1 KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME EROL KAYA İÇİNDEKİLER Kent

advertisement
KENTLEŞME
VE
KENTLİLEŞME
EROL KAYA
İÇİNDEKİLER
Kent
Tanımı
Tarihi seyri
Kent ve mahalleler
Kent ve sokaklar
Kent kültürü
Kentsel hizmetlerde nitelik-nicelik sorunu
Kentte ikamet ve yapılaşma sorunu
Kentlerde imar ve planlama
Gecekondu
Ulaşım
Yayalaştırma
Çevre
Kentleşme
Kentleşmenin sebepleri
Kentleşmenin Olumlu Ve Olumsuz Etkileri
Çarpık kentleşme
Türkiye Cumhuriyeti döneminde kentleşme
1
Pendik örnekleminde kentleşme
Kentleşme ve yerel yönetimler
Kentlileşme
Tanımı
Kentlileşme süreci
Kentlileşme sorunları
Kentli davranış kalıpları
Kentli hakları
Kente uyum sorunu
Kent olanaklarını koruma ve temel sorunlar
Kentlilik bilinci
Kentlilik bilincinde Pendik uygulamaları
Kentlilik bilincini geliştirme projesi
Mahalle meclislerinden kent meclislerine
Sosyal belediyecilik
Ekonomik kalkınma platformu
Değerlendirme
Kaynakça
ÖNSÖZ
Kent, topluluk olarak yaşayan insanların, ortak yaşamlarından doğan ve onların yaşam
biçimleri ile şekillenen mekânlardır. Ancak kentler mekân olmanın ötesinde, tarihi, sosyal,
kültürel, siyasi özellikleri de bünyesinde barındırır. Çünkü o çok karmaşık yapıya sahip olan
insanın, kendisi gibi karmaşık eseridir.
Kontrolsüz ve aşırı gelişen her olguda olduğu gibi, kentlerin de aşırı ve kontrolsüz
gelişmeleri beraberinde birçok problemi getirmektedir. Bu gün, kent denildiğinde akla düzgün
yapılanması, ferah sokakları, temiz havası, yeşil alanları, zengin kültürel fonksiyonları olan
bir yerleşim yeri yerine trafik sıkışıklığı, çarpık yapılaşma, hava kirliliği, yeşile hasret
mekânlar, oyun oynayacak alan bulamayan çocuklar ve benzeri olumsuzlukların kol gezdiği
yerler geliyorsa, bunun sebebi kontrolsüz ve aşırı kentleşmedir.
Kentlerimizin birçok problemi bulunmaktadır. Ama bu problemlerden belki de en
önemlisi sahipsizliktir. Kentte bulunan her yapının, her tesisisin bir sahibi var. Özel kişiler,
şirketler, kamu kurum ve kuruluşları ya da bizzat kamunun kendisi. Buna mukabil, bir bütün
olarak kentlerimizin sahibi yok.
2
Sahipsiz kentlerimiz her geçen gün hızla harap olmakta, sorunlar çığ gibi artarak
büyümektedir. Sonuçta bu kentte yaşayan bizler için kent yaşamı çekilmez bir hal almaktadır.
Onun içindir ki, kentte bulunanların çoğu emekli olduklarında sakin bir kasabada
yaşamayı düşler. Bu düşlerse çoğunlukla gerçekleşmez. Gerçekleşmemesinin tek sebebi
ekonomik imkânsızlıklar veya aile bağları değildir. İnsan, kente kızsa da, kentte bunalsa da
ondan uzun süre ayrı kalmaya dayanamaz. Kent medeniyet demektir. Ve insan medeniyetten
uzak yaşamayı istemez.
Belediyeler, kent yönetimidir. Belediye Kanunu, belediyeleri, “Belde halkının yerel
mahiyette medeni ve müşterek ihtiyaçlarını” karşılamakla görevli kurumlar olarak
tanımlamaktadır. Her ne kadar, kanun böyle tanımlıyorsa da belediyelerin ne yetkileri, ne de
kaynakları kendi yönetmeye yeterli değildir. Buna rağmen belediyelerimiz kentlerine en iyi
hizmeti sunmak için çalışmaktadırlar. Bu kitap, böyle bir gayretin sonucu oluşmuştur.
İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan 22 belediyenin başkanları olarak her ay bir
araya geliyor, bölgemizin problemlerini ve çözüm önerilerini değerlendiriyoruz. Bu kapsamda
birçok konuda rapor ve tasarılar hazırlanmaktadır. Bu kapsamda Pendik belediyesi olarak bize
verilen görev gereği “Kentleşme” isimli bir raporu hazırlayarak bu platforma sunduk.
Kentleşme ve kentlileşme konularının günümüzde çok önemli kavramlar olması ve
çalışma sonucu elde edilen bilgi ve verilerin daha geniş bir kitleye ulaşması amacıyla raporun
genişletilerek kitap haline getirilmesi faydalı bulunmuş ve bunun gereği olarak da rapor yeni
baştan ele alınarak kitap haline getirilmiştir.
Bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen Dr. Yalçın Akdoğan, Dr. Salih Kenan Şahin ve
Hulusi Şentürk’e ve ilçemize en güzel hizmeti sunmak için özveri ile çalışan tüm belediye
personeline teşekkür ediyorum.
Erol KAYA
3
KENT
TANIMI
İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsanların, karşılaştıkları ve tek başlarına çözemedikleri
güçlük, sorun ve imkânsızlıkları toplum içinde gerçekleştirilen ilişkilerle çözümlemek ve
ortadan kaldırmak isteği1 bir arada yaşama ihtiyacını ortaya koymaktadır. İhtiyaçlarını
karşılamak için girişilen bu faaliyette yeni gereksinimlerinin doğması ve insanoğlunun bunları
karşılamada yetersiz kalması onu kimi sosyal ilişkileri oluşturmaya iter. İnsanların bir arada
yaşama zorunluluğu yerleşim olgusunun temelidir. Bu toplumsal karakterin neticesi de
kentlerdir. Kentler insan doğasının bir ürünü olarak, doğaldır ve doğal hayatın bir parçasıdır.
Kent tanımlanması oldukça zor ve karmaşık bir olgudur. Buna karşın Kent ve
kentleşmenin anlaşılması, toplum ve toplumsal olayların anlaşılması ve değerlendirilmesi2
açısından önemlidir.
Kent sözcüğü kavramsal olarak incelendiğinde; Orta Asya Türklerince Şehir karşılığı
olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Soğdça’dan Türklerin diline geçen "kend" sözcüğü
yaygın olarak kullanılmış: "Yarkend", "Taşkend", "Semizkend" (Semerkant) örneklerinde
olduğu gibi birçok büyük şehirler bu adlarla adlandırılmıştır3.
Soğdlar, Doğu İran kavimlerindendir ve zamanla Türklerin içine karışmışlardır. Eski
Türklerde daha önceleri şehir kelimesi karşılığı olarak “Balık” kelimesi kullanılmaktadır.
Balık kelimesinin günümüzde kullanılan “Balçık” kelimesi ile yakın ilgisi vardır. Çünkü, eski
Türk kentlerinde hâkim ve etkin unsur olan koruma amaçlı surlar balçıktan yapılmaktadır.4
Dilimize geçen şehir kelimesi de Farsça’da “şehr”5 kökeninden gelmektedir.
Toplumumuzda Kent kavramı ile aynı anlamı ifade etmek üzere yaygın olarak
kullanılmaktadır. Ayrıca Arapça’dan dilimize geçen “vilayet” kelimesi; merkezî yönetimin,
coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke üzerinde
yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü6, “il” ile aynı anlamlıdır.
İngilizce’de “city” ve “urban” kelimeleri kent ile benzer anlamlıdır. Kelime karşımıza
İtalyanca’da “citta”, Fransızca’da “cite”, İspanyolca’da “ciudad”7 . Almancada ise “stad”
şeklinde çıkmaktadır. Yunanca karşılığı ise“polis” kelimesidir
Bakış açısı değiştikçe kent tanımı da değişmektedir. Sosyologlar, tarihçiler, şehir
plancılar, iktisatçılar, antropologlar, edebiyatçılar v.b. her bir disiplinin kendi kavrayışı
üzerine bina edilmiş kent tanımı vardır. Nüfus büyüklüğü, idari statü, nüfusun yapısı, iş
bölümü ve uzmanlaşma, örgütlenme biçimi, işlev alanlarındaki farklılaşma, iş gücünün
sektörel dağılımı, heterojenlik, fiziksel doku, üretimin yapısı gibi ölçütler kullanılarak bu
1 TUNA, K., “Şehirlerin ortaya çıkış ve yaygınlaşması üzerine sosyolojik bir deneme” S.75.
2 TUNA, K., a.g.e. S.2.
3 ERGÜN, M. “Türk eğitim tarihi”, s.3
4 BAYKARA, Tuncer, Prf. Dr., Sosyal yapı ve Şehir Hayatı, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002, sf: 426
5 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP
6 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP
7 http://www.tumbelsen.org/kentli_haklar.htm
4
tanımlamalar yapılmaktadır8. Kapsamlı bir modern şehir tanımı, şehrin hukuki, siyasi, iktisadi
ve içtimai bir birim olduğunu belirtmek durumundadır9.
Bir yerleşim biriminin kent niteliğini taşıması için, şu özellikleri taşıması gerektiği
söylenebilir:
*Belli bir nüfus büyüklüğüne ve nüfus yoğunluğuna erişmiş olması,
*tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyi olan sanayi üretimine geçmiş olması ve
bununla birlikte hizmet sektörünün gelişmiş olması,
*yerleşim yerinin fiziksel altyapısının belli bir düzeye ulaşmış olması,
*geleneksel aile yapısının çözülerek yerini çekirdek aile yapısına bırakmış olması,
* nüfusun büyük oranda örgütlenmiş, karmaşık iş bölümüne ve yüksek uzmanlaşma
düzeyine erişmiş olması,
*yerel değerlerin yerini, ulusal değerlerin veya evrensel değerlerin almış olması,
*geleneksel ilişkilerin (cemaat toplum tipinin) çözülüp bireysel ilişkilerin ya da bireysel
çıkarların ön plana çıkmış olması,
*eğitim düzeyinin kırsal kesimdeki eğitim düzeyinden yüksek olması ve çocuk bakım ve
eğitiminde aile dışı kurumların gelişmiş olması,
*sosyal normların yerini, resmi denetleme kurumlarının almış olması,
*statülerin aileden gelmeyip, bireylerin kendi çabaları ile kazanılmış olmaları10.
Nüfus büyüklüğü tek başına yeterli bir kriter olmasa da kent tanımı için önemlidir.
Kentler kasaba ve köylere göre daha fazla insanın yaşadığı yerleşim birimleridir. Öyle ki,
bazı küçük devletlerin nüfusundan daha fazla insanı barındıran şehirler vardır. Nüfusun
miktarı kadar yoğunluğu da kent ayrımı için önemlidir. Nüfus kriteri ülkeden ülkeye
değişiklik göstermektedir. Örneğin Japonya'da 30.000, Kore'de 40.000, A.B.D.'inde 2.50011
kişilik nüfus kriteri aranmaktadır.
Ülkemizde kurumların bile kent tarifi için nüfus kriterleri farklıdır. Devlet istatistik
Enstitüsü, 20.000 kişini yaşadığı yerleri şehir olarak kabul etmekteyken, Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı 10.000 kişilik yerleşme alanını şehir olarak kabul eder12.
Ayrıca yerleşme bölgeleri ayırımında, nüfus yoğunluğu kriteri üzerinde de
durulmaktadır. Örneğin Fransa'da km2'ye 500 ve daha fazla, Almanya'da 2.500 ve daha fazla
nüfus düşen yerleşme bölgeleri kentleşmiş bölgeler olarak kabul edilmektedir13.
Kentler, belirli bir yönetsel örgüt biriminin sınırları içinde kalan yerlerdir. Kamu
otoritesinin daha güçlü olduğu, resmi ve gayri resmi tüm kurumların daha fazla gelişip,
bürokratikleştiği birimlerdir. Bazı araştırmacılara göre bir yerleşimin kent sayılabilmesi için o
yerleşmelerin belediye teşkilatına sahip olması gerekir. Bir başka deyişle o yerleşim yerinde
beledi hizmetlerinin verilmesi gerekir14.
442 sayılı köy kanununun 1. maddesinde; nüfusu 2000 aşağı olan yerlere köy, 200020000 arası olan yerlere kasaba, 20000 den çok nüfuslu yerlere de şehir denmektedir. Nüfusu
2000 den az olsa da belediye teşkilatı olan merkezler kaza olarak kabul edilmektedir15.
Şehirlerde iş bölümü ve uzmanlaşma gelişmiştir. Geçimini tarım ve hayvancılık dışı
uğraşıların oluşturduğu ekonomik faaliyetler; ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri gibi
alanlarda yoğunlaşmıştır. Şehrin belirleyici özellikleri arasına “ticaretin çok yönlülüğü”nü
8 DİNÇER, Y., “Kent, yerel siyaset ve demokrasi”, s. 341-342
9 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,95
10 ERKAN, R., “Kentleşme Ve Sosyal Değişme”, s.18
11 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme”
12 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.7
13 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme”
14 SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme”
15 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.6
5
katmak zorunludur. Bununla birlikte, ticaretin egemen olduğu tüm birimleri “şehir” olarak
adlandırmak da uygun değildir. Böylesi bir tanımlama, Asya ve Rusya’nın “ticaret köyleri”
gibi aile bireylerinden oluşan ve pratik olarak da miras yoluyla geçen yalıtılmış bir ticari
yapıya sahip “kent” kolonileri kavramını da içerecektir16.
Kentler, insanın yaşamını sürdürdüğü ve yeryüzünden yararlandığı odak noktalarıdır.
Çevresindeki bölgelerin bir ürünü olan ve buraları etkileyen kentler, ekonomik ve toplumsal
gereksinimlere yanıt verecek biçimde gelişirler. Her kent, türlü yönlerden bakılırsa, kendine
özgüdür; ancak işlev ve biçim açısından diğerlerine benzer17. Bir sanayi kenti, başkentten,
ticaret, madencilik, balıkçılık, turizm, üniversite kentinden, toplumsal açıdan, önemli
farklılıklar gösterecektir18.
Yerleşim alanlarının kent statüsü kazanmasında fiziksel alt yapıdaki gelişmişlik
önemlidir. Şehirler başlıca çok sayıdaki bina ile ulaşım yollarından oluşur19. Okulları, sosyal
yardımları, acenteleri, hayırsever dernekleri, ibadethaneleri, müzeleri, sanat galerileri,
locaları, siyasal partileri, parti ileri gelenleri, ticaret odaları, kredi kurumları, sendikaları,
fabrikaları, makineleri, gazeteleri, hayvanat bahçeleri, oditoryumları, parkları, oyun alanları
gecekonduları, nehir kıyıları ya da park bulvarları, ana caddelerin ve özel taksi şirketleri20
günümüzde kentten ayrı düşünülemeyen olgulardır.
Geçmişte şehirlerin bir kısmı dini bir kurum ya da bir kalenin yakınında, bir kısmı da
tamamen siyasal endişeler sonucunda kurulmuşsa da şehirlerin konumunu belirleyen birincil
neden ulaşım olmuştur. Ulaşımdaki bir değişim, malların bir nakliyeciden başka bir
nakliyeciye aktarımının ötesinde başka bir şey ifade etmese bile, birçok donanım ve hizmeti
beraberinde getirir. Bundan dolayı şehir oluşumlarının belirlediği yerler nehirlerin ağız
kısımları yâda kilit noktaları, ovalarla tepelerin buluşma noktaları ve buna benzer
bölgelerdir21.
Şehir, bir insanlar topluluğundan, kamu hizmetlerinden –caddeler, binalar, elektrik
lambaları, tramvaylar, telefonlar, v.s.-, kurumlar ve idari aygıtlar toplamından –mahkemeler,
hastaneler, okullar, polis ve muhtelif türde şehir görevlileri- fazla bir şeydir. Bilakis şehir, bir
ruh halidir, gelenek ve göreneklerin, örgütlü tavır ve görüşlerin mecmuudur. Şehrin, kendine
mahsus kültürü vardır22. Dolayısıyla şehir, bir mekanda yoğunlaşmış yapı ve insan demek
değildir. Bu birliktelikten oluşan yeni bir kültür ve değer yargıları, kentlerin görünmeyen ama
hissedilen özellikleridir.
Bir çok dilde Kent sözcüğü ile uygarlık sözcüğü arasında köken ilişkisi görülmektedir.
Türkçe’mizdeki “Uygar" sözcüğü yerleşik bir toplum hayatı süren Uygurlardan
türetilmiştir.23 Arapça’da uygar gelen “Medenî” kelimesi kent anlamındaki “Medine”
kelimesinden köken alır.24 Medeni kelimesi dilimizde de “kentlileşmiş, kırsallıktan kurtulmuş
ve uygar”25 manasında kullanılmaktadır. Benzer şekilde uygarlık karşılığı olarak Fransızca
“civilisation” ve İngilizce “civilization” ile İngilizce “city” kelimeleri Latince de yurttaşların
oluşturduğu birlik anlamına gelen “civitas” kelimesinden türemiştir. “citizen” yine aynı dilde
16 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,102.
17 DURU, B., ALKAN, A., “20. Yüzyıl Kenti” s.55
18 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.83
19 İSBİR, E. G., “Şehirleşme ve Meseleleri” s.5
20 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,37
21 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,43
22 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,65-66
23 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/01/kasim/kentler.pdf
24 Doç.Dr.Hüseyin ÇELİK,www.huseyincelik.net/koseyazilari
25 http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP
6
yurttaş manasında kullanılmaktadır. İngilizce de “polite”, yani “kibar” sözcüğü26 Yunancada
kent karşılığı olan “polis” teriminden türetilmiştir. Kent kelimesi belli bir olgunluk seviyesini
ifade etmektedir. Kalkınmayı, medenileşmeyi ve gelişmişliği yansıtır.
Kentler, nüfus yapısı, kan bağı, etnik, dinsel, kültürel, eğitim seviyesi, gelenek, örf ve
adetler açıdan farklılaşmanın olduğu yerleşim alanlarıdır. Kan bağı, cinsiyet ayrımcılığı, yaşa
dayalı statü, etnik ve dini ayrımcılık yaklaşımlarını ortadan kaldırarak eşitlik idealini yaymaya
çalışan ahlaki bir gelenek oluşturur27. Kent, yarışmayı, sıra dışılığı, yeniliği, verimliliği ve
yaratıcılığı özendirerek oldukça farklılaştırılmış bir nüfusun ortaya çıkmasına neden olur.
Kent, “farklı olma izni” anlamında “özgürlük adasıdır”28. İnsanların düşüncelerini ve
fikirlerini açıkça söyleyebilecekleri yerleşim yerleridir. Kişinin davranışları ve
hareketlerinden dolayı yadırganmayacağı, her giyim tarzından insanların bulunabileceği
mekânlardır. Farklı bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan yerlerde, bireysel farklılıkların
kaybolması süreci de devreye girer29. Fakat bireysel farklılıkların kaybolması, tek tip insan
oluşması değil, farklı bireylerden oluşan çok renkli bir topluluğun ortaya çıkması
anlamındadır. Bireyler tek başlarına farklı olmakla beraber, bu farklılıklarıyla ortak yaşama
kültürüne kavuşmuşlardır.
Kentli birey, geniş ölçüde, ekonomik, siyasal, eğitimsel, dinsel ya da kültürel alanlardaki
gönüllü örgütlerin etkinlikleri sayesinde, kişiliğini ifade eder, geliştirir, statü kazanır ve uğraş
alanını oluşturan eylemleri sürdürebilir.
Kent yalnızca, günümüz insanına daha büyük bir oranda iş ve yerleşim olanakları sunan
bir yer değildir, aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri,
insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın
öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir30.
Kent hayatının barbarlığına dair şimdiye kadar çok şeyler söylenmiştir. Ancak bunların
hiçbiri insanları kentte yaşamaktan vazgeçirmedi. Kent hayatından ölesiye yakınanlar bile
ancak birkaç günlüğüne uzaklaşmayı göze alabiliyorlar31.
TARİHİ SEYRİ
Her kentin kendi tarihi olmasına karşın, insanlığın tarihi büyük ölçüde kentlerin ve
kentsel yaşamın tarihi olarak yazılabilir32. Dünya tarihi şehir tarihidir ve her kültür
başkentinin tipine göre şekillenir33.
İlk kurulan kentlerin nerede çıktığı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Birçok
bilim adamı ilk kentleri Yunan ve Roma kentleri olarak saymaktadırlar. Yunan-Roma
kentlerinin anıtsallığından gözleri kamaşan kent bilimciler, daha eski kentlere az ilgi
göstermişlerdir.34 Ama hâkim olan kanı ise ilk kentlerin “Mezopotamya, Meso-Amerika’da”35
ve “Nil, İndus ve Sarıırmak’da”36 ortaya çıktığıdır.
26 http://mhukuk.kolayweb.com/yaziyett.htm
27 BOOKCHİN, M., “Kentsiz Kentleşme” s.18
28 Tarık Demirkan, “Tarih Boyunca Kuşatılan Özgürlük Adaları; Kentler”, Cogito, 3.Baskı, Sayı:8, 1996, s. 17
29 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.97
30 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.78
31 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.31
32 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.27
33 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,68
34 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 15
35 SARI, M; Göç ve Sosyal Bütünleşme makalesi s.1
36 ORÇUN, İ., Gazi Üniversitesi, http://www.kentli.org/makale/catalhoyuk.htm 14.07.2003,
7
Kentleşme açısından bakıldığında ise “Filistin, Suriye, Anadolu, İran, Orta Asya ve
İndus”37 kentleşmenin ilk göze çarpan yerleşim yerlerdir. Sonuçta ilk kentlerin doğuda
kurulduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Bazı Yakındoğu (Musul, Halep, Şam, Beyrut, Kudüs) veya Mısır (Lusor, Asiyut,
Heliopolis) kentlerinin kökeni milattan çok öncelere dayanmaktadır. Paris henüz iki bin
yaşında değildir oysa Kudüs üçüncü bin yılı geride bırakmaktadır.38
Tarihi kayıtlara baktığımızda en eski yerleşik yerleşim birimlerin (belli aktivitelerin
gerçekleşmesi; ticaretin yapılması gibi) ortaya çıkışı M.Ö. 6000-5000 yılları arasındadır. Eski
yerleşim yerlerine göre gelişmiş sayılabilecek yerleşim yerlerinin ortaya çıkışı ise M.Ö. 4000
yılından itibarendir.39 4. binyıl sona ermeden önce, Yakındoğu kentleri, büyük boyutlu
olmasalar bile, birbirlerine az veya çok benzeyen aile ocaklarının yan yana gelmesinden
ibarettir.40 Kentleşme olgusu işte tam bu yıllardan sonra oluşmaya başlamıştır.
Başta İbn-i Haldun olmak üzere bütün sosyologlar ve medeniyet tarihçileri, medeniyetin
ortaya çıkısını ilk şehirlerin kurulmasıyla başlatırlar. İlk şehirlerin M.Ö. 4000-5000 yılları
arasında Mezopotamya'da çıktıkları bilinmektedir. Orta-Amerika'da da çok eski dönemlere
giden şehirlere rastlanmıştır.
Bir yerleşim yerinin kent vasfı taşımasında ve kent olarak hayatını taşımasında değişik
görüşler bulunmaktadır. Kimi bilim adamlarının ilk kentlerin oluşumunda toplumların örgütlü
ve sınıfsal bir yapıda olması gerektiği görüşünü paylaştıkları görülür. Buna göre, bir yerin
kent olarak sayılması için şu şartları yerine getirmesi gereklidir: yerleşim yerlerinin yeni
boyutları, tam zamanlı çalışan uzmanların varlığı, üretim fazlasının varlığı, toplumun
hiyerarşikleşmesi, devlet örgütlenmesi, mimarlık ve tarım alanlarında kamusal veya kolektif
çalışmalar, uzun mesafeli değişimlere tanıklık, sosyal düzenin simgelerinin yaygınlaşmasını
sağlayan sanatsal ifade biçimlerinde belli bir Standardlaşma, yazı biçimlerinin varlığı ve
nihayet bilimin gelişmesi. 41
İlk yerleşik tarımcılar, ancak kendi gereksinmelerini karşılayacak kadar üretim
yapıyordu. Avcılık yerine hayvancılık, toplayıcılık yerine evcilleştirdikleri türleri
üretiyorlardı, ürettikleri besinler ancak kendilerine yetiyordu.
İlk kentlerin ortaya çıkışında artı ürünün saklanması için bir mekana gereksinim
duyulması arasında yakın bir ilişki vardır. Nitekim ilk kentler suyu bol ve toprakları verimli
Mezopotamya ve Nil Deltasında ortaya çıkmıştır. Dokuz tarımcı ailesi on aileyi yaşatacak
kadar artı ürün elde etmeye başlaması, beraberinde ürünün depolanması ve korunması
gereğini ortaya çıkarmıştır. İlk kentlerin hemşerileri çoğunlukla bu ailelerden oluşuyordu.
Zamanla üretimin verimini artırıp geleceğin kıtlık tehdidine karşı güvenceye kavuşup
rahatladılar.
Artı ürünün saklandığı ilk mekânlar tapınaklardı. Bu ürünün korunması için bir milis
gücün oluşturulması ve doyurulması gerekmiştir. Üretmeden, üretimden pay alan bir zümre
olarak doğan milis güce din adamlarının da eklenmesiyle artı ürünün korunması sürecinde bir
yönetim birimi de ortaya çıkmış oluyordu. Zamanla kent artı ürünü yönetmeye başlayıp,
ürünü topladığı alanları denetimi altına almıştır. Kentte ortaya çıkan yönetim yapısında din
adamları ve milis sınıfı etkindi. Askerlik, yönetim, dinler, yazı, ticaret, para, sermaye, eğitim,
bilim, sanat, felsefe ve hukuk bu tür küçük kentlerin eseri ve başarısıdır.
37 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s.13
38 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 12
39 SARI, M; Göç ve Sosyal Bütünleşme makalesi s.1
40 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s.34
41 HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu, s. 42
8
Kentlerin oluşumunda güvenlik kaygısı etkin görülmekte ise de asıl etken ekonomidir.42
Kırsal alanlardan kentleri oluşturma süreçleri bize bu görüşün doğruluğunu göstermektedir.
Kurulan kentlere baktığımızda ticari faaliyetlerin yüksek olduğu görülmektedir.
Kentsel gelişmeler bulundukları yerler ve tarihe göre değişiklik gösterir. İlk önceleri
tapınak çevresine kurulu Sümer kentleri vardı; daha sonraları Babil gibi meydanlar çevresine
kurulmuş kentler ortaya çıktı; daha dinamik bir nitelik taşıyan eski Yunan demokrasilerinde,
insanlar arsındaki etkileşimi teşvik eden kent meydanları yaşamın merkezini oluştururdu;
ortaçağa ve daha yeni dönemlere ait olanlar ise pazaryerlerinin çevresine kurulmuştur.43
İlk kentlerde “tapınak, saray ve tahıl ambarı”44 önemli mekânlardır. Bu mekânlar önem
sırasına göre şehir planları yapılmaktaydı. Örneğin; mevcut ülkenin dine verdiği önem
oranında dini mekânlar en kolay ulaşılabilen yollar üzerine inşa edilmekteydi. Dini mekânlar
merkezde yer alıyordu. Köklü kentler bir mabet ihtiyacı üzerine45 kurulur ve şehir planı ona
göre yapılırdı.
M. Weber’e göre kent tanımı için şu özellikler gereklidir; Tahkimat, pazaryeri, kendine
özgü ve en azından kısmen özerk hukuku olan bir mahkeme, tutarlı bir birlik şekli, kısmen de
olsa özerklik ve bağımsızlık46. Bu kriterlere göre ele alıp yaptığı değerlendirme sonucunda,
sadece batı orta çağı şehirlerini kısmen gerçek bir şehir olma niteliğini gösterdiğini ifade
etmektedir.
M. Weber, kent tanımını batı kentlerinin özelliklerinden hareketle belirlediğinden tabii
olarak bun kriterlere en uygun düşen de yine batı kentleri olmaktadır. Oysa, bir kentin ne gibi
özelliklere sahip olması gerektiği sorusuna bir çok açıdan verilebilecek çeşitli cevaplar
bulunacaktır. Buna mukabil, belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olması, ekonomik yapısı ve
idari sistemi ile diğer yerleşim birimlerinden farklılıkları temel özellikleridir. Bu özelliklere
sahip yerleşim birimleri ise ortaçağ Avrupa’sından çok önce bulunmaktadır.
Ortaçağ kentlerinin toplumsal olarak “kendine özgü yasa, yönetim ve hukuk bilimine
sahip bir ticaret ve sanayi toplumu olduğu”47 görülmektedir. Kentlerde zamanla yasa, ticaret
ve sanayii gelişmektedir. Evlilik, veraset, haciz, borç ipotek özellikle de iş hukuku ve kan
davaların yerini adli mercilerin alması yasalar konusunda ortaçağ kentlerinin belirli bir
gelişmişlik seviyesine geldiklerini gösterir. Ama kentlerdeki cezalara baktığımızda ise
cezaların çok ağır olduğu görülür: “asma, kafa kesme, kısırlaştırma, uzuv kesme gibi.”48
Ortaçağda kentlerde kaleler ve kuleler yükselmeye başlayarak olabildiğince en yüksek
seviyeye ulaşmıştır. Bunların yüksekliği hem şehre görkemlilik katıyor hem de uzaktan kentin
görülmesini sağlıyor. Kaleler ilk olarak 10. yüzyılda prenslerin bulundukları etrafın koruması
için baş göstermeye başlamış ve kentler bu kaleler çevresinde yükselmeye başlamıştır.
“Bunların duvarları çevresinde kentler biçimlenmeye”49 başlamıştır. Bu kale kentlerin
çevresinde tüccarlar, zanaatçılar ve köleler zamanla kent nüfusunu oluşturmuştur.
Ortaçağ kentleri kırsal alanın kentsel alandan ayrılmasıyla gerçek manada bir kent
olgusuna dönüşmüştür. Kırsal bölgeler kentlerin beslenme gereksinimi karşılıyor, buna
karşılık kentlerde onlara ticari mallarla mamul eşya sağlıyordu50. Zanaat ve ticaretin kentlerde
yoğunlaşması ve belirgin bir hal alması ve kentlerde ahlaki, sanatsal, mimari ve dini alanlarda
42 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.46
43 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.33
44 BUMİN, K., Demokrasi arayışında kent, s.27
45 Kent İlişkileri, Özdenören, Rasim - İz yayıncılık- İstanbul 1998 s.122
46 TUNA, K.,Şehirlerin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması, s.37
47 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.155
48 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.146
49 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.61
50 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s. 80
9
yönelimlerde artması bugünkü manada kent anlayışının yerleştiğini gösterir. Ayrıca
endüstrinin gelişmesi tüm bu etkenlere bir katalizör görevi yapmıştır. Zamanla kırsallığın
kentlerden belirgin çizgilerle ayrılması yine bu döneme rastlar. Sermaye artık kentlerden
kırsal alanlara doğru akmaktadır.
Ortaçağ Avrupa’sında kentlerde ticaret hızla artmıştır. Bu hızlı artış kentlere yeni bir
kimlik kazandırmıştır. Bu yeni kimlik kentlerle beraber köyleri de değiştirmiştir. Kırsal
alanlarda bulunan sanayi artık kendine yeni yer olarak kentleri bulacaktır. Ortaçağ kentinin
gerçek özelliği sermaye ve hürriyettir. Sermayeni artırımı ticaretle olmuştur. Ticaretin artması
liman kentleri olgusunun ortaya çıkmasına, ticaret için elverişli yerlerin daha da önem
kazanmasına ve hızlı bir kentleşme sürecine girmesine ve kentler arası münasebetlerin
artmasına neden olmuştur. Bu dönemde, kentlerin oluşmasında en önemli özellik denize yakın
olmasıdır51.
Ortaçağdaki kentlerin büyük kısmı birer devlet durumundaydılar. Bu devletlere kentdevletler denilmekteydi. Bu “devletlerin ortaya çıkışındaki en önemli etmen, bu
yerleşimlerdeki toplumun tabakalara bölünmüş olmasıydı52.” Bu toplumsal farklılaşma, halkı
tabakalara ayırmakta ve yerleşim alanlarında farklılıkların doğmasına neden olmaktadır. Hatta
günümüzdeki toplumsal parçalanmaların nedenleri ortaçağa kadar gitmektedir diyebiliriz.
Floransa örneğinde olduğu gibi, bir tarafta kumaş boyayarak geçinen aşağı tabaka (“mavi
tırnaklılar”), diğer tarafta ise kaliteli mallar üreten kibirli zanaatkârlar yer alıyordu53.
Bu dönem kentlerinde özgürlük ve yenilikler genellikle kentlerde gözlemlenen
durumdur. Nitekim “Kent havası insanı özgürleştirir54.” ortaçağ vecizesinin bu dönemde
söylenmesi kentlerin özgürlük manasında kırsal kesimden ayrılmasına örnektir. Ortaçağda
özgürlüğün kanıtlarından biri de kölelerin özgürlüğüne kavuşmaları için kentlerde yaşamaları
yeterli olması idi. Kent sınırları içinde bir yıl bir gün yaşayan her köle, kesin bir hak olarak
özgürlüğe sahip oluyordu55.
Kentlerin yönetimine baktığımızda ortaçağın ilk zamanlarında Roma’dan kalma nüfuza
sahip piskoposların kent idaresinde büyük bir öneme sahipti. Din kentler için büyük bir
öneme sahiptir. Kentlere inşa edilen görkemli kiliselerin kenti anlatan ve yansıtan yapılar
olması, uzaklardan o yerin kent olarak nitelendirilmesine neden olur. Daha sonraları ise
konsüller ve halk meclisleri yoğunlukta idi. 11. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan özel
mahkemeler kentlilik bilincini taşıyan ve yaşatan önemli bir etmendir. Ama zamanla
“babadan oğla geçen krallıkların ortaya çıkışı” kimi yerlerde halk meclisleri olmuş olsa da
genelde söz sahibi bir kısım krallar ve yakınları olmaktaydı. Bu dönemde gücü elinde
bulunduran kişiler söz sahibi olmuştur: kimi zaman tüccarlar, kimi zaman krallar, kim
zamansa kilise yönetimi. Genel itibariyle bakıldığında kimi kentlerde halk kurulları oluştuğu
halde kimi kentlerde ruhban sınıfı ve krallar veya yakınları egemendi. Bu egemenlik yerleşim
yerine ve zaman göre değişmektedir.
Ortaçağda kentleşmenin artışı büyük bir nüfus artışına sebep oldu. Bu olgu özellikle
derebeylik sistemine önemli darbeler vurmuştur. Derebeylik rejimi artan nüfusa uzun süre
dirense de nihayetinde yıkılmıştır. Özellikle 11. yüzyılda kent nüfuslarının artması ile
kentlerde farklı insan tipleri ortaya çıkmıştır: Başıboş dolaşan, manastırlardan aldıkları
sadakalarla günü gününe yaşayan, harman zamanı kendilerini başkalarına kiralayan, savaş
zamanı ordulara giren, fırsat düşünce de, çapulculuk, yağmacılık yapan serseriler. Bu
51 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.101
52 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.332
53 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.332
54 BOOKCHİN, M., Kentsiz Kentleşme s.139
55 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.42
10
dönemde ticaret yavaş yavaş geliştiği için kentlerde başıboş ama “yabancı dil bilgisi iyi olan
ve çeşitli ülkelerin töre ve gereksinimlerini iyi ”56 bilen bir sürü insan vardı.
Kent nüfusunun artması ile paralel olarak değişik alanlarda taleplerin doğmasıyla
beraber, bu insanlar da kentte fırıncı, kasap, demirci gibi yeni iş kollarını oluşturdular.
On birinci yüzyıldan itibaren Venediklilerin Müslümanlarla başlattıkları ticarete, diğer
İtalyan şehirleri de katıldı. Kahire, Şam, Halep, Bağdat gibi büyük şehirlerin pazarlarına
Müslümanların ihtiyaç duyduğu malları getiren Avrupalı tüccarlara bazı ayrıcalıklar bile
tanınmıştı.
Avrupalı tüccarlar yüksek kar elde edebilmek için uzak ülkelere yöneldiler ve daha fazla
kazanç elde etmeye başladılar. Dış ticaretin gelişmesiyle beraber sermaye birikimi de
oluşmaya başladı. Bu gelişme, ticaret burjuvazisinin doğmasını sağladı. Bu sınıfın güçlenmesi
ile Avrupa kentlerinde söz sahibi olma mücadeleleri sonucunda, kentler yeni bir özellik
kazandılar. Varlıklarını devlet yönetiminden elde ettikleri güç üzerine bina etmeyen bu sınıf,
şehrin ilk sahibiyle yerine göre savaşarak, yerine göre anlaşarak bağımsızlık mücadelesi verdi.
Sonunda şehirler merkezi yönetimin kontrolü dışında, bağımsız yargılama ve yönetme hakkı
olan özerk birimler haline geldiler. Şehirlerden başlayan bu mücadele merkezi yönetimi de
etkiledi ve demokratikleşme sürecine soktu.
Türklerde şehirleşme her ne kadar Uygurlar ile başlamakta ise de, onlardan önce
Göktürkler ve hatta Hunlar zamanında da kentler kurulmuştur.57 Hun Türkleri, Kale-Şehirler
inşa etmiştir. Buna karşılık, görkemli ve büyük şehirlerin kurulması Uygurlar ile başlar.
Uygur hakanının kurduğu Bay-Balık yeni bir Türk kentidir.58 Türklerin günlük hayatında at
çok önemli bir rol oynadığından, Türk kentlerinin en önemli özelliğinden biri, kent
meydanında yer alan alandır.
Türklerin İslam dinini kabul etmeleri ile kentte ikamet etme önem kazanmaya
başlamıştır. Yeni ele geçirilen topraklarda bulunan eski şehirler ikamet merkezi olurken, aynı
zamanda yeni şehirler de kurulmaktadır.
İslamiyet’in doğduğu Mekke ve ilk devletini kurduğu Medine önemli birer ticaret
merkeziydi. Toplumun iktisadi, sosyal ve hukuki açıdan İslami esaslara göre yeniden
düzenlenmesiyle şehirler kırsal alanlara hâkim oldu ve Müslümanlar şehirlerde oturmayı daha
fazla tercih ettiler. Kısa sürede İslam egemenliğine giren Suriye, Mısır, İran, Kuzey Afrika ve
Endülüs’te eskiden beri varolan ya da yeniden kurulan şehirlerde içine kapalı eski ilişkiler
kırılarak, ticaret ve imalata dayalı bir iktisadi canlılık sağlandı. Yarı yerleşik bir çevrede ilk
meyvesini veren İslamiyet birkaç yüzyıl sonra Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan
topraklar üzerinde, kara ve deniz yoluyla her türlü ticari mal, bilgi, fikir ve kültürlerin akışını
sağlayan büyük metropoller kurdu. Hazreti Ömer zamanında kurulan Basra 30 yılda 200 bin,
Mansur zamanında kurulan Bağdat 40 yılda 2 milyon nüfusa ulaştı.
Üretim ve tüketim ilişkileri, eğitim ve sağlık merkezleriyle İslam şehirleri o çağda başka
toplumlarda rastlanmayan kültürel ve ekonomik zenginliğe sahipti. Yeni yapılan kamu
binalarının saray, medrese ve camilerin inşaatlarında çalışmak için gelenlerle Bağdat’ın
nüfusu 2 milyona, Kahire yarım milyona, Şam ve Kurtuba üç-dört yüzbine ulaşmıştı. İslam
dünyasında şehir hayatının böyle ön plana çıkması nedeniyle dokuz, on ve onbirinci
yüzyıllara “Şehirleşmede İslam Dönemi” denilmiştir.59.
İslam kenti formunda kır ve kent alanları arasında kesin bir ayrım yoktur. Mahalleler,
dış mahalleler, komşu köyler kesin sınırlarla birbirinden ayrılmamıştır. Kır kent arasında
56 PİRENE, H., Ortaçağ Kentleri, s.89
57 SEÇKİN, Nuri, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Türk Şehirciliği, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002, sf: 463
58 BAYKARA, Tuncer, a.g.e., sf: 434
59 AKYÜZ, V., “Şehir ve yerel yönetimler” c.2. s.303
11
coğrafi ve ekolojik olarak süreklilik vardır60. Kenti, Kale, Saray ve üst kademe yöneticilerinin
oluşturduğu, yönetim işlevinin sürdürüldüğü yapıların oluşturduğu yönetici merkez, - Cuma
camisi, hanlar, bedestenler ve açık pazaryerlerinin oluşturduğu kent merkezi, Mahalleler
(yoğun konut alanları), Dış mahalleler oluşturur. Geleneksel yapı içinde mekânsal olarak en
küçük bölüm mahallelerdir. Her mahalle kendi heterojen cemaati ve küçük pazarıyla
belirlenmektedir. Mahalleler arasındaki sosyal dayanışma kimi zaman hemşerilerinin dini
kimlik aramalarını yansıtmaktadır. Etnik mahalleler, yapılan zanaat türüne göre
isimlenmektedir. Mahalleler içinde bulunan konutlar sıkışıktır61.
Kentlerin gelişiminde sanayi devrimi yeni bir dönemi başlatmıştır. Kentlerin
nüfuslarında patlama yaşanmış, yüzbinlerle ve milyonlarla ifade edilen rakamlara ulaşmıştır.
Kent tarihçileri ile kent plancıları ve şehirciler köylerden kentlere doğru yaşanan akışa
kent devrimi adını veriyor. Kent devrimleri, üretim ekonomisinde gerçekleşen iki büyük
teknoloji devriminin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.
Birinci kent devrimi, günümüzden binlerce yıl önce gerçekleşen neolitik devrimidir.
İkinci kent devrimi ise, çok daha yakın zamanlarda, 1750'lerde Britanya Adalarında görülen
Sanayi Devrimi'nden sonra Avrupa'ya, Amerika'ya ve Uzak Doğu'ya yayılmıştır. Endüstri
Devrimi, bir enerji devrimi oldu. Tarımcı, yalnız kas gücüyle evcilleştirdiği bitki ve
hayvanların organik enerjisinden yararlanırken; sanayici, yeraltından çıkarılan bitki (kömür)
ve hayvan fosillerinin (petrol) enerjisinden yararlanarak, tarımcı ve hayvancı atalarının üretim
verimini ona katladı. 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, gelişmiş endüstri ülkelerindeki bir
tarımcı aile, yaklaşık on aileye yetecek kadar artı ürün elde ediyordu. Tarım ürünlerinin
verimi yaklaşık 100 kat artmıştı. Endüstri Çağı adı verilen büyük devrim budur. Topraktan ve
rençberlikten kurtulan köylüler, kentlere göç ettiler, günümüzün kültürlerini oluşturdular.
Kentlileşen nüfus, işbölümü yoluyla farklılaştı, uzmanlaştı; bilimde, teknolojide, sanatta
ilerledi; sağlık ve eğitim alanlarında büyük atılımlar yaptı; ortalama ömür beklentisini ikiye
katladı. Yaşlanan nüfus yapısı, kentlerin yapısını, dokusunu, kurumlarını kökten değiştirdi.
İkinci kent devrimi denilen olgu budur. 62
Bugünkü anlamıyla kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan bir olgudur. 18. yüzyılda
Batı Avrupa'da başlayan sanayi devriminin birçok etkisinin yanı sıra üç önemli sonucu
olmuştur. Bu sonuçlar, bir arada ve karşılıklı (fonksiyonel) etkileşim içerisinde gelişmiştir.63
Bunlar; üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık ve nüfus mobilitesinde hızlılık olarak
tespit edilebilir.
Sanayileşme ile birlikte öncelikle üretim tarzının niteliği değişmiştir. Üretim,
Evden/küçük imalathanelerden fabrikalara taşınmış, yani geleneksel üretim kollarından
modern üretim kurumlarına bir geçiş yaşanmıştır. Yavaş ve tekil üretimden hızlı ve seri
üretime geçilmiştir. Bu unsur artı değer (kar), verim, kalite ve kapasitede önemli artışlara ve
değişikliklere neden olmuştur. Üretim tarzının niteliğinde ve niceliğinde meydana gelen bu
değişimler, siyasal ve ekonomik düzende yeni yapılanmalara yol açmış; milliyetçilik ve ulus
devlet modeli, bu yapılanmaların önemli sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Bu da yeni
sınıfların, çelişkilerin ve çatışmaların başlangıcı olmuştur.
Sanayileşmenin ikinci önemli etkisi sosyal yaşamda meydana getirdiği değişikliklerle
kendini göstermiştir. Bu değişikliklerin en önemlileri, Sosyal yapıda farklılaşma, (yani
hemojen toplum yapısından heterojen toplum yapısına geçiş); iş bölümü ve uzmanlaşmada
görülen artış ve çeşitlenmedir. Bu nedenle eğitimin ve öğretimin önemi artmış; bununla
birlikte doğuştan kazanılan statülerin önemi azalmıştır. Bu uygulama ile birlikte toplumdaki
60ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.77
61ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.78
62 YILMAZ, Ç., “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000.
63 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org
12
binlerce kurum, statü ve rol arasındaki ilişkileri bir düzene bağlayan sistem, bürokrasi olarak
ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Geleneksel geniş aile, kentsel çekirdek aileye dönüşmüş, orta
sınıflaşma artmış, sosyal hareketlilik hızlanmıştır.
Sanayileşmenin en önemli üçüncü sonucu ise, nüfus mobilitesinin fiziki mekânlarda ve
çevrede yarattığı değişikliklerdir. Diğer bir deyişle kentleşmedir. Sanayileşme ile birlikte
kırdan kente yoğun göçler yaşanmıştır. 64
Kentlerin nüfus emme kapasiteleri (fabrikalar) giderek artmış. Nüfus emme kapasiteleri
bir yandan gelen nüfusu absorb etmeye ve dönüştürmeye çalışırken; öte yandan kitle iletişim
ve ulaşımındaki yeniliklerin de etkisiyle yeni göçler için çekim alanları haline gelmiştir.
Kentler eski yapılarından kopmuş hem fiziki hem de yoğunluk ve işleyiş açısından yeni
görünümler almıştır. 65
Weber de insanların kentlerde yoğunlaşmasının nedenleri arasında öncelikle ekonomik
olanları vurgulamaktadır. Sanayi Devrimi ile birlikte ekonomik güçlerin şehirleşmeyi
ürettiğini düşünen Weber bu güçleri şöyle tanımlıyordu: Buhar ve makine, ticaret, modern
ulaşım sorunlarının halli, tarımın sanayileşmesi ve verimliliğin artması, ticari merkezlerin
büyümesi, ulaşım, sanayileşme ve fabrika sistemi. 66
Son yüzyılda batı ülkelerinde kentler, sanayileşme ile paralel olarak büyürken, Türkiye
gibi sanayileşme dönemine geç girmiş ülkelerde kentler sanayileşmeden daha hızlı bir
büyüme sürecine girmiş ve bunun sonucunda da gelen nüfusun kentsel ihtiyaçlarının
karşılanamadığı, plansız ve kontrolsüz bir kent büyümesi ortaya çıkmıştır. Bu durum,
kentleşme başlığı altında ayrıca incelenecektir.
Sanayi devri öncesi yavaş bir büyüme trendi izleyen kentlerin sanayi devrimi sonrası
hızlı bir büyüme göstermeleri, kentlerin değişimini de beraberinde getirmiştir. BU değişim
sonucu geleneksel kent ve modern kent sınıflandırması yapılmaktadır. Geleneksel kent ile
modern kent birçok yönden birbirinden farklılık göstermekte ise de, bu farkları şu şekilde
özetlemek mümkündür:
1-Klasik kentler, 10.000’lerle ifade edilen nüfusa sahip iken, modern kentler ise
milyonlarla ifade edilen nüfusa sahiptir.
2-Geleneksel kentler 2-4 km çapında alanlarda yoğun yerleşmelere sahne olurken,
modern kentlerdeki yerleşmeler çapı 10’larca km. ile ifade edilen alanlara sahiptir.
3-Geleneksel kentlerde mabetler ve ticaret yerleri şehrin merkezinde yer alırken modern
kentlerde ise bu fonksiyonlar şehrin değişik yerlerine dağılmış durumdadır.
4-Geleneksel kentlerde mahalle ve sokak önemli sosyal ve kültürel özellikler taşıyan
yerleşim yerleri iken, modern kentlerde önemini yitirmiştir.
5- Geleneksel kentte, toplumsal ilişkilerde yüz yüze ilişki biçiminin önemli rolü varken
ve toplumsal birliktelik güçlü iken, modern kentlerde bireysel yaşam ve mesafeli ilişkiler
hakimdir.
6-Geleneksel kentte, yaşayanlar ile kent arasında duygusal bağlar vardır. Kent halkı,
kentini benimsemiş ona sahiplik duygusu ile bağıdır. Modern kentlerde ise bu duygular
kalmamış, kentlerde yaşayanlar için kentin özel anlamı yitirilmiştir. Bunun sonucunda da
sahipsizlik hakim olmuştur.
KENT VE MAHALLELERİ
Şehri oluşturan ve kendine has özelliklere sahip önemli bir sosyal ve mimari birim67
olan mahalle, ülkemiz yönetim sisteminde en küçük birimi ifade etmektedir. Kentlerdeki en
64 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org
65 ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org
66 Don Martindale. “Önsöz”, Şehir, Modern Kentin Oluşumu. Max Weber. Çev: Musa Ceylan. S.14, İstanbul: Bakış Yayınları, 2000.
67 TAŞKÖMÜR, Hikmet, Osmanlı mahallesinde Beşeri Münasebetler, Şehir ve Yerel Yönetimler, İlke Yayınları, İstanbul 1996, c.1, s: 439
13
küçük yerel birim, kentin en küçük idari ünitesi olarak tanımlanabilen mahalle, kentte fiziksel
ve sosyal mekân gelişiminin en başta gelen belirleyicilerindendir.68
Türü, büyüklüğü, nüfusu, alanı, bulunduğu yer, yer aldığı ülkeler farklı da olsa mahalle
birimi, başlangıçta tüm toplumlarda toplumsal iletişimi, organizasyonu, kontrolü ve düzeni
sağlamak, yani yönetim amacıyla oluşturulmuştur.69
Osmanlı’da mahalleler, cami veya mescit etrafında teşekkül eden bir yapıdır. Bu
özelliğinden dolayı mahalleyi “Bir camii etrafında toplanan cemaat” olarak gören
değerlendirmeler de yapılmıştır.70 Mahalle oluşumunda camilerin öneminden dolayı, bazı
mahalleler, camiyi yaptıranların ismini almıştır. Örneğin; Ahi çelebi Camii Mahallesi,
Akşemşeddin Mescidi Mahallesi gibi. Osmanlı mahalleleri cami veya mescit etrafında
teşekkül etmesine rağmen ibadethane mahallenin tek ortak mekânı değildir. Çeşme, hamam
gibi yapılar da mahallenin temel unsurlarındandır.71
Osmanlı dönemi mahalleleri, sınıfsal değil, etnik ayrışmanın hâkim olduğu, aynı dine
mensup farklı gelir gruplarından insanların bir arada olduğu yerlerdir. Etnik ve dinsel
türdeşliğin getirdiği kültürel benzerlik, mahalle içi dayanışma ve katılımın yüksek olmasını
sağlıyordu. Bu mahalleler ibadethanesi, çarşısı, dar sokakları ile fiziksel türdeşliğin yanı sıra
toplumsal anlamda da bir bütünlük sergiliyordu.72
Fiziksel ve sosyal birliktelik mahalle sakinleri arasında dayanışmayı geliştiriyor,
ekonomik yönden güçlü kişilerin varlığı sosyal dayanışmanın ekonomik boyutunda önemli bir
rol oynuyor ve bu özellikler de ortak bir kimliğe sahip toplulukların oluşumuna imkan
veriyordu.
Osmanlı mahalle yapısı Cumhuriyet döneminde de 1950’li yıllara kadar kısmen de olsa
özelliklerini koruyarak gelmiştir. Bu yıllarda hızla artan iç göç neticesinde mahallelerin
nüfuslarında da kısa sürede çok büyük artışlar görülmeye başlanmış, içe kapanık yapılaşmalar
olan mahalleler bu baskı karşısında hızla açılmaya başlamıştır. Kent sakinleri arasındaki etnik
ve dinsel türdeşlik ortadan kalkarken, ekonomik yönden daha iyi durumda olanların başka
mahallelere taşınmasıyla da belirli refah düzeyinin hakim olduğu mahallelere dönüşmüştür.
Mahallelerde yaşanan bu dönüşüm sonucu, birliktelik ve dayanışma hızla erozyona
uğramış, sosyal yardımlarda önemli rol üstlenen ekonomik sınıfını yitiren mahallelerde bu tür
çalışmaların mali boyutu daralmıştır.
İç göç sadece mevcut mahalleleri dönüştürmekle kalmamış, yeni mahallelerin de
oluşumuna sebep olmuştur. Yeni kurulan mahalleler, kentin hakim olan imar yapısına aykırı,
genelde gecekondu türünde oluştuğundan, beraberinde bir çok sorunlar da getirmiştir.
Gecekondulara gelen insanlar, yeni girdikleri toplumda güvenlik problemi çektiklerinden,
genellikle aynı kentte gelenler birbirlerine yakın yerlerde ikameti tercih etmişlerdir. Bunun
neticesinde de mahalleler içinde daha alt ölçekte mahalleler oluşmaya başlamıştır. Alt ölçek
mahalleler kendi içlerine kapanık bir yapı sergilediklerinden ortak mahalle kültürü
gelişememiş ve toplumsal birlik atomize olmuştur. Özellikle çok katlı binaların yapımıyla
birlikte atomize olma durumu daha ileri safhalara ulaşmış ve yan yana iki çok katlı binanın
sakinleri arasında bile toplumsal ilişkiler gelişmemiştir.
Yaşanan bu olumsuz süreç sonucunda günümüzde mahalleler artık ortak birlikteliklerin
mekânı olmaktan tamamen uzaklaşmışlardır. Öyle ki, özellikle nüfusu 10.000’lerle ifade
edilen mahallelerde, mahalle sakinlerinin önemli bir bölümü mahalle yönetiminin başı olan
muhtarı bile tanımamaktadır.
68 SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, sayı: 40, Ocak 2002
69 ÜNÜVAR, Kerem, İstanbul’da Göç Kondu: Nöbetleşe Yoksulluk, s:127
70 BAŞARAN, Sermet, Kentleşmenin Tarihsel ve Sosyo Ekonomik Temelleri, Mahalli İdareler Dergisi, Haziran 1996, sf:74
71 TAŞKÖMÜR, Hikmet, a.g.e. sf: 439
72 DANIŞ, Aslı Didem, Bahçeşehir Bir Mahalle mi? İstanbul Dergisi, Sayı:133
14
Mahallelerde yaşanan bu süreçte üzerinde durulması gereken bir başka husus ise, nüfus
artışının sonucunda mahalle tanımının sorgulanması gereğidir. Nüfusu 10.000’lerle ifade
edilen yerleşim birimleri geleneksel dönemin kent yerleşimlerine nüfus açısından tekabül
etmektedir. Bu kadar yüksek nüfusa sahip yerleşim birimlerinin mahalle olarak kabulü,
mahallenin sosyal ve kültürel özelliğini göz ardı eden, onu sadece mekansal yerleşim ve
yönetim birimine indirgeyen bir yaklaşımdır.
KENT VE SOKAKLAR
Sokaklar, alışveriş, gezme, öğrenme, araştırma aktiviteleri ve halkın diğer insanlarla
ilişkilerinin yaşandığı toplumsal mekânlardır. Toplumsal yaşam ve paylaşım sokaklarda
başlar.
Yirminci yüzyılın başına kadar, yayaların kullanımında egemen olduğu, halkın yaya
olarak yaşamlarının büyük bir kısmının geçtiği sokaklar; otomobilin icadı ve otomobilin
teknolojik gelişmelerinin getirdiği avantajlar sonucu, yayalardan çok otomobillere hizmet
etmeğe başlamıştır.
Otomobil, insanları evlerine ya da işlerine, kısa sürede ve doğrudan ulaştırmayı
hedeflese de, otomobili günlük yaşamda kullanan insanların sokaklara olan katılımından
alıkoyduğu söylenebilir.
Günümüzde Ulaşım mühendisliği ulaşım ile ilgili kararlar üretirken bu kararlarla da
kent formunun etkili bir yönlendiricisi olmaktadır. Halkın ulaşım hızını artırmak, bu yönden
ilgiyi ve yatırımları yönlendirmek ulaşım mühendisleri tarafından öncelikle ele alınmaktadır.
Bunun sonucu olarak, halkın sokakta geçirdiği zaman ve toplum içindeki sosyal hareketlilik
azalmaktadır. Sokak ekonomisi küçülmekte, market ekonomisi büyümektedir. Sokaklardaki
halkın hareketliliği ve sokakta geçen zamanın azalması, geleneksel sokak alışveriş
ekonomisinin ve sermayenin halkın içinde dönüşümünün azalmasına yol açmaktadır.
Perakende alışverişte dönen sermaye artık, market ekonomisinin büyümesine yol açan ve her
geçen gün sürekli sayıları artan hipermarketlerde kendini göstermektedir. Bu durum toplumsal
yaşam açısından sakıncalı bazı faktörlerin öne çıkmasına yol açmaktadır.73
1- Ekonomik açıdan; piyasada halk içinde karşılıklı olarak dönen sermaye, artık
hipermarketler vasıtasıyla, halktan bankaya şeklinde tek taraflı olarak dönmeye başlamıştır.
Paranın bankadan halka geriye dönüşü ise, kredi şeklinde faizi ile birlikte halkı borçlandırarak
olmaktadır.
2- Sokakların en önemli sosyal faktörlerinden biri olan toplumun her kesiminin hür ve
demokratik olarak, zengin ya da fakir birbirleri ile alışveriş yapan ve her statüden aynı
mekanları paylaşabilme özgürlüğüne sahip halkın hipermarketlerin artması ile; girişte ve
alışveriş sırasında sürekli gözlenen ve denetlenen; alışverişte satıcılarla değil, mallar ve
malların bulunduğu raflarla, fiyatları belirten etiketlerle yüz yüze geldiği soğuk, tek taraflı
yalnız ve edilgen bir ortama itildiği sosyal mobilitenin en aza indirgendiği ortamlar
yaratılmaktadır. İnsanların en azından pazarlık edebilme bahanesiyle satıcı ile direkt ilişki
kurabilmeleri ortamı ortadan kalkmaktadır. Kişiler sürüler halinde kasalar önünde sıraya
girerek ödeme yapmakta, neredeyse robotlaşmış bir şekilde sadece kasiyerler ile muhatap
olmaktadır.
3- Sokak ekonomisinde halk doğrudan üreticiden mal satın alabilmekte iken, market
ekonomisinde halk malı, ikinci, üçüncü elden olabilmekte, yerli üretimden ziyade ithal üretim
mallarına halkın talebini yönlendirmektedir. Bu da sokak ekonomisindeki üreticiden
tüketiciye doğrudan ilişkiyi ortadan kaldırarak, üreticinin zayıflamasına ve sayısının
73 TURAN Bülent, Demokratik Sokaklar, fisek.com.tr/makaleler
15
azalmasına, halkın daha ucuz ve birinci elden malı satın alabilmesine olanak
tanımamaktadır.74
4- Sokak ekonomisinde farklı statülerde olsalar dahi, o ekonominin içinde bulunan
kişiler, birbirleriyle iletişim kurabilmekte, en azından toplumsal bir ilişki düzeyi
yaratılabilmektedir. Ancak market ekonomisinde böyle bir ilişki yaşanmamaktadır.
Marketlerin hitap ettiği ekonomik sınıflara göre müşterileri de farklılaşmakta ve
gruplaşmaktadır.
5- Sokakta perakende alışverişinizi çeşitli yerlerden yaparak evinize gidebilirken,
marketlere otomobil ile gidiş geliş özendirilmekte, marketten ihtiyacımız olmayan malları da
almamızı teşvik etmektedir. Bu durum aynı zamanda otopark ve trafik yoğunluğu problemini
artırmaktadır.
Ayrıca imar planlarında farklı fonksiyonlara sahip alanlar, plan tadilatı ya da oldu
bittiler ile bir anda hipermarket alanlarına dönüşmekte; bundan ötürü plan elde edilirken
saptanan öngörüler ve kapasiteler aşılmaktadır. İmar planlarında üniversite alanı olarak
ayrılan alanlar, katlı otoparkların zemin katları, fuarın içindeki yeşil alanlar, fabrika ve depo
alanları, hatta rekreasyonal ve yeşil alanlar da hızla hipermarketler ile dolmaktadır.
Ekonomik potansiyelin gelişmesi, sermayenin kent halkı içinde dönüşümü, halk içinde
sosyal mobilitenin artırılması, insancıl ilişkilerin gelişmesi gibi amaçlar için, kenti
yönetenlere ve plancılara düşen görev; kenti, sokakları, yeniden keşfetmeye çalışmak, kent
merkezleri ve kent sokaklarının yaya merkezli olarak halka tekrar kazandırılması amacıyla
daha büyük ilgi ve araştırma gayreti içine girmeleridir. Bu amaçla kentlerimizde bazı
yöntemler kullanılmakta; ancak çoğunda başarısız olunmaktadır. Otomobil merkezli planlama
anlayışı sonucu ikinci plana itilen yayalar, yeniden sokaklarına kavuşturulmak için bazı
formüller oluşturulmaktadır.75
Bunları şöylece sıralanabilir:
1-Yayalaştırılmış Sokaklar
Kesin olarak otomobil trafiğine kapatılan yollar tamamen yayalara tahsis için
düzenlenmektedirler. Ancak yapılan düzenlemeler bazı durumlarda hem o sokakta işyeri
olanları, hem o sokakta ikamet edenleri, hem de o sokağı kullanan yayaları tedirgin
etmektedir. Hele, hele yayalaştırılmış bazı sokaklar, artık açık otopark alanlarına
dönüşmüştür. Araçların arasından yayalar bile zorla geçebilmektedir. İtfaiye ve servis araçları
bu sokaklara girememektedirler. Bu sokaklarda yaşayan hasta, yaşlı, yada özürlüler, mağdur
olmakta, araçlara zorlukla ulaşabilmekte, yada ulaşamamaktadırlar. Kapatılan bu sokaklara
yakın yerlerde otopark düzenlemeleri yapılmadığı için, Otopark sorunu gittikçe artmaktadır.
Bu sokaklardaki yeni yapılarda Belediye otopark zorunluluğu aramakta, otopark giriş ve çıkışı
istemekte, ancak özel otopark olarak yapılan bu alanlar sonradan yayalaştırılmış yol üzerinde
olduğu için otopark amaçlı olarak kullanılamamaktadırlar.
2- Yaşanabilir Sokaklar
Sosyal ilişkileri daha yoğun, özellikle ikamet ağırlıklı, daha emniyetli, daha güvenli,
trafik hızının bariyerler yâda farklı zemin kaplamaları ile azaltıldığı, sokak oyunları ile sosyal
aktivitenin artırıldığı, oturma ve komşuluk mekanlarının ortak kullanıldığı sokaklardır.
3- Kapalı Sokaklar
Tamamen yayalara ayrılmış, kapalı mekânlar haline dönüştürülmüş kapalı çarşı benzeri
sokaklardır. Burada girişte seçici emniyet personeli vardır. Halkın içeri girişi kontrol
altındadır. Bu tip merkezler ve sokaklar, alt merkezlere ve diğer sokaklara olan ilgiyi
azaltırlar, odak noktası oluştururlar. Buralarda, markalı butikler fastfood zincirler ve lüks
restoranlar da yer almaktadır. Bu tip çarşılar ve sokaklar alış veriş gücüne göre toplumun
74 a.g.e.
75
a.g.e.
16
sınıflaşmasına yol açması nedeniyle eleştirilmektedirler. Geleneksel, alış veriş alanları
