T. C. SAĞLIK BAKANLIĞI HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM VE

advertisement
T. C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
HAYDARPAŞA NUMUNE EĞĐTĐM
VE
ARAŞTIRMA HASTANESĐ
KLĐNĐK MĐKROBĐYOLOJĐ BÖLÜMÜ
Şef Vekili: Doç.Dr. Sebahat AKSARAY
TOPLUM KAYNAKLI VE NOZOKOMĐYAL DERĐ VE YUMUŞAK DOKU
ĐNFEKSĐYONLARINDAN ĐZOLE EDĐLEN STAPHYLOCOCCUS AUREUS’LARIN
MLSb DĐRENCĐ VE ANTĐMĐKROBĐYAL DUYARLILIKLARI
EFE SERKAN BOZ
(UZMANLIK TEZĐ)
ĐSTANBUL 2009
TEŞEKKÜR
Đnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji şefi sayın Doç. Dr. Paşa Göktaş’a,
değerli hocam, klinik şef vekilimiz sayın Doç. Dr. Sebahat Aksaray’a, tez konumun
seçiminde ve hazırlanmasındaki değerli katkılarından ve sabrından dolayı tez
danışmanım sayın Uzm. Dr. Naz Oğuzoğlu ve sayın Uzm. Dr. Faruk Çobanoğlu’na,
birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum tüm uzman, asistan ve teknisyen çalışma
arkadaşlarıma ve desteğini hep yanımda hissettiğim sevgili eşime teşekkür ederim.
2
ĐÇĐNDEKĐLER
TEŞEKKÜR
2
ŞEKĐLLER LĐSTESĐ
4
RESĐMLER LĐSTESĐ
4
TABLOLAR LĐSTESĐ
4
1. GĐRĐŞ ve AMAÇ
5
2. GENEL BĐLGĐLER
7
2.1. Stafilokokların Genel Özellikleri
8
2.2. Sınıflandırma
8
2.3. Morfoloji ve Kimyasal Özellikleri
8
2.4. Virulans ve Patojeniteleri
9
2.4.1. Kapsüler polisakkarit
9
2.4.2. Hücre duvarı
10
2.4.3. Enzimleri
11
2.4.4. Toksinleri
13
2.5. Tanı
17
2.6. Đnfeksiyonlar
21
2.6.1. Lokal infeksiyonlar
21
2.6.1.1. Lokal piyojenik infeksiyonlar
22
2.6.1.2. Yaygın döküntü ile giden lokal infeksiyonlar
24
2.6.2. Ciddi infeksiyonlar
25
2.7. Epidemiyoloji
28
2.7.1. Nozokomiyal S.aureus infeksiyonları
30
2.7.2. Toplum kaynaklı S.aureus infeksiyonları
30
2.8. Antimikrobiyal duyarlılık
37
3. GEREÇ VE YÖNTEM
49
4. BULGULAR
54
5. TARTIŞMA VE SONUÇ
68
6. ÖZET
81
7.KAYNAKLAR
85
3
ŞEKĐLLER LĐSTESĐ
Şekil 2.1: S.aureus hücre duvar yapıları
11
Şekil 2.2: Penisilinin moleküler yapısı
37
Şekil 2.3: Eritromisinin moleküler yapısı
40
Şekil 2.4: Linkozamidlerin moleküler yapısı
41
Şekil 2.5: Streptograminlerin moleküler yapısı
42
RESĐMLER LĐSTESĐ
Resim 2.1: S.aureus’un gram boyamadaki görüntüsü
7
Resim2.2: S.aureus’un koyun kanlı agardaki betahemolitik kolonileri
9
Resim2.3: D zon pozitifliği
43
TABLOLAR LĐSTESĐ
Tablo 2.1: S.aureus’un virulans faktörleri
15-16
Tablo 2.2: CA-MRSA ve HA-MRSA arasındaki farklılıklar
36
Tablo 2.3: MLSb tipi dirençlerin fenotipik ve genotipik özellikleri
44
Tablo 3.1: Test edilen antimikrobiyaller ve disk duyarlılık standartları
53
Tablo 4.1: Tüm hastaların servislere ve polikliniklere göre dağılımı
54
Tablo 4.2: Yatan hastalardan toplanan örneklerin servislere göre dağılımı
55
Tablo 4.3: Ayaktan muayene olan hastalardan toplanan örneklerin polikliniklere göre
dağılımı
56
Tablo 4.4: Tüm hastaların cinsiyetlerine göre dağılımları
57
Tablo 4.5: Tüm hastaların yaş-cinsiyet dağılımları
57
Tablo 4.6: Toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı S.aureus’ların metisilin duyarlılık
oranları
58
Tablo 4.7: Tüm suşların antimikrobiyal duyarlılık dağılım yüzdeleri
59
Tablo 4.8: Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının antimikrobiyal duyarlılıkları
60
Tablo 4.9: Hastane kaynaklı S.aureus suşlarının antimikrobiyal duyarlılıkları
62
Tablo 4.10: Toplum ve hastane kaynaklı S.aureus suşlarının eritromisin duyarlılıkları
64
ve MLSb direnç tipleri
Tablo 4.11: Deri ve yumuşak doku etkeni MRSA ve MSSA’ların eritromisin
duyarlılıklarının diğer antimikrobiyallerle karşılaştırılması
4
67
1.GĐRĐŞ ve AMAÇ
Mikroorganizmalar yüzyıllardır insanoğlunu etkilemiş, kavimlerin, toplulukların
yaşam şartlarını belirlemiş canlılardır. Đlk çağlardan beri deri ve yumuşak doku
infeksiyonları en sık karşılaşılan infeksiyon tiplerindendir. Tüm dünyada deri ve
yumuşak dokuda infeksiyon nedeni olan etkenlerin başında Staphylococcus aureus
gelmektedir.
Özellikle
gelişmekte
olan
ülkelerde
ve
gelişmiş
ülkelerdeki
sosyo-ekonomik açıdan düşük gruplarda deri ve yumuşak doku infeksiyonları daha
yaygın görülmektedir. Uzun süre hastanede yatan, immun sistemi baskılanmış ya da
diyabet gibi altta yatan başka bir hastalığı olanlar stafilokokal deri ve yumuşak doku
infeksiyonları için yüksek riskli hastalardır. Bu infeksiyonlar sağlıklı kişilerde de ortaya
çıkmakta, kışla, okul gibi toplu yaşama alanlarında daha sık görülmektedirler.
Stafilokokal deri ve yumuşak doku infeksiyonları çoğunlukla basit ve kendi
kendini sınırlayan tipte olup sadece basit cerrahi müdahalelerle tedavi edilebilirken bazı
komplike infeksiyonlar bakteriyemi gibi ciddi tablolara da neden olmaktadır.
Günümüzde ampirik antimikrobiyal tedavi seçenekleri sistemik ve topikal formlarda
stafilokokal deri ve yumuşak doku infeksiyonlarında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Doğru antimikrobiyallerle yapılan tedaviler sonrası bu yara infeksiyonlarının ciddi
boyutlara ulaşması engellenmektedir. Rutinde ampirik tedaviler öncesi kültür
gönderilmemesi ve ampirik tedavide uygun olmayan antimikrobiyallerin seçilmesi
nedeniyle tedavi başarısızlıkları ve nüksler de ortaya çıkmakta, dahası bu durum
dirençli S .aureus suşlarının yayılmasını da hızlandırmaktadır.
S.aureus’a karşı geliştirilen ilk antimikrobiyaller olan penisilinlere karşı gelişen
direnci 1960’larda metisilin direnci izlemiştir. Günümüzde metisilin dirençli
S.aureus’lar (MRSA) önemli bir nozokomiyal patojen haline gelmiş olup morbidite ve
mortalite oranlarını yükseltmekte, hem hasta sağlığı, hem de tedavi maliyetleri
açısından büyük bir sorun oluşturmakta ve üstelik nozokomiyal salgınlara da yol
açmaktadır. MRSA suşları sadece yatan hastalar için bir tehlike oluşturmakla kalmayıp,
infeksiyon riski düşük hastalarda da inatçı infeksiyonlara neden olmakta ve taşıyıcılar
aracılığıyla diğer servislere ve tüm topluma yayılabilmektedir.
2000’li yıllarda artık toplumdan izole edilen suşlarda da yüksek metisilin
direnci görülmeye başlamasıyla hastane kaynaklı MRSA’lar ile toplum kaynaklı
5
MRSA’ların ilişkisi incelenmiş ve aralarında hem yapısal hem de moleküler yönden
bazı farklılıklar olduğu ortaya çıkmıştır. Önceleri toplum kaynaklı MRSA’ların neden
olduğu infeksiyonların sadece damardan ilaç bağımlıları gibi gruplarda yaygın olduğu
görülürken artık herhangi bir risk taşımayan hasta gruplarında da bu infeksiyonlar
yaygınlaşmıştır.
MRSA infeksiyonlarını toplum kaynaklı ve nozokomiyal olarak ayrı ayrı
sınıflandırmanın önemi, toplum kaynaklı suşların hastane suşlarının aksine beta laktam
olmayan antimikrobiyallere hala duyarlılıklarını büyük ölçüde korumalarıdır. Bu
yüzden özellikle deri ve yumuşak doku infeksiyon etkeni olan toplum kaynaklı suşların
tedavisinde, glikopeptidler ve oksazolidinon grubu gibi güçlü ajanlar yerine
klindamisin, doksisiklin, trimetoprim-sülfametoksazol gibi deri ve yumuşak dokudaki
etkileri daha iyi olan ajanların ya da fusidik asit, mupirosin gibi topikal ajanların
kullanılması tavsiye edilmektedir. Böylece stafilokoklarda ortaya çıkan ve görülme
sıklığı artan glikopeptid direncinin de önüne geçilebileceği düşünülmektedir. Toplum
kaynaklı suşların da hastane salgınlarına yol açtığı düşünülecek olursa, belki de
gelecekte toplum ve hastane kaynaklı suşlar arasında bir ayırım kalmayacak, birçok
direnci birarada taşıyan S.aureus suşları tüm toplum için önemli bir tehdit haline
gelebilecektir.
Gün geçtikçe artan direnç oranları nedeniyle özellikle toplum kaynaklı
suşlar başta olmak üzere deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan S.aureus’ların
tedavileri sürecinde mutlaka kültür gönderilip antibiyotik duyarlılıklarının takip
edilmesi ve lokal duyarlılık paternlerinin izlenerek ampirik tedavilerin bu yönde
uygulanması dirençlerin yayılmasının önüne geçilmesi yönünden büyük önem
taşımaktadır.
Çalışmamızda hastanemize başvuran hastalardan deri ve yumuşak doku
infeksiyonu etkeni olarak en sık izole edilen etkenlerin başında gelen S.aureus
suşlarının MLSb dirençlerini ve diğer antistafilokokal antimikrobiyallere olan
duyarlılıklarını toplum kaynaklı ve nozokomiyal olmalarına göre değerlendirerek,
hastanemizde
kullanılacak
antibiyotik
politikalarına
ve
epidemiyolojik araştırmalara yol gösterici olmayı amaçladık.
6
ülkemizde
yapılacak
2.GENEL BĐLGĐLER
Stafilokokları ilk kez 1878’de Robert Koch tanımlamış, 1880’de Pasteur
abseden izole ettiği stafilokokları sıvı besiyerinde üretmiştir. 1881’de Đskoçyalı cerrah
Sir Alexander Ogdson fare ve kobaylar için patojen olduğunu vurgulamış ve
stafilokokların tanımlanmasında mikroskoptaki görünümlerinden ötürü (Resim 2.1.)
yunanca üzüm salkımı anlamına gelen “staphyle” terimini ilk kez kullanmıştır (1).
1884’de Rosenbach beyaz renkli kolonileri Staphylococcus albus, sarı-portakal renkli
kolonileri ise Staphylococcus aureus (altın sarısı) olarak adlandırmıştır. Bu ayrım yakın
zamana kadar devam etmiştir.
Tüm bakteriyel infeksiyonlar değerlendirildiğinde, gram pozitif koklar klinik
örneklerden en çok izole edilen bakterilerden olup S.aureus’lar da bu grupta en sık izole
edilen etkenlerin başındadır (2,3).
Resim 2.1: S.aureus’un gram boyamadaki görüntüsü (4)
7
2.1. STAFĐLOKOKLARIN GENEL ÖZELLĐKLERĐ
Stafilokoklar Micrococcaceae familyası içinde mikrokoklar, stomatokoklar ve
planokoklarla beraber ayrı bir cins olarak yer alırlar. Spor oluşturmadıkları halde
çevreden sıklıkla izole edilirler. Stafilokoklar birçok dış etkene dayanıklıdırlar. Bunun
yanında ısıya kısmen dirençlidirler ve yüksek tuz içeren ortamlarda da üreyebilirler.
Stafilokoklar içinde insanda
aureus
başta
olmak
en sık infeksiyona neden olan türler Staphylococcus
üzere,
Staphylococcus
epidermidis
ve
Staphylococcus
saprophyticus’tur.
2.2. STAFĐLOKOKLARIN SINIFLANDIRMASI
Bacilli sınıfının, Bacillales alt grubunun, Staphylococcaceae ailesine ait bir tür
olan stafilokoklar günümüzde 33 tür ve 13 alt türe ayrılmıştır. Stafilokoklar, kendileri
gibi katalaz pozitif olan mikrokoklardan anaerobik ortamda glukozdan asit
oluşturmaları, furozolidon ve lizostafine
duyarlı oldukları halde
lizozime direnç
gösterip erimemeleri ve 0,4 µg/ml eritromisin içeren ortamda gliserolden asit
oluşturmaları ile ayrılırlar. Ayrıca mikrokokların aksine basitrasin dirençlidirler.
Đnsanda en sık infeksiyon oluşturan stafilokok türü olan S.aureus katalaz, koagülaz ve
DNase pozitif olmasının yanı sıra
mannitol ve trehalozdan asit oluşturarak ta
S.epidermidis’ten ayrılır (2,3,5).
2.3. MORFOLOJĐ ve KĐMYASAL ÖZELLĐKLERĐ
Stafilokoklar birden fazla düzlemde bölünerek üzüm salkımı şeklinde düzensiz
kümeler oluşturan, kok şeklinde ve 0,5-1,5 µm çapında bakterilerdir. Hareketsiz,
oksidaz negatif, katalaz pozitiftirler. Aerop ve fakültatif anaerop (Staphylococcus
saccharolyticus ve S.aureus subsp.anaerobius hariç) koşullarda, geniş bir ısı aralığında
(6,5°C-45°C arası) üreyebilirlerse de optimal üreme ısıları 30°–37°C ve pH 7-7,5
aralığıdır.
Makroskopik olarak kanlı agardaki 18-24 saatlik inkübasyonlarında yuvarlak,
düzgün, 1-4 mm çapında hafif konveks koloniler yaparlar. Gliserol mono asetat gibi
yağ
asitleriyle
zenginleştirilmiş
besiyerlerinde
37°C’de
üretildiklerinde
karotenoidlerinden dolayı pigment oluştururlar. Anaerop koşullarda ya da buyyonda
üretildiklerinde pigment oluşturmazlar. Staphylococcus aureus altın renginde,
8
S.epidermidis ise tebeşir beyazı renginde koloniler oluşturur. S.simulans, S.intermedius
ve S.hyicus subsp.hyicus pigment oluşturmaz. Pigment üretimi oda ısısında ve gün
ışığındaki 24-48 saatlik inkübasyonlarda artar. S.aureus suşlarının çoğu at, koyun ya da
insan kanlı agar plaklarında 24-36 saatlik inkübasyonlar sonucunda beta hemoliz
oluşturur (Resim2.2.). Kapsüllü oldukları zaman mukoid koloniler oluşturabilirler.
Aminoglikozid tedavisinden sonra pigment oluşturmayan, nonhemolitik küçük koloni
varyantları oluşturabilirler. Bu durum besiyerine hemin ve menadion (K3 vitamini)
takviyesiyle düzelir (1,2,3).
Resim2.2: S.aureus’un koyun kanlı agardaki beta hemolitik kolonileri(4)
2.4. VĐRULANS VE PATOJENĐTELERĐ
S.aureus konakta infeksiyon oluştururken yapısında bulunan birçok yapısal
elemanlardan, enzimlerinden ve toksinlerinden yararlanır. Bu patojenite faktörleri
sayesinde fagositozdan kaçabilir, deri ve deri altına kolayca yayılabilir ve tipik apse
formunu oluşturabilirler. Ayrıca toksinleri aracılığı ile farklı infeksiyonlara da neden
olurlar. S.aureus’un virulans faktörlerinden en önemlileri aşağıda sıralanmıştır;
2.4.1.Kapsüler polisakkarit: Bu yapı konak hücrelere ve prostetik organlara
yapışmayı kolaylaştıran bir tür ekzopolisakkarittir. 11 tip polisakkarit olmasına rağmen
%70-80’inin tip 5 ve 8 olduğu tespit edilmiştir. Polisakkarit üretimi kültür koşulları ve
besiyerinin içeriğine bağlıdır ve bakteriyi nötrofil fagositozundan korur. Polisakkarit
9
tip 8’in TSST üretimi ile bağlantılı olduğu ve MRSA’larda ise daha çok tip 5’in
bulunduğu saptanmıştır.
2.4.2. Hücre duvarı: S.aureus’un hücre duvarının ana komponenti %50’sini oluşturan
peptidoglikan
tabakadır.
Peptidoglikan
tabaka,
N-asetilmuramik
asit
ve
N-asetilglukozamin alt ünitelerinden oluşan polisakkarit yapıda bir polimerdir. Bu basit
polisakkarit polimer yapı birçok organizmada görülüyorsa da, çapraz bağlanmış
pentaglisin yapı S.aureus’a özgüdür. Peptidoglikan yapı insan monositlerinden
polimorfonükleer lökositleri aktive eden
interlökin-1 salınımını uyararak endotoksin
benzeri bir aktiviteyle komponenti aktive eder ve opsonizasyonu sağlayacak
antikorların üretimini indükleyerek inflamasyonun artmasına neden olur.
S.aureus hücre duvarının %40’ını oluşturan ribitol fosfat içeren polimerlere ise
teikoik asit denir.Teikoik asitler hücre duvarına ya da membrana bağlı olabilirler.
Özgül reseptörleri ile birleşerek S .aureus’un konağa adheransını sağlarlar. Ayrıca
S.aureus dış peptidoglikan tabakasında fibronektin bağlayan proteinler, clumping
faktör, kollajen ve elastin
bağlayan proteinler gibi büyük adhezinler de bulunur.
Bunların diğer bir adı MSCRAMM (microbial surface proteins recognising adhesive
matrix molecules)’dır. Bunlar da bakterinin konak hücreye tutunmasına ve derin
dokulara yayılmasına yardımcı olurlar.
