Document

advertisement
ORTA DOĞU’NUN JEOSTRATEJİSİ VE ENERJİ KAYNAKLI SORUNLARI
Muazzez HARUNOĞULLARI1
Özet
Enerji kaynakları, küresel arenada bütün ekonomik ve politik gelişmeleri şekillendiren önemli
bir olgudur. Sanayi devriminden sonra dünyada yaşanan bütün savaşlar ve yapılan antlaşmalar
büyük oranda enerji kaynakları, bu kaynakların bulunduğu alanlar ve çevreleri üzerindeki güç
mücadelelerin eseridir. Bu anlamda petrolle özdeşleşen bir coğrafya olan Orta Doğu, bütün
büyük güçlerin ilgi odağıdır.
Bu çalışmanın amacı, Orta Doğu’nun enerji kaynakları bakımından sahip olduğu zenginliğini,
bölgenin jeopolitik ve jeostratejik önemini ve bu kaynaklarla ilgili ortaya çıkan sorunları
değerlendirmektir.
Orta Doğu’daki petrol ve doğal gaz rezervleri, üretim ve tüketim miktarları ile dünya
devletlerin enerji arz ve talep değerleri dikkate alınarak geniş çaplı bir literatür çalışması
yapılmış, elde edilen veriler tarafsız bir bakış açısıyla betimsel bir şekilde değerlendirilmiştir.
Bütün sanayisi gelişmiş ülkeler kalkınma hamlelerinin sürdürebilirliği için enerji kaynaklarına
ihtiyaç duymaktadırlar. Petrol ve doğal gaz bu kaynaklar içinde en büyük paya sahiptir. Orta
Doğu, petrol ve doğal gaz yatakları bakımından dünyanın en zengin kaynaklarının bulunduğu
bölgelerin başında gelmektedir. Petrol ticari, sanayi, ulaşım, ulusal güvenlik açısından
stratejik önem sahip olduğu gibi bu kaynağın azlığı ya da yokluğu büyük çapta sosyoekonomik ve siyasal sorunların yaşanmasına yol açacaktır.
Uzun ömürlü, ucuz ve nispeten bol olan petrol, dünya ekonomisi açısından oldukça yaşamsal
bir değer taşımaktadır. Kısa vadede petrol yerine geçecek başka enerji kaynakları
bulunamadığı sürece petrol üzerine olan ekonomik ve siyasi mücadeleler devam edecektir.
Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, enerji, petrol, enerji sorunları.
_________________________
1
Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Kilis. e-posta:
[email protected], [email protected]
Geostrategy the Middle East and its Energy Source Problems
Abstract
Energy sources is an important phenomenon shaping all political and economical
developments in the global arena. After the industrial revolution, substantially all wars and the
treaties that are in the world, is the result of the power struggle over areas where is these
resources and their environments. In this sense, Middle East where is a region synonymous
with oil is the focus of attention of all the major powers.
The aim of this study is to evaluate having the Middle East's energy resources in terms of
wealth, it is the region's geopolitical and geostrategic importance and emerging issues related
to these resources.
Considering oil and natural gas reserves and their production and consumption in the Middle
East, the supply and the demand value of energy in the world states was performed with a
wide range of a literature study, the data obtained was evaluated in a descriptive manner the
terms of a neutral point of view.
All industrial developed countries are in need of energy resources for the sustainability of
economic development efforts. Oil and natural gas has the largest share of these resources.
Middle East is one of the regions where the world's richest sources in terms of oil and natural
gas deposits. Besides of oil for commercial, industrial, transportation and having strategic
importance for national security, scarcity of this resource or the lack of it will lead to the
emergence of large-scale socio-economic and political problems.
Long-lasting, cheap and relatively abundant oil is a value which can be extremely vital for the
world economy. In the short term that will replace oil unless it can find other sources of
energy will continue economic and political struggles on oil.
Keywords: Middle East, energy, oil, energy ıssues.
Giriş
Orta Doğu, tarihin başlangıcı sayılan yazının bulunmasından bu yana insanoğlunun meydana
getirdiği medeniyetin beşiği olmuştur. Dünyanın diğer bölgelerinde gelişen uygarlıkların
yayılmasında kavşak noktası olan bölge, doğu-batı arasında ticari malların, kültürlerin,
inançların ve medeniyetlerin transferlerinin gerçekleşmesini sağlamış, ulaşımda önemli bir
yer tutmuştur (Davutoğlu, 2002). Üç kıtanın düğüm noktasında bulunan bölge ulaşım
yollarının kesiştiği, farklı etnik ve kültüre sahip, tüm semavi dinlerin buluştuğu bir
coğrafyadır. Dünya ve insanlık tarihini en çok etkileyen pek çok gelişme ve değişimin
görüldüğü bu bölge, dünya savaşlarının, küresel arenada yaşanan siyasi ve ekonomik
çekişmelerin merkezinde yer almaktadır. Dünya egemenliğini elinde tutmak isteyen her devlet
için en önemli ve vazgeçilmez bir coğrafya (Davutoğlu, 2002) olan Orta Doğu, günümüz güç
mücadelesinin merkezinde bulunmaktadır.
Enerji kaynakları son iki yüzyılda da devletlerin dış politikalarını uluslararası ilişkilerini
belirleyen en temel unsurlardan biridir. Ülkeler kalkınma ve gelişme seviyelerini ancak ve
ancak enerji kaynaklarına dayalı olarak gerçekleştirebilirler. Bu durum ülkelerin, enerji
bağımlılıklarını arttırmakta dolayısıyla dış güvenlik yaklaşımlarını şekillendirmektedir.
Ülkeler, dünya devletleriyle ilişkilerini enerji temelli üretmektedirler. Enerjiye sahip olma,
enerji lojistiğinin güvenliğini sağlama ve dünya enerji kaynakları ve ulaşımı üzerinde denetim
kurma ülkelerin uluslararası alanda izlediği politikaların temelini teşkil etmektedir. 20. ve 21.
yüzyıllara damgasını vuran en önemli enerji kaynağı olan petrolün %60’tan fazlasının bölgede
bulunması bu mücadelenin en büyük nedenlerinden başlıcasıdır.
20. yüzyılda sanayi ve ulaşım alanlarında temel enerji hammaddesi haline gelen petrol, büyük
bir önem kazanmış ve küresel güçler, bu stratejik hammaddeyi ele geçirebilmek için büyük
mücadele ve rekabet içine girmiştir. Güçlü devletler petrol kaynaklarını ele geçirebilmek için
diplomasinin
bütün
imkanlarını
zorlamaktan,
yeri
geldiğinde
güç
kullanmaktan
kaçınmamıştır. Sahip olduğu farklı özelliklerinin keşfedilmesiyle önemi artan petrol, II.