komşuluk alanları, ikamet alanları yoktur. Sosyal ve ekonomik çeşitlilikler yoktur.
4- Demokratik Sokaklar
Sokak demokrasisi ve toplumculuk kavramının gelişmesi temeline dayalı olarak
oluşturulurlar. Demokratik sokakların bazı özellikleri şunlardır:
- Tarihselliği içinde barındırır. Anıların yok olmasına izin vermez.
- Sosyal ve ekonomik çeşitliliği içerir. Sosyal ve ekonomik hareketliliği artırır. Sosyal
adaleti yansıtır.
- Ekolojik olarak canlıdır, havası temiz, gürültü azdır. Görsel kirliliği barındırmaz.
- Otomobili dışlamaz, fakat sokağın diğer kullanıcıları olan yayalar ve bisikletliler ile
daha eşit bir paylaşımı sağlayarak, araçlar için de yeterli mekânı barındırır
- Toplumun çeşitli kesimlerine açıktır. Otokontrolü dolayısıyla güvenlidir,
konforludur. Özel mülkiyet kullanıcısı, önündeki sokağın bakımı ve denetimini yaparak kent
yönetimine katkı koyar. Katılımı özendirir. Bu ortam değişim ve yenilikler için fırsat yaratır.
- Halk içindeki kullanıcı uyumluluğunu, kullanıcı yönetimini ve değişim içinde
gelişimi teşvik eder.
- Anlam ve sevgi yüklüdür. Geçmişle gelecek arasındaki bağları yansıtır.
Modern toplum anlayışı içinde kişisellik kavramı çok iyi geliştirilmiş, teşvik edilmiş ve
yasalarca korunmuştur. Buna karşıt olarak toplumculuk kavramı, halk mekânlarına herkesin
serbestçe girebilme ve kullanabilme hakkını tanır. Toplumculuk, sokak demokrasisinin
temelidir, gerçek kent kültürü gelişmesinin çerçevelerini oluşturur.
Sokaklar, insanların birlikte yaşamaya başladığı, toplumsal yaşamın benimsendiği
zamandan bu yana ortak yaşamın, paylaşım, ulaşım ve hareketliliğin ortaya çıktığı kamusal
mekânlardır.
Sokak kelime anlamı ile kamusal mekânı genel olarak betimleyen bir kelimedir. Sokak
kelimesinin altında, cadde, meydan, yol, ...vb. gibi diğer kamusal mekânları da
görebilmekteyiz. Sokaklar, kent karakterini ve kent kimliğini de belirleyen önemli
unsurlardandır.
Mekânsal etkilerinin ve sosyal olayları içinde barındırmasının yanı sıra sokaklar, ayrıca
ulaşım akslarıdırlar. Bir noktadan diğerine ulaşmak için genellikle sokaklar kullanılır.
Evinizden dışarı attığınız ilk adımla birlikte gerek ulaşım amacıyla, gerekse de diğer
amaçlarla olsun kendinizi sokakta bulursunuz. Yürümek insan için en bağımsız, iradesine
bağlı, serbestçe kendisini yönlendirebileceği bir hareket biçimidir. Özel mülkiyet ve özel
dünyanın bittiği noktada sokak ve sokak yaşamı başlar. İnsanın sosyalleşme sürecinin önemli
mekânlarıdırlar. Sokak karakterleri toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya göre
farklılaşırlar. İnsanlar sokaklarda toplumu oluşturur. Demokrasi sokakta başlar. Çocuklar
sokaklarda hayatı öğrenir, deneyim kazanırlar. Hatta sokakla ilgili bazı deyişler, gerek
demokrasi gerekse de sokakların toplum içindeki önemi açısından önemli bir açılım da
yaparlar: 142 “Sokaklar yürümekle aşınmaz !”
Sokaklar sizi yönlendirir. Gideceğiniz yere ulaşmak için sokakları kullanırken,
sokakların biçimine, geometrisine uygun olarak hareket etmek durumundasınız. Sokaktan
herhangi bir bahçeye sıçrayarak, diğer bir mekâna ulaşmak yerine, sokakların izlerini takip
ederek gideceğiniz yere varırsınız. Bu da insanların toplumda uyum içinde yaşamaları için
bazı izlere, biçimlere uyması gerektiğini belirler. Hatta bu izler ve biçimler insanları
ulaşılması hedeflenen noktalara, mekânlara, yapılara götürür. Orta Avrupa kentlerinde çoğu
sokakların sonunda kiliseler vardır ve sokak boyunca siluetini görürsünüz. Bazı toplumlarda
da sokak dokusu içinde sokağın bitimini göremezsiniz. Sokak, sokağı takip eder.
Sokaklarda hareket vardır. Yayalar, satıcılar, işyerleri, taşıtlar sokaklarda sürekli bir
hareketin nedenleridir. Durağan bir sokak oluşumu düşünülemez bile.
Sokaklar toplumlara, coğrafyaya göre farklılıklar gösterir demiştik.
17
Türk toplumunun geleneksel sokak yapısı organiktir. Geniş sokaklara pek rastlanmaz.
Sokakların bir kısmı geniş saçaklarla örtülüdür. Rüzgâr gibi tabiat şartlarına kapalı
mikroklimatik yapıları vardır. Geometrisi yumuşaktır. Arap toplumunun sokak yapısı daha da
farklıdır. İçe kapalıdır. Dardır. Sokağı çevreleyen fiziksel yapıda farklılıklar görünür. Antik
çağ Anadolu kentlerinde sokaklar grid sistemde tasarlanmıştır (Priene, Milet,...) . Düzgün
geometrisi vardır. Sokaklar üzerinde kentsel kullanım yapıları ağırlıklıdır. Roma koloni
kentleri de bu anlayışta biçimlenmiştir (Aosta, Timgad,...).
Özellikle Güney Amerika kentlerindeki panayırlar, sokakta başlar, sokakta sürer,
sokakta biter. İnsanlar günlerce sokakta yaşar. Akdeniz kıyı kentlerinde de sokak yaşamları
canlıdır. Kıyı bantları, meydanlar sürekli yaşayan mekânlardır. Sokak genellikle yürünerek
hissedilir. Yürüme ile sokakta özgürsünüz. İstediğiniz yöne, istediğiniz hızla gidebilir,
durabilir, oturabilirsiniz. Yürüyerek sokak dokusunu olşturan döşeme kaplamasını
hissedersiniz (sert, yumuşak, kaygan, eğimli,...vb).
Sokaklar simgelerle doludur. Heykeller, çeşmeler, tabelalar, trafik işaretleri, reklam
panoları, duraklar,...vb. anlam yüklü işaretler sokağı kullanan insanları etkiler ve yönlendirir.
Sokak, kullanan kişiyi toplumsallaştırma amacıyla bir noktaya kadar edilgen kılar, ya da
bunun için çaba harcanır. Bunun yanında ağaçlar, bitkiler, malzeme cinsi ve dokusu, su
elemanları da mekânsal hissin oluşmasında önemli rol üstlenirler. 143
Bazı kentlerde sokak kavramı o kente özgüdür. Örneğin Venedik kentinde sokaklar
yerine kanallar ağırlıklıdır. Gondollar bu kanallarda ağırlıklı olarak ulaşım görevini görürler.
Evlerin kapıları doğrudan kanallara açılır. Her evin iskelesi, kanala bakan kapısıdır. Bu
kanallar sık sık yaya köprüleri ile kesilir. Küçük meydancıklar, kanallar ve sokaklar
arasındaki mekânsal dengeyi sağlar.
Paris, sokaklarından ziyade bulvarları ile tanınır. Geçen yüzyılda işçi sınıfının kullandığı
labirent tipi dar ve pis sokaklara alternatif olarak burjuvaların yaşam mekanları olarak
oluşturulan geniş bulvarlar, Paris kentindeki işçi sınıfı ile burjuva sınıfı arasındaki ayrımın
belirginleştiği yerlerdir. Ekonomik gelişme sonucu soylu olmayan burjuva sınıfı oluşunca,
kendine ait kültürün yansıması bulvarlar üzerinde tiyatrolar, restoranlar, barlar olarak kendini
bulmuştur. Bir yerde bu bulvarlar, soylu sınıfı, burjuva sınıfı ve işçi sınıfının yüzleşmekten
kaçındıkları mekânlar olarak tanımlanır. Soylu sınıfı daha ziyade kent dışında yerleşiktir ve
bu sokakları ancak ulaşım amacıyla kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bu bulvarların ardındaki
karmaşık sokaklardaki işçi sınıfı ile yüzleşme olanağı ortadan kalkmıştır.
Sokakları çevreleyen bina yüksekliklerinin sokakların algılanması ile yakından ilişkisi
vardır.
HABİTAT II Türkiye ulusal raporu ve Eylem Planı’nda yaşanabilirliğin nitelikleri
konusunda kent kimliğinin korunarak gelişmenin öne çıkarıldığı görülmektedir:
 “Yeterli altyapı, hava ve su kalitesi, gürültü kontrolü, temizlik gibi, yeterli sağlıklılık
koşulları ve çevresel niteliklerin sağlanması ile insanların yaşam ve sağlık hakkının korunuyor
olması olması;
 Evde, işyerinde ve kamusal alanda, her daim başta kadın ve çocuklar olmak üzere,
tüm insanların emniyet ve güvenlik içinde olması,
 İnsanların zaman ve mali bütçelerinin etkili kullanımının randımanlı kent formu,
kent ve işyerleri arasında anlamlı mesafeler, nitelikli ulaşım ve kamu taşımacılığı ile
sağlanıyor olması; yolların araçların egemenliğine terk edilmemesi, yaya önceliklerinin
korunmuş olması;
 Sağlık, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarını da içermek üzere, kamusal alan mal ve
hizmetlerinin, başta özürlü, korunmasız ve mahrum kalmış bireyler olmak üzere tüm insanlar
için kolay ve hakça erişilebilirliğin ve varlığının sağlanıyor olması;
 Dinlenme, eğlenme ve spor amaçlı yeterli alan ve olanakların kolay ve hakça
erişilebilirliğinin ve varlığının sağlanıyor olması;
18
 Manevi, tarihi ve kültürel anlamı bulunan yapı, bölge ve yaşam pratiklerinin
korunması;
 Yerleşim estetiğinin, sanat, mimari, kent tasarımı ve planlaması alanlarındaki
geleneksel, yerel, modern ve diğer stillerdeki gelişmeleri dikkate alan ve bunlar arasında
müzakere sonucu oluşmuş bir dengeyi gözeten bir yöntemle oluşması;
 Sosyal bütünleşmeyi güçlendiren ve yaşam biçimlerine, farklılıklara, kültürel
kimliklere ve diğer insanların haklarına saygıyı geliştiren, insanlar arasında ve o yerleşim ile
dünya arasında etkileşimi sağlayan şebekelerin artırılması ve geliştirilmiş olması.
KENT KÜLTÜRÜ
Kentler sadece insanların bir arada yaşadığı fiziksel mekânlar değildir. Günlük
hayatlarındaki davranış kalıpları, düşünce biçimleri, politik tercihleri, sosyal ilişkileri gibi
kente özgü sosyal, siyasal ve kültürel özellikler olduğu gibi, fizikse yapı da mimarisiyle,
estetiğiyle, kente özgü hız ve ölçeği ile ayrı özellikler taşır.
Kentler nüfus ve ekonomik büyüklüğü sebebiyle doğal olarak “etkileyen”
konumundadır. İçine aldığı kişileri az ve ya çok ama mutlaka bir surette etkiler.. Dolayısıyla
kent yalnızca günümüz insanına daha büyük bir oranda iş ve yerleşim olanakları sunan bir yer
değildir. Aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve
etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve
denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir.76
Kent, insani özellikleri ve özgürlük kavramını genişletmekle kalmayıp, kan bağı,
cinsiyet ayrımcılığı, yaşa dayalı statü, etnik ayrımcılıklar gibi dar görüşlü bağları ortadan
kaldırmakta77, yeni sosyal yapıyı ortaya çıkarmaktadır.
Kültür; insan ve insan dünyasıyla ilgili her türlü ürünü, yaratıyı içerir bunun yanısıra
kültür insan ilişkilerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini de kapsar. Bu anlamda kültür bir
toplumun maddi ve manevi değerlerinin toplamını ifade eder. Günümüzde çağdaş demokratik
rejimleri baz alarak yaptığımız kent kültürü tanımında siyasal, dinsel, sanatsal, hoşgörü ve
özgürlükleri barındıran demokratik, bilimsel bilgi ve nesnellikten oluşan yapıları anlıyoruz.78
Kent kültürü denildiği zaman, günümüz batı ülkeleri kentlerinde olduğu gibi
kentleşmenin dinamosu olan sanayileşmenin ürettiği kültürden de bahsediyor sayılırız. Kent
kültürü önemli ölçüde sanayi toplumunun özellikleriyle yoğrulmuştur. Çünkü kentlerin bu
günkü yapısına gelmesinde en önemli unsur sanayi devrimidir. Buna karşılık, ithal sanayi ile
kalkınmaya çalışan ülkelerde sanayi kültürün bir öğesi olmadığından, ne tam olarak sanayi
toplumuna geçilebilmiş, ne de yeni bir şehir kültürü üretilebilmiştir. Hele, ülkemizde olduğu
gibi, kentlerin sanayileşme sonucu değil, tamamen ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal
şartlarından kaynaklanan sağlıksız kent büyümelerinin olduğu yerlerde, kentler sanayi
devriminin getirdiği kültürel özellikleri taşımazlar.
Her kentin kendine özgü yönleri ya da ayırıcı vasıfları ona belirli bir kimlik kazandırır.
Her kentte mimari yapılar, kurumlar, yollar, kanalizasyon ve planlama gibi temel unsurlar
vardır. Fakat gerek fiziki çevrenin gerekse bu unsurların örgütlenmesi ve yapılanması, her
yerde aynı değildir. Sözgelimi geleneksel dönemlerde, genellikle şehrin merkezinde bir
"tapınak" vardır. Şehir, bu tapınak etrafında kurulmuş ve şekillenmiştir. Burada tapınak bir
simgedir. Bu simge, geleneksel toplumların Tanrı-merkezli inanç ve toplum yapısını ifade
76 WİRTH, Louis, Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentleşme, 20.Yüzyıl Kenti, Derleme ve Çeviri: DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, İmge Kitabevi, Ankara 2002, sf: 78
77 BOOKCHİN, Murray, Kentsiz Kentleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, sf: 18
78
GÜNEŞ, İsmail, Kent Kültürü ve Dünya Kenti Olmak, http://www.sonbaski.com/aralik2005ismail.html
19
eder. Modern şehirlerde bunların yerini parlamento, belediye, hükümet konağı, opera, merkezi
postane ve tren garı gibi değişik kamusal hizmetlerin yürütüldüğü anıtsal binalar aldı.
Şehirlerin kimliğini belirleyen en önemli faktörler kültür ve tarihtir. Her şehrin bir
"hikayesi" vardır. Bu hikaye, onun tarihsel geçmişini ve bu süreç içindeki kimlik gelişiminideğişimini sergiler. Şehre, tarihsel bir açıdan yaklaşmak, şehrin tarih içinde geçirdiği evreleri;
yani dinamik yapısını daha iyi kavramamızı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda onun kimlik
değişimini de gözler önüne serer79.
Büyük, iddialı ve kozmopolit şehirler çoğulcu bir kültürel kimlik sergilerler. Şehirde var
olan alt kültürlerin çokluğu o şehre bir dinamizm kazandırır. Heterojen yapı zengin bir kültür
üretebilir. Modern şehirlerde tek tip anlayışların, mimarinin, yaşam biçiminin veya kent
ideolojisinin üretilmek istenmesi bu kültürel çoğulculuğu törpüleyen bir durum haline
gelebilmektedir. Her şeyi benzer hale getiren, tek tipleştiren mekânlar, ideal bir kültür ve
medeniyet merkezi olamazlar. Beşeri zenginlikler, bölgesel ve coğrafi farklılıklar, şehrin
başka bir değerle değiştirilemeyecek kadar kıymetli hazinesidir.
Kent kültürü demokratik, uzlaşmacı ve toleransa açık ve çok renkli bir yapı olmak
durumundadır. Farklılıkların olduğu kentlerde homojen bir kent kültürü üretme çabası kent
içinde gettolaşma ve kamplaşmalara sebep olabilir. Asıl olan bir kentte yaşayan insanların
aynı kültürel değerleri paylaşması değil, kent kültürünü paylaşmasıdır. Kentlilik bilincini ve
kent kültürünü özümseyen bir bireyin kültür dünyasında farklılıklarını koruması bir tezat
olarak görülmemelidir.
Türkiye’de, özellikle İstanbul gibi yerlerde kent nüfusunu oluşturanların kişilerin önemli
bölümü, birinci nesil göçmendir. Batıda 200 yılda sağlanan kentleşme, kent nüfusunda birinci
nesil oranının düşük olmasını sağlarken, bizde bunun tam tersi olmuştur. Bunun neticesinde
de, bu gün kentlerimizde bulunan nüfusun önemli bölümü halen geldikleri köylerin kültürünü
muhafaza etmektedir. İnsanların köken itibarı ile ait oldukları köylerin kültürünü korumaları
elbette güzel gir hadisedir ve bu kültürü terk etmelerini istemek sağlıksız ve çarpık bir
yaklaşımdır. Buna mukabil kentin kendine özgü kültürünün de benimsenmiş olması
gerekmektedir. Bu durum kimlik sınıflandırılması biçiminde algılanmalıdır. Herkesin
kökeninden kaynaklanan bir kimliğinin, örneğin Sivaslı, Erzincanlı, Tokatlı, Trabzonlu gibi
kimliğinin bulunması ve bu kimliğini muhafaza etmesi normaldir. Normal olmayan, bu
kişilerin yaşamakta oldukları kentle ilgili bir başka kimliğe sahip olmamalarıdır. İstanbulluluk
kimliği, mevcut diğer kimliklerini inkâr etmeden sahip olmaları gereken bir başka ortak
kimlik olmalıdır.
Hızlı ve çarpık kentleşme Türkiye toplumunda bir dizi sosyal ve kültürel soruna sebep
olmaktadır. Kentleşmenin kültürel boyutunun ihmal edilmesi ve sosyal anlamda kentleşmenin
gerçekleştirilememesi kültürel çarpıklığa, boşluğa veya bunalıma sebep olmaktadır. Kırsal
alanlardan büyük kentlere göçen milyonlarca kişi için, kırsal kültür işlevini kaybetmektedir.
Ancak bu kişiler kentsel kültürü de yeterince benimseyememektedirler. Ortaya çıkan bu
"kültür boşluğu", hızla oluşan bir "kuralsızlık" doğurmakta, toplumsal, ekonomik ve siyasal
yaşamımızda ortaya çıkan "anarşi"nin temeli olabilmektedir. Özellikle aile kurumunda
yaşanan değişim, kuşaklar arası çatışmayı doğurmakta ve ciddi problemlere sebep olmaktadır.
KENTSEL HİZMETLERDE NİCELİK-NİTELİK SORUNU
Birleşmiş Milletler’in ‘Kentsel Binyıl olarak nitelediği yeni binyıl kentleşme konusunda
da yeni dinamikleri beraberinde getirmektedir.80 Bunun ilk ipuçlarını geçtiğimiz 40-50 yıllık
süreçte aldık. Buna göre yoğun kentleşme deneyimini geride bırakmış gelişmiş ülkeler,
79 CANATAN, K., Geleneksel şehirlerden modern kentlere, kent kimlikleri,
80 ÇALIŞKAN, olgu, Türk Planlama Sorunsalına Genel Bakış ve Yapısal Çözüm Önerileri1, aydinlanma1923.org
20
dönüşüm, yenileme gibi konuları kent gündemine taşırken; azgelişmiş güney ülkeleri, artan
nüfusun eşlik ettiği hızlı kentleşmenin yol açtığı sorunlara çözüm aramaktadır.
Kentsel hizmet sunumuna yönelik olarak günümüzde ortaya çıkan husus asıl olanın
gelişim değil yenileme olduğudur. Kentsel hizmetlerde artık belirleyici nicelik değil, nitelik
olmaktadır. Örneğin eskiden olduğu gibi birincil sorun okul sayısındaki yetersizlik değil,
varolan okullardaki eğitim kalitesidir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, sözü edilen koşullar
daha çok gelişmiş kentler için geçerlidir. Zira özelleştirme politikaları ile hızla üretimsizlik
sürecine itilen ve ‘kaybedenler’ grubunda ele alınan birçok küçük Anadolu kenti için kentsel
ekonomiyi ayağa kaldırıcı politikalar önemini korumaktadır. Bu durumda yerel koşullara göre
farklılaşması gereken kentsel politikalar büyük önem kazanmaktadırlar.81 İstanbul’un birçok
ilçe ve mahallesinde en temel hizmetlerin ve altyapı gereksinimlerinin ideal anlamda
karşılanmadığı düşünüldüğünde hizmetlerin sayısal artışının halen önemini koruduğu
görülebilir. Ancak kentin kalitesinin arttırılması bir yandan da mevcut hizmetlerin ve fiziksel
donanımların niteliksel olarak dönüştürülmesini de gerekli kılmaktadır. Mevcudu yenileme de
bugün için bir ihtiyaç olarak görülebilir.
Birleşmiş Milletlerin Yayınladığı Kent Yenileştirme Raporu’na göre de mimari bir
değer taşıyan konutlar ve mahalleler için söz konusu olduğu gibi kentlerin mevcut yapılarını
da kentsel düzenleme kavramı içinde yenileştirmeye, onarmaya, yeniden canlandırmaya ve
korumaya giderek daha çok önem verilmektedir.82 Her şeyden önce kent yenileştirme
operasyonlarının geniş çaplı yapı yıkma ve yeniden kurma projelerinden ibaret olmadığı genel
olarak biliniyor. Günümüzde, kent yenileştirme operasyonları özellikle onarım ve
yenileştirme işlerinde biçim kazanıyor ve belirli gereksinimleri karşılamak olanağı veriyorlar.
Yine genel olarak biliniyor ki, yenileştirme girişimi kentsel çevrenin ve topluluğun tüm
görüntülerini kapsayacak bir eşgüdümlü birliktelik stratejisine dayanmak zorundadır ve
onarma işi yapıları bozmaktan sakınmayı hedefleyen kesintisiz bir süreç olmalıdır. 83
Kent yenileştirme kentin dokusal yaşamının tamamını bütün olarak korumak ve güncel
yaşam düzeyiyle uyuşanları yeniden kazandırmak amacıyla bir kentin eski mahallelerini
yeniden düzenleme veya genel bir kesintisiz düzeltme olgusudur. Bu operasyon yalnız
yenileştirme mahallesinin fonksiyonları açısından değil bölgenin ve kentin diğer mahalleleri
açısından da düşünebilmelidir.84
Planlanan kent yenileştirmesini global kent düzenleme sürecinin bir elemanı gibi
düşünmek önemlidir ki, yenileştirme bazı ülkeler için bölgeyi bütüne yeniden
bağlayabilecektir. Bir kent yenileştirme eylemi gerektiren mahallelerin belirgin nitelikleri;
ülkede onaylanan genel yaşam koşullarına uymayan maddesel ve sosyal koşulların yetersizliği
ve çevrenin bozulmuş olmasıdır. Bu tür yerlerdeki konutlar çoğunlukla bakımsız
durumdadırlar ve basit konfor unsurlarından yoksundurlar; sağlıkla ilgili koşullar ve
oturanların genel sağlık durumu eksiktir ve bazı ülkelerde, bu tür mahallelerin
yerleşimcilerinin pek çoğu çok düşük bir gelire ve meslek kategorilerinden elverişsiz
olanlarına sahiptirler ve işsizliğe iyice yenilmişlerdir.
Kent yenileştirme kesintisiz bir operasyondur ve uygun düşen bölgesel ve takım planlara
bağlı olarak tüm mahalleyi uzun vadede dönüştürür. Konutların iyileştirilmesini; ulaşımı,
kamusal teknik ağları ve kolektif ekipmanları yerleştirmeyi; servislerin ve enerji
kaynaklarının akılcı kullanımını; çevreye zararlı faktörleri toptan veya kısmen dışarıda
bırakmayı, yeşil alanlar ve kamusal (açık) alanları düzenlemeyi kapsar.
81 Aynı
82 Avrupa Ekonomik Komisyonu Raporu, Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi, Çev: ÇAĞLAYANDERELİ Mustafa, Birleşmiş Milletler, New York, 1981
83 AKŞİN, Selçuk Somel, Yerel Tarih Araştırmacıları İçin Kılavuz, Bilkent.edu.tr
84 Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi
21
Kentleri ‘içeriden’ (yani, kent merkezlerinin oturmaya ayrılmış mahalleleri ve karma
bölgelerinde yapıldığı gibi kentleri de merkezden) yenileştirmek özellikle önemlidir, zira bu
bölgeler genellikle geniş çapta spesifik karakterli yığınları ortaya çıkarmışlar ve aynı zamanda
aşırı zorlanma nedeniyle bozulmaya uğramışlardır.
Kent yenileştirme hem uyum hem de karşıtlığı dile getirir. Geleneksel yapı metodlarını
uygulayarak eskiyi sevmek ve gerekenleri korumak kaygısının dışında modern yapının teknik
ve modellerine ve de çağdaş mimarinin öğretilerine başvurulur. Kentlerin karakteristik
görünümlerini korumak kaygısı ve onların özgülükleri ile bugünkü toplumun olanak ve
gereklilikleri çapında uzaysal biçimleri kabul etmek atbaşı gider.
Yenileştirilen bölgelerin güzelleşmesine ve değerlerinin yumuşaması için
iyileştirilmelerine; konutlar, fıskiyeler, bitkiler, banklar, zemin duvarlarının hoş bir şekilde
sıvanması, yeni bir aydınlatma ve benzeri şeyler katkı sağlar.
Tarihsel kültürel değerler ve kentin gürünüm ve yapısının yeni ayırt edici nitelileri diğer
aydınlatıcı şeylerle birlikte mahalle sakinlerinde korunur ve açığa vurulurlar.85
KENTLEŞMENİN İKAMET VE YAPILAŞMA BOYUTU
Modern dönemde ortaya çıkan ikamet türleri kentleşmenin sosyal ve mimari boyutunu
ilgilendirmektedir. Mekân yüzyılı olarak adlandırılan 20. yüzyılda estetiğin mimarlık
kuramları üstündeki etkisi azalırken, yararcılığın ve işlevselliğin önemi çoğalmıştır. Yapının
taşıyıcı strüktürünü önde tutan, onu vurgulayan yapımcılığa önem verilmiştir. Süslemelerden,
tarihsel göndermelerden arınmış, soyut formlar üzerine kurulu, işlevsellik ve teknolojinin
gereği olma amaçlarına sahip bir mimarlıktır modern mimarlık.86
Rasyonel, bilimsel tasarım çağrılarının yapıldığı, işlevin yapıyı son noktasına kadar
belirlemesi gerektiği inancının bütün tasarım sürecini belirlediği modern mimarlık döneminde
çok katlı binalar önem kazandı. Tek katlı ev eskiyi, konfor koşullarına yönelik sorunları,
toplumun dışında kalmış olmayı simgeliyor, yalnızca arsasının getireceği kat adedi ile değer
buluyor. Apartman ise yeniyi, çağdaşlığı, konforu, çağın gereğini, toplumsal yaşamı
simgeliyor.87
Bir toplumun kültürel sürekliliğini tehdit eden en önemli faktör, insan yerleşimlerinin
artık bir "üretim süreci"ne bağlanmış olmasıdır. Üretilen her mamul gibi, seri konut
üretiminde de kültürel ve estetik öğeler bir kenara itilir; kaba veya başka bir ifadeyle "yalın
barınma" faktörü öne çıkar. Yalın barınmanın modern kentteki karşılığı tam olarak
"konut"tur; konut ise hiçbir zaman insanın kozmik düzendeki koruyucu yuvası olan "ev"
veya "mesken" değildir. Mesken, insanın kendisinde "sükun" bulduğu anlamlı yuvasıdır;
modern kentin hızı giderek artan temposunda ne sükun ne arza sapasağlam basma demek olan
yerleşme hali söz konusudur.88
Bu süreçte bırakın Avrupa standartlarının öngördüğü kişi başına 7 m2 lik yeşil alan
oranını korumak, bir süre sonra “yeşil” denen bir alan bulmak bile mümkün olmaktan çıkar.89
Modern dönemin en önemli özelliği yapılaşmanın seri üretime bağlanması ve konut ile
kullanıcı arasındaki duygusal bütünleşenin en aza inmesidir. Geleneksel dönemin evsahibinin
kişiliğini, kültürünü, zevkini yansıtan evler modern dönemin konutlarıyla türdeş, sıradan ve
kimliksiz bir boyut kazanmıştır. Sosyal konut alanında, bilmedikleri insanlar için tastamam
evler yapma düşüncesi mimar ve mühendislerin her zaman saplantısıdır. Bu mevkiini
85 Aynı
86 AKTAŞ, Cihan, Bakü Mimarisine Sosyalizmin Etkileri, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 75
87 GÜZER,Avni, Apartmanın nlenemez Yükselişi, 21com.tr
88 NİCHOLAS Wilkinson, Mekan İnşası İçin Dizayn, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 124
89 BULAÇ, Ali, İstanbul, Göç ve Şehirlilik Kültürü, İstanbullu Dergisi, İstanbul 1999, sf:14
22
bilmeden bina yapmaya benziyor. ‘Bilinmeyenler için evler’ kamusal konut projelerine
atfedilebilecek bir kavramdır.90
İkametgâh biriminin tasarımında ve topluluğun planlanmasında orada yaşayan sakinlere
en geniş tercih imkanı sağlanmalıdır. Tercihler, muhtelif beğenilerin, aile büyüklüğü ve
bileşimlerinin, yaş, cinsiyet ve gelir düzeyinin ihtiyaçlarını karşılamalıdır.91 Sosyal ve kültürel
mahrumiyet bölgeleri yaratan birimleri ile Batının izlediği hazır konut anlayışından ziyade
sadece fiziki altyapıyı temin ve inşa eden yardımcı mimar ve mühendislik anlayışı
önerilmektedir.92
Yüksek yapılaşma, onyıllar boyunca dünyanın hemen her yerinde yüksek nüfus artışı ve
hızlı şehirleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mekansal ve çevresel sınırlılığı
aşmanın yolu olarak görülen yüksek binalar yeni sosyal ilişki biçimleri de üretmiştir.
Yüksek yapılaşmanın çok ciddi psikolojik ve sosyal tahribat doğurduğunu ve toplumsal
dejenerasyona yol açtığı iddia edilmektedir. Bu yüzden yüksek yapılaşma batı dünyasında
gözden düşmüştür. ABD’nin Missouri eyaletinin St. Louis şehrinde 1950’lerde yapılan bir
toplu konut sitesi olan Pruitt Igoe, burada iskan edilen fakir zenci halkta giderek artan
davranış bozuklukları göstermeleri sonucu 1972 yılında yıkılmıştır.93
Çok katlı binalar komşuluk ilişkilerini ve sosyal hayatı olumsuz etkilemektedir.
Çok katlı binalarda hastalık şikâyetlerinde artış görülmüş, apartmanlarda çocuk
yetiştirmek için uygun ortamlar değildir.94 Okul çağına kadar apartman çocukları
ebeveynlerine daha bağımlı, müstakil ev çocukları ise daha serbest ve kendilerinden sorumlu
olmakta, gençlik yıllarından itibaren ise müstakil ev çocuklarının ebeveynlerine daha bağımlı
olmalarına mukabil apartman çocukları daha başlarına buyruk olmakta, ev dışında daha fazla
vakit geçirmektedir.95
Christopher Alexander’a göre yüksek binalar görüntüyü bozar, sosyal hayatı tahrip eder,
suçu arttırır, çocukların hayatını zorlaştırır, bakımları masraflıdır, etraflarındaki açık alanları
tahrip ederler, ışık-hava ve manzarayı menfi yönde etkilerler.96
Çevrenin davranışları engelleyici veya kolaylaştırıcı bir rol oynadığı bilinmektedir.97
Çok sayıdaki çevre psikolojisi araştırması göstermektedir ki, belirli mimari formlar bir takım
davranışları kolaylaştırmak veya onlara çanak tutmakla kalmamakta onları telkin
etmektedir.98
Şehir psikolojisi üzerine yapılan çalışmalar şehir ortamında yaşayan insanlarda
dayanışma duygusunun azalmakta olduğunu, beşeri münasebetlerde sathiliğin, egoizmin ve
karşılıklı güvensizliğin arttığını, davranışlarda saldırganlığın geliştiğini ortaya
çıkarmaktadır.99
Kentte sosyal hayat dakiklik, kestirilebilirlik ve kesinlik üzerine kuruludur. Kesinliği ve
dakikliği ilerleten ve onları en yüksek bir gayri şahsilik yapısına dönüştüren aynı faktörler,
genellikle şahsi bir subjektifliğe de teşvik etmektedir.100 Kent yaşamının ürettiği bireysellik
90 NİCHOLAS, a.g.e. sf:124
91 FARAHAT, Abdulmuhsin, İskan Projelerinde Seçilmiş Tabii ve Beşeri Faktörler Ortadoğuda Örnek Çalışmalar, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B.
Yayınları, 1998, sf: 159-179
92 NİCHOLAS, a.g.e. sf:127
93 CEBECİ, M. Numan, Yüksek Yapılarda Psikolojik ve Sosyal Problemler, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 132-139
94 CEBECİ, a.g.e. sf:135
95 KUMOVE, Leon, A Preliminary Study of the Social İmpications of Neighborliness in Apartment Building, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, Bahar 1975
96 ALEXANDER, Chriptoher, A Pattern Language, New York, Oxford Pres, 1977
97 RAPAPORT Amos, Human Aspects of Urban Form, Pergamon Pres, 1090
98 LAUGHLİN, Herbert Mc, The Architect’s Urban Choices and Attitudes, Architectural Record, February 1976
99 PERİN, Constance, With Man in Mind-An İnterdisciplinary Prospectus for Environmental Desing, Massachusetts, M.I.T. Pres 1973
100 MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir ve Mdern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış Yayınları, İstanbul 2000, sf:34
23
sosyal ilişki biçimlerini de derinden etkilemektedir. Metropoliten insanının başkalarına
yönelik davranışı, genelde resmiyet ve çekingenlik göstermektedir. Bu çekingenlik bireye,
başka her türlü koşul altında imkânsız olan bir kişisel özgürlük kazandırır.101
Şehir insanı düzgün mekânlarda ritmik yürüyüşe alışkındır; adım atışları belli bir ritme
tabidir, adımları belli ölçüler içindedir, adımlarında bir düzensizlik göremezsiniz. Köylü
insanın adımları düzensiz, ritimden yoksun, ölçüsüz ve daha hesaplıdır. Köylük mekanlarda
yaşayanlar doğal ortamda ve hayatın gerçekliğiyle iç içe yaşamaktadırlar. Bundan dolayı da
onların davranışlarında bir abartı, bir yapaylık, gereksiz ayrıntı görmek mümkün değildir,
hayat neyi gerektiriyorsa onlar yapılmakta tabiatla yüz yüze ve iç içe yaşanmaktadır. Oysaki
şehir insanının davranışlarında tam tersi bir form egemendir. Aslında şehir başlı başına bir
yapaylığın eseridir. Şehir bir tasarının, aklın ve hesabın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
Caddeler, sokaklar, binalar, yollar, kaldırımlar, ağaçlandırmalar, parklar, eğlence yerleri,
dinlenme yerleri, alış-veriş merkezleri hepsi birer tasarımın ürünüdür.102
Netice olarak konutla ilgili yol gösterici ilkeler şöyle sıralanabilir:
 Konutta bireyin mahremiyetinin olması,
 Her insan ve ailenin; güvenli, sağlam bir konut edinme hakkı,
 Yerel yönetimlerin, konutta seçenek, çeşitlilik ve ulaşabilirliği arttırması,
 Sosyal ve ekonomik olanakları kısıtlı olan kişi ve ailelerin haklarının, yalnızca Pazar
mekanizması koşullarına terk edilmemesi,
 Yerel yönetimler tarafından, ev sahibi olabilme ve kullanım süresi güvencesinin
sağlanması,
 Eskimiş konut dokusunun yenilenmesinin bedelinin burada oturan, sosyo-ekonomik
seviyesi düşük gruplara yüklenmemesi.103
KENTLERDE İMAR VE PLANLAMA
Le Corbusier, mimarlık alanında 20. yüzyılın en büyük isimlerinden biriydi. İsviçre
asıllı Fransız Le Corbusier, gençliğinde Avrupa’yı dolaşa dolaşa 1911’de İstanbul’a varır. O
zaman ki haliyle, İstanbul, genç mimari adeta büyüler. Karşısındaki bu şehir, tüm dünya
kentlerine örnek olabilecek bir kettir. Le Corbusier yazılarında İstanbul’u devrin diğer büyük
şehirleriyle karşılaştırır. Bu karşılaştırmalar hep İstanbul lehine sonuçlanır. Bir yazısında
şöyle der:
“Şimdi New York ile İstanbul’u karşılaştırırsak diyebiliriz ki, birincisi kıyamettir,
ikincisi ise bir yeryüzü cenneti. Bir Türk atasözü der ki, “Ev kuran, önüne ağaç dikmeli.”
Oysa biz (yani, Avrupalılar) ise söküp duruyoruz ağaçları. İstanbul bir meyve bahçesidir,
bizim kentimiz ise taş ocakları. Geleceğin büyük kentleri ağaçlıklar içine kurulabilir.”
Gerçekten de, İstanbul o yıllardan beri büyümekle kalmadı, Le Corbusier’in aklını alan
özelliklerden büyük bir kısmını da yitirdi. Şehir ekolojisi denilince, kentin yaşanacak yer
olarak kalitesi akla gelir, estetik ile fonksiyon bir arada ele alınır. Şehircilik açısından, “yaşam
kalitesi” kavramını, hem mimari ve estetik anlamında; hem de havası, suyu, yeşil alanları ile
şehirli vatandaşın çevre sağlığı anlamında kullanıyoruz104.
Eski İstanbul’un, büyüleyen düzen ve güzelliğinden, günümüzün bu şehirlerine nasıl
geldik? Yapılan şehir planları neden uygulanamıyor? Arsa spekülasyonu neden önlenemiyor?
Şimdi vereceğimiz örnek, bu sorular hakkında çok şey söylüyor. Ankara şehri için 1928’de
açılan imar planı yarışmasını Alman Prof. Jansen kazanmış, Atatürk ile yaptığı ilk görüşmeyi
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında şöyle aktarıyor.
101 MARTİNDALE, a.g.e., sf:35
102 DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbullu Dergisi, s: 32, sf: 28-33
103 ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel Şartı, Ada Kentliyim
Dergisi, Haziran-Ağustos 1998
104 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.123
24
“Jansen tercümanla konuşmakta idi. Arkasından bir sual sordu :
- Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir iradeniz var mıdır ?
Atatürk kızdı. Koca memleketi yedi düvelin elinden kurtarmışız. Bir ortaçağ saltanatını
yıkarak yerine bir yeniçağ devleti kurmuşuz, bunca devrimler yapmaktayız. Bütün bunları
başaran bir rejimin, bir şehir planını tatbik edebilecek kuvvette olup olmadığı nasıl
sorulabilirdi? Biraz sertçe cevap verdi.
Dikkafalı Prusyalı : Belki sizin hakkınız var, dedi. Biz Almanya da bile türlü güçlüklere
uğruyoruz da, onun için sormuştum.”
Atay daha sonra, tüm iyi niyet ve çabalara rağmen, Ankara’da birçok arsanın daha
baştan nasıl spekülasyoncuların eline geçtiğini, nüfuz ticareti yolu ile imar planı değiştirilip,
nasıl milyonlar vurulduğunu anlatıyor. Ülkemizin ilk çevrecilerinden olan Atay, bu devirde
imar komisyonu başkanıymış, dolayısıyla olup biteni birinci elden görmüş. Hikâyesini şöyle
bağlıyor. “Bizim polislerin elinden bir yankesici kaçamaz. Fakat bir ev, bir mahalle, bir şehir
kaçabilir.” Atay’ın deneyimine göre, bir şehir planı uygulamak, düşmanı kovmak ve
devrimler yapmaktan bir bakıma çok daha zordu105.
Sadece Ankara’da değil, genelde her yerde, arsa fiyatlarındaki değer artışını kamu
yaratır. Örneğin, Ankara’nın başkent yapılması kararı, toprağın birden değerlenmesine neden
olmuştu. Tüm yatırımlar –yollar, okullar, getirilen su ve elektrik- yatırım yapılan çevrenin
değer kazanmasıyla ve spekülasyon baskısının artmasıyla sonuçlanıyor106.
İMAR VE PLANLAMA PROBLEMLERİ
Bir belediyeci ya da şehir planlamacısı açısından düşününüz. On dört yılda nüfusu iki
katına çıkan bir şehrin ulaşımını, suyunu, çöpünü, kanalizasyonunu, yakıtını nasıl planlayıp
yetiştirirsiniz? Gerekli para, insan gücü, yetişmiş eleman, enerji kaynaklarını nereden
bulacaksınız? On yılda, bu şehrin yarı nüfusuna yetecek kadar konut, okul, sağlık merkezi,
park nasıl ortaya çıkaracaksınız? Geceleri uykularınızı kaçıran bu şehrin, İstanbul kadar
büyük olması da şart değil. Yüz binlik bir şehir, hatta on binlik bir ilçe de olabilir.
Olanaklarınız da ona göre dar olacak. İşte bu şehrinizin, on dört yılda iki katına artışını
planlayacaksınız ve bu şehir yaşanabilir bir yer olacak107!
Hiç de kolay bir iş değil bu. İşte bu nedenle, bugün ülkemizde şehircilik hizmetleri
genellikle aksıyor. Trafik tıkanık ve ulaşım zor. Çöpler zamanında kalkamıyor. Sokaklar iyi
temizlenemiyor. Devamlı yeni mahaller eklendiğinden, içme suyu ve atık suyolları, elektrik
şebekesi, havagazı boruları ya tamirde, ya da kopuk veya patlak. Fazla yüklemeden elektrik
kesiliyor. Şehir suyu ihtiyaca hep yetersiz. Yeni bir baraj ya da diğer su kaynağı devreye
girene kadar geçen zaman içinde, bakıyorsunuz şehrin nüfus artışı, uğraşıp başardığınız
gelişmeleri silip süpürmüş. Sıfırlamışsınız108!
Kentleşmenin çarpık ve dengesiz olmasında popülist politikaların payı büyüktür.
1950’lerden günümüze imar planlaması, devlet eliyle, belirli yasal standartlar ve yöntemlerle
yürütülmüş ve bugünkü kentsel çevremizin oluşumunda önemli rol oynamıştır. Kentlerin
planlamasında, dolayısıyla biçimlenmesinde katılıma yer verilmemiştir. İmar planları yerel ve
merkezi yönetimin aldığı kararlarla, kentli toplumun büyük bir kesimi dışlanarak
gerçekleştirilmiştir. Oysa bugünkü kentsel sorunlarımızın giderilmesinde bu mekanizma
önemli rol oynayabilirdi. Sorunların temelinde, planlama, arsa ve konut konularında
kentleşmenin
getireceği
sorunların
üstesinden
gelebilecek
bir
planlamanın
gerçekleştirilememiş olması yatmaktadır. Hepsinden öte, sorunların yerinde çözülebilmesi
105 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133-134
106 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.134
107 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133
108 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.133
25
için, demokratik, etkin ve merkezi yönetimin sıkı denetiminden uzak bir yerel yönetim
geliştirilememiş olmasının payı büyüktür109.
Bu dönemde kentlerin karşılaştıkları önemli sorunların bir nedeni de, demokratik bir
süreç içine girilmesine karşın belediyelerde bu yönde bir gelişmenin olmamasıdır. Çok partili
sisteme geçiş belediyelerin kentleri biçimlendirmesi ve düzenlemesi konusunda olumlu bir
ilave yaklaşım getirmemiştir. Belediyeler, merkezi yönetimin müdahalesi dışında kalarak iş
yapmayı oldukça geç öğrendiler. Yerel yönetimlerin merkezi yönetime bağlılığının en üst
düzeyde olmasından dolayı, kentlere sahip çıkacak demokratik bir yerel yönetim anlayışının
başlaması da gecikmiştir110.
Çarpık yerleşme ve büyümenin ortaya çıkardığı sorunların çözümünde sorumluluğun
tamamen yerel yönetimlere bırakılmamaktadır. Kentleşme sürecinde, planlama, arsa ve konut
gereksinimini karşılama, altyapı sorunlarının çözümlerine katkıda bulunma, destek olma ve
kırsal alanın iticiliğini azaltmak için gerekli önlemleri alma görevleri merkezi yönetimin
sorumluluğundadır111.
Merkezi yönetimde bayındırlık ve iskan hizmetleri ile ilgili görevler, 1983 yılında bu iki
hizmet grubunun aynı örgütsel yapı altında bütünleştirilmesi yoluyla örgütlenen Bayındırlık
ve İskan Bakanlığı'nın (BİB) sorumluluğunda bulunmaktadır. Anılan Bakanlığın genel ilgi
alanını; ülkenin altyapı gereksinimleri doğrultusunda karayolu, konut, imar planlaması, kamu
yapıları, yer altı ve üstü suları, yapı gereçleri ve afet işleriyle ilgili konular oluşturmaktadır.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yukarıda anılan konularla görevli birimleri; Yapı ve Afet
İşleri ile, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlükleridir. Daha önce bu bakanlığına
bağlı olup daha sonraları Maliye Bakanlığı'na bağlanan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü de plan
yapma yetkisi olan ve kentsel arsa üretme sorumluluğu olan bir genel müdürlüktür112.
“Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, gerekli görülen hallerde, kamu yapıları ile ilgili imar
planı ve değişikliklerinin, umumi hayata müessir afetler dolayısıyla veya toplu konut
uygulaması veya Gecekondu Kanununun uygulanması amacıyla yapılması gereken planların
ve plan değişikliklerinin, birden fazla belediyeyi ilgilendiren metropoliten imar planlarının
veya içerisinden veya civarından demiryolu veya karayolu geçen, hava meydanı bulunan veya
havayolu veya denizyolu bağlantısı bulunan yerlerdeki imar ve yerleşme planlarının tamamını
veya bir kısmını, ilgili belediyelere veya diğer idarelere bu yolda bilgi vererek ve gerektiğinde
işbirliği sağlayarak yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve resen onaylamaya yetkilidir".
"Bakanlık birden fazla belediyeyi ilgilendiren imar planlarının hazırlanmasında kabul ve
onaylanması safhasında ortaya çıkabilecek ihtilafları halleder ve gerektiğinde resen
onaylar..... Kesinleşen planlar ilgili belediyelere ve valiliklere tebliğ edilir. Bu planların
uygulanması mecburidir".
Bayındırlık ve İskan hizmetleri bütünlüğü içinde, en önemli konulardan birisini
"PLANLAMA" oluşturmaktadır. Ancak, günümüzde makro ölçekte bölge ve kentleri
yönlendirecek planlar ya bulunmamakta, ya da var olanlar güncelliğini yitirmiş
bulunmaktadır. Bölge Planlama hizmetleri etkili olarak yürütülememekte, dar çerçeveli ve
katı bir anlayışla plan beklentileri gerçekleşememekte, özel sektörün yatırım kararları ile
uygulayıcı bakanlıkların yatırım kararları ile kentleşme ilkeleri arasında gerekli uyum
sağlanamamaktadır. Bu planları hazırlamakla görevli Bakanlık, bu planlama çalışmalarını
yetersiz teknik kadro ve parasal kaynaklar nedeniyle gerçekleştirememektedir113.
109 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1
110 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1
111 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
112 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
113 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
26
İmar Yasası'nda "Bölge Planları" başlığı altında ; "Sosyo-ekonomik gelişme
eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve
altyapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır." denilmekte ve DPT'ye de görev
vermektedir114.
Yönlendirici üst ölçekli planların bulunmaması nedeniyle, özellikle Belediye sınırları
dışında ya parçacı (mevzi/yerel) planlar devreye girmekte, ya da plan dışı (kaçak/yasal
olmayan) gelişmeler kent çevrelerini sarmaktadır. Özellikle ana yollar boyunca ve denetimsiz
kamu arazileri üzerinde bu gelişmeler gözlenmektedir. Kıyılarda ve orman alanları içindeki
gelişmeler zaten son yıllarda bir kanser gibi bütün ülkeyi sarmıştır. İçme suyu kaynakları,
göller ve sulak alanlar, verimli tarımsal araziler ve meralar da tehdit altındadır115.
İmar Yasası'nda "İmar Planları" başlığı altında; "Nazım İmar Planı ve Uygulama
İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise Bölge Planı ve Çevre Düzeni Plan
kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve
uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır, belediye meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer" denmektedir.
Metropoliten ölçeğe ulaşmış kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Antalya,
Konya, Kayseri vb) makro ölçeklerde (1/50 000, 1/25 000, 1/5000) planlama çalışmaları 3030
Sayılı Yasa uyarınca oluşturulmuş Büyükşehir Belediyeleri tarafından sürdürülmektedir. Bu
planlar; yönetsel sınırlar nedeniyle yakın çevredeki Belediyeleri ve Beldeleri ya içermemekte,
ya da yaptırımı olmayan kararlar getirmektedir. Ayrıca bu planlar, dava konusu edilerek
belirsiz sürelerle uygulanması engellenebilmektedir. Uzun sürelerde ve büyük emeklerle
hazırlanan Nazım Planlar; sürekli değiştirilebilmektedir. Makro plan kararlarına ve kentsel
gelişmelere aykırı İlçe ve Belde Belediyeleri karar ve uygulamaları ile, gene yasa/plan dışı
(kaçak) uygulamalar bu planları kısa sürede yeniden ele alınması gerekli hale getirmektedir.
Büyükşehir Belediyeleri ile İlçe / belde Belediyeleri arasında politik, teknik ve yaklaşım
farklıklarından oluşan çekişmeler, Kent ölçeğinde ortaklaşa uygulanması gerekli makro plan
kararlarını yer yer uygulanamaz hale getirmektedir. Belediyelerin makro ölçekteki planları
uygulamadaki karşılaştıkları teknik, parasal ve örgütsel zorluklar da konunun önemli bir
boyutunu oluşturmaktadır116.
Varsa yürürlükte bulunan Nazım Plan doğrultusunda İlçe/Belde Belediyeleri tarafından
hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planları, klasik imar planı sisteminde
(çizim/gösterim tekniği ve anlayışı) hazırlanmakta ve uygulamada mimarlar, peyzaj
mimarları, altyapı mühendisleri tarafından çok değişik boyutlarda eleştirilmektedir. Bu
eleştirilerin başında planların donmuş, statik, dinamik olmayan günün gerçeklerine göre
esnekliği az, yapı ve çevre tasarımcılarını sınırlayan, ada ve parsel sistemine hapsolmuş bir
düzenek (araç) olmasıdır. Uygulama imar planlarının bir başka eleştirilen özelliği, kentsel ve
çevresel tasarıma hemen hiç yer vermemesi, hemen her yörede aynı tarzda yasal belirli
rakamsal gerekleri (sosyal donatı, yeşil alan vb) gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Bu da; yaşamı
ve çevreyi tasarlayan bir sistemin "Tasarım" boyutunu dışlaması gibi anlamsız bir sonuç
doğurmuştur. Planlar, mekanik/görsel bir sistem olarak ele alınmakta, matematiksel bazı
hesapları yerine getirdikten sonra onanmaktadır. Bir başka eleştirilen konu da; askı süreci
(plana itiraz) süreci dışında genel olarak planların kullanıcılarının katılımına hemen hiç yer
vermeden (sorgulamalar /anketler dışında) katılımcı bir süreç yaşanmadan hazırlanmasıdır.
114 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
115 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
116 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
27
Bu da planların, gerçekçilikten uzak, yaşamı/yöreyi pek de tanımayan bir şekilde hazırlanması
sonucunu getirmekte ve uygulamada sorunlara yol açmaktadır117.
PLANLAMADA YAŞANAN SORUNLAR
Türkiye’de planların uygulamada etkisiz kalması temelde iki mekanizmayı olmuştur.
Bunlardan birincisi mevzii planlar yoluyla planın aşılmasıdır. İkincisi ise kaçak yapılaşmadır.
Mevzii planlar planı aşmayı daha başlangıçta meşrulaştırırken, kaçak yapıların oluşturduğu
alanlar imar aflarıyla meşrulaştırılmaktadır. Bu iki süreç kısa bir süre sonra planları
anlamsızlaştırmaktadır.118
Plan yapılırken, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal şartlar gözardı
edildiğinde, kentlerin gelişim hızları ile ilgili isabetli değerlendirmeler yapılamamakta ve bir
süre sonra öngörülen planlar ketin ihtiyacını karşılayamaz konuma gelmektedir.
Kent planlarının kimin tarafından yapılacağı konusunda yaşanan karmaşa problemin bir
başka boyutudur. Bilindiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Nazım
İmar Planları “Yetkisizlik” gerekçesi ile devre dışı kalmıştır ve İstanbul nazım planları
olmayan bir kent konumundadır. Merkezi idare ile yerel idare kademeleri arasında yaşanan
planlama yetkisinin bir an önce sağlıklı olarak çözümü gerekmektedir.
1990’larla birlikte de kaçak yapılaşmayı teşvik yöntemi olarak imar affı kapsamına
girmeyen yerleri belediye ilan etme, belediyeciliği yepyeni bir boyuta sokuvermiştir.119 Hızlı
kentleşmenin gerektirdiği ölçüde imarlı arsa üreterek topluma arz edemeyen yerel yönetimler
ve planlama süreçleri sonucunda oluşan yüksek mutlak rantlar, tek parsel üzerinde tek mal
sahibinin konut yapabilmesi kuralıyla bir araya gelince orta sınıfların konut sahibi olmasını
olanaksız hale getirmesinin yarattığı krizin aşılması apartmanlaşma ve kat mülkiyetinin
olanaklı kılınmasıyla olmuştur. Bunlardan biri yapsatçı diye adlandırılan bir küçük
girişimcilik formu, diğeri konut kooperatifleri olmuştur.120
Planlama konusunda bu açmazı ortadan kaldırabilecek, kamusal denetimi etkin kılacak
yegane çözüm hala ‘katılım’ olarak görülmektedir. Bu noktada katılım beş ayrı başlıkta
değerlendirilmektedir. Buna göre ilki, tek yönlü bilgi akışı ile halkın desteğini, almaktır.
İkinci yaklaşım, katılım yoluyla plancının bilgilenmesi yönündedir. Üçüncüsünde planlama
siyasal bir süreç haline gelerek halkın ‘karara katılımı’ sağlanmaktadır. Dördüncüsü ise
bölüşüm değil, kaynak yaratma temellinde bir katılım tarzı iken, son katılım türü, İ. Tekeli’nin
‘kritik rasyonalizm’ olarak nitelediği eleştirel akılcı katılım tarzıdır. Burada özellikle ilk
ikisinde baskın olan pozitivist araçsal rasyonalizm bir kenara bırakılarak sorgulamaya dayalı
bir katılımcı planlama anlayışı benimsenir. Üçüncüsünde olduğu gibi uzlaşmanın yarattığı her
türlü sonuca da razı olma gibi bir durum ise söz konusu değildir. 121
Türkiye’de genel olarak imar disiplinin sağlanamadığı, bunun için de sık sık imar afları
yapıldığı gerçeğin bir yüzüdür. Ama buna karşın bazı kentlerin modernist planlama
yaklaşımlarını başarıyla uygulayabildiği bilinmektedir. Konya bu bakımdan en çok üzerinde
durulmuş örneklerdendir. 1965 yılında açılan bir kent planlanması yarışmasından sonra, plan
müellifinin önerileri doğrultusunda, başarılı bir kentsel toprak politikası izlenerek kentin
gelişmesine yeterli arsa üretilmiş ve kenti yönlendirecek, konut alanları, organize sanayi
bölgesi, küçük sanayi siteleri, otogar, fuar ve kültür parkın yapımı gerçekleştirilmiştir.122
117 TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
118 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem lanı, sf:64
119 TMMOB Şehir Plancıları Odası, Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?, Haber Bülteni, Ocak 2000
120 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem Planı, sf:63
121 TEKELİ ,İlhan, Kent Planlaması ve Katılım zerine Düşünceler, Planlama, Aralık 1990
122 Habitat II Türkiye Ulusal raporu ve Eylem Planı, sf:63
28
İstanbul’un ülke içindeki önemine rağmen, karşılaştığı problemleri gidermek üzere
yapılan birçok planlama çalışması ne yazık ki kentin gelişmesini olumlu yönden
etkilememiştir. Bunun nedenleri arasında 10 milyonu aşkın nüfusu bünyesinde barındıran
İstanbul’un çok dinamik bir yapıya sahip olması, her yıl büyük sayıda göç alması ve
gelişiminin devamlı suretle planlama çalışmalarının önüne geçmesi sayılabilir.123
Şehre yeni gelen nüfusun yerleştirilmesi için yapılacak altyapı harcamaları da şehrin
evvelce yerleşmiş nüfusunun ödediği vergilerle karşılanacak, şehirliye verilecek hizmet için
toplanan vergiler yeni nüfusun sorunlarını çözmek için harcanacaktır.
Bugüne kadar yeni gelen nüfusun şehrin merkezindeki iktisadi, sosyal ve idari
faaliyetlerin büyümesine sebep olması, bu merkezlerde gayrımenkul değerlerinin
yükselmesini ve bu değer artışlarının şahıslara hiçbir üretim yapmadan kar olarak transfer
edilmesini mümkün kılmış, böylece plan bir rant ve gayrimeşru kar transfer aracı olmuştur.124
Bu bağlamda, uygulamayı ve yatırım kararlarını yönlendiren, alt ölçekli planların
yapımına ışık tutan ve stratejik bir plan olan 1/50000 ölçekli İstanbul Metropoliten Alan Alt
Bölge Nazım Planı’nın hayata geçirilmesine ivme kazandıracak öncelikli projelerin de
ivedilikle ele alınması gerekmektedir. Bu kapsamda, özellikle kentin tarihi, kültürel ve doğal
değerlerinin yer aldığı Tarihi yarımada, Tuzla – Pendik ve Küçük Çekmece bölgelerindeki
uygulama projelerinin yapılması öncelik kazanmaktadır; Tarihi Yarımada silüet ve peyzaj
çalışması kentsel tasarım projesi, Haliç kıyıları kentsel tasarım planı araştırması, Pendik 3.
derece merkez alanı ketsel tasarım projesi, Tuzla Orhanlı bölgesinde (sanayi-hizmetüniversite) ihtisas yönetim ve uygulama modeli projesinin geliştirilmesi, Tuzla bölge parkı
projelendirilmesi, K. Çekmece fuar alanı ve bölge parkı projelendirilmesi v.b.125
Konut alanlarının Anadolu yakasında % 4’ü, Avrupa Yakasında % 5’i eski yerleşme
bölgeleridir. Toplam alan, İstanbul genelinde, 1029,5 ha, konut alanı ise 284,5 ha’dır. Emsal
0,28 olup, konut alanı İstanbul konut alanının % 0,7’si kadardır. Bulunduğu ilçeler Eminönü,
Fatih, Eyüp, Beyoğlu, Beşiktaş, Sarıyer, Bağcılar, Üsküdar, Beykoz ve Adalar’dır. Bu konut
alanında 205,427 kişi yaşamaktadır. Bu alanlar için koruma imar planı yapılması gerekir.126
İstanbul Metropoliten Alan Planlamasındaki temel amaç 2010 yılına kadar olan süreçte
İstanbul’un evrensel düzeyde taşıdığı tarihi, kültürel, doğal özdeğerlerine sahip çıkılarak;
tarihi, kültürel kimliği ile özdeş, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir dünya kenti statüsü
kazandırmak üzere ülke ve bölge kalkınmasıyla uyumlu büyümesi ve gelişmesi sağlanırken;
dünyadaki ekonomik gelişme sürecinde dünya metropoller kademeleşmesi içinde yerini alarak
dünya ve bölge ülkelerinin ekonomik yapılarıyla bütünleşen bölgesel fırsatları iyi kullanan ve
bu yapılanmada öncü rol üstlenen tarih, kültür, bilim, sanat, siyaset, ticaret, hizmet ağırlıklı
bir metropoliten kent olarak koruma ve gelişme dengesinin kurulmasıdır127.
Bu amacın sağlanabilmesi için geliştirilen hedeflerden biri ülkenin istihdam politikasına
uygun olarak metropoliten çalışma alanlarının dengelenmesi, hizmet sektöründe gelişme ve
ihtisaslaşma sağlanmasıdır. Bu hedefe yönelik politikalardan en önemlilerinden birisi de
büyük ve kirletici sanayi ile düşük verimli sanayilerin metropoliten alt bölgede desantralize
edilerek bu alanların hizmet sektörüne dönüştürülmesinin planlar ve yatırımlarla teşvik
edilmesidir128.
123 BÖLEK,Sinan, YZER, Şebnem, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Stratejik Plan Hedefleri ve Politikaları, 2010 Yılının İstanbul’una
Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, sf:16
124 a.g.e.sf: 24
125 Aynı
126 ÇELİKHAN, Seniha, ATASAYAN, Öncü, ERYILMAZ, Yaşasın, Geçmişten Geleceğe İstanbul’da Konut Politikaları ve Sınırlayıcıları,
2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları İstanbul 1998, sf: 47-71
127 ÖZBEK, R., İstanbulun sanayi yapılaşması sorunları ve çözüm önerileri
128 ÖZBEK, R., İstanbulun sanayi yapılaşması sorunları ve çözüm önerileri
29
Artan nüfus baskısı ve bunun doğurduğu arsa talebinin çok büyük boyutlarda olması
nedeniyle ek rantlar oluşmuş, bu gelişme de sanayi yatırımlarına alternatif olarak
gerçekleşmiştir129.
KAÇAK YAPILAŞMA
Kendisine ait olan arazi ve arsalar üzerinde, tapulu dahi olsa imar ve yapı mevzuatına
aykırı olarak, arsa yapılan yapılar “kaçak yapılaşma” olarak adlandırılır.
Kaçak yapılaşma, özellikle İstanbul gibi kentlerimiz için en büyük problemlerdendir.
Kaçak yapılaşma, imar planlarında öngörülen nüfus kriterlerinin hızlı biçimde aşılmasını
gündeme getirdiğinden, kentlerin alt yapıları yeni nüfusu karşılayamamaktadır. Çünkü kent
planları yapılırken öngörülen nüfusun ihtiyacını karşılayacak şekilde yollar, parklar, eğitim ve
sağlık tesisi alanları gibi donatılara yer ayrılmaktadır. Su, elektrik gibi hayati öneme sahip
alanlarda da öngörülen nüfusa göre yatırımlar yapılmaktadır.
İmar parsellerinin ruhsatlandırılmasında, planlarda öngörülen yapılaşma esas alınır.
Fakat, imara aykırı olarak yapılan yapılar, planlara göre kendilerinin hakkı ola yapılaşmanın
çok üstünde bir yapılaşma ile gerçekleştirildiğinden, öngörülen nüfusun üzerine çıkılır.
Örneğin, bir yerleşim planında nüfus 10.000 olarak belirlemiş ve buna göre 2.500 bağımsız
bölümden oluşan bir yapılaşma esas alınmışsa fakat kaçak yapılar sonucunda bağımsız bölüm
sayısı 4-5.000’leri bulmuşsa, bu yerleşim biriminde park, otopark, ulaşım, yeşil alan, okul,
sağlık tesisi gibi alanlarda sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır.
NEDENLERİ
1.Konut Arzında Yetersizlik

