İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİM KURUMLARINDA BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR Hazırlayan Zekeriya METİN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni İSTİKLÂL MARŞI Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal; Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, ''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın... Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı; Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, Şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli; Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli... O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım; Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden na'şım! O zaman yükselerek Arşa değer, belki, başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal. Mehmet Akif ERSOY 2 ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk 3 ÖNSÖZ Millî kültürümüzün yeni nesillere aktarılması ve ortak kültür yoluyla kuşaklar arasında güçlü bağlar kurulması sadece millî eğitimimizin değil sorumluluk bilinci taşıyan her Türk’ün temel görevleri arasındadır. Takdir Edersiniz ki okullarımızda bu görevin yerine getirilmesinde en büyük pay öğretmenlerin üzerine düşmektedir. Kendinden önceki kuşaklarla çatışmayan, Millî, manevî ve ahlakî kültürel değerlerimize sahip çıkan bir nesil yetişmesinde şanlı tarihimizdeki belirli gün veya haftaların değeri göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Belki de en önemlisidir. Bütün dünyaya vatan sevgisi ve savunması, cesaret, merhamet ve vahşet gibi birçok konularda asırlarca ders kitabı mahiyetinde okutulacak ibret vesikası, bir Çanakkale Savaşı Hangi milletin tarihinde vardır ki?... Ya dünyanın bütün çiçeklerini bir araya getirip kaynaştıran 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı?... Ya da çağ kapayıp çağ açan İstanbul’un Fethi?... Ve daha niceleri… Değerli meslektaşlarım, sevgili gençler ve çocuklar, Elinizdeki kitap bu sorumluluğun bilinciyle hazırlanmıştır. Kitapta Belirli Gün ve Haftalarla ilgili her biri titizlikle seçilen metinlere, oyunlara, monologlara, piyeslere, şiirlere ve güzel sözlere yer verilmiştir. Kitapta gözden kaçan bir takım hatalar veya eksiklikler olabilir. Daha iyiye ve daha güzele ulaşabilmek için bu konulardaki eleştirilerinizi ve tavsiyelerinizi [email protected] elektronik posta adresime bekliyorum. Başarı, sağlık ve mutluluk dolu yıllar geçirmeniz temennisiyle… Zekeriya METİN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni 4 İÇİNDEKİLER SOSYAL ETKİNLİKLER YÖNETMELİĞİ ............................................ 7 İLKÖĞRETİM HAFTASI .............................................................. 29 GAZİLER GÜNÜ ....................................................................... 38 DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ ............................................................... 49 HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ .................................................... 57 İSTANBUL’UN KURTULUŞU ........................................................ 64 AHİLİK HAFTASI ...................................................................... 71 ANKARA'NIN BAŞKENT OLUŞU .................................................. 78 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ .................................................... 81 CUMHURİYET BAYRAMI ............................................................ 86 KIZILAY HAFTASI .................................................................. 102 ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI .................................................... 106 LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR HAFTASI ................................................ 112 ATATÜRK HAFTASI ................................................................. 115 AFET EĞİTİMİ HAZIRLIK GÜNÜ ................................................ 143 DÜNYA FELSEFE GÜNÜ ........................................................... 147 ÖĞRETMENLER GÜNÜ ............................................................. 150 DÜNYA AİDS GÜNÜ ................................................................ 161 İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ HAFTASI ................................ 162 TUTUM YATIRIM VE TÜRK MALLARI HAFTASI............................. 167 ENERJİ TASARRUFU HAFTASI .................................................. 174 SİVİL SAVUNMA GÜNÜ ........................................................... 179 YEŞİLAY HAFTASI .................................................................. 194 BİLİM VE TEKNOLOJİ HAFTASI ................................................ 201 İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABULÜ VE MEHMET AKİF’İ ANMA GÜNÜ .... 213 TÜKETİCİYİ KORUMA HAFTASI ................................................ 221 ÇANAKKALE ZAFERİ VE ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ ........................ 225 ORMAN HAFTASI ................................................................... 260 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ..................................................... 267 KÜTÜPHANELER HAFTASI ....................................................... 276 5 POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞU ............................................. 290 SAĞLIK HAFTASI ................................................................... 291 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI ................... 296 TRAFİK HAFTASI.................................................................... 324 ANNELER GÜNÜ ..................................................................... 339 19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI .......... 349 VAKIFLAR HAFTASI ................................................................ 364 ENGELLİLER HAFTASI............................................................. 372 HAVA ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ.............................................. 379 MÜZELER HAFTASI................................................................. 384 İSTANBUL'UN FETHİ ............................................................... 389 ÇEVRE KORUMA HAFTASI ....................................................... 395 KUTLU DOĞUM HAFTASI ......................................................... 400 6 SOSYAL ETKİNLİKLER YÖNETMELİĞİ Tarih sayı ekle Yönetmelik Millî Eğitim Bakanlığından: Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim ve Orta Öğretim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç Madde 1 — Bu Yönetmeliğin amacı, resmî, özel ilköğretim ve orta öğretimde ders programlarının yanında öğrencide kendine güven ve sorumluluk duygusu geliştirmeye, yeni ilgi alanları ve beceriler oluşturmaya yönelik bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda öğrenci kulübü ile toplum hizmeti çalışmalarıyla ilgili iş ve işlemleri düzenlemektir. Kapsam Madde 2 — Bu Yönetmelik, resmî, özel ilköğretim ve orta öğretim kurumlarında, bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda yapılacak etkinliklerle törenler ve diğer çalışmaların düzenlenip yürütülmesiyle ilgili esasları kapsar. Dayanak Madde 3 — Bu Yönetmelik, 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 62 nci maddesi, 30/4/1992 tarihli ve 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci maddesi, 5/6/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 11 inci maddesi, 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun 11 inci maddesi ile 8/6/1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 2 nci maddesine Tanımlar Madde 4 — Bu Yönetmelikte geçen; a) Bakanlık: Millî Eğitim Bakanlığını, b) Bakan: Millî Eğitim Bakanını, c) Kurum: Resmî, özel ilköğretim ve orta öğretim kurumları ile diğer yaygın eğitim kurumlarını, 7 d) Müdür: Resmî, özel ilköğretim ve orta öğretim ile yaygın eğitim kurumu müdürlerini, e) Sosyal Etkinlik: çalışmalarını, Öğrenci kulübü ve toplum hizmeti f) Öğrenci Kulübü: Öğrencilerin öğrenimleri boyunca bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda okul içi ve okul dışı etkinliklerde bulunmalarını sağlamak amacıyla oluşturulan grubu, g) Toplum Hizmeti: Öğrencilerin, yaş ve bilgi seviyesine uygun olarak her türlü toplum ve çevre sorunlarının çözümüne katkı sağlamak amacıyla yapacakları çalışmaları, h) Danışman Öğretmen: Öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmalarının rehberlik, danışmanlık ve gözetim görevini yürüten öğretmeni veya öğretmenleri, i) Gönüllü Veli: Öğrenci kulübü ve toplum çalışmalarına katkı sağlayan veli veya velileri, hizmeti j) Sosyal Etkinlikler Kurulu: Sosyal etkinlikler kapsamındaki öğrenci kulübü ve toplum hizmeti faaliyetlerini koordine etmek amacıyla oluşturulan kurulu ifade eder. SOSYAL ETKINLIKLERIN AMACI Madde 5 — Sosyal etkinliklerin amacı, Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkelerine uygun olarak; öğrencilerin Atatürk İlke ve İnkılâplarına, Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetişmelerine, yeteneklerini geliştirerek gerekli donanımı kazanmalarına katkıda bulunmaktır. Bu amaçla öğrencilere; a) İnsan haklarına ve demokrasi ilkelerine saygı duyabilme, b) Kendini tanıyabilme, bireysel hedeflerini belirleyebilme, yeteneklerini geliştirebilme, bunları kendisinin ve toplumun yararına kullanabilme, c) Çevreyi koruma bilinciyle hareket edebilme, d) Kendine ve çevresindekilere güven duyabilme, e) Planlı çalışma alışkanlığı edinebilme, serbest zamanlarını etkin ve verimli değerlendirebilme, f) Girişimci olabilme ve bunu başarı ile sürdürebilme, yeni durum ve ortamlara uyabilme, g) Savurganlığı önleme ve tutumlu olabilme, 8 h) Bireysel farklılıklara saygılı olabilme; farklı görüş, düşünce, inanç, anlayış ve kültürel değerleri hoşgörü ile karşılayabilme, i) Aldığı görevi istekle yapabilme, sorumluluk alabilme, j) Bireysel olarak veya başkalarıyla iş birliği içinde çevresindeki toplumsal sorunlarla ilgilenebilme ve bunların çözümüne katkı sağlayacak nitelikte projeler geliştirebilme ve uygulayabilme, k) Grupça yapılan görevleri tamamlamak için çalışabilme ve gruba karşı sorumluluk duyabilme istekle gibi tutum, davranış ve becerilerin kazandırılmasına çalışılır. İlkeler Madde 6 — Öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmalarında katılımcılık, planlılık, süreklilik, üretkenlik, gönüllülük ve iş birliği temel ilkedir. Bu ilkeler doğrultusunda; a) İlköğretim ve orta öğretimde öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmalarının, öğrencilerin gelişim seviyesine göre belirlenmesine, b) Çevresine duyarlı ve liderlik özelliklerine sahip bireyler olarak yetişmelerine, ilgi ve istidatlarını geliştirmelerine, c) Demokratik yurttaşlık bilincini geliştirebilecek eğitim uygulamalarının, hayatın tüm alanlarına yayılarak yapılacak çalışmaların okul içi ve okul dışı etkinlikleri içermesine, d) Öğrencilerin toplumsal hayata, sorunların çözümüne, yerel düzeyde katılımına ve yöneltici projeler hazırlamaya özendirilmesine, e) Her bireyin topluma katkı sağlayabileceği göz önüne alınarak tüm etkinliklerde geniş katılımın sağlanmasına, f) Öğrencilerin yönlendirilmelerine ve kariyer gelişimlerinin desteklenmesine, g) Sosyal etkinlik çalışmalarının planlanması ve yürütülmesinde öğrencilerin ilgi, istek, yetenek ve ihtiyaçları ile çevrenin imkân ve şartlarının göz önünde tutulmasına, h) Etkinliklerde verimi sağlamak için okul ve halk eğitim merkezlerinde oluşturulan öğrenci kulüpleri arasında ortak 9 çalışmalar yapılmasına yararlanılmasına, ve bunların imkânlarından i) Çalışmaların daha çok ders dışı zamanları kapsayacak ve değerlendirecek şekilde planlanıp uygulanabilmesine, j) Ders programlarının desteklenmesine, göz önünde bulundurularak k) Yurt içinde veya yurt dışında bulunan öğrenciler ile ortak çalışmalar yapmalarına, okullardaki l) Engelli öğrencilerin öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmalarına ilgi ve istekleri doğrultusunda etkin olarak katılabilmeleri için gerekli ortam ve şartların sağlanmasına, m) Sosyal etkinlik çalışmalarının danışman öğretmenlerin gözetiminde kulüp üyesi öğrencilerle planlanıp yürütülmesine, n) Çalışmalarda resmî, özel sivil toplum kurum ve kuruluşlarıyla öğrenci ve veli iş birliğinin sağlanmasına, o) Sosyal etkinliklerle öğrencilerin estetik, etik ve duygusal yönden gelişmelerinin sağlanmasına özen gösterilir. Esaslar Madde 7 — Sosyal etkinlik çalışmaları aşağıda belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır; a) Danışman öğretmenler, ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda ders yılı başında yapılan öğretmenler kurulunda belirlenir. Gerektiğinde bir öğrenci kulübüne veya toplum hizmeti çalışmasına birden fazla öğretmen görevlendirilebileceği gibi bir öğretmene birden fazla öğrenci kulübü veya toplum hizmeti çalışmasında da görev verilebilir. Ders yılı içinde kurulması istenen öğrenci kulüplerine de danışman öğretmenler ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda okul müdürünce görevlendirilir. b) Sosyal etkinlikler, okul yönetimi ve velilerin iş birliği ile okul içi ve okul dışı imkânlardan yararlanılarak öğrenci kulüpleri ve toplum hizmeti kapsamında yürütülür. c) Proje önerileri, çevrede bulunan sivil toplum kuruluşları ile kişi veya diğer kurum ve kuruluşlara götürülerek katkıları istenebilir. d) Danışman öğretmen okul dışından sağlanacak desteklerle ilgili olarak sosyal etkinlikler kurulunu bilgilendirir ve okul müdürünün olurunu alır. 10 e) Sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber öğretmenlerinin yanında gönüllü veliler de sosyal etkinlikler çalışmalarına katılarak öğrencilere yardım ve rehberlikte bulunurlar. f) Sosyal etkinlikler kapsamında yapılan çalışmalarla ilgili giderler, okul-aile birliklerince veya projeye destek veren kurum/kuruluşlarca sağlanır. g) Öğrencilerin sosyal etkinlikler kapsamında yapacakları çalışmaları sonuçlandırıp sonuçlandırmadığı, karnelerde düzenlenecek "Sosyal Etkinlik" bölümüne "TAMAMLANDI", "TAMAMLANMADI" şeklinde yazılarak gösterilir. h) Sosyal etkinlikler; öğrenci, sınıf öğretmeni, sınıf/şube rehber öğretmeni tarafından Sosyal Etkinlikler Öğrenci Değerlendirme Formu (EK-7) ve Sosyal Etkinlikler Danışman Öğretmen Değerlendirme Formu (EK-8) na göre değerlendirilir. Bu değerlendirmenin sonucu öğrenci dosyasındaki ilgili bölüme işlenir. i) Çalışmalar için Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı (EK-3) veya Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formundan (EK-4) hangisinin düzenleneceğine bu çalışmalarda görev alan öğrencilerle danışman öğretmenler birlikte karar verir. Çalışmaların projelendirilmesi hâlinde Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formunun yanı sıra, Sosyal Etkinlikler Proje Uygulama Takvimi (EK-6) hazırlanır ve çalışmaların sonunda Sosyal Etkinlikler Proje Sonuç Raporu (EK-5) düzenlenir. Tüm çalışmalar, sosyal etkinlikler kurulu ve okul müdürlüğünce onaylandıktan sonra uygulamaya konulur. Sosyal Etkinlikler Kurulu Madde 8 — Sosyal etkinlikler kurulu, müdürün görevlendireceği bir müdür yardımcısının başkanlığında danışman öğretmenlerin aralarından seçecekleri bir danışman öğretmen, kulüp temsilcilerinin aralarından seçecekleri üç öğrenci ile okul-aile birliğini temsilen iki veliden oluşur. Kurul, kulüp ve toplum hizmeti kapsamındaki etkinliklerin verimli bir şekilde yürütülmesi için danışman öğretmenler, öğrenciler, gönüllü veliler ve diğer öğretmenlerle iş birliği içinde çalışmaları koordine eder. Okul dışı etkinliklerde ilgili birimlerle iş birliği yaparak bu çalışmaların yürütülmesi için gerekli tedbirleri alır. Gönüllü Velilerin Belirlenmesi Madde 9 — Öğretim yılı başındaki okul-aile birliği toplantısında, gönüllü velilerin görev ve sorumluluklarının tanıtımından sonra, öğrencilerin sosyal etkinlik çalışmalarına yardımcı 11 olacak gönüllü velilerin seçimi yapılır. Aynı toplantıda Gönüllü Veli Başvuru Formları (EK-10) dağıtılır ve bu formların doldurularak daha sonra kurulacak olan sosyal etkinlikler kuruluna teslim edilmesi istenir. Naklen gelen öğrencilerin velilerinin de Kurulca uygun görüldüğü takdirde sosyal etkinlik çalışmalarına katılması sağlanır. Veli olmadığı hâlde bu çalışmalara gönüllü olarak katılmak isteyenlerin de Gönüllü Veli Formunu doldurarak okula başvurusu istenir. Uygun görülmesi hâlinde gönüllü veli olarak çalışmaları sağlanır. Öğrenci Kulübü Madde 10 — Okul açıldıktan ve sınıf temsilcileri seçildikten sonra en kısa sürede; sınıf temsilcileri ile okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin katılacağı toplantıda kurumun türüne, seviyesine, imkân ve şartlarına; çevrenin ekonomik, sosyal, kültürel ve coğrafi özelliklerine göre (EK-1) de yer verilen öğrenci kulüplerinden gerekli görülenlerine ya da öğrencilerin istekleri doğrultusunda farklı kulüplerin kurulmasına karar verilir. Ayrıca kulüplerin oluşturulması sırasında aşağıdaki alanlar da göz önünde bulundurularak; a) Zekâ oyunları (satranç, bilardo gibi), b) Aileye ve çevreye ekonomik katkıda bulunma (ipek böceği, mantar, kümes hayvanı yetiştirmek, halı, kilim, kumaş dokumak, turist rehberliği yapmak gibi), c) Millî ve insanî değerleri tanıma ve tanıtma (eski eserleri, yazma kitap ve levhaları toplamak, ören yerlerini incelemek, millî folklor ürünlerini araştırmak, öğrenmek ve derlemek) amaçlı öğrenci kulüpleri de kurulabilir. Konuları birbirine yakın olan kulüpler ayrı ayrı kurulabileceği gibi birleştirilerek de yeni öğrenci kulüpleri oluşturulabilir. Öğrenci Kulübü Çalışma Esasları Madde 11 — Öğrenci kulübü çalışmalarının yürütülmesinde aşağıdaki hususlara uyulur; a) Öğrenci kulübü ile ilgili işlerin planlanması, yürütülmesi öğrencilerce yapılır. b) Sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber öğretmenleri, belirlenen öğrenci kulüplerinin tanıtımını, amaçlarını, 12 çalışma esaslarını, öğrencilere kulübü seçmeden önce açıklar. c) Öğrencilerin ilgi duydukları en az bir öğrenci kulübüne üye olmaları esastır. Her öğrenci, bir öğrenci kulübü üyesi olmakla birlikte, isterse sınıf öğretmeni ve sınıf/şube rehber öğretmeninin bilgisinde diğer bir öğrenci kulübüne ve etkinliklerine de katılabilir. Bu çalışmaların koordinasyonu sosyal etkinlikler kurulunca sağlanır. d) Sınıf öğretmeni ile sınıf/şube rehber öğretmenleri, sınıflarında oluşturulan öğrenci listesinin bir örneğini danışman öğretmene, bir örneğini de okul yönetimine verir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Toplum Hizmeti ve Çalışma Esasları Toplum Hizmeti Madde 12 — Öğrencilerin; ailesine, çevreye ve topluma duyarlı, gönüllü çalışma bilincine sahip, sorun çözen ve çözüm üreten, resmî, özel, sivil toplum kurum ve kuruluşları ile iş birliği içinde çalışma becerilerini geliştirmiş birer fert olarak yetişmeleri için toplum hizmeti çalışmalarına yer verilir. Toplum hizmeti çalışmaları, öğrencilerin yaş ve bilgi seviyelerine uygun öğrenci kulübü çalışmaları kapsamında, ayrı olarak veya bireysel olarak ya da grupla hazırlanacak çalışma planlarına ve projelere göre yaptırılır. Toplum hizmeti; a) Velilerin okulla iş birliğini artırmaya yönelik çalışmalar yapmak, b) Okulu ve çevresinin güzelleştirilmesi, bakım ve onarımının yaptırılması yönünde çalışmalar yapmak, c) Kendi okulunun veya imkânları yetersiz diğer okulların kitap, araç-gereç ve ihtiyaçlarını gidermek için kampanyalar düzenlemek, d) Alt ve diğer sınıflardaki öğrencilerin ders, ödev ve proje çalışmalarına yardımcı olmak, e) Toplumda Türkçeyi doğru, güzel, etkili kullanma bilincini geliştirme ve kitap okuma alışkanlığını kazandırmaya yönelik çalışmalar yapmak, 13 f) Çevreyi korumak, güzelleştirmek, parklar oluşturmak, tarihî ve kültürel değerlerimizi korumak ve yaşatmak için çalışmalarda bulunmak, g) Toplum kurallarına uyulması için öğrencileri ve halkı bilinçlendirme çalışmaları yapmak, h) Trafik kurallarına uyulması için bilinçlendirme çalışmaları yapmak, öğrencileri ve halkı i) Okul bahçesini, çevreyi, boş arazi ve alanları ağaçlandırmak, erozyonla mücadele etmek, yok olmaya yüz tutmuş bitki türlerini korumak ve yetiştirmek için çalışmalar yapmak, j) İhtiyaç sahibi insanlara yardımcı olmak, k) Çevrelerindeki yaşlı ve bakıma muhtaç insanlara günlük işlerinde yardımcı olmak, l) Huzur evlerinde ve çocuk yuvalarındaki insanların hayatlarını kolaylaştırıcı, onların toplumla kaynaşmalarını sağlayıcı çalışmalar yapmak, m) Kimsesiz, engelli ve sokakta yaşayan çocuklara yardımcı olmak, n) Sosyal hizmet amaçlı sivil çalışmalarına destek sağlamak toplum kuruluşlarının gibi etkinlikleri kapsar. Toplum Hizmeti Çalışma Esasları Madde 13 — Toplum hizmeti çalışmalarında aşağıda belirtilen hususlar esas alınır. a) Öğrenciler, bireysel olarak veya grup hâlinde yapacakları toplum hizmeti çalışmalarına Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı veya Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formunu hazırlayıp danışman öğretmenlerine onaylattıktan sonra başlarlar. Projelerini tamamladıklarında Sosyal Etkinlikler Proje Sonuç Raporunu danışman öğretmene verirler. b) Öğrenci kulübü çalışmaları kapsamında yapılacak toplum hizmeti çalışmaları da kulüp çalışmaları kapsamında hazırlanacak Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı veya Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formunda belirtilir, gerekli onaylar alındıktan sonra uygulamaya konur. c) Öğrenciler, ilköğretim kurumlarının 1 inci, 2 nci ve 3 üncü sınıflarında yılda 15 saat, 4-8 inci sınıflarında 20 saat; orta 14 öğretim kurumlarının tüm sınıflarında 25 saat olmak üzere toplum hizmeti çalışmalarına katılırlar. d) Öğrencinin seçtiği toplum hizmeti çalışmaları sonucunda velisinin izni alınır (EK-11). e) Öğrenci kulübü kapsamında yapılacak toplum hizmeti çalışmalarında halk eğitim merkezleriyle diğer kurum ve kuruluşlar arasında iş birliği yapılarak bunların imkânlarından yararlanılır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Sosyal Etkinlikler ile İlgili Görevler Müdürün Görevleri Madde 14 — Müdür, sosyal etkinliklerin mevzuata uygun ve verimli olarak yürütülmesinden sorumludur. Müdür, gerekli gördüğü durumlarda görevlendireceği müdür yardımcılarına veya öğretmenlere yazılı olarak yetki ve sorumluluk verebilir. Müdür; a) Velilere gerekli duyuruları yapar ve onları çalışmalara katılmaya teşvik eder. b) Okulun eğitim-öğretime açılışının 3 üncü haftasında öğrenci kulüp ve toplum hizmeti çalışmalarını başlatır. c) Danışman öğretmen ve gönüllü velilere rehberlik yapar, gerektiğinde yazışmaları koordine eder. d) Öğrenci kulübü onaylar. çalışma planları ile proje önerilerini Danışman Öğretmenin Görevleri Madde 15 — Danışman öğretmen; a) Kulübün öğrenci sayısını liste hâlinde sosyal etkinlikler kuruluna bildirir. b) Çalışmalarda öğrencileri, üretmeye teşvik eder. yaratıcı ve özgün fikirler c) Çalışmaların genel gözetim ve rehberliğini sağlar. d) Çalışmaların seyrini takip ederek sonucu, sosyal etkinlikler kuruluna bildirir. e) Kulüp çalışmaları ile ilgili yazışmaları koordine eder. 15 f) Sosyal Etkinlikler Yıllık Çalışma Planı, Sosyal Etkinlikler Proje Uygulama Takvimi, Sosyal Etkinlikler Öğrenci Değerlendirme Formu, Sosyal Etkinlikler Proje Öneri Formu ve Sosyal Etkinlikler Proje Sonuç Raporunun hazırlanmasına rehberlik eder. g) Yapılacak tüm çalışmalarda öğrencilerin duygu ve düşüncelerini etkilemeksizin yazım kuralları ve benzeri konularda yardımcı olur. h) Kulüpteki öğrenciler ile toplanır, onları yönlendirir ve yapılan çalışmaları değerlendirir. i) Okul müdürüne karşı sorumludur. Sınıf Öğretmenleri ile Sınıf/Şube Rehber Öğretmenlerinin Görevleri Madde 16 — Sınıf öğretmenleri öğretmenlerinin görevleri şunlardır; ile sınıf/şube rehber a) Öğretmenler, kurulca belirlenen kulüplerin amaçları ve çalışmaları hakkında öğrencileri bilgilendirir. b) Öğrencilerin ilgi ve isteklerine göre belirlenen kulüplere göre üye olmalarını sağlar. c) Kulüplere öğrenci seçiminde danışman öğretmenle iş birliği yapar. d) Sınıflarda oluşturulan öğrenci listelerinin bir örneğini danışman öğretmene bir örneğini de okul yönetimine verir. e) Okulda ve çevrede yapabilecekleri toplum hizmetlerini öğrencilere tanıtır. f) Öğrencileri ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda toplum hizmeti çalışmalarına yönlendirir. Bu çalışmalarda öğrencilere rehberlik ve danışmanlık yapar. g) Kulüp çalışmaları ve toplum hizmetleri ile ilgili projenin hazırlanmasında ve uygulanmasında öğrencilere rehberlik yapar. h) Projenin uygulama aşamalarında öğrenci velisiyle iş birliği içinde bulunur. i) Projenin uygulama aşamalarında çalışmaları izler, görülebilecek eksikliklerin giderilmesi için gerekli tedbirleri alır. 16 j) Çalışmaların sonucunda projeyi değerlendirerek öğrenci değerlendirme formu ile sonucunu gizlilikle okul yönetimine bildirir. Gönüllü Velinin Görevleri Madde 17 — Gönüllü veli; a) Proje önerilerinin hazırlanmasında ve proje uygulanması sırasında sınıf öğretmenleri ile sınıf/şube rehber öğretmenlerine yardımcı olur. b) Etkinliklerin, bireysel veya gruplar hâlinde yapılmasına katkı sağlar. c) Okul dışı çalışmalarında öğrencilere yardımcı olur. d) Gerektiğinde çalışmalara maddî destek sağlar. Ayrıca, "Gönüllü Veliler Hangi İşleri Yapabilir"de belirtilen işleri de yapabilirler (EK-9). Öğrenci Kulübü Temsilcisinin Görevleri Madde 18 — Temsilci; a) Öğrencilerle birlikte yıllık çalışma planlarının hazırlanmasını sağlar ve onaylanması için danışman öğretmene verir. b) Yapılacak faaliyetlerle ilgili görev paylaşımını ve görev dağılımını danışman öğretmene bildirir. c) Yapılan çalışmalar bilgilendirir. hakkında danışman öğretmeni d) Kulüp üyelerinin belirli zamanlarda toplanmasını sağlar. e) Kulüp çalışmalarıyla dosyalanmasını sağlar. ilgili yazışmaları yapar ve f) Kulüp üyelerince yapılacak proje çalışmalarında koordineyi sağlar. Öğrencilerin Görevleri Madde 19 — Öğrenciler; a) En az bir öğrenci kulübüne üye olur ve en az bir toplum hizmeti yapar. b) Toplantı ve çalışmalara düzenli olarak katılırlar. 17 c) Toplum hizmeti çalışmalarını düzenli olarak kaydeder, çalışmalarında kendilerine rehberlik ve danışmanlık yapan öğretmene her hafta imzalatır. d) Proje çalışmalarında yapacakları değişiklikleri, öğretmeni ile sınıf/şube rehber öğretmenine bildirir. sınıf e) Kendisi ile ilgili doldurması gereken formları zamanında danışman öğretmene verir. f) Okul dışında yaptıkları etkinliklerde okulunu en iyi biçimde temsil etmeye çalışır. BEŞİNCİ BÖLÜM Diğer Sosyal Etkinlikler Diğer Etkinlikler Madde 20 — Sosyal etkinlikler kapsamında aşağıdaki faaliyetlerde de bulunulabilir. Bu faaliyetlere okul yönetimi ve öğretmenlerin yanında kulüplerde görev alan öğrencilerin aktif katılımı ve bu çalışmaların öğrencilerce planlaması sağlanır. Okulda; a) Geziler, b) Yarışmalar, c) Beden eğitimi, izcilik, müzik ve halk oyunları çalışmaları, d) Yayınlar, e) Gösteriler, f) Tiyatro çalışmaları, g) Defile, sergi ve kermes gibi çalışmalarla çeşitli etkinlikler düzenlenebilir. Geziler Madde 21 — Sosyal etkinlikler kapsamında yakın çevre, yurt içi ve yurt dışına inceleme veya ziyaret amaçlı geziler düzenlenebilir. Bu geziler, hazırlanacak gezi planına göre yapılır. Bu konuda aşağıdaki hususlara uyulur; a) Herhangi bir dersle ilgili olarak veya sosyal etkinlikler kapsamında çalışma programlarında gösterilen konularla ilgili olarak geziler düzenlenir. Ders öğretmenleri veya danışman öğretmenler, gezi planlarını en az 15 gün önce okul müdürüne verirler. 18 b) Okul müdürü, geziye katılacak öğrenci velilerinin yazılı izninin alınması şartıyla uygun gördüğü takdirde gezi planını onaylar. c) Okul müdürü, uygun gördüğü gezilerle ilgili yazıyı en az 7 gün önce bağlı bulunduğu yerin mülkî amirine bilgi verilmek üzere il/ilçe millî eğitim müdürlüğüne gönderir. d) Bilgi yazısında, gezilere katılacak yönetici, öğretmen, öğrenci ve veli isimleri ile gezi planı yer alır. e) Gezilerde 40 öğrenciye kadar bir yönetici ve en az bir gözetici öğretmen ile gerektiğinde gönüllü veli görevlendirilir. İmkânları yetersiz öğrencilerin gezi giderleri, okul-aile birliğince karşılanır. f) Geziler, eğitim-öğretimi aksatmayacak şekilde düzenlenir. Yarışmalar Madde 22 — Sosyal etkinlikler ve diğer ders faaliyetleri kapsamında öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini geliştirmelerine, kendilerine güven duyabilmelerine, sosyal ilişkilerde anlayışlı ve saygılı olabilmelerine, bilimsel düşünce ve inceleme alışkanlığı kazanabilmelerine imkân sağlamak amacıyla çeşitli yarışmalar düzenlenir. Bu konuda aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur; a) Yarışma konuları, sınıfın düzeyine ve programlara uygun olarak belirlenir. b) Bu Yönetmelikte belirtilen konularda veya inceleme, kompozisyon, şiir, hikâye, resim, müzik, spor, proje, bilgisayar, halk oyunları ve benzeri alanlarda en az bir yarışma düzenlenir. c) Yarışmalar, sınıf içi, okul içi, okullar arası ve yurt içi düzenlenebileceği gibi uluslararasında da düzenlenebilir. d) Okul ve sınıf içi yarışmalar ile ilgili esaslar ve yarışma konuları, okul müdürünün veya görevlendireceği müdür yardımcısının başkanlığında ilgili kulüp danışman öğretmenlerinden ve temsilcilerinden oluşturulan komisyonca; okullar arası yarışma konuları ile yarışma esasları ise il/ilçe millî eğitim müdürlüklerince oluşturulan komisyonca belirlenir. e) Bakanlık dışında kalan kurum ve kuruluşlarca düzenlenecek il düzeyindeki yarışmalara katılım Valiliğin, yurt çapındaki yarışmalar ise Bakanlığın izni ile gerçekleştirilir. 19 f) Okul ve sınıf içi yarışmaların değerlendirilmesi, bu yarışmalar için oluşturulan komisyonca, okullar arası yarışmaların değerlendirilmesi ise bu yarışmalar için oluşturulan komisyonca yapılır. Okul içi yarışmalarda yarışmaya katılan sınıflardan temsilci birer üye de bulundurulur. g) Yarışmalar, düzenlenir. eğitim- öğretimi aksatmayacak şekilde h) Yarışmalarda derece alanlar ödüllendirilir. Başarılı öğrencilere, diğer bakanlık kamu kurum ve kuruluşlarıyla iş birliği sonucunda sağlanan yaz kampı imkânlarından da yararlandırılmalarında öncelik tanınır. Beden Çalışmaları Eğitimi, İzcilik, Müzik ve Halk Oyunları Madde 23 — Öğrencilerin psikolojik ve bedensel yönden dengeli ve sağlıklı bir kişiliğe sahip olmalarına, gelişimlerine, serbest zamanlarını değerlendirme alışkanlığı kazanmalarına ve kendilerini ortaya koymalarına imkân sağlamak amacıyla beden eğitimi, izcilik, müzik ve halk oyunları gibi çalışmalara yer verilir. Bu çalışmalar ilgili mevzuatına göre yürütülür. Yayınlar Madde 24 — Okullarda; Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri ile sosyal etkinliklerin amaçlarına uygun olarak öğrencilerin, Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma, kendilerini ifade etme, özgür, eleştirel düşünme ve iletişim kurma yeteneklerini geliştirmesi amacıyla öğrenci kulüpleri ile toplum hizmeti çalışmalarını tanıtıcı nitelikte duyuru, dergi, gazete ve yıllıklar çıkarılabilir. Bu amaçla müdürün veya görevlendireceği müdür yardımcısının başkanlığında, biri kültür dersleri öğretmeni olmak üzere iki öğretmen, ilgili sosyal etkinlikler danışman öğretmeninden oluşan inceleme kurulu ile kulüp üyeleri arasından seçilen ve okul yönetimince uygun görülen beş öğrenciden de seçme kurulu oluşturulur. Bu konuda aşağıdaki hususlar göz ününde bulundurulur; a) Duyuru, dergi, gazete ve duvar gazetelerinin yazılarından okul müdürü veya görevlendireceği bir müdür yardımcısı sorumludur. Dergilerin sahibi, okul adına dergiyi çıkaran sosyal etkinlikler danışman öğretmeni ya da okul müdürü olabilir. b) Okullarda bir ders yılında çıkarılacak dergi sayısı okul müdürünce belirlenir. 20 c) Dergi veya gazetelerin çıkarılabilmesi için gerekli kaynak, okul-aile birliğince sağlanır. d) Dergi veya gazetelerde yayımlanacak öğrenci yazıları, seçme kurulu ile inceleme kurulunda, öğretmenlere ait yazılar ise inceleme kurulunda değerlendirilir. e) Dergi ve gazetelerde yayımlanacak öğrenci yazıları, seçme kurulunca değerlendirilerek uygun görülenler inceleme kuruluna sunulur. f) İnceleme kurulu, seçme kurulunda değerlendirilen yazılarla öğretmenler tarafından hazırlanan yazıları inceler. Dergi ve gazetelerde yayımlanması uygun görülenler, inceleme kurulu kararı ile tespit edilir. İnceleme kurulunun kararları yönetimce dosyasında saklanır. g) İnceleme kurulunca, dergi veya gazetelerde yayımlanan yazılarda anlatım ve yazım hatası olmamasına ve sade bir dil kullanılmasına dikkat edilir. h) Okullarca yayınlanan dergi, gazete ve yıllıklarda yer alan yazı, resim ve karikatürlerin birer örneği ile duvar gazetelerinin kaldırılan nüshaları, dosyalarında iki yıl süreyle saklanır. Okul dergi ve gazetelerinde yer alacak yayınlarda; 1) Öğrencilerin Türk Bayrağı’na, vatanına, milletine, Atatürk İlke ve İnkılâplarına, Türkiye Cumhuriyetine, demokrasi ve insan haklarına karşı duyulan sevgi, saygı ve bağlılığını yansıtan, 2) Ülkesine, milletine ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuş bilim adamı ve sanatçıların hayat ve eserlerini tanıtan, 3) Öğrencilerin alanlarında yapacakları bilimsel, sanatsal, kültürel ve sportif çalışmaları tanıtan, 4) Okuldan mezun olmuş ve okula hizmet etmiş önemli kişileri ve eserlerini tanıtan, 5) Okulun bulunduğu yerin tarihini, eski eserlerini, kültür değerlerini, folklorunu ve coğrafyasını çeşitli yönleriyle tanıtan, 6) Devlet büyüklerinin okul ziyaretlerini hatırlatan, 7) Okulda sunulan tiyatro, konser veya gösterilen filmleri tanıtan, 21 8) Bayramlar, tanıtan, belirli gün ve haftalarla ilgili çalışmaları 9) Sınıfça veya okulca yapılan gezi, gözlem ve incelemeleri gösteren, 10) Endüstri ve teknoloji alanında ortaya çıkan gelişmeleri tanıtan, 11) Toplum hizmeti çalışmalarını yansıtan, 12) Okulla ilgili gezi, inceleme, gözlem, yıl sonu etkinlikleri, sergi, diploma törenleri ve okulun ağaçlandırılması gibi faaliyetleri belirten, 13) Mezun öğrencilerin üst öğrenimde ve meslek hayatında gösterdikleri başarılarını gösteren, 14) Okul kütüphanesine kazandırılan eserleri tanıtan Resim, fotoğraf, karikatür, şiir, bilimsel ve edebî yazılarla proje çalışmalarına yer verilir. Gösteriler, Konferans ve Paneller Madde 25 — Öğrencilere, Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkelerine, onların gelişim düzeylerine uygun öğretici, estetik duygularını güçlendiren ve güzel sanatlara ilgilerini çeken çeşitli gösteriler düzenlenir. Bu konuda aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur; a) Film ve gösteriler, okul müdürünce görevlendirilen bir müdür yardımcısı başkanlığında iki öğretmenden oluşan komisyonun incelemesi sonucundaki tavsiyesi ve okul müdürünün izni ile gösterilir. b) Bakanlık dışındaki resmî ve özel kuruluşlarca hazırlanan film, tiyatro, konser ve diğer sanatsal gösteriler, okul müdürlüğünce görevlendirilen alan öğretmeni, varsa eğitim uzmanı, psikolog ve sanat eleştirmeninden oluşan komisyonca incelenir. İzlenmesinde sakınca olmadığına ilişkin rapor, il/ilçe millî eğitim müdürünce onaylanır ve söz konusu etkinlikler, ilgili okul müdürünün sorumluluğunda gerçekleştirilir. Okullar arası etkinlikler, ilgili okul yöneticileri ile eğitim bölgesi koordinatör müdürünün iş birliği sonucunda gerçekleştirilir. c) Bu etkinliklerin hangi tür okullarda gerçekleştirileceği raporda belirtilir. d) Okullarda ayrıca konferans, panel ve benzeri etkinliklerin yapılabilmesi için il/ilçe millî eğitim müdürlükleri bilgilendirilir. 22 Tiyatro Çalışmaları Madde 26 — Türk Millî Eğitiminin genel amaçları doğrultusunda öğrencilerin millî ve estetik duygularını güçlendirmek, güzel sanatlar alanındaki yetenek ve becerilerini artırmak, serbest zamanlarını değerlendirmek ve okul-çevre arasındaki bağları sağlamlaştırmak amacıyla tiyatro çalışmaları düzenlenir. Tiyatro çalışmalarında; a) İlköğretim okullarında skeç türü kısa oyunlara, orta öğretim kurumlarında skeç ve daha uzun oyunlara yer verilebilir. Ders dışı zamanlarda yapılacak bu etkinliklere öğrencilerin geniş ölçüde katılımı sağlanır. b) Büyük oyunlar; millî bayram, önemli gün, hafta ve yıl dönümlerinde ya da ders yılı sonunda olmak üzere en fazla iki defa gerçekleştirilir. c) Bakanlıkça tavsiye edilmiş, öğretmen veya öğrencilerce yazılmış ya da çevrilmiş, millî ve manevî duyguları canlı tutan, aile, vatan ve millet sevgisini yücelten; insanlık ve doğa sevgisini kazandıran; Türkçenin doğru, güzel ve etkili olarak kullanıldığı öğrenci seviyesine uygun oyunlar temsil edilir. d) İlköğretimin 1–5 inci sınıf öğrencilerince oynanan oyunların süresi yarım saati geçemez ve rolleri uzun oyunlar oynatılamaz. e) Oyunlarda ağırlıklı olarak okulun öğrencilerine, istemeleri hâlinde öğretmenlerine, diğer personeline ve velilerine de rol verilebilir. Diğer kurum ve kuruluşlarca hazırlanan oyunlarda öğrencilerin görev alabilmeleri için velilerinden ve okul yönetiminden izin alınır. f) Oyunlarda dekor ve kostümlerin sadeliğine ve doğallığına özen gösterilir. g) Okullarda yabancı oynanabilir. dille yazılmış küçük oyunlar da h) Oyunlarda ve çeşitli gösterilerde yaralayıcı, öldürücü, zehirleyici araç-gereç ve malzemenin kullanılmamasına özen gösterilir. i) Oyunlar, gösteriler için oluşturulan komisyonca incelenir, oynanmasında sakınca olmadığına ilişkin rapor okul müdürünce onaylandıktan sonra tiyatro etkinlikleri gerçekleştirilir. 23 Defile, Sergi ve Kermes Madde 27 — Öğrenciler, öğretim yılı içinde toplum hizmeti ve diğer derslerle ilgili projeler kapsamında gerçekleştirdikleri çalışmaları, uygun zamanlarda okulda, çevre okul veya eğitim bölgesindeki diğer okullarla yerel düzeyde, başka eğitim bölgesi, il/ilçedeki okullarla ulusal ve uluslar arası düzeyde ortaklaşa düzenleyecekleri defile, sergi ve kermes yoluyla topluma tanıtırlar. Eğitsel değer taşıyan çalışmaların defile, sergi ve kermes yoluyla yerel ve ulusal düzeyde tanıtılmasında aşağıdaki esaslara uyulur; a) Okul içinde sergilenecek öğrenci kulübü ve toplum hizmeti proje çalışmaları, sosyal etkinlikler kurulunca belirlenir. Okul içi defile ve sergiler, belirlenen bir tarihte hafta boyunca eğitim kurumu ve çevre birlikteliğini en üst düzeyde sağlayacak biçimde düzenlenir. b) Düzenlenecek defile, sergi ve kermeslerde, yakın okullar iş birliği içinde çalışırlar. c) Eğitim bölgesinde öğrenci, öğretmen ve çevre etkileşiminin en üst düzeye ulaştırılması, öğrencilerin öğrenmeye özendirilmesi, öğretmenlerin meslekî doyumlarının sağlanması amacıyla bir hafta süreyle öğretim yılı sonunda eğitim bölgesi danışma kurulunca belirlenecek tarihte öğrenci kulübü ve toplum hizmeti çalışmaları ile ilgili proje çalışmalarını tanıtıcı sergiler düzenlenir. d) Düzenlenecek etkinliklerde il/ilçe millî eğitim müdürlükleri ile eğitim bölgeleri koordinatör müdürleri arasında iş birliği yapılır. Koordinasyon, defile, sergi ve kermesin düzenlendiği il millî eğitim müdürlüğünce sağlanır. e) Defile, sergi ve kermeslerden sağlanacak kullanımı okul-aile birliklerince organize edilir. gelirlerin Törenlerle İlgili Esaslar Madde 28 — Törenlerde aşağıdaki hususlar göz önünde tutulur; a) Tören programı her okulda, müdür veya görevlendireceği bir müdür yardımcısının başkanlığında en az iki öğretmen ve bir öğrenci temsilcisinden oluşturulan komisyonca hazırlanır ve uygulanır. b) Törenlere okulun öğrenci, öğretmen ve diğer görevlileri ile hazır bulunanlar katılır. 24 c) Törenlere protokol, emekli öğretmenler, veliler ve okuldan mezun olanlar davet edilir. d) Okul binaları ile Atatürk köşesi; bayrak, flama ve mevzuata uygun afişlerle donatılır ve imkânlar ölçüsünde ışıklandırılır. e) Okulda ve çevrede varsa bando, folklor ekibi ve yayın organlarından yararlanılmaya çalışılır. f) Konuşma metinlerinin, şiirlerin ve diğer dokümanların müdürlükçe onaylanan birer örneği, o yıla ait tören dosyasında saklanır. g) Törenlerde; Atatürk ve Türk büyükleri ile eğitim şehitleri için saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın söylenmesinden sonra günün anlam ve önemine uygun şekilde hazırlanan programa göre hareket edilir. h) Tören konuşmalarında, Türk Millî Eğitiminin genel amaçları ve temel ilkelerine, eğitim-öğretimin önemine, okulun tarihçesine ve gelişimine, önceki öğretim yılının değerlendirme sonuçlarına, okulun çevre ilişkilerine ve sağladığı yararlara, programlanan etkinliklere, okul-aile ilişkilerine ve öğrencilerden beklenen davranışlara yer verilir. Bayrak Töreni Madde 29 — Bayrak törenleri, Türk Bayrağı’nın ve İstiklâl Marşı’nın anlam ve önemine yaraşır şekilde düzenlenir. Törenlerde Bayrağımıza ve İstiklâl Marşımıza olan sevgi ve saygıyı güçlendirmek amaçlanır ve gerekli her türlü önlem alınır. Bayrak törenlerinde aşağıdaki hususlar göz önünde tutulur; a) Bayrak törenlerine, tören sırasında okulda bulunan yönetici, öğretmen, öğrenciler ile diğer görevliler, "Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevliler ve Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik" hükümlerine uygun bir kıyafetle katılır. b) Bayrak töreni ve diğer törenler okulun açılışında, ders yılı sonunda, hafta başında ve sonunda, bayram tatili başlangıcında ve sonunda yapılır. c) Okul yöneticileri, nöbetçi öğretmenler, müzik ve beden eğitimi öğretmenleri ile okulda bulunan öğretmenler ve görevli öğrencilerce hazırlanan törenler, bu Yönetmelik ile 25/1/1985 tarihli ve 85/9034 sayılı Türk Bayrağı Tüzüğü hükümlerine göre yürütülür. 25 d) Okulda millî bayram, genel tatil ve hafta tatili başlangıcı ve bitiminde tören yapmak üzere ayrı bir bayrak direği bulunur. Tek bayrak direği varsa bayrak; törenden önce indirilir ve törenle bayrak direğine çekilir. e) Konuşmalar, bitirilir. İstiklâl Marşı’nın söylenmesinden önce f) İstiklâl Marşı’nın ilk iki kıtası, törene katılanlar tarafından birlikte, bestesine uygun ve yüksek sesle söylenir. g) 22/9/1983 tarihli ve 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanunu ile Türk Bayrağı Tüzüğü hükümlerine uymayan bayraklar okullarda bulundurulmaz. h) Bayraklar, okulda özenle saklanır. Özelliği kaybolan bayrakların kullanımdan kaldırılması mevzuatına göre yapılır. i) Törenlerin yürütülmesinden okul müdürü sorumludur. YEDİNCİ BÖLÜM Bayramlar, Belirli Gün ve Haftalar Millî Bayramlar ve Yerel Kurtuluş Günleri Madde 30 — Okullarda kutlanacak millî bayramlar ve yerel kurtuluş günleri; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı 30 Ağustos Zafer Bayramı Yerel Kurtuluş Günleri Millî bayramlar ve yerel kurtuluş günlerinin kutlanmasında aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur; a) Okullar, millî bayramlar ve yerel kurtuluş günlerinin kutlanması ile ilgili okul içi ve okul dışı etkinliklere bütün imkânlarıyla katılırlar. Millî bayramlar ve yerel kurtuluş günlerinde öğretmen ve öğrenciler kendilerine verilen görevleri yaparlar. b) Okullar, yaz tatiline rastlayan kutlamalara, kutlama komitesince hazırlanan programa göre temsilî olarak katılırlar. c) Okullar, kutlamalarda ilgili donatılır. Büyük yerleşim 26 mevzuat hükümlerince merkezlerinde okulların bütünüyle katılamaması durumunda törenler okullarda yapılır. Bu törenlerde ilgili mevzuatta belirtilen esaslara göre hareket edilir. Dinî Bayramlar Madde 31 — Pansiyonlu ve yatılı okullarda Ramazan ve Kurban Bayramları yönetici, öğretmen, öğrenci ve diğer personelin katılımıyla kutlanır Belirli Gün ve Haftalar Madde 32 — Okul/kurumlarda anılacak, kutlanacak gün ve haftalar, ekte düzenlenmiştir (EK-2). Çevrenin özelliği, okulun fizikî durumu ve imkânları göz önünde tutularak okul yönetimince belirlenen bu etkinliklerin hangilerinin sınıf içi, sınıflar arası veya okul düzeyinde gerçekleştirileceği ve bu etkinliklerde hangi kulüp ve öğrencilerin görevlendirileceği öğretmenler kurulunca kararlaştırılır. Belirli gün ve haftalarla ilgili etkinliklere, öğrencilerin aktif katılımları sağlanır. Daha kapsamlı yapılması istenen etkinliklerin planlanması, eğitim bölgeleri koordinatör müdürü ile il/ilçe millî eğitim müdürlüklerince yapılır. Tutulacak Defter ve Dosyalar Madde 33 — Öğrenci kulüplerinin çalışmalarında Toplantı Karar Defteri, Evrak Dosyası ve Zimmet Defteri tutulur. Diğer Eğitim Kurumlarındaki Sosyal Etkinlikler ile Özel Yönetmeliği Bulunan Kollar Madde 34 — Çıraklık ve Yaygın Eğitim Kurumları ile diğer eğitim kurumları kendi konumlarını dikkate alarak sosyal etkinliklerini bu Yönetmelik hükümlerine göre yürütürler. Özel Yönetmelikler Madde 35 — Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce çıkarılmış olan; Okul Spor Kolları, Kooperatifçilik Kolu, Sivil Savunma Kolu yönetmeliklerinin adında ve madde metinlerinde geçen "kol" ibaresi "kulüp" olarak değiştirilmiştir. Yönetmelikte Yer Almayan Hükümler Madde 36 — Bu Yönetmelikte yer almayan hususlarda Millî Eğitim Bakanlığının diğer mevzuat hükümlerine uyulur. 27 Yürürlükten Kaldırılan Mevzuat Madde 37 — 25.5.1983 tarihli ve 18057 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İlköğretim, Lise ve Dengi Okullar Eğitici Çalışmalar Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlük Madde 38 — Bu Yönetmelik, yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme Madde 39 — Bu Yönetmelik hükümlerini Millî Eğitim Bakanı yürütür. 28 İLKÖĞRETİM HAFTASI (OKULLARIN AÇILDIĞI HAFTA) AÇIKLAMA İlköğretim temel öğrenimdir. Yasalarımıza göre zorunlu ve parasızdır. İlköğretim, yedi yaşında başlar ve on beş yaşında biter. Sekiz yıldır. Okulların açıldığı hafta ilköğretim okullarımızda İlköğretim Haftası olarak kutlanır. Genel olarak bu hafta, Milli Eğitim Bakanlığı'nın radyo, televizyon konuşması ile açılır. Okullarımızda törenler düzenlenir. Törende konuşan okul müdürü ve öğretmenler; Eğitimin ve öğretimin değerini, yararlarını açıklarlar. Okuma - yazma bilmenin önemi üzerinde dururlar. Gerçekten, birey olarak başarılı olmak için en başta okumayı ve yazmayı öğrenmek zorundayız. Bilmediklerimizi okuyarak öğreniriz. Okuma - yazma bilmeyen bir kişinin bilgili olması düşünülemez. Atatürk'ün özlediği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkabilmek, ancak bilgi ile olur. Bize yaşam boyu gerekli olan bilgi ve becerilerin temeli ilköğretimde atılır. İlköğretim Haftası; bu gerçeklerin konuşulduğu, ilköğretimin, okuma - yazma öğrenmenin kişiye, topluma sağladığı yararların anlatıldığı bir haftadır. Kendimize, ailemize, çevremize, ulusumuza, insanlığa yararlı olmak okuma - yazma öğrenmekle başlar. İlköğretimin önemine inanan Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra harf devrimini gerçekleştirdi. Okunması ve yazılması çok güç olan Arap yazısı yerine bugün kullandığımız Türk yazısını getirdi. Harf devrimi sonucu, yurdumuzda okuma - yazma bilenlerin sayısı giderek çoğaldı. İlköğretim okulunun ilk beş yılı birinci kademedir. Altıncı yıldan itibaren ikinci kademeye devam edilir. Öğrenimlerini başarıyla tamamlayanlara sekizinci yılın sonunda diplomaları verilir. İlköğretimi tamamlayan öğrenciler, diploma notları göz önüne alınarak lise veya dengi okullara kabul edilirler. Orta öğrenimini tamamlayanlar sınavlara girerek Yüksek okul veya üniversitelerde öğrenime başlar. Yüksek okullarda ve üniversitelerde öğrenim süresi iki yıldan altı yıla kadar değişmektedir. Orta öğretime devam etmeyenler, edemeyenler, dilerlerse hayata ve iş alanlarına hazırlanmak için tamamlayıcı, hazırlayıcı, yetiştirici kurslara katılırlar. Sanat okullarından yararlanırlar, ya da bir iş yerine çırak olarak girerler. Kurslarda, işyerlerinde edindikleri becerilerle bir iş sahibi olurlar. Burada kazandıkları para ile aile bütçesine katkıda bulunurlar. 29 Milli Eğitim Bakanlığı; okuma - yazmayı yaygınlaştırmak amacı ile yetişkinler için kurslar açmakta, bu kurslara her yıl çok sayıda yurttaşımız katılmaktadır. Sonuçta okur - yazar oranımız artmaktadır. Yakın gelecekte öteki ilerlemiş ülkelerde olduğu gibi yurdumuzda da okuma - yazma bilmeyen kalmayacaktır. İlköğretim Haftası'nda çevremize okuma - yazmanın gerekliliğini, değerini, önemini anlatmalıyız. Öğrenme, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmayı sağlar. Bilgisiz, eğitimsiz insanlar daha çok suç işleme eğilimindedirler. Genel olarak eğitim ve öğretim suç işleme oranını azaltır. Gün gelecek vatandaşlarımızın tamamına yakını okuma yazma öğrenecek, okuyarak edindikleri bilgileri günlük yaşamlarında uygulayacak, böylece işlerinde daha verimli ve başarılı olacaklardır. Kısacası ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü'nün dediği gibi " İlköğretim davası insan olma, ulus olma davasıdır." KONUŞMA Bir milletin okur - yazar oranı yüksek olursa o millet kalkınır. Okumuş ve aydın kişileri fazla olan bir millet, her alanda ilerler. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde okuma - yazma bilenlerin sayısı azdı. Pek çok yerde okul yoktu. Ülkemiz Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkmıştı. Bağımsızlığını kazandıktan sonra, Atatürk'ün emriyle her tarafta okuma - yazma seferberliği başlatıldı. Okullar açıldı. Yeni Türk harfleri vatandaşlara öğretildi. Her Türk vatandaşının İlkokul öğrenimini görmesi ve tamamlaması zorunlu hale getirildi. Cumhuriyetin ilanıyla beraber eğitim - öğretim çalışmaları hızlandı. Köy, kasaba ve şehirlere okullar yapıldı. Okur - yazar sayısı gittikçe arttı. Yardımsever Türk vatandaşları da eğitim - öğretim hizmetlerinin gelişmesine yardımcı oldular. Yakın bir zamanda da 8 yıllık kesintisiz eğitim kabul edilerek İlkokul ve Ortaokul birleştirildi ve zorunlu hale getirildi, İlköğretim okulu olarak adlandırıldı. Her yıl Eylül ayının üçüncü haftası ( okulların açıldığı ilk hafta ) İlköğretim Haftası olarak kabul edilmiştir. Bu hafta boyunca okumanın önemi, okulun değeri ve kutsallığı halka anlatılır. Okumanın yazmanın önemi, gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda hafta boyunca anlatılmaya çalışılır. Bu konu üzerinde önemle durulur. Okulsuz yerlere okul açılmaya gayret edilir. İlköğretimin önemi anlatılır. 30 OKULA BAŞLARKEN Aşağıda okuyacağınız yazıda bir öğrencinin okulda geçen ilk günleri anlatılıyor. Ankara'nın İncesu semtinde oturanlar bilirler. Dokuz Eylül Sokağı'nda önü söğütlü bir ev vardır. Biz o evin ikinci katında otururduk. Ben sık sık balkona çıkar, söğüt ağacının dallarını tutar, yapraklarına bakardım. Hiç unutmuyorum, o balkon sanki küçük bir çiçek bahçesiydi. Babam çoğu zaman bu balkonda oturur, beni yanına çağırır, kucağına alırdı. Bir gün sarı gülün yanına koyduğu sandalyesinde oturuyordu. Beni çağırdı, gittim, öptü, sevdi sonra: —Özlem, artık okul çağın geliyor. Bu yıl okula başlayacaksın. Senin de mavi önlüğün, beyaz yakan, güzel kurdelelerin, kitapların, defterlerin, boyalı kalemlerin, çantan olsun istiyorum, dedi. Babamın bu konuşması beni çok sevindirdi. İçim içime sığmaz oldu. Gün boyu okula kaydımın nasıl olacağını, kayıt sırasında neler sorulduğunu, okulda neler öğreneceğimizi, acıkınca orada ne yapılacağını, düşündüm durdum. Sanıyorum ertesi gündü. Babamla okula gittik. Okulun dış kapısından içeri girerken, içim bir hoş oldu. Heyecanlandım. Herkes bana bakıyor gibiydi. Merdivenlerden çıkıp bir odanın önüne geldik. Babamın elini daha sıkı tuttum. Girdiğimiz odada bizi güler yüzlü bir hanım karşıladı. Kayıt için geldiğimizi söyledik. Gösterilen yere oturduk. Babam, çantasından çıkardığı kimliğimi, vesikalık fotoğrafımı ve birkaç zarfı masada oturan hanıma verdi. Sonradan o orta yaşlı hanımın müdür yardımcısı Sevim Hanım olduğunu öğrendim. Sevim Hanım beni yanına çağırdı, sevdi, yanaklarımı okşadı, adımı sordu. —Özlem, dedim. Sonra elimi tuttu avuçlarının arasına aldı. Parmaklarımdan birini işaret ederek adını sordu. —Serçe parmak, dedim. — Doğru, dedi. Babamın verdiklerini dosyaya koydu. Büyük bir defterde babam gösterilen yeri imzaladı. Güler yüzlü hanım kayıt işleminin bittiğini bildirdi. “Önümüzdeki Pazartesi günü okul açılıyor.” dedi. Kalktık eve döndük. Pazartesi günü oldu. Sabah erkenden kalktım. Elimi, yüzümü iyice yıkadım. Havlu ile kuruladım. Annem önlüğümü giydirdi. Beyaz yakamı taktı. Kurdelemi bağladı. Kitaplarım, defterlerim, kalemlerim, 31 çantamın içindeydi. Hep beraber kahvaltımızı yaptık. Sonra koridorda bulunan boy aynasının önüne gittim. Aynadaki Özlem'e baktım. Mavi önlüğüm, beyaz yakam ve kurdelemle çok güzel olmuştum. Lavaboya geçtim, dişlerimi fırçaladım. Bu arada babam da hazırlanmıştı. Çantamı sağ elime aldım. Annemi öptüm. Babamla merdivenleri indik, sokağa çıktık. Evden okula doğru giderken babamın elini sımsıkı tuttum. Daha önce kaydımın yapıldığı, İncesu İlkokulu'na geldik. Okul bahçesi analar, babalar ve çocuklarla dolmuştu. Babamın elini hiç bırakmak istemiyordum. Baktım benim gibi birçok çocuk annelerinin, babalarının ellerini sımsıkı tutuyorlardı. İçlerinde ağlayanlar bile vardı. Bahçedeki akasya ağacının altında sarışın bir çocuk durmadan ağlıyordu. Az sonra zil çaldı. Okulun kapısından yaşlı, genç, uzun ve orta boylu öğretmenler çıktı. İçlerinden biri: —Eski öğrenciler bayrak direğinin sağ tarafına geçsinler, burada sıra olsunlar, yeni kayıt olanlar da solda dursunlar, dedi. Bizim Bulunduğumuz yana döndü. Sonra ellerinde birer kâğıt olan öğretmenler adlarımızı okuyarak bizi ayrı yerlerde sıra ettiler. Bütün öğrenciler birbirleriyle konuşuyorlardı. Bu arada beyaz saçlı bir adam konuşmaya başladı. Hepimiz sustuk. Konuşma bittikten sonra, uzun boylu, şişman bir çocuk bayrakla kapı önüne geldi. İstiklal Marşı söylendi, ant içildi. Sonra herkes kendi dersliğine sıra ile dağıldı. Sıralarımıza oturduk. Benim gibi babası ile annesi ile dersliğe girenler de vardı. Öğretmen tek tek adımızı sordu. Biz de bir bir söyledik. Öğretmen hepimizi sevdi, okşadı. Şarkılar söyledi. Öyküler anlattı. Sonra bize döndü: —İçinizde şarkı, türkü bilen var mı? Dedi. Bilenler bildikleri şarkıları, türküleri söylediler. Bu arada babam ve öteki çocukların anneleri ayrıldılar. Okulumu, sınıfımı, öğretmenimi öyle çok sevdim ki… O günden sonra okula hep yalnız gittim. Özlem YAVUZ 32 ŞİİRLER AÇILDI OKULUMUZ Hazırlandı çantamız, Kalemle defterimiz, Artık öğrenci olduk, Açıldı okulumuz. Neşe dolu içimiz, Sevinçliyiz hepimiz, Çıktık aydınlık yola, Açıldı okulumuz. Göklerde bayrağımız, Dudaklarda marşımız, Andımız söyleniyor, Açıldı okulumuz. Fethi BOLAYIR İLK TÖREN Bu yıl yine törenle, Açılı okulumuz, Büyük, küçük sevindik, Neşelendi gönlümüz… Ona bütün bir tatil, Nasıl özlem duymuştuk, Yazın ayrıldık ama Bugün yine kavuştuk… Tahsin BİLENGİLİN DERSHANEMİZ İşte bizim dershanemiz, Derli toplu, güzel temiz. Masa, sıra, tabureler, Pırıl pırıl pencereler. Karatahta karşımızda, Ata resmi başımızda. Evimizden çok severiz, Kirlenmesin aman deriz. H.Latif SARIYÜCE 33 İLKÖĞRETİM HAFTASI İlköğretim haftasını Kutlayalım hep birlikte. Çalışmanın arkasını Bırakmayalım derslikte. Çalışırsak kazanırız, Bilgilerle bezeniriz. Kenetlenmiş bir toplumsak Sağlam olur düzenimiz. Bakın açıldı okullar Cıvıl cıvıl bütün yollar. Yarınını düşünenler Çocuğunu okuturlar. İbrahim ŞİMŞEK OKULUMUZ Her yerden daha güzel Bizim için burası, Okul, sevgili okul, Neşe, bilgi yuvası Güzel kitaplar burada, Birçok arkadaş burada, İnsan nasıl sevinmez, Böyle yerde okur da? Senin çatın altında Girmez kötü duygular, Bilgi giren yerlerde Kalmaz artık kaygılar. Her yerden daha güzel Bizim için burası, Okul, sevgili okul Neşe, bilgi yuvası! Rakım ÇALAPALA 34 YAŞASIN OKULUMUZ Daha dün annemizin Kollarında yaşarken, Çiçekli bahçemizin Yollarında koşarken. Şimdi okullu olduk, Sınıfları doldurduk. Sevinçliyiz hepimiz, Yaşasın okulumuz! Okul yurt güneşidir. Bize bilgiler saçar. Annemizin eşidir, Severek kucak açar. Okul insanlık yolu, Her yanı şeref dolu Sevinçliyiz hepimiz, Yaşasın okulumuz! SINIFTA Sınıf kendi evimiz, Tertemiz tutmalıyız. Çamurlanmasın yerler, Sonra bize ne derler. Açık kalsın pencere, Kâğıt atmayın yere, Ya öğretmen girerse, Ne ayıp size derse? Tahtayı kirletmeyin, Duvarı pisletmeyin, Herkes bizi kıskansın, Üçüncü sınıf sansın. Çocuklar uslu durun, Rahat rahat oturun, Kimse sevmez haşarı Kavgacı çocukları!… İlhami Bekir TEZ 35 İLKÖĞRETİM HAFTASI Bu yıl da, neşe ile Geldi, güzel haftamız. Yeniden gönlümüze, Doldu, güzel haftamız. Biziz onun amacı, Biziz onun inancı. Başarıya varmada, Hep odur bize öncü… Ne sözü varsa bize, Olumludur, gerçektir. Çünkü onun dileği, Bizleri yüceltmektir… Ulusun gür sesidir, İlköğretim Haftası, En büyük ilkesidir, İlköğretim Haftası… Tahsin BİLENGİLİN İLKÖĞRETİM HAFTASI Okulları açıyor, Bize neşe saçıyor, Hafta sonu kaçıyor, İlköğretim Haftası. Yaşın yediyse tamam, Okul çağın gelmiş tam, Bize en büyük bayram, İlköğretim Haftası. Çocuklar seni ister, Bilgi yolunu göster, Bütün yurda ışık ver, İlköğretim Haftası. Fahrünissa ELMALI 36 İLKÖĞRETİM HAFTASI Yüzyıllarca susadık, Okumaya yazmaya Bütün dünya koşarken, Biz kalmışız pek yaya. Köylerimiz okulsuz, Şehirler okulsuzmuş. Anadolu bakımsız, Anavatan yolsuzmuş. Atatürk bir gün çıkıp, Milleti kurtarmasa, Yüzyıllar aynı gider, Biter miydi bu tasa? Büyük bir ulus için, Geri kalmak ne acı… İlköğretim Haftası, Bir savaş başlangıcı. İ.Hakkı TALAS GÜZEL SÖZLER ● Bilgisiz insan, meyvesiz ağaca benzer. ● İlköğretim davası, insan olma, ulus olma davasıdır. ● Yurt kalkınmasının temeli ilköğretimdir. ● Öğrenim, aklın gücünü geliştirir. ● Bilmemek ayıp değil, bilmediğini öğrenmemek ayıptır. ● İlköğretim geleceğin temelidir. ● Bilgisiz insanın dostluğundan, bilgili insanın düşmanlığı daha iyidir. ● öğretir. Okul gençliğe; insanlığı, saygıyı, ulusu ve ülkeyi sevmeyi ● görevdir. İlköğretimin değerini her yurttaşa anlatmak ulusal bir ● Bilen, bilmeyenden sorumludur. ● Bilmek demek, yapmak demektir. ● Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? ● Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. 37 GAZİLER GÜNÜ (19 Eylül) AÇIKLAMA Türk tarihinde İslam öncesi ve sonrası şehitlik ve gazilik orunu vardır. Her Türk de bu orunlara kavuşmak için vatanı, milleti, bayrağı, milli marşı, soydaşları ve kutsal değerleri için savaşır. Çünkü milli hasletimizde olan bu duyguların, Türk ulusu ve her bireyi için vazgeçilmez bir anlamı ve önemi vardır. Türk Milleti bunun en güzel örneğini Atatürk’ün önderliğinde verilen "Kurtuluş Savaşı"nda yaşamıştır. "Ya istiklal, ya ölüm!" demiştir. Türk tarihi böylesine "kahramanlık günleri" ile doludur. Kahramanlık günlerini şehit ve gazilerimize borçluyuz. Destanlar yaratan şehit ve gaziler tek tek birer onur abidemizdir. Vatanı uğruna ölümü göze almış kahraman Türk Ordusu, daha sonra dünya barışını korumak için görev almıştır. 1950–1953 yılları arasında barış için Kore’de savaşmıştır. 1974 yılında soydaşlarımızı yok olmaktan kurtarmak için; "Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir. Yine Mehmetçik, barışı korumak için, Bosna-Hersek, Somali ve Kosova’ya barış gücü olarak Birleşmiş Milletler kararıyla gitmiştir. l. Dünya Savaşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nda Kore Savaşı’nda ve Kıbrıs Barış Harekatı’nda birçok askerimiz şehit oldu, bir kısmı da gazi olarak geri döndü. Devletimiz bir yasa ile şehit yakınlarına "Övünç Madalyası" vererek şehitlik maaşı bağlar. Yine gazilere de madalya ile aylık maaş verir ve tedavi, ulaşım gibi hizmetlerde ücretsiz olanaklar tanır. Türk ulusu için, "şehitler nurlanmış" ve "gaziler onurlanmış" askerler demektir. Bunların en başında da; Başkomutan, Gazi, Mareşal ve Ulusal önder Mustafa Kemal Atatürk gelmektedir. Türkiye gazileri 19 Eylül 1983 tarihinde "Türkiye Muharip Gazileri Derneği" altında bütünleşmişlerdir.19 Eylül aynı zamanda Atatürk’e 1921 yılında Mareşallik rütbesi ile gazilik unvanının verildiği gündür. Bu nedenle, yurdumuzda her yıl 19 Eylül "Gaziler Günü" olarak kutlanmaktadır. Aynı gün diğer bir deyimle "Kahramanlık Günü" olarak da kutlanmaktadır. Yerel kurtuluş günleri de gazilerimiz ve kahramanlarımız için birer anma günüdür. Şehitlerimizin ruhlarını huzurlu kılmamız için, savaş arkadaşları gazilerimizi hak ettikleri değeri vererek, onları her yerde ve her zaman onurlandırmalıyız. 38 Tüm kahraman gazilerimizin bu güzel günlerini kutlar, yüce insanların ellerinden öperiz. bu KONUŞMA Çağın koşullarına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ancak tarih bilinciyle mümkündür. Türk milletinin her ferdi, yaşadığı hayatın geçmişte edinilen tecrübelerin bir sonucu olduğunu bilir. Bu bakış açısıyla gazilerinin ve şehitlerinin hatırasını canlı tutar. Onların yazdığı destanı sonraki nesillere aktarır. Böylece Türk olmanın şuurunu çocuğuna da öğretir. Milletimizin kahramanlıklarının en şanlılarından birisi ve bize zaman olarak en yakını Milli Mücadelemizdir. Türk insanı kendine yakışan zaferi, burada da elde etmeyi bilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında kenetlenerek, onun rehberliğine inanarak bağımsızlığına göz dikenleri vatanından kovmuştur. Bu mücadelede gazilik ve şehitlik şerefine ulaşan atalarımızın destanı hala anlatılır, kahramanlık türküleri hala söylenir. Bulunduğumuz coğrafya tarihin en kanlı savaşlarına, en karmaşık siyasi oyunlarına sahne olmuştur. Bu olumsuzluklar etrafımızda sürüp gidiyor. Böyle olmasına rağmen milletimiz ülkesini bir istikrar ve güven ortamı haline getirmeyi başarmıştır. Gazi yahut şehit olmaya hazır milyonlarca ferdiyle bu huzur, bu sükûn sürecektir. Kahramanlığı ve hürriyet tutkusunun yanında, milletimizin bir üstün özelliği de sahip olduğu vefa duygusudur. Bize Türkiye Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize gösterdiğimiz hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan atasını en derin duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde bulduğu her fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor, tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz” “Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir” diyerek Milli Mücadeleyi başlatan Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e, Sakarya Meydan Savaşından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce “Gazilik” unvanı verilmiştir. Büyük Öndere gazilik unvanının verildiği 19 Eylül tarihinin ülkemizde gaziler günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Bu karar devletimizin ve milletimizin gazilerimize verdiği önemin, onlara duyulan minnet ve şükran duygularının ifadesidir. Ülkemiz toprakları bulunduğu bölge ve stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca daima düşmanların hedefi haline gelmiştir. 39 Tarih boyunca bağımsız olarak yaşamış olan Yüce Türk Milleti canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını hedef alan her saldırıyı binlerce şehit verme olma pahasına korumasını bilmiştir. Dün, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Kore’de, Kıbrıs’ta vatanın müdafaası ve dünya barışı için şahadete ulaşan ve gazi olarak dönen kahraman evlatlarımız, bugün ülkemizin birlik ve beraberliği bozmak için fırsat arayan dış güçlerin desteklediği kanlı terör örgütüne karşı ülkemizin Güneydoğu bölgesinde mücadele yürütmektedir. Bu mücadelede yüzlerce evladımız şehit olurken, yüzlercesi de gazilik mertebesine ulaşmaktadır. Herkes bilmelidir ki; her ne şekilde olursa olsun, vatanımızın bütünlüğünü hedef alan güçler, kahraman güvenlik güçlerimiz ve vatansever Türk insanının mücadele azmi ve kararlılığı karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Dış güçlerin maşası haline gelen hainler yüce Türk adaleti karşısında mutlaka hesap vereceklerdir. Halkımızın birlik ve beraberliği ile Büyük Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti onun gösterdiği hedeflerde ilerleyerek dünyanın güçlü bir ülkesi olarak sonsuza kadar yaşayacaktır." KONUŞMA “Çağın koşullarına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ancak tarih bilinciyle mümkündür. Türk milletinin her ferdi, yaşadığı hayatın geçmişte edinilen tecrübelerin bir sonucu olduğunu bilir. Bu bakış açısıyla gazilerinin ve şehitlerinin hatırasını canlı tutar. Onların yazdığı destanı sonraki nesillere aktarır. Böylece Türk olmanın şuurunu çocuğuna da öğretir. Milletimizin kahramanlıklarının en şanlılarından birisi ve bize zaman olarak en yakını Milli Mücadelemizdir. Türk insanı kendine yakışan zaferi, burada da elde etmeyi bilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında kenetlenerek, onun rehberliğine inanarak bağımsızlığına göz dikenleri vatanından kovmuştur. Bu mücadelede gazilik ve şehitlik şerefine ulaşan atalarımızın destanı hala anlatılır, kahramanlık türküleri hala söylenir. Bulunduğumuz coğrafya tarihin en kanlı savaşlarına, en karmaşık siyasi oyunlarına sahne olmuştur. Bu olumsuzluklar etrafımızda sürüp gidiyor. Böyle olmasına rağmen milletimiz ülkesini bir istikrar ve güven ortamı haline getirmeyi başarmıştır. Gazi yahut şehit olmaya hazır milyonlarca ferdiyle bu huzur, bu sükûn sürecektir. Kahramanlığı ve hürriyet tutkusunun yanında, milletimizin bir üstün özelliği de sahip olduğu vefa duygusudur. Bize Türkiye Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize gösterdiğimiz hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan 40 atasını en derin duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde bulduğu her fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor, tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz” GAZİLERE MESAJ "Yüce Türk Milleti, hiçbir koşulda bağımsızlık ve hürriyetinden taviz vermeyeceğini, devletimizin ve milletimizin sonsuza kadar var olacağını, şehit ve gazilerin verdikleri mücadelelerle tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Gazilerimiz, her aşaması gerçek bir kahramanlık destanı olan Millî Mücadele sırasında şahadet mertebesine erişmek için, yaralanmak, sakat kalmak pahasına canlarını hiçe sayarak cepheye koşmuşlar ve işgal güçlerini kutsal vatan topraklarından atmışlardır. Bu anlamlı günde, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere O'nun silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve kahramanlıkları ile her zaman gurur kaynağımız olan gazilerimizi minnet ve saygı ile anıyoruz. Şehitlerimizle, ebediyete intikal etmiş olan gazilerimize Allah'tan rahmet, kutsal görevlerini yerine getirirken yaralanan, sakatlanan ve hayatta olan gazilerimize uzun ömürler diliyoruz." ŞİİRLER GAZİLERİMİZ Ey ölümü hiçe sayan insan, Vatan, millet için döker kan, Cesaret dorukta olan, Eksik azayla gülen gazilerimiz. Sülaleyi terk edip cepheye uçan, Nidasıyla düşmana korkular saçan, Şehitlerden atlayıp zafere koşan, Gönlü rahat yaşar gazilerimiz. Kurşuna karşı bağrını açar, Üstün gayretle haddini aşar, Düşmanlar önünde nasıl da kaçar, Canı vatana adar gazilerimiz. Mustafa YAZKA 41 GAZİ (MEHMETÇİK) Göz göze geldik bir an Sen ayakta ben tekerlekli sandalyede Otururken beni anlayamazsın dedi.. Gözleri doldu. Bir daha oğlumla koşamayacağım Hep bir yanım eksik kalacak dedi Dudakları titredi… Konuşamadı Ağladı… Ben ödedim bu vatan da yaşamanın bedelini Ya sen dedi? Ağladım… Faydasız dedi. Sustum.. Zamanı geldiğinde Kiminin ayağı kiminin gözü olurum (kötüler ibret alsın diye iyiler bedel ödemeye mecburdur..) Serkan TURNA MEHMETÇİK Tarlada rençper, Sınırda asker, Tunç gibi gezer, Aslan Mehmetçik. Doyuranım o, Koruyanım o, Benim canım o, Aslan Mehmetçik. Anası vatan, Babası vatan, Kalplerde yatan, Aslan Mehmetçik. Yeldir aşar o, Seldir taşar o, Ölmez, yaşar o, Aslan Mehmetçik. Rakım ÇALAPALA 42 ŞEHİTLERİM GAZİLERİM Vatana can katarsınız Bu günlerim mazilerim Siz gönlümde yatarsınız Şehitlerim gazilerim Sizden özür diliyorum Hatalıyız biliyorum Yüreğimle geliyorum Şehitlerim gazilerim Gözünüzü arkalarda Bırakanlar kalsın darda Kara, deniz, havalarda Şehitlerim gazilerim Yanınızda olamadım Derde derman bulamadım Arayıp da soramadım Şehitlerim gazilerim Ben insanım Hakk kuluyum Ha batı ha doğuluyum Müslüman’ım Türk oğluyum Şehitlerim gazilerim Sizden farklı sözüm yoktur Yad ellerde gözüm yoktur Karşınızda yüzüm yoktur Şehitlerim gazilerim Ölenlere olsun rahmet Kalanlara neden zahmet Kimi Mehmet kimi Ahmet Şehitlerim gazilerim Ayşe’niz var Fatma’nız var Boynu bükük yatmanız var Vatan için batmanız var Şehitlerim gazilerim Şov yapmasın kimse sizle Elinizle dilinizle İç içeyim hepinizle Şehitlerim gazilerim Öyle veya böyle dünya Geçip gider olur rüya Sığınırız Ya Mevla’ya Şehitlerim gazilerim 43 Hakkınızı vatan için Bu uğurda yatan için Helal edin Atam için Şehitlerim gazilerim Muammer BAYDERE GAZİDEN Ne beklersin burada kardeşim İntikamı aşktan almaya hazır yosmalar gibi Çıkar kılıcını kınından varsın mabedine bin hışımla Koy beni burada Ben çoktan vurulmuşum, sere serpe yatarım aynı yerde Çin Seddi’nden ziyade engel teşkil eder bu beden Geriden gelenlere Belki bin asır oldu çıkmadı kılıcım kınından Kim bilir Âdem’den beri kan içinde yatmaktayım Toprak ile bir olup, bereketi yaratmaktayım Gazilik mertebesinde halkalar oluşturmaktayım Hadi yürü sen de, senden sonraki geleceklere Bırak aynı yolu, Aynı parolayı Hep ileri İleri İleri İl e ri Kamber BAL SES Verdi ana, baba canını, Gökler: "Daha da ver" dedi. Bir savaştı, Allah! Allah! Su: "Allahuekber" dedi. Toprak ölüme taş iken, Taş ecele: "mermer" dedi. Duyamadım bir Mehmetçik, Yüz düşmana neler dedi. Dağlar dağ oldu bir daha, Sömürgene: "yeter!" dedi. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA 44 TÜRKÜZ Bu güzel yurdumuzda, Hür doğduk, hür yaşarız. Gerekirse yurt için Can vermeye koşarız. Vatan, millet sevgisi, İter bizi ileri. Kahraman Türk Milleti, Asla kalamaz geri. Bütün işlerimizde Birlik yapan milletiz. Bunun için hiçbir an Yenilmeyen kuvvetiz. M. Sırrı DUMLU GAZİ Gazimiz cephede almış yarayı Yarasına bulmalıyız çareyi Vatan millet için çarpar yüreği O çarpan yüreğe kurban olayım Gazimiz kaybetmiş şahin gözünü Barut yakmış ak alnını yüzünü Ben öpeydim ayağının tozunu Ona ışık verip ışık olaydım Gazimiz kaybetmiş bir organını Vatan millet için dökmüş kanını Yine esirgemez aziz canını Gazimize bir can bir kan olaydım Gazimiz vatana eylemiş hizmet Kutsal hizmetine biçilmez kıymet Bir gazi oğludur akbaba Necdet Şehit olamadım Gazi olaydım Necdet AKBABA 45 YA GAZİ OL YA ŞEHİT Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum Hamurumu yiğitlik duygusuyla yoğurdum Türk evladı odur ki yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan Hiçbir yere astırtmaz Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et Sabanını tarlanı her şeyini feda et O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek Bir dualı demirden başka bir şey kullanmaz Bunu tutan bir bilek köleliğin Uğursuz zincirine uzanmaz Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum kendine sen de yiğit er dedir Büyüdüğün gaziler ocağına can getir O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın Yedi iklim dört bucak içersine ün salsın Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen Kemikleri öç alsın Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit Hadi yavrum bugünde dertli ninen ağlasın Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun Kara yerin yüzünde ayağının bastığı Dağlar beller leş olsun Mehmet Emin YURDAKUL 46 BELKİ ŞEHİT BELKİ GAZİ BABASI Yanıyor oğlum Gariban babanın yüreği Sanki bütün toplar Yüreğimde patlatılıyor yanıyorum Bir yaram var kanıyor Derinden de geliyor sızısı dayanıyorum Birden hatırlıyorum Dünmüş gibi ilk ağlayışını unutamıyorum Söylemeye utanıyorum oğlum İlk kez senin için ağlıyorum Gözyaşlarım ihanet ediyor Sen aldırma akmadıklarına Zaten hep susuyorum Çanakkale sırtları yanarken Yangınım yangın değildir biliyorum Bu vatan toprağıyla büyüttük seni Onun içindir ki vatandan sonra ben geliyorum Seni düşmana göndermek Boynumun borcudur seviniyorum Kimmiş ki onlar kükreyen aslanlarımızın Karşısında duracaklar diyorum Diyorlar ki kalplerini çelikle sarmışlar Çeliğe sığınıyorlarmış, gülüp geçiyorum Havadan üstümüze çelik yağdırıp Vatan toprağını yakıyorlarmış, kızıyorum Bu da yetmiyormuş gibi oğlum, Elimizdeki toprağı istiyorlarmış Seni gönderiyorum Aslan oğlum oraya git ki Gidince onlara gösterebilesin istiyorum Bu vatanın aslanları çeliği ezip geçtiğinde Çelikle alay eder ya, Türk toprağı hep Türk'ün olacaktır Değiştirilemez ya İnanmayanlara bir darbe de sen indir, Az bile gelir onlara Ben buna inanıyorum, Ben buna inanıyorum Belki şehit, belki gazi babası olurum diyerek Artık yere göğe sığamıyorum Aslan oğlum Türk toprağını atalarımız gibi Savunacağına candan inanıyorum Öp şu elimi de hemen Sarıl vatan toprağına, sabırsızlanıyorum Varsa üzerinde hakkım aslan oğlum Vatan aşkına helal ediyorum HELAL OLSUN! ! ! (10.02.2004) Zahir KILIÇ 47 MUSTAFA KEMALLERCE Atılıyorduk kâfire, Hepimizin bir yanı hilal gibi. Bir göz vardı üstümüzde göklerden. Mustafa Kemal gibi! Savaşırken yaşamak, Anam sütü kadar helal gibi, Ölüm hem büyüktü hem kolaydı, Mustafa Kemal gibi! Atlıyorduk bir devre. Tarihten süzülmüş bir hal gibi; Hepimiz, hepimiz, Mustafa Kemal gibi! Fazıl Hüsnü DAĞLARCA 48 DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ ( Ekim ayının ilk Pazartesi günü ) AÇIKLAMA Ekim ayının ilk Pazartesi günü Dünya Çocuk Günü' dür. Çocukların iyi yetiştirilmesi ulusların ortak sorunudur. Bu ortak sorun için ilk çalışmalar 1923 yılında başladı. İsviçre'nin Cenevre kentinde toplanan kırk ülkenin delegeleri Uluslararası Çocukları Koruma Birliği'ni kurdular. Uluslararası bu kuruluş, Birleşmiş Milletler Örgütü' nün kurulmasını izleyen yılda UNICEF' e dönüştü. UNICEF, "Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu"nun kısaltılmış adıdır. Birleşmiş Milletler Örgütü 1954 yılında oybirliği ile Ekim ayının ilk pazartesi gününü Dünya Çocuk Günü olarak kabul etti. Dünya Çocuk Günü evrenseldir. Birleşmiş Milletler Örgütü' ne üye bütün ülkelerde aynı günde kutlanır. Üye ülkelerin radyo, gazete ve televizyonlarında bu günün önemi anlatılır. Çocukların bakım ve korunmasının gerekliliği üzerinde durulur. Çocuklar güvencesidirler. yarının büyükleridir. Geleceğin yöneticisi ve İnsanlığın mutluluğu, dünyamızın güzelleşmesi, çocukların korunmasına, iyi yetişmesine bağlıdır. Barış içinde yaşamak, güzellikleri paylaşmak, eğitimle olur. Dünya Çocuk Günü çocuklar arasında ortak duygular oluşmasını, ulusların barış içinde yaşama özlemlerinin pekişmesini amaçlar. Bu amacın gerçekleşmesi için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1959 yılında daha iyi bir yaşam, mutlu bir çocukluk dönemi için Çocuk Hakları Bildirisi'ni yayınladı. Ülkemizde çocuklara sağlık hizmeti götürmek amacıyla çocuk hastaneleri açılmıştır. Çocuk yaşta suç işleyenlerin iyiye yöneltilmesi için Çocuk Islahevleri kurulmuştur. Büyük yerleşim merkezlerinde çocuk bahçeleri vardır. Çocukların yararlandığı çocuk kitaplıkları kurulmuştur. Öte yandan anasız, babasız çocukların korunması, bakımı, barındırılması için Çocuk Esirgeme Kurumu ve Yetiştirme Yurtları açılmıştır. Dünya Çocuk Günü'nde okullarda, sınıflarda günün anlam ve önemi üzerinde durulur. Dünya Çocuk Hakları ve Türk Çocuk Hakları Bildirileri okunur. Bildirilerde belirlenen belli başlı haklar konusunda açıklamalar yapılır. 49 DÜNYA ÇOCUK HAKLARI BİLDİRİSİ 1- Her çocuk bu bildiride belirtilen haklardan yararlanmalıdır. Hiç bir çocuk ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal inanç nedeniyle ayrı tutulamaz. 2- Her çocuk korunacak ve özel bakım görecektir. Çocuğun iyi koşullar altında, zihnen, bedenen gelişmesi sağlanacaktır. Buna ilişkin düzenlemeler yasalarla güvence altına alınacaktır. Bu amaçla hazırlanacak yasalarda çocuk yararına olacak durumlar göz önünde tutulacaktır. 3- Her çocuk doğduğu andan başlayarak isme ve yurttaşlığa hak kazanmalıdır. 4- Çocuk, sosyal güvenlikten yararlanmalıdır. Sağlıklı büyüyüp gelişmesi için gereken her çaba gösterilmelidir. 5- Sakat çocuklar için özel bakım ve eğitim uygulanmalıdır. 6- Çocuktan sevgi esirgenmemelidir. Ailesi olmayan ve yoksul çocuklara özel ilgi gösterilmelidir. 7- İlkokul eğitimi parasız ve zorunlu olarak çocuğa sağlanmalıdır. Çocuklar genel bilgilerini arttıracak, yeteneklerini geliştirecek toplumsal sorumluluklar yüklenecek biçimde eğitilmelidir. Çocuğun eğitiminden sorumlu kişiler eğitime, öğretime ayrı bir özen göstermelidir. Çocuk; bir tür eğitim olan oyun oynamak ve dinlenmek olanaklarına sahip olmalıdır. Yöneticiler çocuklara bunları sağlamalıdır. 8- Sosyal yardım ve korunma konusunda çocuk ilk düşünülen olmalıdır. 9- Çocuk her tür kötülük ve sömürüden korunmalıdır. Çocuk, her ne biçimde olursa olsun alım satım konusu olmamalıdır. 10Çocuk ırk, din ve insanlar arasındaki ayrılık yaratan baskılardan titizlikle korunmalıdır. TÜRK ÇOCUK HAKLARI BİLDİRİSİ Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin ışığı altında Türk Çocuk Hakları Bildirisi hazırlandı. Bu bildiri 28 Haziran 1963 günü UNESCO Türkiye Milli Komisyonu 7. Genel Kurulunda kabul edildi. 1- İyi bakım, iyi yetiştirilme ve çocuğa uygun bir eğitim, her yerde ilgi, sevgi ve yardım görme her Türk çocuğunun hakkıdır. Resmi, özel her kurum, her yurttaş bu çocuk hakkını tanımak, eldeki olanaklarla onu gerçekleştirmek 50 yükümlülüğündedir. Sıkıntı kurtarılmasına öncelik verilir. içinde bulunan çocuğun 2- 16 yaşından önce hiç bir çocuk resmî öğrenimden alıkonularak özel işlerde çalıştırılamaz. Hiç bir şekilde sömürülemez. 3- Her ana baba çocuğuna bakmak, onu bilgili, becerili ve en iyi şekilde yetiştirmekle yükümlüdür. Orta dereceli öğrenime devam etmeyen, edemeyenlerin gerekli bilgi ve becerileri kazanmaları için devlet kurslar açar. Ana babanın yeterli olmadığı durumlarda bu görev çocuğun birinci derece yakın akrabalarına ve devlete düşer. 4- İlköğrenimden sonra orta dereceli okullara devam etmeyenler, edemeyenler için teknik, tarımsal bilgi ve beceri kazandıran kurslar açılması ve bu kurslardan çocukların yararlanması için Milli Eğitim Bakanlığı, Belediye Başkanlığı ve muhtarlar işbirliği yapmakla yükümlüdür. 5- Sakat ve uyumsuz çocukların iyileştirilmeleri, yaşama zorluğu çeken çocukların kurtarılmaları, durumlarına uygun bir meslek için kendi yaşamlarını kazanacak derecede başarılı ve güçlü yetiştirilmeleri ana baba ile birlikte devletin ve bu amaçla kurulmuş örgütlerin ödevidir. 6- Çocuğun korunması ile ilgili yasalar öncelikle hazırlanıp çıkarılmalı, geciktirilmeden uygulanmalıdır. 51 ŞİİRLER DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ Dünya çocuk gününde, Neşeliyiz hepimiz. Bizi mutlu yapana, Çok teşekkür ederiz. Evet bugün küçüğüz, Yarın büyüyeceğiz. Sizin işlerinizi, Bizler yürüteceğiz. "Çocuk umuttur" diye, Büyük Ata'ma minnet! Bekliyoruz sizlerden, Himaye, sevgi, şefkat Hayriye GARİBOĞLU ÇOCUK Çiçek olur açılır, Koku olur saçılır, Ondan vaz mı geçilir? Çocuk evin şenliği, Yurdun egemenliği, Kuş olur dalımızda, Tat olur balımızda, Ak akçe elimizde, Çocuk evin şenliği, Yurdun egemenliği, Çocuk baş tacımızdır, Şifa ilacımızdır, Tükenmez gücümüzdür, Çocuk evin şenliği, Yurdun egemenliği, Tarık ORHAN 52 ÇOCUK Çocuk deyip geçmeyin, Onun da dünyası var. Güzel- çirkin seçmeyin, Her çocuk şefkat arar. Bir kez düşün kendini, Çocuktun daha önce. Eksik etme sevgini, Bir küçüğü görünce O, yuvada bir çiçek, Sonra meyve verecek. Toplum doğacak ondan, Ülkemiz yükselecek. İbrahim ŞİMŞEK ÇOCUK Oynayın çocuklar tutun el ele Sevinç neşe ile dolanın gezin, Bu eşsiz vatanı bezeyin güle Şanlı bayrağımız göğe yükselsin, Atatürk yoludur yolunuz sizin. Milletin baş tacı, milletin kolu Yarının büyüğü olan çocuklar, Sizin tuttuğunuz ışıklı yolu, Gördükçe kalbimiz gururla dolu, Pembeleşsin yurtta bütün ufuklar. Ali Osman ATAK BİR ÇOCUK BAHÇESİNDE Çocuklar beni de alın içerinize, Ben de güzel oyunlar oynamayı bilirim, Çocuklar, imreniyorum şimdi size, Yıllar oluyor ki kırıldı çemberim. Benim de devleri vardı masallarımın, Keloğlan kahramanıydı sihirli dünyamın, Periler uyurdu altında kiraz dallarının, Bir çini kadar zengindi içi dünyamın. Benim de sapanlarım vardı söğüt dalından yapılı Benim de kuşlarım vardı kafessiz ve şen, Bir güzel evim vardı ki altın kapılı, Benim de bir annem vardı ağlarken gülen. Ceyhun Atıf KANSU 53 DÜNYA ÇOCUKLARI Yaşamak gerekiyorsa eğer, Bir çocuk oyunu kadar renkli olsun. Dünyayı kardeşlik dallarında, Uçan kuşlar doldursun. Sen dargınlık ağacı barış ve yemiş ver. Birleşiniz bütün dünya çocukları, Kalp kırılmadıkça sürüp gider oyun. Yorulunca bir dost sesiyle uyuyun, Sabah, kalbinize örtsün şafakları… Tanrım yorgunluktan koru bu ayakları, Bu küçük ayaklar böyle hep beraber Oraya, o kardeş bayramına gider Kucaklaşır bütün dünya çocukları. Ceyhun Atıf KANSU BEN DE BİR ÇOCUĞUM Ben de bir çocuğum, diğerleri gibi, Şefkatle öpülmek, sevilmek isterim. Ellerimde tutsun büyüklerim, Annesinin yanında bir çocuk görsem, Kederle dolar, yaşlı gözlerim. Ben de bir çocuğum diğerleri gibi, Neşeyle dolup gülmek isterim. Bir sevgi denizinde, Açılmak sonsuza doğru Ninnilerle, türkülerle büyümek, Bayramların bayram olduğunu bilmek, Her çocuk gibi benim de hakkım. Sıcak bir yuvadır düşlerim, Ne olur, beni de görün, Beni de sevin büyüklerim. Arife HANCI BİR DÜNYA BIRAKIN Oynaya oynaya gelin çocuklar El ele, el ele verin çocuklar. Bir vatan bırakın biz çocuklara Islanmış olmasın göz yaşlarıyla. Bir bahçe bırakın biz çocuklara Göklerde yer açın uçurtmalara. Oynaya oynaya gelin çocuklar El ele, el ele verin çocuklar. 54 Bir barış bırakın biz çocuklara Ulaşsın şarkımız güneşe ve aya. Oynaya oynaya gelin çocuklar El ele, el ele verin çocuklar. Bir dünya bırakın biz çocuklara Yazalım üstüne sevgili dünya Oynaya oynaya gelin çocuklar El ele, el ele verin çocuklar. Adnan ÇAKMAKÇIOĞLU KÜÇÜK ASKER Küçük asker, silah elde Kahramanca ilerliyor Karşısında bütün belde "Kahramanım, yaşa!" diyor... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden hizmet ister. Vatan için çeker emek Herkes; bu borcu herkesin Vatan demek ninen demek, Sen nineni sevmez misin?.. Küçük asker, küçük asker! Vatan senden şefkat ister. Vatan senden hayat umar, Sen yaşarsan o canlanır; Vatan için ölmek de var, Fakat borcun yaşamaktır... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden kuvvet ister. Minimini omuzların Taşıyacak yarın tüfek; Tüfek değil, vatan yarın O omuza yüklenecek... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden gayret ister. Küçük asker dinle bunu: Sakın boşa silah atma; 55 Kılıcını, kurşununu Haksızlığa karşı sakla... Küçük asker, küçük asker! Hak da senden kuvvet ister. TEVFİK FİKRET GÜZEL SÖZLER Çocuk bugünün yarını, yarının umududur. Çocuğuna değer veren uluslar ölmez. Tay at olunca at dinlenir; çocuk adam olunca ata dinlenir. (Kaşgarlı Mahmut) 56 Bugünün çocuğu, yarının büyüğüdür. Çocuk, ulusun en kutsal varlığıdır. Çocuk, yuvanın mutluluğudur. HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ ( 4 Ekim ) AÇIKLAMA Canlılar dünyası; insanlardan, bitkilerden ve hayvanlardan oluşur. İnsanlar eskiden beri hayvanlarla ilgilenmişlerdir. Kütüphanelerimizde içi yalnız hayvan resimleriyle dolu ansiklopedilerimiz de vardır. Bu ansiklopedilerde hayvanların; özellikleri, beslenmeleri, bakımları, çoğalmaları, hastalıkları ve yararları anlatılır. Hayvanlar, duyu ve hareket yetenekleri olan canlılardır. Hayvan dostları ilk kez İngiltere'de 1822 yılında bir araya geldiler. Hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını ve hayvanların daha iyi koşullarda beslenme ve korunmalarını sağlamak amacıyla Hayvanları Koruma Birliği'ni kurdular. Yurdumuzda Hayvanları Koruma Derneği 1908 yılında kuruldu. Aynı amaçlı dernekler birleşerek Hollanda'nın başkenti Lahey'de Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu'nu oluşturdular. 