Dünya savaşı sırasında stratejik bir değer kazanmıştır (İzzeti, 2006).
Dünyada zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip ülkeler, küresel aktörlerin emellerine
yönelik ortaya koydukları politik çekişmelerin yaşandığı yerler konumundadırlar. Enerji
naklinin siyasal sebeplerle engellenmesi, ulusal ve enerji güvenliği açısından risk meydana
getirmektedir. Enerji ulaşım hatlarının geçtiği ülkelerin birbirleri ile istikrarlı politik ilişkiler
içinde bulunmaları son derece önemlidir. Enerji kaynakları ve ulaşımı üzerinde etkin rol
almaya çalışan ABD, Rusya ve Çin birbirleriyle sürekli bir rekabet içindedirler. Bu rekabet
zaman zaman uluslararası alanda enerji güvenlik sorununa sebep olabilmektedir (Gumpel ve
Hekimler, 2007).
Amaç ve Yöntem
Çalışmanın amacı, Orta Doğu’nun enerji kaynakları bakımından sahip olduğu zenginliğini,
bölgenin jeopolitik ve jeostratejik önemini ve bu kaynaklarla ilgili ortaya çıkan sosyo-politikekonomik sorunları değerlendirmektir. Orta Doğu’nun stratejik önemi, enerji kaynakları ve
enerji kaynaklarına dayalı olarak bölgede meydana gelen politik ve ekonomik sorunlar analiz
edilerek değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla kapsamlı bir literatür taraması yapılmış
elde edilen veriler, durum çalışması yaklaşımıyla ele alınmış nitel araştırma yöntemi
kullanılarak betimsel biçimde değerlendirilmiştir.
Bulgular
Orta Doğu’nun Jeostratejik Önemi
Üç kıtanın birbirine bağlandığı bir düğüm noktasında yer alan Orta Doğu küresel ölçekte en
önemli kara, deniz, hava ve enerji ulaşımı yolları üzerinde bulunması nedeniyle jeostratejik
ehemmiyete sahiptir. Dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunduğu
bölgelerin başında gelen Orta Doğu, enerji kaynakları bakımından son derece önemli bir
çekim merkezi durumundadır.
Orta Doğu bölgesinin jeopolitik önemini ortaya koyan temel neden kritik su ve kara yollarını
kontrol eden jeostratejik konumudur. Bu özelliğinin yanı sıra bölgede yer alan petrol
rezervleri Orta Doğu bölgesinin jeopolitik ve jeostratejik önemini bir kat daha arttırmaktadır
(Sevim, 2012). Doğu-batı doğrultusunda Akdeniz Havzası ile Çin arasında, kuzey-güney
istikametinde ise Karadeniz’in kuzeyindeki stepler ile Akdeniz ve Mısır arasında yürütülen
ticaret Orta Doğu’yu ekonomik-politik bir eksen haline getirmiştir. Sanayi devrimini de
doğrudan ilgilendiren bir olgu olarak enerji kaynaklarına duyulan ihtiyacın artması, Petrolü
stratejik bir araç, Ortadoğu’yu da bu stratejik aracın jeoekonomik havzası olarak stratejik bir
rekabet alanı haline dönüştürmüştür. Böylece Orta Doğu sadece ticari ve doğal kaynak
aktarım hattı olarak değil, doğal kaynak stoku olarak da başlı başına önemli bir stratejik
konum kazanmıştır. Orta Doğu’nun dünya petrol rezervlerinin önemli bir bölümüne sahip
olması bölgenin stratejik yapılanmasına ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerin bu
yapılanma içindeki pozisyon alışlarında önemli bir etki yapmıştır ve yapmaya devam
edecektir. Petrolün uluslararası ekonomik-politik güçler açısından taşıdığı hayati önem bu
doğal kaynağa dayalı bir stratejik planlamanın geliştirmesini zorunlu kılmıştır (Davutoğlu,
2002). Kuzey Afrika, Orta Asya ve Kafkasya bölgesini de içine alan Büyük Orta Doğu adı
verilen bölgede (Şekil 1) dünya petrol rezervlerinin % 80’i doğal gaz rezervlerinin ise
yaklaşık %50’si bulunmaktadır. Dar anlamdaki Orta Doğu dikkate alındığında bile bu oranlar
% 60-65 ve % 35’in altına düşmemektedir. Bu bölgede egemenlik kurmayı başaran bir
devletin dünya gücü olması sorgulanamaz. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, sonra Birleşik
Krallık, Soğuk Savaş döneminde ise bölgeyi doğrudan ve dolaylı etkileri altına alan ABD ve
SSCB, bu sayede dünya gücü olmuşlardır (Arı, 2004).
Şekil 1. Kuzey Afrika, Orta Asya ve Kafkasya bölgesini de içine alan Büyük Orta Doğu.
Irak’ın kuzeyi, coğrafi konumu ile Basra Körfezi’ni, enerji zengini Körfez ülkelerini,
Babülmendep Boğazı, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı yolu ile Akdeniz’e açılan enerji
güzergâhını, Bakü-Tiflis-Ceyhan güzergâhını, Doğu Akdeniz’i, Karadeniz’i ve Kafkasya’yı
denetleme imkânına sahiptir. Bu nedenle de bölge küresel ve bölgesel jeopolitik içinde önem
kazanmaktadır (Eslen, 2008). Kıbrıs Adası batı sırtıyla da Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kuzey
Afrika’daki stratejik dengelerin temel taşı niteliğindedir. Musul ve Suudi Arabistan
petrollerinin Doğu Akdeniz’e yönelmesi (Davutoğlu, 2002), Doğu Akdeniz’de zengin enerji
kaynaklarının varlığının tespit edilmesi, enerji hatları açısından öneminin artması sebebiyle
bölgenin jeostratejik ehemmiyeti artmış ve bölge küresel rekabet alanı haline gelmiştir.
Orta Doğu’da yaşanan kriz, gerginlik ve çatışmalar, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın bölgesel ve
küresel üstünlük kurma, barış ve istikrara katkı sağlama açısından değerini yükselmektedir.
Doğu Akdeniz’in ulaştırma ve enerji kaynaklarını kontrol etmesi (Çomak, 2012) Akdeniz’de
yeni enerji kaynaklarının bulunması, bu kaynakların Avrupa’ya ulaştırılması açısından da
Orta Doğu’nun jeostratejik önemi bir kat daha artmıştır.
Dünya Petrol ve Doğal Gaz Rezerv, Üretim ve Tüketiminde Orta Doğu’nun Yeri
Dünyadaki petrol ve doğal gaz rezervleri ülkelere ve bölgelere farklı şekilde dağılmıştır.
