Ek kaynak File

advertisement
YIL: 8
SAYI: 94
EKİM 2005
Yrd. Doç. Dr. Salih ÖZTÜRK
Deniz ÖZYAKIŞIR
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 1980 SONRASI YAŞANAN YAPISAL
DÖNÜŞÜMLERİN GSMH, DIŞ TİCARET VE DIŞ BORÇLAR BAĞLAMINDA
TEORİK BİR DEĞERLENDİRMESİ
ÖZET
Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası uygulanan liberal
politikalarla nasıl bir yapısal dönüşüm gerçekleştirdiğine yer verilmiştir. Ayrıca
yaşanan dönüşümün daha iyi anlaşılması için 1980 öncesi Türkiye ekonomisine
kısaca değinilmiştir. Ekonomideki bu yapısal değişim; GSMH, Dış Ticaret ve Dış
Borçlar açısından ele alınmıştır. Öte yandan mevcut süreçte uygulama alanı bulan
24 Ocak ve 5 Nisan ekonomik kararlarına dikkat çekilmiştir. Yaşanan gelişmelere
bakıldığında Türkiye ekonomisinde 1980’den sonra liberal nitelikteki politikalarla
yeni bir sürecin inşasına başlandığını ve bu sürecin özellikle küreselleşme olgusuyla
daha da hız kazandığını söylemek mümkündür.
Anahtar Kelimeler: GSMH, Dış Ticaret, Dış Borç, 24 Ocak Kararları ve 5
Nisan Kararları
ABSTRACT
In this study, what kind of constructional conversion Turkey had with liberal
politics that have been applied after 1980 is accomadated. Although we
accomadate turkey economy be fore 1980 for we understand the conversion that
has lived. This constructional conversion on economy is discussed with GNP,
foreign trade and foreign debts. On the other hand 24th january and 5th april
economic decisions that find a application area in this time are focussed. When we
lokked the progresses, after 1980 in turkey economy we can say a new process
was built up with liberal politics and this process had a fast accelaration especially
with globalisation..
Key words: GNP, Foreign Trade, Foreign debts, 24th january decisions and
5th april decisions.
I. GİRİŞ
1980 yılı gerek Türkiye gerekse dünya açısından önemli yapısal
dönüşümlerin yaşandığı bir yıl olmuştur. Söz konusu dönemden itibaren tüm
dünyada etkisini hissettiren küreselleşme olgusu tüm ülke ekonomilerini derinden
etkilemiştir. Küreselleşmenin ivme kazandığı bu süreçte ülke ekonomileri sınırlarını
sermayeye açma yönünde bir takım liberal politikaları hayata geçirmişlerdir. Hatta
denilebilir ki 1980 sonrasındaki ekonomiler, dışa dönük sanayileşme ve liberalleşme
politikalarıyla yönlendirilmeye başlanmıştır. 24 Ocak kararlarıyla başlayan dışa
açılma sürecinden beklenen şey, ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından daha ileri
aşamalara hızlı bir şekilde geçmesini sağlayabilmekti. Böyle bir sanayileşme
stratejisi sayesinde, ülkenin ihracat gelirleri artacak ve bu artış sayesinde elde
edilen gelirler, ülkenin sanayileşmesini dolayısıyla gelişmiş ülkelerin ekonomik
gelişmişlik düzeylerine ulaşmayı sağlayacaktı.
Öte yandan, 1980’lerde başlayan dışa dönük sanayileşmeye ve ekonomide
liberalleşmeye dayalı ekonomi politikaları, günümüze kadar devam etmiştir. Bu
süreç içerisinde, hemen hemen bütün hükümetler, benzer politikaları benimsemişler
ve birbirlerine yakın politika araçları kullanmışlardır. Türk lirasının
konvertibilitesinden IMF’nin istikrar programlarına, ihracatı teşvik politikalarından
KİT’lerin özelleştirilmesine kadar birçok uygulama, ekonomiyi liberalleştirerek ve
aynı zamanda dış dünyaya açarak daha hızlı kalkınmayı sağlamak amacıyla ortaya
konmuştur. Bu uygulamalar sonucunda beklenen sonuçlar; istikrarlı ve hızlı bir
ekonomik büyümenin sağlanması, enflasyonun düşürülmesi, işsizliğin azaltılması,
yüksek bir milli gelir düzeyine ulaşılması, eğitim ve kentleşme ile ilgili sorunların
çözülerek, gelişmiş ülkelerin ulaştığı düzeyi bir an önce yakalayabilmekti. Peki,
sonuç ne olmuştur?
Bugün halen tartışılmakta olan bu konu üzerinde, görüş ayrılıkları
bulunmaktadır. Kimilerine göre, 1980 sonrasında Türkiye ekonomisi büyük bir atılım
gerçekleştirmiş ve liberalleşmenin sağladığı avantajlarla neredeyse çağ atlamıştır.
Kimilerine göre ise, Türkiye ekonomisi 1980 sonrasında uygulanan ekonomi
politikaları nedeniyle rayından çıkmıştır ve ekonominin yapısında, düzeltilmesi güç
bozukluklar meydana gelmiştir. Ama uygulanan politikaların mantığına baktığımızda
Türkiye ekonomisinin 1980 sonrasında piyasa ekonomisine geçtiğini ve
küreselleşmeden kısmen de olsa etkilendiğini görebiliriz. Bu etkilenmenin sonucunu
öğrenmek için özellikle ekonomideki makro değişkenlerde yaşanan birtakım
dönüşümlere bakılmasında fayda vardır. Bu amaçla hazırlanan çalışmada öncelikle
1980 öncesi ekonomik duruma kısaca bir göz atılarak sonrasındaki 24 Ocak ve 5
Nisan Kararlarına yer verilmiştir. Çalışmanın temel amacı olarak bu süreçte makro
ekonomideki yapısal dönüşümlere yönelik çözümleyici bir çerçeve oluşturmaktır.
Söz konusu süreçte hayli önem arzeden ve KİT’ler bağlamında tartışılan
özelleştirme pratiklerine, amaçlanan çerçevenin dışına çıktığı için özellikle
değinilmemiştir.
II.
1980 ÖNCESİ TÜRKİYE EKONOMİSİNE KISA BİR
BAKIŞ
Liberal dış ticaret ve sanayileşme stratejisi uygulayan Türkiye, 1953 yılında
ortaya çıkan döviz darboğazı sonucunda, ithal ikamesinin araçları olan kotaları, ithal
yasaklarını ve yüksek gümrük duvarlarını uygulamaya başlamıştır. Enflasyonist
politikalar ve aşırı değerlenmiş kur politikası da şiddeti giderek arttırılarak, 1958
operasyonuna kadar sürdürülmüştür. (Boratav, 1988:61) Planlı dönemin başında
gıda ve tekstil gibi dayanıksız tüketim mallarının ithalatı, yerli üretimle ikame edilmiş,
başka bir deyişle ithal ikamesinin ilk aşaması tamamlanmıştır. Ancak, 1963-80
dönemini kapsayan ithal ikamesine dayalı sanayileşme döneminde, ikinci aşama
olan ara ve yatırım malları üretimine geçilememiştir. (Özbey, 2000:76)
Bence, Türkiye’nin iktisat siyasasının günümüze (1974) kadar uzayıp gelen
temel niteliği budur: Bir yanda, kısa zaman içinde somut işler yapmak tutkusu, öte
yanda iktisadi örgüt ve piyasa kurumlarına karşı, bunların toplumdaki işlevini iyi
anlamamaktan da doğan bir güvensizlik! Piyasadan çıkacak sonuçlara
güvenilmemesi, kararların merkezde toplanmasına götürüyor; kişisel girişime
güvensizlik, yöneticilerde devlet-baba sendromu doğuyor; yabancılara güvensizlik,
kendi kendine yeterlilik saplantısını besliyor. (Yenal, 1999:156) 1974’ten sonra
yaşanan gelişmeler özellikle dış kaynaklı olmakla birlikte süreç içinde
ekonomimizde önemli etkiler bırakmıştır.
1973-1974 döneminde yaşanan petrol şokları ve batıda beliren yüksek
enflasyon, dış ticaret hadlerinin bozulmasına ve cari işlemler dengesi açıklarının
artmasına yol açmıştır. Uygulanan kur politikaları ile TL’nin aşırı değerlenmesinin
önüne geçilememiştir. Dengelerin sağlanmasına yönelik olarak ithalat gerekli
araçlarla baskı altına alınmış, döviz kontrolleri arttırılmıştı. 1980 yılına kadar, göreli
olarak dışa kapalı bir ekonomik model uygulanmış, ancak yinede dış konjonktürün
yarattığı krizlerden yada durgunluktan uzak kalınamamıştır.
1970’lerde petrol fiyatının artması akabinde ortaya çıkan borç patlaması ve
bunu takip eden borç krizleri politik mantığın iflasını sergiledi. (Keyder, 1993:17)
Petrol şoku yaşanmasaydı bile, ithal ikameci sanayileşmeden kaynaklanan
ödemeler dengesi sorunları iktisat politikasında önemli bir değişiklik getirecekti.
1974’ten sonra ise ulusal kalkınmacılığın sonuna gelindiği iyice belirginleşti.
(Keyder, 1993:35)
1980 öncesi Türkiye’sinde dış ticaret, finansal piyasalar ve bazı mal
pazarları kontrollüydü. Finansal sektör bankaların egemenliğindeydi. Finansal
liberalizasyonun bir hedefi de, daha önceleri kontrol edilen nominal faizlerin
enflasyonun altında kalması nedeniyle ekside (-) olan reel faizlerin artıya (+)
çekilmesiydi (Ercan, 2000:43).
Bu nedenle Avrupa Topluluğu ile entegrasyonu gerektiren gümrük
indirimleri ve mevzuat uyumları gecikmiş, çoğu zaman döviz darboğazı yüzünden
ara ve yatırım malları ithalatı sekteye uğramış,üretim düşmüş ve bunun sonucunda
işsizlik artmıştır. Tüm bu olumsuz gelişmelerin yoğunlaştığı 70’li yılları takiben , 24
Ocak 1980 tarihinde “24 Ocak Kararları” olarak Türk ekonomisinin tarihine geçen ve
liberalleşme ekseninde birtakım yapısal dönüşümler içeren bir program uygulamaya
konulmuştur.
24 Ocak 1980 kararları ve onları izleyenler, ekonominin dışa açılması için
sadece dış baskılardan kaynaklanmadı; dışa açılma için iç baskılar da çok yoğundu
ve dış baskılarla kesişiyordu. Öte yandan ekonominin 1987 ve 1979 yıllarında OECD kredilerinin iyice gecikmesi, borç kredinin artık bulunamaması dolayısıylaiçine düştüğü döviz darboğazı, Türkiye’de bazı şeylerin değişmesi gerektiğini
göstermekteydi (Kazgan, 1988:340). Öte yandan Çağlar Keyder’in dediği gibi
1980’lerde korumacılık ve ulusal ekonomi inşa etme amaçları ancak dünyada olup
bitenin dışında kalmak pahasına sürdürülebilirdi. (Keyder, 1993:16)
Türkiye 1970’lerin sonunda içe dönük sanayileşme modelinin tükenmesi ile
iktisadi, toplumsal ve ideolojik bir boşluğa düşmüştür. Kısa vadeli kaygılar devletin
varoluş sebebini kaybetmesine yol açmıştır (Yıldırım, 2002:265)
1.
24 OCAK 1980 EKONOMİK KARARLARI
1. 1. 24 Ocak Kararlarının Genel Amaçları
24 Ocak İstikrar Programının temel felsefesi ekonomide devlet
müdahalesini en aza indirerek piyasa ekonomisine işlevlik kazandırması idi.
Devletin yerini özel kesimin alması, ekonomide makro ve mikro dengelerin
belirlenmesinde idari kararların yerine, fiyat mekanizmasının geçerli olması
amaçlanmıştı. Bu temel amacın gerçekleşmesi için mal ve faktör piyasa fiyatlarına
müdahalelerin kaldırılması gerekiyordu. 24 Ocak 1980 Programı ve devamında
alınan kararlarla bu yönde mesafe alındığı söylenebilir.
Ekonominin işleyişinde idari kararlar değil, serbest piyasa güçleri etkili
olacaktı. KİT dahil tüm kamu kesimi daraltılacak ve özel girişim teşvik edilecekti.
İthalatta serbesti sağlanacak ve yabancı sermaye teşvik edilerek, fiyat rekabeti tesis
edilecekti.
1. 2. Kısa Dönemdeki Başarılar (1980-1983)
Türkiye ekonomisinde daha önce uygulanan ekonomik istikrar
programlarına baktığımızda kısa vadeli hedeflerin göz önüne alındığını ve liberal
nitelikler taşımadığını görmekteyiz. Ama 24 Ocak kararlarına bakıldığında kısmen
kısa vadeli amaçlar belirlemekle birlikte özellikle uzun vadeli hedeflere yönelme
olmuştur. Türkiye ekonomisinde bu ekonomik kararlar dördüncü plan döneminde
alınmıştır. Dördüncü plan döneminde bir çok önlem alınmıştır.
Özellikle 1980-1983 yılları arasında yürürlüğe konan ve IMF ile imzalanan
“stand-by” anlaşması çerçevesinde belirlenen önlemlerin başlıcaları şöyleydi
(Tokgöz, 2001:192-193):


