvekili olarak bulunan Mehmet Akif, bu
yarışmaya katılmamıştı. Yarışmaya, para ödülü bulunduğu için
katılmadığı, hâlbuki böyle bir marşın ancak Akif tarafından
yazılabileceği herkes tarafından söyleniyordu. O sırada Milli Eğitim
Bakanlığı görevine getirilen Hamdullah Suphi (Tannöver) Bey de aynı
düşüncede idi. Akif in yakın arkadaşı Hasan Basri (Çantay) Beyle
görüşerek, onu yarışmaya katılmak için ikna etmesini istedi
Akif, işin içinde para ödülü olmasına karşı çıkıyor, "Hiç para ile
İstiklal Marşı yazılır mı?" diyordu. Hasan Basri Bey, sonunda Akif in
şartlarının hükümet tarafından kabul edileceğine söz vererek onu
İstiklâl Marşı yazmaya ikna etti. Ankara'da Tâceddin Dergâhı'na
kapanan Akif, bugün elimizde bulunan 41 mısralık dev eserini 7 Şubat
1921 günü tamamladı. Bakanlık, Akif in şiiri ile 3 şiiri, ordu üzerindeki
etkisini öğrenmek üzere Genelkurmaya gönderdi. Ordu, Akif’in Şiirini
beğendiklerini bildirdi. İstiklâl Marşı 17 Şubat 1921 tarihinde,
218
Sebilürreşat dergisi ile Hakimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayfalarında
"Kahraman Ordumuza" ithafi ile yayınlandı.
21 Şubat 1921 Pazartesi günü de, 'Akif’in kendi el yazısı ile yazıp gönderdiği İstiklâl Marşı, Kastamonu'da çıkan Açık Söz gazetesinde ilk sayfadan verildi. Böylece İstiklâl Marşı kamuoyu tarafından
da tanınmış oluyordu. Artık sıra, TBMM'deki çalışmalara gelmişti. 1
Mart 1921 günü yapılan toplantıda, TBMM başkanlık kürsüsünde
Mustafa Kemal Paşa oturuyordu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi
Bey kürsüye gelerek Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı'nı okumaya başladı.
Milli Mücadele'yi çok zor şartlarda yürüten Meclis üyeleri, daha ilk
mısrada Meclis'i alkıştan inletiyordu:
Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak"
Alkışlarla kesilen okuma, tekrar başladı. Okunan mısralar
bütün bir milletin gönül birliğini yansıtmaktaydı. Heyecanlarına hâkim
olamayan milletvekilleri marşın ilk okunması bitene kadar yer yer
alkışlarla okumayı kestiler. Milletvekillerinin çok heyecanlanarak
şiddetli alkışlarla marşın okunmasını kestikleri bölümler şunlardır:
Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk'ın;
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlık ettiği bu oturumda
Hamdullah Suphi Bey, İstiklâl Marşı'nı o gün tam dört kez okudu. M.
Kemal Paşa marş okunurken sırasının önünde ayakta dinliyor ve
devamlı alkışlıyordu. Milletvekilleri de marşla bütünleşmişler, alkışlar
ve gözyaşları içinde bir daha okunmasını istemişler ve henüz milli
marş olarak kabul edilmemiş İstiklâl Marşı'nı dört defa ayakta
dinlemişlerdi.
İstiklâl Marşı'nın kabulü için görüşmeler 12 Mart 1921 günü
Öğleden sonra yapıldı. Oturum başkanlığını Dr. Adnan Adıvar
yapıyordu. Görüşmeler sonucunda, Akif'in şiiri oybirliği ile milli marş
ile kabul edildi.
219
Ardından bu defa milli marş olarak kabul edildiği için, Meclis
üyeleri tarafından alkışlarla ayakta dinlendi. İstiklâl Marşı'nı milletine
hediye eden Akif, sağlığında onu Safahat isimli eserine almadı.
Marş için ordu tarafından konulan ödülü, Akif, kırgınlığa sebep
olmamak için aldı. Bu 500 lirayı "Fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş
öğreterek, onları yoksulluktan kurtarmak" amacıyla kurulmuş
"Darülmesai" isimli derneğe bağışladı. 500 cumhuriyet altını ile
ölçülebilir. Yani bu epeyce yüklü bir ödül sayılabilir. Akif, paraya önem
vermeyen örnek bir insandı. Ödülü kabul etmeyen Akif in sırtında
paltosu yoktu. Arkadaşı ile nöbetleşe giydikleri bir palto ile Meclis'e
gidip geliyorlardı. İstiklâl Marşı Meclis'te kabul edildiği gün ise Akif in
cebinde iki lira vardı ve onu da Zonguldak milletvekili Hayri Bey'den
borç olarak almıştı.
Daha sonra marşı besteleme yarışması açıldı. Buna 24 besteci
katıldı. İstiklâl Savaşı'nın şiddetlenmesi yüzünden beste yarışması
sonuçlanamadı. 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, Ali Rıfat Çağatay'ın
bestesini kabul etti. 1930 yılına kadar İstiklâl Marşı bu besteyle
söylendi.
1930 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi
Osman Zeki Üngör'ün bestesi kabul edildi. Marşın armonik
düzenlenmesi Edgar Manas, bando düzenlenmesi ise İhsan Servet
Künçer tarafından yapıldı. Bütün Türkiye'de İstiklâl Marşı bu beste ile
söylenmeye başlandı. Günümüzde de aynı beste söylenmektedir
İstiklâl
Marşı,
milletimizin
bağımsızlığının
sembolü;
kahramanlığının ve imanının yansımasıdır. Milli gurur ve şerefimizdir.
220
TÜKETİCİYİ KORUMA HAFTASI
(15–21 Mart)
AÇIKLAMA
6 ALTIN KURAL
1- Öncelikle ihtiyacınızı belirleyin.
2- Rasgele alışveriş yapmayın. Neyi nereden alacağınızı araştırın.
3- Ne olduğunu bilmediğiniz, anlayamadığınız mal veya hizmetlerin
alıcısı olmayın.
4- Fatura veya perakende satış fişi almayı ihmal etmeyin.
5- Ekonomik avantaj (ucuzluk, indirim gibi) vaatlerine ve promosyonlara
karşı dikkatli olun.
6- Alışverişte sizi yükümlülük ve borç altına sokacak belgeleri (sözleşme,
senet gibi) iyice incelemeden imzala mayın.
Ayıplı Mal
Satın aldığınız mal, ambalajında, etiketinde, tanıtma ve
kullanma kılavuzunda belirtilen veya satıcı tarafından vaat edilen veya
standardında belirlenmiş nitelik ve niceliğe uygun değilse, beklediğiniz
faydayı azaltan veya ortadan kaldıran eksiklikler taşıyorsa, “ayıplı”
demektir. Tüketici olarak, satın aldığınız malların aşağıda belirtilen
özellikleri taşımasını bekleme hakkına sahipsiniz.
Satın aldığınız mal veya hizmet ayıplı ise, hakkınızı aramak için
şu yolu izleyin:

Öncelikle hiç vakit kaybetmeden satıcıya giderek başvurun.

Sorununuzu anlatıp çözüm isteyin.

Gerekirse, başvurunuzu yazılı olarak yapın.

Yazıyı elden veya iadeli - taahhütlü posta ile iletin.
Ayıplı Hizmet
Satın aldığınız hizmet, tanıtım materyalinde, sözleşmede
belirtilen veya hizmeti verenin vaat ettiği, nitelik veya niceliğe uygun
değilse ya da hizmetten beklediğiniz faydaları azaltan veya ortadan
kaldıran eksiklikler taşıyorsa “ayıplı” demektir. Verilen hizmetin ayıplı
olduğunu anlamanız halinde, hizmetin başladığı tarihten itibaren 15
gün içerisinde satıcıdan,

Hizmetin yeniden yapılmasını,

Ödediğiniz bedelin iade edilmesini,
221

Ayıbın neden olduğu değer kaybının ödediğiniz bedelden
indirilmesini isteyebilirsiniz.
Taksitli Satışlar
Hizmet alımında mümkünse yazılı bir sözleşme yapın ve bu
sözleşmenin bir nüshasını saklayınız.
Satıcı, taksitli ve ön ödemeli satışlarda yazılı sözleşme yapmak
ve bu sözleşmenin bir nüshasını size vermek zorundadır. Sözleşmede,
sizi sonradan beklenmedik bir durum ile karşı karşıya bırakacak bilgi
eksiklikleri olmamalıdır.
Taksitli ve ön ödemeli satışların riskleri
Mal
ve
hizmetleri
almadan
önce
peşin
ödemede
bulunduğunuzda, birçok riski göze almış olursunuz. Peşin ödeme bir
mal veya hizmetin rezerve edilmesi için kaparo, depozit verilmesi
şeklinde de olabilir. Ödediğiniz paranın miktarı arttıkça ve malın
teslimi, hizmetin başlaması için öngörülen süre uzadıkça, riskiniz de
artar. Firmanın zor duruma düşmesi veya kapanması halinde,
ödediğiniz parayı geri almanız veya istediğiniz mal veya hizmeti
almanız hayal olabilir.
222

Satın almaktan vazgeçtiğinizde de paranızı geri
alamayabilirsiniz.

Eğer satıcı, malın teslimi, hizmetin başlamasından önce
ödeme yapmanız konusunda ısrar ediyorsa ve bu ısrarın
anlaşılabilir bir nedeni yoksa başka bir satıcıyı tercih
etmeniz, yararınıza olur.

Peşin ödeme yapmaktan kaçınamıyorsanız, şu hususlara
dikkat edin:

Sabit işyeri olan, vergi levhası ve diğer belgeleri bulunan,
ilgili meslek odasına bağlı, satıcıdan mal ve hizmet alın.

Toplam bedelin az bir bölümünü peşin olarak ödemeye
bakın. Büyük bölümünü malın teslimi, hizmetin başlaması
ve istediğinize uygun olduğunu görmenizi deneyecek
zamandan sonra yapın.

Yaptığınız ödeme karşılığında kesinlikle makbuz alın.

İmzalayacağınız sözleşmeyi baştan sona satır satır,
dikkatlice okuyun; hukuki terimlerin anlamlarını öğrenin.

Anlayamadığınız sözleşmeleri kesinlikle imzalamayın.

Taksitli satış sözleşmelerinde, mal ve hizmetin peşin satış
fiyatı, vadeye göre faiz ile birlikte ödenecek toplam satış
fiyatı, faiz miktarı, yıllık faiz oranı, gecikme faizi oranı, ön
ödeme tutarı ve ödeme planının belirtilmiş olması yasal
zorunluluktur.

Taksitli satışlarda ayrıca borç senedi vermeniz gerekiyorsa,
ödeme planına uygun tarihleri taşıyan ayrı ayrı borç
senetleri imzalayın. Toplam borcunuz kadar tek bir senet
imzalamanız aleyhinize olur. Sözleşmeye imza atmışsanız
kesinlikle ayrıca senet veya çek vermeyin.

Taksitli satışlarda sözleşmede belirtilen satış fiyatının hiçbir
surette arttırılamayacağını unutmayın.

Aldığınız mal veya hizmetin bedelini posta
gönderiyorsanız, şu hususlara dikkat edin.

Sadece posta kutusu numarası veya bir posta kodundan
ibaret adrese para göndermeyin.

Zarf içinde nakit göndermekten kaçının.

Bir ilanda yer alan kuponu doldurarak, alternatifleri
işaretleyerek mal sipariş ediyorsanız, ilanın bir kopyasını
saklayın veya ilanın ne zaman ve nerede verilmiş
olduğunu, ilan verenin adı, ticari unvanı ve adresini, bunu
ne zaman postaya verdiğinizi, posta ücretini bir yere not
edin.
yolu
ile
Kampanyalı satışlar
Kampanyalı satışlarda, taksitli satışlarda olduğu gibi,
haklarınızın dayanağı imzalayacağınız sözleşme olacaktır. Sözleşmede
bilinmedik bir husus kalmamasına dikkat edin. Üretici firma garantisi
isteyin. Sözleşme dışında senet veya çek imzalamayın. Ödeyeceğiniz
miktara karşı da banka teminat mektubu isteyin. İlan ve taahhüt
edilen mal veya hizmetin ayıplı olması durumunda, satıcı, bayi,
acente, temsilci, imalatçı-üretici ve ithalatçı birlikte ve zincirleme
sorumludur.
Kapıdan alışveriş
Kapıdan satışlar tüketiciyi en fazla zarara uğratan satış
şeklidir. Bütün risklerine karşın kapıdan alışveriş yaparsanız, özellikle
tarihsiz ve eski tarihli sözleşmeleri imzalamayın. 7 gün içinde hiçbir
gerekçe göstermeden, satın almaktan cayma hakkına sahipsiniz.
Ancak, cayma bildirimini sözlü değil, mutlaka iadeli taahhütlü mektup
veya noter aracılığı ile yapın ya da TÜKODER’e başvurun.
Satıcı, 10 gün içinde, sizden aldığı parayı, kıymetli evrakı, sizi
borç altına sokan her türlü belgeyi iade etmek ve 20 gün içinde de
malını geri almak zorundadır.
223
Perakende satışa sunulan ürünlerin veya ambalajlarının
üzerinde, menşei, cinsi ve fiyatını bildiren etiketler bulundurulması
zorunludur.
Üretici veya ithalatçı firmalar, sanayi malları için garanti
belgesi düzenlemek zorundadır. Bir yıldan az olmaması gereken
garanti süresi içinde meydana gelen arızaların ücretiz giderilmesi
(parça değiştirilmesi dâhil) zorunludur. Garanti süresi içinde aynı arıza
2 defadan fazla, değişik arızalar 4 defadan fazla olursa, ürünün aynı
kalitede yeni bir ürün ile değiştirilmesini isteme hakkınız vardır.
Yurt içinde üretilen veya ithal edilen sanayi mallarının Türkçe
tanıtma ve kullanma kılavuzları ile birlikte satılması zorunludur.
Üretici veya ithalatçı firmalar, sattıkları sanayi mallarının
bakım ve onarımı için yeterli sayıda servis istasyonu kurmak ve
teknisyen bulundurmak zorundadır. Ürünün serviste kalış süresi,
hiçbir gerekçe ile 30 iş gününü geçemez.
(Sanayi malların satış sonrası hizmetleri hakkında tebliğe göre)
224
ÇANAKKALE ZAFERİ VE ŞEHİTLERİ
ANMA GÜNÜ
( 18 Mart)
KONUŞMA
Zaman 20. yüzyılın ilk çeyreği, mekân dünya…
Fransız ihtilali sonrası yayılan milliyetçilik akımı, Sanayi
Devrimi sonrası meydana gelen ekonomik rekabet, sömürgecilik
yarışı, doymak bilmeyen emperyalist hırslar… Bu amaç doğrultusunda
siyasî gelişmelerin de etkisiyle büyük ittifaklar oluşmaya başlar.
Bir tarafta, sömürgecilik yarışında yer almak isteyen Almanyaİtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 1882’de İttifak
devletleri grubunu oluştururken, bu gelişmeye karşı paylarından
feragat etmek istemeyen emperyalist devletler İngiltere, Fransa ve
Rusya da 1907’de İtilaf devletleri grubunu oluşturuyordu.
Dünya büyük savaşlar ve büyük ittifaklar görmüştü ama
böylesi gelişmiş silahlanma birlikteliğine ve büyük kamplaşmaya ilk
kez tanık oluyordu.... Bu savaş bir ülke veya ülkelerin savaşı değildi.
Bu, kıtalar arası bir savaştı.
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Veliahdı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından
öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu.
Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilanının
ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan üçlü İttifak Devletleri, bir
yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilaf Devletleri
sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi.
Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir
yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı.
Osmanlı Devleti, savaşın başında tarafsız kalmakla birlikte
stratejik konumu nedeniyle her iki tarafın da ilgi alanındaydı. Özellikle
Rusya ile diğer İtilaf devletlerinin bağlantısını kesecek bir konumda
olması, bu devletleri rahatsız ediyordu.
İmparatorluk, tarihte görülen en geniş sınırlara sahip olmuş,
her çeşit milleti ve inanışı içinde barındırmıştı. Yaklaşık 600 yıl süren
saltanatını 20. Yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı
mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü
dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka
arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında
Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü
yitirmiş, siyasal yalnızlık içindeydi. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü
225
bekleniyor
ve
hazırlanıyordu.
diğer
ülkeler
tarafından
paylaşım
planları
Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken,
İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele
geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü
düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise
Batı Anadolu’ya sahip olmayı istiyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından Osmanlı Devleti
önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu
duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru yönlendirdi ve 2
Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı
kesinleşti.
Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı
tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz
donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş
gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm
yabancı gemilere kapatır.
GOEBEN
ve
BRESLAU’ın
boğazlardan
geçmesi
itilaf
devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki
gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını
ödedikleri halde alamadıkları Sultan Osman ve Reşadiye adlı iki gemi
yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu
iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur.
27 Eylül 1914’te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz,
tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslar’a ait Sivastapol ve
Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar
Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti
de sıcak savaşın içine çekilmiş olur.
Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, konumları
nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyorlardı. Tarih
boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar stratejik,
ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler. Bugün bile
bakıldığında değerlerini korumaya devam ettikleri açıktır.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında,
elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem yatıyordu.
Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı
zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla
direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir
barışa mahkûm etmeyi planlıyordu. Ayrıca boğazları kazanmak
demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde
manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke
bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını
açıklayacaklardı.
226
Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm
Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini
rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı.
Verilen adres Çanakkale’ydi... Bu savaş bir ülke veya ülkelerin
savaşı değildi. Bu, kıtalar arası bir savaştı.
Randevuya hiç kimse geç kalmamıştı. Beş çaylarını İstanbul’da
içmenin hayali bütün dünyayı Çanakkale önlerine yığmıştı. İngilizler,
Fransızlar, Yeni Zelandalılar, Avustralyalılar, Hintliler, Afrikalılar,
Amerikalılar...
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi..
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle bu bir Avrupalı
Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer;
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi hakikat mahşer!
Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sâde bir hadise var ortada vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâ’ûna da züldür, bu rezil istilâ.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asîl,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefîl.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz!
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki, eder her biri bir mülkü harap.
Çanakkale muharebeleri birinci dünya savaşı içinde ayrı bir
özelliği olan, tarihin kaderini değiştiren, yaşamak hakkına şerefiyle
ulaşan bir milletin, her şeyden önce kahramanlık destanıdır. Burada
savaşan
insanlar
kahramanlaşmışlar,
kahramanlaşarak
kutsallaşmışlardır.
Geçilemeyen Çanakkale bir sır değil, bir güçtür. Türk ordusu
saldırgana karşı dur demesini bilmiş; vatanı için, Türk milletinin
özgürlüğü için canını feda etmekten çekinmemiştir.
227
DENİZ HAREKÂTI
İcra edilecek deniz harekâtı için İtilaf Devletleri Deniz
Kuvvetleri Şubat 1915 başlarından itibaren, üs olarak seçilen
Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanına gelmeye başladı. Bu
bölgeye gelen gemilere bakıldığında o zamana kadar dünyada bir
harekât için bir araya gelmiş en güçlü birleşik donanma meydana
getirilmiş oluyordu.
Boğaz boyunca deniz bataryalarının kurulmasına paralel olarak
18 Mart 1915’e kadar Selanik, İntibah, Samsun ve Nusrat gemileri ile
Çanakkale Boğazı’na toplam 403 mayın, geçiş yoluna dik 10 hat
halinde döşendi.
Savunma planı basitti. Boğaz; mayın ve top bataryalarından
oluşan bir tahkimat sistemi ile ve bu iki silahın müşterek tesirinden
yararlanılarak savunulacak, donanma bunların gerisinde bekletilecek
ve harekâtı destekleyecekti. Zira donanmanın Ege Denizi’ne çıkacak,
düşman donanmasıyla karşılaşabilecek hâli yoktu.
Yeterli güçte bir Osmanlı donanması olsaydı zaten İtilaf
devletlerinin Çanakkale seferini düşünebilmeleri ve icra edebilmeleri
mümkün olamazdı.
Boğazı zorlayan düşman filosunun komutanı Amiral Carden,
durumdan çok ümitliydi. Hatta emindi... Nitekim 2 Mart 1915’te
Amirallik I. Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta; “14 gün sonra
İstanbul’dayız.” diyordu.
Ancak bu arada tasavvur edemedikleri tarihin akışını
değiştirecek bir olay gerçekleşiyordu. Bir Türk Mühendisi tarafından
bin bir güçlükle İstanbul’dan Çanakkale’ye getirilmiş 26 deniz mayını
Nusrat Mayın Gemisi’nin güvertesine yüklenmişti. 360 tonluk bu
mütevazı tekne güçlükle elde edilebilen bu son 26 mayını, 100’er
metre arayla 7–8 Mart 1915 gecesi, düşman donanmasının manevra
sahasına, Erenköy önlerinde sahile paralel olarak, büyük bir gizlilik
içinde döşemişti.
Bu mayın hattının, diğer hatlar gibi Boğaz geçiş yoluna dik
olarak değil de, sahile paralel olarak tesisi, 18 Mart harekâtının
kaderinin değişmesinde en büyük rollerden birini oynayacaktı.
Hattın bu şekilde tesis edilmesi dâhiyane bir düşünce eseriydi.
Diğer hatların döşenmesinden sonra yapılan gözlemlere göre, düşman
gemilerinin, boğazda bombardıman sonunda, hat değiştirme
manevrasını Erenköy Koyu’nda, Karanlık Liman’da yapmaları çok iyi
değerlendirilmişti. Bu manevra sahasının kirletilmesi düşman gemileri
üzerinde büyük etki yapacaktı.
228
18 Mart 1915 sabahı, kurşunî renkli bir havada, dalgalı bir
denizde tarihin o zamana kadar görmediği büyüklükte, 247 ağır topa
sahip ve yüz parçadan fazla yüzen çelik kaleden oluşan muazzam bir
düşman armadası üç hat halinde teşkilatlanmış olarak saat 10.05’te
boğaza girmeye başladı.
Önde temizlik ve kontrol taraması yapacak mayın arama
tarama gemilerini destekleyen iki eski kruvazör bulunuyordu.
Saat 10.30’da filonun en kuvvetli dört yeni İngiliz zırhlısından
oluşan I. Hat’a verilen hedef, boğazın en dar yerindeki Çimenlik ve
Kilitbahir Kaleleri’nin tahrip edilmesi, Kepez-Soğanlıdere arasında
mayın kontrol ve temizlik taramasının desteklenmesi idi.
Tepelerin gerisine mevzilenmiş sahra toplarımız, bu gemilere
karşı ateş açtıysa da zırhlılar bu atışlara hiç aldırmadan Çanakkale
şehir merkezine 14 km. kadar yaklaşıp hızlarını azalttılar. Saat
11.00’den itibaren de dünyanın en büyük dretnotu Queen Elizabeth’in
38 cm.lik dev topları Anadolu Hamidiyesi Tabyası ile Çimenlik Kalesi’ni
hedef alarak ateşe başladı.
Bu sırada ilk hatta bulunan İngiliz Agamemnon, Lord Nelson ve
Inflexible zırhlıları da Rumeli Hamidiyesi ve Kilitbahir Kalesini hedef
almıştı.
Fransız Bouvet zırhlısı Dardanos, İngiliz Prens Corc zırhlısı ise
Baykuştepe tabyasını dövüyorlardı. Hedef taksimi tamdı. Henüz hiç
biri set bataryaları hariç, ateş altındaki tabyalarımızdaki toplarımızın
menzili içinde değildi.
Saatler 13.55’i gösteriyordu.
I. ve II. hattaki gemiler görev değiştirmek üzere geri çekilip,
her zaman yaptıkları gibi Anadolu sahillerine doğru dönüşlerini
tamamlıyorlardı ki; şiddetli bir infilak sesi duyuldu. Önce havaya
yükselen bir su kümbeti ve duman sütunu görüldü. Bir süre sonra da
Fransız zırhlısı Bouvet, 600 kişilik personeliyle beraber boğazın
sularına gömüldü.
Bilahare Fransız Suffren ve Bouvet’in terk ettiği hattı, içinde
Queen Elizabeth’in de bulunduğu 11 adet İngiliz muharebe gemisi aldı
ve Deniz tabyaları ile amansız bir top muharebesi başladı. Saat
15.35’te hatta bulunan İngiliz Irreristible gemisinin pruvasında bir
mayın, bundan bir iki dakika sonra da başka bir İngiliz muharebe
gemisi olan Ocean’ın kıç tarafında diğer bir mayın infilak etti.
Ortaya çıkan mayın tehlikesi, muharebenin akışını bir anda
değiştirmişti.
229
Bu yeni durum, Amiral de Robeck’i gerçekçi bir karar vermeye
zorluyordu ve verdi. Boğazdan mümkün olduğu kadar uzağa
çekilecekti.
Tüm gemiler saat 19.00’dan itibaren top ateşleri altında boğazı
terk etmeye başladı. Mayın isabeti almış olan Ocean muharebe gemisi
Karanlık Limana doğru geri çekilmeye çalışırken, Irreristible gemisi ise
saat 20.00’da boğazın karanlık sularına gömüldü.
İngiliz resmi tarihçisi General Odlander; “Gelibolu Askeri
Harekâtı” adlı eserinde bu günü şöyle anlatır:
“Pek müsait başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının o
fevkalâde ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir
başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının seferin talihi üzerindeki tesiri
ölçülemez.”
Gerçekten de İtilaf devletleri donanmasına bu ağır sürprizi
hazırlayan Yüzbaşı Hakkı komutasındaki 360 tonluk küçük ve
mütevazı Nusrat Mayın Gemisi ve onun cesur personeliydi
Çanakkale
Boğazı’nı
geçip
İstanbul’a
girmek
için
sabırsızlananlar zafer umutları ve gurur dolu olarak geldikleri gibi
değil, çelik devlerin ateş ve alev yığınları halinde tarihin gördüğü
ender perişanlık içinde, zafer umutlarını ve gururlarını sonsuza dek
Türk kalacak Çanakkale’nin sularına gömerek gidiyorlardı.
İtilaf devletleri, Türklerin Çanakkale Boğazını eskiden kalmış
tabyalar
ve
modası
geçmiş
silahlarla
savunamayacaklarını
sanıyorlardı; çünkü kendilerini “dünyada emsali görülmemiş bir
galibiyetin mümessilleri” olarak görüyorlardı. Ama unuttukları bir şey
vardı: Türkler, onların sömürgelerindeki toplumlara benzemezdi; şeref
ve haysiyetleri için yaşar, vatan ve dinleri uğrunda seve seve ölüme
giderlerdi.
Bizim bu yanımızı bilen bilir, bilmeyen tecrübe ile öğrenirdi..
KARA HAREKÂTI
Çanakkale Boğazının donanma ile geçilmesinin mümkün
olmadığını anlayan İtilaf devletleri, bu defa da Kara harekâtı ile ilgili
planlar geliştirmeye ve hazırlıklar yapmaya başladılar. Boğazın
etrafında bulunan Türk Kuvvetlerine karşı üstün bir muharebe gücü
oluşturulmalı ve boğaz kesin bir darbe ile düşürülmeliydi. Çanakkale
kara harekâtı öncesinde, zafer hayâli, işte böyle kuruluyordu.
Harekât bölgesi incelendiğinde çıkarma ve savunmanın,
vazgeçilmez arazinin merkez bölgesi yani Koca Çimen, Alçıtepe,
Kilitbahir bölgesi olduğu tartışılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyordu.
230
İtilaf Devletleri’nin Planına Göre;
Kuzey çıkarma grubu’nu oluşturan Anzak kolordusu, kuzeyde
Kabatepe bölgesine, güney çıkarma grubu ise Seddülbahir bölgesine
çıkarılacaktı.
Planlar,
asıl
taarruz
güneyde
olacak
şekilde
hazırlanmıştı. Türk savunmasının güney kanadını tespit maksadı ile 1
Fransız Tugayı, Kumkale bölgesine çıkarma yapacak, Bolayır ve
Beşiğe bölgesine de gösteri hareketleri yapılacaktı. İtilaf Devletleri’nin
planı, Gelibolu müstahkem mevkiine kısa sürede el atarak, donanmayı
savunmasız bir boğazdan geçirme ve İstanbul’u ele geçirme
düşüncesine dayanıyordu.
Türk Kuvvetlerinin Planı ise;
15. Kolordu, Anadolu kıyılarını; 3. Kolordu, Gelibolu
Yarımadası’nı, Müstahkem Mevki Komutanlığı da boğaz tahkimatını
savunacak, güney yan emniyetini Balıkesir Jandarma Alayı, kuzey yan
emniyeti ise 1. Süvari Tugayı sağlayacaktı.
26 Mart 1915’te kurulan 5. Orduya komutan olarak atanan
General Liman Von Sanders, Türk savunmasının esasını teşkil eden
“düşmanın çıkmasına izin vermeden imhasını sağlama” şeklindeki ana
fikri bırakarak, “kıyılarda nispeten zayıf kuvvetlerle düşmanı
karşılama, derinlikte güçlü ihtiyatlarla imha etme” ana fikrini
benimsemişti.
Düşmanın kıyıya çıkmasını müteakip tedbir almayı öngören bu
düşünce ast komutanlarca benimsenmemiş olsa da savunma planına
olduğu gibi yansımıştır.
25–27 Nisan 1915 tarihinde cereyan eden İtilaf Devletlerinin
Türk kuvvetlerini Anadolu kıyılarına bağlamayı öngören Kumkale
çıkarması I. Fransız Tugayı ile gerçekleştirilmiştir.
Düşman henüz kıyıya çıkmadan başlayan direnme, çıktıktan
sonra da aralıksız devam etti. Türk 31. Alayının savunması ve bu
savunmaya 39. Alayın takviyesi sonucu düşman, Kumkale ve
Orhaniye arasındaki dar bir şeritte hareketsiz bırakılmıştır.
Böylece amacına ulaşamayan düşman 26–27 Nisan gecesi
çekilmek zorunda kalmıştır.
Anzak Kolordusunun 3. Avusturya Tümeni ile icra edilen
Arıburnu çıkarmasının amacı, özellikle Arıburnu ve Kabatepe
bölgelerine el almaktı. 2. safhada 1. Avusturya Tümeni Conkbayırı,
Kocaçimen Tepesi blokuna el atarak, son safhada Kilitbahir
platosunun ele geçirilmesi için emir beklenecekti.
231
Kıyıda kuvvetli bir savunmanın bulunmaması nedeniyle
çıkarma başladıktan sonra alınan tedbirlerle düşmanın geri atılması
sağlanıyordu.
Muharebelerin ilk gününde 19. Tümen
Mustafa Kemal’i görüyoruz.
komutanı
Yarbay
25 Nisan gündüz taarruzlarında emrindeki 57. Alayı emir
beklemeden muharebeye sokan Yarbay Mustafa Kemal’in 27, 57, 72
ve 77. Alaylarla icra ettiği koordineli taarruz, buradaki savunma
hattının genişlemesini engelleyen ilk ciddi direnmedir.
Atatürk, bu muharebe için şunları söylemiştir:
“Bu alelâde bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya
ölmek azmi ile harekete çok istekli olduğu bir taarruzdur.”
Taarruz emrini alan kahraman 57. Alay’ın tümü, komutanı
dâhil şehit olmuştur.
57. Alay’ın kahraman erleri için Mustafa Kemal şöyle diyor:
“... Bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı
siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak... Birinci
siperdekiler, hiçbirisi kurtulmamacısına kâmilen şehit düşüyor.
İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir
soğukkanlılık ve güvenlilikle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç
dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe bile
göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim,
cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler şehadet çekerek
yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete değer
ve tebrike yaraşır bir misaldir. Emin olmalısınız ki; Çanakkale
Savaşlarını kazanan bu yüksek ruhtur.”
Arıburnu muharebelerinde kazanılan bu zafer sonunda;
Mustafa Kemal; durumu çabuk kavramak, süratli karar vermek,
kararını enerji ile uygulamak, sorumluluktan çekinmemek, inisiyatif
kullanmak ve cesaretli davranmak suretiyle gösterdiği yüksek
komutanlık yeteneği ile Arıburnu yöresinin tek komutanı olma
imkânını elde etmiştir. Bu muharebeler sonunda Mustafa Kemal, 19
Mayıs 1915’te albaylığa yükselmiştir.
Düşmanın son umudu, Anafartalar taarruzuna kalmıştı.
6 – 7 Ağustos gecesi başlayan çıkarmayı müteakip hızla
gelişen taarruzlar 9 Ağustos’a kadar Kireçtepe - Küçük Anafarta
batısı, Azmakdere hattına ulaşmış olup Kıyıbaşındaki düşman kuvveti,
8 tugay kadardı.
34 yaşındaki Albay Mustafa Kemal’in komutasında oluşturulan
Anafartalar Grubu, 9 Ağustos’ta 7 ve 12. Tümenlerin taarruzuyla,
düşmanı, 5 km. kadar geriye atmıştır. Bu birinci Anafarta
232
muharebesinden sonra, 21 Ağustos’a kadar mevzi muharebeleri
devam etmiştir.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor â’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam.
Atılan her lağamın yaktığı, yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îmân?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerde Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme!” dedi.
Âsımın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:
İşte, çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek...
Yeni açılan Anafartalar Cephesi’nde de arzu ettiği sonuca
ulaşamayan İtilaf Devletleri artık çekilme hesaplarına başlamıştır.
Nitekim alınan kararlar doğrultusunda Anafartalar ve Arıburnu
bölgesi, 8 – 20 Aralık 1915 tarihleri arasında, Seddülbahir bölgesi ise
28 Aralık 1915 – 9 Ocak 1916 arasında tamamen tahliye edilmiştir.
Tarihin sayfalarında bir eşine rastlanmamış, Çanakkale
Zaferi’nin harekâtı incelendiğinde; 5. Ordu komutanı Liman Von
Sanders’in ilk ana fikrine göre düşmanın kıyıya çıkmasına müsaade
edilmesi, Türk tarafının kayıplarını artıran en önemli faktör olmuştur.
Mustafa Kemal’in ani karşı taarruzlara düşmanın imhasını
öngören düşüncesi, katıldığı her muharebede felaketin büyümesini
önlemiştir.
Çanakkale Muharebeleri’nin başka muharebelere benzemeyen
bir özelliği de devamlı, inatçı ve şiddetli taarruzlarla karşı taarruzların
yapılmasıdır.
233
Kendine özgü bir pervasızlık ve atılganlık şuuru içinde şahlanan
Türk ordusu, kahraman bir millet olarak varlığını bütün dünyaya bir
kez daha ispat etmiştir.
ÇANAKKALE SAVAŞININ SONUÇLARI
11 aya yakın (İlk deniz saldırısı: 18.02.1915; İtilaf Devletlerinin
Gelibolu’yu boşaltma tarihi: 09.01.1916; toplam süre: 10 ay 20 gün)
bir süre devam eden ve I. Dünya savaşının kilit noktası olarak kabul
edilen, her iki taraftan 500.000’e yakın insanın can verdiği Çanakkale
savaşları, sonuçları itibariyle, sadece dünya savaşına değil, 20.
yüzyıla da damgasını vurmuştur.
Çanakkale’yi geçemeyen İtilaf Devletleri, müttefikleri Rusya’ya
gerekli yardımı ulaştıramamış ve Rusya’da rejim değişikliği olmuştur.
Çarlık rejimi yıkılmış, sosyalistler iş başına geçmiştir. Rusya’daki
sosyalistler aynı zamanda kapitalizmin temsilcileri olan İngiltere ve
Fransa’yı terk ederek I. Dünya savaşından çekileceklerdir.
Bulgaristan, İttifak Devletleri yanında I. Dünya savaşına
girmiş, İtilaf Devletlerinin savaşı 1,5 yılda bitirme planları suya
düşmüş ve savaşın süresi 4 yıla çıkmıştır.
I. Dünya savaşında, Osmanlı Devletinin savaş kazandığı tek
cephe olan Çanakkale savaşları, millî mücadele ruhunun ortaya
çıkmasını sağlamış, Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi Türk milletine
kazandırmıştır.
Çanakkale Savaşı, modern çağın kombine kara, hava ve deniz
savaşlarının başlangıcı ve ilk örneği olarak kabul edilen önemli bir
savaştır.
Çanakkale cephesine büyük sayıda müttefik kara, hava ve
deniz gücünün bağlanmış olması sebebiyle Almanya’nın batı
cephesindeki yükü azalmıştır.
Çanakkale Savaşlarının Alman komutanı Liman Von Sanders,
bütün planlarını Almanya’nın yükünü hafifletmek ve Mehmetçiğin
ölümü pahasına İtilaf güçlerini Çanakkale’de uzun süre oyalamak
esasına göre yapmıştır. Ne yazık ki, Türk askeri 8.5 ay süreyle
Çanakkale cephesinde, Almanya’nın yükünü hafifletmek için
savaşmıştır.
Çanakkale’de bir evlâdını veya bir yakınını şehit vermeyen
Türk ailesi çok azdır.
Savaşı sonrasında, 50 yılda telâfi edemeyeceğimiz yetişmiş
insanımızı Çanakkale’de şehit olarak bıraktık.
234
Savaş sırasında yapılabilecek her şeyi mükemmel olarak yapan
Mehmetçik, bu defa yapılamayacak olanı yapmıştır.
Bu savaş can kayıplarıyla, yaralılarıyla, hatta 2 metrekareye
düşen 3 asker sayısı ile dünya savaş tarihindeki emsalsiz yerini
almıştır.
Çanakkale bir destandır. Oradaki kahramanlar efsanedir.
Mustafa Kemal’i ile efsaneydi, Seyit Çavuş ile efsaneydi, Yüzbaşı
Hakkı Bey ile efsaneydi, Hüseyin Avni Bey’le, Cevat Paşa’yla,
isimsizleriyle, vatan için ölüme tebessümle gidişleriyle efsaneydiler...
Bu efsanelere milletimiz bir ad aramıştı. Maddî ve manevî değerleri
ifade edişi ile bir ad... Türk’ün cesaret, kahramanlık; dinine ve
devletine bağlılığının sembolü olan bir ad: Mehmetçik...
Seni anlatmaya sözcüklerimiz yetmiyor.
Sana Akif’in diliyle şükranlarımızı sunuyoruz:
“Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, ya Râb, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki… Kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim, gel seni târihe.” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp...
Seni ancak ebediyetler eder istiâp.
“Bu, taşındır.” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ nâmiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultanı Selâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
235
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, â’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber...”
Bir gün şafakla birlikte topraklarımıza, insanlarımıza,
mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, ne için geldiğini
bilmeyen masum zavallılar da vardı, haçlı ruhunu yüreğinin
derinliklerinde gizleyenler de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı
duyanlar da oldu, kafataslarını memleketine götürecek kadar nefret
edenler de. Onların da susuz kaldığı, geceleri ağladıkları, isyan
ettikleri oldu. Hepsi savaş planlayıcıları kadar kinle dolu değildiler.
İçlerinde savaşın çözüm olmadığını düşünenler de vardı, başka bir
cephede Türk’ün kanını akıtacak olanlar da.
ZAFER KAZANMA ARZUSUYLA TOPRAĞIMIZA AYAK
BASIP, ARKADAŞLARINI, KOLLARINI, BACAKLARINI VE DE
CANLARINI BURADA BIRAKIP, UTANARAK GİTTİLER.
Hiçbir savaş bu kadar kanlı olmadı. Hiç bir toprak bu kadar
değer taşımadı. Çünkü burası SON KALE İDİ
GİTTİLER!...GEÇEMEDİLER!... GEÇEMEYECEKLER!...
OKUMA
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde
otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat
daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar
okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde
bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım.
Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana,
annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa
doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek
tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki
muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir
ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana
validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu...
236
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına
baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla
anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı
sedası ile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince
gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
—Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
—Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
—Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
—Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
—Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel
—İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış.
Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun
gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu?
Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün,
ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten
içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını
tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini
görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet
seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı
göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim
saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile
sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu.
Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı
kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi
kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Büyük Allah’ı ! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen
koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların
Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü
237
böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere
mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri;
ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği
ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde
sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten
kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut,
benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burasıymış. Yalnız bu memleketlerde
düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler,
bir düğün yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen
vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu
dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam
vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah
razı olsun.
Oğlun Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
OKUMA
KINALI KUZU
Birinci Cihan Harbi patlak verip yedi düvelle savaşa girildiğinde
Anadolu coğrafyasının bütün eli silah tutan gökçek yüzlü yiğitleri
askere çağırılır. Bu daveti alanlar arasında bıyığı henüz terlemiş Murat
isminde bir delikanlı da vardır. Yozgat'ın Sorgun kazasından
Karayakup köyünden olan bu yiğidi, anacağızı uğurlamadan önce
başını kınalarmış öyle selametlemişti. Murat 3. Taburda yerini aldığı
zaman, komutanı Sabri Bey'in dikkatini çeker. Başı kınalı bu Anadolu
çocuğunu çağırır ve kınanın sebebini sorar. Murat, mahcup mahcup
boynunu büker cevap veremez. Ve hemen bölükten tıbbiye
öğrencilerinden Şükrü 'ye bir mektup yazdırır:
238
"Anacığım, kardeşlerimi askere gönderirken başına kına
koyma. Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerim de
cevap veremeyip mahcup olmasınlar."
Bir müddet sonra Murat'ın anasından cevabi mektup yetişmişti.
Ama ne mektup!.. Dupduru bir ana gönlünden dökülmüş acı dolu
ifadeler:
"Ey oğul, gözümün nuru Murat'ım ! zabit efendiye selam söyle
. Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin
arasında kurbansın. Sen İsmail'sin (as). Sen orada şehit olacaksın
inşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa ben de onun için senin
saçını kınalayıp gönderdim."
Ve mektup Çanakkale'de Murat'a ulaştığında, Murat'ın kınalı
başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile...
Başlıca Kaynak:
Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi.
İstanbul: Adım Yayıcılık
OKUMA
TÜRKLER YAMYAMDIR SİZİ YERLER
Yıl 1945, Arıburnu çıkarmasında (25 Nisan 1915) esir düşen iki
Anzak subayından biri eşi ile birlikte otuz yıl sonra harp ettiği
topraklara ziyarete gelir. Çanakkale harp sahaları 1945'de yasak
bölgedir. Anzak subayı Genelkurmay Başkanlığı'na müracaat ettiğinde
onlara yardımcı olan 1915'in 57'nci Alay Komutanı Yarbay Hüseyin
Avni Bey'in oğlu Em. Hv. K. K. Orgeneral Tekin Arıburun, o günlerde
Genel Kurmay Başkanlığı'nda Hava Dairesi Komutanı'dır. Arıburun