Stratejik enerji kaynaklarının üretildiği ve tüketildiği bölgeler arasında önemli bir farklılık
bulunmaktadır. Bu hidrokarbon kaynakların büyük bölümünün onu kullanan sanayileşmiş
batılı devletlerin sınırlarının dışında olması enerji alanındaki rekabeti arttırmıştır. ABD,
jeostratejik çıkarları açısından son derece önemli olan Orta Doğu ve Orta Asya coğrafyasını
içine alan büyük bir alanla ilgili ekonomik ve politik planlamalar yapmakta ve planlarını
hayata geçirmek için büyük gayret sarf etmektedir (Brzezınskı ve Gates, 2004).
Dünyanın bilinen en büyük petrol rezervleri Orta Doğu'dadır. Suudi Arabistan, İran, Irak,
Kuveyt, Katar ve Abu Dabi büyük petrol üreticileridir. Bu ülkelerle birlikte Nijerya, Libya,
Cezayir, Endonezya, Ekvator, Gabon ve Venezuela, petrol satış fiyatlarını ortaklaşa
belirleyebilmek için Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nü (OPEC) kurmuşlardır. Dünya petrol
rezervlerinin toplamının 400-500 gigaton (1 Gt= 1 milyar ton) olduğu tahmin edilmektedir.
Buna göre dünya petrolünün % 16’sını ABD, % 15’ini Eski Sovyet Cumhuriyetleri, % 11’ini
Kuzey Afrika ve Nijerya, % 38’ini İran Körfezi ülkeleri, % 6’sını Venezüella, geri kalanını da
elli beş değişik ülke üretmektedir. Ülkeleri çevreleyen kıta sahanlıklarında da, örneğin Kuzey
denizinin İngiltere ve Norveç'e ait kesimlerinde petrol sondajları yapılmaktadır. Dünyanın
görünür petrol rezervi yaklaşık 666 milyar varil kadardır; bunun yarıdan çoğu Orta
Doğu'dadır. Belirlenen bu rezervlerin yanında keşfedilmeyi bekleyen pek çok petrol yatağı
bulunduğu ifade edilmektedir (PİGM, 2013). Körfez Bölgesi, büyük enerji rezervlerinden
dolayı dünya stratejilerinin en fazla önem verdiği bölgelerden birisine dönüşmüştür. Her gün
yaklaşık 15-16 milyon varil petrol Suudi Arabistan, Irak, İran, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap
Emirlikleri tarafından Hürmüz Boğazı yoluyla ihraç edilmektedir. Bu rakam, eski Doğu Bloku
ülkeleri çıkarıldığında, dünya tüketiminin yarısını oluşturmaktadır. Fars Körfezinden ihraç
edilen petrol Batı ülkeleri için hayati öneme sahip olduğundan bu ülkelerin Körfez
politikalarının temelini petrol oluşturmaktadır. Petrolden elde edilen gelir kapitalist ve
sanayileşmiş dünyanın dikkatini bu bölgeye çevirmesine yol açmıştır (İzzeti, 2006).
Orta Doğu günümüzde dünya petrol rezervinin yaklaşık % 48’ine sahiptir (BP, 2015). Rezerv
bakımından Suudi Arabistan birinci, İran ikinci, Irak üçüncü, Kuveyt dördüncü, Birleşik Arap
Emirlikleri ise beşinci sırada yer almaktadır. Orta Doğu petrolleri başlıca üç büyük havzada
toplanmış durumdadır. Bunlar;1. İran’da Kuzistan havzası, 2. Irak’ın kuzey havzası, 3. Suudi
Arabistan ve Basra Körfezinin kuzeybatısındaki havza (Özey, 2003). Bu ülkelerin yanında
Suriye’de hidrokarbon kaynaklar da değer arz eder. Suriye’nin en önemli yer altı kaynağı
petrol ve doğal gazdır. Yatakların çoğu, kuzeydoğu Irak sınırı yakınındadır (Özey, 2001).
Suriye’nin petrol rezervi 2014 yılında 2.5 milyar varildir (BP, 2015).
Petrol, 2013 yılından itibaren dünya enerji talebinin % 33.1’ini, doğal gaz ise % 23,9’unu
karşılamıştır. 2012’de Brezilya, Çin, AB ülkeleri, Japonya, Rusya ve ABD fosil yakıtlardan
kaynaklanan enerji tüketim artışı dünya ortalamasının altında olmuştur. ABD’de büyük
oranda şeyl gazı üretilmektedir. ABD’de 2012’de en yüksek petrol ve doğal gaz üretim
artışları kaydedilmiş ve tarihin en büyük petrol üretimi gerçekleşmiştir. Afrika ve Orta
Doğu’daki bazı ülkelerde yaşanan arz kesintileri OPEC ülkelerince gerçekleştirilen üretim
artışlarıyla telafi edilmiştir. 2011’de Libya’da petrol üretiminde aşırı düşüş yaşanmış 2012’de
petrol üretimi kuvvetli bir artış göstermiştir. Sanayileşmede meydana gelen hızlanma ile
birlikte doğal gaz tüketimi de artmıştır. 2030 yılına kadar fosil yakıtlar içinde en fazla artışın
doğal gazda yaşanacağı öngörülmekte ve doğal gaz üretiminin Avrupa dışında bütün
bölgelerde artması beklenmektedir. Dünya enerji talebinin 2030’a kadar % 38 oranında
artacağı, talep edilen enerji miktarının ise 12 milyar ton petrol eşdeğerinden (mtep), 16,7
milyar ton petrol eşdeğerine ulaşacağı beklenmektedir. Bu artışın tamamına yakını gelişmekte
olan ülkelerdeki talep artışından kaynaklanacaktır (Dünya Enerji Konseyi Türk Milli
Komitesi, 2014). 2012 yılında dünya petrol üretimi bir önceki yıla göre % 2,2 artarak 86,2
milyon varil olmuştur. İran’ın uluslararası yaptırımlar sebebiyle üretiminde düşüş (-680 bin
v/g) yaşanmışsa da OPEC küresel artışın yaklaşık dörtte üçünü karşılamıştır. Libya 2011’deki
1 milyon v/g üretimini yerine koymuş, Suudi Arabistan, BAE ve Katar’da son iki yıldaki
üretim rekor seviyelere ulaşmıştır. Bir önceki yıla göre Kuveyt ve Irak’ta üretim artmıştır.