Para arzının kısılması ve “serbest fazi”e geçilmesi,
Türk Lirasının yüksek oranda devalüe edilmesi,

Kamu harcamalarının kısılması, bütçe açığının küçültülmesi,

verilmesi,
KİT ürünlerine açıklarını kapatmaları için zam yapma yetkisinin

azaltılması,
Sübvansiyonların asgariye indirilmesi ve fiyat kontrollerinin

Esnek kur,günlük döviz kuru uygulamasına geçilmesi,

Yabancı sermaye girişini hızlandıracak önlemlerin alınması,

İhracata dayalı sanayileşmeyi özendirirken, ihracata (vergi, ucuz kredi
ve döviz kullanım kolaylıkları) sürekli destek verilmesi
Yukarıda da belirttiğimiz gibi anti-enflasyonist ve dışa açılmayı özendiren
bu önlemler, 1981 yılının başından itibaren olumlu sonuçlar vermiştir. Ayrıca 1981
yılında özel sektörün beklediği iki yeni uygulama başlamıştı. Merkez Bankası 30
Nisan’dan itibaren “günlük döviz kuru” ilanına başladı. 30 Temmuzda da Sermaye
Piyasası Yasası yürürlüğe girdi (Tokgöz, 2001:193).
24 Ocak İstikrar programında hedeflendiği gibi para arzı artış oranı ilk üç
yılda giderek azaltılmıştır. Bunda Merkez Bankası kredilerinin önceki yıllara oranla
daha az kullanılması etkili olmuştur. Bankalar sistemi aracılığı ile kaynak
yaratılmaya başlanmasıyla kamu kesimi yerini özel sektöre bırakmaya başlamıştır.
(DTM, 2005) Kararların uygulanması sonucunda enflasyon oranında nisbi bir
gerileme gözlüyoruz. 1980’de %107.2 olan enflasyon oranı 1981’de %362ya,
1982’de %25.2’ye düşmüştür. İlk iki yıl enflasyon oranı üzerinde etkili olduğu
söylenebilir. (Avcı, 1988:54)
1.3. 24 Ocak Kararlarının Uygulanması ve Sonuçları
24 Ocak kararlarının alınmasından hemen ardından devalüasyon
yapılmıştır. Yabancı sermaye yatırım ile iştirak miktarlarına konulan sınırlar
kaldırılmış ve yabancı sermayenin iştirak edebileceği yatırım sahaları
genişletilmiştir. (Avcı, 1988:54) Ayrıca 1980 yılında ilk adım olarak ithalat üzerindeki
damga resmi yüzde 252ten yüzde 1’e düşürülmüş ve ithalat yönetmeliği
basitleştirilmiştir. 1981 yılında Kota listesi yürürlükten kaldırılmış ve 2 numaralı
Liberasyon listesindeki pek çok kalem daha az kısıtlayıcı olan 1 numaralı
Liberasyon listesine kaydırılmıştır. (TCMB, 2002:9)
Türkiye (ortodoks ve orta vadeli) istikrar ve finansal liberalizasyon
politikalarını eş zamanlı uyguladı. Faizler serbest bırakıldı, yani bunları birkaç büyük
banka belirler oldu. Sıkı para politikaları ve bankerlerden gelen rekabet küçük
bankaların faiz yarışına girmesine neden oldu. Bu grup, büyük bankaların baskısına
uğradı. Nihayet 1982’de Türkiye liberalizasyon sonrası ilk finansal krizini yaşadı,
çoğu banker ve birkaç küçük banka battı. Krizden sonra da finansal liberalizasyon
faizlerin belirlenmesi konusunda dalgalı bir seyir izledi, top bankalar ve MB arasında
birkaç kez gitti geldi (Ercan, 2000:43).
1980’de alınan tedbirler ve ekonomi politikası düzeltmeleri şöylece
özetlenebilir:

