Kuruluş Yılları

advertisement
Kuruluş Yılları
Hedefler
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
1923-29 Kuruluş döneminde uygulanan iktisat politikalarını analiz etmek,
Lozan Barış anlaşması ve İzmir İktisat Kongresinin sonuçları tartışmak,
hedeflenmektedir.
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
İçindekiler
Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Ekonomik Gelişmeler [1923-1929]

Lozan Anlaşması ve Ekonomik Sonuçları

İzmir İktisat Kongresi

Sovyetler Birliği’nde Yeni Ekonomi Politikaları

Ekonomi Politikasını Yönlendirici Yeni Kurumların Gelişimi

Siyasal Gelişme: Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası

Üretim Sektörlerinin Gelişimi
3
Cumhuriyetin kuruluşu ile siyasî iktidarın oluşumu bakımından önceki
uygulamalardan tamamen farklı bir döneme girildi. Osmanlı aristokrasisinin yönetimden
uzaklaşmasını, devletin laik nitelik kazanmasını sağlayan köklü düzenlemeler yapıldı.
Ancak bu düzenlemeler, İktisadî bakımdan toplumun geçmişinden kopmasını sağlayan bir
etki doğurmadı. Siyasî ve İdarî yapıdaki yeni düzenlemelere, sosyal yapıdaki köklü
yeniliklere rağmen, 1923-1929 döneminde, II. Meşrutiyet döneminde oluşan "millî iktisat"
politikaları egemenliğini sürdürdü. Millî iktisat politikası, devletin desteğiyle yerli ve millî bir
burjuva yetiştirilmesini, kalkınma ve modernleşmenin temel mekanizması olarak görüyordu.
Ekonomik ve Siyasal Temel Gelişmeler
Cumhuriyet’in kuruluşunda genel ekonomi politikasının İktisat Kongresi’nde alınan
kararlar ve Lozan’da belirlenen sınırlamalar çerçevesinde kaldığı söylenebilir. Bu dönemde,
genellikle “liberal” bir ekonomi politikası izlendiği görüşü yaygın olmakla birlikte, bunu
klasik anlamda, devletin ekonomiye doğrudan karışmaması anlamında değil, diğer
dönemlerle karşılaştırıldığında ya da göreli olarak geçerli saymak daha doğru olur.
Gerçekten, sınaî ürünlerin ithalatı ve ticareti alanında kurulan tekeller, sanayiyi teşvik
girişimleri ve özellikle demiryolları başta olmak üzere yürütülen yaygın kamulaştırma
işlemleri, bu dönemde de hükümetin ekonomiye etkin bir biçimde karıştığını
göstermektedir. Dönemin iç ve dış koşulları ve yeniden düzenleme girişimleri düşünülürse
bu politikanın bir zorunluluk olduğu anlaşılır.
1.Lozan Anlaşması ve Ekonomik Sonuçları
Lozan’da üzerinde durulan ekonomiye ilişkin başlıca konular şunlardır: 1.
Kapitülasyonların kaldırılması, 2. Yabancılara verilen ayrıcalıklar sorunu, 3. Osmanlı
borçları, 4. Gümrük düzenlemeleri, 5. Savaş zararları, 6. Nüfus değişimi, 7. Musul sorunu
a. Kapitülasyonların kaldırılması ve Yabancı Şirketlerin Tasfiyesi
Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı Devleti kapitülasyonları tek yanlı olarak
kaldırdığını duyurmuştu. Lozan’da kapitülasyonlar uzun tartışmalardan sonra tümüyle
kaldırıldı. Yabancı uyruklu ortaklıklar ve kişiler, ülkenin yasalarına göre faaliyet gösterecek,
yasalar da yeniden düzenlenecek ve özellikle yargıç güvencesi sağlanacaktı.
Gümrük tarifeleri, Lozan’da en önemli tartışma konularından biriydi. Sonunda,
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1 Eylül 1916 tarifesinin beş yıl süreyle yürürlükte
kalması görüşünü benimsemek durumunda kaldı. Bunun sonucu olarak ithalat ve
ihracatta, bazı olağanüstü durumlar dışında herhangi bir düzenlemeye gidilemeyecekti. Bu
karar sınai üretimi bir süre daha gümrük korumasından mahrum bırakmıştır. Bu kısıtlayıcı
karar karşısında hükümet yerli sınai üretimi vergiden bağışık tutarak, prim ödeyerek ve
ucuz girdi temin ederek desteklemeye çalışmıştır.
Cumhuriyet hükümetleri bunlara çözümü, çıkardığı yasalarla bunları millileştirmek
ya da kamulaştırmak biçiminde üretti. 1924’te çıkarılan bir yasayla başlayan demiryolu
şirketlerinin kamulaştırılmasını, 1925’te Fransız kökenli Reji İdaresi’nin kamulaştırılması
izledi. 1929’da başlayan Büyük Ekonomik Bunalım ve onu izleyen II. Dünya Savaşı ise
bazılarının kendiliklerinden çekip gitmesine yol açtı. İmtiyazlı şirketler sorunu böylece
çözülmüş oldu.
Yabancılara tanınmış olan bir başka yetki de (kabotaj) hakkıydı ve Lozan’da
kaldırıldı. Türkiye’de deniz ulaşımı yetkisi yalnız Türk gemilerine tanındı. Bunun sonucu
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
olarak bir taraftan ulaşım olanaklarının yetersizliği taşıma ücretlerinin artışına yol açtı,
diğer taraftan da yabancı sermayenin ülkeyi terk edişi hızlandı.
Devletleştirme politikasının (millileştirmelerin) iki kısıtı vardı: (i) Mali ve (ii)
Teknolojik yeterliliğimiz. Gazi’nin ifade ettikleri üzere millileştirmeler maliye politikamızın bir
parçasıdır: Zira millileştirmeler, bütçe olanakları yani vergiler kısacası mükelleflerce
(milletçe) finanse edilecek; önemli bir Cumhuriyet politikası idi.
Millileştirmelerin ilk temel gerekçesi, kapitülasyonların (emperyalizm) milli/yerli
sanayiye karşı, yıkıcı rekabet unsuru olarak görülmesidir. İkincisi, yabancı sermayenin
siyasi himaye talep etmesi sonucunda, “düvel-i muazzamanın”(büyük devletlerin) müdahil
olması ile; bağımsız bir kalkınma politikası güdülememesidir. Üçüncüsü ise, bu yabancı
sermayenin, yerli siyaset adamlarını ve bürokrasiyi tıpkı Osmanlı dönemindeki gibi, ya satın
alması ve/veya yüksek maaşlı yönetim kurulu üyelikleri ile pasifize etmesidir.
Lozan Antlaşması, ithal mallan ile yerli mallara farklı oranlarda tüketim ve satış
vergisi uygulamasını engelliyordu. Bu nedenle devlet, kamu gelirlerini artırabilmek için
sadece kendi tekelinde olan malların fiyatlarını artırmak suretiyle yüksek vergiler
uygulayabiliyordu. Devlet bir bakıma, Lozan Antlaşması’na gümrük resimleri ve vergilerle
ilgili kısıtlayıcı hükümlerinden kurtulabilmek için, birçok malın üretimini ve ithalini tekeline
almıştı.
Ancak Cumhuriyet Yönetimi de; mali ve teknolojik takatimizi aşan alanlarda;
kalkınma amaçlı olarak, yabancı sermaye ile işbirliğine açıktı. Dönemin genel felsefesine
uygun olarak devlet tekelleri daha sonra yerli ve yabana özel şirketlere imtiyaz olarak
devredildi. Pek çoğunda üst düzey siyasî kadrolardan önemli kişilerin ortaklığının
bulunduğu bu imtiyazlı şirketler, devletin kendilerine sağlamış olduğu tekel imkânlarından
yararlanarak yüksek kârlar elde ettiler.