OPEC dışında, Kanada, Rusya ve Çin’in üretimlerinde artış gerçekleşmiş, İngiltere ve
Norveç’te önemli miktarda, Suriye’de ise iç savaş nedeniyle yaklaşık % 50 oranında düşüş
yaşanmıştır (Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, 2013). Dünya kanıtlanmış petrol
rezervlerinin oranları dikkate alındığında Orta Doğu bölgesinin 1994 yılında % 59,9; 2004’de
% 54,9; 2014’te ise % 47,7 ile en büyük değere sahip olduğu dikkat çekmektedir (Şekil 2).
59.4
60
54,9
47.7
50
40
30
19.4
20
7,3 7.6
10
16.4
11.4 13.7 12.610.3
9.1
1994
5.87.9 7.6
2004
3.5 3 2.5
2014
0
Şekil 2. Kanıtlanmış Petrol Rezervlerinin Bölgesel Dağılışı (1994, 2004, 2014 yılları- %). Kaynak:
BP, 2015.
2014 yılında Suudi Arabistan 546 mtep üretmişken, bu ülkeyi 529 mtep ile Rusya ve 510
mtep ile ABD izlemiştir. Dünya petrol üretiminde Suudi Arabistan, Rusya, ABD, Çin,
Kanada, Kuveyt, BAE, Irak, İran ve Venezuela önde gelen ülkelerdir (Şekil 3).
600
500
400
300
200
100
0
546
529
510
214
206
168
158
155
154
148
Şekil 3. Küresel ham petrol üretimi, 2014 (mt) Kaynak: Enerdata, Global Energy Statistical Yearbook,
2015.
Petrolde olduğu gibi doğal gaz rezervlerinde de Orta Doğu dünyada en önemli bölge konumundadır.
2014 yılında dünya doğal gaz rezervleri bölgelere göre değerlendirildiğinde Orta Doğu’nun 79,8
trilyon m3 ile yani % 42,7 ile başı çektiği görülmektedir. Orta Doğu bölgesinden sonra dünyada en
fazla doğal gaz rezervleri Avrupa ve Avrasya bölgesinde bulunmaktadır (Şekil 4, Şekil 5).
79.8
80
70
60
50
40
30
20
10
0
58
15.3
14.2
12.1
7.7
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
42.7
31
8.2
7.6
6.5
4.1
Şekil 4. Dünya Doğal Gaz Rezervi, 2014 (Trilyon m3). Şekil 5. Dünya Doğal Gaz Rezervi, 2014 (%).
Kaynak: BP, 2015: 20.
Dünya üretiminde ilk üç sırada ABD, Rusya ve Iran olduğu görülmektedir. Bu ülkeleri Katar,
Kanada, Çin, Norveç, Suudi Arabistan, Cezayir ve Türkmenistan izlemektedir. ABD ve
Rusya 1375 milyar m3 ile dünya doğal gaz üretiminde önemli bir yer tutmaktadır. Dünya
doğal gaz tüketiminde ise 757 milyar m3 ile ABD ilk sırada yer alırken, Rusya 462 milyar m3
ile ikinci sırada, Çin 181 milyar m3 ile üçüncü sırada bulunmaktadır (Tablo 1).
Tablo 1. Doğal Gaz Üretim ve Tüketiminde Dünyada İlk Sırada Yer Alan Ülkeler (2014).
Doğal gaz Üretiminde
İlk On Ülke (2014)
ABD
Rusya
İran
Katar
Kanada
Çin
Norveç
Suudi Arabistan
Cezayir
Türkmenistan
Milyar M3
732
643
174
161
160
127
108
87
80
77
Doğal gaz Tüketiminde
İlk On Ülke (2014)
ABD
Rusya
Çin
İran
Japonya
Kanada
Suudi Arabistan
Almanya
Meksika
Birleşik Krallık
Milyar M3
757
462
181
174
134
110
87
81
72
70
Kaynak: Enerdata, Global Energy Statistical Yearbook, 2015.
Enerji stratejilerinde büyük çapta başarısızlıklar, yalnız gelişmekte olan değil, gelişmiş
ülkelerde bile, sosyal ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilecek ekonomik ve çevresel sonuçlar
doğurabilmektedir. İşsizliğin artığı bölgeler göç vermeye başlar ve görece sanayileşmiş
bölgeler göç alır. Nüfustaki bu hareket barınma, beslenme gibi sorunlarla birlikte kaynak
tüketiminde bir artışı ve hızlı çevresel bozulmayı getirir (Deese, 1980). Enerji kaynaklı olarak
ortaya çıkan sorunlar sadece ekonomik ve çevresel olmamakta dünya ülkeleri arasında
çatışmalara ve hatta savaşlara sebep olabilmektedir. Enerji kaynakları dünya devletlerinin
üzerinde hakimiyet kurmak için her yolu mübah gördüğü bir metadır. Bu sebeple enerji
kaynakları, geçmişten günümüze küresel ve bölgesel ekonomik ve politik çekişme, çatışma ve
savaşların nedeni olmuştur.
Orta Doğu’da Enerji Temelli Sorunlar
Dünyadaki enerji, su ve diğer doğal kaynaklara dayalı istikrarsızlığın temelinde son 50 yıldır
giderek ağırlaşan ekonomik kutuplaşma bulunmaktadır. Dünya’daki mülteci sayısı bölgesel
çatışmalar, yoksulluk, enerji ve su gibi doğal kaynaklara erişim problemleri nedeniyle büyük
bir hızla artmaktadır. Bu sebeple devletler toprak bütünlüklerini korumak için savunma
harcamalarını artırmaya başlamışlardır (Sevim, 2012). Orta Doğu petrolle özdeşleşen bir
coğrafyadır. Bu özellik Orta Doğu’yu sömürge rekabetinden en derin etkilenen bölge haline
getirmiştir. Sanayi devrimini doğrudan ilgilendiren bir olgu olarak enerji kaynaklarına
duyulan ihtiyacın artması petrolü stratejik bir araç, Orta Doğu’yu da bu stratejik aracın
jeoekonomik havzası olarak stratejik bir rekabet alanı haline dönüştürmüştür. Orta doğu
sadece ticari ve doğal kaynak aktarım hattı olarak değil, doğal kaynak stoku olarak da başlı
başına önemli bir stratejik konum kazanmıştır. Orta Doğu dünya petrol rezervlerinin önemli
bir bölümüne sahiptir. Petrolün uluslararası ekonomi- politik güçler açısından taşıdığı hayati
önem bu doğal kaynağa dayalı bir stratejik planlamanın geliştirilmesini zorunlu kılmıştır.