okyanusun öbür ucundan kalkıp gelen bu aileye üç gün izin alır.
Onlardan tek ricası Çanakkale dönüşü Ankara'ya tekrar gelip bir
kahvesini içmeleridir.
Babası şehit olduğu zaman, sekiz yaşında olan Tekin Paşa
yıllardır baba özlemini içinde taşımaktadır. Anzak subayı üç gün sonra
Çanakkale'den eşi ile Ankara'ya döner. Tekin Paşa onları karşılar ve
evine götürür. Salona buyur eder. İkramda bulunmak için mutfağa
girer. Her şeyden habersiz olan Tekin Paşa salondan, İngilizce "Bu
komutan bizi esir almıştır" cümlesini duyar. Salonda babasının
üniformalı kalpaklı resmi asılıdır. O zamana değin babasının harp
hatıraları hayatta kalan arkadaşları tarafından Tekin Paşa'ya anlatıla
gelmiştir.
Bunlardan biri de şudur: Çıkartma sırasında esir düşen iki
Anzak subayı 57. Alay komutanının çadırına getirirler. İkisi de tir tir
239
titremektedir. Alay komutanı Anzaklar'dan bilgi alabilmek için onlara
ikramda bulunur. Üzerindeki tabanca, dürbün, İncil, vs. eşyaları alınır.
Fakat kendilerine başka hediyeler verilir. Anzaklar’ın titremeleri hala
devam etmektedir.
O hatıra Tekin Paşa'nın zihninde canlanır. Hemen salona girer
ve bir dolaptan fildişi kaplı İncil'i tabancayı ve dürbünü çıkararak
misafirlere gösterir.
İhtiyar Anzak, "Aaaa... Eşyalarım," der.
Tekin Paşa sorar: "Babamın çadırında neden saatlerce tir tir
titrediniz?"
Misafirin cevabı enteresandır. "Bakın bugün hayattayım diğer
arkadaşlarım da yaşıyor. Babanız bize bir misafir gibi muamelede
bulundu. Bugünümüzü ona borçluyuz. Çadırındaki bu asil
muameleden sonra hicap duydum; bizzat babanıza söylemedim.
Fakat bizi esir alanlara işaretle anlatmıştım. Şimdi de size burada
anlatıyorum. Çıkartmadan bir gün önce Limni Adası'nda, bizlere hitap
eden ordu komutanı “Sakın Türklere esir düşmeyin ve ölene kadar
çarpışın. Çünkü Türkler yamyamdır, sizi yerler demişti". Bizler de o
gün esir düştüğümüzde çadırda yenileceğimiz saati beklerken Türkler
tarafından hiç beklemediğimiz centilmenlikle karşılaştık. Ve bu
savaşta asil bir milleti yakından tanımış ve vatanları için ne büyük
fedakârlıklara katlandıklarını görmüş olduk."
Başlıca Kaynak:
Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi.
İstanbul: Adım Yayıncılık
OKUMA
BEDELİ ÇANAKKALE'DE
Galatasaraylılar'ın
bu
şüheda
menkıbeleri arasında, dünyada
eşi bulunamayan bir tanesini
(Mehmet Muzaffer1 in Destanını),
gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile
getiriyor:
Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer, "zabit namzedi"
olarak Çanakkale'de idi ( Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Fransız
kuvvetleri, Çanakkale'de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri
yüz elli bin zayiattan sonra Boğaz11 aşamayacaklarını anlamışlar,
240
1915'in son haftasıyla 1916'nın ilk haftasında bütün hatları tahliye
edip çıkıp gitmişlerdi.
Muzaffer, Çanakkale'ye vardığında harp durmuştu. Zaman
zaman İmroz ve Bozcaada'da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları,
bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan'ından aralık sonuna
kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar
"hiç derecesindeydi." Çanakkale'de ki birliklerin büyük bir kısmı
Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve
noksanlarını tamamlama emri aldılar. Muzaffer, birliğinin alay
karargâhında görevliydi. Alayın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer
bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul'dan
sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübâyalar (satın alma) için
arttırma yapmak ilânlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlarla
kaybedilecek vakit vardı. Her şey "itimat" ile yürürdü. Muzaffer,
açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan karargâh, gerekli
malzemenin temin ve mubayaasına onu memur etti. İcabeden
paranın kendisine itası (ödeme) için de Erkân-ı Harbiye Riyaseti'ne
hitaben yazılı bir tezkereyi (belge) eline verdiler.
O yıllarda İstanbul'da otomobil ve kamyon nadir rastlanan
vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok elenecek kadar azdı ve
karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy'de bir Yahudi
de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey
yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkân-ı
Harbiye'ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler.
Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam olan Yarbayın huzurundadır.
Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında haz ı rol da duran
ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan, "Ne
alınacak" dedi. "Oto kamyon lastiği" cevabını verilince bir an durdu.
Sonra Muzaffer'e dik dik baktı:
"Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput
alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun.
Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!...
Muzaffer selamı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezareti'nin
(bugünkü Hukuk Fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır
yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere, Atayın ihtiyacı
vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki
binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lazımdı.
Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat
para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı...
Muzaffer, bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı'na vardı,
birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.
Doğru tüccar Yahudi' nin yanına gitti:
241
"Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra
gelip malları alamam. Gece kalacak yerim yok. Yarın öğleden evvel,
vapur Çanakkale'ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah
ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin..."
Tüccar "peki" dedi. Muzaffer, tam ayrılırken ilave etti. "Altın
para vermiyorlar kâğıt para verecekler"
Yahudi yine "peki" dedi. Ertesi sabah Muzaffer, Merkez
Kumandanlığımdan sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi'nin
kapısındaydı. Ortalık henüz işiyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava
gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya
yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kâğıt para) verdi.
Araba dörtnal Sirkeci'ye yollandı. Malzeme şat'i'a oradan dubada bağlı
gemiye aktarıldı. Az sonra da, gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.
Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere
Osmanlı Bankası'na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.
Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kâğıdın
aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş,
çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek
nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para
buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de
şu ibare bulunuyordu: "Bedeli Dersaadet'te altın olarak ödeme
olunacaktır." Muzaffer, yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek
şöyle yazmıştı:
"Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır."
Onun burada altın dediği, Çanakkale'de, Mehmetçiğin akıttığı,
altından daha kıymetli kanı idi. Sahte paraya gelince...
Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi,
yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay, bütün İstanbul'da
yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise,
Şehzade Halim Efendi'nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını
göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi
bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli
bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulundaki
emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref
mevkiinde muhafaza olundu.
Başlıca Kaynak:
Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi.
İstanbul: Adım Yayıcılık
242
OKUMA
BİR FAZİLET ABİDESİ
Her savaşta olduğu gibi, Çanakkale Savaşı'nda da,
kahramanca savaşan Türk askeri, düşmanlarını bile hayran
bırakmıştır. Bu savaşta, bir koluyla bir ayağını kaybeden Fransız
generalinin yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırası
şöyledir:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima
iftihar edebilirler. Hiç unutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti.
Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız
askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada
gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir
Fransız askeri yatıyor bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış onun
yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle
bir konuşma yaptık:
— Niçin öldürmek istediğin düşmana şimdi yardım ediyorsun?
Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
— Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi
çıkarttı. Bir şeyler söyledi. Anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.
Benimse kimsem yok. İstedim ki o kurtulup anasının yanına dönsün.
Bu asil duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Bu sırada emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda
gördüğüm manzara karşısında şok geçirdim. Çünkü Türk askerinin
göğsünde bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve
bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..."
Başlıca Kaynak:
Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi.
İstanbul: Adım Yayıcılık
OKUMA
ANZAKLI ÖMER'İN HİKÂYESİ
1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olup ihtisas
yapmak üzere Amerika'ya giden Doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı
hastanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
"Amerika'ya gittiğim ilk yıllar (1957) lisanım pek o kadar iyi
değil. Newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev
almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak,
elektrokardiyografi çekmek gibi işler. Hastaya o kadar önem
243
veriyorlar ki yeni doktorlar hemen doğrudan hasta muayenesine,
tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.
Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş
yaşlarında tabi kendisi ile İngilizce konuşuyorum.
— Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?
Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı.
Elimde kan torbası da var tabii ki... Pazısını açtım. Baktım pazısını
dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim.
Kendisine sormadan edemedim.
— Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarıya kaldırarak "Hayır" manasına işaret yaptı.
Ama ben hâlâ merak ediyorum:
— Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
"Aldırma işte öylesine bir şey" dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:
— Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti.
Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve
mırıltı halinde sordu:
— Siz Türk müsünüz?
— Evet Türk'üm...
İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi.
Anlatmaya başladı:
— Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer
var Türkiye'de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan
devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım, Avustralya
Anzakları'ndan...
İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler, Hıristiyan
dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe
açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.
"Biz de inandık sözlerine, vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına
katıldık.
Avustralyalı ihtiyar Anzak anlatmaya devam ediyordu:
— Bizim beynimizi yıkayan İngilizler, Türklere karşı topladığı
askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere
doldurup Mısır'a getirdiler o zaman. Mısır'da şöyle böyle birkaç ay
talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye
getirdiler.
244
Savaşın şiddetini ben, ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen
gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler,
geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman...
Her taarruzda bizden de, Türklerden de yüzlerce insan
hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz, Türklerdeki
gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden
çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki,
onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda
zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan
böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan
sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim.
Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar.
Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taarruz
ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik
darbesiyle kendimden geçmişim.
Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın
dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye
başlamıştı. Devam etti:
— Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında
gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler, bize Türkleri
barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya...
Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli
bakmıyorlar. Kendime geldim iyice, bu defa çantalarında bulunan
yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri
çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram
ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:
— Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürebilirler. Ama
öldürmüyorlar... Veya isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni
cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranmışlardı.
Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla niye
savaşıyorum ben. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne
yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek pişman oldum. Ama
bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye
düşündüm durdum günlerce...
Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte
memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu
dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
— Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken
yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türklerdi.
Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine beni iyileştirmeye
çaba sarf eden bir Türk...
245
Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türk
ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz
Türkler
gerçekten
çok
merhametli
insanlarsınız.
Bizi
hep
kandırmışlar... Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Tüm bunları anlattıktan sonra, nemli gözlerle "Bana adınızı
söyler misiniz? dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar
sordu:
— Peki, niçin Ömer ismini, vermişler sana?
— Babam Müslümanların ikinci halifesi olan Hz. Ömer isminden
ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
—Yahu senin adın Müslüman adı mı?
Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı, birden
doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti.
Ama niye ısrar ediyordu?
İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım
ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
— Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef
Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
— Olsun
— Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak
zor mu?
Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti.
Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da,
kimseyle konuşamadığı için, soramadığı için bir şey yapamıyormuş.
— Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanın ve İslâm'ın şartlarını anlattım. Kabul
etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.
Yaşlılık, bir yandan hastalık, bir yandan da yıllardan beri içinde
kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet'e olan
hasretin sona ermesi bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. ...Mırıldandı:
— Siz Müslümanlar tespih çekersiniz. Bana da bir tespih bulsan
da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki, dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı
zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tespih
bulup kendisine getirdim.
Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle
ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman
olmuştu.
246
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
— Beni yalnız bırakma olur mu?
— Ne gibi Ömer amca?
— Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat! Sen çok güzel
şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla
dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.
Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel
hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı
odaya gelin!"
Dedim ki içinden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?" hemen
yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen
şöyleydi:
Sağ elinde tespih açık duran sol kolunun pazısında dövme Türk
bayrağı, göğsünde imanı ile, koskoca Anzaklı Ömer son anlarını
yaşıyordu.
Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i
söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti....
şehadet
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa
Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip
olmuştu.
"Ne yalan söyleyeyim, ağladım."
Başlıca Kaynak:
Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi.
İstanbul: Adım Yayıcılık
İrfan Topçu
ÇANAKKALE SAVAŞLARI HAKKINDA SÖYLENENLER
Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı
hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale
Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
M. Kemal ATATÜRK
Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş
duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve
bağlantısız harekâta dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı
yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.”
İngiliz Başbakanı Asquith
247
“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği
ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekâtın
zorunlu olduğunu anlıyorum.”
Churchill
"Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip
güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.”
Churchill
“... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se’bat cihetiyle
takdir ve senaya liyakatı, her şüphenin fevkinde bulunmuştur.
Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek
cesur bir düşmanın taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu
kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.”
Alman Generali Liman Von Sanders
“Avrupa’da hizbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum,
Türklierle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi
oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas
edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim
gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı.
Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Hâlbuki Türkler, bütün
muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”
General Tawshend
“Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini
muhafaza ettiğini, can çekişen bir imparatorluk içinde kahraman bir
milletin varlığını meydana koydu.”
General Fahri BELEN
“Müttefiklerin gayreti kalmamıştır. Türkiye insan menbalarını
(kaynaklarını) sarf ederek bitab (bitkin) kalmış, müttefikler,
hissolunur
derecede
zayıflamamışlardır.
Fakat
Çanakkale
Muharebesi’nin Rusya’nın akibeti ve Balkanlar’daki tesiriyle Türkler
müteselli olabilirler.”
Larşer
“... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda haiz bulunduğu
evsafın bidayette layikiyle takdir edilmemiş olması, Ingilizler için
felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu,
Ingilizler kendileriyle dövüştükten sonra bittecrübe anlamışlardır.”
Ingiliz Generali Oglander
“Yenilmez Ingiliz donanmasının uğradığı akibetten komutanlar
değil, strateji kurallarını ihmal eden devlet adamları sorumludur.
Boğazlar ve Trakya bölgesinde altı Türk kolordusu varken, donanmayı
248
tahkim edilmiş bir Boğaz’dan geçirmek ve Boğaz kıyıları işgal
edilmeden beş tümenlik bir kuvvei seferiyeyi Istanbul’a getirmek
planının şansı çok azdı.”
General Fahri BELEN
“Çanakkale Savaşları, Avusturalya ordusunun gelişimine birçok
etkide bulunmuştur. İlk olarak Avusturalya ordusu kuvvetlerinin bir
yabancı tarafından değil, bir Avusturalyalı subay tarafından idare
edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve Çanakkale
olayları, bu uygulamayı başlattı.”
Avustralyalı Yarbay D. M. HORNER
“Çanakkale Savaşları, savaşa İngiliz bayrağı altında katılan
Yeni Zelanda’nın uluslaşma sürecine çok önemli katkılarda
bulunmuştur.
1915’te
Yeni
Zelandalılar,
kimliklerini
İngiliz
İmparatorluğu içerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak
gibi istekleri yoktu.”
Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. PHİLLIPS
“Çanakkale Savaşları, modern savaş tarihinde birleşik kara ve
deniz savaşlarının başlangıcı ve ilk örneğidir.”
Japon Prof. Dr. Em. Krg. Hideo MIKI
“Avrupa diplomasisinin çıkmazlarında ihtiyatla yolunu arayan
ve Avrupa devletleri’nin birbirine düşmüş meclislerinde kendi lehinde
fırsatlar kollamaya çalışan ürkek ve tereddütler içindeki Osmanlı, artık
yerini, dimdik adeta mağrur ve kendine güvenen, kendi hayatını
yaşamaya azmetmiş, Hıristiyan düşmanlarına tam bir istihfafla bakan
şahsiyete bırakmıştı.”
Alan Moorhead
“Çanakkale Boğazı’ndaki Türkler ve Almanlar da 18 Martı
aralıksız takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir
sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki
hasar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır bataryaların
cephane durumu ciddiyetini koruyordu.”
Robert Rhodes James
“Çanakkale Muharebelerinde Türk ordusunun başında daha
başlangıçtan itibaren orayı, üç kez ve yalnız kendi inisiyatifiyle
kurtarmış olan Türk Başbuğu (Atatürk) bulunmuş olsaydı, bu gün
tarih, bir Çanakkale Savaşı yerine, karaya ayak basmasıyla beraber,
akim kalan bir Çanakkale teşebbüsünden bahsederdi.”
M. Şevki YAZMAN
“Çanakkale fecayi’ine (çok acıklı olaylarına) ait mesuliyetin,
her iki taraftan hangisine ait ve raci olduğu keyfiyeti henüz tahakkuk
249
edemediyse de, bahri hücumun (deniz hücumu) altında mündemiç
(saklı) olan Hakayık (gerçekler), o kadar basittir ki, bu hususta en
müptedi (ilkel) olanlar bile bunu anlarlar.
Biz en müşkülü’l-icra (yapılması zor) harekete tasaddi ettik
(başladık) ve esas noktalara dair maluunatı sahiha (gerçek bilgiler)
elde etmeden evvel mutadımız (âdetimiz) olduğu üzere, düşmanı
hakir (küçük) görerek, böyle bir külfetli işe sarıldık. Neticedeyse,
herkesin kabul ve itiraf edeceği bir hezimete, mağlubiyete uğradık ki,
bunun izin, hiç de şikâyete hakkımız yoktur.
18 Martta mağlup olduk. Bu bapta tevile felana (başka anlam
vermeye falan) hacet yoktur.”
İngiliz Yazar Ellis Ashmit BARTLETT
“Çanakkale müdafaası, üç mucizeler muharebesidir Hali
kurtardı; maziye hamaset ve azametini iade etti; vatanımızı bir vatanı
ebedi yaptı.”
Sami Paşazade Seza
SON SÖZ
Bütün bunlara rağmen kendi tarihini bırakıp efsaneler
arayanlara, kalplerinde kahramanlık ve iman duygusu yerine
korkaklık ve fitne taşıyanlara; kültür emperyalizminin zehirleyici
rüzgârlarına kapılarak kendi maddi ve manevi değerlerinden
uzaklaşanlara; Çanakkale’yi destanlaştıran atalarımızın taşıdığı ideale
yabancı duruma düşenlere tavsiyemiz, özlerine dönmeleri ve
kendilerine gelmeleridir.
Çanakkale’deki birlik ruhunun yeniden şahlanması en büyük
dileğimizdir.
Birliğe ve dirliğe, o gün olduğu gibi bu gün de ihtiyacımız
vardır.
ŞİİRLER
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
250
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
251
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY
BİR YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
252
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
NECMETTİN HALİL ONAN
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Ben desem iki yüz bin, sen de iki yüz elli
Ne yattığı yer belli, ne de vurulduğu yer
Mahşer Conkbayırı'na kurulmuştu besbelli
Her Mehmetçiğin göğsü olmuştu birer siper
Şehit analarının o göz pınarlarına
Şehadet mertebesi akıtmıştı teselli
On sekiz Mart Bin doküz yüz On beşinci yıldı
Süleyman Sırrı Bey'e sor bak ki daha dündü
Batarya Hamidiye, Fransız Bouvet'sine
Yaklaşırken mermiler ikiyüz kırk milimdi
Tarihte rastlanır mı şehidin böylesine
Cideli Mehmet Çavuş bedeni kırk dilimdi
Gözüne iniyorken karanlık perde perde
Can çekişen dudakta bir tebessüm belirdi
Fransız'ın zırhlısı tarihten silinirken
Paramparça bedeni sevincinden delirdi
Türk milleti kutlasa bin defa zaferini
Unutmayacak asla o şehit neferini
Kumkale, Seddülbahir müstahkem mevkileri
Çok ağır bombardıman ateşine tutuldu
Susturduk zannedip de geçmeye çalışırken
Son sırıtışında o düşman gemileri
Nusret'in döşediği mayınlarda yutuldu
Kumkale, Seddülbahir, taş taş üstünde zahir
Bir beden kalsa Mehmet, bir taş kalsa da ahir
Düşmana set çeker de Boğaz'ından geçtirmez
Kanla sular toprağı bir damlasın içtirmez
Tarih yirmi beş Nisan, İngiliz ve Anzaklar
Dalga dalga karaya çıkıp da siniyordu
Düşmanın tepesine işte Mustafa Kemal
Tarihinden kopup da çığ gibi iniyordu
253
'Kader Adam' deyip işaret eden Churchill
Türklerin tarihini elbette biliyordu
Her başkaldırışında o menhus enselere
Türk'ün dev ellerinden bir şamar iniyordu
Anafartalar'daydı, hem de Conkbayırı'nda
Ondokuzuncu Tümen, Elliyedinci Alay
Düşmanla arasında kesin bir hesaplaşma
Sanmayın ki mahşerde vermesi daha kolay
Mehmetçiğin bağrında kurşun tarar kaşağı
Bir kefeni olmamış ne kaldı ki kuşağı
Kanı mürekkep eyler, yazdırır tarihleri
Vermez de bir damlayı, olmaz düşman uşağı
Anladı ki tüm cihan ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Örtünür meşhedine kefen bile biçilmez
Zehra Birsen YAMAK
HASAN ÇAVUŞ'UN NAME-İ TEŞCİİ
Oğlum Hasan üç aydır ki mektubunu almadım
Gece gündüz hayır duanızdan geri kalmadım
Sen onbaşı olmuş idin Akşehir'den giderken
Çavuş oldum diye yazdın tabur cenge giderken
Zafer için her cengine yedi hatim adadım
Allah korusun ocağımda sensin kolum kanadım
Yaradan'ım sana nasip eder ise şehadet
Odur kulluk Hakk'a, vatan millet için ne devlet
İmam dedi, oralarda ulu, canlı cenk olmuş
Düşmanların siperleri baştanbaşa leş dolmu
Derelerden, tepelerden topladığım sümbülü
Yolla taksın yavukluna, ziynet bulsun kâkülü
Geçen gece ben bu çengin rü'yasını görmüştüm
Sevincimden ağlayarak hayır diye yormuştum
Plevne'de yatan baban eve gelmişti.
Hasan gazi oldu diye bana müjde vermişti
Sonra gördüm sağ elinde yükselmişti bir bayrak
Din hasmının kafasına dikilmişti o sancak
Sen düşünme, millet bize gözü gibi bakıyor
Bolluk şükür zad-zahire her taraftan akıyor
254
Eğer köyde ölen kalan var mı diye sorarsan
Konu komşu, eşi dostu hatırlayıp anarsan
Muhtargilin Ahmet şehit olmuş haber geldi dün
Şenlik oldu, mevlit oldu, düğün oldu bütün gün
Köy hep giyindi kuşandı namazgâha gittiler
O şehidin Rahmetullah duasını ettiler
Yeri belli olmak için mezarın kazdılar
Bir taş dikip Ahmet şehit oldu diye yazdılar
Kurban kesip Hatm-i şerif indirildi hep ona
Gönderildi onun gökte yatan şanlı ruhuna
Sen bilirsin yavuklusu kumral saçlı Emine
Bir al bayrak asmış idi o gün kendi evine
O güzel kız yeşil örtü örtmüş idi başına
Bir kurumla oturmuştu köyün dibek taşına
Hıçkırmadı ağlamadı sandım onu bir melek
Onun erlik ocağını söndürmüştü kör felek
Sürme çekmiş kına ile süslemişti elini
Olmuş idi tel duvaklı, nurlu şehit gelini
Dedi Ahmet beni artık ahirette beklesin!
Ben onunum, utanmasın beni Hak'tan istesin!
Kaderim bu, şehit olmuş benim şanlı yiğidim
Kız kalırım varmam ere ben de canlı şehidim.
HASAN ÇAVUŞ
BOYABATLI MUSTAFA'NIN
ÇANAKKALE DESTANI
Üç yüz otuz, sözüm Hakk'ın kelamı
Padişahın geldi büyük selamı
Enver Bey'in düşman kırmak meramı
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Eüzü besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargâha koştum üç gün de erken
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
255
Kumandan emrini verdi bir gece
Anadolulardan layıktır nice
Yiğitler şehadet şerbeti içe
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Rumeli toprağı yoğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesin yüreği çarpıyor şanla
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehitler buldular gözlerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı, yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç arı
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek pek dar
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Çanakkale'yi siz sandınız boştur
Davulun sesi de uzaktan hoştur
Saptığınız bu yol bir dik yokuştur
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Arıburnu hani topların nerde
Gazilik arzusu var hangi serde
Şehitlik göktedir gazilik yerde
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Ben yorgun değilim içim bir tufan
Müslüman'dan var mı savaştan kaçan
Türk’tür dünyaya al bayrak açan
Bugün vatan bizden razı olacak
256
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Arıburnu haydi toplar gürlesin
Ey düşman kaçma tavşan mı nesin
Bir hücumda hemen kesildi sesin
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Zırhlıların gitti deniz dibine
İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne
Kaç dura girerse fırsat eline
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler
İstanbul’umuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak
Boyabatlı Ömer Oğlu Mustafa
Yazdı destanı girerken safa
Muradı girmektir arşı tavafa
Bugün vatan bizden razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak.
BOYABATLI MUSTAFA
ÇANAKKALE
Çanakkale,
Zaferlerin son âbidesi
Çanakkale,
Türk’ün gürleyen sesi.
Çanakkale,
Şahlanan mayam
Çanakkale,
Sürülerle yamyam
Çanakkale,
Oluk oluk kan
Çanakkale,
Can, can, can.
257
Çanakkale,
Ölüme davet
Çanakkale,
Parça parça et
Çanakkale,
Er meydanı
Çanakkale,
İnsanlığı tanı
Çanakkale,
Mermisiz dipçik
Çanakkale,
Sadece Mehmetçik
Çanakkale,
Er oğlu erler
Çanakkale,
Ölüme çağıran siperler
Çanakkale,
Ağaran sabah
Çanakkale,
“Allah ! Allah!”
Çanakkale,
Geçilen Sırat
Çanakkale,
Kurtuluşa berat
Çanakkale,
Küfre kale
Çanakkale,
Tevhîd ile
Çanakkale,
Dillerde tekbîr
Çanakkale,
Allah biir.
Çanakkale,
Düşmana çekilen set
Çanakkale
En görkemli şehadet.
(Mayıs, 2001)
İhsan KURT
258
OĞUL
Vatan oğul, bayrak, oğul, can oğul!
Sevmek nedir? Bunu bilen âşıklara bismillah!
Bu oğullar Sümeyye can analardan doğdular
Rabbiyessir dileklerden beşiklere bismillah!
Ad verirken ilk ezandan, ilk duyduğun kelamda
Göz ve gönül aydınlatan ışıklara bismillah!
Emeklerken diz vurduğun, iz vurduğun her yerde,
Ayaklanıp atladığın eşiklere bismillah!
Düşte gördüm kanlı başın, peygamberin dizinde
Ocaklara, eşiklere, beşiklere bismillah!
Karamürsel…
Kara üzüm gözlü mürsel soy oğul
Gündüz bey çanamlı yiğit, Beydağı’nca bey oğul!
Gazi Battal ülkesinin kara yiğit balası
Devlet oğul, Mürvet oğul, fidan oğul, toy oğul!
“Anam!” dedin, “babam!” dedin, “atam!” dedin bayrağa
Hem bayrak oldun işte! Hem bayrakta al oğul!
Bağrındaki kurşunlarla çık peygamber katına
Ol mübarek avcu içre birer birer say oğul!
Bet yüzlüler kem gözlüler hor bakarmış vatana
Biz tükenip yok olmadan olmaz böyle
Denilmiştir:
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Hem sütümden, hem kanımdan, hem canımdan
Bu sendeki huy oğul!
Gazi olur, şehit olur, inan oğul…
Osman ÖZTUNÇ
259
ORMAN HAFTASI
(21–26 Mart)
AÇIKLAMA
Orman, içinde çeşitli ağaçların yer aldığı geniş bir alandır.
Kuşu, böceği, yabanî hayvanlarıyla tabiatın önemli bir parçasıdır.
Ormanlar yurdumuzun en önemli zenginlik kaynaklarından
biridir. Kurşunkalemden tutun da, kapı, pencere, masa, sıra, kitap,
defter gibi kullandığımız birçok şeyi ormanlardan elde ederiz.
Yabanî hayvanların barındıkları en güvenilir yerdir orman. Ayı, tilki,
tavşan, yaban kedisi, kuş ve daha bir sürü hayvan, varlıklarını
ormanlara borçludur.
Ormanların
bir
yaran
da,
soluduğumuz
havayı
temizlemeleridir.
Bundan
dolayı,
"Ormanlar
yurdumuzun
akciğerleridir" diyoruz. Ormanın yararları saymakla bitmez. Ormanı
meydana getiren ağaçlar, kökleriyle toprağı sıkıca tutarak toprak
kaymasını ve erozyonu önler. Kökleriyle suyu emerek sel baskınlarına
karşı çevreyi korurlar. Ormanı bol olan yere bol yağmur yağar. Orman
ayrıca yemyeşil rengiyle, temiz havasıyla, kuş ve böcek sesleriyle
insana huzur verir.
Orman haftası, 21–26 Mart tarihleri arasında bütün yurtta
kutlanır. Haftanın bir günü ise ağaç bayramı olarak değerlendirilir.
Orman haftasında okullarda çocuklara ağaç sevgisi aşılanır. Ormanın
korunması, ağaç dikimi konusunda bilgi verilir. Hafta süresince çeşitli
gazete ve dergilerde ormanın önemi ve yararlarını anlatan yazılar,
haberler yayınlanır. Radyo ve televizyonda, hafta ile ilgili program ve
haberler yer alır.
Orman haftası ve ağaç bayramında biz de görev alalım. Okul
bahçesinde, çevrede uygun yerlere ağaç dikelim. En değerli
varlıklarımızdan biri olan ormanları koruyalım. Çevremizin güzel ve
sağlıklı olmasını sağlayalım. "Ağaçsız yurt, vatan değildir" sözünü hiç
unutmayalım.
OKUMA
ÇAM AĞACI
Ormanda pek de cici bir çam fidanı vardı. Yeri iyiydi, güneş
görüyordu, hava boldu. Çevresinde de birçok büyük ağaçlar, çamlar,
meşeler vardı. Ama bizim küçük çamın aklı fikri bir an önce
büyümekteydi. Sıcak güneşi, temiz açık havayı düşünmüyor, köylü
çocuklarına bakmıyordu. Çocuklar çiçek, ahududu toplamaya ormana
gelir, içerlere giderlerdi. Çocuklar bir tas dolusu yemişle ya da bir
260
saman sapına dizdikleri çileklerle döner, küçük çamın yanma oturur:
"Pek de minik bu sevimli ağaç!" derlerdi. Böyle desinler istemiyordu
bizim fidan.
O yıl, boyu biraz daha uzadı. Ertesi yıl biraz daha. Bir çam
ağacının kaç yaşında olduğu gövdesinde çoğalan halkalardan,
ucundaki sürgünlerden anlaşılır.
"Ah, öbür ağaçlar gibi büyüseydim bir!" diye içini çekiyordu
küçük ağaç. "Dallarımı dört bir yana yayardım, tepemle de uzakları
görürdüm. Kuşlar yuvalarını dallarımın arasına yaparlardı. Rüzgâr
estikçe ben de şu ağaçlar gibi kibarca başımı sallardım!"
("Andersen'den Masallar" adlı kitaptan alınmıştır.)
OKUMA
AĞAÇLARIN ÖFKESİ
Murat o gün çok yorulmuştu. Çünkü koca koca bavullarını
toplamıştı. Anneannesine gitmek için otobüsle İzmir'den İstanbul'a
doğru yola çıkmıştı. O sırada Manisa yolunda bazı tabelalar görmeye
başladı. "Ağacı koru, doğayı sev" gibi yazılar. Ağaçlar gerçekten de
çok güzeldi. Etrafı süslüyordu. Bu yazılan okurken, gözleri küçülmeye
başladı, gövdesi serpildi, kafası annesine doğru düştü. Birden yol
kenarındaki büyük bir ağaç öbür küçük ağaçlarla konuşmaya başladı:
—Hay aksi, bu insanlar da ne kadar kötü. Bize hiç bakmıyorlar.
O sırada bütün ağaçlar çok şaşırmışlardı. Dinlemeye devam
ettiler. Büyük çam ağacı yine konuştu:
— Eskiden insanlar bizle yaşarlar, bizi severlerdi. Zeytin ağacı
da bu görüşe katıldı. Çam ağacı sözüne devam etti:
— Ama şimdi insanlar bize bakmaz oldular. Bizim o kadar çok
yararımız varken, bizi gereksiz yere kesiyorlar, üstümüze bizi yiyen
yabani hayvanlar salıyorlar, böceklerimizi durdurmaya çalışmıyorlar.
Bizi korumuyorlar. Gürgen, çamın sözüne karışıp:
— Ondan sonra da ormanları korumak için tabelalar dikip, bir
iş yaptıklarını sanıyorlar.
Palamut'un konuşmalara canı sıkılmıştı. Çam yaşlı olduğundan onun
üzülmesini istemiyordu. Palamut başka bir konuya geçmek istedi ama
çam onu durdurdu.
— Yo, benim üzülmemi istemiyorsun ama, yine de bu konu çok
önemli. Konuşmamız gerek. Baksanıza şimdi şuraya bir kibrit atsalar,
hepimiz yanarız, ya da tarla açmak için bizi keserlerse ne olacak? O
felaketler bize olurken, bizim canımızın ne kadar acıyacağını
düşünebiliyor musunuz? Meşe bu sözleri onaylamak için:
261
—Evet, çok doğru çam ağacı, dedi. Geçen yılki yangında çok
kötü şeyler oldu. Çocuğum yandı, kül oldu. Bazı dallarım tutuştu.
Öbür ağaçlarından bazıları yandı. Neyse ki sincap insanları çağırdı da
kurtarıldık. İnsanlar da gelip bir gururlandılar ki bizi kurtardıkları için.
Oysa yanmış, bitmiştik. Artık karara varmamız gerek. Toprakla
anlaşalım, bizim tohumlarımızı saklasın, insanlar iyi olana kadar
çıkartmasın ve biz de son yıllarımızı burada yaşayalım.
Ağaçların dediği gibi oldu. Tohumlarını toprağa verdiler ve
öldüler. Dünyada kuraklık ve hava kirliliği çoğaldı. Erozyonla heyelan
çoklaştı. Meyveler bulunamaz oldu. Öğrenciler kağıt, kalem olmadığı;
sıralar, okullar yapılmadığı için okula gidemediler. İnsanlar eski çağa
döndüler. Sonunda ağladılar, ağladılar... Bunu gören toprak acıdı ve
tohumları etrafa saçtı. Bir yıl sonra her yer yeşerdi. İnsanlar ağaçlara
çok iyi bakmaya başladılar.
Tuna USLU
OKUMA
ATATÜRK'ÜN AĞAÇ SEVGİSİ
Atatürk tabiatı çok severdi. Vatanın çöl boşluğundan üzüntü
duyardı. Vatanı yeşil ve bayındır görmek için çok çalıştı. Ankara'daki
Orman Çiftliğini boz topraktan ormanlık haline getiren O’dur.
Ağaçların dikilişini, tutuşunu, büyüyüşünü adım adım kollardı.
Çankaya'daki bahçesinde, çok ihtiyar ve geniş bir ağaç
Atatürk'ün geçeceği yolu kaplıyordu. Ağacın bir yanı havuz, bir yanı
dik bir yokuştu. Atatürk'ün ağaca yaslanarak güçlükle karşıya
geçtiğini gören bahçıvan:
— Emrederseniz, hemen keserim efendim," demişti. Atatürk
bahçıvanın yüzüne sertçe bakarak:
— Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki,
keseceksin!
Atatürk Diyor ki!
"Gerek tarım ve gerek ülkenin zenginlik ve genel sağlığı
bakımından önemi gerçek olan ormanlarımızı çağdaş önlemlerle iyi
durumda bulundurmak, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak
temel ilkelerimizden biridir."
ŞİİRLER
262
AĞAÇ SEVGİSİ
Kucak açarsın herkese,
Bu dost, şu düşman demeden
İyilik yaparsın herkese,
Bir karşılık beklemeden
Güzel yurdun süsüsün,
Bulutlara dal uzatan.
Kırın, yeşil örtüşüsün,
Gölge veren, kol uzatan.
Ne kadar çok çeşidin var,
Elma armut, meşe, kavak...
Tatsız geçer sensiz bahar,
Sensiz toprak olur kurak.
M. Necati ÖNGAY
AĞACINIZ KONUŞUYOR
Yangınlar Ve baltalar,
Olmaz olsun!
Sevgiyle bakıyorum insanlar size,
Yeşil yeşil.
Sevgiyle kucaklıyorum
Yurdum seni,
Dal dal.
Sevgiyi sunuyorum sana
Ey dünya,
Yaprak yaprak..
İyilik dolu içim dışım.
Güzel şeyler düşünüyorum
İnsanlar sizin için.
Çocuğunuzum ben, ağacım
Ben de suya, havaya, kuşa
Sevgiye muhtacım.
Sevin beni,
Sevgiyle büyütün beni;
Büyütün ki,
Ben de her zaman sevgiyle
Kucaklayayım sizi.
Aziz SİVASLIOĞLU
YURDUMDA
263
Tohumlar fidana,
Fidanlar ağaca,
Ağaçlar ormana
Dönmeli yurdumda.
Bir tek dal kırmadan,
Ormansız kalmadan
Her insan bir fidan
Dikmeli yurdumda.
Yuvadır kuşlara
Örtüdür toprağa.
Can verir doğaya,
Ormanlar yurdumda.
Mahir DİNÇER
AĞAÇ DİKİNİZ
Ağaçsız ilerleme, gerileme sayılır,
Göklere ermek için, yurdu yeşil yapmalı.
İlerleme güneşi, ağaçlıktan hız alır;
Bir barışma demektir, en ufak söğüt dalı.
Ne yokluktan iz kalır, ne sıkıntı duyulur,
Sularımız çoğalır, tarlamız bitek olur...
Öz yurdumuzun baharında, fışkırınca ağaçlar,
Sevinçlidir işçiler, gürbüzleşir her çocuk.
Ülkenin her yerinde bir yenilik başlar,
Zenginimiz çoğalır, yurttan kaçar yoksulluk,
Ne yokluktan iz kalır, ne sıkıntı duyulur,
Sularımız çoğalır, tarlamız bitek olur...
Kerim YUND
AĞAÇ
Para hırsıyla,
Kıyıyorlar ağaca,
Kirleniyor her gün
Soluduğumuz hava.
O güzelim hayvanları,
Öldürüyoruz acımasızca.
Siz evsiz kalsaydınız,
Ne yapardınız acaba?
Bilmiyorsunuz ki,
Ormanlar yok olunca,
Çöle döner bu dünya.
Mehmet SİVASLIOĞLU
264
ORMAN
Kestane, gürgen, palamut,
Altı yaprak, üstü bulut,
Gel burda sen derdi unut.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi!
Dallar kolkola görünür,
Yaprak yaprağa sürünür,
Kışın karlara bürünür.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi
Ormanda kuşlar böcekler,
Yavru ceylanlar emekler,
Açar yedi renk çiçekler.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi!
Çamın yaprağı dökülmez,
Gürgenin kolu bükülmez,
Ağaç dibinden sökülmez.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi!
İzin vermeyiz kırmana,
Dayanamayız vurmana,
Baltayı sokma ormana.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi!
Git, git, sona varamazsın,
Kuşak olsan saramazsın,
Dalını koparamazsın.
Orman ne iyi, ne iyi,
Aman ne iyi, ne iyi!
İlhami Bekir TEZ
265
GÜZEL SÖZLER
Yaş kesen baş keser.