Kısacası, yabancı sermayeye karşı esnek bir tutum takınılmıştı. Örneğin, 1923’te
İstanbul tramvay, telefon, su, elektrik şirketleri ile Aydın demiryolunun yabancı sahipleri ile
yeni anlaşmalar imzalandı. 1925’te Osmanlı Bankasının Türkiye’de çalışma süresi uzatıldı.
Devlet tarafından sanayi işletmelerinin özelleştirilmesinde yabancılara yüzde 49 oranına
kadar katılma hakkı tanınıyordu.
Yabancı sermaye ve işletmeciliği ile ülke maliyesini yakından ilgilendiren bir konuda
tekellerin statüsü idi. İzmir iktisat Kongresi’nin önerisi yönünde Fransızların elinde olan
Tütün Rejisi ilk yıllarda devlet tarafından satın alınmıştı. Fakat aynı sırada kibrit
(Amerikan), alkollü içkiler (Polonya), barut ve ateşli silahlarda (Fransız), Petrol (Amerikan)
şirketlerine vb. tekel imtiyazları verilmeye devam edildi.
Bu imtiyazların verilmesine devamın nedenleri: Birincisi, “mali ve fenni”
kısıtlamalardır. Örneğin Merkez Bankası’nın açılması için gerekli döviz rezervi bir Amerikan
Şirketine kibrit tekelinin verilmesi karşılığında 10 milyon $’lık kredi temini ile mümkün
olabilmişti. İkincisi ise, teknolojik gerilik ve sermaye kıtlığı yanında bu tür yurt çapında
faaliyet gösterecek işletmeleri örgütleyip (kurup), işletecek, teşebbüs faktörlerinden de
mahrumduk. Varolan sermaye ve teşebbüs faktörü de; Milli Mücadele’den sonra büyük
ölçüde azınlıklar ve Levantenler ile birlikte, ülkeyi terk etmişti.
b. Nüfus Mübadelesi ve Ekonomik Sonuçları
Nüfus değişimi, Türkiye ve Yunanistan arasında önemli bir sorun oldu. Anlaşmaya
göre 10 Ekim 1918’de, İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler
dışında kalan Rumlar Türkiye’yi, Türkler de Yunanistan’ı terk edeceklerdi. Sonuçta 1 milyon
300 bin dolayında Rum Yunanistan’a, 400 bin Türk de Türkiye’ye göç etti. Giden Rumlar ile
5
gelen Türklerin meslek ve işkolları arasındaki uyumsuzluk, Anadolu’daki üretim yapısı
üzerinde de olumsuz etki yapmıştır. Gelen Türklerin çoğu köylü iken, kaçan Rum ve
Ermenilerin çoğu esnaf ve sanatkârdı. Bu durum, kentli nüfusun azalmasına; ekonominin
nitelikli işgücü sorunuyla karşılaşmasına neden oldu. Neticede ekonomik açıdan mübadele,
kısa dönemde olumsuz etki yapsa bile, uzun dönemde Anadolu topraklarının Türkleşmesini
sağlayarak ulus devletin oluşturulması açısından olumlu bir gelişme sayılabilir.
2.İzmir İktisat Kongresi
1923 yılı Şubat ayında İzmir İktisat Kongresi toplandı. İktisat Vekili Mahmut Esad
Bozkurt'un meslekî temsil esasına göre örgütlediği kongreye, Kazım Karabekir başkanlık
etti. Mustafa Kemal'in açış konuşması ile başlayan kongrede rejimin karşılaşabileceği
iktisat politikası soruları İzmir iktisat Kongresi'nde kabul edilen iktisat Cumhuriyetin
başında egemen olan iktisat görüşlerini temsil etmesi bakımından önemlidir.
İktisat Kongresi’nin başlıca iki amaçla toplandığı söylenebilir. Birincisi, tüccar, çiftçi,
sanayici ve işçi kesimlerinin kendilerine özgü sorun ve isteklerini bir bütünlük içinde
belirlemek; bu isteklerin siyasal yönetim tarafından bilinmesini sağlamak. İkincisi de,
yabancı sermaye çevrelerine ekonominin gelecekte alacağı biçimi ya da niteliği açıklamak.
Bir başka açıdan bakıldığında, kongre ile yönetici kadronun iç ve dış sermaye kesimlerine
güvence vermek istediği sonucuna varılabilir.
1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi 4 Mart 1923’te sona erdi. Toplam
1135 kişinin katıldığı kongrede her ilçeyi, mesleki temsil anlayışına göre bir tüccar,
sanayici, zanaatkar, amele, şirket, banka ve üç çiftçi temsilcisi olmak üzere toplam sekiz
kişiden oluşan heyetler temsil etti. Kongrede toplumun her sınıfı yeni devletten beklenti ve
taleplerini dile getirmişlerdir. Tüccarlar ticaret sisteminin ve hukukunun yeniden
düzenlenmesini; çiftçiler aşarın ve tütün tekelinin (Reji) kaldırılmasını; sanayiciler dış
rekabetten korunmalarını ve işçiler çalışma sürelerinin 8 saatle sınırlanmasını, iş
güvencesini ve 1 Mayıs’ın işçi bayramı ilan edilmesi gibi kendi sınıflarının beklenti ve
çıkarlarını temsil eden talepler üzerinden tartışmış ve mutabakat aramışlardır. Meslek
grupları ve kurumlar adına görüş ve beklentilerin dile getirildiği kongrenin sonunda on iki
maddeden oluşan, üzerinde bütün kesimlerin mutabık kaldığı ve “Misak-ı İktisadi Esasları
(Ekonomik Anlaşmanın İlkeleri)” başlığı altında yayınlanan bir bildiri kamuoyuna
duyuruldu.
İktisadi Misak ile ilgili en önemli kararlar şunlardır:
[a] Yerli üretim teşvik edilmeli ve lüks ithalattan kaçınılmalıdır.
[b] Girişim ve çalışma özgürlüğü esastır, fakat tekelciliğe izin verilmemelidir.
[c] Ekonomik kalkınmamıza katkısı olmak ve kanunlarımıza uymak kaydı ile yabancı
sermayeye izin verilecektir.
Bu kararlardan ilki korumacı ve ithal ikameci bir sanayileşme politikası isteğinin
ifadesidir. Bu istek 1920’li yılların ikinci yarısından itibaren uygulamaya geçirilmiştir.
1929’dan sonra etkili gümrük korumacılığı başlatılmıştır. İkinci karar, tüccar ve
sanayicilerin ve çiftçilerin yabancı sermaye tarafından oluşturulan tekellerin (özellikle tütün
tekelinin) kaldırılması ve bundan sonra tekel kurulmaması yönündeki isteklerini
yansıtmaktadır. Üçüncü karar, yeni Devletin Kapitalist Batı ile bağlarını koparmak
istemediğini göstermektedir. Fakat siyasi ve iktisadi kararların alınmasında bundan sonra
yabancılara söz hakkı tanınmayacaktır. Kongrede yabancılarla iktisadi ilişkilerin
yürütülmesinde gayri müslim azınlıkların devreden çıkarılması, bu ilişkilerin Müslüman
Türk tüccar ve sanayiciler tarafından gerçekleştirilmesi isteği dile getirilmiştir.