Daha önce çorak ve önemsiz alanlar petrolün bulunmasından sonra stratejik önem
kazanmıştır. II. Dünya savaşından sonra bölgede ortaya çıkan ulus-devletlerin yapılanması
petrol unsuru ile ilişkili bir eksende gelişmiştir (Davutoğlu, 2002). Orta Doğu’nun petrol
bakımından sahip olduğu zenginliğin boyutu esas olarak II. Dünya savaşından sonra
keşfedildi ve büyük çaplı üretimler bu dönemden sonra gerçekleşti. Orta Doğu petrolleri
uzunca bir süre dünyanın diğer bölgelerindeki petrol alanlarında olduğu gibi batılı büyük
petrol şirketlerinin hakimiyetinde kaldı (PİGM, 2013). Orta Doğu dünyanın en zengin enerji
kaynaklarına sahip olması nedeniyle tarihsel bir jeopolitik öneme sahiptir. I. ve II. Dünya
savaşlarının ve pek çok bölgesel savaşın nedeni Orta Doğu’daki petrol yatakları olmuştur.
Arap-İsrail savaşı, Irak-İran savaşı, Ermenistan-Azerbaycan arasında yaşanan çatışma, Körfez
savaşı ABD’nin Irak’ı işgali ve son olarak Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun geniş bir alanında
yaşanan Arap Baharı adıyla yaygınlaşan halk hareketleri ve akabinde çıkan iç savaşlar ve
dünya devletlerinin müdahaleleri enerji hammaddesi kaynaklıdır.
ABD petrol+silah=savaş denklemi ile özdeşleşmiştir. ABD’nin dış politikasının temelini
oluşturan ve “Amerika Amerikalılarındır” deyişinde özetlenen “Monreo Doktrini” hızla
yaşama geçirilmiştir. Büyüyen ABD ekonomisi yeni pazarlara ihtiyaç duymuş ve
Amerika’nın
çıkarlarının
korunması
için
ABD’nin
genişlemek
zorunda
olduğu
vurgulanmıştır. Bu siyasi ve ekonomik genişlemelerin sonucunda, ABD dış politikası,
1900’lerin başından itibaren korkunç bir saldırganlığa dönüşmüştür. Saldırganlık,
sömürgecilik ile sonuçlanmıştır. Bugün ABD yetkilileri “Amerika Amerikalılarındır“ söylemi
yerine “dünya Amerikalılarındır“ söylemini dillendirmektedirler (Özey, 2007). ABD’nin Orta
Doğu politikası geçmişten günümüze iki temel unsura dayanmıştır. Bunlardan biri petrolün ve
bununla bağlantılı ekonomik çıkarların sürdürülmesi ve daha da geliştirilmesi diğeri ise
İsrail’in varlığının sürdürülmesi ve güvenliğinin sağlanmasıdır. ABD’nin bölge ülkeleriyle
ilişkileri, Amerikan petrol şirketlerinin ayrıcalıklar elde etmeye çalıştıkları I. Dünya Savaşı
sonrası yıllarda başlamıştır (Arı, 2004). ABD, Körfezdeki petrol kaynaklarının güvenliğinin
sağlanmasını ve petrolün uluslararası piyasalara makul fiyatlarla kesintisiz akışının devam
etmesini hayati çıkarları arasında görmektedir (Özkan, 2003). Petrolün çıkarılması ve
işletilmesinde önemli yere sahip olan ve dev Amerikan petrol sanayisini oluşturan büyük
Amerikan petrol şirketleri, güçlü siyasi lobiler ve siyasal uzantıları yoluyla hükümetlerin
politikalarını etkilemeyi başarmış ve diğer ülkelerin petrol kaynaklarına ulaşabilmek ve
kontrol edebilmek için gerekli politikaları uygulatabilmişlerdir. 2003 yılından önce dünya
petrol rezervlerinin % 65’inden fazlasını elinde bulunduran Körfez ülkeleri sanayi çarklarını
döndürebilmek için sürekli ve güvenli petrol kaynaklarına ihtiyaç duyan sanayileşmiş
ülkelerin dikkatlerini daha fazla çekmişlerdir (İzzeti, 2006).
1948’de başlayan Arap-İsrail savaşları da 1973’e kadar devam etmiştir. 1973 yılındaki Arapİsrail savaşında petrol stratejik bir silah olarak kullanılmıştır. 1973’te yaşanan bu savaş dünya
petrol fiyatları üzerinde kriz etkisi yaratmış 2,59 dolar/varil olan ham petrol fiyatının bir
içinde 11,65 dolar/varile yükselmesine neden olmuştur. 1973 petrol krizinin yenilenebilir
enerji teknolojilerine yansıması başta rüzgar olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları ile
petrolde yaşanılması olası fiyat artışları karşısında bir B planın hazırda tutulması gerekliliğini
çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. 1973 enerji krizini takip eden yıllarda İran’daki devrim,
İran-Irak Savaşı ve SSCB’nin Afganistan müdahalesi, 1991 Kuveyt Krizi ve Çöl Fırtınası
Harekatı ile Orta Doğu’daki sular hareketlenmiştir (Sevim, 2012).
ABD yönetimleri, II. Dünya savaşı sonrasında izlediği dış politikalarda dünya petrol
kaynaklarının kullanımı, denetimi ve dağıtımının kontrolü ile ilgili programlar izlemişlerdir.
1980 yılında ilan edilen Carter Doktrini, İran Körfezi petrol kaynaklarının korunmasını, petrol
akışına zarar verecek güçlere karşı konulmasını ABD’nin güvenliği açısından son derece
önemli görmüştür. Carter yaptığı açıklamada bölgede kontrolü ele geçirmek amacıyla
gerçekleştirilen herhangi bir teşebbüsün ABD ulusal çıkarlarına saldırı olarak algılanacağını
ifade etmiştir. Bu yöndeki tehditleri ve saldırıları bertaraf etmek için, askeri güç dâhil olmak
üzere, ellerindeki tüm kaynaklarla karşı konulacağını belirtmiştir (Dalgıç, 2002). ABD’nin
bölgeye yönelik politikasının odak noktasını petrol oluşturmaktadır.