Ağaç yaşken eğilir.(Türk Atasözü)

İnsan da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak
isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa,
derinliğe, kötülüğe.(Nietzsche)

Meyve veren ağaca balta vurmazlar.(Sadi)

Ormansız yurt, vatan değildir.(M.K. Atatürk)

Orman yurdun süsüdür.

Ormanımdan bir dal keseni keserim.(Fatih Sultan Mehmet)

Orman, hayvanların barınağıdır.

Orman, tabiatın bize en güzel armağanıdır.

Orman, sağlık ve bereket demektir.

Ormanlar dünyamızın akciğerleridir.
266

DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ
(27 Mart)
AÇIKLAMA
Tiyatro, hayatın aynasıdır. İlk insanlardan günümüze gelinceye
kadar, değişik biçimlerde insan hayatına ışık tutmuştur. İnsanoğlunun
düşünce ve duygularını, acılarını, sevinçlerini, özlemlerini dile
getirmiştir. Bu bakımdan, toplumların eğitilip aydınlatılmasında en
önemli sanat dalı olarak ilgi görmüş, el üstünde tutulmuştur.
İnsan tiyatroda oyuncularla karşı karşıyadır. Arada hiçbir
engelin olmayışı, insanların daha kolay etkilenmesine yol açmaktadır.
Tiyatronun bu gücünü, sadece yetişkinlerin değil, çocukların
eğitiminde de kullanmak gerektiğini bütün eğitimciler kabul
etmektedirler. Bu düşünceden yola çıkılarak, tiyatro, okullara "temsil
çalışmaları", "rontlar" (şarkılı oyunlar) biçiminde girmiştir. Okullarda
temsil veya tiyatro kolu olarak kurulan eğitici kulüpler, seviyelerine
uygun eserleri sahneye koymaktadırlar. Bu çalışmalarda amaç;
çocukların yeteneklerini geliştirmek, onları iyiye, doğruya, güzele
yöneltmektir. Çocuklar için kurulan tiyatrolar da aynı amaca hizmet
etmektedirler.
Ünlü sinema ve tiyatro
konusunda şunları söylüyor:
adamı
Muhsin
Ertuğrul,
tiyatro
“İnsanın en değerli varlığı vücudu ve ruhudur. Hastane
gövdelerin, tiyatro ruhların şifa kaynağıdır. Ruhsuz insan bir kalıptır.
Düşünmekten, duymaktan, insanlıktan, iyi ve kötüyü ayırt etmekten
uzak bir kalıp.”
En korkunç suçları işleyenler hep bu ruhsuz kalıplardır.
Çevremizi karartan, eğitim ışığına varmamış bu sakat insanlardır.
Toplumda küçükler için okul ne ise büyükler için de tiyatro odur.
İstediğimiz kadar küçükleri okutalım, eğer büyüklerin eğitimi
unutulursa,
küçükler
de
karanlığın
etkisi
altında
geceye
dönüşeceklerdir. Bu bakımdan tiyatro, okul kadar, hastane kadar
önemlidir. Vücudundan hasta olan insan ölür, kafasından (ruhundan)
hasta olan insan öldürür.
Şimdi artık tiyatro bir toplumun kültür ölçüsü olmaktadır.
İnsanlık duyguları orada verilir. Oturmayı, kalkmayı, dinlemeyi,
anlamayı, inceliği ve birbirimizi sevip, saymayı orada öğreniriz."
Ülkemizde tiyatronun başlangıcı Karagöz, ortaoyunu ve kuklaya
dayanır. Cumhuriyetle birlikte tiyatromuz da gelişip güçlenmeye
başlamıştır. Günümüzde Devlet Tiyatroları, belediyelere bağlı şehir
267
tiyatroları ve özel tiyatrolar hizmet vermektedir. Bunların içinde çocuk
tiyatroları da yer almaktadır.
Dünya tiyatrolar günü, 1962'den beri bütün dünyada
kutlanmaktadır. Bu günü, UNESCO'ye bağlı Uluslararası Tiyatro
Enstitüsü'nce belirlenmiştir. Günün amacı, "Tüm dünya tiyatro
sanatının toplumdaki eğitici görevine eğilmek, değerinin anlaşılmasına
yardımcı olmak, tiyatro sevgisinin yayılmasını sağlamaktır."
Bu gün nedeniyle 27 Mart’ ta bütün tiyatrolar, oyunlarını
ücretsiz oynamakta, tiyatroya gidemeyecek durumda olanlara
tiyatroyu
sevdirmeye
çalışmaktadır.
27
Mart'ta,
tiyatro
sanatçılarından biri, dünya kamuoyuna bir bildiri sunmaktadır. Bu
bildiri, dünyanın her yerindeki tiyatrolarda oyundan önce seyircilere
okunmaktadır.
TİYATRO TANIMI ÖZELLİKLERİ
Belli bir yerde, belli bir zamanda toplanan seyircilerin önünde,
oyuncuların temsil etmesi amacıyla yazılmış veya tasarlanmış eserlere
tiyatro eseri denir.
Tiyatro diğer edebiyat türlerinden farklı olarak birçok sanatın
bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında resim, müzik,
aktörlük, ışık vb. sanatları sayabiliriz.
Tiyatronun edebiyatı ilgilendiren kısmı, konusudur. Tiyatro
eserinin konusu, bir sahnede oluş hâlinde gösterilen bir olay yahut
olaylar dizisidir. Olay yazılmış olabileceği gibi taslak hâlinde sözlü de
olabilir. Yazılı olmayıp da oyuncuların aklında tasarlanmış bulunan
vakalar daha çok doğmaca (tuluat) tiyatrolarında görülür.
Bugün tiyatro denilince temsil verilen bina, temsili veren
topluluk ve temsil edilen oyun aynı zamanda akla gelir. Bizi
ilgilendiren temsili veren topluluk ve temsil edilen oyun aynı zamanda
akla gelir.
Seyirlik oyunun bütün öteki türlerden ayrılan en önemli
özelliği, bir kalabalık önünde ve hareket hâlinde gösterilmesidir.
Bütün türler okunmak veya dinlenmek için olduğu hâlde tiyatro
seyredilmek içindir.
Bir tiyatro eserinin değeri ve yazarın başarısı, eser
sahnelendikten sonra anlaşılabilir. Bir bakıma tiyatro, takım hâlinde
ortaya konan bir sanattır.
Bir olay üstüne kurulmuş bütün türler gibi tiyatro eserinde de
şu altı unsur söz konusudur:
— Konu
— Kişiler
268
— Çevre
— Zaman
— Üslûp
— Amaç
Türk tiyatrosunun en eski ürünleri ise Orta oyunu, Gölge
Oyunu, (Karagöz) ve Meddahtır. Bu ürünlerin tamamı sözlüdür.
Sözlü tiyatro geleneği, her ulusta olduğu gibi Türk kültüründe
de ilk çağlardan bugüne kadar sürmüştür. Değişik bölgelerde yaşayan
halklar arasında türlü biçime girmiştir. Edebiyatımızda batılı anlamda
tiyatro, Tanzimatla başlar. "Şair Evlenmesi" Tanzimat yazarlarımızdan
Şinasi tarafından yazılmış ilk tiyatro eseridir.
İstanbul'da temsil verilmek üzere kurulan ilk tiyatro (1869)
Güllü Agop (Güllü Yakup) tarafından kurulan "Gedik Paşa"
tiyatrosudur. Tanzimat Dönemi'nin önemli yazarlarından Ahmet Vefik
Paşa ise, Bursa'da bir başka tiyatroyu faaliyete geçirir. 1914'te
Dârülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatrosu) kurulur. Cumhuriyetten sonra
Atatürk'ün teşvik ve desteği ile devlet Tiyatroları, devlet operaları ve
konservatuarlar kurulur. Türk tiyatrosu bugünkü çağdaş gelişimini
cumhuriyete ve onun mimarı Mustafa Kemal Atatürk'e borçludur.
1860'tan başlayarak cumhuriyete kadar halkın ilgisi paralelinde
yazılan eserleri üç grupta toplayabiliriz:
1. Batıdan çeviri yoluyla alınan "tercüme" eserler.
2. Batıdaki örneklerinden
"adapte" eserler.
Türk
geleneklerine
uyarlanan
3. Batı tekniğiyle yer yer geleneksel Türk tiyatrosundan
etkilenerek yazılan "telif" eserler.
Yazılı eser olarak da en başarılı örnekler cumhuriyetten sonra
verilmiştir. Bugün Türk tiyatrosu başarılı örnekleri ve uluslararası üne
kavuşmuş sanatçılarıyla Atatürk'ün bu alanda gösterdiği hedefe
ulaşmıştır.
TİYATRO ÇEŞİTLERİ
Batıda gelişerek ülkemize gelen tiyatro, ilk çağlarda:
a- Tragedya (Trajedi)
b- Komedya (Komedi)
olmak üzere iki gruba ayrılıyordu.
Trajedi (tragedya)
269
Hayatı açıklı yönleriyle ele alıp işleyen (canlandıran) tiyatro
türüdür. İlk çağlarda Bağ Bozumu Tanrısı Dianisos adına düzenlenen
törenlerden doğmuştur. Konusunu tarihten ve mitolojiden alır. Şiirsel
bir anlatıma dayanır. Varlığını XVII. yüzyıla kadar sürdürmüştür. Açık
havada binlerce kişinin önünde canlandırılan trajediler, zamanla
tiyatro binalarının kapalı salon şeklinde yapılması, ışık ve ses
tekniğinin de gelişmesiyle yerini dramlara bırakmıştır. Trajediler, tıpkı
romanlar gibi edebiyat akımlarına ve iç yapılarına göre türlere ayrılır.
Dramların dili nesirdir.
Dram
Uzun süreli veya günlük her türlü insan yaşayışını acı, tatlı,
gülünç yanlarıyla, olduğu gibi yansıtmaya çalışan bir tiyatro türüdür.
Tiyatro yazarı, tarihte yaşanmış bir olayı oyunlaştırırken belirli
gerçekleri saptırmadan hayal gücünden de yararlanır. Yarattığı kişiler
ve konuşmalar aracılığıyla ortaya koymak istediği düşünce ve
yorumları izleyicilere duyurmaya çalışır.
Komedi (komedya)
Hayatın gülünç ve komik yanlarını ele alıp işleyen tiyatro
türüdür. İlk çağlarda insan ve hayvan taklitlerine dayalı müzikli
oyunlardan doğmuş ve gelişmiştir. İnsanların olaylar karşısında
düştükleri gülünç durumları, yaşamın çelişkilerini ele alır. Güldürürken
düşündürür. Komedinin belli başlı unsurları
TİYATRO TERİMLERİ
Perde
Oyunun ana bölümlerinden her biridir.
Seyirci
Sahnede gösterilen oyunu seyreden kişilerdir. Tiyatro göze ve
kulağa hitap eden bir sanattır. Bu bakımdan seyirci tiyatronun
vazgeçilmez öğesidir.
Oyuncu
Bir oyun kişisini sahnede canlandıran erkek veya kadın tiyatro
sanatçısına denir.
Oyunda rol alan erkek oyunculara aktör, kadın oyunculara da
aktris adı verilir.
Bir oyuncu rolünü oynarken yaşamalıdır. Bundan başka
kıyafet, makyaj, hareket, jest, mimik denilen ve oyuncunun
temsil ettiği kişiye uyumunu sağlayan bazı yardımcı öğeler vardır.
270
Jest
Oyuncunun el kol hareketleridir. Jestin en önemli özelliği
doğallıktır. Komedyada jestler biraz daha belirgin ve mübalâğalıdır.
Hiç sözün yardımı olmaksızın, sırf jest ve mimiklerle gösterilen seyirlik
oyunlara pandomima denir. Pandomima, bale temsillerinde çok
aranan bir hünerdir.
Mimik
Yüzdeki göz, kaş, ağız, yanak gibi bölümlerin manalı şekilde
hareketidir.
Dekor
Olayların geçtiği yeri seyirciye gösterebilmek için hazırlanan
çevredir.
TİYATRODA DİL VE İFADE ÇEŞİTLERİ
Tiyatro harekete ve konuşmaya dayalı bir türdür. Türün en
önemli ifade şekli karşılıklı konuşma, yani diyalogdur. Yazar, kişileri,
onların sosyal statülerine, mevkilerine, kültürlerine ve hatta yaşlarına
göre uygun bir tarzda konuşturur.
Tiyatroda mimik ve jestler de bir anlatım yolu; işaretlere
dayalı bir tiyatro dilidir. Tiyatroda oyuncular, karşılıklı, kendi
kendileriyle veya doğrudan seyirciyle konuşurlar. Tiyatro dili,
canlı açık ve anlaşılır olmalıdır. Tiyatroda uzun tiratlar seyircinin
ilgisini dağıtabilir.
Tiyatroda oyuncuların üstlendikleri göreve rol denir. Hangi
oyuncunun hangi rolü oynayacağını, eseri sahneleyen yönetmen karar
verir. Bir oyuncunun sahne dilini iyi kullanmak, sesini ton ve vurgu
açısından ayarlayabilmek kelimeleri doğru telâffuz edebilmek için
yaptığı çalışmaya diksiyon denir. Sahnede, seyirciyle karşılaşmadan
önce yapılan çalışmalara da prova denir.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSO
GÖLGEOYUNU (KARAGÖZ)
Karagöz gerili bir perdenin arkasında, şem'a (ışık) önünde söz,
tef, şarkı eşliğinde birtakım tasvirlerin gölgelerinin perdeye
yansıtılması ve oynatılmasıdır.
Gölge oyununun ortaya çıkışı ve Türkiye'ye gelişi ile ilgili
olarak çeşitli kaynaklarda verilen bilgiler birbiriyle çelişmektedir.
Güvenilir kaynaklara göre Karagöz Uzak Doğu ve Orta Asya'dan
dünyaya yayılmış, Türkiye'ye 16. yüzyılda Mısır yoluyla gelmiştir.
Karagöz'ün Türk kültürüyle kaynaşıp Türk Karagöz'ü biçimine girmesi
de XVII. yüzyılda gerçekleşmiştir.
271
KARAGÖZ OYUNUNUN ÖĞELERİ:
AKTÖR
Karagözcü, çok yönlü gerçek bir sanatçıdır, hüner sahibidir.
Yerinde bir mizah anlayışı, nükte yapma becerisi vardır. Toplumsal,
sosyal, ekonomik ve siyasî bilgisiyle, başta Karagöz ve Hacivat olmak
üzere, birçok halk tipini de kendi kimlikleriyle perdeye taşır. Onlar gibi
düşünür, onlar gibi konuşur, onlar gibi duygulanır, şarkı ve türkü
söyler. Aktörün perde arkasında iki de yardımcısı vardır: Çırak,
yardak.
ÇIRAK
Oyun sırasında gereçleri verir. İşi bitenleri sandığa yerleştirir.
YARDAK
Karagözcünün isteği doğrultusunda, perde gazelleri, şarkılar,
türküler okur. Tef çalar. "Zırıltı" denilen gürültüleri ve başka sesleri
çıkarır.
TASVİRLER
Deve derisinden ve mukavvadan kesilerek hazırlanmış renkli
kuklalardır.
TİPLER
a. Baş Tasvirler (tipler)
Karagöz, Hacivat, Çelebi, Tuzsuz (Deli Bekir), Frenk (Tatlısu
Frengi) ve Zenne'dir.
b.Bölgesi Tipler
Kastamonulu, Aydınlı, Trabzonlu, Bolulu, Rumelili gibi
İstanbul'a iş aramaya gelmiş veya meslek tutmuş yerleşmiş taşralı
Türk tipleridir.
c. Diğer tipler
Yahudi, Ermeni, Rum Doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut'tur.
Bunlar, daha çok şiveleri, giyim kuşamları, karikatürleştirilmiş bazı
kavmî huylarıyla ayrılabilirler.
Karagöz: Oyuna adını veren kişidir. Hiç okumamış ama zeki,
anlayışlı bir halk adamıdır. İçinden geldiği gibi konuşur. Serbest,
kararsız, rahat, gözü pek, bir kişidir. Karagöz belli bir iş tutmaz,
ekmeğini havadan kazanmaya çalışır. Boğazına düşkündür.
272
Hacivat: Karagöz'e zıt bir karakteri temsil eder. Mektep
medrese görmüş, ukalâ bir kişidir. Karagöz'ü sık sık imtihan ederek
bilgisini ona göstermek ister. Kibarlık budalası, nezaket düşkünüdür.
Çelebi: Zengin mirasyedi, çıtkırıldım bir tiptir. İstanbul ağzı ile
konuşur.
Tuzsuz (Deli Bekir): Perdede görülen bir zorba tipidir. Kaba
ve argo konuşmaları ve naralarıyla tanınır.
Frenk (Tatlısu Frengi): Perdenin aşırı alafranga tipidir.
Balama da denir. Çoğunlukla bir Rum doktor kıyafetinde görünür.
Zenne: Kadın tipleridir. Karagöz'ün, Tuzsuz'un ve Çelebi'nin
çapkınlıkları hep Zenne'yi hedef almaktadır.
ORTA OYUNU
İzleyicilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı metne bağlı olmayan bir
konunun çatısına uyularak doğaçlama geliştirilen bir seyirlik oyun
biçimidir. Müzik, raks, şarkı, taklit ve muhavereden oluşan orta
oyunu; kol oyunu, meydan oyunu adlarıyla da anılır.
Orta oyunu, meddahın
perdeden yere inmiş biçimidir.
çok
aktörlüsü
veya
Karagöz'ün
XIX. Yüzyılın ikinci yarısıyla XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde son
biçimini gördüğümüz orta oyununun başlama tarihi, belli değildir.
Ancak güvenilir kaynaklara dayanarak orta oyununun en az beş yüz
yıllık bir tiyatro çeşidi olduğunu söyleyebiliriz.
ORTA OYUNUNUN UNSURLARI
Orta oyunu sözlü bir tiyatro verimidir. Karagöz'de olduğu gibi
orta oyununda da yazılı bir metin yoktur. Oyuncular yazılı bir rolü
ezberleyip sahneye çıkmazlar. Unuttukları sözleri onlara hatırlatan
suflör de yoktur. Şu hâlde orta oyununda konu, bir hikâye ya da
efsane olayının taslağından ibarettir. Oyuncular, bilinen bu taslak
olayı istedikleri biçimde ve genişlikte işleyerek seyirciye sunarlar.
Bilinen bir konu, her temsilde yeniden yaratılmış olur.
Usta oyuncular orta oyunu söyleşmelerinde bilinen yıpranmış,
tekerleme ve nüktelere yeniden hayat verirler. Hatta bildik nüktelerle,
tekerlemelerle yetinmeyip, yeni buluşlar ararlar. Sevilen ünlü
oyuncular arasındaki muhavere sosyal, iktisadî ve siyasî hayattan
seçilmiş güncel, komik ve iğneli akislerle, imalarla doludur.
273
KÖY SEYİRLİK OYUNU
Geleneksel Türk tiyatrosunun köye yönelik bir biçimi olan "köy
seyirlik oyunu; bütün varlığı ile köy gerçeğini işler. Oyunların konusu
köy hayatıdır. Köydeki sosyal hayat, köyün geleneksel yapısı, yöresel
ve ortaklaşa köy kültürü, köylü ve hayvanlar, köylü ve bitkiler konu
olarak işlenir. Kimi oyunlarda doğrudan doğruya, tüm gerçekliğiyle,
doğa, taklit edilir. Karagöz oyunundan ve orta oyunundan daha eski
olan köy seyirlik oyu nu sözlü tiyatro geleneğimizin ilk basamağıdır.
Görsel yayın araçlarının, radyonun olmadığı zamanlarda uzun
kış günlerinde, düğünlerde, bayramlarda köylüleri eğlendiren,
kaynaştıran bu oyunlar birer dramdır.
Oyunlar kapalı veya açık yerlerde oynanır. Gerektiğinde basit
ve doğal dekor görünümü veren malzemelerden yararlanılır. Yerine
göre kostüm ve makyajdan yararlanılır. Ancak bütün bu öğeler
oyunlardaki doğallığı örtmez.
MEDDAH
Meddah, geleneksel Türk seyirlik oyunlarının en önemlilerinden
biridir. Bir anlatı türü olarak dramatik türlerden ayrılsa da anlatılan
vaka veya hikâye, seyirciler önünde, hareket ve taklitle
canlandırdığından, meddah da dramatik türden sayılır.
Meddah, yöntemiyle orta oyunu ve Karagöz'e yakındır. Ancak
meddah, dayandığı zengin kaynaklar ve hikâye dağarcığıyla
güldürmecenin yanı sıra çeşitli havayı ve mizacı da yansıtır.
Meddahlık, hareketten çok, ses taklidi, jest ve mimiklere
dayanan bir sanattır. Meddah her türlü insan sesini, ağlama, gülme
gibi her türlü duyguyu, doğayla ilgili türlü durumları başarıyla taklit
eder.
Meddahlar, büyük emek ve gayretle nadir yetişen sanatçılardır.
Sanatları peşinde bir ömür tüketen bu sanatçılar, doğuştan sahip
oldukları özel yetenekleri ve sanatsal becerileriyle yetinmezler.
Başarılarının sırrı, bitip tükenmeyen bir enerjiyle, araştırma, inceleme,
gözlemleme
ve
çalışma
şeklinde
özetleyebileceğimiz
hayat
felsefelerinde yatar.
Meddahın özel bir sahnesi yoktur. Yazın mesirelerde, arsa ve
bahçelerde, kışın kahvelerde yüksekçe bir yere çıkan meddah,
oyununu oturarak sergiler. Makyajı ve özel bir kıyafeti yoktur.
İskemleye oturarak söze başlar. Elinde bir baston, omzunda mendil
(çevre) bulunur. Mendili değişik tipteki kişilerin kıyafetlerini
göstermek ve ağzını kapatarak seslerini taklit etmek için kullanır.
Sopadan da oyunu başlatmak ve değişik sesler çıkarmak için
274
yararlanır. Aksesuar olarak bazı kitap yaprakları, ufak tefek eşya ve
önünde bir bardak su bulunur. Bütün hüner sözde, nüktede ve taklitte
toplanmıştır.
Meddah, râviyân-ı ahbâr, nâkilân-ı âsâr, muhaddisûn-ı
rûzigâr şöyle rivayet eder ki... (haberlerden rivayet edenler'eserlerden nakledenler, zamandan haber verenler şöyle hikâye ederler
ki...) şeklinde kalıplaşmış bir tekerleme ile söze başlar. "Her ne
kadar sürç-i lisan etmiş isek af fola!" sözleriyle hikâyeyi bitirir....
Bu, tek kişilik tiyatro, seyircileri çoktan kendi dünyasına almıştır. Ünlü
bir meddah sözü bitirdiğinde, seyirciler kolay kolay kendi zamanlarına
dönemezler.
GÜZEL SÖZLER
• Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş
demektir.
(M.K. ATATÜRK)
• Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz. Hattâ Reisi
cumhur
(Cumhurbaşkanı)
olabilirsiniz.
Fakat
sanatkâr
olamazsınız.
(M.K. ATATÜRK)
• Sanatın düşmanı bilgisizliktir.
(Ben Jonson)
• Sanat kuvvettir.
(Longfellovv)
• Sanat gemileri, arabaları bile yürütür; sevgiyi kurar.
(Ovidius)
• Sanatlar, hürriyet tarafından emzirilince büyürler.
(Schiller)
• Sanatı ustadan öğrenmeyen öğrenmez.
(Atasözü)
275
KÜTÜPHANELER HAFTASI
(Mart ayının son pazartesi başlayan hafta)
AÇIKLAMA
Kütüphane (kitaplık), değerli kitapları toplayan, koruyan,
isteyenlerin hizmetine sunan bir kuruluştur. Kütüphanecilik ise kitapla
ilgili bir bilgi koludur.
Zengin kültürümüzü, tarihimizi, sanatımızı, bilimimizi bugüne
taşıyan kitaplar olmuştur. Aynı şekilde, insanlık tarihini bütün
zenginlikleriyle yine kitaplarda bulmak mümkündür. Tarihe ışık tutan
kitapların toplandığı kütüphaneler, çok önemli kuruluşlardır.
Kütüphanecilik Derneği, günümüzde bir bilim haline gelen
kütüphaneciliğin kütüphaneler haftası adı altında kutlanmasını
kararlaştırdı. Bu hafta, mart ayının son pazartesi günü başlar. Hafta
boyunca kütüphanelerin ve okumanın önemi üzerinde durulur.
Kütüphaneciliğin sorunları tartışılır, çözüm yolları araştırılır.
Bu gün yurdumuzda birçok kütüphane vardır. Herkesin
yararlanabildiği
kütüphaneler
genel
kütüphanelerdir.
Millî
kütüphaneler,
devlet
kütüphaneleri,
üniversite
ve
belediye
kütüphaneleri bu sınıfa girerler. Okul kütüphaneleri, iş yerlerindeki
kütüphaneler ise özel kütüphanelerdir.
Ankara'daki
Millî
Kütüphane,
kütüphanelerinin başında gelirler.
yurdumuzun
en
büyük
İnsanlar çok eskiden beri kütüphane kurmuş ve bunlardan
yararlanmışlardır. İlk Çağ'da Asurlular tarafından kurulan kütüphane,
bilinen en eski kütüphanedir. Osmanlılarda birçok kütüphane kurmuş,
el yazması kitapları, belgeleri, son zamanlarda ise basılı eserleri
buralarda korumuş ve onlardan yararlanmışlardır. Günümüzde,
sayıları çoğalmış olan kütüphanelerimizde değerli eserler düzenli
olarak
toplanıp
sınıflandırılmakta;
insanların
istifadesine
sunulmaktadır.
Kütüphanelerin ve içindeki kaynakların çoğalması toplumun
eğitimi için kuşkusuz çok önemlidir. Hemen her ilde ve büyük ilçelerde
kütüphane vardır. Bunların içinde çocuk kütüphaneleri ile gezici
kütüphaneler de bulunmaktadır.
Öğrenmek
istediğimiz
bilgileri
bulamadığımız
zaman
kütüphanelere başvururuz. Bunun için, kütüphanelerden kitap nasıl
alınır, buralarda nasıl davranılır, bunları iyi bilmek gerekir. Her
kütüphanede görevli memurlar bulunur. Onlardan birine aradığımız
kitabın adım veya hangi konuda kitap aradığımızı söylediğimiz zaman
o, bize yardımcı olur. Kitabı bulup verir. Kütüphanede çok sessiz
276
olmak, alınan kitabı özenli kullanmak ve işimiz bitince teslim etmek
uyulması gereken önemli kurallardır.
Kitap, dergi, gazete gibi yazılı eserler bilgimizi, kültürümüzü
zenginleştirir. Ufkumuzu genişletir. Evimizde bir kitaplık kurmak,
varsa onu zenginleştirmek gerekir. Arkadaşlarımıza önemli günlerinde
kitap armağan ederek onların kitap sevgisi kazanmalarına yardımcı
olmalıyız. Ayrıca kitabın en iyi armağan, en yararlı arkadaş olduğunu
aklımızdan çıkarmayalım. Unutmayalım ki; okuyan, düşünen,
araştıran bir toplum çabuk kalkınır. Çağın gerisinde kalmaz. Bunu
sağlayacak olansa kitaplar, kütüphanelerdir.
Türkiye kütüphanelerinde ne kadar kitap var?
1990'da yapılan bir sayıma göre, Türkiye’deki kütüphane,
dokümantasyon ve arşiv merkezlerinde toplam 15 milyon 246 bin 578
kitap, 247 bin 930 el yazması, 460 bin eski harfli Türkçe eser, 1
milyon 504 bin dergi ve 208 bin 499 gazete bulunmaktadır. Halk
kütüphanelerinde en çok kitap, yazma ve eski harfli Türkçe eserler
yer almaktadır. Üniversite kütüphanelerinde ise en fazla dergi, özel
kütüphanelerde ise en çok gazete bulunduğu tespit edilmiştir.
Kültür Bakanlığı'nın Kütüphaneler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü'nün yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de bulunan tüm
kütüphane, dokümantasyon ve arşiv merkezlerindeki kitap, el
yazması, eski harfli Türkçe eser, dergi ve gazetelerin toplam sayısı 17
milyon 667 bin 468'dir.
KÜTÜPHANEDE UYULMASI GEREKEN KURALLAR
1.
Kütüphaneye ayakkabılar paspasa silinerek girilmelidir.
2.
Palto, pardösü, manto v. b. vestiyere bırakılmalıdır.
3.
Kimlik, ilgili memura istemeden teslim edilmelidir.
4.
Kütüphaneden
alınacak
kitabın
nasıl
aranacağı
bilinmiyorsa ilgili memurlardan sorulmalıdır. Açıklamaları,
dikkatle dinlemelidir.
5.
İstenen kitap için fiş doldurulmalıdır.
6.
Yerimize oturup kitabın gelmesi beklenmelidir.
7.
Okuma salonunda kimse rahatsız edilmemelidir.
8.
Kitap sayfaları sessiz çevrilmelidir.
9.
Kütüphane salonunda sessiz yürünmelidir.
10. Kitapların kapağı, sayfaları çizilmemeli, yırtılmamalıdır.
11. Kütüphanenin okuma salonunda hiçbir şekilde sigara
içilmemelidir, sakız çiğnenmemelidir.
277
OKUMA
KİTAPLARIM
Bu yazıda ünlü ozanlarımızdan Z. Osman Saba kitapları
hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyor.
Sevgili okuma kitaplarım. O kitaplar aylara bölünmüştü. Kış
aylarına düşen parçalarda kış resimleri vardı. Sonra, o resimler
gittikçe değişirdi. Dallar, yavaş yavaş tomurcuklanır, ağaçlar çiçek
açardı. Paltolu çocuklar, paltolarını çıkarmaya başlardı. O resimler
böylelikle, bizlere de tatilin yaklaşmakta olduğunu hatırlatırdı.
Bazen kitapların son sayfasını açardım. Orada bir kelebek veya
çiçekli dala konmuş bir kuş resmine dalar giderdim. Bu sayfalara ne
zaman geleceğiz? Bu sayfaları okuyacağımız günlere ne zaman
kavuşacağız, diye düşünür dururdum. Oysa daha okulda yılın yarısına
bile ulaşmamıştık. Sınıfımızın camlarını sert yağmurlu kış rüzgârları
sarsıyordu. Böyleyken ben kitaplardaki o resimlere baktıkça yaz
tatilinin hayallerine kapılmaktan kendimi alamazdım.
Neler düşünürdüm neler... Sınavların başlayacağı günleri
düşlerdim. Okuma dersinden hiç korkulur mu? Güzel bir Mayıs günü,
sınav odasına girecektim. Öğretmenim beni güler yüzle karşılayacaktı.
Önüme çıkan parçayı okuyacaktım. Ben okurken dışardan kuşlar
ötüşecek yeni yapraklanmış ağaçların sallandıkları görünecekti.
Bahar yemişlerini satan satıcıların sesleri, çağrışmaları
duyulacaktı. Öğretmenlerim okuduğum parça ile ilgili sorular
soracaklar, ben hemen cevapları verecektim. Sonra «yeter»
diyecekler,
sınav
odasından
uçar gibi
çıkacaktım.
Okuma
kitaplarındaki son parçalara baktıkça bunları düşünürdüm.
Dost okuma kitaplarım. Onlarda neler yoktu? Kısa pantolonları
diz kapakları örtecek şekilde biraz geçen saçları düzgünce taranmış
güler yüzlü çocuk resimleri vardı. O kitaplarda temiz giyimli köylüler,
babalar, analar vardı. Bu insanların güzel resimleriyle doluydu, okuma
kitaplarım. Bu resimlerdeki insanlar güzel bir dünyanın insanlarıydı.
Kötülük bilmezlerdi, iyilikten başka bir şey düşünmezlerdi.
«Bizim gibi olun, iyilikten başka bir şey düşünmeyin» derdi.
Bu unutamadığım eski okuma kitaplarından bugün bir tanesi
bile yok. Onların şimdi hayalimdeki yapraklarım çevirirken yine de
onları eskitmemek istiyorum. Onlardan ezberimde kalan parçaları yer
yer okuyorum. Bu yüzden yangında yanmış kitaplar gibi sayfaların
çoğu eksik.
Sevgili dost okuma kitaplarım, sizleri zamanla bu kadar
özleyeceğimi hiç bilmezdim. Böyle olacağını bilseydim, birkaçınızı
olsun öbür kitaplarımın yanında saklamaz olur muydum?
Ziya Osman SABA
278
KONUŞMA
OKUMAK
Okumayı severim ya, çok okumuş bir kişi olduğumu
söyleyemem. Şimdiye kadar okuduğum kitaplar öyle sanıyorum dört
beş yüzü geçmez. Oysa ben bu yaşta bin, bin beş yüz kitap okumuş
olmalıydım.
Neden okumadım, okuyamadım? Bana öyle geliyor, bir okul
bitirmemiş, sınavlardan geçmemiş olduğum için. Ancak tat aldığım
kitapları okurum. Çoğunlukla biraz karıştırdıktan sonra, sıkıyor beni
diye, anlayamıyorum diye bırakıveririm. Bırakmamalı: "Birtakım
kitaplar vardır, sıkılsak da, kolay kolay anlamasak da okumalıyız.
Yenmeliyiz sıkıntıyı.
Anlamaya gelince, ne biliyoruz anlamadığımızı? Özel bilgileri
gerektiren kitaplar başka, onları söylemiyorum, ötekileri biraz
uğraşsam, dura dura, düşüne düşüne okusam anlayabilirdim. Hepsini
değilse bile birkaçını... Anlamak, bir bakıma alışmak demektir. Kişi,
kendini anlamaya alıştırmalıdır.
İlk okuyuşta anlamadığımız, bir tat almadığımız kitabı
elimizden atmak, düşüncemizi işletmek istemediğimizi gösterir. Bir
okul bitirseydim, sınavlara girseydim beni çekmeyen kitapları da ister
istemez okur, anlamak için uğraşırdım. Sınavları kaldırmalı diyenler,
onların böyle bir meziyeti olduğunu düşünmüyorlar.
Birçok kitap var evimde, pek azını okudum. Bende olmayan
adlarını bile bilmediğim kitapların özlemini çekiyorum.
Nurullah ATAÇ
OKUMA
KİTAPLAR
Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi
artırmaya yarar.
Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak,
gösteriş; bir hüküm verirken sade kitaplara uymak da ukalâlıktır.
Kitapları iyice ölçüp biçmek, düşünmek için oku. Bazı
kitaplardan insan yalnız zevk alır, bazılarını okuduğu gibi yutar;
bazılarını da çiğner ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım
parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik
edilmeden; bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da
vardır, insan onları vekil vasıtasıyla, yani başkalarının onlardan
çıkardıkları parçaları okur. Bu, ancak kitabın değeri ve konunun
279
önemsiz olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden
geçmiş kitaplar, imbikten süzülmüş âdi su gibi yavan olur.
Okumak, insana olgunluk; konuşmak, canlılık; yazmak da
açıklık verir.
Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir, nükteci; matematik,
dikkatli kılar, felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet,
tartışmalarda ustalaştırır, ahlâk da ağırbaşlı yapar.
BACON
OKUMA
ISSIZ BİR ADADA
YAŞAMAK ZORUNDA KALSAYDIM...
Eskiden yazarlara sıkça sorulan bir soru vardı: "Issız bir adada
yaşamak zorunda kalsaydınız, yanınıza alacağımız on kitap hangileri
olurdu?"
Benzer cevaplarda hep klâsik eserlerin adı geçerdi: Suç ve
Ceza, Sefiller, Robinson Crusoe, Savaş ve Barış... Bunlar, büyüklerin
her zaman okuduğu, değerinden bugün de hiçbir şey yitirmemiş
kitaplar.... Bu arada, ıssız adasına şiir, öykü, bilimsel kitap götürmek
isteyen yazarlar da çıkıyordu. Hatta biri, büyük bir ansiklopedinin
adını da vermişti. Hatırlayamadım şimdi.
Yukarıda, büyüklere yöneltilen soruyu çocuklara sorsalardı,
acaba hangi kitaplar ilk "on"a girerdi? Büyük-küçük herkesin severek
okuduğu Robinson Crusoe mu? Mercan Adası, Pinokyo, Demiryolu
Çocukları, Andersen Masalları, Define Adası, Aya Seyahat, Küçük
Prens mi yoksa? On kitaplık liste, her çocuğa göre değişik olacaktır
biraz. Çünkü zevklerimiz, ilgi alanlarımız aynı değil ki.
Sizi bilmem ama benim için on kitabı seçmek çok zor
görünüyor. Önce, okuduğum kitapların bazılarını yeniden okumak
haksızlık gibi geliyor bana. Mercan Adası'nı veya Demiryolu
Çocuklarını yeniden okuyacağıma, yeni bir kitap okumanın daha çekici
olacağını düşünürüm. Hem sonra, insan bu kadarcık kitapla nasıl
yetinebilir? Onları bitirince ne okur?
Mecbur kalmadıkça kitaplarımdan ayrılmam ben. On kitapla
bitmiyor ki her şey. Varsın ıssız ada ıssız kalsın. Benim kitaplığım on
ıssız adaya bedeldir. Küçük odamda, kitaplarımın arasında
serüvenlerin en güzelini, buluşların en mükemmelini istediğim an
yaşayabiliyorum. Issız adama sizi de davet etmek isterdim ama
ıssızlığın büyüsü bozulur diye korkuyorum. En iyisi siz ne yapın biliyor
280
musunuz, kendinize bir ada kurun. Orada bir Robinson ömrü yaşayın.
Mutlu olun!
Aziz SİVASLIOĞLU
ŞİİRLER
KİTAPLIĞIM
Evimin bir köşesi,
Ruhun, gıda, neşesi
Kitaplığım burada,
Geleceğin gür sesi.
Dizdim tek tek sıraya,
Başladım kaplamaya.
Benim bilgi kaynağım,
Okurum doya doya.
Kitaplar meraklarım,
Korur, onu saklarım.
En yakın bir arkadaş.
Sarılır kucaklarım.
Çok eski devirleri,
Öğrenirim her yeri.
Kitaplığım hazine,
Kurduğum günden beri.
Okurum kucak kucak,
Bilgi benim olacak.
Kitaplığım yaşayıp,
Ömür boyu kalacak.
M. BAĞCI
KÜTÜPHANE
Bir yapıya konan taşları ben taş saymam,
Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam.
Okumadan, yazmadan geçer ömrü yaş saymam.
Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur,
Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.
Kitaplar geleceğin ışıklı bir yoludur,
Kitaplar yükselişin kanadıdır, koludur.
Evrenden habersizdir kitapsız kalan insan.
Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur,
Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.
281
Çölde kalan yolcular bulutlara tas tutar,
Bilimle beslenmeyen inanışlar pas tutar,
Yavrusu okumayan uluslar yas tutar.
Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur,
Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.
Hasan TURAN
KİTAP SEVGİSİ
Benim ufak bir odam var,
Dinleniyor orda başım.
İçindeki şu kitaplar,
En sevgili arkadaşım.
Beni, bana veren odur,
Gerçek yolum ondan başlar;
Bin bir çiçek veren odur,
Onunla dost, büyük başlar.
Kitap ruhun kaynağıdır,
Bu kaynaktan iç arkadaş;
Kitap ilmin uğrağıdır,
Ektiğini biç arkadaş.
Uzun sözün kısası bu,
Öğütlerim değil kuru,
Boş değirmen, kitapsız ev,
Kitabı sev, kitabı sev!...
Rıfat Necdet EVRİMER
KİTAP
Okumayı, yazmayı,
Gördüm, öğrendim senden,
Büyükleri saymayı,
Yine öğrendim senden.
Bende bilgi, görgü var,
Sende bütün gerçekler,
Sayfalarını açar,
Okurum birer birer.
Doğruluk ve güzellik
Senin yolun insana,
Bize sensin üstelik
Öğretmen, ana, baba.
282
Seni temiz tutarım,
Kirletmem hiçbir zaman,
Esirgerim, okşarım,
Usanmam okumaktan.
İ.Hakkı TALAS
OYUN
KİTAPLARIN KANATLARI
YAZAN: ALİ POYRAZOĞLU
Oyun üzerine birkaç öneri
•
Dilerseniz Anlatıcı bölümünü çıkarın ya da Anne yerine
oynatın.
•
Gerek hayvanlar gerekse masal kişilerini kuklalarla da
oynatabilirsiniz, sizin yapacağınız kuklalarla. O zaman her
kuklanın bir oynatıcısı olur. Rolü onlar konuşur, kuklalar
oynar.
•
Kuklalar oynatmaya kararlıysanız bunların gerçeklerine tam
olarak benzemelerine gerek yok, çünkü adı üstünde bu bir
oyundur. Yalnızca belirgin özellikleri gösterseniz yeter:
Tavşan’ın kulakları, Pinokyo'nun burnu vb.
• Oyunu sahnelemeden önce ne demek istediğini iyi anlayın,"
yorumu
•
Aranızda hevesli arkadaşınızı YÖNETMEN seçin. Yönetmen,
seçilen yorum doğrultusunda, oyunu sahneye koyar,
oyuncuları yönlendirir.
• Bol bol prova yapın, dekoru çevre düzenlemesini unutmayın!
HAZIR MISINIZ OYUN BAŞLIYOOOR!
(Müzik. Yavaş yavaş alçalır, fonda kuş sesleri..)
ANLATAN - Sevgili çocuklar, hepimizin uçup giden kuşların
arkasından bakıp onlar gibi uçabilmeyi istediğimiz anlar olmuştur.
İlkokul öğrencisi olan Dilek Özlü bir pazar sabahı parkta oynarken
arkadaşlarından ayrılmış, bir köşeye çekilip kanat çırparak daldan dala
konan kuşları seyrederken, onlar gibi uçabilseydim, ne güzel şeyler
görebilirdim diye düşünmeye başlamıştı.
(Müzik... Kuş sesleri yükselir...)
DİLEK - Ne kadar güzel uçuyorlar, Kuşlar gibi uçabilmek dünyanın en
güzel şeyidir herhalde. Ne kadar isterdim onlar gibi uçabilmeyi...
Dünyanın her yerini görürdüm. Kutuplardan ekvatora kadar gezmedik
283
yer bırakmazdım. Değişik insanlarla tanışır, onların yaşayışlarını
incelerdim. Şu serçeler gibi yapsam, kollarımı oynatsam uçamaz
mıyım acaba?
1. KUŞ - Güzel kız, ne yapıyorsun sen söyle.
DİLEK - Sizler gibi uçmaya çalışıyorum serçe kardeş.
1. KUŞ - Adın ne senin?
DİLEK- Dilek.
2. KUŞ - Uçmak mı istiyorsun Dilek?
DİLEK- Evet, hem de çok istiyorum. Ne olur uçmayı öğretir misiniz
bana?
2. KUŞ - Nasıl uçarsın sen? Kanatların yok ki!
1. KUŞ - Kanatların olsaydı, bizler gibi uçabilirdin,
2. KUŞ- Ağaçların...
1. KUŞ - Evlerin üstünden...
2. KUŞ - Bulutlara kadar yükselip.
3. KUŞ - Dünya yuvarlağının istediğin tarafına gidebilirdin.
1. KUŞ - Kanatların olsaydı uçabilirdin tabii.
2. KUŞ - Karnımız acıktığı zaman biraz yükselir, yiyecek bir şeyler
ararız.
1. KUŞ - Kış günleri çok sıkıntı çekeriz ama. Hele yağmurlu karlı
günlerde
2. KUŞ - Bazı iyi kalpli çocuklar, bizler için pencerelerin kenarlarına
ekmek kırıntıları koyarlar.
1. KUŞ - Canımız sıkılınca da, gök kuşağının üzerine çıkar, orada
oynarız.
2. KUŞ - Dans ederiz, şarkı söyleriz...
1. KUŞ - Bütün bunları yapabilmek için iki tane kanadının olması
lâzım tabiî.
2. KUŞ - Ama kanatların olmadığı için, hiçbir zaman uçamazsın. Hem
niye istiyorsun uçmayı?
DİLEK - Dünyanın üzerindeki her şeyi görmek istiyorum da ondan.
Ne olur öğretin bana uçmasını.
1. KUŞ - Kanatların çıktığı gün uçarsın...
2. KUŞ - Bizler gibi...
284
3. KUŞ - Çıkarsa eğer...
(Gülüşürler, kanat çırparak uzaklaşırken.)
DİLEK - Durun gitmeyin. Ne olur gitmeyin. Gittiler. Bir an kanatlarım
çıkarsa uçarmışım... Ah iki tanecik kanadım olsaydı en uzak ülkelere
uçabilirdim.
KURBAĞA - (Zıplayarak Dileğe yaklaşır) Vrak, vrak, vrak...
DİLEK- (Kurbağayı görünce korkar) Ay yy..
KURBAĞA - Korkma küçük kız. Kurbağalardan hiç bir zarar gelmez
insana. Havuzun kenarından seni dinliyordum. Uçmak istiyorsun, öyle
mi?
DİLEK - Evet.
KURBAĞA- Ne yapacaksın uçup ta? Sıçramaktan güzel bir şey yoktur
yeryüzünde. Bak bana
(Sıçrar)
Gördün mü? Ne kuşlar ne de sen yapabilirsiniz bunu. Vrak, vrak..
DİLEK - Ben bir kurbağa değilim, ama sıçrayabilirim. Bak istersen
(Sıçrar.) Hoop, hoop... Gördün mü?
KURBAĞA - Ay buna sıçramak mı diyorsun sen? Böyle sıçrarsan
hiçbir şey göremezsin tabiî. Suya atla, köpüklerin yayılmasını gör hele
bir kere... O zaman anlarsın gerçek sıçramanın ne demek olduğunu.
Vrak, vraakkk.
(Uzaklaşır)
DİLEK- Gitti, geri de gelmez artık... Atlayıp sıçramak da fena değil
ama ben uçmak istiyorum. Ancak uçarsam yeryüzündeki her şeyi
görebilirim, (Dalar.) Ağaçların, evlerin üstünden… Bulutlara kadar
yükselip... Uzak ülkelere doğru...
TIRTIL - Ah belimi kıracaksın... Kalk üzerimden... Kalk.
DİLEK - Ah, o ses nereden geldi...
TIRTIL - Benim, ben Tırtıl. Oturduğun taşın üzerindeyim.
DİLEK - Oh, affedersin Bay Tırtıl. Orada olduğunuzu bilmiyordum. O
kadar dalmışım ki... Uçuyorum sandım.
TIRTIL - Biliyorum, biliyorum, deminden beri seni dinliyordum
burada, Güzel şey uçmak. Ama sabırlı olmalısını bilmelisin. Benim
gibi.
DİLEK - Sizin gibi mi?
285
TIRTIL - Evet benim gibi. Çok sabırlıyımdır ben. Bir gün kozamı örüp
içine gireceğim Bir zaman sonra da kozamı delip, rengârenk kanatlı
bir kelebek olarak uçup gideceğim.
DİLEK - Sen bir gün kanatlarının çıkacağını bildiğin için
bekleyebilirsin. Ama benim için böyle bir ümit yok. İstediğim kadar
sabredeyim hiç bir işe yaramaz. Hoşça kalın, Bay Tırtıl. Güzel bir
kelebek olduğunuz zaman da görmek isterim sizi.
(Yavaş yavaş yürümeye başlar)
TAVŞAN - Hişştt... Buraya baksana biraz, küçük kız.
DİLEK - Kim o beni çağıran?
TAVŞAN - Benim, Tavşan kardeş.
DİLEK - Oh, ne kadar güzelsin, Tavşan kardeş.
TAVŞAN - Buraya gelsene biraz, Yaramaz çocuklardan korktuğum
için saklandığım çalılıktan çıkamıyorum. Konuştuklarınızı duydum.
Uçmak istiyorsun, öyle mi?
DİLEK - Evet, hem de çok istiyorum.
TAVŞAN -Ne yapacaksın uçup da? Gözün bile göremeyecek bir hızla
koşmasını öğrensen. Bizim koştuğumuz gibi.
DİLEK - Koşmak, uçmaya benzemez ki, Tavşan kardeş. Ben uzak
ülkelere uçup, oraları yükseklerden seyretmek, insanlarıyla tanışmak
istiyorum.
TAVŞAN - Biz koştuğumuz zaman ufacık tohumlardan ağaçlara,
kuşlardan atlara kadar her şeyi görebiliriz. Kuşlar uçarlarken ağaçların
tepelerinden, evlerin damlarından başka bir şey göremezler. Eğer
yeryüzündeki her şeyi görmek istiyorsan bizler gibi koşmasını öğren.
Haydi, hoşça kal...
(Hızla uzaklaşır)
DİLEK - Tavşan kardeşin hakkı var. Kuşlar nereye giderlerse gitsinler
her şeyi yukardan, bulutların üstünden görüyorlar. Ne tarafa uçarlarsa
uçsunlar, ağaçların tepesinden, evlerin üzerinden geçip gidiyorlar.
Tavşanlar gibi koşmasını öğrensem daha iyi olacak galiba. Ama onun
saydıklarını koşarken değil, durunca görürüz.
ANNE - Dilek, Dilek... Neredesin kızım? (Uzaktan yaklaşır)
DİLEK - Buradayım anneciğim. (Koşar)
ANNE- Birdenbire kayboldun ortalıktan kızım. Ben sana uzaklaşma
demiştim.
DİLEK - Kuşlara bakıyordum anneciğim, serçelere dalmışım.. Anne
ben de bir kuş olup, uçmak istiyorum.
286
ANNE - Niye kuş olmak istediğini anlayamadım doğrusu.
DİLEK - Uçabilmek için. Uçabilseydim, yeryüzündeki
görebilirdim.
her şeyi
ANNE - Kuşlardan daha iyi, onların hiç gidemeyeceği yerlere uçup,
onlardan daha çok şeyler görebilirsin.
DİLEK - Onların hiç gidemeyeceği uzak yerlere mi uçabilirim? Ama
benim kanatların yok anneciğim.
ANNE - Senin kanatların gözlerinde, zihninde, okuduğun kitaplardadır
kızım. Bu kanatlarla ağaçların, ayın yıldızların ötesine bile gidebilirsin.
DİLEK - Kitaplarla bütün dünyayı tanıyabilir miyim, anneciğim?
ANNE- Kitaplarda göremeyeceğin hiçbir şey, gidemeyeceğin hiçbir
yer yoktur. Okumak sihirli bir halıya benzer. Üzerine bindin mi hiçbir
zaman gidemeyeceğin yerlere bile uçabilirsin.
DİLEK - Sihirli bir halı, Tam istediğim şey işte. Üzerine bindin mi istediğim yere uçabilirim.
ANNE - Senin sihirli halın hayal gücündür kızım. Hayal gücünü kullanmasını öğrenirsen, onun bir sihirli halı olduğunu göreceksin.
(Müzik. Geçiş)
DİLEK - Ah, sen kimsin?
ALÂADDİN – Alâeddin’im ben. İstediklerini yerine getirebilmem için
sihirli lâmbamı getirdim sana.
DİLEK - Oh Alâeddin...
ALÂADDİN - (Lâmbayı ovuşturur) Cin, Ciinnn...
(Müzik)
Cin, hemen Dileğin uçması için gereken şeyleri getir.
(Müzik, Cin kaybolur)
PETER PAN - Dilek, beni tanıdın mı?
DİLEK - Ah, Peter Pan..
PETER PAN - Gölgeme tutun Dilek. Tutun da birlikte uçalım.
DİLEK - Uçalım mı? Ben nasıl uçarım ama.
PETER PAN - Gölgeme tutun yeter. İstediğin yere götürürüm ben seni.
DİLEK - Nereye götürürsün?
287
PETER PAN - Rüyalar ülkesine. Gökyüzünün bilinmedik köşelerine.
(Çıngırak sesleri) Gün batıyor... Ülkeme dönmeliyim. Hoşça kal
Dilek...
(Müzik)
DİLEK - Ah, dur dur gitme. Peter Pan'ın rüyalar ülkesine bir
gidebilseydim...
DİLEK - İstersen gidebilirsin şekerim.. Peter Pan'ın maceralarını
anlatan kitabı eline aldın mı, onunla birlikte Peter Pan'ın rüyalar
ülkesine uçabilirsin.
ALÂEDDİN - Seninle tanıştırmak istediğim daha pek çok arkadaş var
Dilek. (Lâmbayı ovuşturur) Cin. Harikalar Ülkesinin kızı Alis’i çağırır.
(Müzik, Alis girer.)
ALİS - Dilek, benimle Harikalar Ülkesine gelmek istemez misin?
Haydi gel., gel de orada saatlerin nasıl dakikalar gibi geçtiğini gör.
DİLEK - Peter Pan, Alis... Sizlerle birlikte olmak istiyorum.
ALÂEDDİN - Cin... Adalı dostumuzu getir şimdi de...
(Müzik)
ROBÎNSON - (Girer). Ben Robinson Cruzoe'yim, Dilek. Haydi,
uçurayım seni. Oradaki tek arkadaşım Cuma ile tanıştırayım...
DİLEK - Sahi mi söylüyorsunuz?
ALÂEDDİN - Ciin, ötekileri de getir.
(Müzik)
Bak Dilek, şu camdan ayakkabılar giymiş kızın adı
Sinderella. Şu upuzun burunlu çocuğun adı da Pinokyo
Külkedisi
KÜLKEDİSİ - Ben Külkedisiyim, Dilek.
PİNOKYO - Beni de tanı. Adım Pinokyo.
KÜLKEDİSİ - Dilek Kardeş, bizlerle uçmak istiyorsan..
PİNOKYO - Bütün dünyayı, rüyalar âlemini tanımak istiyorsan
hikâyelerimizi oku.
DİLEK - Anneciğim, bu yerlerin hepsini görmek istiyorum. Her şeyi
öğrenmek istiyorum.
ANNE- İstersen bunları hepsini görebilirsin kızım. Kitapların
içlerindeki kahramanların, kanatları vardır. Kanatlarına tutundun mu
onların gittiği yerlere uçabilirsin.
DİLEK - Uçarım demek.
288
ANNE - Tabii uçarsın.
DİLEK - Kitapların kanatlarına tutundun mu, istediğim yere uçarım.
(Kuş sesleri arasında müzik sesleri yükselir.)
GÜZEL SÖZLER

Her kütüphane bir okuldur.

İsteyen herkes, dünyayı kütüphanelerde bulabilir.

İyi bir kitap, iyi bir öğretmen; iyi bir kütüphane ise binlerce
iyi öğretmen demektir.

Zengin ülkelerin kütüphaneleri de zengindir.

Yücelmek isteyen insan, kendine bir kütüphane kurmalıdır.

Kütüphaneleri zengin yapan şey, içindeki kitapların sayısı
değil, değerli oluşlarıdır.

Bilgin unutmuş, kitap unutmamış.

Kitap en iyi dosttur.

Kütüphaneler kültür evleridir.

Gerçek bilgi kaynaklarımız kütüphanelerimizdir.

Günümüzün gerçek üniversiteleri, zengin kütüphanelerdir.

Bir okul için her şeyi yaptığınızı düşünebilirsiniz. Eğer
okulunuzun bir kütüphanesi yoksa hiçbir şey yapmış
sayılmazsınız.

Parayı kasa, bilgileri kütüphane saklar.

Her kütüphane bir cezaevi kapatır.
289
POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞU
(10 Nisan 1845)
AÇIKLAMA
1845 tarihi, Türk Emniyet Teşkilatı açısından önemli bir
noktadır. Çünkü bu tarihe kadar zabıta olarak nitelenen teşkilat; 10
Nisan 1845 (12 Rebiü’l Evvel 1261)’den itibaren polis adı altında
hayata geçmiş ve Emniyet Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul
edilmiştir.
Yeniçerinin ortadan kaldırılmasından sonra, başkentte ve
eyaletlerde zabıta hizmetleri eskisiyle kıyaslanmayacak derecede
gelişmesine rağmen; bu hizmetler karışık ve ayrı ayrı kurumlara bağlı
olarak yürütülmekteydi. Teşkilat ve yürütme alanındaki bu karışıklığı
ortadan kaldırmak amacıyla ilk defa 10 Nisan 1845’te İstanbul’da ilk
polis teşkilatı kurulmuş, görevleri de yine aynı tarihte yayımlanan
Polis Nizamnamesinde belirtilmiş ve bu durum yabancı elçiliklere de
bir yazı ile bildirilmiştir. Bu nizamnamede polis teşkilatının kuruluş
amacı, belde güvenliğini sağlamak olarak belirtilmiştir.
Bu çalışmalara rağmen, karışıklık devam etmiş, İstanbul’da
polis hizmeti; Yeniçeri Ağası yerine geçen Serasker, İhtisap Ağası ve
Polis adını taşıyan teşkilatlar tarafından yürütülmüştür. Taşrada ise
güvenlik hizmetleri, Sipahilerden oluşan zaptiyelerle ve Asakir-i
Mansure alaylarıyla yürütülmüştür.
POLİS
Polis terimi, kökeni Yunanca ve Latince olan bir kelimedir.
Yunanca politika, Latince politika kelimelerinden türemiştir. Eski
Yunanlılar kendi şehir devletlerine polis ismini vermişlerdir.
Polis kelimesi ıstılah! Olarak, kuruluşu bulunduğu yerde kamu düzen
ve güvenliğini koruyan, yasaların adil ve eşit bir şekilde
uygulanmasını sağlayan teşkilat, kolluk, zabıta, şehirde güvenliği
sağlamakla yükümlü kişiler anlamında kullanılmıştır. Polis kelimesinin
yerine emniyet deyiminin kullanıldığı da olur.
Polis görevi itibariyle; asayişi, amme, şahıs tasarruf emniyetini
ve mesken masuniyetini koruyan, halkın ırz can ve malını muhafaza
ve ammenin istirahatını temin eden, yardım isteyenlere, yardıma
muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eden, kanun ve
nizamnamelerin kendisine verdiği vazifeleri yapan silahlı icra ve
inzibat kuvvetidir.
Genel olarak polis, bir ülkenin sükûn, güvenlik ve düzenini
sağlamak ve korumakla görevlidir. Bunu yerine getirirken önceden
belirlenmiş müeyyidelere uymakla yükümlü ve hükümet tarafından
alınan ve yerine getirilmesi istenen kararların icrasını sağlamakla
görevlidir.
290
SAĞLIK HAFTASI
( 7 – 13 Nisan )
AÇIKLAMA
Sağlıklı kişi mutlu, canlı, hareketli olur. İnsanların sağlık
kurallarını öğrenmesi ve sağlıklı yaşama bilincine kavuşması için
Birleşmiş Milletler Örgütü 7–13 Nisan tarihleri arasını Sağlık Haftası
olarak kabul etti. Her yıl Sağlık Haftası Birleşmiş Milletler'e üye
ülkelerde aynı zamanda değerlendirilir. Sağlık Haftası’nın amacı, sağlık
bilgisinin ve yardımının geniş halk kitlelerine ulaşmasıdır. Hafta
boyunca insan sağlığı konusunda radyolarda konuşmalar yapılır.
Televizyonda sağlıkla ilgili programlar sunulur. Gazete ve dergilerde
insan sağlığı ile ilgili yazılar yayınlanır. Bu hafta içinde okullarımızda
beden sağlığı, beslenme konusunda bilgiler verilir. Sağlığın önemi
anlatılır. Sağlıklı olmanın kuralları öğretilir. Birleşmiş Milletler Örgütü,
her yıl bir sağlık konusu seçer. O yıl üye ülkelerde konu üzerinde
durulur. Seçilen konu bir hastalık ise bu hastalığın tanımı, belirtileri,
iyileştirme yöntemleri anlatılır.
İnsanlar
çok
eski
çağlardan
beri
sağlığın
önemini
kavramışlardır. İlkçağlarda insan sağlığının bozulması, doğa dışı
güçlerin etkisine bağlanıyordu. Hastalığın iyileştirilmesi için büyücüye
başvuruyorlardı. Uygarlığın gelişmesi ile tıp bilimi ilerledi. Hastalıkların
nedenleri bulundu, iyileşme yöntemleri gelişti. Bugün büyücülük ilkel
toplumlarda kalmıştır. Tıp bilimi her gün yeni buluşlarla insanlığa
büyük yararlar sağlıyor.
Sağlık, insanın en önemli sorunudur. Yaşamak, öğrenmek, iş
yapabilmek için sağlıklı olmak gerekir. Sağlığı bozuk olan, hasta olan
kişi görevlerini tam olarak yapamaz. Bunun sonucu olarak da, kendine,
ailesine, çevresine, topluma yararlı olamaz.
Tıp bilimi yalnız hastalıklarla, hasta olan insanlarla ilgilenmez,
insan sağlığının sürekliliği, insanların hasta olmadan yaşamlarını
sürdürmeleri için araştırmalar yapar. Yeni yöntemler geliştirir.
Temizlik sağlığımız açısından çok önemlidir. Bedenimizin
temizliği, kullandığımız eşyaların temizliği yaşadığımız yerin temizliği
gibi ayrıntılarla bir bütün oluşturur.
Yalnız bedenimizin temizliği ya da yalnızca eşyalarımızın
temizliği bir anlam taşımaz. Biz ne kadar temiz olursak olalım,
eşyalarımız, giysilerimiz kirli olursa biz de kirli sayılırız. Bu durumda
bit, pire ve benzeri mikrop taşıyan canlılar, kolayca bizi bulur, biz de
hasta oluruz.
291
SAĞLIĞI BOZAN ETKENLER
a- Yanlış beslenme, gerekli besinleri almama gibi durumlar,
beslenme bozukluğu sonucunu yaratır, bu da sağlığımızı
bozar.
b- Alkollü içki, uyuşturucu madde kullanmak da sağlığı bozar.
c- Zehirli böcek ve bazı hayvanların sokması, ısırması
zehirlenmemize neden olur.
d- Sağlığın en büyük düşmanı mikroplardır. Çeşitli
hayvanlarla, yiyecek ve içeceklerle, solunum yolu ile geçen
mikroplara karşı uyanık olmalıyız.
SAĞLIKLI OLMANIN ŞARTLARI
Kişiler kendi sağlıklarını korumada dikkatli oldukları gibi çevre
sağlığını korumada da dikkatli olmalıdırlar. Çevre sağlığını, çevre
temizliğini korumak her yurttaşın önemli görevlerinden biridir.

Çevremizi temiz tutmalıyız.

Yerlere çöp atmamalıyız.

Çevrede sinek, sivrisinek gibi zararlı böceklerin üremesini
kolaylaştıracak ortam yaratmamalıyız.

Mevsim özelliklerine göre giyinelim.

Terli iken su içmeyelim.

Havasız yerlerde oturmayalım.

Spor yapalım.

Gerektiğinde sağlık kurumlarına başvuralım. Yukarda
açıklanan kurallara uyalım.

Sağlığımızla ilgili bir sorunumuz olduğunda hemen doktora
gidelim.

Başka kişilerin tavsiye ettikleri ilaçları kullanmayalım.

Doktorların verdikleri ilaçları tarifelere uygun olarak
kullanalım.
KONUŞMA
SEVGİLİ ARKADAŞLAR!
Birleşmiş Milletler Örgütü, 7–13 Nisan tarihleri arasını Sağlık
Haftası olarak kabul etmiştir. Hafta boyunca sağlık ve ilk yardım
bilgisi verilir, insanların sağlıklı yaşama bilincine ulaşması için çeşitli
etkinlikler yapılır. Beden sağlığı, beslenme, sağlığın önemi ve sağlıklı
yaşama kuralları konularında geniş halk kitleleri bilgilendirilir.
292
Tıp bilimi sadece hasta insanları iyileştirmeye çalışmaz, hasta
olmadan yaşamak için neler yapılması gerektiğini de araştırır. Sağlıklı
yaşayabilmek için temizliğe önem vermeliyiz. Bedenimizin,
kullandığımız eşyaların ve yaşadığımız yerin temiz olması önemlidir.
Sağlığın en büyük düşmanı hastalık yapan mikroplardır. Kirli ve pis
ortamlarda daha çabuk üreyip çoğalan mikroplar, soluduğumuz hava
ile ya da yediğimiz yiyecek ve içeceklerle vücudumuza girerler.
Sağlıklı yaşayabilmek için düzenli uyumalı ve vücudumuzun ihtiyaç
duyduğu besinleri almalıyız. Alkollü içki ve sigara sağlık için zararlıdır.
Mevsim özelliklerine göre giyinmeli, terli iken su içmemeliyiz. Havasız
ve güneş girmeyen yerlerde bulunmamalı ve spor yapmalıyız. Bir
sağlık sorunumuz olduğunda hemen bir doktora gitmeli, verilen
ilaçları doktorun tavsiyesine göre almalıyız. Bilinçsiz ilaç tüketimi de
sağlığı bozar. Mutlu ve stresten uzak bir ömür, hastalık riskini önemli
ölçüde azaltır.
Kendi sağlığımızı koruduğumuz gibi, çevre sağlığına da önem
vermeliyiz. Yerlere tükürmemeli ve çöp atmamalıyız. Zararlı sinek ve
mikropların üremesini kolaylaştıracak ortamları oluşturmamalıyız.
Hepinize sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim!
(Ev ve Sınıf Etkinlikleri Antolojisi Kitabı)
GÜZEL SÖZLER

Hasta olmayan sağlığın değerini bilemez.

Sağlıktan büyük zenginlik yoktur.

Neşe sindirimi kolaylaştırır.

Güneş giren eve doktor girmez.

Sağlığı olanın umudu, umudu olanın her şeyi vardır.

Her şeyin başı sağlıktır.