1931 yılında toplanan bu kuruluş 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü ilan etti. İlk çağlarda insanlar, hayvanlardan korkuyorlardı. Hayvanlardan korunmak için evlerini dağların yamaçlarına, kayalıklara kuruyorlardı. Zamanla insanlar hayvanlara yaklaştılar. İnsanlar daha ilk çağda kedi, köpek, at, koyun, sığır, keçi gibi hayvanları evcilleştirdiler. Evcilleşen hayvanlar, insanların yardımcısı oldu. Pek çok kitapta, filmlerde, sahipleri için canını veren hayvan öykülerini okur, izleriz. Hayvanların sahiplerine bağlılıkları, hayvan sevgisinin doğup büyümesine yardımcı oldu. Hayvanları seven insanlar, hayvan hastalıklarını iyileştirmek için çalıştılar. Bugün uygar ülkelerde hayvan hastaneleri kurulmuştur. Veterinerler hayvan hastalıklarını belirleyip iyileştiriyorlar. Hayvan hastalıklarına karşı önlem alınıyor. Hayvanları hastalıklardan korumak için aşı yapılıyor. Başlıca besinlerimiz olan et, süt, yumurta, yağ hayvanlardan sağlanır. Giyeceklerimizin bir bölümü de hayvanların derisinden, yün ve tüylerinden yapılır. İnsan sağlığı için gerekli olan aşı ve serumun yapılmasında da hayvanlardan yararlanılır. Kafesteki kanaryanın ötüşünü dinlemek, akvaryumdaki balıkları seyretmek bizi dinlendirir. Çiçekten çiçeğe, ağaçtan ağaca dolaşan böcekler, bitkilerin çoğalma olayına yardımcı olur. Çevremizdeki hayvanlardan doğrudan doğruya veya dolaylı olarak 57 yararlanıyoruz. Kuşkusuz akrep, yılan gibi zararlı hayvanlar da vardır. Bu zehirli hayvanlardan kendimizi korumalıyız. Hayvanları sevenler, insanları daha içten severler. Hayvan dostları mutlu olmayı sevgide ararlar. Hayvanları koruyalım. Hayvanlara eziyet etmeyelim. Hayvanları sevelim. Onlara yardımcı olalım. Hayvanları Koruma Günü'nde öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım. KONUŞMA Hayvanların insanlara faydaları çoktur. Onlardan et, süt, yumurta, yağ, peynir, bal, sucuk gibi besinler elde ederiz. Bazı hayvanların gücünden yararlanırız. Bazılarının derisinden, tüyünden, gübresinden faydalanırız. Evin kedisi evdeki zararlı böcekleri ve fareleri yakalar. Köpek evimizi ve hayvanlarımızı korur, bize bekçilik yapar. Tavuğun yumurta ve etinden, horozun sesinden, tüyünden ve etinden faydalanırız. At, eşek ve katır gibi hayvanların gücünden faydalanırız, yüklerimizi taşırlar, arabalarımızı çekerler, bizi de taşırlar. Manda, inek, koyun bize süt, et verir. Öküz tarlamızı, harmanımızı sürer, arabamızı çeker. Bilim adamları hayvanlar üzerinde deneyler yaparlar. İnsanlık için faydalı olacak buluşlarını bu deneyler sonunda ortaya çıkarırlar. Hayvanların bu bakımdan da insana faydası vardır. Bize pek çok faydaları olan hayvanları biz de sevelim ve koruyalım. Onları rahatsız etmeyelim. Yaralı ve hasta olanları hemen veterinere götürelim. Hayvanlara iyi bakıp besleyelim. Her yıl Ekim ayının 4.günü "Hayvanları Koruma Günü" olarak kabul edilmiştir. O gün gelince okullarda, radyo ve televizyonlarda hayvanların faydaları üzerinde konuşmalar yapılır. Hayvanlara karşı nasıl davranılması gerektiği anlatılır. Yeryüzünde pek çok hayvan yaşar. Bunların bir kısmı evcilleştirilmiştir. İnsanlarla birlikte yaşarlar. Evcil olmayanlar, başıboş, kontrolsüz dağ, bayır gezer dururlar. HAYVANLARIN KORUNMASI İÇİN NELER YAPALIM 58 Zor durumda kalmış hayvanları koruyalım. Onların bakımına yardımcı olalım. Bakımını üstlendiğimiz hayvanların yiyeceklerini, içeceklerini düzenli verelim. Aşılarını zamanında yaptıralım. Hayvanlara eziyet edilmesi insanlıkla bağdaşmaz. Öte yandan bu davranış yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenleri uyaralım. Kuşların, karıncaların yuvalarını bozmayalım. Yumurtalarını almayalım. Avlanma mevsimi avlamayalım. Hayvanları korkutmayalım, ürkütmeyelim. Onlara şakadan da olsa eziyet etmeyelim. Bakamayacağımız hayvanları eve almayalım. Biz almazsak belki bakabilecek biri alır. Yiyecek artıklarımızı, özellikle ekmeği, çöplüğe atacağımıza yakınımızda bulunan hayvan besleyicilerine verelim. Sapanla kuş avlamayalım. Avlamak isteyenlere engel olalım. dışında kesinlikle av hayvanlarını ŞİİRLER RENGİN Beyaz kedim, Siyah kedim, Sarı kedim, Adı "Rengin" olsun dedim. Rengin ablamın adıdır; O şimdi kızacak bana, Fakat öğretmenim söyledi ya? Rengin demek renkli demek, Bunda ne var gücenecek? Lâkin ablam, Rengin ablam. Hain ablam. Sofra başında dün akşam, Astı bana çehresini. Belki biraz hakkı vardı, Çünkü Rengin onun adı, Fakat ne var gücenecek; Rengin demek, renkli demek; Benim kedim de üç renkli, Hem de benekli. Beyaz kedim, Siyah kedim, Sarı kedim, Adı "Rengin" olsun dedim. Tevfik FİKRET 59 YARARLI HAYVANLAR Çevremizde dolaşır, Çeşit çeşit hayvanlar. Bizlere pek çoğunun, Sayısız yararı var. Kedi, fare yakalar, Bazen de eğlendirir. Kuşlar ötüşleriyle, İç açar, neşe verir. Sadık köpeklerimiz, Bekçidir bahçemizde. Kümes hayvanları çok Yarar, beslenmemize. İnek, koyun süt verir, Doyarız etleriyle. Koyun, keçinin yünü, Bizi ısıtır böyle. At, sığır, keçi de pek, Faydalı yaratıklar. Bir de deniz ürünü, Taze, güzel balıklar. Vefa ÇAĞAN GÖÇMEN KUŞLAR Bıraktınız ülkemizi, İlkbaharda gene gelin, Unutmayın sakın bizi. Gelmeden kış, yağmadan kar, Gidin, gidin güzel kuşlar, Uzak güney illerinde, Bol yiyecek, bol güneş var. Türkülerle gidersiniz, Kim gösterir size yol, iz? Ürkütmez mi kalbinizi, Yüce dağlar, coşkun deniz? Gökte olup sıra sıra, Kayboldunuz ufuklarda, Göçmen kuşlar, güzel kuşlar, Yine gelin ilkbaharda!… Zeki TUNABOYLU 60 KUŞLARLA Tekir kedi acıkmış, Bir ağaca tırmanmış, Avını düşünerek, Beklemeye başlamış. Gittiniz hep dizi dizi, Kuşlar uçar, Ben koşarım; Onların kanatları var, Benim kanadım kollarım. Kuşlar kanadını çırpar, Ben de kolumu sallarım… Uçun kuşlar, uçun kuşlar; Hepinizle yarışım var! Uçtu kuşlar, Bende koştum; Koştum yarı yola kadar; Ta önüme bir uçurum Çıktı, orda kaldım naçar. Yoo, çekemem öyle kurum! İsterseniz, haydi tekrar Yarışırız…Uçun kuşlar! Tevfik FİKRET KUZUM Minimini bir kuzum var, Çayırlarda gezer oynar. Hep arkamdan koşar, gelir, Yaramaz pek neşelidir. Yanından ayrılsam biraz, Hemen yanık yanık meler. Kırdaki otlara doymaz, Daha ister neler neler. Şeker, arpa, fıstık, üzüm, Çokbilmiştir iki gözüm. Dr. Ali Rıdvan UNAR TEKİR İLE MİNİK KUŞ Biraz sonra kuş gelmiş, Kediye "cik, cik" demiş, Tekir ona acımış, Minik kuşu yememiş. Ülker ORDU 61 SERÇELER Bir gün gelir, geçer bu geceler Tırtıllar tırmanır yapraklara Damla damla sızmaz dudaklara Kalbin kaynağından bu heceler Alnı işleyerek düşünceler Gözyaşı döker zambaklara Ve üşüşür olgun başaklara Akşamın dallarından serçeler. Ahmet Muhip DIRANAS KEDİM Ne güzel bir kedisin, Mırıl mırıl edersin. Gözlerin ateş saçar, Seni gören fareler kaçar. Kuyruğunu sallarsın, Delikleri koklarsın. Sen de olmazsan eğer, Evlerde hep fare gezer. Arife HANCI NE GÜZELDİR HAYVANLAR Evimizde yaşarlar, Elimize bakarlar, Türlü işe yararlar, Evcilleşmiş hayvanlar. Ne güzeldir tavuklar, Folluk dolu yumurtalar, Hep bal yapar arılar, Ne güzel şu hayvanlar. Sütlerini içeriz, Kimisine bineriz, Öküzle çift süreriz, Yararlıdır hayvanlar. Kılları var, yünü var, Süzgün bakar mandalar, Kedi, eşek ve atlar, Ne güzel şu hayvanlar. 62 Arabaya koşarız, Uzun yollar aşarız, Güçlerine şaşarız, Ne güzel şu hayvanlar. Ormanları süslerler, Gece, gündüz öterler, Bize, dostluk ederler, Çok tatlıdır, hayvanlar. Hasan ŞEN GÜZEL SÖZLER Karıncadan ibret al, yazdan kışa hazırlan. Kedi beslemeyen, fareleri besler. Arı bal alacak çiçeği bilir. Hayvanlar en uysal dostlarımızdır. Hayvanlar sevildiğini bilir. 63 İSTANBUL’UN KURTULUŞU (6 Ekim 1923) KONUŞMA FETİHTEN KURTULUŞA İstanbul, 1453'te Türklerin eline geçen bu güzel şehir, onlara yıllarca başkent oldu. Türkler İstanbul'u, İstanbul Türkleri çok sevdi. Türkler bu narin, bu güzel kentlerini daha da bezemek, süslemek için yüzyıllar boyu çalışıp durdular. Cami, medrese, çeşme, saray gibi mimari yapıların yanında şiirle, resimle, müzikle de güzelleştirenler onu, beyinlere nakşettiler böylece, onun güzelliğini ve Türk için taşıdığı önemi yedi iklim, dört diyara duyurdular. İstanbul üstüne şiir yazan şairlerden Yahya Kemal Beyatlı, bu şehri sadece yaşanılan mekân olarak görmez. Tarihi bağları içinde düşünür hep. Osmanlı'nın tarihe damgasını vurduğu, dünyayı fethettiği o ihtişamlı günlerin hayalini görür bu kentin her taşında; Üsküdar ulu bir rüyayı görenler şehri Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri. der: Hangi şehir görmüş onun gördüğünü, Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü. Yine şâir, bu kente duyduğu hayranlığı, Münir Nurettin'in bestelediği güzel şiirinde şöyle dile getirir: Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Divan şiirinin ünlü ustalarından Lâle Devri şairi Nedim, İstanbul'un Türkler için ne denli kıymetli olduğunu şöyle dile getiriyor: Bu şehr-i İstanbul ki bi-misl ü bahadır Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında Hurşid-i cihan-tab ile tartılan sezadır... Cumhuriyet sonrası şairlerinden Garip akımının kurucusu ünlü Orhan Veli Kanık'ın İstanbul üstüne yazdığı; "İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı" şiiri herkesçe bilinen ve çeşitli kişilerce bestelenmiş bir şiirdir. İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgâr esiyor Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda... 64 İstanbul'un özellikle Boğaz kıyısındaki semtleri pek çok şiire ve şarkıya konu olmuştur. Yahya Kemal; Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda yada Günler kısaldı, Kanlıca'nın ihtiyarları Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları Diyerek, İstanbul'un yalnız tabiat güzelliğiyle değil, insanları ile de yakından ilgili olduğunu gösterir. İstanbul'un şarkılı haritası da Saray burnu'nda başlar, türkülerle Beyoğlu'na uzanır, sonra Bebek yoluyla Boğaz'a iner. Rumelihisarı, Yeniköy, Tarabya, Kandilli, Küçüksu, Göksu, Üsküdar, Kanlıca şarkılara, türkülere girmiş semtlerdir. Örneklerde de görüldüğü gibi İstanbul, Türk ulusunun benliğine sinmiş, yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. İşte Türk ulusunun 1453'ten beri önemli bir parçası olmuş bu kent, 16 Mart 1920 de, fethedildiğinden bu yana yaşamadığı bir şeyi yaşadı ve I. Dünya Savaşı'nın galip devletleri tarafından işgal edildi. O güne kadar Türk'ün kafasında hep hâkimiyetin, gücün ve aydınlığın sembolü olan İstanbul, birdenbire kararıverdi. Sislerle, kara bulutlarla kaplandı masmavi göğü, denizi, adaları... Artık Türk'ün nefes alacağı, gönlünce yaşayabileceği bir yer değildi burası. O yüzden, Mustafa Kemal gibi yiğit evlatlar, Anadolu'ya geçti, vatanı kurtarmanın tek yolu soluk bile alınamayan bu kentten ayrılmaktı. Nihayet onların kahramanlıkları sonucu; 16 Mart 1920 de başlayan kâbus, 6 Ekim 1923’te son buldu. İşte o zaman; İstanbul'un üstüne güneş doğdu Çıktı silkinerek gecenin içinden Kız gibi minareleriyle Süleymaniye Sultanahmet, Sultanselim, Fatih Camileri... İstanbul, artık yeniden asıl sahiplerine kavuşmuştu, bir daha ayrılmamak, bir daha göklerinde yâd-elin bayraklarını dalgalandırmamak üzere... OKUMA İSTANBUL Alınışının beş yüzüncü yılında, İstanbul, sana bakıyorum: senin bu güzelliğinde Türk ruhunun inceliği var. Masmavi bir gökyüzü altında yaslandığın kıyılara, dünyanın en güzel manzarasını biz verdik. Sana Haliç’in öbür yakasından bakıyorum, Üsküdar'dan bakıyorum. Eyüp'ten bakıyorum; ihtişamlı 65 kubbelerinle ince minarelerinin çizdiği levha karşısında gurur duyuyorum. Adalarına bakıyorum: Beş yüz yıl önce, gözlerine mil çekilmiş prenslere zindanlık etmekte olan o kayalı, o çıplak toprak parçalarını birer dünya cennetine çeviren bizler değil miyiz? Tepeleri kaplayıp kıyılardan sarkan çamlarında bizim dikkatimiz, kokusu hiçbir memleketinkine benzemeyen karanfillerinde bizim sevgimiz, yamaçlarına birer kuş kafesi gibi kondurulmuş köşklerinde bizimsevgimiz yok mu? Boğaziçi'ne bakıyorum. İki kıyı boyunca Karadeniz’e kadar uzanan o şirin semtleri bir sanatkâr inceliğiyle yerli yerine koyan bizler değil miyiz? Beş yüzyıl önceki o ıssız kıyılarda dünyanın en güzel tabiat harikasını biz yaratmadık mı? Korularındaki bülbülleri ilk biz dinlemedik mi? Sularında en narin kayıkları biz yüzdürmedik mi? İstanbul, beş yüzyıllık Türk varlığınla, güzelliğe ve insanlığa ettiğin hizmetten gurur duyuyorum. Sabri Esat SİYAVUŞGİL ŞİİRLER İSTANBUL İstanbul senin için Bir destan yazacağım, Tüm dünyanın bildiği Şeyi haykıracağım. İstanbul gibi şehir Bulunur mu dünyada Nice şairler coşmuş, Isıttığın yuvada Var mı senin gibisi, Marmara'nın incisi. Avrupa'dan Asya'ya Sen geçirirsin bizi. Türk'ün bilek gücüyle Sen bize oldun başkent. Bunu çok iyi belle, Arkadaşım dikkat et. Sait KIRKGÖZLÜ 66 BAŞKA BİR TEPEDEN Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer, Ömrüm oldukça, gönül tahtıma, keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görülür dünyada Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır, derin en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. Yahya Kemal BEYATLI GÜZEL İSTANBUL Gecemi süsleyen yıldız gibisin, Sevgiye susayan bir kız gibisin, Gönülden gönüle bir iz gibisin, Dünyada eşin yok, güzel İstanbul... Kadıköy, Beyoğlu, Bebek, Üsküdar, Limanlar, körfezler, güzel adalar, Mavi denizinde şen sevdalılar, Dünyada eşin yok, güzel İstanbul... Seyrine doyulmaz Boğaziçi'nin Bir de Emirgân'da taze çay için, Kulağımda tatlı ninnidir sesin, Dünyada eşin yok, güzel İstanbul... Oktay ZERRİN İSTANBUL'U DİNLİYORUM İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. 67 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalı Çarşı; Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular. Çekiç sesleri geliyor doklardan, Güzelim bahar rüzgârından, ter kokuları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başında eski âlemlerin sarhoşluğu, Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı, Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar. Bir şey düşüyor, elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor, fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum. Orhan Veli KANIK İSTANBUL TÜRKÜSÜ İstanbul'un sokakları parkeden, Yabancıyım, yok halimi farkeden, Düşünmez mi sılasını terkeden İstanbul, İstanbul üzme gönlümü, Dertli defterine yazma gönlümü Dükkânlara eşyaları dizmişler, Üzerine fiyatını yazmışlar, Caddeleri cetvelinen çizmişler, Bir yanda Üsküdar, bir yanda Şişli, Gezdim yollarını gözlerim yaşlı. Sirkeci'de otel otel dolandım, Beyazıt'ta havuz gibi bulandım, Aksaray'da toz toprağa belendim, 68 Bu taraftan geçemedim karşıya, Kadın erkek hepsi çıkmış çarşıya. Camlarına tülden perde germişler, Sokakları demirlerle yarmışlar, Yol boyunca sıra sıra durmuşlar, Düdük öter, vapur kalkar açılır, Karşı yana, korka korka geçilir. Sinemaya gittim, gördüm filmi, Kapalıçarşı da yuttum dilimi, Bayıldım yokuşu büktü belimi, Yorulmuşum, çıkamadım yokuştan, Caddelerden geçemedim bakıştan. Halil SOYUER CANIM İSTANBUL Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim; O benim zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur' Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale; Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul.... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O mânayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul... 69 Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Kâtibim'i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak... İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul… Necip Fazıl KISAKÜREK GÜZEL SÖZLER ● İstanbul iki deniz arasında bütün bir inci parçasıdır. Nedim ● Eski mısır'a dünyanın anası dediler ama İstanbul da dünyanın gelinidir. ENDERUNLU VASIF 70 AHİLİK HAFTASI (Ekimin 2. pazartesi ile başlayan hafta) AÇIKLAMA Cumhuriyetimizin kuruluşunun yetmiş sekiz, Osmanlı devletinin kuruluşunun yedi yüz ve Türklerin Anadolu'yu yurt edinmelerinin bininci yıl dönümünü kutladığımız bu yıllar bize Türk tarihinin en önemli kurumu olan Ahiliği hatırlatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti 75 yıl önce Osmanlı'dan devir aldığı yönetimi, Osmanlı da 700 yıl önce Anadolu Selçuklu devletinden almıştı. Anadolu Selçuklu devleti de Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bir parçası olarak bu topraklarda yaklaşık bin yıl önce kurulmuştu. Görüldüğü üzere 1000 yıldır Türkler Anadolu toprakları üzerinde yaşamaktadır. Türklerin tarihi aslında bin yıl ile sınırlı değildir. Bilinen en eski insanlık tarihine kadar uzanır. Oğuz Hanlığı, Uygur devleti, Göktürk devleti, Hun devleti M.Ö. 4000 yıldan beri, devletini ve kültürünü yaşatmaktadır. Dünyamızda bu süre içerisinde birçok devletler kurulmuş, kültürler yaşamış, bunlardan birçoğu yıkılmış ve kaybolmuşlardır. Türklerin altı binyıldır tarih sahnesinde oluşunun önemli bir sebebi kültür değerlerini korumalarından ileri gelir. Bu kültür değerlerinin özü Ahilik Kültürü biçimine dönüştüğü XI. yüzyıldan sonra yeni bir anlayışla devam eder. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konu üzerinde hassasiyetle durmuş ve Ahilik Vakfının tertip ettiği bir Şed Kuşanma töreninde Ahilikle ilgili veciz bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmasında, "...Bin seneye yakın bir zamandır Anadolu kıtasının sahipleriyiz. Bir büyük medeniyetimizin olduğunu bu medeniyetin birbirinden güzel, birbirini tesiri altında bırakmış hazinelerinin bulunduğunu biliyoruz. Öyle olmasa zaten bu kadar uzun süre bu kıtaya hâkim olunamazdı..." demiştir. Tarih boyunca Türkler daima iyiyi güzeli aramışlar ve bulduklarında da tereddüt etmeden almışlardır. Türklerin İslamiyet’e geçmeden önceki kültür değerleri bile bugün birçok ülkede görülememektedir. Tarihi araştırmalarda o dönemde insan haklarına saygı, kadının toplumdaki saygın yeri, misafirperverlik, bir tehlikeye karşı birlik oluşturmak, dayanışma, yardımlaşma gibi birçok insani değerlerin bugünkü tabiri ile evrensel değerlerin mevcut olduğunu görüyoruz. Türkler bu değerler ile mücehhez olarak çağın en yüksek medeniyetini kurmuşlardır. Dünyada pek çok dinler, inançlar ile karşılaşan Türkler bazılarını denemişler fakat kendilerine en uygun 71 gelen İslam dinini kabul etmişlerdir. Bu dini seçerken hiçbir zorlama, hiçbir baskı yapılmamış kendi istekleri ile bu yüce dine geçmişlerdir. Ahilik tüm bu değerleri kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir yeniliktir. Türklerin "Rönesans”ıdır. Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yaklaştırmak ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır. Bir toplumda birlik ve dayanışmayı sağlayan en önemli unsur müşterek değerlerin korunması ile mümkündür. Türklerin Anadolu'da bin yıldan beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir. Bu anlayışa göre din, dil, ırk farkı gözetmeksizin herkese eşit muamele yapılmıştır. Bir toplumda sosyal tabakalaşma olabilir. Kimi zengin, kimi fakir olabilir; fakat ikisi arasındaki fark fazla olmamalıdır. Ahilik zenginliğe karşı değildir. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. Ahilik, halkın sırtından geçinenlere, bir köşeye çekilip miskin miskin oturanlara karşıdır. Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar haline gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve kollamak, hak ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri içerisinde "hırs" ve "tama"dan uzaklaşmak, kendi yeteneğine uygun bir işle meşgul olmak, sanatını mutlaka bir üstattan öğrenmek ve birliğin, beraberliğin korunması için dayanışma içerisinde bulunmak ahiliğin mutlaka uyulması şart olan ahlak kaideleridir. Bu kaideler, Ahileri tekke ve türbelerde çöreklenerek, el açıp halkın kutsal duygularını sömürerek onların sırtından bedava geçinen asalak zümrelerden ayıran farklardır. Ahiler yeniliğe açık insanlar olup, halka sanat, meslek ve genel bilgiler öğretmek için var güçleriyle çalışırlar. Bu bakımdan Ahiliğin eğitimcilere ışık tutacak önemli özellikleri vardır. Ahilik sisteminde, işyerinde çalışanlar ile çalıştıranlar arasında pek fark olmadığı gibi aralarında baba-oğul ilişkileri vardır. İşyeri aynı zamanda sanatın ve ahlakın öğretildiği bir okuldur. Burada üretilen mal, belli bir ihtiyacı karşılayacak şekilde kusursuz ve tam olarak üretilir. Emeğin karşılığı çalışanının alın teri kurumadan ödenir. İşyerlerinde çalışan ve çalıştıranlar dayanışma içerisindedir. Bu uygulama emek ve sermaye'nin barışık olduğu bir model oluşturur. Günümüzde toplam kalite, müşteri beklentileri, tüketici korunması, standart üretim gibi kavramların önemi yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün kaliteli üretim için başvurulan ve Toplam Kalite Yönetimi dediğimiz tedbirlerle tüketicinin daha ucuz, daha kaliteli mal alma imkânı doğmuştur. Ahilik sisteminde bir malın üretimden tüketicinin eline geçene kadar üretimin her safhası bütün 72 çalışanların sorumluluğu altındadır. Çıraklar, kalfalar ve ustalar hep birlikte malın kalitesinden sorumludur. Ayrıca oto kontrol sistemi ile malın kalitesi sürekli denetlenir. Bugün de toplam kalite yönetimi kapsamında kalitede mükemmellik, verimlilik, hatasız üretim, kalite güvenliği, ülke ve uluslararası standartlara uyum, ISO 9001, tüketiciye cevap verme hattı, tüketici tatmini gibi konular henüz yeni yeni işyerlerinde gündeme gelmeye başlamıştır. Üretime katılan her kademedeki personelin eğitimi, işletme içi tüm personelden faydalanma, tam kapasite çalışma gibi tedbirler yanında işyerinde her türlü üretim ve hizmetlerden işyeri çalışanları sorumlu 4 tutulmaktadır. Ahilik düşüncesinin kurduğu Ahi Birlikleri'ni batıdaki ve doğudaki benzer teşkilatlardan ayıran özellik, din adamlarının da devlet adamlarının da Ahiler üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bunun sonucu olarak Ahilik sivil toplum kuruluşlarının en eski bir modelidir. Ahiler, daima toplum yararına hizmet yapmışlardır. Bugün görülen bazı sivil toplum kuruluşları gibi halkı bölmemişler, halka ve topluma zararlı faaliyetlerde bulunarak, yalnız kendi üyelerinin menfaatini korumamışlardır. Bugün sivil toplum kavramı, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmekte ve resmi otoritenin karşıtı bir örgütlenme olarak algılanmaktadır. Devlete karşı gelmek, devletin kurumlarını tahrip edenlerden yana gözükmek, sırf demokrat gözükmek için bu kurumlara destek vermek Ahiliğe ters düşer. Devlet olmaz ise sivil toplum kuruluşunun da olamayacağını bilmemek en büyük cehalettir. Sivil toplum kuruluşlarının görevi halkın ihtiyacı ve mutluluğu için devletle beraber devlete yol gösterici olmaktır. Ahilerin kendi üyeleri ile devlet ve toplumdaki fertler arasındaki ilişkilerde daima "demokratik ve laik" anlayış hâkim olmuştur. Ahiler seçmede, seçilmede ve idarede tamamen demokratik bir sistem içinde yaşarlardı. Keyfilik, şahsi ihtiras ve emellere kesinlikle yer verilmezdi. Teşkilatın hak ve adalet ölçülerine riayet ederek toplumda saygın bir yer kazandıkları ve topluma hizmette kusur etmedikleri, devletle halk arasındaki koordinasyonu sağladıkları için, Ahi başkanı devlet başkanının ayağına gitmemiş, devlet başkanı Ahinin ayağına gelmiştir. Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere on beş yıl önce kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği anlaşmasında ele alınmıştır. Topluluk üyesi ülke vatandaşlarının yeni sisteme uyarlanmasında otorite ile halk arasında doğacak anlaşmazlıklarda arabulucu rolü oynamak, ortaklık kurumları arasında güven ilişkilerini güçlendirmek, ayrıca vatandaşın şikâyetlerini 5 kabul ederek ortaklık kurumlarının 73 demokratik işlemesini sağlamak amacı ile "Avrupa Ombudsmanı" kurulmuştur. Bu kurum aslında 1809 yılında yöneticiler ve yargıçlar hakkında yasal soruşturma yapmak üzere İsveç'te kurulan Ombudsmanlık kurumunun bir devamıdır. Dünyamızda yaklaşık yüz yıl önce kurulan ve Avrupa Birliği'ne örnek bir kurum olarak yaşatılan, bizim de belki her şeyde olduğu gibi kötü bir taktikçilikle Avrupa'da var diye hemen bu senenin başında ithal ettiğimiz bu kurumun daha orijinalinin yeni yüz yıl önceki Ahilik sisteminde mevcut olduğunu bilmiyoruz. Almanya'nın kalkınmasında, Sanayi üretim birliklerinin önemli rolü vardır. Bu birliklerin eğitim ve teknik eğitime büyük önem vermelerinden, araştırmalarla elde edilen buluşların üretime uygulanmasından, bankaların bütün kaynakların sanayi emrine verilmesi ve devletin, yönetici yüksek memurlarının bu birlikleri desteklemesi sayesinde Ortaçağ geriliğinden kurtularak kısa zamanda büyük ve zengin bir ülke haline geldiği bilinmektedir. Benzer uygulama Osmanlı'daki Ahi Üretim Birlikleri'ndeki eğitim sistemine, orta sandıklarını sanayi emrinde kredi kuruluşu olarak hizmet verilmesine benzemektedir. Nitekim Almanya'ya Sanayi Birliklerini tetkik için giden bir heyetimizin Alman kalkınmasının sırrının ne olduğuna dair sorusuna bir yetkilinin cevabı: —Siz buraya boşuna gelmişsiniz. Eğer dört yüz yıl önceki Osmanlı'daki Ahi Üretim Birliklerini incelemiş olsaydınız, bizim nasıl kalkındığımızı öğrenirdiniz." olmuştur. Gazeteci Yazar Hasan Pulur'un 21.08.1992 tarihinde Olaylar ve İnsanlar köşesinde "Almanların mesleki eğitim sistemlerine yüzyıl önce, Osmanlı'daki Ahilik sistemini örnek aldıklarını" yazmıştır. Japon sanayileşmesi, vazife şuur'u ve iş ahlakının samurayların geleneksel değerleri ve Konfüçyüs’ün felsefesine dayandırılması sonucu elde edilen başarılarla gerçekleşmiştir. Japon Sanayi Birlikleri, Alman Sanayi Grupları Birlikleri'nin sistemini alarak kendi gelenekleri ile birleştirmek suretiyle kalkınmışlardır. Aynen Alman Sanayi Birlikleri'nde olduğu gibi gençleri sıkı bir iş disiplini ve güçlü bir ahlak eğitim vererek yetiştirmişlerdir. Japonya'da işçi işveren arasındaki münasebetler aynı ailenin iki ferdi arasındaki münasebete benzer. Birbirine saygılı ve dayanışma içerisindedirler. İşyerinde tam dürüstlük, ahlaklılık ve özveri ile çalışmak her Japon gencinin ideali olmuştur. Ülkesi için çalışmayı her şeyin üstünde gören bu zihniyet Japon kalkınmasının en önemli dinamiği olmuştur. Bu bilgiler ışığında Japonların kalkınmasında, Ahiliğin temel kaidelerini oluşturan benzer değerler etkili olmuştur diyebiliriz. 74 Ülkemizde yeni yeni kurumsallaşan Rekabet Kurulu, Patent Enstitüsü, Kosgeb, Reklâm Kurulu yanında Ticaret ve Sanayi Odaları, İşçi ve İşveren Sendikaları, Kooperatifler, Esnaf Odaları, Belediye, Bağ-Kur gibi sosyal hizmet veren kurumlar Ahilik sisteminden günümüze yansıyan kuruluşlardır. 21. yüzyılda, Ahiliğin ahlak ve çalışmaya ait prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda ilerleyen toplumların modeli olacaktır. Bu görüş bir kehanet değildir. Bugün nasıl ki kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin izlerini görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların yükselmesinde Ahilik ilkelerinin, önemli rol oynadığı görülecektir. ŞİİRLER ŞÖHRETLER TERZİHANESİ Sıcak yatağında uyumak varken Açar dükkânını her sabah erken Demirci, kömürcü, marangoz, berber Eski bedestende semerci Ejder. Dedim: Usta artık bırak şu işi! Yüzü gölgelendi çatıldı kaşı. Dedi: Ahiliktir bizim töremiz Kıyamete kadar yanar çıramız. Pirimiz ne demiş semer üstüne 'Ne güzel yakışır himâr üstüne! Gürgenden meşeden oymalı semer, Sırtı keçe, alnı aynalı semer Bir taht gibi al aygıra vurulur Üzerine koç yiğitler kurulur. İbrişim kuşaklı Bertiz uşağı İner gelir Alişar'dan aşağı. Terkisine kızlar gelinler biner Aksuya kuğular sülünler iner. Kırmızı bakırdan çeyiz dizerler Kalaylı tabakta kına ezerler. Al önlüklü kısrak çalımlı kızlar Mor belikli, yüzü yalımlı kızlar Onun için hor görmeyin semeri Çağlar öncesinin insan hüneri. 75 Dünyada at nesli tükense bile Bu sanat geçecek hep elden ele Kolay bırakılmaz baba mesleği Müşterimdir nice insan taslağı Mektep terzisiyim diye kınama Her gün nice ünlü gelir yanıma. Ateşten giyinir, kordan giyinir Milleti soyanlar burdan giyinir. Bana diyorlar ki 'çağ dışı adam' Kim ne derse desin, efendim ne gam. Mektep çoğalmakla merkep azalmaz Dünyada bir kârı olan aç kalmaz. Merkür'e, Merih'e başladı sefer Hâlâ semer yapar Maraş'lı Ejder. Ali AKBAŞ GÜZEL SÖZLER Gerek kim ahinin üç nesnesi açık ola ve üç nesnesi bağlı ola. Üç açık nesne: Evvel, eli açık ola; hiç malım eksilir demeye. İkincisi, alnı açık ola; yanına kederli biri gelse şad olarak ayrıla. Üçüncüsü, kapısı yetmiş iki millete açık ola; her kim içeri girerse önüne sofra yaya. Üç bağlı nesne: Evvel, ahinin iki gözü bağlı ola; yani kimseye kötü gözle bakmaya. İkincisi; dili bağlı ola; kötü söz söylemeye. Üçüncüsü, beli bağlı ola zina yapmaya. (...) Yemek edebi: Yemek yemekte on iki edep vardır: Evvel, sağ dizini yukarı dike, sol dizini aşağı koyup otura. Lokmayı çiğnerken evvel sağ tarafı ile çiğneye. Lokmayı küçük kese, temiz yiye; yani iki elini bulaştırmaya. Gövdesini, başını kaşımaya, etrafını gözetlemeye. Ekmeği ısırıp yemeye bandırmaya. Gülmeye. Sözünü yavaş yavaş söyleye. Özen ve saygıyla yiye; yani hırsla yemeye. Kemik gibi yenmeyecek nesneleri kendi önüne bıraka. Sağa sola atmaya. Yemekten sonra ellerini yıkaya ve sile. (...) 76 Söz söyleme edebi: Söz söylemekte beş edep vardır: Evvel, bağırarak söylemeye, tükürüğü ağzından saçılmaya. Bir kişi ile konuşurken sağa sola bakmaya. Sen ben diye söylemeye; siz biz diye söyleye. Eli ile söylemeye.(...) Pazar edebi: Pazarda yürümekte beş edep vardır: Evvel, omzunu kimseye vurmaya. İkincisi, uzaktaki kişilere seslenmeye. Üçüncüsü, pazarda yüksek sesle gülmeye, yanındaki ile şakalaşmaya. Dördüncüsü, tükürmeye, sümkürmeye. Beşincisi, halka karşı yemek yemeye ve su içmeye. Alışveriş Edebi: Alış verişte üç edep vardır: Evvel, yumuşak söyleye. İkincisi, az ala, belki almaya. Üçüncüsü, aldığı nesneyi geri vermeye. Eve nesne götürme edebi: Eve nesne götürmekte üç edep vardır. Evvel, eteğine koymaya. İkincisi halka karşı açıktan götürmeye. Üçüncüsü, eve varmadan aldığı nesneyi yemeye. Haliloğlu Yahya Burgazî, Fütüvvetnâme 77 ANKARA'NIN BAŞKENT OLUŞU (13 Ekim) AÇIKLAMA Mustafa Kemal Paşa, Erzurum, Sivas Kongrelerinden sonra 27 Aralık 1919 günü Temsilciler Kurulu üyeleriyle birlikte Ankara'ya geldi. O zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul idi. Osmanlı Mebusan Meclisi son kez 12 Ocak 1919'da İstanbul'da toplandı. 16 Mart 1919 günü İngilizler İstanbul'a girdi. Önce meclisi bastılar. Bu olay üzerine birçok milletvekili Anadolu'ya geçti. Yakalananlardan çoğu tutuklandı. Artık Osmanlı Mebusan Meclisi'nin İstanbul'da toplanma olasılığı kalmamıştı. Milletvekillerinin toplanacağı ve ülkenin yönetileceği bir başkent gerekiyordu. Ankara, Anadolu'nun ortasında, savaş cephelerine eşit uzaklıkta bir kentti. Savaşın yönetimi ve haberleşme, Ankara'dan kolaylıkla yürütülürdü. Dağılan Osmanlı Mebusan Meclisi üyeleri ile Sivas ve Erzurum Kongreleri'nde seçilen temsilcilerin bir yerde toplanması gerekiyordu. Bu nedenle 19 Mart 1919 günü Mustafa Kemal Paşa kimi illere ve komutanlıklara bir genelge gönderdi. Bu genelgede özetle; "Osmanlı Devletinin yaşamı ve egemenliğinin sona erdiği" bildiriliyor, "Türk ulusu kendi yaşamını ve bağımsızlığını koruyacaktır." deniliyordu. Bu genelgeden sonra temsilcilerle Osmanlı Mebusan Meclisi'nden gelen üyeler Ankara'da toplanmaya başladılar. Ankaralılar onları coşkuyla, sevinçle, sevgiyle karşıladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 günü, Ankara'da açıldı. Meclis, ilk oturumunda Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti. Mustafa Kemal Paşa bundan sonra ülkeyi kurtarma çalışmalarını Anadolu'nun bu küçük kentinde sürdürdü. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın planları bu yoksul kentte hazırlandı. Savaşın başarıya ulaşması için düzenli ordular kuruldu. Bu ordular İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da düşmanı bozguna uğrattı. 30 Ağustos 1922'de kazanılan Başkomutanlık Savaşı ile Kurtuluş Savaşımız tamamlandı. Yurdumuz düşmanlardan kurtarıldıkktan sonra 13 Ekim 1923 günü İsmet Paşa ve dört arkadaşı Ankara'nın başkent olması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yasa önerisi verdiler. Öneri mecliste oylandı, kabul edildi. Böylece Ankara yeni Türkiye Devleti'nin başkenti oldu. Başkent, ülkenin yönetim merkezidir. Büyük Millet Meclisi, devlet başkanı, başbakanlık, bakanlıklar, yüksek yargı organları, başkentte bulunur. 78 Ankara başkent olduktan sonra gelişti. Modern yapılar, büyük apartmanlar yapıldı. Yüksek okullar, üniversiteler açıldı. Fabrikalar, yeni iş yerleri kuruldu. Kent kısa sürede büyüdü, genişledi. Ankara bugün nüfus yoğunluğu bakımından yurdumuzun ikinci büyük kentidir. Her yıl 13 Ekim günü Ankara'nın başkent oluşu, düzenlenen büyük törenlerle kutlanır. Ankara Kalesi'nde başlayan bu törene özel giysileri içinde Seymenler, öğrenciler, çeşitli dernek temsilcileri katılırlar. Törende yapılan konuşmalarda Ankara'nın başkent oluşunun anlam ve önemi belirtilir. ATATÜRK'ÜN ANKARAYA GELİŞİ Birinci Dünya Savaşı sonunda yurdumuz yenilmiş sayıldı. Düşmanlar dört bir yandan vatanımıza saldırdılar. Sevr Antlaşmasına göre yurdumuzun düşmanlar tarafından bölünmesi kararlaştırıldı. Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul işgal edildi. Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’e girdiler. Yurdumuzu bu durumdan kurtarmak ve halkla el ele vermek için, Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan Atatürk, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya geldi. Burada alınan kararlar 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi olarak yayınlandı. Daha sonra Erzurum’a geçen Atatürk, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresini, 4 Eylül 1919’da da Sivas Kongresini topladı. Bu kongrelerde milli iradeye dayalı hükümet kurulması ilk hedef olarak belirlendi. Tüm illere telgraflar çekilerek halkın kendi adına karar verecek temsilcileri seçmesi istendi. Seçilen temsilcilerin toplanacağı bir yer gerekliydi. Ankaralılar Atatürk’ü ve temsil heyetine seçilenleri Ankara’ya davet ettiler. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın en iyi Ankara’dan yönetileceği inancındaydı. Yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de eşit uzaklıktaydı. Tüm illerde haberleşme ve ulaşım olanağı yoktu. Bu düşüncelerle Atatürk ve temsil heyetinin üyeleri 27 Aralık 1919’da saat 14.00’de Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi. Ankara ve çevresinin tüm halkı, Atatürk’ü ve temsil heyeti üyelerini büyük sevgi ve sevinç gösterileri ile karşıladılar. Davullar çalındı, oyunlar oynandı, Seymenler gösteriler yaptı. Bu karşılama Ata’yı çok duygulandırmış, tüm karşılayanlara teşekkür ederek içinde bulunduğumuz durumu, bundan nasıl kurtulacağımızı belirten bir konuşma yapmıştı. 79 Atatürk’ün Ankara’ya gelişi, Kurtuluş Savaşı dönemindeki en önemli olaylardan biridir. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu Türk ordusunun kurulup hazırlanması çalışmaları Ankara’da yapıldı. Ankara milli mücadelenin merkezi haline geldi. Kısaca Ankara o günlerde başkentlik görevini üstlenmiş oluyordu. Her 27 Aralık günü Ankaralılar için bayram gibidir. At sırtındaki Seymenler gösteriler yaparlar. Şehir baştanbaşa bayraklarla süslenir. Atatürk koşusu yapılır. Okullarda törenler yapılır. Şehirde çeşitli şenlikler yapan halk bu mutlu günü sevgi ve coşku ile kutlar. 80 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ (24 Ekim) AÇIKLAMA İnsan yalnız yaşayamaz. Toplum içinde birçok insanla yüz yüze gelir, konuşur; iş yapar. Derdini, sevincini başkalarıyla paylaşmak ister. Zor durumlarda yardımlaşmak ihtiyacını duyar. Milletler de insanlar gibi iyi ilişkiler içinde yaşamayı arzularlar. Kavga nasıl insanları huzursuz, mutsuz ediyorsa, savaşlar da milletleri aynı şekilde etkiler. Oysa milletlerin birbirleriyle her alanda ilişki kurmaları, yardımlaşmaları, mevcut sorunları barışçı yollardan çözmeye çalışmaları dünyamıza huzur getirecektir. Tarihe baktığımızda, milletlerin kanlı savaşlarla birbirlerine büyük zararlar verdiklerini görüyoruz. Oysa sorunların savaşa gerek kalmadan çözülebileceğini herkes kabul ediyordu. Bunu sağlayacak olan da milletlerarası bir örgüttü. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra bu gerçekleşti. İsviçre'nin Cenevre şehrinde Milletler Cemiyeti kuruldu. Ancak bu örgüt, büyük devletlerin etkisi altında başarılı olamadı. II. Dünya Savaşı yıllarında, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Sovyetler Birliği, Çin ve Fransa bir araya gelerek Birleşmiş Milletler Beyannamesi'ni imzaladılar. Savaş sonrasında ise 51 devlet Birleşmiş Milletler Anayasası'nı imzalayarak yürürlüğe soktular (24 Ekim 1945). Böylece Birleşmiş Milletler Teşkilâtı büyük ve güçlü bir kuruluş haline geldi. Türkiye, bu kuruluşa 15 Ağustos 1945'te üye oldu. Bugün 159 üyesi bulunan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı milletlerarası sorunlara; ülkelerin sağlık ve eğitim gibi alanlardaki sorunlarına çözüm aramaktadır. Teşkilât, büyük Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" sözünden hareketle çalışmalarını sürdürmekte; milletler arasındaki barısın ve dayanışmanın güçlendirilmesine gayret etmektedir. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLÂTI'NIN ANA ORGANLARI Teşkilâtın merkezi ABD'nin New York kentindedir. Teşkilâtın ana organları ise şunlardır. Genel Kurul: Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin katıldığı tek organdır. Üye ülkelerin 5'er kişiyle temsil edildiği bu organ, yılda bir defa toplanır. Milletlerin barış içinde iş birliği yapmalarını sağlar. 81 Güvenlik Konseyi: Dünya barışı ve milletlerin güvenliğinden sorumlu organdır. Vesayet Konseyi: Birleşmiş Milletler Anayasası'na göre, kendini yönetecek olgunluğa erişememiş milletlerin, ekonomik, sosyal ve kültürel ilerlemelerini sağlamaya çalışır. Ekonomik ve Sosyal Konsey: Genel Kurul'a bağlı olarak çalışır. Amacı; Birleşmiş Milletler'i ekonomik ve sosyal yönden geliştirip güçlendirmektir. Milletlerarası Adalet Divanı: Birleşmiş Milletler Teşkilâtının mahkemesidir. Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul tarafından seçilmiş 15 yargıçtan oluşur. Yeri, Hollanda'nın Lahey şehrindedir. Hizmet süresi 9 yıldır. Sekreterlik: Güvenlik Konseyi'nin tavsiyesi ile Genel Kurul tarafından seçilir. Bu bölümün idarecisi, bütün kurullara Genel Sekreter olarak katılır ve çalışmalarını sürdürür. Teşkilâtın çalışması hakkında Genel Kurul'a yıllık raporlar hazırlayıp, sunar. Birleşmiş Milletler'e bağlı diğer kuruluşlar: 1- UNESCO : Birleşmiş Milletler Bilim, Kültür ve Eğitim Teşkilâtı 2- ICAO : Milletlerarası Sivil Havacılık Teşkilâtı. 3- FUND : Milletlerarası Para Fonu. 4- WHO : Dünya Sağlık Teşkilâtı 5- FAO : Milletlerarası Gıda ve Tarım Teşkilâtı 6- BANK : Milletlerarası Gelişme ve Kalkınma Bankası. OKUMA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ Aynı okula giden, bir sınıfta okuyan çocukların birbirlerini sevmeleri, kavga etmeden, kardeş gibi geçinmeleri ne kadar güzeldir, değil mi? 82 Bir evi kendilerine sıcak bir yuva yapmış; burada yavrularıyla birlikte tatlı tatlı yaşayan anne, baba ve çocuklar ne kadar mutludurlar, değil mi? Bir sokakta, aynı mahallede oturan komşuların birbirlerini sevmeleri, iyi komşuluk yapmaları ne kadar hoştur değil mi? Bir ulusu oluşturan insanların birbirlerine zarar vermeden, birbirlerini gücendirmeden; sevişerek yaşamaları ne büyük mutluluktur değil mi? Hele insanların, ulusların savaş yapmadan, birbirlerini öldürmeden iyi birer komşu gibi, güzel güzel geçindiklerini görmek, insanoğluna ne kadar yakışır değil mi? İşte bunun böyle olmasını gönülden isteyen birçok ulus söz birliği yaparak: "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER" denen bir birlik kurdular Birleşmiş Milletler Yasası, din, renk, soy, sop ayrılığı olmaksızın bütün ulusları yaşamak hak ve özgürlükleri yönünden eşit saymaktadır. Bundan ötürü Birleşmiş Milletler Yasası, bütün ulusların birbirleriyle komşuluk yapmalarını, güzel güzel geçinmelerini, haklarına saygı göstermelerini, aralarında çıkacak her türlü anlaşmazlıklara barış yolu ile çare bulmalarını ister. Bunun en belirgin örneğini Körfez Savaşı'ndaki tutumu ile göstermiştir. Bu nedenle; dünyada barışı sağlamak gibi insanlık için çok yararlı bir iş başarmak amacını güden BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'in; kuruluş günü olan 24 Ekim, barışsever bütün ulusların birlikte kutladıkları bir bayram günü olmuştur. Kore'de insanlık için çarpışan, bu uğurda kanlarını seve seve akıtan babalarımız, ağabeylerimiz, Türk Ulusu'nun BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ülküsüne ne büyük bir inançla bağlı olduğunu göstermiştir. Hamdi HIZAL Birleşmiş Milletler'in amaçları: Milletlerarası barışı koruyup, güçlendirmek, Barışın bozulması durumunda, milletlerarası uyuşmazlıkları ortadan kaldırmak, Milletlerarası dostluk ve dayanışmayı güçlendirmek, Ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlara çare bulmak, Hiçbir ayrım yapmaksızın insan haklarına sahip çıkmak ve geliştirmek. 83 ŞİİRLER SELAM Kardeşiz dünya içinde, Her renkte, her dilde kardeş, Her dinde, her memlekette, İnsanlar birbirlerine eş. Her şeyin en iyisini, Allah insanlara vermiş. Kitaplarla, elçilerle Doğru yolları göstermiş. Afrika'da, Avrupa'da, Dünyanın dört köşesinde, Nerde olursanız olun, Alaska'da veya Çin'de... Nasıl renk renk açıyorsa, Bin bir dağda, bin bir çiçek. Güney'de Kuzey'de olsun, İnsanlar da İNSAN gerek. Meridyenler Paraleller, Ayıramaz bizi bizden. Gurur duymalı insanlık, Karşılıklı sevgimizden. Arsan olsun, kedi olsun, Nasıl hayvansa hepsi de. Müslüman ve Hıristiyan, İNSAN ve KARDEŞİZ biz de. Sıcak kalple ve elele, Çalışalım yükseldim. Allah "İNSAN'la öğünür, Kıymetimizi bilelim. El ele her işimizde, Her fikrimizde el ele. El ele dağda, denizde, Seve seve, güle güle. Her iklimde, her kıt'ada, Kurtlara, kuşlara selâm, Selâm bütün bayraklara, Bütün insanlara SELÂM Tarık ORHAN 84 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Savaşsız bir dünya kurmaktan yana, Uluslar birleşti, bir örgüt kurdu. Birleşmiş milletler dendi adına, Her ulusa, kendi öz yurdu Yurtta barış, dendi, cihanda barış, Ancak böyle olur mutlu yaşamak. Savaş nice evler, ocaklar yıkmış, Nice yıllar kanla sulanmış toprak. Arap'ı, Japon'u, Türk'ü, Yunan'ı Şimdi bu örgütte görürsün üye. Herkesin malıdır kendi vatanı, Bizimkisi nazlı, güzel TÜRKİYE B.G. ŞAVLI GÜZEL SÖZLER Yurtta barış, cihanda barış! Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurundan mahrumdur. İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirlerine boğazlatmak, insanlık dışı ve son derece teessüfe şayan bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî, manevî ihtiyaçları sağlamaya yarayan davranış ve çabadır. Atatürk Ben Yunanistan'daki Atina'nın vatandaşıyım.(Sokrates) değil, bütün dünyanın Kıtalararası düşünmeye alışın artık.(A.Hamilton) Savaş, beşikteki yavruyu bile esirgemez. (Schiller) Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Birlikten kuvvet doğar. 85 CUMHURİYET BAYRAMI ( 28 – 29 Ekim ) AÇIKLAMA 29 Ekim 1923 ülkemizde cumhuriyet yönetiminin ilan edildiği gündür. Bugün ulusal bayram günüdür. Her yıl cumhuriyet yönetiminin ilanını 28 – 29 Ekim günleri Cumhuriyet Bayramı olarak coşkun törenlerle kutlarız. Cumhuriyet Yönetiminden önce devletimizin adı Osmanlı İmparatorluğu idi. Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından 1299'da Söğüt 'de kuruldu. Osmanlı devlet yöneticisine padişah denirdi. Osmanlı Devletini altı yüz yirmi dört yılda, otuz altı padişah yönetti. Son padişah Sultan Vahdettin'dir. Eskiden ülkelerde tek kişi egemendi. Ülkelerini diledikleri gibi yöneten bu kişilere padişah, şah, kral, hakan, sultan denirdi. Yönetim çoğu zaman babadan oğula geçerdi. Oğulun küçük olması, deli olması yönetici olmaya engel sayılmazdı. Böyle tek kişinin kendi başına buyruk, sorumsuz, denetimsiz yönetimine mutlakiyet denir. Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız tek bir kişidedir. Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde zamanla hakana, padişaha, şaha, krala yardımcı olsun diye meclis kuruldu. Meclis üyeleri halkın dileklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa taslakları hakan, padişah, şah, kral tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı. Bu yönetim biçimine Meşrutiyet denir. Ancak meclisin yetkileri genel olarak çok sınırlıdır. Osmanlı Devletinde 1876 ve 1908 yıllarında iki kez meşrutiyet ilan edildi. Üçüncü yönetim biçimi cumhuriyettir. Cumhuriyet'te egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus kendini yönetme yetkisini temsilcileri (milletvekilleri) aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler yasalar yapar, yöneticileri ulusu adına denetler. Yönetilenler dilerlerse seçimlerde yöneticilerini değiştirirler. KONUŞMA ÜLKEMİZDE CUMHURİYETİN KURULUŞU Osmanlı İmparatorluğu'nda, ikinci Meşrutiyetin ilanından altı yıl sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. 1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'na dünyanın belli başlı devletleri katıldı. Dört yıl süren savaş sonunda bizimle birlikte olan devletler yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Ülkemiz İngilizler, Yunanlılar, Fransızlar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı. 86 Ulusuna inanan, güvenen Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a geldi. Erzurum'da, Sivas’ta kongreler düzenledi. Mustafa Kemal Paşa "Tek bir egemenlik var, o da Milli egemenliktir. Ülkeyi yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır." diyordu. Yurdun dört bir tarafından gelen ulus temsilcileri (milletvekilleri) 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Bir yandan Efeler, Dadaşlar, Seymenler bulundukları yörede düşmana karşı koydular. Öte yandan düzenli ordular İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da savaştılar. Yurdumuz düşmanlardan kurtarıldı. Tahtını, rahatını düşünen padişah, yenilen düşmanla birlikte yurdumuzdan kaçtı. İmzalanan Lozan Barış Antlaşması ile yeni bir devlet doğdu. Bu doğan devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemişti. İkinci dönem Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923'te ilk toplantısını yaptı. 13 Ekim 1923'te Ankara Başkent oldu. Atatürk; düşmanın ülkeden atılıp sınırlarımızın belirlenmesinden sonra, çoktan beri tasarladığı cumhuriyetin ilanı üzerinde hazırlıklar yapmaya başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırdı. Onlara , "Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz." dedi. 29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan cumhuriyet önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verildi. Meclis önergeyi kabul etti. Böylece ülkemizde cumhuriyet yönetimi kuruldu. Atatürk kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet'in ilanı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı. Cumhuriyet; yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur. Cumhuriyet'i korumak, kollamak, yaşatmak her yurttaşın ödevidir. KONUŞMA CUMHURİYET NASIL İLAN EDİLDİ Aşağıda cumhuriyetin ilanını meclis Muhabiri olarak izlemiş bir yazarımızın anısını okuyacaksınız. 87 O günlerde bütün gazeteciler ve halk merakta idi. Bir yenilik var… Fakat bu nedir? Bir türlü belli olmuyordu. Ben o zamanlar Öğüt Gazetesinde çalışıyordum. Meclisin bütün toplantılarına devam ediyordum. Atatürk Çankaya'da kendisine konuk olan arkadaşlarına Cumhuriyet'i ilan etmenin zamanı geldiğini, bildiriyor. Bunun için anayasada değişiklik yapmak gerektiğini açıklıyordu. 28 Ekim 1923 günü konukları gittikten sonra İsmet İnönü ile birlikte anayasada ne gibi değişiklikler yapılacağını görüştüler. 1923 yılının Ekim ayının yirmi dokuzuncu Pazartesi sabahı idi. Güneşli bir hava. Samanpazarı ve Karaoğlan'dan insanlar sel gibi meclise doğru akıyordu. Kalpaklı, başlıklı, fesli erkekler ve bunların arasında kadınlar, meclisin karşısındaki Millet Bahçesi'ne meydana toplanmışlardı. Halk Millet Meclisinin kararını merakla bekliyordu. Birçokları tanımadıkları milletvekillerine yaklaşıyor, haber soruyordu. Güneş battı. Karanlık bastı. Buna rağmen halk dağılmıyordu. Hepimiz sabırsızlıkla bir haber bekliyorduk. Meclisin dar kapısından bir milletvekili çıktı. Orada bulunan gazeteciler, hepimiz milletvekilinin etrafını çevirdik. Milletvekili: —Şu dakika içerde pek mutlu ve tarihsel kararlar veriliyor, dedi. Dışarıya sızan haber bu kadardı. Akşam saat on sekiz kırk beş'ti Millet Meclisi oturumu açıldı. Donuk bir ışık, sağda dinleyicilere ayrılmış bir yer, solda gazeteciler balkonu, ortada okul sıralarında oturmuş milletvekilleri, Atatürk yok. Bütün milletvekilleri sıkışık bir durumda oturuyorlardı. Bu sessizlik içinde İsmet İnönü: Anayasanın birinci maddesinin "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir" biçiminde değiştirilmesi için görüşme açılsın dedi. Değiştirilmesi istenen başka maddeler de vardı. Değişiklik isteği üzerine birçok milletvekili söz aldı. Heyecanlı konuşmalar yapıldı. Bu sırada milli şair Mehmet Emin Yurdakul söz alarak orada bulunanları "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırmaya davet etti. Bütün milletvekilleri tek bir vücut gibi harekete geçti, ayağa kalktılar. Güngörmüş gaziler, generaller, kalemleriyle, kılıçlarıyla bu memlekete hizmet etmiş kahramanlar dimdik durdular. Sonra hep bir ağızdan "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırdılar. Anayasa değişikliği görüşmeleri tamamlandıktan sonra değişiklik isteği oya sunuldu. Bütün eller "kabul" diye kalktı. Türkiye devletinin cumhuriyet olduğunu belirleyen değişiklik oy birliği ile kabul edildi. Saat sekiz buçuktu. Bu dakikadan itibaren Türkiye Devleti'nin adı Cumhuriyet olmuştu. 88 Bu cumhuriyete bir başkan seçmek gerekiyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığı seçimine 158 milletvekili katıldı. Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal Cumhurbaşkanlığına seçildi. Bu anda Kemal Atatürk meclis salonunda göründü. Alkışlar arasında kürsüye çıktı. Herkes Atatürk'ü dinliyordu. Konuşmasını bitirdiği zaman uzun uzun alkışlandı. Gök gürültüsünü andıran alkışlar arasında Atatürk yerine oturdu. Halk meclisin önünde bekliyordu. Cumhuriyetin ilanını ve Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçildiğini duyunca coştu. Bu arada 101 pare top atıldı. Top sesleri Türk ulusuna cumhuriyeti ilan ediyordu. Türk ulusu, yıllardan beri hasretini çektiği egemenliğe ve cumhuriyete kavuşmuştu. Enver Behnan ŞAHPOLYO ŞİİRLER CUMHURİYET BAYRAMI Bir zamanlar yurdumuzda Bir başka devlet varmış, Başındaki padişah Ne isterse yaparmış. Millet onun yanında Köle imiş, kul imiş, Türklerin vatanında Yıllar sürmüş bu gidiş. Vatan kalmış bakımsız Millet fakir perişan Sönüp gitmiş eski hız Yurda saldırmış düşman. Atatürk padişaha Düşmana karşı durmuş, Yurdumuzu kurtarmış Cumhuriyeti kurmuş. İ.Hakkı TALAS 89 29 EKİM Cumhuriyet bayramı Geldi diye ne mutlu! Bayraklarla donattık, Güzel okulumuzu. Sokaklarda, evlerde Al bayrak dalgalanır. Onun al rengini Bütün bir dünya tanır. Yirmi dokuz Ekimi Karşılarız neşeyle Çünkü bugün erdik, Büyük Cumhuriyet'e Yürüyün arkadaşlar Hep ileri koşalım, Bugün bayramımız var, Gelin bayramlaşalım. Ali PÜSKÜLLÜOĞLU CUMHURİYET Al yıldızlı al bayraklar, Her yanda dalgalanıyor. Süslendi evler, sokaklar Renk renk ışıklar yanıyor. Yirmi üç yıl önce bugün. Cumhuriyet kurdu millet, Bize büyük Atatürk'ün, Armağanı Cumhuriyet. En birinci vazifemiz, Onun yolunda yürümek. Canımız gibi koruruz, Cumhuriyet Türklük demek. Sevinçle, sağlıkla geçsin. Sabahımız, akşamımız. Kutlu olsun hepimize, Cumhuriyet Bayramımız. Vasfi Mahir KOCATÜRK 90 ATATÜRK'ÜN CUMHURİYET KERVANI Yüklemiş sevdanın, aşkın yükünü, İki gider, bir de durur bu kervan. Sağa, sola bel verse de aldanma! Serin bir su başı arar bu kervan! Kurban olam yürüdüğü yoluna Taşmış gönüllere, ülkü seline... Sevdalı kalplere, aşkın iline... Allah’ın izniyle sürer bu kervan... Nasibi olanlar ona yetişir. Ateşiyle nice gönül tutuşur! Yunus kucağında doğruyu taşır. Ferhat’la dağları yarar bu kervan! Geçtiği yer, bahar olur yaz olur. Yolcuları gelin olur, kız olur. Yiğitleri; kartal, şahin, baz olur. Yoksulu gözetir, korur bu kervan! Sonsuza gözünü dikmiş bir kere! Dağların nabzında vurur bu kervan... Kılavuzu vardır uzak görüşlü... Samsun’dan İzmir’i görür bu kervan! Yüklemiş ziynetin İzmir’den Kars’a, Buğdayı Polatlı, ipeği Bursa... Yüzyıllar, takvimler, saatler dursa Durmaz ey dost, durmaz yürür bu kervan! Barışır kervanda küsü, dargını Dincelir, gencelir gönlü yorgunu, Haramiler boşa bekler vurgunu, Yolunu keseni kırar bu kervan! Geçer Çamlıbel’den, erler yurdundan. Koç yiğitler kurban olur derdinden... Nice itler, ağıt yakar ardından, Namerdin aklına zarar bu kervan! Cumhuriyet gibi aydınlık yüzlü Gençlerim geliyor erkekli kızlı Atlas sancağı var aylı yıldızlı Dilerse Venüs’e varır bu kervan! Orhan Seyfi Şirin 91 CUMHURİYET DESTANI Kararan bahtımın ağarmasıdır Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Türklüğün tarihe son armasıdır Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Ata mirasının en güzelisin Mutluluk yumağı sevgi selisin Gönlümün al-beyaz açan gülüsün Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Senin eseriniz seninle varız Ebedi sürmeli bitmeden bu hız Gölgende mutluyuz, hürüz, uygarız Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Hayaldi kurtuluş, hürriyet bir düş Çehreler donuktu, ne gezer gülüş Çok şükür tükendi, bitti üzülüş Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Sineler kalkandı, yumruklar gülle Dağıttı düşmanı sopayla sille Ulaştık hedefe Şanlı Kemal'le Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Ben değilim artık o hasta adam Hürriyet aşığı bir yasta adam Koynunda özgürüm, gayrisi ne gam Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Tarlada tohumsun, fırında ekmek Medeniyet için dökülen emek Okul, yol, fabrika, hastane demek Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim Bugünler kolayca gelmedi ele Eşele tarihi, bakıver hele Dağ, taş, ova, ırmak hep gelsin dile Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim ‘Vatan namus’ dedik: Çiğneniyordu Balkan, Yemen, Kafkas... Kalmadı ordu Millet:'Kemal Paşam yetiş' diyordu Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim İşte vatan, millet, bayrak ki hürsün Bu kervan gidecek, itler de ürsün Allah'tan dileğim: Ebedi sürsün Yirmi üç doğumlu Cumhuriyetim (Uşak,1998) Şadi YILMAZ 92 CUMHURİYET Biziz bu memleketin, Kanı, iliği, eti, Yirmi dokuz Ekim'de, Kurduk Cumhuriyeti. Yirmi dokuz Ekim'de, Yeni bir ay parladı. İşte bu parlak ayın, Cumhuriyettir adı. Yirmi dokuz Ekim'de, Bütün ışıklar yansın, Caddeler baştanbaşa, Bayraklarla donansın. El ele tutuşalım, Hiç değişmez bu niyet, Yaşasın Türk Milleti, Yaşasın Cumhuriyet. Halil SOYUER CUMHURİYET YETMİŞ BEŞİNCİ YILINDA Kahraman milletim, yiğit askerim, Teşekkürler sana, yetmiş beş kere! Sorumlu, cefakâr, çalışkan halkım, Teşekkürler sana, yetmiş beş kere, Teşekkürler sana, binlerce kere! Özgür bir devletiz, kökümüz Göktürk, Sömürge olmayı kabul etmez Türk! Cesur önderimiz, yüce Atatürk, Teşekkürler sana, yetmiş beş kere, Teşekkürler sana, binlerce kere! Cumhuriyetimi yaşatacağım, Uzanan elleri kopartacağım! Türklüğün sembolü, şanlı bayrağım, Teşekkürler sana, yetmiş beş kere, Teşekkürler sana, binlerce kere! Çağ dışı dönemi attık geriye, Yürü ileriye, hep ileriye! Bilim yolundaki çağdaş Türkiye, Teşekkürler sana, yetmiş beş kere, Teşekkürler sana, binlerce kere! Atabay GÜVELOĞLU 93 YETMİŞBEŞİNCİ YIL MARŞI Büyük armağan senden, Mustafa Kemal Paşa Yetmiş beş yıl geçirdik, yolundan koşa koşa Ey büyük Cumhuriyet, Dünya durdukça yaşa, Haydi, Türk'üm yol senin, nice yetmiş yıllara Adını yazacağız, arşa çıkan yollara... Otobanla örüldü Anadolu'm dört baştan Yüz milyona yürüyor, Türk milleti her yaştan Dünya şanını duysun, havada uçan kuştan, Haydi, Türk'üm dal senin, uzan nice yıllara Kökünü saracağız, arza giden yollara... Öyle çıksın ki sesin, inletsin kâinatı Geri gitmek zül sana, ilerlet bu hayatı Medeniyet ne imiş, öğrensin bütün batı, Haydi, Türk'üm dil senin, seslen nice yıllara Sesini yayacağız, uzaydaki yollara... Ey Türk, titre ve uyan, tüm dünya görsün bizi Yüceltelim birlikte, Cumhuriyetimizi Gidilecek yol belli, işte Ata'nın izi, Haydi, Türk'üm kol senin, hem nice bin yıllara Uzat bütün dünyaya açılacak yollara... Antalya–1998 Halil Şakir TAŞÇIOĞLU PİYES CUMHURİYET ÇOCUKLARI ŞAHISLAR Sahneye geliş sırasıyla Zeynep Nurcan Yalçın Ali Hatice Çocuklar Öğretmen 94 SAHNE: (Bir dershanede öğrenciler, gropon kâğıdından zincirler, fenerler yapmaktadırlar.) ZEYNEP - Ne istiyorum biliyor musunuz çocuklar? İstiyorum ki sınıfımız okulumuzun en süslü sınıfı olsun... NURCAN - Ben sınıfımızın süsünden çok yarın kutlayacağımız bayramı düşünüyorum. ZEYNEP öyle mi? - Demek sınıfımızın süslenmesi seni pek ilgilendirmiyor NURCAN - İlgilendirmez olur mu? İlgilendiriyor elbette... Ama ben bu konuda sizlerden bir parça ayrı düşünüyorum belki de... YALÇIN - Senin bizden ayrı düşünmediğin ne var? Her konuda ille de bir mızıkçılık çıkarırsın. Sınıfımız okulumuzun en süslü, en temiz sınıfı olsa fena mı olur sanki. NURCAN - Bunu ben de isterim elbet... ZEYNEP - E... O halde bizden ayrı düşündüğün şey nedir? NURCAN - Bak onu da söyleyeyim... Ben sınıfımızın öteki sınıflardan süslü olmasından çok, süslerimizin yarın kutlayacağımız bayramın anlamına uymasını istiyorum. NURCAN sanmıyorum. Bunda anlaşılmayan bir nokta bulunduğunu ALİ - Ama biz pek bir şey anlayamadık... ZEYNEP - Evet, öyle... Bir parça daha açıklaman gerekecek... NURCAN - Peki... Yarın günlerden ne? ALİ - 29 Ekim NURCAN - Bayram değil mi? YALÇIN - Şuna bakın! Bizimle alay ediyor aklı sıra. Yarın bayram olduğunu hepimiz biliyoruz. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı... NURCAN - Sadece o kadar mı? ALİ - Evet o kadar... Dahasını da bildiğin varsa sen söyle... NURCAN - Yarın Cumhuriyet Bayramı... Bu bayram bizim en büyük bayramımız üstelik... Ben bunu demek istiyorum... Bize bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü 95 kazandıran, bizleri bugünkü mutlu yaşantımıza ulaştıran büyük günü kutlayacağız. Onun için sınıfımızı süslerken bu bayrama yaraşan incelikle, anlamla süsleyelim diyorum... ZEYNEP - İlahi Nurcan, bizim ayrı şeyleri düşünmediğimizi nereden çıkardın... ALİ - Anlaşıldı... Nurcan'ın bu sözlerini gerçek bir uyan olarak kabul edelim... Sınıfımızı bayrama yaraşır anlamda süsleyelim... (Nurcan'a) Oldu mu? NURCAN - Hepinize teşekkür ederim.... HATİCE - Sizler konuşurken biz de zincirleri hazırladık... Önce pencerelerden mi başlayalım süslemeye... ZEYNEP - Sizin şeritleriniz kırmızı beyaz mıydı? HATİCE - Evet... NURCAN - Kırmızı beyaz şeritlerle Atatürk köşesini süsleyeceğiz... Şimdilik kalsınlar... HATİCE - Ama çok yaptık... Pencerelere de yeter. ALİ - Bana kalırsa acele etmeyelim arkadaşlar. Hepimiz bitirelim, sonra süslemeye başlarız... NURCAN - Ali arkadaşımız doğru söyledi. Hep birlikte süslemeye başlarız... İşiniz bittiyse şuradan bize biraz ay yıldız kesin, bayraklar için... HATİCE - Olur... Verin bakalım... (Uzatılan kâğıtları alır) Bunlar bayrak ölçülerine uygun değil mi? ZEYNEP - Elbette... NURCAN - Al bayrağımız üzerine ne güzel yaraşıyor beyaz yaldızla ay... YALÇIN - Bayrağımız bayrakların en güzeli, bir benzeri daha yok yeryüzünde... Tıpkı ulusumuz gibi... HATİCE - Atalarımız ne iyi akıl etmiş de böylesine güzel bir bayrak seçmişler kendilerine... ALİ - Bayrağımızın gerçek bir öyküsü var, bilmem biliyor musunuz? ZEYNEP - Biliyoruz ama sen gene anlat bize... ALİ - Büyük bir meydan savaşından sonra gece Türk Hakanı savaş alanını geziyormuş... Alan, savaşta şehit düşen Türk erlerinin kanlarıyla âdeta bir göl halini almış... 96 Hakan üzgün üzgün göl halini alan kanlara bakarken o zamana kadar görmediği bir manzara ile karşılaşmış... Gökte hilâl şeklinde parlayan Ay'ın aksi, yerde göllenen kanların üstüne vurmuş... Ve Ay'ın iki ucu arasında da bir yıldız parlıyormuş... Hakan, bu manzaradan son derece duygulanarak: "Bundan böyle bayrağımızın rengi şehitlerimizin kanlarının rengi gibi al olacak, göğsüne de ay yıldız konulacak" diye buyruk vermiş... İşte bayrağımızın öyküsü... Ve o günden sonra ay yıldızlı al bayrak Türk ulusunun sembolü olmuş... ZEYNEP - Ne mutlu bize, şehitlerimizin, gazilerimizin sınırdan sınıra taşıyıp, burçtan burca diktikleri şanlı bir bayrak altında yaşıyoruz. O, başımızda dalgalandıkça bize güç veriyor, heyecan veriyor... NURCAN - Yarın gene onu başlarımızın üzerinde taşıyıp, yürekten selâmlayacağız. YALÇIN - Gelecekte gene onu sınırdan sınıra taşıyacak, Türk gücünü herkese duyuracağız. Her bayramda bu istek yüreğimde çığ gibi büyüyor... ZEYNEP - Bu istek, bu heyecan hepimizin yüreğinde... Bugün mutluyuz, yarın daha çok mutlu olmak için çalışıyoruz. Geleceğin Türkiye'si bilimde, teknikte dünyanın ileri ülkelerinden biri olacak. Bu inançla büyüyoruz. Bunu gerçekleştirmek için çalışacağız. HATİCE - Ne mutlu bizlere, özgür bir vatanda yaşıyor, şanlı bayrağımızın gölgesinde en güzel bayramlarımızı kutluyoruz. ZEYNEP - Düşünelim bir kez, şu anda bile bağımsızlık, özgürlük için çırpınan, savaşan nice uluslar var. Hepsi bize, bizim gibi özgür uluslara gıpta ile bakıyorlar. YALÇIN - Eğer Atatürk olmasaydı bizler de özgür yaşayan uluslara gıpta ederek yaşayacaktık belki de.... NURCAN - Büyüdükçe Atatürk'ü daha iyi öğreniyor, daha çok seviyorum. O, her yıl biraz daha büyüyor, yüceliyor gözlerimde. Kısa zamanda çağlara sığmayacak kadar işler başarmış. YALÇIN - O sadece bizlere değil, bağımsız yaşayan birçok uluslara da önder olmuş. Babam diyor ki: Şimdi dünyamızda bağımsızlıkları için savaşan uluslar Atatürk'ü kendilerine en büyük önder olarak kabul ediyorlar. Onun açıp kazandığı bağımsızlık savaşından örnek alarak savaşlarını yürütüyorlar. 97 ALİ - Baban çok doğru söylemiş... Onun büyüklüğünü herkes kabul ediyor... O, bizi sadece düşmandan değil geri kalmışlıktan, karanlıklardan kurtardı. ZEYNEP - Atatürk'ün sayılamayacak kadar iyilikleri, bize bıraktığı değeri sonsuz eserleri var. Bunlardan birisi de cumhuriyet. YALÇIN - Evet... Hatta en önemlisi de denilebilir buna... Cumhuriyet demek halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Her şeyde söz sahibi olan halkın kendisidir. Eskiden öyle mi idi? ALİ - Öyle değildi tabii... Başta bir padişah bulunurdu... Bütün ülke onun malı sayılırdı... Yasaları millet ister beğensin, ister beğenmesin padişah kendisi yapardı. Üstelik kılıkta, kıyafette, uygarlıkta, bilimde çok gerilerde kalmıştık. (Bu sırada öğretmen sınıfa girer. Fakat çocuklar bir taraftan iş yapar, bir taraftan konuşan arkadaşlarını can kulağı ile dinlediklerinden öğretmenin geldiğinin farkına varmazlar. Öğretmen konuşmaları duymuş, yarıda kesmemek için kapıyı yavaşça kapayarak onları dinlemektedir.) HATİCE - Bir halk yönetimi olan cumhuriyette tüm düşünceler halka dönük olmazsa eskisinden hiç farkı olmazdı. Bugün yasalardan tutun da her şey ulusun, yurdun çıkarları düşünülerek yapılıyor. Yöneticiler halka karşı taşıdıkları sorumluluğun hesabını verebiliyorlar, gerekirse bu hesap onlardan soruluyor. NURCAN - Böylece Atatürk yurdumuzu düşmanlardan kurtardıktan sonra bizler için en güzel yönetim şeklini de kurarak hepimizin mutluluğunu hazırlamış... ALİ - Sadece mutluluğumuzu hazırlamakla kalmamış, bu mutluluğu sürdürebilmemiz için bizlere unutulmaz öğütler de bırakmış... ZEYNEP - Atatürk'ün gençliğe seslenişini mi demek istiyorsun? ALİ - Evet. Onu demek istiyorum. Kurduğu cumhuriyetin, gerçekleştirdiği devrimlerin korunmasını, devam ettirilmesini hep gençliğe emanet etmiş... ZEYNEP - Onun eserlerini, dedelerimizden, babalarımızdan kalan bu eserleri, bizler koruyup yücelteceğiz. Karanlık 98 günlerin bir daha geri gelmemesi için gerekirse can vereceğiz... Daima Atatürk'ün izinde yürüyüp geleceğe umutla, güvenle bakacağız... ÇOCUKLAR - (Hep birden Zeynep'i alkışlarlar) Yaşa. Yolumuz Atatürk yolu... Bu yolda ölmek var, dönmek yok... ÖĞRETMEN - (Yüzünde mutlu bir gülümseyişle çocuklara yaklaşır) Birer Atatürk çocuğu olarak tanık olduğum konuşmalarınızdan büyük bir mutluluk duydum çocuklarım... Sizler çok yaşayın... ÇOCUKLAR - Aaaa... Öğretmenimiz! ÖĞRETMEN - Konuşmalarınıza öyle yürekten dalmıştınız ki geldiğimin farkına varmadınız... ZEYNEP - Demek bizi dinlediniz? ÖĞRETMEN - Derslerimizin en güzel cevabını şu anda yaptığınız konuşmalarla vermiş oldunuz... Öyle yürekten, öyle inançla konuşuyordunuz ki sözlerinizi yanda kesmek istemedim... YALÇIN - İyi ki yanlışlarımızı yakalamadınız. ÖĞRETMEN - Bu konuda sizin yanlışlar yapacağınızı hiçbir zaman düşünmedim... HATİCE - Neden öğretmenim? ÖĞRETMEN - Çünkü hepiniz cumhuriyet çocuklarısınız, Atatürk çocuklarısınız... Gözleriniz, yürekleriniz hep ileriye, geleceğe dönük... Atatürk çocukları, cumhuriyet çocukları özgür doğar, özgür yaşar, özgür düşünürler.... Bunun için de yanlış hiçbir şey yapmazlar... HATİCE - Demek bize o denli güveniniz var öğretmenim? ÖĞRETMEN - Yalnız benim değil tüm ulusun siz çocuklara güveni var... Geleceğin mutlu Türkiye'si sizin omuzlarınız üstünde, gene sizin çabalarınızla yükselecek... İnancımız, güvenimiz işte buradan geliyor... NURCAN - Hepimiz Atatürk çocukları olarak bu güvene lâyık olmak için çalışacağız. Atatürk yaşamımız boyunca bize bir ışık olacak... Gelecek bayramları daha büyük mutluluklar içinde kutlamak için çalışacağız... YALÇIN - Çalışacağız öğretmenim, hem de çok çalışacağız. Bu vatan mademki bize yurt olmuş, ekmeğini yiyor, suyunu içiyoruz... Bizler de onun için çalışacağız... Çıplak tepelerini yeşile doyuracak, madenlerini gün ışığına 99 çıkaracağız... Savaşlar, bitmeyen kavgalar tarih kitapları arasında kalacak... Biz başka bir savaş vereceğiz. Uygar olma savaşı... ÖĞRETMEN - Uygar olma savaşı... Siz neler biliyormuşsunuz da ben farkında olmamışım... Savaşınız şimdiden kutlu olsun çocuklar. Onu kısa bir sürede zaferle taçlandıracağınıza inanıyorum... ZEYNEP - Neden farkında olmayasınız öğretmenim. Duymakla övündüğümüz bu duyguların ateşini yakan siz değil misiniz?.. Siz Atatürk'ü bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecanla yıllardır anlatamadınız mı bize... Siz yurdu sevmeyi, ulusu sevmeyi, bayrağı her şeyden çok sevmeyi öğretmediniz mi? Yarın kutlayacağımız bayramın en büyük bayram olduğunu siz bize anlatmadınız mı? Nasıl farkında olmazsınız öğretmenim... ÖĞRETMEN - Belki farkında değildim, belki de bana öyle gelmiştir. Ama şimdi sizlerle her zamankinden çok iftihar edeceğim... NURCAN - Yarın kutlayacağımız bayramı düşündükçe şimdiden içim içime sığmıyor öğretmenim. Ne mutlu bizlere... Başımızda al bayrağımız dalga dalga vuracak, yanımızda bütün sevileri sıcacık yüreğinden yüreklerimize aktaran siz değerli öğretmenimiz, sert adımlar ve dimdik alınlarla geçeceğiz tören yerinden... ALİ - Bayraklarla donatılmış sokaklardan, caddelerden geçerken Türklüğümüzle bir kez daha gurur duyacağız... "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek bütün gücümüzle bağıracağız... ÖĞRETMEN - Bu ne güzel sözler, bu ne güzel duygular böyle... Çocuklar beni sevinçten ağlatacaksınız... YALÇIN - Sevinçten de olsa ağlamanızı istemeyiz öğretmenim... Yarın büyük bir bayram kutlayacağız. Duygularımızı dile getirmek istedik. Hepsi o kadar... HATİCE - Söz ne zaman Atatürk'ten açılsa, duygularımız derinleşiyor... Siz de öyle değil misiniz? Siz de Atatürk'ü anarken, anlatırken yüreğinizin olanca coşkuları ile konuşmuyor musunuz? Bırakın gözyaşını mutsuzlar döksün... Bize mutluluğu, sevmeyi, gülmeyi öğreten bir insan daima gülmeli... ÖĞRETMEN - Elbette güleceğiz, ben değil hepimiz güleceğiz? Tüm ulusça mutsuzlukları geride bırakacağız... 100 NURCAN - Bu yolda Atatürk, yolumuzu aydınlatan bir ışık olacak... Daima onun izinde yürüyeceğiz. ALİ - Onun eserlerine, edeceğiz... ZEYNEP - Ufuklarımız daima aydınlık olacak... YALÇIN - Atatürk Türkiye’si gelecekte en büyük mutluluklar ülkesi olacak. Bu yolda ant içiyoruz... devrimlerine göğsümüzü siper ÖĞRENCİLER - (Hep birden) Evet... Ant içiyoruz... Ülkemizi dünyanın en büyük mutluluklar ülkesi haline getirmek için ant içiyoruz... ÖĞRETMEN - Andınız kutlu olsun çocuklarım... Yüreğinizi yakıp tutuşturan ateşin ışıkları gözlerinize dek vurmuş... Bakışlarınızdan ateş saçılıyor... Gözleriniz ışıl ışıl. Gözlerinizden Atatürk bakıyor çocuklarım... Şimdi başınızın neden her zaman dik, neden gözlerinizin güneş gibi parlak olduğunu daha iyi anlıyorum. Siz 29 Ekimlerin çocukları, cumhuriyet çocukları, gözlerinizdeki aydınlığı bir gün güneşler bile kıskanacak... Bize mutluluktan en kısa zamanda getireceksiniz, buna yürekten inanıyorum. Büyük bayramımız hepimize şimdiden kutlu olsun... ÖĞRENCİLER - (Hep birden) Sağ ol... ÖĞRETMEN - Bundan yıllarca önce altın saçlı kumandanın diktiği cumhuriyet fidanı umulmadık bir hızla büyüdü, gelişti, kökleşti... Sizler gibi güneş bakışlı nice meyveler verdi... Ne mutlu bizlere, ne mutlu Atatürk'ün cumhuriyet çocuklarına... Ne mutlu olanca güveni ile sevgisi ile Türk'üm diyen dudaklara... Yaşasın cumhuriyet. Yaşasın cumhuriyetin ışık gözlü çocukları... (Bu sırada zil sesi duyulur ve perde kapanır) 101 KIZILAY HAFTASI ( 29 Ekim - 4 Kasım ) AÇIKLAMA Her yıl 29 Ekim - 4 Kasım tarihleri arasında Kızılay Haftası'nı kutlarız. Kızılay bir yardım kurumudur. Yardım insancıl bir duygudur. İnsanları yücelten bir düşüncedir. Bu düşüncenin yaygınlaşması, dünyamızı güzelleştirir. Barış içinde bir arada yaşamamızı sağlar. İnsanlar arasında birlik ve beraberlik duygularını geliştirir. Kızılay Haftası'nda, Kızılay Derneğinin kuruluş amacı ve çalışmaları konusunda okulda, sınıfta konuşmalar yapılır, bilgiler verilir. Radyo ve televizyonda Kızılay ile ilgili programlar yayınlanır. Felakete uğrayanlara din, dil, soy ayrımı yapmadan yardım edilmesi gerektiği görüşünü ilk olarak İsviçreli bir yazar savundu. Tek tek yapılan yardımın yeterli olmadığı görüşünde birleşen Avrupalı devlet adamları İsviçre'nin Cenevre kentinde toplandılar. 1859 yılında İlk Yardım Derneği'ni kurdular. Bağımsız, yansız uluslararası bir kuruluş olan bu dernek daha sonra Kızılhaç adını aldı. Kızılhaç Derneği'nin kuruluşundan kısa bir süre sonra ülkemizde 1868 yılında Yaralı Askerlere Yardım Derneği kuruldu. Dernek bir süre sonra Hilal-i Ahmer adını aldı. Hilal ay, ahmer kırmızı demektir. Cumhuriyet döneminde derneğin adı bu anlamı açıklayıcı biçimde değiştirildi. Türkiye Kızılay Derneği oldu. Kızılay'ın, halka yaptığı yardımlar, yine halkın bu kuruluşa yaptığı yardımlardan, bağışlardan oluşur. Durumu iyi olan her vatandaş, Kızılay'a yardım etmeli, bağışta bulunmalıdır. Hepimiz Kızılay'a yardım edelim. Kızılay pulu alalım. Kurban Bayramında kestiğimiz kurban derisini bu kuruluşa bağışlayalım. Kızılay'a yaptığımız yardım fakire, fukaraya, felakete uğrayanlara yapılmış sayılır. Biz de bir gün felakete uğrarsak, Kızılay bizim de yardımımıza koşar 29 Ekim - 4 Kasım tarihleri arası Kızılay Haftası olarak kutlanır. Okullarda, radyo ve televizyonlarda, gazete ve dergilerde Kızılay'ın faydaları, amaçları anlatılır. Kızılay'la ilgili sergiler açılır. Çalışmalar halka gösterilir. Kızılay'ın merkezi Ankara'dadır. Türkiye'nin her il ve ilçesinde şubesi vardır. Okullarda Kızılay Kolu kurulur ve çalışır. Öğrencilerin üye olduğu bu kol, Kızılay'a pul satarak yardım toplar. 102 KIZILAY'IN GÖREVLERİ VE ÇALIŞMALARI ● Doğa olaylarında zarar görenlere çadır, battaniye, giysi ve yiyecek yardımları yapar. Bunun için önceden bu maddeleri depo eder. ● Yoksul, kimsesiz ve düşkünler için aşevleri açar. ● Sağlık merkezleri kurar. Kurduğu kan bankası ile halkın yaptığı kan bağışlarını kabul eder, gereksinme duyanlara bu kanları verir. ● Hemşire yetiştirmek için okullar açar. ● Savaşta geçici sağlık merkezleri kurar. ● Gezici hastaneler kurar. ● Yardımsever yurttaşların bağışları, ● Üyelerin ödentileri, ● Kızılay pullarının satışından elde edilen gelirler, ● Rozet dağıtımından sağlanan gelirler, ● Devletin her yıl yaptığı yardımlar, ● Gümrükte alıkonulan eşyaların satışından elde edilen gelirler, ● Oyun kâğıtlarının satışından elde edilen gelirler, ● Kızılay aracılığı ile dışardan filmlerinin satışından sağlanan gelirler, alınan ilaçların, röntgen ● Afyonkarahisar Maden Suyu'nun satışından sağlanan gelirler. ŞİİRLER KIZILAY Yardım elini açan, Yoksullara koşarsın. Şefkat, merhamet saçan, Muhtaçlara sen varsın. Deprem olsa bir yerde, Veya yansa bir ocak, Her acıya, her derde, Yine sensin koşacak. Seni bulur yanında, Her felaket, her olay, Zengin, fakir olanlar, Sana muhtaç Kızılay. İ.Hakkı TALAS 103 KIZILAY En kara günümüzde, Bizi Kızılay korur, Yoksulların, dertlinin, Derdine derman olur. Sel, deprem ve yangının Devasıdır Kızılay Kimsesiz yetimlerin Babasıdır Kızılay. İyi günlerde yardım Ederiz Kızılay'a Bütün felaketlerden Kurtuluruz bedavaya Biz de öyle olalım Yardım edelim her ay, Yapılan yardımlarla Yaşayacak Kızılay. Mehmet GÜLSEREN KIZILAY Şefkatli kucağında Fakirleri korursun! Sıcak aş ocağında Açları doyurursun. Yangın, deprem olunca, Evlere su dolunca, Engelleri aşarsın, Yardımlara koşarsın. Kara günde ışıksın, Yoksullara âşıksın, Çok büyüktür hizmetin Kalbindesin milletin. Genç, ihtiyar hepimiz, Seninleyiz Kızılay. Seninledir kalbimiz, Bizi de yanında say. Hasan SARPEL 104 GÜZEL SÖZLER ● Acılar paylaşıldıkça azalır. ● Küçük yardımlar büyük işler görür. ● Kızılay kara gün dostudur. ● Ateşi söndüren su, acıyı dindiren Kızılay'dır. ● Kızılay'ı unutma, sana da acılı günlerinde yardımcı olur. ● Kızılay'a bağışlayacağınız bir damla kan, bir candır. ● Kızılay üyelerin yardımı ile yaşar. ● Acılı günlerin en yakın dostu Kızılay'dır. ● Kızılay'ı sevmek, insanlığı sevmektir. 105 ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI ( Kasım Ayının İkinci Haftası ) AÇIKAMA Kitap bize bilmediklerimizi öğretir. Görmediğimiz yerleri tanıtır. Kitap okunduğu zaman göze, dinlendiği zaman kulağa seslenir. Kitaplar zamanımızı değerlendiren birer sevgili arkadaştır. Kitaplarla arkadaşlık küçük yaşta başlarsa bu güzel alışkanlık büyüyünce de sürer gider. Kitaplar doğruyu, güzeli, iyiyi, yararlıyı bulmamıza yardım eder. Kitaplar yaşamı sevdirir. Dünyayı güzelleştirir. İçimizi aydınlatır. Yazarlar, kitaplar aracılığıyla binlerce, yüz binlerce insana seslenirler. Yazarın düşünceleri kitaplar aracılığıyla ülkeden ülkeye yayılır. Bilgiler en uzak yerlere ulaşır. Yazarla okuyucu arasında bir bağ kurulur, bir yakınlık sağlanır. Kitapların satıldığı yere kitapevi, konulduğu yere kitaplık denir. Herkesin yararlanması, okuması, başvurması için kurulan ve içinde kitaplar bulunan yere kütüphane denir. Amerikan İzcileri Kitaplık Yöneticileri ilk kez 1917 yılında bir kitap haftası düzenlemeyi önerdiler. Aydınlar, yazarlar, yayıncılar önerinin benimsenmesi için çalıştılar. Bu çalışmalar sonucu Kasım ayının ikinci haftası dünyanın birçok uygar ülkesinde Kitap Haftası olarak kabul edildi. Bu hafta daha sonra bizde de Çocuk Kitapları Haftası olarak kutlanmaya başladı. Kitap Haftası içinde, kitap sergileri düzenlenir. Kitap siparişleri mektuplarının nasıl yazıldığı öğretilir. Arkadaşlar birbirlerine kitap armağan ederler. Kitapsever öğrenciler hafta içinde kitaplıklarına çeki düzen verirler. Kitap sevgisini bir yazarımız şöyle anlatıyor. "Dünyada hiç bir dost, insana kitaptan daha yakın değildir. Sıkıntımızı unutmak, donuk hayatımıza biraz renk, ışık vermek, daracık dünyamızda bulamadığımız şeyleri yaşamak için tek çaremiz kitaplara sarılmaktır. Düşünüyorum da, şu dünyada kitaplar yok oluverse, yaşamak ne denli güçleşir, çekilmez bir ağırlık olur. Dünyamızı nasıl insansız düşünmezsek, insanı da kitapsız düşünemeyiz. Beyinde, düşüncenin kıvılcımının parladığı ilk andan beri, insan düşündüğü ve duyduğunu türlü şekillerle, eline ne geçirdiyse ona yazmaktan, çizmekten kendini alamamıştır. Okuyan kişi için kitaplığın yanı başından daha rahat bir yer olabileceğini sanmıyorum. Ben kendi hesabıma, kitaplarım arasında duyduğum rahatlığı hiç bir yerde duyamamışımdır. Odamdan dışarı çıktığım zamanlar, yanıma küçük bir kitap almayı hiç unutmam. Ne olacağı bilinmez ki. Kalabalık içinde insanın içine ansızın bir yalnızlık çökebilir." 106 KİTAP TÜRLERİ Kitapları türlerine göre çeşitli gruplara ayırabiliriz. Başvuru Kitapları: Bu gruba giren kitaplar bize değişik, çeşitli yararlı bilgiler verirler. Sözlükler, ansiklopediler, yazım kılavuzları gibi. Başvuru kitaplarının konuları kısa sürede bulunabilsin diye çoklukla harf sırasına göre hazırlanır. Bilgi Kitapları: Bunlar öğretici kitaplardır. Bize bilmediğimiz konularda yeni bilgiler verirler. Yeni bilgiler, düşünce ufkumuzu genişletir. Bilgili insanlar daha doğru kararlar verirler. Ders kitaplarımız bilgi kitaplarıdır. Doğru bilgi kitaplarını dikkatle okumalıyız. Meslek Kitapları: Belirli meslekler için hazırlanmış kitaplardır. Mesleğinde daha başarılı olmak isteyenler bu tür kitaplardan yararlanırlar. Meslek kitaplarından oluşan kütüphaneler de vardır. Edebi Kitaplar: Romanlar, öyküler, masallar, gezi ve şiir kitapları, anılar bu gruba girer. Bu kitaplar kolay okunur. Okuyanı dinlendirir, düşündürür, duygulandırır. Çocuk Kitapları: Çocuklar için yazılan yapıtlara çocuk kitabı denir. Çocuk kitapları çocuklara bilgi verir. Çocukların duygu, düşünce dünyasını geliştirir. OKUMA CANIM KİTAP Aşağıda okuyacağınız parça bir öğrenci kitaplığının nasıl oluşturulduğunu ve kitap sevgisinin insana kazandırdığı güzellikleri anlatıyor. Bir sürü kitabım oldu. Küçük kitaplığımın raflarını doldurdular. Hepsini seviyorum. Sevilmez mi? Kitap bu. Hele en güzeliyse… Önce öğretmenimin önerdiklerini aldım. Okudum. Bende okuma merakının geliştiğini gören annem, babam, ağabeyim, akrabalardan bazıları, fırsat buldukça kitap armağan ettiler. Bunlara bir-iki yaş günümde arkadaşlarımın verdiklerini de eklersek, varın siz hesap edin ne kadar çoğalmış. Hepsini okuyamadım. Birden yığıldılar. Ama büyük bir hızla okumayı sürdürüyorum. Yakında bitireceğim. "Püsküllü Deve"yi, "Kel Güvercin"i bir solukta okudum. Daha hangi birini sayayım size? "Aziz 107 Dede'den Masallar"ı mı? "Şeytan Çekiçleri"ni mi? "Sakarca"yı, "Yonca Kız"ı, "Tomcik ile Bilek"i mi? "Küçük Prens"i, "Dağdaki Kaynak"ı, "Şeytanın Altınları"nı mı? Hangisini sayayım?.. Benim kitaplarım hep çiçek kokar. Renk renk güzellik kokar. Barış ve sevgi yayılır onların ortamından. Belki bu yüzden, kitaplarımla birlikte evimizde daha güzel bir dünya oluştu. En güzeli, ben daha anlayışlı, daha bir içten, daha bir seven ve sevilen biri oluverdim. Kuşlarla, kelebeklerle, ağaçlarla, bulutlarla dost olmak, onları bizim "insan" yaşamımızla bütünleyerek değerlendirmek ne zevkli, ne yararlı bir oyunmuş meğer!.. Ben dostluğun ve arkadaşlığın bu denli kıvanç verici olduğunu daha önceleri bilmezdim. Oysa kitaplarımla, oradaki kahramanlarla birlikte yaşayarak öğrendim hepsini. Kötülerle uyarınca savaşmayı, iyilerle bütünleşmeyi onlarla birlikte öğrendim. Kitapsız bir evren düşünemiyorsam, henüz kitap okumamış kardeşlerim beni bağışlasınlar; çok doğru söylüyorum. Azıcık zorlayın kendinizi, başlangıçta güç gelse de, bir alıştınız mı, o güzelim sayfalardan kendinizi alamazsınız. Bunda payım olursa büyük kıvanç duyarım. Hemen başlayın okumaya. Celal ÖZCAN Başarı Dergisinden ŞİİRLER KİTAPLAR İçi bilgi doludur, Kafamızın süsüdür, Hep okuyalım kitapları, Adam olmanın yoludur. Yolun aydınlığını, Kitaplar gösterir bize, İçimizin karanlığını, Atarak, bizi çıkarır düze. Hediyeniz kitap olsun, Kafalara bilgi dolsun, Kitapları ezip, bozmayalım, Kuşaktan kuşağa kalsın. Okuyan millet yükselir, Biz de okuyarak yükselelim, Atatürk'ün isteği bu, Milletçe geri kalmayalım. Fethi BOLAYIR 108 KİTAP DİYOR Kİ Mini mini çocuklarım En değerli varlıklarım Sayfam dolu bilgilerle Sizi candan kucaklarım. Çalışmaktan hiç yılmayın, Derslerden geri kalmayın Tekrar tekrar okuyun da Çözümlerde yanılmayın. Çok okuyan, çok şey bilir, Çalışkanlar hep sevilir, Uzaydaki yıldızlara Üstün teknikle gidilir. Sen ki bir Türk çocuğusun Ulusun tek umudusun. Eğer çokça çalışırsan Ömür boyu hep mutlusun. İbrahim ŞİMŞEK KİTAP Okumayı, yazmayı Gördüm, öğrendim senden. Büyükleri saymayı Yine sensin öğreten. Sende bilgi, görgü var, Sende bütün gerçekler. Sayfalarını açar, Okurum birer birer. Doğruluk ve güzellik Senin yolun insana. Bize sensin üstelik Öğretmen, baba, ana. Seni temiz tutarım, Kirletmem hiç bir zaman. Esirgerim, okşarım, Usanmam okumaktan. İ. Hakkı TALAS 109 KİTAP İnsana yararı çok, Kitaptan iyi şey yok, Öykü, masal ve şiir, Yazılmış bizler için. Atasözü, bilmece, Okurum gündüz gece, Küçük olsa da yaşım, Bilgi ile dolar başım. Kitabımı yıpratmam, Kirletmem, yere atmam, Onları koruyorum, Çünkü çok seviyorum. Ali Osman ATAK KİTAPLARIM Ben çok severim kitaplarımı, Onlardır en iyi arkadaşım. Bütün bu irili ufaklı harfleri Ben hep onlardan öğrendim. Onlar yazmasaydı nereden bilecektim Dünyanın yuvarlak olduğunu? Nasıl yüzdüğünü vapurun? Başkası söylese inanmazdım. Yağmur yağdırdığına şu bulutun Hiç sevmez olur muyum kitaplarımı? Hepsi güzel resimlerle süslüdür. Biri hayvanları tanıtır, Öbürü masallar anlatır bana. Kimi ağlatır, kimi güldürür. Hepsi bir şeyler söyler insana! Şükrü Enis REGÜ 110 CAN KARDEŞİM KİTAP Gel benim can kardeşim, Gel güzel kitabım gel! Senden başka dünyada Hiç bir şey değil güzel. Seninle oynayalım, Seninle gülelim gel! Seninle yerde, gökte Gezip eğlenelim, gel! Mehmet Necati ÖNGAY GÜZEL SÖZLER ● Kitapsız büyüyen çocuk, susuz ağaca benzer. ● Kitaplar hiç aldatmayan dostlardır. ● Bir insanın değeri okuduğu kitaplarla belli olur. ● Kitap aklın ilacıdır. ● Kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır. ● Beden eğitimi vücut için ne ise, okumak da beyin için odur. ● Kitap sevgisi, sevgilerin en güzelidir. ● İnsanlar ölür, kitaplar ölmez. ● Uygarlık yapısının temeli kitaptır. ● Kitaplar da dostlar gibi iyi seçilmelidir. ● Kitap akıl öğreten bir dosttur. 111 LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR HAFTASI (2–8 Kasım) LÖSEMİ NEDİR? Damarlarımızda dolaşan kanın yapım yeri olan kemik iliğinin normal olmayan kan hücrelerince istila edilerek kan yapımının duraksamasıdır. En çok 2–6 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Türkiye'de her yıl 1000–1500 yeni lösemili çocuk vakası ortaya çıkmaktadır. Nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik ve çevre faktörlerinin etkili olduğu sanılmaktadır. BELİRTİLERİ Ateş Halsizlik İştahsızlık Kilo kaybı Nedensiz burun ve cilt altı kanamaları Kansızlık Lenf bezlerinde büyüme Karaciğer-dalak büyümesi TEDAVİSİ Lösemi, son derece uzun, zor ve pahalı bir tedavi gerektirmektedir. Lösemi tanısı alan vakalara haftada, ayda bir damardan verilen çok sayıda ilaç ve kemoterapi tedavisiyle 2.5 yıl kadar süren bir tedavi uygulanır. Bu tedavi sonucunda % 70-85 oranında tamamen iyileşme sağlanabilir. Yalızca % 5 oranındaki vakalarda ve uygun durumlarda kemik iliği nakli yapılabilir. Türkiye'de kemoterapi ve kemik iliği nakli batı ülkeleri standartlarında, başarıyla yapılmaktadır. LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR VE AİLELERİNİN PROBLEMLERİ Okuldan uzak kalmak Arkadaşları tarafından dışlanmak Toplumun bu çocukların iyileşme şansının olmadığını düşünmesi Maske yüzünden hastalığın bulaşıcı olduğunun düşünülmesi Çocukların sosyal etkinliklere katılamamaları (Sinema, tiyatro,) Çocukların sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunluluğu 112 Kan bulamamak Parasızlık Hastanede çocuklarına refakat etmek isteyen ailelerin iş yerlerinden çok sık izin almaları sonucu işlerine son verilmesi ÇOCUKLUK ÇAĞINDA "LÖSEMİ" Lösemi, nedenleri henüz tam olarak aydınlatılamamış ve her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Dikkate değer rakamlar çocukluk çağındaki kanser vakalarının %35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir. Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200– 1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir. KEMİK İLİĞİ NAKLİ NEDİR? Çocukluk çağı lösemilerinde esas olan ilaçla tedavidir. Toplam 3–3.5 yıl süren kemoterapi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedaviye cevap alınamayan vakalarda ve bazı özel durumlarda kemik iliği nakli uygulanabilir (%5–10 oranında). Kemik iliği naklinde temel prensip, kan hücrelerinin yapımını sağlayan ana-kök hücrelerin sağlam bireylerden alınarak lösemi hastasına verilmesidir. Böylece normal kan yapımı sağlanmış olur. KARŞILAŞILAN PROBLEMLER Okuldan uzak kalmak, dışlanmak, toplumun bu çocukların iyileşme şansının olmadığını düşünmesi, maske yüzünden hastalığın bulaşıcı olduğunun düşünülmesi başlıca sorunlardır. Çocukların sosyal etkinliklere katılamamaları, sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunluluğu, kan bulamamak diğer sorunlardır. Parasızlık, çocuklarına refakat etmek isteyen ailelerin işlerinden sık izin almaları sonucu işlerine son verilmesi ise ailelerin önemli sorunlarındandır. BELİRTİLERİ İştahsızlık, kansızlık, zayıflama, bacaklarda kemik ağrıları, cilt altında kanamalar (kırmızı noktalar veya morarmalar), burun ve dişeti kanamaları, ateş ilk gözlenen bulgulardır. Ayrıca yayıldığı organlara ait belirtiler, örneğin baş ağrısı, kusma, karın ağrısı, görme 113 bozuklukları önem taşıyabilir. Bu yakınmalarla müracaat ettikleri çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme, kanama bulguları tespit edilebilir. Yapılan kan, kemik iliği, hücre tipini belirleme ve genetik tetkikler sonucu kesin tanı konulabilir. Tanıdaki ayrıntılı testler genellikle lösemi tiplerini, tedavi prensiplerini belirlemede yardımcı olacaktır. TEDAVİ Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile başlar. Bu safhada kan veya kanın içindeki özel hücrelerin donörlerden (gönüllü kan verici kişi) alınarak lösemili hastaya verilmesi, enfeksiyon mevcutsa gerekli müdahalelerin yapılması, böbreklerin, karaciğer ve kalbin kemoterapi ilaçlarının yan etkilerinden korunma önlemlerinin alınması çok önemlidir. Ayrıca hastaların ve ailelerin hastalık hakkında bilgilendirilmesi, iyi bir tedavi ve moral desteği ile lösemide %85'lere varan oranda iyileşmenin sağlandığının açıklanması tedavinin ikinci basamağıdır. Lösemili çocuklar etraflarındaki insanlardan, havadan, sudan mikrop almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar. Lösemi hastalığının tedavisindeki temel prensip kemik iliğindeki ana kan hücrelerinde oluşan şifre değişikliği ile olgun olmayan "blast" adı verilen hücrelerin çoğalmasını durdurmak ve sonrasında normal kan elemanlarının yapılmasını sağlamaktır. Kötü huylu blast hücreler çok hızlı çoğalırlar. Bunlar olgunluk ve çoğalma zamanlarına göre çeşitli evrelere ayrılırlar. Tedavideki amaç; birbirinden farklı etkilerdeki ilaçların bir program çerçevesinde uzun süre kullanılarak tüm safhalardaki blastların öldürülmesidir. Tedavi süreci yaklaşık olarak 3–3,5 yıl sürmektedir. LÖSEV Ankara Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı-LÖSEV, Türkiye'nin dört bir yanında bulunan lösemili çocuklara ulaşarak onlara ücretsiz tedavi imkânı sağlamakta, onların sosyal ve psikolojik tüm ihtiyaçlarına kalıcı çözümler getirmektedir. 114 ATATÜRK HAFTASI ( 10 – 16 Kasım ) AÇIKLAMA Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat dokuzu beş geçe öldü. O tarihten bu yana 10 Kasım'la başlayan hafta, yurdumuzda Atatürk Haftası olarak değerlendirilir. Bu hafta içinde; Atatürk'ün yaşamı, yurtseverliği, inkılâp ve ilkeleri anlatılır. Ata'nın daha iyi tanıtılması amacıyla açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda, Atatürk'ün konuşmaları kendi sesinden dinletilir. Atatürk'le ilgili filmler gösterilir. 10 Kasım günü Atatürk, tüm yurtta törenlerle anılır. Ölüm anı olan saat dokuzu beş geçe "ti" sesi ile saygı duruşuna geçilir. Kara ve deniz taşıtları oldukları yerde durarak düdüklerini çalarlar. Düzenlenen anma törenlerinde Ata'nın yaşam öyküsü, Atatürk inkılâp ve ilkeleri anlatılır, seçilmiş Atatürk şiirleri okunur. ATATÜRK'ÜN YAŞAMI Selanik'te Ahmet Subaşı Mahallesinin Islahhane Caddesinde iki katlı pembe boyalı bir ev vardı. Bu evde Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım otururdu. 1881 yılında bir oğulları oldu. Adını Mustafa koydular. Mustafa sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuktu. Bütün çocuklar gibi Mustafa'nın çocukluğu da mahallede komşu çocukları ile güle oynaya geçti. Mustafa, Şemsi Efendi Okuluna başladı. Kısa bir süre sonra babası Ali Rıza Efendi öldü. Güç koşullar altında öğrenimini sürdüren Mustafa, bugünkü askeri ortaokul dengi olan Askeri Rüştiye'ye başladı. Orta kısmı başarı ile bitirdikten sonra lise dengi olan Manastır Askeri İdadi'sine yazıldı. Derslerine düzenli olarak çalışan Mustafa Kemal liseyi bitirdi. İstanbul'a gelerek Harp Okulunun piyade sınıfına girdi. Üç yıllık öğrenimini başarı ile sona erdi. Kurmay subay yetiştirilmek üzere Kurmay Okulu'na seçildi. Mustafa Kemal, bu okulda geleceğe yönelik tasarı ve ileri düşünceleriyle kendini tanıttı. Başarılı bir öğrenimden sonra Kurmay Yüzbaşı oldu. Zamanın padişahı II. Abdülhamit’in gizli polisleri Mustafa Kemal'in ileri düşüncelerini, arkadaşları ile yaptığı tartışmaları, O'nun özgürlük ve siyasal konulardaki düşüncelerini padişaha bildirmişlerdi. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu nedenlerle Yıldız Sarayı'nda sorguya çekildiler. Mustafa Kemal bir süre tutuklu 115 kaldı. Fakat suçlu görülmedi. Ancak düşünceleri tehlikeli sayıldığı için, başkentten uzağa Şam'da bulunan Beşinci Orduya gönderildi. Mustafa Kemal, Şam'da arkadaşları ile birlikte Vatan ve Hürriyet adlı gizli bir dernek kurdu. Sonra gizlice Makedonya'ya geçti. Selanik'te Vatan ve Hürriyet Derneği'nin bir şubesini açtı. Dernek, padişahın baskı yönetimine karşı kurulmuştu. Bu nedenle yapılacak çalışmaların gizli olması gerekiyordu. Şam kenti dışındaki yerlerde bulunan subayların da derneğe katılmaları için Mustafa Kemal görevlendirildi. Bu amaçla aynı yıl subayların yoğun olarak bulunduğu Makedonya'daki 3.Orduya atandı. 1908 yılında meşrutiyet ilan edilince İttihat ve Terakki Fırkası iktidarı aldı. Ancak padişahın kışkırttığı gericiler meşrutiyete, yeni düşüncelere ve atılımlara karşı çıktılar. Kışkırtmalar sonucu İstanbul'da 31 Mart ayaklanması oldu. Bunun üzerine Selanik yöresindeki birliklerden bir ordu toplandı. Mustafa Kemal, Harekât Ordusu adını verdiği bu orduda görev aldı. Ayaklanma bastırıldı. Harekât Ordusuyla birlikte Mustafa Kemal Selanik'e döndü. İki yıl sonra Genel Kurmay Başkanlığında bir göreve atandı. Bu sırada İtalyanlar Trablusgarp’a saldırdılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları Tobruk'a giderek buradaki Türk birliklerine katıldılar. Yapılan savaşlarda önemli başarılar sağlandı. Ancak bu sırada Balkan Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal geri dönmek üzere Mısır'a geldiğinde Selanik'in düşman eline geçtiğini; Bulgar ordularının Çatalca'ya kadar ilerlediklerini öğrendi. İstanbul'a gelen Mustafa Kemal'e Bolayır'da bulunan bir kolordunun kurmay başkanlığı görevi verildi. Savaş süresince bu görevde kaldı. Balkan Savaşı sona erince Sofya'ya ataşemiliter olarak atandı. Bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. Almanların yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu da savaşa katıldı. Mustafa Kemal, bulunduğu görevden alınarak bir kıta komutanlığına getirilmesini istedi. Bunun üzerine Tekirdağ'da yeni kurulan 19. Tümenin komutanlığına atandı. Mustafa Kemal'in kısa sürede hazırladığı tümen Çanakkale Savaşları'na katıldı. Mustafa Kemal burada düşmanın karadan ve denizden yaptığı saldırıları durdurdu. Anafartalar'da bir avuç güçle düşmanların bütün planlarını bozdu. Onlara kayıplar verdirdi. Çanakkale Boğazı'nı geçmelerini önledi. Bu başarılar sonucu rütbesi albaylığa yükseltildi ve Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başladı. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı'ndan sonra Diyarbakır'daki kolordu komutanlığına atandı. Bu görevde iken rütbesi generalliğe yükseltildi. Muş ve Bitlis'i Ruslardan kurtardı. (1916) Daha sonra 7. Ordu Komutanlığına atandı. Bu ordu Halep'te toplanıyordu. Atatürk grup komutanı oldu. Alman generalinin ordunun yönetimi 116 konusundaki düşüncelerine karşı çıktı. Ordu komutanlığını bırakarak İstanbul'a geldi. Veliaht Vahdettin'in Almanya'ya yaptığı resmi geziye katıldı. Dönüşte hastalanarak Viyana ve Karlsbad'a gitti. Bu sırada padişah 5. Mehmet öldü. Vahdettin VI. Mehmet adı ile tahta çıktı. Yurda dönen Mustafa Kemal yeniden 7. Ordun komutanlığına getirildi. Şam'da başkaldıran Arap kabileleriyle savaştı. Onların ilerlemesini önledi. Bundan sonra Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atandı. Bu sırada savaş sona ermiş, Mondros Silah Bırakışması imzalanmıştı. Mustafa Kemal bu bırakışmanın kötü koşullarını kabul etmedi. Emrindeki silah ve kuvvetleri düşmana vermeyeceğini hükümete bildirdi. Bunun üzerine komuta ettiği Yıldırım Orduları Grubu kaldırıldı. Mustafa Kemal de İstanbul'a döndü. ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN BAŞLAMASI Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da padişah ve devlet ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu İstanbul'da yapılacak çalışmaların bir yarar sağlamayacağını anladı. Yurdu kurtarmak için Anadolu'ya gitmeye karar verdi. Yakın arkadaşlarının yardım ve işbirliği ile görev bölgesi Samsun ve dolayları olan 9. Ordu Müfettişliğine atandı. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile yola çıktı. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal yurdu düşmanlardan kurtarmayı ve yeni bir Türk Devleti kurmayı amaçlayan büyük ve tarihi çalışmalarına bulunuyordu. Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'dan Anadolu'ya çıktı. Burada bir hafta kaldıktan sonra Havza'ya geldi. Buradan Amasya'ya geçerek valilere, komutanlara, ulusal örgütlere bir genelge gönderdi. Bu genelgede yurdun bağımsızlığını sağlamak için bütün yurttaşlara çağrıda bulundu. Daha sonra yol boyunca uğradığı il ve ilçelerdeki yetkililerle görüşerek, onlara yurdu kurtarma ve bağımsızlığına kavuşturma tasarısını anlattı. Havza'dan Amasya'ya ve Sivas’a oradan da Erzurum'a gitti. Bu sırada padişah kendisini İstanbul'a çağırıyordu. Artık ülkemizin kurtulması ve egemenliğin sağlanması için gerekli ortam hazırlanmış olduğundan Mustafa Kemal ordu müfettişliği görevinden ve askerlikten ayrıldığını İstanbul'a bildirdi. 23 Temmuz 1919 günü bir ilkokulun salonunda toplanan Erzurum Kongresi'ne başkanlık etti. Bu toplantıda, yurdun düşmanlardan kurtarılması için çalışma kararı alındı. Mustafa Kemal bu kongreden sonra 4 Eylül 1919 günü Sivas Kongresi'ni topladı. Bu toplantıda da Erzurum'da alınan kararlar üzerinde durdu. Bundan sonraki çalışmaların Ankara'da yapılmasına karar verildi. Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık günü Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı yöneteceği kent olan Ankara'ya geldi. Çalışmalarını 117 Ankara'da sürdürdü. İllere bir genelge göndererek Millet Meclisi'nin hemen toplanabilmesi için temsilcilerin seçilmesini istedi. 23 Nisan 1920 günü ulusun temsilcilerinden oluşan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Meclis Mustafa Kemal'i başkanlığa seçti. Böylece Ankara'da ulus temsilcilerinden oluşan bir meclis işe başlamış oldu. Bu meclisin kuruluş esası egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olması ilkesiydi. Meclis, Osmanlı hükümeti ile düşman ülkeleri imzalanan Sevr Antlaşması'nı tanımayacağını bütün duyurdu. arasında dünyaya Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, Mustafa Kemal'in başkan seçilmesi padişah ve onun hükümetini çok korkuttu. Özellikle Sevr Antlaşması'nın tanınmayacağı yolundaki karar onları büsbütün kuşkulandırdı. Düşmanlarla işbirliği yapan bir takım gericileri Anadolu'nun çeşitli yerlerinde örgütlediler. Büyük Millet Meclisi'ne karşı ayaklanmalar başladı. Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti tarafından vatan haini olarak ilan edildi. Haklarında ölüm cezası kararı verildi. Bütün bunlar olurken Ankara'da ve bütün Anadolu'da yürekleri yurt sevgisi ile dolu insanlardan oluşan bir ordu kuruluyordu. İstanbul'dan kaçarak gelen subay ve aydınlar bu orduda görev alıyorlar, yurdun dört bir yanından koşup gelen erlerimiz de silahlandırılarak cephelere gönderiliyordu. Eskişehir yöresinde İnönü'de, Yunan ordusu ile karşı karşıya gelen bu genç ordu, Yunanlıları I. ve II. İnönü Savaşı adı verilen iki büyük savaşta yenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varlığını, sesini bütün yurda ve dünyaya bir kez daha duyurdu. Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal'i olağanüstü yetkilerle başkomutanlığa getirdi. Ordularımız Sakarya kıyılarında 22 gün 22 gece süren savaş sonucunda Yunan ordularına karşı yeni bir zafer kazandı. Bu başarısı üzerine Mustafa Kemal'e orduda en büyük rütbe olan mareşallikle birlikte Gazi unvanı verildi. Sakarya Meydan Savaşı adı ile tarihe geçen bu savaşta ordumuzun gücü dünyaya bir kez daha tanıtıldı. Artık düşmanı yurdumuzdan atacak son ve kesin savaşın hazırlıkları başlamıştı. Bu amaçla bütün yurttaşlar savaşa hazırlandı. Kadınlar, dedeler, nineler, kağnılarla cepheye silah ve yiyecek taşıdılar. Birliklerimiz düşmanı can evinden vurmak için yerlerini aldılar. Bu sırada Yunan ordusu Afyonkarahisar bölgesine çekilmişti. Yetkili kişiler Yunanlıların hazırladığı siperlerden geçme olanağının 118 bulunmadığını, bu nedenle Türklerin Yunanlıları yenmesinin söz konusu olamayacağını ileri sürüyorlardı. Ancak bu uzmanlar ulusal bir davaya inanmış insanların ne denli güçlü olabileceğini hesaba katmıyorlardı. Hazırlıklarını bitiren ordumuz, 26 Ağustos 1922 sabahı çok erken saatlerde yeri göğü titreten topçu ateşiyle saldırıya geçti. Çok kanlı çarpışmalar oldu. Atatürk'ün yönettiği bu savaşa tarihimizde Başkomutanlık Meydan Savaşı denir. Düşmanlar erlerimizin kahramanca saldırısına dayanamadılar. Ellerindeki silah ve cephaneyi bırakarak canlarını kurtarmak için kaçtılar. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül günü ordumuza ; "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!.." emrini verdi. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başarıya ulaşması özlemiyle yanıp tutuşan kahraman erlerimiz kaçan düşmanın ardından gece gündüz demeden hızla ilerledi. 9 Eylül sabahı birliklerimiz İzmir'e girdi. Yabancı bayrakların dalgalandığı yerlere bayrağımız çekildi. Düşmanların çoğu limanda bulunan savaş gemilerine binerek kaçtılar. Kalanlar tutsak edildi. Böylece Kurtuluş Savaşımız bitti . TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURULMASI Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa Ankara'ya gelerek yüzyılların ihmali sonucu geri kalmış yurdumuzun, bayındır bir ülke olması için gerekli çalışmalara başladı. Öncelikle ulusa ve yurda artık zarardan başka bir şey vermeyen padişahlığı kaldırdı. Son padişah Vahdettin, ordumuzun zaferini öğrenince düşmanla birlik olup yurttan kaçmıştı. 1 Kasım 1922 günü altı yüzyıldan beri yurda ve ulusa egemen olan Osmanlı saltanatı tarihe karıştı. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile tüm uluslar Türk'ün zaferini kabul etti. Artık Türk ulusunun yönetim şeklinin kesin olarak belirlenmesi zamanı gelmişti. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının isteği ile Büyük Millet Meclisi 29 Ekim 1923 günü alkışlar arasında Türkiye'nin devlet şeklini Cumhuriyet olarak kabul etti. İlk Cumhurbaşkanlığına da Mustafa Kemal seçildi. O tarihte 42 yaşındaydı. Ulusu, O'nu yüce yere getirmiş böylelikle O'na olan borcunu ödemek istemişti. Padişahlığın kaldırılmasından sonra 3 Mart 1922 günü Halifelik kaldırıldı. Bundan sonra Mustafa Kemal, yurdun bayındırlığı ve ulusumuzun yücelmesi için hukukta, ekonomide, sosyal alanda inkılâplar yaptı. Genç yaştan beri cephelerde güç koşullar içinde yaşayan Atatürk'ün sağlığı gün geçtikçe bozulmaya başladı. Hasta olduğu günlerde bile hiç dinlenmeden devlet ve yurt işlerinde çalışması onu 119 büsbütün yıprattı. Hastalığı artınca İstanbul'a gitti. Orada Savarona yatında kaldı. Devlet işlerini buradan yürütüyordu. Zaman zaman da gemi ile geziler yapıyordu. Ancak hastalığı günden güne artıyordu. Çok istediği halde Cumhuriyet'in 15. Yıldönümü törenlerinde hazır bulunmak için Ankara'ya gidemedi. 8 Kasım gecesi komaya girdi. 9 Kasımda da aynı durum sürdü. Yabancı ülkelerden gelen doktorlar da Türk meslektaşları gibi O'ndan ümitlerini kestiler. 10 Kasım sabahı "Saat Kaç ?" diye sordu. Bu Atatürk'ün son sözleri oldu. Saat dokuzu beş geçiyordu. Atatürk ölmüş, onunla birlikte tarihin en büyük askeri, devlet adamı, devrimcisi göçüp gitmişti. Atatürk'ün ölüm haberi tüm yurtta ve dünyada büyük bir acı yarattı. Bayraklar yarıya indi. Yurtta yas ilan edildi. İstanbul halkı Dolmabahçe Sarayı'ndaki tabutu önünden günlerce hıçkıra hıçkıra geçti. 19 Kasım günü Saray'dan alınan tabut törenle Yavuz zırhlısına getirildi. 20 Kasım günü Ankara'ya getirilen cenaze Büyük Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankaralılar sevgili Ata'nın önünden gözyaşı dökerek geçtiler. 21 Kasım günü Atatürk'ün cenazesi geçici olarak kalacağı Etnoğrafya Müzesi'ne kondu. 10 Kasım 1953 günü Atatürk 'ün naaşı, yapımı biten Anıtkabir'e uğruna yaşamını adadığı sevgili yurt topraklarına verildi. Yurdumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk eserleri, kişiliği ve ilkeleri ile gönüllerimizde yaşıyor. ATATÜRK'ÜN İNKILÂP VE İLKELERİ Atatürk döneminde gerçekleştirilen köklü değişikliklere Atatürk İnkılâpları (Devrimi) denir. Atatürk devrimleri ileriye, güzele, iyiye doğru yapılan köklü değişikliklerdir. Atatürk'ün dünya görüşünü oluşturan temel inançlar da Atatürk ilkeleridir. Atatürk devrim ve ilkeleri bir bütündür. Bu bütün, çağdaş uygarlığa ulaşmayı amaçlar. ATATÜRK İNKILÂPLARI Atatürk inkılâpları ile çağdaş bir devlet niteliğine kavuştuk. Dünyada saygınlığımız arttı. Yabancı uyruklulara tanınan kapitülasyon ayrıcalıkları kaldırıldı. Tarımın modernleşmesinde devlet öncü oldu. Bankalar, fabrikalar kuruldu. Sonunda ülkemiz bayındır oldu. Ulusumuz zenginleşti. 120 Siyasal Alanda Yapılan Değişiklikler: Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde 1919 yılında başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımız 1922'de tamamlandı. Osmanlı Devleti yöneticileri bu savaşın önderleri hakkında ölüm fermanları imzalamaktan çekinmediler. Kurtuluş Savaşı bittiği zaman bir yanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti, öte yanda Osmanlı Saltanatı vardı. Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 günü kabul ettiği bir yasa ile tarihimizde saltanat dönemi kapandı. Yeni bir dönem başladı. Osmanlı Saltanatının kaldırılmasından sonra 1921 Anayasası'nda değişiklikler yapıldı. 29 Ekim 1923 günü Türkiye Devleti'nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu kabul edildi. Cumhuriyetin ilanı ile tarihimizde Cumhuriyet Dönemi başladı. Hukuk Alanında Yapılan Değişiklikler: Cumhuriyet öncesinde yargı işleri din adamları tarafından görülürdü. Kadı adı verilen yargıçlar din kurallarına göre karar verirdi. Hukuk alanında yapılan değişiklikle eski mahkemeler kapatıldı. Eski yasalar yürürlükten kaldırıldı. Uygar ulusların yasaları örnek alınarak boşanma, miras, ceza hukuku yeniden düzenlendi. Hukuk devrimi ile kadın - erkek arasında eşitlik sağlandı. Miras konusunda kadın ve erkek eşit pay almaya başladı. Kadınlar da erkekler gibi seçme ve seçilme hakkına kavuştu. Eğitim Alanında Yapılan Değişiklik: Osmanlı Devletinde eğitim sistemi dinseldi. Mahalle okulunu bitirenler isterlerse öğrenimlerini Medreselerde sürdürürlerdi. Medreselerde genel olarak dini bilgiler öğretilirdi. Bu öğrenim kurumlarında tekniğe, bilime önem verilmezdi. Medreselerin yanı sıra İmparatorluğun devlet işleri için kurulmuş Enderun adlı Saray Okulu vardı. Çok sonraları Tanzimat Döneminde Ortaokul dengi Rüştiye, Lise dengi İdadi ve Sultani okulları açıldı. Daha sonra Tıp, Harp Okulu, Mülkiye Okulları kuruldu. Cumhuriyet döneminde dine bağlı eğitim sistemine son verildi. Eğitim kurumlarında bilimsel yöntem ve ilkelere dayalı eğitim çalışmaları başladı. Tüm okullar bu ilkelere göre yeniden örgütlendi. Atatürk eğitime, öğretime çok önem verdi. Bilgisizliği kısa yoldan çözmek, okuma yazmayı kolaylaştırmak amacı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1928 tarihinde Türk Alfabe Yasası'nı kabul etti. Bu alfabe ile okuma yazma öğrenilmesi için Ulus Okulları açıldı. Bütün yurtta okuma yazma öğrenme çalışmaları başladı. Atatürk, Ulus Okullarında Başöğretmen olarak dersler verdi. 121 Harf değişikliğini, dilde özleşme izledi. Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşan Osmanlıca yerine Türkçe konuşulup yazılmaya başlandı. Atatürk Türk Dili'nin benliğine kavuşma çalışmalarını yürütmek amacı ile 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdu. Dilimiz yabancı sözcüklerden arındı. Ekonomik Alanda Yapılan Değişiklikler: Lozan Barış Antlaşması ile yabancı uyruklulara tanınan kapitülasyon ayrıcalıkları kaldırıldı. Ülkemiz kendi zenginlik kaynaklarına sahip çıktı. Her alanda devlet öncülük etmeye başladı. Bankalar, fabrikalar kuruldu. Modern tarım çalışmalarına başlandı. Yollar, özellikle demiryolları yapımında büyük çaba gösterildi. Böylece yurdun en uzak yerlerine ulaşma olanağı hazırlandı. Ekonomik bağımsızlığımız kazanıldı. Ekonomik alanda sağlanan bu başarılar sonucu yurdumuz bayındırlaştı. Ulusumuz zenginleşti. Halk için ağır bir yük olan aşar vergisi kaldırıldı. Çağdaş vergilendirme yöntemleri uygulanmaya başlandı. Sosyal Alanda Yapılan Değişiklikler: Atatürk, ulusumuzun uygar uluslar düzeyine ulaşması için, sosyal alanda da köklü değişiklikler yaptı. Yeni okullar açtı. Hastaneler, dispanserler kurulmasını sağladı. Güzel sanatların gelişmesi için gerekli girişimlerde bulundu. Konservatuar kuruldu. Stadyumlar, spor alanları, kapalı spor salonları yapıldı. Uygar bir toplum için gerek duyulan tüm sosyal kurumlar Atatürk döneminde açıldı. Ölçü Birimlerinde Yapılan Değişiklikler: Atatürk dünya ile ilişkilerimizi düzenli yürütmek için ölçü birimlerinde değişiklikler yaptı. Uzunluk ölçüsü birimi olarak arşın, endaze; ağırlık ölçüsü birimi olarak okka, dirhem gibi ölçüleri kaldırarak bugün kullanmakta olduğumuz ölçü birimlerini kabul etti. Yurdumuzda daha önce takvim Hicri takvime göre düzenlenmişti. Buna göre dünyanın kullandığı takvimle aramızda 580 yıl kadar bir farklılık vardı. 1 Ocak 1926 tarihinden sonra bizde de Miladi takvim kullanılmaya başlandı. Eskiden ülkemizde ezani saat kullanılıyordu. Bu saat uygar ülkelerin kullandığı saate uymuyordu. Takvimde olduğu gibi saatler arasındaki bu uymazlık büyük 122 karışıklıklara neden oluyordu. Bunları ünlemek için takvimle birlikte bugünkü kullandığımız saat kabul edildi. Hafta tatili cumadan pazar gününe alındı. ATATÜRK İLKELERİ Atatürk'ün dünya görüşünü oluşturan temel inançlarına Atatürk İlkeleri denir. Atatürk İlkeleri bir bütündür. Başlıcaları şunlardır: Cumhuriyetçilik: Cumhuriyet, halkın halk tarafından yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde egemenlik ulusundur. Ulus egemenlik hakkını ve yetkisini temsilcileri aracılığıyla kullanır. Halkın temsilcileri Büyük Millet Meclisi'ni oluşturur. Ülkeyi bu meclis yönetir. Yönetimi bu meclis denetler. Atatürk, belirli kişi, topluluk ve ailenin ülke yönetiminde söz sahibi olmasını doğru bulmazdı. Bu amaçla saltanat yönetimini kaldırarak 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan etti. Halkçılık: Cumhuriyet yönetimi halkçılık ilkesinin benimsenmesi ile yerleşir. Halkçılık, halkın genel mutluluğunu düşünmektir. Halkçılık ilkesi halkımızın sosyal, kültürel, ekonomik yönden gelişip güçlenmesini amaçlar. Laiklik: Cumhuriyetten önce ülkemiz din kurallarına göre yönetilirdi. Devleti ilgilendiren önemli konularda din adamlarının onayı gerekirdi. Din adamları Müslüman olmayan bilim adamlarının buluşlarını, yeniliklerini benimsemezlerdi. Bunlara karşı çıkarlardı. Bu nedenle Osmanlı imparatorluğu önceleri durakladı. Sonra geri kaldı. Dinin devlet işlerine karıştırılması yurdumuza yeniliklerin girmesini geciktirdi. Atatürk din ve devlet işlerini birbirinden ayırdı. İnsanların dini inançlarında, ibadetlerinde serbest olduğunu belirtti. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına Laiklik denir. Devletçilik: Bu ilke ekonomik kalkınmada devlete büyük görevler yükler. Atatürk sosyal, kültürel, ekonomik alanda kalkınmanın 123 gerçekleştirilebilmesi için devletin büyük masraflar isteyen konularda öncülük etmesini isterdi. Bu amaçla yurdun birçok yerinde hava alanları kuruldu. Devlet eliyle Bursa'da Merinos, Nazilli'de Bez fabrikası, Uşak'ta Şeker fabrikası açıldı. Demir - Çelik sanayisinin geliştirilmesi amacı ile Karabük Demir - Çelik fabrikası, madenlerimizin işletilmesi için Etibank kuruldu. Devlet eliyle limanlar yapıldı. Türk Hava Yolları kuruldu. Yurdumuzdaki demiryolları devlete mal edilerek genişletilmeye, işletilmeye başlandı. Milliyetçilik: Ulusal Kurtuluş Savaşımızın çıkış noktasını oluşturur. Atatürk'ün bu ilkesi dünyada ezilen ulusların kurtuluşuna ışık tutmuştur. Atatürk'ün milliyetçiliği kültür ve düşünce birliği temeline dayanır. Ulus bireylerinin tasada ve kıvançta bir ve beraber olmalarını ön görür. Atatürk yurt ve dünyada barış ülküsüne bağlı bir önderdi. İnkılâpçılık: İnkılâp; ileriye, güzele, iyiye doğru yapılan köklü değişikliklerdir. Bu amaçla Atatürk bir dizi değişiklikler yapmıştır. Değişen, ilerleyen dünyamızın gerisinde kalmamak için ilerlemek zorundayız. Sonsuza doğru durmadan ilerleyeceğiz. Atatürk inkılâplarının bekçisi, ilkelerinin savunucusu bizleriz. Atatürk ilkelerini korumak ve kollamak ulusal bir görevdir. ATATÜRK VE HALK Atatürk, tam bir halk adamıydı ve asıl kuvvet kaynağının halk olduğu inancında idi. Cumhuriyetimizin 3. Yıldönümünde Ankara şehri, köylerden ve kasabalardan gelen halk ile dolmuştu. Tribünlerde geçit resmini selamlayan Atatürk'ü kadın, erkek bütün halk çılgınca alkışlıyordu. Atatürk, tribünden ayrılacağı sırada halk ile arasındaki asker kordonunun kaldırılmasını emretti, yaverini yanından uzaklaştırdı, halkın içine girdi. Ellerini halktan iki vatandaşın omuzlarına dayamış, adeta kendinden geçmiş ilerliyordu. Halk onu incitmemek için arada bir boşluk bırakmıştı. Hayli gittikten sonra: — Artık otomobile binseniz dediler: Uyanır gibi oldu. Yanındakine: 124 — Sen belki ömründe sevmemişsindir; fakat hiç sevildin mi? dedi. Bundaki zevk hiç bir şeyde yok. Hele aşkın Türk Milleti olursa beni bu zevkten biraz daha ayırmayın. Taşhan'ın önüne kadar böyle, halkın kucağında geldi. Cumhuriyetin 12. Yıldönümü için birçok döviz hazırlanmıştı. "Atatürk bizim en büyüğümüzdür.", "Atatürk bu milletin en yükseğidir."," Türk milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı." gibi döviz listesini gözden geçiren Atatürk hepsini çizdi, yalnız şunu yazdı :"Atatürk bizden biridir." Atatürk der ki :"Millet sevgisi kadar büyük bir sevgi yoktur." İstiklal Savaşında benim de milletime yaptığım bazı hizmetler olmuştur sanırım. Fakat bunlardan hiç birini kendime mal etmedim. Yapılanların hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur. Geçmişte medeniyetler kurmuş bir soyun çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız gereken şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Yarıda bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. Ben arkadaşlara şunu tavsiye ederim. Şahsınız için değil, kendisinden olduğunuz millet için çalışınız. Falih Rıfkı ATAY (Babamız Atatürk, 1955) DÜNYA ATATÜRK İÇİN NE DEDİ? Atatürk, olağanüstü nitelikte bir devlet adamı, savaş sonrası dünya tarihinin en önemli simalarından biriydi. Atatürk olmasaydı, yeni Türkiye var olmazdı. Fin, Hufvud Stadbladet Gaz Atatürk'ün kendi eliyle çizdiği yeni Türkiye'nin dış siyaseti, bu memleketi batılı uluslar topluluğuna katmış ve eski düşmanlarını kendisine dost yapmıştır. İngiliz-Times Gazetesi Hiçbir kimse bu muzaffer general, bu yılmaz inkılâpçı, bu insan kahraman, bu çok popüler adam kadar halkın kalbine yakın olamamıştır. Fransa, Petit Prasien Gazetesi Atatürk yeni Türkiye'yi kılıcı ile kurtarmış ve dehası ile düzene sokmuştur. O'nun yaratıcı ruhunun ve coşkun yurtseverliğinin, harekete geçmediği hiçbir alan yoktur. Polonya Gazetesi 125 Atatürk, tarihten hakiki dersler almış nadir büyüklerden biridir. Bütün çaba ve uğraşmaları yalnız kendi ulusu içindir. Alman Tarihçisi Prof. Herbert Melzig Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bursa’ya giderken trende rastladığım bir çocuğa, İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı daha çok sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: "Ankara'da Atatürk bulunduğu için" cevabını verdi. Mısır, El-Belağ Gazetesi Türkiye'yi bir arı kovanına ve bütün Türkleri de bal aramaya çıkmış çalışkan arılara benzetiyorum. Nasıl arılar beylerinin etrafında toplanıp çalışırlarsa bütün Türk ulusu, bugün büyük dahi Gazi Mustafa Kemal'in etrafında toplanmışlardır. Prof M Zajti Franez Mustafa Kemal, yeni Türkiye'nin kalbidir. Eski, yıpranmış bir toplumdan; yepyeni, güçlü bir ulus yaratmış, eşsiz kişiliğiyle kendini herkese saydırmış, enerjisiyle herkesi kendine inandırmıştır. Çinli Yazar Ma-Shao-Chen Dünya, bu harp ve sulh kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul düşmüştür. Gücü, zorlukları yenme kararı ve yiğitliği ile aman bilmeyen galiplerin, uygulamaya kalkıştıkları pranga siyasetini ilk kıran Atatürk'tür. Macar Gazetesi Atatürk'ün ölümü ile Ortadoğu'nun gelişmesinde, ilerlemesinde birinci derecede öncü olan son derece kuvvetli bir devlet adamı kaybolmuştur. İtalyan Gazetesi Atatürk'ün ölümü yalnız Türk ulusu için değil, O'nun benzerlerine muhtaç olan çoğu uluslar için de en büyük kayıptır. Suriye Gazetesi O, uğraşlarıyla, yalnız Türkiye'ye değil, bütün Doğu dünyasına kurtuluş yolunu göstermiştir. O tarih büyüğünün, o Türk kahramanının, O Doğu'nun kurtuluş ve uygarlık önderinin eserlerini, her zaman sevgi ve saygıyla anacağız. Hint Mec. Başk. Sir Abdürrahim Eski Osmanlı İmparatorluğu, bir hayal gibi ortadan silinirken, ulusal bir Türk devletinin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya koymuştur. Bazı belli başlı adamlar, birtakım güzel ve özlü sözlerle Türkiye'nin asla değişmeyeceğini, üstelik de "değişmeden öleceğini" 126 söylemişlerdi. Oysa işte Türkiye hem ölmedi, hem de değişti. Türkiye, akıl ve hayal kurma yeteneğimizin alabildiğince, baştanbaşa değişti ve yenileşti. Acaba bu nasıl oldu? Bütün bunların nedeni araştırılırsa, oradan sadece Mustafa Kemal isimli bir adamın geçtiği görülür Fransız Yazarı Raymond Cartier Dünya, hiçbir zaman Türkiye'nin Batı görüş ve inanışı içinde, yeniden kurulması gibi heyecanlı bir olaya, asla şahit olmamıştır İsveç, Social Demokraten Gazetesi O'nun yarattığı eser, tarihte kahramanlığın destanı olarak yaşayacaktır. Atatürk, arkasında batılılaşmış modern bir devlet bırakmıştır. Danimarka, Berlingske Tidende Gazetesi Atatürk, çağımızın en seçkin simasıdır. Filozofların ve şairlerin en güzel ve en yüksek sözlerle övdükleri ideale, O, realist kafasıyla can vermiştir. Arnavutluk, Demokratlar Gazetesi Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir, şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dâhi çağımızda Türk ulusuna nasip oldu. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi? İngiltere Başkanı Loyd Georg İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. Yunan Ekonomi Bakanı Yorgi Pesmazoğlu Bu karışıklıklarla dolu zamanımızda belki Atatürk’ünki kadar büyük şöhretler vardır. Fakat hiçbir zaman tek bir başarısızlık bile kaydetmemiş biricik şöhret O'nun şöhretidir. Fransız, Jour-Echo de Paris Gazetesi Sakarya'nın gazisi, istilâcıların galibi ve İzmir'in fatihi, tarihte en çok hayranlığa değer örneklerden biri olarak yücelecektir. Atatürk kendinde, askerî deha ile devlet adamı ve filozof dehasını birleştirmişti. İspanya, Vanguardia Gazetesi Atatürk, savaş sonrası politika dünyasının en değerli simaları arasında yer almaktadır. Karakteri; yapıcılık, büyük bir yurtseverlik ve demir bir iradenin eşsiz örneğidir. Modern tarihin en yüksek olaylarından biri olan Türkiye'nin, yeniden hayata doğması O'nun eseridir. Romen, Lidove Novini Gazetesi 127 Türkiye'nin Şefi bütün devletlerin hiç beklemedikleri bir şeyi gerçekleştirmiş ve "hasta adam" diye anılan bir Türkiye'den; güçlü, uygar bir ülke yaratmıştır. Danimarka, Social-Demokraten Gazetesi Atatürk devrimleri o kadar büyüktür ki, bunların yüceliği karşısında dünya hâlâ hayrettedir. Bu devrimler, köhne bir imparatorluktan, batılı ve modern bir Türkiye yaratmıştır. Belçika, Solr Gazetesi Yeni Türk harflerini öğretmek için şehir şehir dolaştı. Herkes O'nu, meydanlarda, bir kara tahtanın başında, yazmak bilmeyenlerin elini kendi eline alarak, onlara tebeşirle isimlerini yazdırırken gördü Fransız Gazetecisi Jea Laubespin Kurtarıcı Atatürk; düşüncelerini, kendi istediği gibi gerçekleştirmek hakkını bile kullanmadı. Her şeyde ulusunun dilek ve iradesini, ilk ve kesin bir ölçü saydı. Türk ulusunun sevgisinden başka hiçbir amaç ve istek tanımadı. Macar Profesörü Dr. Fekete Lajos Atatürk'ün kişiliğinde, yeni Türkiye'ye ruh veren bir adam kaybolmuştur. Bu derece yüksek yaradılışta bir adama sahip olduklarından dolayı Türklere gıpta ediyoruz. Çekoslavak, Çeşka Slove Gazetesi Benim üzüntüm iki türlüdür. Önce büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu büyük adamla tanışmak konusundaki içten dileğimin gerçekleşmesine imkân kalmamış olmasıdır. A B D Başkanı Franklin D. Roosvelt O'nun ölümü Türkiye'nin sarsılması olmayacak; çünkü bütün genç kuşak, şefi tarafından çizilen yolu inançla ve coşkunlukla izlemektedir. Macar, Uj Magyar Gazatesi Türkiye'de yalnız bir Mustafa Kemal değil, Mustafa Kemal'ler vardır ki, her alanda O'nun program ve eserlerini günden güne ileri götürmek için didinmektedirler. Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han 128 İNSANLARIMIZ ATATÜRK İÇİN NE DEDİ? Genç, ihtiyar herkes ölür. Ama Atatürk'ün bu ulusa aşıladığı kalkınma ve yükselme inancı asla ölmez Yaşar Nabi NAYIR Gerçeğe giden bütün yollar O'nda birleşiyor. O'nda tamamlanıyoruz. O'na sırtını çeviren düşünce bizden değildir Cahit TANYOL Başımız her sıkıldıkça, aştığımız dağların yüksekliği başımızı gururla döndürdükçe yine O'na koşacağız. Bir daha derman istemek, minnetimizi bir kere daha söylemek için... Hakkı Süha GEZGİN Atatürk, yalnız anıları ve eserleriyle değil, yapıcı ve yaratıcı ruhuyla her an yolumuza ışık tutan bir ölümsüzdür. Bize tehlikelerle dolu yakın geçmişi göstererek umut ve cesaret veriyor: "Dayanın, başaracaksınız," diyor. Dayanıyoruz ve başaracağımıza inanıyoruz. Agâh Sırrı LEVEND Biz O'nu bir insandan üstün görmeye alışmıştık. Çünkü bize imkânsız şeylerin de mümkün olduğunu öğretmişti. Yıllardan beri hayal etmekten bile korktuğumuz büyük işleri gerçekleştirmiştir. Nurullah ATAÇ Türk ulusu, Atatürk'te iki yüzyıl beklediği kurtarıcıyı bulmuştur. Atatürk'ün eseri, bir bütün olarak, tek bir kelimede toplanabilir: "Kurtuluş!" Fatih Rıfkı ATAY Atatürk tarih değildir, geçmiş değildir; gelecektir, umuttur, muştudur. Sami N. ÖZERDİM O'nun kılıcı ile çizdiği memleket sınırları içinde her manzara, her hareket, O'ndan bir hatıradır. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL O'na hasret duyduğumuz zaman, birbirimizi kucaklayalım, biz O'yuz, çünkü O, bizdi. Görüşümüz O'nun görüşü, duygumuz O'nun duygusu, ülkümüz O'nun ülküsüdür. Selami İzzet SEDES Anadolu yaylası üstünde, çorak, yanık ve yıkık bir yurt parçasında O, kendine bir kürsü kurdu. Türk ulusu, ilk defa, O'nun sesiyle kendine, uluslara, dünyaya ve tarihe haykırdı. Hamdullah Suphi TANRIÖVER 129 Gazi, konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi. Mithat Cemal KUNTAY Mustafa Kemal Atatürk, hemen her zaman nerede durulacağını bilmiştir. Bu, O'nun pek hayran olduğum meziyetlerinden biriydi. Daima ilerisini düşünmek, daima dikkat, O'nun memleket yolundaki işlerinde hâkim olmuştur. Mareşal Fevzi ÇAKMAK Yarınki nesiller, bu devrilen cihanın büyüklüğünü, O'nun tarih sayfalarından taşan harikalarında ve "Türk'üm!" diye göklere gururla yükselen alınlarında hissedecekler. Her Türk çocuğu, Ata'nın eşsiz dehasının destanlarıyla beslenerek büyüyecek. Halit Fahri OZANSOY O'nun adını duyduk duyalı, O'nun kahramanlığını bildik bilelidir ki, sağlığımızı seziyor, dinçliğimizi anlıyor ve yaşamak denilen unutulmuş zevki tadıyorduk. Öksüzdük, Ata'mız oldu; yoksulduk, bize genlik, genişlik getirdi. Nurettin ARTAM Mustafa Kemal yurdunu düşmandan kurtardı, Gazi Mustafa Kemal oldu; ulusuna yeni bir devlet kurdu, onu gençleştirdi, ona, tarihe yeni bir bakmayı ve dilini öğretti, Atatürk oldu. Öldü, bedeni varlığından ayrılmakla Türk'ün ruhu oldu. Nurullah ATAÇ Anaların, kız kardeşlerin yüzleri siyah peçeliydi; bahtları çarşafları gibi karaydı... Çileleri çoktu, hakları az... Beğenmedi. Yüzlerini açtı, ak etti. Hakta onlara erkeklerle eşitlik sağladı; bahtlarını ak etti. Ruşen Eşref ÜNAYDIN Atatürk bizde öyle bir nefes, güven, öyle bir azim ve irade yaratmıştır ki, hiçbir tehlike karşısında göz kırpmıyoruz. Bu cesur, atılgan ve yaratıcı ruhu, memlekete aşılayan Atatürk'tür. Hüseyin Cahit YALÇIN Bugünkü Türkiye'nin varlığında ve şerefinde milyonlarca şehidin, binlerce, yüz binlerce himmet sahibinin, derece derece hakları vardır. Fakat en büyük payı bir tek adama, Mustafa Kemal Atatürk'e borçluyuz. Ahmet Emin YALMAN Cumhuriyet, sembolünü Mustafa Kemal'de bulmuştur. Çünkü Cumhuriyet, bu koca milletin kudret, fedakârlık ve hayatının özü ve Atatürk'ün eliyle dikilmiş bir hürriyet anıtıdır. Hasan Ali YÜCEL 130 Türk tarihinin yüzyıllardan beri asık duran yüzüne, ilk tebessümü işleyen, o yüzden gözyaşlarını silen ve onun gözlerine, en Aydınlık ufukları işaret eden kudretli el, O'nun eliydi. Memleketimizde; doğru, yeni, güzel, her şeyin tarihi hemen O'nunla başlıyor. Yarınki çocuklar babalarına hangi eserin başlangıcını sorsalar, O'nun adını işitecekler. Biz, toplum olarak da, fert olarak da O'nun eseriyiz. Bizden çıkacak eserler de O'nundur. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL Kirletiyorsan, şikâyet etmeye hakkın olamaz. Büyük Ata! Sen, çiğnenmiş, parçalanmış bir vatandan yeni bir vatan, idamına ferman çıkmış bir milletten yeni bir millet yaratmıştın. Sen bize, Şarkın isli kandilleri yerine Batının güneşini yakmıştın. Sen fantezili, aşırı istekler yerine realist aklı tanıtmıştın. Sen bize şerefli, hür, bağımsız, tarih kadar eski ve asil bir millet olmanın gururunu tattırmıştın. Prof. Dr. Hüseyin Nail KÜBALI Evreden daha büyük ve daha geniş olan kalbinde, yurt ve ulus sevgisinden başka hiçbir duyguya yer bırakmamıştı. Ercüment Ekrem TALÛ Kalbinde sakladığı irade kaynaklarını, bütün varlığıyla sevdiği Türk ulusu uğruna, kendini feda edercesine bir bir harcadı, mucizeler yarattı. Nadir Nadi ABAOGLU Bu yurda, bu ulusa gösterdiği ihtimamın, dikkatin onda birini, yirmide, birini kendi şahsı için, kendi sıhhati için, gösterseydi daha çok yaşardı. Şahsını en sonraya bıraktı ve kendine sıra gelmedi Arif Nihat ASYA Kendimizi bildiğimizden beri, gönüllerimizde, elem ve matem bırakmamak için çırpınan bir Atatürk tanımıştık Nihat Sami BANARLI İnandırmak güçse de, bir defa inandırdıktan sonra bir ulusu bin defa kandırmak kolaydı: Mustafa Kemal aldatmadı! Aksine daima gerçeğe, katı, zorlu, çetin gerçeğe çağırdı. Uçmak isteseydi, hepimiz O'na kanat olurduk. O, bizim hayallerimizin kanatlarını kırdı, kartal yuvasında öldü. Falih Rıfkı ATAY Bu düşünen zekâ ve duyan gönül, Türk ulusunun iradesi oldu ve Türk ulusu, ölümden O'nun elinde kurtuldu. Atatürk'e kendini borçlu bilmeyerek Türk olmak, bunun için imkânsızdır. Hasan Ali YÜCEL 131 Yaşarken bir eser bıraktı: Onu övelim ve koruyalım. Ölürken bir ders bıraktı, unutmayalım. Bu ders; halkı sevmek, halka inanmak, halk ile kaygılanmak, halk ile gururlanmak, halk uğruna feda olmaktır Falih Rıfkı ATAY Hiçbir insanın vicdanı, dolu olmamıştır. kaç kereler, ulus kimse Atatürk kadar ulusunu sevmemiş, hiçbir ulusuna karşı Atatürk’ünki kadar şefkat ve sevgiyle Öfkenin şimşekleri çaktığı söylenen gözlerinde, ben sevgisinin şefkat yaşlarını gördüm. Şükrü KAYA O'nun için halk "emredilen", "yaptırılan" bir topluluk değil, inandırılarak, mutlu kılınarak birlikte çalışılan bir varlıktı. Atatürk önce İnanmış, inandırmış ve sonra yapmıştır. Prof. Dr. Cihat ABAOĞLU O, dünya birliğinin, toprak zapt ederek, zayıf yığınları kahredip esir ederek değil, insanların gönüllerini kazanarak kurulabileceğini anlamış olan adamdı. Bu adam, gönül adamıydı. Gönülleri kazanmanın büyük sihrini keşfetmiş olan adamdı. Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOGLU Bütün dünyaya meydan okumuştu. Oysa hayranlıkla görüyoruz ki, dünyada tek düşmanı yok. En azılı düşmanlarını bile kahraman ruhuna meftun bıraktı. O'nun bir mucizesi de budur. Tarihin kaydettiği biricik düşmansız yiğit, düşmansız dâhi Kemal Atatürk'tür. Vâlâ NURETTİN Tarihçiler söylesin: Arkasında bütün dünyanın saygı ile baş eğdiği başka bir tabut biliyorlar mı? Yusuf Ziya ORTAÇ Şu hıçkıran göğüsler, şu yaşlı gözler, şu yarı inik bayraklar hep O'nun içindir. Çünkü O, bu göğüsleri gururla kabartmış, bu gözleri sevinçle yaşartmış ve bu bayrakları zaferle dalgalandırmıştı. Bu ulusun öz Ata'sıydı; gönlümüzde babasını kaybetmiş çocukların acısı var. Orhan Seyfi ORHON Ruhumuzda bir uçurum, her yerde, her şeyde bir eksiklik, bir boşluk var. Ah Atatürk! Umut, neşe, güneş, her şey, meğerki hep senmişsin İzzet Ulvi AYKUT 132 ŞİİRLER ATATÜRK'ÜN RESMİ Kürsünün üstünde bir resim; Gözleri denizlerden mavi, Bakışları güneşlerden sıcak. Bu resimle başlar bizim günümüz, Kıvançla dolar, taşar gönlümüz. Öğretmenimiz kürsüde Verdiği dersi Dinler bizimle birlikte, Atatürk'ün resmi. Çalışkanız çünkü Çalışınca, Bakarız. Atatürk güldü. Bir yanlışlık yaparsak, Bulutlanır gözleri, Anlarız Atatürk üzüldü. Behçet NECATİGİL ATATÜRK Yapraklar dökülür kasımlarda, Yeller uğuldar vadilerde, ne çıkar, Bir özgürlüksün çağlara en güzelinden, Sen bayrak bayrak fikirsin, Ölüşün diriliştir yeniden. Başak saçlarında Anadolu'm, Gözlerinde yurdumun denizleri, Sen yarınlara uzanmış ışık, Savaşta kartal, barışta defne çelengi, Sen sonu yenmiş zamansın. Sende çarpar, sende düşünür Türkiye'm, Sende büyür kucaklar, Ulusun beyni, toprağın yüreği, Kemal Paşam, Atatürk’üm! Sen mayıslarda doğan güneş, Evrenimin sabahı, damarımın kanı, Sen mavilerde yeşeren yapraksın, Bir yolsun sevgi, sevgi Sen her mevsimde açan baharsın! M. Güner DEMİRAY 133 MUSTAFA KEMAL Mustafa Kemal'i gördüm düşümde, Daha, diyordu. Uğruna şehit olasım geldi hemen Sabaha, diyordu. Al bir kalpak giymişti al, Al bir ata binmişti, al, Zafer ırak mı? dedim, Aha, diyordu. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ATATÜRK Adını adımdan önce, Heceledim, öğrendim, Duvarları, kitapları, Senin resminle beğendim. Bin bir biçim içinden, Bir anda seçerim yüzünü, Kimse alamaz içimden, Gözlerinin gündüzünü. Bütün bildiklerimden, Daha yakınsın yüreğime, Alfabeyi hecelerken, "Atatürk" yakıştı elime. Seni yazdım, okudum, Seni belledim yürekten, Her törende birlikteyiz, Bayrağın içinde sen, ben Daha iyi anladım her yıl, Açıldıkça düşüncelerim, İlk sevgim büyür, büyür de, Seni daha da severim. Her On Kasım'da gözlerimiz, Bir daha ağlarken sana, Bir kez daha inanırız, Her yerde yaşadığına İbrahim Zeki BURDURLU 134 ATATÜRK GÜLÜMSEDİ Atatürk gülümsedi öğretmenim Biz sınıfa girince Dağıldı kara bulutlar Açıldı gonca. Baktı ki okul yenidir Siz yenisiniz, düşünceler yeni Atatürk gülümsedi öğretmenim Saklayamadı sevincini. Baktı ki gençsiniz, bilgili Eğitiyorsunuz yolunca, yöntemince Atatürk gülümsedi öğretmenim Sevindi onca. Baktı ki karışmış aramıza, Çiziyorsunuz yolu, Atatürk gülümsedi öğretmenim Gözleri dolu dolu Anlaşılan bütün yaz. Atatürk gözünü kırpmamış, Çünkü boşmuş sıralar, Çünkü harf okunmamış. Kapkara bulutlar inmiş Işıklı gözlerine. Bora gibi, fırtına gibi Atatürk'üm Sanırım yönelmiş bilgisizliğe. Ama baktı ki gün doğmuş, Bir koşu varmışız okula Özlemle açılmış kitaplar, Bir iştah, kızda oğlanda Baktı ki zil çalmış, Sınıfa girmişsiniz Bütün bakışlar sizde Günaydın demiş. Derse başlıyorsunuz Sımsıcak bir sevgi gözlerinizde Baktı ki Türkiye'si Türkiye'miz Aydın ufuklarda yürüyor hızla. Atatürk gülümsedi öğretmenim Övünüyor bizle. Dağıldı kara bulutlar Biz sınıfa girince Atatürk gülümsedi öğretmenim Kürsüde kendini görünce Talat TEKİN 135 ATATÜRK'TEN SON MEKTUP Siz beni hâlâ anlamadınız Ve anlamayacaksınız çağlarca da… Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u diyorsunuz Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz. Mustafa Kemal'i anlamak bu değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Bırakın o altın yaprağı artık, Bırakın rahat etsin anılarda şehitler. Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin. Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin? Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Bana, muştular getirin bir daha, Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan… Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı? Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı? Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda, Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz. Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın! Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların… Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız; Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil. Bilim ağartsın saçlarınızı… Kitaplar… Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar… Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü… Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş, Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken. Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen? Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. 136 Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla. Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister, Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter! Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Halim Yağcıoğlu MUSTAFA KEMALLER TÜKENMEZ Tükenir elbet Gökte yıldızlar denizde kum tükenir Bu vatan bu topraklar cömert Kutsal bir ateşim ki ben sönmez İnanın Mustafa Kemaller tükenmez Ben de etten kemiktendim elbet Ben de bir gün göçecektim elbet İki Mustafa Kemal var iyi bilin Ben işte o ikincisi sonsuzlukta Ruh gibi bir şey görünmez İnanın Mustafa Kemaller tükenmez Hep kardeşliğe bolluğa giden yolda Bilimin yapıcılığın aydınlığında Güzel düşünceler soyut fikirlerde ben Evrensel yepyeni buluşlarda Geriliği kovmuşum ben dönmez İnanın Mustafa Kemaller tükenmez Başın mı dertte beni hatırla Duy beni en sıkıldığın an Baştan sona her şeyiyle bu vatan Sakın ağlamasın kasımlarda Fatihler, Kanuniler ölmez İnanın Mustafa Kemaller tükenmez Halim YAĞCIOĞLU 137 GİDİYOR Gidiyor, rast gelemez bir daha tarih eşine Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla Gidiyor, göğsünü çepeçevre saran bayrakla Gidiyor, izleri üstün birikmiş yaşlar Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meşalesi Yine bir devr açacakmış gibi en başta O var Hıçkıran seste O var, sessiz akan yaşta O var Siliyor ruhunun ulviliği fani etini Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça Orhan Seyfi Orhon HAVZA YOLLARINDA MUSTAFA KEMAL Mahmur dağının başında bir duman bir duman Mustafa Kemal'in başında daha bir duman Dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez Mustafa Kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez Dağların başından duman eksik olmaz Soy yiğidin başından duman eksik olmaz Mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel Bölmek orta yerlerinden gemilerin getirdiği güneşi Bir sana bir bana sermek ne güzel Çakal dağının eteğine vardı ki Mustafa Kemal Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve Kahvede düze inmiş eşkıya, Karadeniz uşakları Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor Uyanmış su gözleri adamların susuz gözleri sıcak Mustafa Kemal baktı, tanıdı hepsi halk 138 Oturdular, hep beraber çay içtiler Ordan burdan, dereden tepeden konuştular Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana Yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert Mustafa Kemal'in gözlerinde tek tek ışıdılar Çıktı kavak yaylasına oh, dedi Mustafa Kemal Ölmez be, insan bu vatanı sevince Halk kokusudur güller çimenlerden gelir Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri Dağılmış Mahmur dağının dumanları Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar Havzaya vardım ki, kulağımızı koyalım bir Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler Çıkarlar ormanlardan gizli gizli, çağıralım bir Gelirler toplanırlar ateşimize onlar için yaktık Özgür yüreklerinin soluğunu üflesinler bir Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir Selam verelim bir, selam alalım bir Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar Şu sabah çayını içelim bir kardeşçe sıcak Yüzümüzü yunalım şu derede bir Sonra kursunlar darağacını kavgamıza Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden! Ceyhun Atıf Kansu MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI Yediyordu Elif kağnısını Kara geceden geceden. Sanki Elif Elif uzuyordu, inceliyordu Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar İnliyordu dağın ardı, yasla Her bir heceden Mustafa Kemal'in kağnısı derdi kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı. Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik Nam salmıştı asker içinde. Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü Doğrulmuştu yola önceden önceden. 139 Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar. Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra Gecenin ulu ağırlığına karşı Hafiftiler, inceden inceden. İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında. Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi daim; Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti Niceden niceden. Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu Nazar mı değdi göklerden, ne? Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur Nasıl durur Mustafa Kemal'in kağnısı. Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş Süs beni, öldür beni, koma yollarda beni. Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım. Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır Düşerim gerilere iyceden iyceden. Kocabaş yığıldı çamura Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar Örtüldü gözleri örtüldü hep. Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden Fazıl Hüsnü Dağlarca RESİM Her gün Enginlerden engin Yücelerden yüce Bir duygu sarar bizi Bu sınıfa girince. Yanda, bir uçtan bir uca. Mavi deniz Odanın içinde güneşleri bulunca. Isınırız. 140 Enginlerin engini deniz olsa Deniz ufak! Yücelerin yücesi güneş olsa Güneş küçük! İlk günü gördük, nerden geldi: Duvardaydı Denizleri, güneşleri Küçülten büyüklük. Kürsünün üstünde bir resim: Gözleri denizlerden mavi Bakışları güneşlerden sıcak. Dört mevsim. Kürsünün üstünde: Atatürk'üm, arkasında al bayrak Kolları kavuşturmuş göğsünde. Bu resimle başlar bizim günümüz Karşımızda Atatürk'ü gördükçe Kıvançla dolar, taşar gönlümüz. Öğretmenimizin kürsüde Verdiği dersi Dinler bizimle birlikte Atatürk'ün resmi. Çalışkanız, çünkü Çalışınca Bakarız, Atatürk güldü. Bir yanlışlık yapsak Bulutlanır gözleri Anlarız Atatürk üzüldü. Gelsek kürsünün dibine Görür bizi Eğilince. Kalksak, gitsek gerilere Otursak arkalarda; Başımızı kaldırmadan duyarız: Atatürk orada. Öteki odalarda Başka başka resimleri Ata'mın. Atatürk'üm artık ömrüm oldukça Bu resminle karşımdasın! 141 Yok, hiç birinde Bundaki tılsım Değişen çizgilere Canlı gibi bu resim. Öyle canlı ki sanırım Bende bir gün okulu bitirince Uzanan ellerinle Okşanacak sırtım. Öyle canlı ki, sanırım Karanlık bile olsa Aydınlanır yollarım. Tıpkı sınıftaki gibi Yapacağım bir işte Bu resmindir rehberim: Kötülüğe uzanırsam Çat kaşlarını Tutulsun ellerim Tıpkı sınıftaki gibi Bütün ömrüm boyunca Yaptığım her işte İyi, doğru oldumsa Sevincini belli et. Gülümse! Yaprak yaprak dökülürken önümde Her yıl dört mevsim; Sınıflar içinde yalnız bu sınıf Resimler içinde yalnız bu resim! Behçet Necatigil 142 AFET EĞİTİMİ HAZIRLIK GÜNÜ ( 12 Kasım) AÇIKLAMA Eğitim, uygarlıkların vazgeçilmez gereksinimidir. Eğitimin amacı, insan ve toplum yaşamını kolaylaştırmak, güzelleştirmek, zenginleştirmek, iyileştirmek, kişiyi ve toplumu mutlu kılmaktır. Eğitimde atılan her bir adım, toplumun duyarlılık bilincini, yaratıcılığını, akılcı düşünme gücünü, doğal yeteneklerini ve becerilerini geliştirmek için gereken gücü artırmaktadır. Doğal afetlerin etkisini azaltmak, kayıpları en aza indirmek, toplumun her ferdinin ve her kesimin kuşkusuz iyi bir eğitim alması ile mümkün olacaktır. Bu uğurda halkın bilinçlendirilmesi, eğitimin tüm öğelerinin seferber edilmesiyle gerekmektedir. Afet Eğitimi; • Örgün Eğitim Sistemi • Yaygın Eğitim Sistemi • Hizmet İçi Eğitim • Meslek İçi Eğitim • Halk Eğitimi Sistemleri içinde bireylere kazandırılmalıdır. KONUŞMA TÜRKİYE'DE AFET YÖNETİMİ Afet, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olan, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak, toplulukları olumsuz etkileyen doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylar olarak tanımlanmaktadır. Bir olayın afet olarak adlandırılabilmesi için, insan toplulukları ve yerleşim yerleri üzerinde kayıplar meydana getirmesi ve insan faaliyetlerini durdurarak ya da kesintiye uğratarak bir ya da daha fazla yerleşim birimini etkilemesi gerekmektedir. Bu tanımlamalardan da anlaşılabileceği gibi afet, olayın kendisinden çok doğurduğu sonuçlar olarak görülmektedir. Bir afetin büyüklüğü ise insanlar açısından neden olduğu can ve ekonomik kayıplarla ölçülmektedir. Başta depremler olmak üzere çeşitli afet türlerinin etkisinde olan ülkemizde meydana gelen tabii veya teknolojik afetler özellikle ekonomik açıdan büyük kayıplara yol açmaktadır. Bunlara yakın 143 zamanlarda meydana gelmiş örnekler 1992 Erzincan, 1995 Dinar depremleri, 1995 Senirkent heyelanıdır ve 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi. Marmara havzasında İstanbul’u etkisi altına alabilecek bir büyük depremin ülkenin tamamını durma noktasına sürüklemesi akılda tutulması gereken bir ihtimaldir. Böyle bir durumda resmi kuruluşların da etkisinin yetersiz kalmaması beklenmelidir. Afet zararlarının azaltılması inşa edilmiş insan çevresinin iyi planlama ve teknik hizmetlerle afetlere dayanıklı hale getirilmesi ile mümkündür. AFET TÜRLERİ “Avrupa Atlantik Afet Müdahale Merkezi Yönergesi” ekinde ise afet türleri aşağıdaki şekilde tasnif edilmiştir. a- Doğal Afetler: Bu kapsamda deprem, dev dalgalar, volkanik patlamalar, toprak kaymaları, tropikal siklonlar, sel, kuraklık, çevre kirlenmesi, ormanların yok edilmesi, çölleşme, veba salgını gibi afetler bulunmaktadır. b- Teknolojik Afetler: Nükleer santral kazaları, kimyasal ve endüstriyel kazalar, uçak kazaları, demiryolu afetleri, gemi kazaları, terörizm ile ilgili eylemler bu sınıf içinde yer almaktadır. Teknolojik afetler kendi başına tetiklenebileceği gibi tabii bir afet tarafından da tetiklenebilir. Büyük oranda doğal afetlere maruz kalan ülkemizde, doğal afetlere ilişkin sorumluluk kanunen İçişleri Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na aittir. İDEAL BİR AFET YÖNETİMİ 1- Afet Öncesi 2- Afet Esnası 3- Afet Sonrası, safhalarından oluşmalıdır. AFET ÖNCESİ Afet öncesi dönemde afet yönetimi, genel olarak, afet zararlarını en aza indirebilmek amacıyla gerekli önlemleri almayı, mümkün olan hallerde önlemeyi, mümkün olmayan durumlarda ise acil kurtarma ve yardım çalışmalarının etkin bir biçimde yapılmasını sağlamayı, afet zararlarının azaltılması çalışmalarını kalkınmanın her aşamasına yaymayı ve insanları bu konularda eğitmeyi amaçlamaktadır. 144 AFET ESNASINDA Afet yönetiminin afet sırasındaki amaçları, mümkün olan en fazla sayıdaki insanı kurtarmak, afetlerin doğurabileceği ek tehlike ve risklerden insan canını ve malını korumak; afetten etkilenen toplulukların hayati gereksinimlerini en kısa zamanda karşılamak ve hayatın normale dönmesini sağlamaktır. Bu amaçların gerçekleşmesi, afet öncesi yapılan plan ve hazırlık çalışmalarının, kurulacak teşkilatın afet anında etkin bir biçimde harekete geçirilmesiyle mümkün olabilmektedir. AFET SONRASI Afet sonrası dönemde afet yönetiminin amacı, afetin doğurabileceği ekonomik ve sosyal kayıpların en düşük düzeyde kalmasını veya etkilerin en kısa sürede düzeltilmesini ve afetten etkilenen topluluklar için emniyetli ve gelişmiş yeni bir yaşam çevresi oluşturulmasını sağlamaktır. DEPREMLER Deprem, yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi ya da yanardağların püskürme durumuna geçmesi nedeniyle oluşan sarsıntılardır. Depremin olacağını önceden tespit eden cihazlar veya yöntemler henüz bulunamamıştır. Bu nedenle, depremle içi içe yaşayan ülkeler depremin yaratacağı olumsuz etkilere karşı hazırlıklı olmak zorundadır. Ülkemiz topraklarının %92'sinin deprem riski taşıdığı, nüfusumuzun da %95'inin bu bölgeler üzerinde yaşadığı bilinmektedir. DEPREM ÖNCESİ ALINACAK TEDBİRLER I-BİNA İÇİ ALINACAK TEDBİRLER 1) Yerleşim bölgelerini titizlikle belirlemeliyiz. Evimizi gevşek toprağa sahip meyilli yerlere yapmamalıyız. 2) Yapıları deprem etkilerine karşı dayanıklı yapmalıyız 3) Çok kar yağan ve çığ gelen yamaçlarda bina yapılmamalıdır. 4) Mevcut binaların dayanıklılıklarını arttırmalıyız. 5) Sigorta sistemine dâhil olmalıyız. V.b. 145 II. BİNA DIŞINDA ALINABİLECEK TEDBİRLER 1- Enerji hatlarından, diğer binalardan ve duvar diplerinden uzaklaşmalıyız. Açık arazide çömelerek etraftan gelen tehlikelere karşı hazırlıklı olmalıyız. 2- Deniz kıyısından uzaklaşmalıyız. 3- Toprak kayması, taş veya kaya düşebilecek yamaç altlarında bulunmamalıyız. Böyle bir ortamda isek en seri şekilde güvenli bir ortama geçmeliyiz. 4- Binalardan düşebilecek baca, cam kırıkları ve sıvalara karşı tedbirli olmalıyız. DEPREMDEN SONRA ALINACAK TEDBİRLER 1- Kesinlikle panik yapmamalıyız. 2- Sarsıntı kesilince önceden hazırladığımız afet çantası ile acil ihtiyaç duyulacak diğer malzemeleri (giysi, battaniye, su ve gıda gibi) yanımıza alarak derhal bulunduğumuz yeri önceden belirlediğimiz yollardan terk etmeli ve toplanma yerine gitmeliyiz. 3- Yıkılan binalarda yardıma ihtiyacı olanlara kurtarma, İlk yardım ve enkaz kaldırma çalışmalarında yardımcı olmalıyız. 4- İkinci sarsıntı ihtimaline karşı tedbirli olmalıyız. 5- Telefon hatlarını meşgul etmemeliyiz. 6- Yollarda engellememeliyiz. hasta ve yaralı nakli yapılacağı için trafiği 7- Deprem hakkında söylenti ve dedikodulara inanmamalıyız. 8- Aile içinde birbirimizle dayanışma halinde Özellikle çocukları olayın etkisinden uzaklaştırmalıyız. 146 olmalıyız. DÜNYA FELSEFE GÜNÜ (20 Kasım) AÇIKLAMA Artık felsefenin de bir "günü" var. Her yıl Kasım ayının üçüncü Perşembe günü, Dünya Felsefe Günü olarak kutlanmaktadır. Bu konudaki önerinin, Türkiye Felsefe Kurumu tarafından getirildiğini ve UNESCO tarafından kabul edildiğini hatırlatmak yerinde olur. 1946 yılında resmen yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization:UNESCO), savaş ve çatışmaların ilk çıkış yerinin insan zihni olduğunu belirtir. Dünyamızdaki olumsuz gelişmelerin önce zihinlerde başlaması nedeniyle, UNESCO'nun birtakım ilkeleri yaygınlaştırmayı amaçladığını görüyoruz. UNESCO Eski Genel Direktörü Federico Mayor, 17 Aralık 1996'da ''UNESCO için Felsefi Ufuklar'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada, UNESCO'nun özel olduğunu, çünkü kuruluşundan beri hep felsefe eğitiminin önemini bildiğini vurgulayarak şunları dile getirmektedir: ''İleri teknoloji ile aç çocukların hâlâ yan yana bulunduğu, sürekli olarak yeni ve çok defa önceden kestirilemeyen ilerlemelere tanıklık ettiğimiz bir dünyada, kişisel özerkliğe, düşünce özgürlüğüne ve etik yargıda bulunmaya gitgide daha çok önem vermeliyiz. İşte bu bakımdan felsefe eğitimi açıkça yirmi birinci yüzyılın anahtarlarından biridir.'' UNESCO, felsefî bilinci yaygınlaştırmak amacıyla 18 Kasım gününü Dünya Felsefe Günü olarak ilân etmiştir. Gün dolayısıyla, ülkemizde bazı üniversiteler ve liseler etkinlikler düzenlemektedir. Son derece memnunluk verici bu etkinliklerin gitgide çoğalması ve felsefenin öneminin daha fazla anlaşılır olması günümüzde daha da çok önem kazanmıştır. Dünya Felsefe Günü nedeniyle, felsefenin ve felsefi düşüncenin gündeme gelmesi önemlidir. Çünkü gerek dünyada gerekse ülkemizde felsefeye duyulan gereksinimin arttığını görebiliriz. İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu problemler kadar, ülkemizin kendine özgü problemleri de, olaylara felsefenin ışığında bakmayı gerekli kılmaktadır. Ama bütün bunlardan önce, kişinin kendi yaşamını anlamlandırması için felsefe gereklidir. Felsefe hayatımızı anlamlı kılan en önemli etkinliklerin başında gelir. Kişiyi ezbere yaşamaktan ancak felsefe kurtarabilir. Felsefi bakış açısının yardımıyla, ezbere yaşama durumundan sıyrılmaya başlayan insan, bu dünyada insanca yaşamanın olanaklarını aramaya ve gerçekleştirmeye de yönelecektir. 147 Savaşların, çatışmaların bitmek bilmediği ve savaş tacirlerinin her türlü yolu ve yöntemi kullanmaktan çekinmedikleri günümüz dünyasında, barış, özgürlük, insan hakları, insan onuru, insanın değeri, eşitlik, adalet vb. kavramların ve değerlerin savunulmasında ve insan eylemlerinin ilkelerini ve ereklerini oluşturmasında, felsefenin temellendiriciliği ve aydınlatıcılığı büyük önem taşımaktadır. Günümüzün sorunları karşısında, bilim insanları ve sanatçılar kadar felsefecilerin/filozofların sorumlulukları da büyümektedir. Çünkü bu dünyanın daha iyi, daha insancıl bir dünyaya dönüştürülmesinde ve uygarlık maskesiyle gizlenmeye çalışılan modern barbarlıklara başkaldırmada felsefenin işlevi yaşamsal bir önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki, felsefe insanlık ve uygarlık tarihinde önemli bir tarihsel güçtür. Dünya sorunlarına felsefe ile yaklaşılmasının ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Türkiye Felsefe Kurumu'nun 7–10 Temmuz 1986 tarihlerinde Ankara'da düzenlediği ''Dünya Problemleri Karşısında Felsefe Uluslararası Semineri'' ve 10–17 Ağustos 2003 tarihlerinde yine Türkiye Felsefe Kurumu'nun öncülüğünde gerçekleştirilen 21.Dünya Felsefe Kongresi felsefenin dünya için önemini göstermiştir. ''Dünya Problemleri Karşısında Felsefe Uluslararası Semineri'', Türkiye Felsefe Kurumu yayınlarından 1988 yılında yayımlanmıştır. Kitaplaştırılan bu seminerde yer alan yazılar ve başlıkları şunlardır: Evandro Agazzi ''Bilimde ve Teknolojide Etik Sorunlar'' Elisabetta Soricelli ''Çağdaş Toplumda Tıplaşmanın Aşırılığı'' Bedia Akarsu ''İnsan Açısından Teknolojik Gelişmeler ve Evrensel Kültür'', H.Odera Oruka ''Günümüzde Felsefe ve İnsanlık'' İoanna Kuçuradi Problemleri'' ''İnsan Hakları Açısından Dünya Alassanne Ndaw ''Irk Ayırımı Ya da İnsan Haklarının Yadsınışı'' J.P.Atreya ''Temel İnsan Hakları ve Barış'' Andre Mercier Koşulları'', ''Barışın Hüküm Sürmesinin Felsefi Türkkaya Ataöv ''Birkaç Söz'', Mümtaz Soysal ''Bugünkü Dünyada Bağımsızlık Sorunu'' H.Odera Oruka yazısında, insan varoluşunu tehdit eden sorunlar olarak ''nükleer tehdit'', ''dünya düzeyindeki açlık tehlikesi''nden söz etmekte ve demokrasinin uygulanmasında felsefenin rolünü tartışmaktadır. Kuçuradi ise, yaygın devlet 148 anlayışının, bugün mevcut adaletsizlik arasında nasıl bir ilgi oluşturduğuna değinir. Ndaw, ırk ayırımının insan haklarının yadsınışı anlamına geldiğini düşünür. Dünya Felsefe Günü, dünya sorunlarına felsefe ile bakma bilincinin yaygınlaştırılmasında önemli bir işlev oluşturacaktır. Böyle bir günün saptanmasında, Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu'nun çok değerli çabaları olmuştur. Türkiye Felsefe Kurumu sözü edilen federasyonun aktif bir üyesidir. Dolayısıyla Kurum sivil toplum kuruluşu olarak, gerek ülkemizde gerekse dünyada felsefe ve insan haklarının bilincinin yaygınlaştırılmasında önemli sorumluluklar üstlenmiştir. Dünya Felsefe Günü nedeniyle, felsefenin gündeme gelmesi pek çok bakımdan yararlı olacaktır. Bu vesileyle sayısız etkinlikler yapılabilir. Söyleşiler, konferanslar, paneller vb. yoluyla felsefecilerimiz, felsefeye ilgi duyan kişilerle bir araya gelerek, felsefe sevgisinin ve ilgisinin güçlenmesine katkıda bulunabilirler. "Her Okula Bir Felsefeci" giderek konuşabilir, felsefeye ilişkin soruları yanıtlayıp, yakındığımız bazı önyargıların değişmesine katkıda bulunabilir. Felsefecilerin yalnızca yazılarıyla ve kitaplarıyla değil, konuşmaları ve eylemleriyle de insanların karşısına çıkmaları gereklidir. 2002 yılında başlayan Dünya Felsefe Günü etkinliğinin, daha geniş boyutlar kazanarak sürmesi yararlı olacaktır. Belki Milli Eğitim Bakanlığı ve Türkiye Felsefe Kurumu işbirliği ile bundan sonra Kasım ayının üçüncü haftası Felsefe Haftası olarak kutlanabilir. Okullarımızda kurulan, sayıları ve etkinlikleri her geçen gün çoğalan felsefe kulüpleri ve kolları, eğitim kurumlarında da felsefeye yönelik ilginin ve gereksinimin göstergesidir. 149 ÖĞRETMENLER GÜNÜ (24 Kasım) AÇIKLAMA Ailemizden sonra ilk düzenli eğitimi okullarda alırız. Okullardaki düzenli eğitim ve öğretimle yetişir, insan oluruz. Bize okumayı, yazmayı, düşünmeyi, iyiyi ve güzeli öğretenler öğretmenlerimizdir. Öğretmenler, Öğrencilerini millete yararlı insanlar olarak yetiştirmeye gayret ederler. Çok zor ve kutsal bir görevi üstlenmişlerdir. Onlara duyduğumuz sevgi ve saygı sonsuzdur. Yurdumuzun hızlı kalkınması, ileri gitmesi için çalışıp çabalayan öğretmenlerimize gereken önemi vermemiz gerekir. Bu amaçla 1981'den itibaren, 24 Kasım günü Öğretmenler Günü olarak ilân edildi. 24 Kasım, Atatürk'ün Millet Mektepleri (okulları) Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. O gün, Büyük Atatürk, kara tahta başında milletine ders vermiş, “Başöğretmenlik” yapmıştı. Öğretmenler günü için 24 Kasım bu amaçla seçilmiştir. Ulu Önder Atatürk; milleti aydınlatacak, yurdu çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak kişilerin başında öğretmenleri görüyordu. 'Milleti kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir" sözünü de bu düşünceyle söylemiştir. Milletimizden, öğretmenlere değer verilmesini, saygı gösterilmesini istemiştir. Aynı şekilde Hazreti Ali de, "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" diyerek, bilginin ve öğretmenin önemini işaret etmiştir. Öğretmenlerin topluma yaptığı hizmet çok büyüktür. Onların bize verdiği emekleri hiçbir şekilde ödeyemeyiz. İyi, yararlı, yaratıcı insanlar olmamız için ömrünü veren Öğretmenlerimizi anne babamız gibi sever ve sayarız. Daha çok çalışarak onların verdiği emeği boşa çıkarmayız. Millet olarak da öğretmenlerimize sahip çıkmalıyız. Onların içinde bulunduğu şartlar ne kadar iyi olursa, o kadar başarılı olurlar. Bundan hem yurdumuz hem milletimiz yarar görür. 24 Kasım'da Öğretmenler Gününü bu düşüncelerin ışığında kutlarız. Cehaletle savaşan, bizi eğiten, topluma yol gösteren öğretmenlerimizi sevip saydığımızı, değer verdiğimizi gösteririz. KONUŞMA BAŞÖĞRETMEN Kurtuluş Savaşı zaferle sona ermiş, vatan ve millet kurtulmuştu. Bazıları sanıyordu ki, Atatürk'ün önderlik rolü artık 150 bitmişti. Hâlbuki O'nun kalbinde Türk milletinin yüzyıllardan beri şifa bulmayan yaraları kanıyordu. Atatürk en büyük derdin, halkın cahilliği olduğunu görüyordu. Onun kafasını aydınlatınca hızla yükseleceğini biliyordu. O sırada arkadaşlarından biri sordu: — İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz? — Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük isteğimdir. Maarif Vekili olmadı, Cumhurbaşkanı inkılâplar gibi Maarif inkılâbı da onun eseridir. oldu. Fakat bütün Atatürk, 1927de kararını verdi. 1928 kış ayları hazırlıkla geçti. 9 Ağustos 1928'de İstanbul'da Sarayburnu'nda halkla konuştu ve kararını bildirdi. Latin harfleri kabul edildi. Savaşta başkumandanlık eden Atatürk, "Başöğretmen" oldu. Seyahat ettiği yerlerde halkı imtihan etti ve dersler verdi. N. Ahmet BANOĞLU OKUMA ONA VERİNİZ Fatih Sultan Mehmet beyaz atına binmiş, ordusunun önünde yirmi iki yaşında İstanbul’a ilk defa giriyor. İki yanında onu yetiştiren hocalarından Akşemsettin, Molla Hüsrev, Molla Güranî. Şehir halkı da yol boyunca dizilmiş, heyecanla Türk ordusunu karşılıyor. Bu arada halkın arasından birçok kimse ve Bizanslı kızlar ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için ileri atılıyor. Hepsi de Akşemsettin'i aksakalıyla, ağır duruşuyla padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin, atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek: — Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz, demek istiyor. Kızlar da ona doğru koşuyorlar. Fatih bu çiçekleri almayıp Akşemsettin’e verilmesini İsteyerek şöyle diyor: — Evet, Sultan Mehmet benim. Ama o benim hocamdır. Gidiniz çiçekleri ona veriniz." Feridun Fazıl TÜLBENTÇİ 151 ÖĞRETMEN ANDI TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA'SINA, ATATÜRK İNKILÂP VE İLKELERİNE, ANAYASADA İFADESİNİ BULAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE SADAKATLA BAĞLI KALACAĞIMA; TÜRKİYE CUMHURİYETİ KANUNLARINI TARAFSIZLIK VE EŞİTLİK İLKELERİNE BAĞLI OLARAK UYGULAYACAĞIMA, TÜRK MİLLETİNİN MİLLÎ, AHLAKÎ, İNSANÎ, MANEVÎ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİNİ BENİMSEYİP, KORUYUP BUNLARI GELİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞACAĞIMA; İNSAN HAKLARINA VE ANAYASANIN TEMEL İLKELERİNE DAYANAN MİLLÎ, DEMOKRATİK, LÂİK SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE KARŞI GÖREV VE SORUMLULUKLARIMI BİLEREK BUNLARI DAVRANIŞ HALİNDE GÖSTERECEĞİME; BÜTÜN GÖREVLERİMİ TÜRK MİLLÎ EĞİTİMİNİN AMAÇ VE TEMEL İLKELERİNE UYGUN OLARAK YAPACAĞIMA, ÖĞRENCİLERİMİ BU DOĞRULTUDA YETİŞTİRECEĞİME NAMUSUM VE ŞEREFİM ÜZERİNE AND İÇERİM. ŞİİRLER ÖĞRETMENİM, ÖĞRETMENİM Öğretmenim uçur beni Sevgi dolu bir adaya. Öğretmenim kavuştur beni Özlediğim dünyaya. Öğretmenim göster bana Hiç batmayan güneşi Çocuklar ki altın kalpli! Öğretmenim söyle bana Mutluluğun şarkısını. Öğretmenim götür beni Kardeşliğin masalına... Öğretmenim, öğretmenim Ne olur bensiz gitmeyin! Fatma GÜNEY 152 ÖĞRETMENLER Ben, öğretmen Mehmet, Sen, öğretmen Ahmet, O, öğretmen Cevdet... Bizden sorulur, yalnız bizden Bu memleket. Türklüğü, Özgürlüğü, Varlığı, Uygarlığı, Kutluluğu, Mutluluğu Öğreten Öğretmen Mehmetler, Ahmetler, Cevdetleriz. Herkes yerinde sayarken Biz ilerleriz. Barışta, savaşta... Ta başta. İkinci Mehmet'i yetiştiren, Bin dört yüz elli üçten çok önce Bizans'a giren Biziz. Atatürk'ü yetiştiren de Biz. Bu yurt bizden sorulur. Daha pek çok Fatihler, Atatürkler yetiştiririz. M. Necati ÖNGAY SÖZ Sakın ha çocuğum, Bir harf için Kimsenin kölesi olma! Işıksız, Sevgisiz kalma. Gel, Kimse sevmiyorsa seni, Ben seveceğim. Yirmi dokuz harfle sana Dünyayı öğreteceğim. Aziz SİVASLIOĞLU 153 ÖĞRETMENİM Bilgiden kanatlıdır, Mutlu bir sanatlıdır, Sevgi dolu kalplidir, Benim öğretmenim. Biricik kalplerimizin, Yüce okulumuzun, Sevinçli günlerimizin, Neşesi öğretmenim. Kapkaranlık dünyamızın, Görgü bilgi kaynağımızın Güneşi, ayı, yıldızısın, Güler yüzlü öğretmenim. Turgut YILMAZ BAŞÖĞRETMENİM Atatürk benim Başöğretmenim. Ne öğrendimse O'ndan öğrendim. Baktım ki asker, Ben de askerim, Kars'ta Kore'de Nöbet beklerim... Baktım kürsüde, Nutuk söylüyor, O'nun sesini, Dünya dinliyor. Ne heyecanlı Ne heybetli O, Türk tarihinde En kudretli O, Tarih okudum, Baktım başta O, Her iyi işte, Her savaşta O. Çocuk kalbimle, İlk O'nu sevdim. Atatürk benim, Başöğretmenim... Tarık ORHAN 154 BİR SEVGİDİR ÖĞRETMENİM Bana sevgiyi Bana saygıyı Bana dostluğu Sen öğrettin Öğretmenim... Alfabeyi öğrettin a... b... c... Matematik öğrettin Bir... İki... Üç... Dört Sevmeyi öğrettin Çiçekleri... Ağaçları... İnsanları... Kuşları... Ver elini öpeyim öğretmenim Türk Öğün... Çalış... Güven diyordu Atatürk Sen de yaşattın bunu bizlere Sen çok yaşa öğretmenim Hastayken bile Verirdin sevgini bizlere Yaşıyorduk sevginle Kalbimizde... Seni seviyorum öğretmenim Bu sevgi bizlere Vatanımızı sevdirdi Ay yıldızlı al bayrağımızı Sevdirdi Hayatı sevdirdi Yaşayan bir sevgidir öğretmenim Mahmut TEKİN ÖĞRETMENİM Dün karşı kaldırımda gördüm sizi Heyecanlandım. Ömrümün altın çağı, çocukluk yıllarımı Hayale daldım. Elife 'oku' derdiniz hep 'oku' 'Işığı bulana kadar. Nasıl okusundu zavallı. Dağ bayır dolaşır gün boyu Peşinde çocuklar, önünde davar. 155 Ali de doktor olacaktı hani Hastalara şifa için. Berduş oldu, serseri oldu Varsa içki, yoksa kumar Kimse bilmiyor niçin? Leyla, okulu bıraktı. Murat Orta'dan döndü. Sevgi Kızı bilirsin öğretmenim Ümit dolu gözleri erkenden söndü. Kırk üç Hüseyin evlendi öğretmenim Karısı Haylaz Sebahat, Hüseyin Alamanda, Şehirde dükkanı var, Sebahat’mış köyde en rahat. Dün karşı kaldırımda gördüm sizi Kaçtım, oralarda duramadım. Bahtımı yüzümden okur diye Elinizi öpmeye varamadım. Şadi YILMAZ SENDEN ÖĞRENDİM ÖĞRETMENİM Okumayı yazmayı, Toplamayı, çıkarmayı, Bölmeyi çarpmayı, Dinimi, coğrafyayı, Senden öğrendim öğretmenim. Gülmeyi ağlamayı, Çok çalışıp kazanmayı, Hayatımı planlamayı, Kazanıp paylaşmayı, Senden öğrendim öğretmenim. Doğru dürüst olmayı, Bu vatanı, korumayı, Dalgalanan, şanlı bayrağı, El üstünde tutmayı, Senden öğrendim öğretmenim. Ben seni, bir anne bildim, İnan, annemden çok, seni sevdim, Beni, bu seviyeye, sen getirdin, Benim, canım öğretmenim, Müsaade edersen, ellerinden öpeyim. Cengiz YAZICI 156 ÖĞRETMENLERİM — Teröre kurban verdiğimiz Şehit Öğretmenlerimizin aziz ruhlarına ve Yurt bahçemize sevgi tohumları eken tüm öğretmenlere. Bilgisizdim kara cahil çökerken, Batmaktan kurtardı öğretmenlerim. Gaflet uykusunu ruha çekerken, Yatmaktan kurtardı öğretmenlerim. Ana oldu şefkat kanadın gerdi, İlim verdi, irfan verdi, yön verdi. Kurumuş gülleri yeşertip derdi, Atmaktan kurtardı öğretmenlerim. Atalar yolunu, ilkelerini, Bizlere öğretti törelerini, Sapık fikirlerin fitnelerini, Tatmaktan kurtardı öğretmenlerim. Onlardan öğrendik hayatı, canı, Sevdirdiler bize cennet vatanı, Doğru söze riya ile yalanı, Katmaktan kurtardı öğretmenlerim.. Ali Şeyh Özdemir DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ Köy öğretmeni Şefik Sinik’in son sözleri: ‘Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.’ Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçeklerini getirin buraya, Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklarını getirin buraya, Son bir ders vereceğim onlara, Son şarkımı söyleyeceğim, Getirin, getirin... Ve sonra öleceğim. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum, Kaderleri bana benzeyen, Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları Geniş ovalarda kaybolur kokuları... 157 Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni, Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini Bacımın suladığı fesleğenleri, Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini, Avluların pembe entarili hatmisini, Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın, Aman Isparta güllerini de unutmayın Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum. Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım, Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden, Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden, Ne güller fışkırır çilelerimden, Kandır, hayattır, emektir benim güllerim, Korkmadım, korkmuyorum ölümden, Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Baharda Polatlı kırlarında açan, Güz geldi mi Kopdağ’ına göçen, Yörükler yaylasında Toroslar’da eğleşen, Muş ovasından, Ağrı eteğinden, Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni, Eğin türkülerinin içine gömün beni. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, En güzellerini saymadım çiçeklerin, Çocukları, öğrencileri istiyorum. Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, Köy okullarında açan, gizli ve sessiz, O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek. Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek, Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Ben mezarsız yasamayı diliyorum, Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum, Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın, Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın, Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım, Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim, Çiçeklerde açar benim gizli arzularım. 158 Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Okulun duvarı çöktü altında kaldım, Ama ben dünya üstündeyim, toprakta, Yaz kış bir şey söyleyen toprakta, Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım, Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım, Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir. Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya, Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya. Ceyhun Atıf KANSU SEVGİLİ ÖĞRETMENİM Neler öğrettin bana, Sevgili öğretmenim. Ne yapsam azdır sana, Sevgili öğretmenim. A, B, C’yle başlattın, Hayatıma renk kattın, Dünyamı aydınlattın, Sevgili öğretmenim. Dün Zühal’din, İnci’ydin, Bugün Ebru’dur ismin, Bana bir dünya verdin, Sevgili öğretmenim. Günaydın diyen sesin, Sımsıcaktır nefesin, Destansın, efsanesin, Sevgili öğretmenim. Halil İbrahim GÜNCAN 159 GÜZEL SÖZLER 160 Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. (M.K. ATATÜRK) Öğretmen, ödülünü yıllar geçtikten sonra alır. Öğrencisini etkilemeden öğretmeye kalkanlar, soğuk demiri boş yere döverler. (Horace Mann) Öğretmenler, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. (M.K. ATATÜRK) Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. Öğretmenler toplumumuzun en fedakâr unsurlarıdır. Eğitim sevgiyle başlar. Öğretmenler, Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin karşılaştığınız engelleri kıracağız. (M.K. ATATÜRK) (Hz. Ali) DÜNYA AİDS GÜNÜ (1 Aralık) AÇIKLAMA 1 Aralık Dünya AIDS günü ve izleyen günler hastalığın işlendiği bir hafta olarak anılıyor. Dünya için giderek önemli bir tehlikeye dönüşen ve 22. Yüzyılla birlikte Afrika başta olmak üzere geri kalmış ülkelerde ortalama yaşam süresinin 30'un altına düşebilme beklentisinden olsa gerek ülkemizde de konu ilk kez ciddiyetle ele alındı. Tarih boyunca her yüzyılın kendine has bir salgına tanıklık ettiğini görüyoruz. Christopher Colombus Amerika'dan döndükten hemen sonra Fransız ordusu Napoli'yi işgal edince şehir bir salgına yakalanmıştı. Fransızlar buna Napoliten Hastalığı, İtalyanlar ise Fransız Hastalığı adını vermişlerdi. Aynı yıllarda benzer bir salgın Kuzey Hindistan'da da görülmüş, bu kez Müslümanlar Hinduları, Hindular da Müslümanları suçlamaya başlamışlardı. Ama çok kişi Frenginin Avrupa'ya Colombus'un gemileriyle ulaştığını söylüyordu. Frengiye yakalananlar tarih boyunca lanetlendiler. Ne de olsa cinsel ilişki ile bulaşan bir hastalıktı. Etken olan mikrobun belirlenmesi için 20. Yüzyıl beklenecekti. 18. yüzyılda beliren Tüberküloz, tamamen aşağı sınıfın hastalığı olarak bilindi. 19. yüzyılda Yahudilerin bu hastalığa genetik olarak dirençli olduğu iddia ediliyordu. Yine o yıllarda ortaya çıkan Gut Hastalığı ise yüksek sınıfın bir rahatsızlığıydı. Kolera ise Asya'nın Avrupa'nın başına bela ettiği bir hastalıktı. Tamamen geri kalmış toplumlarda görülüyordu. 20. yüzyıl başlarında beliren Kanser ise sigara ile oluşmaktaydı. Dolayısıyla sigara içenler toplum için birer hastalık kaynağıydı. Hitler Kanserin Ari ırkı zedelemek için özellikle oluşturulmuş bir hastalık olduğunu bile iddia etti. 1980'lerde ortaya AIDS çıktı. Önceleri bir çeşit homoseksüel hastalığı olarak biliniyordu. Kökeni Afrikalılar veya Haitililerdi. Allah'ın günahkârlara verdiği bir ceza olmalıydı. Ama hastalık Amerika ve Avrupalıların da başına bela olunca işin rengi değişti. Yine dünyayı kurtarma görevi onlara düştü. Dünya Sağlık Örgütü AIDS için seferber edildi ve Ocak 1999'da 'Hangi ülkeden gelmiş olursa olsun HIV/AIDS ile yaşayan insan sınır dışı edilemez, aşağılayıcı muamele ya da ayrımcılık uygulanamaz' diye bildirge bile yayınladı. 2002 Raporunda ise her gün 6000 yeni gencin bu hastalığa yakalandığı ve bu yıl toplam 68 milyon yeni hasta beklendiği belirtildi. Halen dünyada 40 milyon kişinin HIV (+) olduğu ve %95inin gelişmekte olan ülkelerden kaynaklandığı tahmin ediliyor. 161 İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ HAFTASI ( 1 Aralık ile başlayan hafta ) AÇIKLAMA İnsanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk duygularını geliştirmek, insanın insan olmak haysiyeti ile sahip olması gereken hakların hepsine “ İnsan Hakları” denir. İnsan hakları, kişiyi kendi özüyle yaşatacak kurallardır. İnsanın insana hükmetmesi, onu ezmesi insan onuruna yakışmayan ve kabul edilemeyecek bir davranıştır. Bu tür ayırımların yapıldığı toplumlarda kavga, çatışma, isyan eksik olmamıştır. İnsanlar arasında hak, eşitlik, adalet, özgürlük düşüncesi yaygınlaştıkça bu konuyla ilgili mücadeleler de artmıştır. İnsanlara insan oldukları için sahip olmaları gereken bir takım hakların bulunduğu fikri ilk kez İngiltere’den ortaya atıldı.19. Yüzyılda Amerika ve diğer birçok ülkelere yayılan bu fikir akımından sonra 1789 Fransız İhtilali Avrupa’da insan haklarının kabul edilmesini ve uygulanmasını sağlamıştır. Amerikan Cumhurbaşkanı Roosvelt ile İngiliz Başkanı Churcill tarafından imzalanıp duyurulan Atlantik Beyannamesinde insan hakları genişletildi. Bu beyannamede insanlara millet, inanç, ırk ayırımı gözetmeksizin herkes için eşit haklar konmuş ve yasaların korumasına verilmiştir. 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün öncelikle amacı dünyada barışı ve güvenliği sağlamaktı. 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütü “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni kabul ve ilan etti İnsan Hakları Beyannamesi 30 maddeden oluşmuştur. Bu beyanname insana değer veren, özgürlük, eşitlik tanıyan duyurudur. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ Her yıl 10 Aralık gününü de içine alan hafta “İnsan Hakları Haftası” olarak kutlanır. Hafta süresince kişi hakları belirtilir, insanca yaşamanın önemi anlatılır. İnsan sevgisinin herkese aşılanması sağlanır. İnsan haklarına saygı göstermeyen kişi ve milletler asla barışı sağlayamazlar. 162 ● Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. ● Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir. ● Yaşamak, özgürlük ve can güvenliği herkesin hakkıdır. ● Hiç kimseye işkence, zulüm, onur kırıcı ceza ya da işlem uygulanamaz. ● Yasalar önünde herkes eşittir. ● Hiç kimse yasalara aykırı alıkonulamaz, sürülemez. ● Herkes davasının hakkına sahiptir. ● Herkesin özel hayatı, ailesi, konutu yasayla korunmalıdır. ● Evlilik çağına gelen her erkek ve kadın, hiçbir ırk, renk, din şartına bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir; aile, toplumun temel öğesidir. ● Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir. ● Herkes mal ve mülk edinme hakkına sahiptir. ● Herkesin düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü vardır. ● Herkesin çalışma, işini kurtulma hakkı vardır. ● Herkesin eğitim hakkı vardır, ilk eğitim parasızdır. ● Kölelik ve kulluk yasaktır. ● Herkes nerede olursa olsun yasalar çerçevesinde korunur. ● Bütün insanlar Anayasaya uygun olarak yargı organına başvurma hakkına sahiptir. ● Bir suç işlemekten sanık olan herkese, savunması için gerekli bütün haklar sağlanmaktadır. ● Herkes dilediği devletin ülkesinde gezebilir, dilediği an terk edebilir veya ülkesine geri dönebilir. ● Her insan bir vatandaşlığa sahiptir. ● Her insanın düşünce, inanç ve din özgürlüğü vardır. ● Hiç kimse tutulamaz. bağımsız düşünce ve olarak tutuklanamaz, bir mahkemede özgürce ve haberleşmesi seçme sözlerinden görülmesi ve dolayı işsizlikten sorumlu 163 ● Herkes toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Hiç kimse bir derneğe girmek için zorlanamaz. ● Herkes doğrudan doğruya veya özgürce seçtiği temsilcilerle ülke yönetimine katılır. ● Kişinin sosyal güvenliğe kavuşturulması, uluslar arası işbirliği ya da devletin kaynaklarına uygun olarak gerçekleştirilir. ● Herkes dinleme, eğlenme, çalıştıktan sonra ücretli tatil yapma hakkına sahiptir. ● Herkes güzel sanatların her dalında çalışmak ve bu çalışmalara katılmak hakkına sahiptir. ● Bütün insanlar bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerin uygulanmasını sağlayacak bir sosyal düzeni hak etmiştir. ● Herkes bu bildirideki olduğunu kabul eder. ● Bu bildirinin hiç bir maddesinin, devlet, toplum ya da kişiler tarafından yok edilmesi için çalışma yapılamaz. maddelere uyulmasının ŞİİRLER BİZ DÜNYA ÇOCUKLARI Bizler çiçekleriyiz Umudun ve sevincin, Habercileriyiz biz, Gelen mutlu günlerin Biz hepimiz kardeşiz. Hep dünya çocukları, Yaşanası dünyayı. Kuracağız birlikte Her ülkeden, her ırktan, Biz dünya çocukları, Verelim hep el ele Dünyanın her yerinde Haydi, çocuklar gelin bizimle, Yürüyelim biz yarına, Haydi, çocuklar gelin bizimle, Mutluluğa ve barışa. Gülsüm AKYÜZ 164 gerekli İNSAN HAKLARI İnsanlığa önem verip, Bu bildiride yayınlandı. Bütün insanlık sevinip, Derin uykudan uyandı. O evrensel bildiride, “İnsan Hakları” var, dinle, Bildiriyi okuyalım, Arkadaşım gel seninle. “Tüm insanlar hür doğarlar, Dil, din, ırk, renk bakımından, Ayrı bile bulunsalar, Kaybetmezler haklarından.” “Köleliği” çirkin bulur, “Özgür” olmayı savunur. İnsanları sevdiğine, Bütün dünyaya duyurur. Çarptırılmaz hiçbir kimse, İnsanlık dışı cezaya Karışamaz hiçbir kuvvet, Ne almaya, ne satmaya. Hasan ŞEN İYİLİK İyi şeyler düşünüyorum dostlar Sizin için iyi şeyler. İnsan insanı sevmez de bu dünyada Başka neyler? Bahar içinde bahar, Sonra sevince döner kaygı Üstünde yaşadığım toprak kadar Dostlarım, size de saygı. Sayılır odama bir uyku bitimi Güvercin kanatlı iyilik Gün ışığı böldü bütün derdimi Işığın içindeki geniş mavilik Recep BİLGİNER 165 GÜZEL SÖZLER 166 ● İnsan köle doğmaz, köle yapılır. ● Gerçek olan tek yarış! İnsanlık yarışı. ● En büyük sevgi, insanlık sevgisidir. ● İnsan, insanın efendisi olamaz. ● Ancak kendi kendini yönetebilen insanlar hürdür. ● Bütün insanlar özgür ve eşit doğarlar. ● Millî kinlerin üstünde, insana duyulan kin vardır. ● Özgürlüğünden vazgeçen kimse, görevlerinden vazgeçmiş demektir. ● İnsan sevgisi kadar büyük sevgi olamaz. ● Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. ● Kişisel hürriyetler kutsaldır. ● İnsanlık muhabbeti vardır. insanlık hak ve TUTUM YATIRIM VE TÜRK MALLARI HAFTASI (12–18 Aralık günleri) AÇIKLAMA Tutum; parada, malda, zamanda gereksiz harcamadan kaçınmak demektir. Yatırım ise biriktirdiğimiz parayı gelir getirecek şekilde değerlendirmektir Tutumlu insanlar, paralarını, mallarını gereksiz yere harcayıp, israf etmezler. İhtiyaçlarını zamanında ve ucuzken alırlar. Yeteri kadar alırlar. Yurdumuzda her gün birçok yiyecek (ekmek, meyve, sebze) çöpe atılmaktadır. Bu yiyeceklerin ne zor şartlarda, nice emekle üretildiğini hepimiz biliyoruz. Öyleyse insanların bunları niye ziyan ettiklerini, yeteri kadar almadıklarını sormamız gerekiyor. Hiç kimse, "Para da benim, mal da benim; islediğim gibi kullanırım," diyemez. Yurt ekonomisine zarar veremez. Böyle insanlar, müsrif davranarak kendi paralarını da çöpe atmaktadırlar. Oysa tutumlu insanlar, ne paralarını, ne de mallarını çarçur ederler. Biriktirdikleri parayı bankaya yatırırlar veya gelir getirecek başka işler yaparlar. Böylece zor günlerde sıkıntı çekmezler. İnsan, zamanda da tutumlu olmalıdır. Boş zamanlarını yaralı işler yaparak değerlendirmelidir. "Vakit nakittir" atasözü, zamanın para gibi değerli olduğunu anlatmaktadır. Evimizde birçok şeye ihtiyaç duyarız. Bu ihtiyaçlar için para harcarken de dikkatli olmalıyız. Nasıl mı?.. Para harcadığımız malların bazıları yurt dışından gelmektedir. Birçoğu ise yurdumuzda üretilmektedir. Yurdumuzda yetiştirilen ürünler, fabrikalarımızda yapılan mallar yerli malıdır. Yerli malın üstünde "TM" (Türk Malı) damgası vardır. Yerli malı kullanırsak paramız yabancı ülkelere gitmez. Yurt ekonomisi güçlenir, zenginleşir. Yeni okullar, hastaneler, barajlar, fabrikalar, yollar yapılır. Millet olarak daha rahat yaşarız. 12–18 Aralık tarihleri arasında Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftasını kutlarız. Bu haftanın amacı, insanlarımıza küçük yaşlardan başlayarak yerli mallarımıza sahip çıkma bilincini kazandırmaktır. Tutumlu olmayı ve yatırım yapmayı öğretmektir. Öyleyse hepimiz israftan kaçınmayı, para biriktirmeyi, yerli malı kullanmayı millî bir görev olarak yerine getirelim. Yurdumuz daha çabuk kalkınsın, biz de mutlu olalım. 167 OKUMA MUTLU KALEM Ben bir kurşun kalemim. Dışım ağaçtan, içim ise kömürdendir. Beni bir fabrikada yaptılar. Adamın biri beni ve arkadaşlarımı satın aldı. Arabayla uzun bir yolculuk yaptık. Sonunda bir dükkâna konuk olduk. Güzel bir gündü. Vitrinde durmuş çevremi seyrediyordum. Çocuğun biri içeriye girdi. Beni satın alıp çantasına koydu. Evine götürdü. Kalemtıraşı çıkarıp ucumu açmaya başladı. O an çok heyecanlandım. Biraz da korktum. Ama o ucumu dikkatli bir biçimde açtı. Canımı hiç acıtmadı. Sonra da bir kâğıda adını ve soyadını yazdı. Okudum. Adı Zeynep Çalışkan'mış. Zeynep'in yazısı inci gibi güzeldi. O benimle ödevini yazarken mutluluktan uçuyordum. O hep böyle güzel ve doğru yazdıkça da mutluluktan uçacağım. Aziz SİVASLIOĞLU MİLLET MALI Soğuk, karlı bir hava, yer bembeyaz. Bu beyazlığı, yalnız önümüzde giden karartılar bozuyor. Bunlar, kağnılarıyla ordumuza cephane taşıyan köylü kadınlarıdır. Biraz sonra onlara yetişip selâmlaştık. Biz kalın paltolarımız altında titrerken, çok yaşlı bir nine, yorganını kağnının üstüne örtmüştü. Çıplak ayaklarıyla karları çiğniyordu. Arkasındaki peştamalın içinde de kendisi gibi çıplak bir yavru vardı. Onları görünce içim sızladı: — Nineciğim, dedim. Üşümez misin sen? Bak torunun da neredeyse donacak. Arabaya serdiğin yorganı onun üzerine örtsene... Nine kağnıya doğru koştu: —Kar serpeliyor oğlum, dedi. Bunun altındaki millet malıdır. Islanmasın. Sonra yorganının uçlarını çeke çeke, cephaneyi iyice örtü. Torunundan, oğlundan, kendisinden daha çok ordumuzun cephanesini düşünüyordu. İşte, kazandı. Türk Milleti Kurtuluş Savaşı'nı böyle fedakârlıklarla Mustafa NECATİ 168 OYUN Elma — Benim adım Elma, Elma değil Helva. Tatlı ses veririm, Ağzında eririm. Çocuk — Yanıma gel, say hatır, Yiyeyim seni kıtır kıtır Elma — Sen beni yiyemezsin, Paramı veremezsin. Çocuk — Çikolata aldım biraz, Hiç param yok, gel etme naz. Elma — Darıldım ben de sana, Bakmışsın el malına. (Hızla çıkar) Armut — Bal dolu içim, Paran var mı eşim? Çocuk — Param yok, param yok, A benim canım param yok. Armut — Gelemem, gelemem, Parasız çocuk, gelemem..(Çıkar) Portakal— Benim adım portakal, Çocuk — Ne olursun burada kal. Portakal— Paran varsa al, Yoksa düşünceye dal. (Çıkar) Üzüm — Benim adım üzüm, Çocuk — Sen bari gel iki gözüm. Üzüm — Parasız yoktur sözüm. (Çıkar.) Ayva — Benim adım ayva, iştah açarım, Parasızdan kaçarım. (Koşarak çıkar) Çocuk — Eyvah kaçırdım yine, Pişmanım paramı yediğime. Ah, dursaydı param, Olsaydı, bir kumbaram. Bu öyle bir ders ki bana, Bakmam artık el malına. M. İhsan BULUR 169 ŞİİRLER YERLİ MALI HAFTASINDA Yerli malı giyelim, Yerli yemiş yiyelim, Elma, armut, fındık, nar, Yurdumuzda bol bol var. Mersin'in portakalı Ankara'nın ak balı, Bursa'nın kestanesi, Ne hoş olur yemesi. İzmir'in üzümleri, Dünyada yok benzeri, İstanbul'un kirazı, Müjdeler bize yazı. Bursa'nın ipeklisi, Nazilli çiçeklisi, Kayseri ve Adana, Bez dokurlar vatana. Türk şekeri, Türk bezi, Besler giydirir bizi, Sevinelim çocuklar, Çalışsın fabrikalar. Türk yurdu bir petektir, Türk milleti arıdır, Yurdumuzun ziyneti, Türk fabrikalarıdır. Açılsın fabrikalar, Delinsin yalçın dağlar, Bankalarda biriksin, Deste deste paralar. Yücelecek yurdumuz, Kimseden yok korkumuz, Sevinelim çocuklar, Çoğalsın fabrikalar. Tarık ORHAN 170 YERLİ MALI HAFTASI Yerli malı haftası, Seni özledik durduk. Günün gelecek diye. Yolunu gözlüyorduk. Süsleyelim masamızı Kutlayalım haftamızı. Yurdumuzda neler yok, Ne yetişmez, ne bitmez? Eğer görmek istersen Yurdu biraz dolaş gez. Süsleyelim masamızı Kutlayalım haftamızı. İsmail Hakkı TALAS TUTUM Her şeyde tutum ile Daha çok üretiriz. Bu yoldan gideceğiz, Mutlu olacağız biz. Odamız ışıklansın, Biz içinde yaşarken Ocağı söndürelim, Yemeğimiz taşarken. Enerji kaynakları, Odun, kömür, su ve gaz Fakat bunlar tükenir, Dikkat etmezsek biraz Süleyman ATSIZ 171 YERLİ MALI Yerli yemiş yiyelim, Yerli malı giyelim. Ondan bize fayda var, Yaşasın yerli mallar. Yerli malı dururken Yabancıya yok para. Eğer paran çok ise, Al hemen bir kumbara. Yerli yemiş yiyelim. Yanağımız al olsun. Emeğimiz, paramız Gene bize mal olsun. Fahrünnisa ELMALI YERLİ MALI VATAN MALI Üstüm, başım, içim, dışım, Ayakkabım yerli malı... Vatanını seven insan, Yerli malı kullanmalı... Neden param avuç avuç Yabancıya gitsin bütün? O paralar diken olur, Canımızı yakar bir gün... Yerli malı duruyorken Yabancıya bakar mıyım? İşçimizin emeğini Bile bile yıkar mıyım? Çeşidi az olsa bile, Yerli malı, vatan malı Başka türlü düşünenler Varlığından utanmalı. Hakkı SUNAT 172 GÜZEL SÖZLER ● Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı. ● Ak akçe kara gün içindir. ● Ayağını yorganına göre uzat. ● Damlaya damlaya göl olur. ● Sakla samanı, gelir zamanı. ● Emek olmayınca yemek olmaz. ● Para, mal ve zamanda tutumlu olalım. ● İşleyen demir pas tutmaz. ● İşten artmaz, dişten artar. ● Yurdunu seven yerli malı kullanır. ● Güvenme varlığa, düşersin darlığa. 173 ENERJİ TASARRUFU HAFTASI ( Ocak ayının ikinci pazartesi günü başlar ) AÇIKLAMA Enerjinin insan hareketinde, insanın günlük yaşantısında çok büyük bir yer tuttuğu muhakkaktır. Bu önemli ihtiyacın bilinçsiz kullanılması, insan geleceğine birçok olumsuz etkiyi de beraberinde getirecektir. Enerjinin gereği kadar ve bilinçli olarak kullanılmasını sağlamak için her yıl 11 – 18 Ocak tarihleri arasında Enerji Tasarrufu Haftası kutlanır. Hafta içinde, bütün yurtta enerji tasarrufu ile ilgili toplantı ve açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda enerji tasarrufunu işleyen programlar yayınlanır. Okullarımızda enerjide tutumlu olmanın önemi anlatılır. Alınması gereken önlemler belirtilir. Öğrenciler arasında enerji tutumu ile ilgili afiş, karikatür, resim ve kompozisyon yarışmaları düzenlenir. Bu yarışmalarda derece alanlara ödülleri dağıtılır. Bu çalışmaların amacı, enerjinin iyi kullanımını sağlamaktır. Günümüzde enerjinin önemi gittikçe artıyor. Enerji iş görebilme, iş yapabilme gücüdür. İki tür enerji vardır. Durum enerjisi ve Hareket Enerjisi. Durum enerjisi cisimlerin durumu nedeniyle sahip olduğu enerjidir. Cismin hareketi sırasında oluşan enerjiye de hareket enerjisi denir. Evde, işyerinde, toplum yaşamının her alanında makineler kullanılır. Makineler insanların işlerini kolaylaştırır. Az emekle kısa sürede büyük işler görülmesini sağlar. Evimizdeki buzdolabı, elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi annemizin işlerini kolaylaştırır. Traktör çiftçilerin az zamanda çok iş yapmalarını sağlar. Kullandığımız araç ve gereçlerin, giyeceklerimizin çoğu fabrikalarda, makinelerle üretilir. Bütün makineler enerji ile çalışır. Makinelerden düzenli ve sürekli olarak yararlanabilmek için enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız. Başlıca enerji kaynaklarımız; elektrik, su, güneş, kömür ve petroldür. Bu enerji kaynaklarından elektriği kendimiz üretiyoruz. Güneş ışığından ve sularımızdan doğal enerji olarak yararlanıyoruz. Yalnız petrol ülkemizde yeterince çıkmadığı için petrolün yarısını dışarıdan alıyoruz. Son yıllarda kömür rezervlerimizin azalması sebebi ile onu da dışarıdan ithal etmeye başladık. Bütün bu enerji alımları, ekonomimiz için ağır bir yüktür. Dış satım gelirimizin büyük bir bölümü petrol alımına harcanıyor. Ulusal ekonomimizin düzelmesi için enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız. Enerjinin yetersizliği, üretimin düşmesini, yurt ekonomisini ve günlük yaşantımızı etkilemektedir. Enerjide tutum, sınırlı enerji kaynağının en verimli biçimde kullanımıdır. Gereksiz enerji tüketiminin ve kayıplarının azaltılmasıdır. 174 Enerjide tutum aynı işi daha az enerji ile yapmaktır. Enerji Tutum Haftası içinde öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım. Evimizde boşa yanan lambaları söndürmeyi unutmayalım. Bozuk musluklarımızı onaralım. Suyumuzun boşa akmasını önleyelim, izlemediğimiz program süresince televizyonu ve radyoyu kapatalım. Kışın pencere yalıtımlarına daha çok özen gösterelim. Enerji tasarrufu konusunda öğrendiklerimizi, dinlediklerimizi ömür boyu uygulayalım. OKUMA UZUN MEHMET Aşağıda, Uzun Mehmet’in enerji kaynaklarımızdan maden kömürünü buluşunu okuyacaksınız. Maden kömürü, maden kömürü, derler. Nedir bu maden kömürü? Kara bir taş. Evet, kara bir taş. Fakat bu kara taş, bir memlekete yiyecek kadar gerekli. Buğday kadar, et kadar gerekli. Maden kömürü ile tren işler, vapur işler, fabrika işler. Bundan uzun yıllar önce Türkiye’de maden kömürü var mı yok mu bunu bilen yoktu. Bizde maden kömürünü ilk defa Uzun Mehmet adında bir genç buldu. Böylece memlekete büyük hizmet etti. Uzun Mehmet bir köylü çocuğuydu. Zonguldak’ta bir köyde doğdu. Büyüdü, asker oldu. İstanbul’a gitti. Orada deniz eri olarak askerlik yaptı. Maden kömürünü ilk defa askerlikte gördü. Onun memlekete ne kadar gerekli bir şey olduğunu askerlikte öğrendi. Günler geçti. Askerlik bitti. Son gün erler toplandılar. Uzun Mehmet de onların içindeydi. Bölük komutanı geldi. Elinde bir parça maden kömürü vardı. Dedi ki: ― Arkadaşlar, bunun maden kömürü olduğunu öğrendiniz. Şimdi biz bunu para ile alıyoruz. Türkiye’de maden kömürü var mı yok mu bilen yok. Varsa bulmak lazım, onu bulmak memlekete çok büyük bir hizmet olacak. Gittiğiniz köyde, dağda, derede, her yerde bu kömürü arayın arkadaşlar. Bölük komutanı her ere bir parça maden kömürü verdi. Uzun Mehmet de bir parça aldı, torbasına koydu, yola çıktı. Birkaç gün sonra köye vardı. Uzun Mehmet, köyde nereye gitse maden kömürü parçasını da yanına alıyordu. Her yerde maden kömürü arıyordu. 175 Bir sabah, erkenden evden çıktı. Bütün gün yürüdü. Akşamüzeri bir uçurumun önüne geldi. Burası tam bir maden kömürü yatağıydı. Uzun Mehmet: ― Buldum işte! Şimdi buldum! diye sevindi. Hemen işe başladı. Kömürü kazdı, ondan bir çuval aldı, eve götürdü. Birkaç parça aldı, ocağa attı. Bunlar maden kömürüydü. Hem de iyi cins maden kömürü. Çok güzel yanıyordu. Birkaç gün sonra Uzun Mehmet İstanbul’a gitti. Orada komutanını buldu. Ona bulduğu kömürü gösterdi. Bölük komutanı kömürü aldı, baktı: ― Evet, bu maden kömürü, Hem de iyi cins maden kömürü. Aferin Mehmet. Bunu nereden buldun, dedi. Mehmet: ― Zonguldak’ta diye cevap verdi. O gün bölük komutanı :”Uzun Mehmet Zonguldak’ta maden kömürü buldu” diye hükümete haber verdi. Hükümet Uzun Mehmet’e aylık bağladı. Bir gün geldi, herkes gibi Uzun Mehmet de öldü. Fakat “Uzun Mehmet” adı kaldı. Hiç unutulmadı. OYUN HESAP ADAMI (Bir öğrenci, elindeki musluk, ampul ve kömürle sahneye gelir.) ÖĞRENCİ — (Elindekileri masaya bırakır.) Ne tamirciyim ben, ne elektrikçi ne de kömürcü... (Gururlanarak.) Hesap adamıyım. Hesap adamı, hesaptan, yani matematikten anlar. (Ampulü alır, gösterir.) Bakın, bu ampuldür. Elektrik, bunun içinde ışığa döner. Ampul yanar yani, ışık verir. Ampul yanar ama para da yanar bu arada. Elektriği yalnızca bu mu yakar? Yoo... Buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrikli fırın, televizyon, radyo, teyp, müzik seti, elektrikli ütü, elektrik süpürgesi... Say da say... Ne çok elektrik, ne çok para harcıyoruz aslında. Bunu en çok anne-babalar biliyor. Faturalar gelince küplere biniyorlar. Suya da para harcıyoruz. Bedava değil herhalde. (Musluğu alır, gösterir.) Bu var ya bu, hiç boş bırakmaya gelmiyor. Kulağını bükmek gerekir her zaman. (Musluğun kulağını büker.) Odun, kömür, tüp gaz, gazyağı... Bunlar da parayla... Aile bütçesinin, devlet bütçesinin en korkunç kemirgenleri, hep açık verdiriyorlar... Ne demiştim? Hesap adamıyım ben. Matematiği seven herkes, hesap adamıdır biraz. Oturup bir hesap yaptım: Diyelim ki, elektriğe ayda 176 altmış lira ödüyoruz. Bunu elliye, kırka indirmek olası mı? Evet, olası. Nasıl? Çok kolay: Daha az televizyon seyrederek, ampullerin yerine flüoresan lamba takarak, elektrikli ev eşyalarını daha az kullanarak... Sonuç: Ayda altmıştan bir yılda yedi yüz yirmi lira yerine; ayda kırktan, yılda dört yüz seksen lira ödeyeceğiz. Ne kadar tasarruf yaptık? Yedi yüz yirmi eksi dört yüz seksen eşittir iki yüz kırk. Yalnızca elektrikten bu kadar tasarruf ettik. Ailemize bu para önemli bir katkı değil mi? Yurdumuzda on milyon aile olduğunu kabul edelim. Her aile iki yüz kırk lira tasarruf etse, bir ayda ne kadar tasarruf sağlanır? On milyon, çarpı iki yüz kırk, eşittir, iki milyar dört yüz milyon lira. Bu kadar para tasarruf eder ülkemiz. Bu tasarrufu petrolde, suda, kömürde, odunda yaptığımızı varsayarsak bütçemize büyük bir gelir sağlamış oluruz... Ama her işte olduğu gibi uygulama önemlidir. Hesap etmişsiniz ama uygulamıyorsunuz; neye yarar! Ben hem iyi bir hesap adamı hem de iyi bir uygulayıcıyım. Evdeki tüm ampulleri değiştirttim. Onların yerine flüoresans lambalar yanıyor şimdi. Yüzde seksen enerji tasarrufu sağladık. Suyun damlası bile boşa akmıyor. Soba gereğinden fazla yakılmıyor. Babam ve annem çok memnunlar. Ben de memnunum. Tasarruf ettiğimiz parasının bir bölümüyle yazın bisiklet sahibi olacağım. Dedim ya, ben bir hesap adamıyım. Evdeki hesabı çarşıya uydurmakta üstüme yoktur! Aziz SİVASLOĞLU ŞİİRLER TASARRUF NE GÜZELDİR Haydi, koş, bir, iki, üç... Gereksiz yanan ampuller, İsraf etmeyin enerjiyi diyor. Onu yeniden sağlamak güç... Bak, musluk ağlıyor, Tamir et beni diyor. Ah, çöp kutusundaki bayat ekmekler Fırında kalsaydım, diyor. Kış geldi yine, pencereler Elden geçmeli bir bir. Gereksiz ısı kaybı nedir? Anlattı öğretmenimiz teker teker. Çabuk tükeniyor petrol zenginliğimiz. Petrol demek, döviz demek, Tüm ulusa karşı ödevimiz Enerji tasarrufu için seslenmek. Öner KEMAL 177 GÜZEL SÖZLER 178 Enerji savurganlığı bütçemizi eritir. En ucuz enerji, tasarruf edilen enerjidir. Üretimde süreklilik, enerjide tutumla olur. Yaya gidilecek yere otomobille gitmeyelim. Enerji daha güçlü atılımlar için birikimdir. Damlaya damlaya göl olur. İsraf haramdır. SİVİL SAVUNMA GÜNÜ (28 Şubat) AÇIKLAMA Savaşta ve afetlerde halkın can ve mal kaybını en aza indirme amacını taşıyan ve topyekûn savunmanın en önemli unsurlarından biri olan SİVİL SAVUNMA; 1- Savaş zamanı halkın can ve mal kaybının en aza indirilmesi 2- Afetlerde can ve mal kurtarılması; 2- Büyük yangınlarda can ve mal kaybının azaltılması; 3- Yok olmaları veya çalışamaz hale gelmeleri durumunda yaşamı büyük ölçüde etkileyecek olan kamu ve özel kurum ve kuruluşların korunması ile bunların acil onarımlarının yapılması; 4- Savaş zamanı her türlü savunma faaliyetlerinin sivil halk tarafından desteklenmesi; 5- Cephe gerisinde halkın moralinin kuvvetlendirilmesi; Konularını kapsayan SİLAHSIZ, KORUYUCU, KURTARICI önlem ve faaliyetler bütünüdür. Bu hizmetlerin ülke düzeyinde yürütülmesi için İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu Genel Müdürlük Sivil Savunma hizmetlerini, İl ve İlçelerde Sivil Savunma Müdürlükleri, Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri ile kamu ve özel kurum ve kuruluşlarında Sivil Savunma Uzmanlıkları vasıtasıyla yürütmektedir. TARİHÇE Yurdumuzda sivil halkın korunmasına ilişkin önlemlerin başlangıç tarihi 1928 olup, bu yılda "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa, Muhafazası" adı altında bir Talimname çıkarılmıştır. Bundan sonra çeşitli idari düzenlemelerle yürütülen hizmetler 1938 yılından itibaren 3502 sayılı PASİF KORUNMA KANUNU ile yerine getirilmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında kullanılan uçakların ve silah menzillerinin cephe gerisine kadar uzanması nedeniyle bu savaşta sivillerin gördüğü zayiat ve ekonomik tesislerin uğradığı hasarlar dikkate alınarak, Türkiye'nin 1952 yılında NATO üyeliğine kabulünden sonra, 1959 yılında bugünkü Sivil Savunma teşkilat ve faaliyetlerini düzenleyen ''Sivil Savunma Kanunu'' yürürlüğe konulmuştur. 179 SİVİL SAVUNMA ARAMA VE KURTARMA BİRLİKLERİ KURULUŞU Sivil Savunma Birliği ilk defa 1986 yılında Silahlı Kuvvetlerden temin edilen ihtiyaç fazlası erlerden oluşturulmuştur. Zaman içerisinde Silahlı Kuvvetlerin ihtiyacı nedeniyle birlik emrine yükümlü er verilmediğinden birliğin kadrolu personelden kurulması çalışmalarına başlanmış ve 1993 yılında 63 personel ile Ankara, 1996 yılında da İstanbul ve Erzurum'da Sivil Savunma Birlikleri kurulmuştur. KANAMALARDA İLK YARDIM Çeşitli nedenlerle kanın damar dışına çıkmasına kanama denir. Yetişkin bir kimsede 5–6 kg. kan vardır. 1–1,5 kg. kan kaybeden bir insanın hayatı tehlikeye girer. O HALDE KANAMALARI HEMEN DURDURMAK GEREKİR. Kanamaları kanın aktığı yere göre iç ve dış kanama olmak üzere ikiye ayırabiliriz. 1. İÇ KANAMALAR İç organlardaki dokuları besleyen kan damarlarının yırtılması veya zedelenmesi sonucu kanın damarlardan vücut boşluklarına akmasında denir. İç kanamaları kişiyi ölüme götürebilir. Bulguları; —Baygınlık hali, baş dönmesi, —Yüzde, dudaklarda ve parmak uçlarında solukluk, —Huzursuzluk, —Derinin nemli ve soğukluğu, —Susama hissi, —Hızlı ve zayıf nabız, nabzın güçlükle hissedilmesi, —Hızlı solunum, —Hava açlığı hissetmesi (Sanki hava alamıyormuş gibi bir hisse kapılması), —Bilincin azalması ve en sonunda bilincin kaybolması Yapılacak ilk yardım —Yaralı sırt üstü yatırılır. —Baş yana çevrilir. —Şoka karşı tedbir alınır. —Ağızdan yiyecek-içecek verilmez. 180 —Sarsmadan ambulans veya sedye ile hastaneye götürülür. 2. DIŞ KANAMALAR Kanın damardan vücut dışına çıkmasına dış kanama denir. Dış kanama genellikle yaralanmalar sonucu olur ve atardamar, toplardamar, kılcal damar kanamaları şeklinde görülür. Dış Kanamaları Durdurucu Yöntemler a- Parmakla Basınç Yapma Yara ufak ve kanama az ise; Yara üzerine temiz bir bez ya da pansumanla BASTIRINIZ. b- Basınçlı Pansuman (Tampon) Yara içindeki yabancı cisimleri çıkarmadan yara üzerine temiz bir pansuman koyduktan sonra kravat, eşarp veya varsa sargı bezi ile sıkıca SARINIZ. c- Kanayan Yerin Yüksekte Tutulması Yaralı veya kanayan kısmın kalp seviyesi üzerine yükseltilmesi ile kanama oldukça azalır hatta durulabilir. d- Damar Üzerine Noktaları Basınç Yapılacak Tazyik Şakak bölgesi: Kulak önüne parmağınızla bastırınız. Yüz bölgesi: Kanamanın olduğu taraf alt çene kemiğinin orta kısmına parmağınızla bastırınız. Baş ve yüzün bir bölgesi: —Önce yaralının arkasına geçiniz. —Hastanın başını kanayan yana doğru eğiniz. —Dört parmakla alt çene köşesinin hemen altına (kanayan tarafta) boyuna BASTIRINIZ. Kol bölgesi (Omuz ve üst kol): —Yaralının önüne durunuz. —Başını kanayan tarafa doğru eğiniz. —Başparmağınızla o taraf köprücük kemiğinin üçte bir iç kısmının arka ve alt tarafına doğru BASTIRINIZ. 181 Bacak bölgesinde: —Yaralıyı sırt üstü ve düz yatırınız. —Kanayan tarafta yer alınız. —Kasık kıvrımının üçte bir kısmından geçen atar damarı sıkıştıracak bir kuvvetle bastırınız. —Kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız. e- Boğucu Sargılama (Turnike) Boğucu sargılama; kol ve bacaklardaki büyük kanamalarda atar damarı, deri ile kemik arasına sıkıştırarak kanamayı durdurma yöntemidir. Tek kemikler üzerine uygulanır. (Kolda pazı, bacakta uyluk kemiğine uygulanır). Uygulamada dar sargı, kravat, kemer, eşarp, mendil, ince lastik vb. malzeme kullanılabilir. Kesinlikle tel, kablo, zincir v.b. kullanılmamalıdır. Turnike uygulaması sonucu meydana gelen doku zedelenmesi ve bunun ortaya çıkardığı istenmeyen etkiler nedeniyle günümüzde turnike uygulanmamaktadır. Ancak, aşağıda belirtilen özel durumlarda başka bir şey yapılamıyorsa turnike uygulanır. —Çok sayıda ciddi yaralının bulunduğu bir ortamda tek ilk yardımcı varsa, kanamayı durdurmak ve daha sonra diğer yaralılar ile ilgilenmek gerekiyorsa —Yaralının güç koşullarda bir yere taşınması gerekiyorsa (örneğin, engebeli bir arazi geçilecekse), taşıma sırasında kanamayı durdurmak amacıyla —Uzuv kopması varsa ve kanama yerine en yakın atar damara baskı uygulaması yetersiz kalmışsa hasta/yaralıya turnike uygulanabilir. f- Boğucu Sargılama Uygulanması —Boğucu sargılama uygulanacak yer tespit edilir. —Boğucu sargılama malzemesi sıkıca 2–3 kez sarılır ve bağlanır. —Sıkıştırma çubuğu (turnike ağacı) yerleştirilir tekrar bağlanır. —Kan duruncaya kadar sıkıştırma çubuğu döndürülür, kan durunca çubuk sabitleştirilir. —Boğucu sargı bağlandıktan sonra uygulama zamanı bir kâğıda kaydedilir ve görülecek şekilde vücuda asılır. 182 —Her 20 dakikada bir 5–10 saniye boğucu sargı gevşetilir. —Turnike bir saatten fazla uygulanmamalı şayet uzun kalacaksa gevşetme aralıkları sıklaştırılmalıdır. —Kol ve bacak kopmaları varsa, temiz bir poşet içine konulan kopan uzuv buz ve su bulunan ikinci bir poşetin içine konularak kazazede ile birlikte tam teşekküllü bir hastaneye götürülmelidir. YARALANMALAR 1. Yaralanmalarda İlk Yardım a- Yapılması Gerekenler —Yaralıyı emniyetli bir yere alarak oturtunuz veya yatırınız. —Ellerinizi sabunlu su ile yıkayınız. —Varsa önce kanamayı durdurunuz. —Yara üzerinde giysi varsa dikiş yerinden sökünüz veya kesiniz. —Yara çevresinde kılları temizleyiniz. —Yara üzerine pansuman koyduktan sonra yara etrafını sabunlu su ile temizleyiniz ve yaraya değmeyecek şekilde tentürdiyot sürünüz. —Yara kirli ise yarayı merkezden, dış çevreye doğru ılık sabunlu su ile yıkayınız. —Yara üzerine pansuman koyup, sargı bezi ile sarınız. —Yaralı kısmın altına kalın karton vb. koyup sararak tespit ediniz, dinlendiriniz. —Ağrıyı, şişliği ve morluğu önlemek için o bölgeye havluya sarılı buz koyunuz. —Yara içinde batık cisimler varsa, simitçik yapıp koyunuz ve sargı bezi ile sarınız. b- Yapılmaması Gerekenler —Yara üzerine sürmeyiniz. tentürdiyot ve benzeri antiseptik —Yara üzerine, yara tozu, pudra, merhem, kül, tütün vb. şeyler koymayınız. —Batmış olan cisimleri çıkarmayınız. —Yara üzerine pamuk koymayınız. 183 —Yaraya ve pansuman malzemesine el sürmeyiniz. ELEKTRİK ÇAPRMASINDA İLK YARDIM Elektrik çarpması sonucunda kas krampları, kırıklar, sinir felci, solunum merkezinin felci, solunum ve kalbin durması olabilir. —Kesinlikle kendinizi tehlikeye atmayınız. —Elektrik fişi size yakınsa çekiniz. —Sigortayı çıkarınız. —Kuru tahta, sopa, ip, deri kemer ya da kuru gazete tomarı ile yaralının elektrik teli ile olan ilişkisini kesiniz. —Varsa yanık tedavisi uygulayınız. —Bilinçsiz ve soluk solunum yapınız. alamıyorsa ağızdan ağza yapay —Bilinçsiz fakat soluk alıyorsa, şok durumunu önleyiniz, ayaklarını yukarı kaldırınız. Nabız alınamıyorsa kalp masajı yapınız. —Bilinçli ve soluk alıyorsa, sakin olarak dinlendiriniz. Kendisine gelince ambulansla hastaneye gönderiniz. ŞOK Kelime anlamı SARSILMA demektir. Dolaşım sistemindeki kanın çeşitli nedenlerle azalması, hücrelere yeterli oksijenin gelmemesi sonucu ortaya çıkar. 1. Belirtileri —Kaza yerinde sessiz, sakin, hiç hareket etmeyen bir yaralının bilinci yerinde olmayabilir. —Deri soğuktur ve soluktur, —Soğuk ve yapışkan bir terleme görülür, —Gözler göz çukuruna batmış şekilde sanki burnu sivrilmiş gibidir. —Nabız zayıftır ve hızlıdır. —Solunum hızlanmıştır. 2. Yapılması Gerekenler —Uygun bir yere sırtüstü yatırınız. —Etrafındaki kalabalığı dağıtınız. 184 —Az hareket ettirmeye çalışınız. —Beynin kan dolaşmasını ve çalışmasını kolaylaştırmak için başta kanama yoksa başı 15°–30° aşağı getirip, ayakucunu 30–40 cm kaldırınız. —Yakasını, kemerini, gömleğini gevşetiniz. —Solunum yolu tıkanıklığı varsa gideriniz. —Gerekirse yapay solunum ve kalp masajı yapınız. —Kanaması varsa kanamayı durduracak önlemi alınız. —Kırık varsa atel ile tespit yapınız. —Soluk almakta güçlük çekiyorsa baş ve göğüs kısmını hafifçe yükseltiniz. —Battaniye ile örtünüz. —Yaralı bilinçsiz ise katı yiyecek-içecek vermeyiniz. —İhtiyaç durumunda dudakları ve dili birkaç damla su ile ıslatınız. BİLİNÇ KAYBI (HİSSİZLİK) VE İLK YARDIM Bilinç kaybı, beynin çalışmasındaki geçici bir duraklamadır. Bilinç Kaybında İlk Yardım —Yaralı veya hastaya temiz hava sağlayınız ve solunum yollarının tıkanmasını önleyiniz. —Solunum yaptırınız. bozulmuş veya durmuşsa suni solunum —Hastayı yana yatırınız.(sağa ya da sola) —Giysilerinin boyun, göğüs ve bel kısımlarını gevşetiniz. —Battaniyeye sarınız, sıcak uygulama yapmayınız. —Yiyecek ve sulu şeyler vermeyiniz. —Hastayı yalnız bırakmayınız. —Mümkün olan süratle tıbbi müdahaleye naklediniz. KIRIKLAR-ÇIKIKLAR-BURKULMALAR 1. Kırıklar Herhangi bir kuvvet zoru ile kemik bütünlüğünün bozulmasına KIRIK denir. Çeşitleri: Açık Kırık, Kapalı Kırık 185 a. Kırıklarda Genel Duygu ve Bulgular —Kırık yerinde ve yakınında ağrı, —Dokunmaya karşı hassasiyet, —Şekil bozukluğu, —Şişlik, morluk, —Hareketsizlik ve kuvvetsizlik, —Kırık kemiklerin birbirine sürtünme sesi. b. Kırıklarda Genel Tedavi Kuralları —Eğer deride yara varsa üzerine steril bir pansuman ya da mendil koyup sarınız. —Yara içinde görülen kemik parçalarını çıkarmaya çalışmayınız. Kanama yapabilir. Damar ve sinirleri yaralayabilirsiniz. O kısmın üzerine steril pansuman koyunuz. Sonra bir bezi simit şeklinde katlayıp delik olan kısmı ortaya gelecek şekilde yerleştiriniz. En üst kısmına kalın pamuk ya da sünger tabakası koyunuz. Sarınız. —Kırık olup olmadığını önce elbisesi üzerinden hafifçe elle muayene ederek saptamaya çalışınız. —Önce sağlam tarafın, elbise kolunu çıkarınız. Gerekirse elbise yerini dikiş yerinden sökünüz ya da kesiniz. —Elle hoyratça muayene etmeyiniz. Kırık yerini oynatmayınız. Ağrı şoka yol açabilir. Kırık kemik uçları damar ve sinirleri yaralayabilir. —Kırık uçlarını hareketsiz hale getirmek için kırık yerini tespit ediniz. Kol ya da bacağın her iki yanına kalın karton ya da tahta koyup sargı bezi, eşarp, kravat ya da gömlek parçaları ile sarınız. —Tespit için kullanılan karton, tahta gibi gereçler kırık yerini bir üst birde alt tarafındaki eklemlerin ötesine kadar gelecek uzunlukta olmalıdır. Bu araçlara atel adı verilir. Atellerin deriye gelen kısımları pamuk ve bezlerle beslenmelidir. —Şok durumuna göre önlem alınız. —Kanama varsa bilinen önlemlerle kanamasını durdurunuz. —Kırık yerin üzerine havluya sarılı buz torbası koyunuz. —Yaralıyı battaniye ile örtünüz. Dinlendiriniz. 186 —Yaralı kısmı kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız. —Kırılan organı hangi durumda bulduysanız o durumda tespit ediniz. Kırığı yerine koymaya çalışmayınız. Gereksiz dokunmalardan kaçınınız. —Yaralıyı ambulansla ortopedi ve travmatoloji kliniğine götürünüz. c. Omurga Kırıklarında İlk Yardım Çoğu kez yüksek bir yerden düşme ya da trafik kazaları sonucu omurgada kırık ve bazen içinden geçen omurilikte değişik derecelerde yaralanmalar olabilir. —Yaralıyı muayene etmeden, belinde ya da boynunda ağrısı, başka bir şikâyeti olup olmadığını sormadan döndürmeyiniz. Ayağa kaldırmayınız. —Kesin tanı bilinmedikçe belinde ağrısı olan böyle bir yaralıda kırığın da olabileceğini unutmayınız. Kırık olmadığı kesin olarak saptanıncaya kadar kırık var gibi hareket ediniz. —Eğer omurgasında bir kırıktan şüpheleniyorsanız, yaralıyı yerinden kaldırmadan altına genişçe bir tahta ya da kapı yerleştiriniz. —Baş ve boyunun her iki yanına ayakkabılarını ve katlayarak elbiselerini koyarak boynunun oynamasını engelleyiniz. Eğer elinizde kum torbası varsa onu da koyabilirsiniz. Naylon torba içine kum veya toprak doldurarak kum torbası yapabilirsiniz. —Yaralıyı omuzlar, havsala, uyluk, diz altı ve ayak bileğinin üzerinden geçecek şekilde geniş bezlerle tahtaya bağlayınız. Böyle taşıyınız. Röntgen çekilip kesinlikle kırık olmadığı saptanmadıkça ayağa kaldırmayınız. —Aksi durumda kendiliğinden iyi olabilecek bir omurga kırığı, yaralı kişinin kaba muayenesi, ayağa kaldırılması ya da uygun olmayan taşıma koşulları nedeniyle omurilik zedelenmesi olabilir. Bunun sonucu bacaklarda felç, halsizlik, idrarı ve büyük abdestini tutamaması gibi çok önemli sonuçlar doğurabilir. —Yara varsa steril pansuman koyunuz. —Şok durumuna göre önlem alınız. —Ağrısını dindiriniz. 187 d. Parmak Kırıklarında İlk Yardım —Kırık olan parmak altına parmak genişliğinde bir tahta ya da eğer elinde varsa hazır dar bir alüminyum şerit (atel) koyarak sarınız. Gerekirse kırık parmağı; yandaki sağlam parmağa plasterle ya da sargı bezi ile sararak tespit ediniz. —Kırık tarafı kalp seviyesinin üzerinde tutunuz. —Kırık yer üzerine buz koyunuz. —Parmaktaki yüzük kesilerek çıkarılmalıdır. (Yüzük nedeniyle şişlik olur, yüzük parmağı sıkarak kangrene çevirebilir.) —Hastaneye gönderiniz. e. Ön Kol Kırıklarında İlk Yardım —Kazanın olduğu yerde yaralının ceketini çıkarmadan, kırık olan tarafın elini karşı omuza gelecek şekilde kolu göğüs üzerine koyunuz ve göğse sarınız. —Ön kolu da üçgen sargı bezi ya da tülbentle boyuna asınız. —Eğer elinizde tespit için hazır gereçler (atel) ya da tahta, kalın karton varsa kol ya da ön kolun her iki yüzüne bunları uygulayınız. Gömleğinizden yırttığınız bezlerle, kravat, eşarp ya da sargı bezi ile kırık yerinin yukarısından ve aşağısından bağlayınız. —Kolu göğüs üzerine koyup başka bir eşarp ya da üçgen sargı ile sarınız. —Ön kolu da üçgen sargı, tülbent ya da eşarp ile boyuna asınız. —Kırık yer üzerine buz koyunuz. Bilezik varsa çıkarınız. f. Kürek ve Köprücük Kemiği Kırıklarında İlk Yardım —Kırık tarafın koltuk altına ufak bir pamuk topağı ya da katı bir bez koyup kolu eşarp ya da tülbentle boyuna asınız. —Kırık yer üzerine buz koyunuz. —Yaralıyı oturur gönderiniz. 188 durumda ve ambulansla hastaneye —Eğer üçgen sargı ya da eşarp yoksa yaralı elinizi ceketinizin iki düğmesi arasından içeri sokup aynı taraf ceket eteğini yukarı kaldırıp iğneleyiniz. —Bir omuz üzerinden gelen sargıyı (katlanmış bir tülbent) karşı taraf koltuk altından geçirip arkada bağlayınız. Diğer sargı ile yanı işlemi karşı tarafa yapıp arkadan birbiri ile ve ilk sargının uçları ile düğüm ediniz. Bunları yaparken omuzları arkaya doğru çekiniz. g. Bacak Kırıklarında İlk Yardım —Bacakta kırık varsa kaza yerinde yaralının pantolonunu çıkarmaya çalışmayınız. —Eğer yara varsa pantolonun dikiş yerinden sökünüz ya da kesiniz. Yara üzerine temiz mendil ya da pansuman koyup üzerinden sarınız. Böylece açık bir kırıkta yaradan mikropların girmesini önlemiş ve kanamanın durmasını sağlamış olursunuz. —Eğer elinizde uzun tahta ya da kalın karton varsa uzun olanını dışta ayak bileğinden bele kadar, kısa olanını da iç tarafta ayak bileğinden kasığa gelecek şekilde bacağın her iki yanına yerleştiriniz. —Ayak bileğinin üzerinden diz altından ve üstünden gömlek parçası, eşarp, kravat ya da sargı bezi ile bağlayınız. —Eğer elinizde tespit için araç-gereç varsa içine katlanmış bez ya da pamuk koyup bacağı yavaşça yerleştiriniz, sonra bunun üzerinden sarınız. —Eğer elinizde tespit için hiçbir araç-gereç yoksa kırık olan bacağı sağlam bacağa sararak tespit ediniz. —Kırık yara üzerine havluya sarılı buz koyunuz. —Sırtüstü yatar gönderiniz. durumda ve sedye ile hastaneye h. Ayak ve Ayak Bileği Kırıklarında İlk Yardım —Kişinin ayağındaki yaraların üzerine temiz bir mendil ya da pansuman koyup sarınız. —Yumuşak kare şeklindeki bir yastığın ortasına ayağı yerleştiriniz. —Yastığın kenarlarını önde birbirine yaklaştırınız, çengelli iğne ile tutturunuz. Gerekiyorsa üzerinde sargı bezi ile sarınız. 189 —Yastık içine uygulayınız. koymadan önce havluya sarılı buz —Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz. ÇIKIKLARDA İLK YARDIM Bir eklemi oluşturan kemiklerden bir veya hepsinin birbiri üzerinde yer değiştirerek normal eklem ilişkisinin değişmesine "ÇIKIK"denir. Çıkık ile eklem kapsülü denen eklemi çevreleyen zar bağları da yırtılabilir. Bu ise sık sık çıkıklara, burkulmalara yol açar. Çıkık olan eklemde ağrı, şişlik, hareket sınırlılığı vardır. Çıkık eklemi bükme ile eklemin tekrar eski çıkık durumuna geldiği görülür. —Çıkık olan eklemi yerine koymaya çalışmayınız. —Kırıkta olduğu gibi çıkık eklemi bir şekilde tespit ediniz. —Çıkıktan şüphelendiğiniz zaman eklemde ve onun yanındaki kemiklerde kırığın, eklem bağında yırtığın da olabileceğini unutmayınız. —Çıkık eklem üzerinde yarım saat havluya sarılı buz torbası koyunuz. —Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz. —En yakın sağlık merkezine götürünüz. BURKULMALARDA İLK YARDIM Bir eklemin etrafındaki bağların, eklem kapsülü ve diğer yumuşak doku yapılarını; eklemin normal hareket genişliğinin ötesinde zorlanmasına "BURKULMA" denir. Eklemde şişlik, ağrı, morluk olur. Bu yapılar normalden fazla gerilebilir. Hatta yırtılabilir. Hareketler ağrılıdır. —Burkulmuş eklemi hareket ettirmeyiniz. —O eklem üzerine yarım saat havluya sarılı buz torbası koyunuz. —Burkulmuş ayağınızın üzerine basmayınız. Koltuk değneği kullanınız. —Burkulmuş ayağınızın altına 4–5 yastık koyarak kalp seviyesinin üzerine kaldırınız. Burkulmuş yerinizi sarkıtmayınız. Şişlik, kanama ve ağrı olabilir. —Burkulma kolunuzda ise kolunuz kalp seviyesi üzerinde olacak şekilde tülbentle kolunuzu boynunuza asınız. —Kesinlikle sıcak havlu ya da termofor uygulamayınız. Şişliğin artmasına yol açarsınız. 190 —Ovuşturmayınız. O ekleminizi dinlendiriniz. —Elastik sargı ile sıkmayacak şekilde sarınız. —Parmaklarınızı oynatarak kaslarınızı çalıştırınız. Böylece kasların pompalayıcı etkisi ile şişliğin azalmasına çalışınız. —Her burkulmanın altından bir kırık ya da eklem bağı yırtığı çıkabileceğini unutmayınız. —En yakın sağlık merkezine götürünüz. EZİLMELERDE İLK YARDIM Vücudun bir yerine örneğin kol ya da bacağa ağır bir cisim düştüğü ya da çarptığı zaman deri ve altındaki dokular kaslar ezilir. Yırtılabilir, kanama şişlik olur. —Elastik sargı sarıp o yerinizi yüksekte tutunuz. —O bölgeye havluya sarılı buz uygulayınız. —O bölgenizi dinlendiriniz. NÜKLEER, BİYOLOJİK, KİMYASAL (NBC) SAVAŞ VE KORUNMA 1. Dışarıda iseniz; — Patlama ışığını görür görmez, hemen çukur bir yere veya duvar dibine veya kuytu bir yere YATIN! — Kollarınızı başınızın üstünde kavuşturun! (gözler kapalı olacak veya ışığı görmeyecek) - Dizlerinizi karnınıza doğru çekip KAPANIN! — Çıplak yerlerinizi (giysilerinizle) ÖRTÜN! — Bu durumunuzu ışık, yakıcı hava hareketi ve yıkılmalar sona erene kadar koruyun (1 dk.) — Bombanın patladığını kuvvetli ışıktan hemen anlayın. — Sonra da kalkıp telaş etmeden en yakın sığınağa yönelin; SIĞINAĞA GİRMEDEN ÖNDE 30–60 DK. ZAMANINIZ VAR! — Ağzınızı ve burnunuzu tozlara karşı bir bezle, elbise parçasıyla vb. koruyun. — Sığınağa girmeden önce giysinizdeki tozu mutlaka çırpın, süpürün. Gerekirse değiştirin. — El, yüz, saçlar ve diğer çıplak kalmış yerlerinizi mutlaka yıkayın. — Sığınakta kullanacağınız gerekli malzemeleri alın ve sığınağa girin. 191 2. Evde veya İş Yerinde iseniz; — YAT, KAPAN, ÖRTÜN! Fakat cam kırıklarından ve düşen eşyalardan korunmak için: - Sırtınızı pencereye dönün. — Masa, ranza, koltuk altlarına / arkalarına yatın. — Tehlike geçince doğruca sığınağa gitmek üzere yukarıda belirtilen hazırlıkları yapın. SIĞINAĞA GİRMEK İÇİN 30–60 DK ZAMANINIZ VARDIR! 3. Araçta iseniz; Parlak ışığı görür görmez: — Aracı ve motorunu durdurun — Hemen açık yerlerinizi kapatın — Ellerinizi başınızın üzerine koyun ( başınızı koruyun). — Sırtınız camlara dönük olarak, dizlerinizin üzerine kapanın. YAT, KAPAN, ÖRTÜN! — Tehlike geçince sığınağa giriş hazırlıklarına başlayın. Telaş etmeyin. 4. Okulda iseniz; — Parlak ışığı görür görmez; YAT, KAPAN, ÖRTÜN! — Derhal sıraların altına girin. — Sırtınız camlara dönük olarak kapanın — Sonra telaş etmeden öğretmeninizin talimatıyla sığınağa girin. KİMYASAL SALDIRIDAN KORUNMA VE İLK YARDIM Toplu Korunma: — Tehlike anında yakınınızdaki güvenli, kapalı bir yere girin. Paniğe ve heyecana kapılmayın. Yapılacak uyarılara göre hareket edin. Kişisel Korunma: — Varsa gaz maskesi takın. Sis ve duman içine girmeyin. Üzerinize gaz bulaşmışsa çıkartıp poşet içerisine koyun ve hemen temiz bir elbise giyin. — Elbise dışında kalan çıplak deriye koruyucu merhem sürün ya da pudra dökün. — Daha önce korumaya almadığınız yiyecekleri yemeyin. — Açık su kaynaklarındaki suları içmeyin. 192 — Alkol ve sigara kullanmayın. İlk Yardım : — Gazdan gözünüz etkilenmişse bol sabunlu su ile yıkayın. — Yüzünüzü, kulağınızı ve boynunuzu su ile temizleyin. — Mümkün olduğunca hareketten kaçınılarak, lüzumsuz enerji sarf etmeyin. — Gazdan etkilenen kişiyi yürütmeyin ve konuşturmayın. — Etkilenen kişiye alkollü içki ve sigara kullandırmayın. — Etkilenen kişiye şekerli su, çay ve kahve içirin. — İlk fırsatta en yakın sağlık kuruluşuna başvurun. 193 YEŞİLAY HAFTASI ( 1 – 7 Mart ) AÇIKLAMA Yurdumuzda alkollü içki ve uyuşturucu madde kullanmaya karşı olanlar 5 Mart 1920 tarihinde Hilâli Ahdar Derneğini kurdular. Hilâl – ay, ahdar – yeşil anlamındadır. Hilâli Ahdar, daha sonra Yeşilay adını aldı. Yeşilay Derneğinin kuruluş tarihini içine alan 1 – 7 Mart arası ülkemizde Yeşilay Haftası olarak kutlanır. Yeşilay Haftasında alkollü içkilerin, uyuşturucuların topluma, aileye, bireye zararları anlatılır. Uyuşturucu denilince esrar, afyon, kokain, LSD gibi uyuşturma özelliği olan maddeler akla gelir. Alkollü içkiler ise içildiğinde insanı sarhoş eden her tür içkilerdir. Alkollü içki veya uyuşturucu alanlar önce rahatlık, baş dönmesi duyar, sonra sarhoş olurlar. Sarhoşlar doğru düşünüp doğru karar veremezler. Kolay suç işlerler, içkili iken araç sürenler taşıt kazalarına neden olurlar. Alkollü içkiler, uyuşturucular insanda zamanla alışkanlık yaratır. Alkol almayı alışkanlık haline getirenlere alkolik denir. Alkolikler kazançlarını içkiye verirler. Çevrelerini rahatsız ederler. Bu yüzden alkolikler toplum içinde sevilmezler, sayılmazlar. İçki ve uyuşturucu kullanımı aile düzenini bozar. Uyuşturucu ve alkollü içkiler sağlığa da zararlıdır. Vücudumuzda önemli görevler yapan beyin, mide, kalp, akciğer gibi organlar içki ve uyuşturucudan etkilenir. Ülser, siroz, felç gibi hastalıkların nedeni uyuşturucu ve alkollü içkilerdir. Sigara, Toplumumuzda kullanımı yaygın olan bir keyif maddesidir. Sigara iştahı keser, sindirimi güçleştirir, dişleri sarartır, ülsere sebep olur. Akciğerde bronşları doldurur, öksürmeye yol açar. Sigaranın kansere de neden olduğu ileri sürülüyor. Ülkemizde uyuşturucu maddelerin yapımı, satışı, kullanılması, taşınması, bulundurulması yasaktır. Bu yasağa uymayanlar suç işlemiş olur. Suç işleyenlere ağır hapis cezaları uygulanır. Uyuşturucu maddelerin bir bölümü ilaç yapımında kullanılır. Bu amaçla bazı uyuşturucu maddelerin hükümet belirli koşullarla izin verir. Topluma, aileye, bireye zararlı olan içki ve uyuşturucuların kullanımını eğitim yoluyla engellemek için kurulan Yeşilay Derneği'nin simgesi; beyaz üstünde yeşil bir aydır. Yeşilay Derneği Genel Merkezi, Yeşilay adlı aylık bir dergi yayınlıyor. Bu dergi düzenli olarak alkollü 194 içkilerin, uyuşturucuların, sigaranın zararlarıyla ilgili yayın yapıyor. topluma ve sağlığa olan Yeşilay Haftası boyunca öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım. Kötülüklerin anası olan uyuşturucu ve alkollü içkilerden uzak duralım. OKUMA Bir gün ölüm, en yakın adamlarını yanma çağırmış: Tacımı, bana en çok hizmet eden arkadaşa bırakmak istiyorum, demiş. Açlık, yerinden kalkmış, ölümü selamlamış: — Taç benim hakkımdır, demiş. Dünya kuruldu kurulalı senin hizmetindeyim. Her yıl binlerce insanı öldürüyorum. Hastalık hemen ortaya atılmış: — Ne demek istiyorsunuz siz? demiş. Ben her geçtiğim yerde insanları ekin biçer gibi biçerim. Köyleri kasabaları, hatta şehirleri bomboş bırakırım. Koca devletleri sarsarım. Taç benim hakkımdır. Öte yandan, sessiz sedasız oturan içki de söze karışmış: — Hah hah hah, diye gülmüş. Kendinizi ne kadar da çok beğeniyorsunuz! Evet, yaptığınız işler az değil. Bunu biliyorum, ama yine de hiçbiriniz, insanlara benim kadar zararlı olamazsınız. Siz onları korkutuyor, kendinizden kaçırıyorsunuz. Oysaki birçok insan benim yanıma kendi ayaklarıyla geliyorlar. Ben de, sezdirmeden kanlarını zehirliyor, hepsini birer birer avlıyorum. Şimdi siz söyleyin bakalım, taç benim hakkım değil mi? Hepsini dikkatle dinleyen ölüm: — Evet, senin hakkın, diye cevap vermiş; tacı içkinin başına koymuş. (Doğan Kardeş’ten) 195 ŞİİRLER YEŞİLAY HAFTASI Yeşil temiz bir hilal Yepyeni doğmuş gibi. Ak bir bayrak üstüne Gelip de konmuş gibi. Bu bayrağın vatanı, İnananların kalbi, Yeşilay’ın altında Hepsi kaynaşmış gibi. İçkinin baş düşmanı, Bu Yeşilaycılardır. Savaşları durmadan, Sürüp gider yıllardır. İ. Hakkı TALAS YEŞİLAY Zehirleme kendini, Yazık, delme keseni; İçki gidermez derdini, Güldürür sanma seni. En iyi içki sudur, Yoğurt ye, ayran, süt. İşin doğrusu budur, Sağlığına değer biç. İçme şu sigarayı, Paran duman olur. Al şu temiz havayı, Sağlığın yaman olur. Meyve ye, vitamin al, Çevrene de bunu yay. Her zaman sağlıklı kal, Önderindir Yeşilay. Erol YALÇIN 196 YEŞİLAY GENÇLİK MARŞI Bir zamanlar gelecek, Göğsümüz kabaracak. Dünyada dalgalansın, Yeşilaylı bir bayrak Bu bayrağın altında, Bil rahat yaşanacak. Bayrağın dalgalanıp, Göğsünde kabaracak. Arkadaş varlığını, İki şey doldurmalı. Bunlar; vatan sevgisi, Ülke bağı olmalı. F. Fuat ÇELEN SAĞLIK DÜŞMANLARI Sağlığın düşmanları: İçki, sigara, kumar Bunlara alışanlar, Görürler pek çok zarar. İçkinin kötülüğü, Saymakla bitmez her an. Katil bile olur da, Hatırlayamaz insan. Vücuduna, kesene. Zararı çoktur onun. Tütün ömrü kısaltır, Çabucak gelir sonun. Hazineyi eritir, Cebinde kalmaz para. Kumar kötü bir illet, Alışan düşer dara. Sağlık düşmanlarından, Korun, her an uzak ol. Yaşamak istiyorsan, Kendine bul başka yol. İbrahim GÜNGÖR 197 YEŞİLAY Düşmanların içinde İçki en korkunç düşman! Bin dokuz yüz yirmi'de Yeşilay Derneği'ni Kurmuştur Mazhar Osman. Ağu tezce öldürür, İçkiler yavaş yavaş. Kimi ağu güldürür, Kimi, gözden döker yaş. Sofranda tek içkiye Yer ayırma arkadaş! M. Necati ÖNGAY YEŞİLAY HAFTASI Yeşil temiz bir hilal Yepyeni doğmuş gibi. Ak bir bayrak üstüne Gelip de konmuş gibi. Bu bayrağın vatanı, İnananların kalbi, Yeşilay’ın altında Hepsi kaynaşmış gibi. İçkinin baş düşmanı, Bu Yeşilaycılardır. Savaşları durmadan, Sürüp gider yıllardır. İ. Hakkı TALAS SAĞLIĞA ZARAR Sigara, içki ve kumar, Hepsi sağlığa zarar. Kendini, keseni düşün, İnsan canına mı kıyar? Eroin, kokain, esrar Gençliğini tüm yıkar. Aileni, kendini düşün, İnsan bir kez doğar. Kazım SAYMALI 198 YEŞİLAY Yeşil bir ay bembeyaz, Bayrağının tek süsü, Sağlığımız, canımız, Yeşilay’ın ülküsü. Korumaya çalışır, Yurttaşları içkiden, İnsanlıktan sıyrılır, Çünkü sarhoş bir beden Vatanını sevenler, Korumalı milleti. Ocakları söndüren, İçki, kumar illeti İ.Hakkı TALAS ALKOL Çekmediğim kalmadı alkol yüzünden; Ne bir yuva kurabildim mesut, Ne çocuklarım etti rahat. Evimde düzensizlik alkol yüzünden Belimin bükülmesi bu yaşta, Saçımın ağarması, Ve titrek ellerim alkol yüzünden. Benzimde kan kalmadı, Ağzımda tat, Hayatım berbat, İşlerim bozuk, alkol yüzünden. Ne doyurucu bir iş tuttum, Ne yükseldim mesleğimde. Her yerden kovulmuşum, Herkesle kırgınım, alkol yüzünden. ... Cinnet geçiriyor insan, Durup dururken. Hayaletler uçuşuyor boşlukta, Korkunç şeytantırnakları boğazımda, Cadılar kanımı emiyor. Cadılar, hayaletler, alkol yüzünden. A.İhsan İLHAN 199 GÜZEL SÖZLER 200 ● İçki güldürür, süründürür, öldürür. ● Sarhoş, çocuklarının gözyaşını içer. ● İçki sağlığın düşmanıdır. ● Sarhoştan deli bile korkar. ● İçki kötülükler doğurur. ● İçki aile bütçesini eritir. ● İçkiye sığınan insan zayıf insandır. ● İçki sinir ve sindirim sistemlerini bozar. ● Alkol almak, gönüllü çılgınlıktır. ● Sigara kanserle kardeştir. ● Akıllı adamların tek içkisi sudur. ● İçki bütün kötülüklerin anasıdır. ● İçki öldürür, kumar söndürür, spor güldürür. ● İçki insanı sefalete, rezalete hatta cinayete sürükler. ● Alkol, veremin en yakın dostudur. ● Alkol kapıdan girerse, mutluluk pencereden çıkar. ● Toplumdaki pek çok facianın sorumlusu içkidir ● İçkinin girdiği yerden akıl, ahlâk ve utanma kaçar ● Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. BİLİM VE TEKNOLOJİ HAFTASI (8–14 Mart) AÇIKLAMA TDK sözlüğünde bilim şöyle tanımlanıyor: Bilim “Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.” “Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.” “Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.” Bilim ile uğraşan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Derler ki insanoğlu var oluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen olmak istemiştir. Bu nedenle, insan var oluşundan beri doğayla savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüşün tersi ortaya atılmıştır: İnsan doğayla barış içinde yaşama çabası içindedir. Bence bu iki görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi, sürekli barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir. Gök gürlemesi, şimşek çakması, ayın ya da güneşin tutulması, hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakını çekmiş, bazen onu korkutmuştur. Öte yandan, bu olgu, insanı, doğadan korkusunu yenmeye ve merakını gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ya da merakı gidermenin tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona egemen olmak olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki, insanoğlunun doğayla giriştiği amansız savaşın tek nedeni bu mudur? Başka bir deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri midir? Elbette korku ve merakın yanında başka nedenler de vardır. İnsanın (toplumun) egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat yaşama isteği, üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan başka etmenler arasında sayılabilir. İnsanın korkusu, merakı ve istekleri hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanın doğayla savaşı (barışma çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir. Bilimin asıl uğraşı alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil, 201 sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının hepsi doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan her olgu bir doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi yararına yönlendirmek için var oluşundan beri tükenmez bir tutkuyla ve sabırla uğraşmaktadır. Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu işi, insanoğlu aklıyla yapmaktadır. Bilimin gücü Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: Çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma. Çeşitlilik Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz. Süreklilik Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar, imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır. Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir. Ayıklanma Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur. Bu noktada şu soru akla gelecektir. Sürekli yenilenme ve ayıklanma süreci içinde olan bilimsel bilginin doğruluğu, evrenselliği savunulabilir mi? Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bilimsel bilginin nasıl üretildiğine bakmamız gerekecektir. Sanıldığının aksine, bilimsel bilgi üretme yolları çok sayıda değildir; yalnızca iki yöntem vardır. Bu yöntemler başka bir yazının konusu olacaktır. 202 Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan bazı tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle eğitim açısından ele almaktadır. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel bir disiplindir. (Simon, 1983, s.173) Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb.) üzerinde denetimi sağlamasıdır. (McDermott, 1981, s.142) Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct) anlamına gelir) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır". (Saettler, 1968, ss. 5–6) Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına ve ekonomik değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır". (Finn, 1960, s.10) Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover şöyle söylüyor: "Bilim ve teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin) gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. 203 Diğer yandan teknoloji fikir (bilim) değil de hareket olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol açabilir. (Knezevich & Eye, 1970, s.17) EĞİTİMDE TEKNOLOJİNİN ROLÜ NEDİR? Eğer teknoloji yukarıda sunulduğu şekli ile algılanırsa, teknolojinin insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu da rahatlıkla anlaşılır. Bu nedenle konumuz teknolojiyi kullanmak ya da kullanmamak değil, insan hayatında teknolojinin nasıl bir yeri ve konumu olacağıdır. Bu üzerinde birçok değerli kişi ve kuruluşun çalıştığı önemli bir konu olmuştur. Herbert Simon teknolojiyi insanın kendi yapay iç dünyasıyla dış çevre (doğa) arasında bir ara-yüz olarak görmektedir. Carnegie Komisyonunun bu konuyla ilgili vardığı sonuç şöyledir: "Teknoloji öğretimde yardımcı bir rol üstlenmelidir, öğretimin amacı haline getirilmemelidir. Teknoloji sadece var olduğu için kullanılmaya çalışılmamalı ya da teknoloji kullanılmadığında çağ dışı kalınacakmış gibi bir korkuya kapılmamalıdır. Bizler, gelişmiş teknoloji kullanımının öğretimde doyum ve başarıya ulaşabilmek için tek başına yeterli olduğuna inanmıyoruz. Birçok ders için dönemde birkaç saatlik teknoloji desteği yeterli olmaktadır. Bazı dersler için teknoloji, dönemin yarısından çoğunda kullanılabilir; ama bütün bir dönemde böylesine bir teknoloji desteğine ihtiyaç duyulabileceği ders sayısı yok denebilecek kadar azdır (Carnegie Commission On Higher Education, 1972, s.11). Eğitimi etkileyen teknolojik gelişmeleri tartışan çok fazla yayın, makale vardır. Bunlar arasında dikkat çekici olanlar aşağıya çıkarılmıştır. Alfabe, insanoğlunun bilgiyi paylaşması, kaydetmesi ve saklaması için entelektüel bir araç olmuştur. Kâğıdın icadı ve yazım araçlarının geliştirilmesi, alfabe yardımıyla yapılan işlemlerin daha kolay gerçekleştirilebildiği bir süreci başlatmıştır. Kitap, birçok sayfadan oluşan, değişik tasarımlara sahip, sunmak istediği bilgiyi sıralı olarak veren bir araç olarak düşünülebilir. Kısaca kitap, teknik açıdan bakıldığında televizyon gibi, bilgisayar gibi vermek istediği bilgiden farklı bir yapıya sahip bir araçtır. Matbaanın icadından sonra kitap yaygınlaşarak hemen herkesin ulaşabildiği bir araç oldu. Karatahta hem öğrencinin hem de öğretmenin aynı anda aynı konu üzerinde çalışabilmesine olanak sağlayan ilk sınıf içi iletişim araçlarından birisidir. Okul otobüsü öğrencilerin uzak yerlerden öğretim yerlerine taşınması ve dolayısıyla uygun eğitim ortamının sağlanması açısından bir öğretim aracı olarak görülebilir (Knezevich & Eye, 1970, ss.19–22). 204 Engler teknolojiyi eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir. Şöyle der: "eğer eğitim her yönüyle öğretmen, öğrenci ve çevre arasındaki bir iletişim ağı olarak görülürse, o zaman öğretim teknolojisinin bu ilişkileri tanımlamada önemli bir görevi olduğu anlaşılabilir" (Engler, 1972, s.62). Indiana University'den Robert Heinich öğretmenlerin eğitim teknolojisine yaklaşımlarını şöyle dile getirmektedir: Peter Drucker'in bir makalesinde söyledikleri büyük oranda yanlış anlaşılmıştır; bu makalede kısaca şöyle denmekteydi: öğrenme ve öğretme, yeni yöntemlerden, hayatın başka hiçbir safhasının etkilenmeyeceği kadar derinden etkilenecektir. İnsanoğlunun en muhafazakâr olduğu bu eski öğretme sanatında yeni yaklaşımlara, yöntem ve araçlara ihtiyaç vardır. Bu yeni geliştirilecek yöntemler sayesinde, öğretmenler beceri ve yeterliliklerini arttırarak daha etkili olacaklardır. Bu sayede öğretme, henüz araçları ile günümüze ayak uyduramamış geleneksel bir sanat olsa da, sıradan bir insanın üstün bir performans sergileyebilmesini olanaklı kılacaktır.Yanlış anlaşıldığından bahsettim; çünkü birçok eğitimci bu makaleyi okuduktan sonra başlarını sallayacak ve kullanılacak araçlar sayesinde sınıf içerisinde öğrenim başarısının artacağını düşüneceklerdir. Fakat burada asıl söylenmek istenen, ancak öğretim teknolojileri kullanıldığında sıradan bir insanın üstün bir performans gösterebileceğidir; yoksa gelişmiş teknoloji kullanmak tek başına yeterli olmayacaktır (Heinich, 1970, s.56). EĞİTİM TEKNOLOJİSİ NEDİR? Artık eğitim teknolojisinin kökenine ait bazı bilgilere ve eğitimde nasıl bir rol üstlendiğine dair bir takım fikirlere sahip olduğumuza göre daha zor bir soruya geçebiliriz: eğitim teknolojisi nedir? Aşağıda belirtildiği gibi tanımlamaya yönelik girişimler, bu işin aslında kimin, filin neresine dokunduğuna benzeyen bir olgu olduğunu göstermektedir. National Academy of Engineering's Instructional Technology Committee on Education, eğitim teknolojisini şöyle tanımlar: "eğitim teknolojisi öğretme/öğrenme biliminin sınıf ortamı aracılığıyla gerçek dünya şartlarına uygulanmasıyla elde edilen bilgiler bütünüdür. Bu süreç içerisinde geliştirilen her türlü yöntem ve araç da bu uygulamaya yardım etmek amacını taşır". (Dieuzeide, 1971, s.1) Eğitim teknolojisi, öğretim ilkelerinin uygulanabilmesi için oluşturulmuş bütün metodolojiler ve tekniklerdir. (Cleary et al. 1976) Eğitim teknolojisi öğrenme sürecini geliştirmek için oluşturulan her türlü sistemi, tekniği ve yardımı içerir. Böyle bir yapıda şu 4 özellik önemlidir: öğrencinin ulaşması hedeflenen amaçların 205 tanımlanması; öğrenilecek konunun öğretim ilkelerine göre analiz edilip, öğrenilmeye uygun şekilde yapılandırılması; konunun aktarılabilmesi için uygun medyanın seçilip kullanılması; dersin ve derste kullanılan araçların etkililiğini ve öğrencilerin başarı durumlarını değerlendirmek için uygun değerlendirme yöntemlerinin kullanılması. (Collier et al., 1971, s.16) Silverman eğitim teknolojisini iki alt gruba ayırmıştır: göreceli eğitim teknolojisi (relative educational technology) yöntemler ve araçlar üzerinde durur; yapısal eğitim teknolojisi (constructive educational technology) ise öğretimsel problemlerin analizi, değerlendirme araçlarını seçme ve geliştirme ve istenilen öğretimsel çıktıları elde etmek için kullanılacak teknikler ve araçlar üzerinde durur. (Silverman, 1968, s.3) Eğitim teknolojisi "her türlü öğrenme koşullarında problemlerin ortaya konmasından, bu problemler için çeşitli (değerlendirme, yönetim, uygulama) çözümler üretilmesine kadar her aşamada insanların, yöntem ve fikirlerin, çeşitli araçların ve örgütsel fikirlerin de içinde bulunduğu karmaşık ve tümleşik bir süreçtir". (AECT Task Force, 1977, s.64) ÖĞRETİM TEKNOLOJİSİ (ÖT) NEDİR? Zaman zaman eğitim teknolojisiyle eş anlamlı olarak kullanılan öğretim teknolojisi terimi, eğitim teknolojisi tanımı içinde yer almayan durumlar ve olguları ifade etmek için kullanılmaktadır. Commission on Instructional Technology öğretim teknolojilerini iki şekilde tanımlamaktadır: 206 İletişim devrimi ile birlikte şekillenen medyanın, öğretmen, kitap, yazı tahtası ile beraber öğretimsel amaçlar için kullanılmaya başlamasıdır. Belirlenmiş hedefler uyarınca, daha etkili bir öğretim elde etmek için, öğrenme ve iletişim konusundaki araştırmaların ve ayrıca insan kaynakları ve diğer kaynakların beraber kullanılmasıyla tüm öğrenme/öğretme sürecinin sistematik bir yaklaşımla tasarlanması, uygulanması ve değerlendirilmesidir". (Commission on Instructional Technology, 1970, s.19) ÖT'nin anlamı üzerinde çalışan David Engler de iki tanım üzerinde durmuştur: "Birinci ve yaygın bilinen anlamıyla televizyon, hareketli resimler, kasetler diskler, kitaplar ve yazı tahtası gibi donanımı ifade eden iletişim araçlarını (medya) anlatır. İkinci ve daha dikkat çekici anlamı ise davranış biliminin bulgularının öğretimsel problemlere uygulanması sürecini ifade eden anlamıdır. Her iki tanımda da ortak olan, öğretim teknolojilerinin bağımsız değişken (objektif) olmasıdır; örneğin Gutenberg teknolojisi (matbaa) yardımıyla basılan önemli bir dini eser de herhangi bir eser de aynı derecede birbirinden farksızdır". (Engler, 1972, s.59) Saettler, "öğretim teknolojilerinin fiziksel kavramlarının, fizik bilimi ve mühendislik teknolojisinin, (projektörler, kasetler, televizyon, bilgisayar gibi) grup ya da birey ağırlıklı sunumlar için öğretim materyali olarak uygulamaları şeklinde anlaşıldığını belirtmektedir" (s.2). "Diğer yönden bu fiziksel kavramlar şunu da öngörmektedir: davranış bilimcilerin ortaya koydukları bilimsel yöntemler eğitim uygulamaları için daha bağlayıcı olmalıdır; bunun için geniş anlamda psikoloji, antropoloji, sosyoloji ve bu bölümler içerisinde de öğrenme, grup süreçleri, dilbilgisi, iletişim, yönetim, sibernetik, algı ve psikometri önem kazanmaktadır. Ayrıca, öğretim teknolojileri kavramı, mühendislik araştırma ve geliştirmelerini (insan faktörü mühendisliği ), bazı ekonomi dallarını, öğretim personelinin ve binaların (öğrenme alanları) etkin biçimde uygulanması (utilization) amaçlı lojistik bilgisini ve de veri işleyen, bilgiyi bulup getiren (retrive) bilgisayar tabanlı sistemleri de bünyesinde barındırmaktadır". (Saettler, 1968, ss.4–5) Öğretim teknolojileri, 'öğrenme nesnelerini'; yani öğrenme ve öğretme sürecinde yer alacak her türlü materyal ve aracı anlatır. (Armsey & Dahl, 1973, s.vii) Öğretim teknolojisi, davranış değişikliği ya da başka herhangi bir öğrenme sonucunu elde etmek için sarfedilen araç, kullanarak ya da kullanmadan, hali hazırda var olan veya kazanılacak (oluşturulacak) her türlü çabayı anlatır. (Knezevich & Eye, 1970, s.16) Öğretim teknoloğu bir grup üyesi olarak öğrenme süreci konusunda uzman olan kişidir. Görevi öğretilecek konunun hedeflerinin belirlenmesinde, öğrenme stratejileri seçilmesinde ve sonuçların değerlendirilmesinde öğretim üyesine yardım etmektir. (Carnegie Commission On Higher Education, 1972, s.71) Commission on Instructional Technology tarafından sunulan bir özette öğretim teknolojilerinin amacı şöyle belirtilmektedir: eğitimi daha üretken ve daha bireysel yapmak, daha bilimsel bir öğretim sağlamak ve herkesin ulaşabildiği, eşitliği öngören, daha güçlü ve daha hızlı bir öğretime ulaşmak. (Tickton, 1971, s.23) 207 TEKNOLOJİNİN UYGULAMALARI NELERDİR? Çeşitli seviyelerdeki kullanışlı uygulamaları ve bu uygulamaların vaat ettiklerini incelerken, düşünce ve yorumlar da kötümserlikten sıyrılıp iyimserliğe doğru kayıyor. Engler 1972'de eğitim teknolojilerinin durumunu şöyle anlatıyor: "şu anki öğretim yöntemlerimiz hakkında söylenebilecek en doğru söz eski teknoloji ürünü olduklarıdır. Kitap, tebeşir, öğretmen gibi temel öğretim araçları ve yöntemleri çok uzun zamandan beri kullanılmaktadır. Bugün öğretmenler daha iyi hazırlanmakta, kitaplar daha iyi tasarlanıp daha iyi yazılmakta ve renkli tebeşirler kullanılmaktadır; ama bu araçların işlevleri ve öğrenci için anlamları yüzyılı aşkın bir süredir hiç değişmeden kalmıştır. Ayrıca bu süre zarfında öğretimin nasıl uygulanacağına ilişkin her hangi bir temel değişiklik de yapılmamıştır. Öğretim hala, öğretmen merkezli, gruba yönelik ve ders kitabı tabanlı hazırlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu yöntem 19.yy'da İngiltere ve Amerika'da başlayıp yayılan Lancastrian modelinin devamı niteliğindedir Bir buçuk yüzyıldır birçok değişikliğe uğramasına rağmen bu model endüstriyel üretim mantığının sonucu olan eğitimde seri üretimi geleneğine sıkı sıkıya bağlı durmaktadır (The Impact of an Industrial Society on the Role and Methods of Education adlı makaleden derlenmiştir) U.S. Agency for International Development'dan Clifford H. Block, İngiliz Hükümetinin gerçekleştirdiği çok büyük ölçekli uzaktan eğitim denemesini şu şekilde yorumluyor: "Televizyon, radyo ve posta gibi iletişim araçlarının etkin kullanımı, BBC'nin üretim yetenekleri, öğretim tasarımları için görevlendirilmiş eğitim teknolojisi grubunun mükemmel başarısı ve normal bir üniversiteden farklı olmayan ders/konu içeriğiyle 65.000 öğrencisi olan İngiliz Açık Öğretim Üniversitesi (British Open University) İngiltere'nin en büyük üniversitesi ve dünyanın sayılı üniversitelerinden birisidir. Mezunlarının iyi yetişmiş ve entelektüel açıdan yeterli olması sebebiyle bu fakülteden derece almak İngiliz sosyo-kültürel hayatında önemli bir yere sahip olmak demektir" (Block, 1981, s.73). Teknoloji ve değişimle ilgili olarak Block şöyle demektedir: — Birkaç yıl içerisinde gerçek olacak bazı teknolojik gelişmelerle ilgili yorumlarda bulunmak gerçekten çekici bir işi bütün bir kütüphanenin bir disk içine sığabilmesi, internet ve uydu teknolojileri aracılığı ile evinizden dışarı çıkmak zorunda kalmaksızın tüm dünyadaki eğitim merkezlerine istediğiniz her an ulaşabilmek ve bunların dışında sayısallaştırılmış her türlü bilgiye sahip olma şansı bunlar hakkında konuşmak gerçekten çok çekici; fakat ben de bu konuda çalışan diğer insanlar gibi, böylesine temelden değişimlerin ancak aşama aşama ve evrimsel bir süreç içerisinde gerçekleşeceğine 208 inanıyorum. Eğitim kurumlarının, öğrenci, öğretmen ve yöneticileri, bu yeni öğrenme yöntemlerini bireysel, toplumsal ve ekonomik yönden hayatlarına adapte edebilmek için mutlaka zamana ihtiyaç duyacaklardır" (Block, 1981, s.72). ŞİİRLER ÇOCUĞUM Yalanı ez çocuğum, Doğru insan ol. Kötülük, kötünün işidir İyi insan ol. Ektiğini biçersin, Unutma bunu sakın, Işık olacaksan çocuğum Önünde olmalısın çağın. Bilimle kur özgürlüğü, Kurtarmaya çalışma günü. Söyleme emi çocuğum Geri alacağın sözü. Çıkarını değil çocuğum, İnsanlığı düşün önce. Dünya daha güzelleşecek Sevgiler yeşerince.. Ali KÜÇÜK GENÇLİK TÜRKÜSÜ Güvenle bakmak için geleceğe yarına Kitaplık açıyoruz yurdun çocuklarına Artık sokaklar değil kitaplıklar yerimiz Var olsun bu yuvayı kuran büyüklerimiz Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur "Hayatta en hakiki mürşit ilim" sözünü Gerçek ülkü edindim açtım artık gözümü Kitaplığım kitabım ağartırlar yüzümü Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur Parladıkça beyinde müspet ilmin ışığı Silinir alnımızdan yılların kırışığı Kitaplar insan dostu biz onların aşığı 209 Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur Bir yapıya konmayan taşları ben taş saymam Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam Okumadan yazmadan geçen ömrü yaş saymam Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur Çölde kalan yolcular bulutlara tas tutar Bilimle beslenmeyen inanışlar pas tutar Yavrusu cahil kalan millet her gün yas tutar Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur Çağdaş bilim füzeler gönderiyorken aya Bitsin artık inanmak üfürüğe muskaya Uygarlık yarışında kalamayız biz yaya Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur Üç kıtaya uygarlık götürmüş soyum benim Niçin gölgede kalsın bu yüce boyum benim Alnım açık yüzüm ak yaşamak huyum benim Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur Okuyanın bahtı da alnı gibi ak olur. Hasan TURAN HALUK'UN İNANCI Bir yaratıcı güç var, ulu ve ak pak, Kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım. Yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim, Ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım. Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var; Dünya dönecek cennete insanla, inandım. Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak, Ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım. Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu! Olsun, ben o hayale de bin canla inandım. İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi, Bir an için dedelerimi unuttum da, inandım. Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık Kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım. 210 Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından Aydınlık bir kıyamet günü gelecek, imanla inandım. Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde Yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım. Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı, Patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım. Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir Yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım. Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın, Bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım. Tevfik Fikret MEKTUP Nefret ediyorum kendimden Erken yattığım akşamlar Günün kurşun yorgunluğuna yenilip Bir patates çuvalı gibi devrilince yatağa Yaşadığımız hayat başkalarının da Bizim için ölenlerin Bizim için yaşayanların Gün gün, dakika dakika Tüm hayatlara borçlu yaşıyoruz Belki bundan ter içinde fırlamak yataktan gece yarıları Sarılmak bir kitaba Sarılır gibi susuz gecelerde yare Başımdan aşağı döktüğüm soğuk suların Vücudumda cazlaması bundan Belki O beni uyutmayan Çelik ışıklı insan gözleriyle Bir hayata nelerin sığabileceğini anlatan Akan terler Kimsenin geçmediği Bembeyaz yollar açıyor yüreklerde Tüm bilim, yaşam ve sanat Geçmeli bu yollardan Yürürken sevdiğime. Turgay FİŞEKÇİ 211 OY BABO Elim kolum kelepçeli Oy babo oy oy... Koltuk yumuşak ağa deli Vay babo vay vay... İnsan ol bilime eğil İnsan gibi herşeyi bil Rezil olan şehir değil Köy babo köy köy... Cehalet aklım uçurdu Beni yerlere geçirdi Muhtar anamı kaçırdı Duy babo duy duy... Bu yol böyle gide gide Yerimiz yoktur dünyada Kimi hoca kimi dede Say babo say say... Yıkılacak yanlış giden Bu işin nedeni neden İnsanlığı insan eden Huy babo huy huy... Gel Mahzuni çağlayalım Yönü dosta bağlayalım Dövdün bari ağlayayım Oy babo oy oy... Mahzuni Şerif RUBAİ Bir bilim kalmadı evrende, benim bilmediğim. Sana değin nice bin sırrı çözüp silkeledim. Yaşadım yetmişi aşkın yılı, en sonra gelip, Daha hiç bir şeyi öğrenmemişim; öğrendim. Ömer Hayyam 212 İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABULÜ VE MEHMET AKİF’İ ANMA GÜNÜ (12 Mart) KONUŞMA MEHMET AKİF ERSOY Akif, (D.1873İ Fatih Medresesi müderrislerinden İpekli Tahir Efendi'nin oğludur. Fatih'te Sarıgüzel mahallesinde dünyaya gelen Akif, Emir Buhari Mektebi'nde ilköğrenimini tamamlayıp, Fatih Rüştiyesi'ni ve Mekteb-i Mülkiye'nin lise kısmını bitirdi. Bu sırada Fatih Camii'ndeki derslere devam ederek Arapça ve Farsça öğrendi. Mülkiyenin yüksek kısmına geçtiği yıl babası ölüp evleri de yanında yeni açılan Halkalı Baytar Mektebi'ne girdi ve bu okuldan birincilikle mezun oldu. Ziraat Vekaleti’nde memurluk yaptı. Görevli olarak dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da bulundu. 1908'de arkadaşı Eşref Edib'le birlikte Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad dergilerini çıkardı. Balkan Savaşı sebebiyle Baytar Mektebi Müdür Yardımcılığı ve Darülfünun'daki genel edebiyat profesörlüğü görevinden istifa ederek ayrıldı. İzmir’in işgalinden (1919) sonra Millî Mücadeleyi desteklemek için verdiği vaazlarla halkın direniş azmini arttırmaya çalıştı. Burdur milletvekilliği yaptı. İlmi çalışmaları için Mısır'a gitti. 1936'da hasta olarak döndü ve 27 Aralık'ta Hakk'ın rahmetine kavuştu. AKİF DENİNCE AKLIMIZA NE GELİYOR? İstiklal Marşı'nı pek çoğumuz ezbere biliriz. Ya ötesini... "Çanakkale destanını, Akif in ideal genci Asım'ı, Köse İmam'ı tanıyor muyuz? Hele Kocakarı ile Ömer'in hikâyesini, Akif’in dilinden okuduk mu hiç? Necid çöllerinde Akif’le birlikte yürüdük mü vuslat için? "Hayır" diyorsak eğer, İstiklal Marşı şairimizi yeterince tanımıyoruz demektir. Göğsünü kabarta kabarta İstiklal Marşı'nı dinleyen bir nesil, o eşsiz marşı yazan şairi de yakından tanımalıdır. Doğruluğu, edebi, vefası, cömertliği, kerem ve mertliği ile hep sevilip sayılmış olan ve milleti için çırpınan Akif i tanımamak bedbahtlıktır. Safahat adeta, belli bir noktadan bakılarak anlatılan manzum bir romana benzer. Sokaktan eve, saraydan meyhaneye, cami, köy ve şehri adeta gözünüzün önünde canlandırır. Fakiri zengini, dindarı dinsizi, pehlivanı korkağı ile her tabakadan insanı, canlı bir film sahnesi gibi konuşturur size. Tasvirler yapar, hikâye ve fıkralar anlatır, konuşmalara 213 başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici ve duygusal her tonu kullanır. Böylece edebiyatı da aşarak, şiiri hayatın kendisi yapar. Şiirini Akif e sorarsak eğer, o şöyle anlatıyor Şi'r için "gözyaşı" derler, onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsârım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım! Oku, şayet sana bir hisli yürek lazımsa; Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa. Mehmet Akif, eserlerinin çoğunu, ülkenin o en felaketli yılları içinde vermiştir. Şiir ve yazılarında, zamanın millet ve devlet hayatının tüm özelliklerini işlemiştir. Ayrıca, aydın insanların bile hürriyetten ümit kestikleri en karamsar zamanda, yüksek moral ve iman örneği ile millete ümit aşılamıştır. Böyle bir zamanda, zaferi, özgüveni büyük bir imanla haykıran İstiklal Marşı'nı yazmıştır. Seher KANTARCI KONUŞMA ŞAHSİYETİ Akif günümüzün hatta Türk tarihinin en önde gelen destan şairlerinden biridir. Şiirleri edebiyat tarihimizde büyük önem taşır. Şiirlerinde bazen düşünce, Bazen duygu ön plandadır. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adalet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münafıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücum eder. Mehmet Akif yasadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile Şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şairidir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümitleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir tarih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, cami, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. seklinde yaşadığı devrin bütün hususiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı 214 prensip edinmiştir. vermiştir. Müsâhade ve kompozisyona büyük önem Şiirlerinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, müphem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gayesidir. Akif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır. Memleketin sosyal meseleleri, şahit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifadesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın ilânıyla başlayan, meşrutiyet ilânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidarı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda tarih sahnesinden silinmesi, dünyadaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış olması ve başsız kalarak her birinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryat edici şiirleri vardır. Mehmet Akif milletini ve dinîni seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sahip, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şairidir. İstiklâl Marşı şairi olması bakımından da "Millî Şair" ismini almıştır. KONUŞMA ESERLERİ Eserlerinin umumî unvanı Safahât'tır ve ilk eseri yalnız bu adı taşır. İkinci kitabının adı Süleymaniye Kürsüsündedir. Hakkın Sesleri üçüncü, Fatih Kürsüsünden dördüncü, Hâtıralar beşinci, Âsım altıncı, Gölgeler yedinci kitabının adıdır. Bunlar, değişik tarihlerde çeşitli kereler basılmış olup, hepsi birlikte Safahât adı altında da basılmıştır. Safahâttaki mısraların tamamı 12 bini bulur. Şiirlerinden İstiklâl Marşı, Bülbül, Ordunun Duası, Çanakkale gibileri bestelenmiştir. 215 Akif, İstiklâl Marşı şiirini millet için yazdığını ifade ederek Safahatına almamıştı Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!" Lâkin hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da demiyor bir tarafından! Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kir! 'İş bitti... sebâtın sonu yoktur!' deme, yılma. Ey millet-i merhûme, sakin ye'se kapılma. Mehmet Akif Ersoy 14 Mart 1913 EY YOLCU Gitme, ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: Elemim bir yüreğin kari değil, paylaşalım: Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!.. Ah! Karsımda vatan namına bir kabristan Yatıyor simdi... Nasıl yerlere geçmez insan? Su mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu! Mehmet Akif ERSOY KONUŞMA KİM ERKEN ÖLÜRSE! Mithat Cemal Kuntay’ın naklettiği aşağıdaki olay, Akif in verdiği söze ne kadar önem verdiğini gösteren bir başka örnektir. (Kaynak: Mithat Cemal (Kuntay), Mehmet Akif Hayatı Seciyesi Sanatı. Türkiye İŞ Bankası Yayınları, Ankara, 1986): 216 Baytar Mektebinden (Veterinerlik Fakültesi) sınıf arkadaşı Hasan Efendiyle Akif, o kadar dost olmuş, o kadar birbirlerini sevmişlerdir ki bir gün birbirlerine söz verirler: İleride çoluk-çocuk sahibi olurlarsa ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Ve aradan yıllar geçti. Hasan Efendi ve Akif evlenip çoluk-çocuk sahibi oldular. Bu arada Meşrutiyet ilân edilmişti. Mehmet Akif de dönemin Tarım Bakanlığı'nda genel müdür yardımcısı olmuştu. İşte o günlerde, Akif in genel müdürü, tarım bakanı tarafından haksız yere görevinden alındı. Akif, bu haksızlığa dayanamadı ve görevinden istifa etti. Artık, işsizdi. Para biriktirme âdeti olmayan, elindeki avucundakini anında çevresindeki yoksul ve kimsesiz insanlar için harcayan Akif, eşi ve çocuklarıyla büyük bir maddî sıkıntıya düştü. O kadar ki, o günlerde Akif’in evine beraber kitap okumak için sık sık gelen ve öğle yemeklerini Akif’in evinde yiyen Mithat Cemal, bu maddî sıkıntıyı açıkça gördüğünden, çeşitli mazeretler bularak Akif’e yemekten sonra gitmeye başlamıştı. Gerisini Mithat Cemal'den dinleyelim: "Bir cuma Akif'in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok sevimli olan çocuklar bir araya gelince ne manzara alırlar malumdur. Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Akif’in beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olduğunu zannettim ve ertesi cuma bu çocuk gürültüsüyle artık karşılaşmam sandım. Fakat her cuma sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna katlanıyordu. Bu üç çocuğun gelişi, Akif’in çocuklarına da fazla hürriyet vermişti. Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin yanağını, hıncımdan çimdikler gibi sıkarak, Akif’e sordum: — Kim bu yavrular? Akif cevap vermedi. Odaya girince, bu üç ıstırabını, bu misafir çocuklarını Akif’e takılarak tebrik ettim. Akif’in yüzü değişti: —Misafir çocukları değil, benim çocuklarım! Dedi. Üç-beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu? —Hasan Efendi öldü de... Çocuklar, kim evvel ölürse hayatta olanın bakacağı çocuklardı, yani rahmetli Hasan Efendi'nin çocukları. Fakat Akif bu çocuklardan daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk. Mehmet ŞİMŞEK 217 KONUŞMA MECLİS ALKIŞTAN İNLİYOR İSTİKLAL MARŞI DEFALARCA AYAKTA OKUNUYORDU Milletimizin tarih boyunca pek çok marşları olmuştur. Ancak bunların hiçbirisini, bugün İstiklâl Marşı'nın yerine getirdiği işlev açısından değerlendirenleyiz. Onlar, kahramanlık türküleri, mehter marşları şeklinde milletin vicdanında yer almışlardır. Modern devletlerin ortaya çıkışı ile devletlerarası ilişkilerde tören marşları diyebileceğimiz birtakım milli marşlara ihtiyaç duyulmuştur. Bizim milli marşımızın ortaya çıkışında, Fransız milli marşı Marseyyez'in bir ölçüde etkisi olmuştur. 1792'de yazılan, 1795 ve 1879'da Fransız milli marşı olarak kabul edilen Marseyyez, 19201i yıllarda Türk İstiklâl Marşı'nın yazılmasında örneklik yapmıştır. 1920 yılı sonlarına doğru Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Kumandanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur'a başvurarak Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı manen besleyerek zinde tutacak Marseyyez örneğinde bir milli marşın hazırlanmasını teklif etti. Teklif Milli Eğitim Bakanlığı tarafından benimsendi ve milli marş yarışmasının açıldığı bir genelge ile bütün ülkedeki okullara haber verildi. 7 Kasım 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan bir duyuru ile de yarışma Anadolu geneline duyuruldu. Yarışmaya gelen eserler 23 Aralık 1920 tarihinde bir edebi heyet tarafından değerlendirilecek ve birinci gelen esere 500 lira ödül verilecekti. Yarışmaya 724 şiir gelmişti. Ancak komisyon bu şiirlerden hiçbirini, milli marş olabilecek özellikte bulamamıştı. Meclis'te Burdur milletvekili olarak bulunan Mehmet Akif, bu yarışmaya katılmamıştı. Yarışmaya, para ödülü bulunduğu için katılmadığı, hâlbuki böyle bir marşın ancak Akif tarafından yazılabileceği herkes tarafından söyleniyordu. O sırada Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Hamdullah Suphi (Tannöver) Bey de aynı düşüncede idi. Akif in yakın arkadaşı Hasan Basri (Çantay) Beyle görüşerek, onu yarışmaya katılmak için ikna etmesini istedi Akif, işin içinde para ödülü olmasına karşı çıkıyor, "Hiç para ile İstiklal Marşı yazılır mı?" diyordu. Hasan Basri Bey, sonunda Akif in şartlarının hükümet tarafından kabul edileceğine söz vererek onu İstiklâl Marşı yazmaya ikna etti. Ankara'da Tâceddin Dergâhı'na kapanan Akif, bugün elimizde bulunan 41 mısralık dev eserini 7 Şubat 1921 günü tamamladı. Bakanlık, Akif in şiiri ile 3 şiiri, ordu üzerindeki etkisini öğrenmek üzere Genelkurmaya gönderdi. Ordu, Akif’in Şiirini beğendiklerini bildirdi. İstiklâl Marşı 17 Şubat 1921 tarihinde, 218 Sebilürreşat dergisi ile Hakimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayfalarında "Kahraman Ordumuza" ithafi ile yayınlandı. 