Dünya, Körfez krizi ile yeni petrol kaynakları aramaya yönelmiştir. Petrole bağımlılıkları
giderek artan ABD ve Batılı müttefikleri, petrol gereksinmelerinin önemli bir kısmını bu
bölgeden karşılamıştır. Petrol tüketimlerinin ABD %25-30’unu, Almanya % 32’sini, İngiltere
%45’ini, Japonya % 76’sını ve Fransa % 89’unu bu bölgeden sağlamaktadır. Batılı ülkelerin
petrol ihtiyaçları arttığı ve petrole alternatif olabilecek yeni enerji kaynakları devreye
sokulmadığı sürece bölgeye olan bağımlılık devam edecektir. Öte yandan petrol arzının
azalması veya petrol sevkinin kesintiye uğraması dünya ekonomisini oldukça olumsuz şekilde
etkilemektedir. Bu durum ilk defa 1973 petrol ambargosuyla kendini göstermiş ve 1.7 dolar
dolayında seyreden bir varil ham petrolün fiyatı 11.6 dolara kadar yükselmiştir. Aynı gelişme
gerek İran-Irak Savaşı gerekse Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle ortaya çıkan Körfez Krizi sırasında
söz konusu olmuş ve petrol fiyatları birincide 13 dolardan 31 dolara, ikincide ise 21 dolardan
40 dolara kadar yükselmiştir. 1990’ların sonlarında tekrar 10 dolar düzeyine kadar düşmüş
olan petrol fiyatları 2001’in başından itibaren Irak’la ABD arasındaki ilişkilerin
gerginleşmesine paralel olarak artmaya başlamış, 2002 sonlarında 30 dolara, 2003’te Irak’ın
işgal öncesinde ise 38 dolara kadar yükselmiştir (Arı, 2004).
Körfez Savaşı sayesinde ABD bölgedeki birçok hedefine ulaşmayı başarmıştır. Amerika’nın
dış politikasındaki stratejik hedeflerinden biri aşamalı olarak dünya ekonomisinin hayati
önem taşıyan merkezlerini ele geçirmektir. İleri ülkelerin ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarını
kontrolünü sağlamak bu noktada son derece önemlidir. Bunun için de en uygun yol zengin
petrol yataklarının bulunduğu Körfez bölgesini kontrol altına almaktır. Irak’ın Kuveyt’e
saldırması ABD’ye aradığı bu fırsatı vermiş ve bölgedeki hedefine ulaşmasını sağlamıştır
(İzzeti, 2006). Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinin arkasında da ülkedeki petrol
olanaklarının denetlenmesi ve enerji merkezlerinin kontrol edilerek küresel askeri, siyasal ve
ekonomik hegemonyanın sürdürülmesi amacının yattığı bilinmektedir. Tüm bunlara ek olarak
zaten bölgedeki Amerikan ekonomik ve askeri varlığının devamıyla bağlantılı hayati çıkarlar
ve İsrail’in var olma ve güvenlik sorunu ABD açısından bölgeyi daha da önemli hale
getirmektedir (Arı, 2004). ABD, Irak’ı işgal ederken öne sürdüğü gerekçelerin hiç birinin
geçerliliği olmadığı işgalden sonra anlaşılmıştır. Irak’ın işgalindeki asıl sebepler, enerji
kaynaklarının ve yollarının kontrol altına alınması, İsrail’in bölgedeki güvenliğinin
sağlanması, Batıyı tehdit edebilecek her hangi bir yerel gücün etkisinin kırılması ve bölgede
söz sahibi olma isteğidir. Irak işgaliyle ABD bölge üzerindeki hâkimiyetine güç katmaya
çalışmıştır.
Irak savaşından sonra ABD üsleri Sovyet alanında Özbekistan ile Kırgızistan’a ve
Afganistan’a yayılmıştır. ABD güçleri, Afganistan’daki askeri konumundan Güney Asya’nın
büyük kısmının kontrolünü sağlayan bir pozisyon kazanmıştır. Pakistan, ABD askeri
baskısına bağımlı; tüm Körfez artık ABD askeri himayesindedir. Irak savaşının ardından
askeri kontrol sağlanmışken, dünyanın her yerinde enerji dominoları, Washington’un güçlü
etkisiyle, birbiri ardına düşmeye başlamıştır. Enerjiye bağımlı Japonya, Irak Savaşı’ndan
sonra, 2003 Ağustos’unda İran’da büyük bir petrol yatağını işletmek için uzun süreli bir
anlaşma imzalama girişiminde bulunmuş, Washington İran’ın nükleer programını neden
göstererek, Japonya’nın imza atmasına engel olmuştur. ABD’nin Irak’ı işgalinden hemen
sonra, eline geçirebildiği her bir önemli petrol ve doğal gaz kaynağını kilitlemeye kararlı
olduğu açık hale gelmiştir. Amerika’nın yeni imparatorluk stratejisi için, Irak petrolü ve bütün
Basra Körfezi üzerinde askeri denetim tesis etmenin getirdiği menfaat o kadar yüksek ve
bunun sağladığı Avrasya ile diğer ülkelerin tüm ekonomik geleceğini belirleme yetisi o denli
yaşamsaldı ki, maliyetinin göze alınmaya değer görüldüğü açıktır (Engdahl, 2008).
Kan ve Petrol kitabının yazarı Michael T. Klare’e göre ABD’nin nükleer silah elde etme
suçlaması ile İran’ı hedef tahtasına yerleştirmesinin en önemli nedeni Tahran’ın küresel enerji
denkleminde oynadığı rolle ilişkilidir. Klare’e göre, İran stratejik olarak kanıtlanmış dünya
petrol rezervlerinin en az %50’sini oluşturan Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak, BAE’nin petrol
sahalarını tehdit edebilecek bir konumda olmasının ötesinde dünya petrol tüketiminin
% 40’ının karşılandığı Hürmüz Boğazı’nı da denetleyen bir jeostratejik konuma sahiptir. Orta
Asya ve Kafkasya petrol kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılmasında en avantajlı
ülke konumunda olan İran, aynı zamanda Çin, Hindistan ve Japonya’nın en önemli doğal gaz
ve petrol sağlayıcısıdır. Kanıtlanmış 130 milyar varil petrol rezervlerinin yanında 2009
itibariyle 1045 trilyon metreküp gaz rezervi ile (dünyada kanıtlanmış gaz rezervlerinin
yaklaşık% 16’sıdır) İran dünyanın en önemli enerji kaynaklarına sahip ülkesi konumundadır
(Ayhan, 2009). İran coğrafi konumu ile yeni yüzyıl jeopolitiğinin “ağırlık merkezini” ve
küresel mücadelelerin “odağını” teşkil eden Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya’dan oluşan
enerji zengini coğrafyanın merkezinde yer almaktadır. Bu nedenle de ABD’nin İran
coğrafyasını kontrol etmeden küresel jeopolitiğin bu ağırlık merkezinin bütününü kontrol
etmesi mümkün değildir. Enerji zengini bir ülke olan İran, enerji zengini Körfez ülkelerini,
küresel enerji güvenliği içinde vazgeçilmez yeri olan Körfez bölgesini ve küresel pazarlara
her gün 17 milyon varil petrol akıtan Hürmüz Boğazı’nı kontrol eden jeopolitik konumu ile de
ABD için önem taşımaktadır. Küresel üstünlüğünü sürdürme gayretlerini öncelikle enerji
kaynaklarının ve yollarının kontrol edilmesine dayandıran ABD’nin, küresel ölçekte doğal
gaz rezervleri ile Rusya’dan sonra ve petrol rezervleri ile Suudi Arabistan’dan sonra ikinci
sırayı alan İran ile ilgilenmesi kaçınılmazdır (Eslen, 2008). Basra Körfezi petrolünün dünya
petrol üretimindeki payından daha çok dünya ihraç piyasasındaki payı önem taşımaktadır.