Göçle hızla artan nüfusa karşın, konut arzı eksikliği,

Nitelikli konut eksikliği
2.Arsa Sorunu

İfrazlı arsa eksikliği

Kadastro problemleri

2B alanları

Arsa arazi mafyasına göz yumulması

Arsanı önemli bir yatırım aracı olması nedeniyle fiyat spekülasyonları

Arsa ofisi ve belediyelerin yeterince arsa üretememesi

Kamulaştırma maliyetlerinin yüksekliği
3.Planlama Problemleri

Nazım imar planlarının olmayışı

Uygulama imar planı eksiklikleri

Planlama stratejisi eksiklikleri

Sık yapılan plan değişiklikleri

Mevcut plan ve lejantlar ile fiili durumun çakışmaması

İleriye dönük nüfus değişimi tahmin edilmeden imar planlarının yapılması

Hali hazır durumun dikkate alınmadan imar planlarının yapılması

Plan yapım esnasında yapılaşmanın durdurulmaması

Planların gecikmesi

Plan olmaksızın birçok bölgenin yapılaşmasını tamamlamış olması
4.Mevzuattan Kaynaklanan Nedenler

İmar kanunun verdiği 60 güne yakın ruhsata bağlama süresi içinde, bina
tamamlanmakta,
129 http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1
30