S.aureus’a özgü bir yapı olan protein A, 42,000 Da ağırlığında, çoğunlukla
peptidoglikan yapıya kovalent olarak bağlı olsa da hücre dışına da salınabilen bir
proteindir. Uygun koşullarda kompleman aktivasyonu yapabilirse de asıl özelliği
immün sistemde insan IgG’lerinin (IgG3 hariç) Fc kısmına bağlanmasıdır.
Ekstrasellüler olarak salgılanan protein A antikorlara bağlanarak immun kompleks
oluşturur. Bu kompleks de komplemanı yıkan bir etki gösterir. Stafilokokal
protein A’nın antifagositik, kemotaktik ve mitojenik etkilerinin yanı sıra bakterinin
koagülaz ve nükleaz aktiviteleri ile korelasyon göstermesi, antibiyotik etkinliğini
azaltması gibi özelliklerinin olması bu proteinin patojenite kriteri olduğuna işaret
etmektedir (2). S.aureus’un hücre duvar yapıları Şekil 2.1’de gösterilmiştir:
10
Şekil 2.1: S.aureus hücre duvar yapıları (4)
2.4.3. ENZĐMLERĐ
S.aureus çeşitli patojenik faktörlerden sorumlu birçok enzim ve toksini üretir ve
salgılar. Özellikle S.aureus toksinlerinin saflaştırılmaları zor olduğu için patojeniteleri
tam olarak anlaşılmamıştır.
Katalaz: Tüm stafilokoklar hidrojen peroksidi suya ve oksijene çeviren katalaz
enzimini içerir. Hidrojen peroksit hem bir konak savunması olarak nötrofillerden
salgılanabilir, hem de oksijenli ortamda ortaya çıkan toksik oksijen radikallerinden
biridir. Katalaz enziminin varlığı stafilokokların patojeniteleri ile ilişkili bulunmuştur.
Nadiren bazı S .aureus türleri katalaz negatif olabilir.
Koagülaz: Serbest ve bağlı olmak üzere iki tipi vardır;
Serbest koagülaz: Ekstrasellüler salgılanabilen bir proenzim olan koagülaz plazmadaki
CRF (coagulase-reacting factor) ile birleşerek aktif duruma geçer ve fibrinojenin fibrine
dönüşümünü uyararak plazmayı pıhtılaştırır. Antijenik olarak 4 farklı tipi vardır.
Filtrelerden geçebilir ve ısıya dirençli bir enzimdir.
Bağlı koagülaz (Clumping Factor): Hücre duvarına bağlı halde fibrinojeni fibrine
çevirerek hücre yüzeyinde fibrin presipitasyonu meydana getirir. Bunun sonucu olarak
stafilokoklar aglütinasyon ve kümeleşmeye uğrar. Bakterinin patojenitesindeki rolü,
fagositozu önlemek üzere bakterinin üzerine fibrin tabakası örtmesinden ileri
gelmektedir (2,3).
11
Hyaluronidaz (yayılma faktörü): Bağ dokusunun asellüler matriksindeki asit
mukopolisakkaritlerden olan hyaluronik asidi hidrolize ederek bakterinin bağ dokuya
invazyonundan sorumludur. Stafilokokların %90’ında bulunur (1).
Lipaz:Lipidleri hidrolize eder. Stafilokokların yağlı deride yerleşmesini sağlar.
Stafilokinaz: Isıya dirençli stafilokokal fibrinolizindir. Plazminojeni plazmine
hidrolize eder. S.aureus’un dokuya yayılımını kolaylaştırır.
Penisilinaz: S.aureus’un diğer önemli enzimlerinden biridir. Penisilindeki beta-laktam
halkasını hidrolize ederek antimikrobiyallere direnç gelişmesine neden olur. Penisilinaz
plazmidler tarafından kodlanır ve bu nedenle suşlar arasında direncin hızla yayılmasına
neden olur. Ülkemizde ve dünyada penisilinaz sentezleyen stafilokoklar son derece
yaygın olup oranları % 80-90 civarında değişmektedir (6).
DNase: Endo ve ekzonükleaz aktivitesi ile nükleik asitleri 3’fosfomononükleotidlere
parçalayan fosfodiesterazdır (2,3,7).
Bunlardan başka stafilokokal serin proteaz (SspA), sistein proteaz (SspP),
metalloproteaz (aureolysin; Aur) ve staphopain (Scp) gibi ekstra sellüler proteazlar da
sentezlerler (1).
2.4.4.TOKSĐNLERĐ
Toksin adını almalarının nedeni konak hücre yapısı ve fonksiyonlarını
etkilemeleridir.
Bazılarının
etkileri
enzimatik
aktivitelerinden
kaynaklanırken,
enterotoksin ve toksik şok sendromu toksini gibi toksinler ise güçlü sitokin
indüktörüdürler. S.aureus, beş sitolitik ya da membran eritici toksin (alfa, beta, delta,
gama ve Panton-Valentine lökosidin), iki eksfoliatif toksin (A ve B), 8 enterotoksin ve
toksik şok sendromu toksinini (TSST-1) üretebilmektedir. Sitolitik toksinler hemolizin
olarak ta adlandırılmaktadır. Đlk dört toksinin etkileri sadece eritrositlerle sınırlı
olmadığından ve Panton-Valentine Lökosidin (PVL) eritrositleri etkilemediğinden tüm
bu toksinlerin hemolizin olarak adlandırılmasının yanlış olduğu düşünülmektedir.
12
Sitotoksinler nötrofilleri eriterek, lizozomal enzimlerinin açığa çıkmasına ve
etraflarındaki dokuları haraplamalarına neden olur. Eksfoliatif toksin A, enterotoksinler
ve TSST-1 süperantijen olarak adlandırılan bir polipeptid sınıfına dahildirler.
Süperantijenler makrofajlardaki MHC-2 (major histocompatibility complex 2)
moleküllerine bağlanır. MHC-2 molekülleri spesifik olarak T-hücre reseptörlerinin
beta alt birimine bağlanarak T-hücrelerinin proliferasyonuna ve doku hasarını
başlatacak sitokinlerin salınımına neden olurlar (4). S.aureus’lardan en sık izole edilen
toksinler aşağıdadır;
Alfa toksin: S.aureus insan suşlarının ana hemolizinidir. Birçok hücre membranına
etkisi varsa da (lökosit,hepatosit, trombosit, fibroblast v.b.) en çok eritrositleri etkiler.
Monositler ise bu toksine dirençlidir. Alfa toksin antijeniktir, damarlardaki düz kas
hücrelerini harap eder, deride nekroz oluşturur ve S.aureus suşlarının kanlı agarda
yaptığı beta hemolizden sorumludur.
Beta toksin (sfingomyelinaz C): Stafilokokal sfingomyelinazdır, antijeniktir, ısıya
dirençlidir. Diğer bir adı stafilotoksindir. Đnsan eritrositleri, lökosit ve fibroblastları
etkiler.
Eritrositlerin
üzerindeki
hemolitik
aktiviteleri
eritrosit
membranının
sfingomyelin içeriğine bağlıdır. Aktivasyonu için magnezyum ve kobalt iyonlarına
gereksinimi vardır. Alfa toksin ile beraber stafilokokal infeksiyonlardaki doku hasarı ve
apse formasyonunun oluşmasından sorumludurlar.
Gama ve Delta Hemolizin: Gama hemolizin 5R suşunun majör sitolizinidir.
Eritrositler üzerine toksik etkilidir. Delta hemolizin ise antijenik değildir. Güçlü bir
yüzey aktif molekül olup biyolojik membranları deterjan benzeri bir etkiyle parçalar.
Bazı memelilerde cAMP üretimini ve bağlantılı olarak su absorbsiyonunu arttırdığı ve
akut diareye neden olduğu gösterilmiştir. Ek olarak delta toksinin nonsitotoksik
konsantrasyonlarının CD3 nötrofil reseptörlerini
arttırarak regüle ettiği ve
monositlerden tümör nekrotizan faktör alfa (TNF-α) üretimini arttırdığı da
bilinmektedir (2,3,7).
Đnsandan infeksiyon etkeni olarak izole edilmiş S.aureus suşlarının %92’sinde
alfa ve delta toksinlerden en az biri, %82’sinde her ikisi birden bulunur (3).
13
Panton-Valentine Lökosidin (non hemolitik lökosidin): Diğer por oluşturan
lökosidinlerin aksine Panton-Valentine Lökosidin (PVL) eritrositleri haraplamaz,
lökositler ve makrofajları etkiler. PVL fagositozu etkilediğinden virulansta rolü olan bir
toksindir ve PVL geni bakteriye bir bakteriyofaj aracılığıyla geçer. Toksin
elektroforetik olarak LukF (hızlı) ve LukS (yavaş) iki komponente ayrılır ve her iki
komponent te antijeniktir. LukS komponenti öncelikle polimorfonükleer nötrofillerdeki
spesifik reseptörüne bağlanır. Daha sonra LukF parçası da bu komponente bağlanır. Bu
sıra ile bağlanan alt birimler heptamer (7’li) bir yapı oluşturarak lökosit üzerinde bir por
oluşmasına neden olurlar. Por oluşumu, konak hücre protein kinazının LukS
komponentini fosforile etmesiyle başlar. Bu da kalsiyum iyon kanallarını indükleyerek
hücre içi haberleşme mekanizmasını aktive ederek interlökin ve inflamatuar
medyatörlerin salgılanmasını arttırır. PVL bu mekanizmalarla ortamdaki yoğunluğuna
göre hedef hücrede apoptozise ya da hücre lizisine yol açar. Özellikle pulmoner ve deri
infeksiyonlarıyla ilişkili olduğu bulunmuştur (8).
Enterotoksinler: Isıya ve mide asidine dirençlidirler. Genellikle S.aureus 3. ve 4. faj
grubuna aittirler. Polipeptid yapıdadırlar. Enterotoksinleri S.aureus suşlarının yaklaşık
yarısı üretir. A’dan F’ye 5 serolojik tipe ayrılır. C serotipinin 3 alt grubu vardır.
Sempatik
aktivasyonla
intestinal
peristaltizmi
artırdıklarından
dolayı
besin
zehirlenmelerinin en sık nedenlerindendirler. Enterotoksin F TSST-1 olarak adlandırılır
ve tüm toksik şok sendromlarının %50’sinden, menstürasyon ile ilişkili toksik şok
sendromlarının ise % 90’ından sorumludur. Enterotoksin A ve D tipleri besin
zehirlenmelerinde, B tipi ise hastane infeksiyonlarında en sık karşılaşılan tiplerdir.
Tümü T-lenfositlerin bir kısmını uyararak etkilerini gösterdiklerinden süperantijen
grubuna dahildirler (2,3,9).
Eksfoliatif (epidermolitik) toksin: Molekül ağırlığı 24,000 dalton olan ekzotoksin
niteliğinde bir proteindir. Stafilokok infeksiyonlarının dermatolojik belirtilerinden
sorumlu eksfoliatin S.aureus buyyon kültürlerinden izole edilebilir. Epidermisin
stratum granulosum tabakasındaki hücrelerin desmoglein reseptörlerine bağlanarak,
desmosom bağlarının kopmasına neden olur. Haşlanmış deri sendromuna neden olan
eksfoliatin,
epidermal nekroz ve dermatit oluşturan 2.
14
faj grubuna aittir.
Eksfoliatin A kromozomal kaynaklı olup, 100°C’de 20 dakika, Eksfoliatin B ise
plazmid kaynaklı olup, 60°C’de 30 dakika ısıtılmaya dirençlidir. Toksin sitoliz ya da
inflamasyon yapmadığından epidermis tabakalarının gram boyamasında stafilokoklara
ya da lökositlere rastlanılmaz. Bu da tanı koydurucu bir özelliktir (2,3,7).
S.aureus’un virulans faktörleri Tablo 2.1’de özetlenmiştir:
Tablo 2.1: S.aureus’un virulans faktörleri(4)
Virülans faktörleri Biyolojik etkileri
Yapısal elemanlar
Kemotaksis, fagositoz ve mononükleer hücrelerin
Kapsül
proliferasyonunu inhibe eder, yabancı cisimlere
yapışmayı kolaylaştırır.
Osmotik stabiliteyi sağlar, endotoksin benzeri
Peptidoglikan tabaka
aktiviteyle endojen pirojenlerin üretimini uyarır,
fagositozu
inhibe
eder,
lökosit
kemotaksisini
uyarır(apse formu).
Teikoik asit
Hücre membranındaki katyonik konsantrasyonu
regüle eder, fibronektine bağlanır.
IgG1, IgG2 ve IgG4'lerin Fc bölgelerine bağlanarak
Protein A
antikor
bağımlı
klirensi
inhibe
eder,
lökosit
kemotaksisini uyarır, anti-kompleman özelliktedir.
Osmotik bariyer özelliğindedir, hücre içi ve dışı
Sitoplazmik membran
arasındaki alışverişi düzenler, hücrenin beslenmesi
için gerekli enzimleri üretir.
15
Tablo 2.1: S.aureus’un virulans faktörleri devamı
Virülans faktörleri Biyolojik etkileri
Enzimler
Koagülaz
Fibrinojeni fibrine çevirir
Katalaz
Hidrojen peroksidi suya ve oksijene parçalar.
Hyaluronidaz
Bağ dokusundaki hyaluronik asidi parçalayarak
stafilokokların dokuda yayılmasına yardımcı olur.
Fibrinolizin
Fibrin pıhtılarını eritir.
Lipaz
Lipidleri hidrolize eder.
Nükleaz
DNA'yı hidrolize eder.
Penisilinaz
Penisilinleri hidrolize eder.
Toksinler
Sitotoksinler (alfa, beta,
Lökosit, eritrosit, fibroblast, makrofaj ve trombosit
gama,delta, PVL)
gibi birçok hücre için toksik özelliktedirler.
Eksfoliatif toksinler
(ETA,ETB)
Serin proteaz aktivitesiyle epidermisin stratum
granülosum tabakasındaki hücreler arası
desmosom köprülerini parçalar.
T-hücrelerinin proliferasyonunu ve sitokin
salgılamalarını arttırıcı etki (süperantijen), mast
Enterotoksinler
hücrelerinden inflamatuar mediatörlerin salınımını
stimüle eder, intestinal periztaltizmi ve su kaybını
arttırır, mide bulantısı ve kusmaya neden olur.
Toksik şok sendromu
toksini-1
T-hücrelerinin proliferasyonunu ve sitokin
salgılamalarını arttırıcı etki (süperantijen), endotel
hücrelerinin parçalanmasına neden olur.
16
2.5.TANI
S.aureus’ların tanımlanmasında
birçok seçici ve zenginleştirici besiyerleri
kullanılabilir. Klinikte en sık kullanılan besiyeri koyun kanlı agardır. S.aureus bu
besiyerinde 370C’de 18-24 saatte genellikle beta-hemolitik, S tipi koloniler oluşturur.
S.aureus ayırıcı tanısı için sık kullanılan besiyerlerinden biri de mannitol salt agar olup
%1 mannitol, %7,5 NaCl, fenol kırmızısı ve pepton içerir. S.aureus’lar diğer koagülaz
negatif stafilokoklardan, bu besiyerindeki mannitolü fermente etmelerinden açığa çıkan
asitlik nedeniyle kolonilerinin etrafında sarı halka oluşmasıyla ayrılırlar.
Stafilokokların selektif tanımlanmasında kullanılan besiyerlerinden olan
Baird-Parker agar, yumurta sarısı emülsiyonu ve potasyum tellurit içeren bir
besiyeridir. Yumurta sarısı lesitinaz aktivitesinin belirlenmesi amacıyla, potasyum
tellurit ise Staphylococcus'ların telluriti telluriuma indirgemesi ve potasyum telluritin
gram negatif mikroorganizmalar üzerinde inhibisyon etkisine sahip olması nedeniyle
kullanılmaktadır. Bu besiyeri yumurta sarısı yerine kan ilavesi ile de hazırlanabilir ve
böylece hemoliz reaksiyonu da değerlendirilebilir. Baird-Parker agar besiyerinde
mikrokoklar ve diğer stafilokoklar da hafif siyah renkli koloniler oluşturarak
gelişirlerse de bu kolonilerin S.aureus'dan ayrımı kolaydır. Besiyerinde koloni etrafında
yumurta sarısının parçalanmasına neden olan lesitinaz enzim aktivitesi ile berrak bir
zon oluşur. S.aureus’lar lesitinaz pozitif iken Baird-Parker agar besiyerinde gelişen
diğer koloniler lesitinaz negatiftir.
Bundan
başka
S.aureus’un
spesifik
olarak
tanımlanmasını
sağlayan
identifikasyon besiyerleri de mevcuttur. Bu besiyerlerinde üreyen S.aureus suşları
CHROM agarda açık mor ve leylak rengi kolonilerle, ChromID S.aureus (Biomerieux,
France) agarda da alfa-glukozidaz üretimine bağlı olarak
karakterizedir.
S.aureus
klinik
materyallerin
ekiminin
yeşil kolonilerle
yapıldığı
nonspesifik
besiyerlerinin çoğunda ürer. S.aureus suşlarının saklanması için rutinde kullanılan
nutrient agar ya da skim milk agar besiyerleri kullanılabilir. Rutin laboratuvar tanısında
koyun kanlı agardaki sarı, genellikle hemolizli koloniler seçilerek koloni tipi, gram
boyama, biyokimyasal özelliklerine göre S.aureus’lar tanımlanır (7).
17
S.aureus’un tanısında en çok kullanılan testlerden başlıcaları aşağıdadır;
Katalaz testi: Katalaz testi stafilokokları streptokoklardan ayrımında kullanılan temel
testlerden biridir. Katalaz, bakteriyi toksik oksijen radikallerinden koruyan bir sitokrom
oksidaz enzimidir. Test %3’lük hidrojen peroksit ile bakterinin lam üzerinde
karşılaştırılması prensibine dayanır. Stafilokoklardaki katalaz hidrojen peroksidi suya
ve oksijene parçalar. Açığa çıkan oksijenden ötürü hızlı bir gaz çıkışı (kabarcık)
gözlenir ve bu pozitif olarak değerlendirilir. Tercihen kanlı olmayan bir besiyerinden
yapılmalıdır. Çünkü kanlı besiyerlerinde mevcut olan eritrositlerde de bir miktar katalaz
olabilir ve yanlış pozitif sonuçlara neden olabilir. Tüm stafilokoklar katalaz pozitiftir.
Bazı enterokoklar da pseudo katalaz oluşturabilir (7). Katalaz enziminin hidrojen
perokside etkisi aşağıda formüle edilmiştir:
Lizostafin: Stafilokokların hücre duvarındaki peptidoglikan tabakadaki glisinden
zengin pentapeptid köprülerini yıkan bir tür endopeptidazdır. Test çalışılırken, içinde
yeterince glisin bulunan Mueller-Hinton agara 0,5 Mc Farland bulanıklığında inoküle
edilmiş bakteri üzerine 10µg lizostafin içeren disk konulup, 24 saat 35oC’deki
inkübasyondan sonra değerlendirilir. 10-16 mm zon çapı duyarlı kabul edilir. Tüpte
yapılacaksa 200µg/ml lizostafin bakteri süspansiyonuna eklenir ve 35oC’de 2 saat sonra
bulanıklığın kaybolması pozitif olarak değerlendirilir. Lizostafin testi stafilokokların
mikrokoklardan ayrımında kullanılır. Stafilokoklar lizostafine duyarlıdır, mikrokoklar
ise dirençlidir (7).