Basra Körfezi petrolünün kesintiye uğramasıyla doğacak arz açığı, artık bölge petrolüne
bağımlılığı azalmış olan ABD’yi ilk anda doğrudan etkilemeyecektir. Bununla birlikte, Basra
Körfezi petrolünün piyasalardan çekilmesinin dünya petrol piyasalarında ani ve doğrudan etki
yaratacaktır, zira dünyanın herhangi bir bölgesinde petrol arzında yaşanan kesinti diğer
bölgelerdeki petrol arzını ve fiyatları hemen etkilemektedir (Özkan, 2003).
Kanıtlanmış dünya petrol kaynaklarının yaklaşık % 10’una sahip Afrika bölgesi küresel
rekabetin yeni çatışma alanıdır. Enerji tüketimi sürekli artan Çin ve Hindistan gibi ülkeler ile
Afrika pazarına coğrafik olarak yakın olan Avrupalı güçler, bu bölgedeki enerji kaynaklarına
güvenli erişim hakkı elde etmek için yoğun bir çaba harcamaktadırlar. Basra Körfezi’nin
aksine Afrika bölgesinde belirgin bir Amerikan etkisinin kurulamaması, bu yöndeki rekabetin
kızışmasına yol açmaktadır. Özellikle enerji tüketimi artan Çin’in Afrika’daki petrol
kaynaklarına güvenli erişim çabaları Washington’da kaygı ile izlenmektedir. Çin, sürekli
büyüyen ekonomisi için gereken enerji ihtiyacını Afrika’nın kaynakları ile desteklemeyi ve bu
kaynakları başkaları elde etmeden kendi kontrolüne almayı amaçlamaktadır. 2004’te Çin
petrol ithalatının yaklaşık % 80’ini Basra Körfezi ülkelerinden karşılamıştır. 2009’da Afrika
ülkelerine üst düzeyde resmi ziyaretlerde bulunan Çinli yetkililer, Pekin’in Afrika’daki etki
alanını genişletmeye çalışmışlardır (Ayhan, 2009).
Petrol zengini ülkelerde yaşanan iç karışıklık ve darbelerin arka planında, bu alanlarda etkisini
arttırmak söz sahipliğini kaybetmemek, dünyadaki ve bölgedeki gücünü arttırmak isteyen
Batılı ülkeler yer almaktadır. Orta Doğu’da egemen bir güç olmak isteyen ABD; İran, Mısır,
Suudi Arabistan, Suriye, Libya, Türkiye ve daha birçok ülkeyle farklı dönemlerde çeşitli
antlaşmalar yapmış, dönem dönem ABD ve bazı bölge ülkeleriyle ilişkilerde gerginlikler
yaşanmıştır. İran petrollerinin millileştirilmesi bu gerginliğin en bariz örneğidir. Batılı güçler,
Orta Doğu’da Böl-Parçala-Yönet stratejisi geliştirerek ülkelerin gücünü kırarak, bu ülkeler
üzerinde uzun yıllar hakimiyet kurmuşlardır.
Enerji güvenliği ile ilgili bugünkü endişelerin bir başka özelliği de giderek daha çok sayıda
ülkenin tüm bir kıtayı kat eden boru hatlarıyla veya okyanusları aşan tankerlerle çok uzun
mesafelerden taşınan enerji arzına dayanmakta olmasıdır. Önümüzdeki on yıllar içinde
sıvılaştırılmış doğal gaz taşıyan bu süper tankerlerin hem sayıları giderek artacak, hem de
ebatları giderek büyüyecektir. Artan talebi karşılamak için yeni boru hattı projeleri veya
sıvılaştırılmış doğal gaz terminalleri gibi giderek daha karmaşık ve daha hassas bir altyapı
oluşturulmaktadır. Bu durum globalleşmenin bir boyutudur, denizde ve karada bir bütün
olarak güvenlik gerektiren bir sistem içinde tüketici ve üretici de birbirine bağımlı
bulunmamaktadır (Nato Dergisi, 2006).
Sonuç
Bugün olduğu gibi gelecekte de enerji tüketimi üzerine yapılan bütün planlar Orta Doğu
üzerinde yoğunlaşacaktır. Hazar, Sibirya ve Amerikan Kutup Bölgesi’nde petrol sahaları
bulunmasına rağmen Orta Doğu hala dünya petrol rezervlerinin 2/3’sine sahiptir. Orta Doğu
petrolünü çıkarmak kolay ve ucuzdur. Diğer alanlarda petrol hızla azaldığından gelecekte
Orta Doğu dünya petrol üretimi açısından daha da önemli hale gelecektir (Stern, 2001). Yakın
gelecekte petrol ve doğal gaz sektöründe İran, Irak, Venezuela, Nijerya, Rusya ve Suudi
Arabistan önemli oyuncular olmaya devam edeceklerdir. Diğer taraftan küresel ölçekte
önemli tüketim merkezleri olan ABD ve Çin’in enerji politikalarındaki değişimler küresel
enerji sektöründe önemli etkiler yaratacaktır (Sevim, 2012).
Sanayileşmiş Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, ABD, Çin ve Japonya’nın petrol bağımlılığı
devam ettikçe bölge, hem küresel ekonomiyi hem de global güçlerin askeri ve güvenlik
politikalarını etkileyecek bir nitelikte olmaya devam edecektir (Arı, 2004). Rusya ve diğer
enerji zengini ülkelerin ulusal kaynakları üzerinde stratejik denetim kurma çabaları, Suudi
Arabistan’ın yüzünü Doğu Asya’ya dönmesi, Şangay işbirliği örgütünün Çin, Rusya,
Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın yanı sıra İran, Pakistan ve Hindistan’ı saflarına
katma planları gelecekte yaşanacak önemli stratejik gelişmeler olacaktır (Sevim, 2012).