Hastanın yaşı değil, hastalığın yaşı önemli.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Kanunî Sultan Süleyman
293
ŞİİRLER
VÜCUDUMUZ
Üç bölümdür vücudumuz,
Baş, gövde kollar - bacaklar.
Hepsini tutalım temiz
İşleyip çalışacaklar.
Burun koku, dil tat duyar
Hepsinin bir görevi var.
Beşinci duyumuz deri
Dokunmağa vardır yeri,
Sağ, sol arka ve önümüz
Vücutta var dört yönümüz
Kulak işitir, göz görür,
El iş yapar, ayak yürür.
Vücuda iyi bakalım,
Temiz mendil kullanalım.
Temiz hava temiz suyu,
Unutmayalım uykuyu,
Güneş sağlığın temeli,
İyi gıdalar yemeli.
Makine gibidir vücut,
İyi koru çok temiz tut.
Ali Osman ATAK
KALBİN SESİ
Kalbin bir gün sesini,
Organlar duyamamış.
Mideyi, böbrekleri,
Hemen bir telaş sarmış.
Komşu akciğerlere,
Bir haber uçurmuşlar.
Ciğerlerse beyinden
Nedenini sormuşlar.
Şöyle bir cevap gelmiş,
Beyinden ciğerlere:
Düzensiz yaptığın iş,
Zarar vermekte kalbe
Aldığın hep pis hava
Elbet kalbi yoracak.
Böyle devam edersen
Belki bir gün duracak!
İ. Hakkı TALAS
294
VÜCUDUMUZ
Bir makinedir insan
İşletir bunu beyin
Beyincik başkanıdır
Beş duyu denen şeyin.
El tutar, kol destekler
Bir kafestir göğsümüz
Orada ciğerle kalp
Çalışır gece gündüz.
Bir örtüdür etimiz
Kemiğimiz çatıdır
Ayaklarımız yolcu
Gövdemizin atıdır.
Hüseyin KALABA
295
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE
ÇOCUK BAYRAMI
AÇIKLAMA
Cumhuriyet kurulmadan önce yurdumuz padişah tarafından
yönetiliyordu. O zamanlar, devletimizin adı Osmanlı Devleti idi.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşıma girdi. Bizimle birlikte
savaşa giren ülkeler yenildi, Osmanlı Devleti de yenik sayıldı. Savaşı
kazanan ülkelerin orduları yurdumuza girdiler. Birçok köyümüzü,
şehirlerimizi yakıp yıktılar. İnsanlarımızı öldürdüler.
Atatürk o zaman Osmanlı ordusunda görevli idi. Yurdumuzun
düşmanlardan kurtarılması için plânlar yapıyordu. Düşündüklerini
uygulamak üzere harekete geçti. Bandırma Vapuru'na binerek
İstanbul'dan ayrıldı. 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'a çıktı.
Anadolu'yu dolaşıp birçok toplantılar yaptı. 23 Nisan 1920 'de
Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Atatürk, Meclis
Başkanı seçildi. Meclis, düşmanla savaşmak için karar aldı. Yurdun
her yerinden asker toplanarak yeni bir ordu kuruldu. Ordularımız,
Atatürk'ün başkomutanlığı altında dört yıl savaştı. Düşmanları
yenerek yurdumuzu kurtardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 29Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan
etti. Atatürk, Cumhurbaşkanı seçildi. Padişahlık kaldırıldı. Yurdumuz
hürriyete ve bağımsızlığına kavuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de kurulmuştu. Biz
kendi kendimizi bu tarihte, yani 2 3 Nisan'da yönetmeye başlamıştık.
Büyük Atatürk, 23 Nisan gününü çocuklara bayram olarak armağan
etti. İşte bu yüzden 23 Nisan'da Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramını kutlarız
Bayramdan önce her yer süslenir. Bayram günü, tören yerinde
büyüklerimizle birlikte bayramı kutlarız. Şiirler okur, şarkılar söyleriz.
Millî oyunlar ve rondlar oynarız. Çeşitli yarışmalar yaparız.
Bazı ülkelerin çocukları da Ankara'ya gelerek
katılırlar. Çeşitli gösterilerde Çocuk Bayramını kutlarlar.
bayrama
Dünyada, Çocuk Bayramı olan tek ülke biziz. Böyle güzel bir
günü Çocuk Bayramı olarak bize armağan eden Atatürk'e çok şey
borçluyuz.
296
OKUMA
ATATÜRK VE ÇOCUKLAR
Atatürk çocukları çok severdi. Bir yurt gezisinde iken yolda
otomobiline su lâzım oldu. Civardaki çeşmeden su gelinceye kadar
etrafı görmek isleyen Atatürk, otomobilinden indi. Bu sırada yolun
kenarındaki bir tepede küçük bir çoban çocuğu, her şeyden habersiz
kavalıyla güzel bir yurt havası çalıyordu. Çaldı, çaldı. Şarkısı sona
erince Atatürk çocuğun yanına yaklaştı. Ve derlenip toparlanan çocuğun
yanaklarını okşadı. Ve (Bis, bis) diye bağırdı. Küçük çoban bunun
manasını anlamamıştı. İlk şaşkınlığı geçer geçmez nezaketle bunun ne
demek olduğunu Atatürk'e sordu. Atatürk çocuktan çok hoşlandı ve:
—Bis, bir şeyi tekrar ediniz demektir. İnsanlar bir şeyi çok
beğendikleri zaman lütfen tekrarlar mısınız diye - Bis- derler. dedi.
Zeki çocuk, Büyük Ata'nın ne demek istediğini derhal anladı. Ve kavalı
ile aynı havayı tekrar çaldı. Bitince, Atatürk çocuğa bir yüz liralık
hediye etti. Çoban bunu aldı. Ve çok hoşuna gitti. Gözleri parlayarak
Atatürk'e
—Bis, bis. dedi. O vakit Büyük Ata'nın bu Türk çocuğunun
zekâsı çok hoşuna gitti ve kendisine bir yüz liralık daha hediye etti.
(Fıkralarla Atatürk, N.A. Banoğlu)
OKUMA
23 NİSAN
Yeni devletimiz 1920 Nisan'ının 23. günü, Ankara'nın sarp ve
yalçın bağrında kuruldu.
1920'den bugünkü Türkiye'ye baş dönmeksizin bakılamaz.
Düşman yalnız ateş boyunda değil, bütün kırlarda, yollarda,
şehirlerde idi. Topraklarımızı son karışına kadar, adım adım boğuşarak
geri alacaktık.
Bunu yaptıktan sonra, işlerimizden ancak bir tanesini bitirmiş
olacaktık. Çünkü bu toprakların üstünde, son köye kadar, her şey
yeniden ve temelden yapılacaktı. İstanbul bile harap ve bitkindi.
Anadolu'ya ise "teknik" kelimesi yeni devletle beraber giriyordu.
23 Nisancılar, bu savaşın dolaşık ve çetin geçitlerden her biri
hürriyete, millî hâkimiyete giden tek yolun üstünde idi.
Bütün güçlükler yenildi. Vaktiyle ot vermeyen bu toprak, şimdi
her yanda bir bahar rüyasının Çiçekleri ve kokuları içinde bize
gülüyor.
Fatih Rıfkı ATAY
297
ŞİİRLER
23 NİSAN
İçinde coştuğumuz.
Bir sel 23 Nisan,
Yarına koştuğumuz,
Emel 23 Nisan.
Baharın mutlu günü
Yurdumun kutlu günü
Neşelerin düğünü,
Güzel 23 Nisan.
İnanarak yürekten,
Hız aldık Atatürk'ten
Bizi alan yükselten,
Bir el 23 Nisan.
Ne mutlu bir millete;
Kavuştuk hürriyete;
Şanlı Cumhuriyete;
Temel 23 Nisan.
Mehmet İhsan BULUR
23 NİSAN
Yirmi üç nisan,
Yurdu koruyan,
Yarını kuran
SEN OL ÇOCUĞUM!
Eskiyi unut,
Yeni yolu tut.
Türklük’e umut,
SEN OL ÇOCUĞUM!
Bizi kurtaran,
Öndere inan.
Her işte üstün,
SEN OL ÇOCUĞUM!
Küçüksün bugün,
Yarın büyürsün.
Her işte üstün,
SEN OL ÇOCUĞUM!
Çalışıp öğreten,
Her şeyi bilen.
Yurduna güven,
SEN OL ÇOCUĞUM!
Hasan Ali YÜCEL
298
23 NİSAN
Dün sabah anneciğim,
Öperek dedi: Uyan.
Bugün senin bayramın
Kalk, bak süslendi her yan.
Bakımı her taraf süslü,
Sokaklar dolu insan.
Dedim: Anne bu neden?
Dedi: 23 Nisan.
Temel bayrammış inan,
Kutlu olsun kardeşim,
Geldi 23 Nisan.
Ramazan Gökalp ARKIN
23 NİSAN
Bakın, güneşe bakın
Nasıl gülüyor bize?
Tarihten armağandır,
Bu bayram hepimize
Bugün kuşlar bile şen,
Ya çiçekler ne güzel.
Her şey bugün daha hoş
Bugün her günden güzel
Şimdi küçüğüz, fakat
Yarın büyüyeceğiz.
Bu güzel yurdumuzu
Biz de yükselteceğiz.
Muzaffer BARANOK
EGEMENLİK BAYRAMI
Egemen bir milletin,
Coştuğu bir gündür bu!
Yurduma hürriyetin,
Koştuğu bir gündür bu.
Başımızda Atatürk,
Ülkümüz yüce Türklük,
Yüce Türk milletinin
Sevdiği bir gündür bu.
23 Nisan'ı veren,
Bugünleri gösteren,
Büyük Atam diyor ki;
"Türk, çalış, öğün, güven!"
Ali PÜSKÜLLÜOĞLU
299
23 NİSAN
Biz dünyaya gelmeden
Her yeri düşman almış.
Atatürk düşmanları
Yurdumuzdan çıkarmış
23 Nisan günü
Meclis kuruldu diye,
Büyük bayram verilmiş,
Çocuklara hediye...
Gülelim, eğlenelim,
Kutlayalım bayramı,
Verelim hep el ele,
Yükseltelim vatanı.
M. UĞURKAN
23 NİSAN SÖYLEDİ
Bu yurdun, bu devletin,
Yüce Cumhuriyetin
Sahibiyiz çocuklar,
Bunları koruyacak,
Bu ülküye uyacak
Yine biziz çocuklar!
Yirmi Üç Nisanların
Zevki çok, fakat yarın
Güç işimiz çocuklar!
Bu göklerin, bu yerin,
Kutlu emanetlerin
Bekçisiyiz çocuklar!
Atalardan şan alan,
Böyle temiz kan alan
Yalnız biziz çocuklar!
Türk'üz ne mutlu bize!
Bu bayram kutlu bize!
Eğleniriz çocuklar!
Rakım ÇALAPALA
300
ÇOCUKLAR KARDEŞTİR
Siyah laledir zenci çocuk,
Finli çocuk beyaz gül.
Sarı papatya Çinli çocuk,
Kızılderili de karanfil.
Her çiçek, ülkesinin renginde açar
Bir ağaçta bin çiçektir çocuklar.
Başka başka olsa da dilleri,
Ayrı ayrı olsa da ülkeleri,
Bir araya gelince onlar,
Sevgiyle kenetlenir elleri.
Sınırları bile aşar duygular,
Bir yürekte kardeştir tüm çocuklar.
Aziz SİVASLIOĞLU
23
NİSAN
Bugün ne mutlu bize,
Haydi, hep gülsenize
Müjde dağa, denize,
Geldi 23 Nisan.
Sokaklar dolu bayrak.
Yollara kurulmuş tak,
Şöyle bir etrafa bak.
Geldi 23 Nisan.
Fahrunnisa ELMALI
23 NİSAN BAYRAMI
Şu 23 Nisan'da,
Doğdu Millet Meclisi.
İşte o gün her yanda,
Yükseldi Türk'ün sesi.
Bunu her yıl çocuklar,
Kutlayalım sevinçle.
Egemenlik de yaşar,
Hep verirsek el ele.
S. Cemil YALKUT
301
HOŞ GELDİN 23 NİSAN
Günlerdir yolunu bekledik durduk
Sen geleceksin diye çiçek açtı,
Bahçedeki bütün ağaçlar,
Leylekler yuvalarına döndü.
Toprak ısındı, uyandı karıncalar,
Çoluk çocuk yollara döküldü.
Bugün sevinç içindeyiz hepimiz,
Bayraklarla süsleniyor balkonlar.
Caddelerde taklar kuruluyor,
Bizim marşı çalıyor bandolar.
Nasıl sevinmeyelim geldiğine?
Okulda bayram, evde bayram
Hoş geldin 23 Nisan!
Sana gözlerimizden sevinç,
Bahçelerimizden bahar getirdik.
Bari hemen bitivermese bu yolculuk,
Seni kucaklamaya geliyor bugün,
Köyler, şehirler dolusu çocuk!
Şükrü Enis REGÜ
ATATÜRK ÇOCUK OLMUŞ
Çocuk Bayramı'nda
Gelmiş katılmış aramıza.
Atatürk çocuk olmuş, bakın
Sallanıyor salıncakta!
Gülüyor gözlerinin içi
Gülüyor,
Gökler, denizler kadar mavi.
Diyor ki: "Ben verdim çocuklara
Bayramların en güzelini."
"Dilerim yurdumun çocukları
Tüm çocukları dünyanın,
Gülüp oynasınlar bugünkü gibi.
Acıda- sevinçte kardeş olsunlar,
Çınlasın yeryüzünde barış türküleri."
Aziz SİVASLIOĞLU
302
23 NİSAN
Bugün bir başka aydınlık yeryüzü,
Bir başka ağaçların, evlerin yüzü
Bugün çocuklar güzel,
Bugün sokaklar güzel...
Elimizden tutan her el
Daha sağlam
Daha mavi gökyüzü;
Bayraklar daha yakın.
Bakın:
Geçiyor yarının büyükleri;
Şarkıları, tutuyor gökleri.
Adnan ARDAĞI
EN GÜZEL BAYRAM
Her renkten kuşlarla
Çiçeklerle geliyor yurduma
Adı bahardır
Her dilden merhabayla
Şarkılarla gelir yurduma
Adı çocuktur
Her yürekten barışla
Sevgiyle gelir yurduma
Adı bayramdır
Bahar, çocuk ve bayram
Her 23 Nisan'da
Atatürk'ün yurdunda
İşte böyle buluşur. İşte böyle cıvıl cıvıl
Çocuk Bayramı olur.
Aziz SİVASLIOGLU
BİZİM BAYRAMIMIZ
Bu gelen bizim bayram,
Yükseldi bak ünümüz.
23 Nisan bizim,
En şerefli günümüz.
Al bayrağı açalım,
Gel gidelim törene,
Bin teşekkür bizlere,
Bugünleri verene.
Bizim için harcanan,
Boşa gitmez bu emek.
Çünkü her Türk çocuğu,
23 Nisan demek.
İ. Hakkı TALAS
303
PİYES
BAYRAĞIMIZIN GÖLGESİNDE
ŞAHISLAR Sahneye giriş sırasıyla
Ayşe nine
Kezban
Muhtar
Kumandan
Kemal Bey
Bekçi Ramazan
Leyla
Öğretmen
Öğrenci Cengiz
Öğrenci Murat
Öğrenciler
Çoban Salih
Doktor
Nazan
Başhemşire
Yaralı Sadık
Başhekim
BİRİNCİ PERDE
SAHNE:
Bir köy odası. (Ayşe Nine oturmuş önünde bulunan
çıkrıkta yün eğirmektedir. Kezban onun karşısında çorap
örmekledir. Bu sırada dışardan yanık bir sesin okuduğu
türkü duyulur. Ayşe nine işini yavaşlatıp türküye kulak
verir.)
AYŞE NİNE
304
- Şu çocuğun bir yanık sesi var ki, içim parçalanıyor...
Alçak düşman söndürmedik ocak mı bıraktı? Zavallı
Çoban Salih!.. Önce kolunu, daha sonra da tek bacağını
kaybetti. Sakatlanıp köye döndü... Gene de gönlü
cephede... Hastanede iken "Bir kolum, bir bacağım
daha var... Bırakın düşmandan öç alayım demiş ama
dinlemeyip sılacı etmişler... Şimdi içinin acısını bu
türkülerle dile getirip, döküyor. (Ses hafifleşerek
uzaklaşır. Ayşe Nine tekrar çıkrığına dalar. Fakat bu
sırada Kezban'ın hafif hıçkırıklarla ağladığı duyulur.
Hıçkırıklar Ayşe Nine'nin de dikkatini çekmiştir. Merakla
sorar.) Kız Kezban!.. Sana ne oldu? Bakıyorum
bugünlerde pek içlisin... En ufak şeyler, yaş döküp ağla
mana sebep oluyor. Söyle bana bir derdin mi var?
KEZBAN
- (Mendili ile gözlerini kurularken) Ana, anacığım...
Derdimi soruyorsun. Dert yalnız benim mi, yalnız ben
mi ağlıyorum? Bu dert bütün bir milletin, bütün bir
yurdun derdi. Bütün yurt, bütün millet gözyaşları içinde
ağlıyor şimdi... Duymadın mı işitmedin mi? Dün babam
anlatıyordu. Düşmanlar İzmir'i almış, neredeyse
buralara da geleceklermiş... Padişah yurdu düşmanlara
satmış diyorlar ana...
AYŞE NİNE
- (Yerinden hafif doğrularak) Tövbe de kız! Hiç koca
Padişah efendimiz böyle bir şey yapar mı? Sus... Sus...
Sus! Çarpınırsın vallahi...
KEZBAN
- Doğruyu söylüyorum ana... Satmış diyorlar memleketi
işte... Vicdanının bir gözüne vatanı, bir gözüne de kendi
saltanatını koymuş, saltanatı daha ağır basmış olacak ki
memleketi çıkarmış gözden diyorlar. Şimdi vatan için
ölmek bir suç olmuş padişahın gözünde... Kim vatan
için silaha sarılırsa cezası ölümmüş... Bu yolda ferman
göndermiş memleketin dört bucağına...
AYŞE NİNE
- Aman sus kız!.. Bu sözlerin birinin kulağına gitmesin...
Sonumuz kötü olur vallahi... Duvarların kulağı var...
Hem sen nereden çıkarıyorsun bunları? Padişah vatanı
satar mı hiç… Satmaz… Vallahi de Billahi de satmaz…
Vardır bir bildiği elbet… Siz yeni yetmeler lâf ebesi
oldunuz vallahi... Hep suç babanın... Kaç kez söyledim
de dinletemedim. Herif, bizimkisi kız çocuğu. Gönderme
şu gâvur mektebine... Yüzü gözü açılır... Gönder
Kaymak Hafızın yanına, hatmetsin Kur'an-ı Kerim'i,
yarın iki elimiz yanımıza geldiğinde ruhumuza okuyup
üflesin dünya malı değer, dedim de dinletemedim. Bak
şimdi dediklerim nasıl çıktı... Karşıma geçmiş başından
büyük lâflar ediyorsun. Okumasaydın böyle olur
muydu?
KEZBAN
- Okudum da kötü mü ettim ana? Gerçekleri bilip,
konuşmak suç mu? Evet... Okudum, çok şeyler
305
öğrendim. Hele bu öğrendiklerimin içersinde üç şey var
ki hepsinden, her şeyden kıymetli... Vatan aşkı,
özgürlük aşkı, bayrak aşkı... Vatan deyince ruhum,
benliğim titriyor, özgürlük deyince kabıma sığamıyor,
taşmak coşmak istiyorum... Hele bayrak deyince, kanım
tutuşuyor... Bunlar öylesine kıymetli şeyler ki içlerinden
biri noksan olursa ikisi pek bir anlam ifade etmez...
(Sesi ağlamaklıdır) Bütün bunları bildiğim, duyduğum
için ağlıyorum. Çünkü bütün bu kıymetli varlıklar
elimizden alınmak isteniyor... Vatansız, bayraksız, tutsak yaşamak mümkün mü? Söyle mümkün mü ana?
(Tekrar hıçkırır).
AYŞE NİNE
- Sözlerim seni üzdü mü kızım? Bak gene ağlıyorsun...
Ne yapalım bunların hepsi kader, alın yazısı... Kaderin
önüne hiç kimse geçemez yavrum...
KEZBAN
- (Hiddetle ayağa fırlar) Hayır ana... Her şeyi kadere,
alın yazısına yüklemeye hakkımız yok... Bu sözlerle
kendimizi uyuşturmayalım artık. Yıllarca hep bu sözlerle
aldattık kendimizi... Mısır, Bağdat, Musul elimizden gitti
kader dedik... Güzel Trakya, cennet adalar elimizden
gitti kader dedik... Bugün düşman İzmir'e giriyor gene
alın yazısı diyoruz... Fakat hiçbir zaman uykudan
uyanmayı düşünmüyor, kaleme kalemle, silâha silâhla
karşı koymak gerektiğine inanmıyoruz... Tüm kötülükler
burada işte... (Biraz düşündükten sonra) Ben kararımı
verdim ana... Bugünden sonra ben de yurt için, bayrak
için, özgürlük için savaşanların arasına kavuşacağım...
Ölürsem şehit, kalırsam gazi olacağım.
AYŞE NİNE
- Kızım sen aklını mı oynattın? Bu işi yapacak erkek
kalmadı mı? Savaş erkek işidir. Kadın, kız kısmına
evinde oturmak yaraşır...
KEZBAN
- Yurt savunmasında kadın, erkek sözü olmaz ana...
Hele yurt tehlikede ise bu hiç aranmaz... Sadece bunu
yapabilecek güce ve cesarete sahip olmak yeter de
artar bile... Ben de bir Türk kızıyım. Yılmam, korkmam
hiçbir şeyden...
(Bu sırada kapı çalınır)
AYŞE NİNE
babandır...
- Sus deli kız sus... Bak kapı çalınıyor, belki de
KEZBAN
- (Çıkar ve bir süre sonra tekrar girer) Babam gelmiş
ana, yanında konuklar da var...
306
AYŞE NİNE
- Biz öteki odaya gecelim öyleyse... Şuraları çabuk
toplayıver... (Etrafı acele düzeltip çıkarlar. Onlar
çıktıktan sonra önde Muhtar olmak üzere kumandan,
emir subayı ve köy bekçisi Ramazan girerler)
MUHTAR
- Buyurun, buyurun kumandan bey, şöyle masanın
başına buyurun. Siz de zabit bey şöyle kumandan beyin
yanına oturun...
KUMANDAN
- Sağ ol muhtar... Üç gündür at üzerinde dolaşıyoruz.
Fakat öyle de çok işimiz var ki... Dinlenmeye vaktimiz
yoktur... Bir an önce işimize başlayalım.
MUHTAR
- Siz merak etmeyin kumandan bey, her iş yerini alır.
Bir parça dinlenin. Biraz da bir şeyler yiyelim. Yapacak
işimizi ondan sonra düşünürüz. (Kapıya döner seslenir)
Kezban!.. Kezban kız!..
KEZBAN
- (İçerden) Buyur baba...
MUHTAR
- Konuklara yiyecek bir şeyler hazırlayın.
KEZBAN
- (Gene içerden) Baş üstüne baba...
KUMANDAN
- Zahmet etme Muhtar, biz Çamlıdere'de karnımızı
doyurduk. Şimdi hiç isteğimiz yok.
MUHTAR
- Hiç öyle şey olur mu kumandan bey... Birkaç lokma da
bizim burada alın...
KUMANDAN
- Teşekkür ederim. İşimiz çok acele. (Yanındaki subaya
döner) Emri okur musunuz Kemal Bey.
KEMAL
- Baş üstüne kumandanım. (Çantasından çıkardığı
evrakı okur) Altıncı Kuvayi Milliye Kumandanlığından,
düşman kuvvetleri İzmir ili hudutları dışına sarkmakta,
her gün birkaç köy ve kasaba düşmanın eline
geçmektedir. İstanbul hükümetinin bu konudaki tutumu
vatanı bütünü ile her geçen gün bir parça daha
tehlikede bırakmaktadır. Elimizde kalan kuvvetler
yetersiz olup, bu kuvvetlerimizi gönüllülerle takviye
etmek zorunluluğu doğmuştur. Bu bakımdan her
kumandan kendi bölgelerinde bulunan köy ve kasabaları
bizzat gezecek, eli silâh tutabilecek gönüllü vatandaşları
tespit ederek talim ve terbiyesi için genel karargâha
sevk edecektir. Emrin acele yerine getirilmesi ile
sonucun bildirilmesini rica ederim.
(Kemal
yerleştirir)
okuduğu
emri
tekrar
katlayıp
çantasına
307
KUMANDAN
- Şimdi neden acele ettiğimizi anladın değil mi muhtar?
Hemen köye haber sal... Eli silâh tutan ve bayrak
uğruna savaşmak isteyenler acele köy okulunda
toplansınlar... Biz de birazdan oraya gideceğiz.
MUHTAR
- (Ayağa kalkarak) Emredersiniz kumandan bey... İş
nihayet bu duruma geldi öyle mi? Vatana, bayrağa
hepimizin canı feda olsun... İlkin benden başlayın...
Yazın künyemi... Ahmet oğlu Hasan... 1290 doğumlu...
KUMANDAN
- İyi ama muhtar, seni alırsak köyün işlerini kim çekip
çevirecek?
MUHTAR
- Bana burada pek yapacak iş yok esasen. Olsa bile
benden daha yaşlıları var. Onlar üstesinden gelirler bu
işin... Düşman vatanımda adım adım ilerlerken, burada
oturmak bana ar gelir... Bırakın, izin verin de vatanım
için savaşayım.
KUMANDAN
- Peki muhtar, nasıl istersen... (Subaya döner) Yazın
Kemal bey muhtarı.
KEMAL
- Baş üstüne kumandanım... (Çantasından defter ve
kalem çıkarır, Muhtar'a) Künyeniz Ahmet oğlu Hasan,
1290 doğumluydu değil mi?
MUHTAR
- Evet, öyledir beyim... (Bekçi Ramazan'a dönerek)
Haydi Ramazan! Durma, koş git! Sesinin tüm gücüyle
seslen. De ki, vatan bizden hizmet bekliyor... Eli silâh
tutan, yurt ve namus uğruna savaşmak isteyenler acele
köy okulunda toplansınlar...
BEKÇİ RAMAZAN
- (Selâm verir) Emredersin ağam, hemen
gidiyorum. Yalnız benim de bir ricam var kumandan
beyden... Beni de yazsın defterine. Benim bir canım var
verecek vatana... Künyem Mistik oğlu Ramazan 1305
tevellü... (Teğmen Kemal'e yalvaran bir bakış fırlatır)
Yazacaksınız değil mi?
KEMAL
- (Kumandanın gözüne bakar, ondan yaz şeklinde bir
işaret aldıktan sonra) Evet aslanım, meraklanma. Seni
de yazıyoruz... (Yazarken mırıldanır) Mistik oğlu
Ramazan, 1305 doğumlu...
BEKÇİ RAMAZAN - Var olun. Sağ olun... (Askerce selâm verip acele
çıkar, biraz sonra dışardan sesi duyulur) Ey ahali!
Duyduk, duymadık demeyin! Kemal Paşa'dan emir
geldi... Eli silâh tutan, vatan ve millet için savaşmak
isteyen yiğitler acele köy okulunda toplansınlar...
308
KUMANDAN
- (Ayağa kalkarak) Sağ ol muhtar, her ikiniz de
Türklüğe yaraşır şekilde davrandınız. Bu yurt sizin gibi
mert, cesur insanlara sahip oldukça zafer her zaman
bizim olacaktır... Haydi şimdi hep beraber köy okuluna
gidelim. Halk gelince bizi orada bulsun. Tanrım
hepimizin yardımcısı olsun...
MUHTAR ve KEMAL - Amin... (Hep beraber çıkarlar)
(Ayşe Nine ve biraz sonra da Kezban gelir)
AYŞE NİNE
- (Odaya girer, bir süre kararsız dolaşır. Sonra ellerini
gökyüzüne doğru açarak konuşmaya başlar) Ey yeri,
göğü yaratan yüce Tanrım! Sen milletimize acı...
Düşmanı kahret... Vatan imdadına koşan yiğitlerin
bahtını açık et, onları koru, muzaffer eyle...
KEZBAN
- (Heyecanla koşup gelir) Ana, babam da gönüllü
yazılmış, o da cepheye gidecekmiş doğru mu? (Bir an
Ayşe Nine'nin ağladığının farkına varır) O ne ana,
ağlıyor musun? Niçin? Babam gidecek diye mi?
AYŞE NİNE
- Baban, daha nicelerin babası, oğlu, kızı gidecek, hatta
sen de gideceksin.
KEZBAN
- (Sevinçle Ayşe Nine'nin boynuna sarılır) Doğru mu bu?
Ana, anacığım benim...
AYŞE NİNE
- Evet kızım, sen de gideceksin. Değil mi ki düşman
tehlikesi var... Değil mi ki yurdumuz tehlikede seve
seve koşacağız bizi bekleyen göreve... Ben ne baban
için, ne de senin için ağlıyorum kızım... Ben
bilgisizliğime, görgüsüzlüğüme ağlıyorum... Duymadın
mı neler söyledi, neler konuştu o gelen koca paşalar...
Vatan için dediler, bayrak için dediler, namus için
hizmet etmek. Savaşmak isteyenler koşsun gelsin
dediler... Ben bilgisiz bir kadınım kızım. Senin dediğin
gibi olup bitenlerden pek anladığım yok.... Ama
düşmanın ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Rahmetli
deden bir savaşta tutsak düşmüştü. Yıllar sonra döndüğünde düşmandan neler çektiğini bir bir bize anlattı...
Onu dinlerken hepimiz ağladık. Şimdi hak veriyorum,
babana hak veriyorum. Gidin savaşın, düşmana fırsat
vermeyin.
KEZBAN
- Gideceğim ana, vatana, millete hizmet edeceğim. Ne
görev verirlerse yılmadan, korkmadan, usanmadan
yapacağız. İzin ver, hemen gidip gönüllü yazılayım...
(Bu sırada kapı çalınır)
AYŞE NİNE
- Önce kapıya bir bak bakalım... Bir gelen var galiba...
309
KEZBAN
- (Çıkar, biraz sonra Leyla ile girer) Leyla gelmiş ana...
AYŞE NİNE
- (Leyla’ya) Gel bakalım yavrum. Bir şey mi var?
LEYLA
- Bir şey yok Ayşe Nine... Ahmet ağam askere yazılmaya gitti... Dedem de arkasından koştu, ben de
yazılayım diye... Şimdi hepsi okula doldular... Görseniz
okulun önü bir kalabalık, bir kalabalık ki... Anam dedi
ki, git, Ayşe Ninelere sor bir yol... Onlardan da giden
var mı? dedi...
AYŞE NİNE
- Olmaz olur mu kızım... Muhtar amcanla, Kezban ablan
da bizden gidiyorlar...
LEYLA
- (Kezban'a dönerek) Kezban abla... Sahiden mi gideceksin... Ama sen kadınsın... Erkekler kadar güçlü
değilsin ki... Korkar, hasta olursun sonra...
KEZBAN
- (Leyla’nın saçlarını okşayarak) Korkmam Leylâ... Sen
hiç üzülme... Hem kocaman orduda bana göre iş mi
yok? Yemek pişiririm, yaralılara bakarım. Sırası gelince
çarpışırım bile...
LEYLA
- (Kezban'a gıpta ile sokularak, yalvaran bir sesle)
Kezban abla! Ne olur beni de yanına al. Senin yanında
çalışır, ne dersen yaparım. Sözünden hiç dışarı çıkmam.
KEZBAN
- Yaşa Leyla, sen tam bir Türk kızısın... Fakat henüz çok
küçüksün... Şimdilik sana annenin dizinin dibinde
oturup beklemek düşüyor. İnan Leyla, yarın çok güzel
olacak... Yaşarsak hep birlikte çok mutlu günler
göreceğiz. Milletçe büyük bayramlar kutlayıp, mutluluk
şarkıları söyleyeceğiz el ele... Bu mutlu günleri bekle...
İnan güven bize...
LEYLA
- Kezban abla. Mustafa Kemâl Paşa'ya rastlarsan benim
için de ellerinden öp olmaz mı?
KEZBAN
- (Leyla’yı yanaklarından öperek) Öperim Leyla, öperim.
Hiç tasalanma sen... (Ayşe Nine'ye dönerek) izin
vermiştin değil mi ana, hemen yazılmaya gidiyorum...
AYŞE NİNE
- Git kızım... Gerekirse savaş, öl, öldür... Vatan için,
özgürlük için, bayrak için savaş kızım... Hepinizin yolu
açık olsun...
KEZBAN
- (Ayşe Nine'ye sarılarak) Allahaısmarladık benim melek
yüzlü anacığım. Hakkını helâl et...
AYŞE NİNE
olsun...
- Helâl olsun kızım... Git güle güle, Tanrı yardımcın
KEZBAN
- (Leyla’ya sarılır) Allahaısmarladık Leyla...
310
LEYLA
- Güle güle Kezban abla yolun açık olsun. (Kezban çıkarken perde kapanır)
İKİNCİ PERDE
Birinci Tablo
SAHNE:
Köy okulunda bir sınıf.
ÖĞRETMEN
- (Sınıfta, öğrenciler arasında dolaşmaktadır.
Dalgın ve düşüncelidir. Birden durur, önce yavaş,
sonra heyecanlı bir sesle konuşmaya başlar)
Sevgili çocuklarım. Sizinle geçirdiğim yıllar hayatımın en
mutlu yılları oldu... Sevincinizle güldüm, kederinizle
ağladım. Sizleri aydın fikirli, hür düşünceli birer yurttaş
olarak yetiştirmek en büyük emelimdir. (Biraz
duraklar) Fakat ne yazık ki bu emelime kısa bir süre
için ara vermem gerekiyor. Evet çocuklarım, kısa bir
süre aranızdan ayrılacağım. Beni bekleyen daha büyük
görevler var. Bu görevimizde başarıya ulaşır, dönmek
de kısmet olursa sizlerle buluşur, kaldığımız yerden
tekrar devam ederiz. Yok, kısmet değilse benim
bıraktığım yerden gelir bir başkası devam eder...
(Susar)
ÖĞRENCİ CENGİZ - Öğretmenim sözlerinizden bir şey anlamadık. Bizi
bırakıp gitmek mi istiyorsunuz?
ÖĞRETMEN
- Neler söylüyorsun Cengiz? Hiç sizi bırakıp gitmek
istenir mi? Bu bir istek değil, bir zorunluk yavrularım.
ÖĞRENCİ CENGİZ - Sizi elimizden alacak olan zorunluğu bizler de
öğrenmek isteriz.
ÖĞRETMEN
- (Cevap vermeden sessiz dolaşır)
ÖĞRENCİ MURAT - Öğretmenim, bir derdiniz olduğu gözlerinizden
anlaşılıyor. Bugüne değin siz bizim en ufak derdimizle,
acımızla uğraştınız. Bizleri bir baba gibi sevip
okşadınız... Bilmediğimiz birçok şeyi öğrettiniz bize...
Kendi evimizde görmediğimiz sevgiyi, ilgiyi sizden
gördük. Şimdi ise kederlisiniz... Bir evlâdın derdi bir
babayı dertli eder de, bir babanın derdi evlâtlarını dertli
etmez mi? Gideceğim diyorsunuz? Niçin? Hani siz
geldiğiniz günden beri, her zaman bizlere, eviniz evim,
köyünüz köyüm, derdiniz derdim, sevinciniz sevincim
olacak... Tüm ömrümü sizlere bağlayacağım, sizlere bir
ana, kardeş, baba, bir ışık olacağım demez miydiniz?
311
Şimdi ise ansızın gideceğim diyorsunuz, nedenini de
bizden saklıyorsunuz...
ÖĞRETMEN
ÖĞRENCİ
ÖĞRETMEN
- Hayır, saklamıyorum yavrularım. Hepsini anlatacağım.
Fakat o kadar çok şey anlatmak istiyorum ki, bunları bir
araya
toplayıp,
noksansız
anlatabilmek
için
düşünüyorum. (Gözlerine heyecanlı bir ifade verir)
Sevgili yavrularım, aranızda geçirdiğim günlerde sizlere
hep bir şeyler öğretmek için çalıştım. En büyük isteğim
sizlerin minicik yüreklerine vatan, millet, bayrak ve
hürriyet aşkını yerleştirmekti. Bu yüzden derslerimizin
ağırlığını hep bu konular teşkil etti. Şimdi inanıyorum ki,
sizler de bunların anlamını en az benim kadar biliyor,
yürekten saygı duyuyorsunuz... İşte yavrularım, son
günlerde vatanda tehlikeler belirdi. Düşmanlar vatan
topraklarına girdiler. Bayrağımıza leke sürmek, bizleri
tutsak ederek hürriyetimizi elimizden almak istiyorlar.
(Gittikçe heyecanı artar) İşte çocuklarım, en büyük
anamız olan vatan tehlikede. İçtiğimiz su, yediğimiz
ekmek, ciğerlerimize doldurduğumuz hava kadar kutsal
olan hürriyetimiz tehlikede. Şanımız, şerefimiz olan
bayrak tehlikede... Şimdi tüm bunlar bize sesleniyor,
bizden hizmet bekliyorlar. Bizi çağıran bu sese, bu
imdat
sesine
koşmamak
olur
mu?
Gidiyorum
yavrularım, gelecekte sizlerin daha mutlu, daha hür
yaşaması için savaşmaya gidiyorum... Bayrağımın
gölgesinde şanla, şerefle ölmek için gidiyorum.
CENGİZ - Yolunuz açık olsun öğretmenim. Gidiniz,
savaşınız...
Anılarınız
gönlümüzden,
hayaliniz
gözlerimizden hiçbir zaman gitmeyecek... Nereye gitti
diye sizi soranlara, oraya gitti diyerek bayrağın
dalgalandığı
yeri
göstereceğiz.
Niçin?
diyenlere
gölgesinde şanla, şerefle ölmek için diye cevap
vereceğiz. Sırası gelince biz de sizinle ölmek için
yanınıza koşacağız.
- Sağ olun yavrularım, bakıyorum emeklerim çiçek açıp,
umutlarım meyve vermiş... Şimdi daha büyük bir güvenle gideceğim. Sizlerde bu inanç, bu yürek olduktan
sonra bu millet şerefli yerini koruyacak ve zafer her
zaman bizim olacaktır. (Kapı vurulur) Buyurun.
BEKÇİ RAMAZAN - (Girer, selâm verir) Öğretmen bey, cephe
kumandanı köyümüze geldiler. Cepheye gönüllü
yazıyorlar... İzin verirseniz işlerine burada devam
edecekler...
312
ÖĞRETMEN
- Buyursunlar Ramazan Ağa, ben de zaten son
yapıyordum. (Bekçi çıkar) Haydi yavrularım,
mutlu günlerde tekrar buluşmak üzere
evlerinize dönün... Vatan ve milletimiz için bol
edin... Allahaısmarladık...
dersimi
gelecek
hepiniz
bol dua
ÖĞRENCİLER - (Hep birden) Yolunuz açık olsun... Yaşasın vatan,
yaşasın Türk milleti... (Öğrenciler çıkarken perde kapanır).
İKİNCİ PERDE ikinci Tablo
SAHNE:
Okulda öğretmen odası (Kumandan ortada olmak üzere,
Teğmen Kemal Bey, Öğretmen ve Muhtar bir masa
etrafında oturmuşlar gönüllüleri kaydetmektedirler...)
KUMANDAN
- İşler umudumun da üstünde oldu. Evvelce umudum
vardı, şimdi inancım büsbütün arttı... Bu millet hiçbir
zaman yok edilemez...
ÖĞRETMEN
- Şüphesiz Kumandan Bey, biraz önce gelseydiniz de
görseydiniz öğrencilerimi... O minicik yavrular neler
söyledi,
neler
konuştular.
Konuşurken
hepsinin
gözlerinde intikam kıvılcımları yanıp tutuşuyordu.
BEKÇİ RAMAZAN - (İçeri girer, kapıyı aralayıp dışarı seslenir?) Şöyle
kapının yanında durun... Sıra olun, teker teker girin
içeri... (Kumandana) Gönüllüler geldi kumandanım...
(Sonra Muhtar'ın kulağına eğilerek bir şeyler söyler.
Muhtar eliyle olmaz der gibi işaret eder)
KUMANDAN
mi var?
- (Muhtarın işaretini görmüştür) Ne o muhtar? Bir şey
MUHTAR
- (Sıkılarak) Bir şey yok Kumandan Bey, bizim köyün
çobanı Salih gelmiş... Ben de gönüllü yazılayım
diyormuş...
KUMANDAN
- İyi ya... Gelsin yazılsın...
MUHTAR
- İyi ama Kumandan Bey, cepheden döneli daha altı ay
olmadı. Üstelik bir kolunu, bir bacağını da cephede
bırakıp döndü. Fakat savaş sözü edildi mi yerinde
duramaz...
KUMANDAN
- Çok merak ettim... Çağırın da bir görelim.
BEKÇİ RAMAZAN - Baş üstüne Kumandanım. (Kapıyı açar, Çoban
Salih'i içeri alır)
313
ÇOBAN SALİH
- (Koltuk değneği ile dimdik içeri girer.
Kumandanın önünde tek kolu ile askerce bir selâm
verir) Kumandanım, tek koluma, tek bacağıma bakıp da
beni daha savaşamaz sanıyorlar. Hâlbuki ben savaşmak
istiyorum. Siz şerefli bir askersiniz, birçok savaşlar
gördünüz. Beni de yazın... Bir kolum, bir bacağım var...
Canım var vatana verecek...
KUMANDAN
- Çoban Salih, var ol, çok yaşa... Sen vatana borcunu
fazlasıyla ödemişsin... Sana savaşamazsın diyenlere
inanma... Sende bu inanç, bu yürek olduktan sonra
daha nice yıllar savaşırsın... Ancak ne var ki daha sırada
görev almak isteyen binlerce insan var... Bırak biraz da
onlar savaşsın... Onlar da vatana olan borçlarını
ödesinler...
ÇOBAN SALİH
- Kumandan Bey, ne olur yalvarırım size, beni de
yazın... Beni de alın... Ben çarpışıp savaşmak, tek
kolumun,
tek
bacağımın
ve
milletimin
öcünü
düşmandan almak istiyorum... Daha doğrusu ay yıldızlı
bayrağımın gölgesinde askerce ölmek istiyorum...
KUMANDAN
- (Ayağa kalkarak Çoban Salih'i gözlerinden öper) Var ol
Çoban Salih, yiğit asker... Tasalanma isteğini yerine
getireceğim..." (Oradakilere) Vatan uğrunda ölmek
isteyen kahramanlara kimse engel olmamıştır. Biz de
olamayız... Tek kolu, tek bacağı olmasa bile Türk askeri
her zaman askerdir... Yazın Kemâl Bey... (Çoban
Salih'e) Bu vatan senin gibi, cesur, mert erlerimiz
sayesinde kurtulup, yükselecek... Sen ki varını
çekinmeden vatan için, millet için veriyorsun... Bu millet
yok edilemez inan... Bizi millet yapan işte bu varını
verebilmektir... Seni yürekten kutlarım cesur asker...
Künyesini alın Kemal Bey...
KEMAL
- (Çoban Salih'e) Künyenizi verin...
ÇOBAN SALİH - (Sevinç içindedir.) Sağ olun paşalarım, Tanrı sizden
razı olsun. Künyem, Hüseyin oğlu Salih, doğum 1295...
(Tek kolu ile selâm verip çıkar)
KEZBAN
- (Elinde tüfekle kapıdan girer) Kumandan Beyi görmek
istiyorum...
KUMANDAN
- Buyurun kızım, Kumandan benim...
KEZBAN
- Ben de gönüllü yazılmak istiyorum.
KUMANDAN
- (Muhtar'a) Kim bu hanım kız?
MUHTAR - Kızım Kezban...
314
KUMANDAN
- (Kezban'a) Kızım biz şimdi erkek gönüllüleri yazıyoruz.
KEZBAN
- Teğmen Bey'in okuduğu emri dinledim... Emirde kadın
erkek diye bir ayrım yoktu. Sadece eli silâh tutan
diyordu. (Elindeki silâhı kaldırır) İşte benim de elim
silâh tutuyor.
KUMANDAN
- Sizi nasıl kutlayacağımı bilemiyorum hanım kızım...
Bana Türk milletinde kadın erkek ayrımı olamayacağını
en güzel şekilde hatırlattınız... Doğru, emirde de kadın
erkek diye bir konu geçmiyor... Mademki istiyorsunuz
isteğinizi memnuniyetle yerine getiriyorum kızım...
Kemal Bey'e künyenizi yazdırın...
KEMAL BEY
- Künyenizi söyler misiniz?
KEZBAN
- Hasan kızı Kezban 1320 doğumluyum.
MUHTAR
- (Ayağa kalkarak Kezban'ın yanına gelir) Yaşa kızım...
Gösterdiğin yurtseverlik gözlerimi yaşarttı... Ne kadar
mutluyum bilemezsin... Yıllarca bir erkek evladım yok
diye üzülür, konu komşuya imrenirdim. Benim de at
oynatacak, silâh kuşanacak bir oğlum olsun isterdim.
Şimdi seni böyle silâhınla, bir er gibi kükrek vaziyette
karşımda görünce sanki yeniden doğdum... Demek ki
ister kız olsun, ister erkek evladın hayırlısı her şeyden
üstünmüş... Beni mutlu ettin kızım. Sağ ol...
KEZBAN
- Bir askerin kızı da oğlu da asker olur baba... Hele biz
Türk milletinin tüm çocukları asker doğar, asker büyür
ve asker ölürüz...
MUHTAR
- Bahtın açık olsun kızım...
(Kezban Kumandan'ın, babasının ellerini öper ve çıkar)
BEKÇİ RAMAZAN - (Kapıyı aralayıp dışarısını tetkik ettikten sonra
kumandana) Kumandanım kapıda daha yüzlerce kişi
var. Akşam ezanı da nerdeyse yaklaştı. İzin verir,
emrederseniz söyleyeyim de namazdan sonra gelsinler.
KUMANDAN
- (Saatine bakar) Evet vakit gelmiş... Sen bekleyenlere
söyle namazdan sonra gelsinler...(Ramazan çıkar. Bu
sırada ezan okunmaya başlar. Hepsi susup ezam
dinlerler)
KUMANDAN
- Haydi arkadaşlar biz de kalkalım... Hepinize ayrı ayrı
teşekkür ederim. Tanrım vatan imdadına koşan
yiğitlerin
bahtını
açık
etsin...
Bugün
Ankara
ufuklarından bir güneş doğuyor... Doğan bu güneşin
ışıkları kısa zamanda bütün yurdu aydınlatacak,
karanlıklardan kurtaracaktır. Bugün yurdun kurtuluşu
315
için nasıl ki el ele veriyorsak, yarın da yurt kalkınması
için böyle el ele vereceğiz. Zafere inandığım kadar,
mutlu, aydınlık günlerin geleceğine de inanıyorum. Bu
millet omuz omuza savaşmasını bildiği kadar, el ele
verip çalışmasını da bilmektedir. Hepiniz sağ olun, var
olun...
HEP BİRDEN -Yaşasın Türk Milleti...
ÜÇÜNCÜ PERDE
Birinci Tablo
SAHNE:
(Bir hastanenin Başhekim odası. Başhekim masasında
birtakım evrakı tetkik etmektedir.)
DOKTOR
NAZAN
- (Masanın yanında bulunan zile basar, Hemşire Nazan
içeri girer.)
- Buyurun Doktor Bey...
DOKTOR
- Başhemşireyi bana gönderir misiniz?
NAZAN
- Baş üstüne efendim... (Çıkar)
BAŞHEMŞİRE - (Girer) Beni çağırmışsınız Doktor Bey.. Bir emriniz mi
var...
DOKTOR
- Evet kızım... Şu 6
durumunu soracaktım...
numarada
yatan
yaralının
BAŞHEMŞİRE - Yaralarını tekrar pansuman yaptık. Yalnız üç gecedir
uyuyamıyordu. Uyku için enjeksiyon yapma diye
buyurmuştunuz, yapmadım. Bugün biraz sakinleşir gibi
oldu, ara sıra dalıp dalıp gidiyor.
DOKTOR
- O halde fazla korkulacak bir şey yok demektir. Bir
parça kan kaybetmiş hepsi o kadar. Fakat gene de
dikkatli olmak gerekir... Kalp takviyesi yapıyorsunuz
değil mi?
BAŞHEMŞİRE - Yapıyorum efendim...
DOKTOR
- Başka gelen yaralılar oldu mu?
BAŞHEMŞİRE - Oldu efendim. Üçüncü koğuşa aldık. Doktor Behçet
beyle iki hemşire şimdi onlarla uğraşıyorlar.
DOKTOR
316
- Şimdilik gidebilirsiniz. Önemli bir olay olursa bana
haber verirsiniz.
BAŞHEMŞİRE - Emredersiniz efendim. Önemli bir şey olursa hemen
sizi haberdar ederim. (Çıkar, bir süre sonra kapı
yeniden vurulur.)
DOKTOR
NAZAN
- Giriniz...
- Bir genç kız gelmiş, sizi görmek istiyor.
DOKTOR
- Kim olduğunu söylemedi mi?
NAZAN
- Söylemedi. Sadece cepheden geldiğini, cephe
kumandanından size verilmek üzere bir evrak getirdiğini
söylüyor.
DOKTOR
- O halde hemen alın buraya... (Nazan çıkar biraz sonra
yanında Kezban olduğu halde girer.) Beni görmek
istemişsiniz kızım?
KEZBAN
- Evet efendim (Elindeki zarfı uzatır.) Bunu size cephe
kumandanı gönderdi...
DOKTOR
- (Zarfı açıp okuduktan sonra) Sizi yürekten kutlarım
kızım. Her Türk kızı sizin gibi olmalı...
KEZBAN
- Bu bir vatan görevidir Doktor Bey, her Türk kızı da en
az benim kadar bu görevin kutsallığına inanmıştır.
DOKTOR
- Teşekkür ederim kızım. Siz sadece yurtseverlikle de
kalmıyor,
üzerinize
aldığınız
görevi
herkesin
yapabileceğini de söylemek suretiyle büyük bir alçak
gönüllülük örneği veriyorsunuz. Sizi yeniden kutlarım.
KEZBAN
- Ben sadece gerçeği söyledim efendim.
DOKTOR
- Peki kızım... Şimdi size burada yapacağınız işleri
özetleyelim. Biliyorsunuz ki, girmiş bulunduğumuz ölüm
kalım Ovasında buraya her gün yüzlerce yaralı geliyor.
Bunlar titiz bir bakım ister. Hepsi sadece bakıma değil
sevgiye de susamış insanlardır bunların. Yıllar, aylar
önce
terk
ettikleri
aile
yuvalarındaki
şefkate
muhtaçtırlar... Bu bakımdan göreviniz oldukça ağır ve
incedir. Çok geceler uykusuz kalacak, dinlenmek
olanağı bulamayacaksınız. Bütün bunları kısaca demek
istersek sizden istediğimiz: Sevgi, sabır ve feragattir.
Üst tarafını arkadaşlarınız size gösterirler.
KEZBAN
- Her konuda bana güvenebilirsiniz doktor bey...
DOKTOR
- Tekrar teşekkür ederim kızım... (Nazan'a dönerek)
Nazan! Şimdi hanım kızımızı alın, kendisine hastabakıcı
aracı ile gömleği verin. Başhemşireye de söyleyin hanım
kızımız bundan böyle onun emrinde çalışacak. Gereken
şeyleri öğretsin. Şimdi gidebilirsiniz...
317
(Nazan ve hemşire çıkarlar. Biraz sonra telefonun zili
çalar.)
DOKTOR
- Alo! Siz misiniz Behçet Bey? Ne dediniz 6 numaradaki
yaralı komaya mı girdi? Peki... Siz başından ayrılmayın
ben hemen geliyorum. (Çıkar. Sahne bir süre boş kalır.
Doktor tekrar geldiği zaman yüzü üzüntülüdür. Bir iki
adım dolaştıktan sonra) İşte bir kahraman daha gitti.
Bütün gidenler gibi onun da son sözleri vatan ve bayrak
oldu. Evet... Vatan ve bayrak... Bu iki sözcük yüzyıllar
boyunca yaşayacak, her kahraman bir sır tevdi eder gibi
bu sözcükleri gelecek kuşaklara aktaracaktır... Evet...
Vatan ve bayrak...
(Perde kapanır)
ÜÇÜNCÜ PERDE
İkinci Tablo
SAHNE:
Bir hastanenin koğuşu. (Yan yana dizili yataklarda
yaralılar yatmaktadır. Hemşire Nazan yaralıların
derecelerini alıp tabelalarına işlemektedir. Bu sırada
Başhemşire ile Kezban girerler.)
BAŞHEMŞİRE - Bu sabah gelen yaralıların durumları nasıl Nazan?
NAZAN
- Hepsi de ağır yaralı. Yalnız bir tanesinin durumu daha
ağır... Zaten daha önceden tek kolu ve bacağı yokmuş,
kalan kolunu da bu sabah cephede kaybetmiş. Durumu
çok ciddi.
KEZBAN
varmış?
- Ne dediniz, ne dediniz?.. Tek kolu, tek bacağı mı
BAŞHEMŞİRE - (Çıkışır) Kezban kızım! Bu ne heyecan? Hastanede
olduğunu unuttun sanırsam...
KEZBAN
- Affedersiniz hemşire hanım... Bizim köyümüzde de tek
bacağı, tek kolu olmayan bir gazi vardı da, onu hatırladım.
BAŞHEMŞİRE - Peki nerede bu gazi şimdi... Köyde değil mi?
KEZBAN
- Hayır, köyde değil. Gönüllü yazılıp cepheye gitmişti.
BAŞHEMŞİRE - (Nazan'a) Nazan, yaralının künyesini almış mıydınız?
NAZAN
318
- Alınmış hemşire hanım... Tabelada yazılı (Okur)
Hüseyin oğlu Salih, Kozviran köyü...
KEZBAN
Salih.
- (Heyecanla) Evet, evet... İşte o... Bizim köylü Çoban
BAŞHEMŞİRE - (Kezban'ın kolundan yapışır) Sakin ol kızım... Çoban
Salih'e acımak değil onunla iftihar etmek gerekli. Hem
yalnız sen değil, hepimiz iftihar etmeliyiz onunla... Bu
yurt ancak Çoban Salih gibi kahramanlar sayesinde
kurtulacak unutma... Şimdi senin yapacağın iş ona
acımaktan ziyade hizmet etmek, son demlerinde
acılarını dindirmektir. İşte nöbeti sana bırakıyoruz.
Bugün yaralıları sen bekleyeceksin. Önemli bir şey
olursa bana haber vermeyi unutma. Haydi hoşça kal...
KEZBAN
- (Yaralıların arasında dolaşarak künyelerini okur.)
Hüseyin oğlu Sadık, Ödemiş... Mıstık oğlu Ramazan...
Kozviran köyü. (Elini kalbine bastırarak geri çekilir)
Aman Allah’ım! Bizim Ramazan... Köy bekçisi...
(Gözlerini ovuşturur) Hayal mi görüyorum... Hayır,
hayal değil gerçek... İkisi de buradalar, ölümle
pençeleşiyorlar...
YARALI SADIK
KEZBAN
- (Şaşırmış halde o yana bakar, sonra bir bardak su
alarak yaralıya koşar) İşte su... İç kardeşim... Ama
fazla değil. bir iki yudum al.
YARALI SADIK
KEZBAN
- (Suyu içer) Oh! Çok sağ ol... Neredeyim ben...
- Üzülecek bir şeyiniz yok kardeşim. Hastanede, güven
altındasınız.
YARALI SADIK
KEZBAN
- Su... su... su... Birazcık su... Yanıyorum...
- Ne? Hastanede miyim?
- Evet... Fakat dedim ya üzülmeye değmez... Hafif bir
yaranız var hepsi o kadar... Birkaç güne dek iyileşip
kalkarsınız... (Yaralı tekrar dalar) Gene kendinden
geçti... Fazla kan kaybetmiş olacak...
YARALI SADIK
- (Baygın yattığı yerde sayıklamaya başlar)
Ahmet, Ahmet! Mermi ver... Çabuk ol... Görmüyor
musun
düşman
hücuma
geçti...
Alın...
Alın...
Korkaklar!.. Nasıl da kaçıyorlar...
KEZBAN
- (Tekrar yaralının başına koşar, nabzını tutar)
Sayıklıyor, ateşi yükselmiş...
YARALI SADIK
- Ana, anacığım... Ne o, ağlıyor musun ana? O
güzel gözlerinden akan yaşlar ne? Sil gözlerinin yaşını,
ağlama ana... Bak, göreceksin düşmanın hepsini denize
dökeceğiz. Evet, denize... (Yüzünde mutlu bir
319
gülümseme belirmiştir) Demek ekinler yeşerdi, öyle mi
ana... Desene harmana az kaldı... Ondan sonra da
düğün... Sözündesin değil mi? 40 köyü çağıracaksın düğüne... Davullar çalacak güm güm... Demek ekinler
yeşerdi öyle mi? (Kezban sessiz sessiz ağlar,
yanaklarından yaşların süzüldüğü görülür) Şimdi ne
güzel olmuştur köyümüz... Ak koyunlar, ak kuzular
meleşerek ak tepeden iniyorlar gene... Hacer kız allı
basmasıyla süzülüp gelir süt sağmağa... Ha öyle mi
ana... Fakat neden gözlerin öylesine dolu dolu.
Yanaklarından süzülüp akan ne? Ağlıyor musun ana?..
KEZBAN
- (Yaralının üzerine eğilerek, hıçkırıklarla dolu bir sesle)
Konuşma... Kendini yorma kardeşim... Ne olur sus artık... (Başını yukarı kaldırır) Ulu Tanrım... Ne büyük acı,
ne hazin tablo... Cephede bir kurşunla yaralanmak şu
anda duymakta olduğum acının yanında hiç kalır...
Dayanamayacağım, ne olur bana güç ver Tanrım...
YARALI SADIK
- Mustafa Kemâl geliyor... (Aniden yattığı yerden
doğrulur) İşte orada, bakışları nasıl da ateş saçıyor...
Kükremiş bir aslan sanki. İşte askerlerimiz, işte
ordularımız, kahramanlar, kah...ra...man...lar... (Sesi
yavaşlayıp sönerken başı yana düşer ve tam bu anda
Çoban Salih'in sesi duyulur. Kezban ne yapacağını
şaşırmış bir halde o yana koşar)
ÇOBAN SALİH
- Kolum... Kolumu nereye götürüyorsunuz...
Bırakın kolumu... Ben onu vatana adadım.
KEZBAN
- Ağam... Ağam... Salih Ağam... Ne olursun konuşma,
yaralısın...
ÇOBAN SALİH
- Kolumu verin diyorum size... Verin kolumu...
Beni öldürmek mi istiyorsunuz?
KEZBAN
- (Bardağı doldurarak Çoban Salih'in dudaklarına
yanaştırır) İç ağam iç... Bir yudum su iç... Belki kendine
gelirsin.
ÇOBAN SALİH
- Sen kimsin, ben neredeyim?
KEZBAN
- (Ağlamamak için kendisini zor tutar) Ben... Ben
Kezban... Sizin köylü Kezban... Muhtarın kızı...
ÇOBAN SALİH
- Ne Kezban mı? Kezban ha! Hasan Ağamın kızı
Kezban öyle mi?
KEZBAN
- (Hıçkırarak) Evet benim... Ben... İşte yanındayım...
ÇOBAN SALİH
- Kezban bacı... Köye dönersen... Benden selâm
götür... Taşını, toprağını öp köyümün... De ki Kezban,
320
Çoban Salih adağını yerine getirdi. Tek kolu kalmıştı
onu da verdi… Rahat, görevini yapmış olmanın huzuru
içinde öldü de... Olmaz mı?
KEZBAN
- Üzme kendini. Derim, hepsini bir bir söylerim ağam.
(Bu sefer de Ramazan'ın yüksek sesle söylendiği
görülür... Çoban Salih Kezban'dan teminat aldıktan
sonra huzur içinde ruhunu teslim etmiştir... Kezban art
arda gelen acıların etkisi altında şaşkın, hıçkırıklar içinde
Ramazan'a koşar)
RAMAZAN
- Alçaklar! Nasıl da kaçıyorlar... Evvelce aklınız
nerdeydi.. Bu toprakların size er geç mezar olacağını
akıl edemediniz mi? Şimdi de kaçıyorsunuz ha?
Bayrağım ne güzel dalgalanıyor... Dalgalan bayrağım
kana kana dalgalan.. Sana dikilen kem gözleri oyar
çıkarırım. Hücum arkadaşlar! Hücum!. (Doğrulmak ister
fakat acı ile tekrar yatağa yıkılır)
KEZBAN
- Kıpırdayıp kendini üzme ağam yaralısın...
RAMAZAN
kimsin?
- (Gözlerini aralayarak) Sesin yabancı gelmiyor. Sen
KEZBAN
- Tanıyamadın mı? Ben Kezban... Sizin köylü, Muhtarın
kızı Kezban...
RAMAZAN
- Ne? Bizim köylü Kezban mı? Oh Tanrım! Sana bin
şükürler olsun... Seni görecek gözlerim var mıydı
Kezban? (Sesi soluk halinde, titrek çıkmaktadır) Kezban
bacı, hakkım helal et... Ben ölüyorum artık. Şayet köye
dönersen bizim eve git... Anamın ellerinden öp benim
yerime... Söyle o da hakkını helal etsin... Ona Ramazan
dayım görevini yerine getirdi... Yurt için canını verip,
şehit oldu, de...
KEZBAN
caksın...
- O nasıl söz Ramazan dayı... Sen daha çok yaşaya-
RAMAZAN
- Hayır bacı... Bu yara beni ondurmaz artık... Biliyorum
öleceğim... Yalnız senden bir ricam var... İç gömleğimin
içinde bir bayrak var... Onu oradan çıkar... Son bir defa
daha göreyim dünya gözüyle, ölürsem de onun
gölgesinde öleyim...
KEZBAN
- (Hıçkırarak bayrağı çıkarıp açar) İşte bayrak ağam...
RAMAZAN
- (Elleri titreyerek bayrağı okşar, koklar öper) Canım
bayrağım... Kanımın rengi, göklerimin süsü... Sen Çok,
çok yaşa... (Başı yana düşer)
321
KEZBAN
- Ramazan dayı! Ramazan dayı... Öldü... Öldüler...
Ramazan dayı, Çoban Salih, Ödemişli Sadık şehit olmak
istiyorlardı oldular işte.. (Doktor ve başhemşire girerler)
BAŞHEKİM
- Ne var, ne oluyor kızım?..
KEZBAN
- Gitti, gitti... Ramazan dayı bayrağını okşaya okşaya
gitti
BAŞHEKİM
- Bir şehidin ardından ağlamak doğru değil kızım...
Şimdi onlar Tanrı katında da, millet katında da en
büyük makama eriştiler. Tanrım makamlarını cennet
etsin... Ağlama kızım...
KEZBAN
- İstesem de ağlamamak gelmiyor elimden... Hem ben
Bekçi Ramazan'a, Çoban Salih'e değil, milletime
ağlıyorum... Niçin diyorum bu vahşet.. İnsanlığın
vahşetine ağlıyorum... Asırlarca dünyaya hükmetmiş
olan bir devletin zayıflığına ağlıyorum... Yokluk içinde
hayatını kaybeden kahramanların bahtına ağlıyorum...
BAŞHEKİM
- Hislerini anlıyorum kızım... Fakat şuna inan bir gün
gelecek bu millet gene eski şerefli yerini alacak, dünya
tarihinde yeni ufuklar açacaktır. Ankara'da Mustafa
Kemal'in yakmış olduğu kurtuluş meşalesi gelecekte
önümüzü aydınlatacak tek ışık olacaktır. Buna inan...
(Bu sırada kapı çalınır)
BAŞHEKİM
- Giriniz...
NAZAN
- (Elinde bir telgraf olduğu halde heyecanla girer)
Doktor bey cepheden bir telgraf geldi. Çok acele imiş...
BAŞHEKİM
- (Telgrafı acele açıp okur. Okudukça sevinci'nin arttığı
görülür.) İşte Kezban... Beklediğimiz gün doğdu.
Ordularımız
zafere
ulaşmış...
Düşman
denize
dökülmüş... Müjde, hepimize müjdeler olsun...
KEZBAN
- Demek savaş bitti...
DOKTOR
- Bitti kızım... Çoban Salih, Bekçi Ramazan, Ödemişli
Sadık ve daha adını bilmediğimiz nice kahramanlar
sayesinde yurdumuz kurtuldu. Şuna inanın ki mutlu ve
özgür yaşamak için ölümü göze alabilen bir ulus hiçbir
zaman yeryüzünden silinemez, tutsak edilemez...
Daima şan ve şerefle yaşar... (Nazan'a) Nazan kızım...
Hastanenin
büyük
bayrağını
getir
kahraman
şehitlerimizin aziz hatırası önünde saygı ile eğilelim...
(Nazan bayrağı getirir. Hepsi bayrağın birer köşesinden
tutarak açar ve şehitlerin üzerine yavaş yavaş
indirirlerken perde kapanır.)
322
(20 Okul Piyesi Hadi BESLEYİCİ)
GÜZEL SÖZLER

Bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür.