Furozolidon : Mikrokoklarla stafilokokları ayırt etmede kullanılan bir test olup bakteri
0,5 Mc Farland bulanıklığında koyun kanlı agara inoküle edilir. Besiyerine 100µg
furozolidon içeren disk yerleştirilir ve 35oC’de 18-24 saat inkübe edilir. 15 mm’den
geniş zon duyarlı kabul edilir. Stafilokoklar furozolidona duyarlı sonuç verir.
Mikrokoklar ise 6 – 9 mm arası zon verir ve dirençli kabul edilir (7).
18
Koagülaz: Plazmadaki fibrinojenin fibrine dönüşümünü katalizleyerek bakteriyi
konağın savunma sisteminden korur. Koagülaz tayininde EDTA’lı tavşan plazması
kullanılır. Bazı enterokoklar sitratlı plazmaları kullanıp yalancı pozitiflik oluşturabilir.
Bağlı ve serbest koagülaz olmak üzere iki tipi vardır:
Lam koagülaz-bağlı koagülaz- clumping faktör: Temiz bir lamın uca yakın
kısımlarına birer damla saf su damlatılır. Kuşkulu satafilokok kolonilerinden öze ile
alınarak bu iki damlayla karıştırılıp homojen süspansiyonlar elde edilir. Bu
süspansiyonlardan birinin üzerine plazma, diğerinin üzerine negatif kontrol olarak
fizyolojik tuzlu su damlatılır ve elde çevirme hareketleri yaparak karıştırılır. Olumlu
sonuçlarda 10-30 saniye sonra plazma eklenen damlada stafilokokların birbirine
yapışması nedeniyle gözle görülür bir kümeleşme oluşur. Bunun nedeni hücre
duvarının yüzeyinde bulunan clumping faktördür. Bu faktör plazmadaki fibrinojenle
reaksiyona girer ve hızlı hücre aglütinasyonuna yol açar. Yüksek tuz oranı
otoaglütinasyona yol açabileceğinden mannitol salt agar gibi besiyerlerindeki
kolonilerden çalışılmamalıdır. Lam koagülaz negatif olan suşlar tüp koagülazla
doğrulanmalıdır. S.lugdunensis ve S.schleiferi sp.schleiferi lam koagülaz pozitif olabilir
(10).
Tüp koagülaz-serbest koagülaz: Test çalışılırken bir koloniden öze ile alınan örnek
plazma içinde ezilerek emülsiyon haline getirilir. 37°C’lik su banyosunda bekletilip 1.
ve 4. saatlerde pıhtı oluşumuna bakılır. Eğer pıhtı oluşmazsa 1 gece oda ısısında
bekletilir. Fakat bazı suşlar fibrinolizin oluşturabileceğinden fazla beklemesi yalancı
negatif sonuç verebilir. Pıhtılaşmanın nedeni ekstrasellüler sekrete edilip, plazmadaki
CRF (coagulase reacting factor) ile birleşerek fibrinojeni fibrine çeviren koagülaz
enzimidir. Bazı koagülaz negatif stafilokoklar (S.intermedius, S.hyicus, S.delphini,
S.schleiferi sp.schleiferi) da pozitif reaksiyon verebilir. Koagülaz tayini S.aureus ile
diğer koagülaz negatif stafilokokların ayırımında kullanılan temel testlerdendir.
S.aureus hem lam koagülaz, hem de tüp koagülaz pozitiftir (7).
19
DNase: Bazı S.aureus suşlarının tüp koagülaz ve katalaz testleri zayıf ya da belirsiz
sonuçlanabilir. Böyle durumlarda S.aureus’u özellikle katalaz pozitif, koagülaz negatif
olan stafilokoklardan ayırmak için DNase testi kullanılır. DNA içeren DNase agara
S.aureus olduğu düşünülen koloni ekilir. 350C’de 24 saat inkübasyon sonunda DNase
enzimini içeren S.aureus besiyerindeki DNA’yı parçalayacaktır. Besiyerine oluşan
kolonilerin üzeri 1 N HCl ile kaplandığında asit DNA’yı çökelteceğinden S.aureus
kolonisinin etrafındaki bölge şeffaf kalırken, diğer bölgelerde halen DNA mevcut
olduğundan buralar bulanık görülür. DNase testinde pozitifliği daha iyi görmek için
besiyerine toluidin mavisi eklendiğinde DNase pozitif kolonilerin etrefında pembe bir
hale görülür (7).
Termostabil nükleaz (termonükleaz): S.aureus’un ısıya dayanıklı deoksiribonükleaz
oluşturması temeline dayanır. Testin uygulanışında standart bir mikroskop lamı üzerine
3 ml toluidin-blue DNA agar ilave edilir. Agar katılaştıktan sonra 2 mm çapında
kuyucuklar açılır. Açılan 10-12 kuyucuğa su banyosunda 15 dakika tutulmuş
örneklerden 0,01 ml ilave edilip nemli ortamda 350C’de 4 saat inkübe edilir. Bu sürenin
sonunda toluidin mavisi içeren agarda DNA’nın parçalanmasıyla açığa çıkan
oligonükleotidler nedeniyle parlak pembe-kırmızı ya da mor renkli, 1 mm kalınlığında
hale oluşması pozitif olarak değerlendirilir.
S.aureus tanısında latex aglütinasyonla protein A aranması, fibrinojenle
duyarlılaştırılmış koyun eritrositlerinin kullanıldığı pasif hemaglütinasyonla clumping
faktör tayini ve sadece S.aureus’ta bulunan asetilglikozaminidaz enzimini saptayan EIA
yöntemleri gibi farklı yöntemler de kullanılabilir (7).
20
2.6. ĐNFEKSĐYONLAR
Stafilokoklar canlı ve cansız yüzeylere yapışmaları ve buralarda olumsuz
fiziksel şartlara rağmen uzun süre canlılığını koruyabilmeleri sayesinde, hem çevreden
hem de canlıların floralarından en sık izole edilen mikroorganizmalardandır. Đnsanlar
stafilokokları hem floralarında, hem de elbiselerinde taşıdıklarından, stafiloklar travma
yaraları, deri ve yumuşak doku infeksiyonları ve yanık yaralarından sıklıkla izole edilen
bakterilerdendir.
S.aureus’un neden olduğu temel anatomik lezyon pürülan eksüda ya da apsedir.
Bazen ekzotoksinlerin lenfositleri aktive etmesiyle besin zehirlenmesi, toksik şok
sendromu gibi tablolarda olduğu gibi klinik görünüm değişebilir. S.aureus söz konusu
infeksiyonlarda genellikle tek başına etken olarak izole edilirse de, bazen bir
ya da
daha fazla mikroorganizma ile beraber karışık infeksiyonlara da neden olabilir. En
benign görünümlü yara infeksiyonu dahil herhangi bir lokalize infeksiyondan
metastatik odaklar gelişebildiği gibi bu lokal infeksiyon potansiyel bir letal
bakteriyeminin kaynağı haline de gelebilir. Özellikle birden fazla etkenin neden olduğu
infeksiyonların semptomları birbiriyle karışabilir ve sepsis tablosu gelişene dek kesin
tanı konulamayabilir. Sonuç olarak klinik göstergeler her zaman infeksiyon tipini tam
anlamıyla tanımlamaya yetmeyebilir. S.aureus’ların neden olduğu infeksiyonlar lokal
infeksiyonlar ve ciddi-generalize infeksiyonlar olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Lokal
infeksiyonlar da kendi arasında piyojenik infeksiyonlar ve yaygın döküntü ile giden
infeksiyonlar olmak üzere incelenebilir (2).
2.6.1. LOKAL ĐNFEKSĐYONLAR:
S.aureus’un neden olduğu deri infeksiyonları piyojenik infeksiyonlar ve yaygın
döküntü ile giden lokalize infeksiyonlar olmak üzere ikiye ayrılır. Lokal piyojenik
infeksiyonlar genellikle stafilokok taşıyıcılarında minör travmalar, maserasyon ya da
jüvenil akne ve ekzama gibi altta yatan deri hastalıklarıyla beraber görülür. Birçoğu kıl
folliküllerinin etrafında ve derinin kıvrım yerlerinde oluşur.
21
2.6.1.1. LOKAL PĐYOJENĐK ĐNFEKSĐYONLAR
Lokal piyojenik infeksiyonlardan başlıcaları şunlardır;
Follikülit: Kıl folikülleri ve çevresi ile sınırlıdır. Çok sayıda ağrılı lezyonlar ile
karakterizedir. Yüzde, sakallı bölgede gelişmiş follikülitlere Sycosis barbae adı verilir.
Genellikle topikal antimikrobiyallere duyarlıdırlar.
Fronkül: Kıl foliküllerinin sınırlarını aşan, özellikle yüz, boyun, aksilla ve kalçalarda
ağrılı, kırmızı, çevresi katılaşmış , 1-2 cm çapında, nodüler yapıdadırlar. Lezyonun orta
kısmı bir süre sonra sarı renk alarak kendiliğinden açılır ve pürülan materyal ortaya
çıkar. Bunun sonucu olarak otoinokülasyonla sekonder lezyonlar oluşabilir. Hastalar
lezyonları genellikle böcek ısırığıyla karıştırır. Genel semptomlar görülmez ama
nadiren diffüz fronküllerde hafif ateş ve halsizlik bildirilmiştir. Birçok vaka lokal
antiseptiklerin kullanımı ve drenaj uygulanması ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilir.
Birkaç aya ya da bir yıla uzayan tekrarlayan pyodermalarla karakterize rekürren
fronküllerin görülmesi henüz anlaşılamamış, tartışmalı bir klinik problemdir.
Tekrarlayan fronkülleri olan genç hastalarda eğer fronküle eşlik eden süpüratif lenf
nodları da varsa, bu hastalar fagositik disfonksiyon ve metabolik anomaliler gibi altta
yatan muhtemel konak savunma eksiklikleri yönünden incelenmelidir. Daha da
önemlisi hastalar ve yakın ilişkide oldukları kişiler nazal stafilokok taşıyıcılığı
açısından taranmalıdır. Çünkü tekrarlayan fronkül vakalarının birçoğunun nedeni,
ailedeki taşıyıcılardan kaynaklanan rekürren kolonizasyon ya da otoinokülasyondur (2).
Karbonkül: Karbonküller birçok kıl folikülünün daha ciddi, derin yerleşimli
infeksiyonudur. Birden fazla kıl folikülünü tutan, özellikle boyun bölgesinde deri altı
dokulara ilerleyen ve birden fazla sinüsle dışarı açılan lezyonlardır. Genellikle boyun
tabanında
infeksiyonun
elastik
olmayan
subkutanöz
dokunun
derinliklerine
yayılmasından kaynaklanırlar. Hastalık ilerleyici granülasyon ve sert hipertrofik bir
skar gelişimi ile iyileşen merkezi nekrotik krater gelişimine neden olur. Karbonküllü
hastalarda titreme ve yüksek seyreden ateş sıklıkla görülür ve bu belirtiler stafilokokal
bir septisemi gelişmesi olasılığını arttırır. Bununla birlikte bakteriyemi gelişen hastalar
genellikle S.aureus burun taşıyıcısıdırlar. Eğer karbonkül üst dudak hizasından
22
yukarıdaysa interserebral venlerde septik tromboflebit oluşumuna ve kavernöz sinüs
trombozuna neden olabilir (2).
Đmpetigo: Özellikle çocuklarda görülen yüzeyel bir deri infeksiyondur. Genellikle yüz
ve kollarda gelişir. Kırmızı bir makül şeklinde başlar. Daha sonra oluşan veziküller
hızla rüptüre olur ve üzeri sarımsı bir kurut tabakası ile kaplanır. Genellikle skar
bırakmadan iyileşir. Sistemik semptomlar görülmez. Etkeni %80-90 S.aureus olmakla
birlikte, lezyonları Herpes simplex ve Varicella zoster lezyonlarıyla ile de
karıştırılabilir. Bu yüzden gram boyama ve kültür tanıda önemlidir (9).
Süpüratif Hidradenit: Apokrin ter bezlerinin piyojenik infeksiyonudur. Aksilla,
perine ve genital bölgede görülür. Lezyonlar bazen kendiliğinden drene olabilir ve
genellikle hipertrofik skar dokusu ile iyileşir. Genital bölgede ortaya çıkan lezyonlar
lenfogranüloma venerum ile karıştırılabilir. Tedavide topikal antimikrobiyaller ve
drenaj uygulanır (2).
Mastit: Emziren annelerin %1-3’ünde doğum sonrası 2.,3. haftalarda görülür. Ağrılı,
eritromatöz nodüller şeklindedir. Tedavide insizyon ve drenajın yanı sıra topikal
antimikrobiyaller, özellikle de penisilinaz dirençli penisilinler kullanılır (2,3,9).
Cerrahi yara infeksiyonları:
Cerrahi sonrası stafilokokal infeksiyonlar, yara yerinde cerrahi müdahaleden 2 gün
ya da daha sonra gelişen ilerleyici görünümde ödem, eritem ve ağrı ile karakterizedir.
Hafif semptomlar ve ateş sıklıkla görülür. Yara yerindeki dikişlerin alınması ya da
hafifçe yara yerine bastırılması sırasında az miktarda bulanık, kokusuz ve hafif
hemorajik bir akıntı görülür. S.aureus’un etken olduğu yara infeksiyonlarının
tedavisinde, hastaların altta yatan hastalıkları nedeniyle immün sistemlerinin
baskılanmış olup olmadığı, infeksiyon bölgesinde yabancı cisim varlığı,
hastanın
infeksiyon bölgesine yakın organlarının veya varsa protezlerinin kontamine olup
olmadığı, infeksiyonun yayılması ve çeşitli semptomların varlığı göz önüne alınmalıdır.
Bu yüzden bu tür yara infeksiyonlarının tedavisi vakaya özgüdür. Yüzeyel
infeksiyonlarda dikişlerin alınması, yara yeri temizliği, debridman uygulanması ve
23
7-10 gün süre ile antistafilokokal antimikrobiyallerle tedavi yeterliyken, infeksiyon
kemik ve protez organlara da yayılmışsa 4-6 haftaya kadar uzayabilen efektif
antimikrobiyal tedavi uygulanmasını ve protezlerin çıkarılmasını gerektirebilir(2).
2.6.1.2.YAYGIN DÖKÜNTÜ ĐLE GĐDEN LOKAL ĐNFEKSĐYONLAR:
S.aureus’un neden olduğu iki tip yaygın döküntü ile seyreden lokal infeksiyon
vardır;
Stafilokokal Haşlanmış Deri Sendromu: Yenidoğandaki şekline Ritter’in hastalığı ya
da
Pemphigus
neonatorum denir.
1878’de
Ritter
tarafından
tanımlanmıştır.
Yenidoğanda nazofarenks, göbek ve üriner sistemde infeksiyon oluşturan S.aureus
suşları infeksiyonun 24-48. saatlerinde deride yaygın büller oluşturur. Epidermisin
stratum granulosum tabakasındaki hücrelerin desmoglein reseptörlerine bağlanarak,
desmosom bağlarının kopmasına neden olan eksfoliatif toksin nedeniyle sağlam
görünen deri hafif bir sürtünme ile sıyrılır hale gelir. Buna Nicolsky Belirtisi denir.
Ciddi sıvı kaybı sonucu hipovolemi ve sepsis gelişebilir. Nadiren yetişkinlerde de
ortaya çıkabilir (2).
Stafilokokal Toksik Şok Sendromu: Çoğunlukla S.aureus vajinal kolonizasyonu olan
ve menstürasyon sırasında tampon kullanan kadınlarda bakterinin salgıladığı toksinler
nedeniyle oluşur. Tampon dışında vajinal infeksiyonlar, kontraseptif araç kullananlar,
düşükler, doğum, cerrahi yara infeksiyonları ve osteomyelitler sonrasında da
görülebilir. Olguların %50’sinden TSST-1 üreten S.aureus suşları sorumlu iken, diğer
%50’sinden Enterotoksin B ve C üreten suşlar sorumludur. Şiddetli miyalji, ateş, kusma
ve ishal en sık belirtilerindendir. Hipovolemik şok ve hipotansiyon görülebilir. Eğer
yara infeksiyonu sonrası gelişmişse yara yerinden S.aureus izole edilebilir. Tedavide
sıvı, kolloid ve elektrolit replasmanı yapılır. Tampon varsa uzaklaştırılır. Tedavide
MSSA’lar için nafsilin, oksasilin ya da sefozolin, MRSA’lar için ise vankomisin,
daptomisin gibi antimikrobiyallerin yanısıra intravenöz antitoksin de kullanılır (2,3,9).
24
2.6.2.CĐDDĐ ĐNFEKSĐYONLAR
S.aureus’lar yüzeyel infeksiyonların yanında birçok ciddi infeksiyona da neden
olabilirler. Bunlar lokal infeksiyonların yayılmaları ile başlayabildiği gibi ani olarak ta
başlayabilirler. Birçok ciddi S.aureus infeksiyonu diabet, kateterizasyon, immun
sistemin baskılanması gibi durumlara bağlı ortaya çıkar. S.aureus’ların etken olduğu
ciddi infeksiyonların başlıcaları aşağıdaki gibidir:
Bakteriyemi: Etkeni S.aureus olan lokal infeksiyonlar vücut bariyerlerini aşıp kan
akımına ulaşarak bakteriyemilere neden olabilirler. Bu lokal infeksiyonların nedeni
ekstravasküler
etkenler(sellülit,
ülserler,
yanık
yaraları,
osteomyelitler,
dişeti
infeksiyonları) olabileceği gibi, intravasküler etkenler (kateterler v.b.) de olabilir.
Toplumdan kazanılmış stafilokok bakteriyemileri genellikle sellülit, osteomyelit ve
pnömoni gibi bir odaktan kaynaklanırken, hastane kaynaklı bakteriyemiler daha çok
intravenöz kateterlerden kaynaklanmaktadır. Genel olarak stafilokok bakteriyemilerinin
%86’sı nozokomiyal kaynaklıdır. Toplum kaynaklı bakteriyemilerin ise %26’sının
temelinde diabet bulunur. Đntravenöz ilaç alışkanlığı olanlarda gelişen bakteriyemiler
toplum kaynaklı olmalarına rağmen MRSA görülme sıklığı hastane kaynaklı
bakteriyemiler gibi yüksektir. Son yıllarda intravenöz ilaç alışkanlığı olmayan ayaktan
hastalarda da bakteriyemi görülme sıklığı artmıştır. Üstelik yatan hastalarda
bakteriyemi tanısı
hızlı
koyulabilirken ayaktan
hastalarda
tanı birkaç
gün
gecikebilmektedir. Günümüzde toplum kaynaklı suşlarda da nozokomiyal suşlardaki
gibi yüksek antimikrobiyal dirençlere rastlanmakta ve bu dirençli suşların neden olduğu
bakteriyemiler de en az nozokomiyal suşlar kadar tehlike arzetmektedir. Hem toplum
kaynaklı hem de hastane kaynaklı bakteriyemiler antimikrobiyal tedavi verilse bile
yüksek mortaliteye sahiptirler (2,3,9).