İskan edilen binanın tahliyesinde hukuki zorluklar

Verilen para cezaları Ruhsat maliyetlerinden az,

Yapıların alınıp satılması engellenemiyor,
5.Bürokratik Nedenler

İmar mevzuatı imarlı yapı üretimini zorlaştırıyor

Kamu arsalarıyla ilgili idare arasında koordinasyon eksik

Kaçak konuta hizmet ulaşması mümkün
6.Ekonomik Nedenler

Dar gelirlilerin konut edindirilmesi ile ilgili yetersiz politikalar

İmar ruhsat harçları yüksek

Harçlar peşin isteniyor
7.Politik Nedenler

Seçim dönemlerinde artan politik baskı

Sık çıkan af yasaları
8.Sosyal Bilinç Eksikliği

Ortak kullanım bilincinin olmayışı

Arsa ve konutun en önemli yatırım aracı olması
ÖNERİLER
 Göç kontrol altına alınmalıdır
 Belediyelerin yeterli arsa üretebilmeleri için gerekli yasal yetkilerle donatılmalıdır
 Belediye mücavir alanındaki tüm kamu arazileri tek elde ( belediyece) olmalıdır
 İmar planları gelecek sosyal ve teknik projeksiyonlarını içermelidir
 Planlamanın hızla tamamlanması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır
 Şuyulandırma işlemleri ivedilikle tamamlanmalıdır
 İnşaat ruhsat işlemleri bürokrasisi azaltılmalıdır
 Proje ve yapım maliyetlerini düşürücü çalışmalar yapılmalıdır
 İmar harçları konut iskan dildikten sonra taksitle ödenebilmelidir
 Koruma kurullarının karar süreleri kısaltılmalıdır
 İnşaata ruhsata bağlama süresi yetkisi belediyede inşaata göre değişebilen sürede
olabilmelidir
 Mühürden sonra devam eden inşaat eklentileri belediye başkanı oluru ile
yıkılabilmelidir.
 Ruhsatsız inşaat yapanların hapisle cezalandırılması sağlanmalıdır
 Ruhsatsız binaları alım ve satışı engellenmeli belediyeler tapuya şerh koyabilmelidir
 Bütün Yönetim kademeleri kesin kararlı davranmalıdır
 Kaçak yapılara altyapı verilmemeli yada yüksek maliyetle verilmelidir
GECEKONDU
2. dünya savaşından bu yana özellikle 3. dünya ülkeleri olarak adlandırılan az gelişmiş
ülkelerde görülen hızlı nüfus artışı ile ortaya çıkan kentleşme sürecinde "gecekondu " olgusu
gündeme gelmiştir. 19. yüzyılda Paris'te ve Londra'da konut sıkıntısı nedeniyle ortaya çıkan
gecekondu kavramı, ülkemizde 1940'lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de
1950’lerden sonra görülmeye başlayan iç göçler ve hızlı kentleşme hareketinin özellikle
büyük kentlerimizde konut açığı sorununa ve gecekondulaşma gibi olumsuz bir yapılaşmaya
neden olduğu bilinmektedir. Şehre göç edenlerin ilk durağı gecekondu olmaktadır. Ancak
yavaş sanayileşme ve güvenli yüksek ücretli iş azlığı gecekondu bölgelerini geçici alanlar
olmaktan çıkarmakta, kesin kalıcılık sağlamaktadır. Ülkemizde kentleşme, gecekondulaşma
ile çağrışım içindedir. Çarpık kentleşmenin en önemli özelliği gecekondudur. Gecekondu
31
kanunu 2. maddesi gecekonduyu "imar ve yapı mevzuatına aykırı olarak, kendisine ait
olmayan arazi ve arsalar üzerinde, arsa sahibinin rızası alınmadan yapılan yapılar" olarak
tanımlar130.
Günlük yaşantımızda devamlı şahidi olduğunuz şehircilik sorunları, Türkiye’ye özgün
değildir. Örneğin, gecekondu sorunu aşağı yukarı tüm Üçüncü Dünya ülkelerinde değişik
derecelerde var. Kırsal alanlardan devamlı akıp gelen insanlar, şehirlerimizin her yıl %8
oranında büyümesine neden olmakta. Böyle hızlı nüfus artışı sonucu, şehirler gecekondu
mahalleleriyle çevrelenmekte; şehir nüfusunun büyük bir kısmı,gaz tenekesi ile çöpe atılmış
çeşitli yapı malzemesinden inşa edilmiş derme çatma konutlarda barınmaya çalışmakta.
Gecekondu mahallelerinin sefaletini ve bu sefaletin getirdiği büyük çapta sorunları
çözümlemekte belediyeciler çoğu zaman aciz kalıyor. Yüksek nüfus yoğunluğunun barındığı
yerlerde, içme suyunun sağlanması gibi temel sağlık hizmetlerinin yetiştirilmemesi türünden
sorunlar ortaya çıkıyor. Bunlardan başka, hemen akla gelmeyen sorunlardan biri, gecekondu
nüfusunun çoğu kez iskana uygun olmayan yerlerde yaşamasıyla ilgili. Örneğin, sel ve toprak
kayması gibi felaketlere maruz alanlarda boş yer bulunup yerleşiyor. Birbiri üstüne kurulmuş
yapılar, birde yangın tehlikesi yaratıyor. Nitekim Hong Kong’da 50 bin kişiyi etkileyen, böyle
kesif gecekondu nüfusu barındıran yerleri, “eli kulağında felaket bölgeleri” olarak
niteliyorlar131.
Gene hemen akla gelmeyen sorunlardan biri, çevre kirliliğinin sağlığa etkisiyle ilgili
olarak ortaya çıkıyor. Sadece gelişmiş ülkelerde değil, tüm dünyada sanayi bölgeleri şehirlerin
çevresine kurulur. Ama hızlı şehirleşmenin sürdüğü ülkelerde şehir, kısa bir süre sonra bu
sanayi bölgelerinin ötesine yayılır. Çoğu kez doğru dürüst hava ve su kirlenmesi kontrolü de
bulunmayan bu farikalar, bir süre sonra kendilerini şehrin içinde, gecekondu mahallesinin
ortasında buluyorlar. 1984 yılında Hindistan’ın Bhopal kentinde fabrika ile içli dışlı yaşayan
gecekondulular bir depo valfının bozulması sonu çevreye yayılan gazdan zehirlendiler, kaza
2.500 kişinin ölümü ile sonuçlandı. Tarım ilacı (sevin) yapan bu fabrika, olaydan sadece yedi
yıl önce inşa edilmişti. Ölümlere neden olan gazın, tarım ilacı hammaddelerinden biri
olduğuna ve kazadan farikanın sorumlu olduğuna şüphe yok. Ama bu kadar çok sayıda
insanın, sızan zehirli gazdan kaçmayıp ölmesi, ancak fabrika çevresinde yaşayan yoğun
gecekondu nüfusunun varlığıyla açıklanabilir. Toksik kimyasal, metil izosiyanit, nispeten az
bir zararla boş bir alana dağılacağına, binlerce kişinin yaşadığı tıklım tıklım mahallelere
yayılmış oldu. Fabrikayı kuran çokuluslu kumpanya, başlangıçta elbette bir gecekondu
bölgesinin ortasını seçmemişti. Ama bir miktar işyeri açan yeni fabrika, pek çok yerde olduğu
gibi, şehre yığılmış işsiz insanları mıknatıs gibi çekmişti132.
Bazı ülkelerdeki tenekelerle, paçavralarla örtülü, bir – iki metrekarelik bir alandan
oluşan gecekondular yanında, ülkemizdeki çoğu gecekondular çok daha iyi durumda. Sağlam
yapı malzemeleriyle kurulmuş, minik bahçesi, temel ihtiyaçlarının bazıları karşılanmış
gecekondular mevcut. Pek çok gecekondumuz, bazı yüksek fiyatlı blok apartman dairesi
sakinlerini imrendirecek nitelikte. Türkçe’de ki “gecekondu” deyimi kadar yaratıcı olmasa
bile, tüm dünya dillerindeki bu deyimin karşılığı bulunuyor133.
Türkiye kırdan kente kitlesel göç olgusu ile tanıştığı 1950’li yıllarda, bu sürecin
beraberinde getirdiği sarsıntılarla baş edebilmesini sağlayacak bir dizi mekanizma da
geliştirmiştir. Çoğu toplumun kendiliğinden geliştirdiği bu mekanizmalar sayesinde Türkiye,
bu köklü dönüşüm sürecinde çok önemli sorunlarla karşılaşmamıştır.Kitlesel göç olgusunun
sarsıcı etkilerini hafifleten belki de en temel kurum gecekondu olmuştur.
130 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu
131 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.135
132 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.137
133 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.134-135
32
Gecekondulaşma, kırdan kente göçen kitlelerin temel konut edinme biçimi olarak
Türkiye kentleşmesinin ilk aşamalarında ortaya çıktı ve 1950 ’lerde de kurumsallaştı. Bu
dönem gecekonduları, tam da toplumun kendine taktığı adı hak edecek bir süreç ile
üretilmekte ve kullanılmaktaydı. Bu dönem gecekondularının temel özelliği, kırdan
göçenlerin kamu arazisi üzerinde esas olarak kendi emekleri ile yapım sürecini
gerçekleştirmeleridir.
İlk kuşak gecekonduların temel özelliği konut sahibi ile yapımcı ve kullanıcı arasında
ayrışma olmamasıdır. Bir diğer özelliği ise kullanıcının gereksinimlerine göre zaman içinde
genişletilebilmesidir. Bu gecekondular piyasada satılmak üzere değil de, belirli bir
kullanıcının gereksinimlerine yanıt vermek amacıyla üretilmiştir. Başka bir anlatımla ilk
dönem gecekondularda kiracılık kesinlikle istisnadır. Bu aynı zamanda çevre kalitesinin diğer
az gelişmiş ülke kentlerindeki benzer yerleşimlere oranla daha yüksek olmasının
nedenlerinden biridir. Bu özellikleriyle gecekondular, köyden kente göçen kitleler için çok
önemli bir işlev görmüş, kentte bir anlamda ilk deneyimlerini edindikleri bir mekân haline
dönüşmüştür. Öte yandan özellikle kente göçün ilk yıllarında kırsal kesimle yoğun olarak
sürdürülen ilişkiler, gecekondulaşmanın niteliği üzerinde önemli ölçüde etkili olmuştur134.
Kırdan kente göç aşamalı ve belirli ilişki ağları içinde gerçekleştirilen bir süreçtir.
Kırdan göçen kişi çoğunlukla kendinden önce göç etmiş hemşerileri ile ilişkiye girmekte ve
işgücü piyasasında kendine bir yer bulabileceğinden emin olarak kente gelmektedir. Öte
yandan en azından belirli bir süre kırsal kesimle ilişkiler sürdürülmekte bu sebeple kente
göçün yaratabileceği olası toplumsal sorunlar kolaylıkla atlatılabilmektedir. Tüm bu
özellikleri dikkate alındığında kentleşme sürecinin bu ilk evresini bütünleştirici ya da
yumuşak kentleşme olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır135.
Birinci kuşak gecekondulaşmaya ilişkin bu söylenenlerin 1970’li yıllardan itibaren
ortaya çıkan ikinci kuşak gecekondular için büyük ölçüde geçerli olmadığı söylenebilir.
Eskiden olduğu gibi kent yakın çevresindeki kamu arazilerinin kullanıcılar tarafından,
üzerinde gecekondu yapmak amacıyla işgal edilmesi arsa elde etmenin tek yolu olmaktan
çıkmış, kent çeperindeki arsalar bu kez sahipleri tarafından parsellenip satılmaya başlanmıştır.
Noter tarafından onaylı bir belgeye dayalı olarak yapılan, ancak tapuya tescil edilemeyen bu
hisseli arsa satışlarının tarihi eskilere gitse bile, 1970 ’lerde büyük kentlerde görülen hisseli
satışların öncekilerden önemli farkları vardır. Öncelikle bu satışlarda satışa sunulan arsalar
son derece küçük ve doğrudan gecekondu yapımına yöneliktir136.
1970’li yıllarla birlikte değişen, sadece gecekondu yapımına yönelik arsa edinme
süreçleri değil, aynı zamanda gecekondu yapım sürecinin kendisidir. İlk kuşak
gecekonduların temel özelliklerinden yapımcı – konut özdeşliği giderek ortadan kalkmış ve
gecekondular başka gruplar tarafından inşa edilip, kullanıcılara satılan bir meta haline
dönüşmüştür. Sonuçta da salt gecekondulara hizmet eden bir arsa piyasasına ek olarak,
gecekondulara özgü bir inşaat piyasası da gelişmiştir. Bu gelişmenin inşaat malzemeleri
piyasası için de geçerli olduğu öne sürülebilir. Gecekondu alanlarında bir kişinin birden fazla
konut sahibi olması yaygınlaşmış ve gecekondu alanlarında kiracılık belirgin bir biçimde
artmıştır. İkinci kuşak gecekondu alanları ile birinci kuşak gecekondu alanları arasındaki en
belirgin fark, ikincilerde çevre kalitesinin düşüklüğüdür. 1980’li yıllarda yapılan bir dizi
araştırmada da gecekondulaşmanın bu değişen niteliği açık bir biçimde ortaya konmuş,
gecekondu alanlarında kiracılık oranları da ruhsatlı konut stokundakilere yaklaşmıştır.137
134 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
135 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
136 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
137 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
33
Gecekondu alanlarındaki asıl çarpıcı dönüşümün başlatıcısı, 1980’li yıllarda çıkartılan af
yasaları olmuştur. 1980’lerde dört kez kaçak yapıların affına ilişkin yasa çıkartılmıştır. Mart
1983 tarihli 2805, mart 1984 tarihli 2981, Haziran 1986 tarihli 3290 ve Mayıs 1987 tarihli
3366 sayılı yasalar. Bu yasa, öncekilerin tersine kaçak yapıların yasalar karşısında
bağışlanması ile kısıtlı kalmamış ve mevcut gecekonduların hazırlanan ıslah imar planlarında
öngörülen modele göre dönüşümüne zemin hazırlamıştır. Bu sayede tek katlı kaçak
yapılardan, çok katlılara dönüşüm sağlanmış, daha önceleri istisna durumunda bulunan çok
katlı kaçak yapılaşma kural haline gelmiştir138.
Artık 1990’ların Türkiye’sinde 1960’lı yıllarda olduğu gibi, kullanıcının işgal yoluyla
elde ettiği arsası üzerinde tek katlı gecekondusunu inşa etmesi kesinlikle söz konusu değildir.
Bugün artık gecekondu olarak adlandırılması yanlış olan kaçak yapılaşma esas olarak
kullanıcı dışındaki gruplarca ve doğrudan doğruya, çok katlı yapılar şeklinde
gerçekleştirilmektedir. Kullanıcılarına sağladığı yüksek rantlar nedeniyle gecekondular, artık
kırdan kente göçün bir sonucu olmak yerine neredeyse nedeni haline gelmiştir139.
Türkiye'de yerel yada genel her seçim öncesi seçime endeksli imar affı , hatta daha ileri
gidilerek gecekondu affı söylemlerine tanık olunmaktadır. Oy uğruna kaçak yapıya taviz
verilip, hazine arazilerinin yağmalanmasına çanak tutulmaktadır. Özellikle yerel yönetimlerin
seçim çekişmeleri gecekondu bölgeleri ile ilgili olarak daha gevşek ve hoşgörülü olmaya
itmiştir. Denetim mekanizması gevşemekte ve bu gidişin farkında olanlar da fırsatı
değerlendirmektedir.
İmar mevzuatına uygun olarak ruhsatlı yapılaşan yurttaşlar bu durumlarda
cezalandırılmış olurken, oy avcılarının hedef kitlesini teşkil eden kaçak yapı sahipleri nasıl
olsa af çıkacak söylentisiyle teşvik edilmektedir. Kenti yağmalayarak kent suçu işleyenler
ödüllendirilecekmiş gibi bir hava yaratılmakta, her seferinde kentler taammüden
katledilmektedir. Sonraki yıllar için örnek teşkil eden İmar affı yasaları nedeniyle; güvenirliği
olmayan, sürekli değiştirilen ve en önemlisi uyulmaması halinde cezalandırılmayacağı umudu
ile kasden çiğnenen imar mevzuatına ilişkin hükümler, sürekli af beklentisi içinde olan yerel
yönetimler ve valilik makamlarınca uygulanamamaktadır.
Af kapsamını sürekli genişletmek suretiyle değiştirmek ile imar mevzuatına aykırı
yapılaşmalar ve bu arada gecekondulaşmanın engellenebileceğini düşünmek iyimserlik
olacaktır. Başka bir ifadeyle af olasılığının yüksek olduğu bir ortamda, otoritenin tesisi ve
devamını sağlamak zor görünmektedir. İzmir’de yapılan bir çalışmada Gecekonduların %
25,6 sı 1 hafta-15 gün , %34,5 i 15-30 gün , %19,8 i 30-90 günde yapılmıştır. Bu sürenin kısa
olmayışı, yapım sırasında durdurulma korkusunun hiç yâda az olmasından
kaynaklanmaktadır140.
Gecekonduların niteliğindeki dönüşüme paralel olarak, gecekondu sakinleri hakkında
kamuoyunda var ola algılama da değişmiştir. Önceleri fakir halkın mekânları olarak
algılanmakta idi. Öyle ki, yardım yapmak isteyen hayırseverler bu amaçla gecekondu
bölgelerine gelirlerdi. Fakat zamanla gecekondu sakinleri hakkındaki bu algı, yerini “rantçı,
yağmacı, gaspçı”141 algılamalarına bırakmıştır. Çünkü gecekonduların önemli bölümü kamu
arazileri üzerindedir ve bu araziler kamunun ortak malıdır. Tüm kamunun menfaatlenmesi
gereken arazilerin birkaç kişinin menfaatine tahsisi, kamuoyunda tepkiler doğurmaktadır.
Gecekondulaşma kentlerimizin önemli problemi olmakla beraber, bu alanda alınan
tedbirler yetersizdir. Bu güne kadar sadece polisiye tedbirlerle yetinilmiş ama bu alanda da
138 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
139 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
140 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu
141 ERDEN, Sema, Prof. Dr. Kentsel Gelişme ve Kentsel Hareketler: Gecekondu Hareketi, “Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve
Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi Kitaplığı, İstanbul 1999, sf: 296
34
önlemler eksik kalmıştır. Sadece gecekonduya göz yuman ya da gerekli tedbiri almayan yerel
yönetimler sorumlu tutulurken, bu gecekonduyu yapan, onlara malzeme temin eden ve
taşeronluğunu yapanlara yönelik tedbir yoktur. Oysa gecekondu inşaatındaki iş hacmi çok
önemli boyutlardadır ve buna yönelik tedbirler alınmalıdır.
Gecekondulaşmaya karşı alınması gereken en önemli önlem ise, dar gelirliler için imarlı,
alt yapısı tamamlanmış ve uygun ödeme koşullarında arsa üretilmesi ve bunlara satılmasıdır.
ULAŞIM
İnsanın veya eşyanın bir noktadan başka noktaya transferi olan ulaşım, günümüzde
kentlerin en büyük kabusu haline gelmiştir. Kentlilerin günlük hayatlarının önemli bir bölümü
yollarda geçmektedir. Özellikle İstanbul’un en önemli probleminin ulaşım olduğu konusunda
toplumun büyük bölümü hemfikirdir. Yapılan araştırmalarda en büyük problem olarak ulaşım
görülmektedir ve oranı da % 70’ler seviyesinde seyretmektedir.
Ulaşımda temel ilkenin yolcunun ulaşımı olması gerekirken, yanlış politikalar sebebiyle
araçların ulaşımı esas alınmış ve kentler bu günkü çıkmaza sürüklenmiştir.
Yolcunun ulaşımını esas alan bir politika, ister istemez toplu taşımaya ağırlık verecektir.
Bu da günümüzde raylı sistemlerin ve deniz ulaşımının ön plana gelmesi demektir. Oysa
bunun tersi politikalar takip edildiği için kentlerimiz geniş yollarla örüldükleri halde ulaşım
her geçen gün büyüyen problem olarak güncelliğini korumaktadır.
Kentlerimizde ulaşıma yönelik çalışmaların, yolcunun değil, hatta toplu taşıma
araçlarının değil otomobillerin ulaşımına yönelik sürdürülmesi neticesinde, ulaşım adeta
otomobillerle özleşmiş bulunmaktadır. Bu da sadece trafiği çözülemez problem haline
getirmekle kalmamakta, ekonomik ve çevresel çok ciddi olumsuzluklara yol açmaktadır.
İstanbul’da trafiğe çıkan araçlar ve bu araçlarla taşınan günlük yolcu sayılarının
incelenmesi, ulaşımda gelinen noktanın yanlışlığını göstermektedir.
ARAÇ SAYISI VE ULAŞIMDAKİ PAYLARI 142
TÜRÜ
ARAÇ SAYISI
GÜNLÜK
TOPLAM İÇİNDE
ORTALAMA
PAYI %
İETT
2.587
1.500.000
14.8
ÖHO
1.229
800.000
7.9
KARAYOLU
Otomobil
1.628.367
3.100.000
30.7
TAŞIMASI
Minibüs
5.860
2.000.000
19.8
Dolmuş
590
70.000
0.7
Taksi
17.416
750.000
7.4
Servis
32.000
1.050.000
10.5
TOPLAM
1.688.049
9.270.000
91.8
Banliyö
101
124.104
1.2
Metro
32
130.000
1.2
Hafif
60
158.000
1.7
Tramvay
45
144.000
1.5
RAYLI TAŞIMA
metro
142 Ulaşım Raporu, Pendik Belediyesi, Yayınlanmamış Rapor, 2001
35
Nostaljik
3
5.000
0.0
Tünel
2
13.000
0.1
TOPLAM
243
574.000
5.7
TDİ
59
160.000
1.7
İDO
25
19.000
0.1
Deniz
391
72.000
0.7
475
251.000
2.5
1.688.767
10.095.000
100.0
Tramvay
DENİZ TAŞIMASI
Motorları
TOPLAM
TOPLAM
GENEL
TAŞIMA
TOPLAM
Karayolu araçları 1.688.049 olup, arka arkaya dizseniz 16.000 km uzunluğa erişir.
Trafik seyir halinde ise bu mesafe 50.000-60.000 km’ye çıkar. Bu rakamlar da, araç
sayısındaki fazlalığın ne kadar dehşet boyutlarda olduğunu göz önüne sermekte ve İstanbul’un
trafik yoğunluğunun sebebini ortaya koymaktadır.
Tablodan görüldüğü gibi, özel otomobillerin kara taşıtları içinde oranı % 97 iken,
karayolu taşıması içinde oranı ise sadece % 30.7’dir.
DDY (Banliyö Hatları Günlük Yolcu Taşıma Trendi)
1990
223.000
1991
222.400
1992
221.100
1993
246.400
1994
199.400
1995
171.200
1996
163.500
1997
175.900
1998
172.300
1999
143.300
2000
126.600
En önemli yolcu taşıma araçlarından olan demiryolu taşımacılığı her geçen gün
küçülmektedir. Gelişmiş ülkelerde yolcu taşımacılığı raylı sisteme dönerken, İstanbul’da
bunun tersi bir trendin izlenmesinin yanlışlığı ortadadır.
Tren yolculuğunun tercih edilmemesinin başlıca sebepleri
a-Can mal güvenliği
b-Fiyat politikası: Kısa hatlarda ücretler cazip kalmıyor.
c-Konfor yokluğudur.
TDİ (DENİZ ULAŞIMI- Günlük Yolcu Taşıma Trendi)
1990
281.000
1991
283.000
1992
260.000
36
1993
237.000
1994
207.000
1995
205.000
1996
211.000
1997
220.000
1998
207.000
1999
185.000
2000
176.600
Demiryollarında yaşanan olumsuzluğun benzeri üç tarafı denizle çevrili İstanbul’da da
yaşanmaktadır ve bunun başlıca sebepler de
a-Gemilerin ulaşım süresinin uzunluğu
b-PİK saatler dışında sefer aralığının fazla oluşu
c-Konfor eksiğidir.
21. Yüzyılda artık çok daha bütüncül ve demokratik, toplumdaki insanları birbirine
yakınlaştıran bir kent resmi çizilmektedir. Bu bağlamda, otomobile olan bağımlılığı en aza
indiren, yaya hareketini ve bisiklet kullanımını artıran, hava kirliliğini ve enerji harcamalarını
en aza indiren gelişmiş bir toplu ulaşım modeli ile kolay erişilebilir, her şeyi bir araya getiren,
endüstriyi değil ama konutu ve çalışma yerlerini, alışveriş alanlarını, toplumsal, rekreatif ve
eğitimle ilgili işlevleri yakınlaştıran çözümler beklenmektedir. Ne var ki, kentsel yoğunluk ile
ilgili kararlar alınırken, doğaya ve yeşile olan gereksinme göz ardı edilmemelidir. Doğa ile
bütünleşme, ekolojik sürdürülebilirliğin en önemli bileşenidir143.
Ulaşım sorununun başka bir boyutu da kentlerdeki iletişimle ilgilidir. Kent her şeyden
önce insanlar için bir buluşma ve toplumla karşı karşıya gelme yeridir. Her ne kadar
teknolojik gelişmeler evde çalışmayı olanaklı kılsa da, insanlar hala karşılaşmak ve yüzyüze
iletişim kurmak gereksinmesindedirler. Kent, aynı zamanda pek çok kurumu bir araya getiren
bir çerçevedir. Kent parçalandığında ve yayıldığında, bu kurumların kenti bütünlemedeki
rollerini yerine getirme potansiyeli zarar görür. Sonuç olarak, kent toplumu, insanların ve
etkinliklerin çok büyük mesafelere saçılması nedeniyle zayıflar. Buna bağlı olarak, bir
zamanlar kentsel yaşamın kalbi olan mekânların sahipliği yitirilmektedir. Unutulmamalıdır ki,
kentin kendisini ilk sunduğu yer, kentsel yaşamı, yerel kültürü ve gündelik söylemi yansıtan
kamusal mekânlardır. Cadde ve sokaklardan, meydanlardan, parklardan, bunları çevreleyen
binaların içine kadar uzanan bu çerçeve kentlerin ve diğer yerleşimlerin en önemli
bileşenidir144.
Çevreciler ve planlamacılar, daha fazla alan ve enerji kullanımı ile, istenilen ulaşım
rahatlığının bir türlü sağlanmadığını, alışagelmiş çözümlerin sürdürülebilir nitelikte
olmadığını anlamış durumdalar. Dolayısıyla, çeşitli yeni önlemler öneriyorlar. Yeni otoyol
yapımını durdurmak, benzin fiyatlarını yükseltmek, toplu taşıma vasıtalarına tercihli (tahsisli)
şerit ayırmak (bu uygulama İstanbul ve Ankara’da var), şehir merkezini kullanan otolardan ek
vergi almak, en kalabalık saatlerde köprü ve paralı otoyol ücretlerini arttırmak, dolu olarak
yolculuk eden otolardan daha az ücret almak, şehir merkezinde bazı bölgelerde otarlı
tamamen yasaklamak (bu uygumla pek çok Avrupa kentlerinde mevcut) Dikkat edilirse, tüm
bu önlemler, eksilten geri bildirimlere dayanan ekolojik çözümler niteliğinde. Şehir
merkezinde trafik mi sıkıştı? Yeni yollar, köprüler açmak gibi semptomlara yönelik çözümler
143 OKTAY, D., Geleceğin kenti,
144 OKTAY, D., Geleceğin kenti,
37
yerine, sorunun kökenine inen çözüm olarak, şehir merkezindeki oto sayısını azaltmayı
planlarız145.
Yayalaştırılmış, ayrılan bölgeler kurma, yerleşimin kalitesini iyileştirmeye katkı sağlar.
Alış-veriş yapılan ana caddelerde, merkezi meydanlarda ve diğer sosyal yaşam merkezlerinde
trafik kazaları riski düşer. Gerektiğinde toprak altından biraz yararlanma, yayalara ayrılan
bölgelerden çevre alanlara taşıma sorunlarını çözmeye yardım eder. Park yeri ve trafiği bir
düzene bağlamak için önlemler alınabilir. Bu tür yerlerde gürültü ve kirlilik çok azalır.
Alan kullanımıyla ilgili önemli bir ilke de, kentte (özellikle kent merkezindeki kamusal
mekânlarda) sürekli kullanım ve yaşanabilirlik kazandırılmasını ve doğa ile yeniden
barışılmasını sağlamak yönündedir146. Özellikle eski kentlerde merkezin yayalaştırılması,
ikamet ve çalışma mekânlarını düzenlemeyi kolaylaştırır. Kentlerin merkez bölgelerinin, gece
terkedilmiş hüviyetinden ya da yalnız yaşayanlar bölgesi olmaktan kurtarılmasının, istenen
canlılığa kavuşturmanın ve yaşanılabilir kılmanın da
etkili bir yoludur. Bunun
gerçekleştirilmesiyle, kentsel yaşamdan kopmak istemeyen meslek sahiplerini ve genç nüfusu
buraya çekmek mümkün olabilir. Böylece tarihsel kültürel değerler ve kentin gürünüm ve
yapısının yeni ayırt edici nitelikleri diğer aydınlatıcı şeylerle birlikte mahalle sakinlerince
korunurlar.
Yayalara ayrılan bölgelerde, özellikle yapılar yenileştirildiğinde ve alan düzenlemesi
yapıldığında, alış-veriş ve diğer uğraşlar oldukça kolay yapılırlar. Bununla birlikte, eski
yapılara yeni işlev verilmesi ve yaşanılabilir kılınması, gelişmiş Batı ülkelerinde çok
yaygınlaşan, ülkemizde de örneklerini gördüğümüz bir yaklaşımdır. Özellikle tarihi değeri
olan yapıların korunmasında ve böylece geçmişten geleceğe kent kimliğinin sürdürülmesine
katkısı açısında bu tür uygulamaların da önemi büyüktür. Yeniden düzenlenen bölgelerin
güzelleşmesine ve iyileştirilmelerine; yontular, fıskiyeler, bitkiler, banklar, zemin duvarlarının
hoş bir şekilde sıvanması, yeni bir aydınlatma katkı sağlar147.
YAYALAŞTIRMA
Kamu hizmetlerinde niteliksel dönüşümü sağlayarak kaliteyi arttırmak için gündeme
getirilen konuların başında yayalaştırmalar gelmektedir. Yayalara ayrılan bölgeler kurmak
yerleşimin kalitesini iyileştirmeye ve eski kentlerde merkezin özellikle kritik bir bölgesinde
çalışma yerlerini düzenlemeye katkı sağlar.
Yayalara ayrılmış bölgeler kurmak, aşağıdaki türden sonuçlara eriştirir:
- Alış-veriş yapılan ana caddelerde, merkezi meydanlarda ve diğer sosyal yaşam
merkezlerinde trafik kazaları düşüktür.
- Gerektiğinde toprak altından biraz yararlanma, yayalara ayrılan bölgelerden çevre
alanlara taşıma sorunlarını çözmeye yardım eder; park yeri ve trafiği bir düzene bağlamak için
önlemler alınabilir. 73
- Bu tür yerlerde gürültü ve kirlilik çok azdır.
- Yayalara ayrılan bölgelerde, özellikle yapılar yenileştirildiğinde ve bunlardan bir
kısmı yeniden dağıtıldığında, alış-veriş ve diğer uğraşlar oldukça kolay yapılırlar.
ÇEVRE
İnsanoğlu varolduğu günden bu yana, hem çevresindeki olaylardan etkilenmiş, hem de
çeşitli etkinlikleriyle çevresini etkilemiş, tahrip etmiş, kirlenmesine ve bozulmasına neden
olmuştur. Çevrenin bozulması demek, insanın yaşaması için gerekli olan ortamın bozulması
demektir.
145 KIŞLALIOĞLU, M., BERKES, F., Çevre ve ekoloji, s.138-139
146 OKTAY, D., Geleceğin kenti,
147 ÇAĞLAYANDERELİ, M., Kent yenileştirme ve yaşam kalitesi,
38
Dünyamızda; nüfus artışı sürmekte, enerji kaynakları tükenmekte, kirlenme (hava, su,
toprak, kentsel katı atık, gürültü kirliliği) gittikçe yayılmakta, çarpık kentleşme ve yeşil alan
yetersizliği artmakta, gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arsındaki uçurum derinleşmekte,
içme suyu zor bulunmakta, besin maddeleri güç ve ancak pahalı olarak sağlanabilmekte,
ormanlar kaybolurken çölleşme artmakta, kaybolan yarım milyon hayvan ve bitki türü
ekolojik çeşitliliği ve sürekliliği tehdit etmekte, gittikçe sancılı ve gergin bir dünyada, çatışma
riskleri, şimdiye kadar görülmedik derecede büyümüş bulunmaktadır.
Yaşadığı biyolojik, kültürel ve toplumsal çevreden kendisini sorumlu tutan insan, doğal
varlıkların korunması ve geliştirilmesi bakımından gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğunu
unutmamalı ve çevreyi korumak için ne yapabilirim deyip, insanca yaşam için gereken
önlemleri almalı ve bir an önce uygulamaya geçirilmelidir.148 Çevre sorunlarının doğal
yaşamı ve insanlığı tehdit edici noktaya gelmesi, sorunun yaşamsal önemini de ortaya
koymuştur. Böylece çöp sorunundan su kirliliğine, erozyondan iklim değişikliğine kadar
uzanan çevresel sorunlar, konuya bütünsel ve çevre bilimsel bir yaklaşımla çözüm getirme
gereğini de tartışılmaz kılmıştır.
Sürekli kar anlayışına dayanan bir kalkınma modelinin ve çılgın bir tüketim toplumu
olma arayışının sonuçları, geri dönüşümü olanaksız bir çevre yıkım ve ekolojik kriz olarak
karşımıza çıkmıştır. İnsanların hayatî ihtiyaçlarını karşılamak dışında, bu zenginliği ve
çeşitliliği azaltmaya hiçbir hakları yoktur. İnsan dışı dünya üzerindeki insan müdahalesi
hâlihazırda aşırı ölçüdedir ve durum hızla bozulmaktadır.149 Çevreyi koruma sorununun
temelinde insanın hayata ve kâinata bakış açısı ve felsefesi de yatmaktadır. İnsan tabiatın bir
parçasıdır ve komşumuz olan insanlar da tıpkı soluduğumuz hava gibi bizim çevremizin bir
parçasıdır. Dünyanın birçok bölgesinde- hem çevresel, hem de kişisel anlamda- kirlilik,
temelli bir yeniden değerlendirmeyi gerektiren bir çıkmaza girmiş durumdadır. Aslında
içimizdeki çevrenin kirlenmesinden kaynaklanan çevre krizini, basit sosyal mühendisliğin
çözemeyeceği yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmaktadır.
Ekolojik problemlerimiz, modern felsefe ve bilimin batılı perspektiflerinin insana
getirdiği insan ve dünya felsefesinin doğrudan bir sonucudur. Bunun sonucu olarak, insan
kendisini varolan her şeyin ölçüsü olarak görmekte ve dünya hayatında ulaşabileceği
mutluluğun tek ölçüsünün ihtiyaçlarını ve arzularını gerçekleştirmek olduğunu
düşünmektedir. Oysa bir tür yok edilirse, fakirleşecek olan bizden başkası olmayacaktır.150
(1) Yeryüzünde, insan ve insan dışı varlıkların yaşamının refahı ve gelişimi, kendinde
bir değerdir. Bu değerler, insan dışı dünyanın insanın amaçları için taşıdığı yararlılıktan
bağımsızdır.
(2) Yaşam biçimlerinin zenginliği ve çeşitliliği bu değerlerin gerçekleşmesine katkıda
bulunur ve dolayısıyla bunlar da kendinde değerdir.
(3) İnsanların hayatî ihtiyaçlarını karşılamak dışında, bu zenginliği ve çeşitliliği
azaltmaya hiçbir hakları yoktur.
(4) İnsan yaşam ve kültürünün gelişmesi, insan nüfusunun özlü bir şekilde azalmasıyla
bağdaşır türdendir. İnsan dışı yaşamın gelişmesi böylesi bir azalmayı gerektirmektedir.
(5) İnsan dışı dünya üzerindeki insan müdahalesi halihazırda aşırı ölçüdedir ve durum
hızla bozulmaktadır.
(6) Dolayısıyla siyasî yönelimlerimizi iktisadî, teknolojik ve ideolojik yapılar
düzleminde köklü bir şekilde değiştirmek gerekmektedir. Böyle bir işlemin getireceği sonuç,
şimdiki durumdan derinlemesine daha farklı olacaktır.
148 GÜNERHAN, Hüseyin, Doğa İle Barışık Kent, Termodinamik, Aylık Bilimsel Sektör Dergisi, Aralık 1997
149 ŞAHİN, Yusuf, Çevreyi Çevrecilerden Kurtarmak, liberal-td.org.tr
150 MOORE, Terry, Geleneksel Değerler ve Tabi. Çevre, Habitat Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, sf: 245-257
39
(7) İdeolojik değişiklik, durmaksızın daha yüksek bir yaşam düzeyini hedeflemek
yerine, öncelikle yaşamın niteliğini değerli kılma olgusundan ibarettir.151
Çevrenin giderek tahrip edilmesi ve yeni yerleşimlerde çevresel gelişeme yeterli önemin
verilmemesi sağlıksız şehirler doğmasına sebep olmaktadır. Yeni şehirler doğadan ve doğal
olandan tamamen kopuk bir şekilde betonlaşmış yerleşimlere dönüşmektedir. Yeşil alanların
yetersizliği çevrenin sonunu gösteren önemli belirtilerdendir. Yine kullanılan ortak
mekânların, açık alanların ve doğal ortamların azalması da çevreye verilen önemin azlığını
göstermektedir.
DİE tarafından 1987 Gelir ve Tüketim Harcamaları anketinden aritmetik ortalama olarak
hesaplanan oturulan konutta kişi başına kullanılabilir alan, kentlerde 20,29 m2, kırsal
alanlarda 16,41 m2, Türkiye ortalaması ise 18,25 m2 dir. 1991-1992 yılında yapılmış olan
göstergeler tespitinde İstanbul için belirlenen kişi başına alan 17 metrekaredir. İstanbul’da
konut stoku içinde gecekonduların oranının yüksek olması nedeniyle İstanbul için belirlenen
ortalamanın Türkiye ortalamasından daha düşük olduğu düşünülebilir.
Bu oranlar,
Stockholm’de 40.00, Londra’da 31.93, Atina’da 24.50, Madrid’de 24.40, Budapeşte’de 23.50,
Rio de Janerio’ da 19.35, Tokyo’da 15.79, Beijing’ de 9.34, Karachi’ de 7.10, Honkong’ da
7.10, Tunus’ta 6.46 metrekaredir.152
Kentte hava ve gürültü kirliliğini kent içindeki trafik hareketleri ile sağlıksız
yapılaşmadan kaynaklanan etkenler oluşturmaktadır. Özellikle hava kirliliği kış aylarında ve
rüzgarın az olduğu zamanlarda daha da etkili olmaktadır. Bu sorunların çözümü için,
 Toplu taşım araçları ile ulaşıma önem verilmelidir.
 Otoyollarda zemin kotu düşük yapılarak topraktan bir perde oluşturulmalı, bu
mümkün değilse prefabrik malzemelerden imal edilmiş ses yalıtım perdeleri yapılmalıdır.
 Eksoz gazı emisyonlarını azaltmak için araçlara katalitik konvektör takılmalıdır.
Yeni taşıtlar bu alet olmaksızın üretilmemelidir.
 Şehir içinde müzik yayını yaparak satış yapan pazarlamacılara izin verilmemelidir.
 Kent içinde yeterli otopark alanı oluşturmalı ve otoparkların kullanımı zorunlu
tutulmalıdır. Otopark yatırımı için gerekli mali kaynak, aracı olanlardan karşılanmalıdır.
 Kirlilik ve trafik yoğunluğunun arttığı dönemlerde özel otoların kullanımı
kısıtlanmalı ve ortak kullanım özendirilmelidir.
 Eksoz gazı emisyon ölçümleri periyodik olarak yapılmalı ve teknik olarak uygun
olmayan araçlar trafiğe çıkarılmamalıdır.
 Kentte trafik sıkışıklığına yol açan noktalar tespit edilerek gerekli altyapı çalışmaları
gerçekleştirilmelidir.
 Konutlar projelendirilirken yapı elemanları; içerisinde yaşayanı gürültüden
koruyacak malzemelerden seçilmeli ve bu konudaki yasal önlemler alınmalıdır.
 Kurşunsuz benzin kullanımı özendirilmeli ve kullanım yaygınlaştırılmalıdır.153
Hava kirliliği temelde sanayi ve ısıtma amaçlı fosil yakıt kullanımıyla, ulaşım
araçlarından kaynaklanmaktadır. Türkiye de, ısıtma ve sanayide kullanılan linyit kömürleri
hem düşük kaloridir, hem de yüksek oranda sülfür ihtiva etmektedir.154
Bina düzeyinde enerji gereksinmesinin, dolayısıyla hava kirletici etkilerin en aza
indirilmesi, binaların minimum yapma ısıtma ve iklimlendirme sistemleri olarak tasarlanması
ile olanaklıdır.155
151 ŞAHİN, Aynı
152 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf: 122
153 TMMOB, 1994-1995 Yıllar 16. Dönem Çalışma Grup Raporları, Makine Mühendisleri Odası, İzmir Şubesi Yayınları, İzmir
154 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf: 122
155 a.g.e. sf:123
40
Bu çerçevede yapılabileceklerden bazıları şunlardır:
1- Kirlenmenin kaynağında zarara yol açmadan önlenmesi,
2- Kirletenin faturaya ödemesi için çıkarılan yasalardaki yaptırımların caydırıcı olacak
derecede ağırlaştırılması,
3- Demokratik kitle örgütleri ile kent yaşamında örgütlenmiş sosyal grupların kent ve
çevre sorunları karşısında ortak hareket etmeleri ve bu konuda merkezi ve yerel yönetimler
üzerinde baskı oluşturulacak şekilde ortak platformlar oluşturmaları. 210
Ayrıca pencere, duvar, izolasyon, doğal havalandırma gibi bina unsurlarının üretiminde
çevreye dost standartlar geliştirilmelidir.156
Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı Habitat II. Kent Zirvesi’nin (3-14
Haziran 1996, İstanbul) değindiği en önemli noktalardan biri “İnsanlar için yaşanabilir çevre”
idi ve şunlar önerilmiştir:
1.Madde: İnsanın; hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah
içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın, bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi
korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır.
2.Madde: Bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim
ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora ve fauna dahil, özellikle de doğal
ekosistemleri temsil eden örnekler korunmalıdır.
3.Madde: Dünyanın, hayati yenilenebilen kaynaklarını üretme kapasitesi, sürdürülmeli
ve mümkün olduğu hallerde yenilenmeli ve iyileştirilmelidir.
4.Madde: Şu anda zararlı unsurların bileşimi ile ciddi tehlikede olan, yaban hayatı
neslini ve habitatını akıllıca yöneterek sürdürmek, korumak, insanın özel sorumluluğudur.
Dolayısı ile ekonomik kalkınma planlamasında yaban hayatı dahil doğanın korunmasına
önem verilmelidir.
5.Madde: Dünyanın yenilenemeyen kaynakları, onları gelecekte tükenme tehlikesine
karşı koruyacak şekilde kullanılmalı ve bu kullanımın yararlarının bütün insanlıkça
paylaşılması sağlanmalıdır.
6.Madde: Ekosistemlere ciddi, onarılamaz zarar verilmemesi için, toksik ve diğer
maddelerin deşarjı, ısının, doğanın onu zararsız kılabileceği kapasitesi aşacak miktarda ve
yoğunlukda bırakılması engellenmelidir. Bütün, devletlerin kirliliğe karşı haklı mücadelesi
desteklenmelidir.
7.Madde: Denizlerin, insan hayatını tehlikeye atabilecek maddelerle kirlenmesini
önleyecek, canlı yaşama, denizde hayata zarar verecek, güzellikleri bozacak veya denizlerin
diğer yasal kullanımını olumsuz etkileyecek şekilde kirlenmesini önlemek için ülkeler bütün
olanaklarını kullanacaktır.
15.Madde: Çevreye olan olumsuz etkileri önlemek, maksimum sosyal, ekonomik ve
çevre faydaları sağlamak için yerleşmelere ve kentleşmelere planlama uygulanmalıdır. Bu
açıdan kolonial ve ırkçı hakimiyet için yapılan projeler iptal edilmelidir.
16.Madde: Temel insan haklarına ön yargısız olarak, ilgili hükümetlerce uygun bulunan
demografi politikaları, çevre veya kalkınma üzerinde olumsuz etkileri olan nüfus artış hızı
veya aşırı nüfus yığılmaları ile düşük nüfus yoğunluğunun insan çevresinin gelişmesini veya
kalkınmayı engelleyebileceği bölgelerde uygulanmalıdır.
17.Madde: Çevre olaylarında eğitim; genç nesil kadar yaşlılar için de; korunmaya
muhtaç gruplara özel önem verilerek, bireylerin, teşebbüslerin ve toplumların çevreyi koruma
ve geliştirmesi için insan boyutu açısından bilinçli görüşü genişletmek ve sorumlu icraatı
sağlamak için şarttır.157
156 MALİK, Eyüp, Çağdaş Kentler ve Çevre, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru-Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf: 147
157 Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995
41
BM Çevre ve Kalkınma Rio Deklerasyonu’nun 3. ilkesi mevcut ve gelecekteki nesillerin
kalkınma ve çevre ihtiyaçlarının eşit olarak karşılanabilmesi için kalkınma hakkının
tamamlanması gerektiğini vurgulamaktadır.158
KENTLEŞME
Kentleşme, çok değişik tanımları bulunan bir kavramdır. Sosyolojik, ekonomik ve
demografik açılardan yapılmış birçok tanımlar bulunmaktadır. Bu tanımların her biri konuyu
belirli bakış açılarından ele almaktadır. Oysa kentleşme, bütün bu bakış açılarını bünyesinde
bulunduran bir gelişe olduğu için, kısıtlı bakış açıları ile yapılacak her tanımlama beraberinde
eksiklikleri de bulunduracaktır.
Kentleşme konusunda yapılan başlıca tanımlar şunlardır:
Çeşitli nedenlerle kırsal kesimlere yönelen göç sonucunda, bir taraftan mevcut kentlerin
nüfus ve alan itibarıyla büyümesi, diğer taraftan da köy, kasaba, vb. yerleşim birimlerinin
giderek büyümesi sonunda kente dönüşüp, mevcut kent sayısının atmasıdır.159
Milli gelir ve istihdam yapısında, ağırlığın tarımdan hizmetlere ve sanayiye kayması ile
ilgili evrensel ve sayısallaştırılabilir bir süreçtir.160
“Bazı yoğunluk ve büyüklük değerlerinden başlayarak nüfusun alansal yığılması; kent
kültürü olarak tanımlanan bir dizi değer yargısı, davranış ve eğilimin yayılması.”161
Kentleşme dar anlamda kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını ifade
etmektedir.162 Fakat kentleşme sadece demografik bir olgu olmayıp, ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel bir sürecin ifadesidir. Kentleşme sadece insanları kent olarak adlandırılan
yerlere çekme sürecini belirtmekle kalmamakta, insanların kentin yaşam biçimini
benimsemesi anlamına da gelmektedir.163 Oysa kentleşme toplumun ekonomik, sosyal, siyasal
ve kültürel dönüşümüdür. Hem kırsal bir toplumun kentsel bir topluma dönüşme süreci hem
de kentsel mekânın ve toplumsal pratiğin değişme ve evrimleşme sürecidir164. Dolayısıyla
kentleşmeyi; “sanayi ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bu günkü
kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, iş bölümü
ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan
bir nüfus birikim süreci”165 olarak tanımlayabiliriz.
Kentleşme, sanayi devrimi ile başlayan, sanayileşme ve modernleşmenin yarattığı
toplumsal bir olgudur. Sanayi devriminin birçok etkisinin yanı sıra üç önemli sonucu
olmuştur. Üretimde yenilik, sosyal yapıda farklılık ve nüfus mobilitesinde hızlılık olarak
tespit edilebilir166.
Sanayileşme ile birlikte öncelikle üretim tarzının niteliği değişmiştir. Üretim,
evden/küçük imalathanelerden fabrikalara taşınmış, yani geleneksel üretim kollarından
modern üretim kurumlarına bir geçiş yaşanmıştır. Yavaş ve tekil üretimden hızlı ve seri
üretime geçilmiştir. Bu unsur karlılık, verimlilik, kalite ve kapasitede önemli artışlara ve
değişikliklere neden olmuştur. Üretim ve istihdamda ağırlık tarımdan sanayi ve hizmet
158 Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Rio Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995
159 NADAOĞLU, Halil, ve diğerleri, Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması, TOBB, İstanbul 1996
160 BAL, H., Kent Sosyolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002, sf: 51
161 DİNÇER, Yüksel, Doç. Dr., Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması, Sivil Toplum İçin Kent, Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi itaplığı-WALD
Yayınları,İstanbul 1999, sf:343
162 ERKAN, Rüstem, Yrd. Doç. Dr., bilim adamı Yayınları, Ankara 2002, sf:19