Yeni Türkiye'nin öz cevheri millî egemenliktir. Milletin kayıtsız
şartsız egemenliğidir.

Milletlerin istikbali gelecek nesillere bağlıdır. (M.K. ATATÜRK)

Evlatlarını kendi devriniz için değil, onların devirleri için
yetiştiriniz. (Hz. Ali)
323
TRAFİK HAFTASI
(Mayıs ayının ilk cumartesi ile başlayan hafta)
AÇIKLAMA
Günümüzün en büyük sorunlarından biri de ulaşımdır.
Şehirlerimiz kalabalıklaşmış, taşıtların sayısı da artmıştır. Bu arada
yeni yollar yapılmıştır.
Yol üstündeki taşıtların ve yayaların hareketlerine trafik
diyoruz. Taşıtları kullanan sürücülerin ve yayaların uyması gereken
kurallara ise trafik kuralları denir. Trafik kuralları, insanların bir
yerden başka bir yere güvenlik içinde gidebilmeleri için konulmuştur.
Bu kurallara uyulmadığı zaman trafik kazaları meydana gelir. Birçok
insan yaralanır, sakat kalır veya ölür. Bu arada taşıtlar ve eşyalar da
hasara uğrar. Bu kazalarda yalnızca insanlarımız değil, yurdumuz da
zarar görür. Onca emek ve para ziyan olur. Sakat kalan insanlar,
topluma yük olurlar. Millî servete zarar veren kazaların iki önemli
sebebi vardır:
1- Sürücülerin trafik kurallarına uymamaları,
2- Yayaların trafik kurallarına uymamaları.
Hem kendimizin hem de yurdumuzun zarar görmesini
istemiyorsak trafik kurallarına mutlaka uymalıyız. Bizler, yaya olarak
önce trafik kurallarının neler olduğunu çok iyi öğrenmeliyiz. Yollarda,
varsa kaldırımlardan yürümeliyiz. Kaldırım olmayan yerlerde, karşıdan
gelen taşıtı görebilmek için yolun solundan yürürüz. Yoldan karşıya
geçerken yaya geçitlerini, alt ve üst geçitleri kullanmalıyız. Trafik
lâmbasının olduğu yerde ise, mutlaka yeşil ışığın yanması beklenir.
Taşıtların hareket hâlinde olduğu yollarda oyun oynamak, bu taşıtlara
asılmak, taşıtların önünden veya arkasından geçmek çok tehlikelidir.
Taşıtlar durmadan binmek ve inmek de yanlış bir harekettir. Bisiklet
kullanan arkadaşlarımız trafik kurallarına dikkat etmeli, mümkünse
boş yollarda bisiklete binmelidir. Yaya olsun, bisikletli olsun bütün
arkadaşlarımız trafik işaretlerine dikkat etmelidir. Çünkü “kaza
geliyorum” demez.
Mayıs ayının ilk cumartesi günü başlayan hafta trafik
haftasıdır. Bu hafta boyunca sürücüler ve yayalara trafikle ilgili
bilgiler verilir. Trafik kuralları hatırlatılır. Okullarda ise, öğrencilere
bilmeleri gereken kurallar uygulamalı olarak gösterilir, öğretilir.
324
PİYES
BACAKLARIMI VERİN
ŞAHISLAR
Sahneye geliş sırasıyla
Komiser
Şoför
Altan
Türkan
Çocuklar
I. Çocuk
II. Çocuk Bekçi Manav Kadın Yakup Anne Hemşire
Öğretmen Öğrenciler
SAHNE:
(Bir karakolda komiserin odası... Odada masa
başında oturan komiser ifade almakta, kapı
önünde bir bekçi ile şoför ve kolları ve başı sargı
içinde dört kadar çocuk vardır.)
KOMİSER
- Anlatın bakalım şimdi, olay nasıl oldu?
ŞOFÖR
- Köşeyi dönünce yarın kilometre ilerde çocukların top
oynadıklarını gördüm. Koma çalmaya başladım.
KOMİSER
- Peki, sen koma çalmaya başlayınca çocuklar ne yaptı?
ŞOFÖR
- Hiç aldırış etmediler...
KOMİSER
- (Çocuklara) Bakın
etmediler diyor...
ALTAN
- (Başından yaralıdır) Oyuna dalmıştık. İşitemedik
kornayı...
KOMİSER
- Ne oyunu oynuyordunuz?
ALTAN
- Top kapmaca oynuyorduk...
KOMİSER
- Nasıl bir oyun bu?
ALTAN
- İki gruba ayrılmıştık. Topu eline geçiren grup elindeki
topu birbirine fırlatacak, öteki gruba kaptırmayacaktı...
şoför
korna
çalmış,
aldırış
325
KOMİSER
- Hiç cadde üzerinde böyle oyun oynanır mı?
ŞOFÖR
- Ben birkaç kere aynı sokaktan geçmiştim. Gene aynı
oyunu oynarlardı. Birkaç kez kızdım kendilerine...
Kornaya aldırış etmiyor, ben yanlarına yaklaşıncaya dek
oyunu
bırakmıyor,
ben
durunca
da
kenara
çekiliyorlardı...
KOMİSER
- Peki, bu sefer nasıl oldu?
ŞOFÖR
- Korna çala çala geliyordum. Gene aldırış etmediklerini
görünce bunlara bir ders vermek istedim.
KOMİSER
- Nasıl ders?
ŞOFÖR
- Yani korkutmak istedim...
KOMİSER
- (Sert sert) Korkutmak istemiş... Böyle mi korkutulur
insan? Neredeyse hepsini ezecekmişsin...
ŞOFÖR
- Hata benim değil...
KOMİSER
-Ya kimin?
ŞOFÖR
- Gene onların sayılır...
KOMİSER
- Nasıl?
ŞOFÖR
- O kadar korna çaldığım halde durmadılar. Gene
oyunlarına devam ettiler... Son dakikada frene bastım
fakat ne de olsa hemen arabayı durdurmama imkân
kalmadı...
KOMİSER
- Süratli geliyormuşsun... Keşif raporunda öyle
yazıyor... 40 kilometre hız ne demek... Şehir içinde 20
kilometreden hızlı gidilemeyeceğini bilmiyor musun?
ŞOFÖR
- Vallahi hızlı gelmiyordum Komiser Bey.
KOMİSER
- Ben gelen rapora bakarım... (Kolu sarılı olan '
Türkan’a) Sen söyle bakalım kızım! Olay nasıl oldu?
TÜRKAN
- Biz arkadaşlarla kapımızın önünde top oynuyorduk. Bu
şoför amca da ara sıra bizim sokaktan geçerdi... Ama
her zaman yavaş geçtiği için alışmıştık. Bu sefer hızlı
geliyordu. Ben "Arkadaşlar şoför bu sefer kızmış, bizi
ezecek kenara çekilelim" dedim. Yakup aldırış etmedi...
Bizi çiğneyemez... Korkutmak istiyor, dedi.
KOMİSER
- Yakup kim?
TÜRKAN
- Hastaneye kaldırılan arkadaşımız...
KOMİSER
- Şu bacakları ezilen çocuk mu?
TÜRKAN
- Evet...
326
KOMİSER
- Sonra...
TÜRKAN
- Araba koma çalarak yaklaşmıştı. Birden nasıl oldu
bilmiyorum. Bir sarsıntı ile yere yuvarlandım.
Doğrulduğum zaman kolumda gittikçe şiddetlenen bir
sancı vardı... Üstelik kıpırdatamıyordum kolumu.
KOMİSER
- Araba mı çarptı sana?
TÜRKAN
- Hatırlamıyorum.
KOMİSER
- Peki, sonra ne gördün?
TÜRKAN
- Etrafa büyük bir kalabalık toplanmıştı. Arabanın
altından bir şey çıkarmaya çalışıyorlardı... İkide bir
"Yavaş çekin... Durun daha yavaş" diye sesler
duydum... Sonra da başı kanlar içinde annesinin kolları
arasına yığılan Altan'ı görünce birden fenalaşarak
kendimi kaybetmişim. Hastanede gözlerimi açınca
kolumun alçıya alınmış olduğunu gördüm...
KOMİSER
- (Altan'a) Sana da mı araba çarptı?
ALTAN
- Hayır... Yakup'un birden arabanın altında kaybolduğunu görünce korkumdan kendimi kaldırıma fırlatmak
istedim. Fakat ayağım bir yere takıldı. Düştüm... Başımı
kaldırıma çarpmış olacağım.
KOMİSER
- Yakup nasıl oldu da arabanın altında kaldı.
ALTAN
- Araba hızla geliyordu. Top bizim grubun elindeydi...
Yakup havadaki topu yakalamak için koşuyordu. Araba
hızla aramıza daldı. Sonra birden Yakup'un arabanın
altında kaybolduğunu, "off! Anam!" diye bağırdığını
işittim. Kendimi birden kaldırımın kenarında yatıyor
buldum. Başımdan oluk gibi kan akıyordu...
KOMİSER
- (Öteki çocuklara) Ya sizler?
ÇOCUKLAR
- Koşarken düştük...
KOMİSER
- Neden Cadde üzerinde oyun oynuyorsunuz?
I. ÇOCUK
- Her zaman oynuyorduk.
KOMİSER
- İşte oynarsanız böyle olur sonu...
II. ÇOCUK
- Şoför arabayı hızlı sürüyordu... Sanki bizi ezmeye
kararlı bir hali vardı...
KOMİSER
- Bu olayda siz de onun kadar suçlu sayılırsınız... Birkaç
kere size ihtar etmiş... Neden dinlemediniz...
I. ÇOCUK
- Her zaman duruyordu...
327
KOMİSER
- (Sertçe) Duruyordu ama bu sefer de durmadı işte...
Sonra araba bu, bir bakarsın freni bozulmuş olur,
aniden durmak istese de duramaz.
ŞOFÖR
- Vallahi komiser bey öyle oldu... Ben frenin tutacağını
sanıyordum... Tutmamış...
KOMİSER
- Frene bahane bulma... Tutmuş... Fakat sen hızlı
geldiğin için arka tekerlekler tam 4 metre sürüklenmiş
yerde... Bu frenin sağlam olduğunu anlatıyor...
(Bekçiye) Öteki tanıkları da içeri al bakalım...
BEKÇİ
- Baş üstüne beğim... (Bekçi çıkar)
KOMİSER
- (Çocuklara) Şimdi gördünüz mü dikkatsizliğinizin
sonucunu...
Hemen
hepiniz
yaralandınız.
Arkadaşlarınızdan birisi hâlâ hastanede, Ne olacağı da
belli değil. Belki de sakat kalacak... Trafik kuralları için
yazılmış bu kadar kitaplar var. Her gün radyolar,
gazeteler dikkatsizlik yüzünden meydana gelen olayları
anlatıp duruyorlar. Siz hâlâ öğrenmediniz mi?
Öğretmenleriniz size bu konuda hiçbir şey anlatmadılar
mı?
TÜRKAN
- Hiç anlatmaz olurlar mı?
KOMİSER
- Peki neden öğretmenlerinizi dinlemiyorsunuz... Sizi
hapse tıktırayım da görün gününüzü.... (Çocuklar
ağlamaya başlarlar)
BEKÇİ
- (Girer, selâm verir) Geldiler beğim... (Bekçinin arkasından,
biri
manav
olduğu
kıyafetinden
anlaşılan yaşlıca bir erkekle, bir ev kadını girer)
KOMİSER
- (Manav'a) Sen söyle bakalım, olayı nasıl gördün?
MANAV
- Vallahi efendim ben korna sesini duydum ama
arabanın gelişine pek dikkat etmedim. Yalnız bir çığlık
sesine dükkândan dışarı fırladım ki sokak savaş yerine
dönmüş, kaldırımlar kana bulanmış... Bir de kamyon
duruyor sokağın ortasında... Biraz daha bakınca
kamyonun tekerlekleri altında bir şeyin çırpındığını
gördüm... Koştum, baktım... Bu, sokakta oynayan çocuklardan biriydi... Komşuların yardımı ile çekip
çıkardık. Bunlar da (çocukları gösterir) her biri bir
yana serilmiş kimi başım, kimi kolum, kimisi de dizim
diye ağlıyorlardı.
KOMİSER
- Sen dükkânın önünde miydin, yoksa içerde mi?
MANAV
- İçerde müşteriye patates tartıyordum.
328
KOMİSER
- Kimdi müşterin?
MANAV
- Mahallemizdeki tahsildar Hasan Efendi'nin yedi
yaşındaki kızı... Her zaman benden alışveriş ederler...
KOMİSER
- Çocuk da gördü mü olayı?
MANAV
- Benim gördüğüm kadarını...
KOMİSER
- Peki... (Kadına) Şimdi de siz gördüklerinizi anlatın
bakalım...
KADIN
- Ben evimizin caddeye bakan penceresi önünde oturuyordum. Çocuklar caddenin ortasında her zamanki
gibi top oynuyorlardı. Hatta birkaç kere kendilerine bu
oyunu oynamamaları için çıkıştım. Çünkü birkaç sefer
bizim evin camını kırmışlardı. Birden acı acı koma sesi
işittim... Caddeden geçen arabalar eksik olmazdı ama
hiç böyle acı acı korna çalan arabaya rastlamamıştım.
Merak edip pencereyi açarak sokağa baktım. Süratle
koma çala çala bir kamyon, oynayan çocukların
üzerlerine doğru geliyordu. Daha ben "Çocuklar kenara
çekilen" demeye varmadan olanlar oldu...
KOMİSER
- Sizin anlattığınıza göre şoför hızlı geliyordu...
KADIN
- Evet, efendim...
KADIN
- Şoför arabayı durduramadı birden... Hızla gelen araba
çocukların içine daldı... Ben hemen o zaman aşağıya
koştum... Bir de ne göreyim her taraf ağlayan, inleyen
çocuklarla dolmuş...
KOMİSER
- Trafik Komisyonu'nca verilen raporda da öyle yazıyor
esasen... (Bekçiye) Hastaneden gelen raporları da
Şevket beyden al getir bana...
BEKÇİ
KOMİSER
BEKÇİ
KOMİSER
- Emredersin Gumser begim. (Çıkar)
- (Önündeki daktilo ile bir iki satır daha yazdıktan
sonra) Gelin, şu ifadelerinizi imzalayın bakalım. (Hepsi
komiserin
masasına
gider
ve
kendilerine
gösterilen kâğıtları imzalarlar. Bekçi gelir)
- Raporları getirdim gumserim...
- Pekâlâ... (Kendisine uzatılan kâğıtları evvelce
yazdığı kâğıtlara ekler) Şimdi bu kâğıtlarla birlikte
çocuklarla şoförü doğruca savcılığa götüreceksin...
Bizim işimiz bitti burada... (Tanıklara) Siz şimdilik
işinize gidebilirsiniz... Çağırırlarsa orada da bildiklerinizi
söylersiniz... (Çocuklara) Size de bunlar birer ders
olsun... Bir daha sokakta, caddede oyun oynamayın...
329
Dikkatli olun... Sizin için oynayacak çocuk bahçeleri
var... Oralarda oynayın... Değil insan bir caddede
oynamak, karşıdan karşıya geçerken bile dikkatli
olmalı... Yayalar için geçitler yapılmış, oradan geçmeli...
Bunları hepinizin bilmesi gerekli... Okulda öğretmenleriniz öğretiyor size... Haydi, bakalım şimdi doğru
savcılığa... Cezanızı çekin bakalım... Götür bunları...
BEKÇİ
- Gelin çocuklar...
(Hep birlikte çıkarlarken perde kapanır)
İKİNCİ PERDE
SAHNE:
(Bir hastane odası... Yakup yatakta yatmakta...
Yanında bulunan bir sandalyede oturan annesi
ağlamaktadır. Hemşire koluna iğne yapmakla
uğraşmaktadır.)
YAKUP
- (Sayıklamakta) Hayır... Hayır... Verin bacaklarımı
bana... Kesmeyin ne olur...
ANNE
- Yavrum... Evlâdım... Hâlâ bacaklarını sayıklıyor...
YAKUP
- Verin bacaklarımı... Yalvarırım size doktor amcalar!
Kesmeyin bacaklarımı... Ben bacaksız ne yaparım...
Okuluma nasıl giderim...
ANNE
- Söyle hemşire hanım ben bu acıya nasıl katlanacağım,
nasıl? (Ağlar)
HEMŞİRE
- Başa gelen çekilir... Ne yapacaksınız... Elden bir şey
gelmez ki... Bacakları kesilmeseydi kangrene çevirirdi...
Onu büsbütün kaybederdiniz... Hiç olmazsa yaşıyor
ya...
ANNE
- (Ağlamasına devam ederek) Kurtaramazlar mıydı
bacaklarını?
HEMŞİRE
- İmkânı yok hanımefendi... Bacakları araba tarafından
iyice ezilmişti...
YAKUP
- Türkân kaç!.. Kamyon geliyor!.. Anneciğim kamyon...
HEMŞİRE
- Şimdi ne kadar pişman kim bilir... Ama bir kere olmuş
işte... Hep dikkatsizlik, umursamazlık yüzünden oluyor
kazalar böyle...
ANNE
- Ah kardeş! Dinlemedi beni... Kaç kez, oynama caddede, araba falan gelir altında kalırsınız dedim... Beni
330
de dinlemedi... Şoförün gözleri yok mu, görmez mi
insanı, derdi üstelik...
HEMŞİRE
- Şoför ne oldu acaba...
ANNE
- Bir yıl hapis cezası vermişler... Onun da hatası var
ama gene suç bizim çocukların... Zavallı adam bir yıl
yatacak şimdi.
HEMŞİRE
- Çocukları falan var mıymış?
ANNE
- Olmaz olur mu? Zavallı karısı ağlayarak bize geldi...
Çocuklarımla ortada kalacağım... Kimim kimsem
yoktur... Ne olur davacı olmayın diye yalvardı... Elden
ne gelir... Biz davacı olmadık pek, ama kanun yakasını
bırakmadı... Çok hızlı geliyormuş...
HEMŞİRE
- Öteki çocuklar iyileşti herhalde...
ANNE
- İyileştiler ama Türkan’ın kolu sakat kaldı... Kolunu
eskisi gibi kolaylıkla kaldıramıyor...
HEMŞİRE
- Görüyor musun yaramazlığın sonucu nereye varıyor?
İnsan kendisine verilen öğütleri dinlemeli... Anne, baba,
Öğretmen insana kötü şeyler öğretmezler... Onların
sözünü tutan felâketlerden uzak kalır...
YAKUP
- Bir daha caddede oynamam şoför amca... Ne olur
yapma... Gelme üstüme...
ANNE
- Hep böyle
doğrusu...
HEMŞİRE
- İğne yaptım... Birazdan kendisine gelir. Siz de yanında
pek ağlamayın öyle... Üzülmeyin... Hem kendinizi
alıştırmanız lâzım...
ANNE
Ne
yapayım,
çırpınmasına...
HEMŞİRE
- Alışmanız, dayanmanız gerek... Ben şimdi aşağı
iniyorum...
Bugün
ziyaret
günü...
Koğuşlar
dolaşacağım... Birazdan çocuk kendine gelecek... Artık
bundan sonra pek acı da duymaz... Siz ona güzel şeyler
anlatarak oyalayın... Yavaş yavaş hem kendinizi, hem
de onu buna alıştırın... Şimdi hoşça kalın. (Çıkar)
YAKUP
- Anne!.. Anneciğim...
ANNE
- Buradayım oğlum... Ne var, bir şey mi istedin?..
YAKUP
- (Gözlerini yavaşça açar) Burada mısın anneciğim...
Ben de bırakıp gittin sanmıştım...
sayıklayacak
mı?
Dayanamayacağım
dayanamıyorum
onun
böyle
331
ANNE
- Hiç seni bırakır gider miyim?
YAKUP
- Artık bacaklarımda ağrı kalmadı... Doktor amca bana
yeniden bacak takacak, değil mi anneciğim? Eskisinden
hiç farkı olmayacakmış... Hem neden olmasın, değil mi?
Hani insandan insana kalp takıyorlar da... Bacak daha
kolay olurmuş... Ne iyi değil mi?
ANNE
- (Üzüntüsünü belli etmemeğe çalışarak) Sen hiç
merak etme... Doktor yapacak dediğini... Hem canım
sana, hayatına bir şey olmadı ya... Canın sağ olsun...
YAKUP
- Eskisi gibi yürüyerek okula giderim... Ama bundan
sonra hiç cadde ortasında oyun oynamayacağım. Yaya
geçitlerinden geçeceğim hep... Trafik lâmbalarına dikkat
edeceğim... Kaldırımlardan yürüyeceğim... Sağıma
soluma iyice bakmadan karşıya geçmeyeceğim...
ANNE
- Çok iyi edersin...
HEMŞİRE
- (Bu sırada hemşire girer) Ziyaretçin var Yakup...
Hem bir tane değil, birçok...
ANNE
- Ziyaretçi mi?
HEMŞİRE
- Evet... Öğretmeni ile arkadaşları gelmişler...
YAKUP
- Öğretmenim mi? Hani nerede?
HEMŞİRE
- Şimdi gelirler... Ben önden çıkıp haber vereyim
dedim... (Kapı açılır) Ha... Bak işte geldiler...
(Öğretmen, Türkan, Altan... Birkaç öğrenci
girerler)
ÖĞRETMEN - Geçmiş olsun Yakup... İyileştiğini duyunca sevindik...
Seni görmeye geldik...
YAKUP
- Çok teşekkür
özlemiştim...
ederim
öğretmenim...
Sizi
çok
ÖĞRETMEN - Biz de seni çok özledik... (Anneye) Size de geçmiş
olsun...
ANNE
-Sağ olun...
YAKUP
- (Türkan ve Altan'a) Sizi gördüğüme çok sevindim...
İyileşmişsiniz... Ben de iyileşip kalkacağım... Doktor
amcalar bana yeniden bacak takacaklar... Eskisinden
daha sağlam olacak... Değil mi anne...
ANNE
- (Üzüntülü gözlerini kaçırmaya çalışarak) Evet
yavrum...
YAKUP
- Duydunuz mu çocuklar...
332
ALTAN
- Üzülme Yakup... Her şey iyi olacak...
ÖĞRETMEN - Yalnız bundan sonra söz dinlememek yok... Bak nelere
sebep oldu bu size... Üstelik şoför de şimdi hapiste yatıyor, sen böyle hastanedesin...
YAKUP
- Hele bir
tutacağım...
ayağa
kalkayım...
Hepinizin
sözlerini
ÖĞRETMEN - Üzülme, kalkarsın elbette...
ÖĞRENCİLER
- (Ellerinde tuttukları büyük bir kitap
paketini Yakup'a uzatırlar) Bu kitapları sınıf
arkadaşlarımız sana armağan gönderdi. Yakup, okuyup
sıkılmayasın diye... Hepsi de gelmek istiyorlardı ama
biliyorsun burası hastane, pek kalabalık gelmek doğru
değil... Sana bütün arkadaşların selâmlarım getirdik...
YAKUP
- Çok teşekkür ederim...
ÖĞRETMEN - (Öğrencilere) Bakın, Yakup arkadaşınızın, Altan'ın,
Türkan’ın başına gelenleri gördünüz... Bundan sonra
umarım
ki
trafik
kurallarını
iyi
öğrenirsiniz.
Şehirlerimizde araçlar günden güne artıyor... Yollar
kalabalık... Her gün yüzlerce kaza oluyor. Araçlar
devrilip harap oluyor... İnsanlar ölüyor, ya da sakat
kalıyor... Trafik kazaları bulaşıcı hastalıklar kadar
tehlikeli zamanımızda... Bulaşıcı hastalıkların hepsine
ilâç bulundu, çare var... Fakat trafik kazalarının
dikkatten başka ne ilâcı, ne de başka bir çaresi var...
Onun için trafik kurallarını iyice öğrenip ona uymamız
gerekli... Öyle değil mi Yakup...
YAKUP
- Evet... Öğretmenim... Ama doktor amcalar bana bacak takacaklar...
ANNE
- (Dayanamayarak hıçkırır) Yeter... Yeter oğlum...
Çıkar şu bacak sözünü aklından... Durma üstünde ne
olur?
YAKUP
- Ama anne!.. Neden ağlıyorsun böyle... Hani sen dememiş miydin takacaklar diye...
ANNE
- Belki takarlar... Fakat ne olur, sen durma pek
üzerinde bunun...
YAKUP
- Belki mi dedin?.. Belki... (Hıçkırır) Demek ben topal
kalacağım öyle mi? Yürüyemeyeceğim artık... Hayır...
Hayır... Olmaz böyle şey... Verin... Verin bacaklarımı
bana... Neden kestirdiniz öyleyse...
333
ÖĞRETMEN - Bak bizi de üzeceksin şimdi... Neden böyle yapıyorsun
Yakup...
YAKUP
- Bacaklarımı,
bacaklarımı...
bacaklarımı
istiyorum,
verin
bana
HEMŞİRE
- Yakup, hemen şimdi olmaz böyle şeyler... Aradan
birkaç yıl geçmesi gerekli... Bacaklarındaki yara iyice
kapanmalı... Annen onun için şimdilik bunları düşünme
diyor sana... Alıştır bir süre için kendini buna... Ya
kamyon alanda kalıp ölseydin daha mı iyiydi. . (Bu
sırada bir zil çalar)
ÖĞRETMEN - Herhalde ziyaret vaktinin dolduğunu bildiriyorlar...
HEMŞİRE
- Evet efendim...
YAKUP
- Öğretmenim, ne olur siz söyleyin doktora, bacaklarımı
versin benim...
ÖĞRETMEN - Bak, gene söz dinlemiyorsun... Sana sabırlı olman
gerektiğini biraz önce söylemedik mi? Haydi hoşça kal
şimdi... Gene geleceğiz seni görmeye, ama böyle ağlar,
bağırırsan bir daha gelmeyiz yanına... Haydi, hoşça
kal... Allahaısmarladık...
ANNE
- Güle güle... Teşekkür ederim...
ÇOCUKLAR
- Hoşça kal Yakup... (Onlar kapıya doğru çıkmak
üzere yönelirken Yakup arkalarından acı acı
bağırmaktadır)
YAKUP
- Anladım... Hiçbir zaman bacağım olmayacak bir
daha... Yürüyemeyeceğim... Verin bacaklarımı benim...
Verin... (Perde kapanır)
334
ŞİİRLER
TRAFİK
Okula gelir, giderken
Sakın dalma, dikkatli ol.
Karşıya geçeyim derken,
Tıkanı verir birden yol.
Önce sola, sonra sağa,
Tekrar sola bak, öyle geç.
Yolundan geç yayaların,
Çevrene iyice bakın.
Geçme duran araçların,
Önünden, ardından sakın.
Önce sola, sonra sağa,
Tekrar sola bak, öyle geç.
Işıklara çok dikkat et.
Kırmızı yanınca geçme,
Sarı yanınca hazır ol,
Yeşil yanınca durma geç.
Önce sola, sonra sağa,
Tekrar sola bak, öyle geç.
Erol YALÇIN
TRAFİK
Yolda dikkatli gider,
Trafiğe uyarım.
Şaşırdığım yerlerde,
Polise yol sorarım.
Kalabalık yollarda,
Gidiş geliş zor olur.
İşaretleri gören,
Yolunu çabuk bulur.
Kavşaklarda polisler.
Durmadan düdük çalar.
Renkli renkli lâmbalar,
Geç diye ışık yakar.
Geçmeden karşı yana,
Bakarım sağa sola.
Münasip zamanında,
Geçerim kaldırıma.
Mehmet GÜLSEREN
335
YOL TÜRKÜSÜ
Arabalar vızır vızır,
Uzun yollar aşıyorlar,
Arabalar bizim için,
Mutluluk taşıyorlar.
Trafiğin kuralları,
İyi bil ki çok önemli.
Kuralları çiğneyenin,
Canı yanmış, gözü nemli.
Kural bilip buna uyan,
Nice yollar aşar gider.
Özellikle dikkat eden,
Sağlık ile yaşar gider.
Süleyman ATSIZ
TAŞITLAR
Uzağa gitmek için,
Taşıtlara bineriz.
Yorulmadan rahatça,
Dolaşırız gezeriz.
Tayyare çabuk gider,
Vapur kayık denizde
Taksi kamyon otobüs,
Hem yokuşta hem düzde,
Hem denizde karada,
Hem de havalarda,
En rahat yolculuğu,
Yaparız taşıtlarda.
Motosiklet, bisiklet,
Arabalar, yük taşır.
Bazen de develerin,
At, katır ve eşeğin,
Sırtında taşınırız;
Çölde dağda vadide,
Bunlarla dolaşırız.
Mehmet GÜLSEREN
336
OYUN
TRAFİK POLİSİ
(Trafik polisi kılığında bir çocuk, işlek bir caddede görev
yapmaktadır.)
ÇOCUK — (Düdük öttürerek gelir.) Dürrrt.. DürrrtL Beyefendi, dikkat
etsenize! Bakın kırmızı yanıyor. Siz geçmeye çalışıyorsunuz. Araba
altında kalsanız ne olacak? Lütfen hanımefendi, bekleyin efendim.
Taşıtlar geçsin. Tamam, yayalar için yeşil yandı. Şimdi geçebilirsiniz.
Biraz hızlı! Geçişlerde sağdan yürüyünüz. Karşıdan gelenle
çarpışmazsınız. Evet, işte böyle Teşekkür ederim. Kırmızı, kırmızı
yandı kardeşim, neden geçmeye çalışıyorsun. Ceza mı yazayım yani?
Acele işin mi var? Herkesin işi var. Bekle, yeşil yansın. Görmüyor
musun kırmızı yanıyor! Acelesi varmış! Acele eden ecele gider. Sinir
olmak işten değil yani. Dürrrt, dürrt! Minibüsçü, orada yolcu mu
indirilir be kardeşim? Trafiği tıkıyorsun. Bak, arkandan korna
çalıyorlar. Sağır mısın? Haydi, lütfen aksatma trafiği! (Seyircilere
dönerek,) Görüyorsunuz değil mi çocuklar, ne zor şu trafik polisliği.
Işıklı lamba var ama bu yetmiyor. Bazıları hiç dikkat etmiyor yeşile,
kırmızıya. Bazılarının da acelesi olur her zaman. Bir dakika geç
kalsalar kıyamet kopar sanki. Her trafik lambasının yanına bir de polis
koyamayız ki her zaman. Ah, ah! İşimiz gerçekten zor çocuklar. Oysa
hepimiz trafik kurallarına uysak, hiçbirimizin canı yanmayacak.
Kazalar olmayacak. Aman, dikkatli olun. Yoldan karşıya geçerken her
zaman bir trafik lambası ya da bir polis bulamazsınız. Ne yaparsınız
peki? Evet, evet. Önce sola, sonra sağa bakarsınız. Bir daha sağa
bakar, taşıt yoksa hızlı adımlarla karşıya geçersiniz. Aferin, çok güzel,
Her zaman böyle yapın. Çünkü hayatınız hepimiz için çok değerli.
Unutmayın, dikkatli olun, trafik kurallarına mutlaka uyun. Ne demiş
atalarımız? "Kaza geliyorum demez". Hepinize kazasız, belasız günler
dilerim. (Düdük öttürerek, eliyle geç işareti yaparak çıkar.)
Aziz SİVASLIOĞLU
337
OKUMA
TRAFİK
Yurdumuzda her yıl meydana gelen trafik kazalarında binlerce
vatandaşımız hayatını kaybetmekte, on binlercesi de yaralanmakta
veya sakat kalmaktadır.
Trafik kazalarına kansan yayaların durumu incelendiğinde;
kazalarda hayatını kaybeden her 100 yayadan 26'sının 6-14 yaş
grubuna dahil çocuklarımız olduğu anlaşılmaktadır.
İstatistikî bilgilerden alınan bu sonuçlar, trafik kazalarının ne
kadar büyük bir tehlike ve her an kaza ile karşı karşıya olma
ihtimalimizin çok yüksek olduğunu göstermektedir.
Trafik kurallarını öğrenmemiz, uymamız, uymayı alışkanlık
haline getirmemiz ve uymayanları uyarmamız, trafik kazaları ile karşı
karşıya gelme ihtimalimizi azaltacak en önemli garantimiz olacaktır.
Bu sebeple, trafik kurallarını öğrenmemiz, öğrendiklerimizi
mutlaka uygulamamız gerekir. Can güvenliğimizi trafik kurallarına
uymakla sağlarız.
Trafik kazası; karşılığını hayatımızla ödediğimiz en pahalı
cezadır.
Trafik Daire Başkanlığı bültenlerinden alınmıştır.
GÜZEL SÖZLER
Hayatımız en değerli hazinemizdir.

Küçük bir dikkatsizlik, bazen büyük bir felâkete yol açabilir.

Kuşların bile trafik düzeni vardır, çarpışmazlar.

Canımıza, malımıza zarar gelmesini
kurallarına mutlaka uymalıyız.

Acele eden ecele gider.

Kaza "geliyorum" demez.

Bir anlık dikkatsizlik her şeyin sonu olabilir!
338

istemiyorsak
trafik
ANNELER GÜNÜ
( Mayıs ayının ikinci Pazar günü )
AÇIKLAMA
Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü'dür. Anneler Günü
ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği
ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakârlığa katlanan annelerden
birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi
dilekler sunulur.
Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis
isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü
aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü
alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi,
içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından
izleyen komşusu Jarvis'le arkadaş oldu.
Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis'e “İnsanlar doğar,
yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.” dedi. Bu iki cümle, Jarvis'i çok
etkiledi. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu
düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini
azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu
gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini
gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı,
duru bir sevgi oluştu.
Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün
annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm
yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis
arkadaşlarına:
— Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti
“Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın
bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla
dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.”
dedi.
Arkadaşları Jarvis'in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen
kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi
içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara
anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi.
Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar
gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Evrensel bir
gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve
saygı ile anılır.
Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün
uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı.
339
Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle
ilgili yazılar, anılar, şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana
sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği'nin
şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler
Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler,
söylenen türküler, şarkılar, annelere armağan edilir. Filmler gösterilir.
Sergiler düzenlenir.
Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan
ederek, bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz.
KONUŞMA
İLK İLETİŞİM
Doğacak bebek doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür:
— Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı
bilmiyorum.
“Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.”
— Allah’ım
onların
dilini
bilmiyorum.
anlaşacağım, nasıl iletişim kuracağım?”
Onlarla
nasıl
“Senin için yarattığım melek, sana onların dilini öğretecektir.”
— Allah’ım duyduğum kadarıyla dünyada çok kötülükler
varmış. Onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum”
“Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden
koruyacaktır. Merak etme.”
— Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
“Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana
anlatacaktır”
Derken melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının
geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan götürürlerken
bebek tekrar sorar;
— Allah’ım benim için yarattığın meleğin adı ne?
“Adının önemi yok;”
“Sen”
“Ona:”
“ANNE”
“Diyeceksin”
340
OKUMA
BEN ANNEYİM
Seni sevinçlerin en büyüğü ile ellerime aldım. Hayata alışman,
kendi kendine yaşayabilir bir insanoğlu haline gelebilmen için seni
sütümle besledim. Geceler boyu başucunda bekledim, tenimin
hararetiyle ısıttım, şefkatimle sardım.
Sana ilk davranışı, ilk gülüşü, ilk bakışı, ilk heceyi ben
öğrettim. Sana ilk şarkıyı ben söyledim. Seni karşılıksız, çıkarsız,
tertemiz ilk ben sevdim. Sana hayatta lâzım olacak dersleri ilk ben
verdim. Saçını taradım, seni yıkadım, içimin bütün hevesiyle, elimin
bütün yeterliliğiyle diktiğim elbiseleri, sana bir sevinç gibi giydirdim.
Senin yüzünden ilk acıları ben duydum. İlk ağlayışını göğsümde
dindirdim. İlk endişelerini bana söyledin. İlk sırrını bana açtın. İlk dost
beni edindin.
Ben anneyim!
Bana her zaman güvendin.
Büyüyüp kocaman bir insan olduktan sonra da bana ihtiyacın
oldu. Üzüntülerin benim de üzüntülerim oldu. Seni pencerede
bekledim. Gelişinde kapılara koştum, seni her zaman aynı duygularla
bağrıma bastım
Seninle
anneyim!
övündüm,
seninle
taçlandım,
şereflendim.
Ben
Beyne ilk nakşolacak sözler benim sözlerim, kalbe ilk yerleşecek
duygular benim duygularımdır. Ben istersem, sevgi, kardeşlik,
dostlukla büyütürüm! İstersem kinle, düşmanlıkla doldururum.
Ben, anneyim!
Ben sabır ve tahammülüm. Ben en yumuşak ve en sertim.
Cesur olmayı nasıl ben öğrettimse, korkuyu da ben sana öğrettim.
Seni ilk öpen ve ilk döven benim. Sevmek, şefkat, dostluk
duygularının hepsi bende...
Ben, anneyim!
Bir acı duyarsan beni çağırırsın. Ben teselliyim. Ölsem bile
gözüm arkadadır. Seni merak ederim. Sen benim eserimsin. Sen
benim emeğimsin. Sen benim güzel günlerim, geçen ömrüm, bütün
anılarımsın. Sen; ak saçlarım, buruşuk tenim, kaybolan güzelliğim,
neşem, ümitlerimin karşılığı kazandığım varlıksın. Bunun için
sakınırım seni.
Ben, anneyim!
341
Ben saygı bekliyorum. Gönlünde yer etmeyi
Unutulmaktan korkarım. Baş üstünde ve başköşede yerim.
isterim.
Ben, anneyim!/Ve son nefesimde/Her zaman "Sütüm ve
hakkım helâl olsun, yavrum!" derim.
Sadun TANJU (Anneler Günü, 1963)
ŞİİRLER
ANNEM
Annelerin en güzeli,
Sensin, benim güzel annem.
Ilık esen bahar yeli,
Sensin, benim güzel annem.
Güneş yüzlü, altın kalpli,
Ağır başlı, tatlı dilli,
Meleklerin eşi sanki
Sensin, benim güzel annem.
Açan çiçek, çağlayan su,
Gülümseyen engin duygu,
Evimizin mutluluğu
Sensin, benim güzel annem.
H.Latif SARIYÜCE
ANNECİĞİM
Ne sevimli bir annesin!
Ne tatlıdır senin sesin!
Benim canım mısın nesin
Sen olmazsan yapamam ben!..
Senden yakın kim var bana?
Kalbim, canım bağlı sana!..
Üzüntüm yok ondan yana
Seviyorsun beni de sen.
Gülsem güler yüzün
Ağlamamdan alır hüzün...
Senin gecen ve gündüzün
Işık alır sanki benden!
Rakım ÇALAPALA
342
ANNE
Annemi ben çok severim,
Melek annem, güzel annem,
Üzülmesin sakın derim
Melek annem, güzel annem
İyi doğru sözler onda,
Şefkat dolu gözler onda,
Sevgi, ışık var yolunda,
Melek annem, güzel annem
Anne yüzü ne asil yüz,
Anne gözü ne derin göz,
Anne özü, pırlanta öz,
Melek annem, güzel annem
Rıfat Necdet EVRİMER
CANIM ANNEME
Dünyaya senin ile geldim.
Gözümü açtığımda anladığım tek şey sendin.
Sıcaklığı sende tattım,
Sevmeyi senden öğrendim; Anne
Üzüntünü hiç belli etmezdin, gülmeye çalışırdın.
Gözyaşını sakladığını hatırlıyorum.
Gülüşün ne kadar hoş ise,
Gözyaşın o kadar anlamlı Anne
Hep gül anne,
Hep gül.
Gün seninle güzel
Gece seninle anlamlı ve korkusuz
Hatırlar mısın Anne,
Bir şey olsa ilk sana koşardım
Kanayan yaramı şefkatli ellerinle sarardın,
Şefkatin ilaçtı bana anne.
Gözyaşlarımı sildiğini hatırlıyorum,
Anne aşkını; anlıyorum, Aşkı anlıyorum Anne.
Yeniden çocuk olmak isterdim.
Kanayan yaramı sarmanı, Gözyaşlarımı silmeni,
Beni bağrına basmanı isterdim Anne.
Ben seninle hep çocuk kalmak isterdim.
Aziz EKİCİ
343
ANNEM
Bağım olsa, bahçem olsa
İpek kumaş bohçam olsa,
Sabah olsa, akşam olsa
Annem gitmese yanımdan
Her zaman baksam yüzüne,
Uyurum yatsam dizine.
Rastlamadım kem sözüne
Sesi çıkmaz kulağımdan.
Bir sözünü iki etmem.
Canımı verir incitmem
Annemsiz cennete gitmem
Onu severim canımdan
İbrahim ŞİMŞEK
ANNEME VE BÜTÜN ANNELERE
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Kaç geceler bana ninni söylerdi
Hasta olunca oydu başucumda bekleyen
Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen
Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi.
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Uzun kış geceleri masal masaldı
Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar
Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar
Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı
Akşam biraz geciksem yollara düşerdi
Sokağa çıkarken “Yavrucuğum üşütme” derdi.
Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı?
Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
Bilirim yine kalbinde yerim anacığım
Selam sana Anneler Günü İstanbul’dan
Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan
Vefalı ellerinden öperim anacığım.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
344
ANNECİĞİM
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!...
(1926)
Necip Fazıl KISAKÜREK
ANNELER
Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
- Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgârlar keder vermesin.
Anneler beşikten der çocuğuna:
- Acını görmesin gözüm âlemde
Teselli demeksin bana son demde.
Bütün ümitleri yel alır gider
Tomurcuk açılır, sel alır gider
Anneler büyütür, el alır gider.
Ahmet Kutsi TECER
ANNEMLE HASBİHAL
Anne, zannetme ki günler geçti de,
Değişti evvelki hissim gitgide...
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum...
Senden umuyorum teselli yine
Bugün şefkatine muhabbetine,
Zanneder misin ki yok ihtiyacım
Belki eskisinden daha muhtacım...
345
Dünyanın tükenmez kederlerinden
Kalbim kırılsa da böyle derinden,
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz
Teselli bulurum sayende biraz,
O derin sevgini hatırlarım da
Her gece hıçkıran dudaklarımda,
Hasretle anılan senin adın var...
Beni aldatmadı, sevdi daima
Gittikçe ruhumu saran bu humma
Başka sevgilerden yadigâr anne
Sevmeyen sevenden bahtiyar anne...
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi
Ah, eğer anlatsam sergüzeştimi,
Nasıl terk edildim, nasıl atıldım...
Belki her zamandan fazla severken
Bir lahza bahtiyar olayım derken,
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım
Ask, o bir masalmış, yalanmış meğer
Seven bir kalp için sığınacak yer,
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş,
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş...
Orhan Seyfi ORHON
ANAM
Dokuz ay koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti Anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüttü Anam
Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu Anam
Doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu Anam
346
Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklayıp okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu Anam
Çocuğuydum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı on gördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti Anam
Tükenmez borcum var Anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi koylu kızı kimisi hanim
Ta ezel tarihte kayıtlı Anam
Veysel der kopar mı Analar bağı
Analar doğurmuş ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Okuttu öğretti büyüttü Anam Aşık Veysel'i
Aşık Veysel
GÜZEL SÖZLER

Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır.

Ana evin direğidir.

Anaya borç tükenmez .

En değerli armağan sevgidir.

Annenize sevginizi veriniz.

Ana gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz.

Cennet anneleri ayakları altındadır.

Kahraman Türk kadını!... Sen yerlerde sürünmeye değil,
omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın... (Atatürk)

Hayatta okuduğum en büyük kitap annemdir. (Abraham
Lincoln)

Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır.

En güzel yüz annemin yüzü, en güzel söz annemin sözü.

Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.

Analık, kadının en büyük şerefidir.

Uygarlık, kadının eseridir. (Atatürk)
347

Kuzguna yavrusu anka görünür.

En vefakâr anne, Türk kadınıdır.

Anne evin temelidir.

Ana hakkı Tanrı hakkıdır.

Medeniyet kadınla ölçülür.

Ana, vatan kadar kutsaldır.

Seven anne güzeldir.

Anaya borç tükenmez.

Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş.
Bir evlât pir olsa da anaya muhtaç imiş.
Ana şefkati değişmez.

Anneler dünyanın en kutsal varlığıdır.

Allah'ın
hoşnutluğunu
kazanmak,
ana
ile
babanın
hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmaya bağlıdır. (Hz.
Muhammed)

Cennet, anaların ayakları altındadır. (Hz. Muhammed)

Kadınlarımız, erkeklerimizden çok daha aydın olmaya
mecburdurlar, eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa.
(Atatürk)

Ananın bastığı yavru incinmez.

Anamın ekmeğine kuru, ayranına duru demem.

Anne ve babalarımıza, yaşlandıkları zaman daima iyi ve güzel
sözler söyleyiniz. Onları incitmeyiniz, onlara "Öf!" bile
demeyiniz. (Kur'an-ı Kerim'den)

Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış.

Hiçbir süs, bir kadını annelik sevgisi kadar güzelleştiremez.