Endokardit: S.aureus bakteriyemilerinden sonra endokardit gelişme sıklığı %1,7 ile
%18 arasındadır. S.aureus endokarditi akut başlar ve hızla ilerler. Yüksek ateş, kalpte
yeni üfürümler, yaygın metastatik infeksiyonlar, emboliler, myokardiyal apse,
perikardit, ring apseleri,
bilinç değişiklikleri ve akut bakteriyel menenjit hızla
gelişebilir. Tanıda kan, idrar kültürü, deri lezyonlarının kültürü ve EKG yapılması
yararlıdır (2,9).
25
Perikardit: Genellikle travma veya göğüs cerrahisi sonrası veya hematojen yayılım
yoluyla meydana gelir. Ölümle sonuçlanan perikardit vakalarının %22’sinde etken
S.aureus’tur (2,3).
Menenjit: Toplumdan kazanılmış bakteriyel menenjitlerin %2.4’ü S.aureus’a bağlıdır.
Ancak mortalitesi %43’lere varır. Đleri yaş,
kardiyovasküler hastalıklar ve
immunyetmezlik predispozan faktörlerdir. Olguların %57’sinde endokardit görülür
(2,3).
Pnömoni: Aspirasyon ya da hematojen yayılım sonrası görülür. Akciğer apsesi ve
plevral ampiyem gibi komplikasyonlara yol açabilir. Toplumdan kazanılan S.aureus
pnömonileri genellikle influenza epidemilerinden sonra görülür. Hastane kaynaklı
S.aureus pnömonileri ise genellikle entübasyon sonrası veya aspirasyona bağlı gelişir.
Hastane kaynaklı pnömonilerde MRSA oranları yüksektir (3,9).
Osteomyelit: Akut osteomyelitin en sık etkeni S.aureus’dur. Yenidoğanda umbilikal
infeksiyon sonrası hematojen yayılımla ve özellikle alt ekstremitelerde görülür. Yüksek
ateş ve uzun kemiklerin metafiz bölgesinde ağrı ile ortaya çıkar. Deri normal
görünümdedir. Erişkinde ise vertebral osteomyelite neden olurlar. Ateş ve bel ağrısı ile
ortaya çıkar. Komşuluk yoluyla oluşan osteomyelit ise cerrahi ve travmalar sonrası
oluşur. Genellikle erken dönemde dışarı fistülize olur. S.aureus protez eklem
infeksiyonlarının da en sık nedenidir. Böyle vakalarda protezin çıkarılması gerekebilir
(9).
Septik artrit: Puberte öncesi yaş grubunda septik artritin başlıca nedeni S.aureus’dur.
Yetişkinlerde septisemi sonrası özellikle romatoid artritli kişilerde görülür. Eklem
ödemli ve sıcaktır. Gram boyamada nötrofiller ve gram pozitif kokların görülmesi
tanıda değerlidir (3).
Septik bursit: Daha çok dirsek ve diz eklemlerinde görülür. Çevresindeki deri kızarık,
sıcak ve ödemlidir ancak eklem rahatça hareket edebilmektedir. Genellikle travma
sonrası gelişir (3).
26
Pyomyozit: Daha çok tropikal bölgelerde S.aureus’un etken olduğu iskelet kaslarının
pürülan infeksiyonudur. Ateş ve adele ağrısı ile başlar. Đnfekte adeleler ödemli ve tahta
sertliğindedir (9).
Kateter ve yabancı cisim kaynaklı infeksiyonlar: Đnfeksiyonların oluşumunda
yabancı cisimlerin rolü klinisyenler tarafından yıllardır bilinen önemli bir faktördür ve
intravasküler araçlar ve prostetik materyallerin artan kullanımı nedeniyle hala büyük
önem taşımaktadırlar. Bu infeksiyonların çoğu S.aureus kaynaklıdır. Diğerleri ise
koagülaz
negatif
stafilokoklar
gibi
gram
pozitif
flora
bakterilerinden
kaynaklanmaktadır. Çoğu yabancı cisim kaynaklı infeksiyon yabancı maddenin
implantasyonu sırasında lokal kontaminasyondan kaynaklanır ve cerrahi işlemlerden
kısa bir süre sonra oluşur. Yabancı cisim infeksiyonunun tedavisinde infeksiyon etkeni
olan mikroorganizmanın invitro duyarlı olduğu antimikrobiyaller kullanılsa da yabancı
madde infeksiyon bölgesinden uzaklaştırılmadan yalnız antimikrobiyal tedavi ile
infeksiyon tedavi edilemez. Tedavinin başarısı için protezler gibi yabancı cisimler
infeksiyon bölgesinden uzaklaştırılmalıdır. Buna rağmen önceden infekte olmuş
bölgeye tedavi sonrası reimplantasyon yapmak ta oldukça zordur.
Son yıllarda yeni deneysel yaklaşımlar, yabancı cisim kaynaklı infeksiyonlara
neden olan ya da bu infeksiyonların süregen olmalarından sorumlu olan dört
mekanizmayı ortaya koymuştur. Birincisi çoğu S.epidermidis suşu ve bazı S.aureus
suşunun yabancı cisim yüzeyi ile temastan birkaç saat ya da gün sonra ekstrasellüler
slime ürettikleridir. Bu madde mikroorganizmayı çevreden koruyan bir polisakkarit,
adhezin ya da polisakkarid intrasellüler adhezinden oluşmaktadır. Đkincisi, yabancı
cisime komşu olan fagositik populasyonun o bölgedeki S.aureus suşlarını öldürmede
başarısız olduğunun gösterilmesidir. Üçüncü olarak S.aureus’un fibrinojen, fibronektin
ya da kollajen kaplı yabancı yüzeylerde daha iyi tutunması da başka bir patolojik
mekanizmayı oluşturmaktadır. Bu üç mekanizmanın birbirleriyle olan birliktelikleri
halen araştırılmaktadır. Dördüncü olarak ise, S.aureus’ların yabancı yüzeylere
tutunmalarını
takip
eden
saatler
içinde
suşların
antibiyotik
duyarlılıklarını
değiştirmeleridir. Bu suşların MIC (minimum inhibition concentration)’leri değişmemiş
27
olmasına rağmen MBC (minimum bactericidal concentration)’leri dramatik olarak
artmış olarak gösterilmiştir (2,3,9).
Besin zehirlenmesi:
Stafilokokal besin
zehirlenmelerinin
kaynağı genellikle
enterotoksin üreten S.aureus suşlarını taşıyan besin hazırlamakla görevli kişilerdir. Bu
kişilerin floralarında ya da açık yaralarında bulunan bakteriler hazırladıkları besinlere
bulaşır ve buralarda ürer. Söz konusu besinler pişirilse bile bakteri enterotoksinleri ısıya
dirençli olduğundan etkilerini korurlar. Bu enterotoksinler hem bağırsaktan su kaybına
neden olur hem de süperantijen olarak etkilidir. Stafilokokal besin zehirlenmeleri
salgınlar yapabilir. Salgınlardan genellikle sütlü tatlılar, konserveler, etli yiyecekler,
konserveler, patates salataları ve dondurma gibi besinler sorumludur. Đnfekte besinlerin
kokularında ve tadında bir değişiklik olmayabilir. Đnkübasyon periodu 2-6 saattir. Ani
başlayan bulantı, kusma, tükürükte artış, karın krampları ve zaman zaman hemorajik
olabilen ishalle karakterizedir. Ateş normaldir ve tanı koymak genelde zordur. Şüpheli
besinlerden gram boyama ve kültürün yanında enterotoksinlerin araştırılması tanıda
yardımcıdır. Ortalama 8 saat içinde kendiliğinden iyileşir. Antibiyotik tedavisi
gereksizdir. Sıvı ve elektrolit replasmanı yeterlidir. Önlem olarak stafilokok taşıyıcısı
kişilerin besinlerden uzaklaştırılması ve pişirilen besinlerin +4°C’de saklanması önerilir
(2,3,9).
2.7. EPĐDEMĐYOLOJĐ
S.aureus spor oluşturmayan bir bakteri olmasına rağmen zorlu fiziksel koşullara
dayanıklıdır. Yüksek tuz konsantrasyonlarında üreyebilir ve ısıya kısmen dirençlidir.
Kurumuş klinik materyallerde aylarca canlı kalabilir. Bu özellikleri nedeniyle canlı ve
cansız yüzeylerden devamlı izole edilebilen mikroorganizmalardandır. S.aureus
çevreden sık izole edilse de doğal kaynağı insandır. Birçok yenidoğan, çocuk ve
yetişkin belirli periyotlarla S.aureus’u nazofarinkslerinde, özellikle derilerinde ve
kıyafetlerinde, nadiren vajen ve perine bölgelerinde taşırlar. Doğumla birlikte başta
göbek çevresi, perianal bölge, deri ve gastrointestinal sistemde kolonize olurken, daha
sonra aksilla ve burun kolonizasyonu öne çıkar. Yapılan çalışmalarda sağlıklı
insanlarda devamlı S.aureus kolonizasyon oranı %20 iken, toplumun yaklaşık
%60’ında ise periyodik taşıyıcılık bulunmuştur. Sağlık personellerinde ise bu oran çok
28
daha fazladır. Deri ve yumuşak dokularda kolonize olan S.aureus suşları insandan
insana aerosol ve direk temasla da bulaşabilir (11).
Muköz membranlar ve deri lokal invazyona karşı etkili mekanik bariyerlere
sahiptir. Ancak bu bariyerler travma ya da cerrahi müdahalelerle aşılırsa S.aureus alt
dokulara geçip buralarda karakteristik lokal abse formasyonunda infeksiyonlar
oluşturabilir. Bu apse nekrotik doku, fibrin ve çok sayıda canlı ya da ölü
polimorfonükleer lökosit içerir. Deri ya da diğer organlara toksin salgılanması, toksik
şok sendromuna neden olabildiği gibi değişik tipte deri döküntülerine ve akut diare gibi
genel semptomlara da yol açabilir. S.aureus’lar, besin zehirlenmesinden deri ve
yumuşak doku infeksiyonlarına, bakteriyemiden solunum sistemi infeksiyonlarına
kadar birçok infeksiyondan tek başına ya da diğer mikroorganimalarla birlikte etken
olarak izole edilebilir.
Günümüzde stafilokoklarla ilgili en büyük sorunlardan biri giderek artan
oranlarda metisilin direnci görülmesidir. Đlk MRSA suşunun Đngiltere, Danimarka ve
1960’ların
sonunda
A.B.D.
Boston
Şehir
Hastanesi’nde
ortaya
çıkmasıyla
stafilokokların bu antimikrobiyale hızla direnç kazanacakları anlaşılmıştır (12,13).
Bugün vankomisin ve teikoplanin gibi glikopeptidler MRSA’lara karşı güçlü
bir etkinlik gösterseler de 1997’de önce Japonya’da daha sonra A.B.D.’de ortaya çıkan
azalmış vankomisin duyarlılıkları ve son olarak 2002’de yine A.B.D.’de kateterden
izole edilen vankomisin dirençli bir S.aureus suşu stafilokokların yakın gelecekte çok
daha güçlü dirençlerle ortaya çıkacaklarını işaret etmektedir (14,15,16).
Özellikle nozokomiyal bir etken olarak izole edilen MRSA’ların kolonizasyonu
ayrı bir önem taşımaktadır. MRSA kökenlerinin hastanelere, kolonize hastalar ve
hastane çalışanları tarafından taşındığı çalışmalarla ortaya konulmuştur. Dahası MRSA
kolonizasyonu olan kişilerde stafilokokal infeksiyon görülme riski hassas suşlarla
kolonize olanlardan daha yüksek bulunmuştur. Burnunda S.aureus kolonizasyonu olan
hastaların, taşıyıcı olmayan hastalara göre, cerrahi bir operasyondan sonra stafilokokal
yara infeksiyonu geçirme risklerinin de yükseldiği gösterilmiştir. Genellikle taşıyıcıları
tespit etmek ve tedavilerini yapmak, genel hijyen şartlarını iyileştirmek nozokomiyal
MRSA’larla mücadelede etkili olmaktadır. Günümüzde hayvan çalışmalarında
kullanılan aşılar geliştirilmişse de henüz insanlarda kullanılan bir aşı yoktur (1,2,17).
29
2.7.1. Nozokomiyal S.aureus Đnfeksiyonları
S.aureus infeksiyonları içinde hastane ya da bakım evi kaynaklı MRSA’ların
neden olduğu infeksiyonlar (health care–associated MRSA, HA-MRSA) özellikle
yoğun bakım ünitelerinde, dializ hastalarında ya da diabet gibi kronik hastalığı bulunan
hastalarda ortaya çıkar. Nozokomiyal bir etken olarak hastane içinde salgınlar
yapabilirler. Genellikle nozokomiyal suşlar solunum sistemi, üriner sistem, kateter
aracılı infeksiyonlar ve sepsis gibi ciddi infeksiyonlara neden olurlar. Hızlı yayılmaları
ve direnç oranlarının yüksek olmasından dolayı hastane infeksiyonu etkeni olarak
MRSA’lar halen önemli bir sorun teşkil etmektedir. 2000-2001 yılları arası A.B.D.’de
yapılan bir çalışmada, hastanede yatan, S.aureus infeksiyonu olan hastaların S.aureus
infeksiyonu olmayan yatan hastalara göre hastanede kalış sürelerinin 3 kat uzadığı,
tedavi ve bakım masraflarının 3 kat arttığı ve bu hastaların hastanede yatarken ölme
risklerinin de 5 kat arttığı gösterilmiştir. A.B.D.’de 1980’lerden beri yürütülen Ulusal
Nozokomiyal Đnfeksiyon Tarama verilerine göre S.aureus, hastanelerden en fazla izole
edilen ve yara infeksiyonlarına en fazla neden olan bakteri olarak tanımlanmıştır.
S.aureus, A.B.D.’de tüm nozokomiyal infeksiyonların yaklaşık %50’sinden sorumlu
iken en sık görülen iki nozokomiyal sepsis etkeninden de biridir (18,19,20).
2.7.2. Toplum Kaynaklı S.aureus Đnfeksiyonları
S.aureus infeksiyonları sadece yatan hastalarda değil toplumda da sık
karşılaşılan infeksiyonlardandır. Toplum kaynaklı S.aureus infeksiyonları nozokomiyal
infeksiyonlardan farklı olarak daha çok deri ve yumuşak doku infeksiyonu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Özellikle MRSA’lar önceleri daha çok nozokomiyal bir etken
olarak izole edilirken günümüzde toplumdan izole edilme sıklıkları artmıştır.
Toplumdaki MRSA insidansı önceleri damardan ilaç kullanan hastalarda yüksek iken,
son yıllarda artık askerler, sporcular, bakım evlerinde kalanlar ya da taşıyıcılarla temas
halinde olan kişilerde, çocuklarda, mahkumlarda, eşcinsel erkeklerde ve HIV
taşıyıcılarında da yaygın görülmeye başlanmıştır. Bununla beraber saunaları kullanmak,
ortak havlu kullanımı ve berberlerde traş olmak ta risk gruplarına dahil edilmiştir.
Kolonizasyon toplum kaynaklı MRSA’ların infeksiyon oluşturmaları için majör
şartlardan biridir. A.B.D.’de MRSA taşıyıcılık oranı yapılan bir çalışmada toplam
populasyonda %0,2 ile %2,8 arasında bulunmuştur. Dikkat çekici olan artık yukarıdaki
30
risk gruplarının hiçbirini taşımayan hastalarda da toplum kaynaklı MRSA oranlarının
yükselmeye başlamasıdır. Örneğin A.B.D.’de 2000-2005 arasında deri ve yumuşak
doku infeksiyonuna yol açtığı tespit edilen toplum kaynaklı MRSA suşlarının izole
edilme oranının 6,84 kat arttığı gösterilmiştir (21,22).
Đlk toplum kaynaklı infeksiyona neden olan MRSA(community associated
MRSA,CA-MRSA) suşu A.B.D. Detroit’te 1980’de tanımlanmıştır. Daha sonra
1998’de ABD’de, ardından Avustralya’da yerli toplumunda daha önce bilinen risk
faktörleri ve hastanede yatış öyküsü bulunmayan çocuklarda MRSA infeksiyonları
bildirilmiştir. 1999’da A.B.D. Minnesota’da 4 çocuğun CA-MRSA infeksiyonundan
öldüğü saptanınca bu yönde çalışmalar artmıştır (23, 24, 25, 26).
ABD’de toplum kaynaklı izolatlar arasında yapılan çalışmalarda iki klonal soy
yaygın olarak bulunmuştur. Bunlar ST1 (USA400) ve ST80 (USA 300) olarak
adlandırılmakta, bazı bölgelerde deri ve yumuşak doku infeksiyonlarından en sık bu
suşlar izole edilmektedir (27).
Hastane kaynaklı MRSA’da olduğu gibi bazı değişik direnç fenotiplerine sahip
olan toplum kaynaklı izolatların da ülkeler ve kıtalar arasında yayılabildiği
gösterilmiştir. Örneğin, toplum kaynaklı makrolid direnç genleri msrA-mph taşıyan
ST80 suşunun birçok Avrupa ülkesine yayıldığı bildirilmektedir (28).
Avrupa’da 2004 yılında yapılmış bir çalışmada, risk faktörü olmayan bireylerde
toplum kaynaklı MRSA prevalansının % 0.03-1.5 arasında değiştiği gösterilmiştir (29).
Riskli grupların dışında A.B.D.’de yapılan çalışmalarda hispanik, zenci ve bazı
yerli gruplardaki CA-MRSA oranlarının beyazlardan daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Birçok çalışma beyaz olmayan ve düşük sosyo-ekonomik seviyedeki hastalarda
CA-MRSA saptanma olasılığının daha fazla olduğunu göstermiştir. A.B.D.’de
CA-MRSA insidansı 100,000 de 18 ile 25,7 arasında bulunmuştur (30).
Đzole edilen MRSA suşlarının hastane kaynaklı mı toplum kaynaklı mı
olduğunu tespit etmek zordur. Birçok ayaktan muayene hastasından izole edilen
S.aureus suşlarının, hastaların kısa süre önce tedavi gördükleri kurumlardaki
nozokomiyal patojenler olduğu tespit edilmiştir. Bunun tersi olarak hastane salgınları
yapan toplum kaynaklı MRSA’lar da tespit edilmiştir. Hastalardan izole edilen suşların
HA-MRSA mı yoksa CA-MRSA mı olduğunu belirlemek için CDC (Center for Disease
Control) birtakım kriterler belirlemiştir.