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
3.Sovyetler Birliği’nde Yeni Ekonomi Politikaları (NEP)
1923-1929 yıllarında uygulanan iktisat politikalarının şekillenmesinde Türkiye
açısından, dünya ekonomisine damgasını vuran olaylar; SSCB’deki Ekim Devrimi’nin önce
NEP (devlet kapitalizmi- devlet güdümündeki piyasa ekonomisi) denemesi ve sonrasında
1927 Planı yani planlı ekonomiye geçişidir.
SSCB’de 1921-1927 arasında uygulanan ve Lenin tarafından yürürlüğe konulan; İç
Savaş sonrası yaşanan kıtlıkla mücadele için geliştirilmiş geçici ve devlet güdümündeki
karma ekonomik sistem NEP (Yeni Ekonomi Politikaları) olarak adlandırıldı. NEP’te
bankalar, büyük sınai kuruluşlar ile dış ticaret devlet kontrolünde olacak ancak, tarımda ve
sanayide küçük üreticilik, piyasa ekonomisi koşullarında örgütleneceklerdi.
Türkiye ekonomisi, bu dönemde iktisadi açıdan, Sovyet Ekonomisi’nin etkisinde
kaldığı söylenebilir. Sovyetlerle Milli Mücadele sırasında aldığımız yardım veya dayanışma ve
emperyalizme karşı mücadele dolayısıyla iki devrimci hükümetin doğal ittifakı, Cumhuriyet
döneminde özellikle ekonomi alanında devam etmiştir. Ruslar, Savaş dönemindeki bu
ekonomik işbirliğini bir iktisadi yardım anlaşmasına bağlayarak devletçiliğe geçişimizi de
sağladılar. Devletçilik öncesi uygulanan, devlet güdümlü piyasa ekonomisi, Sovyetlerin
uyguladığı NEP’ten/ devlet kapitalizminden pek farklı bir şey değildi. Emperyalizme karşı
mücadele veren bir milli kurtuluş hareketi olarak, Ekim Devriminden başka kalkınmak için
örnek alabileceğimiz bir ülke de yoktu.
Nitekim ileride 1927 yılında Sovyetler, başarısız olan NEP’ten, Merkezi Plan’a
geçince; dünya üzerinde onları ilk izleyen ekonomi, beş yıl gecikme ile yine Türkiye olacak ve
adına devletçilik denilecektir. Zaten Lozan sonrasında bile Batı ile aramızdaki ihtilaflar;
Düyunu Umumiye, Musul ve Boğazlar sorunları çözülmeden kaldığından, Sovyetler’den
başka; iktisadi yardım alabileceğimiz veya uyarlayarak da olsa taklit edebileceğimiz mevcut
bir model de yoktu: Dahası ekonomi, Ankara hükümetine biraz yabancı ve bilinmeyen bir
konu idi. Örneğin İktisat Kongresi sırasında; fikirleri ile yol gösteren Z.Gökalp bir sosyolog,
İktisat Vekili M.Esat Bozkurt hukukçu ve Kongre Başkanı Kazım Karabekir ise askerdi.
4. Ekonomi Politikasını Yönlendirici Yeni Kurumların Gelişimi
Ülke ekonomisinin yalnızca piyasa güçlerinin yönlendirmesine bırakılmayıp, ulusal
çıkarlara göre yönlendirilmesi, başka bir deyişle ciddi bir ekonomik politika uygulanması
belirli bir örgütlenmeye gidildi. Bu örgütlenmede, politika kararlarını geliştirecek bir kurum,
gerekli bilgileri toplayacak bir bilgi sistemi, verilecek kararlardan etkilenecek gurupların
kararları etkileme kanallarının kurulmasına çalışıldı. 1925 - 1928 döneminde yeniden
düzenlenen Ticaret Sanayi Odaları ve yeniden kurulan Âli İktisat Meclisi, İstatistik Umum
Müdürlüğü, Ekonomi Bakanlığı, ekonominin yönlendirilmesi için gerekli kurumlar
oluşturuldu.[Tekeli ve İlhan, 2009:57]
[a] İktisat Vekaleti
Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan ilk hükümette Hasan Saka İktisat Bakanı
olarak görev almıştır. 1924 yılının başında İktisat Vekaleti’nin görevleri Ticaret ve Ziraat
vekaletlerine ayrılmıştır. Bu durum 1928 yılı başına kadar sürmüş ve devletçi iktisat
politikasının uygulanmaya başlanmasından kısa bir süre önce yeniden İktisat Bakanlığı
kurulmuştur. Ağırlıklı olarak devletçi politikayı uygulayan bakanlığı 1950’ye kadar Mustafa
Rahmi Köken yönetmiştir.
[b] Al-i İktisat Meclisi
7
Âli İktisat Meclisi; 19. yy başlarında Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde görülen,
çeşitli baskı gruplarının yer aldığı ve iktisat politikasının şekillenmesi amacıyla
oluşturulmuş yardımcı bir kuruluştur. Âlî Meclis kanun tasarısının 24 Mart 1927 tarihli
gerekçesinde; Âlî İktisat Meclis’in kurulmasına neden gerek görüldüğü açıklanmıştır.
Gerekçeye göre, Birinci Dünya Savaşı’na katılan bütün ülkeler, savaş bitiminden sonra
azalan üretim güçlerini, kaynaklarını ve araçlarını; yeni oluşan koşullarda düzenlemek için,
iktisat şuraları oluşturmuşlardır. Bu amaç doğrultusunda, Türkiye’de de ülkenin genel
iktisadi gelişimini inceleyerek hızla ilerlemesini sağlamak amacıyla alanında uzman
kişilerden oluşan bir kurul oluşturulması zorunlu görülmüştür.
Âlî Meclis, Avrupa’daki örneklerinden farklı olarak, sınıfsal çıkar çatışmalarını
uzlaştırmanın dışında özel kesimin bazı isteklerinin hükümete ulaştırılmasında aracı rolü
üstlenmiştir. Daha çok araştırmaya dönük olması nedeniyle tutucu ve pasif bir kurum
olarak kaldı.