Çocuğun parmağı acısa, ananın yüreği yanar. (Rus Atasözü)

Kadınlar zayıftır, ama analar güçlüdür. (V. Hugo)

Ananı babanı sayarsan, oğlundan da saygı görürsün. (Çin
Atasözü)
348

19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA, GENÇLİK
VE SPOR BAYRAMI
AÇIKLAMA
I. Dünya Savaşı yıllarında bütün cephelerde başarı
kazanmamıza rağmen, müttefiklerimizin yenilmeleri üzerine biz de
savaşı kaybettik. Yurdumuzun büyük bir bölümü İngiliz, Yunan,
İtalyan, Fransız ve Rus orduları tarafında işgal edildi. Halkımız büyük
acılar yaşamaya başladı. Gidiş iyi değildi. Bir şeyler yapılmazsa Türk
milletini kötü bir son ESARET bekliyordu.
Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışı, Türk
milleti için güneşin doğuşundan farksız olmuştu. O'nun, daha Anadolu
toprağına ayak basmadan önce gönlünde Türk milletini kurtarmak,
yüceltmek heyecanı vardı. Türk milletini çevresinde toplamak, bin bir
güçlük içinde kurulan ordu ile birçok cephede düşmanları dize
getirmek, Cumhuriyeti kurmak, inkılâpları gerçekleştirmek elbette ki
kolay olmadı. Ama Atatürk, bir düşünce adamıydı. Plânlı bir şekilde ve
adım adım düşüncelerini gerçekleştirdi. Türk devletini çağdaş temeller
üzerine oturtarak milletin geleceğini güvence altına aldı. Devleti,
bütün kurum ve kuruluşlarıyla birlikte Türk gençlerine emanet etti.
Çünkü Atatürk, geleceğin gençlerde olduğunu görmüş, onlara
güvenmişti.
19 Mayıs, yalnızca Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı değil, aynı
zamanda millî uyanış ve heyecanın başlangıcıdır. Bu heyecan
olmasaydı hiç bir alanda başarılı olamazdık.
Atatürk, Türk gençliğinden Cumhuriyetin korunmasını, sonsuza
kadar yaşatılmasını istemiştir. Gençlerin bunu başarabilmeleri içinse,
sportmen ve çalışkan olmaları gerektiğini vurgulamıştır. O'nun,
"Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur", "Bedenen ve ruhen sağlıklı
bir gençlik; bir milletin kuvvet kaynağı, can daman ve en önemli
gücüdür" sözleri; dinamik, sportmen bir toplum özlemini dile getirir.
19 Mayıs 1919 günü başlayan Kurtuluş hareketinin
yıldönümünü her yıl büyük bir coşku içinde kutluyoruz. Büyük
kurtarıcı Atatürk'ü, saygı ve sevgiyle yürekten bir daha anıyoruz.
349
ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet,
muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel
senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden
mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir
gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini
düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette
tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün
tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her
köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve
daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar
gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu
iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleri ile
tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş
olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi
vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun
kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
GENÇLİĞİN ATATÜRK'E CEVABI
Ey ölümsüz Ata!
Birinci görevim, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini dünya
durdukça korumak ve savunmaktır.
Varlığımın ve geleceğimin tek temeli budur. Bu temel, benim
en değerli hazinemdir. İleride, beni bu hazineden yoksun bırakmaya
çalışacaklar, içeride ve dışarıda kötülüğümü isteyecekler olacaktır. Bir
gün, bağımsızlığımı ve cumhuriyetimi savunmak zorunda kalırsam,
göreve atılmak için, içinde bulunacağım durumun imkân ve şartlarını
düşünmeyeceğim. Bu imkân ve şartlar hiç elverişli olmayan bir
durumda karşıma çıkabilir. Bağımsızlığıma ve cumhuriyetime
kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir
yenilginin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın, bütün
kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve ülkenin her köşesi doğrudan doğruya düşman yönetimi
altına girmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha elem verici ve daha
kötü olmak üzere, ülke içindeki yöneticiler, gaflete düşmüş, doğru
yoldan sapmış ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu
yöneticiler kendi yararlarım, yurdu ele geçirmiş olan düşmanların
350
siyasî emelleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntılar içinde
harap ve bitkin düşmüş olabilir.
İşte, bütün bu hallerde bu şartlar altında bile görevim, Türk
bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğum kudret,
damarlarımdaki asil kanda mevcuttur.
OKUMA
MUSTAFA KEMAL ANADOLU'YA NE GÖTÜRÜYORDU?
Mustafa Kemal 16 Mayıs günü ki Yunanlıların İzmir'e asker
çıkardıkları gündür, Şişli'deki evinden otomobile atlayarak Galata
rıhtımına geldi ve hazırlandığı söylenen Bandırma vapuruna bindi.
Hareketinden biraz önce arkadaşlarından biri:
—İngilizlerin bindiğiniz gemiyi takip etmek, hatta batırmak
ihtimalleri vardır, demişti.
Mustafa Kemal
— Burada esir gibi yaşamaktansa, Karadeniz'de batmayı tercih
ederim, cevabını verdi. Sonra yanındakilere Dolmabahçe önünde
demirli düşman gemilerini göstererek:
— Bunlar işte böyle... Dayandıkları şey yalnız demir, çelik ve
silâh kuvveti! Bildikleri yalnız şey madde... Bunlar hürriyet uğruna
ölmeğe karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu'ya silâh
ve cephane değil, ideal bir iman götürüyoruz, dedi.
OKUMA
19 MAYIS
Öğretmen:
— Çocuklar, dedi, iki gün sonra 19 Mayıs Atatürk'ü Anma
Gençlik ve Spor Bayramı'dır. Sizi o gün spor alanına götüreceğim.
Orada ablalarınızın, ağabeylerinizin spor gösterilerini göreceksiniz.
Tuncay, bayramı merak ediyordu. Ayağa kalktı:
— Öğretmenim, dedi. 19 Mayıs, Atatürk'ün Samsun'a çıktığı
gündür. Neden bu güne Gençlik ve Spor Bayramı da deniliyor.
Arka sıradan Yüksel söz aldı:
— Atatürk, bu günü aynı zamanda Gençlik ve Spor Bayramı
yaptı. 23 Nisan'ı nasıl Çocuk Bayramı yaptı, 19 Mayıs gününü de
Gençlik ve Spor Bayramı yaptı, dedi.
Öğretmen:
351
—Yüksel doğru söylüyor. Atatürk, Türk gençlerinin sağlam ve
çevik vücutlu olmalarını çok isterdi. Bu yüzden Samsun'a ayak bastığı
günü, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabul etti.
Düşmanları denize döktükten, padişahlığı devirdikten sonra,
Cumhuriyeti kuran Atatürk, onu Türk gençliğine emanet etti. Bu
gençliğin çevik vücutlu, sağlam yapılı olmasını elbette isterdi, dedi.
İ. Hakkı TALAS
OKUMA
KARARLI, İNANDIRICI ATATÜRK
Mustafa Kemal, yapacağı işlere daha ilk günden karar vermiş,
başaracağına dair inancı ve güveni bir an olsun zayıflamamıştı.
Kurtuluş Savaşı'na başladığı
yapacaksın? Ordu yok. Cevap kısa:
sırada
O'na
sordular:
Nasıl
— Kurulur.
— İyi ama bunun için para lazım... O da yok.
— Bulunur.
— Diyelim ki bulduk. Düşman hem kalabalık, hem de güçlü...
— Yenilir.
Bu kadar kesin konuşan bir insanın "Elbet bir bildiği vardır" der
önce, biraz tereddüt de etseniz, peşinden gidersiniz. İşte O, zaferi bu
inançla kazandı, devleti bu azimle kurdu. İnkılâpları bu güvenle
gerçekleştirdi.
Mustafa Kemal, Ankara'ya geldiği zaman, cebinde 1200 lirası
kalmıştı. Bu küçük sermaye ile kurulan devleti beslemek,
mütemadiyen para bulmaya uğraşmak, Büyük Önder'in halletmek
zorunda kaldığı en çetin meselelerden biri olmuştur.
Meclis, O'nun en büyük dayanağı idi. Önemli bir konu
tartışılacağı zaman, çoğunluğun niyetini peşin peşin gözlerinden
okurdu. Bir elverişsiz hav a sezince hemen harekete geçer, önce bu
havayı hafifletir, sonra dağıtır nihayet başka yöne aktarırdı.
Nisan 1920'de meclisin ilk açıldığı günlerde de Mustafa
Kemal'in insanları etkileyici irade gücünü belirgin örneklerine
rastlarız:
İlk meclis milletvekili olarak seçilip gelenlerin, yokluklar,
yaşama, güçlükleri karşısında toptan geri dönem kararı aldıklarını
duyan Mustafa Kemal, heyecanla kürsüye çıkarak:
352
— İşittim ki, dedi, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane
ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben, kimseyi zorla Millî
Meclis'e davet etmedim. Herkes kararında serbesttir. Bu karara
başkaları da katılabilir. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan olarak,
buradan hiçbir yere gitmeyeceğim. İsterseniz hepiniz gidebilirsiniz.
Asker Mustafa Kemal, fişekleri göğsüne dizer, bir eline mavzerini,
ötekine de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ'a çıkar. Orada son
kurşunu da bitinceye kadar tek başına düşmanla dövüşür. Sonra da
bayrağına sarılıp can verir. Ben buna ant içtim.
Muvaffak İhsan GARAN "Milletlerin Sevgilisi Atatürk"ten
ŞİİRLER
ATATÜRK NEDEN BÜYÜK
Bir gün sordum babama:
Atatürk neden büyük?
"Çocuğum" dedi babam,
"O'nu seviyor her Türk."
Çok kötü bir zamandı.
Uçurumdaydı vatan.
O büyük kahramandı,
Yurdumuzu kurtaran.
O'nu biz değil yalnız,
Üstün tanır her millet.
En büyük eseridir,
Kurduğu Cumhuriyet,
Kalbimiz sevgi dolu,
Yol gösteren O, Türk'e,
Yolumuz O'nun yolu
Bağlıyız Atatürk'e.
İ. Hakkı TALAS
353
19 MAYIS
"Dağ başını duman alır"
Gelince On Dokuz Mayıs.
"Gümüş dere durmaz akar"
Gelince On Dokuz Mayıs.
Atam bir gün düşürmedi,
Bu şarkıyı dilinden
Kovdu, attı düşmanları
Çok geçmeden Türk elinden
Türk gencine bayram olan
Büyük günü unutmayız.
Yürürüz sert adımlarla
Gelince On dokuz Mayıs
İ. Hakkı SUNAT
19 MAYIS TÜRKÜSÜ
On dokuz Mayıs
En yüce bayram,
Bize armağan,
Bıraktı Atam.
Sağız vatanca,
Kafamız zinde.
Tek bir kitleyiz,
Ata izinde.
Atayı sevmek,
Kutsal ülkümüz
O'na benzemek,
Coşkun türkümüz.
Ata her yerde
Yol gösteriyor,
Koşun güzele,
Bilime diyor.
Samsun'a O'nun,
Çıktığı bugün,
Vatanda düğün.
Çocuğum övün!..
Halim YAĞCIOĞLU
354
ATATÜRK'ÜM
Çok küçükken tanıdım
Ata'm seni resminden
Silinmedi hayalin,
Daha sonra zihnimden
Savaşmışsın düşmanla
Dinlenmeden on bir yıl.
Ulusun, yurdun için,
Yorulmuşsun, ah nasıl?
CUMHURİYET en büyük
Eserindir biliriz.
Devrimlerin önünde,
Saygıyla eğiliriz.
Görevimiz diyoruz,
Esirim yüceltmek.
Hiç sapmadan izinden
Cesaretle yürümek!..
A. Kâmil YAZGAN
MUSTAFA KEMAL'DEN MEKTUP
Öldü sanmayın beni.
Biliyorum, gelemem o yerlere bir daha
Mustafa Kemal olarak
19 Mayıslar
Bensiz geçecek hep...
Fakat bilin ki
Kalbinizdeyim, düşünceler boyunca
Toprağı işleyen motorun sesindeyim.
Gökleri yırtan kanat gürültüsündeyim.
Beni öldü sanmayın
Nerde hamleniz varsa
Bıraktığım yerden öteler;
Nerde üstünse başarınız
Milletimin yüzünü güldüren;
Bilin ki orda ben varım.
Sizleri toprağımdan
Sizler kadar duyarım.
Oğuz Kazım ATOK
355
ATATÜRK 'ÜN SESİ
Her yıl Cumhuriyet Bayramı'nda
Atatürk'ün sesini duyar gibi olurum,
Bir memleket yaratan sesini
Okulda, fabrikada, tarlada,
Kışlada, Mehmetçiğin dudağında,
Çırpınan bayrakta O'nun sesi
Bir bulut gibi dolaşır üstümüzde Gölgesi.
Her yıl Cumhuriyet Bayramı'nda
Vatanın hür göklerinde dalga dalga,
Köy, köy, şehir şehir
Ata'mın sesi yükselir.
Ş. ENİS REGÜ
ATATÜRK
Yurdumuzu kurtaran,
Hep kalbimizde olan
Kimdir çocuklar?
Hayatımıza renk katan,
Dünyayı aydınlatan,
Kimdir çocuklar?
Evet bildiniz: ATATÜRK...
Seni hiç unutmadık,
Hiç unutmayacağız.
Rahat uyu Atamız.
Zeynep BÜYÜKTÎMUR
19 MAYIS 1919
Yurdu düşmanlar sardı,
Güneşimiz karardı.
Ninelerin gözleri
Birer kanlı pınardı!
Serin bahar meltemi
Gibi beyaz bir gemi
Samsun'a demir attı,
Gözlerimiz ağardı.
Bu gemide inanan,
Yurda şan, ulusa şan;
Büyük, eşsiz kahraman
Mustafa Kemal vardı.
Mehmet Necati ÖNGAY
356
MUSTAFA KEMAL'İ DÜŞÜNÜYORUM
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş,
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri.
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında,
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,
Arkasından dağ dağ ordular geliyor,
Her askeri Mustafa Kemal gibi
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel,
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere.
Al bir ata binmiş, yalın kılıç,
Koşuyor zaferden zafere...
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş, bir kasım sabahı,
Yine bizimle beraber her yerde,
Yaşıyor, dört köşesinde vatanın.
Yaşıyor, damar damar yüreklerde.
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum,
Uykularıma giriyor her gece,
Gözlerinden öpüyorum.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
ATATÜRK ORATORYOSU
Erkekler Korosu
Edirne'den Ardahan'a kadar bir toprak uzanır.
Boz kanatlı üveyikler üstünde uçar.
Ardahan’dan Edirne’ye,
Edirne’den Ardahan’a kadar...
Kızlar Korosu
Kop dağında, akar bir çeşme var,
Serçe parmak kalınlığında suyu,
Haram etmiş, gece gündüz uykuyu.
Akar da akar
357
Koro
Samsun'un evleri denize bakar,
Sokakları yosun İçinde.
Çapalar, takalar, mavnalar,
Bilyeler gibi suyun yüzünde,
Bir iner bir kalkar...
İstanbul’dan bir yar sevdim
Adamı günaha sokar
Savaştepe Köprüsü'nden geçen trenler,
Sel olur İzmir’e akar.
İzmir’in denizi kız, kızı deniz,
Sokakları hem kız, hem deniz kokar...
Erkekler Korosu
Güneyde mis kokulu bir ağaç
Yuvarlak yaprakları ince,
Yaz gelip de güneş vurunca,
Dallarından bal akar...
Koro
Bu toprak bizim yurdumuzdur.
Deli gönül yücesinden çıkar,
Bir üveyik olur, uçar, gider.
Ardahan’dan Edirne’ye,
Edirne’den Ardahan’a kadar...
Erkekler Korosu
Bir gün kara bulutlar, göklerimizde konaklamıştır.
Kız Öğrenci
Yaylılar gelip geçiyordu güneyden,
Örtük kara perdeler sallanıyordu.
Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçen,
Milletin yüreği kan ağlıyordu.
Bir kız-Erkekler Korosu
Askerler gelip geçiyordu güneyden,
Yaralı, hasta, yorgun askerler...
Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu,
Sağ kalan yiğitler birer birer
Kız öğrenci
Analar haber soruyordu güneyden,
Tarlalar kadar ırmaklar kadar durgun analar...
Örtük kara perdeler sallanıyordu.
Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçenler.
Erkek Öğrenci
Sağ kalanlar anayurtta toplanıyordu.
358
İki Kız
Gökyüzünde kara kara bulutlar,
Başımıza nereden geldiniz?
Bizler konuk severiz amma
Düşmanları sevmeyiz.
Bir erkek
Gökyüzünde kara kara bulutlar,
Harmanlar çürüdü yüzünüzden.
Sizinle görülecek işimiz yok!
Gidin üstümüzden,
İki Kız
Mavi değil artık denizlerimiz,
Tarlalar sürülmez oldu.
Sütü kesildi davarların,
Öksüz kaldı bebelerimiz.
Bir Kız
Gökyüzünde kara kara bulutlar,
Hayın mı hayın.
Bir gün gelir hesabını sorarız,
Buralarda durmayın!
Bir Erkek
Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi,
Bu sefer millet, padişahlara sesleniyordu:
Koro
Biz yoksul bir milletiz,
Gözlerimizde solgun ışıklar yanar.
Nasılsa yenilmişiz bir kere
Ama uzun sürmez o kadar.
Bir Erkek
Ne bulutlar gitti,
Ne padişahlardan bir haber geldi.
Kemal Paşa derler bir yiğit vardı.
Bu seferde millet türkülerle
Kemal Paşa'ya haber sardı.
Koro
Kemal Paşa, yenilmez yiğit şanlı komutan,
Savaşa girer gibi yeliş bize,
Yetiş bize çöllerde bile olsan.
İnanç doldur, güç doldur içimize,
359
Bin kere yurdumuzu kurtaran,
Bir görseydin ağlardın halimize.
Bir Erkek
Kuşun kanadında türküler,
Kemal Paşa'nın gönlüne vardı,
Cevabından ünce kendisi geldi
Bir Kız
Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı,
Selam durdu kayığı, çaparı, takası
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman,
Duman değildi bu
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Bir Erkek
Samsun limanına bu gemiden atılan,
Demir değil sarılan ana yurda
Kemal Paşa'nın kollarıydı,
Selam vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan,
Karadeniz'in halini görmeliydi,
Bir Kız - Bir Erkek
Kalktı ayağa ardı sıra dalgalar
Kalktı takalar, izin verseydi Kemal Paşa,
Ardında gürleyip giderdi.
Erzurum'a kadar.
Bir Erkek
Bu ne inançtı ki Kemal Paşa,
Atının teri kurumadan sürüp geldi,
Yeni yeni savaşların peşinde
Koro
Bir selam gibi gitti Erzurum'a,
Bir selam gibi geldi, Sivas'a Erzurum'dan,
Dağlar açıldı yol vermeye,
Temizlendi ikliminden karından,
Analar, bacılar yola döküldü,
Cephane taşıdı arkasından,
Irmakların suyundan faydalandı.
Ağaçlar daldasından.
Yer gök inledi.
Bir yol daha Kurtuluş Savaşı'ndan
360
Erkeklerin Korosu
Biz biliriz bizim işlerimizi,
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir.
Koro
Kuzumuz var yaylalarda meleşir,
Çeşmemiz var gece gündüz söyleşir.
Yazımız var pehlivanlar güreşir,
Bu toprağa kimse girememiştir.
Davranı da deli gönül davranı,
Kemal Paşa dinlemiyor fermanı.
Anası, bacısı, kızı, kızanı,
Bizim gibi millet görülmemiştir.
Erkekler Korosu
Bizim süvarimiz amma da ata biner
Ayağı yere değer başı göğe değer,
Bizim piyademiz yola yeğin gider.
Bastığında toprağı ezer.
Bizim topçumuzun narası hey babam hey
Gülleden beter!
Kattı Kemal Paşa'nın ordusu, düşmanı önüne,
Pişman etti anasından doğduğuna.
Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler,
Veryansın etti topçu,
Veryansın etti piyadeler.
Kalktı Kemal Paşa’nın ordusu
Sürüp gitti yetiştikçe vurdu düşmana.
Hain düşman sarhoş gibi sallana sallana,
On beş günde İzmir’i dar buldu.
Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu.
Kaçtı gemiler,
Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı...
Ahmetler, Bekirler, Aliler,
Mahmutlar, Kâzımlar, İbrahimler,
Peşlerinden gittiler,
Diz çöküp kordon boyuna
Ta yürekten çekip tetiği,
Gemilere yaylım ateşi ettiler,
Bir Erkek
Bu ne inançtı ki Gazi Paşa
Atının teri kurumadan,
361
Sürüp gitti yeni yeni savaşların peşinde.
Koro
Sana borçluyuz en derinden,
Yurdumuzu sen kurtardın.
Hasta, yorgun, düşmüştük,
Yaralarımızı sen sardın.
Bir Kız
Yiğittin, inanç doluydun, yapıcıydın, sanatkârdın.
Denizler kadar engin,
Kimsenin görmediğini görürdü,
Sevgi ile bakan gözlerin.
Bir Erkek
Dedin ki, bu millet, bu büyük millet,
Yüzyıllar boyunca geri kalmış.
Bu yurt, bu güzel yurt bizim yurdumuz,
Her yanından yaralar almış.
Bir Erkek
Dedin ki, "bir güzel savaşmalı".
Kurmak için yeniden,
Bilgiyle inançla, coşkunlukla,
Öğün, çalış, güven!
Koro
SANA borçluyuz taa derinden
Bir Kız
Işığısın bu yurdun
Dilimizi ulusallığımızı öğrettin,
Cumhuriyetimizi sen kurdun
İki Kız-Bir Erkek
Hürriyeti sen yaydın içimize,
Halktanız dedin. Halk içinde,
İnançla hür yetiştirdin bizi.
Sana borçluyuz taa derinden,
Koro
Devrimlerle yücelttin, çok yüceltti,
Bu milleti temiz ellerin,
Sana borçluyuz taa derinden,
Sen en büyükler MUSTAFA Kemal'lerin.
362
Bir Erkek - Kızlar Korosu
Davullar zurnalar dövende,
Biz seni hatırlarız.
Binip trene gezende
Biz seni hatırlarız.
Kızlar Korosu
Önce adını öğrenir çocuklarımız,
Eli kalem tutup yazanda
Koro
Binler yaşa yurdumuza hizmeti büyük Kemal Paşa,
Ölümsüz insan, şanlı Atatürk...
Cahit KÜLEBİ şiirlerinden alınarak, hazırlanmıştır
GÜZEL SÖZLER
 Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâl ve
Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
(M.K. Atatürk)
 Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir, Cumhuriyeti biz
tesis ettik; onu i'lâ ve idare edecek sizlersiniz.
(M.K. Atatürk)

Gençliğinde genç olabilene ne mutlu
(Turgenyev)

Gençlik, sahip olunmaya değer tek şeydir.

Gençlik, insanın başına hayatta bir kere gelir.
(Longfellow)

Gençlik, hiçbir toplumu acıda koymaz.
(Oscar Wilde)
(Euripides)
363
VAKIFLAR HAFTASI
(Mayıs ayının 2. haftası)
AÇIKLAMA
VAKFIN TANIMI
İnsanın yaradılışında var olan yardımlaşma duygu ve
düşüncesi insanlığın tarihi ile yaşıttır. Her toplum yardımlaşma
hususunda kendi yaşadığı zamanın sosyal yapısına göre bazı
faaliyetlerde bulunmuştur. Yardımlaşmanın teşkilatlandırılmış en ideal
şeklini ise vakıf olarak görmekteyiz.
Arapça bir kelime olan VAKIF sözlükte yer aldığı şekliyle
durma, durdurma, hareketten alıkoyma, hapsetme ve dinlendirme
manalarına gelir. Çoğulu Evkaf’dır
Terim olarak bir malı veya mülkü satılmamak kaydı ile ve bazı
özel şartlar çerçevesinde bir hayır işine tahsis etmek olduğu bilinen
vakıf bugünkü anlamda şöyle tanımlanabilir.
Vakıf; kişinin taşınır veya taşınmaz mallarının hiçbir dış tesir
altında kalmaksızın sırf kendi rıza ve isteği ile şahsi mülkiyetinden
çıkarıp hayır ve hasenat gayesi ile yine kendisi tarafından belirtilen
şart ve hizmetlerin yerine getirilmesi için ebedi olarak tahsis
etmesidir. Bu durumda vakıf kuran kişi ile vakıf (Vakfeden) kişi
arasında vakfın hangi şartlara göre yürütüleceğini belirten yazılı
belgelere de VAKFİYE denilmektedir.
Vakfiyeler, mahkemelerde Hâkimler ve şahitler huzurunda tanzim
edilen belgeler olmalarından dolayı tarihi kıymeti haiz güvenilir
belgelerdir. Sadece vakıf hizmetlerinin nasıl yapılması gerektiğini
değil, aynı zamanda; hukuki, tarihi, coğrafi, toplumsal, iktisadi, dini
vb. yönlerden kültürümüzü yansıtan bilgiler açısından da çok önemli
bir hazinedir.
KONUŞMA
VAKIF NEDİR?
Vakıf Mükellef kimsenin; kendi mülkü olan belli ve dayanıklı
malının menfaatini bir şarta bağlamadan Müslüman veya zımmî
fakirlere bırakması. Vakıf; lügatte habs ve men etmek, alıkoymak
manalarına gelir. Vakf yapana vâkıf, vakf edilen şeye mevkuf denir.
Vakfı idare edene mütevelli, mütevelliyi kontrol edene nazır, vakıf
şartlarının yazılı olduğu belgeye de vakfiye denir. Vakfedilen mal,
sahibinin mülkünden çıkar. Satılmaz, bağışlanmaz, miras bırakılmaz.
Vakıf, dünyada insanlara ihsan ve ikram etmek gayesiyle kurulur.
364
Müslümanlar, "Bir kimse ölünce, ameli kesilir, amel defteri
kapanır. Yalnız şu üç kimsenin amel defteri kapanmaz: Sadaka-i
cariyesi, ilmî bir eseri, kendisine dua eden hayırlı bir evlâdı olan"
meâlindeki hadîs-i şerîfte haber verilen bir sadaka-i câriye
bırakabilmek için âdetâ birbirleriyle yarış ettiler. Anadolu Selçukluları,
Dânişmendliler,
Gazneliler,
Atabegler,
Eyyûbîlerle
Hindistan,
Afganistan ve diğer Müslüman ve Türk devletlerinde birçok vakıf
kuruldu. Mısır'daki Memluklar döneminde iyice gelişip yaygınlaştı.
Vakıflar, en büyük gelişmeyi Osmanlılar zamanında gösterdi.
"İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır" hadîs-i şerîfini
rehber edinen Osmanlılar, her sâhada olduğu gibi, bu sâhada da
muazzam ve kalıcı eserler meydana getirdiler. Vakıf yoluyla tesis
edilen bu sayısız eserler, muazzam Osmanlı ülkesini bir baştan diğer
başa ağ gibi ördü. 1530–1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla ilgili
tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyaletinde vakıf yoluyla 45 imaret, 342
cami, 1055 mescit, 110 medrese, 154 muallimhâne, 1 kalenderhâne,
1 mevlevîhâne, 2 dârülhuffâz, 75 büyük han ve kervansaray kuruldu.
Bu müesseselerde vazife yapan 121 müderris, 3756 hatîb, imam ve
müezzinle 3229 şeyh, şeyhzâde, kayyım, talebe veya mütevellinin
iaşe giderleri ve maaşları vakıf gelirlerinden karşılandı.
Yine aynı tarihlerde Karaman eyaletinde vakıf yoluyla 3 imaret,
75 cami, 319 mescit, 45 medrese, 272 zaviye, 2 dârülhadîs, 31
dârülhuffâz, 4 muallimhâne, 2 dârüşşifa, 14 kervansaray, Rumeli
eyaletindeyse; 10 imaret, 93 cami, 218 mescit, 35 medrese, 275
zaviye, 13 muallimhâne ve 17 kervansaray tesis edildi.
Tesis edilen bu vakıflar gördükleri hizmetlere göre değişiklik
arz ederdi. Yukarıda zikredilenlerden başka, suyolları, su kemerleri,
çeşme ve sebiller, yollar, kaldırımlar, aşevleri, dul ve yetim evleri,
çocuk emzirme ve büyütme yuvaları gibi vakıf eserleri tesis edilmiştir.
Bunlardan başka namazgâh, kütüphane, dükkân, misafirhane,
kuyular, çamaşırhane, helâ, han, hamam, bedesten, türbe, iskele,
deniz feneri, ok ve güreş meydanları, esir ve köle âzâd etmek,
fakirlere yakacak temin etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından
azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak,
gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin
borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, öksüz kızlara çeyiz
hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve
muhtaçlara yardım etmek, çocukları baharda açık havada gezdirmek,
mektep çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı, fakirlerin ve
kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve
kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkâmlara veya donanmaya
yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garip
leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi pek çok maksatla çeşitli vakıflar
kurulmuştur.
365
Müslümanların iki mukaddes beldesi olan Mekke ve Medine
şehirlerine, İslâm dünyasının her tarafında binlerce vakıf tesis
edilmiştir. Bilhassa Osmanlı sultanlarının, devlet adamlarının ve diğer
hayırsever kimselerin meydana getirdikleri vakıflarla, her sene
Osmanlı ülkesinden buralara ulaştırılan vakıf gelirleri, bütün İslâm
dünyasının şükran hislerini kabartacak seviyeye ulaşmıştır.
Din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığın hizmetine tahsis
edilmiş olan, insanların bedenî ve ruhî hastalıklarını tedavi etmek
gayesiyle kurulmuş vakıf hastaneler, dârüşşifalar ve tımarhaneler de
önemli vakıf müesseseleridir. Bu sağlık kuruluşlarıyla ilgili bazı
vakfiyelerde bir takım ilâçların formülleri bildirilmiş, bu formüllere
göre yapılan ilâçların hastaların tedavisinde kullanılması istenilmiştir.
Sosyal hizmetler yönünden pek önemli olan imaretlerse,
seyahatin meşakkati altında yorgun düşen yolcuların istirahatını temin
ederek, din ve kültür birliğinin kurulmasını sağlamış, açlık tehlikesiyle
karşı karşıya bulunan ümitsiz kimselere bir sığınak vazifesi görmüş,
dinî ve insanî vecibeleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. İmaretler
bünyesinde yer alan dârüşşifalar, halkın poliklinik ve hastane
hizmetlerini görmüştür. Bu hizmetler devrin en salâhiyetli tıp
otoriteleri eliyle parasız olarak yapılırdı. İmarethaneler yüzlerce
yetime maaş bağlamak, binlerce fakirin karnını doyurmak, dul
kadınları himaye altına almak, yetim ve fakir çocuklarını okutmak
üzere
mektepler
açmak
gibi
hizmetlerle
gerçekten
Türk
hayırseverliğinin takdirle yâd edilecek birer şefkat abidesi
hüviyetindeydiler.
Şehirlerarası nakliyenin sağlanması için pek çok yol, köprü ve
kalenin inşası önemli ticaret yolları üzerindeki konak yerlerinde
kervansaraylar
kurulması
vakıflar
sayesinde
gerçekleşmiştir.
Sokakların aydınlatılıp temizlenmesi ve bazı şehirlerin muhtelif
yerlerinde bahçeler açılması gibi hizmetler de vakıf yoluyla
yaptırılmıştır.
Osmanlı iskân siyasetini kolaylaştıran önemli unsurlardan biri olan ve
Osmanlı Devletinin başlangıcından itibaren; ülkenin çeşitli yerlerinde
kurulan tekkeler, ahi ocakları ve bunların masrafları vakıflar yoluyla
karşılanmıştır. Ahiler, yerleştikleri yerlerde devlet politikasının
propagandasını yaptıkları gibi, gelip gidenleri misafir etmişler,
gerektiğinde harbe katılmış, halkı da bu işe teşvik etmişlerdir.
Yüzyıllar boyunca İslâm ve Türk dünyasında içtimaî nizamın
korunmasına fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla
karşılıklı sevgi bağının kurulmasına, başka bir ifadeyle insanlığın
dünyevî ve uhrevî saadetine hizmet eden birer sosyal kuruluş olarak
önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizamının kurulmasında
ve devam etmesinde temel faktörlerden biri olmuştur.
366
Osmanlılar zamanında kurulan vakıf müesseseleri iki kısımda
incelenmektedir. Birincisi; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden
faydalanılan vakıflardır. Müessesât-ı hayriye de denilen, camiler,
medreseler,
mektepler,
imaretler,
zaviyeler,
kütüphaneler,
misafirhaneler, köprüler, hastaneler, çeşmeler, sebiller ve kabristanlar
bu kısma girer. İkincisi ise; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden
faydalanılmayan, fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde
işlemesini temin eden bina, arazi, nakit para vs. gelir kaynaklarının
teşkil ettiği vakıflardır. Bunlara asl-ı vakf denilmektedir. Vakfedilen bu
nesneler arasında bazı köylerin tamamı, her türlü ziraat işletmeleri,
çiftlikler, tarlalar, üzüm bağları, bahçeler, mesken olarak kullanılan
binalar, dükkânlar ve iktisâdi gaye için yapılmış başka yapılar gibi
gayr-i menkuller ve hayvan derisi, gemi, nakit para gibi menkuller
görülmektedir.
Mülkiyeti devlete ait olan ve arazi-i mirîye adı verilen
toprakların da vakıf hâline getirildiği görülmektedir; buna vakıf-ı irsâdî
adı verilmektedir. Ancak vakfedilen şey bu arazilerin çıplak mülkiyeti
değil, ya üzerinde çalışan kimselerin devlete ödemek zorunda
oldukları vergiler veya arazinin tasarruf hakkıydı. Tahsis ve irsâd
kabilinden evkaf adı da verilen bu vakıflarda esas olan, vakfedilen
gelirlerin devlet bütçesinden karşılanması, gereken hizmetlere tahsis
edilmesidir.
Osmanlılardaki toprak vakıfları da üç kısma ayrılmıştır:
Birincisi; sahiplerinin mülkü olan öşürlü ve haraçlı toprakların
vakfedilmesiyle meydana gelen toprak vakıflarıdır. Bunlar, mülkiyeti
devlet tarafından satılmış veya imar ve ihya maksadıyla kolonizatör
Türk dervişlerine ve zaviye sahiplerine mülk olarak terk edilen boş
toprakların vakıf hâline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toprakları
vakıf sahiplerinin kendileri veya adamları işlemektedir. Kiraya verildiği
takdirde vakıf idarecisi toprağı işleyen köylülerden sadece toprak
kirası isteyebilmekte bunun dışında onlar üzerinde idarî ve inzibatî
salâhiyetleri ve resmî sıfatları bulunmamaktadır.
İkincisi;
malikâne-divanî
sistemine
bağlı
toprakların
vakfedilmesi hâlinde, vakfedilen şey, topraktan ve toprak üzerinde
yaşayan köylülerden alınan her türlü vergiler olmayıp, sadece
toprağın kuru bir mülkiyet hakkıdır. Bu mülkiyet hakkına malikâne
hissesi denilmekte olup, umumiyetle mahsulün beşte biri, yedide biri
veya onda biri olarak kabul edilmektedir. Vakfedilen bu haktır.
Üçüncü kısmı ise; bilcümle hukuk-ı şer'iye ve rüsum-ı örfiyesiyle ve
serbestiyât üzere vakfedilen topraklardır.
Burada söz konusu edilen vakıflardan birinci ve ikincisi vakf-ı sahih,
üçüncüsü ise vakf-ı irsâdîdir.
367
Osmanlılarda, önceleri padişah ve Harameyn vakıfları için
teşkilâtlı nezaretler kurulmuş, 1839'da kurulan ve taşrada
teşkilâtlandırılan Evkaf-ı Hümayun Nezareti, imparatorluktaki bütün
vakıfları merkezî bir idareye kavuşturmuştur.
KONUŞMA
VAKIF VE ÖNEMİ
Tarihe
baktığımız
zaman
atalarımızın
sayısız
hayır
müesseseleri kurmuş olduklarını görürüz. Camiler, medreseler,
dârüşşafakalar,
yetimhaneler,
güçsüzleri
koruma
yurtları,
kervansaraylar, tersaneler, yollar, köprüler, hanlar, hamamlar, aş
evleri gibi vakıf ve hayır kurumları hep Allah inancı ve ibadet amacıyla
yapmışlardır.
Atalarımız bu hayırlı işleri yapmakla kalmamış, onları ayakta
tutacak, devamlarını sağlayacak, harap olup yıkılmalarını önleyecek
tedbirleri de almışlardır. Bu suretle muazzam bir evkaf müessesesi
doğmuştur.
Vakıflar, Hz. Muhammet (SAV) ve ashabı kiram’ın fiilleriyle
vücut bulmuş, hayır kurumları olarak başlamış atalarımızın bu manevi
mirasa sahip çıkmalarıyla da günümüze kadar uzanmış gelmiştir.
Yukarda saydığımız hayır kurumları oldukça yaygın olup,
insanlar bu hayır kurumlarından bedava yararlanırlardı. Köylerde köy
odaları, evlerde hariciye adı verilen misafir odaları bulunurdu.
Atalarımız, dedelerimiz bir yolcu, bir fakir veya bir yabancı bulup
sofrasına oturtmak için can atardı.
Ne yazık ki bu gün üst katta oturan alt kattakini tanımayacak
şekilde kalabalıklar içinde yalnız yaşamaktayız.
ATATÜRK’ÜN 1 MART 1922’DE T.B.M.M. AÇILIŞINDA
YAPTIĞI KONUŞMA METNİ
“Vakıflarla ilgili konulara gelince, bilinmektedir ki, Vakıflar;
memleketimizin mühim bir servetini teşkil eder. Bu servetten millet
ve memleketin gerektiği şekilde istifade edebilmesi için Şer’iyye
vekâletiyle beraber bütün Bakanlar Kurulunun ve hatta Yüce Meclisin
bu hususu ehemmiyetle tetkik ile bu büyük müessesenin haraplıktan
korunmasına ve faydalı bir hale konulmasını temenni eylerim.
Efendiler!
368
Vakıfların var oluş esprisi göz önüne alınınca bunun dini
müesseselerle beraber hizmet ve sosyal dayanışmayı hedeflediğimiz
ortaya çıkar.
Vakıfların
imarethaneler,
Bimarhaneler,
hastaneler,
kütüphaneler, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, mektepler,
medreseler ve diğer irfan müesseselerini kapsamış olması vakıflara ait
konuların çözümünde uyulması zorunlu olan esasları göstermektedir.
Kaynak: T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını
Kasım 2000/ANKARA
FATİH SULTAN MEHMET’İN
SAĞLIK VAKFI İLE İLGİLİ VASİYETNAMESİ
Ben ki; İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmet bizatihi
alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un
taşlık mevkiinde kâin ve malumu’l-hudut olan 136 bap dükkânımı
aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim.
Şöyle ki;
Bu gayri menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un
her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap
içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli
saatlerinde bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin,
tükürükleri üzerine üzerine bu tozu dökerler ki; yevmiye yirmişer
akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve
nasbeyledim.
Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkarlar, bilaistisna
her kapuyu vuralar. Ve o evde hasta olup olmadığını sorarlar. Var ise
şifası ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir
karşılık beklemeksizin darülacezeye kaldırılarak orada salah
bulduralar.
Maazallah her hangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir.
Böyle bir hal karşılığında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba
verile. Bunlar ki; hayvanatı vahşiyenin yumurtada veya yavruda
olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki, münhar hastalarımızı
gıdasız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde bina ve inşaa eylediğim imarethanede şehit
ve şühedanın harimleri ve medine’i İstanbul fukarası yemek yiyeler.
Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendileri gelmeyip,
yemekleri güneşin loş bir karanlığında kimse görmeden kapalı kaplar
içerisinde evlerine götürüler.
369
ŞİİRLER
MİLLİ EĞİTİM VAKFI
Bir umut belirdi uzaklardan,
Bir güneş gibi parıldayan,
Açtı kollarını biz çocuklara,
Okumak isteyen biz yarınlara
Milli Eğitim Vakfıydı bu güneşin adı.
Yetiştirdi bağrında sayısız fidanları,
Her bir fidan büyüdü sevgiyle ve bilgiyle,
Vatanın dört bir yanı geleceğe aydınlandı.
Bu değerli varlığın bilmeliyiz kıymetini,
Öğrencisi, öğretmeni birlikte elele,
Yüceltmeliyiz bu eğitim seferberliğini
Herkese duyuralım kalbimizdeki meşaleyi.
Cihangir ACU
VAKIFLAR
Yardımlaşmak insanlığın özüdür,
Bir emirdir, hem peygamber sözüdür,
Yardım etsen gülen fakir yüzüdür,
Fakire kucaktır, evdir VAKIFLAR.
Tarihe bak, nice ferman görürsün.
Çevrene bak, yüce hanlar görürsün.
Konya’ya bak, Mevlana’yı görürsün.
Bir tarihtir, bir kültürdür VAKIFLAR.
Biz insanız hastalanır, ölürüz.
Bazen işsiz, bazen aşsız kalırız.
Bir köşeden yardım eli ararız.
Düşküne uzanan eldir VAKIFLAR.
Okullar açılır, yurtlar açılır.
Okuyacak kimsesizler seçilir.
Kazan kaynatılır, çorba içilir.
Aştır, iştir, dosttur bize VAKIFLAR.
Fakire, yoksula açar kucağını,
Zengin, bu da senin tüten ocağına,
Güzel yurdumuzun dört bir bucağına,
Sancak sancak tutsun VAKIFLAR.
370
Okullara sınıf açar, yer açar,
Hastalara bölüm açar, ev açar,
Hayvanlara barınacak yer açar,
Bir ocaktır, bir yuvadır VAKIFLAR.
Öğrenciye yemek verir, burs verir,
Yardım eder, gerekirse kurs verir.
İlim verir, irfan verir ders verir,
Çok iş yapar, çok çalışır VAKIFLAR.
Aş evleri, iş evleri açılsın,
Gönüllere bir ferahlık saçılsın.
Kanat çırpıp semalara uçulsun.
Yakıt olur, kanat olur VAKIFLAR.
Anlatmak çok zordur vakfın özünü,
Mevlana söndürmesin vakfın közünü,
Ak eylesin o cihanda yüzünü,
Hayır için bir kapıdır VAKIFLAR.
GÜZEL SÖZLER

VAKIFLAR; en güzel bir sosyal hizmet tesisidir.

Vakfa saygı, tarihe saygıdır.

VAKIF; iman, sevgi ve manevi olgunluğun mahsulüdür.

VAKIF; sevgi sembolü, insanlık dolu bir fazilet yoludur.
 Vakfa hizmet; halka hizmet, halka hizmet ise; Hakka
hizmettir.

VAKIF; diriye şefkat, ölüye rahmet vesilesidir.
 İyiliklerin en güzeli ve en mükemmeli, sadakayı cariye olan
vakıftır.
 VAKIFLAR; varlıklarını
edenlerin eserleridir.
vatan
ve
milletine

Vakfa hizmet kültür ve sanata hizmettir.

Vakıflar; geçmişe saygı, geleceğe teminattır.
armağan
371
ENGELLİLER HAFTASI
(10–16 Mayıs)
AÇIKLAMA
Sakatlık insanlığın ortak sorunudur. Bu yüzden Engelliler
Haftası yalnız ülkemizde değil Birleşmiş Milletlere üye 156 ülkede aynı
zamanda değerlendirilir.
Engelliler Haftası boyunca; sakatlık sorunu, sakatlığın
önlenmesi ve Engellilerin eğitimi konusu üstünde durulur. Radyo ve
televizyonda konu ile ilgili programlar yayınlanır. Okullarda her gün
ayrı bir sakatlık konusu işlenir. Engellileri Koruma Millî Koordinasyonu
Kurulu
haftanın
değerlendirilmesi
için
aşağıdaki
programın
uygulanmasını kararlaştırmıştır.
10 Mayıs - Engelliler Haftasının Açılışı
11 Mayıs - Görme Engelliler Günü
12 Mayıs - İşitme ve Konuşma Engellileri Günü
13 Mayıs - Ortopedik Engelliler Günü
14 Mayıs - Zekâ ve Ruhsal Özürlüler Günü
15 Mayıs - Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar
Günü
16 Mayıs - Engelliler Haftasına Genel Bakış
SAKATLIĞIN BELLİ BAŞLI NEDENLERİ
Engellilerle, sakatlıklarla ilgili çeşitli sorunlar vardır. Sakatlığı
doğuran nedenler, Engellilerin eğitimi bunların başlıcalarıdır.
Sakatlıklar akraba evliliği, gebelik öncesi tedbirsizlik, aşıların
zamanında
yapılmaması,
kazalar
gibi
nedenlerden
kaynaklanmaktadır.
AKRABA EVLİLİĞİ
Doğuştan sakatlıkların önemli bir bölümü akraba evliliklerinden
ortaya çıkar. Yakın akrabaların teyze, hala, amca, dayı çocuklarının
evliliği sonunda çok sayıda kör, sağır, dilsiz ve geri zekalı çocuk
doğmaktadır.
Ankara ilinde yapılan bir araştırma sonucunda 100 sakat çocuktan
30'unun yakın akraba evliliğinden doğan çocuklar
olduğu
görülmüştür.
372
GEBELİK ÖNCESİ TEDBİRSİZLİKLER
Bebek bekleyen annelerin sık sık röntgen filmi çektirmesi,
doktora gitmeden ilaç alması çok sık sigara ve alkollü içki içmesi
doğan çocuğun sakat olmasına neden olur.
AŞILARIN ZAMANINDA YAPILMAMASI
Doğumdan sonraki ilk yılda verem, çocuk felci aşılarının zamanında
yaptırılması gerekir. Aşılar zamanında yaptırılmazsa türlü sakatlıklar
ortaya çıkar. Trahom, çocuk felci, romatizma, kalp ve damar
hastalıklarının koruyucu, iyileştirici ilaç ve aşıları vardır. Bu aşı ve
ilaçların doktor denetiminde verilmesine özen gösterilmelidir.
KAZALAR
İş kazaları, tarım kazaları, trafik kazaları, yangınlar, ateşli
silahlar belli başlı sakatlık nedenleridir. Trafik kurallarına uyulmama
sonucu her yıl ülkemizde çok sayıda trafik kazaları oluyor. Bu
kazalarda çok sayıda yurttaşımız ölüyor. Yukarda sayılan her tür
kazadan korunmak ve sakat kalmamak için dikkatli olalım. Kurallara
uyalım. Uymayanları uyaralım.
ENGELLİLERİN İYİLEŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ
Engellilerin iyileştirilmesi: Sakatlık yapan hastalık ve
kazalardan sonra hemen önlem alınmalıdır. Özellikle trafik kazalarında
ilk yardım çok önemlidir. Kazalardaki ölümlerin yarıdan çoğu ilk yarım
saat içinde olur. Kaza sonrası hiç zaman geçirmeden yaralıyı en yakın
hastaneye ya da doktora ulaştırmalıdır. Hastanelerde Acil Yardım
Servisleri vardır. Bu bölümde günün her saatinde doktor bulunur.
Kazaya uğrayanlara ilk tedavileri burada yapılır.
ENGELLİLERİN EĞİTİMİ
Engellilerin eğitimi denilince daha çok özürlü (Engelli) çocuklar
akla gelir. Yurdumuzda; görmeyen, işitmeyen, hareket edemeyen,
zihinsel, ruhsal dengesi bozuk 4.500.000 yurttaşımız var. Bu sayının
1.400.000 kadarı çocuktur. Sakat çocuklarımızdan; görmeyenler için
7, işitmeyenler için 21, ortopedik özürlüler için l okul açılmıştır.
Zihinsel ve ruhsal özürlüler ise belirli okullarda özel dershanelerde
öğrenim görmektedir. Engelliler da yaşamlarını sürdürmek için
çalışmak ve gelir sağlamak zorundadır. Çalışmak, severek çalışmak
yaşamı güzelleştirir, insanı mutlu eder.
Engellilere acımak, onlara bakarak duygulanmak soruna
çözüm getirmez. Engellilerin de yapabileceği işler vardır. Engellilere
çalışabilecekleri alanlarda iş vermek gerekir. Yasalarımız her yüz işçi
çalıştıran işyerinin iki sakat işçi çalıştırması zorunluluğunu getirmiştir.
373
Bütün ülkelerde olduğu gibi yurdumuzda da Engelliler korunur.
Örneğin ülkemizde çalışan Engelliler gelir vergisini indirimli öderler.
Hareketlerini kolaylaştırmak için yurt dışından getirilen araç ve
gereçlere gümrük vergisi ödemezler. Çalışan Engelliler isterlerse
erken emekli olabilirler.
Okulda, sokakta gördüğümüz Engellilerle alay etmeyelim,
gülmeyelim. Hiç bir sakatlığın isteyerek olmadığını bilelim. Engellilere
yolda, geçitlerde, taşıt araçlarında yardımcı olalım. Onları üzmemeye,
kırmamaya özen gösterelim.
KONUŞMA
Sevgili Arkadaşlar!
10 ile 16 Mayıs günleri arası Engelliler Haftasıdır. Bu hafta
boyunca Engellilerin sorunları tartışılır. Sakatlığa sebep olan etkenler
açıklanır ve bu etkenlerin ortadan kaldırılması için çareler araştırılır.
Engellilerin eğitilebilmeleri ve iş sahibi olabilmeleri için gerekli şartlar
oluşturulmaya çalışılır.
Engelliler Haftası boyunca, her gün ayrı bir sakatlık konusu
işlenir. 10 Mayıs günü Engelliler Haftası’nın açılışı yapılır. 11 Mayıs
Görmeyenler Günü, 12 Mayıs İşitme ve Konuşma Engellileri Günü, 13
Mayıs Ortopedik Özürlüler Günü, 14 Mayıs Zekâ ve Ruhsal Özürlüler
Günü, 15 Mayıs Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Günü
olarak değerlendirilir. 16 Mayıs günü ise Engelliler Haftası’nın genel
değerlendirmesi yapılır.
Akraba evliliği, gebelik öncesi tedbirsizlikler, aşıların
zamanında
yapılmaması
ve
kazalar,
sakatlığın
en
önemli
sebeplerindendir. Engellilerin da, hayatlarını sürdürebilmeleri için,
çalışmaları ve gelir sağlamaları gerekir. Engellilere acıyarak, ya da
onlara bakıp duygulanarak sorunlarını çözemeyiz. Onların da
yapabileceği işler vardır. Engellilerin iş sahibi olmalarına yardımcı
olmak zorundayız. Kanunlarımız, işyerlerinde çalışan her yüz işçiden
ikisinin sakat işçi olmasını zorunlu kılmıştır.
Gördüğümüz Engellilerle alay etmeyelim ve gülmeyelim. Bir
gün bizim de sakat kalabileceğimizi aklımızdan çıkarmadan, onlara
yardımcı olalım.
Hepinize kazasız ve sağlıklı günler, mutlu bir ömür diliyorum.
374
ÖYKÜ
TOPAL
Anadan doğma sakattı. Bir bacağı, ötekinden biraz kısa olduğu
için yürümeğe başlamasıyla, öteki insanlar gibi yürüyemediğini ve
aksadığını hemen fark etmişti.
Babası, onu göstermedik doktor bırakmamıştı. Fakat hiç çare
bulamamıştı. Bacağın biri, doğuştan kısaydı. Bunun çaresini bulmağa,
henüz insan bilgisi yetmiyordu.
Doktorlar: Hem o kadar önemli de değil, diyorlardı. «Ayağın
biraz aksaması, büyük bir eksiklik değildir.»
Ama o öyle düşünmüyordu. Öbür çocuklardan ayrı, başka bir
şey olduğunu ve kendisi gibi çocuklara pek az, adeta binde bir
rastlanabileceğini görüyordu. Onu kim görse, ilk önce aksayan
bacağına bakıyor değil miydi?
Okul yaşı geldiği zaman hüngür hüngür ağladı. Bu çocuk,
ötekiler gitmeğe can atarken okulu istemiyordu. Başka sağlam
çocuklarla bir araya gelmekten ödü patlıyordu. Diretti. Okula gitmek
istemiyordu. Kendisine öğretmen tutsunlardı. Evde öğrenecek, sonra
ilkokul imtihanını verecekti.. Ana baba, üzüntüsünden hastalanmasın
diye isteğini yerine getirmek zorunda kaldılar.
O da sözünde durdu. Özel ders alıp okudu. Sonra yaşı gelince
ilkokul bitirme imtihanlarına girip diplomasını aldı...
Fakat daha fazla okuması lazımdı. Ortaokulu da evde
tamamlayamazdı kesinlikle okula gitmesi gerekiyordu. O önce yine
istemedi. Fakat babası bu sefer artık ona kulak asmadı.
Tekin'i böylece ortaokula yazdırdılar. Yazdırırken, okul
arkadaşlarının ona ne kadar eziyet edeceklerim hiç düşünmemişlerdi.
Hâlbuki zavallı çocuk, daha okula gittiği ilk gün, arkadaşları ona adını
bile sormadılar. Her gören:
— Topal! Diyordu.
Ve Tekin böylece daha ilk günden, çok utandığı kusuru yüzüne
vurula vurula karşılandı.
«Aaa!..Topal!..» En çok korktuğu söz buydu.. Ne tuhaf, daha
«Günaydın! Sen kimsin?» demeden onu bu sözle karşılamışlardı :
Topal!.. Ve o günden sonra hep öyle gitti : «Topal aşağı, topal
yukarı!. Topal şöyle dedi, topal şunu yaptı!..» Hep böyle.. Çaresiz
Tekin kendi kendine bile söylemekten çekindiği bu korkunç sözle
çağırılmaktan o kadar utanıyor, öyle sıkılıyordu ki daha ilk günden,
okulda kimse ile arkadaş olamayacağını anladı. Hem zaten okula niçin
gidiyordu? Okuyup öğrenmek için değil mi? Mademki kendisini
375
aşağılık görüyor, kendisiyle alay ediyor ve adını bile sormayarak
kendisine topal diyorlardı o halde o da kimse ile arkadaş olmayacak,
kendisini tamamen derslerine verecekti...
Tekin, değil öteki derslerde jimnastik dersinde bile kısa
zamanda arkadaşlarını geride bıraktı. Hem ne geride bırakış?
Yılsonu geldi karneler dağıtılırken Müdür, Tekinin sınıfını şu
sözlerle alkışladı:
— Hepiniz iyi çalışmışsınız. Fakat aranızda bir arkadaşınız var
ki onu övmeden edemeyeceğim. Bu çocuk bir yıldız, nasıl diyeyim?
Çalışkan çok başarılı biri
Bütün sınıfın gözleri, bir anda Tekine döndü. Öğretmen bir göz
işareti yaparak Tekin'i ileri çağırdı. Müdür Tekinin elini sıktıktan sonra:
— Seni kutlarım oğlum! dedi. Söyle bakayım bana, senin adın
ne? Tekin sınıf arkadaşlarını acı bir gülümsemeyle süzdü ve onlara bir
ders, önemli bir ahlak dersi vermek isteyerek, gür bir sesle şu cevabı
verdi:
—Topal!..
O güne kadar Tekin'e «Topal» diyen arkadaşları bir suçlu gibi
yere baktılar. Bu olaydan sonra arkadaşları O'nu hep Tekin diye
çağırdılar.
F. Canan CEM
YAVRUTÜRK Dergisi'nden
ÖYKÜ
FEDAKÂR KADIN
Bir zamanlar, şiddetli bir kış sonucunda, kentin yakınındaki göl
buz tutmuş. Halk, donmuş gölün üzerinde büyük bir eğlence
düzenlemeye karar vermiş.
Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes şehri terk edip gölün üzerinde
toplanmışlar. Biri kızağa biniyor, birisi kayak kayıyor, kurulan
çadırlardan coşkun bir müzik ve kahkahalar yükseliyormuş. Gençler
sevinçle sıçrayıp oynuyor, yaşlılar da bu eğlenceli manzarayı
seyrediyormuş.
Şehirde ise, sadece yaşlı ve fakir bir kadıncağız kalmış. Hasta
olduğu için devamlı yatakta yatıyor, ayaklarını kullanamıyormuş.
Evinin penceresinden, buz tutmuş gölü ve oyun oynayan neşeli
insanları seyrediyormuş. Akşama doğru ufka bakarken küçücük beyaz
bir bulutun belirdiğini görüp, müthiş bir korkuya kapılmış. Yeni
evlendiği günleri hatırlamış birden. Eşiyle gölün üzerinde gezerlerken,
yine böyle bir bulut görmüş, çok geçmeden de korkunç bir fırtına ile
376
birlikte buzlar kırılmış. Kötürüm kalması da ondanmış. Ne yazık ki
kocasını da o kazada kaybetmiş.
Yaşlı kadın; “Yine öyle olacak!” diye düşünmüş. Alabildiğine
bağırmaya başlamış, ama sesini kimse duymuyormuş. Bulut gittikçe
büyüyüp kararıyor, kadın ise çaresiz bir şekilde kendi kendine
konuşuyormuş; “Fırtınanın çıkmasına az bir zaman kaldı.” Diyormuş.
“Fırtına ile birlikte oluşacak dalgalar buzları kırıp, herkesi suya
gömecek....”
Bütün gücünü toplayan kadın, elleri üzerinde sürünerek
yataktan yere inmeyi başarmış. Sobadan çıkardığı bir parça ateşle
yatağını tutuşturmuş. Sonra da sürüne sürüne, güç bela evden dışarı
çıkmış.
Küçücük evi bir anda alevler sarınca, buzun üzerinde
oynayanlar evin kime ait olduğunu hemen anlamışlar. Sakat kadını
kurtarmak için herkes koşuşturmaya başlamış. Bu arada göğü siyah
bulutlar tamamen kaplayıp, rüzgâr çıkmış. Buz çatlayıp, sallanmaya
başlamış. Yaşlı kadını kurtarmak için, en son kişi de sahile varınca,
gökyüzü yırtılır gibi olmuş. Fırtına ile birlikte dev dalgalar gölü
örtmüş, buzlar kırılmış. Ama hiç kimseye bir şey olmamış.
Hasta ve sakat kadın, bütün varını yoğunu ateşe vererek, şehir
halkını kaçınılmaz bir ölümden böylece kurtarmış.
ŞİİRLER
HAYAT HERKESE GÜZEL
Gücünüz yerindeyse,
Sağlıklıysa başınız,
Bir sakat görürseniz,
Sevgiyle yaklaşınız.
İnan kimse istemez,
Eksik olsun bir yeri.
Sağlamsan yavrum şükret,
Değerlendir günleri.
Özürlü kardeşlerim,
Asla üzülmeyiniz.
Hayat herkese güzel,
Bizlerse sizinleyiz.
Mehmet ŞAHİN
377
KÖR İLE KÖTÜRÜM
— Bak arkadaş, ne ben sağlam
Bir adamım... — Ne ben tamam
Bir insanım. — Ben kötürüm,
— Ben de körüm;
Hem anadan doğma körüm,
Ben düşündüm ki ikimiz
Tam bir insan olmak için
Her şeye malikiz: Senin
Kuvvetli bacakların var.
Benim gözlerim de bakar.
Ben senin gözün olurum.
Gecen, gündüzün olurum.
— Ben de sana bacak, ayak
—Öyleyse hiç düşünme, kalk!
Senin için
Ben bakarım ve görürüm
— Ben de seni istediğin
Yere alır, götürürüm.
Böyle işte;
İki mihnet birleşince
Bir teselli hâsıl olur,
Mihnetliler de kurtulur.
Tevfik FİKRET
GÜZEL SÖZLER
378

Sakatlık bir kusur değildir.