31
CDC kriterlerine göre:
1- Ayaktan muayenesinde MRSA tanısı almış ya da hastaneye yatışının ilk 48 saati
içinde alınan kültürlerinde MRSA izole edilmiş hastalarda,
2- Daha önceden MRSA infeksiyonu ya da kolonizasyonu hikayesi yoksa,
3- Hastanın son bir yıl içinde hastaneye yatış, dializ merkezinde tedavi ya da
bakım evinde kalma hikayesi yoksa,
4- Hastanın derisini delerek vücuduna giren (perkutanöz) herhangi bir kateter, şant
ya da protezi yoksa bu hastalardan izole edilen metisiline dirençli S.aureus suşu
CA-MRSA olarak nitelendirilebilir (31).
CDC’ nin CA-MRSA tanımı yol gösterici olsa da S.aureus’ un hem metisilin
direnci, hem de toplum kaynaklı olup olmadığı kesin olarak ancak moleküler
yöntemlerle tespit edilebilmektedir.
CA-MRSA’lar genellikle ayaktan tedavi edilen hastalardan izole edilse de bazı
suşlar
hastanelerde
salgınlar
yapabilmekte
ve
nozokomiyal
salgınlarla
karıştırılabilmektedirler. A.B.D. Minnesota’da izole edilen MW2 (USA400) suşu ilk
hastane salgını yapan toplum kaynaklı suş olarak tanımlanmıştır. Kadın-doğum
servisinde yatan 4’ü mastit tanısı almış 8 kadın hastada doğum sonrasında gelişen
hastane kaynaklı gibi görünen S.aureus infeksiyonlarının toplum kaynaklı suşlar
nedeniyle geliştiği saptanmıştır. Yine Ekim-Aralık 2004 tarihleri arasında Kanada’da
38 yenidoğan ve 7 anneden izole edilen S.aureus suşlarının moleküler tiplendirmesi
yapılmış ve bu toplum kaynaklı MRSA suşunun hastaların hepsine bakım hizmeti
vermiş tek bir hemşireden bulaşarak salgın yaptığı gösterilmiştir (32,33).
CA-MRSA infeksiyonlarının %75-95’i deri ve yumuşak doku infeksiyonlarıdır.
Bunlar genellikle sellülit, fronkül, karbonkül ve daha nadir olarak impetigo olarak
ortaya çıkarlar. Genellikle hastalarda apse formu görülür. Đnvaziv veya ciddi
infeksiyonlarda tipik deri bulguları nadiren görülür. Deri infeksiyonu dışında
CA-MRSA’ların neden olduğu infeksiyonlardan başlıcaları nekrotizan fasiit, nekrotizan
pnömoni ve ciddi osteomyelittir. CA-MRSA’larda solunum yolu infeksiyonları, üriner
sistem infeksiyonları ve nadiren de olsa sepsis görülür. CA-MRSA infeksiyonlarının
tekrarlama yüzdesi % 10–27 arası bulunmuştur (34).
32
Toplum kaynaklı S.aureus suşları hastane kaynaklı S.aureus suşlarından yapısal
ve moleküler düzeyde birçok açıdan farklıdır. 2002’de yapılan bir çalışmada
CA-MRSA’ların bölünme-üreme sürelerinin nozokomiyal S.aureus suşlarından daha
kısa olduğu görülmüştür. CA-MRSA’ların tıpkı HA-MRSA’lar gibi tüm betalaktam
grubu antimikrobiyallere dirençli oldukları fakat HA-MRSA’ların aksine taşıdıkları
genler nedeniyle betalaktam grubu dışındaki antimikrobiyallere daha duyarlı oldukları
çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (35,36,37).
S.aureus’ta görülen metisilin direncine mec A adı verilen bir gen neden
olmaktadır. Mec A’nın kodladığı PBP2a adlı protein beta laktam grubu taşıyan
antibiyotiklere ya çok zayıf bağlanır ya da bağlanmaz. Bu nedenle PBP2a üreten suşlar
metisilin gibi penisilinaz dirençli penisilin türevlerinin yanında tüm betalaktam
antibiyotiklere de direnç geliştirebilir. Mec A geni, mecI ve mecRI adı verilen regülatör
gen bölgeleriyle beraber bir gen kompleksi oluşturur. Bu kompleks stafilokokal kaset
kromozom mec (SCCmec) adı verilen bir mobil genetik bölgenin üzerinde yer alır.
Bu bölge belli bir bölgeye özel gen integrasyonu ve eksizyonu için gerekli olan kaset
kromozom rekombinazlarını taşıdığı gibi, IS431 mec insersiyon sekansını da
taşımaktadır (34).
Yapılan çalışmalarda 5 tip SCCmec (1-5) olduğu ortaya konulmuştur.
CA-MRSA’ların genellikle tip 4 ve 5 SCCmec taşıdığı, HA- MRSA’ların ise tip 1, 2 ve
3’ü taşıdığı gösterilmiştir. S.aureus’un taşıdığı SCCmec tipine göre diğer antibiyotik
dirençleri (Tn554-MLSb direnci, pT181-tetrasiklin direnci) de taşınabilmektedir. HAMRSA’ların aksine CA-MRSA’lardaki SCCmec’ler (özellikle tip 4) genetik olarak
daha küçük ve daha mobil olup bu antibiyotik dirençlerini daha nadir taşırlar (15).
Örneğin indüklenebilir Makrolid-Linkozamid-Streptogramin b(iMLSB) direnç geni
olan ermA’yı taşıyan gen bölgelerinden Tn554 gen bölgesi CA-MRSA’larda en sık
bulunan SCCmec tip 4’te bulunmaz (38).
A.B.D.’de yapılan PFGE (pulsed-field gel electrophoresis) ve MLST(multilocus
sequence typing) analizleriyle HA-MRSA’lardan sorumlu klonların çoğunlukla
USA100 ve USA200 klonuna ait olduğu, CA-MRSA’ların ise USA 300 ve USA 400
klonlarına ait oldukları saptanmıştır (27). Avrupada da benzer köken çalışmaları vardır.
33
MRSA’lar betalaktam grubu antibiyotiklere dirençli iken vankomisin,
kinopristin/dalfopristin, daptomisin, linezolid ve tigesikline duyarlı olabilirler. Hem
CA-MRSA’larda hem de HA-MRSA’larda sıklıkla eritromisin direncine rastlanırken
her iki grupta da artan kinolon direnci göze çarpmaktadır. Bunun yanında
HA-MRSA’ların
aksine
CA-MRSA’lar
sıklıkla
klindamisin,
rifampin,
trimetoprim-sülfametoksazol ve tetrasiklin gibi ajanlara duyarlıdırlar. Yapılan bir
çalışmada
402
S.aureus
izolatında
CA-MRSA’larda
iMLSB
direnç
oranı
%33’ken, HA-MRSA’larda %56 olarak bulunmuştur (36,37,39).
Antimikrobiyal
direnç
farklılıklarının
yanı
sıra
CA-MRSA’larda
Panton-Valentin lökosidin (PVL), enterotoksin A,C, ve K gibi toksinler daha sık
bulunur. Özellikle PVL’nin nekrotize deri ve yumuşak doku infeksiyonlarından izole
edilen CA-MRSA’larda % 90’lara varan oranlarda bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun
yanında PVL üreten suşlar kollajen ve laminine daha büyük afinite göstermektedir.
Buna rağmen PVL halen CA-MRSA infeksiyonlarının genel bir belirteci olmaktan
uzaktır (40).
Toplum kaynaklı suşların betalaktam grubu olmayan antimikrobiyallere hastane
kaynaklılardan daha duyarlı olmaları nedeniyle birçok kurum tedavi politikalarını bu
yönde geliştirmiştir.
SWAPS (Staphylococcal Reference Facility in Sydney) rutin uygulanan bir
prosedür olarak CA-MRSA’larda tetrasiklin, eritromisin, gentamisin, siprofloksasin,
moksifloksasilin, rifampisin, fusidik asit ve trimetoprim-sülfametoksazol’un test
edilmesini ve gentamisin hariç diğerlerinin duyarlılıklarının bildirilmesini önerir (41).
IDSA(Infectious Diseases Society of America) ise impetigo tedavisinde;
dikloksasilin,
sefaleksin,
eritromisin,
klindamisin,
amoksisilin-klavulanat
ve
mupirosinin, MSSA’nın neden olduğu diğer deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının
tedavisinde;
nafsilin-oksasilin, sefazolin, klindamisin, dikloksasilin, sefaleksin,
doksisilin-minosiklin ve trimetoprim-sülfametoksazolün, MRSA’nın neden olduğu
deri ve
yumuşak doku
infeksiyonlarının tedavisinde; vankomisin,
klindamisin, daptomisin, doksisilin-minosiklin ve
kullanımını tavsiye etmektedir (42).
34
linezolid,
trimetoprim-sülfametoksazolün
Klinik ve Laboratuar Standartları Enstitüsü(CLSI-Clinical and Laboratory
Standards Institute)’nün 2008 yılında yayınladığı M100-S18 Antibiyotik Duyarlılık
Testleri Uygulama Standartları Rehberi’nde
Klinik Mikrobiyoloji Laboratuarında
Kolay Üreyen Mikroorganizmaların Rutin Test ve Bildirimlerinde Önerilen
Onaylanmış
Antimikrobiyal
Đlaç
Gruplamaları’na
göre;
stafilokok
suşlarına
uygulanacak antimikrobiyal duyarlılık testlerinde birincil test ve bildirim grubunda
azitromisin
veya
klaritromisin
veya
eritromisin,
klindamisin,
trimetoprim-sülfametoksazol, tüm penisilin gruplarını temsil etmek üzere penisilin ve
metisilin direncini belirlemek üzere sefoksitin disklerinin kullanılması önerilmektedir.
Birincil test-kısıtlı bildirim grubunda ise linezolid, telitromisin, sadece MĐK yöntemleri
geçerli olmak üzere daptomisin, doksisiklin, tetrasiklin, vankomisin ve rifampini
önermektedir. Rehber; tetrasiklinin tüm tetrasiklin grubu antimikrobiyalleri temsil
edebileceğini ve sonuçlarının doksisiklin ve minosikline uyarlanabileceğini, buna
karşın bazı mikroorganizmaların doksisiklin ve minosikline tetrasiklinden daha duyarlı
olabileceğini de belirtmektedir. Ayrıca rifampinin tek başına antimikrobiyal terapide
kullanılmaması önerilmektedir. Ek kısıtlı bildirim grubunda ise kloramfenikol,
kinopristin/dalfopristin, gentamisin, siprofloksasin veya levofloksasin veya ofloksasinin
kullanılmasını önermekte, kinopristin/dalfopristinin sadece MSSA’lar için bildirilmesi
gerektiğini belirtmektedir (43).
35
Toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı MRSA’lar arasındaki farklılıklar
tablo 2.2 ‘de özetlenmiştir (34):
Tablo 2.2: CA-MRSA ve HA-MRSA arasındaki farklılıklar
Risk faktörleri
CA-MRSA
HA-MRSA
CA-MRSA taşıyıcısı
Hastanede yatarak tedavi
olabilecek kişilerle direk ya
olmuş hastalar, HA-MRSA
da dolaylı temas, kreş ve
taşıyıcısı olabilecek kişilerle
bakım evi görevlileri,
direk ya da dolaylı temas,
sporcular, mahkumlar,
hemodializ hastaları,
askerler, intravenöz ilaç
devamlı katateri
kullananlar, eşcinsel
bulunanlar ve böbrek
erkekler ve daha önce
yetmezliği, kafa travması ve
antibiyotik kullananlar.
diabet gibi altta yatan
hastalığı bulunanlar
Yaygın infeksiyon alanı
Deri ve yumuşak doku
Solunum sistemi, üriner
sistem, kateter aracılı
infeksiyonlar ve sepsis
SCCmec tipi
4(yaygın genotip),5
1,2,3
Panton-Valentin lökosidin
Genellikle mevcut
Nadir
Genellikle duyarlı
Genellikle dirençli
varlığı
Non beta laktam
antibiyotiklere duyarlılık
36
2.8. ANTĐMĐKROBĐYAL DUYARLILIK
Stafilokokların tedavisinde birçok antimikrobiyal denenmiş ve kullanılmış olup
bugünlerde hala yeni antimikrobiyaller geliştirilmeye devam edilmektedir. 1930’lu
yıllarda stafilokok infeksiyonlarının tedavisinde
ilk olarak kullanıma giren
sülfonamidler büyük umutlarla uygulanmaya başlansa da kısa bir süre sonra direnç
gelişmesiyle kullanımdan kalkmıştır. 1940’larda kullanıma giren antistafilokokal
etkinliği yüksek olan benzil penisilinler de penisilinaz üreten suşlar yüzünden kısa
sürede etkinliklerini kaybetmişlerdir. 1961’de metisilin direncinin ortaya çıkmasından
sonra 1970’lerde, yaygın olarak kullanılan birçok antimikrobiyale de direnç gelişmiştir.
Stafilokok infeksiyonlarının tedavisinde en yaygın kullanılan antimikrobiyaller aşağıda
sıralanmıştır;
PENĐSĐLĐNLER:
Penisilinler tüm dünyada en sık kullanılan antimikrobiyaller olup hücre duvarı
sentezinde peptid zincirleri arasındaki çapraz bağları oluşturan enzimleri oluşturan
PBP’lere bağlanarak son basamak olan transpeptidasyonu inhibe eder (Şekil 2.2.).
Şekil 2.2: Penisilinin moleküler yapısı (45)
1940’larda kullanıma giren penisilinlere karşı 1944’lerde ilk dirençlerin ortaya
çıkmasıyla yeni penisilinlerin geliştirilmesi gerekmiştir. 1959 yılında Batchelor ve
arkadaşları Penicillium chrysogenum’dan penisilin çekirdeği olan 6-amino-penisilanik
asidi izole ederek sentetik penisilinlerin üretilebilmesi için ilk adımı atmışlardır(44).
Penisilin zincirine izoksazolil yan zincirinin eklenmesiyle üretilen benzil penisilinler,
penisilinaz dirençli penisilinler olarak 1960’larda geliştirilmiştir. Penisilinaza dirençli
37
penisilinler özellikle stafilokokal infeksiyonlarda kullanıldıklarından antistafilokokal
penisilinler olarak ta adlandırılırlar. Bunlar nafsilin, metisilin, kloksasilin, dikloksasilin,
flukloksasilin
ve
oksasilindir.
Bu
antistafilokokal penisilinlerin
kullanılmaya
başlanmasından kısa bir süre sonra ortaya çıkan metisilin direnci, stafilokoklarda
giderek yayılmış ve bugün en yaygın direnç tiplerinden biri haline gelmiştir. Metisilin
direnci penisilin bağlayan proteinler (PBP)’lerdeki değişime bağlıdır. PBP tip 2a’yı
taşıyan bakteriler betalaktam halkası taşıyan antimikrobiyallere dirençli hale gelir. Bu
PBP’nin
üretimi mec A
genine
bağlıdır.
Bu
yüzden
beta
laktam
sınıfı
antimikrobiyallerin stafilokoklardaki kullanımları sadece MSSA’larla sınırlı kalmıştır.
Penisilin direnci temel olarak 3 grupta incelenir:
1- Plasmid bağımlı betalaktamaz üretimi: Bu direnç tipi plazmidlerle aktarılabilen
bir direnç tipidir ve bu plazmidler eritromisin ve tetrasiklin dirençlerini de
taşıyabilirler. Plazmid bağımlı betalaktamaz üreten şuşlar penisiline dirençli
olmalarına rağmen penisilinaz dirençli penisilinlere duyarlıdırlar.
2- Kromozomal olarak mec A geni taşıyıp PBP2a üretenler: Bu suşlar sadece
penisilinler değil beta laktam halkası taşıyan tüm antimikrobiyallere
dirençlidirler.
3- mec A geni taşımadıkları halde penisilinaza dirençli penisilinlere dirençli
olanlar: Böyle suşlar fazla beta laktamaz ürettiklerinden metisilin dirençleri ve
dolayısıyla beta laktam antimikrobiyallere dirençleri değişkendir. Bu suşlara
BORSA (Borderline Resistance Staphylococcus aureus) denir.
Betalaktamaz inhibitörlü penisilinler: Beta laktam inhibitörleri; klavulonik asit, bir
penisilanik asit sülfon olan sulbaktam ve onun bir derivesi olan tazobaktamdır. Bunlar
antibakteriyel etkileri zayıf beta-laktam molekülleridir. Bu üç molekül de beta-laktamaz
inhibisyonunda yaklaşık aynı yolları kullanır ve irreversibl inhibitör olarak davranırlar.
Pasif kovalent inhibitör olarak ta gruplandırılan bu bileşikler beta-laktamazlar ile
inaktif yeni bir molekül oluşturmak üzere birleşirler. Pratikte penisilinlerle kombine
preparatlar olarak kullanılırlar. Bunlar; klavulanik asitle kombine edilmiş amoksisilin
ve tikarsilin, sulbaktam ile kombine edilmiş ampisilin ve tazobaktam ile kombine
38
edilmiş piperasilindir.Stafilokoklardaki etkileri metisilin duyarlı stafilokoklardaki beta
laktamazları inhibe etmeleridir. Metisilin dirençli stafilokoklara karşı etkileri yoktur.
SEFALOSPORĐNLER
Đlk defa 1940’da Cephalosporium acremonium adındaki mantardan izole
edilmişlerdir. Penisilinlerdeki 5 üyeli tiazolidon halkası yerine sefalosporinlerde 6 üyeli
dihidrotiazin halkası (sefem çekirdeği) eklenmiştir. Bu özellik sefalosporinlerin
betalaktamazlara karşı daha dayanıklı olmasını sağlamıştır. Oral ve parenteral olmak
üzere iki gruba ayrılırlar. Oral sefalosporinler diğer bakteriyel etkenlerden kaynaklanan
toplum kaynaklı infeksiyonlara etkili olsalar da S.aureus’a karşı etkileri zayıftır.
Parenteral sefalosporinler ise yapılarına ve antimikrobiyal etkinliklerine göre 1.,2.,3. ve
4. kuşak olarak adlandırılırlar. 1. kuşaktan 4. kuşağa gidildikçe gram pozitif etkinlik
azalır, gram negatif etkinlik ise artar. Dolayısıyla S.aureus infeksiyonlarına en çok
1. kuşak sefalosporinler etkiliyse de diğer betalaktam ajanlar gibi MRSA’lara etkileri
yoktur. 1. kuşak sefalosporinler genelde ampirik tedavide ve cerrahi profilaksilerde
kullanılmaktadır. Stafilokokların yaptığı betalaktamazlara en dayanıklı 1. kuşak
sefalosporin sefalotindir.