Para önemli ölçüde devalüe edilmiştir. Bir yıl içinde iki katına
çıkarılan dolar fiyatı 24 Ocak 1980’de tekrar artırılarak 47 TL’den 70 liraya
çıkarılmış olup, bunu izleyen yıllarda doların değeri sık sık ayarlanarak 1987 yılı
sonunda 1000 TL dolaylarına getirilmiştir. Türkiye’deki ve yabancı ülkelerdeki
fiyat artışları ile 1981 Mayıs’ı 1987 sonu arasında dolar ve mark değerleri göz
önüne alınarak yapılan hesaplara göre tartılı efektif döviz kuru 100’den 63,27’ye
inmişti. 1979’da 100 olan doların gerçek değeri 1987 sonunda yaklaşık 200
olmuştur.

1980’lere kadar her çeşit fiyatlar üzerinde devlet kontrolleri
varken bunlar büyük ölçüde gevşetilip, kaldırılarak Pazar fiyat mekanizmasının
işlemesine olanak verilmiştir.

Kamu iktisadi teşebbüslerinin ürettiği malların fiyatlanması
üzerindeki baskı büyük ölçüde gevşetilmiş, bunların özellikle fiyat yönetimindeki
özgürlüğü artırılmış ve söz konusu mallara gerekli zamlar yapılmıştır.

1980’lere kadar devamlı baskı altında tutulan finans pazarları
özellikle banka faaliyeti bir ölçüde serbest bırakılmış ve 1970’lerdeki enflasyon
dönemlerinde eksi gerçek faizlerle alınıp satılan fonların enflasyonun üstündeki
faizlerle alınıp satılmasına olanak verilmiştir. Bankaların yanında diğer finans
kuruluşlarının gelişmesine çaba harcanmıştır.

1970’lerde son derece kudretli ve militan hale gelen işçi
kuruluşlarının faaliyeti sınırlandırılmış, toplu pazarlık yöntemleri gözden
geçirilmiş ve işçi ücretlerinin yükselmesine engel olunmuştur.

1980’lerden önce gerek uygulanan kalkınma stratejisi, gerek
çeşitli ideolojik nedenlerle sınırlı kalan yabancı yatırımlar teşvik edilmiştir.

Sıkı bir para politikası uygulaması başlamış ve para
emisyonlarının kontrol edilmesi yönünde az da olsa bazı çabalar sarf edilmiştir.

İhracatın teşviki amacı ile çeşitli önlemler alınmış, hatırı sayılır
vergi iadeleri, sübvansiyonlar, kredi kolaylıkları, ucuz faiz uygulamaları
yaygınlaştırılmıştır. Bu teşvik tedbirlerinin toplam ihracat değerinin %18-%25
arasında bulunduğu hesaplanmıştır.
Genel hatlarıyla bakıldığında şu çözümlemelerde bulunabiliriz: 24 Ocak
1980 kararları, enflasyonu kontrol altına almak, yabancı finansman açığını
kapatmak, daha dışa dönük ve piyasa odaklı bir ekonomik sisteme ulaşmak
amacıyla ilan edilmiştir. Bu kararlar çerçevesinde, ihracata dayalı büyümenin
teşvik edilmesi ve Türkiye’nin ihracatta rekabet gücünü arttırabilmek amacıyla
ihracat sübvansiyonları sağlanmış ve Türk Lirasının reel olarak değer yitirmesine
izin verilmiştir. 1980 yılında başlatılan ekonomik program ihracat sübvansiyonları,
yüksek oranda devalüasyon ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri tarafından üretilen
mal ve hizmetlerin fiyatlarında artış yapılmasını öngörmüştür. Başlangıçta, döviz
kurlarında, faiz oranlarında ve hükümetçe belirlenen kamu ürünleri fiyatlarında
görülen yüksek artışlara, hızla uygulamaya konulan ihracatı teşvik amaçlı
politi,kalar eşlik etmiştir. Borç rahatlatma operasyonuyla birlikte, IMF stand-by ve
Dünya Bankası uyum kredileri hızla takvime bağlanmış ve ödemeleri
gerçekleştirilmiştir (TCMB, 2002:5-6)
24 Ocak kararlarının bir özelliğinin altı çizilmelidir: 24 Ocak’tan sonra
ithalat kısıtlamaları büyük ölçüde azaltılmış olmakla beraber gümrük vergilerinde
hissedilir azaltılmalar olmamıştır. Bu olay kullanılan girdiler nedeniyle ihraç
fiyatlarını kuşkusuz artırmaktaydı. İşte çeşitli ihracat sübvansiyonları bunu telafi
amacıyla konulmaktaydı. 24 Ocak kararları ve dışa dönme stratejisinin
uygulanması ne gibi sonuçlar ortaya çıkardı? Önce olumlu sonuçlardan söz
etmek gerekirse: En olumlu sonuç kuşkusuz ihracatta meydana gelen artıştı.
1979’da ulusal gelirin %3,4’üne inen ihracat 1980’lerde devamlı olarak yükselmiş
ve 1987’de bu oran % 16 olmuştu. 1979’da 2,2 milyar dolar olan ihracat 1987’de
10 milyar dolar dolayındaydı. Yani 4 katını aşan bir artış göstermişti. Bu ihracat
artışında özellikle Irak ve İran olmak üzere Arap ülkelerinin önemli bir payı var ise
de, büyük artış OECD ülkelerinden gelmekteydi, ülkenin dış itibarı yüksekti ve
büyük krediler alabiliyordu.
1981’de Sermaye Piyasası kuruldu. Borsa 1986’da açıldı.1982’de ise
yerleşik döviz hesabı açılmasına izin verildi.1983/84’te dış ticaret büyük ölçüde
serbestleşti.1984’te döviz işlemleri kısmen serbestleştirildi.1989’da sermaye
hareketleri serbestleşti. Türkler yabancı değerli kağıtları, yabancılar da yerli kağıtları
alabilir oldular(Ercan, 2000:43).
Türkiye somut olarak 1989 yılında aldığı meşhur 32 Sayılı Karar ile kambiyo
rejimini tamamen serbestleştirmiş ve ödemeler dengesinin sermaye hareketleri
kalemlerini doğrudan doğruya uluslar arası finans sermayesinin spekülatif
hareketlerine açmıştır (Yeldan, 2003:2)
1985’te MB kamu kağıtları ihalelerine başladı. 1986’da MB İnterbank para
piyasasını açtı. Hedeflenen, bankacılık sisteminin kısa vadeli likitide gereksinimini
karşılamak, MB kaynaklarına olan talebi azaltmaktı (Ersel,1993:36). MB 1987’de
açık piyasa işlemlerine başlarken döviz pazarını da 1988’de açtı.
1981-1988 arasına Türkiye’nin liberalizason programının ilk aşaması olarak
bakılabilir. İkinci aşama 1989’da dış sermaye girişlerinin serbestleştirilmesiyle
başlayacaktır. Bu ilk dönemde ihracatı teşvik politikaları ön plandadır. Bu politikalar,
hem döviz hem de doğrudan ihracat sübvansiyonları araçlarını kullanmıştır
(Ercan,2000:44).
Türkiye ekonomisinde temel yapısal değişiklikler yaratan 24 Ocak 1980
ekonomik kararlarından sonra;