Engelliler yardıma değil, şefkate muhtaçtır.

Engellilere saygı, onlara yaşama sevinci verir.
HAVA ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ
( 15 Mayıs )
AÇIKLAMA
İnsanlar çok eskiden beri havacılığa ilgi duymuşlar, uçmayı
amaçlamışlardır. İlk uçak yapım çalışmalarını Roger Bacon başlattı.
Sonra Leonardo da Vinci bugünkü uçağın ilkel biçimini hazırladı.
Clement Ader 1890 yılında buharla çalışan ilk hava aracını yaptı.
Wright kardeşlerin 1913 yılında yaptıkları uçakla uçmalarından sonra;
uçaklar savaşta kullanılmaya başlandı.
Tarihte ilk uçak saldırısı 1911 yılında Trablusgarp’ta İtalyanlar
tarafından Türklere karşı yapıldı. Bu savaşta uçaklardan biri,
askerlerimizin ateş etmesi sonucu düşürüldü.
Havacılığın ilerlemesi ile birlikte uçak kullanmak ve yönetmek
bir meslek halini aldı. Hava taşıtını kullananlara pilot denir.
İlk Türk pilotları Fransa ve İngiltere’de öğrenim gören Hüseyin,
Münif öğretmen, Sadi Fuat, Fazıl, Fethi, Sadık ve Nuri Beylerdir.
Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılında Fethi Bey
görevli olarak uçağı ile Mısır'a doğru yola çıktı. Uçak Arap
Yarımadasında Tabariye Gölü yakınında düştü. Fethi Bey şehit oldu.
Arkadaşlarından haber alamayan Sadık ve Nuri Beyler onu aramak
için Arabistan'a giderken Toroslar üzerinde uçaktan düştü. Onlar da
şehit oldu.
İlk savaş pilotlarımızdan Binbaşı Fazıl Bey Birinci Dünya
Savaşı'nın son günlerinde İstanbul üzerinde beş İngiliz uçağı ile tek
başına savaştı. Düşman uçaklarından birini düşürdü. Kurtuluş Savaşı
başlayınca Anadolu'ya geçti. Savaş boyunca uçak bölük komutanı
olarak görev yaptı.
27 Ocak 1923 günü Fazıl Bey'in uçağının motoru bozuldu.
Dönüşe dayanamayan uçak düştü. Fazıl Bey şehit oldu.
1964 yılında Kıbrıs Harekâtında pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de
şehit düştü.
Hava şehitlerimiz yurdumuz uğruna şehit düşmüşlerdir.
Yurdumuz; üzerinde yaşadığımız topraklardan ülkemizi çevreleyen
deniz kıyılarından ve bunlar üstündeki gökyüzünden oluşur.
Çağımızda savaşlar çoğu zaman göklerde başlıyor. Zaferler
göklerde kazanılıyor. Bunun için Atatürk havacılığın gelişmesine önem
verdi. Gençleri havacılığa özendirmek için 1925 yılında Türk Hava
Kurumu'nun kurulmasını istedi. Türk Hava Kurumu yurttaşların
yardımı ile günden güne gelişmektedir.
379
Hava şehitlerimizin anılarını yaşatmak için İstanbul’da Fatih
Parkında ve yurdumuzun çeşitli kentlerinde anıtlar yapıldı. Her yıl bu
anıtlar önünde düzenlenen törenlerle Hava Şehitlerimiz anılır. Anma
törenlerinde havacılığın önemi anlatılır. Şiirler okunur. Uçaklar gösteri
uçuşları yaparlar.
İLK HAVA ŞEHİDİMİZ
Türk havacıları bugüne kadar birçok şehit vermiştir. Şimdi
bunlardan birinin nasıl şehit düştüğünü öğreneceksiniz.
İlk havacılarımızdan olan Binbaşı Fazıl Bey, son derece
yurtsever, olağan üstü cesur, mesleğine açık ve bilgili bir havacıydı.
Birinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde İstanbul üzerine gelen beş
İngiliz uçağı ile tek başına savaşması onu milli kahraman yapmıştı.
Fazıl Bey bu saldırıda bir düşman uçağını hasara uğratmış, kendi
uçağı da ağır şekilde yaralanmıştı. Buna rağmen, benzini tükenen
uçağını alana indirmeyi başarmıştı. Kurtuluş Savaşı başında o da
birçok arkadaşı ile Anadolu'ya kaçmış, savaş boyunca Uçak Bölüğü
komutanı olarak hizmet görmüş, 5 Eylül 1922 günü de binbaşılığa
yükselmişti.
27 Ocak 1923 günü idi. Binbaşı Fazıl, öğrencisi Deniz
Astsubayı Emin ile havalanmıştı. Motor üst üste arıza yaptı. Binbaşı
Fazıl alana inmek için dönmek istedi. Fakat hızı azalan ve yerden
sadece 35 metre yükseklikte olan uçak bu dönüşe dayanamadı, yere
çakıldı. Öğrenci Astsubay Emin hemen şehit oldu. Beyin kanaması
geçiren Binbaşı Fazıl da, hastaneye kaldırıldıktan altı saat sonra
hayata gözlerini yumdu.
Binbaşı Fazıl'ın şehit düştüğü gün, yani 27 Ocak, Hava
Şehitlerini Anma Günü olarak kabul edildi. Bu anma günü yıllarca
devam ettikten sonra. Ocak ayında havaların genellikle kötü olması,
bu yüzden törenlere gerektiği kadar kalabalığın katılmaması göz
önünde bulundurularak Hava Şehitlerini Anma Günü 15 Mayısa alındı.
Artık her 15 Mayıs günü, yurt için görevlerini başarma uğrunda
canlarını esirgemeyen havacılarımızı saygı ile anıyoruz. Türk Hava
Kuvvetlerinde görev almış olanlara sağlık ve başarılar diliyoruz.
Doğan Kardeş Dergisi'nden
380
ŞİİRLER
HAVA ŞEHİTLERİ
Kartal bile uçmadı göklerde böyle hızla,
Buluttan geçtiniz, yıldızları aştınız.
Kurtardınız bu yurdu çelik kanadınızla,
Dar görerek yerleri göklerde savaştınız.
Ay yıldızın her zaman dolaşırken göklerde,
Size durmak düşmezdi kanat varken bu yerde.
Bir ejderdi gökler ki aşılmaz yedi katlı,
Onu bile geçtiniz kuşlar gibi kanatlı...
Fakat bazen düştünüz, kırıldı kanadınız,
Tarihlere yazılı unutulmaz adınız.
Bu yurt için yükselip, bu yurt için öldünüz.
Siz toprağa düşmeden kalplere gömüldünüz.
İ. Hakkı SUNAT
HAVA ŞEHİTLERİNE
Yurt nöbeti göklerdedir,
Göğe sınır çizilmesin.
Kartallara durak olmaz,
Bir kez yola dizilmesin.
Yeniçağın gerçeği bu:
Göktekiler korur yurdu.
Yiğit yazar ordu ordu,
Paraşütler çözülmesin.
Gök de artık bir vatandır.
Yurt uğruna konan candır,
Havacıya adı şandır,
Başka destan yazılmasın.
Filo filo kutsal, iri,
Bazen uçar, dönmez geri.
Gök kubbedir türbeler,
Yere mezar kazılmasın.
Hüseyin KALABA
381
HAVA YOLCUSUNA
Emelin ölçüsüz, cesaretin çok,
Sanki boşluklara atılmış bir ok,
Yolunda dağların karanlığı yok,
Bulutlar başının üstünde değil.
Motor gürültüsü olalı şarkın,
Ne can düşüncesi, ne evin barkın
Bayağı kartaldan odur ki farkın,
Yuvan dağ başının üstünde değil.
Bir bıçak sırtıdır ölümle aran,
Toprağa düşmeden dağıl, parçalan.
O ki, her ölünün ardında kalan
Bir mezar taşının üstünde değil.
Kemalettin KAMU
HAVACILAR MARŞI
Türk anası rüzgârla,
At üstünde barışmış.
Onunla havalanıp
Bulutlara karışmış.
Denizde gemileri,
Nice kasırga yenmiş.
Yeryüzünün en ünlü,
Denizcisi Türklermiş.
Kuş gibi kanat gerdik,
Biz de şimdi göklere.
Ovalar meydan oldu,
Nehirler birer dere.
Bu yalçın sınırıma,
Kartallar imreniyor.
Türkoğlu havada da,
Eşsiz kaldı deniyor.
Rakım ÇALAPALA
382
HAVA ŞEHİTLERİNE
Dün nasıl vücudumuz,
Uçuyorsa göklerde.
Bugün de ruhlarımız,
Yaşıyor aynı yerde.
Toroslar’ı ilk aşan
Göklerden sizlerdiniz.
Ülkü peşinde koşan,
Kahraman erlerdiniz.
Rahatça uyuyunuz,
Sizleri unutmadık.
Sesimizi duyunuz,
Sizleri unutmadık.
Göklerde tunç kanatlar,
Yurda kanat geriyor.
Ay yıldızlı bayrağım,
Bulutları deliyor.
Ali SAĞTÜRK
383
MÜZELER HAFTASI
(18–24 Mayıs)
AÇIKLAMA
18–24 Mayıs tarihleri arasında Müzeler haftasını kutlarız. Bu
haftanın amacı; öğrencilere müzelerimizi ve müzelerdeki tarihî
eserleri tanıtmak, kültür varlıklarımızın korunması gerektiğini
kavratmak, tarihi bilgisini zenginleştirmektir. Müzeler haftası boyunca
okullarda konu ile ilgili konuşmalar yapılmalı; fotoğraf, afiş, döviz ve
gazete haberlerinden yararlanarak müze ve müzeciliğe dikkat
çekilmelidir. Ayrıca, varsa yakın çevredeki müzeleri gezmelidir. Okul
müzesi kurma, geliştirme çalışmalarına hız vermelidir.
Müze; eskiden kalma değerli eşyaların, sanat veya bilimle ilgili
eserlerin saklanıp korunduğu yerdir. Müzelerin kurulmasındaki amaç;
değer verilen, önemli bulunan eser ve eşyaların geniş halk kitlesine
tanıtılması ve bunların bozulmayacak biçimde saklanmasıdır. Ayrıca
belli konularda araştırma, inceleme yapmak isteyen kişilere yardımcı
olmaktır.
Yurdumuzun toprakları üzerinde birçok uygarlıkların izi vardır.
Geçmiş uygarlıklara ait eserlerin bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştır.
Bunların çoğu ise müzelerimizde sergilenmektedir. Tarihimizi en iyi
şekilde tanımak için müzelerden yararlanmak durumundayız.
Kitaplardan okuduklarımızı, müzelerde gördüklerimizle pekiştirirsek,
kolay unutmayız.
Müze deyince aklımıza yalnız resim, eşya heykel gibi eserlerin
sergilendiği yer gelmemelidir. Bazı müzeler, yalnızca bir konu ile ilgili
eserleri toplar ve sergiler. İstanbul’daki Sağlık Müzesi, sağlıkla ilgili
çalışmaları sergiler. Müzik müzelerinde çalgılar, eski notalar, ünlü
besteciler ve bestelere ait eşyalar, belgeler yer alır. Aynı şekilde
tiyatro, sinema, tarih, tabiat müzeleri, adlarından da anlaşılabileceği
gibi bir konu ile ilgili serileri toplar, korur ve sergilerler. Bazı eski
yapılar ise (İstanbul'daki Ayasofya Müzesi gibi) sadece kendileri
sergilerler. Yani bunlarda müze yapının kendisidir. Bazı müzeler, ünlü
kişilerin eşyalarını, eserlerini, kişiye ait önemli belgeleri sergiler. Müze
olarak da o ünlü kişinin doğduğu veya yaşadığı ev seçilir.
İstanbul'daki Atatürk Müzesi, Sait Faik Müzesi bu tür müzeler
arasındadır.
Müzecilik çalışmaları, gerçek anlamıyla Avrupa'da Rönesans’tan
sonra başladı. Yurdumuzda ise müzeciliğin tarihi oldukça yeni sayılır.
1850'li yıllarda başlayan ilk çalışmalar, daha sonra Osman Hamdi Bey
zamanında hız kazanmıştır.
384
Osman Hamdi Bey (1842–1910), müzeciliğimizin gerçek
kurucusudur. Avrupa'da eğitim gördükten sonra yurda döndü. İlk
müzelerimizi kurdu. Tarihî eserlerin yurt dışına kaçırılmaması için
büyük gayret gösterdi. Müzelerimiz, onun attığı temeller üzerinde
gelişip zenginleşti.
Yurdumuzdaki müzelerin birçoğu devlet müzesi olarak faaliyet
gösterir. Bu müzeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlıdır. Bugün
illerimizin pek çoğunda tarihî buluntuların ve yöreye ait eserlerin
sergilendiği müzeler vardır.
MÜZELERİMİZ
Aşağıda okuyacağınız yazıda
müzeciliğimizin dünü ve bugünü
özet olarak değerlendiriliyor.
Yüzyıldan fazla bir geçmişi olan Türk müzeciliği ilk zamanlar
yalnız İstanbul’da ve belirli bir kesime seslenirken sonradan yurt
düzeyine yayılmıştır. Bugün çağdaş batılı müzelerle boy ölçüşecek
düzeye erişmiştir. Uzun bir süre camilerde, medreselerde, yıkık
binalarda çeşitli zorluklarla müzeciliğimizi sürdüren Anadolu'nun
müzecilerine bugün çok şey borçlu olduğumuzu belirtmeliyiz.
Eski ve yıpranmış müzelerimizin yerine kültür birikiminin
zengin olduğu il ve ilçelerde yapılan yeni modern müzelerimiz o kadar
çoğalmıştır ki ülkemizi ziyaret eden yabancı turistler bile bu gelişmeyi
şaşkınlıkla karşılamaktadırlar. Bu çoğalma Türkiye'de turizmin
gelişmesine bağlanabilir ya da kalkınma harekelerinin normal sonucu
olarak kabul edilebilir.
Devletin bunca katkı ve ilgisine rağmen halkımızın müzelere
olan ilgisi üzülerek belirtelim ki aynı oranda olmamıştır. Özellikle
büyük müzelerimizde yerli ziyaretçi sayısı yabancılardan çok az
olmuştur. Bunun nedenleri arasında on beş, yirmi yıl öncesine kadar
özellikle Anadolu müzelerinin elverişsiz yapılarda ve tamamen bir
depo görünümünde olmaları ve bu durumun insan üzerinde yarattığı
kötü iz olabilir. Durum şimdi öyle değildir.
Müzeler artık geçmişle aramızda kültür köprüsü kurulan eğitim
yerleri olmuştur. Günümüzden yüzlerce yıl önce yaşamış insanların
kültürleri, yaşayış biçimleri hakkında bilgi sahibi olmamızı
sağlamaktadır. Müzeler yalnız geçmişteki kültür varlıklarının
sergilendiği yer değil, aynı zamanda Etnografya, fen, doğa ve folklor
müzelerinde yakın geçmişin sanat ve zekâ ürünlerinin ortaya konduğu
yerlerdir.
Müzelerimizin görevlerinden biri kültürel varlıkları korumak ise
diğeri eğitimdir.
385
Polonya’daki bir müzenin önündeki şu yazı müzenin önemini
çok güzel açıklıyor «Geçmiş, gelecek içindir»
Sabahattin TÜRKOĞLU
KONUŞMA
Sevgili Arkadaşlar!
18–24 Mayıs tarihleri arası Müzeler Haftası’dır. Bu hafta
süresince, ülkemizin tarih ve kültür varlıkları tanıtılır. Müzeler
gezilerek eski eserleri korumanın önemi anlatılır, milli kültür ve tarih
bilgilerimiz zenginleştirilir.
Müzeler; sanat, bilim, tarih ve kültürle ilgili eserlerin
sergilendiği yerlerdir. Geçmiş yıllarda yaşayan insanların düşünüş,
inanç, yaşayış ve sanat anlayışlarını, bize bıraktıkları eserlerden
öğreniriz. Geçmişi öğrenmek, bugünümüzü anlamamıza yardımcı olur.
Yurdumuzda ilk müze 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa
tarafından İstanbul Aya İrini Kilisesi’nde kuruldu. Bu yıllarda, Osman
Hamdi Bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzesi, Halit Eldem Bey
tarafından da Türk ve İslam Eserleri Müzesi açılmıştır. Daha sonra ise,
1924 yılında Topkapı Sarayı Müzesi, 1928 yılında Etnoğrafya Müzesi,
1934 yılında Ayasofya Müzesi gibi önemli müzeler açılmıştır.
Günümüzde
ise,
hemen
hemen
bütün
illerimizde
müze
bulunmaktadır. Müzelerimizi dolduran tarihi eserler, yapılan arkeolojik
kazılarla ortaya çıkarılmaktadır. Anadolu’muz, dünyanın en eski
medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Eski medeniyet kalıntılarının
büyük çoğunluğu hâlâ toprağın altında gün ışığına çıkarılmayı
beklemektedir.
Yurdumuza gelen turistlerin büyük çoğunluğu müzelerimizi
gezmektedir. Müzelerin zenginleştirilmesi için, bulduğumuz tarihi
eserleri müzelere teslim etmeliyiz. İzinsiz kazı yapanlar, devletimizin
güvenlik birimlerine bildirilmelidir. Müzeleri, bizim de mutlaka
gezmemiz ve yaşadığımız topraklarda bizden önce yaşayan insanları
tanımaya çalışmamız gerekir.
Sahip olduğumuz tarihi eserleri korumak ve sahip çıkmak bir
yurttaşlık görevidir.
386
ŞİİRLER
MÜZE
Tarih, sanat, kültürün,
Hazinesidir müze.
En gerçek bilgileri,
O verir hepimize.
Onunla aydınlanır,
En eski uygarlıklar.
Orada sergilenir,
Çok değerli varlıklar.
Müzeleri gezmeyi
Hiç ihmal etmeyelim.
Bilgimize yepyeni,
Bilgiler ekleyelim.
Antik eser bulursak,
Verelim müzelere.
Tarihi hazinemiz,
Ün salsın ülkelere.
Tarihi eserleri
Özenle koruyalım.
Turisti çektiğini,
Her an hatırlayalım.
Her turist, yurdumuzun
Döviz, reklâm kaynağı
Onu hoşnut tutalım,
Gezsin denizi, dağı.
Böylece, hem tanınır,
Hem de gelir sağlarız;
Dünyayı ülkemize
Sevgilerle bağlarız.
Naim YALNIZ
387
GÜZEL SÖZLER
388

Müzeler, tarihin aynasıdır.

Kültür varlıklarına sahip
olgunlaşmamış demektir.

Atalarının nasıl yaşadıklarını merak ediyorsan, müzeleri
dolaşmalısın.

Toprağın içinde gömülü bir eserin herhangi bir taştan farkı
yoktur.

Gün ışığına çıkarılmış bir eserin değeri ise altınlarla bile
ölçülemez.
çıkamayan
bir
millet,
daha
İSTANBUL'UN FETHİ
(29 Mayıs)
AÇIKLAMA
İstanbul, 29 Mayıs 1453'te Türkler tarafından alınıncaya kadar
çeşitli uluslar tarafından defalarca kuşatılmış fakat bir türlü ele
geçirilememiş bir şehir. Hatta Hz. Muhammed bu kenti fethedecek
komutan ve askeri kutlamıştır. Daha sonra bayraktarlarından Eyyübül
Ensarî bu amaçla gelip surlar dibinde şehit olmuş.
Doğu Roma İmparatorluğu zamanla Bizans adıyla anılmaya
başlandı. Bu imparatorluğun başkenti ise bizim İstanbul dediğimiz ve
ele geçirilmesi çok zor olan Konstantinpolis idi. Ele geçirilmesi çok
zordu, çünkü her tarafı yüksek ve kalın surlarla çevrili idi. Ayrıca
surların önüne 20 metre eninde içi su dolu hendekler kazılmıştı.
Bizanslıların bir diğer savunma silahı da Rum Ateşi denen ve suda bile
sönmeyen, mancınıkla atıldığı hedefi yakan bir silahtı. Ancak kentin
fethedilememesinin asıl nedeni güçlü topların olmayışı idi.
Bu durumu iyi değerlendiren II. Mehmet, devrin büyük topçu
ustaları Muslihiddin ve Sarıca Sekban ile Bizans'tan kaçıp kendisine
sığınan Macar Urban Usta'ya büyük kuşatma topları döktürdü. II.
Mehmet bu arada İstanbul'a Karadeniz'den gelebilecek yardımların
yolunu kesmek amacıyla, Dedesi Yıldırım Beyazıt’ın aynı amaçla
yaptırdığı Anadolu Hisarı'nın karşısına, Rumeli Hisarı'nı yaptırdı.
Buraya 400 kadar yeniçeri ve toplar yerleştirdi. Tüm hazırlıklar iki yıl
içinde tamamlandı ve 1453 yılı kışında Osmanlı ordu ve donanması
İstanbul'un fethi için harekete geçti. 200.000 kişilik bir ordu ve 400
parça donanma nisan başlarında İstanbul önlerinde toplandı.
Bu arada Bizans İmparatoru da boş durmamış; tüm surları ve
kaleleri onartmıştı. Şehir halkından 30.000 kişiyi silahlandırarak
bunları surlara yerleştirdi. Zaten şehrin toplam nüfusu 160.000 kişi
kadardı ve bunlar sürekli parti ve mezhep kavgaları ile parçalanmış
durumdaydılar. Koskoca Bizans İmparatorluğu küçüle küçüle, İstanbul
kentine toplanmış, diğer topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’na
kaptırmıştı. İstanbul'da düşerse Bizans İmparatorluğu tarihten
silinecekti.
II. Mehmet, 21 yaşındaki bu azimli padişah, ordusunu İstanbul
önlerine plânladığı gibi yerleştirdi. Büyük topları, Topkapı ile
Edirnekapı arasındaki surların önüne yerleştirdi. Donanma ise şimdiki
Saraybumu, Dolmabahçe ve Haliç önünde toplandı. Donanma Haliç’e
giremiyordu, çünkü Bizanslılar, kalın bir zincir çekerek Haliç’in girişini
kapatmışlardı.
II. Mehmet'in kan dökülmemesi için yaptığı çağrı, Bizans
İmparatoru Konstantin tarafından reddedilince, 6 Nisan sabahı
kuşatma başladı. Top atışları surları sarsıyor, surlarda gedikler açıyor,
389
fakat Bizanslılar tarafından geceleri onarılıyordu. Türk birlikleri,
tekerlekli ağaç kulelerle, surlara yanaşmak, istediyse de Rum Ateşi
tarafından yakıldıkları için fazla ilerleyemiyorlardı. Donanma zinciri
kırıp Haliç’e girememişti. Bu arada Papa'nın yardım için gönderdiği 5
gemiye de engel olunamamıştı. Donanmanın başarılı olmamasına
kızan II. Mehmet, donanma komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey'i
değiştirdi ve gemileri karadan Haliç’e indirmeyi plânladı. Tahtadan
yapılan ve gemilerin üstünden kayması için iyice yağlanan kızaklar
karaya yerleştirildi. 72 parça gemi bir gece de öküzler tarafından
çekilerek Haliç’e indirildi.
Bizanslılar sabahleyin Türk donanmasını Haliç önlerinde
görünce moralleri iyice bozuldu. Bu arada donanma Haliç tarafındaki
zayıf surları dövüyor ve gedikler açıyordu. Artık Türk ordusu fetih için
gerekli manevi desteği kazanmıştı ve yılmadan saldırıyordu. Nihayet
28 Mayıs'ı 29 Mayıs'a bağlayan gece son yürüyüş başladı. 53 gün
süren kuşatma Türklerin zaferi ile sonuçlandı. Ulubatlı Hasan adlı
yeniçeri kaleye ilk Türk bayrağını diken kişi olarak tarihe geçti. 21
yaşındaki genç Osmanlı Padişahı II. Mehmet de, Peygamber'imizin
"İstanbul elbet bir gün fetholunacaktır. Bu şehri fetheden o emir ne
güzel emir, o asker ne güzel askerdir" sözüyle müjdelediği kişi olarak
Fatih unvanını aldı ve bir mucize gerçekleşmiş oldu.
Böylece, Hıristiyan âleminin, Hıristiyanlığın doğu kalesi ve
dünyanın Akropolis'i olarak kabul ettiği İstanbul Türklerin eline geçti.
Bu olay, Ortaçağ'ın bitip, Yeniçağ'ın başladığı tarih olarak kabul edildi.
Bu olayla Osmanlı İmparatorluğu bir yükselme devri yaşamaya
başlamış ve artık korkusuzca Avrupa içlerine doğru genişlemeye
başlamıştı.
KONUŞMA
ÇAĞ DEĞİŞTİREN OLAY
İstanbul, o zamanki adıyla Constantinopolis hem askeri önemi
açısından, hem ticari açıdan önemli bir şehirdi. Fatih Sultan
Mehmet'ten önce de, Araplar ve Yıldırım Beyazıt tarafından işgal
edilmiştir. Hatta Yıldırım Beyazıt, Anadolu Hisarı dediğimiz hisarı
yaptırarak, bu konuda önemli bir adım atmıştır. Ancak Yıldırım
Beyazıt’ın hazırlıkları yeterli olmadığından ya da doğu da beliren
Timur tehlikesi yüzünden İstanbul'u alamamış, bu görkemli kenti
almak 21 yaşındaki genç padişaha kısmet olmuştu.
Fatih; zekâsı, uzak görüşlülüğü, azmi, kendine güveni ve engin
bilgisiyle bu zapt edilemez kenti almak için hazırlıklara koyuldu. O
güne kadar görülmedik büyüklükte toplar döktürdü. Boğaz'da dedesi
Beyazıt’ın yaptırdığı hisarın karşısına bir hisar yaptırdı. Böylece
İstanbul'a kuzeyden gelecek yardımları engellemeyi plânlıyordu.
Ayrıca,
yanına
zamanın
en
değerli
ustalarını,
hocalarını,
390
matematikçilerini almış, onlarla çalışıyor, durmadan hesaplar yapıyor,
ordunun eksiğini gediğini tamamlamaya çalışıyordu.
Nihayet, beklenen an geldi ve yaşıtlarının şimdilerde askere
bile gitmediği o gencecik padişah saldırıyı başlattı. Surlar kocaman
toplarla dövülüyor, içeriye gülleler yağdırılıyor, sur kapılarına hücum
ediliyordu. Bu arada, Bizanslıların aldıkları savunma tedbirleri de çok
güçlü ve akıllıca idi.
Bizanslılar Haliç’in girişini kalın zincirle kapatmışlar ve böylece
Osmanlı donanmasının Haliç’e girmesine engel olmuşlardı. Ancak
Fatih, buna da dâhiyane bir çözüm buldu ve gemilerini bir gece içinde
karaya döşediği kızakların üstünden kaydırarak Haliç’e indirmeyi
başardı... Bu yetenekli, zeki insan ve onun kahraman ordusu
karşısında Bizans'ın savunması çöktü ve şehir teslim olmak zorunda
kaldı...
İstanbul'un Türkler tarafından alınması, dünyada pek çok şeyi
değiştirdi. Öncelikle Avrupa'da Rönesans'ın başlamasında etkili oldu.
Çünkü İstanbul'dan kaçan Bizanslı bilginler Roma'ya giderek, orada
bir kültür ortamı yarattılar. İpek yolu Türklerin eline geçtiği için,
Hindistan'a gidecek yeni yollar arayan Avrupalılar keşif yolculuklarına
başladılar. Böylece, Ortaçağ kapanıp, Yeniçağı da başlatmış oldu...
Türkler, fethedilemez sanılan bu kenti fethetmekle, Avrupa'ya
güçlerini göstermiş oldular. Ayrıca, yanı başlarında hep bir tehlike
olan Bizans Devleti'ni ortadan kaldırarak, yükselme devrine girmiş
oldular... Böylece 29 Mayıs 1453 günü Osmanlı İmparatorluğunun
tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu.
391
ŞİİRLER
İSTANBUL'UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR
Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?"
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü.
Elli üç gün ne mehabetli temâşâ idi o.
Sanki halkın uyanık gördüğü rü'ya idi o.
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan;
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı namıyla "Büyük Top" denilen ejderha,
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e;
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin, uçtuğunu;
Saklamış durmuş, asırlarca, hayalinde bunu.
Yahya Kemal BEYATLI
BİZANS GÖRÜNDÜ KARŞIDAN
Geldik surlar önüne,
İçimizde garip bir sevinç
Bizans düşecek kollarımıza,
Tatmışız vuslatın tadını böyle hiç.
Yedi tepe kardeş gülümser,
Boğaz'ın mavi rüzgârları,
Bir esinti sarhoşluğu içinde
İstanbul sizin der.
Elbet bizim olacak İstanbul,
İnanmışız,
Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen
Bir nurlu bahar içinde yıkanmışız.
Temiz ellerimizde açacak,
İstanbul çiçek çiçek,
Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak,
Yarın Bizans göklerine yükselecek.
Arif Hikmet PAR
392
ULUBATLI HASAN
Sur sur üstüne
Zincir zincir üstüne
Uykusuzdu Bizans
Keskin atıcıları
Sönmeyen ateşleri dışta
Çelik ordusu içteydi
Yedi tepenin varlığı
Her çetin savaşı kıracak
Güçteydi.
Yalnız Ulubatlı Hasan'a dayanamadı
Koca Bizans
Fatih'in o eşsiz eri
Sardı şehrin beline çemberi
Yerleştirdi topları mevzilere
Götürdü karadan gemileri
Deldi suru
Soktu başını delikten içeri
Karıştı gitti ama sonunda
Destanı sönmedi onun bugüne dek.
Ulubatlı Hasan
Bu yiğitler yiğidi
Ün alır tarihimiz boyunca
Mutlu günler görmüşüz bunca
Gitmişiz ötelerden ötelere
Katmışız sesimizden ses
İzimiz iz.
Göl olmuş uzun zaman bize Akdeniz
Hiç birine sevinmemişiz...
Fakat İstanbul kadar
Oğuz Kâzım ATOK
393
FETİH MARŞI
Yelkenler, biçilecek, yelkenler dikilecek.
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilerek;
Kerpetenlerle surun dişleri çekilecek.
Yürü hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden;
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen gönüldesin, baştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın;
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini;
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini
Çocuk görme, hor görme delikanlım kendini.
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.
Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır.
Şu mihrap Sinanüddin; şu minare Sinan'dır.
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır...
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın?
Kızım Sen de Fatihler doğuracak yaştasın.
Delikanlım işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin millet yürüyecek arkandan
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan...
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin
Çelebiler çekilip haremlerle kışlasın:
Yürü arslanım fetih hazırlığı başlasın
Yürü hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.
Arif Nihat ASYA
394
ÇEVRE KORUMA HAFTASI
(Haziran ayının ikinci pazartesi ile başlayan hafta)
AÇIKLAMA
Çevre deyince; havası, suyu, toprağı ve canlılarıyla içinde
yaşadığımız doğa (tabiat) aklımıza geliyor. Biz insanlar da öteki
canlılar gibi doğanın önemli bir parçasıyız.
İnsanoğlu, çok uzun yıllar doğa ile uyum içinde yaşadı.
Çevresini kirletmedi. İklim, bitkiler, hayvanlar ve insanlar
arasında kurulmuş olan denge, sanayi uygarlığının başladığı döneme
kadar bozulmadı. Canlılar, sağlıklı olarak nesillerini sürdürebildiler.
19. yüzyılda başlayan ve sonrasında hızla gelişen sanayi,
beraberinde çevre kirliliğini de getirdi. Çevre kirliliği; katı, sıvı ve gaz
atıklarla hava, su ve toprağın doğal yapısının bozulması demektir.
Çevre kirliliğine, daha çok büyük şehirlerde yaşanan gürültüyü de
katmak gerekir.
İsterseniz,
geçirelim:
çevremizi
nasıl
kirlettiğimizi
kısaca
gözden

Fabrikalar, katı ve sıvı atık maddelerle toprağı ve suyu;
bacalarından çıkan gaz ve tozlarla havayı kirletiyorlar. Havaya
karışan zararlı maddeler, yağmurlarla suya ve toprağa
karışarak kirlenmeyi hızlandırıyor.

Evlerin bacalarından çıkan duman ve gazlar, taşıtların
egzozundan çıkan gazlar havayı kirletiyor. Evlerden ve iş
yerinden gelen lağım ve deterjanlı atıklar ise suların
kirlenmesine neden oluyor.

Böceklerle mücadelede kullanılan ilaçlar, denize dökülen
petrol ve katı atıklardan oluşan çöpler de çevre kirlenmesinin
nedenleri arasında.

Nükleer santrallerden sızan gazlar ile buzdolaplarında
ve spreylerde kullanılan gazların havaya karışması sonucunda
da önemli bir kirlenme söz konusu. Çernobil faciasında,
radyasyonun çevreye ne büyük zararlar verdiğini unutmamak
gerekir. Aynı şekilde klor gazının havaya karışarak ozon
tabakasını delmesi de kirliliğin ne büyük boyutlara ulaştığını
gösteriyor.

Ham madde (kömür, demir, petrol vb.) sağlamak için
karada ve denizde yapılan çalışmalarda kirlenmeye yol açan
nedenlerin arasındadır.
395
Şimdi de çevre kirliliğinin doğayı nasıl etkilediğine göz atalım:
Kirlenme sonucunda sulardaki oksijen miktarı azalınca canlılar
hastalanıp ölüyor. Canlıların bir kısmı kirlenmeye karşı koysa da, bu
fazla uzun sürmüyor. Bu canlılarla beslenen insanlarda zaman zaman
zehirlenme olaylarına rastlandığını okuyor, duyuyoruz. Bazı balıkların
sularımızda artık görülmemesi, kirlenmenin hangi boyutlara vardığının
göstergesidir. Toprağın kirlenmesi; topraktan beslenen bitkilerin
kirlenmesi, zehirlenmesi demektir. Dolayısıyla seslenme zinciri içinde
insanların ve bitki yiyen topraklarda, bitkilerin kurulup yok olması da
söz konusu. Havanın kirlenmesi sonucunda ise yine bütün canlılar
zarar görüyor. Havayı soluyan insanlar hayvanlar hastalanıyor,
ölüyor. Bitkiler benzer şekilde etkileniyor. Yağan yağmurlarla kirliliğin
bir kısmı sulara taşınıyor.
Görüldüğü gibi çevre kirlenmesi, doğanın dengesini bozmakta,
canlıların hayatını tehdit etmektedir. Günümüzde en çok tartışılan
sorunların başında gelen çevre kirliliği, insanların eseridir. Öyleyse bu
sorunun çözülmesi yine biz insanlara düşmektedir.
Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın önerisi ile 5 Haziran günü çevre
günü olarak kabul edildi. Günün amacı, çevre kirliliğinin yarattığı
sorunlara dikkat ekmek, çözüm yolları bulmak ve bunların
uygulanmasına yardımcı olmaktır, haziran ayının ikinci pazartesi günü
başlayan haftanın çevre koruma haftası olarak kabul edilmesi ve
değerlendirilmesi, sorunun ne kadar ciddî olduğunu gösteriyor.
Hafta süresince yapılan etkinlikleri şöyle sıralayabiliriz:
Çeşitli seminer ve toplantılarda, çevre kirliliğinin nedenleri, yol
açtığı sorunlar ve çözüm yolları üzerinde konuşulur. Okullarda; gazete
ve dergilerde, radyo ve televizyonda çevre kirliliği işlenir. Yurdun
çeşitli yerlerinde temizlik kampanyaları açılır.
Temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamak hepimizin hakkıdır.
Bütün canlıların hakkıdır... Öyleyse, çevrenin korunmasına çalışmak,
düşünen her insanın görevi olmalıdır.
MONOLOG
SUÇLU KİM?
(Üstü- başı kirli bir çocuk; içi pet şişe, kâğıt, poşet, ambalaj
kâğıtları vb. şeylerle dolu bir poşetle sahneye girer,)
ÇOCUK (Seyircileri
gözden
geçirdikten
sonra)Fazla
bekletmedim umarım. Herkes burada mı? îyi... Şimdi
kulaklarınızı dikkatle açın. (Sesini alçaltır) Ve beni
dinleyin... Bir varmış, bir yokmuş. Çok eskiden havası, suyu,
toprağı tertemiz bir dünya varmış. Burada bütün canlılar
396
uyum içinde yaşarmış. Aradan uzun, çok uzun yıllar geçmiş.
Sizin gibi akıllı insanlar, dünyanın üzerine fabrikalar
kuruluşlar. İşlerini kolaylaştıran âlet ve makineler yapmışlar.
Şehirleri büyütmüşler. Bir sürü taşıt doldurmuş çevreyi. Kötü
mü olmuş peki? Eğer çevreyi kirletmeden bunu yapsalardı,
çok iyi olmuş, diyebilirdim. Ne yazık ki diyemiyorum. Çünkü
suyumuz, havamız, toprağımız bugün de hızla kirleniyor,
(Poşettekileri yere döker.) Biz de kirletiyoruz... Söyler
misiniz, evimizin lağımları nereye dökülüyor? Bacalarınızdan
çıkan zehir nereye gidiyor? Atığınız çöpler şimdi nerede?
(Eliyle yerdeki çöpleri göstererek,) Hem ağlıklı yaşamak
istiyorsunuz hem de çevrenizi kirletiyorsunuz? Kirli bir
çevrede sağlıklı yaşanabilir mi hiç? (Yerden bir pet şişe
alır.) Kim attı bunu sokağa, söyleyebilir misiniz? (Diğer
çöpleri işaret ederek,) Ya bunları?.. Hiç birinizi
suçlamıyorum. Suçlu sen, ben değil, hepimiziz. (Yerdekileri
toplar, poşete koyar.) İyi ki içinizden biri, "Sen önce
kendini temizle" demedi bana. Deseydi, cevabım: "Kafamın
içi kirliyse evim, bahçem, sokağım kirliyse, yani çevrem
kirliyse ben nasıl temiz kalabilirim? Yıkansam yine kirlenirim.
(Eliyle kendini göstererek) Karşınıza böyle kirli olarak
çıktım, bağışlayın. Bugün çevre günü, biliyor muydunuz?
Çevre temizliği kampanyasına katıldım. Biraz çöp topladım.
Ama tek başıma nasıl baş edebilirim ki bu kadar şeyle. Hazır
siz buradayken bir konuşayım, belki yardım ederler dedim.
Evet, geliyor musunuz benimle? (Çıkarken eliyle "gel"
işareti yapar.) Haydi, gelin küçük çevreciler, kampanyada
öncü olalım. Örnek olalım. Haydi, düşün peşime! (Çıkar.)
OYUN
YEMYEŞİL, MASMAVİ BİR DÜNYA
(Mavi ve yeşil giysili bir çocuk, elindeki bir saksı
çiçekle mikrofona gelir.)
ÇOCUK — Hani bir de müzik olsaydı. Ve ben, şöyle salına salına
yürüyerek karşınıza gelseydim. "Ooo!. Diyecektiniz, bu giysi
gösterimine çıkmış. Böyle bir düşünceyi aklımdan bile
geçirmedim hiç. Yeşil giyindimse, mavi kuşandımsa, bu
çiçeği kucaklayıp karşınıza geldimse nedeni var. Neymiş o?
Ölüm! Kim Ölüyor dersiniz? Yeşil ile mavi. Neyin yeşil ile
mavisi? Dünyanın, doğanları yani. Bakın bana: Ne güzel
yakışıyor değil mi yeşil ve mavi, bana? Ama bunlar ölü.
Canlısı nerede? (Eliyle gösterir.) Doğada. Daha doğrusu
doğadaydı. Şimdi ölüyorlar. Denizin mavisi, içindekilerle can
397
çekişiyor. Göğün mavisi soluyor. Ağacın, kırların yeşili
sararıyor. Sorarım size, kim, kim öldürüyor? Biz: İnsanlar!
Kim önleyebilir peki? Biz: İnsanlar. Doğa ölürse insanlar da
ölecek; biz de onun bir parçasıyız çünkü. Ne yapalım,
söyleyin. (Bir-iki çocuğu çağırıp, konuşturur.) Doğaya;
ağaca, kuşa, ota, havaya, suya sahip çıkalım. Çünkü bu
dünya bizim. Geride kalanlara yemyeşil, tertemiz bir hayat
bırakalım. (Çiçekli saksıyı masaya bırakıp, çıkar.)
Aziz SİVASLIOĞLU
ŞİİRLER
ÇEVREMİZ
Çevre koruma günü,
En anlamlı günümüz.
Doğadaki dengeyi
Bozmamalı tümümüz.
Çevremiz kirleniyor,
Bilgisiz davranınca.
Doğamız can veriyor,
Onu korumayınca.
Havadaki kuşlara
Bile etki ediyor.
Denizdeki balıklar,
Sürü ile ölüyor.
Ağaç, çiçek, kuş sesi
Eksilmesin dünyadan.
Biz de yardım edelim
Türleri yok olmadan.
Bacalardan çıkıyor
Zehirleyici gazlar.
Hava kirliliğinden
Burnumuz hemen sızlar.
Öğretmen dün anlattı,
Doğada bir denge var.
Bizler de öğrenelim
Canlılar neyi arar.
Sait KIRKGÖZLÜ
398
TÜRKÜ SÖYLEYEN MARTI
Mavilim mavişelim
Denizle başlar
Martıların türküsü,
Denizle biter.
Siz ey
Lağımlar, çöpler Zehir zemberek sular,
Bu hızla eğer
Kirletirsek denizleri
Gün gelir
Mavi gider,
Deniz biter arkadaşlar,
Ölür artık, yaşamaz ki
Türkü söyleyen martılar
Aziz SİVASLIOĞLU
YASAK
Yasak kardeşim,
Kuş Cenneti'ne,
Avcılar giremez!
Çünkü kötüdür avcılar,
Çünkü kuş olmayı
Hiç istemez onlar!
Aziz SİVASLIOĞLU
GÜZEL SÖZLER

Kirletiyorsan, şikâyet etmeye hakkın olamaz.

Çiçeklerin olmadığı yerde insanlar yaşayamaz.
(Napoleon)

İnsanı daha az değil, doğayı daha çok severim.
(Lord Byron)