KARBAPENEMLER:
Betalaktam grubu içinde en geniş spektrumlu antibiyotiklerdir. Meropenem ve
imipenemin penisilinlerden farkı C2-C3 pozisyonlarında doymuş bir bağ olması ve C1
pozisyonunda karbon atomu yerine kükürt olması ve bunun bir tiazolidon halkasıyla
birleşmesidir.
Karbapenemler
diğer
betalaktam
grubu
antimikrobiyaller
gibi
MRSA’lara etkisizdirler. MSSA’lara etkili olan karbapenemlerden imipenem
meropenemden daha etkilidir.
KĐNOLONLAR:
1960’lı yıllardan beri kullanılan kinolonlar tamamen sentetik olarak üretilen
kemoterapötiklerdir. Bakterisidal etkilerini bakterinin DNAgiraz (topoizomeraz 2)
enzimini inhibe ederek gösterirler. Bu grubun ilk üyesi antimalaryal bir ajan olan
klorokinin saflaştırılmasıyla elde edilen nalidiksik asittir. Daha sonra nalidiksik asitten
üretilen 2. ve 3. kuşak kinolonlar halen birçok infeksiyon etkenine karşı kullanılan
39
geniş spektrumlu antibiyotiklerdir. Başlangıçta özellikle 2. kuşak ajanlardan
siprofloksasilin ve ofloksasilinin S.aureus‘a karşı etkinliklerinin yüksek olması olumlu
bulunmuşsa da kısa sürede yaygınlaşan direnç nedeniyle artık kinolonlar primer
antistafilokoksik ajanlar arasında yer almamaktadır.
MAKROLĐDLER:
Đlk olarak 1957’de Streptomyces erytreus’tan izole edilen eritromisinle
gündeme gelen makrolidler, benzer kimyasal yapıları ve antimikrobiyal etkinlikleri
nedeniyle homojen bir antibiyotik grubudur. Ana yapısı makrosiklik lakton halkası ile
buna eklenmiş şekerlerden oluşmaktadır. Eritromisinin etkinliği düşük pH’da
azaldığından yerine yeni makrolidler geliştirilmiştir. Makrolidler içerdikleri lakton
halkalarının sayısına göre sınıflandırılırlar:
14 üyeliler: eritromisin, klaritromisin, diritromisin, fluritromisin, roksitromisin.
15 üyeliler: azitromisin.
16 üyeliler: spiramisin, josamisin, midekamisin, rokitamisin.
Makrolidler bakteri protein sentezini geri dönüşümlü inhibe eden bakteriyostatik bir
antibiyotik grubudur. Makrolidler 70S bakteriyel ribozomun 50S alt biriminin 23S alt
birimine bağlanarak peptidil-transfer RNA translokasyonunu engeller. Özellikle gram
pozitif
bakterilere
ve
intrasellüler
bakterilere
etkinlikleri
Eritromisinin moleküler yapısı Şekil 2.3’te gösterilmiştir:
Şekil 2.3:Eritromisinin moleküler yapısı (47)
40
yüksektir
(46).
LĐNKOZAMĐDLER:
Đlk 1962 yılında Streptomyces lincolnensis’ten izole edilen linkomisin
linkozamid grubu antimikrobiyallerin ilk üyesidir. Bunun yanında günümüzde
klindamisin artık linkomisinin yerini almıştır. Klindamisin 25 yıldır kullanımda
olmasına rağmen halen oldukça potent bir antibiyotik seçeneğidir. Etki mekanizması
makrolide benzer fakat aynı değildir. Bakteri ribozomunun 50S alt birimine bağlanarak
protein sentezini inhibe eder. Kullanılan doza ve mikroorganizmanın tipine göre
bakteriyostatik veya bakterisidal etki gösterebilir. Gram pozitif bakterilerin çoğuna,
anaeroplara ve bazı protozoonlara etkili olan klindamisinin yan etkileri makrolidler gibi
hafif olsa da bazen pseudomembranöz enterokolit gelişebileceği unutulmamalıdır(46).
Klindamisin S.aureus’un neden olduğu deri ve yumuşak doku infeksiyonlarında
sıklıkla kullanılan bir ajandır. Linkozamidlerin moleküler yapısı Şekil 2.4’te
gösterilmiştir:
Şekil 2.4: Linkozamidlerin moleküler yapısı (47)
STREPTOGRAMĐNLER:
Streptomyces
pristinaspiralisten
elde
edilen
streptograminler
makrolid-linkozamid-streptogramin ailesine dahil yarı sentetik antimikrobiyallerdir.
Kinopristin pristinamisin 1A’dan üretilmiş streptogramin B iken, dalfopristin
pristinamisin 2B’den üretilmiş streptogramin A’dır. Tek başlarına sınırlı etkileri varken
beraber
kullanıldıklarında
sinerjistik
etkilidirler.
Sabit
konsantrasyonda
%30
kinopristin, %70 dalfopristin olarak bulunurlar. Bakterinin 50S ribzomal alt ünitesine
bağlanarak protein sentezini inhibe ederler. Dalfopristin ribozoma bağlandığında
yapısal bir değişiklik oluşturur. Bunun sonucunda kinopristinin bağlanması kolaylaşır.
41
Kinopristin peptid zincir uzamasını inhibe ederken, dalfopristin peptidil transferaz
aktivitesini bozar. Birlikte kullanıldıklarında birçok gram pozitif bakteriye etkilidirler.
Streptograminlerin moleküler yapısı Şekil 2.5’te gösterilmiştir:
Şekil 2.5: Streptograminlerin moleküler yapısı (47)
Makrolid-Linkozamid-Streptogramin türü antimikrobiyaller kimyasal olarak
farklı olsalar da bakterilerdeki 50S ribozomun 23S alt birimine bağlandıklarından bu
antimikrobiyallere çapraz direnç gelişebilmektedir. S.aureus’ta görülen MLSb direnci
üç farklı şekilde olabilir. Bunlar; antibiyotiğin hedefinde değişikliğin oluşması,
antibiyotiğin ATP bağımlı bir pompa ile hücre dışına pompalanması(efluks) ve
antibiyotiğin enzimle inaktive edilmesidir.
MLSb tipi antimikrobiyallere dirençli suşlarda en yaygın direnç tipi,
23S rRNA’yı metile eden bir enzim salgılanarak(metilaz) bu antimikrobiyallerin
ribozoma bağlanmalarının engellenmesidir. Bu metilazı kodlayan genler genel olarak
erm (eritromycin ribosome methylation) olarak adlandırılırlar. 23S rRNA’nın
metilasyonu sonrası her üç tip antimikrobiyale de direnç gelişmektedir. Enzim
plazmid(ermB, erm C) ya da transpozonlarda(ermA) kodlanmaktadır. Enzimin sentezi
yapısal ya da indüklenebilen türdedir. Yapısal formda bakteri fenotipik olarak
makrolidlere, linkozamidlere ve streptograminB’ye dirençlidir. Đndüklenebilen formda
ise bakteri 14 atomlu makrolidlere dirençli iken 16 atomlu makrolidlere, linkozamidlere
ve streptograminlere duyarlı görünür. Fakat tedavi sırasında bu ajanlara direnç
gelişebilir.
Bu
indüklenebilir
direnci
42
ortaya
çıkarmanın
en
pratik
yolu
Fiebelkorn ve arkadaşları (48)
tarafından 2003 yılında tanımlanan D-zon testidir
(Resim2.3.).
Resim 2.3: D zon pozitifliği
MLSb
direnci
dalfopristin(streptograminA)
duyarlılığını
etkilemez.
Kinopristin/dalfopristin kombinasyonuna duyarlılık devam eder fakat bakterisidal
aktivitesi azalarak bakteriyostatik hale gelir (49).
Đkinci tip direnç bir efluks pompa sistemiyle antimikrobiyalin hücre dışına
atılmasıdır. MLSb tipi antimikrobiyaller ribozoma etki ettiklerinden hücre içine girişleri
önemli olup msrA (macrolide streptogramin B resistance) geni ile kodlanan efluks
mekanizması bakterinin 14 ve 15 atomlu makrolidlere ve streptograminB’ye dirençli
olmasına neden olur ve bu yüzden M fenotipi adını alır. Bununla beraber streptogramin
A’ya karşı effluks kodlayan vgaA ve vgaB genleri de mevcuttur.
Diğer bir direnç tipi ilacın enzim ile inaktive edilmesidir. Bunlar; plazmid
kaynaklı
linA
geni
tarafından
kodlanan
linkozamidleri
inaktive
eden
3-linkomisin, 4-klindamisin o-nükleotidiltransferaz (linkomisine yüksek, klindamisine
düşük düzeyde direnç), plazmid kaynaklı vatA ve vatB genlerince kodlanan
streptogramin
A’yı
asetiltransferaz
ve
enzimatik
plazmid
modifikasyonla
kaynaklı
vgbA
inaktive
ve
vgbB
eden
streptograminA
genlerince
kodlanan
streptograminB’yi hidrolize eden streptograminB hidrolaz enzimleridir. Spesifik olarak
antimikrobiyalleri inaktive eden enzimleri kodlayan genler tek başlarına bulunabildiği
gibi aynı suş, dirence yol açan enzimlerden iki ya da daha fazlasını üretebilir.
S.aureus’larda makrolid, linkozamid ve streptogramin türü antimikrobiyallere karşı
43
oluşan dirençler fenotipleri, genotipleri ve direnç mekanizmalarına göre Tablo 2.3‘te
sıralanmıştır;
Fenotip
Genotip
Direnç mekanizması
Eritromisin
Streptomisin
Klindamisin
Kinopristin/
dalfopristin
Tablo 2.3: MLSb tipi dirençlerin fenotipik ve genotipik özellikleri
Duyarlı
-
-
S
S
S
S
iMLSb
indüklenebilir
direnç
ermA,B,C
Hedef değişikliği
R
S
S
S
cMLSb
yapısal direnç
ermA,B,C
Hedef değişikliği
R
R
R
S
L fenotipi-izole
linkomisin
direnci
linA
Enzim
[(3-linkomisin
(4 klindamisin)
nükleotidiltransferaz)]
S
S
R
S
M fenotipi
msrA
Efluks
R
S
S
S
SA-izole
streptogramin
A direnci
vga, vgaB
Efluks
S
S
S
S
vat, vatB +
vgb
Enzim
(streptogramin A
asetiltransferaz ve
streptogramin B
hidrolaz)
S
S
S
R
SA+SB fenotipi
(S=duyarlı, R=dirençli)
44
GLĐKOPEPTĐDLER:
Streptomyces orientalis’ten izole edilmişlerdir. 1956’da kullanıma girdilerse de
metisilinin kullanıma girmesiyle önemlerini yitirmiş ancak daha sonra MRSA’ların
hızla yayılmasıyla günümüzde tekrar gündeme gelmişlerdir. En önemli ve kullanımda
olan üyeleri vankomisin ve teikoplanin olup,
etki bakımından birbirine benzer
özellikler gösterirler ve birbirlerinin alternatifi olarak kullanılırlar.
Glikopeptidler, gram pozitif hücre duvarını oluşturan peptidlerin terminal
D-ala D-ala dizisine bağlanarak transglikolizasyon reaksiyonunu ve peptidoglikan
oluşumunu inhibe ederler. Dolayısıyla çoğalmakta olan bakteriler üzerine bakterisidal
etki gösterirler. Gram negatif bakterilerde ise lipid membranından penetre olamadıkları
için etkili değildirler. Oral preparatları yoktur. Hem vankomisin hem de teikoplanin
MSSA ve MRSA’lara etkilidirler. 30 yıldır kullanımda olmalarına rağmen halen yaygın
bir S.aureus direnci görülmemiştir. Fakat son yıllarda kullanımları yaygınlaştığından
nadiren de olsa azalmış duyarlılık gösteren suşlar bildirilmektedir. Bu azalmış
duyarlılık gösteren suşlar VISA (Vancomycin-intermediate Staphylococcus aureus)
olarak adlandırılmaktadır. Đlk vankomisin dirençli S.aureus (VRSA) 2002’de A.B.D.’de
tanımlanmıştır. VRSA’ların yaygınlaşmasından tüm dünyada korkulmaktadır. Bu
yüzden özellikle hastane kaynaklı ciddi S.aureus infeksiyonlarında kullanılmaları
önerilmekte, diğer antimikrobiyallere duyarlı olan S.aureus suşlarının neden olduğu
infeksiyonlarda glikopeptidlerin son seçenek olarak kullanılması tavsiye edilmektedir
(16,46).
OKSAZOLĐNĐDONLAR:
Linezolid ve eperozolid yeni bir antibakteriyal sınıf olan oksazolidinonlar içinde
yer alan, organik sentez yoluyla elde edilen ajanlardır. Bakteriyostatik etkilerini, 50S
ribozomal alt üniteye bağlanıp N-formilmetionil-tRNA’nın 70S ribozoma bağlanmasını
önleyip, 30S başlatıcı kompleks oluşmasını engelleyerek ve bunun sonucu olarak
bakteri protein sentezini inhibe ederek gösterirler. Aerop gram pozitif bakterilere,
anaeroplara ve bazı gram negatif bakterilere etkilidir. Gram negatif etkinlikleri
sınırlıdır. Özellikle S.aureus’larda 2 saate varan PAE (post antibiyotik etki)
oluştururlar. Yüksek etkinliklerine rağmen sınırlı endikasyonları vardır. Vankomisin
duyarlılığı azalmış VISA suşlarında, vankomisinle cevap alınamayan ya da
45
vankomisini tolere edemeyen hastalarda, MRSA tedavisinde vankomisin + rifampin
ikili tedavisi yerine kullanılabilir. S.aureus için deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının
ve toplum kaynaklı pnömonilerin tedavisinde kullanılması önerilmektedir (46).
TETRASĐKLĐNLER:
Đlk olarak 1948’de Streptomyces aureofaciens’ten izole edilmişlerdir. Ana
yapılarında 4 halkalı bir hidronaftasen çekirdeği bulunur. Tetrasiklin analogları bu
çekirdek yapının 5. 6. ve 7. pozisyonlarındaki farklılıklarla birbirinden ayrılır. Bu
grubun üyelerinden uzun etkili olan minosiklin ve doksisiklin deri ve yumuşak doku
infeksiyonlarında kullanılmaktadır. Bakterinin 30S ribozomal alt ünitesine bağlanarak
aminoaçil tRNA’nın ribozomal akseptör bölgeye tutulmasını engellerler. Böylece
protein sentezini engelleyerek bakteriyostatik etki yapmış olurlar. Geniş spektrumlu
olsalarda yüksek yan etkilerinden dolayı artık kullanımları sınırlıdır. Tetrasiklin grubu
antimikrobiyallerde iki tip direnç görülür. Bunlardan biri hücrenin ilacı enerji bağımlı
bir pompayla uzaklaştırması-efluks sistemi olup, dirençten plazmid kaynaklı tetK ve
tetL genleri sorumludur. Sadece tetrasikline karşı direnç oluşur. Diğer bir direnç tipi ise
ribozomal koruma-bağlanamamadır. Bu dirençten kromozomal kaynaklı tetM geni
sorumludur. Tetrasiklin ve minosikline karşı direnç oluşur. Son yıllarda özellikle
hayvan yemlerine tetrasiklin karıştırılması sonucu insanda infeksiyon yapan bakteriler
arasında da direnç yaygınlaşmıştır (1).
TRĐMETOPRĐM-SÜLFAMETOKSAZOL
Trimetoprim
ve
sülfametoksazolün
tek
başlarına
kullanıldıklarında
antimikrobiyal etkileri varsa da sinerjistik etkilerinden dolayı kombine preparatları
tercih edilen antimikrobiyallerdir. Bakteriyel infeksiyonların tedavisinde sistemik
olarak kullanılan ilk antimikrobiyaller sülfonamidlerdir. Sülfometoksazol diğer
paraaminobenzensülfonamid
türevleri
gibi
paraaminobenzoik
asitten
(PABA)
dihidropteroik asit oluşturan dihidropteroat sentetaz enzimini inhibe ederek folik asit
sentezini engeller. Trimetoprim ise dihidrofolik asidi tetrahidrofolik aside çeviren
dihidrofolat redüktaz enzimini inhibe eder. Đki ajan da tek başlarına folik asit sentezini
inhibe edebilirlerse de beraber olarak kullanıldıklarında (TMP-SMZ 1/20) sinerjistik
46
etkilidirler. Birçok gram pozitif, negatif kok ve basillere etkileri varsa da günümüzde
yaygın kullanımları sonucu direnç görülme sıklığı artmıştır.
Sülfonamide karşı oluşan dirençlerden biri kromozomal mutasyonlar sonucu
PABA’nın aşırı sentezi ile folat metabolizmasında sülfonamidlerin oluşturduğu
inhibisyonun engellenmesidir ve stafilokoklarda gözlenen bir direnç tipidir. Diğer bir
direnç ise sıklıkla plazmid kontrolünde bakterilerin sülfonamidlerin düşük afinite
gösterdiği değişik bir dihidropteroat sentetaz enzimi sentezlemeleridir.Trimetoprime
karşı oluşan direnç ise bakterilerin aşırı dihidrofolat redüktaz enzimi sentezlemesi,
trimetoprime geçirgenliğin azalması şeklinde olabileceği gibi, trimetoprime düşük
affiniteli ya da tamamen dirençli dihidrofolat redüktaz enziminin üretilmesinden de
kaynaklanabilmektedir. Bu son direnç tipi stafilokoklarda gözlenen direnç tipidir ve
plazmid ya da transpozonlardaki drfA ve drfB genleri tarafından kodlanır (1).
RĐFAMPĐSĐN:
Streptomyces mediterranei’den izole edilen rifamisinin sentetik bir türevidir.
Bakterisid etkisini DNA’ya bağımlı RNA polimerazı inhibe ederek gösterir. Ciddi
S.aureus infeksiyonlarında vankomisinle ya da diğer antistafilokokal ajanlarla beraber
kullanılır. Tek başına kullanılması önerilmemektedir. Rifampisin direncinin en önemli
nedeni bakterilerin DNA bağımlı RNA polimerazın altbirimini değiştirmeleridir (46).
FUSĐDĐK ASĐT:
Fussidium coccineum mantarından elde edilmiştir. Oral, intravenöz ve topikal
olarak kullanılabilir. Avrupa’da 1962’lerde beri kullanımdayken ülkemizde 1998
yılından beri kullanımdadır. Özellikle S.aureus etkinliği yüksek bulunmuştur. Fusidik
asit bakteri ribozomunda guanozintrifosfat (GTP) hidrolizini inhibe ederek protein
sentezini engeller. Beta-laktam antimikrobiyallerle çapraz direnç göstermedikleri için
MRSA suşlarında güvenle kullanılabilir. Penisilin ve metisilin dirençli S.aureus
infeksiyonlarında oral kullanım kolaylığı ve maliyetinin düşük olması nedeniyle
vankomisin ve teikoplanine alternatif oluşturabilecek bir antibiyotiktir.