163 DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, 20. Yüzyıl Kenti, İmge Kitabevi, Ankara 2002, sf: 81
164 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.52
165 KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge Kitabevi, Ankara 1992, sf: 22
166 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
42
sektörüne kaymakta, tarım toplumları yerine endüstri toplumunu ve gelecekte de bilgi
toplumunu oluşturmaktadır.
Sanayileşmenin ikinci önemli etkisi sosyal yaşamda meydana getirdiği değişikliklerle
kendini göstermiştir. Üretim tarzının niteliğinde ve niceliğinde meydana gelen bu değişimler,
siyasal ve ekonomik düzende yeni yapılanmalara yol açmış; milliyetçilik ve ulus devlet
modeli, bu yapılanmaların önemli sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Bu da yeni sınıfların,
çelişkilerin ve çatışmaların başlangıcı olmuştur. Bu değişikliklerin en önemlileri, Sosyal
yapıda farklılaşma, (yani hemojen toplum yapısından heterojen toplum yapısına geçiş); iş
bölümü ve uzmanlaşmada görülen artış ve çeşitlenmedir. Bu nedenle eğitimin ve öğretimin
önemi artmış; bununla birlikte doğuştan kazanılan statülerin önemi azalmıştır. Bu uygulama
ile birlikte toplumdaki binlerce kurum, statü ve rol arasındaki ilişkileri bir düzene bağlayan
sistem, bürokrasi olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Geleneksel geniş aile, kentsel
çekirdek aileye dönüşmüş, orta sınıflaşma artmış, sosyal hareketlilik hızlanmıştır.
Sanayileşmenin en önemli üçüncü sonucu ise, nüfus hareketliliğinin fiziki mekânlarda
ve çevrede yarattığı değişikliklerdir. Diğer bir deyişle kentleşmedir. Sanayileşme ile birlikte
kırdan kente yoğun göçler yaşanmış, Kentlerin nüfus emme kapasiteleri (fabrikalar) giderek
artmıştır. Nüfus emme kapasiteleri bir yandan gelen nüfusu absorb etmeye ve dönüştürmeye
çalışırken; öte yandan kitle iletişim ve ulaşımındaki yeniliklerin de etkisiyle yeni göçler için
çekim alanları haline gelmiştir. Kentler eski yapılarından kopmuş hem fiziki hem de yoğunluk
ve işleyiş açısından yeni görünümler almıştır167.
Kentleşme sanayi toplumlarının bir ürünüdür. Aynı zamanda sanayileşme de kentlerin
bir ürünüdür. Kentleşme ve sanayileşme birbirlerini üreten geliştiren olgulardır. Kentleşme
toplumsal değişmenin hem nedeni hem de bir sonucudur168.
Sanayileşme olgusu toplumsal yapıyı bütünüyle değiştirdi. Bireyler sosyal hareketlilik
içinde yetenek ve başarıları ölçüsünde yüksek statülere ulaşma hakkını elde ettiler. Ekonomi
serbest pazarın doğasına uygun olarak yarışmacı ve üretken hale geldi. Teknolojik ilerlemeler
üretimin ulusal ve uluslar arası pazara dönük olmasını sağladı. Mal ve hizmetlerin üretiminde
uzmanlaşma arttı. Eğitim kentte yaşayan tüm yurttaşlar için organize edildi. Kitle iletişim
sistemi sözlü iletişimden daha etkili oldu. Tüm bunlar, sanayi toplumunun kentlerini ortaya
çıkardı. Bu kentlerin oluşturma sürecine kentleşme diyoruz169.
Kentleşmenin şekli boyutunu nüfus hareketliliği oluşturmaktadır. Demografik
dönüşümle kitlelerin kırsal kesim dışında bir yerleşim biriminde öbekleşmesi kentleşmenin
sadece bir ayağını oluşturur. Şekilsel kentleşme tek başına yeterli değildir. Kentleşme, üç
farklı dönüşümü içermektedir. Demografik açıdan kentleşme, özellikle kırdan kente yaşanan
göçlerle beslenen nüfus yoğunluğunu ifade eder. Sosyal açıdan kentleşme, farklılaşma,
uzmanlaşma, örgütlenme sürecini kapsayan bir dönüşümü ve davranış biçimini içermektedir.
Ekonomik açıdan kentleşme, tarım dışı faaliyetlerin (sanayi ve hizmetler sektöründe)
yoğunlaşmasıdır. Kentleşmenin tam olarak gerçekleşmesi sosyo-kültürel ve ekonomik
dönüşümle mümkündür. Kentleşmeden söz etmek için bu üç unsurun bir arada asgari
düzeyde gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşullardan birinin (veya ikisinin) gerçekleşmiş
olup, diğerlerinin gerçekleşmemesi durumunda, tam ve doğru anlamıyla bir kentleşmeden
bahsetmek söz konusu değildir170.
167 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
168 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,13
169 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.61
170 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
43
Demografik açıdan kentleşme
Sanayi öncesi başkentlerin nüfusları günümüzün ortalama büyüklükteki kasabaları
kadardır. O dönemlerde şehirlerin nüfusunun iki-üç yüz bine ulaşabilmesi Roma, Bağdat,
Paris, İstanbul, Petersburg, Pekin gibi büyük imparatorluklardan birine başkentlik yapma
şansına bağlıdır.
Sanayileşme ve teknolojik gelişmeler, insanların zamanın şartlarına uygun çalışma
bölgelerine göçmelerine neden olduğu gibi, şehirlerde de toparlanmalarının başlıca sebebidir.
Gerçekten de gelişmiş ülkelerin şehirleşmesi incelendiğinde, bu ülkelerde sanayileşmenin
başlamasıyla şehirleşmenin de hız kazandığı görülecektir. İngiltere sanayileşmenin etkilerini
18. yüzyılın sonlarına doğru göstermeğe başlarken, Fransa, Almanya ve Amerika’da bu etki
daha sonra kendini göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde yerleşme alanları genellikle sanayi
bölgelerinde veya çevrelerinde ortaya çıkmaktadır171.
Gelişmiş Ülkelerde Şehirleşme Oranı172
1900
1950
İngiltere
% 77
%81
Almanya
% 56,1
% 71
Fransa
% 41
% 52
A.B.D.
% 39,7
% 64
Sanayi toplumlarında kentleşme genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte
olan ülkelerde ise sanayileşme kentleşmeyi yavaş bir hızla arkadan izlemektedir. 19. yüzyılın
ikinci yarısında sanayide çalışan nüfus gelişmiş ülkelerde kentli nüfusun 2-3 katı iken,
bugünün gelişen ülkelerinde bunu tam tersi olan bir ilişki görülmektedir173.
Bir bölge veya ülke, sanayi ve iktisadi açıdan gelişmediği halde, nüfusun % 30'u 100
binin üzerindeki kentlerde toplanmışsa o bölge veya ülke "sanayi dışı aşırı kentleşme" ile
karşı karşıya demektir. Doğum artış hızı ile birlikte, net nüfus artışının yüksek olması aşırı
kentleşmenin diğer faktörleridir. Bu türden bölge ve ülkelerde, tarım alanında çalışan nüfusun
oranı yüksektir. Dışarıdan alınan göçler bu olguyu etkilemekte ve hızlandırmaktadır. Arjantin,
Venezüella, Uruguay, Meksika, Küba, Mısır, Suriye, Kore ve Türkiye bu kentleşme biçiminin
örnekleri olarak sıralanabilir174.
Göçle önce köylerden şehirlere sonra da şehirlerden şehirlere akan nüfusun kentlerde
birikmesi sosyolojik açıdan bir kentleşmeye tekabül etmemektedir. Bu durum demografik
şişme, nüfus büyümesi, nüfus yığılması, aşırı nüfus birikmesi gibi kavramlarla açıklanabilir.
Bir kentin nicelik olarak artması/birikmesi, ekonomik ve sosyal açıdan niteliksel bir dönüşüm
geçirmemesi süreci, kentleşme değildir. Böyle bir durum kentleşmeye tekabül etmediği gibi,
bünyesinde kentlileşme sürecini de taşıyamaz175.
Sosyal açıdan kentleşme
Kentleşme, birbirinden anlamlı ayrımlar gösteren bir süreci ifade etmektedir. Tıpkı
göçten önce olduğu gibi göçten sonra da nüfus, kent içinde sürekli olarak yerleşinceye kadar
171 İSBİR, E.G., Şehirleşme ve meseleleri s.19
172 İSBİR, E.G., Şehirleşme ve meseleleri s.19
173 KELEŞ, R., Kentleşme Politikası s.26
174 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
175 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
44
bir yer değiştirme süreci geçirmektedir. Bu süreç içinde yeni kentliler, değişik evrelerden
geçerek kentin sürekli yerlileri haline gelmektedirler.
Diğer yandan kentleşme, genel çizgileriyle geleneksel topluluklardan çağdaş kent
topluluğuna geçiş sürecinin de bir ifadesidir. Yani kentleşmenin en belirgin özelliği bir
toplumsal değişme olayı olmasıdır. Nüfus, gelenekçi bir yapının egemen olduğu kesimlerden
çağdaş örgütlenmenin belirlediği bir kent merkezine yerleşmektedir. Böylelikle yeni kentliler,
yeni çevreleri ile uyumlu ilişkiler geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Söz konusu çevreler
arasındaki derin farklılaşma, kentleşme sürecinin kısa sürede ve kolaylıkla tamamlanmasına
engel olmaktadır.
Sosyal mobilizasyonun, dinamizmin, işbölümü ve ihtisaslaşmanın ön planda olduğu
kentleşmenin sosyal boyutu gelişmiş ülkelerde şu şekilde işlemektedir: Eski geleneklerin
yerine yenilerinin yer alması, Kentin, sosyal değişmenin merkezi olması, Sosyal değişmenin
kentten dışarıya etki etmesi, Kentlerin, içinde yaşayan insanların davranışları üzerinde etkili
olması, Alt yapı hizmetlerinin derecesi ve kalitesinin artması, Kentlileşme ile birlikte kent ve
kentli kültürü birey ve kurum ilişkilerine hakim olması176.
Sosyal açıdan kentleşememiş yerleşim birimleri her ne kadar demografik açıdan kent
sayılsalar bile, bunlar ancak çarpık kentleşmenin birer örneğini oluşturmaktadır. Ülkemizdeki
kentlerin tamamına yakınında ise bu durum gözlenmektedir. Çünkü, ülkemiz batı ülkelerinin
birkaç yüzyılda gerçekleştirdiği kentleşme sürecini, onlardan birkaç yüz yıl sonra yani
1950’lerden itibaren yaşamaya başlamış ve 25-30 yıl içinde nüfus açısından gelişmiş ülkeler
seviyesine çıkmıştır. 1950’de kent nüfusu toplam nüfusun % 25’i seviyesinde iken bu rakam
1985’te % 53’e ve 2000 yılında da % 65’e yükselmiştir.
Ekonomik açıdan kentleşme
18. ve 19. yüzyılda modern sanayi teknolojisine, işgücünün üretim sürecindeki rolünün
genişlemesine ve sermaye yatırımını üretken hale getirmek için gerekli, programlı ve becerikli
işgücü talebine uygun olarak kentler de çehre değiştirdi. Endüstrinin gelişmesiyle birlikte
varolan sanayi dalları eskiden kurulmuş olan kentlerin dışında hammaddenin, enerji
kaynaklarının, ulaşım araçlarının, insanın ucuz ve kolay olduğu yerlerde kuruldu. Ve böylece
de sanayileşmeyle kentleşme ayrılmaz bir bütün olarak birbirlerine bağlandı177.
İşgücünün sermaye açısından böyle önemli bir role oturması ortak tüketim araçlarının
yani kamu kaynakları ve hizmetin rolünün artırılması sonucunu doğurdu. Varolan işgücünden
en yüksek verimi elde etmek isteyen sermaye, üretim için işgücünün, sermaye içinse üretimin
zorunlu olması itibarıyla konut, eğitim, sağlık, kültür, ulaşım gibi hizmetlerin yaygınlaşmasını
sağladı178.
Kentleşmenin ekonomik ayağının ideal anlamda gerçekleşmemesi yani ticaret ve
sanayinin kentsel özellik taşımaması kentte biriken halk kitlesinin kentli olmayan bir sosyal
kimlik geliştirmesine sebep olur. Bu durum kültürel yabancılaşma veya arabesk kültür
şeklinde tezahür eder; sanayileşmenin yarım-yamalak geliştiği yerlerde ise çarpık kentleşme
ve kültürel geri kalmışlıktan söz edilebilir.
Sosyal ekonomiyle ilgilenenler şehirleri şu topluluklarca oluşturulmuş mekanlar olarak
görmektedir:
1.Tarım şehirleri, balıkçılık, madencilik ve kerestecilik topluluklarından oluşmaktadır.
2.Ticaret şehirleri, temel maddeleri toplayıp dağıtım işlevi gören topluluklarca
oluşturulmaktadır.
176 ÖZER, A., Güneydoğu’da Kentleşme(me) dramı s.1
177 http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html
178 http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html
45
3.Sanayi şehirleri, endüstriyel üretime geçen toplulukların yönlendirmeleriyle
oluşmuştur.
4.Turizm ve eğitim merkezli şehirler; dinlenme, eğlenme, eğitim görme gibi amaçlar
merkezinde toplulukları kendine çekmektedir.179
Ticaret serbestliğini teşvik eden kanuni düzenlemeler, göç etme serbestisini
kolaylaştıran yasalar, kişileri şehir merkezinde toplayan merkezi yönetim ve toprağı elde
tutma ve kullanma özgürlüğünün gelişmesi. Kentlerin büyümesinin nedenlerindendir180.
Eğitim, eğlence yerleri, daha yüksek bir yaşam standardı, entelektüel toplulukların
çekiciliği, kendi ortamına alışma, ve şehir yaşamının değerlerine ilişkin olumlu yönde
yaygınlaşan kanaat, şehrin büyümesindeki toplumsal nedenlerdendir181.
KENTLEŞMENİN SEBEPLERİ
Ne tek başına sanayide ve teknolojide yaşanan gelişmeleri, ne ülkenin siyasal yapısı ve
ne de diğer sosyal ve kültürel gerekçeler, kentleşmenin tek sebebi olarak algılanamaz. Her ne
kadar batı ülkelerinde kentleşmenin temel nedeni sanayi devrimi ile başlayan süreç ise de,
özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerde yaşanan kentleşmenin
birçok sebebi bulunmaktadır.
Kentleşmenin sebepleri başlıca aşağıda belirtilen şekilde gruplandırılabilir.
1-Kırsalın iticiliği: Kentleşmede kırsalın nüfusu tutamaması ve kendi dönüşümünü
sağlayamaması önemli bir faktördür. Kırsaldaki nüfus adeta kentlere doğru itilmektedir.
Bunda etkili olan hususlardan birisi tarımda yaşanılan teknolojik dönüşümdür. Traktör ve
biçer-döver gibi araçların tarımda kullanılmaya başlaması gizli işsizlik doğurmuş, açığa çıkan
nüfus kentlere yönelmiştir. Toprak yetersizliği ve toprağın miraslarla parçalanması veya
Karadeniz Bölgesindeki gibi toprağın mevcut nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaması kırsalın
iticiliğini arttırmaktadır. Yine kırsal kesimdeki durağan yaşam ve aşırı nüfus artışı bu
yörelerin nüfus ihracına sebep olmaktadır.
Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için kırsalın iticiliği kentleşme açısından
çok önemli bir etkendir.182 Az gelişmiş ülkelerde, tarımın verimliliği ve kişi başına düşen
tarımsal gelir, köylülüğü köyünde tutmaya yetmeyecek kadar düşüktür. Ekonomik
nedenlerden dolayı köyünde beslenemeyen, gelecek için güvence bulamayan nüfusu kent
merkezlerine çeken nedenlerdir183.
2-Çekici sebepler ve kent olanakları
Kentler fırsat, imkân ve olanak açısından kırsaldan zengindir. Eğitim, sağlık ve kültür
alanında çok çeşitli alternatif ve kaliteli hizmet kentlerde mevcuttur. Yaşam kalitesinin, gelir
seviyesinin ve konforun yüksek olması kentleri cazip mekânlar haline getirmektedir. Kentler
ticaret, turizm ve sosyal yaşamın gelişmiş olduğu yerlerdir. Büyük sanayi kuruluşları ulaşım,
iletişim ve altyapı yeterliliği sebebiyle büyük kentlere yakın yerlerde kurulmaktadır. Bu da
istihdamın kentlerde yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Kentler çocuklarına iyi eğitim vermek
isteyen, kaliteli sağlık hizmeti almak isteyen veya iş bulma umudunda olan insanları kendine
çekmektedir.
179 MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir, Modern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış Yayınları, İstanbul, 2000, sf: 5-68
180 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,44
181 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,44-45
182 KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, sf: 551
183 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.68
46
Türkiye nüfüsunun yaklaşık beşte birini barındıran İstanbul, sadece ülkenin değil,
bölgenin de çekim merkezidir. Ticaret, sanayii, finans, kültür ve her türden beşeri mübadele
İstanbul'un zengin ve hareketli mekânlarında sürmektedir.
Sanayileşmekte olan toplumlarda, kentlerdeki iş olanakları, köylük yerlere oranla
daha hızlı çoğalır. Ekonomik gelişmeyle birlikte kişi başına düşen gerçek gelir yükseldikçe,
kentlerde üretilen mal ve hizmetlere duyulan istem, tarım ürünleri istemine oranla fazla olur.
Ayrıca üretim sürecinin ussallaşması sonucunda, eskiden köylerde görülen birtakım
hizmetler kentlerde görülmeye başlanır. Bunun, uzmanlaşma (ile yakından ilgisi vardır.
Kentin çekiciliğinin bir nedeni de marjinal sektör olarak adlandırılan iş kollarının
varlığıdır. Bu durum nüfusun önemli bir bölümünün marjinal işler olarak adlandırılan
alanlarda istihdama yol açmıştır. Marjinal sektörler işportacılık, hizmetçilik, değnekçilik,
hamallık ve benzeri gibi örgütlenmiş bir ekonomik yapıdan çıkarılıp atılacak olursa
ekonominin işlerliğinde her hangi bir aksamaya yol açmayacak işler olarak tanımlanır.
Türkiye’de köyden kente göçü cazip hale getiren nedenlerin biri de kente gelen nüfusun
marjinal işler sayesinde kendine bir yaşam alanı oluşturmasıdır.184.
3-Teknolojik Nedenler
Daha önce de vurgulandığı gibi kentleşmenin en önemli etkeni sanayi devrimi olmuştur.
Sanayi devrimi ile başlayan teknolojik gelişmeler sonucu üretimin görülmedik oranda artması ve
maliyetlerin düşmesi ile birbiri ardına sanayi tesisleri kurulmaya başlanmıştır. Bu tesisler, malların
satış noktalarına ulaştırılması kolaylığı ve sanayi için gerekli alt yapının kentlerde bulunması
nedeniyle kentlerde kurulmaya başlanmıştır. Kentlerde kurulan sanayi tesisleri, beraberinde büyük
ölçekte iş gücü talebini doğurmuş ve bu talep de kentte karşılanamadığı için kırsaldan kente göçler
nüfus akımı başlamıştır.
Sanayinin gelişmesi beraberinde ekonomik gelişmeyi ve nüfus artışını da getirdiğinden, bu
da yeni iş kollarının doğmasına ve mevcut iş kollarının da artmasına yol açmıştır. Zincirleme
biçiminde yaşanan bu gelişmeler neticesinde, kentlerin nüfusu büyük artışlar göstermeye
başlamıştır.
Sanayi devrim ile birlikte ortaya çıkan yeni üretim yapısı, kırsal alalarda emek yoğun
olarak üretilen birçok malzemenin kentlerde kurulan sanayi tesislerinde daha seri ve ucuz
üretilmesini sağladığından, kırsaldaki işyerleri hızlı bir kapanma süreci yaşamış, ortaya çıkan
işsizler de kente yönelmiştir.
Ayrıca teknolojik gelişmeler, ulaşım ve iletişim alanında büyük yenilikler getirmiştir.
Ulaşım tekniklerindeki gelişmelere şehirleşmeyi iki yönden etkilemiştir. Her şeyden önce
yetersiz ulaşım sebebiyle, sadece çevresi için üretim yapan küçük sanayi kuruluşlarıyla,
mahalli ticaret alanları, ulaşımdaki ilerlemeler dolayısıyla büyük üretim ve ticaret merkezleri
haline gelmiştir. Diğer taraftan ulaşımın kolay ve ucuz olması, insanların hareket edebilme
imkânlarını artırmıştır. Böylece, kentlerden köylere ulaşım kolaylaşmış, bu hem kentle ilişkiyi
artırmış hem de göçü kolaylaştırmış.
Fikirlerin, bilgilerin ve tecrübelerin insanlar arasında yayılması ve değiştirilmesi hizmet
üretiminin esaslı unsurlarından biri olmuştur. Diğer bir açıdan şehirler, bu fikir ve bilgilerin
hem geliştirildiği hem de yayıldığı merkezlerdir. Aracı faktörler olarak da değerlendirilen bu
açılımlar, kentleşme sürecinde rol oynayan diğer faktörlerle beraber göz önünde
bulundurulduğunda, özellikle bu dönemde gelişen bilişim teknolojileri sayesinde bireylerin
kentlere katılımında çaplı bir değişimin taşıyıcısı durumuna gelmiştir.
Ulaşım alanındaki değişmeler, insanların kolay yer değiştirmelerini sağlamakla birlikte;
kırsal kesimin ekonomik açıdan pazara açılmasını da kolaylaştırmıştır. Bu da kentle
184 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.68
47
etkileşimin artmasına yol açmıştır. Ulaşım ve haberleşme alanında sağlanan ilerlemeler
kentleşmeyi etkileyen önemli bir öğedir.185
4-Siyasal sebepler
Kentleşmenin önemli nedenlerinden birisi de siyasi alanda yaşanan gelişmelerdir.
Merkezi idare bazen kentleşmeyi teşvik etmiş, bazen ise bu konuda istekli olmamıştır.
Örneğin Cumhuriyet dönemizde ilk yıllarda merkezi idare kırdan kente nüfus akışı sağlayacak
ekonomik ve sosyal değişikliklerden rahatsız olduğu için, nüfusun ağırlıklı olarak köylerde
yaşaması yolunda politika takip etti. Buna mukabil kırsal kesimde önemli oranda destek elde
eden Demokrat Parti, seçmen tabanının talepleri doğrultusunda kentleşme yolunda politika
takip etmiştir. Ülkemizde kentlerin hızlı gelişimi de 1950’li yıllarda başlamıştır.
Osmanlı’da köyden kente göçü zorlaştıran yasalar bulunmaktaydı.186 Köyde yaşayanlar,
köyü terk ettiği takdirde bir bede ödemekle yükümlü tutulmaktaydılar. Bu da kentleşmenin
önünde önemli bir engel teşkil etmekteydi.
Yine ülkemizde özellikle 1980 sonrası Güneydoğu bölgesinde yaşanan gelişmeler
neticesinde merkezi idare eliyle bu bölgede kentleşme mecbur tutulmuştur. Bir yandan
mezralar ve küçük köyler daha merkezi yerlere toplanırken, diğer yandan da bu köylerde ve
ilçelerde bulunan nüfusun da kent merkezlerine akmaları teşvik edilmiştir. Bunun neticesinde
de başta Diyarbakır gibi iller olmak üzere bir çok kentin nüfusu kısa sürede önemli oranda
artış göstermiştir.
Gezme, yerleşme ve ticaret özgürlüklerini kısıtlayan yasaların kaldırılması da,
kentleşme üzerinde etki yapar. Bunun gibi, yönetimde özekçiliğin, kentleşme üzerinde etkili
olduğu bilinmektedir. Paris, Berlin, Moskova, Buenos Aires, devlet sistemindeki güçlü
özekten yönetim geleneğinin ürünüdür. Ayrıca, kimi kentlere, siyasal kararlarla başkent statüsü
verilmesi de, yalnız o kentlerin değil, bulundukları tüm bölgenin kentleşmesini hızlandırır.
Ankara, Canberra ve Brasilia kentleri bunun en yeni örnekleridir. 1920'de 20 bin nüfuslu
bir kasaba olan Ankara, başkent olmasının bir sonucu olarak, 50 yılda 2 milyona yakın nüfuslu bir anakent (metropol) olmuştur. İç Anadolu'nun kentleşme derecesinin, 1947'de %
11'den, 1997'de % 65.6' ya çıkmış olmasında da, Ankara'nın orada bulunmasının,
dolayısıyla başkent yapılmasına ilişkin siyasal kararın rolü azımsanamaz187.
Kentleşmede siyaset, toprak mülkiyeti, tarım ve sanayi politikaları, uluslar arası
anlaşmalar gibi sebeplerle de etkin olmaktadır. Örneğin ülkemizde tarım alanına gereken
önem verilmemesi neticesinde, bu alanda yaşana sıkıntılar kente göçü hızlandırırken,
sanayileşme politikasında yaşanan çarpıklıklar da (tarım arazilerinin sanayiye açılması gibi)
aynı etkiyi göstermektedir. Tarım arazilerinde mülkiyetin belirli ellerde yoğunlaşması, çok
geniş bir nüfusun ise çok küçük parçalarda toprak sahibi olması da kırsalda iticiliğe yol
açmaktadır.
5-Sosyopsikolojik Nedenler
Sosyopsikolojik etmenler, koy ve kent yasam biçimleri, ölçütleri arasındaki ayrımlardan
kaynak alır. Bunlara genellikle, kentlerin çekici özellikleri gözüyle bakılır. Gerçekten, kentlerin
sahip bulunduğu birçok toplumsal ve kültürel olanaklar ve hizmetler çok çekicidir. Kentlerin
özgür havası, daha geniş bir kümenin üyesi olma duygusu, kentli olmanın gururunu paylaşma,
bu etmenlerin başlıcalarıdır. Kimi yerlerde ise, köyden kente göç etmeye, belirli bir toplumsal
aşağılık duygusunu ortadan kaldıran bir "yükseliş" gözüyle bakılır.
185 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.70
186 KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, sf:32
187 KELEŞ, R., Kentleşme Politikası s.31
48
Kimi yazarlar 19. yüzyılın baslarında Amerikan kentinin, herkesin şansını bir kez
denediği bir yer olduğuna değinmektedirler. Bunun gibi, "Istanbul'un taşı, toprağı altın" sözü de
büyük kentin çekiciliğini anlatan bir deyim olarak dilimizde yer etmiştir. Bunun gibi, birçok
köylü çocuğu öğrenimlerini tamamladıktan, askerliklerini yaptıktan sonra kentlerde
yerleşirler. Yurtdışına işçi gönderilmeye başlanan son 35 yılda, yurda donen işçilerde de,
çoğunlukla aileleriyle birlikte büyük kentlerde yerleşme eğilimi vardır. Askere alman erlerin
ailelerine yapılan parasal yardımın, Türkiye’de koydan kente göçü artırıcı bir nitelik taşıdığı da
ileri sürülmüştür.
Sosyo-psikolojik nedenler, kentleşme hareketini oluşturan diğer nedenlerin arasına
karışarak onarı hızlandırıcı ya da ağırlaştırıcı bir etkide bulunur. Günümüzde medya, sosyopsikolojik nedenleri oluşturan en önemli faktördür. Televizyonun yaygın kullanımı ve kolay
ulaşılabilirliği, ayrıca kente daha önce göç etmiş olanların kırsal kesimle ilişkilerin belli bir
ölçüde devam etmesi, kentlerin yaşam biçiminin kırsal alanda iyi bilinmesine yol açmaktadır.
Televizyonun yaygınlaşması ve kırsal alanda da hemen hemen her eve girmiş olması,
insanların başka yaşam biçimlerinden haberdar olmalarını sağlamıştır. Bu durum da
kentleşmenin sosyo-psikolojik nedenlerini hazırlayan ve göçe kaynaklık eden bir faktör
olmuştur188.
Kentleşmenin Olumlu Ve Olumsuz Etkileri
İnsanların bir arada, ortak mekânlarda yaşamalarını sağlayan kentleşme bir takım
imkanları paylaşma veya sorunlara ortak çözümler üretme açısından da bir avantaj olarak
görülebilir. Kentleşmenin olumlu olarak nitelenebilecek yönleri şunlardır:
1.Daha Fazla Yaşam Alanı Sağlaması: Kentleşme yatay değil dikey gelişmeyi ifade
eder. Kentleşme sonunda kentlerde yapılan yüksek katlı binalar bunun tipik örneğidir. Daha
dar alada daha fazla nüfus yaşadığı için, aynı nüfusu tek ya da iki katlı binalarda barındıracak
yerleşim şekillerine göre daha az yer işgal edildiğinden, donatı alanlarının oluşmasına imkan
tanımaktadır.
2.Enerji Etkinliğinin Yükselmesi: Kentsel gelişme çeşitli açılardan enerjide etkinliğin
artmasına neden olabilir. Örneğin müstakil bir evin ısınmasında harcanılan enerji bir
apartmanı ısıtmak için harcanılan enerjiden çok daha fazladır.
3.Etkili Katı Atık Yönetim Sistemleri: Kentlerde oluşturulan geri dönüşüm
merkezleri, çöpleri belirli bir alana yaymaktansa geri kazanma yollarını araştırarak ulusal
kaynakların israfını önleyebilmektedir.
4.Daha İyi Sosyal Olanaklar: Eğitim seviyesinin yükselmesi kentleşmenin önde gelen
faydaları arasındadır.
5.İş İmkânı: Kentleşme bireylere iş bulmada da daha iyi olanaklar sağlayabilir.189
Kentler bir takım olumsuzluklar da üretmektedir. Kentleşmenin yol açtığı olumsuz
etkileri şöyle sıralayabiliriz:
1.İklim Üzerindeki Etkiler: Kentleşme sonucu ortaya çıkan yapılanma aşırı ısınmaya
neden olmaktadır. Örneğin; yollar, binalar, kaldırımlar gün boyu depoladıkları enerjisi
geceleyin serbest bırakarak iklimin aşırı ısınmasına neden olmaktadır.
2.Hava Kirliliği : Hava kirliliği kentlerin temel sorunlarından birisidir.
3.Su Kaynakları Üzerindeki Etkiler: Kentleşme sonucunda ortaya çıkan en önemli
problemlerden biri de su kaynaklarının kirlenmesi ve azalmasıdır. Özellikle büyük kentlerde
yaşanan aşırı su tüketimi su kaynaklarını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Kentlerde yaşanan
çarpık yapılanma suyun hidrolojik döngüsünü de bozmaktadır. Suyun kirlenmesine neden
olan en büyük etken ise lağım sularıdır.
188 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.116
189 AKDOĞAN, Y., Kentleşme Raporu, s.10-11
49
4.Topraklar ve Kır Arazileri : Günümüzde, dünyadaki toplam arazinin yaklaşık
%1’ini kentler kaplamaktadır. Kentsel genişlemenin bugünkü hızıyla devam etmesi dünya
üzerindeki yaşanabilir yerlerin azalmasına neden olacaktır190
ÇARPIK KENTLEŞME
Kavafis bir şiirinde “Bu şehir arkadan gelecektir”191 der. Türkiye’de birçok şehir
arkadan gelmiştir. Önce nüfus hareketi ve istihdam, arkasından bu nüfusa yaşanabilir bir
kent oluşturma çabası görülmüştür. Bu durum çarpık, plansız ve karmaşık kentlerin
oluşması anlamını taşımaktadır.
Büyük ekonomik ve toplumsal değişimlerle birlikte kaçınılmaz olarak, dünyanın her
yanında, Türkiye’den önce veya sonra pek çok ülkede hızlı bir kentleşme temposu gündeme
gelmiştir. Bunun olağan sonucu olarak kentleşmenin hızlanması öncesinde hiçbir kurumun ve
toplumsal kuruluşun öngöremediği veya öngörse de tedbir alamadığı bir denetimsiz değişim
dönemi başlamıştır. Çünkü, bu değişimi yaşayan hemen her toplumda kır-kent dengesi o çağa
kadar görülmedik oranda radikal bir biçimde altüst olmaktadır. Temposu ülkeden ülkeye
farklılaşsa da, nüfusunun yaklaşık %10-15'i kentte yaşayan toplumlar sözü edilen bu süreçte,
neredeyse yüzyılı aşmayan bir tarihsel aralıkta, nüfuslarının % 80, hatta 90'ları kentte yaşayan
toplumlara doğru evrilmişlerdir. Hiçbir ülkede mevcut kentler bu yüksek değişim temposunu
sorunsuz, yani "çarpık olmayan" bir biçimde kaldırmayı sağlayacak nitelikte örgütlü
değildir.192
Dünyanın en hızlı gelişen 20 kentinin yarısı Asya’dadır. Önümüzdeki 30 yıl içinde
dünya nüfusuna eklenecek 2-3 milyar insanın 3/5’inin Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki
azgelişmiş ülke kentlerinde toplanması beklenmektedir.193 Küreselleşme süreciyle bugün,
sözü edilen güney ülkeleri, azgelişmiş ülkelerdeki metropolitenleşme sürecini son derece
kontrolsüz bir şekilde yaşamaktadırlar. Buna göre; merkez ülkelerde düzenli büyüklük
kademelenmesi ve karşılıklı ilişki temelinde oluşan metropoliten alan, güney ülkelerinde
çevresindeki yerleşimlerin küçülmesi pahasına gelişen ‘tek hakim şehir’ şeklinde ortaya
çıkmaktadır. Yani, gelişmişlerde kentleşme eşit bir şekilde gerçekleşirken azgelişmişlerde
serbest ticaretin de etkisiyle, kentsel yığılmalar oluşmaktadır. Öyle ki, 33 milyonluk Mısır
nüfusunun 20 milyonu İskenderiye ve Kahire’de toplanmıştır.194
Nüfusun belli merkezlerde toplanması çarpık kentleşmeye davetiye çıkarmak anlamına
gelmektedir. Çünkü ülkelerdeki demografik hareketler çoğunlukla uzun vadeli olarak
kestirilemeyen, planlanamayan ve yönlendirilemeyen bir boyut taşır. Çarpık kentleşmede ya
belli sanayi merkezleri etrafına nüfusun öbekleşmesi şeklinde yeni bir kentin doğması
şeklinde ortaya çıkmakta ya da varolan eski bir kentin aldığı yoğun göçle istiap hacmini
aşması şeklinde gerçekleşmektedir.
Küçük üreticilerin gelişmesiyle sanayileşme yolu ele alındığında, kent merkezi etrafında
toplanmış bulunan küçük üreticiler başarıya ulaşıp orta ölçeğe geçmeye başlayınca kentin
çevresine sıçramaktadır. Kentin merkezi çevresindeki bu küçük üreticiler alanı küçük
girişimcileri geliştiren bir kuvöz işlevi görür. Ticarette sağlanan birikimden sanayiye geçiş
Türkiye de sık rastlanan bir yoldur. Ticarette orta boy sanayi kurabilecek birikimi sağlayan
girişimciler kentin yakın çevresinde sanayi kurma eğilimi göstermektedir. Devlet sanayileri
ise büyük ölçeklidir. Kentin çevresinde toplanan orta ve büyük sanayi çevresinde ucuz emeği
190 AKDOĞAN, Y., Kentleşme Raporu, s.11
191 BEYHAN, Berna, Tarih Kırılgandır, Zipİstanbul, s:6, 26 Nisan-2 Mayıs
192 TANYELİ, Uğur, İçeriksiz Doğrular1, Çarpık Kentleşme, 21.com.tr
193 KAFAOĞLU, A.B., Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal, Türkiye Mühendislik haberleri, Mayıs 1996, sf:44
194 a.g.e., sf:64
50
çekmektedir. Bunlar Türkiye bağlamında kentin çevresinde gecekondu kuşaklarının oluşması
biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Kent içi ulaşım hizmetlerinin örgütlenme biçimi kentin yapılaşmış kesiminden kopmaya
olanak vermemektedir. Bu durumda kent yüksek yoğunluklu olarak, bir yağ lekesi gibi
büyümektedir. Kent merkezlerinde yık-yap süreçlerinin işleyişine, dolayısıyla tarihsel ve
kültürel değerlerin tahrip edilmesine, sürekli olarak yoğunluk artışına ve yeşil alanların yok
oluşuna, sosyal altyapıların yetersiz kalışlarına neden olmaktadır. Kentin büyüme biçimi
sürekli olarak yaşam kalitesini düşürücü sonuçlar doğurmaktadır.195
İngiliz sanayileşmesinin ve kentleşmesinin Türkiye’ninkinden iki yüzyıl önce zirve
noktasına ulaşmış oluşu, orada üretilmiş tedbirleri, yöntemleri ve yasal altyapıyı aynen alıp
uygulanabilmesini sağlamıyor. Çünkü her toplum başkalarınınkiyle önemli benzerlikler taşısa
da, kendi özgül kentleşme sürecini yaşıyor.
Türkiye’nin kentleşme sürecine bakıldığında, bunun kentlerin işgücü ihtiyacından
kaynaklandığı söylenememektedir. Buna karşılık, Türk toplumunda var olan sosyal
dayanışma ve karşılıklı bağımlılık gibi hususlar İngiliz toplumu için bire bir aynı değildir.
Oysa, kentleşme her ne kadar nüfus ve mekansal büyüme temelinde gelişen bir olgu ise de,
gerçekte içerik itibarı ile sosyal bir vakıadır. Sosyal konularda ise her toplumun özellikler
farklıdır ve bu farklılıklar üzerine çözümlerin bina edilmesi gerekmektedir.
Kentleşme sürecinde bir kentin diğerlerine göre daha hızlı büyümesi, ülke dengelerini
çok ciddi oranda olumsuz etkilemekte ve ileri aşamalarda çözümü de adeta
imkansızlaştırmaktadır. Örneğin, İstanbul’un aşırı büyümesi ve finans, ticaret merkezi haline
dönüşmesinin sonucu olarak, yatırımcılar için de öncelikle tercih edilen bir yer almasını
sağlamaktadır. 10 milyon nüfusun çok dar bir alanda bulunduğu Pazar varken, çok daha geniş
alanda ve çok daha az nüfus cazip bir azar olarak görülmemekte ve girişimciler büyük pazarı
tercih etmektedir.
Netice olarak çarpık kentleşmeyle ilgili şu hususlar vurgulanabilir:
- Kentler birçok yerde en verimli tarım arazileri üzerine kurulmaktadır. Örneğin,
ülkemizin tarım topraklarının % 3’ünü teşkil eden birinci sınıf tarım toprakları kentleşme
sürecinde yok edilmiştir.196 İstanbul’un 1950’li yıllarda bostan olan alanları bu gün çok katlı
binaların yükseldiği yerlerdir.
- Rasgele gelişme sonucu parklar, kamuya açık dinlenme ve eğlence yerleri ve doğal
manzaralar yok olmaktadır. Yine kamuya ait olması gereken sahil kesimleri binalar tarafından
işgal edilmekte ve kent sakinleri için adeta yasak bölgeler haline gelmektedir.
- İnşaatla dolan alanların yeniden açık hale getirilmesi mümkün olamamaktadır.
- Sonradan götürülen su, kanalizasyon, ulaşım ve diğer kamu hizmetleri daha pahalıya
mal olmaktadır.197 Özellikle aşırı büyük ve yoğun kentlerde bu problem daha da artmaktadır.
Örneğin, İstanbul’un dar alanda sıkışmış nüfusunun ihtiyacının karşılanabilmesi için çok
pahalı teknolojilerin kullanılması gerekmektedir. Yeni ulaşım yollarının açılmasında, fiziki
yatırımın çok üstünde kamulaştırma giderleri söz konusu olmaktadır.
- Gecekondulaşma ciddi bir hukuksuzluk ve kontrol edilemeyen bir keyfilik ortamı
üretmektedir.
- Nüfusun kent alanında süratle ve büyük yoğunlukla metropol alanlara doğru
kayması, yatırım olanaklarının kısıtlı olduğu, eğitim yetersizliği gibi nedenlerle vasıfsız iş
gücü arzı büyük boyutlara ulaşmakta, işsizlik oranı ise kırsal kesimlerin 2.5 katını aşmasına
neden olmaktadır. Kentlere göç sırasında kırsal alanda ücretsiz aile işçisi olarak aktif gözüke
195 Habitat II Türkiye Ulusal raporu
ve Eylem Planı, sf:26
196 CANSEVER, Turgut, Habitat II Vesilesi İle İnsan, Konut ve Şehirleşme, yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 89
197 GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB
Yayınları, 1998, sf: 217
51
kadınların büyük bölümü işsiz konuma gemlete ve kadınların kentlerde iş gücüne katılma
oranları % 17 civarında kalmaktadır.198
- Aşırı kentleşme, sürdürülebilir kentleşmeyi engelleyen bir özellik göstermektedir.
Bilindiği gibi, “Sürdürülebilir kentler” kavramı, insan gereksinimlerine günümüz kentlerinden
daha iyi yanıt veren kentlerin oluşturulmasının yanı sıra, kent sistemlerinin gelecek kuşakların
gereksinimlerinin kısıtlanmasını engellemeyecek biçimde geliştirilmesi gerekliliğini
tanımlamaktadır.199 Oysa, aşırı ve çarpık büyüyen kentlere doğal kaynaklar hızla yok olmakta,
doğa, bir daha dönüştürülemeyecek biçimde tahrip edilmektedir.
Bu konularda özetle alınabilecek tedbirler şöyle sıralanabilir:
- Kentleşmenin yönlendirilmesinde ve kentsel alanların düzenlenmesinde kırsal alanlar
ile karşılıklı etkileşim ve dengeler göz önünde tutulmalıdır.
- Yakın kırsal alan ile ucuz ve düzenli bir ulaşım ağı oluşturularak, şehre yerleşmeden
şehrin imkanlarından faydalanma olanakları oluşturulmalıdır.
- Uzak kırsal alan ile şehir arasında en azından ekonomik göçü kontrol altına
alabilecek tampon sanayi bölgeleri kurulmalıdır.200
- Mevcut imarsız konut stoku için yasal bir zemin oluşturmak, halihazırdaki sosyal
donanımlar (okul, sağlık ocağı, çocuk parkı, cami vs.) ve teknik altyapıdaki (su şebekesi,
kanalizasyon, drenaj, yol) eksikliklerini gidermek olmalıdır. Mülkiyet sorunu çözülmelidir.
- Kendi evini kendin yap mantığı çerçevesinde vatandaşlara (arsa, proje, teknik
konular ve finansman gibi konularda) yardımcı olunmalıdır.
- Dar gelirli aileler için uygun bedel ve ödeme kolaylığı sağlanmalıdır.
- Mevcut yerleşim alalarının ıslahı ve dönüşümü için çaba göstermenin yanı sıra, yeni
yerleşime açılacak alanlarda, dünya standartlarına uygun donatı alanları hazırlanmalı ve bu
yerlerin alt yapı hizmetleri yapılaşma başlamadan önce bitirilmelidir.
- Kaçak yapı ve gecekondulara karşı daha caydırıcı önleler alınmalı, sadece göz yuman
kamu yönetimine değil, yapanlara da ciddi cezalar getirilmelidir.
TÜRKİYE’DE CUMHURİYET DÖNEMİ KENTLEŞME
Modern Türkiye bir anlamda. iç ve dış göçler ile inşa edilmiştir. Ulusal inşa döneminde,
yeni ülkenin sınırları dışında kalmış bazı Türk ve Müslüman kökenli topluluklar getirilmiş ve
yeni Türk ulusunun temellerine eklenmiştir. Gerek bu toplulukların ülke içindeki yerleşmeleri, gerekse de sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan kırdan kente göç olgusu bu topraklarda
sürekli bir göç olgusu ile birlikte yaşama zorunluluğu getirmiştir. Hızlı toplumsal değişimin
bir sonucu olarak ortaya çıkan göç, paralelinde hızlı bir toplumsal değişime de neden olmuştur201.
Aşağıdaki tabloda ülkemizdeki kentli nüfusun nasıl hızlı bir şekilde büyüdüklerini açık
bir şekilde göstermektedir.
Nüfusu 20.000 Ve Daha Fazla Olan Yerleşmelerde Yaşayan (Kentli) Nüfus Oranı
YIL
Toplam Nüfus
Kent Nüfusu*
Kent Nüfus
Oranı (%)
Kır Nüfusu
Kır Nüfus
Oranı (%)
198 PEYRCİOĞLU, Nevin, ÜSTÜNIŞIK, Belma, Habitat II’ye Doğru Yerelleşme-Konut, Altyapı, Yerel Yönetimler ve İstanbul Örneği, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan
1996, sf: 129
199 ERTÜK, Hasan, Sürdürülebilir Kentler, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 174
200 GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB
Yayınları, 1998, sf: 218
201 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.207-208
52
1970**
35.605.176
10.221.530
28,7
25.383.646
71,3
1975**
40.347.719
13.271.801
32,9
27.075.918
67,1
1980**
44.736.957
16.064.681
35,9
28.672.276
64,1
1985**
50.664.458
23.238.030
45,9
27.426.428
54,1
1990**
56.473.035
28.958.300
51,3
27.514.735
48,7
2000***
67.420.000
39.815.727
59,1
27.604.273
40,9
2001***
68.529.000
40.881.741
59,6
27.647.259
40,4
2002***
69.626.000
41.953.824
60,2
27.672.176
39,8
20003***
70.712.000
43.033.989
60,8
27.678.011
39,2
(*) Kent, 20.000 ve daha fazla nüfusu olan yerleşmedir.
(**) Sayım tarihi İtibariyle
(***) Yıl ortası itibariyle tahmin
Kaynak: 9.Kalkınma Planı(2007–2013) Yerleşme Kentleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu Şubat 2006
s.18.
1970 ve 2000 arasında, 20 bin ve üzerinde nüfusa sahip kentsel yerleşmelerde yaşayan
nüfusun toplam nüfus içindeki payının yaklaşık %30’dan (10,2 milyon kişi), %60’a (40.8
milyon) yükseldiği görülmektedir.
Türkiye’de kentlerin çekiciliğinin sebeplerini şöyle sıralayabiliriz.
1.Kentlerdeki iş olanakları, iş gücü artış hızının çok altında gelişmekle birlikte, yine de
sanayideki yüksek ücretler çekicilik konusunda önemli bir yere sahiptir.
2.Özellikle büyük kentlerde, “marjinal sektör” diye adlandırılan bir sektörün gelişmiş
olması dolayısıyla göç eden insanları bu alanlarda, çalışarak yaşamlarını sürdürebilirler.
3.Kentlerde ister sanayi alanında ister hizmet alanında istihdam edilsin, sigortalı çalışma
oranı daha yüksektir. Bu da insanları geleceklerini güvence altına almak isteğinden dolayı
kente göçü teşvik etmektedir.
4.Her ne kadar kentlerde gerek eğitim gerekse sağlık olanakları yeterli düzeyde değilse
de kırsal kesime göre oldukça ileri düzeydedir. Özellikle eğitim konusunda aileler
çocuklarının kendilerinden daha iyi bir eğitim almalarını istemektedir. Bu istek de kentlerin
çekiciliğini artırmaktadır.
5.Toplumun kültürel değerleri de kente göçü hızlandırmaktadır. “boğulursan büyük
denizde boğul”, “İstanbul’un taşı toprağı altındır.” Gibi halkın arasında yaygın olarak
kullanılan deyimler de kentlerin cazibesini artırmaktadır.
6.Hem kırsal alanın iticiliği hem de kentlerin çekiciliği çerçevesinde
değerlendirilebilecek güvenlik sorunudur. Eskiden kan davası gibi nedenlerde kaynaklanan
göç, son 10 – 15 yıldan beri özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da terör ve güvenlik
nedeniyle yaşanmaktadır202.
7.İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan Marshall yardımı sonucu kırsal bölgelerde sağlık
koşullarında iyileşmenin ve bebek ölümlerinin azalması ve bunun sonucu olarak nüfusun %
2.8 oranında artması.203
GÖÇ TÜRLERİ
1. Geçici Göçler
202 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.117-118
203 VERGİN, ur, Din, Toplum ve Siyasal Sistem, Bağlam Yayınları, İstanbul 2000, sf: 134
53
- Mevsimlik
- Günlük ve kısa dönem
2. Transferler; Tayin ve görev nedeni ile göç edenler
3. Uzun dönem göçleri
- İş /çalışma nedeni ile göç edenler
- Hayat-boyu göçmenler
- İskân ve çeşitli nedenlerle göç ettirilenler
4. Göçmen olmayanlar
- Hiçbir zaman göç etmeyenler
- Potansiyel göçmenler
1950’lere kadar devlet düzeyindeki kimlik öne çıkmıştır. Özellikle 1920’ler ve
1930’larda gerçekleştirilen devrim veya “inkılâp”larla devlet yeni bir birey ve toplum modeli
inşa etme sürecine girişmiştir. Kentte dönüşüm süreci tamamlanmadan göç baskısı
istenmemiş, köy enstitüleri gibi uygulamalarla halkın köyünde tedrici dönüşümü sağlanmaya