Aslan yatağından belli olur.
(Atasözü)
399
KUTLU DOĞUM HAFTASI
AÇIKLAMA
Peygamberimiz 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu'l-evvel
ayının 12'nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke'de dünyaya
geldi. Babası Abdullah, annesi Amine'dir. Babası Abdullah onun
doğumundan iki ay kadar önce ölmüş bu mutlu güne erişememişti.
Dedesi Abdulmuttalip torununa Muhammet adını vermişti. Ataları
arasında böyle bir ad yoktu. Bunu duyanlar Abdulmuttalip'e bu adı
niçin koyduğunu sordular. Abdulmuttalip şu cevabı verdi:
"Umarım ki, onu gökte Hak, yerde halk övecektir."
Tarihçiler,
peygamberimizin
doğduğu
gece
dünyada
olağanüstü bazı olayların meydana geldiğini naklederler. O gece
İran'da hükümdar Kisra'nın sarayından 14 sütun yıkılmış, Sava gölü
kurumuş, bin yıldan beri yanan Mecusîlerin ateşi sönmüştü. Bu olaylar
ilerde İran saltanatının yıkılacağına, Bizans İmparatorluğu'nun
çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret idi ve öyle de
oldu.
14 asır evvel böyle bir gecenin sabahında güneş ufuktan
doğmadan insanlığın hayat ufkunda ilâhi bir nur doğmuş oluyordu.
Şair ne güzel söylemiş:
"Envar ile kâinat doldu,
İşte bu gece sabah oldu."
Bu gecenin sabahında Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail'in duaları
ve İsa aleyhisselamın müjdesi gerçekleşmiş oluyordu. Kur'an-ı
Kerim'de hikâye edildiğine göre Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail
Kâbe'yi inşa ederlerken şöyle, dua etmişlerdi:
"Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın
temellerini
yükseltiyor
(ve
şöyle
dua
ediyorlardı:):
Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur, sen işitensin bilensin.
Ey Rabbimiz, bizi sana boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da
sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi
göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri çokça kabul eden
ancak sensin.
Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden senin ayetlerini
kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek,
onları temizleyecek bir peygember gönder. Çünkü üstün gelen,
herşeyi yerli yerince yapan yalnız sensin."
Hz. İsa da şu müjdeyi vermişti:
"Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden
önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek
400
Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim,
demişti,"
Bir gün Ashab-ı Kiram peygamberimizin hayatının ilk günlerini
anlatmasını
rica
etmişler,
o
da
şu
sözleri
söylemişti:
"Ben, atam Hz. İbrahim’in duası, kardeşim Hz. İsa'nın müjdesi,
annem Amine'nin rüyasıyım. Annem bana hamile olduğu sırada bir
rüya görmüştü: İçinden bir nur çıkmış ve bu nur Suriye'deki sarayları
aydınlatmıştı:"
Evet, işte bu gecenin sabahında Hz. İbrahim'in duasına ve Hz.
İsa'nın müjdesine mazhar olan bu son Peygamber, bir güneş gibi
doğdu.
Bu gecenin sabahı gerçekten feyizli bir sabahtı. İnsanlık için
yepyeni bir gün doğmuş aydınlık bir devir açılmıştı. Hz. Âdem’le
başlayan tevhit inancı yeniden canlanmış, cehalet ve sapık inançlarla
kararan
ruhlar,
bu
doğuşla
aydınlığa
kavuşmuştu.
Bir fazilet güneşi ve hidayet meşalesi olan peygamberimizin doğumu,
Allah'ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu husus
Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade buyrulmaktadır:
"And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları
kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir
peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.
Hâlbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler."
Ayet-i Kerime'de ifade buyrulduğu üzere, gerçekten insanlar
peygamberimizden önce her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını
şaşırmışlardı. Küfür ve zulüm, gönülleri karartmış, Allah'a giden
yoldan uzaklaştırmıştı. Hayır ve fazilet namına hiçbir şey kalmamıştı.
Sosyal hayat bozulmuş ahlâk bağları tamamen çözülmüştü. Hak,
kuvvete boyun eğmiş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti.
Kadın esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı. Kız
çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülmüştü. Evet, bunları kim
söylüyor? Bunları bu toplumun içinde yaşayan insanlar söylüyor.
Nitekim Mekke'de gördükleri zulüm ve işkence yüzünden Habeşistan'a
göç etmek zorunda kalan ilk Müslümanlar Habeş kralına, hicrete
mecbur olduklarının sebeplerini anlatırken, bakınız neler söylüyorlar:
"Ey hükümdar, biz cehalet içinde yaşayan bir millet idik,
putlara tapıyor, leş yiyorduk. Fuhuş yapıyorduk. Akraba ile
münasebeti kesiyor, komşularımıza kötülük yapıyorduk. Kuvvetli
olanımız zayıf olanı eziyordu. Biz toplum olarak bu halde yaşarken
Allah Teâlâ bize acıdı, lütfederek içimizden birini peygamber gönderdi.
Soyu, iffeti ve dürüstlüğü hepimizce bilinen birisi; O bizi yalnız Allah'a
ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızın tapına geldikleri ağaç ve taş
parçalarını terk etmemizi söyledi. Bize doğru söylemeyi, emanete ve
akrabalık bağlarına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi; kan
401
dökmekten ve haram olan şeylerden sakınmayı öğütledi. Bizi
fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara
iffetsizlik iftirasında bulunmaktan uzak durmayı emretti. Allah'a ibadet
edip O'na hiçbir suretle ortak koşmamayı emretti. Namaz kılmaya,
sadaka vermeye ve iyilik yapmaya bizi çağırdı. Biz de ona inandık,
getirdiği dini kabul ettik. Onun haram dediğini haram bildik, helâl
dediğini helâl tanıdık. Bundan dolayı içinde yaşadığımız, her yönü ile
kokuşmuş toplum bize düşman kesildi, eziyet ve işkence yapmaya
başladı. Bu sebeple biz de hicret ederek ülkenize geldik."
İşte bu sözler o toplumda yaşamış olan insanların sözleridir.
Demek ki o toplum içine düştüğü bu bunalımdan büyük ölçüde
rahatsızlanmış, beklediği kurtarıcıyı bulunca ona sımsıkı sarılmıştı.
Onun getirdiği esasları benimsemiş ve onları hayata geçirmek için
hicret etmeyi ve hiç tanımadığı bir ülkeye gitmeyi göze almıştı.
Peygamberimizin hem çocukluğu ve hem de gençliği hiç
kimsede görülmeyen bir güzellik içerisinde geçti. Herkes ona
"Güvenilir Muhammed" diyordu.
Nihayet 40 yaşına geldi; içerisinde bulunduğu toplumdan çok
rahatsızdı. Bu toplumu içerisine düştüğü bunalımdan kurtarmak için
ne yapılmalıydı? Hep bunu düşünüyordu. Allah'a ibadet etmek için de
zaman zaman Mekke yakınında bulunan Hıra dağındaki mağaraya
çekiliyor, günlerce burada kalıyordu. 610 yılının ramazan ayında
sözünü ettiğimiz mağarada bulunduğu sırada kendisine Cebrail
adındaki melek geldi. Peygamberimiz o anı şöyle anlattı:
— Melek bana: “Oku,” dedi.
— Ben Okuma bilmem, dedim.
— Bunun üzerine melek beni alıp gücüm tükeninceye kadar
sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine:
— Oku, dedi.
— Ben de ona: okuma bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci
defa takatim
bırakıp:
kesilinceye
kadar
sıkıştırdı.
Sonra
beni
— Oku, dedi. Ben: okuma bilmem, dedim. Nihayet beni yine
alıp üçüncü defa sıkıştırdı sonra beni bırakıp:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı Alak'tan yarattı.
Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı
öğreten O'dur. İnsana bilmediğini O öğretti."
Cebrail Aleyhi's-selam bu ilk
peygamber
olarak
görevlendirilmiş
müjdelemişti.
402
ayetleri tebliğ
olduğunu
da
etmiş ve
kendisine
Peygamberimiz korkudan titreyerek eve döndü ve eşi Hz.
Hatice'ye:
—
Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz, dedi
Hz. Hatice de onu örttü. Bir süre sonra peygamberimiz olup
bitenleri Hz. Hatice'ye anlattı ve:
—
Kendimden korktum, dedi
Hz. Hatice
—
Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala hiçbir
vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarına
hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara
yardım ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor,
doğruları destekliyorsun, dedi.
İşte böylece peygamberimize peygamber olduğu Cebrail
adındaki melek tarafından tebliğ edilmiş ve ilk ayetler de vahyedilmiş
oldu.
Hz. Muhammed son peygamberdir. Allah Teâlâ Hz. Âdem’den
itibaren kesin sayılarını ancak kendisinin bildiği pek çok peygamber
göndermiştir. Peygamberimiz bunların sonuncusudur. Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyrulmuştur.
"Muhammed, içinizden herhangi birinizin babası değil,
o, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her
şeyi bilendir."
Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:
"Benimle peygamberlerin benzeri, şu bir kimsenin
benzeri gibidir ki, o kişi bir ev yaptırmış, binayı tamamlayıp
süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu durumda halk
binaya girip gezmeye başlarlar ve eksik yeri görüp hayret
ederek: "Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı" derler.
İşte ben o tuğlayım, ben peygamberlerin sonuncusuyum."
Peygamberimiz önceki peygamberler gibi bir milletin değil,
tüm insanlığın peygamberidir. Diğer peygamberlerden farklı
yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci
ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Fakat insanların çoğu bunu
bilmezler."
Peygamberimiz yalnız insanlara değil, âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
"Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik."
403
Evet, peygamberimiz sadece insanlar için değil, âlemler için bir
rahmettir. Peygamberimiz bütün insanlara hatta canlılara şefkat ve
merhamet gösterir, bu konuda insanlar arasında ayırım yapmazdı.
Müslüman olsun, olmasın kadın erkek, büyük küçük, zengin fakir, köle
efendi herkese merhamet ederdi.
Bir savaş esnasında bir kaç çocuk çarpışan iki taraf arasında
kalmış ve ölmüşlerdi. Peygamberimiz bundan haberdar olduğu zaman
büyük üzüntü duymuştu. Askerler peygamberimizin üzüldüğünü
görünce:
— Ey Allah'ın Resulü, neden bu kadar üzülüyorsunuz, bunlar
nihayet müşrik çocukları değil mi? dediler.
Peygamberimiz:
— Bu çocuklar müşrik çocukları da olsa bunlar insandır.
Bugün sizin en hayırlı olanlarınız müşrik çocukları değil mi
idi? Dikkat ediniz, kesinlikle çocuk öldürmeyiniz. Her can
Allah'ın fıtratına göre yaratılmıştır. buyurdu.
Adamın biri peygamberimize başvurarak bir düşmanı için lanet
etmesini istemişti. Peygamberimiz
— Ben lanet okumak için değil, fakat âleme rahmet olmak için
gönderildim." buyurdu.
Herkese şefkat ve merhamet gösteren peygamberimizin
inananlara özel bir şefkati vardı. Elbette öyle olmalı idi. Çünkü
inananlar, onun getirdiği dini benimsemiş, malları ve canları ile o dinin
yayılması için büyük fedakârlıklar göstermişlerdi. Bu konuda şöyle
buyruluyor:
"And olsun, size kendinizden öyle bir peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size
çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Peygamberimizin küçük yaştan beri kimseyi incitmeyip o yaşa
gelinceye kadar fazilete aykırı hiçbir hal hareketi görülmediği için
peygamber olarak gönderilmeden önce de Kureyş arasında "güvenilir"
unvanı ile tanınmış olmasıdır.
İslâmiyet'in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması şüphe yok
ki onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ile ilgilidir. İnsanlar
onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı onun
etrafında toplanırlar mıydı? Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu husus şöyle
ifade edilmiştir:
"Ey Muhammet, Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara
karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın,
şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara
404
bağış dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi
Allah'a güven. Doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever."
Peygamberimizin, yaşadığı hayat ile telkin ettiği esaslar
arasında tam bir ahenk mevcut idi. O, telkin ettiği esasları önce
kendisi uygulardı. Çünkü insan, başkalarına verdiği öğüdü kendisi
uygulamazsa onun başkaları üzerinde etkisi de olmaz. Esasen Kur'an-ı
Kerim, "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin
söylersiniz." diyerek kişinin yapmayacağı şeyi başkalarına
söylemesinin doğru olmayacağını bildirmektedir.
Hz. Aişe validemize, peygamberimizin ahlâkının nasıl olduğu
sorulduğunda, o: "Onun ahlâkı Kur'an'dı" demiştir.
Peygamberimiz, davranışları ve üstün kişiliği ile en güzel
örnektir. Esasen Kur'an-ı Kerim tek örnek kişi kabul etmektedir ki, o
da peygamberimizdir. Şöyle buyrulmuştur:
"And olsun ki, Allah'ın Resulü, sizin için, Allah'a ve
ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için
güzel bir örnektir."
Peygamberimiz, peygamber olarak insanları davete başladığı
zaman, onu duyan komşu ülkelerin başkanları karşılaştıkları her
Mekkeliden peygamberimiz hakkında bilgi alıyorlar, daha çok
ahlakının nasıl olduğunu soruyorlardı. İşte Mekke ileri gelenlerinden
Ebu Süfyan Müslüman olmadan önce ticaret amacı ile Şam'a gittiği
zaman Bizans İmparatoru onu huzuruna çağırmış ve peygamberimizle
ilgili kendisine bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyle
idi:
Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın daha önce hiç yalan
söylediğini duydunuz mu? Ebu Süfyan:
— Asla yalan söylediğini duymadık, diye cevap verdi. Bunun
üzerine imparator:
— Size peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın evvelce hiç
yalan söyleyip söylemediğini sordum, onun hiç yalan
söylemediğini ifade ettiniz. Şayet bu zat Allah hakkında
yalan söylemiş olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi
gerekirdi, dedi.
Peygamberimize göre ahlak her şeydi o, ahlaka o kadar önem
verirdi ki, dinin ne olduğunu soranlara, dinin güzel ahlaktan ibaret
olduğunu söylerdi. Diğer dini vecibelerini yerine getirmiş olsa bile
ahlâkı güzel olmayanın konuştuğu zaman yalan söyleyenin, söz
verdiği zaman sözünde durmayanın, emanete hıyanet edenin olgun
mümin olamayacağını söylerdi.
405
Peygamberimizin doğumunu anarken ne yapacağız? Bazı
yerlerde olduğu gibi kaside ve ilahiler söyleyip kandil simitleri
dağıtmakla mı yetineceğiz? Elbette bunlar da güzel adetlerdir. Ancak
onun doğumunu anmak bu değildir. Onu anmaktan asıl gaye, onun
cihanşümul olan nübüvvet ve risaletini, yüksek ahlakını anmak ve
sünnetine uyma azmini tazelemektir. Çocuklarımıza onun hayatı ile
ilgili bilgi vererek onu sevdirmeye çalışmaktır. Çünkü onu sevmek
imandandır, hatta imanın ta kendisidir.
Nitekim peygamberimiz:
— Nefsim kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiç
biriniz, ben ona babasından ve çocuğundan da daha sevgili
olmadıkça iman etmiş olmaz, buyurdu.
Peygamberimizi sevmek demek onun sünnetine uymak ve onu
hayata geçirmektir. Nitekim peygamberimiz:
— Sünnetimi ihya eden beni sevmiş demektir. Beni seven ise
cennette benimle beraberdir. buyurmuştur.
Allah Teâlâ'nın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın tek
yolu, O'nun sevgili Peygamberinin sünnetine uymaktır. Nitekim
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
"(Ey Muhammed) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana
uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. İşte bu ayet-i
kerime, peygambere uymanın, Allah'ın rızasını kazanmaya ve
günahların bağışlanmasına vesile olacağını gayet açık bir şekilde ifade
buyurmaktadır.
"Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim!
Sana Uymayan Ölçü Hayat Olsa Teperim"
N. F. KISAKÜREK
HAYATINDAN ÖRNEKLER
Hz. Muhammed (sav), hayatında bir kere bile yalan
söylememişti. Ve işte bu insan, şimdi Allah'tan (cc) bahsediyor ve
peygamber olduğunu söylüyordu. En küçük konularda bile yalan
söylemeyen bir insan, nasıl olur da böyle büyük ve yüce bir konuda
yalan söyleyebilirdi? Bu, asla mümkün değildi. İşte o günün insanı
böyle düşünüyor, herkes olmasa bile inat ve hasedi terk edenler
O'nun peygamberliğini kabul ediyordu. O, emin bir insandı.
Herkes de O'nu böyle kabul ediyordu. Öyle emindi ki; söz
gelimi sefere çıkmayı düşündünüz, hanımınızı bir yere bırakmanız
lazım geldi. Gidip hiç tereddüt etmeden Hz. Muhammed'e(sav)
406
bırakabilirdiniz.
Siz
gelinceye
kadar
kaşını
bakmayacağından kesinlikle şüpheniz olmazdı.
kaldırıp
ona
Malınızı birisine teslim etmeyi mi düşündünüz? Hiç tereddüt
etmeden gidip Muhammedü'l-Emin'e teslim edebilirdiniz. Ve malınızın
zerresine dahi zarar gelmeyeceğini bilirdiniz. Bir konu hakkında sözün
en doğrusunu öğrenmek mi istiyordunuz?
Hemen doğruluğun timsaline koşar, O'nu dinler, O'ndan
işittiklerinize göre karar verir ve O'nun sözlerini her işinizde temel
kabul ederdiniz; zira O, hayatında bir kere bile olsa yalan
söylememişti.
Delil mi istiyorsunuz? O, Ebu Kubeys Tepesi'ne çıkmış ve
etrafını çeviren insanlara soruyor:
—
Şu dağın arkasından bir ordu, size hücum etmek üzere
geliyor, dersem bana inanır mısınız?
Hepsi bir ağızdan:
—
Evet inanırız. Çünkü
duymadık. diyeceklerdi.
senin
hiç
yalan
söylediğini
…………………
Henüz peygamber değildi. Bir arkadaşıyla uzak bir yerde
buluşmak üzere sözleşirler. Daha sonraki yıllarda Müslüman olan zat,
olayı şöyle anlatır:
—
Ben buluşmak üzere kendisine verdiğim sözü unuttum.
Üç gün sonra hatırladığımda koşarak, anlaştığımız yere
gittim. Baktım ki O hâlâ, orada beni bekliyor. Bana ne
kızdı ne de darıldı. Sadece: "Ey genç! Bana meşakkat
verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum." dedi.
…………………
Kâbe onarılmış ve Hacerü'i-Esved'in tekrar eski yerine
konulması büyük bir problem haline gelmişti. Kabileler kılıçlarını
yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendi oymağına ait
olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâbe’ye ilk
girenin hakemliğini kabul edeceklerdi.
Herkes merakla kimin ilk gireceğini bekliyordu ve tabii, Allah
Resulü'nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O'nun dosta düşmana güven
telkin eden gül yüzü kapıdan görününce, oradakiler sevinçle:
—
El-Emin geliyor. dediler ve O'nun kararına kayıtsız şartsız
razı olacaklarını söylediler.
Allah Resulü, hemen:
—
Büyükçe bir kumaş getirin. dedi, getirildi.
407
Hacerü'l-Esved, bu kumaşın ortasına kondu. Bütün oymakların
ileri gelenleri, kumaşın farklı uçlarından tutarak konulacak yere kadar
götürdüler.
Allah Resulü de orada taşı bizzat kendisi alıp yerine yerleştirdi.
Ve böylece, büyük bir iç harp önlenmiş oldu. Zira O'na güvenleri
tamdı.
Allah
Resulü
o
gün
henüz
peygamber
olarak
vazifelendirilmemişti, ama herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir
peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu.
…………………
—
Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da
cennete çeker, götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa
verip o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu
araştırır. Böylece o insan, Allah katında "sıddîk" olarak
yazılır.
—
Yalandan sakınınız. Yalan insanı fücura, bataklığa, o da
cehenneme ulaştırır. Bir insan, kendini bir kere yalana
kaptırdı mı daima yalan söyler, neticede Allah katında adı
yalancı olarak yazılır."
…………………
O (sav), ağlayan bir çocuk görse oturur, onunla ağlardı.
İnleyen bir annenin ıstırabını vicdanında duyardı. İşte yine Ebu
Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis ve O'nun dillere destan şefkati:
"Ben namaza duruyor ve onu uzun kılmak istiyorum. Sonra bir çocuk
ağlaması duyuyorum. Bir annenin çocuğu için duyacağı endişe ve
heyecanı bildiğimden namazı hızlıca kılıp bitiriyorum."
…………………
Sahabe naklediyor:
Bir gün aklından zoru olan bir kadın geldi, Allah Resulü'nün
elinden tutarak çekti ve O'na:
—
Gel benim evimdeki şu işimi gör. dedi.
Kadın Allah Resulü’nün kolundan çekiyor, O da arkasına takılıp
gidiyor, derken sahabe de onların arkasına düşüyor. Ve Allah Resulü
gayet rahat bir şekilde kadının dediği işi görüyor, sonra geri dönüyor.
Bu iş, belki bir ev süpürmek, belki de yıkanmış çamaşırları
sıkmaktı. İşin şekli ne olursa olsun, Allah Resulü bu işi yapmıştı. Zira
O, kimseyi üzmeyen, darıltmayan bir insandı. O, saygı insanıydı ve
O'nun bu hareketi asla zillet de değildi.
408
…………………
Bir seferden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden
bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye
başlamışlardı.
Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde
görünce, orada çırpınıp pervaz etmeye başladı; gidip geliyor, telaşla
uçup duruyordu. Allah Resulü bu durumu görünce fevkalâde öfkelendi
ve hemen yavruların yuvaya konulmasını ve ana kuşa eziyet
edilmemesini emretti.
Allah Resulü, bir gün yanında birkaç sahabeyle bir bahçeye
girdi. Bahçenin köşesinde zayıf mı zayıf bir deve vardı. İki Cihan
Serveri hemen devenin yanına gitti. Bir müddet o devenin yanında
kaldı, onu okşayıp teskin etti, sonra devenin sahibini çağırtarak, onu
deveye iyi bakması hususunda gayet sert bir şekilde azarladı.
—
Allah (cc) bir köpek yüzünden, ahlâksız bir kadını affedip
cennetine aldı. Köpek, bir kuyunun başında, susuzluktan
dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o
esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin halini
görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp
ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe
içirdi, böylece köpek Ölümden kurtuldu. İşte bu kadının
bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına vesile oldu ve
Allah (cc), onu cennetine koydu.
…………………
Yeryüzünde hiç bir insan Hz. Muhammed (sav) kadar
sevilmemişti. "Mâ-u Rec'i" gazvesi sonunda, Hubeyb b. Adiyy (ra),
gözü dönmüş, kin ve intikamla köpürüp duran inanmayanlar
tarafından idam sehpasına çıkarıldığında, şu soruya muhatap
olmuştu:
—
Şu anda senin yerine Muhammed'in idam edilmesini arzu
eder miydin? Cevap kesin, net ve tavizsizdi:
—
Hayır, vallahi, benim kurtuluşum pahasına dahi, O'nun
ayaklarına bir dikenin batmasına razı olamam.
Ve Hubeyb, idam sehpasında verdiği bu cesaret örneğinden
sonra ellerini açar:
—
Ya Rabbi, buraya gelirken Senin Habibin'e veda
edemeden geldim, benim selâmımı O'na ulaştır. der.
Tam o esnada Allah Resulü
konuşurken, birdenbire doğrulur ve:
—
(sav)
ashabıyla
oturmuş
Selâm sana ey Hubeyb. der.
409
Yanındakiler ne olduğunu sorunca da gözyaşları içinde:
— Müşrikler Hubeyb'i şehit ettiler. Son anında bana selâm
gönderdi ve ben de selâmını aldım. buyururlar.
…………………
Kötülüğe asla kötülükle mukabele etmiyordu. Bir bedevi gelir,
elbisesinden tutup sarsar ve küstahça:
—
Hakkımı ver!" derdi de sahabeyi çıldırtan türlü hareketler,
o şefkat abidesini tebessüm ettirir ve:
—
Bu adama istediğini verin! buyurur.
Evet, O, en affedilmez suçları dahi affederdi. Yeter ki o
mevzuda, dinin emirlerine muhalefet söz konusu olmasın. Düşünün
bir kere, kendisine bunca kötülük yapan Mekkelilere, Mekke fethinden
sonra, hem de er türlü cezayı verebileceği o gün ne demişti:
—Gidiniz, hepiniz hürsünüz.
…………………
Hayber fethi sonrası bir kadın, bir koyunu kızartmış içine de
biraz zehir koymuş ve Allah Resulü'nü yemeğe davet etmişti. Sofrada
bulunanlardan Bişr ismindeki sahabe lokmayı ağzına koyar koymaz
vefat etmişti.
Demek ki bu kadın çok tesirli bir zehirle Allah Resulü'nü
öldürmek istemişti. Allah Resulü lokmayı ağzına götürürken, koyunun
zehirli olduğunun haber verilmesi üzerine yemek sofradan kaldırılmış,
kadın yakalanıp huzura getirilmiş.
—
Eğer
Sen
hakikaten
Allah'ın
gönderdiği
bir
peygambersen, bu zehir Sana tesir etmeyecektir. Yok
eğer peygamber değilsen, insanlığı senden kurtarmak
istedim. der.
Sahabe, derhal bu kadının öldürülmesi talebinde bulunur.
Ancak, Allah Resulü kendi adına kadını affeder.
…………………
Ukbe b. Âmir (ra) anlatıyor: Resulallah (sav) buyurdular ki:
"Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kızı
ihya etmiş gibi olur."
"Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Günahın arkasından hemen
iyilik yap ki Allah onu siliversin. Ve İnsanlarla birlikte yaptığın işlerde
güzel ahlâktan ayrılma!"
410
İnsanı, güzel ahlâkı kadar yükselten ikinci bir unsur yoktur.
Güzel ahlâk ki, o bir Allah ahlâkıdır ve güzel ahlâk, insanın Allah
ahlâkıyla ahlâklanması demektir.
…………………
Efendimiz (sav) gıybet ve dedikodunun en hafifine bile kapı
açmıyordu.
Hz. Ayşe anlatıyor: Hz. Peygamber (sav)
(Validemiz) bahsediyordu. Onu biraz methedince ben:
—
Safiye'den
İyi ama onun boyu kısa. dedim.
Efendimiz bana döndü:
—
Öyle bir söz söyledin ki denize karışsa onu bulandırır.
…………………
Akşam yatmış, fakat sabaha kadar dönüp durmuş, bir türlü
uyuyamamıştı. Sağına dönüyor, soluna dönüyor, uflayıp duruyordu.
Sabah, hanımı sordu:
—
Yâ Resulallah, bu gece rahatsız mıydınız? Çok ıstırap
çektiniz.
Ve Allah Resulü’nün cevabı şu oldu:
—
Yatağımı hazırlarken, yere düşmüş bir hurma buldum.
Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim
evde sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu
hurma, onlardan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm,
bunun ıstırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü
gözüme uyku girmedi.
…………………
Allah Resulü kalktı ve namaza durdu. O gece sabaha kadar
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde
elbette akıl sahipleri için ibretler vardır." (Âl-i İmran, 3/190) âyetini
okudu ve gözyaşı döktü. Sabah olunca ezan okumaya gelen Hz. Bilal
kendisine:
—
Ya Resulallah, kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun?
Allah (cc) Sen'in geçmiş ve gelecek bütün günahlarını
affetti. dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
—
Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabbime
ölçüsünde teşekkür eden bir kul olmayayım mı?"
ihsanı
…………………
411
Başka bir hadîslerinde, Allah
yaparken şöyle buyururlar:
—
Resulü,
mü'minin
tarifini
Hakiki mü'min odur ki, insanlar malları ve canları
hususunda ona karşı emniyet ve güven içindedirler.
Allah Resulü doğruluğun önemini anlatırken şöyle buyururlar:
—
Siz bana altı konuda söz verin, ben de sizin cennete
gireceğinize kefil olayım.
1- "Konuşurken dosdoğru konuşun!" Evet, davranış ve
sözleriniz dosdoğru olsun.
2- "Söz verdiğinizde sözünüzü yerine getirin!" Zaten bunun
aksi münafıklıktır.
3- "Emanette emin olun!" Size bir şey emanet edildiğinde
onu aldığınız biçimde teslim edin. Size güvenenleri,
güvenlerinde yalancı çıkarmayın.
4- "İffetli olun!" Irz ve namusunuzu koruyun, başkalarının
ırz ve namusunu aynen kendi namusunuz gibi koruyun!
5- "Gözlerinizi
harama,
Kur'an'ın
size
yasakladığı
görüntülere kapayın." Size ait olmayan şeylere bakmayın
ve faydalanma izniniz olmayan şeylere göz dikmeyin!
6- "Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun." Hiçbir
kimseye hiçbir şekilde zarar vermeyin, başkalarının
hukukuna riayet edin.
Bir bakıma "güven insanı" olmanın gerekleri olan bu şartları
yerine getirenlere Allah Resulü cennet sözü veriyor.
…………………
Hz. Peygamber döneminde soylu bir kabileye mensup olan ve
hırsızlık yapan bir kadın vardı. Zengin ve soylu kişiler, kadının
cezalandırılmaması için araya girip durumu Allah Resulüne (sav)
anlattılar. Resulallah:
—
Ey insanlar, geçmiş milletlerin
olduklarını biliyor musunuz?
ne
yüzden
helak
Onlar, mevki ve makam sahibi olan zengin kimse bir şey
çalarsa onu affederler, zayıf güçsüz birisi hırsızlık yapınca
da onu cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki bu suçu
kızım Fatıma da işlemiş olsaydı onu da cezalandırırdım.
demiştir.
412
…………………
Hz. Muhammed (sav), katı
tavsiye etmiştir;
—
kalpliliği
Kolaylaştırın,
güçleştirmeyin;
ettirmeyin. buyurmuştur.
kınamış,
hoşgörüyü
müjdeleyin,
nefret
Hz.Ayşe'ye(ra):
—
Yumuşak ve hoşgörülü ol. Çünkü yumuşak ve hoşgörülü
olmak bulunduğu yeri süsler. Onun olmadığı yer ise
çirkinleşir.
…………………
Hz. Peygamber (sav), farklı dinlere inanan insanlara değer
verir, hürmette bulunurdu.
Bir gün bir cenaze geçiyordu. Peygamberimiz, hemen ayağa
kalktı. Bunun üzerine oradakiler, cenazenin Müslüman olmayan birine
ait olduğunu belirtince peygamberimiz:
—
O da bir insan değil mi? buyurdu.
…………………
Hoşgörü konusunda peygamberimizi örnek alan atalarımız,
fethettikleri yerlerde hiçbir dinî mabedi yıkmamışlar, hiç kimseye dinî
baskı yapmamışlardır.
Hz. Muhammed (sav), insanlara karşı şefkatli ve hoşgörülü idi.
Onun şefkati; inancı, rengi, ırkı, makamı ve cinsiyeti ne olursa olsun
bütün insanlara yönelikti. Nitekim bir Yahudi çocuğunun hastalığında,
onu bizzat evinde ziyaret etmiş, ailesinin gönlünü almıştır.
Mute Savaşı'na katılacak ashabına şu öğütlerde bulunması da
çok manidardır:
—
…Gideceğiniz yerlerde rahipler de göreceksiniz. Onlara
asla dokunmayınız. Kadınlar ile çocuklara şefkatle
davranınız. Hurma ağaçlarını ve yeşillikleri kesmeyiniz.
Evleri yıkmayınız."
…………………
Hz. Muhammed (sav), insanları ayrım yapmaksızın sever ve
onlara değer verirdi. Mekke'de müşriklerin zengin ve ileri gelenleri Hz.
Muhammed'e gelerek,
—
Biz senin yanına geldiğimizde, fakir ve zavallı insanları
huzurundan kov. Biz o insanlarla bir arada olmaktan
hoşlanmamaktayız. Çünkü biz, büyük ve zengin
kimseleriz. dediler.
413
O, bu durumu kabul etmeyince, tekliflerini biraz daha hafifletip
—
Hiç olmazsa biz senin yanına geldiğimizde, fakir ve zavallı
kimseler kalkıp gitseler. dediler.
Bunun üzerine şu ayet indi:
"Sabah akşam, Rablerinin rızasını dileyerek ona yalvaranları
kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin
hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak
zulmedenlerden olma."
…………………
O, öyle doğru sözlüydü ki, bir kadının çocuğunu çağırırken:
—
Gel, bak sana ne vereceğim? demesi üzerine, derhal
atılıp:
—
Ne vereceksin? demişti.
Kadın da:
—
Birkaç hurma verecektim, Ya Resûlallah. deyince:
—
Eğer ona hiçbir şey vermeyecek olsaydın, yalan söylemiş
olacaktın. buyurmuşlardı.
…………………
Safvân b. Süleym (ra) anlatıyor:
—
Ey Allah'ın Resulü, dedik, mü'min korkak olur mu?
—
Evet! Korkak olabilir. buyurdular.
—
Pekiyi cimri olur mu? dedik, yine:
—
Evet! Cimri de olabilir. buyurdular.
Biz yine:
—
Peki, yalancı olur mu? diye sorduk.
Bu sefer:
—
Hayır! buyurdular.
—
Mümin yalan söylemez.
Hz. Muhammed (sav), insanlara şaka yaparken bile asla yalan
söylemezdi.
…………………
Hz. Muhammed (sav), insan olmanın sorumluluğunu şöyle
ifade etmiştir:
414
—
Kıyamet gününde her insana, şu dört şeyin hesabı
sorulacaktır:
Ömrünü
(vaktini,
zamanını)
nerede
tükettiği, gençliğini nasıl harcadığı, malını nereden
kazanıp nereye harcadığı ve bildiklerini uygulayıp
uygulamadığı
…………………
Resulullah (sav) buyurdular ki:
—
Allah, mü'min kulunun tövbesinden, tıpkı şu kimse gibi
sevinir: "Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir
çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine
yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir
ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı
zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta
arar ve fakat bulamaz. Ümitsizlik içinde beklerken bir de
ne görsün! Başucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de
yiyecek ve içecekleri. İşte Allah'ın, mü'min kulunun
tövbesinden duyduğu sevinç; kaybolan bineğine azığıyla
birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.
…………………
Fakir-zengin, efendi-köle,
gözünde herkes eşitti.
zenci-beyaz,
kadın-erkek,
onun
Mescid-i Nebi'yi süpüren zenci bir kadın vardı. Hz.
Peygamber(sav), bir ara göremeyince ashabına o kadını sordu.
Arkadaşları vefatını haber verince, peygamberimiz:
—
Bana haber vermeniz gerekmez miydi?" diye sitemde
bulundu.
Peygamberimiz hemen:
—
Bana kabrini gösterin. dedi.
Gidip, kabri yanında namaz kılıp o kadın için dua etti.
…………………
Merhamet kadar duru bir sevgi düşünülemez, o ise annelerde
bulunur.
Bir savaş sonrasıydı. Esirler gelmişti her taraftan. Çoluk çocuk,
kadın erkek herkes yakınını arıyordu. Yanık yanık dolaşanlar, kırık
kırık dolaşanlar, dökük dökük dolaşanlar hep göze çarpıyordu.
Allah Resulü bu yakıcı sahneyi seyrediyorlardı. Bir kadın da
yana yakıla dolaşıyordu. Muhakkak bir yitiği vardı. Esir edilen kadının
ne yitiği olabilir? Ya kardeşiydi ya babasıydı ya da kendisinden bir
parçası olan evladıydı.
415
O, kendi evladının hatırı için gözüne çarpan her çocuğu
sinesine basıyordu. Gözlerine bakıyor, sonra tekrar aramaya
koyuluyordu. Karşısına çıkan bir başka yavruyu görüyor, bağrına
basıyor, sonra yeniden aramaya koyuluyordu.
Allah Resulü gözleri yaşlı, ona bakıyordu. Derken kadın, bir
çocuğu yakaladı, bağrına bastı. Kokluyor, öpüyor, bir türlü
kucağından bırakmıyordu. Ve o zaman Ufuk İnsan'ının, Allah
Resulü'nün, parmağı kalktı o tarafa doğru.
Etrafındaki sahabelere o noktayı işaret etti:
—
Görüyor musunuz bu manzarayı? Kadın, şu kucağındaki
çocuğu cehenneme atar mı?
Hepsi birden:
—
Hayır ya Resulallah. dediler.
—
Allah, o kadından daha merhametlidir. buyurdu.
—
Merhametli olun ki, merhamete mazhar olasınız.
Çocuklarınıza merhametli olun ki, Allah da size merhamet
etsin.
…………………
Son günleriydi. Gözlerini açacak dermanı dahi kalmamıştı.
Şayet bir tek kelime söyleyecek kadar dermanı varsa:
—
Cemaat, namazı kıldı mı? diye soruyordu.
Ancak bu kadarcık dahi enerji sarfı, O'nun dermanını tüketiyor
ve yine bayılıyordu. Kendine gelince sorduğu soru yine aynı soruydu:
—
Cemaat, namazı kıldı mı?
Hayır, cemaati saatlerden beri O'nu bekliyordu. Gözler hep
mescide açılan kapısındaydı. Ne zaman perde aralanacak ve mescide
yine güneş doğacaktı? İşte bunu gözlüyorlardı. Çoğu, O Güneş'in
batmak üzere olduğunun farkındaydı; ancak hiçbiri buna inanmak
istemiyordu. Bu arada, Allah Resulü, artık namaz kıldıracak takatinin
olmadığını anlayınca:
—
Ebu Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın! buyurdu.
Biraz kendinde iyileşme hissedince de mescide doğru yürüdü.
Bir kolundan amcası Abbas (ra), diğerinden de amcasının oğlu ve aynı
zamanda damadı Hz. Ali (ra) tutmuş, onu mescide götürmüşlerdi. Her
halinden namazın ihtişamı, namazın değeri, namazın büyüleyiciliği
dökülüyordu. Kendisinden sonra imam olacak zâtın arkasına durdu ve
namazını oturarak kıldı. O, bu şekilde mescide sadece iki defa
gelebildi. Birinde namazı Allah Resulü kıldırdı, Hz. Ebu Bekir (ra) de
arkadakilere onun sesini duyurdu. Diğerinde ise, namazını Hz. Ebu
416
Bekir'in (ra) arkasında kıldı. Cemaatine kendisinden sonra gelecek
imamı âdeta iş'âr buyurdu.
Bir kere daha, evet O, namazla ve cemaatla bu derece
bütünleşmişti. Son anına kadar da beraberce namaz kılmayı terk
etmemişti. Hatta sahabenin yardımıyla mescide gelmiş ve son
namazını da cemaatle kılmıştı.
ŞİİRLER
AY DOĞDU ÜZERİMİZE
Ay doğdu üzerimize
Veda tepesinden
Şükür gerekti bizlere
Allah'a davetinden
Sen güneşsin sen aysın
Sen nur üstüne nursun
Sen Süreyya ışığısın
Ey sevgili ey Rasûl
Ey bizden seçilen elçi
Yüce bir davetle geldin
Sen bu şehre şeref verdin
Ey sevgili hoş geldin
Ey Rasûl sana söz verdik
Doğruluktan ayrılamayız
Sen ey esenlik yıldızı
Senin sevginle doluyuz
Mehmet Emin AY
417
BENİM MUHAMMEDİM
Cebrail’im selam eyle dostuma
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Söyle gelsin çıksın arşım üstüne
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Arşımı donattım gelsün göreyim
Kullarım halinden haber sorayım
O gelsin ben ona haber vereyim
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Arşımın üstünde seyran eyleyen
Kürsüm üzerinde cevlan eyleyen
Mirac’da ümmetin Hakk’tan dileyen
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Derviş Yunus severiz Muhammed’i
Her andıkça verelim salâvatı
Kadir Mevlam ana mahbübum dedi
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Yunus Emre(1240–1320)
BİR GECE MUHAMMED'E
Bir gece Muhammed'e
Çalab'dan geldi burak
Seni okur Zülcelâl
Ne durursun kıl hazırlık.
Sallallahu alâ Muhammed
Sallallahu aleyhi ve selem
Hep melekler geldiler
Burakdan idirdiler
Yüzünü döndürdüler
Ol dem yürüdü yayan
Sallallahu alâ Muhammed
Sallallahu aleyhi ve sellem
Nice bin yıllık yola
Bir anda vara gele
Yunus eydür kim ola
Ol Muhammed'dir mutlak
Sallallahu alâ Muhammed
Sallallahu aleyhi ve selem
Yunus Emre
418
DAĞ PINARI
Peygamber Muhammed'e
Sevinç sevinç berraklık
Yıldız yıldız parlaklık
O ki bir dağ pınarı
Bulutlar üstü aklık
Yücelikler eşiği,
Yamaçlar, loş kuytular.
Melek sallar beşiği,
Nur içinde uyuklar...
Semada bir coşkunluk
Dar geçitler vadiler...
Her pınar oluk oluk,
O pınar'a erdiler.
Nefesiyle yeşermiş,
Çimenler ve çiçekler.
Gümüş ışıklar sermiş,
Onun yolunu bekler.
Pınarlar haykırıyor:
"Sakın bırakma bizi!
Çöller kızgın, akmak zor,
Kum yutar hepimizi."
Peki, der Dağ pınar'ı
Toplayıp pınarları.
Kabarır, coşar, taşar
Yeni ülkeler aşar.
Doğar geçtiği yerde
Şehirler, mamureler
Nakışlar mermerlerde,
Alev uçlu kuleler.
Bağlılarını taşır,
Eteğin Rahman'a...
Yürür, gider, karışır
O ilahi Ummana..."
GEOTHE
419
DERTLİ DOLAP
Dolap niçin inilersin
Derdim vardır inilerim
İllallah Hu Hu Hu
Ben Mevla'ya âşık oldum
Onun için inilerim
İllallah Hu Hu Hu
Subhanallah Sultanallah
Ya Muhyeddin şey'enlillah
İllallah Hu Hu Hu
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
İllallah Hu Hu Hu
Böyle emreylemiş Çalap
Onun için inilerim
İllallah Hu Hu Hu
Subhanallah Sultanallah
Ya Nureddin şey'enlillah
İllallah Hu Hu Hu
Âşık Yunus eder âhı
Gözyaşı siler günahı
İllallah Hu Hu Hu
Hakk'a âşıkım billahi
Onun için inilerim
İllallah Hu Hu Hu
Subhanallah Sultanallah
Ya Cerrahi şey'enlillah
İllallah Hu Hu Hu
Yunus Emre
420
"Güllerin ve Gönüllerin Efendisi Resul-i Ekrem'e!..."
EFENDİM
Güzellik şahikası, nübüvvetin çerağı
Yürek semalarının dalgalanan bayrağı
Mazlumların gür sesi, acizler sığınağı
Ruhuma ab-ı hayat sensin derman Efendim
Tutuşan gönüllere kat’i ferman Efendim
Güllerin en irisi, çöllerin rayihası
Nesiller yetiştiren bahçelerin en hası
Ezanlar yankılanır, silinir yürek pası
Aşkına meftun kalbim, sana hayran Efendim
Hakk’a varmayan vuslat bize hicran Efendim
Kisra saraylarını dize getiren sendin
Küfrün kalelerini yıktı mübarek bendin
Gurbete veda edip aslî yurduna döndün
Ahmedsin, Muhammedsin gül û reyhan Efendim
Batıla kâbus oldun, Hakk’a burhan Efendim
Gönül sermayesini gayri yükledik ata
Çileyi azık ettik, yol verdik saltanata
Sırtımızda ağır yük, revan olduk Sırat’a
Biçare ümmetine şefkat ihsan Efendim
Hüsnünü vasfetmede aciz lisan Efendim
Bu gönül şehrimizin koca sultanı sensin
İçimizi kavuran derdin dermanı sensin
Ruhlara hayat veren aşkın ummanı sensin
Mahbûb-i Hüda’sın sen cana canan Efendim
İsmail’in olurum, bu can kurban Efendim
Sararmaya yüz tutmuş gülşenime can düştü
Hercaî yüreğime kor gibi sevdan düştü
Bedenim sırılsıklam, düşüme figan düştü
Seni düşünmeyen kalp yıkık, viran Efendim
Didarına müştakım ruhum üryan Efendim
Çatlayan yüreklere nur yağmurları yağdır
İmana pusu kuran bu ne yüzsüz bir çağdır
O Habib-i Kibriya gözümüzde bir dağdır
Kâinat vecd içinde eder seyran Efendim
Bulutlar kucak kucak sana giryân Efendim
421
Ayağının altında toprağın ben olsaydım
Sayeban niyetine yaprağın ben olsaydım
Tecellinle müşerref Nur Dağı’n ben olsaydım
Azgın bir küheylandır, nefsim tuğyan Efendim
Sana dair olmayan sözler ziyan Efendim
Her bir yağmur damlası inci, gevher çöl için
Bülbülün yakarması sevdiceği gül için
Arşın cümle kapısı açılır Resûl için
Gökler gözyaşı döker, ağlar cihan Efendim
Hilkatin sebebi sen, nur-i Yezdan Efendim
Efendim, halâskârım, gül-i ruhsâr rehberim
O mübarek alnından iştiyakla öperim
Nebiler ordusunda ben gönüllü askerim
Sen yoksun ya âlemde yürek hazan Efendim
Ümmetin akıbeti billâh hüsran Efendim
Hicranın yüreğimi kavurdu Resulullah
Külümüzü dağlara savurdu Resulullah
Can evimi kasırga, sel vurdu Resulullah
Hasretinle bin parça olsun bu can Efendim
Zikrinden aciz diller bize düşman Efendim
Dikenli bahçemizde hasret gülleri açar
Meçhûle revan olup nice civanlar göçer
Resuller sözde ölür, âleme ışık saçar
Gidince garip kaldı cümle mekân Efendim
Kalpler huzura erer senle her an Efendim
Kokuna hasret kaldı insanlık gideli sen
Gece gün intizara razıyım kapında ben
Dünya cadı kazanı…Ey Resul nurunla dön!...
Gönüllerin sultanı, tayy-ı mekân Efendim
Girsen rüyalarıma olsan mihman Efendim
Ne ağır zemheriler geçiriyor ümmetin
Günah galerisinde öksüz kaldı sünnetin
Müminin kokusuna şimdi hasret cennetin
Bu ne garip asırdır ahir zaman Efendim
Bizi bize bırakma, kayır aman Efendim
M.NİHAT MALKOÇ
422
EFENDİME GİDİYORUM
Aldım elime başımı
Efendime gidiyorum
Akıtarak gözyaşımı
Efendime gidiyorum
Ağlıyorum coşa coşa
Dere tepe aşa aşa
Hiç durmadan koşa koşa
Efendime gidiyorum
Hasretlik yaktı bağrımı
İlaç dindirmez ağrımı
Ele duyurup çağrımı
Efendime gidiyorum
İtikat etmem fallara
Tahammülüm yok yıllara
Gözyaşı döküp yollara
Efendime gidiyorum
Yollar uzun, günler kısa
Çekmiyorum hiçbir tasa
Sıcak kuma basa basa
Efendime gidiyorum
Dışım soğuk, içim volkan
Görüşmeye var mı imkân
Belalara olur kalkan
Efendime gidiyorum
Sular gelmiyor kurnama
Hasretlik tüttü burnuma
Taşlar bağlayıp karnıma
Efendime gidiyorum
Benlik putunu yıkmadan
Basamak bile çıkmadan
Rezil halime bakmadan
Efendime gidiyorum.
423
KAN TUTAR
Leblerimle emrine amadedir cânım benim
Al da bir bûseyle öldür haydi cânânım benim
Lâl olur birden dilim bilmem neden görsem seni
Görmesem kalmaz karârım dinmez efgânım benim
Hasta gönlüm çok zamandır iftirâkından harâb
Olmadım bir lahza rahat geçti devrânım benim
Mübtelâyım bir ümitsiz gizli derdin zehrine
Bu sebepten her geçen gün düştü dermânım benim
Yok teselliden nasîbim vermeyin zahmet bana
Etmeyin bunca eziyet az mı hicrânım benim
Kan tutar sen her bakışta kastedersen cânıma
Yâremi sar melhem ol da akmasın kânım benim
Arif Emre her ne etse râzıdır fermânına
Sahibimsin hem efendim hem de sultânım benim
Süleyman Arif EMRE
424
NAAT
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”
Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.
Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakındanMü’min döndüler kapından!
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
425
Göklerin resulüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Haset gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdemoğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
426
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayıştaAşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selmanlar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
Şu kuytu cinlerin mi,
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmezKuşları Hüdhüd müdür,
Güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?
Ey Abvâ’da yatan ölü,
427
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
Ebû Bekir’de nur, Osman’da nurlar...
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehit olurlar...
Bir mutlu günde ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh... Kanatlıydı.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdemoğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbir’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
428
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezbere bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat ASYA
PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUKLARA YÜZ VASİYETİ
1-
Besmelesiz başlanan her iş, hiç bir netice vermez.
(MENAVİ)
2-
Herhangi bir müşkül ve güçlüğe rastlarsan Allah'ın
ismini an, Besmele çek; Bisimillâhirrahmânirrahîm ve
lâ havle velâ kuvvete illâ billahilaliyyil azîm" cümlesini
tekrarla. Allah seni her musibetten ve belâdan
kurtarır. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
3-
"Elhamdü lillah = Allah'a hamdolsun" demek en
büyük teşekkürdür. Bunu söylemeyen şükretmemiş
olur. (MENAVİ)
4-
İsteklerinin olmasını isteyen bana çokça salât ve
selâm göndersin. (Zorlukların başarılması, rızık
bolluğu ve isteğe ulaşmak için en iyi vesile salât ve
selâmdır) (MENAVİ)
429
5-
Allah bana salât ve selâm gönderenlere sırat
köprüsünde bir nur verecektir. Böyle nur içinde
olanların
ise
ateşte
yanmayacakları
aşikârdır.(CÂMİU’S-SAĞIYR)
(Peygamberimize salavat şöyledir: Allahümme salli alâ
sayyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ
Muhammed)
430
6-
İbadetini Allah'ı görür gibi terbiye ve saygı ile yap.
Sen onu görmüyorsun amma... Muhakkak ki o seni
görmektedir. (MENAVİ)
7-
Sizden birisi Allah ite konuşmayı ve ona yakın olmayı
seviyorsa, tam bir kalp sükûneti içinde Kur'an
okusun. (MENAVİ)
8-
Ümmetimin en makbul ibadeti Kur'an okumaktır.
CÂMİU’S-SAĞIYR)
9-
Kur'an baştan sona kadar okunulup bitirildiği (hatim
edildiği)
zaman
derhal
yapılan
dua
kabul
olur.(MENAVİ)
10-
Her gece "Yasin" okumaya devam eden bir kimse
şehit olarak ölür. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
11-
Bir kimse ana ve babasının yahut onlardan bir
tanesinin cuma günü kabrini ziyaret edip "Yasin"
okusa, büyük günahları affolunur. (MENAVİ)
12-
Her gece "izâ vekaa" suresini okuyan bir kimse fakir
olmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
13-
Yatağa yatarken önce "1 Fatiha", sonra "3 İhlâs"
surelerini okuyan bir kimse uykusunda ölümden
başka her beladan korunmuş olur. (MENAVİ)
14-
Hayırlı işlere ön ayak olan kimse o hayrı kendisi
işlemiş gibi sevap kazanır. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
15-
Allah genç yaşında ibadet edenleri meleklerine
göstererek sevincini ilan eder. (MENAVİ)
16-
Cenâb-ı Hakk'a göre tövbekâr gençlerden sevgili bir
şey yoktur. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
17-
Ümmetimden, benim hadisimi (sözümü) taşıyan veya
ezber eden kimseyi kıyamet gününde Cenab-ı Hak
âlimler ve salihler arasında toplayacaktır. (MENAVİ)
18-
Büyük bir zorluğa düştüğünüz zaman "Hasbünallahü
ve ni'mel-vekil" zikrine devam ediniz. (CÂMİU’SSAĞIYR)
19-
Bütün güzelliklerin başı Allah korkusudur. (Allah'tan
korkan kimse kötülük yapamaz) (MENAVİ)
20-
Dünya
ahiretin
tarlasıdır.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
(Dünyada ne yaparsan yap ahirette karşına o
çıkacaktır)
21-
Fakir olmadığı halde dilenen kimsenin aldığı ve yediği
şey ateştir. (MENAVİ)
22-
Allah; rahatsız edici, aç gözlü dilencilere düşmandır.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
23-
Cennet anaların ayakları altındadır. (MENAVİ)
24-
Allah'ın hoşnutluğu ve rızası ana ve babanın
rızalarında; gazabı ise yine onların gazaplarındadır.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
25-
Bir kimse ana ve babasını üzecek bir iş yaparsa büyük
bir günah işlemiş olur. (MENAVİ)
26-
Ana ve babası ile Allah’ına itaat eden cennettedir.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
27-
Ana ve babasına sevgi
makamındadır. (MENAVİ)
28-
Ana ve babasına hizmet ve itaat edenin ömrünü
Cenab-ı Hak uzun ve mesut eyler. (CÂMİU’SSAĞIYR)
29-
Ana ve babasına hem vücutça, hem de sözle iyilikte
ve ihsanda bulunan, Allah için harbe gidenlerin
edindiği ecri kazanır. (MENAVİ)
30-
Ana ve babaya karşı ihsanda bulunmak ömrü uzatır,
rızkı artırır. Onların hayır ve duaları her kazayı red ve
tard eder. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
31-
Şarap içmek puta ibadet etmek gibidir.(MENAVİ)
32-
Sarhoşluk
SAĞIYR)
33-
Çoğu sarhoşluk veren
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
34-
Bir kimse sarhoşluk verici bir şey içerse Allah onun
kırk günlük namazını kabul etmez. (MENAVİ)
veren
her
şey
ile
bakmak
haramdır.
şeyin
azı
da
ibadet
(CÂMİU’Sharamdır.
431
432
35-
Bir Müslüman’ın diğer Müslüman ile konuşmayı terk
etmesi (dargınlığı) kan dökmek gibidir. (CÂMİU’SSAĞIYR)
36-
Bir müminin mümin kardeşi ile üç günden fazla küs
durması helal olmaz. (MENAVİ)
37-
Dişleri temizlemek güzel
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
38-
Büyüklerinize hürmet için ayağa kalkınız. (MENAVİ)
39-
Yaşı ilerlemiş iman sahibi bir ihtiyara ikramda ve
saygıda bulunmak, Allah'ı tazim etmektir.(CÂMİU’SSAĞIYR)
40-
Komşusu aç ve kendisi tok bulunan bir merhametsiz;
tam bir iman sahibi değildir. (MENAVİ)
41-
Sizin en
SAĞIYR)
42-
Allah diyor ki: "Sen doyur. Ben de seni doyurayım."
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
43-
Bir iman sahibinin yiyip içtiğinden artanını yemek
şifadır. (MENAVİ)
44-
Acımayanlara acınmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
45-
Hastalık zamanında sabretmek ve Allah'ın yardımını
beklemek bir ibadettir. (MENAVİ)
46-
Sana emanet bırakılan her şeyi sahibine iade et. Sana
fenalık eden kimseye de fenalık etme. (CÂMİU’SSAĞIYR)
47-
Boş sözlerden sükût edip susmak ibadetlerin en
iyisidir. (MENAVİ)
48-
Susmak iyi
SAĞIYR)
49-
Kendi iyiliğini arzu edenler dillerini tutsunlar. Yani az
konuşsunlar. (MENAVİ)
50-
Lüzumsuz sözleri ve lüzumsuz işleri terk etmek kişinin
Müslümanlığının güzelliğine delalet eder. (MENAVİ)
51-
Allahın birinci sevdiği iş; vakti gelir gelmez kılınan
namazdır. İkincisi, ana ve babanın emirlerine itaat ile
onlara karşı ihsanda bulunmaktır. Üçüncüsü de Allah
rızası için ve karşılık beklemeden harbe gitmektir.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
iyiniz
yemek
ahlâkın
söz
söylemeyi
yedirendir.
birinci
şartıdır.
artırır.
(CÂMİU’S-
(CÂMİU’S-
52-
Günahından dolayı tövbe eden kimse günah
işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan tövbe eder,
diğer taraftan günahını işlemekte devam ederse,
Allah'la alay etmiş olur. (MENAVİ)
53-
Hakkı olmadığı halde adam dövenler ve başkasının
malını çalıp çırpanlar yahut bunun için emir ve işaret
verenler bizden değildirler. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
54-
Emrinde bulunan bir kimseyi haksız yere döven kimse
kıyamet gününde hapis edilerek ceza görür.
(MENAVİ)
55-
Yalan, insanın yüzünü kara eder. (MENAVİ)
56-
Bir defa yalan söyleyen üç kere melundur. (MENAVİ)
57-
Haset etmekten çekininiz. Nasıl ateş odun yakıp
bitiriyorsa haset de bir insanı öyle mahveder. (Haset;
bir Müslüman’ın iyiliğini istememektir.) (CÂMİU’SSAĞIYR)
58-
Kendini beğenmek; yetmiş senelik ibadeti giderir.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
59-
Kendini küçük görmeyen dindar olamaz. (MENAVİ)
60-
Fakir ve hastaları seviniz ve onların meclislerinde
oturunuz. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
61-
Her şey için bir anahtar vardır. Cennetin anahtarı ise
yoksulları ve hastaları sevmektir. (MENAVİ)
62-
Bir Müslüman’ı öldürmek kâfir olmak kadar günahtır.
Ona sövüp saymak ise fenalığı mucip olur. Bir
müminin de din kardeşi ile üç günden fazla kin ve
dargın bulunması caiz olmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
63-
Sabah namazı ile güneş doğması arasındaki zaman
rızkların dağıtılması vaktidir. Bu sırada uyumak rızkın
bir kısmını kaybettirir. (CÂMİU'S-SAĞIYR)
64-
Kendilerini kâfirlere benzetenler bizden değildirler.
(MENAVİ)
65-
Günah işleyen asi ve günahkâr arkadaşlardan uzak
olunuz. Yoksa sizin de onlardan olduğunuz anlaşılır.
(MENAVİ)
66-
Benim kokumu almak isteyenler
koklasınlar. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
67-
Birbirinize karşılıklı yemek yediriniz. Ziyafet veriniz.
Bu hal rızkın artmasına mucip olur. (MENAVİ)
kırmızı
gül
433
434
68-
Cömert olunuz ki, Allah da size cömert davransın.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
69-
Sol el ile yemek yemeyiniz. Bunu, şeytan yapar.
(MENAVİ)
70-
Birbirinize
hediye
veriniz.
Hediyeler
muhabbeti çoğaltır. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
71-
Kabirleri ziyaret ediniz. Bu suretle ahireti hatırlarsınız.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
72-
Halkın en cimri olanı
vermeyendir.(MENAVİ)
73-
Bir kimse güle güle günah işlerse, ağlaya ağlaya
cehenneme girecektir. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
74-
Kahkaha ile gülmek şeytandan, tebessüm etmek ise
Allah'tandır. (MENAVİ)
75-
Namazı terk eden bir insan öldüğü zaman Allah'ı
gazap ve hiddet halinde bulur. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
76-
Sabah namazına devam edenin küçük günahları
denizköpüğü kadar da çok olsa hepsi affolunur.
(MENAVİ)
77-
Bir farz namazını tam bir huşu içinde kılan bir kimse o
namazın sonunda bir dua ederse o dua kabul olunur.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
78-
Dua
sırasında
fazla
yalvaran
ve
ısrar
tekrarlayanları Allah sever. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
79-
Cimri azapsız cennete giremez. (MENAVİ)
80-
Zekât vermeyenlerin boynuna kıyamet gününde siyah
bir yılanın halkası geçirilir. (MENAVİ)
81-
Dini ve onun bilgisini tamamı ile öğrendikten sonra
bilmeyenlere de öğretmek sadakaların en hayırlısıdır.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
82-
Öğünmek ve gösteriş yapmak için âlim olmaya
savaşanların yeri cehennemdir.
Allah böylelerini
cehenneme sokar. (MENAVİ)
83-
Bir din kardeşinin ihtiyacına karşılık vererek onu
tatmin eden kimsenin Allah da bütün dilek ve
ihtiyaçlarına karşılık verir. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
84-
Ümmetimin fakirleri; zenginlerinden
evvel cennete girecektir. (MENAVİ)
din
kalpteki
kardeşlerine
yetmiş
selam
ile
sene
85-
Bir kimse aç bir mümini doyurursa Cenab-ı Hak da o
kimseyi cennet meyveleri ile doyurur. (CÂMİU’SSAĞIYR)
86-
Fakirlere ve zayıflara yardım
merhamet eder.(MENAVİ)
87-
Emanete
hıyanet
edenler
tam
mahrumdurlar. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
88-
Allah'ın en çok sevdiği iş;
küfürden, günahlardan uzak
(MENAVİ)
89-
Dünya işlerinde ve alış verişinde yahut dine ait işlerde
olsun ümmetime hile yapan kimseye Allah lanet etsin.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
90-
Bir din sahibine acı çektiren bana acı çektirmiş olur.
Bana yapılan bu hareket ise Allah'a kadar gider.
(MENAVİ)
91-
Safi ipekten elbise giyen erkekler cennette ipek
giyemezler. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
92-
İçinde köpek veya resim olan eve rahmet melekleri
giremezler.(MENAVİ)
93-
Herkesten kuvvetli olmak isteyen
güvensin. (CÂMİU’S-SAĞIYR)
94-
İnsanın amcası babası makamındadır. (MENAVİ)
95-
Teyze anne makamındadır.(MENAVİ)
96-
Çocuk olmayan evde bereket yoktur.(MENAVİ)
97-
El ve ağız yakan sıcak yemekte bereket yoktur.
(CÂMİU’S-SAĞIYR)
98-
Su içerken bardağı ağzından ayır, sonra nefes al, yani
bardağın içine nefes verme. (MENAVİ)
99-
Utanmak imandandır.(MENAVİ)
100-
Yazıklar olsun dinini öğrenmeyene, yazıklar olsun
dinini öğrenip de yapmayana. (CÂMİU’S-SAĞIYR
edenlere
Allah
bir
da
imandan
yalandan, iftiradan,
durup korunmaktır.
kimse
Allah'a
435
Download