47
Fusidik asit metisilin dirençli suşların neden olduğu infeksiyonların uzamış
tedavilerinde glikopeptidlerden sonra ardışık olarak ta kullanılabilir. Stafilokokların
neden olduğu akut ve kronik osteomyelit, septik artrit, endokardit, yumuşak doku
infeksiyonları ve kistik fibrozlu hastalarda gelişen alt solunum yolu infeksiyonlarında
kullanılabilir. Topikal preparatlarıyla deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının
tedavisinde sık kullanılan bir antimikrobiyaldir (46).
MUPĐROSĐN:
Pseudomonas
fluorescens’ten
fermentasyonla
elde
edilen
doğal
bir
antibiyotiktir. Diğer antimikrobiyallerde olmayan özel bir kimyasal yapıya sahiptir.
Monikasite ester bağıyla bağlı kısa bir yağ asidi yan zinciri(9-hidroksi nonanyonik asit)
içerir. Bakteriyel izolösil-tRNA sentetaz enzimine geri dönüşümlü bağlanarak RNA ve
protein sentezini inhibe eder. Đsolösil-tRNA sentetaz enzimine bağlanma yerindeki
değişikliğe bağlı düşük düzey direnç görülebilirken(ileS geni-kromozomal), MupA
geninin kodladığı(plazmid aracılı) yeni bir izolösil-tRNAsentetaz üretimine bağlı
yüksek düzey direnç te görülür. Mupirosin direnci sonucu diğer antimikrobiyallere
çapraz direnç gelişmez. Sistemik olarak hızla metabolize edildiğinden sadece topikal
formu vardır. Deri infeksiyonu etkeni S.aureus’lara etkilidir. S.aureus burun
taşıyıcılığının eradikasyonunda başarılıdır. Topikal formu sık kullanılırken nazal formu
henüz ülkemizde kullanıma girmemiştir (1,46).
48
3.GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmamıza
01.03.2008 – 28.02.2009 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik
Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na poliklinik ve kliniklerden gönderilen yara yeri sürüntü
ve püy-apse örneklerinden CDC kriterlerine göre infeksiyon etkeni olarak izole edilen
100 adet S.aureus suşu dahil edilmiştir. Bu suşların 50’si yatan hastalardan, 50’si ise
ayaktan tedavi gören hastalardan örneklenmiştir. Aynı hastaya ait örneklerden sadece
tek örnek çalışmaya alınmıştır.
Klinik ve polikliniklerden gelen örnekler çukulata ve koyun kanlı besiyerlerine
ekilmiştir. 18-24 saatlik 35 0C’de inkübasyondan sonra izole edilen suşlardan koloni
morfolojisi, gram boyama, katalaz, tüp koagülaz ve DNase testleriyle S.aureus olduğu
saptanan suşlar BBL Crystal ID System Gram Positive ID Kit ( Becton, Dickinson) ile
doğrulanmıştır. Tanımlama testlerinin kalite kontrolü için S.aureus ATCC 25923 suşu
kullanılmıştır.
Tüm suşlar çalışma yapılıncaya kadar stok besiyeri olarak Nutrient agar
kullanılarak saklanmıştır. Kültürlerden elde edilen saf koloniler öze ile saklama
besiyerlerine pasajlanmıştır. 35-37°C’de bir gece etüvde inkübe edildikten sonra hava
almaması için kapakları sıkıca kapatılarak -20οC’de ve karanlıkta antimikrobiyal
duyarlılık testleri yapılana kadar en fazla 3 ay saklanmış, pasajlar daha sonra
yenilenmiştir. Toplanan suşlar, çalışmaya alınmadan bir gün önce kanlı agara tek koloni
pasajı yapılarak 350C’de 18-24 saat etüvde bekletilmiş ve taze kültürlerden elde edilen
koloniler çalışmaya alınmıştır.
Antimikrobiyal duyarlılık deneyi için Kirby-Bauer Disk Difüzyon yöntemi
kullanıldığından, ticari olarak temin edilen dehidrate Mueller Hinton agar (BBL) üretici
firmanın tavsiyeleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Steril saf su ile sulandırılan
besiyerleri 1210C’de 1 atm basınçta 15 dakika otoklavlandıktan sonra 45-50°C’lik su
banyosunda soğutulmuş ve düzgün, yatay bir zemin üzerinde 150 mm'lik petri
kaplarına her petriye 60-70 ml besiyeri olacak şekilde dökülmüş ve 4 mm besiyeri
kalınlığı elde edilmiştir. Agar plakları oda sıcaklığında katılaştıktan sonra buzdolabında
2- 8°C’de saklanmıştır. Her besiyeri hazırlandığında hazırlanan plakları temsil edecek
sayıda agar plağı 30-35°C'de 24 saat inkübe edilerek sterilite kontrolü yapılmıştır. Her
çalışma periyodundan bir gün önce bu işlemler yapılarak taze besiyeri kullanılmıştır.
49
Kullanım sırasında agar yüzeyinde bulunan fazla nemi uzaklaştırmak için, plaklar
kapakları aralık olarak 35°C’de etüvde bekletilerek (genellikle 10-30 dakika) yüzey
neminin buharlaşması sağlanmıştır.
Antimikrobiyal duyarlılık deneyi için Kirby-Bauer Disk Difüzyon yöntemi
kullanılmıştır. Duyarlılık testleri, Klinik ve Laboratuvar Standartları Enstitüsü
(CLSI-Clinical and Laboratory Standards Institute)’nün 2008 yılında yayınladığı
M07-A8, M02-A9 ve M100-S18 rehberlerine uygun olarak yapılmıştır. Antimikrobiyal
duyarlılık testlerinde sefoksitin (FOX), eritromisin (E), klindamisin (CC), spiramisin
(SP),
fusidik
asit
(FA),
mupirosin
(MU),
kinopristin/dalfopristin
(QD),
trimetoprim-sülfametoksazol (SXT), tetrasiklin (TE), vankomisin (VAN), teikoplanin
(TEC) ve linezolid (LZD) (Oxoid) diskleri kullanılmıştır. Sefoksitin, eritromisin,
klindamisin, kinopristin/dalfopristin, tetrasiklin, vankomisin, teikoplanin ve linezolid
antimikrobiyallerine ait duyarlılık sonuçları CLSI M100-S18 (Antimikrobik Duyarlılık
Testleri için Uygulama Standartları Ocak 2008) rehberine göre duyarlı, orta duyarlı ve
dirençli
olarak
değerlendirilmiştir.
Spiramisin,
fusidik
asit
ve
mupirosin
antimikrobiyallerine ait duyarlılık sonuçları ise Fransız Mikrobiyoloji Cemiyeti
Antibiyogram Komitesi (Comite De L’Antibiogramme De La Societe Francaise)’nin
rehberlerine göre duyarlı, orta duyarlı ve dirençli olarak değerlendirilmiştir
(43,50,51,52). Disk difüzyon testlerinin kontrolü; CLSI M100-S18 rehberine uygun
olarak Kolay Üreyen Mikroorganizmalarda Disk Difüzyon Testlerinin Doğruluğunu
Đzlemede Kullanılan Kalite Kontrol Suşları Đçin Kabul Edilebilir Sınırlar Listesi’nde
belirtildiği gibi S.aureus ATCC 25923 suşu kullanılarak yapılmıştır (43).
Duyarlılık testi için, inokülum yoğunluğunun standardizasyonunda McFarland
0.5 standardına eşdeğer bir BaS04 bulanıklık standartı kullanılmıştır. BaS04 McFarland
0.5 standardı 0.048 mol/l BaCl, (%1.175 w/v BaCl, 2H20) çözeltisinden 0.5 ml ile
0.18 mol/l H2S04 (%1 v/v)'den 99.5 ml devamlı karıştırılarak süspansiyon elde edilerek
hazırlanmıştır. Hazırlanan bulanıklık standardı, duyarlılık testinde bakteri inokülumunu
hazırlamada kullanılan tüplerle aynı ölçülerde olan burgu kapaklı tüpler içine 5 ml
konularak oda sıcaklığında karanlıkta saklanmıştır. Standart Mc Farland tüpü her
kullanımdan önce vorteksle çalkalanmış ve homojen görünümde olduğu kontrol edilerek
kullanılmıştır.
50
Đnokulumlar, saklama besiyerinden pasajlanmış suşların 18-24 saatlik kanlı agar
plağındaki tek düşmüş kolonilerden doğrudan serum fizyolojik içinde süspansiyon
yapılarak hazırlanmıştır. Bakteri pasajlarının yapıldığı plaklardan 1-2 koloni alınarak 5
ml serum fizyolojik içeren steril tüplerde süspansiyon hazırlanmıştır. Oluşan
bulanıklık standart Mc Farland bulanıklığıyla karşılaştırılmış ve yoğunluğu
0,5 Mc Farland bulanıklık standartına göre ayarlanmıştır.
Bakteri inokulumu hazırlanırken steril eküvyon kullanılmış ve eküvyon tüp
çeperine bastırılarak fazla süspansiyon tüpe geri akıtılmıştır. Bakteri süspansiyonu ile
ıslatılmış eküvyon besiyeri yüzeyine homojen dağılım sağlanacak şekilde ve besiyeri
plağı her seferinde 60 derece döndürülerek ekim yapılmıştır. Bakteri inokulumunun
yayılması için besiyeri 3-5 dakika bekletilmiştir.
Yüzey ekimi yapılmış agar plağı üzerine Amerikan Đnfeksiyon Hastalıkları
Cemiyeti (IDSA) rehberlerine göre belirlenmiş antibiyotik diskleri
oda ısısına
getirildikten sonra agar yüzeyi ile tam temas edecek şekilde bastırılarak ve merkezleri
arasında
en
az
25
mm
ara
bulunacak
şekilde
yerleştirilmiştir.
Disklerin
yerleştirilmesinden sonra 15 dakika içinde plaklar kapakları alta gelecek şekilde
35°C'ye ayarlanmış normal atmosfer basınçlı etüvde 18-24 saat inkübasyona
bırakılmıştır (42).
Metisilin direncinin saptanması: Metisilin direnci, CLSI M100-S18 rehberi
doğrultusunda disk difüzyon yöntemi ile 30µg sefoksitin (Oxoid) diski kullanılarak 24
saatlik inkübasyondan sonra belirlenmiştir. Sefoksitin zonları yansıyan ışık altında
büyüteç ve çıplak göz ile incelenmiştir. Sefoksitin diskinin çevresindeki zondaki küçük
üremeler görüldüğünde duyarlılık testleri tekrarlanmıştır. Sefoksitin diski için zon çapı
22 mm ve üzeri olanlar metisilin duyarlı olarak, 21 mm ve altı olanlar ise metisilin
dirençli olarak kabul edilmiştir.
D-zon testi: D-zonu testi için CLSI M100-S18 rehberine göre 15-26 mm arayla
yan yana konmuş 15 µg’lık eritromisin diski (Oxoid) ile 2µg’lık klindamisin diski
(Oxoid) kullanılmıştır. 18-24 saat 350C’deki inkübasyondan sonra klindamisin zonunda
küntleşme
görülmeyen suşlar klindamisine duyarlı olarak değerlendirilmiştir.
51
Klindamisin diskinin eritromisin diskine bakan kenarında küntleşme olan zonlar “D”
zonu olarak tanımlanmış ve bu da indüklenebilir MLSb direncini gösterdiğinden bu
suşlar
klindamisine
dirençli
olarak
değerlendirilmiştir.
Klindamisin
diskinin
çevresindeki inhibisyon zonu içinde buğu şeklinde üreyen suşlar D-zonu olsa da olmasa
da dirençli kabul edilmiştir. Özellikle eritromisin zonunun içinde üreyen küçük
kolonilerden tekrar duyarlılık çalışılmıştır.
Sadece 14 ve 15 karbonlu makrolidlere ve streptogramin b’ye karşı direnç
oluşturan msrA efluks tipi direnci göstermek için 14 karbonlu makrolidleri temsilen
eritromisin (E) (Oxoid) ve 16 karbonlu makrolidleri temsilen 100µg spiramisin (SP)
(Oxoid) diski kullanılmıştır. Eritromisin dirençli, klindamisin ve spiramisin hassas
suşlar efluks tipi direnci gösteren M fenotipi olarak tanımlanmıştır. Hem eritromisin,
hem de klindamisine dirençli suşlar yapısal MLSb dirençli suşlar olarak tanımlanmıştır.
Tetrasiklin grubu antimikrobiyallerin duyarlılıkları CLSI M100-S18 rehberine
uygun olarak 30 µg tetrasiklin diskine (Oxoid) göre saptanmış ve yorumlanmıştır.
Sefoksitin disk zonu hariç diğer tüm antimikrobiyallerin zonları parlak ışık
altında büyüteç ve çıplak göz ile değerlendirilerek tam inhibisyonun gözlendiği alanın
çapı (disk çapı dahil) cetvel kullanılarak petri kabının tersinden mm cinsinden tam sayı
olarak ölçülmüştür. Antimikrobiyal duyarlılık testlerinde kullanılan disklerin zon
çapları CLSI M100-S18 ve Fransız Mikrobiyoloji Cemiyeti rehberlerine uygun olarak
Tablo 3.1’deki standartlara göre değerlendirilmiştir:
52
Tablo 3.1: Test edilen antimikrobiyaller ve disk duyarlılık standartları
Orta Derecede
Antimikrobiyal
Dirençli
Sefoksitin (30µg)*
≤ 21
-
≥ 22
Vankomisin (30µg)*
-
-
≥ 15
Teikoplanin (30µg)*
≤ 10
11-13
≥ 14
Linezolid (30µg)*
-
-
≥ 21
Eritromisin (15µg)*
≤ 13
14-22
≥ 23
Klindamisin (2µg)*
≤ 14
15-20
≥ 21
Tetrasiklin (30µg)*
≤ 14
15-18
≥ 19
Kinopristin\dalfopristin (15µg)*
≤ 15
16-18
≥ 19
≤ 10
11-15
≥ 16
Spiramisin (100µg)**
≤ 19
-
≥ 24
Fusidik Asit (10µg)**
≤ 15
-
≥ 22
Mupirosin (5µg)**
-
-
≥ 19
Trimetoprim-sülfametoksazol
(1,25\23,75µg)*
Duyarlı
Duyarlı
*CLSI Antimikrobik Duyarlılık Testleri Đçin Uygulama Standartları Ocak 2008
Doküman: M100-S18 (43)
**Fransız Mikrobiyoloji Cemiyeti disk difüzyon duyarlılık standartları (52)
53
4.BULGULAR
Çalışmamıza
01.03.2008 – 28.02.2009 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik
Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na gönderilen yara yeri sürüntü, apse ve püy örneklerinden
izole edilen 100 adet S.aureus suşu dahil edilmiştir. Örneklerin %50’si yatan hastalar,
%50’si ise ayaktan hastalara aittir. Tüm hastalardan alınan örneklerin servislere ve
polikliniklere göre dağılımı Tablo 4.1’de gösterilmiştir:
Tablo 4.1: Tüm hastaların servislere ve polikliniklere göre dağılımı
Kadın Doğum
%2
KBB
%5
Nöroloji
%2
Anestezi ve
Reanimasyon
%2
Dahiliye
%5
Genel Cerrahi
%22
Enfeksiyon
Hastalıkları
%11
Cildiye
%1
Ortopedi
%23
Beyin Cerrahisi
%12
Çocuk Hastalıkları
%4
Plastik Cerrahi
%11
54
Yatan hastalara ait örnekler en çok genel cerrahi kliniğinden gönderilmiştir
(Tablo 4.2).
Tablo 4.2: Yatan hastalara ait örneklerin servislere göre dağılımı
Enfeksiyon
Hastalıkları
%4
Nöroloji
%4
Kadın Doğum
%4
Genel Cerrahi
%32
Anestezi ve
Reanimasyon
%4
Beyin Cerrahisi
%16
Çocuk
%6
Dahiliye
%10
Plastik Cerrahi
%4
Ortopedi
%16
55
Ayaktan muayene olan hastalara ait örnekler ise en çok ortopedi polikliniğinden
gönderilmiştir (Tablo 4.3).
Tablo 4.3: Ayaktan muayene olan hastalara ait örneklerin polikliniklere göre
dağılımı
Genel Cerrahi
%12
KBB
%10
Enfeksiyon
Hastalıkları
%18
Ortopedi
%30
Cildiye
%2
Beyin Cerrahisi
%8
Çocuk
%2
Plastik Cerrahi
%18
56
Tüm hastalar içinde erkeklerin yüzdesi %63, kadınların yüzdesi ise %37’dir
(Tablo 4.4).
Tablo 4.4: Tüm hastaların cinsiyetlerine göre dağılımları
Tablo 4.5: Tüm hastaların yaş-cinsiyet dağılımları
Tüm hastalar ele alındığında yaş ortalaması 46,1 olup, kadınlarda yaş ortalaması
47, erkeklerde ise 46 bulunmuştur. Tüm hastaların %11’i 0-18 yaş arası , %26’sı 19-39
yaş arası, %35’i 40-59 yaş arası ve %28’i 60 yaş ve üzeri olarak bulunmuştur.
57
Tüm S.aureus suşlarının %41’metisilin dirençli, %59’u ise metisilin duyarlı
olarak tanımlanmıştır. Toplum kaynaklı S.aureus’larda metisilin dirençli suşların oranı
%22 iken, metisilin duyarlı suşların oranı
%78 olarak bulunmuştur. Hastane
kaynaklılarda ise MRSA oranı %60’a ulaşırken, MSSA oranı %40’larda kalmaktadır
(Tablo 4.6).
Tablo 4.6: Toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı S.aureus’ların metisilin
duyarlılık oranları(%)
Tüm S.aureus suşlarının %49’u eritromisine,
%57’si klindamisin ve
spiramisine, %47’si tetrasikline, %95’i trimetoprim-sülfametoksazola, %88’i fusidik
aside, %94’ü mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin
ve linezolide duyarlı olarak bulunmuştur.
Tüm MSSA’ların (59) %73’ü eritromisine, %85’i klindamisin ve spiramisine,
%75’i tetrasikline, %98’i trimetoprim-sülfametoksazole, %88’i fusidik aside, %95’i
mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve linezolide
duyarlı olarak bulunmuştur.
Tüm MRSA’ların (41) %15’i eritromisine, %17’si klindamisin ve spiramisine,
%7’si tetrasikline, %90’ı trimetoprim-sülfametoksazole, %88’i fusidik aside, %93’ü
mupirosine, % 100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve linezolide
58
duyarlı olarak bulunmuştur. Tüm suşların antimikrobiyal duyarlılık dağılım yüzdeleri
Tablo 4.7’ de gösterilmiştir.