Özellikle 1990 yılından itibaren kamu kesimi açıklarının hızla
artması,

Vergi gelirlerinin iç borç servisine bile yetmemesi,

Devletin nakit açığını iç borçlanma ile finanse eder duruma düşmesi,
bu açığı kapatmak için dış yeni bir istikrar programının (5 Nisan Ekonomik Kararları)
yürürlüğe konmasını zorunlu kılmıştır.
Zira 1990’larda giderek artan kamu açıklarının finansmanı ağırlıklı olarak
yurtiçi mali piyasalara borçlanma yoluyla yapılmaya başlanmış ve mali disiplini
sağlama çabalarına bağlı olarak Merkez Bankasından kısa vadeli borçlanma oranı
azaltılmıştır. (TCMB, 2002:31) Öte yandan iç borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı
1980’lerde yüzde 1.1 iken bu oran 1990’larda önemli bir artış göstererek yüzde 6.3’e
ulaşmıştır. Buna ek olarak iç borçlar çoğunlukla kısa vadeli olmuştur. Aynı dönemde
Kamu Kesimi Borçlanma Gereği’nin (KKBG) GSMH’ye oranı yüzde 6’dan yüzde
9.4’e çıkmıştır. (TCMB, 2002:32)
5 Nisan Kararları çerçevesinde alınan önlemler genel hatlarıyla şöyle
özetlenebilir: TL %39 oranında devalüe edilmiştir. Hazine bonosu, tahvil ve repo
gelirlerinden alınan %5’lik vergi oranı kaldırılmıştır. Döviz kurları serbest bırakılmış
ve kurlar 10 bankanın verilerine göre belirlenmeye başlanmıştır. KİT ve TEKEL
ürünlerine büyük oranlarda zam yapılmış ve bir defalık ek vergiler getirilmiştir.
Akaryakıta ilişkin kesintiler %10’dan %25’e yükseltilmiştir. Ayrıca kamu
kuruluşlarının paralarının MB’ye veya Ziraat Bankası dışında tutulmaması
kararlaştırılmıştır.
Neyse ki 1995 yılına girerken vatandaşı iyimser düşünmeye iten iki büyük
beklenti vardı: Birincisi artık özelleştirme yasamız var, özelleştirme hızlanacak
KİT’lerin yükü azalmaya, dolayısıyla kamunun borçlanma gereği düşecek. İkincisi
“Gümrük Birliği” gerçekleşecek, ekonomi, yeni bir ivme kazanacak. Bu yapısal
değişiklikler yanında Türkiye’de zihniyet değişikliğine de ihtiyaç vardı. Çalışmadan
kazanan, kazandığı halde vergi vermeyen, üretmediği halde tüketen bu toplumsal
yapıyı ve zihniyeti de değiştirmemiz gerekiyordu (Tokgöz, 2001:252) Burada önemle
belirtilmelidir ki 1995 yılında uygulanan ekonomik program bir geçiş programı
niteliğindedir.
1995 yılı Geçiş Programının makro ekonomik hedefleri belirlenirken şu ana
ilkelerden hareket edilmiştir: kamu finansman açığının küçültülmesi, tüketimin
kontrol altında arttırılması, sabit sermaye yatırımlarının yeniden canlandırılması ve
ihracattaki atılımın sürekli hale getirilmesi... (Tokgöz, 2001:254)
Kasım 1999 başında Türk ekonomisinin sağlığı hakkında kötümser
düşüncelere kapılmamıza yol açan, TCMB’nin bir kararı açıklandı: ilk “On Milyon
Türk Lirası” piyasaya çıkmıştı. 17 Ağustosta Marmara bölgesinde ve 12 Kasım’da
Bolu-Düzce’de meydana gelen güyük depremin yol açtığı “ekonomik kayıpları
karşılamak yönünde 26 Kasım 199 tarihinde (4481 Sayılı) “Deprem Vergisi” çıkarıldı
(Tokgöz,2001:269-270). Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllara gelindiğinde ise
enflasyonla mücadele temelinde yeni bir program geliştirildi.
Aralık 1999 Niyet Mektubu ile somutlanan 2000-Eflasyonu Düşürme
Programı 2002 yılı sonuna kadarki 3 yıllık bir evreyi kapsamaktadır. Bu dönem
boyunca somut olarak para programı, döviz kuru ve kamu maliyesi politikaları,
performans kriterleri ve stratejik hedefler olarak belli bir takvime bağlanmış, ayrıca
da planlanan yapısal reformlar ile desteklenmiştir. Programın genelde 3 ana başlık
üzerine inşa edildiği görülmektedir: (i) kamu kesimi (maliye) reformu; (ii) döviz kuru
nominal çıpasına dayalı para programı ve (iii) sosyal güvenlik, özelleştirme ve tarım
kesimine yönelik yapısal nitelikli dönüşümler (Yeldan, 2004:161)
Öte yandan IMF’ye verilen “Niyet Mektubu”nda enflasyon oranı (TEFE)
2000 yılında %20, 2001 yılı sonunda %10 ve 2002 yılında yani üç yıllık programın
sonunda , oran%5’e düşmüş olacaktı (Tokgöz, 2001:270).
“İstikrar Programı”nın 2000 yılının ilk yarısında ortaya koyduğu olumlu
gelişmelerin etkisinde kalan DPT uzmanları ve Hükümet 2001-2003 dönemi için
iyimser bir tahminle yıllık büyüme hızını ortalama %7 olarak öngördü. Siyasi istikrarı
sağlamayı başaran geniş tabanlı koalisyon Hükümeti, bu uzun vadeli hedefe ve
stratejiye uygun olarak 201-2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı’nı 1 Ocak 2001 yılında yürürlüğe koydu. Ancak 8. Planın temel hedefleriyle
ilgili politikalar ve araçlar, yürürlüğe girmeden Kasım 2000 Krizi ile gündemden
düştüler. Çünkü Hükümet ve ekonomi yönetimi “günü kurtarma” uğraşı içine girdi
(Tokgöz, 2001:280-281) Kasım Krizinden hemen sonra Türk Ekonomisi Şubat 2001
Kriziyle karşı karşıya kaldı. Ekonomik krizlerin geniş çerçeveden ele alınması bu
çalışmanın ana amacı dışında olduğu için söz konusu krizlere kısaca değinilmiştir.
Buraya kadar yapılan teorik değerlendirmelerle Türkiye ekonomisine
yönelik her ne kadar genel bir fotoğraf çıkarılmışsa da piyasa ekonomisinin etkilerini
ve sonuçlarını makro değişkenler bağlamında ele almak sürecin doğru
tanımlanması açısından oldukça önemlidir. Bu amaç doğrultusunda, çalışmanın
bundan sonraki kısmında ekonomideki temel makro değişkenlerde görülen gelişme
veya değişmelere yer verilecektir.
III. TEMEL MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER
1.
Gayri Safi Milli Hasıla
Türkiye’nin GSMH’sı, özellikle 1980’den sonra istikrarsız bir seyir izlemeye
başlamıştır. Parasal değer olarak, sürekli bir artış meydana gelmektedir fakat
burada önemli olan nokta, bir önceki yıla göre GSMH’da nasıl bir gelişme
olduğudur. Tablo 1’i incelediğimizde GSMH’nın yıllar itibariyle artmış olduğunu
görüyoruz. 1980 yılında %–2.8 olan GSMH büyüme hızı, 1995 yılına gelindiğinde
%8.1 olmuştur. İlk bakışta olumlu gibi görünen bu gelişme, büyüme hızına
açısından bakıldığında değişik bir görünüm arz etmektedir. Çünkü, bir ekonominin
üretim değeri olarak büyümesinin yanında, istikrarlı bir seyir izlemesi de önemlidir.
Fakat Tablo 1’e baktığımızda, Türkiye ekonomisinin son derece istikrarsız bir
büyüme eğilimine sahip olduğunu görürüz.
Tablo 1: GSMH'nın Yıllar İtibariyle Gelişimi(1980-1995)
Yıllar
1980
1985
1990
1991
1992
1993
1994
1995
GSMH’nın Değeri
(milyar $)
50.870
63.989
84.592
84.887
90.323