Âli Meclis’e yerine getirmesi beklenen şu görevler verilmiştir:
1. Hükümetçe hazırlanacak iktisadi kanun ve tüzük tasarıları hakkında görüş
bildirmek;
2. İktisadi mevzuatta gerekli görülen değişiklikleri gerekçeli teklifler halinde
hükümete sunmak;
3. İktisadi ihtiyaçlarımız hakkında araştırmalar yapmak;
4. Dünyadaki değişik iktisat akımlarını inceleyerek bunların Türk ekonomisi ile
ilgilerini ve Türkiye’ye etki derecelerini araştırmak
5. Siyasal Gelişme: Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası
Halk Fırkası, Cumhuriyet’in ilân edilme şekline karşı çıkmış olan Hüseyin Rauf’un
önderliğindeki oldukça küçük ılımlılar grubuna yönelik baskıyı artırdı. Halk Fırkası
içerisinde süren muhalefet git gide daha güçlenmiş ve yaz sonlarında, azınlığın ayrı bir
muhalefet partisi kurmaktan başka bir seçeneği kalmadığı belli olmuştu. Hükümetin,
Yunanistan’dan gelen Müslümanları, Rumların terk etmek zorunda kaldıkları
taşınmazlarına yerleştirme şekline dair bir tartışma, bölünmenin kesinleşmesine neden
oldu. Meclisteki hararetli bir tartışmanın ardından ismet Paşa güvenoyu isteyip de kolayca
kazanınca, Hüseyin Rauf Bey’in çevresindeki 32 milletvekili partiden ayrıldı ve 17 Kasım’da
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Bu yeni partinin “Cumhuriyet” sıfatını
kullanacağı söylentisi, Halk Fırkası isminin “Cumhuriyet Halk Fırkası” olarak
değiştirilmesine yol açtı. Yeni parti, beyannamesini ve programını yayınladığında, Batı
Avrupa’ya has liberal nitelikte bir parti olduğu belli oldu. Çoğunluk partisi gibi laik ve
milliyetçi politikalardan yanaydı, ancak onun köktenci, merkeziyetçi ve otoriter eğilimlerine
açıkça karşı çıkıyordu. Bunun yerine, adem-i merkeziyetçiliği, güçler ayrımını ve devrimci
değişimden çok evrimci değişimi savunuyordu. Dış borçlanmayı gerekli sayan daha liberal
bir ekonomi politikasına da sahipti.[Zürcher, 2010:250]
Şubat 1925’de Şeyh Sait isyanı başladı ve aynı gün Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda,
dinin siyasete alet edilmesinin vatana ihanet suçları arasına dahil eden bir değişiklik
yapıldı. Halk Fırkası’nın baskıların artması sonucunda Başvekil Fethi Bey Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası önderlerinden kendi iradeleriyle dağılmalarını istedi. Onlar bunu
reddetti ve bir süre sonra Fethi Bey Mustafa Kemal’in daha sıkı önlemler alınmasını isteyen
katı çizgidekilerden yana çıkması üzerine Cumhuriyet Halk Fırkası grubundaki güven
oylamasını kaybetti. İstifa etti ve ertesi gün İsmet İnönü başvekil oldu. Onun ilk işi Takriri
Sükûn Kanunu’nu meclisten geçirmek oldu. Bu yasa iki yıllık bir süre için hükümete, kamu
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
düzeninin bozulmasına yol açtığına karar verdiği bütün örgüt ve ya da yayınları idari
tedbirlerle yasaklama yetkisi vermekteydi. Şeyh Sait isyanının bastırılmasının ardından,
İstiklal Mahkemesi’nin tavsiyesi üzerine, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 3 Haziran’da
hükümet tarafından kapatıldı. Mahkemeye göre, parti üyeleri isyanı desteklemiş ve siyasal
amaçlar uğruna dini istismar etmeye çalışmışlardı. Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet
partisinin hayatı böylece sona ermiş olur. Daha sonra Atatürk'e düzenlenen İzmir Suikastı
olayında eski Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tüm üyeleri tutuklandı ve yargılandılar.
[Zürcher, 2010:255-258]
D. Üretim Sektörlerinin Gelişimi
1. Tarım
Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonominin yeniden inşa edilmesinin ana sürükleyici
sektörü tarımdır. Cumhuriyet Hükümeti Türkiye ekonomisi için tarımın ne derece önemli
olduğunu da kavramış gözüküyordu. Tarım, nüfusun % 80’ini barındırıyordu. Bu nüfusun
yaşam düzeyinin geliştirilmesi tarımın desteklenmesine bağlıydı. Sanayinin gelişmesi için
gerekli sermaye, döviz ve işgücünü sağlayacak tek sektör tarım idi. Sanayi ancak tarımda
yaşayanların satın alma güçlerinin yükseltilmesi ve iç piyasanın genişlemesi ile gelişebilirdi.
Türkiye’de o dönemde kurulacak sanayinin yerli hammaddeyi işleyerek temel tüketimi
karşılamaya dönük olması zorunluydu. Kısaca, Cumhuriyetin ilk yılları Türkiye’de
sanayinin gelişmesi için tarımı desteklemek kaçınılmazdı.
Savaştan sonra Anadolu'nun erkek nüfusunun yeniden toprağına dönmesi ile
başlıca tarım ürünlerinde kısa dönemde savaş öncesi üretim hacmine ulaşıldı. Tarımda
gelişmeyi sağlayan emeğin üretime dönmesi, küçük sanayi alanında da olumlu etkiler
doğurdu.
Dönemin, sektörler arasında gelir aktarımını amaçlayan en önemli İktisadî
kararlarından biri de 1925 yılında aşar vergisinin kaldırılmasıdır. 1924 yılında aşar vergisi
bütçe gelirlerinin % 22'sini karşılıyordu.
Aşar’ın sakıncaları üç noktada toplanıyordu:[a] Toprağın gayri safi iradı üzerine
salınması [b] iltizam usulü ile tahsili [c] ve sadece köylülerden (Türk’ler den) tahsilidir.
Dolayısıyla vergi yükünün ve askerlik hizmetinin ağırlığının Türk unsurunun
aleyhinde olması, dönemin ekonomik milliyetçilik politikasına ters düşüyordu. Hükümet bu
gelir kaybını arazi vergisi koyarak, tekeller kurarak, harç ve resimlerin oranını yükselterek
karşılamaya çalışmıştır. Aşarın kaldırılması ile köylü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi
amaçlanmıştır. Vergi yükü toprak sahiplerine ve tekel maddelerini daha çok tüketen şehirli
nüfusa kaydırılmıştır.
2. Sanayi
Kemalist kadronun iktisadi gelişmeden anladığı sanayileşme idi. Dolayısıyla, ana
hedeflerinden biri sanayileşme idi. Ekonominin tüm kesimlerine önem verilecekti. Fakat
sanayileşme
olmadan
iktisadi
gelişmenin
gerçekleştirilemeyeceği
anlaşılmıştı.
İmparatorluğun son döneminde yaşanan iktisadi dramın anıları taze idi. Dünya
piyasalarında tarımsal ve madensel hammaddeler ihraç ederek sınaî mallar ithal eden bir
ülkenin nasıl sömürüldüğü çok iyi anlaşılmıştı.
Savaş döneninde, zaten güçsüz olan fabrika üretimi hammadde tıkanıklığı yüzünden
sarsılmış, küçük sanayi ve el sanatları ise yetişkin erkek çalışanım cepheye gönderdiği için
9
gerilemişti. Sanayideki bu gerilemenin tarımdakinden daha zor telafi edildiği ve sanayi
üretiminde savaş öncesi kapasiteye ancak 1927 yılında ulaşıldığı kabul edilmektedir.
Cumhuriyet’in ilk on yılında sınaî gelişmenin sağlanması için 1923 İktisat
Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda önlemler alındı. Alınan önlemlerden en
önemlileri Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması (1925) ve Sanayii Teşvik Yasası’nın
(1927) çıkarılmasıdır. Bunlara ek olarak ihracata yönelecek sanayilerin ithalat girdilerinin
vergiden bağışlanması, esnaf ve sanatkârların örgütlenmesiyle ilgili yeni düzenlemeler
sayılabilir. Denilebilir ki, siyasal bağımsızlığın kazanıldığı ve iç güvencenin sağlandığı bir
ortamda bu düzenlemeler özel kesim aracılığıyla olabildiğince sanayileşmeyi öngörmekteydi.
Yerli sanayinin dış rekabet karşısında korunması, 1929’da gümrük saptama serbestîsinin
kazanılmasıyla sağlanabildi.
Sanayi ve Maadin Bankası’nın kuruluş amacı, Osmanlı Devletinden devralınan
devlete ait bazı sanayi kuruluşlarını özel sektöre devredinceye kadar işletecek ve yeni
kurulacak sanayi ve madencilik kuruluşlarına kredi açacaktı. Amacına uygun her türlü
bankacılık
işleri
ile
uğraşacaktı.