21 Şubat 1921 Pazartesi günü de, 'Akif’in kendi el yazısı ile yazıp gönderdiği İstiklâl Marşı, Kastamonu'da çıkan Açık Söz gazetesinde ilk sayfadan verildi. Böylece İstiklâl Marşı kamuoyu tarafından da tanınmış oluyordu. Artık sıra, TBMM'deki çalışmalara gelmişti. 1 Mart 1921 günü yapılan toplantıda, TBMM başkanlık kürsüsünde Mustafa Kemal Paşa oturuyordu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey kürsüye gelerek Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı'nı okumaya başladı. Milli Mücadele'yi çok zor şartlarda yürüten Meclis üyeleri, daha ilk mısrada Meclis'i alkıştan inletiyordu: Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl! "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" Alkışlarla kesilen okuma, tekrar başladı. Okunan mısralar bütün bir milletin gönül birliğini yansıtmaktaydı. Heyecanlarına hâkim olamayan milletvekilleri marşın ilk okunması bitene kadar yer yer alkışlarla okumayı kestiler. Milletvekillerinin çok heyecanlanarak şiddetli alkışlarla marşın okunmasını kestikleri bölümler şunlardır: Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl! Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk'ın; Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın. Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlık ettiği bu oturumda Hamdullah Suphi Bey, İstiklâl Marşı'nı o gün tam dört kez okudu. M. Kemal Paşa marş okunurken sırasının önünde ayakta dinliyor ve devamlı alkışlıyordu. Milletvekilleri de marşla bütünleşmişler, alkışlar ve gözyaşları içinde bir daha okunmasını istemişler ve henüz milli marş olarak kabul edilmemiş İstiklâl Marşı'nı dört defa ayakta dinlemişlerdi. İstiklâl Marşı'nın kabulü için görüşmeler 12 Mart 1921 günü Öğleden sonra yapıldı. Oturum başkanlığını Dr. Adnan Adıvar yapıyordu. Görüşmeler sonucunda, Akif'in şiiri oybirliği ile milli marş ile kabul edildi. 219 Ardından bu defa milli marş olarak kabul edildiği için, Meclis üyeleri tarafından alkışlarla ayakta dinlendi. İstiklâl Marşı'nı milletine hediye eden Akif, sağlığında onu Safahat isimli eserine almadı. Marş için ordu tarafından konulan ödülü, Akif, kırgınlığa sebep olmamak için aldı. Bu 500 lirayı "Fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek, onları yoksulluktan kurtarmak" amacıyla kurulmuş "Darülmesai" isimli derneğe bağışladı. 500 cumhuriyet altını ile ölçülebilir. Yani bu epeyce yüklü bir ödül sayılabilir. Akif, paraya önem vermeyen örnek bir insandı. Ödülü kabul etmeyen Akif in sırtında paltosu yoktu. Arkadaşı ile nöbetleşe giydikleri bir palto ile Meclis'e gidip geliyorlardı. İstiklâl Marşı Meclis'te kabul edildiği gün ise Akif in cebinde iki lira vardı ve onu da Zonguldak milletvekili Hayri Bey'den borç olarak almıştı. Daha sonra marşı besteleme yarışması açıldı. Buna 24 besteci katıldı. İstiklâl Savaşı'nın şiddetlenmesi yüzünden beste yarışması sonuçlanamadı. 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etti. 1930 yılına kadar İstiklâl Marşı bu besteyle söylendi. 1930 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün bestesi kabul edildi. Marşın armonik düzenlenmesi Edgar Manas, bando düzenlenmesi ise İhsan Servet Künçer tarafından yapıldı. Bütün Türkiye'de İstiklâl Marşı bu beste ile söylenmeye başlandı. Günümüzde de aynı beste söylenmektedir İstiklâl Marşı, milletimizin bağımsızlığının sembolü; kahramanlığının ve imanının yansımasıdır. Milli gurur ve şerefimizdir. 220 TÜKETİCİYİ KORUMA HAFTASI (15–21 Mart) AÇIKLAMA 6 ALTIN KURAL 1- Öncelikle ihtiyacınızı belirleyin. 2- Rasgele alışveriş yapmayın. Neyi nereden alacağınızı araştırın. 3- Ne olduğunu bilmediğiniz, anlayamadığınız mal veya hizmetlerin alıcısı olmayın. 4- Fatura veya perakende satış fişi almayı ihmal etmeyin. 5- Ekonomik avantaj (ucuzluk, indirim gibi) vaatlerine ve promosyonlara karşı dikkatli olun. 6- Alışverişte sizi yükümlülük ve borç altına sokacak belgeleri (sözleşme, senet gibi) iyice incelemeden imzala mayın. Ayıplı Mal Satın aldığınız mal, ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda belirtilen veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında belirlenmiş nitelik ve niceliğe uygun değilse, beklediğiniz faydayı azaltan veya ortadan kaldıran eksiklikler taşıyorsa, “ayıplı” demektir. Tüketici olarak, satın aldığınız malların aşağıda belirtilen özellikleri taşımasını bekleme hakkına sahipsiniz. Satın aldığınız mal veya hizmet ayıplı ise, hakkınızı aramak için şu yolu izleyin: Öncelikle hiç vakit kaybetmeden satıcıya giderek başvurun. Sorununuzu anlatıp çözüm isteyin. Gerekirse, başvurunuzu yazılı olarak yapın. Yazıyı elden veya iadeli - taahhütlü posta ile iletin. Ayıplı Hizmet Satın aldığınız hizmet, tanıtım materyalinde, sözleşmede belirtilen veya hizmeti verenin vaat ettiği, nitelik veya niceliğe uygun değilse ya da hizmetten beklediğiniz faydaları azaltan veya ortadan kaldıran eksiklikler taşıyorsa “ayıplı” demektir. Verilen hizmetin ayıplı olduğunu anlamanız halinde, hizmetin başladığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde satıcıdan, Hizmetin yeniden yapılmasını, Ödediğiniz bedelin iade edilmesini, 221 Ayıbın neden olduğu değer kaybının ödediğiniz bedelden indirilmesini isteyebilirsiniz. Taksitli Satışlar Hizmet alımında mümkünse yazılı bir sözleşme yapın ve bu sözleşmenin bir nüshasını saklayınız. Satıcı, taksitli ve ön ödemeli satışlarda yazılı sözleşme yapmak ve bu sözleşmenin bir nüshasını size vermek zorundadır. Sözleşmede, sizi sonradan beklenmedik bir durum ile karşı karşıya bırakacak bilgi eksiklikleri olmamalıdır. Taksitli ve ön ödemeli satışların riskleri Mal ve hizmetleri almadan önce peşin ödemede bulunduğunuzda, birçok riski göze almış olursunuz. Peşin ödeme bir mal veya hizmetin rezerve edilmesi için kaparo, depozit verilmesi şeklinde de olabilir. Ödediğiniz paranın miktarı arttıkça ve malın teslimi, hizmetin başlaması için öngörülen süre uzadıkça, riskiniz de artar. Firmanın zor duruma düşmesi veya kapanması halinde, ödediğiniz parayı geri almanız veya istediğiniz mal veya hizmeti almanız hayal olabilir. 222 Satın almaktan vazgeçtiğinizde de paranızı geri alamayabilirsiniz. Eğer satıcı, malın teslimi, hizmetin başlamasından önce ödeme yapmanız konusunda ısrar ediyorsa ve bu ısrarın anlaşılabilir bir nedeni yoksa başka bir satıcıyı tercih etmeniz, yararınıza olur. Peşin ödeme yapmaktan kaçınamıyorsanız, şu hususlara dikkat edin: Sabit işyeri olan, vergi levhası ve diğer belgeleri bulunan, ilgili meslek odasına bağlı, satıcıdan mal ve hizmet alın. Toplam bedelin az bir bölümünü peşin olarak ödemeye bakın. Büyük bölümünü malın teslimi, hizmetin başlaması ve istediğinize uygun olduğunu görmenizi deneyecek zamandan sonra yapın. Yaptığınız ödeme karşılığında kesinlikle makbuz alın. İmzalayacağınız sözleşmeyi baştan sona satır satır, dikkatlice okuyun; hukuki terimlerin anlamlarını öğrenin. Anlayamadığınız sözleşmeleri kesinlikle imzalamayın. Taksitli satış sözleşmelerinde, mal ve hizmetin peşin satış fiyatı, vadeye göre faiz ile birlikte ödenecek toplam satış fiyatı, faiz miktarı, yıllık faiz oranı, gecikme faizi oranı, ön ödeme tutarı ve ödeme planının belirtilmiş olması yasal zorunluluktur. Taksitli satışlarda ayrıca borç senedi vermeniz gerekiyorsa, ödeme planına uygun tarihleri taşıyan ayrı ayrı borç senetleri imzalayın. Toplam borcunuz kadar tek bir senet imzalamanız aleyhinize olur. Sözleşmeye imza atmışsanız kesinlikle ayrıca senet veya çek vermeyin. Taksitli satışlarda sözleşmede belirtilen satış fiyatının hiçbir surette arttırılamayacağını unutmayın. Aldığınız mal veya hizmetin bedelini posta gönderiyorsanız, şu hususlara dikkat edin. Sadece posta kutusu numarası veya bir posta kodundan ibaret adrese para göndermeyin. Zarf içinde nakit göndermekten kaçının. Bir ilanda yer alan kuponu doldurarak, alternatifleri işaretleyerek mal sipariş ediyorsanız, ilanın bir kopyasını saklayın veya ilanın ne zaman ve nerede verilmiş olduğunu, ilan verenin adı, ticari unvanı ve adresini, bunu ne zaman postaya verdiğinizi, posta ücretini bir yere not edin. yolu ile Kampanyalı satışlar Kampanyalı satışlarda, taksitli satışlarda olduğu gibi, haklarınızın dayanağı imzalayacağınız sözleşme olacaktır. Sözleşmede bilinmedik bir husus kalmamasına dikkat edin. Üretici firma garantisi isteyin. Sözleşme dışında senet veya çek imzalamayın. Ödeyeceğiniz miktara karşı da banka teminat mektubu isteyin. İlan ve taahhüt edilen mal veya hizmetin ayıplı olması durumunda, satıcı, bayi, acente, temsilci, imalatçı-üretici ve ithalatçı birlikte ve zincirleme sorumludur. Kapıdan alışveriş Kapıdan satışlar tüketiciyi en fazla zarara uğratan satış şeklidir. Bütün risklerine karşın kapıdan alışveriş yaparsanız, özellikle tarihsiz ve eski tarihli sözleşmeleri imzalamayın. 7 gün içinde hiçbir gerekçe göstermeden, satın almaktan cayma hakkına sahipsiniz. Ancak, cayma bildirimini sözlü değil, mutlaka iadeli taahhütlü mektup veya noter aracılığı ile yapın ya da TÜKODER’e başvurun. Satıcı, 10 gün içinde, sizden aldığı parayı, kıymetli evrakı, sizi borç altına sokan her türlü belgeyi iade etmek ve 20 gün içinde de malını geri almak zorundadır. 223 Perakende satışa sunulan ürünlerin veya ambalajlarının üzerinde, menşei, cinsi ve fiyatını bildiren etiketler bulundurulması zorunludur. Üretici veya ithalatçı firmalar, sanayi malları için garanti belgesi düzenlemek zorundadır. Bir yıldan az olmaması gereken garanti süresi içinde meydana gelen arızaların ücretiz giderilmesi (parça değiştirilmesi dâhil) zorunludur. Garanti süresi içinde aynı arıza 2 defadan fazla, değişik arızalar 4 defadan fazla olursa, ürünün aynı kalitede yeni bir ürün ile değiştirilmesini isteme hakkınız vardır. Yurt içinde üretilen veya ithal edilen sanayi mallarının Türkçe tanıtma ve kullanma kılavuzları ile birlikte satılması zorunludur. Üretici veya ithalatçı firmalar, sattıkları sanayi mallarının bakım ve onarımı için yeterli sayıda servis istasyonu kurmak ve teknisyen bulundurmak zorundadır. Ürünün serviste kalış süresi, hiçbir gerekçe ile 30 iş gününü geçemez. (Sanayi malların satış sonrası hizmetleri hakkında tebliğe göre) 224 ÇANAKKALE ZAFERİ VE ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ ( 18 Mart) KONUŞMA Zaman 20. yüzyılın ilk çeyreği, mekân dünya… Fransız ihtilali sonrası yayılan milliyetçilik akımı, Sanayi Devrimi sonrası meydana gelen ekonomik rekabet, sömürgecilik yarışı, doymak bilmeyen emperyalist hırslar… Bu amaç doğrultusunda siyasî gelişmelerin de etkisiyle büyük ittifaklar oluşmaya başlar. Bir tarafta, sömürgecilik yarışında yer almak isteyen Almanyaİtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 1882’de İttifak devletleri grubunu oluştururken, bu gelişmeye karşı paylarından feragat etmek istemeyen emperyalist devletler İngiltere, Fransa ve Rusya da 1907’de İtilaf devletleri grubunu oluşturuyordu. Dünya büyük savaşlar ve büyük ittifaklar görmüştü ama böylesi gelişmiş silahlanma birlikteliğine ve büyük kamplaşmaya ilk kez tanık oluyordu.... Bu savaş bir ülke veya ülkelerin savaşı değildi. Bu, kıtalar arası bir savaştı. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu. Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan üçlü İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilaf Devletleri sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı. Osmanlı Devleti, savaşın başında tarafsız kalmakla birlikte stratejik konumu nedeniyle her iki tarafın da ilgi alanındaydı. Özellikle Rusya ile diğer İtilaf devletlerinin bağlantısını kesecek bir konumda olması, bu devletleri rahatsız ediyordu. İmparatorluk, tarihte görülen en geniş sınırlara sahip olmuş, her çeşit milleti ve inanışı içinde barındırmıştı. Yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. Yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü yitirmiş, siyasal yalnızlık içindeydi. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü 225 bekleniyor ve hazırlanıyordu. diğer ülkeler tarafından paylaşım planları Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Batı Anadolu’ya sahip olmayı istiyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm yabancı gemilere kapatır. GOEBEN ve BRESLAU’ın boğazlardan geçmesi itilaf devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları Sultan Osman ve Reşadiye adlı iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslar’a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur. Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyorlardı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar stratejik, ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler. Bugün bile bakıldığında değerlerini korumaya devam ettikleri açıktır. İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkûm etmeyi planlıyordu. Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. 226 Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Verilen adres Çanakkale’ydi... Bu savaş bir ülke veya ülkelerin savaşı değildi. Bu, kıtalar arası bir savaştı. Randevuya hiç kimse geç kalmamıştı. Beş çaylarını İstanbul’da içmenin hayali bütün dünyayı Çanakkale önlerine yığmıştı. İngilizler, Fransızlar, Yeni Zelandalılar, Avustralyalılar, Hintliler, Afrikalılar, Amerikalılar... Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.. Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya, Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde - gösterdiği vahşetle bu bir Avrupalı Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer; Kaynıyor kum gibi, mahşer mi hakikat mahşer! Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da, Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk; Sâde bir hadise var ortada vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani tâ’ûna da züldür, bu rezil istilâ. Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-ı asîl, Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefîl. Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz! Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki, eder her biri bir mülkü harap. Çanakkale muharebeleri birinci dünya savaşı içinde ayrı bir özelliği olan, tarihin kaderini değiştiren, yaşamak hakkına şerefiyle ulaşan bir milletin, her şeyden önce kahramanlık destanıdır. Burada savaşan insanlar kahramanlaşmışlar, kahramanlaşarak kutsallaşmışlardır. Geçilemeyen Çanakkale bir sır değil, bir güçtür. Türk ordusu saldırgana karşı dur demesini bilmiş; vatanı için, Türk milletinin özgürlüğü için canını feda etmekten çekinmemiştir. 227 DENİZ HAREKÂTI İcra edilecek deniz harekâtı için İtilaf Devletleri Deniz Kuvvetleri Şubat 1915 başlarından itibaren, üs olarak seçilen Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanına gelmeye başladı. Bu bölgeye gelen gemilere bakıldığında o zamana kadar dünyada bir harekât için bir araya gelmiş en güçlü birleşik donanma meydana getirilmiş oluyordu. Boğaz boyunca deniz bataryalarının kurulmasına paralel olarak 18 Mart 1915’e kadar Selanik, İntibah, Samsun ve Nusrat gemileri ile Çanakkale Boğazı’na toplam 403 mayın, geçiş yoluna dik 10 hat halinde döşendi. Savunma planı basitti. Boğaz; mayın ve top bataryalarından oluşan bir tahkimat sistemi ile ve bu iki silahın müşterek tesirinden yararlanılarak savunulacak, donanma bunların gerisinde bekletilecek ve harekâtı destekleyecekti. Zira donanmanın Ege Denizi’ne çıkacak, düşman donanmasıyla karşılaşabilecek hâli yoktu. Yeterli güçte bir Osmanlı donanması olsaydı zaten İtilaf devletlerinin Çanakkale seferini düşünebilmeleri ve icra edebilmeleri mümkün olamazdı. Boğazı zorlayan düşman filosunun komutanı Amiral Carden, durumdan çok ümitliydi. Hatta emindi... Nitekim 2 Mart 1915’te Amirallik I. Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta; “14 gün sonra İstanbul’dayız.” diyordu. Ancak bu arada tasavvur edemedikleri tarihin akışını değiştirecek bir olay gerçekleşiyordu. Bir Türk Mühendisi tarafından bin bir güçlükle İstanbul’dan Çanakkale’ye getirilmiş 26 deniz mayını Nusrat Mayın Gemisi’nin güvertesine yüklenmişti. 360 tonluk bu mütevazı tekne güçlükle elde edilebilen bu son 26 mayını, 100’er metre arayla 7–8 Mart 1915 gecesi, düşman donanmasının manevra sahasına, Erenköy önlerinde sahile paralel olarak, büyük bir gizlilik içinde döşemişti. Bu mayın hattının, diğer hatlar gibi Boğaz geçiş yoluna dik olarak değil de, sahile paralel olarak tesisi, 18 Mart harekâtının kaderinin değişmesinde en büyük rollerden birini oynayacaktı. Hattın bu şekilde tesis edilmesi dâhiyane bir düşünce eseriydi. Diğer hatların döşenmesinden sonra yapılan gözlemlere göre, düşman gemilerinin, boğazda bombardıman sonunda, hat değiştirme manevrasını Erenköy Koyu’nda, Karanlık Liman’da yapmaları çok iyi değerlendirilmişti. Bu manevra sahasının kirletilmesi düşman gemileri üzerinde büyük etki yapacaktı. 228 18 Mart 1915 sabahı, kurşunî renkli bir havada, dalgalı bir denizde tarihin o zamana kadar görmediği büyüklükte, 247 ağır topa sahip ve yüz parçadan fazla yüzen çelik kaleden oluşan muazzam bir düşman armadası üç hat halinde teşkilatlanmış olarak saat 10.05’te boğaza girmeye başladı. Önde temizlik ve kontrol taraması yapacak mayın arama tarama gemilerini destekleyen iki eski kruvazör bulunuyordu. Saat 10.30’da filonun en kuvvetli dört yeni İngiliz zırhlısından oluşan I. Hat’a verilen hedef, boğazın en dar yerindeki Çimenlik ve Kilitbahir Kaleleri’nin tahrip edilmesi, Kepez-Soğanlıdere arasında mayın kontrol ve temizlik taramasının desteklenmesi idi. Tepelerin gerisine mevzilenmiş sahra toplarımız, bu gemilere karşı ateş açtıysa da zırhlılar bu atışlara hiç aldırmadan Çanakkale şehir merkezine 14 km. kadar yaklaşıp hızlarını azalttılar. Saat 11.00’den itibaren de dünyanın en büyük dretnotu Queen Elizabeth’in 38 cm.lik dev topları Anadolu Hamidiyesi Tabyası ile Çimenlik Kalesi’ni hedef alarak ateşe başladı. Bu sırada ilk hatta bulunan İngiliz Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible zırhlıları da Rumeli Hamidiyesi ve Kilitbahir Kalesini hedef almıştı. Fransız Bouvet zırhlısı Dardanos, İngiliz Prens Corc zırhlısı ise Baykuştepe tabyasını dövüyorlardı. Hedef taksimi tamdı. Henüz hiç biri set bataryaları hariç, ateş altındaki tabyalarımızdaki toplarımızın menzili içinde değildi. Saatler 13.55’i gösteriyordu. I. ve II. hattaki gemiler görev değiştirmek üzere geri çekilip, her zaman yaptıkları gibi Anadolu sahillerine doğru dönüşlerini tamamlıyorlardı ki; şiddetli bir infilak sesi duyuldu. Önce havaya yükselen bir su kümbeti ve duman sütunu görüldü. Bir süre sonra da Fransız zırhlısı Bouvet, 600 kişilik personeliyle beraber boğazın sularına gömüldü. Bilahare Fransız Suffren ve Bouvet’in terk ettiği hattı, içinde Queen Elizabeth’in de bulunduğu 11 adet İngiliz muharebe gemisi aldı ve Deniz tabyaları ile amansız bir top muharebesi başladı. Saat 15.35’te hatta bulunan İngiliz Irreristible gemisinin pruvasında bir mayın, bundan bir iki dakika sonra da başka bir İngiliz muharebe gemisi olan Ocean’ın kıç tarafında diğer bir mayın infilak etti. Ortaya çıkan mayın tehlikesi, muharebenin akışını bir anda değiştirmişti. 229 Bu yeni durum, Amiral de Robeck’i gerçekçi bir karar vermeye zorluyordu ve verdi. Boğazdan mümkün olduğu kadar uzağa çekilecekti. Tüm gemiler saat 19.00’dan itibaren top ateşleri altında boğazı terk etmeye başladı. Mayın isabeti almış olan Ocean muharebe gemisi Karanlık Limana doğru geri çekilmeye çalışırken, Irreristible gemisi ise saat 20.00’da boğazın karanlık sularına gömüldü. İngiliz resmi tarihçisi General Odlander; “Gelibolu Askeri Harekâtı” adlı eserinde bu günü şöyle anlatır: “Pek müsait başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının o fevkalâde ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının seferin talihi üzerindeki tesiri ölçülemez.” Gerçekten de İtilaf devletleri donanmasına bu ağır sürprizi hazırlayan Yüzbaşı Hakkı komutasındaki 360 tonluk küçük ve mütevazı Nusrat Mayın Gemisi ve onun cesur personeliydi Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a girmek için sabırsızlananlar zafer umutları ve gurur dolu olarak geldikleri gibi değil, çelik devlerin ateş ve alev yığınları halinde tarihin gördüğü ender perişanlık içinde, zafer umutlarını ve gururlarını sonsuza dek Türk kalacak Çanakkale’nin sularına gömerek gidiyorlardı. İtilaf devletleri, Türklerin Çanakkale Boğazını eskiden kalmış tabyalar ve modası geçmiş silahlarla savunamayacaklarını sanıyorlardı; çünkü kendilerini “dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessilleri” olarak görüyorlardı. Ama unuttukları bir şey vardı: Türkler, onların sömürgelerindeki toplumlara benzemezdi; şeref ve haysiyetleri için yaşar, vatan ve dinleri uğrunda seve seve ölüme giderlerdi. Bizim bu yanımızı bilen bilir, bilmeyen tecrübe ile öğrenirdi.. KARA HAREKÂTI Çanakkale Boğazının donanma ile geçilmesinin mümkün olmadığını anlayan İtilaf devletleri, bu defa da Kara harekâtı ile ilgili planlar geliştirmeye ve hazırlıklar yapmaya başladılar. Boğazın etrafında bulunan Türk Kuvvetlerine karşı üstün bir muharebe gücü oluşturulmalı ve boğaz kesin bir darbe ile düşürülmeliydi. Çanakkale kara harekâtı öncesinde, zafer hayâli, işte böyle kuruluyordu. Harekât bölgesi incelendiğinde çıkarma ve savunmanın, vazgeçilmez arazinin merkez bölgesi yani Koca Çimen, Alçıtepe, Kilitbahir bölgesi olduğu tartışılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyordu. 230 İtilaf Devletleri’nin Planına Göre; Kuzey çıkarma grubu’nu oluşturan Anzak kolordusu, kuzeyde Kabatepe bölgesine, güney çıkarma grubu ise Seddülbahir bölgesine çıkarılacaktı. Planlar, asıl taarruz güneyde olacak şekilde hazırlanmıştı. Türk savunmasının güney kanadını tespit maksadı ile 1 Fransız Tugayı, Kumkale bölgesine çıkarma yapacak, Bolayır ve Beşiğe bölgesine de gösteri hareketleri yapılacaktı. İtilaf Devletleri’nin planı, Gelibolu müstahkem mevkiine kısa sürede el atarak, donanmayı savunmasız bir boğazdan geçirme ve İstanbul’u ele geçirme düşüncesine dayanıyordu. Türk Kuvvetlerinin Planı ise; 15. Kolordu, Anadolu kıyılarını; 3. Kolordu, Gelibolu Yarımadası’nı, Müstahkem Mevki Komutanlığı da boğaz tahkimatını savunacak, güney yan emniyetini Balıkesir Jandarma Alayı, kuzey yan emniyeti ise 1. Süvari Tugayı sağlayacaktı. 26 Mart 1915’te kurulan 5. Orduya komutan olarak atanan General Liman Von Sanders, Türk savunmasının esasını teşkil eden “düşmanın çıkmasına izin vermeden imhasını sağlama” şeklindeki ana fikri bırakarak, “kıyılarda nispeten zayıf kuvvetlerle düşmanı karşılama, derinlikte güçlü ihtiyatlarla imha etme” ana fikrini benimsemişti. Düşmanın kıyıya çıkmasını müteakip tedbir almayı öngören bu düşünce ast komutanlarca benimsenmemiş olsa da savunma planına olduğu gibi yansımıştır. 25–27 Nisan 1915 tarihinde cereyan eden İtilaf Devletlerinin Türk kuvvetlerini Anadolu kıyılarına bağlamayı öngören Kumkale çıkarması I. Fransız Tugayı ile gerçekleştirilmiştir. Düşman henüz kıyıya çıkmadan başlayan direnme, çıktıktan sonra da aralıksız devam etti. Türk 31. Alayının savunması ve bu savunmaya 39. Alayın takviyesi sonucu düşman, Kumkale ve Orhaniye arasındaki dar bir şeritte hareketsiz bırakılmıştır. Böylece amacına ulaşamayan düşman 26–27 Nisan gecesi çekilmek zorunda kalmıştır. Anzak Kolordusunun 3. Avusturya Tümeni ile icra edilen Arıburnu çıkarmasının amacı, özellikle Arıburnu ve Kabatepe bölgelerine el almaktı. 2. safhada 1. Avusturya Tümeni Conkbayırı, Kocaçimen Tepesi blokuna el atarak, son safhada Kilitbahir platosunun ele geçirilmesi için emir beklenecekti. 231 Kıyıda kuvvetli bir savunmanın bulunmaması nedeniyle çıkarma başladıktan sonra alınan tedbirlerle düşmanın geri atılması sağlanıyordu. Muharebelerin ilk gününde 19. Tümen Mustafa Kemal’i görüyoruz. komutanı Yarbay 25 Nisan gündüz taarruzlarında emrindeki 57. Alayı emir beklemeden muharebeye sokan Yarbay Mustafa Kemal’in 27, 57, 72 ve 77. Alaylarla icra ettiği koordineli taarruz, buradaki savunma hattının genişlemesini engelleyen ilk ciddi direnmedir. Atatürk, bu muharebe için şunları söylemiştir: “Bu alelâde bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmi ile harekete çok istekli olduğu bir taarruzdur.” Taarruz emrini alan kahraman 57. Alay’ın tümü, komutanı dâhil şehit olmuştur. 57. Alay’ın kahraman erleri için Mustafa Kemal şöyle diyor: “... Bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbirisi kurtulmamacısına kâmilen şehit düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir soğukkanlılık ve güvenlilikle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler şehadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete değer ve tebrike yaraşır bir misaldir. Emin olmalısınız ki; Çanakkale Savaşlarını kazanan bu yüksek ruhtur.” Arıburnu muharebelerinde kazanılan bu zafer sonunda; Mustafa Kemal; durumu çabuk kavramak, süratli karar vermek, kararını enerji ile uygulamak, sorumluluktan çekinmemek, inisiyatif kullanmak ve cesaretli davranmak suretiyle gösterdiği yüksek komutanlık yeteneği ile Arıburnu yöresinin tek komutanı olma imkânını elde etmiştir. Bu muharebeler sonunda Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1915’te albaylığa yükselmiştir. Düşmanın son umudu, Anafartalar taarruzuna kalmıştı. 6 – 7 Ağustos gecesi başlayan çıkarmayı müteakip hızla gelişen taarruzlar 9 Ağustos’a kadar Kireçtepe - Küçük Anafarta batısı, Azmakdere hattına ulaşmış olup Kıyıbaşındaki düşman kuvveti, 8 tugay kadardı. 34 yaşındaki Albay Mustafa Kemal’in komutasında oluşturulan Anafartalar Grubu, 9 Ağustos’ta 7 ve 12. Tümenlerin taarruzuyla, düşmanı, 5 km. kadar geriye atmıştır. Bu birinci Anafarta 232 muharebesinden sonra, 21 Ağustos’a kadar mevzi muharebeleri devam etmiştir. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor â’mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam. Atılan her lağamın yaktığı, yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îmân? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sîs-i İlâhî o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer; Bu göğüslerde Hudâ’nın ebedî serhaddi; “O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme!” dedi. Âsımın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte, çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek... Yeni açılan Anafartalar Cephesi’nde de arzu ettiği sonuca ulaşamayan İtilaf Devletleri artık çekilme hesaplarına başlamıştır. Nitekim alınan kararlar doğrultusunda Anafartalar ve Arıburnu bölgesi, 8 – 20 Aralık 1915 tarihleri arasında, Seddülbahir bölgesi ise 28 Aralık 1915 – 9 Ocak 1916 arasında tamamen tahliye edilmiştir. Tarihin sayfalarında bir eşine rastlanmamış, Çanakkale Zaferi’nin harekâtı incelendiğinde; 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders’in ilk ana fikrine göre düşmanın kıyıya çıkmasına müsaade edilmesi, Türk tarafının kayıplarını artıran en önemli faktör olmuştur. Mustafa Kemal’in ani karşı taarruzlara düşmanın imhasını öngören düşüncesi, katıldığı her muharebede felaketin büyümesini önlemiştir. Çanakkale Muharebeleri’nin başka muharebelere benzemeyen bir özelliği de devamlı, inatçı ve şiddetli taarruzlarla karşı taarruzların yapılmasıdır. 233 Kendine özgü bir pervasızlık ve atılganlık şuuru içinde şahlanan Türk ordusu, kahraman bir millet olarak varlığını bütün dünyaya bir kez daha ispat etmiştir. ÇANAKKALE SAVAŞININ SONUÇLARI 11 aya yakın (İlk deniz saldırısı: 18.02.1915; İtilaf Devletlerinin Gelibolu’yu boşaltma tarihi: 09.01.1916; toplam süre: 10 ay 20 gün) bir süre devam eden ve I. Dünya savaşının kilit noktası olarak kabul edilen, her iki taraftan 500.000’e yakın insanın can verdiği Çanakkale savaşları, sonuçları itibariyle, sadece dünya savaşına değil, 20. yüzyıla da damgasını vurmuştur. Çanakkale’yi geçemeyen İtilaf Devletleri, müttefikleri Rusya’ya gerekli yardımı ulaştıramamış ve Rusya’da rejim değişikliği olmuştur. Çarlık rejimi yıkılmış, sosyalistler iş başına geçmiştir. Rusya’daki sosyalistler aynı zamanda kapitalizmin temsilcileri olan İngiltere ve Fransa’yı terk ederek I. Dünya savaşından çekileceklerdir. Bulgaristan, İttifak Devletleri yanında I. Dünya savaşına girmiş, İtilaf Devletlerinin savaşı 1,5 yılda bitirme planları suya düşmüş ve savaşın süresi 4 yıla çıkmıştır. I. Dünya savaşında, Osmanlı Devletinin savaş kazandığı tek cephe olan Çanakkale savaşları, millî mücadele ruhunun ortaya çıkmasını sağlamış, Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi Türk milletine kazandırmıştır. Çanakkale Savaşı, modern çağın kombine kara, hava ve deniz savaşlarının başlangıcı ve ilk örneği olarak kabul edilen önemli bir savaştır. Çanakkale cephesine büyük sayıda müttefik kara, hava ve deniz gücünün bağlanmış olması sebebiyle Almanya’nın batı cephesindeki yükü azalmıştır. Çanakkale Savaşlarının Alman komutanı Liman Von Sanders, bütün planlarını Almanya’nın yükünü hafifletmek ve Mehmetçiğin ölümü pahasına İtilaf güçlerini Çanakkale’de uzun süre oyalamak esasına göre yapmıştır. Ne yazık ki, Türk askeri 8.5 ay süreyle Çanakkale cephesinde, Almanya’nın yükünü hafifletmek için savaşmıştır. Çanakkale’de bir evlâdını veya bir yakınını şehit vermeyen Türk ailesi çok azdır. Savaşı sonrasında, 50 yılda telâfi edemeyeceğimiz yetişmiş insanımızı Çanakkale’de şehit olarak bıraktık. 234 Savaş sırasında yapılabilecek her şeyi mükemmel olarak yapan Mehmetçik, bu defa yapılamayacak olanı yapmıştır. Bu savaş can kayıplarıyla, yaralılarıyla, hatta 2 metrekareye düşen 3 asker sayısı ile dünya savaş tarihindeki emsalsiz yerini almıştır. Çanakkale bir destandır. Oradaki kahramanlar efsanedir. Mustafa Kemal’i ile efsaneydi, Seyit Çavuş ile efsaneydi, Yüzbaşı Hakkı Bey ile efsaneydi, Hüseyin Avni Bey’le, Cevat Paşa’yla, isimsizleriyle, vatan için ölüme tebessümle gidişleriyle efsaneydiler... Bu efsanelere milletimiz bir ad aramıştı. Maddî ve manevî değerleri ifade edişi ile bir ad... Türk’ün cesaret, kahramanlık; dinine ve devletine bağlılığının sembolü olan bir ad: Mehmetçik... Seni anlatmaya sözcüklerimiz yetmiyor. Sana Akif’in diliyle şükranlarımızı sunuyoruz: “Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, ya Râb, ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki… Kanın kurtarıyor Tevhid’i... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? “Gömelim, gel seni târihe.” desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp... Seni ancak ebediyetler eder istiâp. “Bu, taşındır.” diyerek Kâbe’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ nâmiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili Sultanı Selâhaddin’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân… Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 235 O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, â’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber...” Bir gün şafakla birlikte topraklarımıza, insanlarımıza, mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, ne için geldiğini bilmeyen masum zavallılar da vardı, haçlı ruhunu yüreğinin derinliklerinde gizleyenler de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı duyanlar da oldu, kafataslarını memleketine götürecek kadar nefret edenler de. Onların da susuz kaldığı, geceleri ağladıkları, isyan ettikleri oldu. Hepsi savaş planlayıcıları kadar kinle dolu değildiler. İçlerinde savaşın çözüm olmadığını düşünenler de vardı, başka bir cephede Türk’ün kanını akıtacak olanlar da. ZAFER KAZANMA ARZUSUYLA TOPRAĞIMIZA AYAK BASIP, ARKADAŞLARINI, KOLLARINI, BACAKLARINI VE DE CANLARINI BURADA BIRAKIP, UTANARAK GİTTİLER. Hiçbir savaş bu kadar kanlı olmadı. Hiç bir toprak bu kadar değer taşımadı. Çünkü burası SON KALE İDİ GİTTİLER!...GEÇEMEDİLER!... GEÇEMEYECEKLER!... OKUMA BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... 236 Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri: —Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi. —Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay... —Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim. —Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu? —Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel —İşte onun çobanından 10 paraya aldım. Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi." Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim : -Ey Türklerin Büyük Allah’ı ! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü 237 böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur. "Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle!" Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi. Dünyanın en güzel yerleri burasıymış. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? Kadir'e mektup yazdım. Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir. Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister. Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun. Oğlun Hasan Etem 4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915) OKUMA KINALI KUZU Birinci Cihan Harbi patlak verip yedi düvelle savaşa girildiğinde Anadolu coğrafyasının bütün eli silah tutan gökçek yüzlü yiğitleri askere çağırılır. Bu daveti alanlar arasında bıyığı henüz terlemiş Murat isminde bir delikanlı da vardır. Yozgat'ın Sorgun kazasından Karayakup köyünden olan bu yiğidi, anacağızı uğurlamadan önce başını kınalarmış öyle selametlemişti. Murat 3. Taburda yerini aldığı zaman, komutanı Sabri Bey'in dikkatini çeker. Başı kınalı bu Anadolu çocuğunu çağırır ve kınanın sebebini sorar. Murat, mahcup mahcup boynunu büker cevap veremez. Ve hemen bölükten tıbbiye öğrencilerinden Şükrü 'ye bir mektup yazdırır: 238 "Anacığım, kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma. Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar." Bir müddet sonra Murat'ın anasından cevabi mektup yetişmişti. Ama ne mektup!.. Dupduru bir ana gönlünden dökülmüş acı dolu ifadeler: "Ey oğul, gözümün nuru Murat'ım ! zabit efendiye selam söyle . Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail'sin (as). Sen orada şehit olacaksın inşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim." Ve mektup Çanakkale'de Murat'a ulaştığında, Murat'ın kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile... Başlıca Kaynak: Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi. İstanbul: Adım Yayıcılık OKUMA TÜRKLER YAMYAMDIR SİZİ YERLER Yıl 1945, Arıburnu çıkarmasında (25 Nisan 1915) esir düşen iki Anzak subayından biri eşi ile birlikte otuz yıl sonra harp ettiği topraklara ziyarete gelir. Çanakkale harp sahaları 1945'de yasak bölgedir. Anzak subayı Genelkurmay Başkanlığı'na müracaat ettiğinde onlara yardımcı olan 1915'in 57'nci Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey'in oğlu Em. Hv. K. K. Orgeneral Tekin Arıburun, o günlerde Genel Kurmay Başkanlığı'nda Hava Dairesi Komutanı'dır. Arıburun okyanusun öbür ucundan kalkıp gelen bu aileye üç gün izin alır. Onlardan tek ricası Çanakkale dönüşü Ankara'ya tekrar gelip bir kahvesini içmeleridir. Babası şehit olduğu zaman, sekiz yaşında olan Tekin Paşa yıllardır baba özlemini içinde taşımaktadır. Anzak subayı üç gün sonra Çanakkale'den eşi ile Ankara'ya döner. Tekin Paşa onları karşılar ve evine götürür. Salona buyur eder. İkramda bulunmak için mutfağa girer. Her şeyden habersiz olan Tekin Paşa salondan, İngilizce "Bu komutan bizi esir almıştır" cümlesini duyar. Salonda babasının üniformalı kalpaklı resmi asılıdır. O zamana değin babasının harp hatıraları hayatta kalan arkadaşları tarafından Tekin Paşa'ya anlatıla gelmiştir. Bunlardan biri de şudur: Çıkartma sırasında esir düşen iki Anzak subayı 57. Alay komutanının çadırına getirirler. İkisi de tir tir 239 titremektedir. Alay komutanı Anzaklar'dan bilgi alabilmek için onlara ikramda bulunur. Üzerindeki tabanca, dürbün, İncil, vs. eşyaları alınır. Fakat kendilerine başka hediyeler verilir. Anzaklar’ın titremeleri hala devam etmektedir. O hatıra Tekin Paşa'nın zihninde canlanır. Hemen salona girer ve bir dolaptan fildişi kaplı İncil'i tabancayı ve dürbünü çıkararak misafirlere gösterir. İhtiyar Anzak, "Aaaa... Eşyalarım," der. Tekin Paşa sorar: "Babamın çadırında neden saatlerce tir tir titrediniz?" Misafirin cevabı enteresandır. "Bakın bugün hayattayım diğer arkadaşlarım da yaşıyor. Babanız bize bir misafir gibi muamelede bulundu. Bugünümüzü ona borçluyuz. Çadırındaki bu asil muameleden sonra hicap duydum; bizzat babanıza söylemedim. Fakat bizi esir alanlara işaretle anlatmıştım. Şimdi de size burada anlatıyorum. Çıkartmadan bir gün önce Limni Adası'nda, bizlere hitap eden ordu komutanı “Sakın Türklere esir düşmeyin ve ölene kadar çarpışın. Çünkü Türkler yamyamdır, sizi yerler demişti". Bizler de o gün esir düştüğümüzde çadırda yenileceğimiz saati beklerken Türkler tarafından hiç beklemediğimiz centilmenlikle karşılaştık. Ve bu savaşta asil bir milleti yakından tanımış ve vatanları için ne büyük fedakârlıklara katlandıklarını görmüş olduk." Başlıca Kaynak: Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi. İstanbul: Adım Yayıncılık OKUMA BEDELİ ÇANAKKALE'DE Galatasaraylılar'ın bu şüheda menkıbeleri arasında, dünyada eşi bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer1 in Destanını), gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor: Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer, "zabit namzedi" olarak Çanakkale'de idi ( Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüz elli bin zayiattan sonra Boğaz11 aşamayacaklarını anlamışlar, 240 1915'in son haftasıyla 1916'nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi. Muzaffer, Çanakkale'ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada'da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları, bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan'ından aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar "hiç derecesindeydi." Çanakkale'de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarını tamamlama emri aldılar. Muzaffer, birliğinin alay karargâhında görevliydi. Alayın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul'dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübâyalar (satın alma) için arttırma yapmak ilânlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Her şey "itimat" ile yürürdü. Muzaffer, açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan karargâh, gerekli malzemenin temin ve mubayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası (ödeme) için de Erkân-ı Harbiye Riyaseti'ne hitaben yazılı bir tezkereyi (belge) eline verdiler. O yıllarda İstanbul'da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok elenecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy'de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkân-ı Harbiye'ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam olan Yarbayın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında haz ı rol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan, "Ne alınacak" dedi. "Oto kamyon lastiği" cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer'e dik dik baktı: "Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!... Muzaffer selamı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezareti'nin (bugünkü Hukuk Fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere, Atayın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı... Muzaffer, bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı'na vardı, birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu. Doğru tüccar Yahudi' nin yanına gitti: 241 "Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. Gece kalacak yerim yok. Yarın öğleden evvel, vapur Çanakkale'ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin..." Tüccar "peki" dedi. Muzaffer, tam ayrılırken ilave etti. "Altın para vermiyorlar kâğıt para verecekler" Yahudi yine "peki" dedi. Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Kumandanlığımdan sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi'nin kapısındaydı. Ortalık henüz işiyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kâğıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci'ye yollandı. Malzeme şat'i'a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da, gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kâğıdın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunuyordu: "Bedeli Dersaadet'te altın olarak ödeme olunacaktır." Muzaffer, yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı: "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır." Onun burada altın dediği, Çanakkale'de, Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi. Sahte paraya gelince... Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay, bütün İstanbul'da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise, Şehzade Halim Efendi'nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu. Başlıca Kaynak: Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi. İstanbul: Adım Yayıcılık 242 OKUMA BİR FAZİLET ABİDESİ Her savaşta olduğu gibi, Çanakkale Savaşı'nda da, kahramanca savaşan Türk askeri, düşmanlarını bile hayran bırakmıştır. Bu savaşta, bir koluyla bir ayağını kaybeden Fransız generalinin yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırası şöyledir: "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler. Hiç unutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle bir konuşma yaptık: — Niçin öldürmek istediğin düşmana şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: — Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkarttı. Bir şeyler söyledi. Anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benimse kimsem yok. İstedim ki o kurtulup anasının yanına dönsün. Bu asil duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzara karşısında şok geçirdim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..." Başlıca Kaynak: Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi. İstanbul: Adım Yayıcılık OKUMA ANZAKLI ÖMER'İN HİKÂYESİ 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olup ihtisas yapmak üzere Amerika'ya giden Doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor: "Amerika'ya gittiğim ilk yıllar (1957) lisanım pek o kadar iyi değil. Newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler. Hastaya o kadar önem 243 veriyorlar ki yeni doktorlar hemen doğrudan hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında tabi kendisi ile İngilizce konuşuyorum. — Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız? Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki... Pazısını açtım. Baktım pazısını dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim. — Siz Türk müsünüz? Kaşlarını yukarıya kaldırarak "Hayır" manasına işaret yaptı. Ama ben hâlâ merak ediyorum: — Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir? "Aldırma işte öylesine bir şey" dedi. Ben yine ısrarla dedim ki: — Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım... Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu: — Siz Türk müsünüz? — Evet Türk'üm... İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı: — Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım, Avustralya Anzakları'ndan... İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler, Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. "Biz de inandık sözlerine, vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık. Avustralyalı ihtiyar Anzak anlatmaya devam ediyordu: — Bizim beynimizi yıkayan İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman. Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler. 244 Savaşın şiddetini ben, ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman... Her taarruzda bizden de, Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz, Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim. Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti: — Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler, bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice, bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime: — Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürebilirler. Ama öldürmüyorlar... Veya isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranmışlardı. Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla niye savaşıyorum ben. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce... Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte. Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: — Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türklerdi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine beni iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... 245 Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türk ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna bütün kalbimle inanıyorum. Tüm bunları anlattıktan sonra, nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz? dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu: — Peki, niçin Ömer ismini, vermişler sana? — Babam Müslümanların ikinci halifesi olan Hz. Ömer isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş. —Yahu senin adın Müslüman adı mı? Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı, birden doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti. Ama niye ısrar ediyordu? İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: — Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun. — Olsun — Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu? Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da, kimseyle konuşamadığı için, soramadığı için bir şey yapamıyormuş. — Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay. Sonra kendisine imanın ve İslâm'ın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu. Yaşlılık, bir yandan hastalık, bir yandan da yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet'e olan hasretin sona ermesi bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. ...Mırıldandı: — Siz Müslümanlar tespih çekersiniz. Bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu? Bu sözden de anladım ki, dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman olmuştu. 246 Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti. — Beni yalnız bırakma olur mu? — Ne gibi Ömer amca? — Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor. O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!" Dedim ki içinden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?" hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih açık duran sol kolunun pazısında dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile, koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti.... şehadet Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. "Ne yalan söyleyeyim, ağladım." Başlıca Kaynak: Refik, İbrahim. (1998). Çanakkale'nin Ruh Portresi. İstanbul: Adım Yayıcılık İrfan Topçu ÇANAKKALE SAVAŞLARI HAKKINDA SÖYLENENLER Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” M. Kemal ATATÜRK Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekâta dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.” İngiliz Başbakanı Asquith 247 “Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekâtın zorunlu olduğunu anlıyorum.” Churchill "Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.” Churchill “... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se’bat cihetiyle takdir ve senaya liyakatı, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşmanın taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.” Alman Generali Liman Von Sanders “Avrupa’da hizbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklierle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı. Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Hâlbuki Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.” General Tawshend “Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza ettiğini, can çekişen bir imparatorluk içinde kahraman bir milletin varlığını meydana koydu.” General Fahri BELEN “Müttefiklerin gayreti kalmamıştır. Türkiye insan menbalarını (kaynaklarını) sarf ederek bitab (bitkin) kalmış, müttefikler, hissolunur derecede zayıflamamışlardır. Fakat Çanakkale Muharebesi’nin Rusya’nın akibeti ve Balkanlar’daki tesiriyle Türkler müteselli olabilirler.” Larşer “... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda haiz bulunduğu evsafın bidayette layikiyle takdir edilmemiş olması, Ingilizler için felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu, Ingilizler kendileriyle dövüştükten sonra bittecrübe anlamışlardır.” Ingiliz Generali Oglander “Yenilmez Ingiliz donanmasının uğradığı akibetten komutanlar değil, strateji kurallarını ihmal eden devlet adamları sorumludur. Boğazlar ve Trakya bölgesinde altı Türk kolordusu varken, donanmayı 248 tahkim edilmiş bir Boğaz’dan geçirmek ve Boğaz kıyıları işgal edilmeden beş tümenlik bir kuvvei seferiyeyi Istanbul’a getirmek planının şansı çok azdı.” General Fahri BELEN “Çanakkale Savaşları, Avusturalya ordusunun gelişimine birçok etkide bulunmuştur. İlk olarak Avusturalya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı tarafından değil, bir Avusturalyalı subay tarafından idare edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve Çanakkale olayları, bu uygulamayı başlattı.” Avustralyalı Yarbay D. M. HORNER “Çanakkale Savaşları, savaşa İngiliz bayrağı altında katılan Yeni Zelanda’nın uluslaşma sürecine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1915’te Yeni Zelandalılar, kimliklerini İngiliz İmparatorluğu içerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak gibi istekleri yoktu.” Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. PHİLLIPS “Çanakkale Savaşları, modern savaş tarihinde birleşik kara ve deniz savaşlarının başlangıcı ve ilk örneğidir.” Japon Prof. Dr. Em. Krg. Hideo MIKI “Avrupa diplomasisinin çıkmazlarında ihtiyatla yolunu arayan ve Avrupa devletleri’nin birbirine düşmüş meclislerinde kendi lehinde fırsatlar kollamaya çalışan ürkek ve tereddütler içindeki Osmanlı, artık yerini, dimdik adeta mağrur ve kendine güvenen, kendi hayatını yaşamaya azmetmiş, Hıristiyan düşmanlarına tam bir istihfafla bakan şahsiyete bırakmıştı.” Alan Moorhead “Çanakkale Boğazı’ndaki Türkler ve Almanlar da 18 Martı aralıksız takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki hasar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır bataryaların cephane durumu ciddiyetini koruyordu.” Robert Rhodes James “Çanakkale Muharebelerinde Türk ordusunun başında daha başlangıçtan itibaren orayı, üç kez ve yalnız kendi inisiyatifiyle kurtarmış olan Türk Başbuğu (Atatürk) bulunmuş olsaydı, bu gün tarih, bir Çanakkale Savaşı yerine, karaya ayak basmasıyla beraber, akim kalan bir Çanakkale teşebbüsünden bahsederdi.” M. Şevki YAZMAN “Çanakkale fecayi’ine (çok acıklı olaylarına) ait mesuliyetin, her iki taraftan hangisine ait ve raci olduğu keyfiyeti henüz tahakkuk 249 edemediyse de, bahri hücumun (deniz hücumu) altında mündemiç (saklı) olan Hakayık (gerçekler), o kadar basittir ki, bu hususta en müptedi (ilkel) olanlar bile bunu anlarlar. Biz en müşkülü’l-icra (yapılması zor) harekete tasaddi ettik (başladık) ve esas noktalara dair maluunatı sahiha (gerçek bilgiler) elde etmeden evvel mutadımız (âdetimiz) olduğu üzere, düşmanı hakir (küçük) görerek, böyle bir külfetli işe sarıldık. Neticedeyse, herkesin kabul ve itiraf edeceği bir hezimete, mağlubiyete uğradık ki, bunun izin, hiç de şikâyete hakkımız yoktur. 18 Martta mağlup olduk. Bu bapta tevile felana (başka anlam vermeye falan) hacet yoktur.” İngiliz Yazar Ellis Ashmit BARTLETT “Çanakkale müdafaası, üç mucizeler muharebesidir Hali kurtardı; maziye hamaset ve azametini iade etti; vatanımızı bir vatanı ebedi yaptı.” Sami Paşazade Seza SON SÖZ Bütün bunlara rağmen kendi tarihini bırakıp efsaneler arayanlara, kalplerinde kahramanlık ve iman duygusu yerine korkaklık ve fitne taşıyanlara; kültür emperyalizminin zehirleyici rüzgârlarına kapılarak kendi maddi ve manevi değerlerinden uzaklaşanlara; Çanakkale’yi destanlaştıran atalarımızın taşıdığı ideale yabancı duruma düşenlere tavsiyemiz, özlerine dönmeleri ve kendilerine gelmeleridir. Çanakkale’deki birlik ruhunun yeniden şahlanması en büyük dileğimizdir. Birliğe ve dirliğe, o gün olduğu gibi bu gün de ihtiyacımız vardır. ŞİİRLER ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 250 Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 251 Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif ERSOY BİR YOLCUYA ( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.). Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda, İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir. 252 Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin, Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir. NECMETTİN HALİL ONAN ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Ben desem iki yüz bin, sen de iki yüz elli Ne yattığı yer belli, ne de vurulduğu yer Mahşer Conkbayırı'na kurulmuştu besbelli Her Mehmetçiğin göğsü olmuştu birer siper Şehit analarının o göz pınarlarına Şehadet mertebesi akıtmıştı teselli On sekiz Mart Bin doküz yüz On beşinci yıldı Süleyman Sırrı Bey'e sor bak ki daha dündü Batarya Hamidiye, Fransız Bouvet'sine Yaklaşırken mermiler ikiyüz kırk milimdi Tarihte rastlanır mı şehidin böylesine Cideli Mehmet Çavuş bedeni kırk dilimdi Gözüne iniyorken karanlık perde perde Can çekişen dudakta bir tebessüm belirdi Fransız'ın zırhlısı tarihten silinirken Paramparça bedeni sevincinden delirdi Türk milleti kutlasa bin defa zaferini Unutmayacak asla o şehit neferini Kumkale, Seddülbahir müstahkem mevkileri Çok ağır bombardıman ateşine tutuldu Susturduk zannedip de geçmeye çalışırken Son sırıtışında o düşman gemileri Nusret'in döşediği mayınlarda yutuldu Kumkale, Seddülbahir, taş taş üstünde zahir Bir beden kalsa Mehmet, bir taş kalsa da ahir Düşmana set çeker de Boğaz'ından geçtirmez Kanla sular toprağı bir damlasın içtirmez Tarih yirmi beş Nisan, İngiliz ve Anzaklar Dalga dalga karaya çıkıp da siniyordu Düşmanın tepesine işte Mustafa Kemal Tarihinden kopup da çığ gibi iniyordu 253 'Kader Adam' deyip işaret eden Churchill Türklerin tarihini elbette biliyordu Her başkaldırışında o menhus enselere Türk'ün dev ellerinden bir şamar iniyordu Anafartalar'daydı, hem de Conkbayırı'nda Ondokuzuncu Tümen, Elliyedinci Alay Düşmanla arasında kesin bir hesaplaşma Sanmayın ki mahşerde vermesi daha kolay Mehmetçiğin bağrında kurşun tarar kaşağı Bir kefeni olmamış ne kaldı ki kuşağı Kanı mürekkep eyler, yazdırır tarihleri Vermez de bir damlayı, olmaz düşman uşağı Anladı ki tüm cihan ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Örtünür meşhedine kefen bile biçilmez Zehra Birsen YAMAK HASAN ÇAVUŞ'UN NAME-İ TEŞCİİ Oğlum Hasan üç aydır ki mektubunu almadım Gece gündüz hayır duanızdan geri kalmadım Sen onbaşı olmuş idin Akşehir'den giderken Çavuş oldum diye yazdın tabur cenge giderken Zafer için her cengine yedi hatim adadım Allah korusun ocağımda sensin kolum kanadım Yaradan'ım sana nasip eder ise şehadet Odur kulluk Hakk'a, vatan millet için ne devlet İmam dedi, oralarda ulu, canlı cenk olmuş Düşmanların siperleri baştanbaşa leş dolmu Derelerden, tepelerden topladığım sümbülü Yolla taksın yavukluna, ziynet bulsun kâkülü Geçen gece ben bu çengin rü'yasını görmüştüm Sevincimden ağlayarak hayır diye yormuştum Plevne'de yatan baban eve gelmişti. Hasan gazi oldu diye bana müjde vermişti Sonra gördüm sağ elinde yükselmişti bir bayrak Din hasmının kafasına dikilmişti o sancak Sen düşünme, millet bize gözü gibi bakıyor Bolluk şükür zad-zahire her taraftan akıyor 254 Eğer köyde ölen kalan var mı diye sorarsan Konu komşu, eşi dostu hatırlayıp anarsan Muhtargilin Ahmet şehit olmuş haber geldi dün Şenlik oldu, mevlit oldu, düğün oldu bütün gün Köy hep giyindi kuşandı namazgâha gittiler O şehidin Rahmetullah duasını ettiler Yeri belli olmak için mezarın kazdılar Bir taş dikip Ahmet şehit oldu diye yazdılar Kurban kesip Hatm-i şerif indirildi hep ona Gönderildi onun gökte yatan şanlı ruhuna Sen bilirsin yavuklusu kumral saçlı Emine Bir al bayrak asmış idi o gün kendi evine O güzel kız yeşil örtü örtmüş idi başına Bir kurumla oturmuştu köyün dibek taşına Hıçkırmadı ağlamadı sandım onu bir melek Onun erlik ocağını söndürmüştü kör felek Sürme çekmiş kına ile süslemişti elini Olmuş idi tel duvaklı, nurlu şehit gelini Dedi Ahmet beni artık ahirette beklesin! Ben onunum, utanmasın beni Hak'tan istesin! Kaderim bu, şehit olmuş benim şanlı yiğidim Kız kalırım varmam ere ben de canlı şehidim. HASAN ÇAVUŞ BOYABATLI MUSTAFA'NIN ÇANAKKALE DESTANI Üç yüz otuz, sözüm Hakk'ın kelamı Padişahın geldi büyük selamı Enver Bey'in düşman kırmak meramı Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Eüzü besmele çektim çıkarken Köye baktım şöyle yüksek bir yerden Karargâha koştum üç gün de erken Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak 255 Kumandan emrini verdi bir gece Anadolulardan layıktır nice Yiğitler şehadet şerbeti içe Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Rumeli toprağı yoğrulmuş kanla Ün alınır ancak verilen canla Herkesin yüreği çarpıyor şanla Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Kurşunlar atıldı düşmana karşı Şehitler buldular gözlerde arşı Gaziler döktüler hep sevinç yaşı Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Düşmanın gür sesli büyük topları Delik deşik etti toprağı, yarı Korkak Frenklerin yokmuş hiç arı Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak İngilizler Frenge dostmuş diyorlar Bir kötü kötüye elbette uyar Onlara bu meydan gelecek pek dar Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Çanakkale'yi siz sandınız boştur Davulun sesi de uzaktan hoştur Saptığınız bu yol bir dik yokuştur Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Arıburnu hani topların nerde Gazilik arzusu var hangi serde Şehitlik göktedir gazilik yerde Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Ben yorgun değilim içim bir tufan Müslüman'dan var mı savaştan kaçan Türk’tür dünyaya al bayrak açan Bugün vatan bizden razı olacak 256 Nefer şehit, ordu gazi olacak Arıburnu haydi toplar gürlesin Ey düşman kaçma tavşan mı nesin Bir hücumda hemen kesildi sesin Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Zırhlıların gitti deniz dibine İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne Kaç dura girerse fırsat eline Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler İstanbul’umuzu alacak bir er Var mıdır dünyada nerde o asker Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Boyabatlı Ömer Oğlu Mustafa Yazdı destanı girerken safa Muradı girmektir arşı tavafa Bugün vatan bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak. BOYABATLI MUSTAFA ÇANAKKALE Çanakkale, Zaferlerin son âbidesi Çanakkale, Türk’ün gürleyen sesi. Çanakkale, Şahlanan mayam Çanakkale, Sürülerle yamyam Çanakkale, Oluk oluk kan Çanakkale, Can, can, can. 257 Çanakkale, Ölüme davet Çanakkale, Parça parça et Çanakkale, Er meydanı Çanakkale, İnsanlığı tanı Çanakkale, Mermisiz dipçik Çanakkale, Sadece Mehmetçik Çanakkale, Er oğlu erler Çanakkale, Ölüme çağıran siperler Çanakkale, Ağaran sabah Çanakkale, “Allah ! Allah!” Çanakkale, Geçilen Sırat Çanakkale, Kurtuluşa berat Çanakkale, Küfre kale Çanakkale, Tevhîd ile Çanakkale, Dillerde tekbîr Çanakkale, Allah biir. Çanakkale, Düşmana çekilen set Çanakkale En görkemli şehadet. (Mayıs, 2001) İhsan KURT 258 OĞUL Vatan oğul, bayrak, oğul, can oğul! Sevmek nedir? Bunu bilen âşıklara bismillah! Bu oğullar Sümeyye can analardan doğdular Rabbiyessir dileklerden beşiklere bismillah! Ad verirken ilk ezandan, ilk duyduğun kelamda Göz ve gönül aydınlatan ışıklara bismillah! Emeklerken diz vurduğun, iz vurduğun her yerde, Ayaklanıp atladığın eşiklere bismillah! Düşte gördüm kanlı başın, peygamberin dizinde Ocaklara, eşiklere, beşiklere bismillah! Karamürsel… Kara üzüm gözlü mürsel soy oğul Gündüz bey çanamlı yiğit, Beydağı’nca bey oğul! Gazi Battal ülkesinin kara yiğit balası Devlet oğul, Mürvet oğul, fidan oğul, toy oğul! “Anam!” dedin, “babam!” dedin, “atam!” dedin bayrağa Hem bayrak oldun işte! Hem bayrakta al oğul! Bağrındaki kurşunlarla çık peygamber katına Ol mübarek avcu içre birer birer say oğul! Bet yüzlüler kem gözlüler hor bakarmış vatana Biz tükenip yok olmadan olmaz böyle Denilmiştir: Can sağ iken yurt vermeniz düşmana Hem sütümden, hem kanımdan, hem canımdan Bu sendeki huy oğul! Gazi olur, şehit olur, inan oğul… Osman ÖZTUNÇ 259 ORMAN HAFTASI (21–26 Mart) AÇIKLAMA Orman, içinde çeşitli ağaçların yer aldığı geniş bir alandır. Kuşu, böceği, yabanî hayvanlarıyla tabiatın önemli bir parçasıdır. Ormanlar yurdumuzun en önemli zenginlik kaynaklarından biridir. Kurşunkalemden tutun da, kapı, pencere, masa, sıra, kitap, defter gibi kullandığımız birçok şeyi ormanlardan elde ederiz. Yabanî hayvanların barındıkları en güvenilir yerdir orman. Ayı, tilki, tavşan, yaban kedisi, kuş ve daha bir sürü hayvan, varlıklarını ormanlara borçludur. Ormanların bir yaran da, soluduğumuz havayı temizlemeleridir. Bundan dolayı, "Ormanlar yurdumuzun akciğerleridir" diyoruz. Ormanın yararları saymakla bitmez. Ormanı meydana getiren ağaçlar, kökleriyle toprağı sıkıca tutarak toprak kaymasını ve erozyonu önler. Kökleriyle suyu emerek sel baskınlarına karşı çevreyi korurlar. Ormanı bol olan yere bol yağmur yağar. Orman ayrıca yemyeşil rengiyle, temiz havasıyla, kuş ve böcek sesleriyle insana huzur verir. Orman haftası, 21–26 Mart tarihleri arasında bütün yurtta kutlanır. Haftanın bir günü ise ağaç bayramı olarak değerlendirilir. Orman haftasında okullarda çocuklara ağaç sevgisi aşılanır. Ormanın korunması, ağaç dikimi konusunda bilgi verilir. Hafta süresince çeşitli gazete ve dergilerde ormanın önemi ve yararlarını anlatan yazılar, haberler yayınlanır. Radyo ve televizyonda, hafta ile ilgili program ve haberler yer alır. Orman haftası ve ağaç bayramında biz de görev alalım. Okul bahçesinde, çevrede uygun yerlere ağaç dikelim. En değerli varlıklarımızdan biri olan ormanları koruyalım. Çevremizin güzel ve sağlıklı olmasını sağlayalım. "Ağaçsız yurt, vatan değildir" sözünü hiç unutmayalım. OKUMA ÇAM AĞACI Ormanda pek de cici bir çam fidanı vardı. Yeri iyiydi, güneş görüyordu, hava boldu. Çevresinde de birçok büyük ağaçlar, çamlar, meşeler vardı. Ama bizim küçük çamın aklı fikri bir an önce büyümekteydi. Sıcak güneşi, temiz açık havayı düşünmüyor, köylü çocuklarına bakmıyordu. Çocuklar çiçek, ahududu toplamaya ormana gelir, içerlere giderlerdi. Çocuklar bir tas dolusu yemişle ya da bir 260 saman sapına dizdikleri çileklerle döner, küçük çamın yanma oturur: "Pek de minik bu sevimli ağaç!" derlerdi. Böyle desinler istemiyordu bizim fidan. O yıl, boyu biraz daha uzadı. Ertesi yıl biraz daha. Bir çam ağacının kaç yaşında olduğu gövdesinde çoğalan halkalardan, ucundaki sürgünlerden anlaşılır. "Ah, öbür ağaçlar gibi büyüseydim bir!" diye içini çekiyordu küçük ağaç. "Dallarımı dört bir yana yayardım, tepemle de uzakları görürdüm. Kuşlar yuvalarını dallarımın arasına yaparlardı. Rüzgâr estikçe ben de şu ağaçlar gibi kibarca başımı sallardım!" ("Andersen'den Masallar" adlı kitaptan alınmıştır.) OKUMA AĞAÇLARIN ÖFKESİ Murat o gün çok yorulmuştu. Çünkü koca koca bavullarını toplamıştı. Anneannesine gitmek için otobüsle İzmir'den İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. O sırada Manisa yolunda bazı tabelalar görmeye başladı. "Ağacı koru, doğayı sev" gibi yazılar. Ağaçlar gerçekten de çok güzeldi. Etrafı süslüyordu. Bu yazılan okurken, gözleri küçülmeye başladı, gövdesi serpildi, kafası annesine doğru düştü. Birden yol kenarındaki büyük bir ağaç öbür küçük ağaçlarla konuşmaya başladı: —Hay aksi, bu insanlar da ne kadar kötü. Bize hiç bakmıyorlar. O sırada bütün ağaçlar çok şaşırmışlardı. Dinlemeye devam ettiler. Büyük çam ağacı yine konuştu: — Eskiden insanlar bizle yaşarlar, bizi severlerdi. Zeytin ağacı da bu görüşe katıldı. Çam ağacı sözüne devam etti: — Ama şimdi insanlar bize bakmaz oldular. Bizim o kadar çok yararımız varken, bizi gereksiz yere kesiyorlar, üstümüze bizi yiyen yabani hayvanlar salıyorlar, böceklerimizi durdurmaya çalışmıyorlar. Bizi korumuyorlar. Gürgen, çamın sözüne karışıp: — Ondan sonra da ormanları korumak için tabelalar dikip, bir iş yaptıklarını sanıyorlar. Palamut'un konuşmalara canı sıkılmıştı. Çam yaşlı olduğundan onun üzülmesini istemiyordu. Palamut başka bir konuya geçmek istedi ama çam onu durdurdu. — Yo, benim üzülmemi istemiyorsun ama, yine de bu konu çok önemli. Konuşmamız gerek. Baksanıza şimdi şuraya bir kibrit atsalar, hepimiz yanarız, ya da tarla açmak için bizi keserlerse ne olacak? O felaketler bize olurken, bizim canımızın ne kadar acıyacağını düşünebiliyor musunuz? Meşe bu sözleri onaylamak için: 261 —Evet, çok doğru çam ağacı, dedi. Geçen yılki yangında çok kötü şeyler oldu. Çocuğum yandı, kül oldu. Bazı dallarım tutuştu. Öbür ağaçlarından bazıları yandı. Neyse ki sincap insanları çağırdı da kurtarıldık. İnsanlar da gelip bir gururlandılar ki bizi kurtardıkları için. Oysa yanmış, bitmiştik. Artık karara varmamız gerek. Toprakla anlaşalım, bizim tohumlarımızı saklasın, insanlar iyi olana kadar çıkartmasın ve biz de son yıllarımızı burada yaşayalım. Ağaçların dediği gibi oldu. Tohumlarını toprağa verdiler ve öldüler. Dünyada kuraklık ve hava kirliliği çoğaldı. Erozyonla heyelan çoklaştı. Meyveler bulunamaz oldu. Öğrenciler kağıt, kalem olmadığı; sıralar, okullar yapılmadığı için okula gidemediler. İnsanlar eski çağa döndüler. Sonunda ağladılar, ağladılar... Bunu gören toprak acıdı ve tohumları etrafa saçtı. Bir yıl sonra her yer yeşerdi. İnsanlar ağaçlara çok iyi bakmaya başladılar. Tuna USLU OKUMA ATATÜRK'ÜN AĞAÇ SEVGİSİ Atatürk tabiatı çok severdi. Vatanın çöl boşluğundan üzüntü duyardı. Vatanı yeşil ve bayındır görmek için çok çalıştı. Ankara'daki Orman Çiftliğini boz topraktan ormanlık haline getiren O’dur. Ağaçların dikilişini, tutuşunu, büyüyüşünü adım adım kollardı. Çankaya'daki bahçesinde, çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Atatürk'ün geçeceği yolu kaplıyordu. Ağacın bir yanı havuz, bir yanı dik bir yokuştu. Atatürk'ün ağaca yaslanarak güçlükle karşıya geçtiğini gören bahçıvan: — Emrederseniz, hemen keserim efendim," demişti. Atatürk bahçıvanın yüzüne sertçe bakarak: — Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki, keseceksin! Atatürk Diyor ki! "Gerek tarım ve gerek ülkenin zenginlik ve genel sağlığı bakımından önemi gerçek olan ormanlarımızı çağdaş önlemlerle iyi durumda bulundurmak, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak temel ilkelerimizden biridir." ŞİİRLER 262 AĞAÇ SEVGİSİ Kucak açarsın herkese, Bu dost, şu düşman demeden İyilik yaparsın herkese, Bir karşılık beklemeden Güzel yurdun süsüsün, Bulutlara dal uzatan. Kırın, yeşil örtüşüsün, Gölge veren, kol uzatan. Ne kadar çok çeşidin var, Elma armut, meşe, kavak... Tatsız geçer sensiz bahar, Sensiz toprak olur kurak. M. Necati ÖNGAY AĞACINIZ KONUŞUYOR Yangınlar Ve baltalar, Olmaz olsun! Sevgiyle bakıyorum insanlar size, Yeşil yeşil. Sevgiyle kucaklıyorum Yurdum seni, Dal dal. Sevgiyi sunuyorum sana Ey dünya, Yaprak yaprak.. İyilik dolu içim dışım. Güzel şeyler düşünüyorum İnsanlar sizin için. Çocuğunuzum ben, ağacım Ben de suya, havaya, kuşa Sevgiye muhtacım. Sevin beni, Sevgiyle büyütün beni; Büyütün ki, Ben de her zaman sevgiyle Kucaklayayım sizi. Aziz SİVASLIOĞLU YURDUMDA 263 Tohumlar fidana, Fidanlar ağaca, Ağaçlar ormana Dönmeli yurdumda. Bir tek dal kırmadan, Ormansız kalmadan Her insan bir fidan Dikmeli yurdumda. Yuvadır kuşlara Örtüdür toprağa. Can verir doğaya, Ormanlar yurdumda. Mahir DİNÇER AĞAÇ DİKİNİZ Ağaçsız ilerleme, gerileme sayılır, Göklere ermek için, yurdu yeşil yapmalı. İlerleme güneşi, ağaçlıktan hız alır; Bir barışma demektir, en ufak söğüt dalı. Ne yokluktan iz kalır, ne sıkıntı duyulur, Sularımız çoğalır, tarlamız bitek olur... Öz yurdumuzun baharında, fışkırınca ağaçlar, Sevinçlidir işçiler, gürbüzleşir her çocuk. Ülkenin her yerinde bir yenilik başlar, Zenginimiz çoğalır, yurttan kaçar yoksulluk, Ne yokluktan iz kalır, ne sıkıntı duyulur, Sularımız çoğalır, tarlamız bitek olur... Kerim YUND AĞAÇ Para hırsıyla, Kıyıyorlar ağaca, Kirleniyor her gün Soluduğumuz hava. O güzelim hayvanları, Öldürüyoruz acımasızca. Siz evsiz kalsaydınız, Ne yapardınız acaba? Bilmiyorsunuz ki, Ormanlar yok olunca, Çöle döner bu dünya. Mehmet SİVASLIOĞLU 264 ORMAN Kestane, gürgen, palamut, Altı yaprak, üstü bulut, Gel burda sen derdi unut. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi! Dallar kolkola görünür, Yaprak yaprağa sürünür, Kışın karlara bürünür. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi Ormanda kuşlar böcekler, Yavru ceylanlar emekler, Açar yedi renk çiçekler. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi! Çamın yaprağı dökülmez, Gürgenin kolu bükülmez, Ağaç dibinden sökülmez. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi! İzin vermeyiz kırmana, Dayanamayız vurmana, Baltayı sokma ormana. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi! Git, git, sona varamazsın, Kuşak olsan saramazsın, Dalını koparamazsın. Orman ne iyi, ne iyi, Aman ne iyi, ne iyi! İlhami Bekir TEZ 265 GÜZEL SÖZLER Yaş kesen baş keser. Ağaç yaşken eğilir.(Türk Atasözü) İnsan da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe.(Nietzsche) Meyve veren ağaca balta vurmazlar.(Sadi) Ormansız yurt, vatan değildir.(M.K. Atatürk) Orman yurdun süsüdür. Ormanımdan bir dal keseni keserim.(Fatih Sultan Mehmet) Orman, hayvanların barınağıdır. Orman, tabiatın bize en güzel armağanıdır. Orman, sağlık ve bereket demektir. Ormanlar dünyamızın akciğerleridir. 266 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ (27 Mart) AÇIKLAMA Tiyatro, hayatın aynasıdır. İlk insanlardan günümüze gelinceye kadar, değişik biçimlerde insan hayatına ışık tutmuştur. İnsanoğlunun düşünce ve duygularını, acılarını, sevinçlerini, özlemlerini dile getirmiştir. Bu bakımdan, toplumların eğitilip aydınlatılmasında en önemli sanat dalı olarak ilgi görmüş, el üstünde tutulmuştur. İnsan tiyatroda oyuncularla karşı karşıyadır. Arada hiçbir engelin olmayışı, insanların daha kolay etkilenmesine yol açmaktadır. Tiyatronun bu gücünü, sadece yetişkinlerin değil, çocukların eğitiminde de kullanmak gerektiğini bütün eğitimciler kabul etmektedirler. Bu düşünceden yola çıkılarak, tiyatro, okullara "temsil çalışmaları", "rontlar" (şarkılı oyunlar) biçiminde girmiştir. Okullarda temsil veya tiyatro kolu olarak kurulan eğitici kulüpler, seviyelerine uygun eserleri sahneye koymaktadırlar. Bu çalışmalarda amaç; çocukların yeteneklerini geliştirmek, onları iyiye, doğruya, güzele yöneltmektir. Çocuklar için kurulan tiyatrolar da aynı amaca hizmet etmektedirler. Ünlü sinema ve tiyatro konusunda şunları söylüyor: adamı Muhsin Ertuğrul, tiyatro “İnsanın en değerli varlığı vücudu ve ruhudur. Hastane gövdelerin, tiyatro ruhların şifa kaynağıdır. Ruhsuz insan bir kalıptır. Düşünmekten, duymaktan, insanlıktan, iyi ve kötüyü ayırt etmekten uzak bir kalıp.” En korkunç suçları işleyenler hep bu ruhsuz kalıplardır. Çevremizi karartan, eğitim ışığına varmamış bu sakat insanlardır. Toplumda küçükler için okul ne ise büyükler için de tiyatro odur. İstediğimiz kadar küçükleri okutalım, eğer büyüklerin eğitimi unutulursa, küçükler de karanlığın etkisi altında geceye dönüşeceklerdir. Bu bakımdan tiyatro, okul kadar, hastane kadar önemlidir. Vücudundan hasta olan insan ölür, kafasından (ruhundan) hasta olan insan öldürür. Şimdi artık tiyatro bir toplumun kültür ölçüsü olmaktadır. İnsanlık duyguları orada verilir. Oturmayı, kalkmayı, dinlemeyi, anlamayı, inceliği ve birbirimizi sevip, saymayı orada öğreniriz." Ülkemizde tiyatronun başlangıcı Karagöz, ortaoyunu ve kuklaya dayanır. Cumhuriyetle birlikte tiyatromuz da gelişip güçlenmeye başlamıştır. Günümüzde Devlet Tiyatroları, belediyelere bağlı şehir 267 tiyatroları ve özel tiyatrolar hizmet vermektedir. Bunların içinde çocuk tiyatroları da yer almaktadır. Dünya tiyatrolar günü, 1962'den beri bütün dünyada kutlanmaktadır. Bu günü, UNESCO'ye bağlı Uluslararası Tiyatro Enstitüsü'nce belirlenmiştir. Günün amacı, "Tüm dünya tiyatro sanatının toplumdaki eğitici görevine eğilmek, değerinin anlaşılmasına yardımcı olmak, tiyatro sevgisinin yayılmasını sağlamaktır." Bu gün nedeniyle 27 Mart’ ta bütün tiyatrolar, oyunlarını ücretsiz oynamakta, tiyatroya gidemeyecek durumda olanlara tiyatroyu sevdirmeye çalışmaktadır. 27 Mart'ta, tiyatro sanatçılarından biri, dünya kamuoyuna bir bildiri sunmaktadır. Bu bildiri, dünyanın her yerindeki tiyatrolarda oyundan önce seyircilere okunmaktadır. TİYATRO TANIMI ÖZELLİKLERİ Belli bir yerde, belli bir zamanda toplanan seyircilerin önünde, oyuncuların temsil etmesi amacıyla yazılmış veya tasarlanmış eserlere tiyatro eseri denir. Tiyatro diğer edebiyat türlerinden farklı olarak birçok sanatın bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında resim, müzik, aktörlük, ışık vb. sanatları sayabiliriz. Tiyatronun edebiyatı ilgilendiren kısmı, konusudur. Tiyatro eserinin konusu, bir sahnede oluş hâlinde gösterilen bir olay yahut olaylar dizisidir. Olay yazılmış olabileceği gibi taslak hâlinde sözlü de olabilir. Yazılı olmayıp da oyuncuların aklında tasarlanmış bulunan vakalar daha çok doğmaca (tuluat) tiyatrolarında görülür. Bugün tiyatro denilince temsil verilen bina, temsili veren topluluk ve temsil edilen oyun aynı zamanda akla gelir. Bizi ilgilendiren temsili veren topluluk ve temsil edilen oyun aynı zamanda akla gelir. Seyirlik oyunun bütün öteki türlerden ayrılan en önemli özelliği, bir kalabalık önünde ve hareket hâlinde gösterilmesidir. Bütün türler okunmak veya dinlenmek için olduğu hâlde tiyatro seyredilmek içindir. Bir tiyatro eserinin değeri ve yazarın başarısı, eser sahnelendikten sonra anlaşılabilir. Bir bakıma tiyatro, takım hâlinde ortaya konan bir sanattır. Bir olay üstüne kurulmuş bütün türler gibi tiyatro eserinde de şu altı unsur söz konusudur: — Konu — Kişiler 268 — Çevre — Zaman — Üslûp — Amaç Türk tiyatrosunun en eski ürünleri ise Orta oyunu, Gölge Oyunu, (Karagöz) ve Meddahtır. Bu ürünlerin tamamı sözlüdür. Sözlü tiyatro geleneği, her ulusta olduğu gibi Türk kültüründe de ilk çağlardan bugüne kadar sürmüştür. Değişik bölgelerde yaşayan halklar arasında türlü biçime girmiştir. Edebiyatımızda batılı anlamda tiyatro, Tanzimatla başlar. "Şair Evlenmesi" Tanzimat yazarlarımızdan Şinasi tarafından yazılmış ilk tiyatro eseridir. İstanbul'da temsil verilmek üzere kurulan ilk tiyatro (1869) Güllü Agop (Güllü Yakup) tarafından kurulan "Gedik Paşa" tiyatrosudur. Tanzimat Dönemi'nin önemli yazarlarından Ahmet Vefik Paşa ise, Bursa'da bir başka tiyatroyu faaliyete geçirir. 1914'te Dârülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatrosu) kurulur. Cumhuriyetten sonra Atatürk'ün teşvik ve desteği ile devlet Tiyatroları, devlet operaları ve konservatuarlar kurulur. Türk tiyatrosu bugünkü çağdaş gelişimini cumhuriyete ve onun mimarı Mustafa Kemal Atatürk'e borçludur. 1860'tan başlayarak cumhuriyete kadar halkın ilgisi paralelinde yazılan eserleri üç grupta toplayabiliriz: 1. Batıdan çeviri yoluyla alınan "tercüme" eserler. 2. Batıdaki örneklerinden "adapte" eserler. Türk geleneklerine uyarlanan 3. Batı tekniğiyle yer yer geleneksel Türk tiyatrosundan etkilenerek yazılan "telif" eserler. Yazılı eser olarak da en başarılı örnekler cumhuriyetten sonra verilmiştir. Bugün Türk tiyatrosu başarılı örnekleri ve uluslararası üne kavuşmuş sanatçılarıyla Atatürk'ün bu alanda gösterdiği hedefe ulaşmıştır. TİYATRO ÇEŞİTLERİ Batıda gelişerek ülkemize gelen tiyatro, ilk çağlarda: a- Tragedya (Trajedi) b- Komedya (Komedi) olmak üzere iki gruba ayrılıyordu. Trajedi (tragedya) 269 Hayatı açıklı yönleriyle ele alıp işleyen (canlandıran) tiyatro türüdür. İlk çağlarda Bağ Bozumu Tanrısı Dianisos adına düzenlenen törenlerden doğmuştur. Konusunu tarihten ve mitolojiden alır. Şiirsel bir anlatıma dayanır. Varlığını XVII. yüzyıla kadar sürdürmüştür. Açık havada binlerce kişinin önünde canlandırılan trajediler, zamanla tiyatro binalarının kapalı salon şeklinde yapılması, ışık ve ses tekniğinin de gelişmesiyle yerini dramlara bırakmıştır. Trajediler, tıpkı romanlar gibi edebiyat akımlarına ve iç yapılarına göre türlere ayrılır. Dramların dili nesirdir. Dram Uzun süreli veya günlük her türlü insan yaşayışını acı, tatlı, gülünç yanlarıyla, olduğu gibi yansıtmaya çalışan bir tiyatro türüdür. Tiyatro yazarı, tarihte yaşanmış bir olayı oyunlaştırırken belirli gerçekleri saptırmadan hayal gücünden de yararlanır. Yarattığı kişiler ve konuşmalar aracılığıyla ortaya koymak istediği düşünce ve yorumları izleyicilere duyurmaya çalışır. Komedi (komedya) Hayatın gülünç ve komik yanlarını ele alıp işleyen tiyatro türüdür. İlk çağlarda insan ve hayvan taklitlerine dayalı müzikli oyunlardan doğmuş ve gelişmiştir. İnsanların olaylar karşısında düştükleri gülünç durumları, yaşamın çelişkilerini ele alır. Güldürürken düşündürür. Komedinin belli başlı unsurları TİYATRO TERİMLERİ Perde Oyunun ana bölümlerinden her biridir. Seyirci Sahnede gösterilen oyunu seyreden kişilerdir. Tiyatro göze ve kulağa hitap eden bir sanattır. Bu bakımdan seyirci tiyatronun vazgeçilmez öğesidir. Oyuncu Bir oyun kişisini sahnede canlandıran erkek veya kadın tiyatro sanatçısına denir. Oyunda rol alan erkek oyunculara aktör, kadın oyunculara da aktris adı verilir. Bir oyuncu rolünü oynarken yaşamalıdır. Bundan başka kıyafet, makyaj, hareket, jest, mimik denilen ve oyuncunun temsil ettiği kişiye uyumunu sağlayan bazı yardımcı öğeler vardır. 270 Jest Oyuncunun el kol hareketleridir. Jestin en önemli özelliği doğallıktır. Komedyada jestler biraz daha belirgin ve mübalâğalıdır. Hiç sözün yardımı olmaksızın, sırf jest ve mimiklerle gösterilen seyirlik oyunlara pandomima denir. Pandomima, bale temsillerinde çok aranan bir hünerdir. Mimik Yüzdeki göz, kaş, ağız, yanak gibi bölümlerin manalı şekilde hareketidir. Dekor Olayların geçtiği yeri seyirciye gösterebilmek için hazırlanan çevredir. TİYATRODA DİL VE İFADE ÇEŞİTLERİ Tiyatro harekete ve konuşmaya dayalı bir türdür. Türün en önemli ifade şekli karşılıklı konuşma, yani diyalogdur. Yazar, kişileri, onların sosyal statülerine, mevkilerine, kültürlerine ve hatta yaşlarına göre uygun bir tarzda konuşturur. Tiyatroda mimik ve jestler de bir anlatım yolu; işaretlere dayalı bir tiyatro dilidir. Tiyatroda oyuncular, karşılıklı, kendi kendileriyle veya doğrudan seyirciyle konuşurlar. Tiyatro dili, canlı açık ve anlaşılır olmalıdır. Tiyatroda uzun tiratlar seyircinin ilgisini dağıtabilir. Tiyatroda oyuncuların üstlendikleri göreve rol denir. Hangi oyuncunun hangi rolü oynayacağını, eseri sahneleyen yönetmen karar verir. Bir oyuncunun sahne dilini iyi kullanmak, sesini ton ve vurgu açısından ayarlayabilmek kelimeleri doğru telâffuz edebilmek için yaptığı çalışmaya diksiyon denir. Sahnede, seyirciyle karşılaşmadan önce yapılan çalışmalara da prova denir. GELENEKSEL TÜRK TİYATROSO GÖLGEOYUNU (KARAGÖZ) Karagöz gerili bir perdenin arkasında, şem'a (ışık) önünde söz, tef, şarkı eşliğinde birtakım tasvirlerin gölgelerinin perdeye yansıtılması ve oynatılmasıdır. Gölge oyununun ortaya çıkışı ve Türkiye'ye gelişi ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda verilen bilgiler birbiriyle çelişmektedir. Güvenilir kaynaklara göre Karagöz Uzak Doğu ve Orta Asya'dan dünyaya yayılmış, Türkiye'ye 16. yüzyılda Mısır yoluyla gelmiştir. Karagöz'ün Türk kültürüyle kaynaşıp Türk Karagöz'ü biçimine girmesi de XVII. yüzyılda gerçekleşmiştir. 271 KARAGÖZ OYUNUNUN ÖĞELERİ: AKTÖR Karagözcü, çok yönlü gerçek bir sanatçıdır, hüner sahibidir. Yerinde bir mizah anlayışı, nükte yapma becerisi vardır. Toplumsal, sosyal, ekonomik ve siyasî bilgisiyle, başta Karagöz ve Hacivat olmak üzere, birçok halk tipini de kendi kimlikleriyle perdeye taşır. Onlar gibi düşünür, onlar gibi konuşur, onlar gibi duygulanır, şarkı ve türkü söyler. Aktörün perde arkasında iki de yardımcısı vardır: Çırak, yardak. ÇIRAK Oyun sırasında gereçleri verir. İşi bitenleri sandığa yerleştirir. YARDAK Karagözcünün isteği doğrultusunda, perde gazelleri, şarkılar, türküler okur. Tef çalar. "Zırıltı" denilen gürültüleri ve başka sesleri çıkarır. TASVİRLER Deve derisinden ve mukavvadan kesilerek hazırlanmış renkli kuklalardır. TİPLER a. Baş Tasvirler (tipler) Karagöz, Hacivat, Çelebi, Tuzsuz (Deli Bekir), Frenk (Tatlısu Frengi) ve Zenne'dir. b.Bölgesi Tipler Kastamonulu, Aydınlı, Trabzonlu, Bolulu, Rumelili gibi İstanbul'a iş aramaya gelmiş veya meslek tutmuş yerleşmiş taşralı Türk tipleridir. c. Diğer tipler Yahudi, Ermeni, Rum Doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut'tur. Bunlar, daha çok şiveleri, giyim kuşamları, karikatürleştirilmiş bazı kavmî huylarıyla ayrılabilirler. Karagöz: Oyuna adını veren kişidir. Hiç okumamış ama zeki, anlayışlı bir halk adamıdır. İçinden geldiği gibi konuşur. Serbest, kararsız, rahat, gözü pek, bir kişidir. Karagöz belli bir iş tutmaz, ekmeğini havadan kazanmaya çalışır. Boğazına düşkündür. 272 Hacivat: Karagöz'e zıt bir karakteri temsil eder. Mektep medrese görmüş, ukalâ bir kişidir. Karagöz'ü sık sık imtihan ederek bilgisini ona göstermek ister. Kibarlık budalası, nezaket düşkünüdür. Çelebi: Zengin mirasyedi, çıtkırıldım bir tiptir. İstanbul ağzı ile konuşur. Tuzsuz (Deli Bekir): Perdede görülen bir zorba tipidir. Kaba ve argo konuşmaları ve naralarıyla tanınır. Frenk (Tatlısu Frengi): Perdenin aşırı alafranga tipidir. Balama da denir. Çoğunlukla bir Rum doktor kıyafetinde görünür. Zenne: Kadın tipleridir. Karagöz'ün, Tuzsuz'un ve Çelebi'nin çapkınlıkları hep Zenne'yi hedef almaktadır. ORTA OYUNU İzleyicilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı metne bağlı olmayan bir konunun çatısına uyularak doğaçlama geliştirilen bir seyirlik oyun biçimidir. Müzik, raks, şarkı, taklit ve muhavereden oluşan orta oyunu; kol oyunu, meydan oyunu adlarıyla da anılır. Orta oyunu, meddahın perdeden yere inmiş biçimidir. çok aktörlüsü veya Karagöz'ün XIX. Yüzyılın ikinci yarısıyla XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde son biçimini gördüğümüz orta oyununun başlama tarihi, belli değildir. Ancak güvenilir kaynaklara dayanarak orta oyununun en az beş yüz yıllık bir tiyatro çeşidi olduğunu söyleyebiliriz. ORTA OYUNUNUN UNSURLARI Orta oyunu sözlü bir tiyatro verimidir. Karagöz'de olduğu gibi orta oyununda da yazılı bir metin yoktur. Oyuncular yazılı bir rolü ezberleyip sahneye çıkmazlar. Unuttukları sözleri onlara hatırlatan suflör de yoktur. Şu hâlde orta oyununda konu, bir hikâye ya da efsane olayının taslağından ibarettir. Oyuncular, bilinen bu taslak olayı istedikleri biçimde ve genişlikte işleyerek seyirciye sunarlar. Bilinen bir konu, her temsilde yeniden yaratılmış olur. Usta oyuncular orta oyunu söyleşmelerinde bilinen yıpranmış, tekerleme ve nüktelere yeniden hayat verirler. Hatta bildik nüktelerle, tekerlemelerle yetinmeyip, yeni buluşlar ararlar. Sevilen ünlü oyuncular arasındaki muhavere sosyal, iktisadî ve siyasî hayattan seçilmiş güncel, komik ve iğneli akislerle, imalarla doludur. 