97.677
91.733
99.028
Büyüme
Hızı (%)
-2.8
4.3
9.4
0.3
6.4
8.1
-6.1
8.1
Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, Ankara, çeşitli
sayılar.
1980’de negatif bir büyüme hızına sahip olan ekonomi, 1990’da % 9.4’lük
gibi son derece yüksek bir büyüme hızına erişmiştir. Fakat hemen arkasından 1991
yılında, büyüme hızı neredeyse sıfıra inmiştir. 1993 yılında yine yüksek bir büyüme
hızına ulaşan ekonomi, 5 Nisan kararlarının alındığı 1994 yılında büyük bir çöküşe
geçmiştir. 1995 yılında gerçekleşen % 8.1’lik büyüme hızı da sürdürülebilir nitelikte
bir büyüme değildir. Çünkü bu büyümenin üretimle ilişkisi son derece zayıftır.
Yüksek büyüme hızı, büyük oranda % 8.7 büyüyen ticaret sektörüne bağlıdır. Bu da
büyüme hızının, tıpkı 1992 ve 1993 yıllarında olduğu gibi üretim ağırlıklı ve kalıcı
olmadığına işaret etmektedir. Bu sonuçlar da bize, Türkiye ekonomisinin 1980
sonrasında sağlıklı bir büyüme göstermediğini ve neredeyse her beş yılda bir
büyüme sınırlarını zorlayarak bir kriz dönemine girdiğini göstermektedir.Tablo 2’de
de bunu açıkça görmek mümkündür.
Tablo 2: Milli Gelirin Seyri (1980-2004), Sabit Fiyatlarla
Yıllar
1980 1985 1990 1995 2000 2001 2002 2003 2004
GSYİH -2,4
4,2
9,3
7,2
7,4
-7,5
7,8
5,8
8.9
GSMH -2,8
4,3
9,4
8,0
6,3
-9,5
7,8
5,9
9.9
Kaynak: DİE’nin ilgili sayfalarından derlenmiştir
2001 yılında sabit fiyatlarla GSMH yüzde 9.5, GSYİH ise yüzde 7.5
oranında küçülmüş; 2002 yılında sabit fiyatlarla GSMH yüzde 7.8, GSYİH
büyümüştür. (Yönter, 2005:19) 2001 Krizinin ardından uygulamaya konulan Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı sonrasında ; 2002,2003 ve 2004 yıllarında üst üste üç
yıl önemli büyüme kaydeden Türkiye ekonomisi, 2004 yılında %9.9 büyüme hızını
yakalayarak, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi konumuna yükseldi (Günal, 2005:12)
Korkut Boratav da son büyüme rakamlarına ilişkin olarak 2002-2004 yıllarındaki
birikimli yükselişin %48’inin tek başına stok artışlarından kaynaklandığını
söylemektedir (Boratav, 2005)
Özetlemek gerekirse;yüksek oranda gerçekleştiği açıklanan büyüme, büyük
ölçüde ithalata dayalı olup, dış ticaret açığı ve cari işlemler açığına yol açmaktadır.
Kısacası bu kadar yüksek bir büyüme oranının altında yatan neden DİE’nin ilk üç
çeyrek büyüme oranlarını revize ederek arttırmış olması ve son çeyreği de bu
revizyona göre hesaplamış olmasıdır. Bu değişikliğin sonucu hem dördüncü çeyrek,
hem de yıl ortalaması açısından büyüme rakamları beklenenden yüksek gelmiştir
(Günal, 2005:13)
2. Devalüasyonlar Bağlamında Artan Dış Ticaret
1980’li yıllarda ithal ikameci sanayileşme stratejisi yerine, ihracata dayalı
sanayileşme stratejisine geçilirken, yeni stratejinin bir gereği olarak, ekonominin
rekabet gücü artırılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda sürekli reel devalüasyonlara ve
yoğun ihracat teşviklerine başvurulmuştur. Dolayısıyla, bazı sektörlerin uluslararası
arenadaki rekabet gücü artış gösterdiğinden, ihracat miktarı sürekli yükselen bir
sürece girmiştir.(Kazgan, 1999:305)
Bu bağlamda Türkiye ekonomisi, 1980 sonrasında dış ticaret açısından
önemli sayılabilecek gelişmeler kat etmiştir. Özellikle ihracat alanında sağlanan bu
gelişmeler, belki de 1980 sonrası uygulanan ekonomi politikalarının en olumlu
sonucudur. Eğer ihracatı teşvik mekanizmasındaki aksaklıklar yüzünden ortaya
çıkan hayali ihracat olgusunu saymazsak, ihracat sektöründe yaşanan gelişmeler
umut verici olmuştur. İhracatın ithalâtı karşılama oranı da, yeterli olmasa da genelde
istikrarlı bir biçimde artmaktadır. 1980 yılında % 36.8 olan bu oran, 1995 yılında %
61’ler civarında gerçekleşmiştir. Dış ticaretin özellikle İhracat ayağı için 1980
sonrası yaşanan en önemli gelişme kuşkusuz Türk Eximbankın kurulmuş olmasıdır.
Türkiye’de ihracatın kurumsallaşmış tek asli teşvik unsuru olan Türk
Eximbank, bu amaca yönelik olarak ihracatçıları, ihracata yönelik üretim yapan
imalatçıları ve yurt dışında faaliyet gösteren müteahhit ve girişimcileri kısa, orta ve
uzun vadeli nakdi ve gayri nakdi kredi, sigorta ve garanti programları ile
desteklemektedir. (Keyder, 2002:165) 1980 yılında ihracatçı firma sayısı yaklaşık 34 bin iken, 2003 yılına gelindiğinde bu rakam 20 bine ulaşmıştır. (Kayalar, 2005)
Tablo 3: Dış Ticaretin Genel Durumu (1980-2005*)
Yıllar
İhracat % İthalat %
1980
1985
1990
1995
2000
2001
2002
28,7
11,6
11,5
19,5
4,5
12,8
15,1
56
5,5
41,2
53,5
34
-24
24,5
Dış Ticaret
Dengesi
-4.999
-3,385
-9,343
-14,072
-26,728
-10,065
-15,495
İhracatın ithalatı
karşılama oranı %
36,8
70,2
58,1
60,6
51
75,7
69,9
2003
2004
2005*
31
33,5
20.5
34,5
40,4
21.3
-22,087
-34,419
-20.008
68,1
64,7
63.6
Kaynak: DTM ve DİE’nin ilgili sayfalarından derlenmiştir. * OcakHaziran
İhracat alanında yaşanan gelişmelerin bir başka olumlu yanı daha
bulunmaktadır. O da ihracatın yapısında meydana gelen değişmelerdir. Türkiye’nin
1980 yılındaki ihracatının %60’dan fazla olan kısmını tarım ve madencilik ürünleri
oluştururken kalan kısmını ise sanayi ürünleri oluşturmaktaydı. Fakat 1995’e
gelindiğinde Türkiye’nin ihracat yapısı sanayi lehine değişmiş ve sanayinin payı
yaklaşık %90’a yaklaşmıştır. Bu değişim sanayi toplumu olma adına oldukça olumlu
bir gelişmedir. Dolayısıyla bu değişimden hareketle Türkiye ekonomisinin tarım
temelli bir yapıya bağlı olmaktan kurtulduğunu söylemek mümkündür.
Fakat bütün bu gelişmelere rağmen, Türkiye’nin ihraç ettiği sanayi
ürünlerinin çeşidini de gözden kaçırmamak gerekir. Çünkü Türkiye’nin ihracatının %
50-60’lık bir bölümünü tüketim malları oluşturmaktadır. Tüketim malları içinde de
tekstil ürünleri özel bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla, ihracatın yapısındaki gelişmeler
tek başına yeterli olmamakta, bu değişimin içeriği de önemli olmaktadır. Bilindiği
gibi, ihracatta ürün bakımından yoğunlaşma her zaman için olumsuz sonuçlar
doğurabilecek bir dezavantajdır. Bu nedenle, ihracatta çeşitlenmeye gidilmesi, ülke
ihracatının geleceği açısından çok önemlidir.
1980 Türkiye’sinde yatırımsız, sanayi politikasız bir dışa açılma sürecine
gidilmiş, bu da 1990’lara gelindiğinde ihracatın tıkanması ve “konsantrasyonu”