Banka
başarılı
olamamış
ve
amaçlarını
gerçekleştirememiştir. Bu dönemde devlete ait hiç bir sınaî kuruluş özel sektöre
devredilmemiştir. Banka tüm kaynaklarını yönettiği veya yönetimine katıldığı kuruluşların
finansmanında kullandığı için başka sanayi ve madencilik kuruluşlarına kredi açamamıştır.
Sanayi ve Maden Bankasının sanayi işletmeciliği ile ilgili faaliyetleri 1932 yılında Devlet
Sanayi Ofisine devredilmiştir. Banka sadece sanayiye kredi vermek üzere görevlendirilmiş ve
Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası adını almıştır. Bir yıl sonra da her iki kuruluşun görevleri
Sümerbank’a devredilmiştir.
Sanayii Teşvik Yasası (1927), 1913 tarihli aynı adlı yasanın kapsamının
genişletilmesine yönelikti. Yasaya göre, teşvik önlemlerinden yararlanacak girişimler
kullandıkları beygir gücü, çalışan kişi sayısı ve yıllık çalışma süresi ölçütlerine göre dört
gruba ayrılmaktaydı.
Özendirme önlemlerinin ve bağışıklıkların en önemlileri şunlardır:
a) Uygun görülen girişimlere 10 hektara kadar karşılıksız arazi verilmesi,
b) Kazanç ve gümrük vergilerinden ve harçlardan bağışıklık,
c) Haberleşme (telefon ve telgraf) bağlantılarının ve motor gücünün hükümetçe,
karşılıksız sağlanması,
d) Girişimin kuruluşunda yurtdışından sağlanan araç ve gereçlerin devletin elindeki
demir ve denizyollarında yüzde 30 indirimli olarak taşınması,
e) Yıllık üretimin yüzde 10’una ulaşan hükümet desteği,
f) Kamu kesiminin (yerel yönetimler dahil) ve bu yasadan yararlanan kuruluşların,
teşvik gören girişimin üretimi nicel ve nitel olarak yeterli ise ve fiyatı yüzde l0’dan fazla
değilse, ithalat malları yerine bu malların satın alınması zorunluluğu,
g) Bir kısım kamusal tekel maddelerinin bu kuruluşlara indirimli olarak satılması.
Yasanın önemli hükümlerinden biri de özendirilen girişimlerde kural olarak
Türklerin çalıştırılması gerektiği ve yalnız yönetici ve muhasebecilerin yabancı uyruklu
olabileceği; nitelikli işgücü gerektiği durumlarda ülke dışından, kısa süreli ve Türklere aynı
işi öğretmek koşulu ile yabancı işçi getirilebileceğiydi.
Dönem süresince sanayinin, tarım ürünlerini işleme, madencilik ve dokuma
alanında yoğunlaştığı ve bu niteliği ile sanayileşmenin ilk aşamasında olduğu, söylenebilir.
0
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
Sınaî üretimin, çevirici güç bakımından büyük ölçüde organik enerjiye dayandığı; işyeri
başına çalışan kişi ortalamasının çok düşük olduğu, daha doğrusu, sanayinin çok ilkel
teknoloji ile çalıştığı sonucuna varılabilir.
Sınaî üretim, temel tüketim gereksinmelerini karşılamaktan uzaktır. Örneğin yerli
şeker üretimi toplam tüketimin yüzde 14,5 gibi bir kısmını karşılamakta; yüzde 85,4’ü
ithalatla karşılanmaktadır. Benzer bir durum diğer temel tüketim malları için geçerlidir.
Dokuma ve giyim ithalatı, toplam ithalatın, 1928’de yüzde 41,48 ile en yüksek kısmını
oluşturmuştur.
Temel tüketim gereksinmelerinin çok büyük bir bölümünün ithalatla karşılanması,
ithalat yerine yerli üretim (ithal ikameci sanayileşme) politikası doğrultusunda görüşler
oluşturulmasına yol açmıştır. Daha sonra ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi bu süreçte
siyasal bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması görüşü etkili olmuştur.
Hükümet ülkenin önemli temel ihtiyaçlarından biri olan şeker üretimini artırmak ve
iç tüketimi yerli üretimle karşılamak amacıyla 1925 yılında şeker fabrikalarının kurulması
ile ilgili bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunla yeni kurulacak şeker fabrikaları teşvik edilmek
istenmiş ve bir dizi ayrıcalıklar getirilmiştir. Bu kanunla, pancar üretimi yapılan arazinin 10
yıl süre ile arazi vergisinden fabrika için yapılan her türlü taşınmazın nakliye vergisinin üçte
birinden, fabrika personelinin 10 yıl süreyle kazanç vergisinden ve üretilen şekerin 8 yıl
süre tüketim vergisinden bağışık tutulması sağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde geniş
teşvik tedbirleri ile geliştirilmeye çalışılan ilk sınaî alt-sektör şeker üretimidir. Şeker
üretiminin öncelikle seçilmesi rastlantı değildir. Bu dönemde Türkiye’nin kurabileceği sınaî
tesisler temel tüketim malları üreten, piyasası hazır olan, hammaddesi ülke içinde temin
edilen kuruluşlar olabilirdi. Bu dönemde yerli şeker üretimi iç tüketimin ancak % 14’ünü
karşılıyordu. Şeker üretiminde ithal ikamesine gitmekten daha rasyonel bir politika
düşünülemezdi. Bu uygulama aynı zamanda tarım ve ulaştırma sektörlerini de
canlandıracaktı.
Fakat 1920’li yıllardaki şeker tekeli, üretimi, ithalatı ve fiyatı yeni Türkiye
ekonomisinde uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar mebuslarla iş
adamlarının 1925'te ortaklaşa kurdukları Şeker Şirketi ile başladı. Kurucular Şakir Kesebir,
Edirne Mebusu Faik Öztrak, Bilecik Mebusu İbrahim Çolak ve 'Şeker Kralı' Hayri İpar'ın
yönetiminde dört tüccardan oluşuyordu. . Bu ortaklık İş Bankasını ve Ziraat Bankasını
kendi bünyesine aldıktan sonra şeker ithalatını ele geçirmiştir, iş Bankasının nüfuzundan
ve grubundan yararlanarak şeker fabrikalarının üretimi düşük tutulmuş, ithal malı şekerler
tekelden satılarak astronomik kazançlar sağlanmıştır.
Şeker fiyatlarının yüksekliği nedeniyle halkın şikayetleri, şeker ithalatından özel
tekel ortaklarının elde ettikleri kazançlar, bu sanayinin yüzde 400 gümrük korumasına
rağmen zarar ve iflas etmesi ve bunun yükünün devlete yüklenmesi büyük tepkilere yol
açmıştı.
3.Hizmet Sektörü
[a] Bankacılık
1924 yılında, Türkiye İktisat Kongresinde alınan karar doğrultusunda, yarı resmi
özellik taşıyan İş Bankası kurulmuştur. İş Bankası, özel sermayeli ilk Türk mali kuruluşu
sayılmaktadır. Bankanın görevi gayrimenkul alım—satımı dışında, her türlü sınai, ticari
işlerle bizzat uğraşmak ve bu alanlarda çalışan kuruluşlara kredi açmak olarak
belirlenmiştir. İş Bankası klasik anlamda bir kredi bankası değil, adının da ifade ettiği gibi
bir iş bankasıdır.
11
İş Bankası’nın kuruluşu, İzmir İktisat Kongresi’nin bir milli bankasının kurulması
kararına paralel bir gelişme olmakla birlikte; sermayesinin Atatürk tarafından sağlanması,
affaireistler ve İtibar-ı Milli Bankası’nın (İMB) devir alınması nedenleriyle ayrıca önem arz
etmektedir.