273 KÖY SEYİRLİK OYUNU Geleneksel Türk tiyatrosunun köye yönelik bir biçimi olan "köy seyirlik oyunu; bütün varlığı ile köy gerçeğini işler. Oyunların konusu köy hayatıdır. Köydeki sosyal hayat, köyün geleneksel yapısı, yöresel ve ortaklaşa köy kültürü, köylü ve hayvanlar, köylü ve bitkiler konu olarak işlenir. Kimi oyunlarda doğrudan doğruya, tüm gerçekliğiyle, doğa, taklit edilir. Karagöz oyunundan ve orta oyunundan daha eski olan köy seyirlik oyu nu sözlü tiyatro geleneğimizin ilk basamağıdır. Görsel yayın araçlarının, radyonun olmadığı zamanlarda uzun kış günlerinde, düğünlerde, bayramlarda köylüleri eğlendiren, kaynaştıran bu oyunlar birer dramdır. Oyunlar kapalı veya açık yerlerde oynanır. Gerektiğinde basit ve doğal dekor görünümü veren malzemelerden yararlanılır. Yerine göre kostüm ve makyajdan yararlanılır. Ancak bütün bu öğeler oyunlardaki doğallığı örtmez. MEDDAH Meddah, geleneksel Türk seyirlik oyunlarının en önemlilerinden biridir. Bir anlatı türü olarak dramatik türlerden ayrılsa da anlatılan vaka veya hikâye, seyirciler önünde, hareket ve taklitle canlandırdığından, meddah da dramatik türden sayılır. Meddah, yöntemiyle orta oyunu ve Karagöz'e yakındır. Ancak meddah, dayandığı zengin kaynaklar ve hikâye dağarcığıyla güldürmecenin yanı sıra çeşitli havayı ve mizacı da yansıtır. Meddahlık, hareketten çok, ses taklidi, jest ve mimiklere dayanan bir sanattır. Meddah her türlü insan sesini, ağlama, gülme gibi her türlü duyguyu, doğayla ilgili türlü durumları başarıyla taklit eder. Meddahlar, büyük emek ve gayretle nadir yetişen sanatçılardır. Sanatları peşinde bir ömür tüketen bu sanatçılar, doğuştan sahip oldukları özel yetenekleri ve sanatsal becerileriyle yetinmezler. Başarılarının sırrı, bitip tükenmeyen bir enerjiyle, araştırma, inceleme, gözlemleme ve çalışma şeklinde özetleyebileceğimiz hayat felsefelerinde yatar. Meddahın özel bir sahnesi yoktur. Yazın mesirelerde, arsa ve bahçelerde, kışın kahvelerde yüksekçe bir yere çıkan meddah, oyununu oturarak sergiler. Makyajı ve özel bir kıyafeti yoktur. İskemleye oturarak söze başlar. Elinde bir baston, omzunda mendil (çevre) bulunur. Mendili değişik tipteki kişilerin kıyafetlerini göstermek ve ağzını kapatarak seslerini taklit etmek için kullanır. Sopadan da oyunu başlatmak ve değişik sesler çıkarmak için 274 yararlanır. Aksesuar olarak bazı kitap yaprakları, ufak tefek eşya ve önünde bir bardak su bulunur. Bütün hüner sözde, nüktede ve taklitte toplanmıştır. Meddah, râviyân-ı ahbâr, nâkilân-ı âsâr, muhaddisûn-ı rûzigâr şöyle rivayet eder ki... (haberlerden rivayet edenler'eserlerden nakledenler, zamandan haber verenler şöyle hikâye ederler ki...) şeklinde kalıplaşmış bir tekerleme ile söze başlar. "Her ne kadar sürç-i lisan etmiş isek af fola!" sözleriyle hikâyeyi bitirir.... Bu, tek kişilik tiyatro, seyircileri çoktan kendi dünyasına almıştır. Ünlü bir meddah sözü bitirdiğinde, seyirciler kolay kolay kendi zamanlarına dönemezler. GÜZEL SÖZLER • Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. (M.K. ATATÜRK) • Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz. Hattâ Reisi cumhur (Cumhurbaşkanı) olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. (M.K. ATATÜRK) • Sanatın düşmanı bilgisizliktir. (Ben Jonson) • Sanat kuvvettir. (Longfellovv) • Sanat gemileri, arabaları bile yürütür; sevgiyi kurar. (Ovidius) • Sanatlar, hürriyet tarafından emzirilince büyürler. (Schiller) • Sanatı ustadan öğrenmeyen öğrenmez. (Atasözü) 275 KÜTÜPHANELER HAFTASI (Mart ayının son pazartesi başlayan hafta) AÇIKLAMA Kütüphane (kitaplık), değerli kitapları toplayan, koruyan, isteyenlerin hizmetine sunan bir kuruluştur. Kütüphanecilik ise kitapla ilgili bir bilgi koludur. Zengin kültürümüzü, tarihimizi, sanatımızı, bilimimizi bugüne taşıyan kitaplar olmuştur. Aynı şekilde, insanlık tarihini bütün zenginlikleriyle yine kitaplarda bulmak mümkündür. Tarihe ışık tutan kitapların toplandığı kütüphaneler, çok önemli kuruluşlardır. Kütüphanecilik Derneği, günümüzde bir bilim haline gelen kütüphaneciliğin kütüphaneler haftası adı altında kutlanmasını kararlaştırdı. Bu hafta, mart ayının son pazartesi günü başlar. Hafta boyunca kütüphanelerin ve okumanın önemi üzerinde durulur. Kütüphaneciliğin sorunları tartışılır, çözüm yolları araştırılır. Bu gün yurdumuzda birçok kütüphane vardır. Herkesin yararlanabildiği kütüphaneler genel kütüphanelerdir. Millî kütüphaneler, devlet kütüphaneleri, üniversite ve belediye kütüphaneleri bu sınıfa girerler. Okul kütüphaneleri, iş yerlerindeki kütüphaneler ise özel kütüphanelerdir. Ankara'daki Millî Kütüphane, kütüphanelerinin başında gelirler. yurdumuzun en büyük İnsanlar çok eskiden beri kütüphane kurmuş ve bunlardan yararlanmışlardır. İlk Çağ'da Asurlular tarafından kurulan kütüphane, bilinen en eski kütüphanedir. Osmanlılarda birçok kütüphane kurmuş, el yazması kitapları, belgeleri, son zamanlarda ise basılı eserleri buralarda korumuş ve onlardan yararlanmışlardır. Günümüzde, sayıları çoğalmış olan kütüphanelerimizde değerli eserler düzenli olarak toplanıp sınıflandırılmakta; insanların istifadesine sunulmaktadır. Kütüphanelerin ve içindeki kaynakların çoğalması toplumun eğitimi için kuşkusuz çok önemlidir. Hemen her ilde ve büyük ilçelerde kütüphane vardır. Bunların içinde çocuk kütüphaneleri ile gezici kütüphaneler de bulunmaktadır. Öğrenmek istediğimiz bilgileri bulamadığımız zaman kütüphanelere başvururuz. Bunun için, kütüphanelerden kitap nasıl alınır, buralarda nasıl davranılır, bunları iyi bilmek gerekir. Her kütüphanede görevli memurlar bulunur. Onlardan birine aradığımız kitabın adım veya hangi konuda kitap aradığımızı söylediğimiz zaman o, bize yardımcı olur. Kitabı bulup verir. Kütüphanede çok sessiz 276 olmak, alınan kitabı özenli kullanmak ve işimiz bitince teslim etmek uyulması gereken önemli kurallardır. Kitap, dergi, gazete gibi yazılı eserler bilgimizi, kültürümüzü zenginleştirir. Ufkumuzu genişletir. Evimizde bir kitaplık kurmak, varsa onu zenginleştirmek gerekir. Arkadaşlarımıza önemli günlerinde kitap armağan ederek onların kitap sevgisi kazanmalarına yardımcı olmalıyız. Ayrıca kitabın en iyi armağan, en yararlı arkadaş olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Unutmayalım ki; okuyan, düşünen, araştıran bir toplum çabuk kalkınır. Çağın gerisinde kalmaz. Bunu sağlayacak olansa kitaplar, kütüphanelerdir. Türkiye kütüphanelerinde ne kadar kitap var? 1990'da yapılan bir sayıma göre, Türkiye’deki kütüphane, dokümantasyon ve arşiv merkezlerinde toplam 15 milyon 246 bin 578 kitap, 247 bin 930 el yazması, 460 bin eski harfli Türkçe eser, 1 milyon 504 bin dergi ve 208 bin 499 gazete bulunmaktadır. Halk kütüphanelerinde en çok kitap, yazma ve eski harfli Türkçe eserler yer almaktadır. Üniversite kütüphanelerinde ise en fazla dergi, özel kütüphanelerde ise en çok gazete bulunduğu tespit edilmiştir. Kültür Bakanlığı'nın Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'nün yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de bulunan tüm kütüphane, dokümantasyon ve arşiv merkezlerindeki kitap, el yazması, eski harfli Türkçe eser, dergi ve gazetelerin toplam sayısı 17 milyon 667 bin 468'dir. KÜTÜPHANEDE UYULMASI GEREKEN KURALLAR 1. Kütüphaneye ayakkabılar paspasa silinerek girilmelidir. 2. Palto, pardösü, manto v. b. vestiyere bırakılmalıdır. 3. Kimlik, ilgili memura istemeden teslim edilmelidir. 4. Kütüphaneden alınacak kitabın nasıl aranacağı bilinmiyorsa ilgili memurlardan sorulmalıdır. Açıklamaları, dikkatle dinlemelidir. 5. İstenen kitap için fiş doldurulmalıdır. 6. Yerimize oturup kitabın gelmesi beklenmelidir. 7. Okuma salonunda kimse rahatsız edilmemelidir. 8. Kitap sayfaları sessiz çevrilmelidir. 9. Kütüphane salonunda sessiz yürünmelidir. 10. Kitapların kapağı, sayfaları çizilmemeli, yırtılmamalıdır. 11. Kütüphanenin okuma salonunda hiçbir şekilde sigara içilmemelidir, sakız çiğnenmemelidir. 277 OKUMA KİTAPLARIM Bu yazıda ünlü ozanlarımızdan Z. Osman Saba kitapları hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyor. Sevgili okuma kitaplarım. O kitaplar aylara bölünmüştü. Kış aylarına düşen parçalarda kış resimleri vardı. Sonra, o resimler gittikçe değişirdi. Dallar, yavaş yavaş tomurcuklanır, ağaçlar çiçek açardı. Paltolu çocuklar, paltolarını çıkarmaya başlardı. O resimler böylelikle, bizlere de tatilin yaklaşmakta olduğunu hatırlatırdı. Bazen kitapların son sayfasını açardım. Orada bir kelebek veya çiçekli dala konmuş bir kuş resmine dalar giderdim. Bu sayfalara ne zaman geleceğiz? Bu sayfaları okuyacağımız günlere ne zaman kavuşacağız, diye düşünür dururdum. Oysa daha okulda yılın yarısına bile ulaşmamıştık. Sınıfımızın camlarını sert yağmurlu kış rüzgârları sarsıyordu. Böyleyken ben kitaplardaki o resimlere baktıkça yaz tatilinin hayallerine kapılmaktan kendimi alamazdım. Neler düşünürdüm neler... Sınavların başlayacağı günleri düşlerdim. Okuma dersinden hiç korkulur mu? Güzel bir Mayıs günü, sınav odasına girecektim. Öğretmenim beni güler yüzle karşılayacaktı. Önüme çıkan parçayı okuyacaktım. Ben okurken dışardan kuşlar ötüşecek yeni yapraklanmış ağaçların sallandıkları görünecekti. Bahar yemişlerini satan satıcıların sesleri, çağrışmaları duyulacaktı. Öğretmenlerim okuduğum parça ile ilgili sorular soracaklar, ben hemen cevapları verecektim. Sonra «yeter» diyecekler, sınav odasından uçar gibi çıkacaktım. Okuma kitaplarındaki son parçalara baktıkça bunları düşünürdüm. Dost okuma kitaplarım. Onlarda neler yoktu? Kısa pantolonları diz kapakları örtecek şekilde biraz geçen saçları düzgünce taranmış güler yüzlü çocuk resimleri vardı. O kitaplarda temiz giyimli köylüler, babalar, analar vardı. Bu insanların güzel resimleriyle doluydu, okuma kitaplarım. Bu resimlerdeki insanlar güzel bir dünyanın insanlarıydı. Kötülük bilmezlerdi, iyilikten başka bir şey düşünmezlerdi. «Bizim gibi olun, iyilikten başka bir şey düşünmeyin» derdi. Bu unutamadığım eski okuma kitaplarından bugün bir tanesi bile yok. Onların şimdi hayalimdeki yapraklarım çevirirken yine de onları eskitmemek istiyorum. Onlardan ezberimde kalan parçaları yer yer okuyorum. Bu yüzden yangında yanmış kitaplar gibi sayfaların çoğu eksik. Sevgili dost okuma kitaplarım, sizleri zamanla bu kadar özleyeceğimi hiç bilmezdim. Böyle olacağını bilseydim, birkaçınızı olsun öbür kitaplarımın yanında saklamaz olur muydum? Ziya Osman SABA 278 KONUŞMA OKUMAK Okumayı severim ya, çok okumuş bir kişi olduğumu söyleyemem. Şimdiye kadar okuduğum kitaplar öyle sanıyorum dört beş yüzü geçmez. Oysa ben bu yaşta bin, bin beş yüz kitap okumuş olmalıydım. Neden okumadım, okuyamadım? Bana öyle geliyor, bir okul bitirmemiş, sınavlardan geçmemiş olduğum için. Ancak tat aldığım kitapları okurum. Çoğunlukla biraz karıştırdıktan sonra, sıkıyor beni diye, anlayamıyorum diye bırakıveririm. Bırakmamalı: "Birtakım kitaplar vardır, sıkılsak da, kolay kolay anlamasak da okumalıyız. Yenmeliyiz sıkıntıyı. Anlamaya gelince, ne biliyoruz anlamadığımızı? Özel bilgileri gerektiren kitaplar başka, onları söylemiyorum, ötekileri biraz uğraşsam, dura dura, düşüne düşüne okusam anlayabilirdim. Hepsini değilse bile birkaçını... Anlamak, bir bakıma alışmak demektir. Kişi, kendini anlamaya alıştırmalıdır. İlk okuyuşta anlamadığımız, bir tat almadığımız kitabı elimizden atmak, düşüncemizi işletmek istemediğimizi gösterir. Bir okul bitirseydim, sınavlara girseydim beni çekmeyen kitapları da ister istemez okur, anlamak için uğraşırdım. Sınavları kaldırmalı diyenler, onların böyle bir meziyeti olduğunu düşünmüyorlar. Birçok kitap var evimde, pek azını okudum. Bende olmayan adlarını bile bilmediğim kitapların özlemini çekiyorum. Nurullah ATAÇ OKUMA KİTAPLAR Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi artırmaya yarar. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak, gösteriş; bir hüküm verirken sade kitaplara uymak da ukalâlıktır. Kitapları iyice ölçüp biçmek, düşünmek için oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır, bazılarını okuduğu gibi yutar; bazılarını da çiğner ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden; bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasıyla, yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu, ancak kitabın değeri ve konunun 279 önemsiz olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş kitaplar, imbikten süzülmüş âdi su gibi yavan olur. Okumak, insana olgunluk; konuşmak, canlılık; yazmak da açıklık verir. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir, nükteci; matematik, dikkatli kılar, felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, tartışmalarda ustalaştırır, ahlâk da ağırbaşlı yapar. BACON OKUMA ISSIZ BİR ADADA YAŞAMAK ZORUNDA KALSAYDIM... Eskiden yazarlara sıkça sorulan bir soru vardı: "Issız bir adada yaşamak zorunda kalsaydınız, yanınıza alacağımız on kitap hangileri olurdu?" Benzer cevaplarda hep klâsik eserlerin adı geçerdi: Suç ve Ceza, Sefiller, Robinson Crusoe, Savaş ve Barış... Bunlar, büyüklerin her zaman okuduğu, değerinden bugün de hiçbir şey yitirmemiş kitaplar.... Bu arada, ıssız adasına şiir, öykü, bilimsel kitap götürmek isteyen yazarlar da çıkıyordu. Hatta biri, büyük bir ansiklopedinin adını da vermişti. Hatırlayamadım şimdi. Yukarıda, büyüklere yöneltilen soruyu çocuklara sorsalardı, acaba hangi kitaplar ilk "on"a girerdi? Büyük-küçük herkesin severek okuduğu Robinson Crusoe mu? Mercan Adası, Pinokyo, Demiryolu Çocukları, Andersen Masalları, Define Adası, Aya Seyahat, Küçük Prens mi yoksa? On kitaplık liste, her çocuğa göre değişik olacaktır biraz. Çünkü zevklerimiz, ilgi alanlarımız aynı değil ki. Sizi bilmem ama benim için on kitabı seçmek çok zor görünüyor. Önce, okuduğum kitapların bazılarını yeniden okumak haksızlık gibi geliyor bana. Mercan Adası'nı veya Demiryolu Çocuklarını yeniden okuyacağıma, yeni bir kitap okumanın daha çekici olacağını düşünürüm. Hem sonra, insan bu kadarcık kitapla nasıl yetinebilir? Onları bitirince ne okur? Mecbur kalmadıkça kitaplarımdan ayrılmam ben. On kitapla bitmiyor ki her şey. Varsın ıssız ada ıssız kalsın. Benim kitaplığım on ıssız adaya bedeldir. Küçük odamda, kitaplarımın arasında serüvenlerin en güzelini, buluşların en mükemmelini istediğim an yaşayabiliyorum. Issız adama sizi de davet etmek isterdim ama ıssızlığın büyüsü bozulur diye korkuyorum. En iyisi siz ne yapın biliyor 280 musunuz, kendinize bir ada kurun. Orada bir Robinson ömrü yaşayın. Mutlu olun! Aziz SİVASLIOĞLU ŞİİRLER KİTAPLIĞIM Evimin bir köşesi, Ruhun, gıda, neşesi Kitaplığım burada, Geleceğin gür sesi. Dizdim tek tek sıraya, Başladım kaplamaya. Benim bilgi kaynağım, Okurum doya doya. Kitaplar meraklarım, Korur, onu saklarım. En yakın bir arkadaş. Sarılır kucaklarım. Çok eski devirleri, Öğrenirim her yeri. Kitaplığım hazine, Kurduğum günden beri. Okurum kucak kucak, Bilgi benim olacak. Kitaplığım yaşayıp, Ömür boyu kalacak. M. BAĞCI KÜTÜPHANE Bir yapıya konan taşları ben taş saymam, Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam. Okumadan, yazmadan geçer ömrü yaş saymam. Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur, Okuyanın yarını alnı gibi ak olur. Kitaplar geleceğin ışıklı bir yoludur, Kitaplar yükselişin kanadıdır, koludur. Evrenden habersizdir kitapsız kalan insan. Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur, Okuyanın yarını alnı gibi ak olur. 281 Çölde kalan yolcular bulutlara tas tutar, Bilimle beslenmeyen inanışlar pas tutar, Yavrusu okumayan uluslar yas tutar. Çok okuyan çok bilir, yarını parlak olur, Okuyanın yarını alnı gibi ak olur. Hasan TURAN KİTAP SEVGİSİ Benim ufak bir odam var, Dinleniyor orda başım. İçindeki şu kitaplar, En sevgili arkadaşım. Beni, bana veren odur, Gerçek yolum ondan başlar; Bin bir çiçek veren odur, Onunla dost, büyük başlar. Kitap ruhun kaynağıdır, Bu kaynaktan iç arkadaş; Kitap ilmin uğrağıdır, Ektiğini biç arkadaş. Uzun sözün kısası bu, Öğütlerim değil kuru, Boş değirmen, kitapsız ev, Kitabı sev, kitabı sev!... Rıfat Necdet EVRİMER KİTAP Okumayı, yazmayı, Gördüm, öğrendim senden, Büyükleri saymayı, Yine öğrendim senden. Bende bilgi, görgü var, Sende bütün gerçekler, Sayfalarını açar, Okurum birer birer. Doğruluk ve güzellik Senin yolun insana, Bize sensin üstelik Öğretmen, ana, baba. 282 Seni temiz tutarım, Kirletmem hiçbir zaman, Esirgerim, okşarım, Usanmam okumaktan. İ.Hakkı TALAS OYUN KİTAPLARIN KANATLARI YAZAN: ALİ POYRAZOĞLU Oyun üzerine birkaç öneri • Dilerseniz Anlatıcı bölümünü çıkarın ya da Anne yerine oynatın. • Gerek hayvanlar gerekse masal kişilerini kuklalarla da oynatabilirsiniz, sizin yapacağınız kuklalarla. O zaman her kuklanın bir oynatıcısı olur. Rolü onlar konuşur, kuklalar oynar. • Kuklalar oynatmaya kararlıysanız bunların gerçeklerine tam olarak benzemelerine gerek yok, çünkü adı üstünde bu bir oyundur. Yalnızca belirgin özellikleri gösterseniz yeter: Tavşan’ın kulakları, Pinokyo'nun burnu vb. • Oyunu sahnelemeden önce ne demek istediğini iyi anlayın," yorumu • Aranızda hevesli arkadaşınızı YÖNETMEN seçin. Yönetmen, seçilen yorum doğrultusunda, oyunu sahneye koyar, oyuncuları yönlendirir. • Bol bol prova yapın, dekoru çevre düzenlemesini unutmayın! HAZIR MISINIZ OYUN BAŞLIYOOOR! (Müzik. Yavaş yavaş alçalır, fonda kuş sesleri..) ANLATAN - Sevgili çocuklar, hepimizin uçup giden kuşların arkasından bakıp onlar gibi uçabilmeyi istediğimiz anlar olmuştur. İlkokul öğrencisi olan Dilek Özlü bir pazar sabahı parkta oynarken arkadaşlarından ayrılmış, bir köşeye çekilip kanat çırparak daldan dala konan kuşları seyrederken, onlar gibi uçabilseydim, ne güzel şeyler görebilirdim diye düşünmeye başlamıştı. (Müzik... Kuş sesleri yükselir...) DİLEK - Ne kadar güzel uçuyorlar, Kuşlar gibi uçabilmek dünyanın en güzel şeyidir herhalde. Ne kadar isterdim onlar gibi uçabilmeyi... Dünyanın her yerini görürdüm. Kutuplardan ekvatora kadar gezmedik 283 yer bırakmazdım. Değişik insanlarla tanışır, onların yaşayışlarını incelerdim. Şu serçeler gibi yapsam, kollarımı oynatsam uçamaz mıyım acaba? 1. KUŞ - Güzel kız, ne yapıyorsun sen söyle. DİLEK - Sizler gibi uçmaya çalışıyorum serçe kardeş. 1. KUŞ - Adın ne senin? DİLEK- Dilek. 2. KUŞ - Uçmak mı istiyorsun Dilek? DİLEK- Evet, hem de çok istiyorum. Ne olur uçmayı öğretir misiniz bana? 2. KUŞ - Nasıl uçarsın sen? Kanatların yok ki! 1. KUŞ - Kanatların olsaydı, bizler gibi uçabilirdin, 2. KUŞ- Ağaçların... 1. KUŞ - Evlerin üstünden... 2. KUŞ - Bulutlara kadar yükselip. 3. KUŞ - Dünya yuvarlağının istediğin tarafına gidebilirdin. 1. KUŞ - Kanatların olsaydı uçabilirdin tabii. 2. KUŞ - Karnımız acıktığı zaman biraz yükselir, yiyecek bir şeyler ararız. 1. KUŞ - Kış günleri çok sıkıntı çekeriz ama. Hele yağmurlu karlı günlerde 2. KUŞ - Bazı iyi kalpli çocuklar, bizler için pencerelerin kenarlarına ekmek kırıntıları koyarlar. 1. KUŞ - Canımız sıkılınca da, gök kuşağının üzerine çıkar, orada oynarız. 2. KUŞ - Dans ederiz, şarkı söyleriz... 1. KUŞ - Bütün bunları yapabilmek için iki tane kanadının olması lâzım tabiî. 2. KUŞ - Ama kanatların olmadığı için, hiçbir zaman uçamazsın. Hem niye istiyorsun uçmayı? DİLEK - Dünyanın üzerindeki her şeyi görmek istiyorum da ondan. Ne olur öğretin bana uçmasını. 1. KUŞ - Kanatların çıktığı gün uçarsın... 2. KUŞ - Bizler gibi... 284 3. KUŞ - Çıkarsa eğer... (Gülüşürler, kanat çırparak uzaklaşırken.) DİLEK - Durun gitmeyin. Ne olur gitmeyin. Gittiler. Bir an kanatlarım çıkarsa uçarmışım... Ah iki tanecik kanadım olsaydı en uzak ülkelere uçabilirdim. KURBAĞA - (Zıplayarak Dileğe yaklaşır) Vrak, vrak, vrak... DİLEK- (Kurbağayı görünce korkar) Ay yy.. KURBAĞA - Korkma küçük kız. Kurbağalardan hiç bir zarar gelmez insana. Havuzun kenarından seni dinliyordum. Uçmak istiyorsun, öyle mi? DİLEK - Evet. KURBAĞA- Ne yapacaksın uçup ta? Sıçramaktan güzel bir şey yoktur yeryüzünde. Bak bana (Sıçrar) Gördün mü? Ne kuşlar ne de sen yapabilirsiniz bunu. Vrak, vrak.. DİLEK - Ben bir kurbağa değilim, ama sıçrayabilirim. Bak istersen (Sıçrar.) Hoop, hoop... Gördün mü? KURBAĞA - Ay buna sıçramak mı diyorsun sen? Böyle sıçrarsan hiçbir şey göremezsin tabiî. Suya atla, köpüklerin yayılmasını gör hele bir kere... O zaman anlarsın gerçek sıçramanın ne demek olduğunu. Vrak, vraakkk. (Uzaklaşır) DİLEK- Gitti, geri de gelmez artık... Atlayıp sıçramak da fena değil ama ben uçmak istiyorum. Ancak uçarsam yeryüzündeki her şeyi görebilirim, (Dalar.) Ağaçların, evlerin üstünden… Bulutlara kadar yükselip... Uzak ülkelere doğru... TIRTIL - Ah belimi kıracaksın... Kalk üzerimden... Kalk. DİLEK - Ah, o ses nereden geldi... TIRTIL - Benim, ben Tırtıl. Oturduğun taşın üzerindeyim. DİLEK - Oh, affedersin Bay Tırtıl. Orada olduğunuzu bilmiyordum. O kadar dalmışım ki... Uçuyorum sandım. TIRTIL - Biliyorum, biliyorum, deminden beri seni dinliyordum burada, Güzel şey uçmak. Ama sabırlı olmalısını bilmelisin. Benim gibi. DİLEK - Sizin gibi mi? 285 TIRTIL - Evet benim gibi. Çok sabırlıyımdır ben. Bir gün kozamı örüp içine gireceğim Bir zaman sonra da kozamı delip, rengârenk kanatlı bir kelebek olarak uçup gideceğim. DİLEK - Sen bir gün kanatlarının çıkacağını bildiğin için bekleyebilirsin. Ama benim için böyle bir ümit yok. İstediğim kadar sabredeyim hiç bir işe yaramaz. Hoşça kalın, Bay Tırtıl. Güzel bir kelebek olduğunuz zaman da görmek isterim sizi. (Yavaş yavaş yürümeye başlar) TAVŞAN - Hişştt... Buraya baksana biraz, küçük kız. DİLEK - Kim o beni çağıran? TAVŞAN - Benim, Tavşan kardeş. DİLEK - Oh, ne kadar güzelsin, Tavşan kardeş. TAVŞAN - Buraya gelsene biraz, Yaramaz çocuklardan korktuğum için saklandığım çalılıktan çıkamıyorum. Konuştuklarınızı duydum. Uçmak istiyorsun, öyle mi? DİLEK - Evet, hem de çok istiyorum. TAVŞAN -Ne yapacaksın uçup da? Gözün bile göremeyecek bir hızla koşmasını öğrensen. Bizim koştuğumuz gibi. DİLEK - Koşmak, uçmaya benzemez ki, Tavşan kardeş. Ben uzak ülkelere uçup, oraları yükseklerden seyretmek, insanlarıyla tanışmak istiyorum. TAVŞAN - Biz koştuğumuz zaman ufacık tohumlardan ağaçlara, kuşlardan atlara kadar her şeyi görebiliriz. Kuşlar uçarlarken ağaçların tepelerinden, evlerin damlarından başka bir şey göremezler. Eğer yeryüzündeki her şeyi görmek istiyorsan bizler gibi koşmasını öğren. Haydi, hoşça kal... (Hızla uzaklaşır) DİLEK - Tavşan kardeşin hakkı var. Kuşlar nereye giderlerse gitsinler her şeyi yukardan, bulutların üstünden görüyorlar. Ne tarafa uçarlarsa uçsunlar, ağaçların tepesinden, evlerin üzerinden geçip gidiyorlar. Tavşanlar gibi koşmasını öğrensem daha iyi olacak galiba. Ama onun saydıklarını koşarken değil, durunca görürüz. ANNE - Dilek, Dilek... Neredesin kızım? (Uzaktan yaklaşır) DİLEK - Buradayım anneciğim. (Koşar) ANNE- Birdenbire kayboldun ortalıktan kızım. Ben sana uzaklaşma demiştim. DİLEK - Kuşlara bakıyordum anneciğim, serçelere dalmışım.. Anne ben de bir kuş olup, uçmak istiyorum. 286 ANNE - Niye kuş olmak istediğini anlayamadım doğrusu. DİLEK - Uçabilmek için. Uçabilseydim, yeryüzündeki görebilirdim. her şeyi ANNE - Kuşlardan daha iyi, onların hiç gidemeyeceği yerlere uçup, onlardan daha çok şeyler görebilirsin. DİLEK - Onların hiç gidemeyeceği uzak yerlere mi uçabilirim? Ama benim kanatların yok anneciğim. ANNE - Senin kanatların gözlerinde, zihninde, okuduğun kitaplardadır kızım. Bu kanatlarla ağaçların, ayın yıldızların ötesine bile gidebilirsin. DİLEK - Kitaplarla bütün dünyayı tanıyabilir miyim, anneciğim? ANNE- Kitaplarda göremeyeceğin hiçbir şey, gidemeyeceğin hiçbir yer yoktur. Okumak sihirli bir halıya benzer. Üzerine bindin mi hiçbir zaman gidemeyeceğin yerlere bile uçabilirsin. DİLEK - Sihirli bir halı, Tam istediğim şey işte. Üzerine bindin mi istediğim yere uçabilirim. ANNE - Senin sihirli halın hayal gücündür kızım. Hayal gücünü kullanmasını öğrenirsen, onun bir sihirli halı olduğunu göreceksin. (Müzik. Geçiş) DİLEK - Ah, sen kimsin? ALÂADDİN – Alâeddin’im ben. İstediklerini yerine getirebilmem için sihirli lâmbamı getirdim sana. DİLEK - Oh Alâeddin... ALÂADDİN - (Lâmbayı ovuşturur) Cin, Ciinnn... (Müzik) Cin, hemen Dileğin uçması için gereken şeyleri getir. (Müzik, Cin kaybolur) PETER PAN - Dilek, beni tanıdın mı? DİLEK - Ah, Peter Pan.. PETER PAN - Gölgeme tutun Dilek. Tutun da birlikte uçalım. DİLEK - Uçalım mı? Ben nasıl uçarım ama. PETER PAN - Gölgeme tutun yeter. İstediğin yere götürürüm ben seni. DİLEK - Nereye götürürsün? 287 PETER PAN - Rüyalar ülkesine. Gökyüzünün bilinmedik köşelerine. (Çıngırak sesleri) Gün batıyor... Ülkeme dönmeliyim. Hoşça kal Dilek... (Müzik) DİLEK - Ah, dur dur gitme. Peter Pan'ın rüyalar ülkesine bir gidebilseydim... DİLEK - İstersen gidebilirsin şekerim.. Peter Pan'ın maceralarını anlatan kitabı eline aldın mı, onunla birlikte Peter Pan'ın rüyalar ülkesine uçabilirsin. ALÂEDDİN - Seninle tanıştırmak istediğim daha pek çok arkadaş var Dilek. (Lâmbayı ovuşturur) Cin. Harikalar Ülkesinin kızı Alis’i çağırır. (Müzik, Alis girer.) ALİS - Dilek, benimle Harikalar Ülkesine gelmek istemez misin? Haydi gel., gel de orada saatlerin nasıl dakikalar gibi geçtiğini gör. DİLEK - Peter Pan, Alis... Sizlerle birlikte olmak istiyorum. ALÂEDDİN - Cin... Adalı dostumuzu getir şimdi de... (Müzik) ROBÎNSON - (Girer). Ben Robinson Cruzoe'yim, Dilek. Haydi, uçurayım seni. Oradaki tek arkadaşım Cuma ile tanıştırayım... DİLEK - Sahi mi söylüyorsunuz? ALÂEDDİN - Ciin, ötekileri de getir. (Müzik) Bak Dilek, şu camdan ayakkabılar giymiş kızın adı Sinderella. Şu upuzun burunlu çocuğun adı da Pinokyo Külkedisi KÜLKEDİSİ - Ben Külkedisiyim, Dilek. PİNOKYO - Beni de tanı. Adım Pinokyo. KÜLKEDİSİ - Dilek Kardeş, bizlerle uçmak istiyorsan.. PİNOKYO - Bütün dünyayı, rüyalar âlemini tanımak istiyorsan hikâyelerimizi oku. DİLEK - Anneciğim, bu yerlerin hepsini görmek istiyorum. Her şeyi öğrenmek istiyorum. ANNE- İstersen bunları hepsini görebilirsin kızım. Kitapların içlerindeki kahramanların, kanatları vardır. Kanatlarına tutundun mu onların gittiği yerlere uçabilirsin. DİLEK - Uçarım demek. 288 ANNE - Tabii uçarsın. DİLEK - Kitapların kanatlarına tutundun mu, istediğim yere uçarım. (Kuş sesleri arasında müzik sesleri yükselir.) GÜZEL SÖZLER Her kütüphane bir okuldur. İsteyen herkes, dünyayı kütüphanelerde bulabilir. İyi bir kitap, iyi bir öğretmen; iyi bir kütüphane ise binlerce iyi öğretmen demektir. Zengin ülkelerin kütüphaneleri de zengindir. Yücelmek isteyen insan, kendine bir kütüphane kurmalıdır. Kütüphaneleri zengin yapan şey, içindeki kitapların sayısı değil, değerli oluşlarıdır. Bilgin unutmuş, kitap unutmamış. Kitap en iyi dosttur. Kütüphaneler kültür evleridir. Gerçek bilgi kaynaklarımız kütüphanelerimizdir. Günümüzün gerçek üniversiteleri, zengin kütüphanelerdir. Bir okul için her şeyi yaptığınızı düşünebilirsiniz. Eğer okulunuzun bir kütüphanesi yoksa hiçbir şey yapmış sayılmazsınız. Parayı kasa, bilgileri kütüphane saklar. Her kütüphane bir cezaevi kapatır. 289 POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞU (10 Nisan 1845) AÇIKLAMA 1845 tarihi, Türk Emniyet Teşkilatı açısından önemli bir noktadır. Çünkü bu tarihe kadar zabıta olarak nitelenen teşkilat; 10 Nisan 1845 (12 Rebiü’l Evvel 1261)’den itibaren polis adı altında hayata geçmiş ve Emniyet Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul edilmiştir. Yeniçerinin ortadan kaldırılmasından sonra, başkentte ve eyaletlerde zabıta hizmetleri eskisiyle kıyaslanmayacak derecede gelişmesine rağmen; bu hizmetler karışık ve ayrı ayrı kurumlara bağlı olarak yürütülmekteydi. Teşkilat ve yürütme alanındaki bu karışıklığı ortadan kaldırmak amacıyla ilk defa 10 Nisan 1845’te İstanbul’da ilk polis teşkilatı kurulmuş, görevleri de yine aynı tarihte yayımlanan Polis Nizamnamesinde belirtilmiş ve bu durum yabancı elçiliklere de bir yazı ile bildirilmiştir. Bu nizamnamede polis teşkilatının kuruluş amacı, belde güvenliğini sağlamak olarak belirtilmiştir. Bu çalışmalara rağmen, karışıklık devam etmiş, İstanbul’da polis hizmeti; Yeniçeri Ağası yerine geçen Serasker, İhtisap Ağası ve Polis adını taşıyan teşkilatlar tarafından yürütülmüştür. Taşrada ise güvenlik hizmetleri, Sipahilerden oluşan zaptiyelerle ve Asakir-i Mansure alaylarıyla yürütülmüştür. POLİS Polis terimi, kökeni Yunanca ve Latince olan bir kelimedir. Yunanca politika, Latince politika kelimelerinden türemiştir. Eski Yunanlılar kendi şehir devletlerine polis ismini vermişlerdir. Polis kelimesi ıstılah! Olarak, kuruluşu bulunduğu yerde kamu düzen ve güvenliğini koruyan, yasaların adil ve eşit bir şekilde uygulanmasını sağlayan teşkilat, kolluk, zabıta, şehirde güvenliği sağlamakla yükümlü kişiler anlamında kullanılmıştır. Polis kelimesinin yerine emniyet deyiminin kullanıldığı da olur. Polis görevi itibariyle; asayişi, amme, şahıs tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini koruyan, halkın ırz can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatını temin eden, yardım isteyenlere, yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eden, kanun ve nizamnamelerin kendisine verdiği vazifeleri yapan silahlı icra ve inzibat kuvvetidir. Genel olarak polis, bir ülkenin sükûn, güvenlik ve düzenini sağlamak ve korumakla görevlidir. Bunu yerine getirirken önceden belirlenmiş müeyyidelere uymakla yükümlü ve hükümet tarafından alınan ve yerine getirilmesi istenen kararların icrasını sağlamakla görevlidir. 290 SAĞLIK HAFTASI ( 7 – 13 Nisan ) AÇIKLAMA Sağlıklı kişi mutlu, canlı, hareketli olur. İnsanların sağlık kurallarını öğrenmesi ve sağlıklı yaşama bilincine kavuşması için Birleşmiş Milletler Örgütü 7–13 Nisan tarihleri arasını Sağlık Haftası olarak kabul etti. Her yıl Sağlık Haftası Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde aynı zamanda değerlendirilir. Sağlık Haftası’nın amacı, sağlık bilgisinin ve yardımının geniş halk kitlelerine ulaşmasıdır. Hafta boyunca insan sağlığı konusunda radyolarda konuşmalar yapılır. Televizyonda sağlıkla ilgili programlar sunulur. Gazete ve dergilerde insan sağlığı ile ilgili yazılar yayınlanır. Bu hafta içinde okullarımızda beden sağlığı, beslenme konusunda bilgiler verilir. Sağlığın önemi anlatılır. Sağlıklı olmanın kuralları öğretilir. Birleşmiş Milletler Örgütü, her yıl bir sağlık konusu seçer. O yıl üye ülkelerde konu üzerinde durulur. Seçilen konu bir hastalık ise bu hastalığın tanımı, belirtileri, iyileştirme yöntemleri anlatılır. İnsanlar çok eski çağlardan beri sağlığın önemini kavramışlardır. İlkçağlarda insan sağlığının bozulması, doğa dışı güçlerin etkisine bağlanıyordu. Hastalığın iyileştirilmesi için büyücüye başvuruyorlardı. Uygarlığın gelişmesi ile tıp bilimi ilerledi. Hastalıkların nedenleri bulundu, iyileşme yöntemleri gelişti. Bugün büyücülük ilkel toplumlarda kalmıştır. Tıp bilimi her gün yeni buluşlarla insanlığa büyük yararlar sağlıyor. Sağlık, insanın en önemli sorunudur. Yaşamak, öğrenmek, iş yapabilmek için sağlıklı olmak gerekir. Sağlığı bozuk olan, hasta olan kişi görevlerini tam olarak yapamaz. Bunun sonucu olarak da, kendine, ailesine, çevresine, topluma yararlı olamaz. Tıp bilimi yalnız hastalıklarla, hasta olan insanlarla ilgilenmez, insan sağlığının sürekliliği, insanların hasta olmadan yaşamlarını sürdürmeleri için araştırmalar yapar. Yeni yöntemler geliştirir. Temizlik sağlığımız açısından çok önemlidir. Bedenimizin temizliği, kullandığımız eşyaların temizliği yaşadığımız yerin temizliği gibi ayrıntılarla bir bütün oluşturur. Yalnız bedenimizin temizliği ya da yalnızca eşyalarımızın temizliği bir anlam taşımaz. Biz ne kadar temiz olursak olalım, eşyalarımız, giysilerimiz kirli olursa biz de kirli sayılırız. Bu durumda bit, pire ve benzeri mikrop taşıyan canlılar, kolayca bizi bulur, biz de hasta oluruz. 291 SAĞLIĞI BOZAN ETKENLER a- Yanlış beslenme, gerekli besinleri almama gibi durumlar, beslenme bozukluğu sonucunu yaratır, bu da sağlığımızı bozar. b- Alkollü içki, uyuşturucu madde kullanmak da sağlığı bozar. c- Zehirli böcek ve bazı hayvanların sokması, ısırması zehirlenmemize neden olur. d- Sağlığın en büyük düşmanı mikroplardır. Çeşitli hayvanlarla, yiyecek ve içeceklerle, solunum yolu ile geçen mikroplara karşı uyanık olmalıyız. SAĞLIKLI OLMANIN ŞARTLARI Kişiler kendi sağlıklarını korumada dikkatli oldukları gibi çevre sağlığını korumada da dikkatli olmalıdırlar. Çevre sağlığını, çevre temizliğini korumak her yurttaşın önemli görevlerinden biridir. Çevremizi temiz tutmalıyız. Yerlere çöp atmamalıyız. Çevrede sinek, sivrisinek gibi zararlı böceklerin üremesini kolaylaştıracak ortam yaratmamalıyız. Mevsim özelliklerine göre giyinelim. Terli iken su içmeyelim. Havasız yerlerde oturmayalım. Spor yapalım. Gerektiğinde sağlık kurumlarına başvuralım. Yukarda açıklanan kurallara uyalım. Sağlığımızla ilgili bir sorunumuz olduğunda hemen doktora gidelim. Başka kişilerin tavsiye ettikleri ilaçları kullanmayalım. Doktorların verdikleri ilaçları tarifelere uygun olarak kullanalım. KONUŞMA SEVGİLİ ARKADAŞLAR! Birleşmiş Milletler Örgütü, 7–13 Nisan tarihleri arasını Sağlık Haftası olarak kabul etmiştir. Hafta boyunca sağlık ve ilk yardım bilgisi verilir, insanların sağlıklı yaşama bilincine ulaşması için çeşitli etkinlikler yapılır. Beden sağlığı, beslenme, sağlığın önemi ve sağlıklı yaşama kuralları konularında geniş halk kitleleri bilgilendirilir. 292 Tıp bilimi sadece hasta insanları iyileştirmeye çalışmaz, hasta olmadan yaşamak için neler yapılması gerektiğini de araştırır. Sağlıklı yaşayabilmek için temizliğe önem vermeliyiz. Bedenimizin, kullandığımız eşyaların ve yaşadığımız yerin temiz olması önemlidir. Sağlığın en büyük düşmanı hastalık yapan mikroplardır. Kirli ve pis ortamlarda daha çabuk üreyip çoğalan mikroplar, soluduğumuz hava ile ya da yediğimiz yiyecek ve içeceklerle vücudumuza girerler. Sağlıklı yaşayabilmek için düzenli uyumalı ve vücudumuzun ihtiyaç duyduğu besinleri almalıyız. Alkollü içki ve sigara sağlık için zararlıdır. Mevsim özelliklerine göre giyinmeli, terli iken su içmemeliyiz. Havasız ve güneş girmeyen yerlerde bulunmamalı ve spor yapmalıyız. Bir sağlık sorunumuz olduğunda hemen bir doktora gitmeli, verilen ilaçları doktorun tavsiyesine göre almalıyız. Bilinçsiz ilaç tüketimi de sağlığı bozar. Mutlu ve stresten uzak bir ömür, hastalık riskini önemli ölçüde azaltır. Kendi sağlığımızı koruduğumuz gibi, çevre sağlığına da önem vermeliyiz. Yerlere tükürmemeli ve çöp atmamalıyız. Zararlı sinek ve mikropların üremesini kolaylaştıracak ortamları oluşturmamalıyız. Hepinize sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim! (Ev ve Sınıf Etkinlikleri Antolojisi Kitabı) GÜZEL SÖZLER Hasta olmayan sağlığın değerini bilemez. Sağlıktan büyük zenginlik yoktur. Neşe sindirimi kolaylaştırır. Güneş giren eve doktor girmez. Sağlığı olanın umudu, umudu olanın her şeyi vardır. Her şeyin başı sağlıktır. Hastanın yaşı değil, hastalığın yaşı önemli. Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi Kanunî Sultan Süleyman 293 ŞİİRLER VÜCUDUMUZ Üç bölümdür vücudumuz, Baş, gövde kollar - bacaklar. Hepsini tutalım temiz İşleyip çalışacaklar. Burun koku, dil tat duyar Hepsinin bir görevi var. Beşinci duyumuz deri Dokunmağa vardır yeri, Sağ, sol arka ve önümüz Vücutta var dört yönümüz Kulak işitir, göz görür, El iş yapar, ayak yürür. Vücuda iyi bakalım, Temiz mendil kullanalım. Temiz hava temiz suyu, Unutmayalım uykuyu, Güneş sağlığın temeli, İyi gıdalar yemeli. Makine gibidir vücut, İyi koru çok temiz tut. Ali Osman ATAK KALBİN SESİ Kalbin bir gün sesini, Organlar duyamamış. Mideyi, böbrekleri, Hemen bir telaş sarmış. Komşu akciğerlere, Bir haber uçurmuşlar. Ciğerlerse beyinden Nedenini sormuşlar. Şöyle bir cevap gelmiş, Beyinden ciğerlere: Düzensiz yaptığın iş, Zarar vermekte kalbe Aldığın hep pis hava Elbet kalbi yoracak. Böyle devam edersen Belki bir gün duracak! İ. Hakkı TALAS 294 VÜCUDUMUZ Bir makinedir insan İşletir bunu beyin Beyincik başkanıdır Beş duyu denen şeyin. El tutar, kol destekler Bir kafestir göğsümüz Orada ciğerle kalp Çalışır gece gündüz. Bir örtüdür etimiz Kemiğimiz çatıdır Ayaklarımız yolcu Gövdemizin atıdır. Hüseyin KALABA 295 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI AÇIKLAMA Cumhuriyet kurulmadan önce yurdumuz padişah tarafından yönetiliyordu. O zamanlar, devletimizin adı Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşıma girdi. Bizimle birlikte savaşa giren ülkeler yenildi, Osmanlı Devleti de yenik sayıldı. Savaşı kazanan ülkelerin orduları yurdumuza girdiler. Birçok köyümüzü, şehirlerimizi yakıp yıktılar. İnsanlarımızı öldürdüler. Atatürk o zaman Osmanlı ordusunda görevli idi. Yurdumuzun düşmanlardan kurtarılması için plânlar yapıyordu. Düşündüklerini uygulamak üzere harekete geçti. Bandırma Vapuru'na binerek İstanbul'dan ayrıldı. 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'a çıktı. Anadolu'yu dolaşıp birçok toplantılar yaptı. 23 Nisan 1920 'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Atatürk, Meclis Başkanı seçildi. Meclis, düşmanla savaşmak için karar aldı. Yurdun her yerinden asker toplanarak yeni bir ordu kuruldu. Ordularımız, Atatürk'ün başkomutanlığı altında dört yıl savaştı. Düşmanları yenerek yurdumuzu kurtardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 29Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan etti. Atatürk, Cumhurbaşkanı seçildi. Padişahlık kaldırıldı. Yurdumuz hürriyete ve bağımsızlığına kavuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de kurulmuştu. Biz kendi kendimizi bu tarihte, yani 2 3 Nisan'da yönetmeye başlamıştık. Büyük Atatürk, 23 Nisan gününü çocuklara bayram olarak armağan etti. İşte bu yüzden 23 Nisan'da Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarız Bayramdan önce her yer süslenir. Bayram günü, tören yerinde büyüklerimizle birlikte bayramı kutlarız. Şiirler okur, şarkılar söyleriz. Millî oyunlar ve rondlar oynarız. Çeşitli yarışmalar yaparız. Bazı ülkelerin çocukları da Ankara'ya gelerek katılırlar. Çeşitli gösterilerde Çocuk Bayramını kutlarlar. bayrama Dünyada, Çocuk Bayramı olan tek ülke biziz. Böyle güzel bir günü Çocuk Bayramı olarak bize armağan eden Atatürk'e çok şey borçluyuz. 296 OKUMA ATATÜRK VE ÇOCUKLAR Atatürk çocukları çok severdi. Bir yurt gezisinde iken yolda otomobiline su lâzım oldu. Civardaki çeşmeden su gelinceye kadar etrafı görmek isleyen Atatürk, otomobilinden indi. Bu sırada yolun kenarındaki bir tepede küçük bir çoban çocuğu, her şeyden habersiz kavalıyla güzel bir yurt havası çalıyordu. Çaldı, çaldı. Şarkısı sona erince Atatürk çocuğun yanına yaklaştı. Ve derlenip toparlanan çocuğun yanaklarını okşadı. Ve (Bis, bis) diye bağırdı. Küçük çoban bunun manasını anlamamıştı. İlk şaşkınlığı geçer geçmez nezaketle bunun ne demek olduğunu Atatürk'e sordu. Atatürk çocuktan çok hoşlandı ve: —Bis, bir şeyi tekrar ediniz demektir. İnsanlar bir şeyi çok beğendikleri zaman lütfen tekrarlar mısınız diye - Bis- derler. dedi. Zeki çocuk, Büyük Ata'nın ne demek istediğini derhal anladı. Ve kavalı ile aynı havayı tekrar çaldı. Bitince, Atatürk çocuğa bir yüz liralık hediye etti. Çoban bunu aldı. Ve çok hoşuna gitti. Gözleri parlayarak Atatürk'e —Bis, bis. dedi. O vakit Büyük Ata'nın bu Türk çocuğunun zekâsı çok hoşuna gitti ve kendisine bir yüz liralık daha hediye etti. (Fıkralarla Atatürk, N.A. Banoğlu) OKUMA 23 NİSAN Yeni devletimiz 1920 Nisan'ının 23. günü, Ankara'nın sarp ve yalçın bağrında kuruldu. 1920'den bugünkü Türkiye'ye baş dönmeksizin bakılamaz. Düşman yalnız ateş boyunda değil, bütün kırlarda, yollarda, şehirlerde idi. Topraklarımızı son karışına kadar, adım adım boğuşarak geri alacaktık. Bunu yaptıktan sonra, işlerimizden ancak bir tanesini bitirmiş olacaktık. Çünkü bu toprakların üstünde, son köye kadar, her şey yeniden ve temelden yapılacaktı. İstanbul bile harap ve bitkindi. Anadolu'ya ise "teknik" kelimesi yeni devletle beraber giriyordu. 23 Nisancılar, bu savaşın dolaşık ve çetin geçitlerden her biri hürriyete, millî hâkimiyete giden tek yolun üstünde idi. Bütün güçlükler yenildi. Vaktiyle ot vermeyen bu toprak, şimdi her yanda bir bahar rüyasının Çiçekleri ve kokuları içinde bize gülüyor. Fatih Rıfkı ATAY 297 ŞİİRLER 23 NİSAN İçinde coştuğumuz. Bir sel 23 Nisan, Yarına koştuğumuz, Emel 23 Nisan. Baharın mutlu günü Yurdumun kutlu günü Neşelerin düğünü, Güzel 23 Nisan. İnanarak yürekten, Hız aldık Atatürk'ten Bizi alan yükselten, Bir el 23 Nisan. Ne mutlu bir millete; Kavuştuk hürriyete; Şanlı Cumhuriyete; Temel 23 Nisan. Mehmet İhsan BULUR 23 NİSAN Yirmi üç nisan, Yurdu koruyan, Yarını kuran SEN OL ÇOCUĞUM! Eskiyi unut, Yeni yolu tut. Türklük’e umut, SEN OL ÇOCUĞUM! Bizi kurtaran, Öndere inan. Her işte üstün, SEN OL ÇOCUĞUM! Küçüksün bugün, Yarın büyürsün. Her işte üstün, SEN OL ÇOCUĞUM! Çalışıp öğreten, Her şeyi bilen. Yurduna güven, SEN OL ÇOCUĞUM! Hasan Ali YÜCEL 298 23 NİSAN Dün sabah anneciğim, Öperek dedi: Uyan. Bugün senin bayramın Kalk, bak süslendi her yan. Bakımı her taraf süslü, Sokaklar dolu insan. Dedim: Anne bu neden? Dedi: 23 Nisan. Temel bayrammış inan, Kutlu olsun kardeşim, Geldi 23 Nisan. Ramazan Gökalp ARKIN 23 NİSAN Bakın, güneşe bakın Nasıl gülüyor bize? Tarihten armağandır, Bu bayram hepimize Bugün kuşlar bile şen, Ya çiçekler ne güzel. Her şey bugün daha hoş Bugün her günden güzel Şimdi küçüğüz, fakat Yarın büyüyeceğiz. Bu güzel yurdumuzu Biz de yükselteceğiz. Muzaffer BARANOK EGEMENLİK BAYRAMI Egemen bir milletin, Coştuğu bir gündür bu! Yurduma hürriyetin, Koştuğu bir gündür bu. Başımızda Atatürk, Ülkümüz yüce Türklük, Yüce Türk milletinin Sevdiği bir gündür bu. 23 Nisan'ı veren, Bugünleri gösteren, Büyük Atam diyor ki; "Türk, çalış, öğün, güven!" Ali PÜSKÜLLÜOĞLU 299 23 NİSAN Biz dünyaya gelmeden Her yeri düşman almış. Atatürk düşmanları Yurdumuzdan çıkarmış 23 Nisan günü Meclis kuruldu diye, Büyük bayram verilmiş, Çocuklara hediye... Gülelim, eğlenelim, Kutlayalım bayramı, Verelim hep el ele, Yükseltelim vatanı. M. UĞURKAN 23 NİSAN SÖYLEDİ Bu yurdun, bu devletin, Yüce Cumhuriyetin Sahibiyiz çocuklar, Bunları koruyacak, Bu ülküye uyacak Yine biziz çocuklar! Yirmi Üç Nisanların Zevki çok, fakat yarın Güç işimiz çocuklar! Bu göklerin, bu yerin, Kutlu emanetlerin Bekçisiyiz çocuklar! Atalardan şan alan, Böyle temiz kan alan Yalnız biziz çocuklar! Türk'üz ne mutlu bize! Bu bayram kutlu bize! Eğleniriz çocuklar! Rakım ÇALAPALA 300 ÇOCUKLAR KARDEŞTİR Siyah laledir zenci çocuk, Finli çocuk beyaz gül. Sarı papatya Çinli çocuk, Kızılderili de karanfil. Her çiçek, ülkesinin renginde açar Bir ağaçta bin çiçektir çocuklar. Başka başka olsa da dilleri, Ayrı ayrı olsa da ülkeleri, Bir araya gelince onlar, Sevgiyle kenetlenir elleri. Sınırları bile aşar duygular, Bir yürekte kardeştir tüm çocuklar. Aziz SİVASLIOĞLU 23 NİSAN Bugün ne mutlu bize, Haydi, hep gülsenize Müjde dağa, denize, Geldi 23 Nisan. Sokaklar dolu bayrak. Yollara kurulmuş tak, Şöyle bir etrafa bak. Geldi 23 Nisan. Fahrunnisa ELMALI 23 NİSAN BAYRAMI Şu 23 Nisan'da, Doğdu Millet Meclisi. İşte o gün her yanda, Yükseldi Türk'ün sesi. Bunu her yıl çocuklar, Kutlayalım sevinçle. Egemenlik de yaşar, Hep verirsek el ele. S. Cemil YALKUT 301 HOŞ GELDİN 23 NİSAN Günlerdir yolunu bekledik durduk Sen geleceksin diye çiçek açtı, Bahçedeki bütün ağaçlar, Leylekler yuvalarına döndü. Toprak ısındı, uyandı karıncalar, Çoluk çocuk yollara döküldü. Bugün sevinç içindeyiz hepimiz, Bayraklarla süsleniyor balkonlar. Caddelerde taklar kuruluyor, Bizim marşı çalıyor bandolar. Nasıl sevinmeyelim geldiğine? Okulda bayram, evde bayram Hoş geldin 23 Nisan! Sana gözlerimizden sevinç, Bahçelerimizden bahar getirdik. Bari hemen bitivermese bu yolculuk, Seni kucaklamaya geliyor bugün, Köyler, şehirler dolusu çocuk! Şükrü Enis REGÜ ATATÜRK ÇOCUK OLMUŞ Çocuk Bayramı'nda Gelmiş katılmış aramıza. Atatürk çocuk olmuş, bakın Sallanıyor salıncakta! Gülüyor gözlerinin içi Gülüyor, Gökler, denizler kadar mavi. Diyor ki: "Ben verdim çocuklara Bayramların en güzelini." "Dilerim yurdumun çocukları Tüm çocukları dünyanın, Gülüp oynasınlar bugünkü gibi. Acıda- sevinçte kardeş olsunlar, Çınlasın yeryüzünde barış türküleri." Aziz SİVASLIOĞLU 302 23 NİSAN Bugün bir başka aydınlık yeryüzü, Bir başka ağaçların, evlerin yüzü Bugün çocuklar güzel, Bugün sokaklar güzel... Elimizden tutan her el Daha sağlam Daha mavi gökyüzü; Bayraklar daha yakın. Bakın: Geçiyor yarının büyükleri; Şarkıları, tutuyor gökleri. Adnan ARDAĞI EN GÜZEL BAYRAM Her renkten kuşlarla Çiçeklerle geliyor yurduma Adı bahardır Her dilden merhabayla Şarkılarla gelir yurduma Adı çocuktur Her yürekten barışla Sevgiyle gelir yurduma Adı bayramdır Bahar, çocuk ve bayram Her 23 Nisan'da Atatürk'ün yurdunda İşte böyle buluşur. İşte böyle cıvıl cıvıl Çocuk Bayramı olur. Aziz SİVASLIOGLU BİZİM BAYRAMIMIZ Bu gelen bizim bayram, Yükseldi bak ünümüz. 23 Nisan bizim, En şerefli günümüz. Al bayrağı açalım, Gel gidelim törene, Bin teşekkür bizlere, Bugünleri verene. Bizim için harcanan, Boşa gitmez bu emek. Çünkü her Türk çocuğu, 23 Nisan demek. İ. Hakkı TALAS 303 PİYES BAYRAĞIMIZIN GÖLGESİNDE ŞAHISLAR Sahneye giriş sırasıyla Ayşe nine Kezban Muhtar Kumandan Kemal Bey Bekçi Ramazan Leyla Öğretmen Öğrenci Cengiz Öğrenci Murat Öğrenciler Çoban Salih Doktor Nazan Başhemşire Yaralı Sadık Başhekim BİRİNCİ PERDE SAHNE: Bir köy odası. (Ayşe Nine oturmuş önünde bulunan çıkrıkta yün eğirmektedir. Kezban onun karşısında çorap örmekledir. Bu sırada dışardan yanık bir sesin okuduğu türkü duyulur. Ayşe nine işini yavaşlatıp türküye kulak verir.) AYŞE NİNE 304 - Şu çocuğun bir yanık sesi var ki, içim parçalanıyor... Alçak düşman söndürmedik ocak mı bıraktı? Zavallı Çoban Salih!.. Önce kolunu, daha sonra da tek bacağını kaybetti. Sakatlanıp köye döndü... Gene de gönlü cephede... Hastanede iken "Bir kolum, bir bacağım daha var... Bırakın düşmandan öç alayım demiş ama dinlemeyip sılacı etmişler... Şimdi içinin acısını bu türkülerle dile getirip, döküyor. (Ses hafifleşerek uzaklaşır. Ayşe Nine tekrar çıkrığına dalar. Fakat bu sırada Kezban'ın hafif hıçkırıklarla ağladığı duyulur. Hıçkırıklar Ayşe Nine'nin de dikkatini çekmiştir. Merakla sorar.) Kız Kezban!.. Sana ne oldu? Bakıyorum bugünlerde pek içlisin... En ufak şeyler, yaş döküp ağla mana sebep oluyor. Söyle bana bir derdin mi var? KEZBAN - (Mendili ile gözlerini kurularken) Ana, anacığım... Derdimi soruyorsun. Dert yalnız benim mi, yalnız ben mi ağlıyorum? Bu dert bütün bir milletin, bütün bir yurdun derdi. Bütün yurt, bütün millet gözyaşları içinde ağlıyor şimdi... Duymadın mı işitmedin mi? Dün babam anlatıyordu. Düşmanlar İzmir'i almış, neredeyse buralara da geleceklermiş... Padişah yurdu düşmanlara satmış diyorlar ana... AYŞE NİNE - (Yerinden hafif doğrularak) Tövbe de kız! Hiç koca Padişah efendimiz böyle bir şey yapar mı? Sus... Sus... Sus! Çarpınırsın vallahi... KEZBAN - Doğruyu söylüyorum ana... Satmış diyorlar memleketi işte... Vicdanının bir gözüne vatanı, bir gözüne de kendi saltanatını koymuş, saltanatı daha ağır basmış olacak ki memleketi çıkarmış gözden diyorlar. Şimdi vatan için ölmek bir suç olmuş padişahın gözünde... Kim vatan için silaha sarılırsa cezası ölümmüş... Bu yolda ferman göndermiş memleketin dört bucağına... AYŞE NİNE - Aman sus kız!.. Bu sözlerin birinin kulağına gitmesin... Sonumuz kötü olur vallahi... Duvarların kulağı var... Hem sen nereden çıkarıyorsun bunları? Padişah vatanı satar mı hiç… Satmaz… Vallahi de Billahi de satmaz… Vardır bir bildiği elbet… Siz yeni yetmeler lâf ebesi oldunuz vallahi... Hep suç babanın... Kaç kez söyledim de dinletemedim. Herif, bizimkisi kız çocuğu. Gönderme şu gâvur mektebine... Yüzü gözü açılır... Gönder Kaymak Hafızın yanına, hatmetsin Kur'an-ı Kerim'i, yarın iki elimiz yanımıza geldiğinde ruhumuza okuyup üflesin dünya malı değer, dedim de dinletemedim. Bak şimdi dediklerim nasıl çıktı... Karşıma geçmiş başından büyük lâflar ediyorsun. Okumasaydın böyle olur muydu? KEZBAN - Okudum da kötü mü ettim ana? Gerçekleri bilip, konuşmak suç mu? Evet... Okudum, çok şeyler 305 öğrendim. Hele bu öğrendiklerimin içersinde üç şey var ki hepsinden, her şeyden kıymetli... Vatan aşkı, özgürlük aşkı, bayrak aşkı... Vatan deyince ruhum, benliğim titriyor, özgürlük deyince kabıma sığamıyor, taşmak coşmak istiyorum... Hele bayrak deyince, kanım tutuşuyor... Bunlar öylesine kıymetli şeyler ki içlerinden biri noksan olursa ikisi pek bir anlam ifade etmez... (Sesi ağlamaklıdır) Bütün bunları bildiğim, duyduğum için ağlıyorum. Çünkü bütün bu kıymetli varlıklar elimizden alınmak isteniyor... Vatansız, bayraksız, tutsak yaşamak mümkün mü? Söyle mümkün mü ana? (Tekrar hıçkırır). AYŞE NİNE - Sözlerim seni üzdü mü kızım? Bak gene ağlıyorsun... Ne yapalım bunların hepsi kader, alın yazısı... Kaderin önüne hiç kimse geçemez yavrum... KEZBAN - (Hiddetle ayağa fırlar) Hayır ana... Her şeyi kadere, alın yazısına yüklemeye hakkımız yok... Bu sözlerle kendimizi uyuşturmayalım artık. Yıllarca hep bu sözlerle aldattık kendimizi... Mısır, Bağdat, Musul elimizden gitti kader dedik... Güzel Trakya, cennet adalar elimizden gitti kader dedik... Bugün düşman İzmir'e giriyor gene alın yazısı diyoruz... Fakat hiçbir zaman uykudan uyanmayı düşünmüyor, kaleme kalemle, silâha silâhla karşı koymak gerektiğine inanmıyoruz... Tüm kötülükler burada işte... (Biraz düşündükten sonra) Ben kararımı verdim ana... Bugünden sonra ben de yurt için, bayrak için, özgürlük için savaşanların arasına kavuşacağım... Ölürsem şehit, kalırsam gazi olacağım. AYŞE NİNE - Kızım sen aklını mı oynattın? Bu işi yapacak erkek kalmadı mı? Savaş erkek işidir. Kadın, kız kısmına evinde oturmak yaraşır... KEZBAN - Yurt savunmasında kadın, erkek sözü olmaz ana... Hele yurt tehlikede ise bu hiç aranmaz... Sadece bunu yapabilecek güce ve cesarete sahip olmak yeter de artar bile... Ben de bir Türk kızıyım. Yılmam, korkmam hiçbir şeyden... (Bu sırada kapı çalınır) AYŞE NİNE babandır... - Sus deli kız sus... Bak kapı çalınıyor, belki de KEZBAN - (Çıkar ve bir süre sonra tekrar girer) Babam gelmiş ana, yanında konuklar da var... 306 AYŞE NİNE - Biz öteki odaya gecelim öyleyse... Şuraları çabuk toplayıver... (Etrafı acele düzeltip çıkarlar. Onlar çıktıktan sonra önde Muhtar olmak üzere kumandan, emir subayı ve köy bekçisi Ramazan girerler) MUHTAR - Buyurun, buyurun kumandan bey, şöyle masanın başına buyurun. Siz de zabit bey şöyle kumandan beyin yanına oturun... KUMANDAN - Sağ ol muhtar... Üç gündür at üzerinde dolaşıyoruz. Fakat öyle de çok işimiz var ki... Dinlenmeye vaktimiz yoktur... Bir an önce işimize başlayalım. MUHTAR - Siz merak etmeyin kumandan bey, her iş yerini alır. Bir parça dinlenin. Biraz da bir şeyler yiyelim. Yapacak işimizi ondan sonra düşünürüz. (Kapıya döner seslenir) Kezban!.. Kezban kız!.. KEZBAN - (İçerden) Buyur baba... MUHTAR - Konuklara yiyecek bir şeyler hazırlayın. KEZBAN - (Gene içerden) Baş üstüne baba... KUMANDAN - Zahmet etme Muhtar, biz Çamlıdere'de karnımızı doyurduk. Şimdi hiç isteğimiz yok. MUHTAR - Hiç öyle şey olur mu kumandan bey... Birkaç lokma da bizim burada alın... KUMANDAN - Teşekkür ederim. İşimiz çok acele. (Yanındaki subaya döner) Emri okur musunuz Kemal Bey. KEMAL - Baş üstüne kumandanım. (Çantasından çıkardığı evrakı okur) Altıncı Kuvayi Milliye Kumandanlığından, düşman kuvvetleri İzmir ili hudutları dışına sarkmakta, her gün birkaç köy ve kasaba düşmanın eline geçmektedir. İstanbul hükümetinin bu konudaki tutumu vatanı bütünü ile her geçen gün bir parça daha tehlikede bırakmaktadır. Elimizde kalan kuvvetler yetersiz olup, bu kuvvetlerimizi gönüllülerle takviye etmek zorunluluğu doğmuştur. Bu bakımdan her kumandan kendi bölgelerinde bulunan köy ve kasabaları bizzat gezecek, eli silâh tutabilecek gönüllü vatandaşları tespit ederek talim ve terbiyesi için genel karargâha sevk edecektir. Emrin acele yerine getirilmesi ile sonucun bildirilmesini rica ederim. (Kemal yerleştirir) okuduğu emri tekrar katlayıp çantasına 307 KUMANDAN - Şimdi neden acele ettiğimizi anladın değil mi muhtar? Hemen köye haber sal... Eli silâh tutan ve bayrak uğruna savaşmak isteyenler acele köy okulunda toplansınlar... Biz de birazdan oraya gideceğiz. MUHTAR - (Ayağa kalkarak) Emredersiniz kumandan bey... İş nihayet bu duruma geldi öyle mi? Vatana, bayrağa hepimizin canı feda olsun... İlkin benden başlayın... Yazın künyemi... Ahmet oğlu Hasan... 1290 doğumlu... KUMANDAN - İyi ama muhtar, seni alırsak köyün işlerini kim çekip çevirecek? MUHTAR - Bana burada pek yapacak iş yok esasen. Olsa bile benden daha yaşlıları var. Onlar üstesinden gelirler bu işin... Düşman vatanımda adım adım ilerlerken, burada oturmak bana ar gelir... Bırakın, izin verin de vatanım için savaşayım. KUMANDAN - Peki muhtar, nasıl istersen... (Subaya döner) Yazın Kemal bey muhtarı. KEMAL - Baş üstüne kumandanım... (Çantasından defter ve kalem çıkarır, Muhtar'a) Künyeniz Ahmet oğlu Hasan, 1290 doğumluydu değil mi? MUHTAR - Evet, öyledir beyim... (Bekçi Ramazan'a dönerek) Haydi Ramazan! Durma, koş git! Sesinin tüm gücüyle seslen. De ki, vatan bizden hizmet bekliyor... Eli silâh tutan, yurt ve namus uğruna savaşmak isteyenler acele köy okulunda toplansınlar... BEKÇİ RAMAZAN - (Selâm verir) Emredersin ağam, hemen gidiyorum. Yalnız benim de bir ricam var kumandan beyden... Beni de yazsın defterine. Benim bir canım var verecek vatana... Künyem Mistik oğlu Ramazan 1305 tevellü... (Teğmen Kemal'e yalvaran bir bakış fırlatır) Yazacaksınız değil mi? KEMAL - (Kumandanın gözüne bakar, ondan yaz şeklinde bir işaret aldıktan sonra) Evet aslanım, meraklanma. Seni de yazıyoruz... (Yazarken mırıldanır) Mistik oğlu Ramazan, 1305 doğumlu... BEKÇİ RAMAZAN - Var olun. Sağ olun... (Askerce selâm verip acele çıkar, biraz sonra dışardan sesi duyulur) Ey ahali! Duyduk, duymadık demeyin! Kemal Paşa'dan emir geldi... Eli silâh tutan, vatan ve millet için savaşmak isteyen yiğitler acele köy okulunda toplansınlar... 308 KUMANDAN - (Ayağa kalkarak) Sağ ol muhtar, her ikiniz de Türklüğe yaraşır şekilde davrandınız. Bu yurt sizin gibi mert, cesur insanlara sahip oldukça zafer her zaman bizim olacaktır... Haydi şimdi hep beraber köy okuluna gidelim. Halk gelince bizi orada bulsun. Tanrım hepimizin yardımcısı olsun... MUHTAR ve KEMAL - Amin... (Hep beraber çıkarlar) (Ayşe Nine ve biraz sonra da Kezban gelir) AYŞE NİNE - (Odaya girer, bir süre kararsız dolaşır. Sonra ellerini gökyüzüne doğru açarak konuşmaya başlar) Ey yeri, göğü yaratan yüce Tanrım! Sen milletimize acı... Düşmanı kahret... Vatan imdadına koşan yiğitlerin bahtını açık et, onları koru, muzaffer eyle... KEZBAN - (Heyecanla koşup gelir) Ana, babam da gönüllü yazılmış, o da cepheye gidecekmiş doğru mu? (Bir an Ayşe Nine'nin ağladığının farkına varır) O ne ana, ağlıyor musun? Niçin? Babam gidecek diye mi? AYŞE NİNE - Baban, daha nicelerin babası, oğlu, kızı gidecek, hatta sen de gideceksin. KEZBAN - (Sevinçle Ayşe Nine'nin boynuna sarılır) Doğru mu bu? Ana, anacığım benim... AYŞE NİNE - Evet kızım, sen de gideceksin. Değil mi ki düşman tehlikesi var... Değil mi ki yurdumuz tehlikede seve seve koşacağız bizi bekleyen göreve... Ben ne baban için, ne de senin için ağlıyorum kızım... Ben bilgisizliğime, görgüsüzlüğüme ağlıyorum... Duymadın mı neler söyledi, neler konuştu o gelen koca paşalar... Vatan için dediler, bayrak için dediler, namus için hizmet etmek. Savaşmak isteyenler koşsun gelsin dediler... Ben bilgisiz bir kadınım kızım. Senin dediğin gibi olup bitenlerden pek anladığım yok.... Ama düşmanın ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Rahmetli deden bir savaşta tutsak düşmüştü. Yıllar sonra döndüğünde düşmandan neler çektiğini bir bir bize anlattı... Onu dinlerken hepimiz ağladık. Şimdi hak veriyorum, babana hak veriyorum. Gidin savaşın, düşmana fırsat vermeyin. KEZBAN - Gideceğim ana, vatana, millete hizmet edeceğim. Ne görev verirlerse yılmadan, korkmadan, usanmadan yapacağız. İzin ver, hemen gidip gönüllü yazılayım... (Bu sırada kapı çalınır) AYŞE NİNE - Önce kapıya bir bak bakalım... Bir gelen var galiba... 309 KEZBAN - (Çıkar, biraz sonra Leyla ile girer) Leyla gelmiş ana... AYŞE NİNE - (Leyla’ya) Gel bakalım yavrum. Bir şey mi var? LEYLA - Bir şey yok Ayşe Nine... Ahmet ağam askere yazılmaya gitti... Dedem de arkasından koştu, ben de yazılayım diye... Şimdi hepsi okula doldular... Görseniz okulun önü bir kalabalık, bir kalabalık ki... Anam dedi ki, git, Ayşe Ninelere sor bir yol... Onlardan da giden var mı? dedi... AYŞE NİNE - Olmaz olur mu kızım... Muhtar amcanla, Kezban ablan da bizden gidiyorlar... LEYLA - (Kezban'a dönerek) Kezban abla... Sahiden mi gideceksin... Ama sen kadınsın... Erkekler kadar güçlü değilsin ki... Korkar, hasta olursun sonra... KEZBAN - (Leyla’nın saçlarını okşayarak) Korkmam Leylâ... Sen hiç üzülme... Hem kocaman orduda bana göre iş mi yok? Yemek pişiririm, yaralılara bakarım. Sırası gelince çarpışırım bile... LEYLA - (Kezban'a gıpta ile sokularak, yalvaran bir sesle) Kezban abla! Ne olur beni de yanına al. Senin yanında çalışır, ne dersen yaparım. Sözünden hiç dışarı çıkmam. KEZBAN - Yaşa Leyla, sen tam bir Türk kızısın... Fakat henüz çok küçüksün... Şimdilik sana annenin dizinin dibinde oturup beklemek düşüyor. İnan Leyla, yarın çok güzel olacak... Yaşarsak hep birlikte çok mutlu günler göreceğiz. Milletçe büyük bayramlar kutlayıp, mutluluk şarkıları söyleyeceğiz el ele... Bu mutlu günleri bekle... İnan güven bize... LEYLA - Kezban abla. Mustafa Kemâl Paşa'ya rastlarsan benim için de ellerinden öp olmaz mı? KEZBAN - (Leyla’yı yanaklarından öperek) Öperim Leyla, öperim. Hiç tasalanma sen... (Ayşe Nine'ye dönerek) izin vermiştin değil mi ana, hemen yazılmaya gidiyorum... AYŞE NİNE - Git kızım... Gerekirse savaş, öl, öldür... Vatan için, özgürlük için, bayrak için savaş kızım... Hepinizin yolu açık olsun... KEZBAN - (Ayşe Nine'ye sarılarak) Allahaısmarladık benim melek yüzlü anacığım. Hakkını helâl et... AYŞE NİNE olsun... - Helâl olsun kızım... Git güle güle, Tanrı yardımcın KEZBAN - (Leyla’ya sarılır) Allahaısmarladık Leyla... 310 LEYLA - Güle güle Kezban abla yolun açık olsun. (Kezban çıkarken perde kapanır) İKİNCİ PERDE Birinci Tablo SAHNE: Köy okulunda bir sınıf. ÖĞRETMEN - (Sınıfta, öğrenciler arasında dolaşmaktadır. Dalgın ve düşüncelidir. Birden durur, önce yavaş, sonra heyecanlı bir sesle konuşmaya başlar) Sevgili çocuklarım. Sizinle geçirdiğim yıllar hayatımın en mutlu yılları oldu... Sevincinizle güldüm, kederinizle ağladım. Sizleri aydın fikirli, hür düşünceli birer yurttaş olarak yetiştirmek en büyük emelimdir. (Biraz duraklar) Fakat ne yazık ki bu emelime kısa bir süre için ara vermem gerekiyor. Evet çocuklarım, kısa bir süre aranızdan ayrılacağım. Beni bekleyen daha büyük görevler var. Bu görevimizde başarıya ulaşır, dönmek de kısmet olursa sizlerle buluşur, kaldığımız yerden tekrar devam ederiz. Yok, kısmet değilse benim bıraktığım yerden gelir bir başkası devam eder... (Susar) ÖĞRENCİ CENGİZ - Öğretmenim sözlerinizden bir şey anlamadık. Bizi bırakıp gitmek mi istiyorsunuz? ÖĞRETMEN - Neler söylüyorsun Cengiz? Hiç sizi bırakıp gitmek istenir mi? Bu bir istek değil, bir zorunluk yavrularım. ÖĞRENCİ CENGİZ - Sizi elimizden alacak olan zorunluğu bizler de öğrenmek isteriz. ÖĞRETMEN - (Cevap vermeden sessiz dolaşır) ÖĞRENCİ MURAT - Öğretmenim, bir derdiniz olduğu gözlerinizden anlaşılıyor. Bugüne değin siz bizim en ufak derdimizle, acımızla uğraştınız. Bizleri bir baba gibi sevip okşadınız... Bilmediğimiz birçok şeyi öğrettiniz bize... Kendi evimizde görmediğimiz sevgiyi, ilgiyi sizden gördük. Şimdi ise kederlisiniz... Bir evlâdın derdi bir babayı dertli eder de, bir babanın derdi evlâtlarını dertli etmez mi? Gideceğim diyorsunuz? Niçin? Hani siz geldiğiniz günden beri, her zaman bizlere, eviniz evim, köyünüz köyüm, derdiniz derdim, sevinciniz sevincim olacak... Tüm ömrümü sizlere bağlayacağım, sizlere bir ana, kardeş, baba, bir ışık olacağım demez miydiniz? 311 Şimdi ise ansızın gideceğim diyorsunuz, nedenini de bizden saklıyorsunuz... ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ ÖĞRETMEN - Hayır, saklamıyorum yavrularım. Hepsini anlatacağım. Fakat o kadar çok şey anlatmak istiyorum ki, bunları bir araya toplayıp, noksansız anlatabilmek için düşünüyorum. (Gözlerine heyecanlı bir ifade verir) Sevgili yavrularım, aranızda geçirdiğim günlerde sizlere hep bir şeyler öğretmek için çalıştım. En büyük isteğim sizlerin minicik yüreklerine vatan, millet, bayrak ve hürriyet aşkını yerleştirmekti. Bu yüzden derslerimizin ağırlığını hep bu konular teşkil etti. Şimdi inanıyorum ki, sizler de bunların anlamını en az benim kadar biliyor, yürekten saygı duyuyorsunuz... İşte yavrularım, son günlerde vatanda tehlikeler belirdi. Düşmanlar vatan topraklarına girdiler. Bayrağımıza leke sürmek, bizleri tutsak ederek hürriyetimizi elimizden almak istiyorlar. (Gittikçe heyecanı artar) İşte çocuklarım, en büyük anamız olan vatan tehlikede. İçtiğimiz su, yediğimiz ekmek, ciğerlerimize doldurduğumuz hava kadar kutsal olan hürriyetimiz tehlikede. Şanımız, şerefimiz olan bayrak tehlikede... Şimdi tüm bunlar bize sesleniyor, bizden hizmet bekliyorlar. Bizi çağıran bu sese, bu imdat sesine koşmamak olur mu? Gidiyorum yavrularım, gelecekte sizlerin daha mutlu, daha hür yaşaması için savaşmaya gidiyorum... Bayrağımın gölgesinde şanla, şerefle ölmek için gidiyorum. CENGİZ - Yolunuz açık olsun öğretmenim. Gidiniz, savaşınız... Anılarınız gönlümüzden, hayaliniz gözlerimizden hiçbir zaman gitmeyecek... Nereye gitti diye sizi soranlara, oraya gitti diyerek bayrağın dalgalandığı yeri göstereceğiz. Niçin? diyenlere gölgesinde şanla, şerefle ölmek için diye cevap vereceğiz. Sırası gelince biz de sizinle ölmek için yanınıza koşacağız. - Sağ olun yavrularım, bakıyorum emeklerim çiçek açıp, umutlarım meyve vermiş... Şimdi daha büyük bir güvenle gideceğim. Sizlerde bu inanç, bu yürek olduktan sonra bu millet şerefli yerini koruyacak ve zafer her zaman bizim olacaktır. (Kapı vurulur) Buyurun. BEKÇİ RAMAZAN - (Girer, selâm verir) Öğretmen bey, cephe kumandanı köyümüze geldiler. Cepheye gönüllü yazıyorlar... İzin verirseniz işlerine burada devam edecekler... 312 ÖĞRETMEN - Buyursunlar Ramazan Ağa, ben de zaten son yapıyordum. (Bekçi çıkar) Haydi yavrularım, mutlu günlerde tekrar buluşmak üzere evlerinize dönün... Vatan ve milletimiz için bol edin... Allahaısmarladık... dersimi gelecek hepiniz bol dua ÖĞRENCİLER - (Hep birden) Yolunuz açık olsun... Yaşasın vatan, yaşasın Türk milleti... (Öğrenciler çıkarken perde kapanır). İKİNCİ PERDE ikinci Tablo SAHNE: Okulda öğretmen odası (Kumandan ortada olmak üzere, Teğmen Kemal Bey, Öğretmen ve Muhtar bir masa etrafında oturmuşlar gönüllüleri kaydetmektedirler...) KUMANDAN - İşler umudumun da üstünde oldu. Evvelce umudum vardı, şimdi inancım büsbütün arttı... Bu millet hiçbir zaman yok edilemez... ÖĞRETMEN - Şüphesiz Kumandan Bey, biraz önce gelseydiniz de görseydiniz öğrencilerimi... O minicik yavrular neler söyledi, neler konuştular. Konuşurken hepsinin gözlerinde intikam kıvılcımları yanıp tutuşuyordu. BEKÇİ RAMAZAN - (İçeri girer, kapıyı aralayıp dışarı seslenir?) Şöyle kapının yanında durun... Sıra olun, teker teker girin içeri... (Kumandana) Gönüllüler geldi kumandanım... (Sonra Muhtar'ın kulağına eğilerek bir şeyler söyler. Muhtar eliyle olmaz der gibi işaret eder) KUMANDAN mi var? - (Muhtarın işaretini görmüştür) Ne o muhtar? Bir şey MUHTAR - (Sıkılarak) Bir şey yok Kumandan Bey, bizim köyün çobanı Salih gelmiş... Ben de gönüllü yazılayım diyormuş... KUMANDAN - İyi ya... Gelsin yazılsın... MUHTAR - İyi ama Kumandan Bey, cepheden döneli daha altı ay olmadı. Üstelik bir kolunu, bir bacağını da cephede bırakıp döndü. Fakat savaş sözü edildi mi yerinde duramaz... KUMANDAN - Çok merak ettim... Çağırın da bir görelim. BEKÇİ RAMAZAN - Baş üstüne Kumandanım. (Kapıyı açar, Çoban Salih'i içeri alır) 313 ÇOBAN SALİH - (Koltuk değneği ile dimdik içeri girer. Kumandanın önünde tek kolu ile askerce bir selâm verir) Kumandanım, tek koluma, tek bacağıma bakıp da beni daha savaşamaz sanıyorlar. Hâlbuki ben savaşmak istiyorum. Siz şerefli bir askersiniz, birçok savaşlar gördünüz. Beni de yazın... Bir kolum, bir bacağım var... Canım var vatana verecek... KUMANDAN - Çoban Salih, var ol, çok yaşa... Sen vatana borcunu fazlasıyla ödemişsin... Sana savaşamazsın diyenlere inanma... Sende bu inanç, bu yürek olduktan sonra daha nice yıllar savaşırsın... Ancak ne var ki daha sırada görev almak isteyen binlerce insan var... Bırak biraz da onlar savaşsın... Onlar da vatana olan borçlarını ödesinler... ÇOBAN SALİH - Kumandan Bey, ne olur yalvarırım size, beni de yazın... Beni de alın... Ben çarpışıp savaşmak, tek kolumun, tek bacağımın ve milletimin öcünü düşmandan almak istiyorum... Daha doğrusu ay yıldızlı bayrağımın gölgesinde askerce ölmek istiyorum... KUMANDAN - (Ayağa kalkarak Çoban Salih'i gözlerinden öper) Var ol Çoban Salih, yiğit asker... Tasalanma isteğini yerine getireceğim..." (Oradakilere) Vatan uğrunda ölmek isteyen kahramanlara kimse engel olmamıştır. Biz de olamayız... Tek kolu, tek bacağı olmasa bile Türk askeri her zaman askerdir... Yazın Kemâl Bey... (Çoban Salih'e) Bu vatan senin gibi, cesur, mert erlerimiz sayesinde kurtulup, yükselecek... Sen ki varını çekinmeden vatan için, millet için veriyorsun... Bu millet yok edilemez inan... Bizi millet yapan işte bu varını verebilmektir... Seni yürekten kutlarım cesur asker... Künyesini alın Kemal Bey... KEMAL - (Çoban Salih'e) Künyenizi verin... ÇOBAN SALİH - (Sevinç içindedir.) Sağ olun paşalarım, Tanrı sizden razı olsun. Künyem, Hüseyin oğlu Salih, doğum 1295... (Tek kolu ile selâm verip çıkar) KEZBAN - (Elinde tüfekle kapıdan girer) Kumandan Beyi görmek istiyorum... KUMANDAN - Buyurun kızım, Kumandan benim... KEZBAN - Ben de gönüllü yazılmak istiyorum. KUMANDAN - (Muhtar'a) Kim bu hanım kız? MUHTAR - Kızım Kezban... 314 KUMANDAN - (Kezban'a) Kızım biz şimdi erkek gönüllüleri yazıyoruz. KEZBAN - Teğmen Bey'in okuduğu emri dinledim... Emirde kadın erkek diye bir ayrım yoktu. Sadece eli silâh tutan diyordu. (Elindeki silâhı kaldırır) İşte benim de elim silâh tutuyor. KUMANDAN - Sizi nasıl kutlayacağımı bilemiyorum hanım kızım... Bana Türk milletinde kadın erkek ayrımı olamayacağını en güzel şekilde hatırlattınız... Doğru, emirde de kadın erkek diye bir konu geçmiyor... Mademki istiyorsunuz isteğinizi memnuniyetle yerine getiriyorum kızım... Kemal Bey'e künyenizi yazdırın... KEMAL BEY - Künyenizi söyler misiniz? KEZBAN - Hasan kızı Kezban 1320 doğumluyum. MUHTAR - (Ayağa kalkarak Kezban'ın yanına gelir) Yaşa kızım... Gösterdiğin yurtseverlik gözlerimi yaşarttı... Ne kadar mutluyum bilemezsin... Yıllarca bir erkek evladım yok diye üzülür, konu komşuya imrenirdim. Benim de at oynatacak, silâh kuşanacak bir oğlum olsun isterdim. Şimdi seni böyle silâhınla, bir er gibi kükrek vaziyette karşımda görünce sanki yeniden doğdum... Demek ki ister kız olsun, ister erkek evladın hayırlısı her şeyden üstünmüş... Beni mutlu ettin kızım. Sağ ol... KEZBAN - Bir askerin kızı da oğlu da asker olur baba... Hele biz Türk milletinin tüm çocukları asker doğar, asker büyür ve asker ölürüz... MUHTAR - Bahtın açık olsun kızım... (Kezban Kumandan'ın, babasının ellerini öper ve çıkar) BEKÇİ RAMAZAN - (Kapıyı aralayıp dışarısını tetkik ettikten sonra kumandana) Kumandanım kapıda daha yüzlerce kişi var. Akşam ezanı da nerdeyse yaklaştı. İzin verir, emrederseniz söyleyeyim de namazdan sonra gelsinler. KUMANDAN - (Saatine bakar) Evet vakit gelmiş... Sen bekleyenlere söyle namazdan sonra gelsinler...(Ramazan çıkar. Bu sırada ezan okunmaya başlar. Hepsi susup ezam dinlerler) KUMANDAN - Haydi arkadaşlar biz de kalkalım... Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Tanrım vatan imdadına koşan yiğitlerin bahtını açık etsin... Bugün Ankara ufuklarından bir güneş doğuyor... Doğan bu güneşin ışıkları kısa zamanda bütün yurdu aydınlatacak, karanlıklardan kurtaracaktır. Bugün yurdun kurtuluşu 315 için nasıl ki el ele veriyorsak, yarın da yurt kalkınması için böyle el ele vereceğiz. Zafere inandığım kadar, mutlu, aydınlık günlerin geleceğine de inanıyorum. Bu millet omuz omuza savaşmasını bildiği kadar, el ele verip çalışmasını da bilmektedir. Hepiniz sağ olun, var olun... HEP BİRDEN -Yaşasın Türk Milleti... ÜÇÜNCÜ PERDE Birinci Tablo SAHNE: (Bir hastanenin Başhekim odası. Başhekim masasında birtakım evrakı tetkik etmektedir.) DOKTOR NAZAN - (Masanın yanında bulunan zile basar, Hemşire Nazan içeri girer.) - Buyurun Doktor Bey... DOKTOR - Başhemşireyi bana gönderir misiniz? NAZAN - Baş üstüne efendim... (Çıkar) BAŞHEMŞİRE - (Girer) Beni çağırmışsınız Doktor Bey.. Bir emriniz mi var... DOKTOR - Evet kızım... Şu 6 durumunu soracaktım... numarada yatan yaralının BAŞHEMŞİRE - Yaralarını tekrar pansuman yaptık. Yalnız üç gecedir uyuyamıyordu. Uyku için enjeksiyon yapma diye buyurmuştunuz, yapmadım. Bugün biraz sakinleşir gibi oldu, ara sıra dalıp dalıp gidiyor. DOKTOR - O halde fazla korkulacak bir şey yok demektir. Bir parça kan kaybetmiş hepsi o kadar. Fakat gene de dikkatli olmak gerekir... Kalp takviyesi yapıyorsunuz değil mi? BAŞHEMŞİRE - Yapıyorum efendim... DOKTOR - Başka gelen yaralılar oldu mu? BAŞHEMŞİRE - Oldu efendim. Üçüncü koğuşa aldık. Doktor Behçet beyle iki hemşire şimdi onlarla uğraşıyorlar. DOKTOR 316 - Şimdilik gidebilirsiniz. Önemli bir olay olursa bana haber verirsiniz. BAŞHEMŞİRE - Emredersiniz efendim. Önemli bir şey olursa hemen sizi haberdar ederim. (Çıkar, bir süre sonra kapı yeniden vurulur.) DOKTOR NAZAN - Giriniz... - Bir genç kız gelmiş, sizi görmek istiyor. DOKTOR - Kim olduğunu söylemedi mi? NAZAN - Söylemedi. Sadece cepheden geldiğini, cephe kumandanından size verilmek üzere bir evrak getirdiğini söylüyor. DOKTOR - O halde hemen alın buraya... (Nazan çıkar biraz sonra yanında Kezban olduğu halde girer.) Beni görmek istemişsiniz kızım? KEZBAN - Evet efendim (Elindeki zarfı uzatır.) Bunu size cephe kumandanı gönderdi... DOKTOR - (Zarfı açıp okuduktan sonra) Sizi yürekten kutlarım kızım. Her Türk kızı sizin gibi olmalı... KEZBAN - Bu bir vatan görevidir Doktor Bey, her Türk kızı da en az benim kadar bu görevin kutsallığına inanmıştır. DOKTOR - Teşekkür ederim kızım. Siz sadece yurtseverlikle de kalmıyor, üzerinize aldığınız görevi herkesin yapabileceğini de söylemek suretiyle büyük bir alçak gönüllülük örneği veriyorsunuz. Sizi yeniden kutlarım. KEZBAN - Ben sadece gerçeği söyledim efendim. DOKTOR - Peki kızım... Şimdi size burada yapacağınız işleri özetleyelim. Biliyorsunuz ki, girmiş bulunduğumuz ölüm kalım Ovasında buraya her gün yüzlerce yaralı geliyor. Bunlar titiz bir bakım ister. Hepsi sadece bakıma değil sevgiye de susamış insanlardır bunların. Yıllar, aylar önce terk ettikleri aile yuvalarındaki şefkate muhtaçtırlar... Bu bakımdan göreviniz oldukça ağır ve incedir. Çok geceler uykusuz kalacak, dinlenmek olanağı bulamayacaksınız. Bütün bunları kısaca demek istersek sizden istediğimiz: Sevgi, sabır ve feragattir. Üst tarafını arkadaşlarınız size gösterirler. KEZBAN - Her konuda bana güvenebilirsiniz doktor bey... DOKTOR - Tekrar teşekkür ederim kızım... (Nazan'a dönerek) Nazan! Şimdi hanım kızımızı alın, kendisine hastabakıcı aracı ile gömleği verin. Başhemşireye de söyleyin hanım kızımız bundan böyle onun emrinde çalışacak. Gereken şeyleri öğretsin. Şimdi gidebilirsiniz... 317 (Nazan ve hemşire çıkarlar. Biraz sonra telefonun zili çalar.) DOKTOR - Alo! Siz misiniz Behçet Bey? Ne dediniz 6 numaradaki yaralı komaya mı girdi? Peki... Siz başından ayrılmayın ben hemen geliyorum. (Çıkar. Sahne bir süre boş kalır. Doktor tekrar geldiği zaman yüzü üzüntülüdür. Bir iki adım dolaştıktan sonra) İşte bir kahraman daha gitti. Bütün gidenler gibi onun da son sözleri vatan ve bayrak oldu. Evet... Vatan ve bayrak... Bu iki sözcük yüzyıllar boyunca yaşayacak, her kahraman bir sır tevdi eder gibi bu sözcükleri gelecek kuşaklara aktaracaktır... Evet... Vatan ve bayrak... (Perde kapanır) ÜÇÜNCÜ PERDE İkinci Tablo SAHNE: Bir hastanenin koğuşu. (Yan yana dizili yataklarda yaralılar yatmaktadır. Hemşire Nazan yaralıların derecelerini alıp tabelalarına işlemektedir. Bu sırada Başhemşire ile Kezban girerler.) BAŞHEMŞİRE - Bu sabah gelen yaralıların durumları nasıl Nazan? NAZAN - Hepsi de ağır yaralı. Yalnız bir tanesinin durumu daha ağır... Zaten daha önceden tek kolu ve bacağı yokmuş, kalan kolunu da bu sabah cephede kaybetmiş. Durumu çok ciddi. KEZBAN varmış? - Ne dediniz, ne dediniz?.. Tek kolu, tek bacağı mı BAŞHEMŞİRE - (Çıkışır) Kezban kızım! Bu ne heyecan? Hastanede olduğunu unuttun sanırsam... KEZBAN - Affedersiniz hemşire hanım... Bizim köyümüzde de tek bacağı, tek kolu olmayan bir gazi vardı da, onu hatırladım. BAŞHEMŞİRE - Peki nerede bu gazi şimdi... Köyde değil mi? KEZBAN - Hayır, köyde değil. Gönüllü yazılıp cepheye gitmişti. BAŞHEMŞİRE - (Nazan'a) Nazan, yaralının künyesini almış mıydınız? NAZAN 318 - Alınmış hemşire hanım... Tabelada yazılı (Okur) Hüseyin oğlu Salih, Kozviran köyü... KEZBAN Salih. - (Heyecanla) Evet, evet... İşte o... Bizim köylü Çoban BAŞHEMŞİRE - (Kezban'ın kolundan yapışır) Sakin ol kızım... Çoban Salih'e acımak değil onunla iftihar etmek gerekli. Hem yalnız sen değil, hepimiz iftihar etmeliyiz onunla... Bu yurt ancak Çoban Salih gibi kahramanlar sayesinde kurtulacak unutma... Şimdi senin yapacağın iş ona acımaktan ziyade hizmet etmek, son demlerinde acılarını dindirmektir. İşte nöbeti sana bırakıyoruz. Bugün yaralıları sen bekleyeceksin. Önemli bir şey olursa bana haber vermeyi unutma. Haydi hoşça kal... KEZBAN - (Yaralıların arasında dolaşarak künyelerini okur.) Hüseyin oğlu Sadık, Ödemiş... Mıstık oğlu Ramazan... Kozviran köyü. (Elini kalbine bastırarak geri çekilir) Aman Allah’ım! Bizim Ramazan... Köy bekçisi... (Gözlerini ovuşturur) Hayal mi görüyorum... Hayır, hayal değil gerçek... İkisi de buradalar, ölümle pençeleşiyorlar... YARALI SADIK KEZBAN - (Şaşırmış halde o yana bakar, sonra bir bardak su alarak yaralıya koşar) İşte su... İç kardeşim... Ama fazla değil. bir iki yudum al. YARALI SADIK KEZBAN - (Suyu içer) Oh! Çok sağ ol... Neredeyim ben... - Üzülecek bir şeyiniz yok kardeşim. Hastanede, güven altındasınız. YARALI SADIK KEZBAN - Su... su... su... Birazcık su... Yanıyorum... - Ne? Hastanede miyim? - Evet... Fakat dedim ya üzülmeye değmez... Hafif bir yaranız var hepsi o kadar... Birkaç güne dek iyileşip kalkarsınız... (Yaralı tekrar dalar) Gene kendinden geçti... Fazla kan kaybetmiş olacak... YARALI SADIK - (Baygın yattığı yerde sayıklamaya başlar) Ahmet, Ahmet! Mermi ver... Çabuk ol... Görmüyor musun düşman hücuma geçti... Alın... Alın... Korkaklar!.. Nasıl da kaçıyorlar... KEZBAN - (Tekrar yaralının başına koşar, nabzını tutar) Sayıklıyor, ateşi yükselmiş... YARALI SADIK - Ana, anacığım... Ne o, ağlıyor musun ana? O güzel gözlerinden akan yaşlar ne? Sil gözlerinin yaşını, ağlama ana... Bak, göreceksin düşmanın hepsini denize dökeceğiz. Evet, denize... (Yüzünde mutlu bir 319 gülümseme belirmiştir) Demek ekinler yeşerdi, öyle mi ana... Desene harmana az kaldı... Ondan sonra da düğün... Sözündesin değil mi? 40 köyü çağıracaksın düğüne... Davullar çalacak güm güm... Demek ekinler yeşerdi öyle mi? (Kezban sessiz sessiz ağlar, yanaklarından yaşların süzüldüğü görülür) Şimdi ne güzel olmuştur köyümüz... Ak koyunlar, ak kuzular meleşerek ak tepeden iniyorlar gene... Hacer kız allı basmasıyla süzülüp gelir süt sağmağa... Ha öyle mi ana... Fakat neden gözlerin öylesine dolu dolu. Yanaklarından süzülüp akan ne? Ağlıyor musun ana?.. KEZBAN - (Yaralının üzerine eğilerek, hıçkırıklarla dolu bir sesle) Konuşma... Kendini yorma kardeşim... Ne olur sus artık... (Başını yukarı kaldırır) Ulu Tanrım... Ne büyük acı, ne hazin tablo... Cephede bir kurşunla yaralanmak şu anda duymakta olduğum acının yanında hiç kalır... Dayanamayacağım, ne olur bana güç ver Tanrım... YARALI SADIK - Mustafa Kemâl geliyor... (Aniden yattığı yerden doğrulur) İşte orada, bakışları nasıl da ateş saçıyor... Kükremiş bir aslan sanki. İşte askerlerimiz, işte ordularımız, kahramanlar, kah...ra...man...lar... (Sesi yavaşlayıp sönerken başı yana düşer ve tam bu anda Çoban Salih'in sesi duyulur. Kezban ne yapacağını şaşırmış bir halde o yana koşar) ÇOBAN SALİH - Kolum... Kolumu nereye götürüyorsunuz... Bırakın kolumu... Ben onu vatana adadım. KEZBAN - Ağam... Ağam... Salih Ağam... Ne olursun konuşma, yaralısın... ÇOBAN SALİH - Kolumu verin diyorum size... Verin kolumu... Beni öldürmek mi istiyorsunuz? KEZBAN - (Bardağı doldurarak Çoban Salih'in dudaklarına yanaştırır) İç ağam iç... Bir yudum su iç... Belki kendine gelirsin. ÇOBAN SALİH - Sen kimsin, ben neredeyim? KEZBAN - (Ağlamamak için kendisini zor tutar) Ben... Ben Kezban... Sizin köylü Kezban... Muhtarın kızı... ÇOBAN SALİH - Ne Kezban mı? Kezban ha! Hasan Ağamın kızı Kezban öyle mi? KEZBAN - (Hıçkırarak) Evet benim... Ben... İşte yanındayım... ÇOBAN SALİH - Kezban bacı... Köye dönersen... Benden selâm götür... Taşını, toprağını öp köyümün... De ki Kezban, 320 Çoban Salih adağını yerine getirdi. Tek kolu kalmıştı onu da verdi… Rahat, görevini yapmış olmanın huzuru içinde öldü de... Olmaz mı? KEZBAN - Üzme kendini. Derim, hepsini bir bir söylerim ağam. (Bu sefer de Ramazan'ın yüksek sesle söylendiği görülür... Çoban Salih Kezban'dan teminat aldıktan sonra huzur içinde ruhunu teslim etmiştir... Kezban art arda gelen acıların etkisi altında şaşkın, hıçkırıklar içinde Ramazan'a koşar) RAMAZAN - Alçaklar! Nasıl da kaçıyorlar... Evvelce aklınız nerdeydi.. Bu toprakların size er geç mezar olacağını akıl edemediniz mi? Şimdi de kaçıyorsunuz ha? Bayrağım ne güzel dalgalanıyor... Dalgalan bayrağım kana kana dalgalan.. Sana dikilen kem gözleri oyar çıkarırım. Hücum arkadaşlar! Hücum!. (Doğrulmak ister fakat acı ile tekrar yatağa yıkılır) KEZBAN - Kıpırdayıp kendini üzme ağam yaralısın... RAMAZAN kimsin? - (Gözlerini aralayarak) Sesin yabancı gelmiyor. Sen KEZBAN - Tanıyamadın mı? Ben Kezban... Sizin köylü, Muhtarın kızı Kezban... RAMAZAN - Ne? Bizim köylü Kezban mı? Oh Tanrım! Sana bin şükürler olsun... Seni görecek gözlerim var mıydı Kezban? (Sesi soluk halinde, titrek çıkmaktadır) Kezban bacı, hakkım helal et... Ben ölüyorum artık. Şayet köye dönersen bizim eve git... Anamın ellerinden öp benim yerime... Söyle o da hakkını helal etsin... Ona Ramazan dayım görevini yerine getirdi... Yurt için canını verip, şehit oldu, de... KEZBAN caksın... - O nasıl söz Ramazan dayı... Sen daha çok yaşaya- RAMAZAN - Hayır bacı... Bu yara beni ondurmaz artık... Biliyorum öleceğim... Yalnız senden bir ricam var... İç gömleğimin içinde bir bayrak var... Onu oradan çıkar... Son bir defa daha göreyim dünya gözüyle, ölürsem de onun gölgesinde öleyim... KEZBAN - (Hıçkırarak bayrağı çıkarıp açar) İşte bayrak ağam... RAMAZAN - (Elleri titreyerek bayrağı okşar, koklar öper) Canım bayrağım... Kanımın rengi, göklerimin süsü... Sen Çok, çok yaşa... (Başı yana düşer) 321 KEZBAN - Ramazan dayı! Ramazan dayı... Öldü... Öldüler... Ramazan dayı, Çoban Salih, Ödemişli Sadık şehit olmak istiyorlardı oldular işte.. (Doktor ve başhemşire girerler) BAŞHEKİM - Ne var, ne oluyor kızım?.. KEZBAN - Gitti, gitti... Ramazan dayı bayrağını okşaya okşaya gitti BAŞHEKİM - Bir şehidin ardından ağlamak doğru değil kızım... Şimdi onlar Tanrı katında da, millet katında da en büyük makama eriştiler. Tanrım makamlarını cennet etsin... Ağlama kızım... KEZBAN - İstesem de ağlamamak gelmiyor elimden... Hem ben Bekçi Ramazan'a, Çoban Salih'e değil, milletime ağlıyorum... Niçin diyorum bu vahşet.. İnsanlığın vahşetine ağlıyorum... Asırlarca dünyaya hükmetmiş olan bir devletin zayıflığına ağlıyorum... Yokluk içinde hayatını kaybeden kahramanların bahtına ağlıyorum... BAŞHEKİM - Hislerini anlıyorum kızım... Fakat şuna inan bir gün gelecek bu millet gene eski şerefli yerini alacak, dünya tarihinde yeni ufuklar açacaktır. Ankara'da Mustafa Kemal'in yakmış olduğu kurtuluş meşalesi gelecekte önümüzü aydınlatacak tek ışık olacaktır. Buna inan... (Bu sırada kapı çalınır) BAŞHEKİM - Giriniz... NAZAN - (Elinde bir telgraf olduğu halde heyecanla girer) Doktor bey cepheden bir telgraf geldi. Çok acele imiş... BAŞHEKİM - (Telgrafı acele açıp okur. Okudukça sevinci'nin arttığı görülür.) İşte Kezban... Beklediğimiz gün doğdu. Ordularımız zafere ulaşmış... Düşman denize dökülmüş... Müjde, hepimize müjdeler olsun... KEZBAN - Demek savaş bitti... DOKTOR - Bitti kızım... Çoban Salih, Bekçi Ramazan, Ödemişli Sadık ve daha adını bilmediğimiz nice kahramanlar sayesinde yurdumuz kurtuldu. Şuna inanın ki mutlu ve özgür yaşamak için ölümü göze alabilen bir ulus hiçbir zaman yeryüzünden silinemez, tutsak edilemez... Daima şan ve şerefle yaşar... (Nazan'a) Nazan kızım... Hastanenin büyük bayrağını getir kahraman şehitlerimizin aziz hatırası önünde saygı ile eğilelim... (Nazan bayrağı getirir. Hepsi bayrağın birer köşesinden tutarak açar ve şehitlerin üzerine yavaş yavaş indirirlerken perde kapanır.) 322 (20 Okul Piyesi Hadi BESLEYİCİ) GÜZEL SÖZLER Bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür. Yeni Türkiye'nin öz cevheri millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. Milletlerin istikbali gelecek nesillere bağlıdır. (M.K. ATATÜRK) Evlatlarını kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz. (Hz. Ali) 323 TRAFİK HAFTASI (Mayıs ayının ilk cumartesi ile başlayan hafta) AÇIKLAMA Günümüzün en büyük sorunlarından biri de ulaşımdır. Şehirlerimiz kalabalıklaşmış, taşıtların sayısı da artmıştır. Bu arada yeni yollar yapılmıştır. Yol üstündeki taşıtların ve yayaların hareketlerine trafik diyoruz. Taşıtları kullanan sürücülerin ve yayaların uyması gereken kurallara ise trafik kuralları denir. Trafik kuralları, insanların bir yerden başka bir yere güvenlik içinde gidebilmeleri için konulmuştur. Bu kurallara uyulmadığı zaman trafik kazaları meydana gelir. Birçok insan yaralanır, sakat kalır veya ölür. Bu arada taşıtlar ve eşyalar da hasara uğrar. Bu kazalarda yalnızca insanlarımız değil, yurdumuz da zarar görür. Onca emek ve para ziyan olur. Sakat kalan insanlar, topluma yük olurlar. Millî servete zarar veren kazaların iki önemli sebebi vardır: 1- Sürücülerin trafik kurallarına uymamaları, 2- Yayaların trafik kurallarına uymamaları. Hem kendimizin hem de yurdumuzun zarar görmesini istemiyorsak trafik kurallarına mutlaka uymalıyız. Bizler, yaya olarak önce trafik kurallarının neler olduğunu çok iyi öğrenmeliyiz. Yollarda, varsa kaldırımlardan yürümeliyiz. Kaldırım olmayan yerlerde, karşıdan gelen taşıtı görebilmek için yolun solundan yürürüz. Yoldan karşıya geçerken yaya geçitlerini, alt ve üst geçitleri kullanmalıyız. Trafik lâmbasının olduğu yerde ise, mutlaka yeşil ışığın yanması beklenir. Taşıtların hareket hâlinde olduğu yollarda oyun oynamak, bu taşıtlara asılmak, taşıtların önünden veya arkasından geçmek çok tehlikelidir. Taşıtlar durmadan binmek ve inmek de yanlış bir harekettir. Bisiklet kullanan arkadaşlarımız trafik kurallarına dikkat etmeli, mümkünse boş yollarda bisiklete binmelidir. Yaya olsun, bisikletli olsun bütün arkadaşlarımız trafik işaretlerine dikkat etmelidir. Çünkü “kaza geliyorum” demez. Mayıs ayının ilk cumartesi günü başlayan hafta trafik haftasıdır. Bu hafta boyunca sürücüler ve yayalara trafikle ilgili bilgiler verilir. Trafik kuralları hatırlatılır. Okullarda ise, öğrencilere bilmeleri gereken kurallar uygulamalı olarak gösterilir, öğretilir. 