(tekstil gibi belli düşük katma değerli sektörlerin etrafında yoğunlaşmasına) buna
karşılık ithalatın patlaması ile sonuçlanmıştır (Yülek, 1998:47) Bu durumu Tablo
3’ten de rahatlıkla anlayabiliyoruz.
1989 kararlarının ardından finansal hareketlerin serbestleşmesi sonucu
spekülatif sermaye girişi yerli paranın yabancı paralar karşısında değer
kazanmasına, dolayısıyla ihracat ürünlerinin dış fiyatlarının artmasına ve ithalatın
ucuzlamasına neden oldu (Yentürk, 2001)
Gerçi 2001 ekonomik kriziyle ciddi bir düşüşün yaşandığı ithalatta, krizden
sonraki yıllarda önemli ölçüde artışlar meydana gelmiştir. Düşüşün sebebi olarak
özellikle yerli paranın devalüe edilmesi ve böylece aşırı değerlenmiş kurun, ithalatı
düşürüp ihracatı arttırması gösterilebilir. Çünkü tablodan da görüldüğü gibi ithalat
2001 yılında %-24 iken, bir yıl sonra yani 2002’de %24,5 olarak
gerçekleşmiştir. Buna karşılık aynı dönemde yani 2001’de ihracat
%12,8’den, %15,1’e yükselmiştir. Bu artışta aşırı değerlenmiş kurların payı göz ardı
edilmemelidir.
Zaten ihracatçı açısından kurlardaki iyileşme 6-12 ay içinde etkili
olmaktadır. Uzun vadede istikrarlı bir ekonomik ortam ve stabil bir kur kriz ortamında
yapılan devalüasyonlardan çok daha önemlidir. (Erzan, 2001:83) İhracata
devalüasyonun katkısı açısından baktığımızda; 1980 sonrası, sonuncusu hariç iki
büyük devalüasyon görüyoruz. 24 Ocak Kararları’yla ihracata dayalı büyüme
stratejisine geçilmesi ve devalüasyon ile 1981’de ihracat yüzde 61 arttı. 1994’teki
devalüasyon ve 5 Nisan Kararları sonrası ise ihracat ancak yüzde 18 arttı. (Erzan,
2001:82) Devalüasyonun fiyatlar üzerindeki etkisi, genellikle ihracatı artırıcı, ithalatı
ise kısıcı yöndedir. Ancak ithalat ile ihracat arasındaki farkın azalması için ya
ekonomideki toplam üretimin artması yada toplam harcamanın azalması gerekir.
(Yenal, 1999:125) Devalüasyonun ithalat üzerindeki en önemli etkisi ise tüketim
malı ithalatında oluyor. Bu dönemlerde tüketim malı ithalatı hızla düşüyor. (Erzan,
2001:83) Bütün bu gelişmelere rağmen dış ticaretimizde 2000’li yıllardaki eğilim
ithalat lehine olmuştur.
2004 yılında ihracat %33.4 oranında artarak 63 milyar dolara, ithalat ise %
40.4 oranında artarak 97.3 milyar dolara çıkmış,böylece aynı dönemde dış ticaret
açığı 34.3 milyar dolara yükselmiştir (Günal, 2005:13) 2004 yılının Temmuz ayına
göre ihracat % 4 oranında azalmış, ithalat ise % 8,7 artmıştır. Geçici verilere göre
2005 yılı Temmuz ayında 5.405 Milyon Dolar ihracat, 9.491 Milyon Dolar ithalat
yapılmıştır. (DİE:2005)
Sonuç olarak denilebilir ki, 1980 sonrası uygulanan ihracata dayalı
sanayileşme stratejisi de, ithal ikameci stratejide olduğu gibi tıkanmış ve düş kırıklığı
yaşatmıştır. Her iki stratejinin başlangıç noktası olan ödemeler dengesi sorunları
kararlı bir şekilde çözümlememiş; ithalata olan bağımlılık devam etmiştir. Başka bir
deyişle her iki strateji de ekonomide yarattığı olumlu gelişmeler yanında, olumsuz
sonuçları ile sanayileşmeyi ve buna bağlı istikrarlı büyümeyi sağlamada yeterli
olmamıştır. (Çarıkçı, 1983:98)
3. Artan Dış Borç Sorunu
Borç stoku, bir ülkenin, bir kesimin, bir şirketin ya da bir kişinin o güne
kadar aldığı ve henüz geri ödemediği borçların anaparası ile o gün itibarıyla
tahakkuk etmiş faizlerinin toplamını gösteren bir ölçüdür. (Eğilmez, 2005)
1980’den sonraki döneme baktığımızda özellikle ihracat alanında önemli
ölçüde döviz kazancımızın olduğunu söylemek mümkündür. Ama bu olumlu
gelişmeye karşılık söz konusu dönemde yaşanan olumsuz gelişme dış borçlar
konusunda olmuştur. 1980’den sonra Türkiye ekonomisi dış borçlanma yüzünden
hem büyük miktarlarda döviz kaybetmiş hem de dışa bağımlı bir ekonomi olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında dış borçların maalesef her geçen yıl katlanarak arttığını
söyleyebiliriz.
Tablo 4: Dış Borç Stoku ,Milyar$ (1984-1995)
Yıllar
1984
1990
1995
Toplam Dış
Borç (milyar $)
20.65
49.03
73.27
Orta ve Uzun
Vadeli (%)
17.47
39.53
57.57
Kısa Vadeli
(%)
3.180
1.798
15.58
Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, Ankara, çeşitli sayılar
Tablo 4’ü incelediğimizde, Türkiye’nin toplam dış borç stoğunun önüne
geçilemeyecek bir hızla ilerlediğini görüyoruz. 1984’te 20.65 milyar dolar, 1990’da
yaklaşık 50 milyar dolar ve 1995’te 73.27 milyar dolarlık dış borç, geleceğe fazla
iyimser bakmamızı engellemektedir. Dış ticaret açığını borçlanma yoluyla kapatan
ve her yıl artırarak milyarlarca dolar borçlanan bir ekonominin istikrar içinde
kalkınması elbette çok zor olacaktır. Dış borçlarla ilgili bir başka olumsuz gelişme
de, vadelerin kısalmakta oluşudur. Kısa vadeli borçların toplam dış borç içindeki
payı 1984 yılında % 15.39 iken, bu oran 1995 yılında % 21.6’ya çıkmıştır. Bu
demektir ki Türkiye ekonomisi için çember gittikçe daralmaktadır. Cari işlem
açıklarının geri ödemeleri dış borçla finanse edilmekte, dış borçlar katlanarak
artmakta ve bu borçların vadeleri de gittikçe kısalmaktadır.
OECD ülkelerinden sağlanan resmi kaynaklı kredilerin, diğer kredilerle
karşılaştırıldığında daha ucuz maliyetli ve uzun vadeli oldukları hesaba dahil
edildiğinde, Türkiye'nin giderek daha pahalı ve kısa vadeli kaynaklara yöneldiği
görülmektedir. (Kılıçbay, 1984:153) Türkiye'nin bu süreçte hem daha pahalı hem de
daha kısa vadeli kaynaklara yönelmesi, bir tercih sorunu değil, ülkenin gelişmişlik
düzeyine paralel olarak dış kaynağa duyulan ihtiyacın artması ve dünyadaki
konjoktürel dalgalanmalar sonucu meydana gelmiştir. Neyse ki 2000’den sonra dış
borç profilinde uzun vadenin ön plana çıktığı görülmektedir. Dış borç stokunda 2001
krizinden sonra önemli ölçüde artış yaşandığını Tablo 5’ten kolaylıkla görebiliriz.
Tablo 5: Dış Borç Stokunun Profili, Milyar $, (2000-2005)
2000
2001
2002
2003
2004
2005
Q1
118.568 113.658 130.219 145.367 161.846 159.999
Toplam Dış
Borç Stoku
Uzun Vade
90.267 97.255 113.795 122.354 129.906 127.674
Kamu Sektörü
61.114 69.767 84.047 91.148 91.971 89.533
Özel Sektör *
29.153 27.488 29.748 31.206 37.935 38.141
Kısa Vade
28.301 16.403 16.424 23.013 31.940 32.325
Kaynak : HM, http://www.hazine.gov.tr/stat/ti87.htm
* Hazine Müsteşarlığı dış borç stokunun yeniden düzenlenmesi projesi