1924 yılında Türkiye’de bazı yabancı bankalar ve Osmanlı Bankası ile İtibar-ı Milli
Bankası (İMB) bulunmaktaydı: Osmanlı, ekonominin borç batağına sürüklenilmesinin
sorumlusu görülen Osmanlı Bankası'na alternatif olarak 1917'de İttihat Terakki 4 milyon
lira sermayeyle İtibar-ı Milli Bankası adıyla bir banka kurdu. İtibar-ı Milli Bankası, İttihat
ve Terakki Fırkasınca kurulan banka idi. İş Bankası’nın kuruluşundan İTF’nin ekonomideki
tabanını tasfiye etmek veya onun ekonomik rolünü ele geçirmek gibi kaygıdan hareket
edildiğini ve bu çevrenin içinden gelen bir genel müdürün (C. Bayar) seçimi ile;
siyasette/bankacılıkta/ekonomide İTF’nin varlığının silinmesi gibi, bir siyasal kararın
varlığına da işaret etmek gerekir. İTF Davası denilen Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kararı
ile; İTF kapatılıp lider kadrosu tasfiye edildikten sonra, 1927 yılında sermayesi 4.000.000 TL
olan ve İTF’nın, Donanma Cemiyeti gibi yan kuruluşlarının, kurucu ortakları arasında
bulunduğu İtibar-ı Milli Bankası’nın, Genel Kurulu’nca, İş Bankası’na devri kararlaştırıldı.
İş Bankası’na devir edilen İMB’nin hisseleri, Hazine’ye geçmiştir.
Siyasî kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde 1924 yılında kurulan İş
Bankası özel bir önem taşımaktadır. Celâl Bayar'ın yönetimine verilen bu özel statülü devlet
bankası, dönem boyunca yerli ve yabancı sermaye ile siyasî iktidar arasındaki
bütünleşmede aktif bir rol oynadı. İş Bankası, İktisadî kararların iş çevrelerinin istekleri
doğrultusunda yönlendirilmesinde etkili bir baskı gücü oluşturdu. Bu baskı grubunda
bankayı temsil eden politikacılara ve nüfuzlu kişilere, Fransızca “çıkarcı” anlamında
“aferistler” denildi.
Kuruluş modeli göz önünde tutulduğunda, nasıl İtibar-ı Milli Bankası (İMB) İTF’nın
bankası ise; İş Bankası’nın da Gazi’nin ve/veya CHP’nin bankası olduğunu söylemek de
mümkündür. İşte kuruluş misyonu ve kurucuları dolayısıyla İş Bankası, tabiatından gelen
ve bankacılığın ötesinde sonuçlara yol açan bir milli kurum olmuştur. Nitekim bankanın
kuruluşundaki kabul edilen ilk iki ilke:(i) Sermayenin tamamı milli (ii) memurların tamamı
‘Türk’ olacaktır” şeklindeki formülasyon, İŞ Bankası’nın milli bir kurum olma iradesini
ortaya koyar.
[b] Altyapı ve Ulaşım
Cumhuriyet döneminin başında ulaşım politikasının esasını demiryollarının
kamulaştırılması ve yenilerinin yapılması oluşturur. Çıkarılan çeşitli yasalarla, yabancıların
elinde bulunan demiryolu ağının satın alınması ve yenilerinin yapılması için hükümete yetki
verildi ve uygulama da bu yönde oldu.
Cumhuriyet’in kuruluşunda hükümetin elinde 1734 km ve yabancı ortaklıkların
elinde de 2352 km olmak üzere toplam 4086 km demiryolu vardı. On beş yıl sonra ise bir
taraftan yabancıların elindeki demiryollarının hemen tamamı millileştirilmiş, ek olarak da
toplam uzunluk, 2714 km, yani yüzde 66,4 artırılarak 6800 km’yi aşmıştır. Aynı yıllarda
deniz ulaşımının tümü liman ve karasularından yararlanma hakları, kabotaj hakkı (19
Nisan 1926 tarih ve 815 sayılı Yasa ile), yalnız Türk vatandaşlarına tanınıyordu.
Amerikan sermayesini temsil eden Chester Grubu ile imtiyazlı bir demiryolu yatırım
anlaşması için yapılan girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine, demiryollarında sermayenin
tasfiyesine yönelik bir karar alındı. Bu karar gereğince 1924 yılında Haydarpaşa liman ve
rıhtımı ile birlikte, Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya ve Arifiye-Adapazarı demiryolları,
1928 yılında ise Mersin-Tarsus-Adana demiryolu hatları devletleştirildi. Yabancı sermayenin
2
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
Türk arasında deniz ulaşımı yapması yasaklandı. Milli demiryolları devlet tarafından
işletilirken, limanlar devletin imtiyaz verdiği yerli şirketlerce işletilmesi tercih edildi.
Demiryollarına çok önem verilmesine karşılık, denizyolları kamu yatırımları
yönünden gerekli ilgiyi görmedi. Karayolları ve buna bağlı otomobil-otobüs-kamyon
kullanımı da çok sınırlı düzeyde kaldı. Ulaştırma alanında salt demiryollarına dayalı bir tekil
çözüm yoluna gidildi.
Osmanlı dönemiyle ilgili olarak belirtildiği gibi demiryolları yapımı, üretim girdileri
yerli olduğu ölçüde sanayileşme için doğrudan bir itici güç olabilirdi. Cumhuriyet
döneminde bu sağlanamadı. Demiryollarının ekonomik gelişmeye dolaylı etkisi, kırsal
kesimin pazara açılması da sınırlı kaldı. Bununla birlikte demiryolu politikasının [a]
yapımıyla ve [b] ucuz yük taşıması olanaklarıyla yerli ticari sermaye birikimine önemli
katkıları olduğu belirtilmelidir.
[c] Ticaret
Ticaret alanındaki düzenlemelerin en önemlisi başta tütün, kibrit, alkol ve ispirto,
petrol ve şeker olmak üzere bazı malların ithalatının ve ticaretinin tekellere bırakılmasıdır.
Burada söz konusu olan tekelci yapı, üretimden satışa uzanan dikey bütünleşmeye ve
sermaye yoğunluğuna dayalı, kısaca gelişmiş ekonomilere benzer bir tekelci yapı değildir;
tümüyle alım-satım yetkisi verilmesinin bir ürünüdür. Tekel yetkisi esasında hükümete
bırakılmakla birlikte, bu yetki kısmen ya da tamamen yerli ve yabancı özel anonim
ortaklıklara devredilebilecekti. Üretimden çok ithalat tekeline dayanan bu düzenleme, fiyat
istikrarına ek olarak kamu gelirlerini artırmayı da amaçlıyordu. Özel tekellere daha sonraki
yıllarda giderek son verildi; bunların yerini, yerli üretime dayanan kamu tekelleri aldı.
Dönemin başlarında ayrıca iç ticareti örgütleme amacıyla ticaret odaları ve borsaları
konusunda yasal düzenlemeler getirildi. Borsalar belli il merkezlerinde yörenin tarım
ürünlerinin alım-satımına yönelikti. Bu düzenlemelerle iç piyasada fiyatların mevsimlik
dalgalanmalarının önlenmesi ve daha kararlı olmaları amaçlanıyordu.