324 PİYES BACAKLARIMI VERİN ŞAHISLAR Sahneye geliş sırasıyla Komiser Şoför Altan Türkan Çocuklar I. Çocuk II. Çocuk Bekçi Manav Kadın Yakup Anne Hemşire Öğretmen Öğrenciler SAHNE: (Bir karakolda komiserin odası... Odada masa başında oturan komiser ifade almakta, kapı önünde bir bekçi ile şoför ve kolları ve başı sargı içinde dört kadar çocuk vardır.) KOMİSER - Anlatın bakalım şimdi, olay nasıl oldu? ŞOFÖR - Köşeyi dönünce yarın kilometre ilerde çocukların top oynadıklarını gördüm. Koma çalmaya başladım. KOMİSER - Peki, sen koma çalmaya başlayınca çocuklar ne yaptı? ŞOFÖR - Hiç aldırış etmediler... KOMİSER - (Çocuklara) Bakın etmediler diyor... ALTAN - (Başından yaralıdır) Oyuna dalmıştık. İşitemedik kornayı... KOMİSER - Ne oyunu oynuyordunuz? ALTAN - Top kapmaca oynuyorduk... KOMİSER - Nasıl bir oyun bu? ALTAN - İki gruba ayrılmıştık. Topu eline geçiren grup elindeki topu birbirine fırlatacak, öteki gruba kaptırmayacaktı... şoför korna çalmış, aldırış 325 KOMİSER - Hiç cadde üzerinde böyle oyun oynanır mı? ŞOFÖR - Ben birkaç kere aynı sokaktan geçmiştim. Gene aynı oyunu oynarlardı. Birkaç kez kızdım kendilerine... Kornaya aldırış etmiyor, ben yanlarına yaklaşıncaya dek oyunu bırakmıyor, ben durunca da kenara çekiliyorlardı... KOMİSER - Peki, bu sefer nasıl oldu? ŞOFÖR - Korna çala çala geliyordum. Gene aldırış etmediklerini görünce bunlara bir ders vermek istedim. KOMİSER - Nasıl ders? ŞOFÖR - Yani korkutmak istedim... KOMİSER - (Sert sert) Korkutmak istemiş... Böyle mi korkutulur insan? Neredeyse hepsini ezecekmişsin... ŞOFÖR - Hata benim değil... KOMİSER -Ya kimin? ŞOFÖR - Gene onların sayılır... KOMİSER - Nasıl? ŞOFÖR - O kadar korna çaldığım halde durmadılar. Gene oyunlarına devam ettiler... Son dakikada frene bastım fakat ne de olsa hemen arabayı durdurmama imkân kalmadı... KOMİSER - Süratli geliyormuşsun... Keşif raporunda öyle yazıyor... 40 kilometre hız ne demek... Şehir içinde 20 kilometreden hızlı gidilemeyeceğini bilmiyor musun? ŞOFÖR - Vallahi hızlı gelmiyordum Komiser Bey. KOMİSER - Ben gelen rapora bakarım... (Kolu sarılı olan ' Türkan’a) Sen söyle bakalım kızım! Olay nasıl oldu? TÜRKAN - Biz arkadaşlarla kapımızın önünde top oynuyorduk. Bu şoför amca da ara sıra bizim sokaktan geçerdi... Ama her zaman yavaş geçtiği için alışmıştık. Bu sefer hızlı geliyordu. Ben "Arkadaşlar şoför bu sefer kızmış, bizi ezecek kenara çekilelim" dedim. Yakup aldırış etmedi... Bizi çiğneyemez... Korkutmak istiyor, dedi. KOMİSER - Yakup kim? TÜRKAN - Hastaneye kaldırılan arkadaşımız... KOMİSER - Şu bacakları ezilen çocuk mu? TÜRKAN - Evet... 326 KOMİSER - Sonra... TÜRKAN - Araba koma çalarak yaklaşmıştı. Birden nasıl oldu bilmiyorum. Bir sarsıntı ile yere yuvarlandım. Doğrulduğum zaman kolumda gittikçe şiddetlenen bir sancı vardı... Üstelik kıpırdatamıyordum kolumu. KOMİSER - Araba mı çarptı sana? TÜRKAN - Hatırlamıyorum. KOMİSER - Peki, sonra ne gördün? TÜRKAN - Etrafa büyük bir kalabalık toplanmıştı. Arabanın altından bir şey çıkarmaya çalışıyorlardı... İkide bir "Yavaş çekin... Durun daha yavaş" diye sesler duydum... Sonra da başı kanlar içinde annesinin kolları arasına yığılan Altan'ı görünce birden fenalaşarak kendimi kaybetmişim. Hastanede gözlerimi açınca kolumun alçıya alınmış olduğunu gördüm... KOMİSER - (Altan'a) Sana da mı araba çarptı? ALTAN - Hayır... Yakup'un birden arabanın altında kaybolduğunu görünce korkumdan kendimi kaldırıma fırlatmak istedim. Fakat ayağım bir yere takıldı. Düştüm... Başımı kaldırıma çarpmış olacağım. KOMİSER - Yakup nasıl oldu da arabanın altında kaldı. ALTAN - Araba hızla geliyordu. Top bizim grubun elindeydi... Yakup havadaki topu yakalamak için koşuyordu. Araba hızla aramıza daldı. Sonra birden Yakup'un arabanın altında kaybolduğunu, "off! Anam!" diye bağırdığını işittim. Kendimi birden kaldırımın kenarında yatıyor buldum. Başımdan oluk gibi kan akıyordu... KOMİSER - (Öteki çocuklara) Ya sizler? ÇOCUKLAR - Koşarken düştük... KOMİSER - Neden Cadde üzerinde oyun oynuyorsunuz? I. ÇOCUK - Her zaman oynuyorduk. KOMİSER - İşte oynarsanız böyle olur sonu... II. ÇOCUK - Şoför arabayı hızlı sürüyordu... Sanki bizi ezmeye kararlı bir hali vardı... KOMİSER - Bu olayda siz de onun kadar suçlu sayılırsınız... Birkaç kere size ihtar etmiş... Neden dinlemediniz... I. ÇOCUK - Her zaman duruyordu... 327 KOMİSER - (Sertçe) Duruyordu ama bu sefer de durmadı işte... Sonra araba bu, bir bakarsın freni bozulmuş olur, aniden durmak istese de duramaz. ŞOFÖR - Vallahi komiser bey öyle oldu... Ben frenin tutacağını sanıyordum... Tutmamış... KOMİSER - Frene bahane bulma... Tutmuş... Fakat sen hızlı geldiğin için arka tekerlekler tam 4 metre sürüklenmiş yerde... Bu frenin sağlam olduğunu anlatıyor... (Bekçiye) Öteki tanıkları da içeri al bakalım... BEKÇİ - Baş üstüne beğim... (Bekçi çıkar) KOMİSER - (Çocuklara) Şimdi gördünüz mü dikkatsizliğinizin sonucunu... Hemen hepiniz yaralandınız. Arkadaşlarınızdan birisi hâlâ hastanede, Ne olacağı da belli değil. Belki de sakat kalacak... Trafik kuralları için yazılmış bu kadar kitaplar var. Her gün radyolar, gazeteler dikkatsizlik yüzünden meydana gelen olayları anlatıp duruyorlar. Siz hâlâ öğrenmediniz mi? Öğretmenleriniz size bu konuda hiçbir şey anlatmadılar mı? TÜRKAN - Hiç anlatmaz olurlar mı? KOMİSER - Peki neden öğretmenlerinizi dinlemiyorsunuz... Sizi hapse tıktırayım da görün gününüzü.... (Çocuklar ağlamaya başlarlar) BEKÇİ - (Girer, selâm verir) Geldiler beğim... (Bekçinin arkasından, biri manav olduğu kıyafetinden anlaşılan yaşlıca bir erkekle, bir ev kadını girer) KOMİSER - (Manav'a) Sen söyle bakalım, olayı nasıl gördün? MANAV - Vallahi efendim ben korna sesini duydum ama arabanın gelişine pek dikkat etmedim. Yalnız bir çığlık sesine dükkândan dışarı fırladım ki sokak savaş yerine dönmüş, kaldırımlar kana bulanmış... Bir de kamyon duruyor sokağın ortasında... Biraz daha bakınca kamyonun tekerlekleri altında bir şeyin çırpındığını gördüm... Koştum, baktım... Bu, sokakta oynayan çocuklardan biriydi... Komşuların yardımı ile çekip çıkardık. Bunlar da (çocukları gösterir) her biri bir yana serilmiş kimi başım, kimi kolum, kimisi de dizim diye ağlıyorlardı. KOMİSER - Sen dükkânın önünde miydin, yoksa içerde mi? MANAV - İçerde müşteriye patates tartıyordum. 328 KOMİSER - Kimdi müşterin? MANAV - Mahallemizdeki tahsildar Hasan Efendi'nin yedi yaşındaki kızı... Her zaman benden alışveriş ederler... KOMİSER - Çocuk da gördü mü olayı? MANAV - Benim gördüğüm kadarını... KOMİSER - Peki... (Kadına) Şimdi de siz gördüklerinizi anlatın bakalım... KADIN - Ben evimizin caddeye bakan penceresi önünde oturuyordum. Çocuklar caddenin ortasında her zamanki gibi top oynuyorlardı. Hatta birkaç kere kendilerine bu oyunu oynamamaları için çıkıştım. Çünkü birkaç sefer bizim evin camını kırmışlardı. Birden acı acı koma sesi işittim... Caddeden geçen arabalar eksik olmazdı ama hiç böyle acı acı korna çalan arabaya rastlamamıştım. Merak edip pencereyi açarak sokağa baktım. Süratle koma çala çala bir kamyon, oynayan çocukların üzerlerine doğru geliyordu. Daha ben "Çocuklar kenara çekilen" demeye varmadan olanlar oldu... KOMİSER - Sizin anlattığınıza göre şoför hızlı geliyordu... KADIN - Evet, efendim... KADIN - Şoför arabayı durduramadı birden... Hızla gelen araba çocukların içine daldı... Ben hemen o zaman aşağıya koştum... Bir de ne göreyim her taraf ağlayan, inleyen çocuklarla dolmuş... KOMİSER - Trafik Komisyonu'nca verilen raporda da öyle yazıyor esasen... (Bekçiye) Hastaneden gelen raporları da Şevket beyden al getir bana... BEKÇİ KOMİSER BEKÇİ KOMİSER - Emredersin Gumser begim. (Çıkar) - (Önündeki daktilo ile bir iki satır daha yazdıktan sonra) Gelin, şu ifadelerinizi imzalayın bakalım. (Hepsi komiserin masasına gider ve kendilerine gösterilen kâğıtları imzalarlar. Bekçi gelir) - Raporları getirdim gumserim... - Pekâlâ... (Kendisine uzatılan kâğıtları evvelce yazdığı kâğıtlara ekler) Şimdi bu kâğıtlarla birlikte çocuklarla şoförü doğruca savcılığa götüreceksin... Bizim işimiz bitti burada... (Tanıklara) Siz şimdilik işinize gidebilirsiniz... Çağırırlarsa orada da bildiklerinizi söylersiniz... (Çocuklara) Size de bunlar birer ders olsun... Bir daha sokakta, caddede oyun oynamayın... 329 Dikkatli olun... Sizin için oynayacak çocuk bahçeleri var... Oralarda oynayın... Değil insan bir caddede oynamak, karşıdan karşıya geçerken bile dikkatli olmalı... Yayalar için geçitler yapılmış, oradan geçmeli... Bunları hepinizin bilmesi gerekli... Okulda öğretmenleriniz öğretiyor size... Haydi, bakalım şimdi doğru savcılığa... Cezanızı çekin bakalım... Götür bunları... BEKÇİ - Gelin çocuklar... (Hep birlikte çıkarlarken perde kapanır) İKİNCİ PERDE SAHNE: (Bir hastane odası... Yakup yatakta yatmakta... Yanında bulunan bir sandalyede oturan annesi ağlamaktadır. Hemşire koluna iğne yapmakla uğraşmaktadır.) YAKUP - (Sayıklamakta) Hayır... Hayır... Verin bacaklarımı bana... Kesmeyin ne olur... ANNE - Yavrum... Evlâdım... Hâlâ bacaklarını sayıklıyor... YAKUP - Verin bacaklarımı... Yalvarırım size doktor amcalar! Kesmeyin bacaklarımı... Ben bacaksız ne yaparım... Okuluma nasıl giderim... ANNE - Söyle hemşire hanım ben bu acıya nasıl katlanacağım, nasıl? (Ağlar) HEMŞİRE - Başa gelen çekilir... Ne yapacaksınız... Elden bir şey gelmez ki... Bacakları kesilmeseydi kangrene çevirirdi... Onu büsbütün kaybederdiniz... Hiç olmazsa yaşıyor ya... ANNE - (Ağlamasına devam ederek) Kurtaramazlar mıydı bacaklarını? HEMŞİRE - İmkânı yok hanımefendi... Bacakları araba tarafından iyice ezilmişti... YAKUP - Türkân kaç!.. Kamyon geliyor!.. Anneciğim kamyon... HEMŞİRE - Şimdi ne kadar pişman kim bilir... Ama bir kere olmuş işte... Hep dikkatsizlik, umursamazlık yüzünden oluyor kazalar böyle... ANNE - Ah kardeş! Dinlemedi beni... Kaç kez, oynama caddede, araba falan gelir altında kalırsınız dedim... Beni 330 de dinlemedi... Şoförün gözleri yok mu, görmez mi insanı, derdi üstelik... HEMŞİRE - Şoför ne oldu acaba... ANNE - Bir yıl hapis cezası vermişler... Onun da hatası var ama gene suç bizim çocukların... Zavallı adam bir yıl yatacak şimdi. HEMŞİRE - Çocukları falan var mıymış? ANNE - Olmaz olur mu? Zavallı karısı ağlayarak bize geldi... Çocuklarımla ortada kalacağım... Kimim kimsem yoktur... Ne olur davacı olmayın diye yalvardı... Elden ne gelir... Biz davacı olmadık pek, ama kanun yakasını bırakmadı... Çok hızlı geliyormuş... HEMŞİRE - Öteki çocuklar iyileşti herhalde... ANNE - İyileştiler ama Türkan’ın kolu sakat kaldı... Kolunu eskisi gibi kolaylıkla kaldıramıyor... HEMŞİRE - Görüyor musun yaramazlığın sonucu nereye varıyor? İnsan kendisine verilen öğütleri dinlemeli... Anne, baba, Öğretmen insana kötü şeyler öğretmezler... Onların sözünü tutan felâketlerden uzak kalır... YAKUP - Bir daha caddede oynamam şoför amca... Ne olur yapma... Gelme üstüme... ANNE - Hep böyle doğrusu... HEMŞİRE - İğne yaptım... Birazdan kendisine gelir. Siz de yanında pek ağlamayın öyle... Üzülmeyin... Hem kendinizi alıştırmanız lâzım... ANNE Ne yapayım, çırpınmasına... HEMŞİRE - Alışmanız, dayanmanız gerek... Ben şimdi aşağı iniyorum... Bugün ziyaret günü... Koğuşlar dolaşacağım... Birazdan çocuk kendine gelecek... Artık bundan sonra pek acı da duymaz... Siz ona güzel şeyler anlatarak oyalayın... Yavaş yavaş hem kendinizi, hem de onu buna alıştırın... Şimdi hoşça kalın. (Çıkar) YAKUP - Anne!.. Anneciğim... ANNE - Buradayım oğlum... Ne var, bir şey mi istedin?.. YAKUP - (Gözlerini yavaşça açar) Burada mısın anneciğim... Ben de bırakıp gittin sanmıştım... sayıklayacak mı? Dayanamayacağım dayanamıyorum onun böyle 331 ANNE - Hiç seni bırakır gider miyim? YAKUP - Artık bacaklarımda ağrı kalmadı... Doktor amca bana yeniden bacak takacak, değil mi anneciğim? Eskisinden hiç farkı olmayacakmış... Hem neden olmasın, değil mi? Hani insandan insana kalp takıyorlar da... Bacak daha kolay olurmuş... Ne iyi değil mi? ANNE - (Üzüntüsünü belli etmemeğe çalışarak) Sen hiç merak etme... Doktor yapacak dediğini... Hem canım sana, hayatına bir şey olmadı ya... Canın sağ olsun... YAKUP - Eskisi gibi yürüyerek okula giderim... Ama bundan sonra hiç cadde ortasında oyun oynamayacağım. Yaya geçitlerinden geçeceğim hep... Trafik lâmbalarına dikkat edeceğim... Kaldırımlardan yürüyeceğim... Sağıma soluma iyice bakmadan karşıya geçmeyeceğim... ANNE - Çok iyi edersin... HEMŞİRE - (Bu sırada hemşire girer) Ziyaretçin var Yakup... Hem bir tane değil, birçok... ANNE - Ziyaretçi mi? HEMŞİRE - Evet... Öğretmeni ile arkadaşları gelmişler... YAKUP - Öğretmenim mi? Hani nerede? HEMŞİRE - Şimdi gelirler... Ben önden çıkıp haber vereyim dedim... (Kapı açılır) Ha... Bak işte geldiler... (Öğretmen, Türkan, Altan... Birkaç öğrenci girerler) ÖĞRETMEN - Geçmiş olsun Yakup... İyileştiğini duyunca sevindik... Seni görmeye geldik... YAKUP - Çok teşekkür özlemiştim... ederim öğretmenim... Sizi çok ÖĞRETMEN - Biz de seni çok özledik... (Anneye) Size de geçmiş olsun... ANNE -Sağ olun... YAKUP - (Türkan ve Altan'a) Sizi gördüğüme çok sevindim... İyileşmişsiniz... Ben de iyileşip kalkacağım... Doktor amcalar bana yeniden bacak takacaklar... Eskisinden daha sağlam olacak... Değil mi anne... ANNE - (Üzüntülü gözlerini kaçırmaya çalışarak) Evet yavrum... YAKUP - Duydunuz mu çocuklar... 332 ALTAN - Üzülme Yakup... Her şey iyi olacak... ÖĞRETMEN - Yalnız bundan sonra söz dinlememek yok... Bak nelere sebep oldu bu size... Üstelik şoför de şimdi hapiste yatıyor, sen böyle hastanedesin... YAKUP - Hele bir tutacağım... ayağa kalkayım... Hepinizin sözlerini ÖĞRETMEN - Üzülme, kalkarsın elbette... ÖĞRENCİLER - (Ellerinde tuttukları büyük bir kitap paketini Yakup'a uzatırlar) Bu kitapları sınıf arkadaşlarımız sana armağan gönderdi. Yakup, okuyup sıkılmayasın diye... Hepsi de gelmek istiyorlardı ama biliyorsun burası hastane, pek kalabalık gelmek doğru değil... Sana bütün arkadaşların selâmlarım getirdik... YAKUP - Çok teşekkür ederim... ÖĞRETMEN - (Öğrencilere) Bakın, Yakup arkadaşınızın, Altan'ın, Türkan’ın başına gelenleri gördünüz... Bundan sonra umarım ki trafik kurallarını iyi öğrenirsiniz. Şehirlerimizde araçlar günden güne artıyor... Yollar kalabalık... Her gün yüzlerce kaza oluyor. Araçlar devrilip harap oluyor... İnsanlar ölüyor, ya da sakat kalıyor... Trafik kazaları bulaşıcı hastalıklar kadar tehlikeli zamanımızda... Bulaşıcı hastalıkların hepsine ilâç bulundu, çare var... Fakat trafik kazalarının dikkatten başka ne ilâcı, ne de başka bir çaresi var... Onun için trafik kurallarını iyice öğrenip ona uymamız gerekli... Öyle değil mi Yakup... YAKUP - Evet... Öğretmenim... Ama doktor amcalar bana bacak takacaklar... ANNE - (Dayanamayarak hıçkırır) Yeter... Yeter oğlum... Çıkar şu bacak sözünü aklından... Durma üstünde ne olur? YAKUP - Ama anne!.. Neden ağlıyorsun böyle... Hani sen dememiş miydin takacaklar diye... ANNE - Belki takarlar... Fakat ne olur, sen durma pek üzerinde bunun... YAKUP - Belki mi dedin?.. Belki... (Hıçkırır) Demek ben topal kalacağım öyle mi? Yürüyemeyeceğim artık... Hayır... Hayır... Olmaz böyle şey... Verin... Verin bacaklarımı bana... Neden kestirdiniz öyleyse... 333 ÖĞRETMEN - Bak bizi de üzeceksin şimdi... Neden böyle yapıyorsun Yakup... YAKUP - Bacaklarımı, bacaklarımı... bacaklarımı istiyorum, verin bana HEMŞİRE - Yakup, hemen şimdi olmaz böyle şeyler... Aradan birkaç yıl geçmesi gerekli... Bacaklarındaki yara iyice kapanmalı... Annen onun için şimdilik bunları düşünme diyor sana... Alıştır bir süre için kendini buna... Ya kamyon alanda kalıp ölseydin daha mı iyiydi. . (Bu sırada bir zil çalar) ÖĞRETMEN - Herhalde ziyaret vaktinin dolduğunu bildiriyorlar... HEMŞİRE - Evet efendim... YAKUP - Öğretmenim, ne olur siz söyleyin doktora, bacaklarımı versin benim... ÖĞRETMEN - Bak, gene söz dinlemiyorsun... Sana sabırlı olman gerektiğini biraz önce söylemedik mi? Haydi hoşça kal şimdi... Gene geleceğiz seni görmeye, ama böyle ağlar, bağırırsan bir daha gelmeyiz yanına... Haydi, hoşça kal... Allahaısmarladık... ANNE - Güle güle... Teşekkür ederim... ÇOCUKLAR - Hoşça kal Yakup... (Onlar kapıya doğru çıkmak üzere yönelirken Yakup arkalarından acı acı bağırmaktadır) YAKUP - Anladım... Hiçbir zaman bacağım olmayacak bir daha... Yürüyemeyeceğim... Verin bacaklarımı benim... Verin... (Perde kapanır) 334 ŞİİRLER TRAFİK Okula gelir, giderken Sakın dalma, dikkatli ol. Karşıya geçeyim derken, Tıkanı verir birden yol. Önce sola, sonra sağa, Tekrar sola bak, öyle geç. Yolundan geç yayaların, Çevrene iyice bakın. Geçme duran araçların, Önünden, ardından sakın. Önce sola, sonra sağa, Tekrar sola bak, öyle geç. Işıklara çok dikkat et. Kırmızı yanınca geçme, Sarı yanınca hazır ol, Yeşil yanınca durma geç. Önce sola, sonra sağa, Tekrar sola bak, öyle geç. Erol YALÇIN TRAFİK Yolda dikkatli gider, Trafiğe uyarım. Şaşırdığım yerlerde, Polise yol sorarım. Kalabalık yollarda, Gidiş geliş zor olur. İşaretleri gören, Yolunu çabuk bulur. Kavşaklarda polisler. Durmadan düdük çalar. Renkli renkli lâmbalar, Geç diye ışık yakar. Geçmeden karşı yana, Bakarım sağa sola. Münasip zamanında, Geçerim kaldırıma. Mehmet GÜLSEREN 335 YOL TÜRKÜSÜ Arabalar vızır vızır, Uzun yollar aşıyorlar, Arabalar bizim için, Mutluluk taşıyorlar. Trafiğin kuralları, İyi bil ki çok önemli. Kuralları çiğneyenin, Canı yanmış, gözü nemli. Kural bilip buna uyan, Nice yollar aşar gider. Özellikle dikkat eden, Sağlık ile yaşar gider. Süleyman ATSIZ TAŞITLAR Uzağa gitmek için, Taşıtlara bineriz. Yorulmadan rahatça, Dolaşırız gezeriz. Tayyare çabuk gider, Vapur kayık denizde Taksi kamyon otobüs, Hem yokuşta hem düzde, Hem denizde karada, Hem de havalarda, En rahat yolculuğu, Yaparız taşıtlarda. Motosiklet, bisiklet, Arabalar, yük taşır. Bazen de develerin, At, katır ve eşeğin, Sırtında taşınırız; Çölde dağda vadide, Bunlarla dolaşırız. Mehmet GÜLSEREN 336 OYUN TRAFİK POLİSİ (Trafik polisi kılığında bir çocuk, işlek bir caddede görev yapmaktadır.) ÇOCUK — (Düdük öttürerek gelir.) Dürrrt.. DürrrtL Beyefendi, dikkat etsenize! Bakın kırmızı yanıyor. Siz geçmeye çalışıyorsunuz. Araba altında kalsanız ne olacak? Lütfen hanımefendi, bekleyin efendim. Taşıtlar geçsin. Tamam, yayalar için yeşil yandı. Şimdi geçebilirsiniz. Biraz hızlı! Geçişlerde sağdan yürüyünüz. Karşıdan gelenle çarpışmazsınız. Evet, işte böyle Teşekkür ederim. Kırmızı, kırmızı yandı kardeşim, neden geçmeye çalışıyorsun. Ceza mı yazayım yani? Acele işin mi var? Herkesin işi var. Bekle, yeşil yansın. Görmüyor musun kırmızı yanıyor! Acelesi varmış! Acele eden ecele gider. Sinir olmak işten değil yani. Dürrrt, dürrt! Minibüsçü, orada yolcu mu indirilir be kardeşim? Trafiği tıkıyorsun. Bak, arkandan korna çalıyorlar. Sağır mısın? Haydi, lütfen aksatma trafiği! (Seyircilere dönerek,) Görüyorsunuz değil mi çocuklar, ne zor şu trafik polisliği. Işıklı lamba var ama bu yetmiyor. Bazıları hiç dikkat etmiyor yeşile, kırmızıya. Bazılarının da acelesi olur her zaman. Bir dakika geç kalsalar kıyamet kopar sanki. Her trafik lambasının yanına bir de polis koyamayız ki her zaman. Ah, ah! İşimiz gerçekten zor çocuklar. Oysa hepimiz trafik kurallarına uysak, hiçbirimizin canı yanmayacak. Kazalar olmayacak. Aman, dikkatli olun. Yoldan karşıya geçerken her zaman bir trafik lambası ya da bir polis bulamazsınız. Ne yaparsınız peki? Evet, evet. Önce sola, sonra sağa bakarsınız. Bir daha sağa bakar, taşıt yoksa hızlı adımlarla karşıya geçersiniz. Aferin, çok güzel, Her zaman böyle yapın. Çünkü hayatınız hepimiz için çok değerli. Unutmayın, dikkatli olun, trafik kurallarına mutlaka uyun. Ne demiş atalarımız? "Kaza geliyorum demez". Hepinize kazasız, belasız günler dilerim. (Düdük öttürerek, eliyle geç işareti yaparak çıkar.) Aziz SİVASLIOĞLU 337 OKUMA TRAFİK Yurdumuzda her yıl meydana gelen trafik kazalarında binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmekte, on binlercesi de yaralanmakta veya sakat kalmaktadır. Trafik kazalarına kansan yayaların durumu incelendiğinde; kazalarda hayatını kaybeden her 100 yayadan 26'sının 6-14 yaş grubuna dahil çocuklarımız olduğu anlaşılmaktadır. İstatistikî bilgilerden alınan bu sonuçlar, trafik kazalarının ne kadar büyük bir tehlike ve her an kaza ile karşı karşıya olma ihtimalimizin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Trafik kurallarını öğrenmemiz, uymamız, uymayı alışkanlık haline getirmemiz ve uymayanları uyarmamız, trafik kazaları ile karşı karşıya gelme ihtimalimizi azaltacak en önemli garantimiz olacaktır. Bu sebeple, trafik kurallarını öğrenmemiz, öğrendiklerimizi mutlaka uygulamamız gerekir. Can güvenliğimizi trafik kurallarına uymakla sağlarız. Trafik kazası; karşılığını hayatımızla ödediğimiz en pahalı cezadır. Trafik Daire Başkanlığı bültenlerinden alınmıştır. GÜZEL SÖZLER Hayatımız en değerli hazinemizdir. Küçük bir dikkatsizlik, bazen büyük bir felâkete yol açabilir. Kuşların bile trafik düzeni vardır, çarpışmazlar. Canımıza, malımıza zarar gelmesini kurallarına mutlaka uymalıyız. Acele eden ecele gider. Kaza "geliyorum" demez. Bir anlık dikkatsizlik her şeyin sonu olabilir! 338 istemiyorsak trafik ANNELER GÜNÜ ( Mayıs ayının ikinci Pazar günü ) AÇIKLAMA Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü'dür. Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakârlığa katlanan annelerden birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi dilekler sunulur. Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi, içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis'le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis'e “İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.” dedi. Bu iki cümle, Jarvis'i çok etkiledi. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı, duru bir sevgi oluştu. Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına: — Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti “Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.” dedi. Arkadaşları Jarvis'in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır. Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı. 339 Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar, anılar, şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği'nin şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler, söylenen türküler, şarkılar, annelere armağan edilir. Filmler gösterilir. Sergiler düzenlenir. Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan ederek, bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz. KONUŞMA İLK İLETİŞİM Doğacak bebek doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür: — Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum. “Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.” — Allah’ım onların dilini bilmiyorum. anlaşacağım, nasıl iletişim kuracağım?” Onlarla nasıl “Senin için yarattığım melek, sana onların dilini öğretecektir.” — Allah’ım duyduğum kadarıyla dünyada çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum” “Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.” — Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim? “Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır” Derken melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan götürürlerken bebek tekrar sorar; — Allah’ım benim için yarattığın meleğin adı ne? “Adının önemi yok;” “Sen” “Ona:” “ANNE” “Diyeceksin” 340 OKUMA BEN ANNEYİM Seni sevinçlerin en büyüğü ile ellerime aldım. Hayata alışman, kendi kendine yaşayabilir bir insanoğlu haline gelebilmen için seni sütümle besledim. Geceler boyu başucunda bekledim, tenimin hararetiyle ısıttım, şefkatimle sardım. Sana ilk davranışı, ilk gülüşü, ilk bakışı, ilk heceyi ben öğrettim. Sana ilk şarkıyı ben söyledim. Seni karşılıksız, çıkarsız, tertemiz ilk ben sevdim. Sana hayatta lâzım olacak dersleri ilk ben verdim. Saçını taradım, seni yıkadım, içimin bütün hevesiyle, elimin bütün yeterliliğiyle diktiğim elbiseleri, sana bir sevinç gibi giydirdim. Senin yüzünden ilk acıları ben duydum. İlk ağlayışını göğsümde dindirdim. İlk endişelerini bana söyledin. İlk sırrını bana açtın. İlk dost beni edindin. Ben anneyim! Bana her zaman güvendin. Büyüyüp kocaman bir insan olduktan sonra da bana ihtiyacın oldu. Üzüntülerin benim de üzüntülerim oldu. Seni pencerede bekledim. Gelişinde kapılara koştum, seni her zaman aynı duygularla bağrıma bastım Seninle anneyim! övündüm, seninle taçlandım, şereflendim. Ben Beyne ilk nakşolacak sözler benim sözlerim, kalbe ilk yerleşecek duygular benim duygularımdır. Ben istersem, sevgi, kardeşlik, dostlukla büyütürüm! İstersem kinle, düşmanlıkla doldururum. Ben, anneyim! Ben sabır ve tahammülüm. Ben en yumuşak ve en sertim. Cesur olmayı nasıl ben öğrettimse, korkuyu da ben sana öğrettim. Seni ilk öpen ve ilk döven benim. Sevmek, şefkat, dostluk duygularının hepsi bende... Ben, anneyim! Bir acı duyarsan beni çağırırsın. Ben teselliyim. Ölsem bile gözüm arkadadır. Seni merak ederim. Sen benim eserimsin. Sen benim emeğimsin. Sen benim güzel günlerim, geçen ömrüm, bütün anılarımsın. Sen; ak saçlarım, buruşuk tenim, kaybolan güzelliğim, neşem, ümitlerimin karşılığı kazandığım varlıksın. Bunun için sakınırım seni. Ben, anneyim! 341 Ben saygı bekliyorum. Gönlünde yer etmeyi Unutulmaktan korkarım. Baş üstünde ve başköşede yerim. isterim. Ben, anneyim!/Ve son nefesimde/Her zaman "Sütüm ve hakkım helâl olsun, yavrum!" derim. Sadun TANJU (Anneler Günü, 1963) ŞİİRLER ANNEM Annelerin en güzeli, Sensin, benim güzel annem. Ilık esen bahar yeli, Sensin, benim güzel annem. Güneş yüzlü, altın kalpli, Ağır başlı, tatlı dilli, Meleklerin eşi sanki Sensin, benim güzel annem. Açan çiçek, çağlayan su, Gülümseyen engin duygu, Evimizin mutluluğu Sensin, benim güzel annem. H.Latif SARIYÜCE ANNECİĞİM Ne sevimli bir annesin! Ne tatlıdır senin sesin! Benim canım mısın nesin Sen olmazsan yapamam ben!.. Senden yakın kim var bana? Kalbim, canım bağlı sana!.. Üzüntüm yok ondan yana Seviyorsun beni de sen. Gülsem güler yüzün Ağlamamdan alır hüzün... Senin gecen ve gündüzün Işık alır sanki benden! Rakım ÇALAPALA 342 ANNE Annemi ben çok severim, Melek annem, güzel annem, Üzülmesin sakın derim Melek annem, güzel annem İyi doğru sözler onda, Şefkat dolu gözler onda, Sevgi, ışık var yolunda, Melek annem, güzel annem Anne yüzü ne asil yüz, Anne gözü ne derin göz, Anne özü, pırlanta öz, Melek annem, güzel annem Rıfat Necdet EVRİMER CANIM ANNEME Dünyaya senin ile geldim. Gözümü açtığımda anladığım tek şey sendin. Sıcaklığı sende tattım, Sevmeyi senden öğrendim; Anne Üzüntünü hiç belli etmezdin, gülmeye çalışırdın. Gözyaşını sakladığını hatırlıyorum. Gülüşün ne kadar hoş ise, Gözyaşın o kadar anlamlı Anne Hep gül anne, Hep gül. Gün seninle güzel Gece seninle anlamlı ve korkusuz Hatırlar mısın Anne, Bir şey olsa ilk sana koşardım Kanayan yaramı şefkatli ellerinle sarardın, Şefkatin ilaçtı bana anne. Gözyaşlarımı sildiğini hatırlıyorum, Anne aşkını; anlıyorum, Aşkı anlıyorum Anne. Yeniden çocuk olmak isterdim. Kanayan yaramı sarmanı, Gözyaşlarımı silmeni, Beni bağrına basmanı isterdim Anne. Ben seninle hep çocuk kalmak isterdim. Aziz EKİCİ 343 ANNEM Bağım olsa, bahçem olsa İpek kumaş bohçam olsa, Sabah olsa, akşam olsa Annem gitmese yanımdan Her zaman baksam yüzüne, Uyurum yatsam dizine. Rastlamadım kem sözüne Sesi çıkmaz kulağımdan. Bir sözünü iki etmem. Canımı verir incitmem Annemsiz cennete gitmem Onu severim canımdan İbrahim ŞİMŞEK ANNEME VE BÜTÜN ANNELERE Nasıl hatırlamam anacığım nasıl Kaç geceler bana ninni söylerdi Hasta olunca oydu başucumda bekleyen Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi. Nasıl hatırlamam anacığım nasıl Uzun kış geceleri masal masaldı Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı. Nasıl hatırlamam anacığım nasıl Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı Akşam biraz geciksem yollara düşerdi Sokağa çıkarken “Yavrucuğum üşütme” derdi. Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı? Nasıl hatırlamam anacığım nasıl Bilirim yine kalbinde yerim anacığım Selam sana Anneler Günü İstanbul’dan Yeni dönmüşçesine bir akşam okuldan Vefalı ellerinden öperim anacığım. Ümit Yaşar OĞUZCAN 344 ANNECİĞİM Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim! Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın yayılmış, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim!... (1926) Necip Fazıl KISAKÜREK ANNELER Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna: - Tenimde bir yara işler gibisin Titrerim rüzgârlar keder vermesin. Anneler beşikten der çocuğuna: - Acını görmesin gözüm âlemde Teselli demeksin bana son demde. Bütün ümitleri yel alır gider Tomurcuk açılır, sel alır gider Anneler büyütür, el alır gider. Ahmet Kutsi TECER ANNEMLE HASBİHAL Anne, zannetme ki günler geçti de, Değişti evvelki hissim gitgide... Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum Seneler geçse de ben yine buyum... Senden umuyorum teselli yine Bugün şefkatine muhabbetine, Zanneder misin ki yok ihtiyacım Belki eskisinden daha muhtacım... 345 Dünyanın tükenmez kederlerinden Kalbim kırılsa da böyle derinden, Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz Teselli bulurum sayende biraz, O derin sevgini hatırlarım da Her gece hıçkıran dudaklarımda, Hasretle anılan senin adın var... Beni aldatmadı, sevdi daima Gittikçe ruhumu saran bu humma Başka sevgilerden yadigâr anne Sevmeyen sevenden bahtiyar anne... Sorma ki başımdan çok şey geçti mi Ah, eğer anlatsam sergüzeştimi, Nasıl terk edildim, nasıl atıldım... Belki her zamandan fazla severken Bir lahza bahtiyar olayım derken, Bilmezsin kaç gece böyle ağladım Ask, o bir masalmış, yalanmış meğer Seven bir kalp için sığınacak yer, Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş, İnsanlar ne kadar merhametsizmiş... Orhan Seyfi ORHON ANAM Dokuz ay koynunda gezdirdi beni Ne cefalar çekti ne etti Anam Acı tatlı zahmetime katlandı Uçurdu yuvadan yürüttü Anam Anaların hakkı kolay ödenmez Analara ne yakışmaz ne denmez Kan uykudan gece kalkar gücenmez Emzirdi salladı uyuttu Anam Doğurdu beni Sivas ilinde Sivralan Köyünde tarla yolunda Azığı sırtında orak elinde Taşlı tarlalarda avuttu Anam 346 Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi Huysuzluk edersem kalkar döverdi Hemen kucaklayıp okşar severdi Çirkin huylarımı soyuttu Anam Çocuğuydum Anam bana ders verdi Okumamı çalışmamı on gördü Milletine bağlı ol da dur derdi Vatan sevgisini giyitti Anam Tükenmez borcum var Anama benim Onun varlığından oldu bedenim Kimi koylu kızı kimisi hanim Ta ezel tarihte kayıtlı Anam Veysel der kopar mı Analar bağı Analar doğurmuş ağayı beyi İşte budur sözlerimin gerçeği Okuttu öğretti büyüttü Anam Aşık Veysel'i Aşık Veysel GÜZEL SÖZLER Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır. Ana evin direğidir. Anaya borç tükenmez . En değerli armağan sevgidir. Annenize sevginizi veriniz. Ana gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz. Cennet anneleri ayakları altındadır. Kahraman Türk kadını!... Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın... (Atatürk) Hayatta okuduğum en büyük kitap annemdir. (Abraham Lincoln) Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır. En güzel yüz annemin yüzü, en güzel söz annemin sözü. Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar. Analık, kadının en büyük şerefidir. Uygarlık, kadının eseridir. (Atatürk) 347 Kuzguna yavrusu anka görünür. En vefakâr anne, Türk kadınıdır. Anne evin temelidir. Ana hakkı Tanrı hakkıdır. Medeniyet kadınla ölçülür. Ana, vatan kadar kutsaldır. Seven anne güzeldir. Anaya borç tükenmez. Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş. Bir evlât pir olsa da anaya muhtaç imiş. Ana şefkati değişmez. Anneler dünyanın en kutsal varlığıdır. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak, ana ile babanın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmaya bağlıdır. (Hz. Muhammed) Cennet, anaların ayakları altındadır. (Hz. Muhammed) Kadınlarımız, erkeklerimizden çok daha aydın olmaya mecburdurlar, eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa. (Atatürk) Ananın bastığı yavru incinmez. Anamın ekmeğine kuru, ayranına duru demem. Anne ve babalarımıza, yaşlandıkları zaman daima iyi ve güzel sözler söyleyiniz. Onları incitmeyiniz, onlara "Öf!" bile demeyiniz. (Kur'an-ı Kerim'den) Ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış. Hiçbir süs, bir kadını annelik sevgisi kadar güzelleştiremez. Çocuğun parmağı acısa, ananın yüreği yanar. (Rus Atasözü) Kadınlar zayıftır, ama analar güçlüdür. (V. Hugo) Ananı babanı sayarsan, oğlundan da saygı görürsün. (Çin Atasözü) 348 19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI AÇIKLAMA I. Dünya Savaşı yıllarında bütün cephelerde başarı kazanmamıza rağmen, müttefiklerimizin yenilmeleri üzerine biz de savaşı kaybettik. Yurdumuzun büyük bir bölümü İngiliz, Yunan, İtalyan, Fransız ve Rus orduları tarafında işgal edildi. Halkımız büyük acılar yaşamaya başladı. Gidiş iyi değildi. Bir şeyler yapılmazsa Türk milletini kötü bir son ESARET bekliyordu. Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışı, Türk milleti için güneşin doğuşundan farksız olmuştu. O'nun, daha Anadolu toprağına ayak basmadan önce gönlünde Türk milletini kurtarmak, yüceltmek heyecanı vardı. Türk milletini çevresinde toplamak, bin bir güçlük içinde kurulan ordu ile birçok cephede düşmanları dize getirmek, Cumhuriyeti kurmak, inkılâpları gerçekleştirmek elbette ki kolay olmadı. Ama Atatürk, bir düşünce adamıydı. Plânlı bir şekilde ve adım adım düşüncelerini gerçekleştirdi. Türk devletini çağdaş temeller üzerine oturtarak milletin geleceğini güvence altına aldı. Devleti, bütün kurum ve kuruluşlarıyla birlikte Türk gençlerine emanet etti. Çünkü Atatürk, geleceğin gençlerde olduğunu görmüş, onlara güvenmişti. 19 Mayıs, yalnızca Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı değil, aynı zamanda millî uyanış ve heyecanın başlangıcıdır. Bu heyecan olmasaydı hiç bir alanda başarılı olamazdık. Atatürk, Türk gençliğinden Cumhuriyetin korunmasını, sonsuza kadar yaşatılmasını istemiştir. Gençlerin bunu başarabilmeleri içinse, sportmen ve çalışkan olmaları gerektiğini vurgulamıştır. O'nun, "Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur", "Bedenen ve ruhen sağlıklı bir gençlik; bir milletin kuvvet kaynağı, can daman ve en önemli gücüdür" sözleri; dinamik, sportmen bir toplum özlemini dile getirir. 19 Mayıs 1919 günü başlayan Kurtuluş hareketinin yıldönümünü her yıl büyük bir coşku içinde kutluyoruz. Büyük kurtarıcı Atatürk'ü, saygı ve sevgiyle yürekten bir daha anıyoruz. 349 ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleri ile tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. GENÇLİĞİN ATATÜRK'E CEVABI Ey ölümsüz Ata! Birinci görevim, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini dünya durdukça korumak ve savunmaktır. Varlığımın ve geleceğimin tek temeli budur. Bu temel, benim en değerli hazinemdir. İleride, beni bu hazineden yoksun bırakmaya çalışacaklar, içeride ve dışarıda kötülüğümü isteyecekler olacaktır. Bir gün, bağımsızlığımı ve cumhuriyetimi savunmak zorunda kalırsam, göreve atılmak için, içinde bulunacağım durumun imkân ve şartlarını düşünmeyeceğim. Bu imkân ve şartlar hiç elverişli olmayan bir durumda karşıma çıkabilir. Bağımsızlığıma ve cumhuriyetime kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir yenilginin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi doğrudan doğruya düşman yönetimi altına girmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha elem verici ve daha kötü olmak üzere, ülke içindeki yöneticiler, gaflete düşmüş, doğru yoldan sapmış ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu yöneticiler kendi yararlarım, yurdu ele geçirmiş olan düşmanların 350 siyasî emelleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntılar içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. İşte, bütün bu hallerde bu şartlar altında bile görevim, Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki asil kanda mevcuttur. OKUMA MUSTAFA KEMAL ANADOLU'YA NE GÖTÜRÜYORDU? Mustafa Kemal 16 Mayıs günü ki Yunanlıların İzmir'e asker çıkardıkları gündür, Şişli'deki evinden otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldi ve hazırlandığı söylenen Bandırma vapuruna bindi. Hareketinden biraz önce arkadaşlarından biri: —İngilizlerin bindiğiniz gemiyi takip etmek, hatta batırmak ihtimalleri vardır, demişti. Mustafa Kemal — Burada esir gibi yaşamaktansa, Karadeniz'de batmayı tercih ederim, cevabını verdi. Sonra yanındakilere Dolmabahçe önünde demirli düşman gemilerini göstererek: — Bunlar işte böyle... Dayandıkları şey yalnız demir, çelik ve silâh kuvveti! Bildikleri yalnız şey madde... Bunlar hürriyet uğruna ölmeğe karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu'ya silâh ve cephane değil, ideal bir iman götürüyoruz, dedi. OKUMA 19 MAYIS Öğretmen: — Çocuklar, dedi, iki gün sonra 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'dır. Sizi o gün spor alanına götüreceğim. Orada ablalarınızın, ağabeylerinizin spor gösterilerini göreceksiniz. Tuncay, bayramı merak ediyordu. Ayağa kalktı: — Öğretmenim, dedi. 19 Mayıs, Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gündür. Neden bu güne Gençlik ve Spor Bayramı da deniliyor. Arka sıradan Yüksel söz aldı: — Atatürk, bu günü aynı zamanda Gençlik ve Spor Bayramı yaptı. 23 Nisan'ı nasıl Çocuk Bayramı yaptı, 19 Mayıs gününü de Gençlik ve Spor Bayramı yaptı, dedi. Öğretmen: 351 —Yüksel doğru söylüyor. Atatürk, Türk gençlerinin sağlam ve çevik vücutlu olmalarını çok isterdi. Bu yüzden Samsun'a ayak bastığı günü, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabul etti. Düşmanları denize döktükten, padişahlığı devirdikten sonra, Cumhuriyeti kuran Atatürk, onu Türk gençliğine emanet etti. Bu gençliğin çevik vücutlu, sağlam yapılı olmasını elbette isterdi, dedi. İ. Hakkı TALAS OKUMA KARARLI, İNANDIRICI ATATÜRK Mustafa Kemal, yapacağı işlere daha ilk günden karar vermiş, başaracağına dair inancı ve güveni bir an olsun zayıflamamıştı. Kurtuluş Savaşı'na başladığı yapacaksın? Ordu yok. Cevap kısa: sırada O'na sordular: Nasıl — Kurulur. — İyi ama bunun için para lazım... O da yok. — Bulunur. — Diyelim ki bulduk. Düşman hem kalabalık, hem de güçlü... — Yenilir. Bu kadar kesin konuşan bir insanın "Elbet bir bildiği vardır" der önce, biraz tereddüt de etseniz, peşinden gidersiniz. İşte O, zaferi bu inançla kazandı, devleti bu azimle kurdu. İnkılâpları bu güvenle gerçekleştirdi. Mustafa Kemal, Ankara'ya geldiği zaman, cebinde 1200 lirası kalmıştı. Bu küçük sermaye ile kurulan devleti beslemek, mütemadiyen para bulmaya uğraşmak, Büyük Önder'in halletmek zorunda kaldığı en çetin meselelerden biri olmuştur. Meclis, O'nun en büyük dayanağı idi. Önemli bir konu tartışılacağı zaman, çoğunluğun niyetini peşin peşin gözlerinden okurdu. Bir elverişsiz hav a sezince hemen harekete geçer, önce bu havayı hafifletir, sonra dağıtır nihayet başka yöne aktarırdı. Nisan 1920'de meclisin ilk açıldığı günlerde de Mustafa Kemal'in insanları etkileyici irade gücünü belirgin örneklerine rastlarız: İlk meclis milletvekili olarak seçilip gelenlerin, yokluklar, yaşama, güçlükleri karşısında toptan geri dönem kararı aldıklarını duyan Mustafa Kemal, heyecanla kürsüye çıkarak: 352 — İşittim ki, dedi, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben, kimseyi zorla Millî Meclis'e davet etmedim. Herkes kararında serbesttir. Bu karara başkaları da katılabilir. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan olarak, buradan hiçbir yere gitmeyeceğim. İsterseniz hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal, fişekleri göğsüne dizer, bir eline mavzerini, ötekine de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ'a çıkar. Orada son kurşunu da bitinceye kadar tek başına düşmanla dövüşür. Sonra da bayrağına sarılıp can verir. Ben buna ant içtim. Muvaffak İhsan GARAN "Milletlerin Sevgilisi Atatürk"ten ŞİİRLER ATATÜRK NEDEN BÜYÜK Bir gün sordum babama: Atatürk neden büyük? "Çocuğum" dedi babam, "O'nu seviyor her Türk." Çok kötü bir zamandı. Uçurumdaydı vatan. O büyük kahramandı, Yurdumuzu kurtaran. O'nu biz değil yalnız, Üstün tanır her millet. En büyük eseridir, Kurduğu Cumhuriyet, Kalbimiz sevgi dolu, Yol gösteren O, Türk'e, Yolumuz O'nun yolu Bağlıyız Atatürk'e. İ. Hakkı TALAS 353 19 MAYIS "Dağ başını duman alır" Gelince On Dokuz Mayıs. "Gümüş dere durmaz akar" Gelince On Dokuz Mayıs. Atam bir gün düşürmedi, Bu şarkıyı dilinden Kovdu, attı düşmanları Çok geçmeden Türk elinden Türk gencine bayram olan Büyük günü unutmayız. Yürürüz sert adımlarla Gelince On dokuz Mayıs İ. Hakkı SUNAT 19 MAYIS TÜRKÜSÜ On dokuz Mayıs En yüce bayram, Bize armağan, Bıraktı Atam. Sağız vatanca, Kafamız zinde. Tek bir kitleyiz, Ata izinde. Atayı sevmek, Kutsal ülkümüz O'na benzemek, Coşkun türkümüz. Ata her yerde Yol gösteriyor, Koşun güzele, Bilime diyor. Samsun'a O'nun, Çıktığı bugün, Vatanda düğün. Çocuğum övün!.. Halim YAĞCIOĞLU 354 ATATÜRK'ÜM Çok küçükken tanıdım Ata'm seni resminden Silinmedi hayalin, Daha sonra zihnimden Savaşmışsın düşmanla Dinlenmeden on bir yıl. Ulusun, yurdun için, Yorulmuşsun, ah nasıl? CUMHURİYET en büyük Eserindir biliriz. Devrimlerin önünde, Saygıyla eğiliriz. Görevimiz diyoruz, Esirim yüceltmek. Hiç sapmadan izinden Cesaretle yürümek!.. A. Kâmil YAZGAN MUSTAFA KEMAL'DEN MEKTUP Öldü sanmayın beni. Biliyorum, gelemem o yerlere bir daha Mustafa Kemal olarak 19 Mayıslar Bensiz geçecek hep... Fakat bilin ki Kalbinizdeyim, düşünceler boyunca Toprağı işleyen motorun sesindeyim. Gökleri yırtan kanat gürültüsündeyim. Beni öldü sanmayın Nerde hamleniz varsa Bıraktığım yerden öteler; Nerde üstünse başarınız Milletimin yüzünü güldüren; Bilin ki orda ben varım. Sizleri toprağımdan Sizler kadar duyarım. Oğuz Kazım ATOK 355 ATATÜRK 'ÜN SESİ Her yıl Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ün sesini duyar gibi olurum, Bir memleket yaratan sesini Okulda, fabrikada, tarlada, Kışlada, Mehmetçiğin dudağında, Çırpınan bayrakta O'nun sesi Bir bulut gibi dolaşır üstümüzde Gölgesi. Her yıl Cumhuriyet Bayramı'nda Vatanın hür göklerinde dalga dalga, Köy, köy, şehir şehir Ata'mın sesi yükselir. Ş. ENİS REGÜ ATATÜRK Yurdumuzu kurtaran, Hep kalbimizde olan Kimdir çocuklar? Hayatımıza renk katan, Dünyayı aydınlatan, Kimdir çocuklar? Evet bildiniz: ATATÜRK... Seni hiç unutmadık, Hiç unutmayacağız. Rahat uyu Atamız. Zeynep BÜYÜKTÎMUR 19 MAYIS 1919 Yurdu düşmanlar sardı, Güneşimiz karardı. Ninelerin gözleri Birer kanlı pınardı! Serin bahar meltemi Gibi beyaz bir gemi Samsun'a demir attı, Gözlerimiz ağardı. Bu gemide inanan, Yurda şan, ulusa şan; Büyük, eşsiz kahraman Mustafa Kemal vardı. Mehmet Necati ÖNGAY 356 MUSTAFA KEMAL'İ DÜŞÜNÜYORUM Mustafa Kemal'i düşünüyorum; Yeleleri alevden al bir ata binmiş, Aşıyor yüce dağları, engin denizleri. Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda, Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri. Mustafa Kemal'i düşünüyorum; Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında, Destanlar yaratıyor cihanın görmediği, Arkasından dağ dağ ordular geliyor, Her askeri Mustafa Kemal gibi Mustafa Kemal'i düşünüyorum; Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel, Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere. Al bir ata binmiş, yalın kılıç, Koşuyor zaferden zafere... Mustafa Kemal'i düşünüyorum; Ölmemiş, bir kasım sabahı, Yine bizimle beraber her yerde, Yaşıyor, dört köşesinde vatanın. Yaşıyor, damar damar yüreklerde. Mustafa Kemal'i düşünüyorum; Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda, Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum, Uykularıma giriyor her gece, Gözlerinden öpüyorum. Ümit Yaşar OĞUZCAN ATATÜRK ORATORYOSU Erkekler Korosu Edirne'den Ardahan'a kadar bir toprak uzanır. Boz kanatlı üveyikler üstünde uçar. Ardahan’dan Edirne’ye, Edirne’den Ardahan’a kadar... Kızlar Korosu Kop dağında, akar bir çeşme var, Serçe parmak kalınlığında suyu, Haram etmiş, gece gündüz uykuyu. Akar da akar 357 Koro Samsun'un evleri denize bakar, Sokakları yosun İçinde. Çapalar, takalar, mavnalar, Bilyeler gibi suyun yüzünde, Bir iner bir kalkar... İstanbul’dan bir yar sevdim Adamı günaha sokar Savaştepe Köprüsü'nden geçen trenler, Sel olur İzmir’e akar. İzmir’in denizi kız, kızı deniz, Sokakları hem kız, hem deniz kokar... Erkekler Korosu Güneyde mis kokulu bir ağaç Yuvarlak yaprakları ince, Yaz gelip de güneş vurunca, Dallarından bal akar... Koro Bu toprak bizim yurdumuzdur. Deli gönül yücesinden çıkar, Bir üveyik olur, uçar, gider. Ardahan’dan Edirne’ye, Edirne’den Ardahan’a kadar... Erkekler Korosu Bir gün kara bulutlar, göklerimizde konaklamıştır. Kız Öğrenci Yaylılar gelip geçiyordu güneyden, Örtük kara perdeler sallanıyordu. Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçen, Milletin yüreği kan ağlıyordu. Bir kız-Erkekler Korosu Askerler gelip geçiyordu güneyden, Yaralı, hasta, yorgun askerler... Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu, Sağ kalan yiğitler birer birer Kız öğrenci Analar haber soruyordu güneyden, Tarlalar kadar ırmaklar kadar durgun analar... Örtük kara perdeler sallanıyordu. Utanıyordu Anadolu'dan gelip geçenler. Erkek Öğrenci Sağ kalanlar anayurtta toplanıyordu. 358 İki Kız Gökyüzünde kara kara bulutlar, Başımıza nereden geldiniz? Bizler konuk severiz amma Düşmanları sevmeyiz. Bir erkek Gökyüzünde kara kara bulutlar, Harmanlar çürüdü yüzünüzden. Sizinle görülecek işimiz yok! Gidin üstümüzden, İki Kız Mavi değil artık denizlerimiz, Tarlalar sürülmez oldu. Sütü kesildi davarların, Öksüz kaldı bebelerimiz. Bir Kız Gökyüzünde kara kara bulutlar, Hayın mı hayın. Bir gün gelir hesabını sorarız, Buralarda durmayın! Bir Erkek Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi, Bu sefer millet, padişahlara sesleniyordu: Koro Biz yoksul bir milletiz, Gözlerimizde solgun ışıklar yanar. Nasılsa yenilmişiz bir kere Ama uzun sürmez o kadar. Bir Erkek Ne bulutlar gitti, Ne padişahlardan bir haber geldi. Kemal Paşa derler bir yiğit vardı. Bu seferde millet türkülerle Kemal Paşa'ya haber sardı. Koro Kemal Paşa, yenilmez yiğit şanlı komutan, Savaşa girer gibi yeliş bize, Yetiş bize çöllerde bile olsan. İnanç doldur, güç doldur içimize, 359 Bin kere yurdumuzu kurtaran, Bir görseydin ağlardın halimize. Bir Erkek Kuşun kanadında türküler, Kemal Paşa'nın gönlüne vardı, Cevabından ünce kendisi geldi Bir Kız Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı, Selam durdu kayığı, çaparı, takası Selam durdu tayfası. Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman, Duman değildi bu Memleketin uçup giden kaygılarıydı. Bir Erkek Samsun limanına bu gemiden atılan, Demir değil sarılan ana yurda Kemal Paşa'nın kollarıydı, Selam vererek Anadolu çocuklarına Çıkarken yüce komutan, Karadeniz'in halini görmeliydi, Bir Kız - Bir Erkek Kalktı ayağa ardı sıra dalgalar Kalktı takalar, izin verseydi Kemal Paşa, Ardında gürleyip giderdi. Erzurum'a kadar. Bir Erkek Bu ne inançtı ki Kemal Paşa, Atının teri kurumadan sürüp geldi, Yeni yeni savaşların peşinde Koro Bir selam gibi gitti Erzurum'a, Bir selam gibi geldi, Sivas'a Erzurum'dan, Dağlar açıldı yol vermeye, Temizlendi ikliminden karından, Analar, bacılar yola döküldü, Cephane taşıdı arkasından, Irmakların suyundan faydalandı. Ağaçlar daldasından. Yer gök inledi. Bir yol daha Kurtuluş Savaşı'ndan 360 Erkeklerin Korosu Biz biliriz bizim işlerimizi, İşimiz kimseden sorulmamıştır. Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle Başımız bir kere eğilmemiştir. Koro Kuzumuz var yaylalarda meleşir, Çeşmemiz var gece gündüz söyleşir. Yazımız var pehlivanlar güreşir, Bu toprağa kimse girememiştir. Davranı da deli gönül davranı, Kemal Paşa dinlemiyor fermanı. Anası, bacısı, kızı, kızanı, Bizim gibi millet görülmemiştir. Erkekler Korosu Bizim süvarimiz amma da ata biner Ayağı yere değer başı göğe değer, Bizim piyademiz yola yeğin gider. Bastığında toprağı ezer. Bizim topçumuzun narası hey babam hey Gülleden beter! Kattı Kemal Paşa'nın ordusu, düşmanı önüne, Pişman etti anasından doğduğuna. Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler, Veryansın etti topçu, Veryansın etti piyadeler. Kalktı Kemal Paşa’nın ordusu Sürüp gitti yetiştikçe vurdu düşmana. Hain düşman sarhoş gibi sallana sallana, On beş günde İzmir’i dar buldu. Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu. Kaçtı gemiler, Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı... Ahmetler, Bekirler, Aliler, Mahmutlar, Kâzımlar, İbrahimler, Peşlerinden gittiler, Diz çöküp kordon boyuna Ta yürekten çekip tetiği, Gemilere yaylım ateşi ettiler, Bir Erkek Bu ne inançtı ki Gazi Paşa Atının teri kurumadan, 361 Sürüp gitti yeni yeni savaşların peşinde. Koro Sana borçluyuz en derinden, Yurdumuzu sen kurtardın. Hasta, yorgun, düşmüştük, Yaralarımızı sen sardın. Bir Kız Yiğittin, inanç doluydun, yapıcıydın, sanatkârdın. Denizler kadar engin, Kimsenin görmediğini görürdü, Sevgi ile bakan gözlerin. Bir Erkek Dedin ki, bu millet, bu büyük millet, Yüzyıllar boyunca geri kalmış. Bu yurt, bu güzel yurt bizim yurdumuz, Her yanından yaralar almış. Bir Erkek Dedin ki, "bir güzel savaşmalı". Kurmak için yeniden, Bilgiyle inançla, coşkunlukla, Öğün, çalış, güven! Koro SANA borçluyuz taa derinden Bir Kız Işığısın bu yurdun Dilimizi ulusallığımızı öğrettin, Cumhuriyetimizi sen kurdun İki Kız-Bir Erkek Hürriyeti sen yaydın içimize, Halktanız dedin. Halk içinde, İnançla hür yetiştirdin bizi. Sana borçluyuz taa derinden, Koro Devrimlerle yücelttin, çok yüceltti, Bu milleti temiz ellerin, Sana borçluyuz taa derinden, Sen en büyükler MUSTAFA Kemal'lerin. 362 Bir Erkek - Kızlar Korosu Davullar zurnalar dövende, Biz seni hatırlarız. Binip trene gezende Biz seni hatırlarız. Kızlar Korosu Önce adını öğrenir çocuklarımız, Eli kalem tutup yazanda Koro Binler yaşa yurdumuza hizmeti büyük Kemal Paşa, Ölümsüz insan, şanlı Atatürk... Cahit KÜLEBİ şiirlerinden alınarak, hazırlanmıştır GÜZEL SÖZLER Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâl ve Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. (M.K. Atatürk) Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir, Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu i'lâ ve idare edecek sizlersiniz. (M.K. Atatürk) Gençliğinde genç olabilene ne mutlu (Turgenyev) Gençlik, sahip olunmaya değer tek şeydir. Gençlik, insanın başına hayatta bir kere gelir. (Longfellow) Gençlik, hiçbir toplumu acıda koymaz. (Oscar Wilde) (Euripides) 363 VAKIFLAR HAFTASI (Mayıs ayının 2. haftası) AÇIKLAMA VAKFIN TANIMI İnsanın yaradılışında var olan yardımlaşma duygu ve düşüncesi insanlığın tarihi ile yaşıttır. Her toplum yardımlaşma hususunda kendi yaşadığı zamanın sosyal yapısına göre bazı faaliyetlerde bulunmuştur. Yardımlaşmanın teşkilatlandırılmış en ideal şeklini ise vakıf olarak görmekteyiz. Arapça bir kelime olan VAKIF sözlükte yer aldığı şekliyle durma, durdurma, hareketten alıkoyma, hapsetme ve dinlendirme manalarına gelir. Çoğulu Evkaf’dır Terim olarak bir malı veya mülkü satılmamak kaydı ile ve bazı özel şartlar çerçevesinde bir hayır işine tahsis etmek olduğu bilinen vakıf bugünkü anlamda şöyle tanımlanabilir. Vakıf; kişinin taşınır veya taşınmaz mallarının hiçbir dış tesir altında kalmaksızın sırf kendi rıza ve isteği ile şahsi mülkiyetinden çıkarıp hayır ve hasenat gayesi ile yine kendisi tarafından belirtilen şart ve hizmetlerin yerine getirilmesi için ebedi olarak tahsis etmesidir. Bu durumda vakıf kuran kişi ile vakıf (Vakfeden) kişi arasında vakfın hangi şartlara göre yürütüleceğini belirten yazılı belgelere de VAKFİYE denilmektedir. Vakfiyeler, mahkemelerde Hâkimler ve şahitler huzurunda tanzim edilen belgeler olmalarından dolayı tarihi kıymeti haiz güvenilir belgelerdir. Sadece vakıf hizmetlerinin nasıl yapılması gerektiğini değil, aynı zamanda; hukuki, tarihi, coğrafi, toplumsal, iktisadi, dini vb. yönlerden kültürümüzü yansıtan bilgiler açısından da çok önemli bir hazinedir. KONUŞMA VAKIF NEDİR? Vakıf Mükellef kimsenin; kendi mülkü olan belli ve dayanıklı malının menfaatini bir şarta bağlamadan Müslüman veya zımmî fakirlere bırakması. Vakıf; lügatte habs ve men etmek, alıkoymak manalarına gelir. Vakf yapana vâkıf, vakf edilen şeye mevkuf denir. Vakfı idare edene mütevelli, mütevelliyi kontrol edene nazır, vakıf şartlarının yazılı olduğu belgeye de vakfiye denir. Vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar. Satılmaz, bağışlanmaz, miras bırakılmaz. Vakıf, dünyada insanlara ihsan ve ikram etmek gayesiyle kurulur. 364 Müslümanlar, "Bir kimse ölünce, ameli kesilir, amel defteri kapanır. Yalnız şu üç kimsenin amel defteri kapanmaz: Sadaka-i cariyesi, ilmî bir eseri, kendisine dua eden hayırlı bir evlâdı olan" meâlindeki hadîs-i şerîfte haber verilen bir sadaka-i câriye bırakabilmek için âdetâ birbirleriyle yarış ettiler. Anadolu Selçukluları, Dânişmendliler, Gazneliler, Atabegler, Eyyûbîlerle Hindistan, Afganistan ve diğer Müslüman ve Türk devletlerinde birçok vakıf kuruldu. Mısır'daki Memluklar döneminde iyice gelişip yaygınlaştı. Vakıflar, en büyük gelişmeyi Osmanlılar zamanında gösterdi. "İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır" hadîs-i şerîfini rehber edinen Osmanlılar, her sâhada olduğu gibi, bu sâhada da muazzam ve kalıcı eserler meydana getirdiler. Vakıf yoluyla tesis edilen bu sayısız eserler, muazzam Osmanlı ülkesini bir baştan diğer başa ağ gibi ördü. 1530–1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla ilgili tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyaletinde vakıf yoluyla 45 imaret, 342 cami, 1055 mescit, 110 medrese, 154 muallimhâne, 1 kalenderhâne, 1 mevlevîhâne, 2 dârülhuffâz, 75 büyük han ve kervansaray kuruldu. Bu müesseselerde vazife yapan 121 müderris, 3756 hatîb, imam ve müezzinle 3229 şeyh, şeyhzâde, kayyım, talebe veya mütevellinin iaşe giderleri ve maaşları vakıf gelirlerinden karşılandı. Yine aynı tarihlerde Karaman eyaletinde vakıf yoluyla 3 imaret, 75 cami, 319 mescit, 45 medrese, 272 zaviye, 2 dârülhadîs, 31 dârülhuffâz, 4 muallimhâne, 2 dârüşşifa, 14 kervansaray, Rumeli eyaletindeyse; 10 imaret, 93 cami, 218 mescit, 35 medrese, 275 zaviye, 13 muallimhâne ve 17 kervansaray tesis edildi. Tesis edilen bu vakıflar gördükleri hizmetlere göre değişiklik arz ederdi. Yukarıda zikredilenlerden başka, suyolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yollar, kaldırımlar, aşevleri, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları gibi vakıf eserleri tesis edilmiştir. Bunlardan başka namazgâh, kütüphane, dükkân, misafirhane, kuyular, çamaşırhane, helâ, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, ok ve güreş meydanları, esir ve köle âzâd etmek, fakirlere yakacak temin etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak, gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, öksüz kızlara çeyiz hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek, çocukları baharda açık havada gezdirmek, mektep çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı, fakirlerin ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkâmlara veya donanmaya yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garip leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi pek çok maksatla çeşitli vakıflar kurulmuştur. 365 Müslümanların iki mukaddes beldesi olan Mekke ve Medine şehirlerine, İslâm dünyasının her tarafında binlerce vakıf tesis edilmiştir. Bilhassa Osmanlı sultanlarının, devlet adamlarının ve diğer hayırsever kimselerin meydana getirdikleri vakıflarla, her sene Osmanlı ülkesinden buralara ulaştırılan vakıf gelirleri, bütün İslâm dünyasının şükran hislerini kabartacak seviyeye ulaşmıştır. Din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığın hizmetine tahsis edilmiş olan, insanların bedenî ve ruhî hastalıklarını tedavi etmek gayesiyle kurulmuş vakıf hastaneler, dârüşşifalar ve tımarhaneler de önemli vakıf müesseseleridir. Bu sağlık kuruluşlarıyla ilgili bazı vakfiyelerde bir takım ilâçların formülleri bildirilmiş, bu formüllere göre yapılan ilâçların hastaların tedavisinde kullanılması istenilmiştir. Sosyal hizmetler yönünden pek önemli olan imaretlerse, seyahatin meşakkati altında yorgun düşen yolcuların istirahatını temin ederek, din ve kültür birliğinin kurulmasını sağlamış, açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ümitsiz kimselere bir sığınak vazifesi görmüş, dinî ve insanî vecibeleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. İmaretler bünyesinde yer alan dârüşşifalar, halkın poliklinik ve hastane hizmetlerini görmüştür. Bu hizmetler devrin en salâhiyetli tıp otoriteleri eliyle parasız olarak yapılırdı. İmarethaneler yüzlerce yetime maaş bağlamak, binlerce fakirin karnını doyurmak, dul kadınları himaye altına almak, yetim ve fakir çocuklarını okutmak üzere mektepler açmak gibi hizmetlerle gerçekten Türk hayırseverliğinin takdirle yâd edilecek birer şefkat abidesi hüviyetindeydiler. Şehirlerarası nakliyenin sağlanması için pek çok yol, köprü ve kalenin inşası önemli ticaret yolları üzerindeki konak yerlerinde kervansaraylar kurulması vakıflar sayesinde gerçekleşmiştir. Sokakların aydınlatılıp temizlenmesi ve bazı şehirlerin muhtelif yerlerinde bahçeler açılması gibi hizmetler de vakıf yoluyla yaptırılmıştır. Osmanlı iskân siyasetini kolaylaştıran önemli unsurlardan biri olan ve Osmanlı Devletinin başlangıcından itibaren; ülkenin çeşitli yerlerinde kurulan tekkeler, ahi ocakları ve bunların masrafları vakıflar yoluyla karşılanmıştır. Ahiler, yerleştikleri yerlerde devlet politikasının propagandasını yaptıkları gibi, gelip gidenleri misafir etmişler, gerektiğinde harbe katılmış, halkı da bu işe teşvik etmişlerdir. Yüzyıllar boyunca İslâm ve Türk dünyasında içtimaî nizamın korunmasına fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağının kurulmasına, başka bir ifadeyle insanlığın dünyevî ve uhrevî saadetine hizmet eden birer sosyal kuruluş olarak önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizamının kurulmasında ve devam etmesinde temel faktörlerden biri olmuştur. 366 Osmanlılar zamanında kurulan vakıf müesseseleri iki kısımda incelenmektedir. Birincisi; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılan vakıflardır. Müessesât-ı hayriye de denilen, camiler, medreseler, mektepler, imaretler, zaviyeler, kütüphaneler, misafirhaneler, köprüler, hastaneler, çeşmeler, sebiller ve kabristanlar bu kısma girer. İkincisi ise; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılmayan, fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde işlemesini temin eden bina, arazi, nakit para vs. gelir kaynaklarının teşkil ettiği vakıflardır. Bunlara asl-ı vakf denilmektedir. Vakfedilen bu nesneler arasında bazı köylerin tamamı, her türlü ziraat işletmeleri, çiftlikler, tarlalar, üzüm bağları, bahçeler, mesken olarak kullanılan binalar, dükkânlar ve iktisâdi gaye için yapılmış başka yapılar gibi gayr-i menkuller ve hayvan derisi, gemi, nakit para gibi menkuller görülmektedir. Mülkiyeti devlete ait olan ve arazi-i mirîye adı verilen toprakların da vakıf hâline getirildiği görülmektedir; buna vakıf-ı irsâdî adı verilmektedir. Ancak vakfedilen şey bu arazilerin çıplak mülkiyeti değil, ya üzerinde çalışan kimselerin devlete ödemek zorunda oldukları vergiler veya arazinin tasarruf hakkıydı. Tahsis ve irsâd kabilinden evkaf adı da verilen bu vakıflarda esas olan, vakfedilen gelirlerin devlet bütçesinden karşılanması, gereken hizmetlere tahsis edilmesidir. Osmanlılardaki toprak vakıfları da üç kısma ayrılmıştır: Birincisi; sahiplerinin mülkü olan öşürlü ve haraçlı toprakların vakfedilmesiyle meydana gelen toprak vakıflarıdır. Bunlar, mülkiyeti devlet tarafından satılmış veya imar ve ihya maksadıyla kolonizatör Türk dervişlerine ve zaviye sahiplerine mülk olarak terk edilen boş toprakların vakıf hâline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toprakları vakıf sahiplerinin kendileri veya adamları işlemektedir. Kiraya verildiği takdirde vakıf idarecisi toprağı işleyen köylülerden sadece toprak kirası isteyebilmekte bunun dışında onlar üzerinde idarî ve inzibatî salâhiyetleri ve resmî sıfatları bulunmamaktadır. İkincisi; malikâne-divanî sistemine bağlı toprakların vakfedilmesi hâlinde, vakfedilen şey, topraktan ve toprak üzerinde yaşayan köylülerden alınan her türlü vergiler olmayıp, sadece toprağın kuru bir mülkiyet hakkıdır. Bu mülkiyet hakkına malikâne hissesi denilmekte olup, umumiyetle mahsulün beşte biri, yedide biri veya onda biri olarak kabul edilmektedir. Vakfedilen bu haktır. Üçüncü kısmı ise; bilcümle hukuk-ı şer'iye ve rüsum-ı örfiyesiyle ve serbestiyât üzere vakfedilen topraklardır. Burada söz konusu edilen vakıflardan birinci ve ikincisi vakf-ı sahih, üçüncüsü ise vakf-ı irsâdîdir. 367 Osmanlılarda, önceleri padişah ve Harameyn vakıfları için teşkilâtlı nezaretler kurulmuş, 1839'da kurulan ve taşrada teşkilâtlandırılan Evkaf-ı Hümayun Nezareti, imparatorluktaki bütün vakıfları merkezî bir idareye kavuşturmuştur. KONUŞMA VAKIF VE ÖNEMİ Tarihe baktığımız zaman atalarımızın sayısız hayır müesseseleri kurmuş olduklarını görürüz. Camiler, medreseler, dârüşşafakalar, yetimhaneler, güçsüzleri koruma yurtları, kervansaraylar, tersaneler, yollar, köprüler, hanlar, hamamlar, aş evleri gibi vakıf ve hayır kurumları hep Allah inancı ve ibadet amacıyla yapmışlardır. Atalarımız bu hayırlı işleri yapmakla kalmamış, onları ayakta tutacak, devamlarını sağlayacak, harap olup yıkılmalarını önleyecek tedbirleri de almışlardır. Bu suretle muazzam bir evkaf müessesesi doğmuştur. Vakıflar, Hz. Muhammet (SAV) ve ashabı kiram’ın fiilleriyle vücut bulmuş, hayır kurumları olarak başlamış atalarımızın bu manevi mirasa sahip çıkmalarıyla da günümüze kadar uzanmış gelmiştir. Yukarda saydığımız hayır kurumları oldukça yaygın olup, insanlar bu hayır kurumlarından bedava yararlanırlardı. Köylerde köy odaları, evlerde hariciye adı verilen misafir odaları bulunurdu. Atalarımız, dedelerimiz bir yolcu, bir fakir veya bir yabancı bulup sofrasına oturtmak için can atardı. Ne yazık ki bu gün üst katta oturan alt kattakini tanımayacak şekilde kalabalıklar içinde yalnız yaşamaktayız. ATATÜRK’ÜN 1 MART 1922’DE T.B.M.M. AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMA METNİ “Vakıflarla ilgili konulara gelince, bilinmektedir ki, Vakıflar; memleketimizin mühim bir servetini teşkil eder. Bu servetten millet ve memleketin gerektiği şekilde istifade edebilmesi için Şer’iyye vekâletiyle beraber bütün Bakanlar Kurulunun ve hatta Yüce Meclisin bu hususu ehemmiyetle tetkik ile bu büyük müessesenin haraplıktan korunmasına ve faydalı bir hale konulmasını temenni eylerim. Efendiler! 368 Vakıfların var oluş esprisi göz önüne alınınca bunun dini müesseselerle beraber hizmet ve sosyal dayanışmayı hedeflediğimiz ortaya çıkar. Vakıfların imarethaneler, Bimarhaneler, hastaneler, kütüphaneler, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, mektepler, medreseler ve diğer irfan müesseselerini kapsamış olması vakıflara ait konuların çözümünde uyulması zorunlu olan esasları göstermektedir. Kaynak: T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını Kasım 2000/ANKARA FATİH SULTAN MEHMET’İN SAĞLIK VAKFI İLE İLGİLİ VASİYETNAMESİ Ben ki; İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmet bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un taşlık mevkiinde kâin ve malumu’l-hudut olan 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki; Bu gayri menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine üzerine bu tozu dökerler ki; yevmiye yirmişer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasbeyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkarlar, bilaistisna her kapuyu vuralar. Ve o evde hasta olup olmadığını sorarlar. Var ise şifası ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin darülacezeye kaldırılarak orada salah bulduralar. Maazallah her hangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşılığında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba verile. Bunlar ki; hayvanatı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki, münhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca külliyemde bina ve inşaa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve medine’i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüler. 369 ŞİİRLER MİLLİ EĞİTİM VAKFI Bir umut belirdi uzaklardan, Bir güneş gibi parıldayan, Açtı kollarını biz çocuklara, Okumak isteyen biz yarınlara Milli Eğitim Vakfıydı bu güneşin adı. Yetiştirdi bağrında sayısız fidanları, Her bir fidan büyüdü sevgiyle ve bilgiyle, Vatanın dört bir yanı geleceğe aydınlandı. Bu değerli varlığın bilmeliyiz kıymetini, Öğrencisi, öğretmeni birlikte elele, Yüceltmeliyiz bu eğitim seferberliğini Herkese duyuralım kalbimizdeki meşaleyi. Cihangir ACU VAKIFLAR Yardımlaşmak insanlığın özüdür, Bir emirdir, hem peygamber sözüdür, Yardım etsen gülen fakir yüzüdür, Fakire kucaktır, evdir VAKIFLAR. Tarihe bak, nice ferman görürsün. Çevrene bak, yüce hanlar görürsün. Konya’ya bak, Mevlana’yı görürsün. Bir tarihtir, bir kültürdür VAKIFLAR. Biz insanız hastalanır, ölürüz. Bazen işsiz, bazen aşsız kalırız. Bir köşeden yardım eli ararız. Düşküne uzanan eldir VAKIFLAR. Okullar açılır, yurtlar açılır. Okuyacak kimsesizler seçilir. Kazan kaynatılır, çorba içilir. Aştır, iştir, dosttur bize VAKIFLAR. Fakire, yoksula açar kucağını, Zengin, bu da senin tüten ocağına, Güzel yurdumuzun dört bir bucağına, Sancak sancak tutsun VAKIFLAR. 370 Okullara sınıf açar, yer açar, Hastalara bölüm açar, ev açar, Hayvanlara barınacak yer açar, Bir ocaktır, bir yuvadır VAKIFLAR. Öğrenciye yemek verir, burs verir, Yardım eder, gerekirse kurs verir. İlim verir, irfan verir ders verir, Çok iş yapar, çok çalışır VAKIFLAR. Aş evleri, iş evleri açılsın, Gönüllere bir ferahlık saçılsın. Kanat çırpıp semalara uçulsun. Yakıt olur, kanat olur VAKIFLAR. Anlatmak çok zordur vakfın özünü, Mevlana söndürmesin vakfın közünü, Ak eylesin o cihanda yüzünü, Hayır için bir kapıdır VAKIFLAR. GÜZEL SÖZLER VAKIFLAR; en güzel bir sosyal hizmet tesisidir. Vakfa saygı, tarihe saygıdır. VAKIF; iman, sevgi ve manevi olgunluğun mahsulüdür. VAKIF; sevgi sembolü, insanlık dolu bir fazilet yoludur. Vakfa hizmet; halka hizmet, halka hizmet ise; Hakka hizmettir. VAKIF; diriye şefkat, ölüye rahmet vesilesidir. İyiliklerin en güzeli ve en mükemmeli, sadakayı cariye olan vakıftır. VAKIFLAR; varlıklarını edenlerin eserleridir. vatan ve milletine Vakfa hizmet kültür ve sanata hizmettir. Vakıflar; geçmişe saygı, geleceğe teminattır. armağan 371 ENGELLİLER HAFTASI (10–16 Mayıs) AÇIKLAMA Sakatlık insanlığın ortak sorunudur. Bu yüzden Engelliler Haftası yalnız ülkemizde değil Birleşmiş Milletlere üye 156 ülkede aynı zamanda değerlendirilir. Engelliler Haftası boyunca; sakatlık sorunu, sakatlığın önlenmesi ve Engellilerin eğitimi konusu üstünde durulur. Radyo ve televizyonda konu ile ilgili programlar yayınlanır. Okullarda her gün ayrı bir sakatlık konusu işlenir. Engellileri Koruma Millî Koordinasyonu Kurulu haftanın değerlendirilmesi için aşağıdaki programın uygulanmasını kararlaştırmıştır. 10 Mayıs - Engelliler Haftasının Açılışı 11 Mayıs - Görme Engelliler Günü 12 Mayıs - İşitme ve Konuşma Engellileri Günü 13 Mayıs - Ortopedik Engelliler Günü 14 Mayıs - Zekâ ve Ruhsal Özürlüler Günü 15 Mayıs - Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Günü 16 Mayıs - Engelliler Haftasına Genel Bakış SAKATLIĞIN BELLİ BAŞLI NEDENLERİ Engellilerle, sakatlıklarla ilgili çeşitli sorunlar vardır. Sakatlığı doğuran nedenler, Engellilerin eğitimi bunların başlıcalarıdır. Sakatlıklar akraba evliliği, gebelik öncesi tedbirsizlik, aşıların zamanında yapılmaması, kazalar gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. AKRABA EVLİLİĞİ Doğuştan sakatlıkların önemli bir bölümü akraba evliliklerinden ortaya çıkar. Yakın akrabaların teyze, hala, amca, dayı çocuklarının evliliği sonunda çok sayıda kör, sağır, dilsiz ve geri zekalı çocuk doğmaktadır. Ankara ilinde yapılan bir araştırma sonucunda 100 sakat çocuktan 30'unun yakın akraba evliliğinden doğan çocuklar olduğu görülmüştür. 372 GEBELİK ÖNCESİ TEDBİRSİZLİKLER Bebek bekleyen annelerin sık sık röntgen filmi çektirmesi, doktora gitmeden ilaç alması çok sık sigara ve alkollü içki içmesi doğan çocuğun sakat olmasına neden olur. AŞILARIN ZAMANINDA YAPILMAMASI Doğumdan sonraki ilk yılda verem, çocuk felci aşılarının zamanında yaptırılması gerekir. Aşılar zamanında yaptırılmazsa türlü sakatlıklar ortaya çıkar. Trahom, çocuk felci, romatizma, kalp ve damar hastalıklarının koruyucu, iyileştirici ilaç ve aşıları vardır. Bu aşı ve ilaçların doktor denetiminde verilmesine özen gösterilmelidir. KAZALAR İş kazaları, tarım kazaları, trafik kazaları, yangınlar, ateşli silahlar belli başlı sakatlık nedenleridir. Trafik kurallarına uyulmama sonucu her yıl ülkemizde çok sayıda trafik kazaları oluyor. Bu kazalarda çok sayıda yurttaşımız ölüyor. Yukarda sayılan her tür kazadan korunmak ve sakat kalmamak için dikkatli olalım. Kurallara uyalım. Uymayanları uyaralım. ENGELLİLERİN İYİLEŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ Engellilerin iyileştirilmesi: Sakatlık yapan hastalık ve kazalardan sonra hemen önlem alınmalıdır. Özellikle trafik kazalarında ilk yardım çok önemlidir. Kazalardaki ölümlerin yarıdan çoğu ilk yarım saat içinde olur. Kaza sonrası hiç zaman geçirmeden yaralıyı en yakın hastaneye ya da doktora ulaştırmalıdır. Hastanelerde Acil Yardım Servisleri vardır. Bu bölümde günün her saatinde doktor bulunur. Kazaya uğrayanlara ilk tedavileri burada yapılır. ENGELLİLERİN EĞİTİMİ Engellilerin eğitimi denilince daha çok özürlü (Engelli) çocuklar akla gelir. Yurdumuzda; görmeyen, işitmeyen, hareket edemeyen, zihinsel, ruhsal dengesi bozuk 4.500.000 yurttaşımız var. Bu sayının 1.400.000 kadarı çocuktur. Sakat çocuklarımızdan; görmeyenler için 7, işitmeyenler için 21, ortopedik özürlüler için l okul açılmıştır. Zihinsel ve ruhsal özürlüler ise belirli okullarda özel dershanelerde öğrenim görmektedir. Engelliler da yaşamlarını sürdürmek için çalışmak ve gelir sağlamak zorundadır. Çalışmak, severek çalışmak yaşamı güzelleştirir, insanı mutlu eder. Engellilere acımak, onlara bakarak duygulanmak soruna çözüm getirmez. Engellilerin de yapabileceği işler vardır. Engellilere çalışabilecekleri alanlarda iş vermek gerekir. Yasalarımız her yüz işçi çalıştıran işyerinin iki sakat işçi çalıştırması zorunluluğunu getirmiştir. 373 Bütün ülkelerde olduğu gibi yurdumuzda da Engelliler korunur. Örneğin ülkemizde çalışan Engelliler gelir vergisini indirimli öderler. Hareketlerini kolaylaştırmak için yurt dışından getirilen araç ve gereçlere gümrük vergisi ödemezler. Çalışan Engelliler isterlerse erken emekli olabilirler. Okulda, sokakta gördüğümüz Engellilerle alay etmeyelim, gülmeyelim. Hiç bir sakatlığın isteyerek olmadığını bilelim. Engellilere yolda, geçitlerde, taşıt araçlarında yardımcı olalım. Onları üzmemeye, kırmamaya özen gösterelim. KONUŞMA Sevgili Arkadaşlar! 10 ile 16 Mayıs günleri arası Engelliler Haftasıdır. Bu hafta boyunca Engellilerin sorunları tartışılır. Sakatlığa sebep olan etkenler açıklanır ve bu etkenlerin ortadan kaldırılması için çareler araştırılır. Engellilerin eğitilebilmeleri ve iş sahibi olabilmeleri için gerekli şartlar oluşturulmaya çalışılır. Engelliler Haftası boyunca, her gün ayrı bir sakatlık konusu işlenir. 10 Mayıs günü Engelliler Haftası’nın açılışı yapılır. 11 Mayıs Görmeyenler Günü, 12 Mayıs İşitme ve Konuşma Engellileri Günü, 13 Mayıs Ortopedik Özürlüler Günü, 14 Mayıs Zekâ ve Ruhsal Özürlüler Günü, 15 Mayıs Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Günü olarak değerlendirilir. 16 Mayıs günü ise Engelliler Haftası’nın genel değerlendirmesi yapılır. Akraba evliliği, gebelik öncesi tedbirsizlikler, aşıların zamanında yapılmaması ve kazalar, sakatlığın en önemli sebeplerindendir. Engellilerin da, hayatlarını sürdürebilmeleri için, çalışmaları ve gelir sağlamaları gerekir. Engellilere acıyarak, ya da onlara bakıp duygulanarak sorunlarını çözemeyiz. Onların da yapabileceği işler vardır. Engellilerin iş sahibi olmalarına yardımcı olmak zorundayız. Kanunlarımız, işyerlerinde çalışan her yüz işçiden ikisinin sakat işçi olmasını zorunlu kılmıştır. Gördüğümüz Engellilerle alay etmeyelim ve gülmeyelim. Bir gün bizim de sakat kalabileceğimizi aklımızdan çıkarmadan, onlara yardımcı olalım. Hepinize kazasız ve sağlıklı günler, mutlu bir ömür diliyorum. 374 ÖYKÜ TOPAL Anadan doğma sakattı. Bir bacağı, ötekinden biraz kısa olduğu için yürümeğe başlamasıyla, öteki insanlar gibi yürüyemediğini ve aksadığını hemen fark etmişti. Babası, onu göstermedik doktor bırakmamıştı. Fakat hiç çare bulamamıştı. Bacağın biri, doğuştan kısaydı. Bunun çaresini bulmağa, henüz insan bilgisi yetmiyordu. Doktorlar: Hem o kadar önemli de değil, diyorlardı. «Ayağın biraz aksaması, büyük bir eksiklik değildir.» Ama o öyle düşünmüyordu. Öbür çocuklardan ayrı, başka bir şey olduğunu ve kendisi gibi çocuklara pek az, adeta binde bir rastlanabileceğini görüyordu. Onu kim görse, ilk önce aksayan bacağına bakıyor değil miydi? Okul yaşı geldiği zaman hüngür hüngür ağladı. Bu çocuk, ötekiler gitmeğe can atarken okulu istemiyordu. Başka sağlam çocuklarla bir araya gelmekten ödü patlıyordu. Diretti. Okula gitmek istemiyordu. Kendisine öğretmen tutsunlardı. Evde öğrenecek, sonra ilkokul imtihanını verecekti.. Ana baba, üzüntüsünden hastalanmasın diye isteğini yerine getirmek zorunda kaldılar. O da sözünde durdu. Özel ders alıp okudu. Sonra yaşı gelince ilkokul bitirme imtihanlarına girip diplomasını aldı... Fakat daha fazla okuması lazımdı. Ortaokulu da evde tamamlayamazdı kesinlikle okula gitmesi gerekiyordu. O önce yine istemedi. Fakat babası bu sefer artık ona kulak asmadı. Tekin'i böylece ortaokula yazdırdılar. Yazdırırken, okul arkadaşlarının ona ne kadar eziyet edeceklerim hiç düşünmemişlerdi. Hâlbuki zavallı çocuk, daha okula gittiği ilk gün, arkadaşları ona adını bile sormadılar. Her gören: — Topal! Diyordu. Ve Tekin böylece daha ilk günden, çok utandığı kusuru yüzüne vurula vurula karşılandı. «Aaa!..Topal!..» En çok korktuğu söz buydu.. Ne tuhaf, daha «Günaydın! Sen kimsin?» demeden onu bu sözle karşılamışlardı : Topal!.. Ve o günden sonra hep öyle gitti : «Topal aşağı, topal yukarı!. Topal şöyle dedi, topal şunu yaptı!..» Hep böyle.. Çaresiz Tekin kendi kendine bile söylemekten çekindiği bu korkunç sözle çağırılmaktan o kadar utanıyor, öyle sıkılıyordu ki daha ilk günden, okulda kimse ile arkadaş olamayacağını anladı. Hem zaten okula niçin gidiyordu? Okuyup öğrenmek için değil mi? Mademki kendisini 375 aşağılık görüyor, kendisiyle alay ediyor ve adını bile sormayarak kendisine topal diyorlardı o halde o da kimse ile arkadaş olmayacak, kendisini tamamen derslerine verecekti... Tekin, değil öteki derslerde jimnastik dersinde bile kısa zamanda arkadaşlarını geride bıraktı. Hem ne geride bırakış? Yılsonu geldi karneler dağıtılırken Müdür, Tekinin sınıfını şu sözlerle alkışladı: — Hepiniz iyi çalışmışsınız. Fakat aranızda bir arkadaşınız var ki onu övmeden edemeyeceğim. Bu çocuk bir yıldız, nasıl diyeyim? Çalışkan çok başarılı biri Bütün sınıfın gözleri, bir anda Tekine döndü. Öğretmen bir göz işareti yaparak Tekin'i ileri çağırdı. Müdür Tekinin elini sıktıktan sonra: — Seni kutlarım oğlum! dedi. Söyle bakayım bana, senin adın ne? Tekin sınıf arkadaşlarını acı bir gülümsemeyle süzdü ve onlara bir ders, önemli bir ahlak dersi vermek isteyerek, gür bir sesle şu cevabı verdi: —Topal!.. O güne kadar Tekin'e «Topal» diyen arkadaşları bir suçlu gibi yere baktılar. Bu olaydan sonra arkadaşları O'nu hep Tekin diye çağırdılar. F. Canan CEM YAVRUTÜRK Dergisi'nden ÖYKÜ FEDAKÂR KADIN Bir zamanlar, şiddetli bir kış sonucunda, kentin yakınındaki göl buz tutmuş. Halk, donmuş gölün üzerinde büyük bir eğlence düzenlemeye karar vermiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes şehri terk edip gölün üzerinde toplanmışlar. Biri kızağa biniyor, birisi kayak kayıyor, kurulan çadırlardan coşkun bir müzik ve kahkahalar yükseliyormuş. Gençler sevinçle sıçrayıp oynuyor, yaşlılar da bu eğlenceli manzarayı seyrediyormuş. Şehirde ise, sadece yaşlı ve fakir bir kadıncağız kalmış. Hasta olduğu için devamlı yatakta yatıyor, ayaklarını kullanamıyormuş. Evinin penceresinden, buz tutmuş gölü ve oyun oynayan neşeli insanları seyrediyormuş. Akşama doğru ufka bakarken küçücük beyaz bir bulutun belirdiğini görüp, müthiş bir korkuya kapılmış. Yeni evlendiği günleri hatırlamış birden. Eşiyle gölün üzerinde gezerlerken, yine böyle bir bulut görmüş, çok geçmeden de korkunç bir fırtına ile 376 birlikte buzlar kırılmış. Kötürüm kalması da ondanmış. Ne yazık ki kocasını da o kazada kaybetmiş. Yaşlı kadın; “Yine öyle olacak!” diye düşünmüş. Alabildiğine bağırmaya başlamış, ama sesini kimse duymuyormuş. Bulut gittikçe büyüyüp kararıyor, kadın ise çaresiz bir şekilde kendi kendine konuşuyormuş; “Fırtınanın çıkmasına az bir zaman kaldı.” Diyormuş. “Fırtına ile birlikte oluşacak dalgalar buzları kırıp, herkesi suya gömecek....” Bütün gücünü toplayan kadın, elleri üzerinde sürünerek yataktan yere inmeyi başarmış. Sobadan çıkardığı bir parça ateşle yatağını tutuşturmuş. Sonra da sürüne sürüne, güç bela evden dışarı çıkmış. Küçücük evi bir anda alevler sarınca, buzun üzerinde oynayanlar evin kime ait olduğunu hemen anlamışlar. Sakat kadını kurtarmak için herkes koşuşturmaya başlamış. Bu arada göğü siyah bulutlar tamamen kaplayıp, rüzgâr çıkmış. Buz çatlayıp, sallanmaya başlamış. Yaşlı kadını kurtarmak için, en son kişi de sahile varınca, gökyüzü yırtılır gibi olmuş. Fırtına ile birlikte dev dalgalar gölü örtmüş, buzlar kırılmış. Ama hiç kimseye bir şey olmamış. Hasta ve sakat kadın, bütün varını yoğunu ateşe vererek, şehir halkını kaçınılmaz bir ölümden böylece kurtarmış. ŞİİRLER HAYAT HERKESE GÜZEL Gücünüz yerindeyse, Sağlıklıysa başınız, Bir sakat görürseniz, Sevgiyle yaklaşınız. İnan kimse istemez, Eksik olsun bir yeri. Sağlamsan yavrum şükret, Değerlendir günleri. Özürlü kardeşlerim, Asla üzülmeyiniz. Hayat herkese güzel, Bizlerse sizinleyiz. Mehmet ŞAHİN 377 KÖR İLE KÖTÜRÜM — Bak arkadaş, ne ben sağlam Bir adamım... — Ne ben tamam Bir insanım. — Ben kötürüm, — Ben de körüm; Hem anadan doğma körüm, Ben düşündüm ki ikimiz Tam bir insan olmak için Her şeye malikiz: Senin Kuvvetli bacakların var. Benim gözlerim de bakar. Ben senin gözün olurum. Gecen, gündüzün olurum. — Ben de sana bacak, ayak —Öyleyse hiç düşünme, kalk! Senin için Ben bakarım ve görürüm — Ben de seni istediğin Yere alır, götürürüm. Böyle işte; İki mihnet birleşince Bir teselli hâsıl olur, Mihnetliler de kurtulur. Tevfik FİKRET GÜZEL SÖZLER 378 Sakatlık bir kusur değildir. Engelliler yardıma değil, şefkate muhtaçtır. Engellilere saygı, onlara yaşama sevinci verir. HAVA ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ ( 15 Mayıs ) AÇIKLAMA İnsanlar çok eskiden beri havacılığa ilgi duymuşlar, uçmayı amaçlamışlardır. İlk uçak yapım çalışmalarını Roger Bacon başlattı. Sonra Leonardo da Vinci bugünkü uçağın ilkel biçimini hazırladı. Clement Ader 1890 yılında buharla çalışan ilk hava aracını yaptı. Wright kardeşlerin 1913 yılında yaptıkları uçakla uçmalarından sonra; uçaklar savaşta kullanılmaya başlandı. Tarihte ilk uçak saldırısı 1911 yılında Trablusgarp’ta İtalyanlar tarafından Türklere karşı yapıldı. Bu savaşta uçaklardan biri, askerlerimizin ateş etmesi sonucu düşürüldü. Havacılığın ilerlemesi ile birlikte uçak kullanmak ve yönetmek bir meslek halini aldı. Hava taşıtını kullananlara pilot denir. İlk Türk pilotları Fransa ve İngiltere’de öğrenim gören Hüseyin, Münif öğretmen, Sadi Fuat, Fazıl, Fethi, Sadık ve Nuri Beylerdir. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılında Fethi Bey görevli olarak uçağı ile Mısır'a doğru yola çıktı. Uçak Arap Yarımadasında Tabariye Gölü yakınında düştü. Fethi Bey şehit oldu. Arkadaşlarından haber alamayan Sadık ve Nuri Beyler onu aramak için Arabistan'a giderken Toroslar üzerinde uçaktan düştü. Onlar da şehit oldu. İlk savaş pilotlarımızdan Binbaşı Fazıl Bey Birinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde İstanbul üzerinde beş İngiliz uçağı ile tek başına savaştı. Düşman uçaklarından birini düşürdü. Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu'ya geçti. Savaş boyunca uçak bölük komutanı olarak görev yaptı. 27 Ocak 1923 günü Fazıl Bey'in uçağının motoru bozuldu. Dönüşe dayanamayan uçak düştü. Fazıl Bey şehit oldu. 1964 yılında Kıbrıs Harekâtında pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit düştü. Hava şehitlerimiz yurdumuz uğruna şehit düşmüşlerdir. Yurdumuz; üzerinde yaşadığımız topraklardan ülkemizi çevreleyen deniz kıyılarından ve bunlar üstündeki gökyüzünden oluşur. Çağımızda savaşlar çoğu zaman göklerde başlıyor. Zaferler göklerde kazanılıyor. Bunun için Atatürk havacılığın gelişmesine önem verdi. Gençleri havacılığa özendirmek için 1925 yılında Türk Hava Kurumu'nun kurulmasını istedi. Türk Hava Kurumu yurttaşların yardımı ile günden güne gelişmektedir. 379 Hava şehitlerimizin anılarını yaşatmak için İstanbul’da Fatih Parkında ve yurdumuzun çeşitli kentlerinde anıtlar yapıldı. Her yıl bu anıtlar önünde düzenlenen törenlerle Hava Şehitlerimiz anılır. Anma törenlerinde havacılığın önemi anlatılır. Şiirler okunur. Uçaklar gösteri uçuşları yaparlar. İLK HAVA ŞEHİDİMİZ Türk havacıları bugüne kadar birçok şehit vermiştir. Şimdi bunlardan birinin nasıl şehit düştüğünü öğreneceksiniz. İlk havacılarımızdan olan Binbaşı Fazıl Bey, son derece yurtsever, olağan üstü cesur, mesleğine açık ve bilgili bir havacıydı. Birinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde İstanbul üzerine gelen beş İngiliz uçağı ile tek başına savaşması onu milli kahraman yapmıştı. Fazıl Bey bu saldırıda bir düşman uçağını hasara uğratmış, kendi uçağı da ağır şekilde yaralanmıştı. Buna rağmen, benzini tükenen uçağını alana indirmeyi başarmıştı. Kurtuluş Savaşı başında o da birçok arkadaşı ile Anadolu'ya kaçmış, savaş boyunca Uçak Bölüğü komutanı olarak hizmet görmüş, 5 Eylül 1922 günü de binbaşılığa yükselmişti. 