çerçevesinde dış borç verilerini 1998 yılı Nisan ayında eski ve yeni seriler olarak
açıklamıştır.
Türkiye’nin dış borç stoku, bir kriz yılı olan 2001 sonunda 113.6 milyar dolar
tutarında idi. Bu rakamın 2004 sonunda 161.8 milyar dolara ulaştığı görülmektedir.
Yani Türkiye ekonomisi son üç sene içerisinde dış borç stokunu net olarak 48.1
milyar dolar daha arttırmıştır. Dış borç stokundaki söz konusu 48 milyar dolarlık
artışın 30.1 milyar dolarının kamu sektörünün borçlanmasından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır. (Yeldan, 2005:36) Yine Yeldan’a göre Türkiye 2001 sonrası
dönemde hızlandırmış olduğu dış borçlanma temposunu ve derinleşen kırılganlık
göstergelerini bertaraf edebilmek için, uluslar arası finans piyasalarında sürekli
olarak yüksek faiz ödeyici konumda olmaya koşullandırılmaktadır.
Gerçekte, son on yılda uygulanan politikalar rantçı enflasyonunun daha
gelişmiş oyunlarını sahneledi. Devlet , yüksek faiz; sabit döviz kuru; üretime yönelik
yatırımların, finans sektöründe yüksek karlılık sağlanarak desteklenmemesi gibi
politikalarla, kamu borcu rantiyelerinin zenginliklerine, TL’yi yapay bir şekilde yüksek
seviyede koruyarak, zenginlik kattı. Kısa vadeli dış sermaye girişlerinin
özendirilmesine dayalı “büyüme” modeli aslında bankacılık kesiminin rahatlıkla
borçlanabilmesini amaçladı. Böylece, bankacılık sistemine “ucuz dövizi Türkiye’ye
getirip içeride Hazine bonolarında ve tüketici kredilerinde sorgusuz-sualsiz, her türlü
finansal denetimden uzak bir şekilde değerlendirilmesi sonucu” (Yeldan, 2001) yeni
rant sağlandı (Yıldırım, 2002:267).
Bununla da kalınmadı; bankaların bu kolay ve ucuz döviz politikaları
sayesinde aşırı borçlanarak kredi tabiri altında “iyi müşterilerine” geri
ödeyemeyecekleri para transferleri yapmasına da göz yumuldu. Bu programın doğal
sonucu olarak, “bankacılık kesiminin yurt dışından almış olduğu kredi hacminin baş
döndürücü bir boyuta” ulaşmasıyla dış borçlanmanın birden bire patlaması ve
değerli TL politikasının sonucu olan ithalatın atması ile yine bir dış ticaret ve cari
işlemler krizine davetiye çıkarıldı (Yeldan, 2001). Zira 2000 yılında ülke
ekonomisinde tarihinin en büyük “dış ticaret” ve “cari işlemler” açığı ortaya
çıkmış ve ülke daha çok dış borç almak zorunda kalmıştır (Tokgöz,2001:278). Dış
Borç stokunun, içinde bulunduğumuz 2005 yılına ilişkin durumu ise ekonominin iki
önemli cephesinden gelen açıklamalarla açıkça dile getirilmiştir:
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, 2005 Ocak sonu itibariyle
geçici konsolide bütçe iç borç stokunun 228.8 katrilyon lira (228.8 milyar YTL)
konsolide bütçe dış borç stokunun ise 90.7 katrilyon lira (90.7 milyar YTL) olduğunu
bildirdi. (Babacan, 2005) Toplam dış borç stoku, 2005 Mart sonu itibariyle 159.9
milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. Kısa vadeli borçların toplam dış borç
stoku içindeki payı yüzde 20.2 ve Orta-Uzun Vadeli Dış Borçların payı ise yüzde
79.8’dir. (H.Müsteşarlığı, 2005)
IV. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
1980 yılı Türkiye ekonomisi açısından hayli önemli yapısal dönüşümlerin
yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu bağlamda 24 Ocak Ekonomik Kararlarıyla artık piyasa
ekonomisinin mantığına göre şekillenen bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. Öte
yandan Özellikle 1990’dan sonra ekonomi Kamu kesiminin gerek içerden gerekse
dışardan büyük oranlarda borçlanması ve bunun sonucunda döviz rezervlerinin
hızla erimesi yeni bir ekonomik istikrar programını gündeme getirmiştir. Bu amaçla 5
Nisan Kararları olarak ekonomi tarihimizde yer bulan ekonomik istikrar kararları
alınmıştır. Sözü edilen 5 Nisan Kararları kısmen hedeflerine ulaşmış, fakat
amaçlarını tam olarak gerçekleştirememiştir. Bu gelişmeler Türkiye ekonomisinde
piyasa ekonomisinin teorik uygulamalarının birer sonuç yansımasıdır.
Dolayısıyla sürecin daha iyi değerlendirilmesi için uygulanan liberal temelli
ekonomi politikalarının özellikle temel makro ekonomik göstergeler açısından
değerlendirilmesinde fayda vardır. Temel Makro ekonomik göstergelerin başında
gelen GSMH’ya baktığımızda oldukça istikrarsız bir yapı görmekteyiz. Bazı yıllarda
GSMH’de hızlı bir yükseliş yaşanmakta ardından da ani düşüşler gözlenmektedir.
Bu istikrarsız yapı yaşanan ekonomik krizlere adata davetiye çıkarır niteliktedir.
Sonuç olarak 1980’den beri Türkiye ekonomisinin üretim değeri olarak önemli
artışlar kaydetmesine rağmen istikrarlı bir ekonomik büyüme yakalayamadığını
söyleyebiliriz. Öte yandan GSMH’nin sektörel analizine bakıldığında ileri derecede
sanayileşmiş ülke ekonomilerinin çok gerisinde bir ekonomik yapı sergilediğimiz
görülmektedir. Her ne kadar 1980-1995 Türkiye’sinin üretim yapısı tarım sektörü
aleyhinde değişmişse de yinede bu alanda gelişmiş ülkelerin çok gerisindeyiz.
Türkiye ekonomisine yönelik bu olumsuz gelişmelerin yanında özellikle dış
ticarette önemli adımlar atılmıştır. Hatta 1980 sonrasında yaşanan en olumlu
gelişmenin, ihracat miktarının artması ve ihracatın yapısında sanayi ürünleri lehine
bir değişmenin yaşanmasıdır. Özellikle 1980’den sonra ihracat bir fiyat sorunu
olarak ele alınmış ve 80’den bu yana bu amaca yönelik olarak paranın dış değeri
reel olarak yarıya indirilmiştir. Ayrıca 1984 yılında uygulamaya konan ithalat rejimi
sayesinde ithalatı engelleyen bir çok mal üzerindeki gümrük ve tüketim vergileri
azaltılmıştır. Dış ticaretteki bu olumlu gelişmelere karşılık özellikle 1990’lara
gelindiğinde ihracatın sadece tekstil gibi düşük katma değerli alanlarda
yoğunlaşması sonucu ithalat oranları hızla artmıştır. Örneğin 2000 yılında ihracat
oranı %4.5 iken ithalat oranı %34 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye ekonomisinde 80 sonrası yaşanan en büyük sıkıntı özellikle dış
borçlanma konusunda yaşanmıştır. Bu sıkıntıların başında borçlanma vadelerinin
kısa oluşu gelmektedir. 1980 yılında 20 milyar dolar olan dış borç stokumuz 2000
yılına gelindiğinde 115 milyar dolara çıkmıştır. 2004 yılındaki dış borç stoku ise 161
milyar doları geçmiştir.
Bu sonuçlardan hareketle, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrasında dışa