çalışılmıştır. 2. Dünya savaşı sürecinde güvenlik arayışı, kentlerin cazibesini azaltmıştır.
Genelde dünya sistemi ile eklemlenmesi hızlanan Türkiye'deki toplumsal oluşum içinde
tarımın makineleşmesi ve modernleşmesi, geleneksel toprak sahipliği rejiminin değişmesi,
topraksızlaşma ya da toprakların belirli ellerde toplanması, ulaşım koşullarındaki gelişmeler
gibi etkenlerle kırsal alanlarda yaşayan nüfus kentsel alanlara doğru hızla hareketlenmiştir.
Bu hareketlenme 50'li ve 60'lı yılların içgöçünü ortaya çıkarmıştır. Burada göçe ivme veren
etkenler arasında nüfus artışı, tarımdaki düşük üretkenlik ve kırsal alandaki artan işsizlik ve
eğitim nedeniyle kentlere yönelme de sayılabilir. Bu dönem köyden ve köylülükten hızla
uzaklaşma dönemidir.
Daha sonra 60'lı yılların sonları, 70'li yıllar ve 80'lerin başına kadar daha çok kentsel
alanlardaki dönüşümün belirleyiciliği, bir anlamda "çekiciliği" ile anlatılabilir. 1980'li ve 90'lı
yıllar içinde ise, içgöç olgusu ve süreçleri modernleşme temelindeki toplumsal dönüşümün
yeni iletişim teknolojileri ile daha da yoğunlaşması sonucu ve toplumsal "hareketliliğin her
anlamda "iletici" etkenlerin daha da artması ile yeni bir döneme girmiştir.
Doğu ye Güneydoğu'dan hem can-mal güvenliği olmadığı hem de savaş-ben-zeri durum
nedeniyle yer değiştirmeye zorlanmaları sonucu önemli oranda bir nüfus, önce daha güvenli
görünen civar illere, sonra da İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Mersin başta olmak üzere, Batı
ve Orta Anadolu'ya göç ederek, söz konusu yerleşim yerlerinin zaten varolan kentsel
sorunlarını daha da yoğunlaştırdı.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde zorunlu bir göç süreci yaşandığı bilinmektedir. Bir
önceki dönemde bütünleştirici kentleşme terimi ile ifade edilen süreç, bu yeni dönemde yerini
daha gergin ve dışlayıcı bir kentleşme sürecine bırakmıştır. Bu zorunlu göç sürecinin
1990’ların kentlerinde silinmez izler bıraktığı ve kent içinde yaşanan gerilimi arttırıcı bir rol
oynadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu göç eden kitle, öncekilerin tersine kendi isteği dışında göç
etmek, kırsal kesimdeki tüm mal varlığını bırakmak zorunda kalmıştır204.
Bir önceki dönemde kent ile bütünleşmenin bir yolu olan hemşerilik ilişkileri ve bu
ilişkiler üzerinde kurulan dayanışma ağları, bu kez tam tersi bir işlev görmekte ve kentlerde
içe kapalı cemaatlerin oluşumunu hızlandırmaktadır. Varoşlar, arka mahalle gibi terimlerle
ifade edilen kente küskün, hemen hiçbir gelecek umudu olmayan bu kitledir. Bu
kutuplaşmanın mekânsal olmanın da ötesinde boyutlar kazandığı, kent içinde yaşayan
kesimlerin gündelik yaşamlarının hemen her aşamasını birbirine dokunmayan ağlar türünde
örgütledikleri, bu grupların örneğin farklı ulaşım araçlarını kullandıkları, farklı eğitim ve
204 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
54
sağlık kurumlarından yararlandıkları, kısacası birbirinden hızla kopmakta oldukları da
gözlenmektedir.205.
Sürekli göç yolunun seçilmesi ve köyün giderek boşalması, terk edilmiş köyler
oluşturmaktadır. Bu köyler genç ve orta yaşlı çiftçilerin köyü terk etmesiyle, önce yaşlıların
ve çocukların oturduğu köyler haline gelmekte daha sonra ya tamamen boşalmakta veya
emekli olanların gelip oturduğu köy haline dönüşmektedir206.
Yüzyıllardan beri 40-50 bin insanın yaşadığı kasabalar, kısa sürede milyonluk
merkezlere dönüştür. Şehirlere sonradan gelen insanlar, yerli nüfustan kat kat fazla olunca,
etkileme tersine döndü. Artık azınlıka kalan şehirler, köylüleri değil, köylüler şehirlileri
etkilemeye başladı. Şehirler köyleşti, şehir kültürü istilacı köylülerce dejenere edilip,
tamamen yok olma tehlikesiyle karşılaştı. Şehir kültürünün uğradığı bu yıkım, kendi yerli
sanayini kurabilen Batı ülkelerinde kısa sürede tamir edildi. Bu ülkelerde sanayi zaten
kültürün bir öğesi olarak geliştiğinden, kısa sürede sanayi toplumuna özgü yeni bir şehir
kültürü üretildi. Farklı çevrelerden gelen milyonlarca insanın bir arada yaşamasını sağlayan
bu kültür, belli ölçülerde eski kültürün izlerini de taşıyordu. İthal sanayi ile kalkınmaya
çalışan ülkelerde ise bir an önce Batıya yetişmenin telaşıyla kültür konuları ihmal edildi. Bu
ihmalden doğan boşluk, teknolojiyle birlikte giren batı kültürünce dolduruluyordu. Ancak, bu
konuda hiçbir hazırlık olmadığından, batı kültürünün de yeterince anlaşılarak alındığı
söylenemez207.
Göçün köyde kalanları da köyden gidenler kadar değiştirdiğini çarpıcı olarak
göstermiştir. Köyde kalan hanenin, kente giden üyeleri ile birlikte bütünleştirilmiş kırsal kentsel genişletilmiş hane oluşturduğunu ve ataerkil aile reisinin yeniden dağıtımcı bir
yaklaşımla bu yeni kurumu yönettiğini göstermiştir. Aile reisinin ölümüyle, bu birlik
dağılmaktadır; hatta daha sonraki dönemlerde aile reisi sağken bile kentteki evlat evlenip
çocuğu olunca, köye para göndermemeye başlamakta ve giderek bütünleştirilmiş kırsalkentsel hane dağılmaktadır. Köyde kalan evlat, yavaş yavaş "köyde istikbal yok", "kente
gidenin istikbali var" algılamasına doğru gitmekte, ancak yaşlı anne-babayı bırakıp kente
gidememektedir.208.
Türkiye’de göç olgusu iş imkânlarıyla önemli oranda doğrudan ilgili ise de, bu konuda
da ilginç bir çarpıklık yaşanmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre 2000 yılı
itibarıyla kentlerde işsizlik oranı % 8.9 iken, kırsal alandaki işsizlik oranı ise % 3.7’dir. Bir
başka ifade ile, kentlerdeki işsizlik oranı kırsaldaki işsizlik oranının 2.4 katıdır.209
Kentlerde işsizlik oranının kırsal kesime göre çok fazla olması, kırsal alandan ketlere
göçün sebebinin ekonomik olmadığı sonucunu göstermekte ise de, aslında konuya daha
yakından bakıldığında böyle olmadığı görülecektir. Yine DİE verilerine göre 1994 yılında
kentte yaşayanların kişi başına geliri 47.7 milyon iken, kırsal alanda kişi başına gelir 24.9
milyon liradır. Bu da göstermektedir ki, her ne kadar kırsalda işsizlik oranı düşük ise de,
emeğin ücreti de ciddi oranda düşüktür. 21994 yılında Kentte aylık 80 milyon olan çalışan
kişinin geliri, kırsal alada 45 milyon liradır.
Dolayısıyla, kırsal alanda her ne kadar işsizlik oranı az görünüyorsa da, aslında iş sahibi
görünenlerin önemli bölümü gizli işsizdir ve geliri çok düşüktür. Bu olumsuzluk, geçim
problemini hat safhaya çıkarmakta ve insanlar bir ümit olarak şehirlere akmaktadır.
2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Türkiye’nin toplam nüfusu 67.803.927, il ve
ilçe merkezlerinin nüfusu 44.006.274, bucak ve köylerin nüfusu ise 23.767.653 olarak
205 IŞIK, O., Kent, yerel siyaset ve demokrasi s.280-291
206 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.28
207 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.121
208 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.32-33
209 DİE, Devlet İstatistik Yıllığı, 2001,
55
belirlenmiştir. Ülkemizde Cumhuriyetin ilanından 1950 yılına kadar olan dönemde, ölüm
hızının azalması ve doğum hızının artması ile yıllık nüfus artış hızı yükselmiştir. 1923 ve
1955 yılları arasında Türkiye’nin nüfusu, yaklaşık iki kat artarak 13 milyondan 24 milyona
ulaşmıştır. Nüfus artış hızının en yüksek olduğu dönem binde 28.5 ile 1955-60 dönemidir.
1950’li yıllardan sonra doğurganlık azalmaya başlamıştır. Ancak, doğurganlıktaki azalma
hızı, ölüm hızlarında meydana gelen azalmadan daha az olduğu için nüfus büyümeye devam
etmiştir. 1955 ile 1985 yılları arasında, nüfus yeniden ikiye katlanarak 24 milyondan 51
milyona ulaşmıştır. 1985 yılından sonra nüfus artış hızı düşme eğilimine girmiştir. Yıllık
nüfus artış hızımız; 1980-1985 döneminde binde 24.9, 1985-1990 döneminde binde 21.7
iken 1990-2000 döneminde bu hız binde 18.3’e düşmüştür. Nüfusumuz yaklaşık son 75 yılda
yedi kat artmıştır.
2000 Genel Nüfus Sayımı
Türkiye’nin 1990-2000 dönemindeki yıllık nüfus artış hızı binde 18.3, il ve ilçe
merkezlerinin yıllık nüfus artış hızı binde 27.0, bucak ve köylerin yıllık nüfus artış hızı binde
3.9 olarak gerçekleşmiştir.
81 il içinde en fazla nüfusu olan ilk üç il sırasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir’dir.
2000 yılında İstanbul’un nüfusu 10.018.735, Ankara’nın nüfusu 4.007.860 ve İzmir’in nüfusu
3.370.866 olarak gerçekleşmiştir.
81 il içinde nüfus artış hızı en yüksek olan ilk üç il sırasıyla Antalya, Şanlıurfa ve
İstanbul’dur. 1990-2000 döneminde Antalya’nın yıllık nüfus artış hızı binde 42.2,
Şanlıurfa’nın yıllık nüfus artış hızı binde 36.1 ve İstanbul’un yıllık nüfus artış hızı ise binde
33.2 olarak gerçekleşmiştir.
81 il içinde nüfus artış hızı en düşük olan ilk üç il sırasıyla Tunceli, Ardahan ve
Sinop’dur. 1990-2000 döneminde Tunceli’nin yıllık nüfus artış hızı binde -35.6,
Ardahan’ın yıllık nüfus artış hızı binde -20.2 ve Sinop’un yıllık nüfus artış hızı binde –16.2
olarak gerçekleşmiştir.
56
NÜFUS ARTIŞ HIZI (Yüzde)
6
TÜRKİYE
İSTANBUL
5,49
5,14
5
4,48
4,09
4,18
Nüfus Artış Hızı (%)
4
3,96
3,45
3
2,85
2,52
2,5
2,89
2,5
2,2
2,46
2
2,1
1,51
1
0
1960
1965
1970
1975
1980
1985
1990
1997
Ülkemizdeki yedi coğrafi bölgeye göre nüfus artış hızı en fazla olan bölge Marmara
Bölgesi, en az olan bölge ise Karadeniz Bölgesidir. 1990-2000 döneminde Marmara
Bölgesindeki yıllık nüfus artış hızı binde 26.6, Karadeniz Bölgesindeki yıllık nüfus artış hızı
binde 3.6 olarak tespit edilmiştir.
1927’den 1950’ye tam yirmi üç sene içerisinde şehirli nüfustaki artış sadece %0.82’lik
bir büyüklüğe tekabül etmektedir. Bir başka ifade ile yirmi üç sene içinde köylerde
yaşayanlardan çok az bir miktarı şehirlere göç etmiştir. Bir bakıma herkes doğduğu yerlerde
kalmış, orada hayatını kazanmaya çalışmıştır. Son derece statik, donuk bir toplum yapısıyla
karşı karşıya olduğumuz ve toplumsal hareketliliğin çok yavaş seyrettiği söylenebilir. Çok
partili siyasal hayatın başlaması ve liberalleşme eğilimlerinin belirmesiyle birlikte Türkiye’de
toplumsal hareketliliğin de giderek artmaya başladığı, şehirli nüfusun genel nüfus artışından
daha yüksek oranda arttığı, köylük yerlerde yaşayanların oransal olarak giderek gerilediği
gözlenmektedir. 1955 nüfus sayımına göre şehirli nüfusun genel nüfus içindeki oranı % 28.79,
1960 sayımına göre de % 31.92’ye yükselmiştir. 1950’den 1955’e kadar beş yıllık dönemde
25.04’ten 28.79’a yükselmiş olması son derece önemli bir göstergedir. Yirmi üç yılda
gerçekleşenin nerede ise dört misli büyüklüğünde bir artış beş yıl içinde gerçekleşmiştir. Bir
başka ifade ile yirmi üç yıl içinde köylerden şehirlere gelenlerin birkaç misli beş yıl içinde
gelmiştir.210
Altmışlı yıllarda bu eğilimin daha da hızlandığı ve 1970’te şehirli nüfusun % 38.45’e
ulaştığı tespit edilmiştir. 1975’te bu oran % 41.81’e, 1980’de % 43.91’e, 1985’te %53.03’e,
1990’da % 59.01’e, 2000’de ise % 64.9’a ulaşmıştır. Bu durumda özellikle yetmişli yıllarda
köylerden şehir merkezlerine çok hızlı bir göç yaşanmıştır; bu eğilimin doğal sonucu olarak
bir yandan şehir merkezlerinde nüfus yığılması ve kontrolsüz bir büyüme gözlenirken diğer
210 DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbul Dergisi, s:32, sf:28
57
yandan köylük yerlerin boşalması ve köylü nüfusun oransal olarak hızla gerilemesi söz
konusu olmuştur. 1965’te % 35’lerde seyreden şehirli nüfus tam otuz yıl sonra ikiye katlanmış
bulunmaktadır. Bunu tersinden değerlendirdiğimizde bu zaman zarfında köylük yerlerde
yaşayanların oranında tam yarı yarıya bir gerileme yaşanmıştır.211
İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, hem nüfus hem gelirdeki paylarını artırma
bakımından bir büyüme kutbu niteliği taşımaktadır.212
Ülkenin en büyük yerleşmesi olan, İstanbul metropoliten alanın nüfusu 1950’de 975.000
iken, 1990’da 7.521.000’e yükselmiştir. Kırk yıllık dönem ele alındığında kent her on yılda
nüfusunu ikiye katlamıştır. Bu çok yüksek bir büyüme hızıdır. 1985 –1990 döneminde
metropoliten alanın büyüme hızı yılda binde 46,3 olmuştur. Bu artışın üçte biri doğal artışının
500.000’i doğal artıştan, 1.000.000’u net göçten kaynaklanmıştır.213
2000 yılında Türkiye nüfusu 67.884.903, İstanbul’un nüfusu 10.033.478 olduğu için
İstanbul’un Türkiye nüfusuna oranı % 14.78 şeklinde gerçekleşmiştir.
YILLARA GÖRE TÜRKİYE VE İSTANBUL NÜFUS DEĞERLERİ
YILLAR
TÜRKİYE NÜFUSU
İSTANBUL NÜFUSU
İST/TÜRKİYE
ORANI (%)
1950
20.947 188
1.166.477
5.57
1955
24.064.763
1.533.822
6.37
1960
27.754.820
1.882.092
6.78
1965
31.391.421
2.293.823
7.31
1970
35.605.176
3.019.032
8.48
1975
40.347.279
3.904.588
9.68
1980
44.796.957
4.741.890
10.60
1985
50.664.458
5.842.985
11.53
1990
56.473.035
7.309.190
12.94
2000
67.835.315
10.018.735
14.77
İstanbul’da nüfus artışı halen devam etmekte, ancak, nüfus artış hızı oranı düşmektedir.
Bu da iç göçün giderek azaldığının bir ifadesidir. Örneğin, 1950-665 yılları arasında şehirsel
nüfusun yıllık artış hızı % 5,9 iken 1997-2000 arasında bu oran yıllık % 2,2’ye düşmüştür.
Nüfusun Dağılımı
106
Avrupa Yakası
Anadolu Yakası
1950’de
% 80
% 20
1980’de
% 70
% 30
1985’te
% 68,2
% 31,8
1990’da
% 69,5
% 30,5
1997’de
% 69,2
% 30,8
211 a.g.e. sf:29
212 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf:21
213 a.g.e.sf: 22
58
2000’de
% 63,4
% 36,6
Türkiye’nin nüfusu içinde İstanbul’un payı, kapladığı yüzölçümü ile orantılı olmayacak
şekilde artmıştır. Türkiye nüfusu içinde İstanbul ilinin payı 1927-1950 arasında % 5’ler
civarında seyrederken, 2000’de % 14.77’ye yükselmiştir. Türkiye’nin yüzde birinden az
(%0,71) bir alan üzerine kurulmuş olan İstanbul, ülke nüfusunun yedide birini
barındırmaktadır. Buna mukabil İstanbul şehri, iktisadi ve finansal parametreler açısından,
ülkenin yaklaşık üçte bir değerine sahip bulunmakta, kültür, medya vs. alanlarda bütün
Türkiye’ye tesir etmektedir.214
İstanbul’un tabii nüfus artışı azalmakta, buna mukabil dıştan gelen göçlerle, nüfusu
artmaktadır. Türkiye’nin batısı ile Marmara bölgesinde ve tahsisen İstanbul’da 1960’tan bu
yana uygulanan nüfus ve aile planlaması politikaları, değişen sosyo-ekonomik ve kültürel
yapının da tesiriyle sonuçlarını vermiş ve nüfus artış hızı azalmıştır. Fakat yatırımların ve
iktisadi faaliyetin cazibesi sebebiyle İstanbul’a göç dalgaları 1950-1990 arasında artmıştır.215
1950-2000 arasında Türkiye’nin nüfusu 3.2 kat artarken, İstanbul’un nüfusu 8.6 kat
çoğalmıştır.
İstanbul’un nüfus yapısında İstanbul doğumlular azınlıktadır. 2000 sayımına göre,
İstanbul nüfusunun 5 37’si İstanbul doğumludur. Yani, birkaç nesilden bu yana İstanbul’da
yaşayanları bir tarafa bırakalım, halen İstanbul’da doğmuş olanlar azınlıkta olup nüfusun 5
37’sini teşkil etmektedir.
İstanbul’da Türkiye genelinden farklı olarak şehirli nüfus oranı çok yüksektir (%90.6).
Bucak ve köylerde yaşayanlar azınlıktadır. Fakat, bu oran 1985 yılında % 95.17 iken, 2000’de
% 90.6’ya düşmüştür.
İstanbul şehrinin nüfus dağılım yapısı değişmiş, merkez ilçeler boşalırken, göç edenler
çevre ilçelere yönelmiştir. Fatih, Eminönü, Beşiktaş ve Beyoğlu nüfus kaybederken,
Bakırköy, Kartal, Pendik, Ümraniye ve Gaziosmanpaşa gibi ilçeler büyümüştür. İstanbul’un
bu yapılaşmasında sanayileşmenin ve iktisadi politikaların tesiri büyüktür. 1923-1950
arasında sanayide devlet yatırımlarının hakim olduğu dönemde, İstanbul’a hemen hiçbir (KİT)
yatırımı olmamıştır. 1950’den sonra özel sektör yatırımları başta İstanbul olmak üzere büyük
şehirlere yöneldiği için İstanbul’da sanayileşme ile birlikte göçler de artmıştır. Nazım Planlar
ve Bölge Planlama çalışmalarıyla bu durumun düzenlenmesine çalışılmışsa da başarılı
olunamamıştır. 1996’da tamamlanan İstanbul’un onbeş yıllık büyük Nazım Planı
perspektifinde, şehir nüfusunun on üç milyon civarında tutulması esas alınmış, buna dayalı bir
strateji İstanbul’un bir sanayi şehri olmaktan çıkarılması hedef ittihaz edilmiştir. Gaye,
İstanbul’un kültür, sanat, tarih ve turizm ağırlıklı bir ticaret merkezi olmasıdır.216
İstanbul’un aile yapısı Türkiye ortalamasından küçüktür. Türkiye toplamında hane halkı
büyüklüğü 4.5 iken bu oran il merkezlerinde 4, ilçe merkezlerinde 4.6 ve köylerde 5.2’dir.
İstanbul’da ise 3.9’dur.217
İstanbul nüfusunun doğum yeri olarak değerlendirmesi yapıldığında ilk sırayı % 3.75 ile
Sivaslıların, ikinci sırayı % 2.64 ile Kastamonuluların, üçüncü sırayı % 2.45 ile Giresunluların
ve dördüncü sırayı da 2.44 ile Orduluların aldıkları görülmektedir.218
Yapılan aran araştırmalarında İstanbul’a gelenlerin geliş nedenlerinin aşağıdaki gibi
olduğu görülmüştür.219
214 ZAİM, Sabahattin, Takdim, İstanbul Külliyatı Cumhuriyet Dönemi İstanbul İstatistikleri 1, İstanbul Araştırmalar Merkezi, İB.B. Yayınları, 1997
215 a.g.e.
216 a.g.e.
217 DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-Türkiye, Ankara 2003; DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-İstanbul, Ankara 2002
218 a.g.e.
59
İstanbul’a niçin geldiğiniz?
Frekans Yüzde
1993
59,6
435
13.0
427
12.8
194
5.8
73
2.2
47
1.4
45
1.3
39
1.2
24
7
69
2.1
3346
100.0
Tablo incelendiğinde İstanbul’a göçün en büyük sebebinin ekonomik nedenler olduğu
görülmektedir. “Taşı toprağı altın” olarak değerlendirilen İstanbul, bu özelliği ile sürekli
nüfus almaktadır. Birkaç nesildir İstanbul’da olanlar hariç tutulduğunda ikinci sırayı
evliliklerin aldığı görülmektedir. Bu oran aslında kontrolsüz ve aşırı kentleşmenin sosyal bir
yönüne ışık tutmaktadır. Kentlere göçen aileler, köyleri ile bağlantılarını koparmak
istememekte ve evliliklerinde köylerinden, geldikleri yerlerden eş seçmeyi tercih etmektedir.
Bu tercih, İstanbul’un hızlı nüfus artışında çok önemli bir unsurdur.
Eğitim bir başka önemli unsurdur. Kendi eğitimi ve çocuğunun eğitimi için İstanbul’a
gelenlerin toplam oran % 7.1’dir. Bu oran da ülkemizde özellikle yüksel öğrenimde izlenen
yanlış politikanın sonucu yüksek öğrenimin İstanbul başta olmak üzere birkaç büyük kentte
yoğunlaşmasının kentlerde sebep olduğu nüfus artışıdır.
Tayinlerde rastlanan % 7’lik ciddi bir oran da yine bu anda yaşanan yanlış politikaların
sonucudur. İstanbul gibi toplumun her kesiminden insanların yaşadığı kente başta memur
tayinleri olmak üzere değişik illerden tayinlerin yapılması, İstanbul açısından önemli bir
problem doğurmaktadır. İnsanları kendi doğdukları topraklarda görevlendiremeyen yönetim
anlayışının sonucu hem İstanbul,Ankara gibi ilere ciddi nüfus akmaktadır.
Ekonomik sebeplerden
Evlilik
Birkaç nesildir İstanbulluyuz
Kendi eğitimim için
Zorunlu göç
Anavatana dönmem
Çocuğumun eğitimi
Ailem akrabalar dolayısıyla geldim
Tayin
Diğer
PENDİK ÖRNEKLEMİNDE KENTLEŞME
Nüfus ve Gelişim
İstanbul’un nüfus artış hızı yüksek olan ilçelerinden olan Pendik, Tuzla ile birlikte
İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı mahiyetinde olduğundan yoğun bir göç almış ve
kentleşme sürecinde yaşanılan birçok olumsuzluğu yaşamıştır. Bu bölümde Pendik ilçesinin
kentleşme serüveni ve Pendik Belediyesi’nin kent kültürünü geliştirmeye yönelik uyguladığı
Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi’ne vurgu yapılacaktır.
389 bin nüfusa sahip olan Pendik’te yaklaşık 133 bin daire vardır. Gecekondu sayısı ise
8.300’dür. (Bu rakam 1994 yılında 9.881 idi. Aradan geçen süre içinde yeni gecekondu
yapımına müsaade edilmediği gibi,1.800 civarında gecekondu ya tasfiye edilmiş ya da tapu
problemi çözülerek gecekondu vasfından çıkarılmıştır.) 5 köy ve 30 mahalle bulunan ilçenin
özellikle 1980 sonrasında hızlı bir göç akımına maruz kalması kentleşme sürecini olumsuz
etkilemiş; kamusal hizmetlerin talebe karşılık vermesi zorlaşmıştır. 1985 yılında 55.525
kişinin yaşadığı Pendik’in nüfusu 1990 yılında 200.907’ye ve 2000 yılında da 389.657’ye
çıkmıştır. Dolayısıyla ilçenin nüfusu 20 yılda 7 kat artmıştır.
Pendik ilçe sınırları itibariyle güneyde Marmara Denizi kuzeyde Şile, Ümraniye (Ömerli
havzasının bir kısmını da kapsayan orman alanları), doğuda Tuzla, batıda Kartal ve
Sultanbeyli ile sınırlanan 203 km2.lik alana sahiptir.
219 Genar Araştırma, Sosyal Doku Projesi, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, 2001
60
Pendik’te Anadolu’nun çok farklı illerinden vatandaşlar yaşamakta, bazı mahalleler
Karadenizlilerin, Boşnakların, Bileciklilerin veya diğer illerden gelen halkın yoğunlaşmasına
sahne olmaktadır. Bu çok parçalı demografik yapı ilçe düzeyinde bütünleşme, entegrasyon ve
ortak bilinç gelişmesini de olumsuz etkilemektedir.
Günümüzde Pendik sınırları içinde bulunan Ankara asfaltının kuzeyindeki Dolayoba,
Yayalar, Kurtköy, Şeyhli köylerinde 1955-1960 döneminde yüksek oranda nüfus hareketliliği
gözlenmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu’dan gelenlerin kurduğu köyler, bu yıllara değin
sürdürdüğü kırsal yaşamdan farklı bir yapıyla tanışmaktadır. Anadolu kökenli yeni nüfus daha
çok çevredeki sanayide çalışmaktadır.220
1966’da yol istikamet planı karakterinde hazırlanan Kurtköy-Şeyhli-Yayalar Sanayi
Bölgesi Planı ile sanayi yapılaşması kontrol altına alınmak istenmişse de yakın çevresindeki
konut alanları ile iç içe plansız sağlıksız yerleşimler ortaya çıkmıştır. 1955’e değin durgun
olan nüfus bu yıldan sonra İstanbul ortalamalarını geçmiş, Dolayoba’da 1960’ta 1955’e göre
%401 nüfus artışı kaydedilmiştir. Aynı dönemde Şeyhli’de % 84, Yayalar’da % 30,
Kurtköy’de % 27 artış görülür. 1955-1960 döneminde Orta Mahalle’nin, 1970’te Çınardere
Mahallesi’nin,1971’de Kurtuluş(1981’de Dumlupınar Mah. olarak değiştirildi. Mahallesi’nin
kurulduğu Dolayoba 1971’de çevre belediyeleri arasına girmiştir. 1968’de bölünerek
Fevziçakmak Mahallesi oluşturulan Yayalar ise 1976-1978 döneminde çevre belediyesi
statüsündedir.
1980’e kadarki dönemde kuzey yerleşimlerinin nüfus ve mahalle hareketliliği açısından
en aktif bölgesi Dolayoba’dır. Dolayoba’da 1960-1970 arasında yıllık ortalama nüfus artışı
İstanbul ortalamalarının 10 katına ulaşmış, 1970-1975 döneminde % 10’a düşmüş, 19751980’de hızı kesilmesine rağmen gene de İstanbul ortalamasının iki katına yakın artış değeri
kaydetmiştir. Nüfus yapısındaki hareketlilik mahalle sakinlerine de yansımış, mahallelerin ilk
sakinleri olan göçmen nüfusun ve Osmanlı dönemindeki Anadolulu nüfusun yerini iç göçle
kırsaldan gelen Anadolu nüfusu almaya başlamıştır.
1965’e kadar durgun olan Yayalar’da bu yıldan sonra önemli nüfus artışları
görülmektedir. 1965 sonrasında İstanbul ortalamasının altı katını aşan nüfus artış oranı,
yerleşim hareketinin doğuya ve kuzeye doğru yönlendiğini göstermektedir. Diğer taraftan
Kurtköy’de 1970-1980’de İstanbul ortalamasının beş katı, Şeyhli’de 1975-1980’de İstanbul
ortalamasının dokuz katı nüfus artışı kaydedilmiş, kuzeydeki sanayi odağının çevresinde yeni
yerleşim alanları oluşturulmuştur.
1982’de Pendik Tersanesi’nin hizmete girmesiyle, Doğu Mahallesi önceki dönemde
nüfus kaybederken bu dönemde hızla nüfus çekmeye başlamıştır. Kaynarca’da da belirgin bir
nüfus hareketi görülmekte, her iki mahalledeki nüfus artışı İstanbul ortalamasının iki katını
geçmektedir. Yeşilbağlar’da % 5 ile seyreden nüfus, Batı Mahallesi’nde düşmekte,
diğerlerinde durağanlık sürmektedir. Ankara asfaltının kuzeyindeki kırsal alanlarda nüfus
artışı devam etmektedir. Önceki dönemin sonuna hızla büyümeye başlayan Yayalar ve
Kurtköy, nüfus artış hızları düşmesine rağmen bu dönemde en fazla nüfus alan mahallelerdir.
Nüfus artışı Yayalar’da %22, Kurtköy’de %19’dur. Şeyhli (%15), Çınardere (%12) ve
Velibaba (% 8) da İstanbul ortalama değerlerinin üzerinde nüfus almaya devam etmektedir.
Diğer bölgelerde durgunluk söz konusudur. Kaçak yapılanma hız kesmiştir, ancak dönemin
sonuna doğru yürürlüğe giren İmar Affı Yasası (2981) ile 02.06.1981’den sonra yapılan
gecekondular ve 01.10.1983’ten sonra inşasına başlanan imar mevzuatına aykırı yapılan af
kapsamına alınmıştır. Buna göre yerleşme teklifi 1964’te yapılan ancak 1980 yılında
onaylanan İstanbul Metropoliten Alan Nazım Planı (1/50000)’na göre “koruma alanı”
kapsamındaki bölgelerde yapılan yapılar da af kapsamına girmiştir. Bölgenin güneyinde ve
kuzeyindeki mahallelerde oturan nüfusun sosyoekonomik yapısı arasında önemli farklılık
220 SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, Ocak 2002
61
bulunmakta, plansız büyüyen kuzey yerleşmeleri sosyal ve teknik altyapı yönünden de büyük
yatırıma gereksinim duymaktadır. Birbiri ile bağlantılı yerleşmeler arasında ikili bir yapı
ortaya çıkmıştır. Pendik merkezi ve köy merkezlerindeki ilk sakinlerin oranı düşmüştür. İç
göçle gelen nüfus, İstanbul nüfusu içindeki oranı nedeniyle İstanbul yönetiminde de söz
sahibidir. Plansız gelişen bölgelerin bayındır hale getirilmesinin maliyeti ise planlı gelişmenin
birkaç kat üzerindedir.
Bu dönemde kuzeye doğru büyüme su kaynaklarına ulaşmamakla birlikte, orman, tarım,
mera alanlarına doğru yayılmaktadır. 1984 yerel seçimlerinde günümüz Pendik belediye
sınırları içindeki mahalleler 16’ya ulaşmıştır.
Ankara asfaltının kuzeyinde ise, Şeyhli Mahallesi’nin (%19), Velibaba (%12),
Ertuğrulgazi’nin (%10) yıllık nüfus artış ortalamaları yüksek değerdedir. Kurtköy’de nüfusun
düşmesi, yeni mahallelerin ayrılmasından kaynaklanmaktadır. Bu mahallelerde ve Şeyhli’deki
nüfus artışlarında, adı geçen bölgelerde planlı gelişmeyi sağlama üzere hazırlanan “toplu
konut” anlarında uygulamaların tamamlanması ve yerleşime açılmasının da etkisi
bulunmaktadır. AhmetYesevi, Güllübağlar, Fevziçakmak ve Dumlupınar’daki ortalamalar da
%5-6 değeriyle İstanbul ortalamasının üzerindedir. Çamçeşme nüfus kaybederken diğerleri
durma noktasına gelmiştir.221
Pendik’te E-5 çevreyolunun güneyinde kalan mahalleler kuzeydekilere kıyasla görece
gelişmişliğe sahiptir. Göç ve yerleşim hareketliliğin kuzeydeki mahallelerde yoğunlaşması
buralardaki hizmet beklentisinin mahiyetini değiştirmektedir. Güneyde bulunan veya daha
eskiye dayanan mahallelerde hizmetlerde niteliksel dönüşüm beklenirken, kuzeyde bulunan
veya daha yeni dönemlere dayanan mahallelerde hizmetlerin nicelik (sayısal) olarak gelişimi
beklenmektedir.
Kamusal hizmetlerin veya şehir kaynaklarının kullanımı veya kent kültürünün gelişmesi
açısından da mahalleler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Belli yörelerden insanların
öbekleştiği mahallelerin kentin genel havasıyla bütünleşme noktasında olumsuz bir özellik
taşıdığı ve kısmen izolasyona uğradığı söylenebilir.
Örneğin görece gelişmiş olan ve merkeze yakın mahallelerden Batı, Doğu, Kaynarca
Mahallelerindeki park ve oyun gruplarının çok az gördüğü ve kullanım sürelerinin daha uzun
vadeli olduğu görülmektedir. Buna rağmen Ertuğrulgazi, Harmandere, Ahmet Yesevi ve Fatih
Mahallelerindeki park ve oyun gruplarının her yıl tamir görmektedir. Yoğun göç alan ve
gelişmesini tamamlamamış mahallelerde salıncakların zincirleri koparılmakta, tahteravalli
oturakları kırılmakta, oturma banklarının ahşap kısımları sökülerek çalınmakta, yeşil
alanlardaki fidanlar kırılmakta, park etrafındaki çitlerin telleri yırtılmaktadır. Tarihi bir
görüntü vermek için mahallelere yapılan Osmanlı tipi çeşmelerin muslukları çalınmakta,
seramik ve mermerleri tahrip edilmektedir. Kent kaynaklarını kullanma kültürünün
gelişmediği ve kente sahiplenme bilincinin yeterince oluşmadığı mahallelerde çeşme
muslukları yılda 5 kez değişmekte, ortak kullanıp alanları daha yoğun olarak kirlenmektedir.
KENTLEŞME VE YEREL YÖNETİMLER
Kentlerin doğuş sebepleri insanların toplumsal bir varlık olmalarıdır. İnsanlar
varlıklarını diğer insanlarla bir arada sürdürme eğilimindedir. İnsanların bir arada
yaşamalarının sonucu toplumlar ve toplumların büyümesi sonucu da ketler oluşmuştur.
Dolayısıyla kentler toplumsal karakterin neticesidir.
İnsanların toplum olarak bir arada yaşamalarının neticesi sadece kentlerin doğması
değildir. Bir arada toplum olarak yaşayan insanların ortak güvenliklerini sağlama ve ihtiyaç
duydukları ortak hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi için bir organizasyonun kurulması
gerekmiştir. Adına devlet denilen bu organizasyon insan topluluklarının siyasi örgütlenmesi
221
a.g.e.
62
olup, ülke sınırları içinde yaşayan insanların ortak ve genel sorunlarını çözmek ve bu
alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. Devlet değişik kurumlardan oluşan bir
yapıdır ve devleti oluşturan kurumlara Kamu Tüzel kişilikleri ve verdikleri hizmete de kamu
hizmeti denir.222
İnsanların toplum olarak bir arada yaşamasından kaynaklanan her türlü ihtiyacın (İç ve
dış güvenlik, adalet, sosyal güvence, sağlık, eğitim, ulaşım, temizlik, kentsel planlama, kanal,
su, elektrik, vb) etkin olarak karşılanabilmesi için kamu yönetiminin iki ayrı yapıda
örgütlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Toplumsal ihtiyaçların hızla gelişmesi ve çeşitlenmesi,
bütün hizmetlerin merkezi idare tarafından gerçekleştirilmesini imkansız kıldığından, kamu
yönetimi merkezi ve yerel olmak üzere iki ayrı organizasyona bölünmüştür. Bu gelişmenin
neticesi olarak doğan yerel yönetimler, yerel halkın yerel ve ortak ihtiyaçlarını karşılamakla
görevli kamu tüzel kişilikleridir. ,Ülkemizde yerel yönetimler köy, İl özel İdaresi ve
Belediyeler olmak üzere üç ayrı yapıdan meydana gelmekte olup, belediyeler, kentlerin ve
kent halkının yerel ve ortak ihtiyacını karşılamakla görevli kamu tüzel kişileridir.
Yukarıda belirtilen açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, kentlerin de yerel yönetimlerin de
doğuş sebepleri aynıdır. Dolayısıyla kent ve yerel yönetim kavramları birbirinden ayrı
düşünülemez. Yerel yönetimlerin yapısı, yetkileri, kaynakları ve idare ediliş yöntemleri,
kentleri ve kent halkını doğrudan ilgilendirmektedir. Bu gün kentlerimizde yaşanan temel
sıkıntı, belediyelerin kent yönetiminde etkili ve yetkili tek aktör olarak geliştirilmemesinden
kaynaklanmaktadır.223
Kentlerin problemleri incelendiğinde, bunların iki ayrı kategoride özetlenebildikleri
görülmektedir. Bunlar ülke genelindeki gelişme ve değişmelerden kaynaklanan, dolayısıyla
merkezi idareyi ilgilendiren sebepler (Göç, ekonomik gelişim, vb) ile kentlerin kendi içinden
kaynaklanan ve bu sebeple yerel yönetimleri ilgilendiren (plansız yapılaşma, trafik,
rekreasyon, temizlik, vb.) sebeplerdir.
Pendik’in 1994 başlarında durumu şu şekildedir.
1994 yılında tahmini nüfusu 320.000 civarında olan ilçenin asfaltı yapılmış ana arter
yolların toplam uzunluğu sadece 4 km.dir. Mevcut cadde ve sokakların ise % 19’unda asfalt
bulunmaktadır. Mahalleler arası ulaşım, dar ve çoğu asfaltsız yollarla sağlanmakta ve
özellikle kuzey ve batı mahallelerine ulaşım şartları çok kötü durumdadır.
İstanbul genelinde olduğu gibi Pendik’te de su en önemli problemlerden birisidir.
İlçenin % 49’unda su şebekesi döşenmiş olup, diğer bölgelerde tankerlerle su gelmektedir. Su
durağı levhası bir espri değil, 1994 öncesi Pendik’in çiler acısı halinin göstergesidir. Su
şebekesi olan bölgelerde ise İSKİ’den kaynaklanan sürekli su kesintilerinin yanı sıra, basınç
olmadığı için, su şebekesi bulunan çok katlı binaların üst katlarında da susuzluk
yaşanmaktadır.
İlçenin % 39.49’unda atık su kanalı bulunmaktadır. Geri kalan bölgelerde fosektif
kuyuları ve bu kuyularda biriken atıkları toplayan vidanjörler bulunmaktadır. Mevcut dere
yataklarından su yerine fosektif akmakta, halk sağlığını ciddi anlamda tehdit etmektedir.
İlçenin yerleşim alanı olan deniz ile TEM arasındaki bölgenin % 60’ı planlıdır.
Dolayısıyla % 40’lık alanda plan bulunmadığından, kontrolsüz yapılanma için uygun şartlar
bulunmaktadır.
Pendik’in en önemli problemlerinden birisi de gecekondulaşmanın yüksek oluşudur.
Hazine arazileri hızla işgal edilmiş ve ilçe gecekondu kenti görünümüne bürünmüş olup, 9881
gecekondu bulunmaktadır.
İlçenin güneyi Marmara Denizi, doğusu Sabiha Gökçen Hava Alanı ve Kuzeyi de TEM
ile doğal olarak sınırlandırıldığından, kontrolsüz yapılaşma Aydos Ormanlarının bulunduğu
222 Erol KAYA, Belediyelerde Toplam Kalite Yönetimi ve ISO 9001, İlke Yayıncılık, İstanbul 2003, sf: 18
223 ERYILMAZ, Bilal, Kentleri Yönetilebilir
Kılmak, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996, sf: 185
63
batı bölgelerine ve TEM’in güney batısında yer alan 2.5 milyon metrekarelik mera alanına
doğru yayılmaktadır.
Aydos ve Esenyalı bölgeleri, şehir gelişmişliğinin çok gerisinde kalmış, adeta içine
kapanık yerleşim bölgeleri halinde yapılaşmaya sahne olmuştur. Bu bölgelerin gerek ilçe içi
ve gerekse diğer ilçelerle bağlantısı bulunmadığı gibi, alt yapı yatırımları da yok denecek
seviyededir. İlçenin içinde ama ilçeden kopuk bu yerleşim alanlarında yaşanan yoğun
problemler bölgelerin hassaslaşmasına ve sosyal-toplumsal huzursuzlukların kolaylıkla
gelişebileceği potansiyel şartların oluşmasına sebep olmaktadır.
1994 yılında yönetime gelen yeni kadro bu şartlar altında şehrin acil problemlerini şu
şekilde belirlemiştir.
1-Alt yapı yatırımları süratle tamamlanmalıdır.
2-Gecekondulaşmanın yaşandığı kuzey-batı bölümüne yönelik tedbirler alınmalıdır.
3-Aydos ve Esenyalı bölgelerinin ilçe içi ve diğer ilçelerle ulaşımı sağlanmalıdır.
4-Şehrin merkezine yönelik yığılmanın önlenmesi ve gelişimin diğer mahallelere
yayılması için çalışmalar yapılmalıdır.
5-Şehirde yoğun yaşanan sosyal sıkıntıların giderilmesi için bu alanda yoğun çalışmalar
yapılmalıdır.
Bu kararlar kapsamında yapılan başlıca çalışmalar şunlardır.
1-Alt yapı: İlçenin su problemi tamamen çözülmüş ve diğer alt yapı hizmetlerinde de %
95’leri aşan tamamlanma oranına erişilmiştir.
2-Kontrolsüz yapılaşma: Aydos ormanlarına doğru ilerleyen ve mera alanında
yoğunlaşan gecekondulaşmanın önlenmesi ve buraların potansiyel gecekondu alanı olmaması
için Yayalar Toplu Konut Alanı Projesi yapılmıştır. Bu kapsamda, öncelikle arazinin mera
vasfından çıkarılarak hazine adına tescili sağlanmıştır. Hazineye geçen alan ardından Arsa
Ofisine geçmiştir.
2.5 milyon metrekarelik alanda 8.000 dairelik Toplu Konut planları yapılmış ve
ardından bu arazinin bir bölümü bir milyon Dolara Arsa Ofisinden belediyece satın alınmıştır.
Belediyece alınan yerler yapı kooperatiflerine satılmak suretiyle 9 milyon Dolar gelir elde
edilmiştir.
Bu çalışma sayesinde;
a-İşgal ve gecekondulaşma durdurulmuş,
b-Belediye 8 milyon Dolar kaynak elde etmiş,
c-Dünya standartları üzerinde donatı alanına sahip yeni bir kent doğmuştur. Yeşil alan
oranı % 19.4, toplam donatı alanı oranı ise % 54 seviyesindedir.
3-Aydos ve Esenyalı bölgeleri anaarter yollarla ilçe merkezine ve diğer mahallelere
bağlanırken, aynı zamanda yakın oldukları diğer ilçelere de bağlanmış ve böylece kendi içine
kapanık yapılaşma kırılmıştır.
Bu bölgelerde alt yapı çalışmaları süratle devam ederken, diğer yandan da kentsel
dönüşümün gerçekleştirilmesi için 1.200 dairelik Hilal konutları yapılmıştır.
4-İlçe merkezindeki yığılmamanın kanatlara çekilebilmesi ve diğer mahallelerde de
gelişimin sağlanabilmesi için her mahallede “Prestij Caddeleri” uygulaması başlatılmış, her
türlü alt yapının bulunduğu bu caddeler, mahallelerin yeni cazibe alanları olarak, önemli
değişim geçirmişlerdir. İnşaat malzemeleri, hurdacı ve benzeri işyerlerinin yerini kaliteli
malların satıldığı ticarethaneler alamaya başlamıştır.
5-İhtiyaç sahiplerine yönelik yoğun yardım kampanyaları düzenlenirken, belediyece
yapılan Aşevi sayesinde her gün 1.500 kişiye sıcak yemek verilmiştir.
Bütün bu çalışmalar yapılırken, yeni gecekondu yapımına kesinlikle müsaade edilmediği
gibi, İmar Uygulamaları yoluyla tapulandırma ve yapılan sosyal konutlar ve gecekondu
önleme bölgeleri ile de gecekondu sayısında 2.500 civarında azalma gerçekleştirilmiştir.
64
Pendik belediyesi tarafından geçekleştirilen bu çalışmalar da göstermektedir ki, kent
yaşamında önemli yetki ve sorumluluğu bulunan belediyeler, içinde bulundukları her türlü
olumsuz şartlara rağmen kentlerin gelişiminde ve kent halkının sorunlarını azaltmakta önemli
çalışmalar yapabilirler.
KENTLİLEŞME
Tanımı: Kentlileşme tanımında ortak bir yaklaşım bulunmamaktadır. Kentlileşmeyi
mekânsal ağırlıklı bir süreç olarak tanımlayanlar bulunmakta ise de, sosyal, kültürel ve
ekonomik özellikler yönüyle tanımlayanlar da vardır ve bu tanımlama daha uygundur.
Mekânsal ağırlıklı tanımlamaya göre kentlileşme; kente göç ile birlikte başlayan nüfus
dinamiğinin kentin belli bir kesiminde kararlılık kazanmasına kadar süre gelen bu aşama
“kentlileşme” olarak adlandırılabilir. Bu kente göç eden nüfusun yeni koşullara uygun ilişkiler
biçimi geliştirerek kentin bir öğesi olma, toplumsal değişme, uyum ve bütünleşme
sürecidir224. Görüldüğü gibi, tanım her ne kadar sosyal ve kültürel özellikleri de kapsamakta
ise de, temel vurgu mekana ilişkindir. Oysa, kentlileşme, sadece kentte yaşama ya da kentin
belli bir kesiminde yaşamaya karar kılma ile sınırlı değildir. Hatta bu süreç, kentlileşmenin
temel zeminini oluşturmakta ise de, asıl özellikleri kültürel-sosyal boyutlarda ortaya
çıkmaktadır.
Sosyo-kültürel açıdan kentlileşmenin tanımını, kente göç edenlerin ve kente yasayanların,
kent toplumunun değer-norm sistemini, kentli insanın düşünme, davranış biçimlerini ve giderek
yaşama biçimini”225 benimsemesidir.
Kentlileşme, ekonomik ve sosyal olmak üzere iki ana boyutludur. Ekonomik bakımdan
kentlileşme kişinin geçimini tamamen kentte ve kente özgü işlerde sağlıyor duruma
gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal bakımdan kentlileşme ise kente özgü tavır ve davranış
biçimlerini benimsemesi ile gerçekleşir226.
Kentlileşme, kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim süreci
sonucu geldiği konumdur. İnsanlar, kırsal alanlarda daha değişik ekonomik ve sosyo-kültürel
yaşam biçimine sahiptir. Daha çok tarım veya hayvancılığa dayalı ekonomik hayatın bir
parçasıdır. Sosyal ilişkiler ise aile ve komşuluk üzerine bina edilmiştir. Toplumsa ilişkiler
karşılıklı iş birliği çerçevesinde sürdürülmekte, kişiler kendi inançlarının dışındaki inançlara
karşı daha az müsamahakâr yapıdadır.
Kırsal alanda yaşayan kişilerin, ortak sahip oldukları her türlü değere karşı sorumluluk
hissi daha gelişmiş düzeydedir. Ortak mekân ve tesisler, istedikleri gibi kullanacakları yerler
değil, korumak, saygı duymak zorunda oldukları yerlerdir.
Bireysel özgürlükler değil, özellikle aile içi bağlılıklar ön plandadır. Ortak karar alma ve
bu karara uyma geleneği söz konusudur.
Kentlerde ise bu özellikler önemli oranda farklılaşmaktadır. Dolayısıyla, Kentlileşme
kentli insan davranışlarının bireyde, ailede ve diğer sosyal gruplarda gelişmesi sürecini anlatır.
Bunlar ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik, inançsal ve estetik olmak üzere en az altı boyutta
gözlenebilir.
Ekonomik davranışlar; Geçimini tarım dışı alanlarda yani sanayi ve hizmet sektöründen
karşılar. İşgücünün nitelikleri yükselir. Serbest piyasa koşulları içinde örgütlü olmayı amaç
edinir.
Sosyal davranışlar; Aile kurumunu önemser. Aile içi ilişkilerde demokratik değer ve
tutumları geliştirir. Kadın-erkek eşitliğinin gereğini yapar. Eğitime daha çok pay ayırır. Toplumda
bir statü (mevki) elde etmenin kişisel başarıyla ilişkili olduğunu bilir ve buna göre kendini
224 ERKAN, R., Kentleşme Ve Sosyal Değişme, s.20
225 BAL, H., Kent Sosyolojisi; s:64
226 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.62
65
geliştirir. Farklılaşmaları doğal karsılar. Patronaj türü ilişkilerden sakınır. Serbest zamanını
kişisel ve toplumsal faydaya donuk olarak kullanır.
Siyasal davranışlar; Siyasal toplumsallaşmayı önemser. Hakların ve sorunlulukların
bilincindedir. Oy vermeyi yurttaş olmanın gereği sayar. Siyasi kurumları demokrasinin
yerleşmesinde vazgeçilmez yapılar olarak görür. Sivil topluma özgü organizasyonları
destekler. Yerel yönetimlerin yetki, olanak ve hizmet düzeylerinin yükseltilmesini ister ve
sorumluluk alır. Ulusal ve insanlığa ilişkin sorunlara karsı duyarlıdır.
Psikolojik davranışlar; Yüreğinden çok aklıyla karar verir. Ölçülebilir başarıları amaçlar,
empati yapmasını (kendini ötekinin yerine koymasını) bilir. Zamanı bilinçli kullanır. Öz
güvenini geliştirir. Kendine ait fikirleri önemser ve geliştirir. Bilgi kaynaklarının