[d] Dış Ticaret
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk ekonomisi oldukça dışa açık ve bağımlı bir
hammadde ekonomisinin tüm özelliklerini taşıyordu. Ekonominin tarıma dayalı yapısında
bir dönüşüm gerçekleşmemişti. Sanayi henüz kurulamamıştı. Gıda maddeleri gibi tekstil
gibi temel tüketim mallarının iç talebi ithalat ile karşılanıyordu. Ülke sınai tüketim
mallarının ithalatını, tarımsal ve madensel hammadde ihraç ederek gerçekleştirebiliyordu.
Başka deyişle hammadde ihracatı ve mamul tüketim malı ithalatı dışa bağımlılığın
halkalarını oluşturuyordu. Aşırı derecede dışa bağımlılık dışa açık olmanın da temel nedeni
idi. Ülkenin dışa açık kalmasında Lozan Barış Antlaşması ile getirilen gümrük tarifeleri
üzerindeki kısıtlamalar ve yabancı şirketlerin ekonomide devam eden etkinlikleri de etkili
olmuştur.
Ekonominin dışa bağımlılığı her şeyden önce zayıf ve istikrarsız üretim yapısından
kaynaklanıyordu. Türkiye başta tüketim malları olmak üzere pek çok mal ithal ediyordu.
İthalatında tüketim mallarının payı % 70’ in üstündeydi. Cumhuriyetin ilk döneminde
henüz önemli ithal ikamesi sağlanamamıştı. Dönemin sonlarına doğru ithalatın birleşiminde
değişme gözlenmiştir.
İhracat büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayanmaktadır ve az sayıda üründen
oluşmaktadır. Tarımsal ürünlerin ihracattaki payı aynı dönemde yüzde 85’den fazladır.
Madencilik ürünleri ihracattaki gelirlerinin yaklaşık % 4—% 5 ini sağlamıştır. Sanayi ürünü
sayılan maddelerin ihracattaki payı ise % 10’un altındadır. Gerçekte bu ürünler basit
13
işlemden geçirilmiş tarım ürünleridir. Dönem boyunca ihracatın birleşiminde hemen hemen
hiç bir değişiklik olmamıştır.
Söz konusu dönemin başında dış ticaret hacminde kayda değer bir yükselme
olmuştur. Dönemin ilk yarısında dış ticaret hacminin genişlemesi çeşitli etkenlere
bağlanabilir. Bu dönem dünya ekonomik konjonktürünün henüz yükselmeye devam ettiği
dönemdir. Tarımsal ürünlere talep yükselmektedir. Dolayısıyla tarım ürünleri fiyatı
artmaktadır. Bu olumlu gelişmeye elverişli iklim şartlarının olumlu etkisi de eklenince
ihracat artışının nedenleri ortaya çıkmaktadır. İhracat fiyatları 1927’ye kadar yükselmiş,
sonra düşüşe geçmiştir. İhracatın dönem başlarında önemli artışlar göstermesine karşılık
daha sonraki yıllarda giderek azalmasının nedeni, Türkiye’nin ihracatında önemli yeri olan
ülkelerde görülen ekonomik bunalımdır.
İthalatta ise, 1929’a kadar azalma eğilimi görülmemektedir. Ek olarak aynı yıl, dış
ticaret açığının en fazla olduğu yıldır. Yeni gümrük düzenlemeleriyle ihracata sınırlama
getirileceği beklentisi ithalat talebini ve stok yapma eğilimlerini artırmıştır. Daha sonraki
yıllarda dış ticaret hızla daralmıştır.
Bu eğilimin nedenleri iki grupta toplanabilir. Birincisi dış ticareti düzenleme yetkisini
elde eden hükümetin gümrük vergilerini, sağlık malzemesi ve diğer yasalarda tanınan vergi
bağışıklığı dışında kalan tüm ithalat mallarında yüzde 16’dan yüzde 40’a çıkarmasıdır.
Amaç kamu gelirlerini artırmanın ötesinde, yerli üretimi koruma ve Osmanlı’nın düştüğü dış
borç tuzağına düşmemektir. Dış ticaretin daralmasının ikinci nedeni, “büyük bunalım” ya
da “dünya bunalımı” denilen ve özellikle gelişmiş kapitalist ekonomilerde görülen bunalım
nedeniyle dış ticaretin sınırlandırılmasıdır. Nitekim 1929’dan sonra birçok ülke ekonomik
bunalıma çözüm için dış ticaretlerini sınırlama yoluna gitmişlerdi. Türkiye’nin de benzer
sınırlamalara gittiği, ithalatta kota uygulaması ve TL’nin dış değerini korumak üzere alınan
önlemler ile dış ticareti sınırladığı görülür. Kısaca ülke 1930’ların başında iç ve dış
koşulların etkisiyle giderek daha içe dönük ya da ekonomisinin dış bağımlılığı daha az bir
noktaya gelmiştir.
İncelenen dönemde görülen en önemli gelişme dış ticaretin fazla vermesi, ihracatithalat oranının olumlu gelişimidir. Bu durum, daha sonraki yıllarda izlenen “devletçi”
sanayileşme politikasının, fiyatlar yönünden kararlı bir ortamda yürütülmesini sağlayan
etmenlerden biri olmuştur, denilebilir.
Dış ticaret konusundaki gelişmelerin incelenmesinde önemli bir gösterge de ihracat
ve ithalatın göreli fiyatlarının eğilimidir. İhracat fiyatları ithalat fiyatlarına göre daha az
artıyorsa, bu durum ülkenin kaynak kaybı anlamına gelir. Bir başka deyişle ülkenin aynı
miktar ithalat ürünü için giderek daha fazla yerli ürün vermesi demektir. Dönem süresince
dış ticaret oranlarının Türkiye’nin zararına geliştiğidir.
Dönem süresince ithalat malları fiyatları düşmüşse de ihracat fiyatlarındaki düşüş
daha fazla olmuştur. Ancak, ithalat fiyatları düşerken bunların içinde makine ithalat
fiyatlarının dönem süresince değişmemesi ilginçtir. Yatırım mallarının göreli olarak daha
pahalılaşması ve aynı miktar yatırım için daha fazla kaynak kullanımı anlamına gelen bu
durum özellikle gelişmekte olan ülkelerde yatırım malları ithalatla karşılandığından
ekonominin gelişmesini belirleyici ya da sınırlayıcı nitelik gösterir.
Dönem sırasında ithalat ve ihracatın içeriğinde köklü bir değişme görülmemektedir.
Geleneksel ihracat ürünleri, pamuk, fındık ve kuru üzüm, üretim ve dış talep koşullarına
bağlı olarak ihracat konusu olmuşlardır. İthalat ürünleri ise genellikle sınaî ürünlerdir ve
dokuma-giyim, şeker gibi temel tüketim malları ithalat içinde önemli yer tutmaktadır.
4
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
Bu dönemde en önemli ticari partnerleri, Osmanlı Devletinin son yıllarında olduğu
gibi, Kapitalist Batı ülkeleridir. Fakat bu ülkelerin ithalattaki ve ihracattaki nispi önemleri
biraz değişmiştir. 1924—1929 alt döneminde İtalya dış ticarette Türkiye’nin en büyük
partneridir. Bu durum biraz arızi bir nedene dayanmaktaydı. Osmanlı Devletinde dış ticareti
ellerinde tutan Rumlar, Yunanistan’ın Anadolu bozgunundan sonra İtalya’nın Trieste
şehrine yerleşmişler ve bu şehri transit ticaret merkezi olarak kullanarak Türkiye ile diğer
ülkeler arasındaki dış ticarette rol almaya devam etmişlerdir. Öte yandan, daha bu yıllarda
Çukurova’daki pamuk üretiminin ticari denetimini ele geçirmek ve Türkiye’nin pamuklu
kumaş ithalatını kendine bağlamak amacındadır. İtalya’nın bu niyetleri Türk—İtalyan
ticaret hacminin genişlemesine neden ol muştur. Türkiye’nin dış ticaretinde payları
yükselen diğer iki ülke Almanya ve ABD’dir. Özellikle Almanya, 1920’ li yılların ikinci
yarısında Türkiye’nin dış ticaretini gerçekten kontrolüne almıştır. İkili ticaret antlaşmaları
ile Türkiye’yi dış ticarette tehlikeli biçimde kendine bağlamıştır.