açılmayı kısmen başardığını fakat temel makro ekonomik göstergeler açısından
oldukça kötü bir süreçten geçtiğini söylemek mümkündür. Ekonomide istikrarın
sağlanmasına yönelik olarak hazırlanan istikrar programları hedeflenen amaçlara
ulaşamamıştır. Dolayısıyla 1980’den beri uygulanan istikrar politikaları, bir
sektörden diğerine, bir kesimden diğerine zenginlik transferleri yapmayı amaçlayan
para ve kredi politikalarından başka bir şey olmadıkları için, bu güne kadar başka bir
başarı gösteremediler. Toplum için bir proje içermeyen ve tamamen serbest piyasa
temelli olan bu politikalar, hem toplumda, hem de ekonomide büyük sıkıntıların
yaşanmasına yol açmıştır. Tamamen devleti küçültme amacına yönelik olarak
hazırlanan bu liberal politikalar kamunun üretimdeki payını daraltmış, fakat
yükselttiği kamu borcundan dolayı ekonomide kamunun gerekliliğini de bir kez daha
ortaya koymuştur.
Sonuç itibariyle baktığımızda E.Yeldan’ın deyimiyle Türkiye ekonomisinde
80’den sonra finansal serbestleşme ile birlikte rant ekonomisinin yükseldiğini
görmekteyiz. Bu tespit, oldukça önemli olmakla birlikte aslında yaşanan ekonomik
krizlerin, ekonomik kısır döngülerin ve büyüme rakamlarına yönelik tartışmaların da
temel çıkış noktasıdır.
Son verirken “serbest piyasa sisteminin aklının da bazı durumlarda
aksadığı ve bunun sonucu merkezci bir yetki gereğinin ortaya çıktığı ortamlar
düşünülebilir.” (Yenal, 1999:164)
REFERANSLAR VE KAYNAKLAR
Avcı, Nihal; “Bütçe ve Para Politikalarının Makroekonomik Etkileri”, Devlet Bütçe Uzmanlığı Araştırma
Raporu*, Maliye ve Gümrük Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Ankara, Ekim, 1988 s.5354. *Raporun orijinal metni için bakınız: http://www.bumko.gov.tr/arastirmarapor/NAvci.pdf 04/09/2005
Babacan, Ali; “Toplam borç stoku 319.5 milyar YTL”, Sabah Gazetesi Ekonomi Servisi,
4 Nisan 2005, http://www.sabah.com.tr/2005/04/04/eko117.html 10/09/2005
Boratav, Korkut; Türkiye İktisat Tarihi (1908-1985), Gerçek Yayınevi, Ankara 1988
Boratav, Korkut; “Büyümenin Nedenleri”, http://acikistihbarat.com/news.asp?id=2556
12/06/2005
Çarıkçı, Emin Yarıgelişmiş Ülkelerde ve Türkiye’de Sanayileşme Politikaları, Turhan Kitabevi, Ankara,
1983
DİE, İstatistikler /Göstergeler, http://www.die.gov.tr/gostergeler.htm 08/09/2005
DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, http://www.die.gov.tr/yillik/yillik_2004.pdf 05/09/2005
DİE, Dış Ticaret İstatistikleri Temmuz/2005, Haber Bülteni, Sayı:136, 31 Ağustos
2005 http://www.die.gov.tr/TURKISH/SONIST/DISTICIST/disticist.html 15/09/2005
DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler
DTM ,2005; “1923'den Günümüze Türkiye Ekonomisi “, Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı, http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm 32/08/2005
Eğilmez, Mahfi; “Türkiye'nin borç stokunu bilmiyoruz”, Radikal Gazetesi İnternet Baskısı,
30 Ağustos 2005, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=162845 10/09/2005
Ercan, Hakan; Açık Ekonomi, İstikrar Tedbirleri ve Sıcak Para: TÜRKİYE, MPM Yayınları No:642 Ankara,
2000
Ersel, Hasan & L. İskenderoğlu; “Monetary Programming in Turkey”, Financial Liberalization in Turkey
içinde, TCMB, s.111-141 Ankara, 1993
Erzan, Refik; “İhracatın Anahtarı Katma Değer?”, PLATİN Aylık Ekonomi ve Aktüel Dergisi, Yıl:4,
Sayı:2001/04 s.82-83.
Güral, Mehmet; “İstatistiklerin Ağzı Var Dili Yok! Büyüme Gerçek mi, Hormonlu mu? Ekonomi Düzeldi
mi?” 2023 Dergisi, AY Grup Yayını, Sayı: 49, s.12-14, Ankara, 2005
HM; “31.03.2005 İtibariyle Dış Borç Stoku”, Basın Duyurusu, Sayı:2005/82 30 Haziran
2005 http://www.hazine.gov.tr/GuncelDuyuru/KAF_20050630_disborcstoku.pdf12-09-2005 13/09/2005
Kayalar, Tuncer; “Cumhuriyetin 80. Yılında İhracatımızda Son Gelişmeler”, Baş.Dış.Tic.
Müstş. http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/ozelsayiekim/mustesar.htm 13/09/2005
Kazgan, Gülten; Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1988
Kazgan, Gülten; Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1999
Keyder, Çağlar; Ulusal Kalkınmacılığın İflası, Metis Yay. Ankara, Ekim 1993.
Keyder, Nur; PARA Teori-politika-uygulama, Seçkin Yayıncılı, 8.Baskı, Ankara 2002
Kılıçbay, Ahmet; Türk Ekonomisi (Modeller-Politikalar-Stratejiler), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları:
263, Ekonomi Dizisi: 19. Ankara, 1984
Özbey, Funda R; “Türk Sanayileşme Sürecinde Bütünleştirilmiş Strateji”, Afyon Kocatepe
TCMB; “Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, Ankara, Mayıs
2002 http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/kuresel.pdf, 20/06/2005
Tokgöz, Erdinç; Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, İmaj Yayınevi, 6. Baskı, Ankara, 2001
Üniversitesi, İİBF Dergisi (hakemli), Cilt:II, Sayı:1, Temmuz 2000, s.75-93
Yeldan, Erinç; “Türkiye Ekonomisine Genel Bakış”, 2023 Dergisi, AY Grup Yayını, Sayı: 49 ss.33-36,
Ankara, 2005
Yeldan, Erinç; Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004
Yeldan, Erinç; “Küreselleşmenin Neresindeyiz ? Türkiye Ekonomisinde Borç Sorunu ve IMF Politikaları”,
2003 http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_06.html 26/06/2005
Yenal, Oktay; “İktisat Siyasası ve Plan” , İktisat Siyasası Üzerinde İncelemeler, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ekonomi Dizisi:29, Ankara, Eylül 1999, s.159-172.
Yenal, Oktay; “ Yarım Yüzyıllık İktisadi Milliyetçilik, 1923-1974*”, İktisat Siyasası Üzerinde İncelemeler,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ekonomi Dizisi:29, Ankara, Eylül 1999, s.145-158 * Cumhuriyetin
50.yılında Chicago Üniversitesinde düzenlenen Seminere sunulan bildiri, Kasım 1974.
Yentürk, Nurhan; “Türkiye Ekonomisinin son 20 yılı:yangın söndü, arsayı kurtardık”,
2001 http://www.bağimsizsosyalbilimciler.org 15/06/2005
Yıldırım, Zeynep; “Türk Lirası Öldü mü?” DOĞU BATI, Üç aylık düşünce dergisi, FSK Yayınları, Yıl 5,
Sayı: 18, ss.253-270 Ankara, 2002
Yönter, U. İzzet; “Türkiye Ekonomisinin Son Dönemdeki Gelişmeler Işığında Bir Değerlendirmesi” 2023
Dergisi, AY Grup Yayını, Sayı: 49 Ankara, 2005 s.16-22.
Yülek, Murat; Asya Kaplanları;Sanayi Politikaları ve Kalkınma, Alfa Yayınları, İstanbul, Kasım 1998
Download