güvenirliğine ve çeşitliliğe dikkat eder. Geçmişi değerlendirir geleceği önemser ve planlar.
Kendini kentli / modern olarak değerlendirir. Toplumsal normlara genellikle uyar.
İnançsal davranışlar; Diğer grupların inanç ve pratiklerine saygı duyar. Dinin evrensel
mesajlarını anlamaya çalışır. Batıl inançları sorgular.
Estetik davranışlar; Oturduğu konutun, yasadığı kentin çirkinliklerinden rahatsız olur ve
güzelleştirmek için çaba harcar. Dilini özenle kullanır. Argo ve yabancı unsurlardan uzak durur.
Beden sağlığını önemser, beden bakımını düzenli yapar. Sanata ve sanatçıya saygı duyar, sanatsal
etkinliklere ilgilenir 227.
Sanayi öncesi şehirlerin ekonomik imkanları sınırlı olduğundan, kırsal alanlardan şehre
gelenler çok azdır. Bu az sayıdaki insan kısa sürede şehir kültürü içerisinde eritilerek, şehirli
tutum ve davranışları benimsemesi mümkün olmuştur. Kentlerin etkinliğini ve denetleme
gücünü yitirdiği durum ve zamanlarda; kentlileşemeyen kentliler (gecekonducular veya
varoşlar ve işsizler) kendi sorunlarını kendi bildikleri gibi çözümlemeye başladılar228.
Köylü nüfusun kente gelmesi ve emeğini arz etmesi ve hatta iş bulması onun kente uyumu
için yeterli olmamaktadır. Kültürel bir değişim geçirmesi kentli yaşam kalıplarını
benimsemesi, kentin fırsatlarını değerlendirebilmesi gerekmektedir.
Bu kısa sürede
gerçekleşen bir olgu değildir. Birkaç nesil içinde gerçekleşmektedir. Bu sorunlar alanına
kentlileşememek, ikili kent yapısı, bütünleşmemiş kentler vb. kavramlar kullanılarak
yaklaşılmaktadır229.
KENTLİLEŞME SÜRECİ
Kentlileşmenin gerçekleşmesi için gereken aşamalar vardır. Bunların ilki, kente gelen
nüfusun, burada karar kılmasıdır. Kentte kalıcı olmayı düşünmeyen kişilerin, kentli olma,
kentli davranış kalıplarına sahiplenme gibi bir gayret ve arzusu olmayacaktır. Kentte karar
kılınması için ise, kişilerin gelecekleri açısından kentin onlara ümit vaat etmesi
gerekmektedir. Geleceğinin köyünde değil, geldiği kentte olduğuna inanan kişiler, kendilerini
kent ile bütünleştirme ihtiyacını hissetmeye başlarlar.
Kentlileşmenin bir başka aşaması da ekonomiktir. Kişinin kentte yaşamasını anlamlı
kılacak bir iş sahibi olması ve bu işin de kentli tarafından olumlu görülmesi gerekmektedir.
İsportacılık, değnekçilik ve benzeri işler, kişinin kentle uyumuna engeldir.
Bireylerin kentlileşebilmesinin önemli unsurları arasında eğitim ve kültür düzeyi de yer
almaktadır. Bunlarsa uzun bir süreç sonunda elde edilebilen özelliklerdir. Dolayısıyla
özellikle ilk nesillerde kentlileşmeyi beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Bireyin, kente özgü davranış kalıplarını edinmesi, kentlileşmenin son aşamasıdır. Bu
aşama da bir nesilde gerçekleşemeyecek kadar uzun bir süreç gerektirmektedir. İnsan
davranışları alışkanlıkları sonucu edinilir ve bu edinimler de çok zor değiştirilebilir. Kırsal
227 BAL, H.,kent sosyolojisi, s.65-66
228 YILMAZ, Ç., “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000.
229 TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç s.17
66
alanda, kırsala ait davranış kalıplarını edinmiş kişilerin kent davranış kalıplarını edinmesi
hayli zordur.
Bireyin kente özgü davranış kalıplarını edinmesi, kültürel ve sosyal dünyasında kente
özgü gelişmelerin yaşanabilmesi için, sosyal aktivitelere dahil olması önemli bir unsurdur.
Kentler bireysel ilişkilerin değil örgütlü birlikteliklerin alanıdır. Bu alada yer alamayan birey,
kendini dışlanmış hissetmeye ve buna karşı savunma mekanizmaları geliştirmeye başlar. Bu
ise, kentleşmenin önündeki en önemli engellerden birisidir.
Kentlileşme, özellikle kırsaldan gelen nüfus açısından uzun bir süreci ve hatta birkaç
nesil geçmesini gerektirdiğine göre, kentlileşmeden önce kentlilik bilincinin kazanılmasına
önem verilmesi gerekmektedir. Bundan sonraki bölümde inceleneceği gibi, kentlilik bilinci,
kişinin kendini kente karşı sorumlu ve kenti de kendisine ait hissetme durumudur. Bu bilinç,
kentlileşme sürecini hızlandıran bir olgudur.
KENTLİLEŞME SORUNLARI
Göç sıradan bir toplumsal olay değildir. Göçle birlikte hem göç veren, hem de göç alan
yerde son derece karmaşık sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan yoğun toplumsal
sorunlar davranışlar, kurumlar ve yapılar üzerinde kalıcı ve köklü tesirler meydana getirmekte
dinamik bir toplumsal hareketliliğe yol açmaktadır230.
Köyden şehre gelenlerle birlikte kamu kurumlarından hizmet talebinde yoğun bir
patlama ortaya çıkmaktadır. Köyde yaşayan bir kişinin devletten talep ettikleri son derece
sınırlı ve sayılı hizmetlerdir. Köyün yolu yoksa yol istemekte, okuluna öğretmen, camisine
imam, elektrik, su, telefon ve benzeri sayılı hizmetleri talep etmektedir231.
Bu kişi şehre geldiğinde kamudan talep edeceği hizmetlerde bir patlama yaşanmaktadır.
Öncelikle konut istemekte, iş istemektedir. İnsanlar caddeler, su ve kanalizasyon sistemleri,
evinde suyun düzenli akmasını, her gün çöpünün alınmasını istemekte, polis koruması, yangın
emniyeti, parklar ve oyun alanları, meydanlar, çocuğuna iyi okul istemekte, kütüphaneler,
sinema, tiyatro istemekte, işine gitmek için şehir içi ulaşım aracı, ulaşım sistemleri, yerel
hizmetlerin aksamadan verilmesini talep etmekte, tam bir talep patlaması ortaya çıkmaktadır.
Endüstri devrimine eşlik emsalsiz bir kentsel büyüme hızı, tüm bu konularda, daha önce
görülmemiş birçok sorunu da beraberinde getirdi232. Bütün bu taleplere cevap vermek
durumunda olan yerel ve merkezi idare birimleri, bu talep patlaması karsısında bunalmakta,
hizmet üretmede yetersiz kalmakta, finans. eleman, kaynak, araç-gereç sıkıntısı içine
düşmekte, Mühendislik, hukuk, finans ve toplumsal huzura ilişkin birbirleriyle bağlantılı
sorunları ele alacak daha karmaşık bir idare sistemini zorunlu hale getirmektedir.
Otuz yıl içinde nüfusun yarısı köylerden şehirlere geldiklerine göre şehirlerdeki
hizmetlerde ve buna bağlı olarak bir hizmet artışının olması gerekirdi. Yeni kurumlar tesis
edilmeli, kaynaklar bulunmalı, elemanlar yetiştirilmeli, toplumdaki bu hareketliliğe uygun
olarak kamusal hizmet üreten birimler gelişmelere ayak uydurmalı idi. Ama bunun böyle
olduğunu söylemenin ne kadar zor olduğu açık. Kamu kurumlarının toplumdaki gelişmelere
adapte olması pek kolay olmamakta, araçla ciddi bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Devlet
her zaman olayların arkasından gitmektedir233.
KENTLİ DAVRANIŞ KALIPLARI
Göç olayının maddi planda yarattığı sorunlar, karmaşalar ve sonuçlar bir dinamizm
kaynağı olmakla birlikte kaosun ve çöküşün de sebebi olabilmektedir. Aslında göçün en
230 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.30
231 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.30-31
232 AYDOĞAN, A. Şehir ve Cemiyet, s,40
233 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31
67
önemli neticesi, onun birey ve toplumsal davranışlar, tutumlar ve eğilimlerde meydana
getirdiği köklü değişmeler ve dönüşümlerde gözlenebilir234.
İnsan davranışlarının içinde yaşanan toplumsal ortamdan bağımsız olmadığı, mevcut
şartların büyük bir etkisinin bulunduğu, toplumsal ortamın değişmesiyle birlikte davranış
şekillerinde de önemli değişmelerin ortaya çıktığı acık bir husustur235.
Kent insanı , zorlu bir hayatı yaşamaya davet ediyor236. Gerçekten de köyden şehre
gelen insanın davranışlarında, eğilimlerinde ve tutumunda nasıl köklü değişmelerin meydana
geldiğini günlük gözlemlerimizle tespit etmek mümkündür. En basitinden şehirli insanın
yürüyüşü ile köyden daha dün gelen insanın yürüyüşü bile farklılıklar göstermektedir. Şehir
insanı düzgün mekanlarda ritmik yürüyüşe alışkındır; adım atışları belli bir ritme tabidir,
adımları belli ölçüler içindedir, adımlarında bir düzensizlik göremezsiniz. Köylü insanın
adımları düzensiz, ritimden yoksun, ölçüsüz ve daha hesaplıdır. Çünkü onun adım atışları düz
bir mekânda değil düzensiz bir yerde cereyan etmektedir. Attığı her adımda ayağını nereye
basacağını hesaplayarak, ölçerek ve emin olarak atmaktadır. Bundan dolayı vücudu tabiat
şekillerine ve şartlarına uygun şekilde hareket kazanmıştır. Mevcut tabiat şartları adeta köylü
insanın davranışlarını belirlemekte, onu belli şekillerde davranmak zorunda bırakmaktadır237.
Köylü insan için yağmur, kar, tipi vb. tabiat olayları hayatın bir parçasını oluşturmakta
ve hayat onlarla anlam kazanmaktadır, Onun geceleri gökyüzünde yıldızları seyretmesi,
ilkbaharda tabiatın canlanışını sonbaharda sararmayı gözlemesi kozmosla devamlı yüz yüze
olmasına imkân vermektedir. Köylük mekânlarda yaşayanlar doğal ortamda ve hayatın
gerçekliğiyle iç içe yaşamaktadırlar. Bundan dolayı da onların davranışlarında bir abartı, bir
yapaylık, gereksiz ayrıntı görmek mümkün değil; hayat neyi gerektiriyorsa onlar yapılmakta,
tabiatla yüz yüze ve iç içe yaşanmaktadır238.
Oysaki şehir insanının davranışlarında tam tersi bir form egemendir. Aslında şehir başlı
başına bir yapaylığın eseridir. Şehir bir tasarının, aklın ve hesabın ürünü olarak ortaya
çıkmaktadır. Caddeler, sokaklar, binalar, yollar, kaldırımlar. ağaçlandırmalar. Parklar, eğlence
yerleri, dinlenme yerleri, alışveriş merkezleri hepsi birer tasarınım ürünü. Bütün bunlar insan
aklının ve çabasının bir başarısı elbette, ama yine de doğal değil. İnsanı doğal alandan,
kozmostan, daha doğrusu hayattan koparmakta onu yapay bir ortamda, bir bakıma fanus
içinde yasamaya mahkum etmektedir. Şehrin yapay ve tasarım ürünü olan ortamında yasamak
zorunda bırakılan şehir insanının davranışları da yapay, doğallıktan uzak ve çoğu kez
yapmacık. abartılı olmaktadır. Şehir insanı için ayrıntılar, "medeni" ritüeller. adap, erkan,
yapmacıklık, anlamsız denilecek davranış formları çok önemlidir. Kişinin kendisinin bir
davranışı anlamlandırması o kadar önemli değil, muhataplarının, başkalarının, daha doğrusu
şehirlilerin onu nasıl gördükleri, nasıl bir anlam formuna yerleştirdikleri önemlidir239.
Şehirler her şeyden önce en yüksek düzeyde ekonomik iş bölümünün gerçekleştiği
mekanlardır. Şehir hayatının doğayla yaşam için mücadeleyi, insanlar arası bir kazanç
mücadelesine dönüşmüştür. Çünkü uzmanlaşma sadece kazanç için bir rekabetten değil fakat
aynı zamanda temeldeki, satıcının ayartılan müşterinin yeni ve farklılaşmış ihtiyaçlarını
celbetmeye çalışması gerektiği gerçeğinden kaynaklanır. Henüz tüketilmemiş bir gelir
kaynağı ve kolaylıkla değiştirilemeyecek bir fonksiyon bulmak için birisinin hizmetlerinde
uzmanlaşmak gerekir. Bu süreç kamu ihtiyaçlarının fazlasıyla çeşitlenmesini, seçkinleşmesini
234 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31
235 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.31
236 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.81
237 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3
1
1
DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3
1
238 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3
239
68
dolayısıyla farklılaşmayı teşvik eder ki, bu da kaçınılmaz olarak bu toplum içinde gelişen
farklılıklara yol açar240.
Kentlerin hızla gelişmesi ile paralel olarak, birbirlerini yakından tanıyan insan
birlikteliği ortadan kalkar. Herkes kendi iç dünyasında özel bir yaşam biçimi geliştirir.
Mahalleler, aşırı büyüme ile anlamını kaybeder. Artık birbirini tanıyan mahallelinin yerini,
komşusunu bile tanımayan insan tipi alır.
Kazanç ve refah düzeyini yükseltmek, birinci öneme sahip amaç olduğundan, insanların
hayatı evlerinden ve arkadaş ilişkilerinden çok iş yerinde geçmeye başlar. Akraba ve
komşuluk yerini iş arkadaşlığına bırakır. Fakat burada da samimi dostluklar yerine rekabet
hâkimdir. Bu da ilişkilerde güvensizliği doğurur. Kentli insanın ilişkileri sürekli bir
güvensizliğe dayalı yüzeysellik taşır. İş dünyasının ağırlığı altında zamanın ya çok az ya da
neredeyse hiç ayrılmadığı evler, huzur ve birliktelik mekanları olma vasfını kaybeder.
İnsanlar aynı evin farklı odalarında bireysel yaşamlarını sürdürürler.
Kent kültüründe, insanın yaşadığı kente ait sorumluluk hissi çok düşüktür. Kenti ancak
kendi çıkarı söz konusu olduğunda koruma meylindedir. Kente karşı işlene suçlara karşı
ilgisizdir. Tepki duysa bile bunu aleni yapmaz.
Kentli insanların davranış kalıplarında siyasetin önemli etkisi vardır. İlişkiler, siyasi
kimlikler çerçevesinde yoğunlaşır.
Aralarında duygu ya da duyarlılık bağları olmayan bireylerin birbirlerine çok yakın bir
biçimde yaşayıp beraber çalışması, rekabetin, ilerleme güdüsünün ve karşılıklı sömürünün
artmasına yol açar. Bireylerin sorumsuzca davranmasını önlemek ve olası bir düzensizliğin
önüne geçmek için biçimsel denetime başvurma eğilimi vardır. Saat ve trafik ışıkları, kentsel
dünyadaki toplumsal düzenimizin birer simgesidirler. Aralarında büyük toplumsal farklılıklar
bulunan insanların birbirleriyle sürekli yakın fiziksel ilişki kurmak zorunda kalmaları,
birbirlerine bağımlı olmayan çok sayıda insanın durumunu ortay koyar ve kentteki diğer
olanaklara başvurulmadıkça yalnızlığın artmasına katkıda bulunur. Kalabalık bir yerde
yaşayan insanların çok sık hareket etmeleri türlü anlaşmazlıkların çıkmasına ve bireylerin
sinirli olmasına yol açabilir. Yoğun nüfuslu alanlarda yaşanmak zorunda kalınmasının
getirdiği hızlı tempo ve karmaşık teknoloji bu tür kişisel öfkelerden kaynaklanan gerilimi
daha da artırır241.
İnsan en tarafgir özellikleri, metropole özgü tuhaf konuşma, geçici heves ve aşırı özenti
gibi aşırılıkları benimsemeye zorlanır. Bu aşırılıkların anlamı bu tür bir davranışın
muhtevasında değil fakat onun “farklı olma”, “Ön planda” yer alma, yoğun ve çarpıcı bir
biçimde karakteristik görünme arzusu ve böylelikle alakayı celbetme biçiminde
beklentisinden açığa çıkar242.
Şehir, bir ölçüde taşranın en zeki insanlarının pek çoğunu cezbeden bir etkiye sahiptir.
Şehirde doğum oranları düşerken evlilik ve ölüm oranları yükselir. Ahlaki ölçülerin şehirde
zayıflaması muhtemeldir. Pek çok suç, özellikle şehir yaşamıyla birlikte anılır: kalpazanlık,
yalancı şahitlik, zimmet, irtikap ve dolandırıcılık özellikle kente ait suçlardır243.
Kentten sıkıldığını sanarak tabiata sığınmaya teşebbüs eden birinin eylemi aslında bir
çelişki üzerine kurulmuştur. Kentten kaçarak sığındığı tabiatta yeni bir kent inşa etmenin
hazırlığı içine girmiş olmaktadır. O hiçbir zaman ne ise o olmakla yetinecek yaratılışta
değildir. O, kendi halini sürekli bir durumdan ötekine değiştirip durur. Bir kenti arkasında
240 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,
180-181
94-95
241 DURU, B., ALKAN, A., 20. Yüzyıl Kenti, s.
242 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,181
243 AYDOĞAN, A. “Şehir ve Cemiyet”, s,
96
69
bırakırken onun bir benzerini inşa etmeye durmuştur. O, kendini de bir halden ötekine
değiştirip durur244.
KENTLİ HAKLARI
Kentleşmenin önemli bir boyutunu sosyolojik dönüşüm oluşturmaktadır. İnsanların
sosyolojik olarak kentli olabilmeleri kültürel ve eğitimsel bir süreci gerektirmektedir. Kent
halkının kente uyumu deyince vurgulanan hususlardan birisi kentin fiziki ve doğal yapıyla
insan unsurunun bütünleşmesidir. Diğer bir husus ise kent halkının kent kültürü edinerek
birbiriyle entegre olabilmesidir. İnsanların yaşadıkları kentle ve kent halkıyla
bütünleşebilmeleri kentleri koruma ve geliştirme açısından önemli bir noktadır.
Bugün homojen toplumlar üreten, ideolojik ve kültürel yayılımı hızlandırarak dünyayı
küçülten gelişmelerle karşı karşıyayız: Uluslararası ulaşım, ticaret ve finans; uluslararası
modalar, tüketim malları ve yaşam biçimleri; aynı programları yayınlayan televizyon kanaları,
bilişim teknolojisi ve internet.
Bir kentte kökü olduğu ve o kente ait olduğu duygusunu bireyin kaybetmesi, yerel hüner
ve sanatların kayboluşu ve nihayet komşuluğun ve güvenin yitilişi. Bundan dolayı insanlar
kaybedilen bu kent duygusunu toplumsal bütünlük ve dayanışmayı, yerel renk, dil ve
anlamıyla yitirilen mekan duygusunu yeniden tesis edebilecek çözüm yolları
aramaktadırlar.245 Hızla değişen ve küresel yaşam biçimlerine şartlanan yerel kent
kültürlerinin korunması ve özgünlüğünü muhafaza etmesi, diğer yandan kente yeni gelen
insanların mevcut kent kültürüne uyum sağlayabilmesi günümüzde çözüm aranan sorunlardır.
Son 40 yıldır süregelen köyden şehre göç olgusu sonucunda Türkiye'deki şehirli nüfusun
toplam ülke nüfusuna oranı neredeyse % 74'e dayanmıştır. Bu %74'lük oranın büyük bir
bölümü, geçtiğimiz 20-30 sene içinde şehirlere yerleşmiştir. Esas olarak daha iyi geçim
koşulları umuduyla şehirlere yığılan bu insanlar, içinde bulundukları gecekondu ve varoş
ortamı dahilinde gerçek anlamda şehirli bir nüfusa dönüşememektedirler. Bir yandan kırsal
toplumsal değerlerini büyük ölçüde yitiren, ancak öte yandan kentsel yaşam biçimiyle gereği
gibi tanışamayan ve uyum sağlayamayan bu vatandaşlar, içine düştükleri toplumsal anomi,
değersizlik ve yabancılaşma şartlarında şehirli kimliklerini geliştiremediklerinden dolayı
toplumsal aidiyet arayışı içinde ya bölgesel kimliklerine sarılmakta ve bölgecilik
dayanışmasını geliştirmekte ya da aşiret, din, mezhep kaynaklı kimliklere eğilim
göstermektedirler. Bu insanlar açısından şehirler dar anlamıyla bir kazanç ve tüketim kapısı
kimliğine sahip olup, gelip yerleştikleri kentlere genellikle anlamlı bir kültürel bütünlük
gözüyle bakmamaktadırlar. Bu bağlamda, Türkiye'nin büyük kentlerindeki nüfusun
çoğunluğunu oluşturan gecekonduluların ve varoşluların içinde bulundukları şehre bir
anlamda yabancı kaldıkları rahatlıkla söylenebilir. Böylelikle karşımıza bir toplumsal ve
kültürel entegrasyon problemi çıkmaktadır.
Şehre ailesiyle birlikte henüz küçük yaşta gelenler ile gecekondu ve varoşlarda doğan
ikinci ve üçüncü kuşak kırsal kökenli şehirlilere kentli kimliği kazandırmanın yollarından biri
hiç şüphesiz ki, bu kişilerin bulunduğu kenti benimse
Kendini bir yere ait olarak duyumsamak, ancak o yeri kültürel özellikleriyle ve
geçmişiyle tanıyıp sevmekle mümkün olabilir. Yetiştiği kentin yerel ve toplumsal tarihini
bilen bir birey açısından içinde yaşadığı mekân çok farklı anlamlar taşıyacaktır; eğitim
gördüğü ve geçimini sağladığı kent onun için daha anlamlı ve estetik bir kültürel bütünlük
olarak görünecektir. Bu tür bir bakış kazanan bireyler, içinde yaşadıkları şehri daha kolaylıkla
benimseyecekler ve kendilerini o şehrin bir hemşehrisi olarak hissedeceklerdir. Öte yandan bu
bakış değişimi, o bireylerin hepsinde olmasa bile hiç olmazsa bazısında, bulunduğu kentin
244 ÖZDENÖREN, R., Kent ilişkileri s.78
245 MALİK, Eyüp, Çağdaş Kentler ve Çevre, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998, sf:145
70
tarihi ve estetik dokusunu koruma bilincini geliştirecektir. Bu tür bir kentlilik duygusu,
vatandaşlık ve yaşanan ortama sahip çıkma bilincinin altyapısını teşkil etmektedir.246 Bu
açıdan şehre özgü bir tarihsellik oluşturulmalıdır. Ortak tarih şuuru kent insanının ortak
hafızası olarak bir tutkal vazifesi görebilecektir. Bu yüzden şehrin ve şehir sosyolojisinin
tarihi oluşturulmalıdır.
- Aile tarihi,
- İkamet edilen binanın tarihi,
- Şehirdeki mekânsal ortamların, yani tarihi yapıların (cami/kilise/havra), caddelerin,
kamusal kurumların (muhtarlık, okul) veya ekonomik birimlerin (işletme, dükkân, pastane,
kahvehane, hamam, basımevi, yerel gazete vs.) incelenmesi,
- Şehirdeki derneklerin tarihi,
- Şehirdeki insan topluluklarının (köyden şehre göçenler, eski yerliler, farklı kültürel
gruplar vs.) araştırılması,
- Yerel gelenek ve göreneklerin incelenmesi önerilebilecek birkaç noktadır.
Toplumsal kimlik topluluk bilinci, kişilik ve kültür bütünlüğüdür; bu haliyle de
Durkheim’in kolektif bilinç kavramıyla yakından ilgilidir. Toplumların kolektif
bilinçaltlarında var olan kent bellek şemalarının kurgulanmasında kent referans
noktaları/imgeleri (kenti belirletici bölgeler, merkezi iş alanı, mahalleler, semtler; bölgeleri
ayıran kenarlar, yol boyları, surlar, kıyılar; ulaşım ağları, yollar,sokaklar, meydanlar, çarşılar,
spor tesisleri, fuar alanları) ve kent peyjazı önemli rol oynamaktadır. Bu imgelerin
tekrarlarının kentli zihninde yarattığı hayaller/tasarımlar, giderek bir “kent algısı”
oluşturmakta, bu ise “ortak bellek” denilen kent belleğini ortaya çıkarmaktadır.247
Şehirlerde aşırı derecede bir hareketlilik, sirkülasyon, yer değiştirme olduğu için ortak
bir değer , ortak bir kültür, ortak bir tarih birliği gelişmesi zor olmaktadır.
Kentlerin yeni kimlik arayışlarının, kolektif bilinçaltının derinliklerindeki birikimin
canlanması, dışarıya vurulması olduğu belirtilmektedir.248
Günümüzün insanı bir yandan daha kaliteli bir yaşamın özlemini duyarken, öbür yandan
böyle bir yaşam düzeyine ulaşma umudunun yitirilmesi ikilemini yaşamaktadır. Özellikle
büyükşehirlere göç eden yeni kentliler beklentilerini gerçekleştiremedikleri zaman tam bir
ruhsal boşluk içine düşmektedirler. Köylerinden büyük ümitlerle şehirlere gelen insanların
hayal kırıklığına uğramaları, şehrin devasa yapısı içinde hiç tanımadıkları yeni bir çok sorunla
karşılaşmaları ve köylerine tekrar dönme iradesini gösterememeleri şehirde yaşanan
uyumsuzluğu arttırmakta; bu uyumsuzluk ise sosyal ve psikolojik sorunların ötesinde asayiş
sorunları sebep olabilmektedir.
Kente uyum sağlayamayan veya kentin yoğunluğunu taşıyamayan insanların aşırı stres
yaşamaları da vurgulanması gereken bir durumdur. Stresin bir kent hastalığı olduğunu
söylemek abartı olmamalıdır. Stres insanda öfke ve kızgınlık duygusu yaratır. Sürekli stres
altında olan insanlarda giderek düşmanca duygular gelişir, şiddet ve saldırganlık görülebilir.
Stresle karşılaşan insan, durumun üstesinden gelebileceğini anlarsa stresle baş etmeye çabalar,
kendisini yetersiz bulduğu durumlarda ise savunmaya yönelik tepkiler geliştirir.
Uzmanlaşmış örgütler, anonim ilişki kanalları ve özgün eğitimle, topraktan kopmuş
köylüleri hoşgörülü insancıl bir kent yaşamına hızla katmak mümkündür. Kentsel yaşama
katılan grupların karşılaştığı sorunları hafifletmeye, çözmeye çalışan mekanizmalar,
himayecilik ilişkilerinde olduğu gibi grupların izolasyonunu sürdürücüdür. Kent yönetimleri
çatışmalı bir kentle karşılaşmak istemiyorlarsa izolasyonist değil, değişik grupların bir birini
246 AKŞİN, Selçuk, Yerel Tarih Araştırmacıları için Kılavuz
, Bilkent.edu.tr
247 ERSES, Selma Mine, Mahalle Kimliği, İstanbul Dergisi, Ocak 2002
248 GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996
71
etkilememesine olanak veren etkileşimli bir çoğulculuk anlayışına sahip olmalıdır.249 Bu
çerçevede özellikle büyükşehirlerde bulunan hemşehri dernekleriyle ilişkilerin yaşanılan
kentin lehine bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Kente uyumu teşvik etmek yerine,
kişileri yaşadıkları değil, doğdukları yerlere şartlandıran dernekler izolasyonu arttırmaktadır.
Bu derneklerin dinamizmi ve örgütlülüğü kullanılarak kent kültürünün geliştirilmesi ve şehre
ait bir üst kimlik geliştirilmesi gerekmektedir.
Kentsel gelişmenin temeli, özerk ve mali bağımsızlığı olan yerel yönetimlere halkın
doğrudan katılımının sağlanmasıdır. İnsanların yaşadıkları şehre uyum gösterebilmesi ve
aidiyet hissedebilmesi şehir yönetimine katılmasıyla güçlenebilir. İnsanlar içinde oldukları
süreçlere daha fazla sahip çıkmaktadırlar. Bu noktada Kentli insanın hakları ve sorumlulukları
da önem taşımaktadır.
1992 de Avrupa Konseyi’nce kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı’nda Avrupa Kentli
Hakları Deklarasyonuyla geliştirilmiştir. 198
Deklerasyon, “Yerleşmelerde daha iyi yaşam” sloganıyla şu konulara ağırlık
vermektedir:
 Fiziki kent çevresinin iyileştirilmesi,
 Mevcut konut stoklarının iyileştirilmesi,
 Yerleşmelerde sosyal ve kültürel olanakların oluşturulması,
 Toplum kalkınması ve halk katılımının özendirilmesi,
Avrupa Kentsel Şartı, kenti; “toplum hayatının temel çekirdeği ve karakterini oluşturan
tarihi ve yasal bir oluşum”ken, günümüzde “ortak çıkarları olan insan topluluklarının bir
araya geldiği, özerk idari birimler” ve düzenli yapılaşmış, kamu hizmetleri sunan ve kendi
kendini yönetebilen yaşam merkezleri” olarak tanımlar. Avrupa Kentsel Şartı kentli haklarını
yalnız bir deklarasyon olarak belirtip bırakmaz. Kent kavramını irdeleyerek kent ve yakın
çevresi, ideal kent, geleceğin kenti, yerel demokrasi ve kentsel politika kavramlarına da içerik
kazandırır.250
KENTE UYUM SORUNU
“Türkiye’nin bir yanı İsviçre, diğer yanı Hindistan” gibi benzetmeleri devletin en
yüksek kademelerindeki devlet adamları tarafından bile öyle sık dile getirilmektedir ki,
bölgesel dengesizlik gerçeği artık kanıksanması gereken bir yazgı olarak algılanmaya
başlanmıştır. Ancak bu duyarsızlık gün geçtikçe tehlikeli boyutlara ulaşan bölgesel eşitsizlik
olgusunu ortadan kaldırmamaktadır. Ulusal ve uluslararası istatistik enstitülerince ortaya
konan rakamlar durumun vahametinin ve ihmal edilmişliğinin boyutunu gözler önüne
sermektedir:
· 2000 tarihli UNICEF raporuna göre, Türkiye genelinde halkın % 14.2’si yoksulluk
sınırının altında yaşamakta. Bu oran, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da %44.7’ye ulaşmaktadır
(UNICEF, 2000).
· Marmara, toplam hane sayısının %26.6’sını barındırmasına karşın üretilen toplam
ulusal gelirden aldığı pay %38.6’dır.
· Kocaeli’nde kişi başına düşen gelir 7350 dolarken, Muş, Ağrı ve Bitlis gibi yoksul
kentlerde bu miktar 600-700 dolar civarındadır.
· 1995 verilerine göre Türkiye’deki 910 ilçe arasındaki en zengin 100 ilçenin ulusal
gelirdeki payı %65. En yoksul 100 ilçenin aldığı pay ise yalnızca %4. Bu ilçelerden 40’ı Orta
Anadolu, 35’i Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve 20’si Karadeniz ilçeleridir.
249 Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı, sf:91
250 ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel şartı, Ada-Kentliyim Dergisi, Haziran-Ağustos 1996
72
· İllerin %24’ünün ulusal gelir içindeki payı artarken geri kalan %76’sının payı
gelişenler lehine azalmaktadır. İlk gruptakilerden üç il dışında tamamı ülkenin batı
bölgelerine aittir.
· Ulusal gelirin %49.1’i yalnızca altı ilde toplanmakta. Bunlar, İstanbul, İzmir, Ankara,
Kocaeli, Bursa ve Adana’dır251.
İlk bakışta birçoğumuz bu istatistiklerin doğal olduğunu; çünkü ülke genelinde üretken
yatırımların batıda yoğunlaştığını, dolayısıyla gelir dağılımının batı bölgeleri lehinde bir
dağılım göstereceğini savlayabilir. İşte, asıl sorun da buradan kaynaklanmakta. Bölgesel
eşitsizlik, ekonomik faaliyetlerin ve buna bağlı nüfusun az sayıdaki kentsel alanda yığılması
sonucu oluşur. Tarihsel süreç sonucunda göreli avantaja sahip bölgeler gelişime uğrarken bu
üstünlüklere sahip olmayan bölgeler atıl kalarak devre dışı bırakılırlar. Ancak, bu süreç asla
kendiliğinden gelişen, doğal bir süreç olarak kabul edilmemelidir. Türkiye deneyimi
göstermişti ki bu konuda gelinen sonuç, üst ölçekli ekonomik ve politik tercihlerin eseridir.
Bu tercihler, bölgesel dengesizliğin panzehiri olan ‘bölge planlamayı’ reddederek yaşanan
gerçekliğin sorumlusu olagelmişlerdir.
Türkiye, İstanbul, Ankara, Adana otoyolunun batısında ve güneyinde kala kesimi ile bu
otoyolun doğusu ve kuzeyinde kalan kesimi arasında büyük farklılıklar gösteren bir ülkedir.
Yani dikdörtgenimizi bir ucundan öbürüne doğru iki üçgene ayırdığımız zaman, sol tarafta
kalan müreffeh Türkiye, sağ tarafta kalan yoksul Türkiye’dir. Birincisi göç ala Türkiye,
ikincisi göç veren Türkiye’dir.252
Bir başka sorun ise büyük kentlerdeki gecekondu alanlarının en olumsuz yanıyla
yaşadıkları ‘kentsel gerilim’ gerçeğidir. Özellikle İstanbul’daki büyük gelir uçurumu
mekansal eşitsizliğin de temelini oluşturmakta. Veriler İstanbul’da nüfusun en zengin
%10’unun kentte üretilen gelirin %52’sine, geri kalanların %48’le yetindiğini; en yoksul
%20’nin ise bu gelir pastasının ancak %6’sına sahip olduğu yönünde. Kentte tüketilen gelirin
%37.1’ni ise rant gelirleri oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar, İstanbul’daki iktisaden aktif
nüfusun büyük bölümünün esnek istihdam bloğunda yoğunlaştığını göstermektedir ki bu oran
yakın gelecekte her türlü sosyal sigortadan yoksun bir kentli kitlenin habercisidir. Tüm bu
göstergeler İstanbul’un sosyal olarak patlamaya hazır bir kent olduğunu vurgulamaktadır.
Mevcut ekonomik eşitsizlik ise kentsel mekana da yansımakta ve bir tarafta sterilize zengin
gettolarıyla, diğer tarafta kurtarılmış bölgeleriyle (moda ismiyle varoş) ‘mekansal
cemaatleşme’ sürecini beraberinde getirmektedir. Gecekondulardaki durumu sınıfsal
çözümlemelerle de açıklayabilmek mümkün değildir. Kente eklemlenme sürecinde kentsel
kurumların yetersizliği, göçen grupları enformel ilişki ağları ve mekanizmaları kullanma
zorunluluğunda bırakmakta; bu durum kentsel gerilimi artırmaktadır.253.
Nüfusun kaynağından hareket ederek büyük bir kent merkezine yerleşmesi şeklinde
gerçekleşen kentleşme, her şeyden önce bir yer değişikliği anlamı taşımaktadır. Ancak
nüfusun kaynaklandığı yerleşim yerlerinin, göç edilen merkezden çok farklı özelliklere sahip
olmasından dolayı, kentleşme aynı zamanda bir çevre değişikliği niteliği de taşır. Bunun
temel nedeni göç eden nüfusun kökenini oluşturan, başta kırsal çevre olmak üzere
Kentleşme, genel çizgileriyle geleneksel topluluklardan çağdaş kent topluluğuna geçiş
sürecinin bir ifadesidir. Yani kentleşmenin en belirgin özelliği bir toplumsal değişme olayı
olmasıdır. Nüfus, gelenekçi bir yapının egemen olduğu kesimlerden çağdaş örgütlenmenin
belirlediği bir kent merkezine yerleşmektedir. Böylelikle yeni kentliler, yeni çevreleri ile
uyumlu ilişkiler geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Söz konusu çevreler arasındaki derin
251 ÇALIŞKAN, O., Türkiye planlama sorunsalına genel bakış.
252 YAZAN, Ümit Meriç, Sosyoloji Konuşmaları, Timaş Yayınları, İstanbul 1999, sf:340
253 ÇALIŞKAN O., Türkiye planlama sorunsalına genel bakış.
73
farklılaşma, kentleşme sürecinin kısa sürede ve kolaylıkla tamamlanmasına engel
olmaktadır254.
Türk toplumu hızlı kentleşmenin getirdiği bir kültür şoku yaşamaktadır. Kırsal
alanlardan büyük kentlere göçen milyonlarca kişi için, kırsal kültür işlevini kaybetmektedir.
Ancak bu kişiler kentsel kültürü de yeterince benimseyememektedirler. Ortaya çıkan bu
"kültür boşluğu", hızla oluşan bir "kuralsızlık" doğurmakta, toplumsal, ekonomik ve siyasal
yaşamımızda ortaya çıkan "anarşi"nin temeli olabilmektedir255 .
Bu süreç aynı zamanda şehirli nüfusun homojenliğini ortadan kaldırarak heterojen bir
yapıya kavuşturmuştur. Aslında şehirde saf bir nüfus bütünlüğü ve homojenliği zaten olamaz,
ama sözünü ettiğimiz göçlerle tam bir kozmopolit nüfus bileşimi ortaya çıkmıştır. Bir bakıma
büyük şehirler Türkiye'nin küçültülmüş bir maketi görünümü kazanmışlardır. Şehirlerdeki
mekansal yerleşimlerin hemşerilik faktörü üzerinde oturtulması belli mahalle ve bölgelerin
belli yerlerden gelen insanlar tarafından iskan edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. İstanbul'da. Ankara'da. Bursa'da taşradan gelenlerin oluşturdukları mahalleler öne geçmiştir.
Rizelilerin. Sivaslıların. Tuncelilerin. Mardinlilerin, Giresunluların yerleştikleri mahalleler
bellidir. Bu gelişme aynı zamanda şehir mekânının insanı yalnızlaştıran, kimsesiz bırakan,
sorunlarla yüz yüze koyan niteliğinin yarattığı sorunları en aza indirmek için geleneksel
dayanışma motifiyle aşılması amacına dönük bir çaba olmuştur. Dünün köylüleri şehir
mekânlarında da dayanışma, işbirliği ve birbirini koruyup kollama geleneğini sürdürmeye
özen göstermektedirler256.
Kültür değişmelerini ve bu değişimlerin yarattığı kültür ihtilaflarını suçun doğrudan
veya dolaylı etkeni sayan görüşler geniştir. Köyden kente gelenler gecekondu bölgesinin
olumsuz şartlarını kendi köyü ile karşılaştırmakta ve yinede yaşantısını daha iyi, memnuniyet
verici bulmaktadır. Bu nedenle köyden gelen nüfus geri dönmeyi düşünmemektedir. Ancak
kuşaklar değiştikçe gecekondu bölgesinin insanı kıyaslamayı köyle değil yaşadığı şehrin
gelişmiş bölgeleriyle yapmaktadır. Kültür çelişkisi köyden gelen insanca kavrandığında,
kültür itilafları ortaya çıkmakta, kültür değişiminin yaratacağı ceza adaleti sorunları daha açık
ve kesin olarak belirmektedir. Gecekondu köyden de kentten de farklı kültüre sahiptir. Buna
geçiş kültürü de denilebilir. Kişiler köydeki eski tek sesli müzikten zevk alamamakta, kentteki
yeni müzik türlerine uyum gösterememektedir. Arabesk geçiş toplumu müziği olarak
karşımıza çıkmaktadır. Gecekonduda yaşayanlarla kentte yaşayanlar arasında çağı gerektirdiği
yaşam düzeyi arasındaki uçurum giderek derinleşmekte, kültürel farklılaşma ve şehre uyum
güçlüğü meydana gelmektedir. Gecekonduda oturanlar zamanla ekonomik olarak düze
çıkmaktadır, ama bu atılım kültürel ve sosyal alanlara taşınamamıştır257.
KENT OLANAKLARINI KORUMA VE TEMEL SORUNLAR
İnsanların yaşamı kent içinde idame ettirmesi, o kentin ve kendisinin olanakları ile eş
orantılıdır. Kentin imkânları sınırsız değildir. Coğrafi sınırlar, doğal kaynaklar itibari ile
kentlerinde bu istihab haddi bulunmaktadır. Bu had aşıldığında kentin olumsuzlukları ortaya
çıkmaktadır. Yeterince hizmet verilememekte ve megapollerde birden fazla yaşam türü ortaya
çıkmaktadır.258
Kentte yaşayanların kent olanaklarını korumamaları, kentsel hizmetlerin maliyetini
önemli oranda artırmaktadır. Parklar, çeşmeler, banklar ve benzeri donatım ve ekipmanlar
254 PEKTAŞ, E.K., Büyük kent belediyelerinin eğitim ve kültür hizmetleri,
255 PEKTAŞ, E.K., Büyük kent belediyelerinin eğitim ve kültür hizmetleri,
256 DURSUN, D., İstanbullu dergisi sayı.2 s.3
1
257 HANCI, H., Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu
258 ÖZFATURA, Burhan, İç Göç Makro Tedbirler Paketi İle Önlenmelidir, Göç, Sorunlar ve Çözümler, İzmir B.B Yayınları, İzmir, 1996, sf: 21
74
tahrip edilmekte, çevre hızla kirletilmektedir. Yani, kentte yaşayanlar kente karşı suç
işlemektedirler.
Kente karşı işlenen suç denildiğinde ilk akla gelen kentte yaşayanların kent olanaklarına
karşı tahripkâr girişimleridir. Kentli insanlar, yaşadıkları ve imkânlarından yararlandıkları ve
hatta kendileri için sunulmuş hizmetlere, tesislere ve ekipmanlara karşı niçin tahripkâr
davranışlar sergiler. Konunun bu boyutunun incelenmesinden önce, İlhan tekeli’nin konuyu
bir
başka
boyutta
ele
alan
yaklaşımının
irdelenmesi
gerekmektedir.
Tekeli, kentlilerin kent olanaklarına karşı tahripkâr tutumunu kent suçu olarak değil, kentli
haklarının gaspı olarak değerlendirmektedir.259 Dolayısıyla konu, fiziksel bir mekâna işlenmiş
suç değil, temel haklardan olan insan hakları bağlamına oturtulmaktadır.
Bu gün kamu hizmeti gören yerel yönetimlerin en önemli problemi yatırımlar için
kaynak temin etmek değil, yapılan ya da yapılacak olan hizmetlerin nasıl korunacağı
konusudur. Örneğin, Pendik belediyesi olarak ilçenin değişik mahallelerinde yapılan 35
çeşmenin korunması önemli bir problem olmuştur. Bu çeşmelerin muslukları sürekli
kırılmakta ya da çalınmaktadır.
İETT otobüslerinin, banliyö tren vagonlarının koltukları kesilmekte, delinmekte, tahrip
edilmektedir. Piknik alanları, piknikçilerin arkalarında bıraktıkları çöplerle kirletilmekte,
insanlar sanki buraları yine kendileri kullanmayacakmış gibi tavırlar sergilemektedirler.
Köylerinde köy çeşmesini titizlikle koruyan bir insan kente geldiğinde, mahallesindeki
çeşmeye karşı niçin düşmanca tutum sergiler?
Pendik Belediyesinin çeşmelerde yaşanan tahribi önlemek için geliştirdiği çözüm
metodu, aslında kente karşı işlenen suçların ya da diğer değimle kentli haklarına karşı işlenen
suçların temelinde yatan sebebin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Pendik Belediyesi, çeşmelerini koruyabilmek amacıyla, her çeşmeyi yakında bulunan
bir esnaf ile ilişkilendirmiştir. Esnaflarla yapılan görüşmeler sonucu, her çeşme için bir esnaf
sorumlu olarak gösterilmiştir. O çemenin bakımı, muhafazası ilgili esnafa ait olacaktır. Bu
yöntem sonuç vermiş ve çeşmelere yönelik tahripler önemli oranda azalmıştır. Bu da
göstermektedir ki, kentlere karşı işlenen suçların temelinde aidiyet yatmaktadır. Kentin
kendisine ait olduğuna inanmayan insanlar, kent olanaklarının da kendisine ait olduğunu
düşünmemekte ve onu tahrip edebilmekte veya tahribi karşısında ilgisiz kalabilmektedir.
Kente ait suçların önlenebilmesi, polisiye tedbirlerle değil, kentlilerin kentlilik bilincine
ulaşması ile mümkündür. Kentli, her şeyden önce, kentli olmanın sorumluluklarını taşıyan
kişidir. Kentinin, kent olma niteliklerini yitirmesini önlemek için elinden geleni yapan, onu
yağmacılara, bilinçsizlere karşı savunan, sahip çıka kişi kentlidir.260
KENTLİLİK BİLİNCİ
Bir şehrin gerçek sahibi o şehirde yaşayan, kentle bütünleşen ve kendisini kente ait
hisseden kişilerdir. Kentlilik binci kavramı ile ifade edilmek istenen da, kentte yaşayanların
kentle bütünleşmesi, kedini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla kente karşı sorumluluk
duygusu taşımasıdır.
Bir başka ifade ile kentlilik bilinci, kentte yaşayanların var olan değişik kimliklerinin
(Müslüman, esnaf, sanatkâr, Rizeli, Adanalı gibi) yanı sıra bir de içinde yaşadıkları şehirle
özdeşleşebilen bir kimliğe sahip olmalarıdır. Daha açık bir ifade ile, İstanbul’da yaşayanların
aslen ait oldukları memleket kimliklerinin yanında kendilerini İstanbullu olarak da
tanımlayabilmeleri gerekmektedir.
259 TEKELİ, İlhan, Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi, Ankara 2001, sf: 170-178
260 BEKTAŞ, Cengiz, Kentli Olmak ya da Olmamak, Erensen basım Yayın, İstanbul 1999, sf:108
75
İstanbul ve benzeri büyük ölçekli, hızla büyüyen kentlerde bu anlayışı görmek adeta
imkânsızlaşmıştır. İnsanlar, aynı kentte yaşamalarına ve kentin kaderini ortak paylamalarına
rağmen kendilerini o kentle özdeşleştiren bir kimlik taşıma gereği duymamaktadırlar.
İnsanların kendilerini yaşadıkları ketle özdeşleştirmemesi, kendisini o kente ait
hissetmemesinin sonucu olarak kente karşı bir sorumluluk duygusu da oluşmamaktadır. Bu
olumsuzluğun sonucunda da sahipsiz kentler oluşmaktadır. Sahipsiz mekanların sonucu ise
tahrip olmak, hor kullanılmak ve gelişememektir.
Kentlilik bilincinin gelişmesi için ortak bir kentte yaşamak yeterli bir özellik değildir.
Bir şehirde yaşayan insanların yaşadıkları şehre karşı ait olma duygusu taşımaları ise o şehri
korumaları, geliştirmeleri, şehrin imarı ve yönetimine katılmalarıyla mümkün olabilmektedir.
İnsanlar kendilerinin içinde oldukları olguları daha kolay sahiplenmektedirler.
Kentlilerin kentine sahip çıkabilmeleri için kenti algılamalarının doğru olması
gerekmektedir. Kentleri “yalnızca kendisinden çıkar sağlanacak bir nesne olarak gören
çevrelerin”261, kente karşı hassas olmaları beklenemez. Bu anlayıştan korunmanın yolu da,
kenti tanımak, kentle bütünlemek ve kentli kimliğini kazanmaktan geçer.262
İnsanların şehri koruması, sahiplenmesi için öncelikle o şehrin içinde olmaları
gerekmektedir. Şehrin içinde olmak ise mekânsal bağlamda sabit değil, sosyal, kültürel ve
siyasal anlamda aktif bir süreçtir.
İnsanlar kentin yönetimine katılabildikleri oranda kendileri ile kent arasında anlamlı
köprüler kurabilir ve kentlerini sahiplenirler. Tabii, kentin yönetimine katılmak ta tek başına
yeterli bir unsur değildir. İnsanlar kentte kendi geleceklerini bulabilmelidirler. Kendi geleceği
ile kentin geleceği arasında anlamlı köprüler oluşturan kişiler, kentin geleceği ile daha
yakından ilgilenmeye ve kendi gelecekleri için kentin geleceğini önemsemeye başlarlar.
Dolayısıyla, kentlilik bincinin gelişebilmesi için kentin insanlara gelecek vaat etmesi
gerekmektedir.
Kente karşı öfke hislerine sahip kişilerin kenti sahiplemesi mümkün değildir. Kentlerle
kişiler arasında öfke yer almamalıdır. İnsanlar yaşadıkları kente karşı niçin öfke duyarlar?
Bunun birçok nedeni bulunursa da, temelde yatan neden beklentilerinin olumlu olmaması ve
kentin imkânlarından eşit yararlanamadıkları, dışlandıkları duygusudur.
İstanbul gibi, hızla gelişen kentlerde, kentlilerin sosyal ve kültürel yapısı da değişmekte,