Kısaca, dönem sırasında dış ticaret alanında köklü değişmeler olmuştur. Bir taraftan
hükümetin gümrük saptama yetkisini elde etmesiyle getirdiği düzenlemeler, diğer taraftan
da ülkenin dış ekonomik ilişkilerinde önemli yeri olan ülkelerde görülen ekonomik bunalım,
dış ticaret hacminin giderek daralmasına neden olmuştur. Dönem sonunda ekonominin
daha içe dönük bir nitelik kazandığı söylenebilir. Bu durum sonraki yıllarda genel ekonomi
politikalarının saptanmasında dış ticaretin daha az etkin olması sonucunu verecektir. Ek
olarak dönem sırasında dış ticaret fiyat oranları ülkenin zararına bir gelişme göstermiştir.
Özet
Lozan Barış Antlaşması, Cumhuriyetin ne tür bir ekonomik kurumsal yapı içinde
ekonomik politikalarını geliştirmeye başlayacağını belirlemiştir. Bu Antlaşmada Türkiye
Birinci Dünya Savaşı içinde ulusalcı bir anlayış içinde geliştirdiği ekonomik kurumsal
yapısını koruyamamıştır. Sadece kapitülasyonların kaldırılmasını kabul ettirmiş, ama diğer
ulusalcı ekonomik politikaları uygulayabilmesini 1929 yılı sonrasına ertelemek durumunda
kalmıştır.
1923 yılı Şubat ayında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen ilkeler, milli
iktisat görüşünün ana esasları ile büyük bir benzerlik gösteriyordu. Kongrede yabancı
sermaye, dış ticaret, tarım ve sanayi konularında alınan kararlar, hükümetlerin 1930’a
kadarki iktisat politikalarını yakından etkiledi.
Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu'nun ekonomisi savaş öncesine göre büyük
kayıplara uğramıştı. Savaş sırasında verilen nüfus kayıpları ve zorunlu göçler ile Lozan
Barış Antlaşmasında kararlaştırılan mübadele dolayısıyla çok önemli bir demografik değişim
yaşamıştı. Bu öncelikle sayıca büyük bir eksilmeydi. Rum ve Ermeni nüfusun çok azalması
aynı zamanda 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun kapitalizme açılma süreci içinde
oluşmuş bulunan kentli ticaret sermayesi ve küçük üretici birikimin de yok olması demekti.
Ekonominin performansını etkileyecek kurumsal düzenlemelere müdahale olanakları
1929 yılına kadar sınırlandırılmış olmasına karşın Cumhuriyet yöneticileri bazı önemli
düzenlemelerde bulunmuşlardır..
Siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde 1924 yılında kurulan İş
Bankası özel bir önem taşımaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonominin yeniden inşa edilmesinin ana sürükleyici
sektörü tarımdır. 1925 yılında tarımdan alınan aşar vergisi kaldırıldı ve böyle bir verginin
kalkması köylünün refahının artması sonucunu doğuruyordu.
15
1 Mayıs 1925 tarihinde çalışmalarına başlayan Sanayi ve Maadin Bankası, devletin
sanayi ve maden üretiminin geliştirilmesinde ve doğrudan doğruya görev almasına olanak
veren ilk kuruluş olmuştu.
1927’de Teşvik-i Sanayi
özendirilmeye çalışılmıştır.
Kanunuyla
özel
girişimcilerin
sanayi
girişimleri
Ticaret ve Sanayi Odaları yeniden düzenlenmiş, Âli İktisat Meclisi, İktisat Vekaleti ve
İstatistik Umum Müdürlüğü kurulmuştur.
Sorular
1. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile
1920’lerde uygulanan ekonomi politikalarından biridir. [Kaymakamlık, 2011]
birlikte
[a] Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan Duyun-u Umumiye’nin Maliye Bakanlığına
devredilmesi
[b] Kentli iş gücü kaybını önlemek amacıyla Nüfus Mübadelesi uygulamasının iptal
edilmesi
[c] Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planının kabul edilmesi
[d] Osmanlı Bankasının kamulaştırılması
[e] Sanayi Teşvik Yasası’nın kabul edilmesi
2. Aşağıdakilerden hangisi, 1923 – 1929 döneminde Türkiye ekonomisinde
gerçekleşen gelişmelerden biri değildir? [Kaymakamlık, 2012]
[a] İzmir İktisat Kongresi’nin düzenlenmesi
[b] Aşar vergisinin kaldırılması
[c] Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun çıkarılması.
[d] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının kurulması.
[e] Lozan Anlaşması’nın hükümlerine göre uygulanan ekonomik sınırlamaların
kalkması
3. Aşağıdakilerden hangisi 1920’lerde kurulan ilk Türk sermayeli bankadır?.
[Kaymakamlık, 2011]
[a] Ziraat Bankası
[b] Türk Millî Bankası
[c] Türkiye İş Bankası
[d] Türkiye Ticaret ve Sanayi Bankası
[e] Türkiye Umumi Bankası
4. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında karşılaştığı
ekonomik sorunlardan biridir? [TODAİE,2011]
[a] Dış ticaret fazlası nedeniyle Türk lirasının aşırı değerlenmesi
[b] T.C. Merkez Bankasının gevşek para politikasının neden olduğu enflasyon
[c] Gümrük vergilerinin arttırılması nedeniyle temel ihtiyaç maddelerinin ithal
edilememesi
6
Türkiye Ekonomisi Ders Notları
[d] Osmanlıdan kalan dış borç sorunu
[e] Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı demiryolu şirketlerinin iflası
5. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile
1920’lerde uygulanan ekonomi politikalarından biridir. [Kaymakamlık, 2010]
birlikte
[a] Dış borçların on yıl için ertelenmesi
[b] Sanayi üretimini özendirmek için teşviklerin artırılması
[c] Ekonomik faaliyetlerin canlandırılması amacıyla dolaylı vergilerin tasfiyesi
[d] Aşar vergisi uygulamasının modernize edilmesi
[e] Milli
yasaklanması
ekonomi
programları
çerçevesinde
yabancı
sermaye
yatırımlarının
KAYNAKÇA
Yaktı, Özlem ve Perihan Ünlü Soylu 2011), “İktisadî Kalkınma Yolunda Öncü Bir Danışma
Organı: Âlî İktisat Meclisi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk
Yolu Dergisi, Sayı 47, Bahar 2011, 677-700
Kazgan, Gülten [2012] Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi,
Üniversitesi Yayınları.
İstanbul:
Bilgi
Kepenek, Yakup ve Nurhan YENTÜRK [2000], Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Özer, Mustafa (Editör) (2004); Türkiye Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim
Fakültesi Yayınları.
Şahin, Hüseyin[2001], Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişimi – Bugünkü Durumu, Bursa:
Ezgi Kitabevi.
Şevket Pamuk [2005], Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913,
İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Yenal, Oktay [2003], Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, İstanbul: Homer Kitabevi.
Zürcher, Erik Jan [2010], Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları.
Download