ABD’nin bugünkü etkisi ancak Orta Doğu enerji havzasıyla sınırlı kalmıştır. Diğer bir büyük
enerji havzası ise Rusya’nın kontrolü altına girmiştir. Rusya, enerji dağıtımında dünyada tekel
olma yolunda ilerlemektedir. ABD’nin aksine Rusya, enerjiyi kontrol etmekle birlikte, aynı
zamanda enerjiyi tek elden dünya piyasalarına dağıtmaktadır. Enerji açısından ABD’nin
kendisinden de pek fazla güvende olmadığı Orta Doğu’ya bağımlı olması riskli olduğu gibi
Rusya’ya bağımlı olması da risklidir (Adıbelli, 2009). Bu yüzden ABD’nin enerji stratejisi
Asya’ya kaymaktadır. Soğuk savaş döneminde iki kutuplu bir dünya düzeni varken bugün bu
durum çok kutuplu bir görünüm kazanmıştır. Dünyadaki çok kutuplu sistemin jeopolitik ve
jeostratejik ağırlık merkezi Orta Doğu ve çevresi ile Orta Asya ve çevresidir. Zengin enerji
kaynakları ve taşıma güzergahlarıyla Avrasya güç odaklarının çekim alanı haline gelmektedir.
Hidrokarbon kaynaklar bir yandan hızla tükenirken diğer yandan yeni rezerv sahaları
bulunmaktadır. Dolayısıyla Enerji kaynaklarının rezervleriyle ilgili yaşanan gelişmeler enerji
jeopolitiğindeki değişimleri de beraberinde getirmektedir. Yeni enerji rezervlerinin devreye
girmesi, Çin ve Hindistan’ın enerji taleplerindeki değişimler, ABD’nin yeni enerji
teknolojileri geliştirmesi enerji jeopolitiğinde yeni oluşumları ve gelişmeleri beraberinde
getirmektedir (Yıldız ve Ekinci, 2014).
Petrolü kontrol eden parayı kontrol eder ve dolayısıyla gücü elinde bulundurur. ABD ve Batı
açısından petrolüm yanlış ellerde bulunması (özellikle Müslümanların elinde) kontrolün ve
gücün elden gitmesine sebep olacaktır. Bu sebeple petrolü kontrol etmek Batı için, bu
hammaddenin insanoğlunun hayatına girdiği yandan bu yana, en önemli politik ve ekonomik
hareket alanıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun meydana gelen bir olayda eğer enerji
kaynağı temelli bir durum söz konusuysa ABD ve Batı’nın güvenliğine yönelik bir tehdit
algısı ortaya çıkacaktır. Irak’a ve İran’a uygulanan ambargo bunun en bariz örneğini teşkil
etmektedir. Arap Baharıyla bölgede yaşanan karışıklıklara ABD ve Batı’nın müdahil olması
enerji kaynakları ve bu kaynakların ulaşım yolları ile ilgili duyulan kaygılardır. ABD ve
Batının güvenlik algısı ve bu yönde uygulanan politikalar tamamen enerji temellidir.
Kaynakça
Adıbelli, B. (2009). Jeopolitik Ödül Avrasya. İstanbul: IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık.
Arı, T. (2004). Irak, İran ve ABD (Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya). İstanbul: Alfa Yayınları.
Arı, T. (2004). Geçmişten Günümüze Orta Doğu- Siyaset, Savaş ve Diplomasi. İstanbul: Alfa Yayınları.
Ayhan, V. (2009). Orta Doğu ve Petrol İmparatorluk Yolu. Bursa: Dora Yayınları.
BP Statistical Review of World Energy, (2013). www.bp.com/statisticalreview (Erişim Tarihi: 17 Mart 2014).
BP, Statistical Review of World Energy, (2014). (Erişim Tarihi: 20 Mayıs 2015).
BP, Statistical Review of World Energy, June 2015. 64th edition, www.bp.com/statisticalreview
(Erişim Tarihi: 20 Nisan 2016).
Brzezinski, Z. Gates, R. M. (2004). İran’ın Zamanı Geldi. İstanbul: Profil Yayınları.
Çomak, H. (2012). Doğu Akdeniz’de Yetki Alanları Uluslararası Orta Doğu Kongresi, 1-2 Kasım 2011. Bildiri
Kitabı, Cilt I, Kocaeli. ss.27-48.
Dalgıç, G. (2002). Soğuk Savaş’tan Bugüne ABD ve ‘Petrolcü’ Müttefikleri, Avrasya Dosyası, Jeopolitik Özel,
8 (4), 270-293.
Davutoğlu, A. (2002). Stratejik Derinlik. Türkiye’nin Uluslararası Konumu. İstanbul: Küre Yayınları.
Deese, D. A. (Winter, 1979-1980). ''Energy: Economics, Politics, and Security, İnternational Security, Vol.4,
No.3, http://www.jstor.org. (Erişim Tarihi: 10 Kasım 2012).
Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi. (2014). Enerji Raporu 2013, Ankara: Poyraz Ofset.
Enerdata, Global Energy Statistical Yearbook, 2015.
Engdahl, W. (2008). Petrol para iktidar Anglo-Amerikan politikası ve yeni dünya düzeni. (Çev. Ertuğrul Bilal).
İstanbul: Alfa Yayınları.
Eslen, N. (2008). Çok Kutuplu Düzene Doğru. İstanbul: Truva Yayınları.
Gumpel, W. ve Hekimler, A. (2007). Avrupa ve Orta Asya Arasındaki Enerji Köprüsü Türkiye, Ankara: KAS
yayınları.
İzzeti, İ. (2006). İran ve Bölge Jeopolitiği. İstanbul: Küre Yayınları.
NATO Dergisi, (Sonbahar 2006).
Özey, R. (2003). Küresel İşgal. İstanbul: Aktif Yayınevi.
Özey, R. (2001). Günümüz Dünya Sorunları. İstanbul: Aktif Yayınevi.
Özey, R. (2007). Küresel Güçler ve Politikalar/Küresel Gölge Oyunları. İstanbul: Aktif Yayınevi.
Özkan, T. (2003). Bush ve Saddam’ın Gölgesinde Entrikalar Savaşı. İstanbul: Alfa Basım Yayım.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM), (2013). www.pigm.gov.tr (Erişim Tarihi: 03.05.2013).
Sandıklı, A. (2009). Geleceğin süper gücü Çin, Bilge Strateji, 1 (1), 40-50.
Sevim, C. (2012). Küresel Enerji Stratejileri ve Jeopolitik. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Stern, A. (2001). Dünden Bugüne Petrol Savaşları Hırs-Rekabet-Şiddet. (Çev.Sabri Kaliç). İstanbul: Neden
Kitap Yayınevi.
T.C. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK). (2013). Doğal Gaz Piyasası Sektör Raporu, Ankara.
World Energy Outlook 2013, International Energy Agency, www.iea.org (Erişim Tarihi: 15 Mayıs 2014).
Yıldız, D. Ekinci, E. (2015). 2014'de Küresel Enerji Denklemi Nasıl Değişti! 5 Ocak 2015. ss.1-7.
Download