ayrılıklar artmaktadır. Kente yeni gelenler, kentin imkânlarından yararlanamayınca kente
yabancılaşmaya başlarlar. Kentte ikamet edecek yer bulamayan, kentte iş sahibi olamayan ve
kentin doğal, kültürel özelliklerinden yararlanamayan insanların kente yabancılaşması ve bu
yabancılaşmanın öfkeye dönüşmesi tabii bir süreçtir.
Bir kesimin sahil boyunca kamuya açık olan alaları özel kullanımlarıyla kapattıkları,
diğer kentliler denizi uzaktan seyrederken, kendilerinin denizle iç içe olmalarının ortaya
çıkaracağı sosyal ve psikolojik refleksin yabancılaşma ve öfke olması doğaldır. Ya da birleri
son derece lüks ikametgâhlarında yaşarken, kendisinin başını sokacak bir evi bile olmayan
insan şehre niçin sahip çıksın ve ona karşı iyi duygular beslesin?
Aile kurumunun henüz gücünü yitirmediği toplumlarda, oluşan sosyal ve psikolojik
tepkiler aile kurumu içinde önemli oranda azaltılır. Fakat kentleşme ile birlikte aile
kurumunda yaşanan çözülme ve ebeveynin evlatları üzerindeki etkisinin azalması, tepkilerin
yumuşatılmasını da engellemektedir. Özellikle kete yeni gelen ailelerin genç nesilleri bu
anlamda daha duyarlı olmakta ve kete karşı büyüyen bir öfke ile büyümektedirler. Aile
ortamından kopmuş, günümüzde “Tinerci, sokak çocuğu” gibi isimlerle anılan kişilerin
kentlerde sebep oldukları tahribat ortadadır.
261 BUMİN, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, sf:14
262 ÇUKURÇAYIR, M. Akif, Siyasal Katılma Ve Yerel Demokrasi, Yargı Yayınevi, Ankara 2000, sf:128
76
Kentlerimizin problemlerinin çözümünün en önemli şartı, kentlerimizin sahiplerinin
ortaya çıkmasıdır. Burada da temel soru, kentin gerçek sahiplerinin kim olduğudur? Bu
sorunun cevabı birçok açıdan incelenebilirse de, gerçek sahibinin o kentte yaşayanlar olduğu
çok açıktır. Peki ama kentin sahipleri, gerçekten o kentin sahibi olabiliyorlar mı? İnsan, sahibi
olduğu kentin yönetiminde, geleceğinin şekillendirilmesinde söz sahibi değil ise, hukuken ya
da teorik olarak o kentin sahibi görünmesinin ne anlamı vardır?
Kentin sahiplerinin gerçek anlamda söz konusu olabilmelerinin yolu, onların kent
yönetimine katılımlarından geçmektedir. Bir insan, kentin yönetimine katılabilir ise onu
sahiplenme duygusu da gelişecektir. Bu gün şehirlerimizin temel problemlerinden birisi de
demokratik olmayışlarıdır. Halkın katılımını 4-5 yılda bir yapılan seçimlerle sınırlayan bir
anlayışın yeterli olmadığı, olamayacağı ortadadır. Öyle ise yapılması gereken ik iş, halkın
kent yönetimine daha etkin katılımını sağlamaktır.
Günümüzde katılımcı demokrasi olarak tanımlanan yeni yönetim anlayışı, kentlerimizde
hayata geçirilmelidir. 1580 sayılı belediye kanunu, hemşehrilerin “belediye işlerine iştirake”
hakları olduğunu belirtmektedir. Fakat uygulamada bu hükmün fazla bir anlamı olmamıştır.
Çünkü bu konuda ikincil mevzuat hazırlanmamıştır. Ancak 2005 yılında yürürlüğe giren 5393
sayılı Belediye Kanunu bu hükmü aynen korumakla beraber Kent Konseyleri çalışmasını
zorunlu hale getirerek hemşehrilerin kent yönetimine katılımı ile ilgili bir adım atmıştır.
Pendik Belediyesi ve bazı belediyelerde başlatılan halk meclisleri ve kent meclisleri
uygulamaları, halkın kent yönetimine katılımını artırıcı uygulamalardır. Bu uygulamaların
geliştirilmesi ve etkinliğinin artırılması sağlanmalıdır.
Kentlilik bilinci aynı zamanda bir kültür konusu olduğu için eğitimde önemlidir.
Özellikle genç nesillerin bu alanda eğitilmeleri ve yönlendirilmeleri gerekmektedir.
Bir yerleşim yerinin kentleştiğinin önemli bir göstergesi burada yaşayan insanların
sosyal tavırları, ilişkileri ve bilinç durumlarıdır. Yaşadığımız kentin sorunlarına yönelik ne
derece hassasiyet sahibi olduğumuz, çevremizde yaşanılan olumsuzlukları gidermeye yönelik
bir çabamızın olup olmadığı gibi hususlar kentlilik bilincinin seviyesini de göstermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırdığı Sosyal Doku Araştırmasında ortaya konulan
bulgular kent kültürüne uygun olmayan davranışları ve bu olumsuzluklara karşı gösterilen
tavırları vurgulamaktadır:
Günlük hayatınızda;
Yerlere tükürenlerle, sümkürenlerle karşılaştınız mı?
Frekans Yüzde
Karşılaştım
3276
Karşılaşmadım 298
3574
91,7
8,3
100,0
Karşılaştıysanız ikaz ettiniz mi yahut karşılaşsanız ikaz eder misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
1442
40,4
Bazen
975
27,3
77
Çok nadir
465
13,0
Hiçbir zaman
683
3565
19,2
100,0
Çevreye çöp atanlarla karşılaştınız mı?
Frekans Yüzde
Karşılaştım
3320
Karşılaşmadım 254
92,9
7,1
3574
100,0
Karşılaştıysanız ikaz ettiniz mi yahut karşılaşsanız ikaz eder misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
1605
45,0
Bazen
1049
29,4
Çok nadir
393
11,0
Hiçbir zaman
518
3565
14,5
100,0
Yasak yerlerde sigara içenlerle karşılaştınız mı?
Frekans Yüzde
Karşılaştım
2617
Karşılaşmadım 953
3574
73,3
26,7
100,0
Yasak yerlerde sigara içenleri ikaz ettiniz mi/eder misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
1362
38,3
78
Bazen
876
24,7
Çok nadir
489
13,8
Hiçbir zaman
825
3552
23,2
100,0
Park, şehir mobilyaları, otobüs durakları, toplu taşıma araçları gibi şehir ortak
mallarına zarar verenlerle karşılaştınız mı?
Frekans Yüzde
Karşılaştım
2492
Karşılaşmadım 1077
3569
69,8
30,2
100,0
Park, şehir mobilyaları, otobüs durakları, toplu taşıma araçları gibi şehir ortak
mallarına zarar verenleri ikaz ettiniz mi/ eder misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
1472
41,5
Bazen
989
27,9
Çok nadir
426
12,0
659
18,6
3546
100,0
Yukarıdaki grup sorularda olduğu gibi, tasvip etmediği halde, tenkit etmeme tavrı şehir
mobilyaları söz konusu olduğunda da karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar şehri henüz kendilerinin
bulmadıkları için % 70 oranında ortak mallara zarar verenleri gördükleri halde “her zaman”
ikaz ederim oranı % 41,5’tir. Hiçbir zaman sesini çıkarmayanlarsa % 19 kadardır. Bazen ve
çok nadir şıklarını da şehri benimsememe göstergelerine dahil edersek, şehrin herkese ait olan
mallarını benimsemeyenlerin oranı % 60’lara yükselir ki bu şehirlilik bilincinin İstanbul’un
hemşehrilerinde henüz çok düşük bir yüzdeye ulaşabildiğini gösterir. 263
Hiçbir zaman
Bir şeyler satın alırken günaydın, hayırlı sabahlar, iyi günler, iyi akşamlar,
nasılsınız, teşekkür ederim gibi şeyler der misiniz?
3152
88,1
Her zaman
Frekans Yüzde
380
10,6
Bazen
263 Sosyal Doku Projesi, Genar Araştırma, İ.B.B. Yayınlanmamış rapor, İstanbul 2001
79
Çok nadir
36
1,0
Hiçbir zaman
9
3577
3
100,0
Şehir hayatında duymaya hasret kaldığımız bu nazik ifadelerin kullanılması gerektiği
konusunda deneklerin en azından belli bilince ulaştığı ifade edilebilir.
Toplu taşıma araçlarında sıraya dikkat eder, yaşlılara,hamile kadınlara veya
sakatlara yer verir misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
2875
80,5
Bazen
479
13,4
Çok nadir
112
3,1
74
2,1
3573
100,0
Aynı şey geleneksel değerlerimizin bir devamı olan yaşlı ve hamilelere sakatlara dikkat
konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Hanımlar genç delikanlıların kendilerine pek değer
vermediğini bilmekte, soru kendilerine tevcih edildiğinde ise evet demektedirler.
Hiçbir zaman
Apartman dairesinde oturuyorsanız komşularınızı rahatsız etmemek için ailece
evinizde gürültü yapmamaya dikkat eder misiniz?
Frekans Yüzde
Her zaman
3111
87,3
Bazen
354
9,9
Çok nadir
60
1,7
Hiçbir zaman
31
9
Apartman
dairesinde
oturmuyorum
7
2
3563
100,0
Komşuları rahatsız etmemek de geleneksel terbiyemizin bir devamıdır ve gürültüsüz
yaşamaya dikkat etme konusunda gösterilen % 87,3’lük dikkat de bir çok değerlerin şehirde
yaşamaya devam ettiğini göstermektedir. Yani insanlarımız kendi çevrelerinden kopup,
büyükşehre gelmişlerdir ama gelirken kendi değerlerini de şehre taşımışlardır. Değişirken
devam etmenin bir ifadesi olan bu tespit bir başka soruya verilen cevapla devam ederken
değişmek hakikatına dönüşmüştür.
80
KENTLİLİK BİLİNCİNDE PENDİK UYGULAMALARI
Pendik Belediyesinin kentlilik bilincini oluşturma çabalarının temelinde, ilçenin fiziksel
kayıplarının geri alınması yatmaktadır. Önceki bölümlerde belirtildiği gibi 1994 tarihi itibarı
ile Pendik kelimenin tam anlamıyla çarpık kentleşme örneği sergilemektedir. Plansızlık,
gecekondulaşma, aşırı hızla artan nüfus, susuzluk, alt yapı eksiği ve benzeri problemlerin yanı
sıra son derece yetersiz park, oyun ve spor alanı ve benzeri donatı eksiği ile Pendik, fiziksel
yatırım alanında çok ciddi sıkıntılar içindedir.
Fiziki alt yapısı kabul edilebilir seviyeye getirilmemiş ilçede, kentlilik bilincini
geliştirme çalışmalarının başlatılmasını beklemek yerinde olmayacaktır. Bundan hareketle
belediye bir yandan fiziksel kayıpların geri alınması için yoğun çaba sarf ederken diğer
yandan bütün bu çalışmalar esnasında halkın katılımını en üst seviyeye çıkarmaya çalışmıştır.
Mahalleler arası hizmet dağılımında mevcut olan aşırı farklılıklar sebebiyle her
mahalleye eşit hizmetin gitmesi mümkün değildi. Çok geri kalmış mahallelere ağırlık
verilmesi ama bu arada nispeten iyi olan merkeze yakın mahallelerde de dönüşümün
başlatılması gerekiyordu. Bütün bu çalışmalar yapılırken, gerçeklerin halka anlatılması,
yapılmak istenenlerin ve yapılanların ne olduğu ve niye yapıldığı konusunda da halkın
bilgilendirilmesi gerekiyordu. Bunun için de Mahalle Meclisleri organize edilmiş ve gerek
mahalle ve gerekse ilçe ile ilgili problemler, çözüm önerileri bu mekanlarda tartışılarak ortak
karara ulaşılmasına gayret gösterilmiştir.
KENTLİLİK BİLİNCİNİ GELİŞTİRME PROJESİ
Pendik Belediyesi Kaymakamlık ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü işbirliğiyle
Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi olarak adlandırılan bir eğitim çalışması gerçekleştirdi.
Nisan ve Mayıs aylarında 8 ilköğretim okulu ve 8 lisede binlerce öğrenciye eğitim verildi,
öğretmenlere ise iki günlük seminer programı düzenlendi.
Projenin amacı kent kültürünü geliştirmek, kentlilik bilincini oluşturarak Pendik ilçesini
yaşanabilir, modern ve çağdaş bir şehir haline getirmekti. İlçe halkının yaşadığı şehri
koruması, geliştirmesi ve şehre aidiyet bilinci hissederek sahip çıkması kültürel ve eğitsel bir
dönüşümün koşulu olduğu gibi bireysel ve toplumsal düzlemde de bir sorumluluk bilincinin
gelişmesini gerektirmektedir. Bu projeyle şehirde yaşayan tüm bireylere yönelik kamuoyu
oluşturma ve yönlendirme çalışması yapılması, öğretmenlere konuyla ilgili gerekli bilgi
aktarımının sağlanarak konunun öneminin vurgulanması ve öğrencilere ders ve seminer
tarzında kent bilincini kavrayabilecekleri bir eğitimin verilmesi amaçlanmaktaydı.
Proje kapsamında eğitim veren öğretim üyeleri isimleri ve verdikleri derslerin başlıkları
şunlardır:
- Prof. Dr. Mehmet Karpuzcu, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Çevrecilik Bölüm
Başkanı: Çevrecilik ve Kentte Çevre Bilinci dersi.
- Prof. Dr. Edibe Sözen, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekan
Yardımcısı: Kent ve Kentlilik Kültürü Dersi.
- Prof. Dr. Musa Taşdelen, Sakarya Üniversitesi, Sosyoloji Bölüm Başkanı: Şehir
Ortamında Sosyal İlişkiler dersi.
- Prof. Dr. İbrahim Baz, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi
Dekanı: Şehircilik ve şehir olanaklarını kullanma, paylaşma ve koruma dersi.
Proje kapsamında eğitim verilen okullar şunlardır:
- Anadolu Denizcilik Meslek Lisesi,
- Kurtköy Ticaret Meslek Lisesi,
- Gülizar Zeki Obdan Lisesi
- Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
- Faruk Nafiz Çamlıbel Lisesi
- Tarık Buğra Lisesi
81
- Alparslan Lisesi
- Kazım Karabekir İlköğretim okulu
- Yıldırım Bayezit İlköğretim okulu
- Atatürk İlköğretim okulu
- Mustafa Karuşağı İlköğretim okulu
- Osmangazi İlköğretim okulu
- Orhan Sinan Hamzaoğlu İlköğretim okulu
- Prof. Dr. Erol Güngör İlköğretim okulu
- 700. Yıl İlköğretim okulu
Proje süresi:
- Öğrencilerin eğitimi 12 Nisan günü başlayıp, 24 Mayıs günü tamamlandı
- Öğretmenlerin seminerleri 22 Mart ve 29 Mart tarihlerinde iki grup şeklinde
gerçekleştirildi.
Kentlilik Bilinci Anketi
Kentlilik Bilincini Geliştirme Projesi kapsamında eğitime katılan ve katılmayan
öğrenciler üzerinde bir de anket çalışması gerçekleştirildi. Öğrencilerin kent tasavvurları,
kentlilik ve kent kültürü hakkındaki görüşleri ve verilen eğitimle ilgili düşüncelerinin analiz
edildiği anketin bulguları değerlendirilmektedir.
Kentlilik Bilinci Forumu
Uygulanan eğitim projesi kapsamında ilçede bulunan kurum ve kuruluşlar ile siyasi parti
ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katıldığı bir forum gerçekleştirildi. Pendik
Kaymakamı, Belediye Başkanı ve eğitim veren öğretim üyelerinin konuyla ilgili bilgi
aktarımının ardından tüm sivil toplum kuruluşu (hemşehri dernekleri) temsilcileri söz alarak
Kent kültürünü geliştirme ve Pendik’e sahip çıkma teması etrafında konuşmalar yaptılar.
Önce Pendik sloganının işlendiği forumda Pendik Deklerasyonu başlıklı ortak bir metin
oluşturuldu.
Hemşeri Dernekleri ile İşbirliği
Pendik belediyesi tarafından organize edilen kentlilik bilinci çalışmalarında hemşehri
derneklerine özel bir önem verilmiştir. Her ne kadar hemşehri derneklerinin ortak kimlik
bilinci oluşturulmasında olumsuz etkileri olduğu da düşünülmekte ise de bu dernek ve
vakıflar hem üyelerinin fazlalığı ve hem de gördükleri işlev bakımında önem verilmesi
gereken oluşumlardır.
Ülkemizin içinde yaşadığı hızlı kentleşme ve ekonomik krizlerin doğurduğu sıkıntıların
hafifletilmesinde hemşehri dernekleri azımsanmayacak roller üstlenmişlerdir. Köyünden
kente gele insanlar, kentin karmaşası ve zor hayat şartları içinde mücadele ederken bu
derneklerin yardımını görebilmektedir. Hemşeriler arasında var ola bağlar, dar günlerde
birbirlerine yardım elini uzatmalarını sağlamaktadır.
Olumlu yönlerinin yanı sıra, hemşeri derneklerinin aslen geldikleri yerlere endeksli
olmaları da kentte bulunanların kendini o kentle özdeşleştirmesinde olumsuz etki
yapabilmektedir. Fakat burada asıl olan, onların aslen ait oldukları kökenlerine ait kimliklerini
terk etmelerini istemek değil, bu kimliğe saygı duyarak, ayrıca içinde yaşadıkları kente ait
ortak bir kimlik oluşumu için de çalışmalarıdır.
Ülkemizde en çok dernekleşme hemşehri dernekleri sınıfında yaşanmaktadır. Örneğin,
İstanbul’da Sivaslıların kurduğu 614 dernek bulunmaktadır.264 Bu kadar yoğun ve yaygın
bulunan derneklerin, İstanbul ile ilgili yapılacak çalışmalarda göz ardı edilmesi doğru
olmayacaktır. Aynı şartlar benzer biçimde Pendik için de geçerlidir.
264 Zaman Gazetesi, 03.05.2002
82
Pendik kentlilik Bilinci çalışmaları çerçevesinde, kentlilik bilincinin önemi ve gereği
hemşeri derneklerinin temsilcilerine anlatılmış ve bu çalışmalara aktif katılımları istenmiştir.
Hemşeri derneklerinin bu davete cevapları olumlu olmuş ve proje onların da desteği ile daha
güçlü olarak gerçekleştirilmiştir.
Hemşeri derneklerinin desteği katılımı ve dolayısıyla da projenin başarı grafiğini
yükseltmektedir.
Hemşeri dernekleri ile yapılan işbirliği, her türlü sosyal ve kültürel çalışmalarda da
sürdürülmüş ve bu çalışmaların hem katılımı hem de boyutunun büyümesi sağlanmıştır.
MAHALLE MECLİSLERİNDEN KENT MECLİSLERİNE
Pendik Belediyesi, gerçekleştirdiği 125 adet Mahalle Meclisi çalışmalarını, ilçenin fiziki
kayıplarını geri alması üzerine bırakmış ve bu sefer ilçe bütününde geleceğin
şekillendirilmesi, mevcut çalışmaların gelecek projeksiyonu içinde kararlaştırılması için Kent
Danışma Meclisleri’ni başlatmıştır. Bu uygulama kent konseylerinin kanuni zorunluluk
olmasından çok önce başlamıştır.
Kent danışma meclisleri, belediye, merkezi idare, yerel basın ve sivil toplum örgütleri
temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen, çalışma komisyonları bulunan, yapılan her
çalışmanın kayda alınarak, yazılı doküman haline getirildiği organizasyonlardır.
Bilindiği gibi, günümüz yönetim anlayışı “Sosyal paydaş” kavramı üzerinde
şekillenmektedir. Sosyal paydaşları ile sağlıklı iletişim ve birliktelikler kurabilen kurumlar
kalıcı, başarılı ve etkin olabilmektedirler.
Sosyal Paydaş, bir kurumun başarı ya da başarısızlığından etkilenen herkestir. Bu
tanımdan hareketle, kent yönetimi olan kurumun yani belediyenin sosyal paydaşlarını da tüm
kent halkı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü belediyenin başarısı ya da başarısızlığı kent halkını
doğrudan ilgilendirmektedir.
Bir başka problem ise belediyelerin saygınlığıdır. Toplumda saygınlığı olmayan
kurumlar etkin de olamamaktadırlar. Oysa kentlerin sağlıklı yönetilebilmesi için kent
yönetimi olan belediyelerin etkin kurum, dolayısıyla saygınlığı olan kurum olmaları
gerekmektedir.
Kent halkının yani sosyal paydaşlarının desteğini ardına alan belediye, kent problemleri
üzerine daha cesaretle gidebilir ve köklü çözümler üretebilir.
Pendik Belediyesi de, ilçenin mevcut problemlerinin değerlendirilmesi ve çözüm
önerilerinin geliştirilmesi, gelecekte nasıl bir Pendik görmek istenildiğine karar verilmesi ve
alınan kararlar doğrultusunda çalışmaların koordine edilmesi için Kent Danışma Meclisi
çalışmalarını başlatmıştır.
SOSYAL BELEDİYECİLİK
Sosyal Belediyecilik, mahalli idareye sosyal alanlarda planlama ve düzenleme işlevi
yükleyen bir modeldir.265
Bu çerçevede;
- kamu harcamalarını konut, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması alanlarını kapsayacak
şekilde sosyal amaca kanalize eden;
-işsiz ve kimsesizlere yardım yapılması, sosyal dayanışma ve entegrasyonun tesis
edilmesi ile sosyo – kültürel faaliyet ve çalışmaların gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan
altyapı yatırımlarının yapılmasını öngören; bireyler ve toplumsal kesimler arasında zayıflayan
sosyal güvenlik ve adalet mevhumunu güçlendirmeye yönelik olarak mahalli idarelere
sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevleri yükleyen
bir modeldir.
265 AKDOĞAN, Yalçın, “Ulusal Soruna Yerel Çözüm:Sosyal Belediyecilik”, Eminönü Bülteni, Şubat Sayısı, İstanbul 2002
83
- Sosyal belediyecilik kavramı altında mahalli idarelere sosyal alanlarda planlama –
düzenleme işlevleri yükleyerek, onları sosyal amaca kanalize eden; sosyal dayanışma ve
entegrasyonu sağlayarak belediyelerin sosyal güvenlik ve adalet mevhumunu geliştirici
sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevlerini önplana çıkaran bir çalışma yapılmalıdır.
- Sosyal belediyeciliğin temeli tüm vatandaşların topluma kazandırılması için
toplumsallaştırma misyonu ile birlikte toplumsal kesimleri yönlendirme, onlara rehberlik etme
anlayışının geliştirilmesidir.
- Muhtaç, çaresiz ve güçsüz vatandaşların (öksüz, sokak çocuğu, özürlü, yaşlı, açlık
sınırında olanlar gibi) yaşam şartlarını kolaylaştırıcı yardımları yapmak ve her türlü sosyal
fonksiyon için altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek sosyal belediyeciliğin ana amacıdır.
- Sosyal belediyeciliği geliştirmenin önşartı yerinden yönetime geçilmesi, yani mahalli
idarelerin merkezi yönetim karşısındaki yetki ve özerkliğinin genişletilmesi, yetkilerin merkez
ile taşra arasında paylaştırılması şeklinde yerel yönetimlerin yetki ve imkan olarak
güçlendirilmesidir.
- Türkiye konjonktüründe yerel yönetimlerin serbest piyasa ortamındaki kimi
hizmetlerden tamamen elini çekmesi inandırıcı olmayacağı gibi, büyük tahriplere de yol
açabilir. Belediyelerin her halükarda denetleme, koordinasyon, planlama, teşvik ve tespit
görevlerini yerine getirmelidir.
- Belediye Kanununda belediyelere yüklenen sosyal fonksiyonlar için gerekli kaynak
tahsis edilmemekte, ulusal düzeydeki hizmetlerin izdüşümlerinin gerçekleştirilmesine ve
politika belirlenmesine olanak sağlanmamaktadır. Örneğin sosyal hizmetler belediyelerin
üzerine yıkılırken, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma kaynakları Kaymakamlar kanalıyla
dağıtılmaktadır. Bu çarpıklığın giderilebilmesi, yerel hizmetlerin yerel yönetimler eliyle
gerçekleştirilebilmesi için söz konusu kaynakların belediyelere aktarılması amacıyla gerekli
mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır. Bu konuda başta siyasiler olmak üzere toplumun tüm
kesimlerine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
- Bizim anlatmak istediğimiz ya da bir başka ifade ile belediyelerimizin gündemine
taşımak istediğimiz husus yaşanan gelişmeler karşısında belediyelerimizin sosyal ve kültürel
alanlara daha fazla eğilmelerinin gerekliliğidir.
Pendik Belediyesi bu kapsamda birçok çalışmayı gerçekleştirmiştir. Örneğin her gün
1.500 kişinin sıcak yemek aldığı Aş Evinin yanı sıra kuru erzak, yakacak, giyim, kırtasiye
yardımları, burslar gibi yardım faaliyetleri yapılmaktadır. Bu faaliyetler sadece belediye
imkânları ile gerçekleştirilmemekte, hayrı sahibi vatandaş ve kuruluşların yardımları da
organize edilmektedir.
İnsanların meslek sahibi olarak kalifiye iş gücünün oluşturulması ve böylece iş bulma
imkânının artırılması amacıyla meslek edindirme kursları devam etmektedir.
EKONOMİK KALKINMA PLATFORMU
Belediyeler beldenin ve belde halkının mahalli mahiyette medeni ve müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturulmuş kamu tüzel kişileridirler.
Ülkemizde belediyelerin görev ve yetkileri 1930 tarihinde çıkarılan 1580 sayılı Belediye
Kanunu’nda düzenlenmiştir. Söz konusu Kanun’da belediyelerin bir çok vazifesi sayılmakta
ve bunların arasında ekonomik-ticari anlam taşıyan görev ve yetkiler de bulunmakta ise de,
gerek daha sonra çıkarılan kimi kanunlar (Sosyal Güvenlik, Sanayi, Ticaret ve benzeri
alanlardaki kanunlar) ile bu görev ve yetkilerin bir kısmı merkezi idareye aktarılmış ve
gerekse de her ne kadar Belediye Kanunu’nda belediyelerin kuruluş amacı “yerel mahiyette
medeni ve müşterek ihtiyaçların karşılanması” olarak ön görülmüşse de, ekonomik- ticari
ihtiyaçlar kapsam dışı kabullenilmiştir.
Günümüzde belediyeler sadece yol, su, kanal, park, imar, planlama gibi çalışmalarla
yetinmemektedir. Özellikle son yıllarda birbiri ardına yaşanan ekonomik krizler neticesinde
84
belediyeler sosyal alanlarda da ciddi çalışmalar içerisine girmişlerdir. Belediyelerin sosyal ve
kültürel alanlarda yoğunlaşmaya başlayan çabaları, günümüzde “Sosyal Belediyecilik”
anlayışını ön plana çıkarmıştır. Özellikle 17 Ağustos Depremi ve son yıllarda yaşanan
ekonomik krizlerin toplumsal patlamalara yol açmamasında, belediyelerin yaygın ve etkin
sosyal faaliyetlerinin önemli bir rolü bulunmaktadır.
Kentlerimizin yerel problemleri arasında en önemlilerinden birisi de kentte yaşayanların
kentlerine sahip çıkmamalarıdır. Bu olumsuzluğun kültürel ve sosyal olduğu kadar, ekonomik
sebepleri de vardır. Yaşadığı kentte insanca yaşama imkânına ulaşamayan, kent imkânlarının
kendisine refah sunamadığı yerlerde, insanların bu kentlere sahip çıkmalarını beklemek
gerçekçi değildir.
Ekonomik yönden gelişemeyen kentlerde kültürel faaliyetlerin istenilen seviyelere
ulaşması, yaygınlaşması mümkün değildir. Bunun yanı sıra, ekonomik yaşam savaşı veren
toplum kesimleri, kentlere yönelik kimi çalışmalara tepki göstermektedir. Özellikle prestij
çalışmaları bu konuda toplumsal öfke ile karşılanabilmektedir.
Sağlıklı ketleşebilmenin ve dolayısıyla yerel yönetimlerin başarılı olmasının şartlarından
birisi de bu kentlerin ekonomik gelişimidir. Bu gelişimin yetersiz olduğu kentlerde yerel
problemler çözüme kavuşturulamayacaktır. Bu sebeple, belediyeler, fiziksel ve sosyal-kültürel
alanlara önem vermelerinin yanı sıra kentin ekonomik gelişimi ile de ilgilenmek
zorundadırlar.
Günümüzde “Yönetişim” olarak adlandırılan, konu ile ilgili olanların ortak yönetim
anlayışı sergilemelerini savunan gelişme, “Paydaşların yönetime aktif katılımını”
gerektirmektedir. Kentlerin paydaşları da bu kentte yaşayanlar ve bu kente hizmet sunan
kurum ve kuruluşlardır. Bir başka ifade ile, kent yönetiminin başarı ya da başarısızlığından
etkilenen herkes, o kentin paydaşıdır. Dolayısıyla “Yerel Yönetişim”, kent paydaşları arasında
sağlıklı ilişkilerin tesisi ve paydaşların mutluluğunu esas almalıdır. Bu da fiziksel, sosyal ve
kültürel alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da “Birlikte Yönetim” anlayışını
gerektirmektedir.
Günümüzde gelişmiş batı ülkelerinde yerel yönetimlerin kentlerin ekonomik gelişiminde
aktif rol almaları anlayışı benimsenmeye ve hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Ülkemizde ise
daha çok “Şehir Vakıfları” yolu ile sivil girişimlere rastlanmaktadır.
Belediyelerin yerel ekonomik gelişmede etkin rol almaları gereğinden hareketle
geliştirilen “Yerel kalkınma Projesi”nin Pendik’te uygulanmasına başlanmıştır. Bu kapsamda
Sabancı Üniversitesi ile iş birliği arayışları olumlu sonuç vermiş ve bu kitabın hazırlıklarının
yapıldığı sırada da İSO, TO, TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD ve benzeri meslek teşekkülleri ile
görüşmeler başlamış bulunmaktadır.
YEREL KALKINMA PROJESİ
“PENDİK YEREL KALKINMA PLATFORMU”
A- AMAÇ:
Pendik’te ekonomik hayatı geliştirilmesi yoluyla;
a-İstihdamın artırılması
b-İlçenin ekonomik seviyesinin artırılması
c-Sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi
d-Toplumsal barılın güçlendirilmesi
B-YAPILANMA
a- PENDİK EKONOMİ MECLİSİ
-Bölge milletvekilleri
-Belediye temsilcileri
-Merkezi İdare temsilcileri
85
-Üniversite temsilcileri
-İSO temsilcisi
-İTO temsilcisi
-TÜSİAD temsilcisi
-TOBB temsilcisi
-MÜSİAD temsilcisi
-KOBİ temsilcileri
-Esnaf Odaları temsilcisi
-Sanayicilerin temsilcileri
-Ticaret erbabı temsilcileri
-Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri
b-KOMİSYONLAR
-Eğitim Komisyonu
-Kurumlar Arası Koordinasyon Komisyonu
-Dış Ticaret Komisyonu
-AB Komisyonu
-Esnaf Komisyonu
-KOBİ’ler Komisyonu
-Sanayi ve Ticaret Komisyonu
c-YÜRÜTME HEYETİ
-Belediye Başkanı
-Belediye temsilcisi
-Üniversite temsilcisi
-Sanayiciler temsilcisi
-Ticaret erbabı temsilcisi
-Esnaf temsilcisi
-Milletvekili (2 kişi)
d-SEKRETERYA
Pendik Belediyesi
C-ÇALIŞMA ALANLARI
a-MEVCUT DURUM TESPİTİ
-İş kolları
-Kapasiteleri
-Sorunları
b-GELİŞİM PLANLAMA
-Ağırlık verilecek iş kollarının tespiti
-Kapasite artırım çalışması
-Alternatif pazarlar çalışması
-Proje destekleme çalışmaları (Proje Çalışma Merkezi)
-Bilgi Destek Çalışması (Ar-Ge Merkezi)
-Eğitim Çalışmaları
Finans Yönetimi
Pazarlama
Yönetim
Genel Mevzuat
AB Mevzuatı
DışTicaret
İş planlama
Proje Yönetimi
-Mevzuat değişiklik taslak çalışmaları
86
-Pendik Vizyonu doğrultusunda planlama ve projelendirme çalışmaları
c-KURUMLAR ARASI İLETİŞİM
-Sorunlarla ilgili merkezi ve yerel idarelerle iletişim
-Koordinasyon-Bilgilendirme Toplantıları
d-PROJE TANITIM ÇALIŞMALARI
-Sanayici, ticaret erbabı ve esnaflara projenin tanıtımı
-Meslek teşekküllerine projenin tanıtımı
-Merkezi ve yerel idarelere projenin tanıtımı
-Kamu oyunun bilgilendirilmesi
D- İLÇEDEN BÖLGEYE GELİŞİM
Pendik’te pilot uygulaması yapılacak çalışmanın tüm Anadolu Yakasını
kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması
E-FİNANS
Meclis üyelerinin aidatı
Mesleki teşekküllerin katkısı
Sponsorlar
DEĞERLENDİRME
Kentler, insanın toplumsal varlık olmasının sonucu olarak doğmuş mekânlardır. Tarihi,
insan tarihi kadar eski olmasa bile, insanlığın medeniyet tarihi kadar eskidir, Çünkü
medeniyet kentle başlar. Her toplumun kentlerinin kendisine özgü özellikleri vardır. Bu da
doğaldır, çünkü kentler toplumun eseri olduğuna göre, ait olduğu toplumun özelliklerini
yansıtacaktır.
Dar anlamıyla, dünya üzerinde kentlerin sayısının ve mevcut kentlerin nüfusunun hızla
artması olarak tanımlanan kentleşme, son yüzyıla damgasını vurmuş bir gelişmedir. Sadece
ketlerin sayı ve nüfusunun artması değil, bu artışla beraber yaşanan sosyal, kültürel, ekonomik
ve siyasi dönüşümler ve bütün bunların doğurduğu sonuçlar, günümüzde toplumun e önemli
problemleri arasındadır.
Gelişmiş batı ülkelerinin 200-300 yılda gerçekleştirdiği kentleşmeyi Türkiye gibi
gelişmekte ola ülkelerin 20-30 yıl içinde gerçekleştirmeleri, bu ülkelerde kentleşme
probleminin kronikleşmesine sebep olmuştur. Çarpık kentleşmenin her türlü olumsuzluğu bu
ülkelerde yaşanmaktadır.
Kentlerimizin en önemli problemlerinden birisi de, kentte yaşayanlar ile kent arasındaki
bağların zayıflaması, hatta kopmasıdır. Bunun sonucunda zaten hızlı nüfus artışının getirdiği
problemlerle boğuşan kentlerimizin bir de sahipsiz kalmasından kaynaklanan sorunlar
yaşanmaya başlanmıştır.
Kentlerimizin yaşadıkları problemlerin çözümü için merkezi ve yerel idarelerin almaları
gereken birçok önlem bulunmaktadır. Ama asıl görev ketlerde yaşayanlar olarak hepimize
düşmektedir. Kentlerimize sahip çıkmak, onunla aramızda güçlü ilişkiler tesis etmek ve onun
geleceği ile kendi geleceğimiz arasında anlamlı köprüler oluşturmak. Bunun yolu ise katılımcı
olmaktan geçmektedir.
Kentler, birlikte yaşadığımız, geleceğimizi bina ettiğimiz, hatıralarımız ve
hayallerimizle dolu mekânlardır. Bu mekânların yaşanılabilir kılınması bizim kendimize,
evlatlarımıza ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzdur.
Kentler, sadece bu gün üzerinde yaşadığımız toprak parçası ile onun üzerinde bulunan
evlerimizden, iş yerlerimizden ve diğer yapı ve tesislerden oluşan fiziki yapı değildir.
Kentler, insanlık tarihinin uzun yıllar süren tecrübesi sonucu şekillenmiş, onların
gelişimine tanıklık etmiş şahitlerdir.
Kentler, ümit kapısıdır. İçinde barınan herkes ondan bir şey bekler.
Kentler, özgürlüktür, demokrasidir.
87
Ama aynı kentler,
-Gelecek nesillerin bizlere emaneti olan doğaya karşı işlediğimiz suçların delilidir.
-Çarpık kentleşmenin sonucu öfkemizin yöneldiği karabasanlarımızdır.
Öyle veya böyle, kentler bizim eserimizdir. Yanlışıyla, doğrusuyla onu biz inşa ettik ve
dolayısıyla sonucundan da bizler mesulüz.
Kentlerimizi içinde yaşamaktan huzur duyulan mekânlar haline dönüştürmekte yine
bizlerin elindedir. Yapmamız gereken, kendimize saygı duymaktır. Kendine saygı duyan
kentine de saygı duyar.
Yapmamız gereken geleceğimizi sağlıklı şekillendirmektir. Geleceğini sağlıklı
şekillendirmek isteyen kentinin sağlıklı gelişimini dert edinir.
Bilmemiz gereken, kent ile aramızda var olan güçlü bağ ve karşılıklı bağımlılıktır.
Dolayısıyla, sahiplenmediğimiz kent, kendimize yapacağımız en büyük kötülüklerdendir.
Sağlıklı, huzur dolu, yaşamaktan onur duyduğumuz kentlerin özlemi ile…..
KAYNAKÇA
AKDOĞAN, Yalçın, “Ulusal Soruna Yerel Çözüm:Sosyal Belediyecilik”, Eminönü Bülteni, Şubat Sayısı,
İstanbul 2002
AKŞİN, Selçuk Somel, Yerel Tarih Araştırmacıları İçin Kılavuz, Bilkent.edu.tr
AKTAŞ, Cihan, Bakü Mimarisine Sosyalizmin Etkileri, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B.
Yayınları, 1998,
AKYÜZ, Vecdi., “Şehir ve yerel yönetimler” c.2. İlke Yayıncılık, İstanbul 1996
ALEXANDER, Chriptoher, A Pattern Language, New York, Oxford Pres, 1977
ARAPKİRLİOĞLU, Kumru, YENER, Zerrin, Avrupa Kentsel şartı, Ada-Kentliyim Dergisi, Haziran-Ağustos
1996
Avrupa Ekonomik Komisyonu Raporu, Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi, Çev: ÇAĞLAYANDERELİ
Mustafa, Birleşmiş Milletler, New York, 1981
AYDOĞAN, Ahmet, Şehir ve Cemiyet, İz Yayıncılık, İstanbul 2000
BAL, H, Kent Sosyolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002,
BAŞARAN, Sermet, Kentleşmenin Tarihsel ve Sosyo Ekonomik Temelleri, Mahalli İdareler Dergisi, Haziran
1996,
BAYKARA, Tuncer, Prf. Dr., Sosyal yapı ve Şehir Hayatı, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002
BEKTAŞ, Cengiz, Kentli Olmak ya da Olmamak, Erensen basım Yayın, İstanbul 1999
BEYHAN, Berna, Tarih Kırılgandır, Zipİstanbul, s:6, 26 Nisan-2 Mayıs
88
Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Rio Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995
Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Deklarasyonu, Yeni Türkiye Dergisi, s: 5, 1995
BUMİN, Kürşat, Demokrasi Arayışında Kent, İz Yayıncılık, İstanbul 1998,
BOOKCHİN, Murray, Kentsiz Kentleşme, Ayrıntı yayınları, İstanbul 1999
BÖLEK,Sinan, YÜZER, Şebnem, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Stratejik
Plan Hedefleri ve Politikaları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları
İstanbul 1998,
BULAÇ, Ali, İstanbul, Göç ve Şehirlilik Kültürü, İstanbullu Dergisi, İstanbul 1999,
CANATAN, K., Geleneksel Şehirlerden Modern Kentlere, Kent Kimlikleri,
CANSEVER, Turgut, Habitat II Vesilesi İle İnsan, Konut ve Şehirleşme, yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan
1996,
CEBECİ, M. Numan, Yüksek Yapılarda Psikolojik ve Sosyal Problemler, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent
Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998,
ÇAĞLAYANDERELİ, M., Kent Yenileştirme ve Yaşam Kalitesi,
ÇALIŞKAN, Olgu, Türk Planlama Sorunsalına Genel Bakış Ve Yapısal Çözüm Önerileri1, Aydinlanma1923.org
ÇELİKHAN, Seniha, ATASAYAN, Öncü, ERYILMAZ, Yaşasın, Geçmişten Geleceğe İstanbul’da Konut
Politikaları ve Sınırlayıcıları, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Planlaması-Kent Zirvesi 1, İ.B.B. Yayınları
İstanbul 1998,
ÇUKURÇAYIR, M. Akif, Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi, Yargı Yayınevi, Ankara 2000,
DANIŞ, Aslı Didem, Bahçeşehir Bir Mahalle mi? İstanbul Dergisi, Sayı:133
DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı, Ankara 2003
DİE, 2000 Genel Nüfus Sayımı-İstanbul, Ankara 2002
DİE, Devlet İstatistik Yıllığı, 2001
DİNÇER, Yüksel, Doç. Dr., Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması, Sivil Toplum İçin Kent, Siyaset ve Demokrasi
Seminerleri, Demokrasi Kitaplığı-WALD Yayınları,İstanbul 1999,
Hüseyin ÇELİK, Doç.Dr., www.huseyincelik.net/koseyazilari
MANTİNDALE, Don. “Önsöz”, Şehir, Modern Kentin Oluşumu. Max Weber. Çev: Musa Ceylan., İstanbul:
Bakış Yayınları, 2000.
DURSUN, Davut, Göçlerin Bunalttığı Şehirler, İstanbullu Dergisi, s:2,
DURU, Bülent, ALKAN, Ayten, 20. Yüzyıl Kenti, İmge Kitabevi, Ankara, 2002
ERDEN, Sema, Prof. Dr. Kentsel Gelişme ve Kentsel Hareketler: Gecekondu Hareketi, “Sivil Toplum İçin
Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi Kitaplığı, İstanbul 1999,
ERGÜN, M. “Türk Eğitim Tarihi”,
ERKAN, R., “Kentleşme Ve Sosyal Değişme”,
Erol KAYA, Yerel Yönetimler Reformu ve Belediyelerde Yeniden Yapılanma; İlke Yayıncılık, İstanbul 2003,
Erol KAYA, Belediyelerde Toplam Kalite Yönetimi ve ISO 9001, İlke Yayıncılık, İstanbul 2003,
ERSES, Selma Mine, Mahalle Kimliği, İstanbul Dergisi, Ocak 2002
ERTÜK, Hasan, Sürdürülebilir Kentler, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996,
ERYILMAZ, Bilal, Kentleri Yönetilebilir Kılmak, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996,
89
FARAHAT, Abdulmuhsin, İskan Projelerinde Seçilmiş Tabii ve Beşeri Faktörler Ortadoğuda Örnek Çalışmalar,
2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları, 1998,
Genar Araştırma, Sosyal Doku Projesi, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, 2001
GÜNERHAN, Hüseyin, Doğa İle Barışık Kent, Termodinamik, Aylık Bilimsel Sektör Dergisi, Aralık 1997
GÜRÇINAR, Yusuf, 21. Yüzyıla Girerken Adana’nın Konut Sorununun Çözümü İçin Stratejilerin Geliştirilmesi,
2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İBB Yayınları, 1998,
GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996
GÜZER, Avni, Apartmanın nlenemez Yükselişi, 21com.tr
Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı,
HANCI, H., Gecekondulaşma ve Çocuk Suçluluğu
HOUT, J., THALMANN, J., VALBELLE, D., Kentlerin Doğuşu,
http://adimdergisi.virtualave.net/1/14.html
http://mhukuk.kolayweb.com/yaziyett.htm
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/01/kasim/kentler.pdf
http://www.geocities.com/yereldemokrasi/makale/makale4.htm#_ftnref1
http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP
http://www.tumbelsen.org/kentli_haklar.htm
IŞIK, Oğuz, 1980’lerden 2000’lere Türkiye’de Kentsel Gelişme: Yeni Dengeler, Yeni Sorunlar, Kent, Yerel
Siyaset ve Demokrasi, “Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, WALD-Demokrasi
Kitaplığı, İstanbul 1999
İSBİR, Eyüp G., Şehirleşme ve Meseleleri, Ankara 1991
KAFAOĞLU, A.B., Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal, Türkiye Mühendislik haberleri, Mayıs 1996,
Kent İlişkileri, Özdenören, Rasim - İz yayıncılık- İstanbul 1998
KIŞLALIOĞLU, Mine, BERKES, F.ikret Çevre ve Ekoloji, Remzi Kiitabevi, İstanbul 1990
KOÇDEMİR, Kadir, Hizmette Vatandaşa Yakınlık İlkesi ve Sosyal Hizmetler, Türk İdare Dergisi, Mart 2002,
KONGAR, Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001,
KUMOVE, Leon, A Preliminary Study of the Social İmpications of Neighborliness in Apartment Building,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, Bahar 1975
LAUGHLİN, Herbert Mc, The Architect’s Urban Choices and Attitudes, Architectural Record, February 1976
MARTİNDALE, Don, Önsöz: Şehir ve Modern Kentin Oluşumu, Max Weber, Çev: CEYLAN, Musa, Bakış
Yayınları, İstanbul 2000,
MOORE, Terry, Geleneksel Değerler ve Tabi. Çevre, Habitat Kent Zirvesi, İ.B.B. Yayınları,
NADAOĞLU, Halil, ve diğerleri, Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması, TOBB, İstanbul 1996
NİCHOLAS Wilkinson, Mekan İnşası İçin Dizayn, 2010 Yılının İstanbul’una Doğru Kent Zirvesi, İ.B.B.
Yayınları, 1998,
OKTAY, D., Geleceğin kenti,
ORÇUN, İ., Gazi Üniversitesi, http://www.kentli.org/makale/catalhoyuk.htm 14.07.2003,
ÖZBEK, R., İstanbul’un Sanayi Yapılaşması Sorunları Ve Çözüm Önerileri
ÖZDENÖREN, Rasim, Kent İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul 1998
ÖZER, A., “Güneydoğu’da kentleşme(me) dramı-Diyarbakır”. tüsiad.org
90
ÖZFATURA, Burhan, İç Göç Makro Tedbirler Paketi İle Önlenmelidir, Göç, Sorunlar ve Çözümler, İzmir B.B
Yayınları, İzmir, 1996,
PEKTAŞ, E.K., Büyük Kent Belediyelerinin Eğitim Ve Kültür Hizmetleri,
PERİN, Constance, With Man in Mind-An İnterdisciplinary Prospectus for Environmental Desing,
Massachusetts, M.I.T. Pres 1973
PEYRCİOĞLU, Nevin, ÜSTÜNIŞIK, Belma, Habitat II’ye Doğru Yerelleşme-Konut, Altyapı, Yerel Yönetimler
ve İstanbul Örneği, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 1996,
PİRENE, Henrı, Ortaçağ Kentleri, İletişim yayınları, İstanbul 2002
RAPAPORT Amos, Human Aspects of Urban Form, Pergamon Pres, 1090
SARI, M. “Kentleşme, Göç ve Sosyal Bütünleşme”
SEÇKİN, Nuri, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Türk Şehirciliği, Yeni Türkiye Dergisi, Mayıs-Haziran 2002
Sosyal Doku Projesi, Genar Araştırma, İ.B.B. Yayınlanmamış Rapor, İstanbul 2001
SURİ, Leyla, Mahalle-Belediye Bağlamında İstanbul ve Pendik, İstanbul Dergisi, sayı: 40, Ocak 2002
ŞAHİN, Yusuf, Çevreyi Çevrecilerden Kurtarmak, liberal-td.org.tr
TANYELİ, Uğur, İçeriksiz Doğrular1, Çarpık Kentleşme, 21.com.tr
DEMİRKAN, Tarık, “Tarih Boyunca Kuşatılan Özgürlük Adaları; Kentler”, Cogito, 3.Baskı, Sayı:8, 1996,
TARİH VAKFI, Türkiye’de iç göç
TAŞKÖMÜR, Hikmet, Osmanlı mahallesinde Beşeri Münasebetler, Şehir ve Yerel Yönetimler, İlke Yayınları,
İstanbul 1996, c.1,
TEKELİ ,İlhan, Kent Planlaması ve Katılım zerine Düşünceler, Planlama, Aralık 1990
TEKELİ, İlhan, Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi, Ankara 2001,
TMMOB Şehir Plancıları Odası, Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?, Haber Bülteni, Ocak 2000
TMMOB, 1994-1995 Yıllar 16. Dönem Çalışma Grup Raporları, Makine Mühendisleri Odası, İzmir Şubesi
Yayınları, İzmir
TUNA, K., “Şehirlerin Ortaya Çıkış Ve Yaygınlaşması Üzerine Sosyolojik Bir Deneme”
TUNÇER, M., Türkiye’de Bölge-Kent Planlaması ve Kentsel Tasarım,
TURAN Bülent, Demokratik Sokaklar, fisek.com.tr/makaleler
Ulaşım Raporu, Pendik Belediyesi, Yayınlanmamış Rapor, 2001
ÜNÜVAR, Kerem, İstanbul’da Göç Kondu: Nöbetleşe Yoksulluk,
WİRTH, Louis, Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentleşme, 20.Yüzyıl Kenti, Derleme ve Çeviri: DURU, Bülent,
ALKAN, Ayten, İmge Kitabevi, Ankara 2002,
YAZAN, Ümit Meriç, Sosyoloji Konuşmaları, Timaş Yayınları, İstanbul 1999,
YILMAZ, Çetin, “Çağdaşlık”, geocities.com/cetinyilmaz_2000.
ZAİM, Sabahattin, Takdim, İstanbul Külliyatı Cumhuriyet Dönemi İstanbul İstatistikleri 1, İstanbul Araştırmalar
Merkezi, İB.B. Yayınları, 1997
Zaman Gazetesi, 03.05.2002
91
Download