27 Ocak 1923 günü idi. Binbaşı Fazıl, öğrencisi Deniz Astsubayı Emin ile havalanmıştı. Motor üst üste arıza yaptı. Binbaşı Fazıl alana inmek için dönmek istedi. Fakat hızı azalan ve yerden sadece 35 metre yükseklikte olan uçak bu dönüşe dayanamadı, yere çakıldı. Öğrenci Astsubay Emin hemen şehit oldu. Beyin kanaması geçiren Binbaşı Fazıl da, hastaneye kaldırıldıktan altı saat sonra hayata gözlerini yumdu. Binbaşı Fazıl'ın şehit düştüğü gün, yani 27 Ocak, Hava Şehitlerini Anma Günü olarak kabul edildi. Bu anma günü yıllarca devam ettikten sonra. Ocak ayında havaların genellikle kötü olması, bu yüzden törenlere gerektiği kadar kalabalığın katılmaması göz önünde bulundurularak Hava Şehitlerini Anma Günü 15 Mayısa alındı. Artık her 15 Mayıs günü, yurt için görevlerini başarma uğrunda canlarını esirgemeyen havacılarımızı saygı ile anıyoruz. Türk Hava Kuvvetlerinde görev almış olanlara sağlık ve başarılar diliyoruz. Doğan Kardeş Dergisi'nden 380 ŞİİRLER HAVA ŞEHİTLERİ Kartal bile uçmadı göklerde böyle hızla, Buluttan geçtiniz, yıldızları aştınız. Kurtardınız bu yurdu çelik kanadınızla, Dar görerek yerleri göklerde savaştınız. Ay yıldızın her zaman dolaşırken göklerde, Size durmak düşmezdi kanat varken bu yerde. Bir ejderdi gökler ki aşılmaz yedi katlı, Onu bile geçtiniz kuşlar gibi kanatlı... Fakat bazen düştünüz, kırıldı kanadınız, Tarihlere yazılı unutulmaz adınız. Bu yurt için yükselip, bu yurt için öldünüz. Siz toprağa düşmeden kalplere gömüldünüz. İ. Hakkı SUNAT HAVA ŞEHİTLERİNE Yurt nöbeti göklerdedir, Göğe sınır çizilmesin. Kartallara durak olmaz, Bir kez yola dizilmesin. Yeniçağın gerçeği bu: Göktekiler korur yurdu. Yiğit yazar ordu ordu, Paraşütler çözülmesin. Gök de artık bir vatandır. Yurt uğruna konan candır, Havacıya adı şandır, Başka destan yazılmasın. Filo filo kutsal, iri, Bazen uçar, dönmez geri. Gök kubbedir türbeler, Yere mezar kazılmasın. Hüseyin KALABA 381 HAVA YOLCUSUNA Emelin ölçüsüz, cesaretin çok, Sanki boşluklara atılmış bir ok, Yolunda dağların karanlığı yok, Bulutlar başının üstünde değil. Motor gürültüsü olalı şarkın, Ne can düşüncesi, ne evin barkın Bayağı kartaldan odur ki farkın, Yuvan dağ başının üstünde değil. Bir bıçak sırtıdır ölümle aran, Toprağa düşmeden dağıl, parçalan. O ki, her ölünün ardında kalan Bir mezar taşının üstünde değil. Kemalettin KAMU HAVACILAR MARŞI Türk anası rüzgârla, At üstünde barışmış. Onunla havalanıp Bulutlara karışmış. Denizde gemileri, Nice kasırga yenmiş. Yeryüzünün en ünlü, Denizcisi Türklermiş. Kuş gibi kanat gerdik, Biz de şimdi göklere. Ovalar meydan oldu, Nehirler birer dere. Bu yalçın sınırıma, Kartallar imreniyor. Türkoğlu havada da, Eşsiz kaldı deniyor. Rakım ÇALAPALA 382 HAVA ŞEHİTLERİNE Dün nasıl vücudumuz, Uçuyorsa göklerde. Bugün de ruhlarımız, Yaşıyor aynı yerde. Toroslar’ı ilk aşan Göklerden sizlerdiniz. Ülkü peşinde koşan, Kahraman erlerdiniz. Rahatça uyuyunuz, Sizleri unutmadık. Sesimizi duyunuz, Sizleri unutmadık. Göklerde tunç kanatlar, Yurda kanat geriyor. Ay yıldızlı bayrağım, Bulutları deliyor. Ali SAĞTÜRK 383 MÜZELER HAFTASI (18–24 Mayıs) AÇIKLAMA 18–24 Mayıs tarihleri arasında Müzeler haftasını kutlarız. Bu haftanın amacı; öğrencilere müzelerimizi ve müzelerdeki tarihî eserleri tanıtmak, kültür varlıklarımızın korunması gerektiğini kavratmak, tarihi bilgisini zenginleştirmektir. Müzeler haftası boyunca okullarda konu ile ilgili konuşmalar yapılmalı; fotoğraf, afiş, döviz ve gazete haberlerinden yararlanarak müze ve müzeciliğe dikkat çekilmelidir. Ayrıca, varsa yakın çevredeki müzeleri gezmelidir. Okul müzesi kurma, geliştirme çalışmalarına hız vermelidir. Müze; eskiden kalma değerli eşyaların, sanat veya bilimle ilgili eserlerin saklanıp korunduğu yerdir. Müzelerin kurulmasındaki amaç; değer verilen, önemli bulunan eser ve eşyaların geniş halk kitlesine tanıtılması ve bunların bozulmayacak biçimde saklanmasıdır. Ayrıca belli konularda araştırma, inceleme yapmak isteyen kişilere yardımcı olmaktır. Yurdumuzun toprakları üzerinde birçok uygarlıkların izi vardır. Geçmiş uygarlıklara ait eserlerin bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların çoğu ise müzelerimizde sergilenmektedir. Tarihimizi en iyi şekilde tanımak için müzelerden yararlanmak durumundayız. Kitaplardan okuduklarımızı, müzelerde gördüklerimizle pekiştirirsek, kolay unutmayız. Müze deyince aklımıza yalnız resim, eşya heykel gibi eserlerin sergilendiği yer gelmemelidir. Bazı müzeler, yalnızca bir konu ile ilgili eserleri toplar ve sergiler. İstanbul’daki Sağlık Müzesi, sağlıkla ilgili çalışmaları sergiler. Müzik müzelerinde çalgılar, eski notalar, ünlü besteciler ve bestelere ait eşyalar, belgeler yer alır. Aynı şekilde tiyatro, sinema, tarih, tabiat müzeleri, adlarından da anlaşılabileceği gibi bir konu ile ilgili serileri toplar, korur ve sergilerler. Bazı eski yapılar ise (İstanbul'daki Ayasofya Müzesi gibi) sadece kendileri sergilerler. Yani bunlarda müze yapının kendisidir. Bazı müzeler, ünlü kişilerin eşyalarını, eserlerini, kişiye ait önemli belgeleri sergiler. Müze olarak da o ünlü kişinin doğduğu veya yaşadığı ev seçilir. İstanbul'daki Atatürk Müzesi, Sait Faik Müzesi bu tür müzeler arasındadır. Müzecilik çalışmaları, gerçek anlamıyla Avrupa'da Rönesans’tan sonra başladı. Yurdumuzda ise müzeciliğin tarihi oldukça yeni sayılır. 1850'li yıllarda başlayan ilk çalışmalar, daha sonra Osman Hamdi Bey zamanında hız kazanmıştır. 384 Osman Hamdi Bey (1842–1910), müzeciliğimizin gerçek kurucusudur. Avrupa'da eğitim gördükten sonra yurda döndü. İlk müzelerimizi kurdu. Tarihî eserlerin yurt dışına kaçırılmaması için büyük gayret gösterdi. Müzelerimiz, onun attığı temeller üzerinde gelişip zenginleşti. Yurdumuzdaki müzelerin birçoğu devlet müzesi olarak faaliyet gösterir. Bu müzeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlıdır. Bugün illerimizin pek çoğunda tarihî buluntuların ve yöreye ait eserlerin sergilendiği müzeler vardır. MÜZELERİMİZ Aşağıda okuyacağınız yazıda müzeciliğimizin dünü ve bugünü özet olarak değerlendiriliyor. Yüzyıldan fazla bir geçmişi olan Türk müzeciliği ilk zamanlar yalnız İstanbul’da ve belirli bir kesime seslenirken sonradan yurt düzeyine yayılmıştır. Bugün çağdaş batılı müzelerle boy ölçüşecek düzeye erişmiştir. Uzun bir süre camilerde, medreselerde, yıkık binalarda çeşitli zorluklarla müzeciliğimizi sürdüren Anadolu'nun müzecilerine bugün çok şey borçlu olduğumuzu belirtmeliyiz. Eski ve yıpranmış müzelerimizin yerine kültür birikiminin zengin olduğu il ve ilçelerde yapılan yeni modern müzelerimiz o kadar çoğalmıştır ki ülkemizi ziyaret eden yabancı turistler bile bu gelişmeyi şaşkınlıkla karşılamaktadırlar. Bu çoğalma Türkiye'de turizmin gelişmesine bağlanabilir ya da kalkınma harekelerinin normal sonucu olarak kabul edilebilir. Devletin bunca katkı ve ilgisine rağmen halkımızın müzelere olan ilgisi üzülerek belirtelim ki aynı oranda olmamıştır. Özellikle büyük müzelerimizde yerli ziyaretçi sayısı yabancılardan çok az olmuştur. Bunun nedenleri arasında on beş, yirmi yıl öncesine kadar özellikle Anadolu müzelerinin elverişsiz yapılarda ve tamamen bir depo görünümünde olmaları ve bu durumun insan üzerinde yarattığı kötü iz olabilir. Durum şimdi öyle değildir. Müzeler artık geçmişle aramızda kültür köprüsü kurulan eğitim yerleri olmuştur. Günümüzden yüzlerce yıl önce yaşamış insanların kültürleri, yaşayış biçimleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Müzeler yalnız geçmişteki kültür varlıklarının sergilendiği yer değil, aynı zamanda Etnografya, fen, doğa ve folklor müzelerinde yakın geçmişin sanat ve zekâ ürünlerinin ortaya konduğu yerlerdir. Müzelerimizin görevlerinden biri kültürel varlıkları korumak ise diğeri eğitimdir. 385 Polonya’daki bir müzenin önündeki şu yazı müzenin önemini çok güzel açıklıyor «Geçmiş, gelecek içindir» Sabahattin TÜRKOĞLU KONUŞMA Sevgili Arkadaşlar! 18–24 Mayıs tarihleri arası Müzeler Haftası’dır. Bu hafta süresince, ülkemizin tarih ve kültür varlıkları tanıtılır. Müzeler gezilerek eski eserleri korumanın önemi anlatılır, milli kültür ve tarih bilgilerimiz zenginleştirilir. Müzeler; sanat, bilim, tarih ve kültürle ilgili eserlerin sergilendiği yerlerdir. Geçmiş yıllarda yaşayan insanların düşünüş, inanç, yaşayış ve sanat anlayışlarını, bize bıraktıkları eserlerden öğreniriz. Geçmişi öğrenmek, bugünümüzü anlamamıza yardımcı olur. Yurdumuzda ilk müze 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından İstanbul Aya İrini Kilisesi’nde kuruldu. Bu yıllarda, Osman Hamdi Bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzesi, Halit Eldem Bey tarafından da Türk ve İslam Eserleri Müzesi açılmıştır. Daha sonra ise, 1924 yılında Topkapı Sarayı Müzesi, 1928 yılında Etnoğrafya Müzesi, 1934 yılında Ayasofya Müzesi gibi önemli müzeler açılmıştır. Günümüzde ise, hemen hemen bütün illerimizde müze bulunmaktadır. Müzelerimizi dolduran tarihi eserler, yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmaktadır. Anadolu’muz, dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Eski medeniyet kalıntılarının büyük çoğunluğu hâlâ toprağın altında gün ışığına çıkarılmayı beklemektedir. Yurdumuza gelen turistlerin büyük çoğunluğu müzelerimizi gezmektedir. Müzelerin zenginleştirilmesi için, bulduğumuz tarihi eserleri müzelere teslim etmeliyiz. İzinsiz kazı yapanlar, devletimizin güvenlik birimlerine bildirilmelidir. Müzeleri, bizim de mutlaka gezmemiz ve yaşadığımız topraklarda bizden önce yaşayan insanları tanımaya çalışmamız gerekir. Sahip olduğumuz tarihi eserleri korumak ve sahip çıkmak bir yurttaşlık görevidir. 386 ŞİİRLER MÜZE Tarih, sanat, kültürün, Hazinesidir müze. En gerçek bilgileri, O verir hepimize. Onunla aydınlanır, En eski uygarlıklar. Orada sergilenir, Çok değerli varlıklar. Müzeleri gezmeyi Hiç ihmal etmeyelim. Bilgimize yepyeni, Bilgiler ekleyelim. Antik eser bulursak, Verelim müzelere. Tarihi hazinemiz, Ün salsın ülkelere. Tarihi eserleri Özenle koruyalım. Turisti çektiğini, Her an hatırlayalım. Her turist, yurdumuzun Döviz, reklâm kaynağı Onu hoşnut tutalım, Gezsin denizi, dağı. Böylece, hem tanınır, Hem de gelir sağlarız; Dünyayı ülkemize Sevgilerle bağlarız. Naim YALNIZ 387 GÜZEL SÖZLER 388 Müzeler, tarihin aynasıdır. Kültür varlıklarına sahip olgunlaşmamış demektir. Atalarının nasıl yaşadıklarını merak ediyorsan, müzeleri dolaşmalısın. Toprağın içinde gömülü bir eserin herhangi bir taştan farkı yoktur. Gün ışığına çıkarılmış bir eserin değeri ise altınlarla bile ölçülemez. çıkamayan bir millet, daha İSTANBUL'UN FETHİ (29 Mayıs) AÇIKLAMA İstanbul, 29 Mayıs 1453'te Türkler tarafından alınıncaya kadar çeşitli uluslar tarafından defalarca kuşatılmış fakat bir türlü ele geçirilememiş bir şehir. Hatta Hz. Muhammed bu kenti fethedecek komutan ve askeri kutlamıştır. Daha sonra bayraktarlarından Eyyübül Ensarî bu amaçla gelip surlar dibinde şehit olmuş. Doğu Roma İmparatorluğu zamanla Bizans adıyla anılmaya başlandı. Bu imparatorluğun başkenti ise bizim İstanbul dediğimiz ve ele geçirilmesi çok zor olan Konstantinpolis idi. Ele geçirilmesi çok zordu, çünkü her tarafı yüksek ve kalın surlarla çevrili idi. Ayrıca surların önüne 20 metre eninde içi su dolu hendekler kazılmıştı. Bizanslıların bir diğer savunma silahı da Rum Ateşi denen ve suda bile sönmeyen, mancınıkla atıldığı hedefi yakan bir silahtı. Ancak kentin fethedilememesinin asıl nedeni güçlü topların olmayışı idi. Bu durumu iyi değerlendiren II. Mehmet, devrin büyük topçu ustaları Muslihiddin ve Sarıca Sekban ile Bizans'tan kaçıp kendisine sığınan Macar Urban Usta'ya büyük kuşatma topları döktürdü. II. Mehmet bu arada İstanbul'a Karadeniz'den gelebilecek yardımların yolunu kesmek amacıyla, Dedesi Yıldırım Beyazıt’ın aynı amaçla yaptırdığı Anadolu Hisarı'nın karşısına, Rumeli Hisarı'nı yaptırdı. Buraya 400 kadar yeniçeri ve toplar yerleştirdi. Tüm hazırlıklar iki yıl içinde tamamlandı ve 1453 yılı kışında Osmanlı ordu ve donanması İstanbul'un fethi için harekete geçti. 200.000 kişilik bir ordu ve 400 parça donanma nisan başlarında İstanbul önlerinde toplandı. Bu arada Bizans İmparatoru da boş durmamış; tüm surları ve kaleleri onartmıştı. Şehir halkından 30.000 kişiyi silahlandırarak bunları surlara yerleştirdi. Zaten şehrin toplam nüfusu 160.000 kişi kadardı ve bunlar sürekli parti ve mezhep kavgaları ile parçalanmış durumdaydılar. Koskoca Bizans İmparatorluğu küçüle küçüle, İstanbul kentine toplanmış, diğer topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’na kaptırmıştı. İstanbul'da düşerse Bizans İmparatorluğu tarihten silinecekti. II. Mehmet, 21 yaşındaki bu azimli padişah, ordusunu İstanbul önlerine plânladığı gibi yerleştirdi. Büyük topları, Topkapı ile Edirnekapı arasındaki surların önüne yerleştirdi. Donanma ise şimdiki Saraybumu, Dolmabahçe ve Haliç önünde toplandı. Donanma Haliç’e giremiyordu, çünkü Bizanslılar, kalın bir zincir çekerek Haliç’in girişini kapatmışlardı. II. Mehmet'in kan dökülmemesi için yaptığı çağrı, Bizans İmparatoru Konstantin tarafından reddedilince, 6 Nisan sabahı kuşatma başladı. Top atışları surları sarsıyor, surlarda gedikler açıyor, 389 fakat Bizanslılar tarafından geceleri onarılıyordu. Türk birlikleri, tekerlekli ağaç kulelerle, surlara yanaşmak, istediyse de Rum Ateşi tarafından yakıldıkları için fazla ilerleyemiyorlardı. Donanma zinciri kırıp Haliç’e girememişti. Bu arada Papa'nın yardım için gönderdiği 5 gemiye de engel olunamamıştı. Donanmanın başarılı olmamasına kızan II. Mehmet, donanma komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey'i değiştirdi ve gemileri karadan Haliç’e indirmeyi plânladı. Tahtadan yapılan ve gemilerin üstünden kayması için iyice yağlanan kızaklar karaya yerleştirildi. 72 parça gemi bir gece de öküzler tarafından çekilerek Haliç’e indirildi. Bizanslılar sabahleyin Türk donanmasını Haliç önlerinde görünce moralleri iyice bozuldu. Bu arada donanma Haliç tarafındaki zayıf surları dövüyor ve gedikler açıyordu. Artık Türk ordusu fetih için gerekli manevi desteği kazanmıştı ve yılmadan saldırıyordu. Nihayet 28 Mayıs'ı 29 Mayıs'a bağlayan gece son yürüyüş başladı. 53 gün süren kuşatma Türklerin zaferi ile sonuçlandı. Ulubatlı Hasan adlı yeniçeri kaleye ilk Türk bayrağını diken kişi olarak tarihe geçti. 21 yaşındaki genç Osmanlı Padişahı II. Mehmet de, Peygamber'imizin "İstanbul elbet bir gün fetholunacaktır. Bu şehri fetheden o emir ne güzel emir, o asker ne güzel askerdir" sözüyle müjdelediği kişi olarak Fatih unvanını aldı ve bir mucize gerçekleşmiş oldu. Böylece, Hıristiyan âleminin, Hıristiyanlığın doğu kalesi ve dünyanın Akropolis'i olarak kabul ettiği İstanbul Türklerin eline geçti. Bu olay, Ortaçağ'ın bitip, Yeniçağ'ın başladığı tarih olarak kabul edildi. Bu olayla Osmanlı İmparatorluğu bir yükselme devri yaşamaya başlamış ve artık korkusuzca Avrupa içlerine doğru genişlemeye başlamıştı. KONUŞMA ÇAĞ DEĞİŞTİREN OLAY İstanbul, o zamanki adıyla Constantinopolis hem askeri önemi açısından, hem ticari açıdan önemli bir şehirdi. Fatih Sultan Mehmet'ten önce de, Araplar ve Yıldırım Beyazıt tarafından işgal edilmiştir. Hatta Yıldırım Beyazıt, Anadolu Hisarı dediğimiz hisarı yaptırarak, bu konuda önemli bir adım atmıştır. Ancak Yıldırım Beyazıt’ın hazırlıkları yeterli olmadığından ya da doğu da beliren Timur tehlikesi yüzünden İstanbul'u alamamış, bu görkemli kenti almak 21 yaşındaki genç padişaha kısmet olmuştu. Fatih; zekâsı, uzak görüşlülüğü, azmi, kendine güveni ve engin bilgisiyle bu zapt edilemez kenti almak için hazırlıklara koyuldu. O güne kadar görülmedik büyüklükte toplar döktürdü. Boğaz'da dedesi Beyazıt’ın yaptırdığı hisarın karşısına bir hisar yaptırdı. Böylece İstanbul'a kuzeyden gelecek yardımları engellemeyi plânlıyordu. Ayrıca, yanına zamanın en değerli ustalarını, hocalarını, 390 matematikçilerini almış, onlarla çalışıyor, durmadan hesaplar yapıyor, ordunun eksiğini gediğini tamamlamaya çalışıyordu. Nihayet, beklenen an geldi ve yaşıtlarının şimdilerde askere bile gitmediği o gencecik padişah saldırıyı başlattı. Surlar kocaman toplarla dövülüyor, içeriye gülleler yağdırılıyor, sur kapılarına hücum ediliyordu. Bu arada, Bizanslıların aldıkları savunma tedbirleri de çok güçlü ve akıllıca idi. Bizanslılar Haliç’in girişini kalın zincirle kapatmışlar ve böylece Osmanlı donanmasının Haliç’e girmesine engel olmuşlardı. Ancak Fatih, buna da dâhiyane bir çözüm buldu ve gemilerini bir gece içinde karaya döşediği kızakların üstünden kaydırarak Haliç’e indirmeyi başardı... Bu yetenekli, zeki insan ve onun kahraman ordusu karşısında Bizans'ın savunması çöktü ve şehir teslim olmak zorunda kaldı... İstanbul'un Türkler tarafından alınması, dünyada pek çok şeyi değiştirdi. Öncelikle Avrupa'da Rönesans'ın başlamasında etkili oldu. Çünkü İstanbul'dan kaçan Bizanslı bilginler Roma'ya giderek, orada bir kültür ortamı yarattılar. İpek yolu Türklerin eline geçtiği için, Hindistan'a gidecek yeni yollar arayan Avrupalılar keşif yolculuklarına başladılar. Böylece, Ortaçağ kapanıp, Yeniçağı da başlatmış oldu... Türkler, fethedilemez sanılan bu kenti fethetmekle, Avrupa'ya güçlerini göstermiş oldular. Ayrıca, yanı başlarında hep bir tehlike olan Bizans Devleti'ni ortadan kaldırarak, yükselme devrine girmiş oldular... Böylece 29 Mayıs 1453 günü Osmanlı İmparatorluğunun tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. 391 ŞİİRLER İSTANBUL'UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri, Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?" Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü. Elli üç gün ne mehabetli temâşâ idi o. Sanki halkın uyanık gördüğü rü'ya idi o. Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan; Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan; Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl; O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl. Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha Şanlı namıyla "Büyük Top" denilen ejderha, Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e; Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak, Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak, Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin, uçtuğunu; Saklamış durmuş, asırlarca, hayalinde bunu. Yahya Kemal BEYATLI BİZANS GÖRÜNDÜ KARŞIDAN Geldik surlar önüne, İçimizde garip bir sevinç Bizans düşecek kollarımıza, Tatmışız vuslatın tadını böyle hiç. Yedi tepe kardeş gülümser, Boğaz'ın mavi rüzgârları, Bir esinti sarhoşluğu içinde İstanbul sizin der. Elbet bizim olacak İstanbul, İnanmışız, Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen Bir nurlu bahar içinde yıkanmışız. Temiz ellerimizde açacak, İstanbul çiçek çiçek, Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak, Yarın Bizans göklerine yükselecek. Arif Hikmet PAR 392 ULUBATLI HASAN Sur sur üstüne Zincir zincir üstüne Uykusuzdu Bizans Keskin atıcıları Sönmeyen ateşleri dışta Çelik ordusu içteydi Yedi tepenin varlığı Her çetin savaşı kıracak Güçteydi. Yalnız Ulubatlı Hasan'a dayanamadı Koca Bizans Fatih'in o eşsiz eri Sardı şehrin beline çemberi Yerleştirdi topları mevzilere Götürdü karadan gemileri Deldi suru Soktu başını delikten içeri Karıştı gitti ama sonunda Destanı sönmedi onun bugüne dek. Ulubatlı Hasan Bu yiğitler yiğidi Ün alır tarihimiz boyunca Mutlu günler görmüşüz bunca Gitmişiz ötelerden ötelere Katmışız sesimizden ses İzimiz iz. Göl olmuş uzun zaman bize Akdeniz Hiç birine sevinmemişiz... Fakat İstanbul kadar Oğuz Kâzım ATOK 393 FETİH MARŞI Yelkenler, biçilecek, yelkenler dikilecek. Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilerek; Kerpetenlerle surun dişleri çekilecek. Yürü hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın. Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden; Senin de destanını okuyalım ezberden Haberin yok gibidir taşıdığın değerden Elde sensin, dilde sen gönüldesin, baştasın; Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın; Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini; Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini Çocuk görme, hor görme delikanlım kendini. Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın. Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır. Şu mihrap Sinanüddin; şu minare Sinan'dır. Haydi, artık uyuyan destanını uyandır... Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın? Kızım Sen de Fatihler doğuracak yaştasın. Delikanlım işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin millet yürüyecek arkandan Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın. Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin Çelebiler çekilip haremlerle kışlasın: Yürü arslanım fetih hazırlığı başlasın Yürü hâlâ ne diye kendinle savaştasın? Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın. Arif Nihat ASYA 394 ÇEVRE KORUMA HAFTASI (Haziran ayının ikinci pazartesi ile başlayan hafta) AÇIKLAMA Çevre deyince; havası, suyu, toprağı ve canlılarıyla içinde yaşadığımız doğa (tabiat) aklımıza geliyor. Biz insanlar da öteki canlılar gibi doğanın önemli bir parçasıyız. İnsanoğlu, çok uzun yıllar doğa ile uyum içinde yaşadı. Çevresini kirletmedi. İklim, bitkiler, hayvanlar ve insanlar arasında kurulmuş olan denge, sanayi uygarlığının başladığı döneme kadar bozulmadı. Canlılar, sağlıklı olarak nesillerini sürdürebildiler. 19. yüzyılda başlayan ve sonrasında hızla gelişen sanayi, beraberinde çevre kirliliğini de getirdi. Çevre kirliliği; katı, sıvı ve gaz atıklarla hava, su ve toprağın doğal yapısının bozulması demektir. Çevre kirliliğine, daha çok büyük şehirlerde yaşanan gürültüyü de katmak gerekir. İsterseniz, geçirelim: çevremizi nasıl kirlettiğimizi kısaca gözden Fabrikalar, katı ve sıvı atık maddelerle toprağı ve suyu; bacalarından çıkan gaz ve tozlarla havayı kirletiyorlar. Havaya karışan zararlı maddeler, yağmurlarla suya ve toprağa karışarak kirlenmeyi hızlandırıyor. Evlerin bacalarından çıkan duman ve gazlar, taşıtların egzozundan çıkan gazlar havayı kirletiyor. Evlerden ve iş yerinden gelen lağım ve deterjanlı atıklar ise suların kirlenmesine neden oluyor. Böceklerle mücadelede kullanılan ilaçlar, denize dökülen petrol ve katı atıklardan oluşan çöpler de çevre kirlenmesinin nedenleri arasında. Nükleer santrallerden sızan gazlar ile buzdolaplarında ve spreylerde kullanılan gazların havaya karışması sonucunda da önemli bir kirlenme söz konusu. Çernobil faciasında, radyasyonun çevreye ne büyük zararlar verdiğini unutmamak gerekir. Aynı şekilde klor gazının havaya karışarak ozon tabakasını delmesi de kirliliğin ne büyük boyutlara ulaştığını gösteriyor. Ham madde (kömür, demir, petrol vb.) sağlamak için karada ve denizde yapılan çalışmalarda kirlenmeye yol açan nedenlerin arasındadır. 395 Şimdi de çevre kirliliğinin doğayı nasıl etkilediğine göz atalım: Kirlenme sonucunda sulardaki oksijen miktarı azalınca canlılar hastalanıp ölüyor. Canlıların bir kısmı kirlenmeye karşı koysa da, bu fazla uzun sürmüyor. Bu canlılarla beslenen insanlarda zaman zaman zehirlenme olaylarına rastlandığını okuyor, duyuyoruz. Bazı balıkların sularımızda artık görülmemesi, kirlenmenin hangi boyutlara vardığının göstergesidir. Toprağın kirlenmesi; topraktan beslenen bitkilerin kirlenmesi, zehirlenmesi demektir. Dolayısıyla seslenme zinciri içinde insanların ve bitki yiyen topraklarda, bitkilerin kurulup yok olması da söz konusu. Havanın kirlenmesi sonucunda ise yine bütün canlılar zarar görüyor. Havayı soluyan insanlar hayvanlar hastalanıyor, ölüyor. Bitkiler benzer şekilde etkileniyor. Yağan yağmurlarla kirliliğin bir kısmı sulara taşınıyor. Görüldüğü gibi çevre kirlenmesi, doğanın dengesini bozmakta, canlıların hayatını tehdit etmektedir. Günümüzde en çok tartışılan sorunların başında gelen çevre kirliliği, insanların eseridir. Öyleyse bu sorunun çözülmesi yine biz insanlara düşmektedir. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın önerisi ile 5 Haziran günü çevre günü olarak kabul edildi. Günün amacı, çevre kirliliğinin yarattığı sorunlara dikkat ekmek, çözüm yolları bulmak ve bunların uygulanmasına yardımcı olmaktır, haziran ayının ikinci pazartesi günü başlayan haftanın çevre koruma haftası olarak kabul edilmesi ve değerlendirilmesi, sorunun ne kadar ciddî olduğunu gösteriyor. Hafta süresince yapılan etkinlikleri şöyle sıralayabiliriz: Çeşitli seminer ve toplantılarda, çevre kirliliğinin nedenleri, yol açtığı sorunlar ve çözüm yolları üzerinde konuşulur. Okullarda; gazete ve dergilerde, radyo ve televizyonda çevre kirliliği işlenir. Yurdun çeşitli yerlerinde temizlik kampanyaları açılır. Temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamak hepimizin hakkıdır. Bütün canlıların hakkıdır... Öyleyse, çevrenin korunmasına çalışmak, düşünen her insanın görevi olmalıdır. MONOLOG SUÇLU KİM? (Üstü- başı kirli bir çocuk; içi pet şişe, kâğıt, poşet, ambalaj kâğıtları vb. şeylerle dolu bir poşetle sahneye girer,) ÇOCUK (Seyircileri gözden geçirdikten sonra)Fazla bekletmedim umarım. Herkes burada mı? îyi... Şimdi kulaklarınızı dikkatle açın. (Sesini alçaltır) Ve beni dinleyin... Bir varmış, bir yokmuş. Çok eskiden havası, suyu, toprağı tertemiz bir dünya varmış. Burada bütün canlılar 396 uyum içinde yaşarmış. Aradan uzun, çok uzun yıllar geçmiş. Sizin gibi akıllı insanlar, dünyanın üzerine fabrikalar kuruluşlar. İşlerini kolaylaştıran âlet ve makineler yapmışlar. Şehirleri büyütmüşler. Bir sürü taşıt doldurmuş çevreyi. Kötü mü olmuş peki? Eğer çevreyi kirletmeden bunu yapsalardı, çok iyi olmuş, diyebilirdim. Ne yazık ki diyemiyorum. Çünkü suyumuz, havamız, toprağımız bugün de hızla kirleniyor, (Poşettekileri yere döker.) Biz de kirletiyoruz... Söyler misiniz, evimizin lağımları nereye dökülüyor? Bacalarınızdan çıkan zehir nereye gidiyor? Atığınız çöpler şimdi nerede? (Eliyle yerdeki çöpleri göstererek,) Hem ağlıklı yaşamak istiyorsunuz hem de çevrenizi kirletiyorsunuz? Kirli bir çevrede sağlıklı yaşanabilir mi hiç? (Yerden bir pet şişe alır.) Kim attı bunu sokağa, söyleyebilir misiniz? (Diğer çöpleri işaret ederek,) Ya bunları?.. Hiç birinizi suçlamıyorum. Suçlu sen, ben değil, hepimiziz. (Yerdekileri toplar, poşete koyar.) İyi ki içinizden biri, "Sen önce kendini temizle" demedi bana. Deseydi, cevabım: "Kafamın içi kirliyse evim, bahçem, sokağım kirliyse, yani çevrem kirliyse ben nasıl temiz kalabilirim? Yıkansam yine kirlenirim. (Eliyle kendini göstererek) Karşınıza böyle kirli olarak çıktım, bağışlayın. Bugün çevre günü, biliyor muydunuz? Çevre temizliği kampanyasına katıldım. Biraz çöp topladım. Ama tek başıma nasıl baş edebilirim ki bu kadar şeyle. Hazır siz buradayken bir konuşayım, belki yardım ederler dedim. Evet, geliyor musunuz benimle? (Çıkarken eliyle "gel" işareti yapar.) Haydi, gelin küçük çevreciler, kampanyada öncü olalım. Örnek olalım. Haydi, düşün peşime! (Çıkar.) OYUN YEMYEŞİL, MASMAVİ BİR DÜNYA (Mavi ve yeşil giysili bir çocuk, elindeki bir saksı çiçekle mikrofona gelir.) ÇOCUK — Hani bir de müzik olsaydı. Ve ben, şöyle salına salına yürüyerek karşınıza gelseydim. "Ooo!. Diyecektiniz, bu giysi gösterimine çıkmış. Böyle bir düşünceyi aklımdan bile geçirmedim hiç. Yeşil giyindimse, mavi kuşandımsa, bu çiçeği kucaklayıp karşınıza geldimse nedeni var. Neymiş o? Ölüm! Kim Ölüyor dersiniz? Yeşil ile mavi. Neyin yeşil ile mavisi? Dünyanın, doğanları yani. Bakın bana: Ne güzel yakışıyor değil mi yeşil ve mavi, bana? Ama bunlar ölü. Canlısı nerede? (Eliyle gösterir.) Doğada. Daha doğrusu doğadaydı. Şimdi ölüyorlar. Denizin mavisi, içindekilerle can 397 çekişiyor. Göğün mavisi soluyor. Ağacın, kırların yeşili sararıyor. Sorarım size, kim, kim öldürüyor? Biz: İnsanlar! Kim önleyebilir peki? Biz: İnsanlar. Doğa ölürse insanlar da ölecek; biz de onun bir parçasıyız çünkü. Ne yapalım, söyleyin. (Bir-iki çocuğu çağırıp, konuşturur.) Doğaya; ağaca, kuşa, ota, havaya, suya sahip çıkalım. Çünkü bu dünya bizim. Geride kalanlara yemyeşil, tertemiz bir hayat bırakalım. (Çiçekli saksıyı masaya bırakıp, çıkar.) Aziz SİVASLIOĞLU ŞİİRLER ÇEVREMİZ Çevre koruma günü, En anlamlı günümüz. Doğadaki dengeyi Bozmamalı tümümüz. Çevremiz kirleniyor, Bilgisiz davranınca. Doğamız can veriyor, Onu korumayınca. Havadaki kuşlara Bile etki ediyor. Denizdeki balıklar, Sürü ile ölüyor. Ağaç, çiçek, kuş sesi Eksilmesin dünyadan. Biz de yardım edelim Türleri yok olmadan. Bacalardan çıkıyor Zehirleyici gazlar. Hava kirliliğinden Burnumuz hemen sızlar. Öğretmen dün anlattı, Doğada bir denge var. Bizler de öğrenelim Canlılar neyi arar. Sait KIRKGÖZLÜ 398 TÜRKÜ SÖYLEYEN MARTI Mavilim mavişelim Denizle başlar Martıların türküsü, Denizle biter. Siz ey Lağımlar, çöpler Zehir zemberek sular, Bu hızla eğer Kirletirsek denizleri Gün gelir Mavi gider, Deniz biter arkadaşlar, Ölür artık, yaşamaz ki Türkü söyleyen martılar Aziz SİVASLIOĞLU YASAK Yasak kardeşim, Kuş Cenneti'ne, Avcılar giremez! Çünkü kötüdür avcılar, Çünkü kuş olmayı Hiç istemez onlar! Aziz SİVASLIOĞLU GÜZEL SÖZLER Kirletiyorsan, şikâyet etmeye hakkın olamaz. Çiçeklerin olmadığı yerde insanlar yaşayamaz. (Napoleon) İnsanı daha az değil, doğayı daha çok severim. (Lord Byron) Aslan yatağından belli olur. (Atasözü) 399 KUTLU DOĞUM HAFTASI AÇIKLAMA Peygamberimiz 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu'l-evvel ayının 12'nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke'de dünyaya geldi. Babası Abdullah, annesi Amine'dir. Babası Abdullah onun doğumundan iki ay kadar önce ölmüş bu mutlu güne erişememişti. Dedesi Abdulmuttalip torununa Muhammet adını vermişti. Ataları arasında böyle bir ad yoktu. Bunu duyanlar Abdulmuttalip'e bu adı niçin koyduğunu sordular. Abdulmuttalip şu cevabı verdi: "Umarım ki, onu gökte Hak, yerde halk övecektir." Tarihçiler, peygamberimizin doğduğu gece dünyada olağanüstü bazı olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran'da hükümdar Kisra'nın sarayından 14 sütun yıkılmış, Sava gölü kurumuş, bin yıldan beri yanan Mecusîlerin ateşi sönmüştü. Bu olaylar ilerde İran saltanatının yıkılacağına, Bizans İmparatorluğu'nun çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret idi ve öyle de oldu. 14 asır evvel böyle bir gecenin sabahında güneş ufuktan doğmadan insanlığın hayat ufkunda ilâhi bir nur doğmuş oluyordu. Şair ne güzel söylemiş: "Envar ile kâinat doldu, İşte bu gece sabah oldu." Bu gecenin sabahında Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail'in duaları ve İsa aleyhisselamın müjdesi gerçekleşmiş oluyordu. Kur'an-ı Kerim'de hikâye edildiğine göre Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail Kâbe'yi inşa ederlerken şöyle, dua etmişlerdi: "Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (ve şöyle dua ediyorlardı:): Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur, sen işitensin bilensin. Ey Rabbimiz, bizi sana boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri çokça kabul eden ancak sensin. Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygember gönder. Çünkü üstün gelen, herşeyi yerli yerince yapan yalnız sensin." Hz. İsa da şu müjdeyi vermişti: "Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek 400 Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti," Bir gün Ashab-ı Kiram peygamberimizin hayatının ilk günlerini anlatmasını rica etmişler, o da şu sözleri söylemişti: "Ben, atam Hz. İbrahim’in duası, kardeşim Hz. İsa'nın müjdesi, annem Amine'nin rüyasıyım. Annem bana hamile olduğu sırada bir rüya görmüştü: İçinden bir nur çıkmış ve bu nur Suriye'deki sarayları aydınlatmıştı:" Evet, işte bu gecenin sabahında Hz. İbrahim'in duasına ve Hz. İsa'nın müjdesine mazhar olan bu son Peygamber, bir güneş gibi doğdu. Bu gecenin sabahı gerçekten feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş aydınlık bir devir açılmıştı. Hz. Âdem’le başlayan tevhit inancı yeniden canlanmış, cehalet ve sapık inançlarla kararan ruhlar, bu doğuşla aydınlığa kavuşmuştu. Bir fazilet güneşi ve hidayet meşalesi olan peygamberimizin doğumu, Allah'ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade buyrulmaktadır: "And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler." Ayet-i Kerime'de ifade buyrulduğu üzere, gerçekten insanlar peygamberimizden önce her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı. Küfür ve zulüm, gönülleri karartmış, Allah'a giden yoldan uzaklaştırmıştı. Hayır ve fazilet namına hiçbir şey kalmamıştı. Sosyal hayat bozulmuş ahlâk bağları tamamen çözülmüştü. Hak, kuvvete boyun eğmiş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti. Kadın esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı. Kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülmüştü. Evet, bunları kim söylüyor? Bunları bu toplumun içinde yaşayan insanlar söylüyor. Nitekim Mekke'de gördükleri zulüm ve işkence yüzünden Habeşistan'a göç etmek zorunda kalan ilk Müslümanlar Habeş kralına, hicrete mecbur olduklarının sebeplerini anlatırken, bakınız neler söylüyorlar: "Ey hükümdar, biz cehalet içinde yaşayan bir millet idik, putlara tapıyor, leş yiyorduk. Fuhuş yapıyorduk. Akraba ile münasebeti kesiyor, komşularımıza kötülük yapıyorduk. Kuvvetli olanımız zayıf olanı eziyordu. Biz toplum olarak bu halde yaşarken Allah Teâlâ bize acıdı, lütfederek içimizden birini peygamber gönderdi. Soyu, iffeti ve dürüstlüğü hepimizce bilinen birisi; O bizi yalnız Allah'a ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızın tapına geldikleri ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söyledi. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi; kan 401 dökmekten ve haram olan şeylerden sakınmayı öğütledi. Bizi fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iffetsizlik iftirasında bulunmaktan uzak durmayı emretti. Allah'a ibadet edip O'na hiçbir suretle ortak koşmamayı emretti. Namaz kılmaya, sadaka vermeye ve iyilik yapmaya bizi çağırdı. Biz de ona inandık, getirdiği dini kabul ettik. Onun haram dediğini haram bildik, helâl dediğini helâl tanıdık. Bundan dolayı içinde yaşadığımız, her yönü ile kokuşmuş toplum bize düşman kesildi, eziyet ve işkence yapmaya başladı. Bu sebeple biz de hicret ederek ülkenize geldik." İşte bu sözler o toplumda yaşamış olan insanların sözleridir. Demek ki o toplum içine düştüğü bu bunalımdan büyük ölçüde rahatsızlanmış, beklediği kurtarıcıyı bulunca ona sımsıkı sarılmıştı. Onun getirdiği esasları benimsemiş ve onları hayata geçirmek için hicret etmeyi ve hiç tanımadığı bir ülkeye gitmeyi göze almıştı. Peygamberimizin hem çocukluğu ve hem de gençliği hiç kimsede görülmeyen bir güzellik içerisinde geçti. Herkes ona "Güvenilir Muhammed" diyordu. Nihayet 40 yaşına geldi; içerisinde bulunduğu toplumdan çok rahatsızdı. Bu toplumu içerisine düştüğü bunalımdan kurtarmak için ne yapılmalıydı? Hep bunu düşünüyordu. Allah'a ibadet etmek için de zaman zaman Mekke yakınında bulunan Hıra dağındaki mağaraya çekiliyor, günlerce burada kalıyordu. 610 yılının ramazan ayında sözünü ettiğimiz mağarada bulunduğu sırada kendisine Cebrail adındaki melek geldi. Peygamberimiz o anı şöyle anlattı: — Melek bana: “Oku,” dedi. — Ben Okuma bilmem, dedim. — Bunun üzerine melek beni alıp gücüm tükeninceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: — Oku, dedi. — Ben de ona: okuma bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim bırakıp: kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni — Oku, dedi. Ben: okuma bilmem, dedim. Nihayet beni yine alıp üçüncü defa sıkıştırdı sonra beni bırakıp: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı Alak'tan yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini O öğretti." Cebrail Aleyhi's-selam bu ilk peygamber olarak görevlendirilmiş müjdelemişti. 402 ayetleri tebliğ olduğunu da etmiş ve kendisine Peygamberimiz korkudan titreyerek eve döndü ve eşi Hz. Hatice'ye: — Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz, dedi Hz. Hatice de onu örttü. Bir süre sonra peygamberimiz olup bitenleri Hz. Hatice'ye anlattı ve: — Kendimden korktum, dedi Hz. Hatice — Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarına hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara yardım ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor, doğruları destekliyorsun, dedi. İşte böylece peygamberimize peygamber olduğu Cebrail adındaki melek tarafından tebliğ edilmiş ve ilk ayetler de vahyedilmiş oldu. Hz. Muhammed son peygamberdir. Allah Teâlâ Hz. Âdem’den itibaren kesin sayılarını ancak kendisinin bildiği pek çok peygamber göndermiştir. Peygamberimiz bunların sonuncusudur. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur. "Muhammed, içinizden herhangi birinizin babası değil, o, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir." Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "Benimle peygamberlerin benzeri, şu bir kimsenin benzeri gibidir ki, o kişi bir ev yaptırmış, binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu durumda halk binaya girip gezmeye başlarlar ve eksik yeri görüp hayret ederek: "Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı" derler. İşte ben o tuğlayım, ben peygamberlerin sonuncusuyum." Peygamberimiz önceki peygamberler gibi bir milletin değil, tüm insanlığın peygamberidir. Diğer peygamberlerden farklı yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." Peygamberimiz yalnız insanlara değil, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur: "Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." 403 Evet, peygamberimiz sadece insanlar için değil, âlemler için bir rahmettir. Peygamberimiz bütün insanlara hatta canlılara şefkat ve merhamet gösterir, bu konuda insanlar arasında ayırım yapmazdı. Müslüman olsun, olmasın kadın erkek, büyük küçük, zengin fakir, köle efendi herkese merhamet ederdi. Bir savaş esnasında bir kaç çocuk çarpışan iki taraf arasında kalmış ve ölmüşlerdi. Peygamberimiz bundan haberdar olduğu zaman büyük üzüntü duymuştu. Askerler peygamberimizin üzüldüğünü görünce: — Ey Allah'ın Resulü, neden bu kadar üzülüyorsunuz, bunlar nihayet müşrik çocukları değil mi? dediler. Peygamberimiz: — Bu çocuklar müşrik çocukları da olsa bunlar insandır. Bugün sizin en hayırlı olanlarınız müşrik çocukları değil mi idi? Dikkat ediniz, kesinlikle çocuk öldürmeyiniz. Her can Allah'ın fıtratına göre yaratılmıştır. buyurdu. Adamın biri peygamberimize başvurarak bir düşmanı için lanet etmesini istemişti. Peygamberimiz — Ben lanet okumak için değil, fakat âleme rahmet olmak için gönderildim." buyurdu. Herkese şefkat ve merhamet gösteren peygamberimizin inananlara özel bir şefkati vardı. Elbette öyle olmalı idi. Çünkü inananlar, onun getirdiği dini benimsemiş, malları ve canları ile o dinin yayılması için büyük fedakârlıklar göstermişlerdi. Bu konuda şöyle buyruluyor: "And olsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." Peygamberimizin küçük yaştan beri kimseyi incitmeyip o yaşa gelinceye kadar fazilete aykırı hiçbir hal hareketi görülmediği için peygamber olarak gönderilmeden önce de Kureyş arasında "güvenilir" unvanı ile tanınmış olmasıdır. İslâmiyet'in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması şüphe yok ki onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ile ilgilidir. İnsanlar onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı onun etrafında toplanırlar mıydı? Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu husus şöyle ifade edilmiştir: "Ey Muhammet, Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara 404 bağış dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven. Doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever." Peygamberimizin, yaşadığı hayat ile telkin ettiği esaslar arasında tam bir ahenk mevcut idi. O, telkin ettiği esasları önce kendisi uygulardı. Çünkü insan, başkalarına verdiği öğüdü kendisi uygulamazsa onun başkaları üzerinde etkisi de olmaz. Esasen Kur'an-ı Kerim, "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz." diyerek kişinin yapmayacağı şeyi başkalarına söylemesinin doğru olmayacağını bildirmektedir. Hz. Aişe validemize, peygamberimizin ahlâkının nasıl olduğu sorulduğunda, o: "Onun ahlâkı Kur'an'dı" demiştir. Peygamberimiz, davranışları ve üstün kişiliği ile en güzel örnektir. Esasen Kur'an-ı Kerim tek örnek kişi kabul etmektedir ki, o da peygamberimizdir. Şöyle buyrulmuştur: "And olsun ki, Allah'ın Resulü, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnektir." Peygamberimiz, peygamber olarak insanları davete başladığı zaman, onu duyan komşu ülkelerin başkanları karşılaştıkları her Mekkeliden peygamberimiz hakkında bilgi alıyorlar, daha çok ahlakının nasıl olduğunu soruyorlardı. İşte Mekke ileri gelenlerinden Ebu Süfyan Müslüman olmadan önce ticaret amacı ile Şam'a gittiği zaman Bizans İmparatoru onu huzuruna çağırmış ve peygamberimizle ilgili kendisine bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyle idi: Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın daha önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? Ebu Süfyan: — Asla yalan söylediğini duymadık, diye cevap verdi. Bunun üzerine imparator: — Size peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın evvelce hiç yalan söyleyip söylemediğini sordum, onun hiç yalan söylemediğini ifade ettiniz. Şayet bu zat Allah hakkında yalan söylemiş olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi gerekirdi, dedi. Peygamberimize göre ahlak her şeydi o, ahlaka o kadar önem verirdi ki, dinin ne olduğunu soranlara, dinin güzel ahlaktan ibaret olduğunu söylerdi. Diğer dini vecibelerini yerine getirmiş olsa bile ahlâkı güzel olmayanın konuştuğu zaman yalan söyleyenin, söz verdiği zaman sözünde durmayanın, emanete hıyanet edenin olgun mümin olamayacağını söylerdi. 405 Peygamberimizin doğumunu anarken ne yapacağız? Bazı yerlerde olduğu gibi kaside ve ilahiler söyleyip kandil simitleri dağıtmakla mı yetineceğiz? Elbette bunlar da güzel adetlerdir. Ancak onun doğumunu anmak bu değildir. Onu anmaktan asıl gaye, onun cihanşümul olan nübüvvet ve risaletini, yüksek ahlakını anmak ve sünnetine uyma azmini tazelemektir. Çocuklarımıza onun hayatı ile ilgili bilgi vererek onu sevdirmeye çalışmaktır. Çünkü onu sevmek imandandır, hatta imanın ta kendisidir. Nitekim peygamberimiz: — Nefsim kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiç biriniz, ben ona babasından ve çocuğundan da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz, buyurdu. Peygamberimizi sevmek demek onun sünnetine uymak ve onu hayata geçirmektir. Nitekim peygamberimiz: — Sünnetimi ihya eden beni sevmiş demektir. Beni seven ise cennette benimle beraberdir. buyurmuştur. Allah Teâlâ'nın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın tek yolu, O'nun sevgili Peygamberinin sünnetine uymaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur: "(Ey Muhammed) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. İşte bu ayet-i kerime, peygambere uymanın, Allah'ın rızasını kazanmaya ve günahların bağışlanmasına vesile olacağını gayet açık bir şekilde ifade buyurmaktadır. "Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim! Sana Uymayan Ölçü Hayat Olsa Teperim" N. F. KISAKÜREK HAYATINDAN ÖRNEKLER Hz. Muhammed (sav), hayatında bir kere bile yalan söylememişti. Ve işte bu insan, şimdi Allah'tan (cc) bahsediyor ve peygamber olduğunu söylüyordu. En küçük konularda bile yalan söylemeyen bir insan, nasıl olur da böyle büyük ve yüce bir konuda yalan söyleyebilirdi? Bu, asla mümkün değildi. İşte o günün insanı böyle düşünüyor, herkes olmasa bile inat ve hasedi terk edenler O'nun peygamberliğini kabul ediyordu. O, emin bir insandı. Herkes de O'nu böyle kabul ediyordu. Öyle emindi ki; söz gelimi sefere çıkmayı düşündünüz, hanımınızı bir yere bırakmanız lazım geldi. Gidip hiç tereddüt etmeden Hz. Muhammed'e(sav) 406 bırakabilirdiniz. Siz gelinceye kadar kaşını bakmayacağından kesinlikle şüpheniz olmazdı. kaldırıp ona Malınızı birisine teslim etmeyi mi düşündünüz? Hiç tereddüt etmeden gidip Muhammedü'l-Emin'e teslim edebilirdiniz. Ve malınızın zerresine dahi zarar gelmeyeceğini bilirdiniz. Bir konu hakkında sözün en doğrusunu öğrenmek mi istiyordunuz? Hemen doğruluğun timsaline koşar, O'nu dinler, O'ndan işittiklerinize göre karar verir ve O'nun sözlerini her işinizde temel kabul ederdiniz; zira O, hayatında bir kere bile olsa yalan söylememişti. Delil mi istiyorsunuz? O, Ebu Kubeys Tepesi'ne çıkmış ve etrafını çeviren insanlara soruyor: — Şu dağın arkasından bir ordu, size hücum etmek üzere geliyor, dersem bana inanır mısınız? Hepsi bir ağızdan: — Evet inanırız. Çünkü duymadık. diyeceklerdi. senin hiç yalan söylediğini ………………… Henüz peygamber değildi. Bir arkadaşıyla uzak bir yerde buluşmak üzere sözleşirler. Daha sonraki yıllarda Müslüman olan zat, olayı şöyle anlatır: — Ben buluşmak üzere kendisine verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak, anlaştığımız yere gittim. Baktım ki O hâlâ, orada beni bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece: "Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum." dedi. ………………… Kâbe onarılmış ve Hacerü'i-Esved'in tekrar eski yerine konulması büyük bir problem haline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendi oymağına ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâbe’ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdi. Herkes merakla kimin ilk gireceğini bekliyordu ve tabii, Allah Resulü'nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O'nun dosta düşmana güven telkin eden gül yüzü kapıdan görününce, oradakiler sevinçle: — El-Emin geliyor. dediler ve O'nun kararına kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler. Allah Resulü, hemen: — Büyükçe bir kumaş getirin. dedi, getirildi. 407 Hacerü'l-Esved, bu kumaşın ortasına kondu. Bütün oymakların ileri gelenleri, kumaşın farklı uçlarından tutarak konulacak yere kadar götürdüler. Allah Resulü de orada taşı bizzat kendisi alıp yerine yerleştirdi. Ve böylece, büyük bir iç harp önlenmiş oldu. Zira O'na güvenleri tamdı. Allah Resulü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti, ama herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu. ………………… — Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da cennete çeker, götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa verip o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu araştırır. Böylece o insan, Allah katında "sıddîk" olarak yazılır. — Yalandan sakınınız. Yalan insanı fücura, bataklığa, o da cehenneme ulaştırır. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı daima yalan söyler, neticede Allah katında adı yalancı olarak yazılır." ………………… O (sav), ağlayan bir çocuk görse oturur, onunla ağlardı. İnleyen bir annenin ıstırabını vicdanında duyardı. İşte yine Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis ve O'nun dillere destan şefkati: "Ben namaza duruyor ve onu uzun kılmak istiyorum. Sonra bir çocuk ağlaması duyuyorum. Bir annenin çocuğu için duyacağı endişe ve heyecanı bildiğimden namazı hızlıca kılıp bitiriyorum." ………………… Sahabe naklediyor: Bir gün aklından zoru olan bir kadın geldi, Allah Resulü'nün elinden tutarak çekti ve O'na: — Gel benim evimdeki şu işimi gör. dedi. Kadın Allah Resulü’nün kolundan çekiyor, O da arkasına takılıp gidiyor, derken sahabe de onların arkasına düşüyor. Ve Allah Resulü gayet rahat bir şekilde kadının dediği işi görüyor, sonra geri dönüyor. Bu iş, belki bir ev süpürmek, belki de yıkanmış çamaşırları sıkmaktı. İşin şekli ne olursa olsun, Allah Resulü bu işi yapmıştı. Zira O, kimseyi üzmeyen, darıltmayan bir insandı. O, saygı insanıydı ve O'nun bu hareketi asla zillet de değildi. 408 ………………… Bir seferden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce, orada çırpınıp pervaz etmeye başladı; gidip geliyor, telaşla uçup duruyordu. Allah Resulü bu durumu görünce fevkalâde öfkelendi ve hemen yavruların yuvaya konulmasını ve ana kuşa eziyet edilmemesini emretti. Allah Resulü, bir gün yanında birkaç sahabeyle bir bahçeye girdi. Bahçenin köşesinde zayıf mı zayıf bir deve vardı. İki Cihan Serveri hemen devenin yanına gitti. Bir müddet o devenin yanında kaldı, onu okşayıp teskin etti, sonra devenin sahibini çağırtarak, onu deveye iyi bakması hususunda gayet sert bir şekilde azarladı. — Allah (cc) bir köpek yüzünden, ahlâksız bir kadını affedip cennetine aldı. Köpek, bir kuyunun başında, susuzluktan dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin halini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek Ölümden kurtuldu. İşte bu kadının bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına vesile oldu ve Allah (cc), onu cennetine koydu. ………………… Yeryüzünde hiç bir insan Hz. Muhammed (sav) kadar sevilmemişti. "Mâ-u Rec'i" gazvesi sonunda, Hubeyb b. Adiyy (ra), gözü dönmüş, kin ve intikamla köpürüp duran inanmayanlar tarafından idam sehpasına çıkarıldığında, şu soruya muhatap olmuştu: — Şu anda senin yerine Muhammed'in idam edilmesini arzu eder miydin? Cevap kesin, net ve tavizsizdi: — Hayır, vallahi, benim kurtuluşum pahasına dahi, O'nun ayaklarına bir dikenin batmasına razı olamam. Ve Hubeyb, idam sehpasında verdiği bu cesaret örneğinden sonra ellerini açar: — Ya Rabbi, buraya gelirken Senin Habibin'e veda edemeden geldim, benim selâmımı O'na ulaştır. der. Tam o esnada Allah Resulü konuşurken, birdenbire doğrulur ve: — (sav) ashabıyla oturmuş Selâm sana ey Hubeyb. der. 409 Yanındakiler ne olduğunu sorunca da gözyaşları içinde: — Müşrikler Hubeyb'i şehit ettiler. Son anında bana selâm gönderdi ve ben de selâmını aldım. buyururlar. ………………… Kötülüğe asla kötülükle mukabele etmiyordu. Bir bedevi gelir, elbisesinden tutup sarsar ve küstahça: — Hakkımı ver!" derdi de sahabeyi çıldırtan türlü hareketler, o şefkat abidesini tebessüm ettirir ve: — Bu adama istediğini verin! buyurur. Evet, O, en affedilmez suçları dahi affederdi. Yeter ki o mevzuda, dinin emirlerine muhalefet söz konusu olmasın. Düşünün bir kere, kendisine bunca kötülük yapan Mekkelilere, Mekke fethinden sonra, hem de er türlü cezayı verebileceği o gün ne demişti: —Gidiniz, hepiniz hürsünüz. ………………… Hayber fethi sonrası bir kadın, bir koyunu kızartmış içine de biraz zehir koymuş ve Allah Resulü'nü yemeğe davet etmişti. Sofrada bulunanlardan Bişr ismindeki sahabe lokmayı ağzına koyar koymaz vefat etmişti. Demek ki bu kadın çok tesirli bir zehirle Allah Resulü'nü öldürmek istemişti. Allah Resulü lokmayı ağzına götürürken, koyunun zehirli olduğunun haber verilmesi üzerine yemek sofradan kaldırılmış, kadın yakalanıp huzura getirilmiş. — Eğer Sen hakikaten Allah'ın gönderdiği bir peygambersen, bu zehir Sana tesir etmeyecektir. Yok eğer peygamber değilsen, insanlığı senden kurtarmak istedim. der. Sahabe, derhal bu kadının öldürülmesi talebinde bulunur. Ancak, Allah Resulü kendi adına kadını affeder. ………………… Ukbe b. Âmir (ra) anlatıyor: Resulallah (sav) buyurdular ki: "Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur." "Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Günahın arkasından hemen iyilik yap ki Allah onu siliversin. Ve İnsanlarla birlikte yaptığın işlerde güzel ahlâktan ayrılma!" 410 İnsanı, güzel ahlâkı kadar yükselten ikinci bir unsur yoktur. Güzel ahlâk ki, o bir Allah ahlâkıdır ve güzel ahlâk, insanın Allah ahlâkıyla ahlâklanması demektir. ………………… Efendimiz (sav) gıybet ve dedikodunun en hafifine bile kapı açmıyordu. Hz. Ayşe anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) (Validemiz) bahsediyordu. Onu biraz methedince ben: — Safiye'den İyi ama onun boyu kısa. dedim. Efendimiz bana döndü: — Öyle bir söz söyledin ki denize karışsa onu bulandırır. ………………… Akşam yatmış, fakat sabaha kadar dönüp durmuş, bir türlü uyuyamamıştı. Sağına dönüyor, soluna dönüyor, uflayıp duruyordu. Sabah, hanımı sordu: — Yâ Resulallah, bu gece rahatsız mıydınız? Çok ıstırap çektiniz. Ve Allah Resulü’nün cevabı şu oldu: — Yatağımı hazırlarken, yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim evde sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ıstırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü gözüme uyku girmedi. ………………… Allah Resulü kalktı ve namaza durdu. O gece sabaha kadar "Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette akıl sahipleri için ibretler vardır." (Âl-i İmran, 3/190) âyetini okudu ve gözyaşı döktü. Sabah olunca ezan okumaya gelen Hz. Bilal kendisine: — Ya Resulallah, kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun? Allah (cc) Sen'in geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti. dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: — Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabbime ölçüsünde teşekkür eden bir kul olmayayım mı?" ihsanı ………………… 411 Başka bir hadîslerinde, Allah yaparken şöyle buyururlar: — Resulü, mü'minin tarifini Hakiki mü'min odur ki, insanlar malları ve canları hususunda ona karşı emniyet ve güven içindedirler. Allah Resulü doğruluğun önemini anlatırken şöyle buyururlar: — Siz bana altı konuda söz verin, ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım. 1- "Konuşurken dosdoğru konuşun!" Evet, davranış ve sözleriniz dosdoğru olsun. 2- "Söz verdiğinizde sözünüzü yerine getirin!" Zaten bunun aksi münafıklıktır. 3- "Emanette emin olun!" Size bir şey emanet edildiğinde onu aldığınız biçimde teslim edin. Size güvenenleri, güvenlerinde yalancı çıkarmayın. 4- "İffetli olun!" Irz ve namusunuzu koruyun, başkalarının ırz ve namusunu aynen kendi namusunuz gibi koruyun! 5- "Gözlerinizi harama, Kur'an'ın size yasakladığı görüntülere kapayın." Size ait olmayan şeylere bakmayın ve faydalanma izniniz olmayan şeylere göz dikmeyin! 6- "Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun." Hiçbir kimseye hiçbir şekilde zarar vermeyin, başkalarının hukukuna riayet edin. Bir bakıma "güven insanı" olmanın gerekleri olan bu şartları yerine getirenlere Allah Resulü cennet sözü veriyor. ………………… Hz. Peygamber döneminde soylu bir kabileye mensup olan ve hırsızlık yapan bir kadın vardı. Zengin ve soylu kişiler, kadının cezalandırılmaması için araya girip durumu Allah Resulüne (sav) anlattılar. Resulallah: — Ey insanlar, geçmiş milletlerin olduklarını biliyor musunuz? ne yüzden helak Onlar, mevki ve makam sahibi olan zengin kimse bir şey çalarsa onu affederler, zayıf güçsüz birisi hırsızlık yapınca da onu cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki bu suçu kızım Fatıma da işlemiş olsaydı onu da cezalandırırdım. demiştir. 412 ………………… Hz. Muhammed (sav), katı tavsiye etmiştir; — kalpliliği Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; ettirmeyin. buyurmuştur. kınamış, hoşgörüyü müjdeleyin, nefret Hz.Ayşe'ye(ra): — Yumuşak ve hoşgörülü ol. Çünkü yumuşak ve hoşgörülü olmak bulunduğu yeri süsler. Onun olmadığı yer ise çirkinleşir. ………………… Hz. Peygamber (sav), farklı dinlere inanan insanlara değer verir, hürmette bulunurdu. Bir gün bir cenaze geçiyordu. Peygamberimiz, hemen ayağa kalktı. Bunun üzerine oradakiler, cenazenin Müslüman olmayan birine ait olduğunu belirtince peygamberimiz: — O da bir insan değil mi? buyurdu. ………………… Hoşgörü konusunda peygamberimizi örnek alan atalarımız, fethettikleri yerlerde hiçbir dinî mabedi yıkmamışlar, hiç kimseye dinî baskı yapmamışlardır. Hz. Muhammed (sav), insanlara karşı şefkatli ve hoşgörülü idi. Onun şefkati; inancı, rengi, ırkı, makamı ve cinsiyeti ne olursa olsun bütün insanlara yönelikti. Nitekim bir Yahudi çocuğunun hastalığında, onu bizzat evinde ziyaret etmiş, ailesinin gönlünü almıştır. Mute Savaşı'na katılacak ashabına şu öğütlerde bulunması da çok manidardır: — …Gideceğiniz yerlerde rahipler de göreceksiniz. Onlara asla dokunmayınız. Kadınlar ile çocuklara şefkatle davranınız. Hurma ağaçlarını ve yeşillikleri kesmeyiniz. Evleri yıkmayınız." ………………… Hz. Muhammed (sav), insanları ayrım yapmaksızın sever ve onlara değer verirdi. Mekke'de müşriklerin zengin ve ileri gelenleri Hz. Muhammed'e gelerek, — Biz senin yanına geldiğimizde, fakir ve zavallı insanları huzurundan kov. Biz o insanlarla bir arada olmaktan hoşlanmamaktayız. Çünkü biz, büyük ve zengin kimseleriz. dediler. 413 O, bu durumu kabul etmeyince, tekliflerini biraz daha hafifletip — Hiç olmazsa biz senin yanına geldiğimizde, fakir ve zavallı kimseler kalkıp gitseler. dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: "Sabah akşam, Rablerinin rızasını dileyerek ona yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olma." ………………… O, öyle doğru sözlüydü ki, bir kadının çocuğunu çağırırken: — Gel, bak sana ne vereceğim? demesi üzerine, derhal atılıp: — Ne vereceksin? demişti. Kadın da: — Birkaç hurma verecektim, Ya Resûlallah. deyince: — Eğer ona hiçbir şey vermeyecek olsaydın, yalan söylemiş olacaktın. buyurmuşlardı. ………………… Safvân b. Süleym (ra) anlatıyor: — Ey Allah'ın Resulü, dedik, mü'min korkak olur mu? — Evet! Korkak olabilir. buyurdular. — Pekiyi cimri olur mu? dedik, yine: — Evet! Cimri de olabilir. buyurdular. Biz yine: — Peki, yalancı olur mu? diye sorduk. Bu sefer: — Hayır! buyurdular. — Mümin yalan söylemez. Hz. Muhammed (sav), insanlara şaka yaparken bile asla yalan söylemezdi. ………………… Hz. Muhammed (sav), insan olmanın sorumluluğunu şöyle ifade etmiştir: 414 — Kıyamet gününde her insana, şu dört şeyin hesabı sorulacaktır: Ömrünü (vaktini, zamanını) nerede tükettiği, gençliğini nasıl harcadığı, malını nereden kazanıp nereye harcadığı ve bildiklerini uygulayıp uygulamadığı ………………… Resulullah (sav) buyurdular ki: — Allah, mü'min kulunun tövbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: "Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Ümitsizlik içinde beklerken bir de ne görsün! Başucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah'ın, mü'min kulunun tövbesinden duyduğu sevinç; kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır. ………………… Fakir-zengin, efendi-köle, gözünde herkes eşitti. zenci-beyaz, kadın-erkek, onun Mescid-i Nebi'yi süpüren zenci bir kadın vardı. Hz. Peygamber(sav), bir ara göremeyince ashabına o kadını sordu. Arkadaşları vefatını haber verince, peygamberimiz: — Bana haber vermeniz gerekmez miydi?" diye sitemde bulundu. Peygamberimiz hemen: — Bana kabrini gösterin. dedi. Gidip, kabri yanında namaz kılıp o kadın için dua etti. ………………… Merhamet kadar duru bir sevgi düşünülemez, o ise annelerde bulunur. Bir savaş sonrasıydı. Esirler gelmişti her taraftan. Çoluk çocuk, kadın erkek herkes yakınını arıyordu. Yanık yanık dolaşanlar, kırık kırık dolaşanlar, dökük dökük dolaşanlar hep göze çarpıyordu. Allah Resulü bu yakıcı sahneyi seyrediyorlardı. Bir kadın da yana yakıla dolaşıyordu. Muhakkak bir yitiği vardı. Esir edilen kadının ne yitiği olabilir? Ya kardeşiydi ya babasıydı ya da kendisinden bir parçası olan evladıydı. 415 O, kendi evladının hatırı için gözüne çarpan her çocuğu sinesine basıyordu. Gözlerine bakıyor, sonra tekrar aramaya koyuluyordu. Karşısına çıkan bir başka yavruyu görüyor, bağrına basıyor, sonra yeniden aramaya koyuluyordu. Allah Resulü gözleri yaşlı, ona bakıyordu. Derken kadın, bir çocuğu yakaladı, bağrına bastı. Kokluyor, öpüyor, bir türlü kucağından bırakmıyordu. Ve o zaman Ufuk İnsan'ının, Allah Resulü'nün, parmağı kalktı o tarafa doğru. Etrafındaki sahabelere o noktayı işaret etti: — Görüyor musunuz bu manzarayı? Kadın, şu kucağındaki çocuğu cehenneme atar mı? Hepsi birden: — Hayır ya Resulallah. dediler. — Allah, o kadından daha merhametlidir. buyurdu. — Merhametli olun ki, merhamete mazhar olasınız. Çocuklarınıza merhametli olun ki, Allah da size merhamet etsin. ………………… Son günleriydi. Gözlerini açacak dermanı dahi kalmamıştı. Şayet bir tek kelime söyleyecek kadar dermanı varsa: — Cemaat, namazı kıldı mı? diye soruyordu. Ancak bu kadarcık dahi enerji sarfı, O'nun dermanını tüketiyor ve yine bayılıyordu. Kendine gelince sorduğu soru yine aynı soruydu: — Cemaat, namazı kıldı mı? Hayır, cemaati saatlerden beri O'nu bekliyordu. Gözler hep mescide açılan kapısındaydı. Ne zaman perde aralanacak ve mescide yine güneş doğacaktı? İşte bunu gözlüyorlardı. Çoğu, O Güneş'in batmak üzere olduğunun farkındaydı; ancak hiçbiri buna inanmak istemiyordu. Bu arada, Allah Resulü, artık namaz kıldıracak takatinin olmadığını anlayınca: — Ebu Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın! buyurdu. Biraz kendinde iyileşme hissedince de mescide doğru yürüdü. Bir kolundan amcası Abbas (ra), diğerinden de amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı Hz. Ali (ra) tutmuş, onu mescide götürmüşlerdi. Her halinden namazın ihtişamı, namazın değeri, namazın büyüleyiciliği dökülüyordu. Kendisinden sonra imam olacak zâtın arkasına durdu ve namazını oturarak kıldı. O, bu şekilde mescide sadece iki defa gelebildi. Birinde namazı Allah Resulü kıldırdı, Hz. Ebu Bekir (ra) de arkadakilere onun sesini duyurdu. Diğerinde ise, namazını Hz. Ebu 416 Bekir'in (ra) arkasında kıldı. Cemaatine kendisinden sonra gelecek imamı âdeta iş'âr buyurdu. Bir kere daha, evet O, namazla ve cemaatla bu derece bütünleşmişti. Son anına kadar da beraberce namaz kılmayı terk etmemişti. Hatta sahabenin yardımıyla mescide gelmiş ve son namazını da cemaatle kılmıştı. ŞİİRLER AY DOĞDU ÜZERİMİZE Ay doğdu üzerimize Veda tepesinden Şükür gerekti bizlere Allah'a davetinden Sen güneşsin sen aysın Sen nur üstüne nursun Sen Süreyya ışığısın Ey sevgili ey Rasûl Ey bizden seçilen elçi Yüce bir davetle geldin Sen bu şehre şeref verdin Ey sevgili hoş geldin Ey Rasûl sana söz verdik Doğruluktan ayrılamayız Sen ey esenlik yıldızı Senin sevginle doluyuz Mehmet Emin AY 417 BENİM MUHAMMEDİM Cebrail’im selam eyle dostuma Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im Söyle gelsin çıksın arşım üstüne Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im Arşımı donattım gelsün göreyim Kullarım halinden haber sorayım O gelsin ben ona haber vereyim Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im Arşımın üstünde seyran eyleyen Kürsüm üzerinde cevlan eyleyen Mirac’da ümmetin Hakk’tan dileyen Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im Derviş Yunus severiz Muhammed’i Her andıkça verelim salâvatı Kadir Mevlam ana mahbübum dedi Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im Yunus Emre(1240–1320) BİR GECE MUHAMMED'E Bir gece Muhammed'e Çalab'dan geldi burak Seni okur Zülcelâl Ne durursun kıl hazırlık. Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyhi ve selem Hep melekler geldiler Burakdan idirdiler Yüzünü döndürdüler Ol dem yürüdü yayan Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem Nice bin yıllık yola Bir anda vara gele Yunus eydür kim ola Ol Muhammed'dir mutlak Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyhi ve selem Yunus Emre 418 DAĞ PINARI Peygamber Muhammed'e Sevinç sevinç berraklık Yıldız yıldız parlaklık O ki bir dağ pınarı Bulutlar üstü aklık Yücelikler eşiği, Yamaçlar, loş kuytular. Melek sallar beşiği, Nur içinde uyuklar... Semada bir coşkunluk Dar geçitler vadiler... Her pınar oluk oluk, O pınar'a erdiler. Nefesiyle yeşermiş, Çimenler ve çiçekler. Gümüş ışıklar sermiş, Onun yolunu bekler. Pınarlar haykırıyor: "Sakın bırakma bizi! Çöller kızgın, akmak zor, Kum yutar hepimizi." Peki, der Dağ pınar'ı Toplayıp pınarları. Kabarır, coşar, taşar Yeni ülkeler aşar. Doğar geçtiği yerde Şehirler, mamureler Nakışlar mermerlerde, Alev uçlu kuleler. Bağlılarını taşır, Eteğin Rahman'a... Yürür, gider, karışır O ilahi Ummana..." GEOTHE 419 DERTLİ DOLAP Dolap niçin inilersin Derdim vardır inilerim İllallah Hu Hu Hu Ben Mevla'ya âşık oldum Onun için inilerim İllallah Hu Hu Hu Subhanallah Sultanallah Ya Muhyeddin şey'enlillah İllallah Hu Hu Hu Benim adım dertli dolap Suyum akar yalap yalap İllallah Hu Hu Hu Böyle emreylemiş Çalap Onun için inilerim İllallah Hu Hu Hu Subhanallah Sultanallah Ya Nureddin şey'enlillah İllallah Hu Hu Hu Âşık Yunus eder âhı Gözyaşı siler günahı İllallah Hu Hu Hu Hakk'a âşıkım billahi Onun için inilerim İllallah Hu Hu Hu Subhanallah Sultanallah Ya Cerrahi şey'enlillah İllallah Hu Hu Hu Yunus Emre 420 "Güllerin ve Gönüllerin Efendisi Resul-i Ekrem'e!..." EFENDİM Güzellik şahikası, nübüvvetin çerağı Yürek semalarının dalgalanan bayrağı Mazlumların gür sesi, acizler sığınağı Ruhuma ab-ı hayat sensin derman Efendim Tutuşan gönüllere kat’i ferman Efendim Güllerin en irisi, çöllerin rayihası Nesiller yetiştiren bahçelerin en hası Ezanlar yankılanır, silinir yürek pası Aşkına meftun kalbim, sana hayran Efendim Hakk’a varmayan vuslat bize hicran Efendim Kisra saraylarını dize getiren sendin Küfrün kalelerini yıktı mübarek bendin Gurbete veda edip aslî yurduna döndün Ahmedsin, Muhammedsin gül û reyhan Efendim Batıla kâbus oldun, Hakk’a burhan Efendim Gönül sermayesini gayri yükledik ata Çileyi azık ettik, yol verdik saltanata Sırtımızda ağır yük, revan olduk Sırat’a Biçare ümmetine şefkat ihsan Efendim Hüsnünü vasfetmede aciz lisan Efendim Bu gönül şehrimizin koca sultanı sensin İçimizi kavuran derdin dermanı sensin Ruhlara hayat veren aşkın ummanı sensin Mahbûb-i Hüda’sın sen cana canan Efendim İsmail’in olurum, bu can kurban Efendim Sararmaya yüz tutmuş gülşenime can düştü Hercaî yüreğime kor gibi sevdan düştü Bedenim sırılsıklam, düşüme figan düştü Seni düşünmeyen kalp yıkık, viran Efendim Didarına müştakım ruhum üryan Efendim Çatlayan yüreklere nur yağmurları yağdır İmana pusu kuran bu ne yüzsüz bir çağdır O Habib-i Kibriya gözümüzde bir dağdır Kâinat vecd içinde eder seyran Efendim Bulutlar kucak kucak sana giryân Efendim 421 Ayağının altında toprağın ben olsaydım Sayeban niyetine yaprağın ben olsaydım Tecellinle müşerref Nur Dağı’n ben olsaydım Azgın bir küheylandır, nefsim tuğyan Efendim Sana dair olmayan sözler ziyan Efendim Her bir yağmur damlası inci, gevher çöl için Bülbülün yakarması sevdiceği gül için Arşın cümle kapısı açılır Resûl için Gökler gözyaşı döker, ağlar cihan Efendim Hilkatin sebebi sen, nur-i Yezdan Efendim Efendim, halâskârım, gül-i ruhsâr rehberim O mübarek alnından iştiyakla öperim Nebiler ordusunda ben gönüllü askerim Sen yoksun ya âlemde yürek hazan Efendim Ümmetin akıbeti billâh hüsran Efendim Hicranın yüreğimi kavurdu Resulullah Külümüzü dağlara savurdu Resulullah Can evimi kasırga, sel vurdu Resulullah Hasretinle bin parça olsun bu can Efendim Zikrinden aciz diller bize düşman Efendim Dikenli bahçemizde hasret gülleri açar Meçhûle revan olup nice civanlar göçer Resuller sözde ölür, âleme ışık saçar Gidince garip kaldı cümle mekân Efendim Kalpler huzura erer senle her an Efendim Kokuna hasret kaldı insanlık gideli sen Gece gün intizara razıyım kapında ben Dünya cadı kazanı…Ey Resul nurunla dön!... Gönüllerin sultanı, tayy-ı mekân Efendim Girsen rüyalarıma olsan mihman Efendim Ne ağır zemheriler geçiriyor ümmetin Günah galerisinde öksüz kaldı sünnetin Müminin kokusuna şimdi hasret cennetin Bu ne garip asırdır ahir zaman Efendim Bizi bize bırakma, kayır aman Efendim M.NİHAT MALKOÇ 422 EFENDİME GİDİYORUM Aldım elime başımı Efendime gidiyorum Akıtarak gözyaşımı Efendime gidiyorum Ağlıyorum coşa coşa Dere tepe aşa aşa Hiç durmadan koşa koşa Efendime gidiyorum Hasretlik yaktı bağrımı İlaç dindirmez ağrımı Ele duyurup çağrımı Efendime gidiyorum İtikat etmem fallara Tahammülüm yok yıllara Gözyaşı döküp yollara Efendime gidiyorum Yollar uzun, günler kısa Çekmiyorum hiçbir tasa Sıcak kuma basa basa Efendime gidiyorum Dışım soğuk, içim volkan Görüşmeye var mı imkân Belalara olur kalkan Efendime gidiyorum Sular gelmiyor kurnama Hasretlik tüttü burnuma Taşlar bağlayıp karnıma Efendime gidiyorum Benlik putunu yıkmadan Basamak bile çıkmadan Rezil halime bakmadan Efendime gidiyorum. 423 KAN TUTAR Leblerimle emrine amadedir cânım benim Al da bir bûseyle öldür haydi cânânım benim Lâl olur birden dilim bilmem neden görsem seni Görmesem kalmaz karârım dinmez efgânım benim Hasta gönlüm çok zamandır iftirâkından harâb Olmadım bir lahza rahat geçti devrânım benim Mübtelâyım bir ümitsiz gizli derdin zehrine Bu sebepten her geçen gün düştü dermânım benim Yok teselliden nasîbim vermeyin zahmet bana Etmeyin bunca eziyet az mı hicrânım benim Kan tutar sen her bakışta kastedersen cânıma Yâremi sar melhem ol da akmasın kânım benim Arif Emre her ne etse râzıdır fermânına Sahibimsin hem efendim hem de sultânım benim Süleyman Arif EMRE 424 NAAT Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı! Mescit mü’min, minber mü’min... Taşardı kubbelerden Tekbîr, Dolardı kubbelere “âmin!” Ve mübarek geceler, dualarımız, Geri gelmeyen dualardı... Geceler, ki pırıl pırıl, Kandillerin yanardı. Kapına gelenler, yâ Muhammed, -Uzaktan, yakındanMü’min döndüler kapından! Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, İki dünyada aziz ümmet; Muhammed ümmetiydi. Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi... Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi... Nerde kaldın ey Resûl, Nerde kaldın ey Nebi? Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı... Ve bir gün ki gaflet Çöller kadardı, Halîme’nin kucağında Abdullah’ın yetimi Âmine’nin emaneti ağlardı. Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülüydün. Ümmetinin gözbebeği 425 Göklerin resulüydün... Elçi geldin, elçiler gönderdin... Ruhunu Allah’a, Elini ümmetine verdin. Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye Göçelim, yâ Muhammed? Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar “Ebu Leheb öldü” diyorlar. Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor! Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey Nebî, Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kâbe’ne siyahlar Yakışmamıştır, yâ Muhammed Bugünkü kadar! Haset gururla savaşta; Gurur, Kafdağı’nda derebeyi... Onu da yaralarlar kanadından, Gelse bir şefkat meleği... İyiliğin türbesine Türbedar oldu iyi. Vicdanlar sakat Çıkmadan yarına, İyilikler getir, güzellikler getir Âdemoğullarına! Şu gördüğün duvarlar ki Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir... Fethedemedik, yâ Muhammed, Senelerdir. Ne doğruluk, ne doğru; Ne iyilik, ne iyi... Bahçende en güzel dal, Unuttu yemiş vermeyi... 426 Günahın kursağında Haramların peteği! Bayram yaptı yapanlar; Semâve’yi boşaltıp Sâve’yi dolduranlar... Atını hendeklerden -bir atlayıştaAşırdı aşıranlar... Ağlasın Yesrib, Ağlasın Selmanlar! Gözleri perdeleyen toprak, Yüzlere serptiğin topraktı... Yere dökülmeyecekti, ey Nebî, Yabanların gözünde kalacaktı! Konsun -yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Ne oldu, ey bulut, Gölgelediğin başlar? Hatırında mı, ey yol, Bir aziz yolcuyla Aşarak dağlar, taşlar, Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar! Uçsuz bucaksız çöllerde, Yine, izler gelenlerin, Yollar gideceklerindir. Şu tekbir getiren mağara, Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir... Örümcek ne havada, Ne suda, ne yerdeydi; Hakkı göremeyen Gözlerdeydi! Şu kuytu cinlerin mi, Perilerin yurdu mu? Şu yuva -ki, bilinmezKuşları Hüdhüd müdür, Güvercin mi, kumru mu? Kuşlarını, bir sabah, Medine’ye uçurdu mu? Ey Abvâ’da yatan ölü, 427 Bahçende açtı dünyanın En güzel gülü; Hâtıran, uyusun çöllerin Ilık kumlarıyla örtülü! Dinleyene, hâlâ, Çöller ses verir; “Yaleyl!” susar, Uğultular gelir. Mersiye okur Uhud, Kaside söyler Bedir. Sen de bir hac günü, Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir; Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü Destan yap, ey şehir! Ebû Bekir’de nur, Osman’da nurlar... Kureyş uluları, karşılarında Meydan okuyan bir Ömer bulurlar; Ali’nin önünde kapılar açılır, Ali’nin önünde eğilir surlar, Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de Hakk’ın yiğitleri, şehit olurlar... Bir mutlu günde ki ölüm tatlıydı, Yerde kalmazdı ruh... Kanatlıydı. Konsun –yine- pervazlara güvercinler “Hû hû”lara karışsın âminler. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Vicdanlar, sakat çıkmadan, Yâ Muhammed, yarına; İyiliklerle gel, güzelliklerle gel Âdemoğullarına! Yüreklerden taşsın Yine, imanlar! Itrî, bestelesin Tekbir’ini; Evliyâ, okusun Kur’ân’lar! Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın Kayışzâde Osman’lar Na’tını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar! Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan’lar! Çarpılsın, hakikat niyetine Cenaze namazı kıldıranlar! 428 Gel, ey Muhammed, bahardır... Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır... Hacdan döner gibi gel; Mi’râc’dan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! Bulutlar kanat, rüzgâr kanat; Hızır kanad, Cibril kanad; Nisan kanad, bahar kanad; Âyetlerini ezbere bilen Yapraklar kanad... Açılsın göklerin kapıları, Açılsın perdeler, kat kat! Çöllere dökülsün yıldızlar; Dizilsin yollarına Yetimler, günahsızlar! Çöl gecelerinden, yanık Türküler yapan kızlar Sancağını saçlarıyla dokusun; Bilâl-i Habeşî sustuysa Ezânlarını Dâvûd okusun! Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Arif Nihat ASYA PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUKLARA YÜZ VASİYETİ 1- Besmelesiz başlanan her iş, hiç bir netice vermez. (MENAVİ) 2- Herhangi bir müşkül ve güçlüğe rastlarsan Allah'ın ismini an, Besmele çek; Bisimillâhirrahmânirrahîm ve lâ havle velâ kuvvete illâ billahilaliyyil azîm" cümlesini tekrarla. Allah seni her musibetten ve belâdan kurtarır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 3- "Elhamdü lillah = Allah'a hamdolsun" demek en büyük teşekkürdür. Bunu söylemeyen şükretmemiş olur. (MENAVİ) 4- İsteklerinin olmasını isteyen bana çokça salât ve selâm göndersin. (Zorlukların başarılması, rızık bolluğu ve isteğe ulaşmak için en iyi vesile salât ve selâmdır) (MENAVİ) 429 5- Allah bana salât ve selâm gönderenlere sırat köprüsünde bir nur verecektir. Böyle nur içinde olanların ise ateşte yanmayacakları aşikârdır.(CÂMİU’S-SAĞIYR) (Peygamberimize salavat şöyledir: Allahümme salli alâ sayyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) 430 6- İbadetini Allah'ı görür gibi terbiye ve saygı ile yap. Sen onu görmüyorsun amma... Muhakkak ki o seni görmektedir. (MENAVİ) 7- Sizden birisi Allah ite konuşmayı ve ona yakın olmayı seviyorsa, tam bir kalp sükûneti içinde Kur'an okusun. (MENAVİ) 8- Ümmetimin en makbul ibadeti Kur'an okumaktır. CÂMİU’S-SAĞIYR) 9- Kur'an baştan sona kadar okunulup bitirildiği (hatim edildiği) zaman derhal yapılan dua kabul olur.(MENAVİ) 10- Her gece "Yasin" okumaya devam eden bir kimse şehit olarak ölür. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 11- Bir kimse ana ve babasının yahut onlardan bir tanesinin cuma günü kabrini ziyaret edip "Yasin" okusa, büyük günahları affolunur. (MENAVİ) 12- Her gece "izâ vekaa" suresini okuyan bir kimse fakir olmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 13- Yatağa yatarken önce "1 Fatiha", sonra "3 İhlâs" surelerini okuyan bir kimse uykusunda ölümden başka her beladan korunmuş olur. (MENAVİ) 14- Hayırlı işlere ön ayak olan kimse o hayrı kendisi işlemiş gibi sevap kazanır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 15- Allah genç yaşında ibadet edenleri meleklerine göstererek sevincini ilan eder. (MENAVİ) 16- Cenâb-ı Hakk'a göre tövbekâr gençlerden sevgili bir şey yoktur. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 17- Ümmetimden, benim hadisimi (sözümü) taşıyan veya ezber eden kimseyi kıyamet gününde Cenab-ı Hak âlimler ve salihler arasında toplayacaktır. (MENAVİ) 18- Büyük bir zorluğa düştüğünüz zaman "Hasbünallahü ve ni'mel-vekil" zikrine devam ediniz. (CÂMİU’SSAĞIYR) 19- Bütün güzelliklerin başı Allah korkusudur. (Allah'tan korkan kimse kötülük yapamaz) (MENAVİ) 20- Dünya ahiretin tarlasıdır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) (Dünyada ne yaparsan yap ahirette karşına o çıkacaktır) 21- Fakir olmadığı halde dilenen kimsenin aldığı ve yediği şey ateştir. (MENAVİ) 22- Allah; rahatsız edici, aç gözlü dilencilere düşmandır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 23- Cennet anaların ayakları altındadır. (MENAVİ) 24- Allah'ın hoşnutluğu ve rızası ana ve babanın rızalarında; gazabı ise yine onların gazaplarındadır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 25- Bir kimse ana ve babasını üzecek bir iş yaparsa büyük bir günah işlemiş olur. (MENAVİ) 26- Ana ve babası ile Allah’ına itaat eden cennettedir. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 27- Ana ve babasına sevgi makamındadır. (MENAVİ) 28- Ana ve babasına hizmet ve itaat edenin ömrünü Cenab-ı Hak uzun ve mesut eyler. (CÂMİU’SSAĞIYR) 29- Ana ve babasına hem vücutça, hem de sözle iyilikte ve ihsanda bulunan, Allah için harbe gidenlerin edindiği ecri kazanır. (MENAVİ) 30- Ana ve babaya karşı ihsanda bulunmak ömrü uzatır, rızkı artırır. Onların hayır ve duaları her kazayı red ve tard eder. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 31- Şarap içmek puta ibadet etmek gibidir.(MENAVİ) 32- Sarhoşluk SAĞIYR) 33- Çoğu sarhoşluk veren (CÂMİU’S-SAĞIYR) 34- Bir kimse sarhoşluk verici bir şey içerse Allah onun kırk günlük namazını kabul etmez. (MENAVİ) veren her şey ile bakmak haramdır. şeyin azı da ibadet (CÂMİU’Sharamdır. 431 432 35- Bir Müslüman’ın diğer Müslüman ile konuşmayı terk etmesi (dargınlığı) kan dökmek gibidir. (CÂMİU’SSAĞIYR) 36- Bir müminin mümin kardeşi ile üç günden fazla küs durması helal olmaz. (MENAVİ) 37- Dişleri temizlemek güzel (CÂMİU’S-SAĞIYR) 38- Büyüklerinize hürmet için ayağa kalkınız. (MENAVİ) 39- Yaşı ilerlemiş iman sahibi bir ihtiyara ikramda ve saygıda bulunmak, Allah'ı tazim etmektir.(CÂMİU’SSAĞIYR) 40- Komşusu aç ve kendisi tok bulunan bir merhametsiz; tam bir iman sahibi değildir. (MENAVİ) 41- Sizin en SAĞIYR) 42- Allah diyor ki: "Sen doyur. Ben de seni doyurayım." (CÂMİU’S-SAĞIYR) 43- Bir iman sahibinin yiyip içtiğinden artanını yemek şifadır. (MENAVİ) 44- Acımayanlara acınmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 45- Hastalık zamanında sabretmek ve Allah'ın yardımını beklemek bir ibadettir. (MENAVİ) 46- Sana emanet bırakılan her şeyi sahibine iade et. Sana fenalık eden kimseye de fenalık etme. (CÂMİU’SSAĞIYR) 47- Boş sözlerden sükût edip susmak ibadetlerin en iyisidir. (MENAVİ) 48- Susmak iyi SAĞIYR) 49- Kendi iyiliğini arzu edenler dillerini tutsunlar. Yani az konuşsunlar. (MENAVİ) 50- Lüzumsuz sözleri ve lüzumsuz işleri terk etmek kişinin Müslümanlığının güzelliğine delalet eder. (MENAVİ) 51- Allahın birinci sevdiği iş; vakti gelir gelmez kılınan namazdır. İkincisi, ana ve babanın emirlerine itaat ile onlara karşı ihsanda bulunmaktır. Üçüncüsü de Allah rızası için ve karşılık beklemeden harbe gitmektir. (CÂMİU’S-SAĞIYR) iyiniz yemek ahlâkın söz söylemeyi yedirendir. birinci şartıdır. artırır. (CÂMİU’S- (CÂMİU’S- 52- Günahından dolayı tövbe eden kimse günah işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan tövbe eder, diğer taraftan günahını işlemekte devam ederse, Allah'la alay etmiş olur. (MENAVİ) 53- Hakkı olmadığı halde adam dövenler ve başkasının malını çalıp çırpanlar yahut bunun için emir ve işaret verenler bizden değildirler. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 54- Emrinde bulunan bir kimseyi haksız yere döven kimse kıyamet gününde hapis edilerek ceza görür. (MENAVİ) 55- Yalan, insanın yüzünü kara eder. (MENAVİ) 56- Bir defa yalan söyleyen üç kere melundur. (MENAVİ) 57- Haset etmekten çekininiz. Nasıl ateş odun yakıp bitiriyorsa haset de bir insanı öyle mahveder. (Haset; bir Müslüman’ın iyiliğini istememektir.) (CÂMİU’SSAĞIYR) 58- Kendini beğenmek; yetmiş senelik ibadeti giderir. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 59- Kendini küçük görmeyen dindar olamaz. (MENAVİ) 60- Fakir ve hastaları seviniz ve onların meclislerinde oturunuz. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 61- Her şey için bir anahtar vardır. Cennetin anahtarı ise yoksulları ve hastaları sevmektir. (MENAVİ) 62- Bir Müslüman’ı öldürmek kâfir olmak kadar günahtır. Ona sövüp saymak ise fenalığı mucip olur. Bir müminin de din kardeşi ile üç günden fazla kin ve dargın bulunması caiz olmaz. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 63- Sabah namazı ile güneş doğması arasındaki zaman rızkların dağıtılması vaktidir. Bu sırada uyumak rızkın bir kısmını kaybettirir. (CÂMİU'S-SAĞIYR) 64- Kendilerini kâfirlere benzetenler bizden değildirler. (MENAVİ) 65- Günah işleyen asi ve günahkâr arkadaşlardan uzak olunuz. Yoksa sizin de onlardan olduğunuz anlaşılır. (MENAVİ) 66- Benim kokumu almak isteyenler koklasınlar. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 67- Birbirinize karşılıklı yemek yediriniz. Ziyafet veriniz. Bu hal rızkın artmasına mucip olur. (MENAVİ) kırmızı gül 433 434 68- Cömert olunuz ki, Allah da size cömert davransın. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 69- Sol el ile yemek yemeyiniz. Bunu, şeytan yapar. (MENAVİ) 70- Birbirinize hediye veriniz. Hediyeler muhabbeti çoğaltır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 71- Kabirleri ziyaret ediniz. Bu suretle ahireti hatırlarsınız. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 72- Halkın en cimri olanı vermeyendir.(MENAVİ) 73- Bir kimse güle güle günah işlerse, ağlaya ağlaya cehenneme girecektir. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 74- Kahkaha ile gülmek şeytandan, tebessüm etmek ise Allah'tandır. (MENAVİ) 75- Namazı terk eden bir insan öldüğü zaman Allah'ı gazap ve hiddet halinde bulur. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 76- Sabah namazına devam edenin küçük günahları denizköpüğü kadar da çok olsa hepsi affolunur. (MENAVİ) 77- Bir farz namazını tam bir huşu içinde kılan bir kimse o namazın sonunda bir dua ederse o dua kabul olunur. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 78- Dua sırasında fazla yalvaran ve ısrar tekrarlayanları Allah sever. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 79- Cimri azapsız cennete giremez. (MENAVİ) 80- Zekât vermeyenlerin boynuna kıyamet gününde siyah bir yılanın halkası geçirilir. (MENAVİ) 81- Dini ve onun bilgisini tamamı ile öğrendikten sonra bilmeyenlere de öğretmek sadakaların en hayırlısıdır. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 82- Öğünmek ve gösteriş yapmak için âlim olmaya savaşanların yeri cehennemdir. Allah böylelerini cehenneme sokar. (MENAVİ) 83- Bir din kardeşinin ihtiyacına karşılık vererek onu tatmin eden kimsenin Allah da bütün dilek ve ihtiyaçlarına karşılık verir. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 84- Ümmetimin fakirleri; zenginlerinden evvel cennete girecektir. (MENAVİ) din kalpteki kardeşlerine yetmiş selam ile sene 85- Bir kimse aç bir mümini doyurursa Cenab-ı Hak da o kimseyi cennet meyveleri ile doyurur. (CÂMİU’SSAĞIYR) 86- Fakirlere ve zayıflara yardım merhamet eder.(MENAVİ) 87- Emanete hıyanet edenler tam mahrumdurlar. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 88- Allah'ın en çok sevdiği iş; küfürden, günahlardan uzak (MENAVİ) 89- Dünya işlerinde ve alış verişinde yahut dine ait işlerde olsun ümmetime hile yapan kimseye Allah lanet etsin. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 90- Bir din sahibine acı çektiren bana acı çektirmiş olur. Bana yapılan bu hareket ise Allah'a kadar gider. (MENAVİ) 91- Safi ipekten elbise giyen erkekler cennette ipek giyemezler. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 92- İçinde köpek veya resim olan eve rahmet melekleri giremezler.(MENAVİ) 93- Herkesten kuvvetli olmak isteyen güvensin. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 94- İnsanın amcası babası makamındadır. (MENAVİ) 95- Teyze anne makamındadır.(MENAVİ) 96- Çocuk olmayan evde bereket yoktur.(MENAVİ) 97- El ve ağız yakan sıcak yemekte bereket yoktur. (CÂMİU’S-SAĞIYR) 98- Su içerken bardağı ağzından ayır, sonra nefes al, yani bardağın içine nefes verme. (MENAVİ) 99- Utanmak imandandır.(MENAVİ) 100- Yazıklar olsun dinini öğrenmeyene, yazıklar olsun dinini öğrenip de yapmayana. (CÂMİU’S-SAĞIYR edenlere Allah bir da imandan yalandan, iftiradan, durup korunmaktır. kimse Allah'a 435