Tablo 4.7: Tüm suşların antimikrobiyal duyarlılık dağılım yüzdeleri(%)
100
100
100
100
88
94
95
95
100
100
100
100
88
57
57
75
73
85
85
90
88
93
80
47
49
60
40
7
20
15
17
17
Yüzde değeri (%)
100
98
100
100
100
100
120
0
MRSA(41)
MSSA(59)
Tüm suşlar(100)
Suşlar
Eritromisin
Klindamisin
Spiramisin
Tetrasiklin
Trimetoprim-Sülfometoksazol
Fusidik asit
Mupirosin
Kinopristin/dalfopristin
Vankomisin
Teikoplanin
Linezolid
Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının %62’si eritromisine, %68’i klindamisin ve
spiramisine, %60’ı tetrasikline, %92’si trimetoprim-sülfametoksazole, %90’ı fusidik
aside, %94’ü mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin
ve linezolide duyarlı bulunmuştur.
Toplum kaynaklı MSSA suşlarının %74’ü eritromisine, %80’i klindamisin ve
spiramisine, %72’si tetrasikline, %97’si trimetoprim-sülfametoksazole, %90’ı fusidik
aside, %95’i mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin
ve linezolide duyarlı bulunmuştur.
59
Toplum kaynaklı MRSA suşlarının %18’i eritromisine, %27’si klindamisin ve
spiramisine, %18’i tetrasikline, %73’ü trimetoprim-sülfametoksazole, %91’i fusidik
asit ve mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve
linezolide duyarlı bulunmuştur.
Toplum kaynaklı suşların en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller %100’lük
duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en dirençli oldukları
antimikrobiyaller ise %38 direnç oranı ile eritromisin,
%32 ile klindamisin ve
spiramisin olarak tespit edilmiştir.
Toplum kaynaklı MSSA suşlarının en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller
%100’lük duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en dirençli
oldukları antimikrobiyaller ise %28 direnç oranıyla tetrasiklin ve %26 ile eritromisin
olarak tespit edilmiştir.
Toplum kaynaklı MRSA suşlarının en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller
%100’lük duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en dirençli
oldukları antimikrobiyaller ise %82 direnç oranlarıyla tetrasiklin ve eritromisin, %73
ile klindamisin ve spiramisin olarak tespit edilmiştir. Toplum kaynaklı S.aureus
suşlarının antimikrobiyal duyarlılıkları Tablo 4.8’de gösterilmiştir.
Linezolid %
Teikoplanin%
Vankomisin %
Mupirosin %
Tetrasiklin %
Kinopristin/dalfopristin%
Spiramisin %
Klindamisin %
Suşların
Dağılımı(sayı)
Eritromisin %
Antimikrobiyaller
Fusidik asit %
Trimetoprim-sülfametoksazol %
Tablo 4.8: Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının antimikrobiyal duyarlılıkları
Toplum kaynaklı MRSA
(11)
18
27
27
100
18
73
91
91
100
100
100
Toplum kaynaklı MSSA
(39)
74
80
80
100
72
97
90
95
100
100
100
Toplam (50)
62
68
68
100
60
92
90
94
100
100
100
60
Hastane kaynaklı S.aureus suşlarının %36’sı eritromisine, %46’sı klindamisin
ve spiramisine , %34’ü tetrasikline, %98’i trimetoprim-sülfametoksazole, %86’sı
fusidik aside, %94’ü mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin,
teikoplanin ve linezolide duyarlı bulunmuştur.
Hastane kaynaklı MSSA suşlarının %70’i eritromisine, %95’i klindamisin ve
spiramisine, %80’i tetrasikline, %85’i fusidik aside, %95’i mupirosine, %100’ü ise
trimetoprim-sülfametoksazol, kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve
linezolide duyarlı bulunmuştur.
Hastane kaynaklı MRSA suşlarının %13’ü eritromisin, klindamisin ve
spiramisine, %3’ü tetrasikline, %97’si trimetoprim-sülfametoksazole, %87’si fusidik
aside, %93’ü mupirosine, %100’ü ise kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin
ve linezolide duyarlı bulunmuştur.
Hastane kaynaklı suşların en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller %100’lük
duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en az duyarlı oldukları
antimikrobiyaller ise %34 duyarlılık oranıyla tetrasiklin,
%36 duyarlılık oranıyla
eritromisin ve %46 duyarlılık oranlarıyla klindamisin ve spiramisin olarak tespit
edilmiştir.
Hastane kaynaklı MSSA suşlarının en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller
%100’lük duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en az duyarlı
oldukları antimikrobiyaller ise %70 duyarlılık oranıyla eritromisin ve %80 duyarlılık
oranıyla tetrasiklin olarak tespit edilmiştir.
Hastane kaynaklı MRSA suşlarının en duyarlı bulunduğu antimikrobiyaller
%100’lük duyarlılık oranıyla vankomisin, teikoplanin ve linezolid iken en az duyarlı
oldukları antimikrobiyaller ise %3 duyarlılık oranlarıyla tetrasiklin, %13 duyarlılık
oranlarıyla eritromisin, klindamisin ve spiramisin olarak tespit edilmiştir (Tablo 4.9).
61
Linezolid %
Teikoplanin%
Vankomisin %
Mupirosin %
Tetrasiklin %
Kinopristin/dalfopristin%
Spiramisin %
Klindamisin %
Suşların
Dağılımı(sayı)
Eritromisin %
Antimikrobiyaller
Fusidik asit %
Trimetoprim-sülfametoksazol %
Tablo 4.9: Hastane kaynaklı S.aureus suşlarının antimikrobiyal duyarlılıkları
Hastane kaynaklı MRSA
(30)
13
13
13
100
3
97
87
93
100
100
100
Hastane kaynaklı MSSA
(20)
70
95
95
100
80
100
85
95
100
100
100
Toplam (50)
36
46
46
100
34
98
86
94
100
100
100
Deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olarak izole edilen tüm S.aureus
suşlarının %49’u eritromisine duyarlı bulunurken %51’i dirençli olarak tanımlanmıştır.
Eritromisine dirençli bulunan suşlar incelendiğinde, tüm suşlarda indüklenebilir MLSb
direnci görülme oranı %31, yapısal MLSb direnci görülme oranı %12 ve M fenotipinin
görülme oranı %8 olarak bulunmuştur.
Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının %62’si eritromisin duyarlı, %38’i ise
dirençli olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli suşlar incelendiğinde tüm suşların
%22’si indüklenebilir MLSb dirençli, %10’u yapısal MLSb dirençli ve %6’sı ise
M fenotipi olarak tespit edilmiştir.
Toplum kaynaklı MSSA suşlarının %74’ü eritromisin duyarlı, % 26’sı dirençli
olarak bulunmuştur. Eritromisine dirençli suşlar incelendiğinde tüm toplum kaynaklı
MSSA suşlarının %13’ü indüklenebilir MLSb dirençli, %8’i yapısal MLSb dirençli ve
%5’i ise M fenotipi olarak bulunmuştur.
Toplum kaynaklı MRSA suşlarının %18’i eritromisin duyarlı,%82’si dirençli
olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli suşlar incelendiğinde tüm toplum kaynaklı
62
MRSA suşlarının %55’i indüklenebilir MLSb dirençli, %18’i yapısal MLSb dirençli ve
%9’u ise M fenotipi olarak bulunmuştur.
Toplum kaynaklı suşlarda hem MSSA hem de MRSA suşlarında en sık tespit
edilen MLSb direnç tipi %22’lik oranla iMLSb olarak tespit edilmiştir.
Hastane kaynaklı S.aureus suşlarının %36’sı eritromisin duyarlı, %64’ü dirençli
olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli suşlar incelendiğinde tüm hastane kaynaklı
suşların %40’ı indüklenebilir MLSb dirençli, %14’ü yapısal MLSb dirençli ve %10’u
ise M fenotipi olarak tespit edilmiştir. Hastane kaynaklı MSSA suşlarının %70’i
eritromisin duyarlı, %30’u dirençli olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli suşlar
incelendiğinde tüm hastane kaynaklı MSSA suşlarının %5’i yapısal MLSb dirençli ve
%25’i
ise
M
fenotipi olarak
bulunmuştur.
Hastane
kaynaklı
MSSA’larda
indüklenebilen tipte MLSb direncine rastlanmamıştır.
Hastane kaynaklı MRSA suşlarının %13’ü eritromisin duyarlı, %87’si dirençli
olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli suşlar incelendiğinde tüm hastane kaynaklı
MRSA suşlarının %67’si indüklenebilir MLSb dirençli, %20’si yapısal MLSb dirençli
olarak bulunmuş, M fenotipi görülmemiştir. Hastane kaynaklı suşlarda toplamda en sık
tespit edilen MLSb tipi direnç %31’lik oranıyla iMLSb olmuş, bu durum hastane
kaynaklı MRSA suşlarında %67’lik oranla değişmezken, hastane kaynaklı MSSA’larda
en sık tespit edilen MLSb direnç tipi %25’lik oranıyla M fenotipi olmuştur. Toplum ve
hastane kaynaklı S.aureus suşlarının eritromisin duyarlılıkları ve MLSb direnç tipleri
Tablo 4.10’da gösterilmiştir:
63
Tablo 4.10: Toplum ve hastane kaynaklı S.aureus suşlarının eritromisin
duyarlılıkları ve MLSb direnç tipleri
62
38
22
10
6
Toplum kaynaklı MRSA (11)
18
81
55
18
9
Toplum kaynaklı MSSA (39)
74
26
13
8
5
36
64
40
14
10
Hastane kaynaklı MRSA (30)
13
87
67
20
-
Hastane kaynaklı MSSA (20)
70
30
-
5
25
49
51
31
12
8
iMLSb %
cMLSb %
M Fenotipi %
Eritromisin
dirençli %
Eritromisin dirençli suşlar
Eritromisin
duyarlı %
MLSb Direnç Durumu
Suşların Dağılımı (sayı)
Toplum kaynaklı suşlar (50)
Hastane kaynaklı suşlar (50)
Toplam (100)
Deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olarak izole edilen toplum kaynaklı
S.aureus’ların %62’ si eritromisine duyarlı bulunmuş iken bu oran hastane kaynaklı
suşlarda %36’ya inmektedir. Hem hastane kaynaklı, hem de toplum kaynaklı
S.aureus’larda en sık saptanan MLSb direnç tipi indüklenebilir MLSb tipi direnç
olmuştur. Hastane kaynaklı MRSA’larda M fenotipinde, hastane kaynaklı MSSA’larda
ise iMLSb tipi direnç saptanmamıştır.
Deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde kullanılabilecek ajanlardan
olan klindamisine karşı toplum kaynaklı suşlar hastane kaynaklılara göre daha duyarlı
bulunmuşlardır (%68’e karşı %46). Yine de bu infeksiyonların tedavisinde klindamisin
kullanılacaksa mutlaka kültür gönderilmesi ve MLSb dirençlerinin tespit edilmesi
gerektiği de anlaşılmıştır.
64
Deri ve yumuşak doku infeksiyon etkeni olarak izole edilen S.aureus
suşlarındaki makrolid dirençleri ile diğer antistafilokokal ajanlardaki dirençler
karşılaştırıldığında; indüklenebilir MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının %94’ü
tetrasikline de dirençli bulunmuştur. iMLSb tipi direnç taşıyan MRSA suşlarının tümü,
iMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının ise %60’ı tetrasikline dirençli olarak tespit
edilmiştir.
Đndüklenebilir MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının %10’u fusidik aside
de dirençli bulunmuştur. iMLSb tipi direnç taşıyan MRSA suşlarının %8’i, iMLSb tipi
direnç taşıyan MSSA suşlarının ise %20’si fusidik aside dirençli olarak tespit
edilmiştir.
Đndüklenebilir MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının %7’si mupirosine de
dirençli bulunmuştur. iMLSb tipi direnç taşıyan MRSA suşlarının %8’i fusidik aside
dirençli olarak tespit edilmiştir, iMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının tümü
mupirosine duyarlı bulunmuştur.
Đndüklenebilir MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının
%10’u
trimetoprim-sülfametoksazole de dirençli olarak bulunmuştur. iMLSb tipi direnç
taşıyan MRSA suşlarının %12’si trimetoprim-sülfametoksazole dirençli olarak tespit
edilmiş olup iMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının tümü trimetoprimsülfametoksazole duyarlı olarak bulunmuştur.
Yapısal MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının %75’i tetrasikline de
dirençli olarak bulunmuştur. cMLSb tipi direnç taşıyan MRSA suşlarının %88’i,
cMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının ise %50’si tetrasikline dirençli olarak
tespit edilmiştir.
Yapısal MLSb tipi direnç taşıyan S.aureus suşlarının %22’si fusidik aside de
dirençli olarak bulunmuştur. cMLSb tipi direnç taşıyan MRSA suşlarının %13’ü
cMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının ise %25’i fusidik aside dirençli olarak
tespit edilmiştir.
Yapısal
MLSb
tipi
direnç
taşıyan
S.aureus
suşlarının
%11’i
trimetoprimsulfametoksazole de dirençli olarak bulunmuştur. cMLSb tipi direnç taşıyan
MRSA suşlarının %13’ü trimetoprim-sülfametoksazole dirençli olarak tespit edilmiş
olup cMLSb tipi direnç taşıyan MSSA suşlarının tümü trimetoprim-sülfametoksazole
65
duyarlı olarak bulunmuştur. cMLSb tipi direnç taşıyan tüm S.aureus suşları mupirosine
duyarlı bulunmuştur.
M fenotipi gösteren S.aureus suşlarının %38’i tetrasikline de dirençli olarak
bulunmuştur. M fenotipi direnç taşıyan MSSA suşlarının %43’ü tetrasikline dirençli
olarak tespit edilmiş olup, M fenotipi direnç taşıyan MRSA suşlarının tümü tetrasikline
duyarlı bulunmuştur.
M fenotipi gösteren S.aureus suşlarının %50’si fusidik aside de dirençli olarak
bulunmuştur. M fenotipi direnç taşıyan MSSA suşlarının %57’si fusidik aside dirençli
olarak tespit edilmiş olup, M fenotipi direnç taşıyan MRSA suşlarının tümü fusidik
aside duyarlı bulunmuştur.
M fenotipi gösteren S.aureus suşlarının %38’i mupirosine de dirençli olarak
bulunmuştur. M fenotipi direnç taşıyan MRSA suşlarının tümü mupirosine dirençli
olarak tespit edilmiş olup, M fenotipi direnç taşıyan MSSA suşlarının %29’u
mupirosine
dirençli bulunmuştur. M fenotipi gösteren tüm S.aureus suşları
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur.
Eritromisin duyarlı olarak bulunan S.aureus suşlarının ise %25’i tetrasikline
dirençli, %6’sı
fusidik aside dirençli, %2’si
mupirosine dirençli ve %2’si
trimetoprim-sülfametoksazole dirençli olarak tespit edilmiştir.
Metisilin duyarlı ve metisilin dirençli S.aureus suşlarının eritromisin
duyarlılıklarının
diğer
antistafilokokal
Tablo 4.11’de gösterilmiştir:
66
antimikrobiyallerle
karşılaştırılması
Tablo 4.11: Deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni MRSA ve MSSA’ların
eritromisin
duyarlılıklarının
diğer
antimikrobiyallere
direnç
durumuyla
karşılaştırılması
Tetrasiklin dirençli %
Fusidik asit dirençli %
Mupirosin dirençli %
Trimetoprim-sülfametoksazol
dirençli %
Diğer Antimikrobiyallere Direnç
25
6
2
2
Tüm iMLSb (31)
94
10
7
10
iMLSb-MRSA (26)
100
8
8
12
iMLSb-MSSA (5)
60
20
-
-
Tüm cMLSb (12)
75
22
-
11
cMLSb-MRSA (8)
88
13
-
13
cMLSb-MSSA (4)
50
25
-
-
Tüm M Fenotipi
(8)
38
50
38
-
M Fenotipi-MRSA
(1)
-
-
100
-
M Fenotipi-MSSA
(7)
43
57
29
-
53
12
6
5
MLSb Direnç Durumu(sayı)
Eritromisin dirençli (51)
Eritromisin duyarlı (49)
Toplam(100)
67
5.TARTIŞMA VE SONUÇ
S.aureus tüm dünyada yüksek oranda morbidite ve mortaliteye neden olan,
hastane ve toplum kaynaklı birçok infeksiyonun etkenidir. Deri, sindirim ve solunum
yollarının normal florasında yer alıp, hem yüzeylerde tutunmalarını sağlayan hücre
duvarı yapıları, hem de deri ve yumuşak dokuya kolayca penetre olmalarını sağlayan
enzimleri sayesinde sabit ve geçici flora üyesi oldukları vücut bölgelerinde birçok farklı
infeksiyona yol açabilirlerse de tüm dünyada ve ülkemizde en sık deri ve yumuşak
doku infeksiyonlarından izole edilirler ve neden oldukları infeksiyonlar uygun şekilde
tedavi edilmezse daha ciddi sistemik infeksiyonlara, sepsis tablolarına yol açabilirler.
Moet ve arkadaşlarının 1998-2004 yılları arasında gerçekleştirdikleri Sentry
Antimikrobiyal Sürveyans Programı dahilindeki çalışmada deri ve yumuşak doku
infekiyonu etkeni olarak izole edilen tüm mikroorganizmalar içinde Kuzey Amerika
suşlarının %44,6’sını , Avrupa suşlarının % 37,5’ini ve Latin Amerika suşlarının
%33,5’ini
oluşturan S .aureus, deri ve yumuşak doku infeksiyonlarından bu üç
coğrafyada da en sık izole edilen etken olarak tanımlanmıştır (53).
Denton ve arkadaşlarının EPISA çalışması dahilinde Fransa, Đrlanda ve
Đngiltere’de yaptıkları sürveyans çalışmasında toplum kaynaklı deri ve yumuşak doku
infeksiyonu olan 1374 hastadan, % 47,7’lik oranla S.aureus en sık izole edilen
mikroorganizma olarak bulunmuştur (54).
Jones ve arkadaşlarının The Surveillance Network (TSN) kapsamında, 85098
suşla yaptıkları çalışmada S.aureus; deri ve yumuşak doku etkeni mikroorganizmalar
içinde Fransa’da %29,2, Almanya’da %18,8 ve Đtalya’da %24,2 oranlarla ilk sırada
gelirken, A.B.D.’de %23,7 ve Đspanya’da %17’lik oranlarla ikinci en sık görülen
mikroorganizma olarak tanımlanmıştır (55).
Ho ve arkadaşlarının Hong Kong’ta yaptıkları bir çalışmada deri ve yumuşak
doku infeksiyonu tanısı alan 298 hastanın %42,3’ünden S.aureus izole edilerek ilk
sırada yer almıştır (56).
68
Adaleti
ve
arkadaşlarının
yaptıkları çalışmada
yatan
hastaların
yara
örneklerinden izole edilen mikroorganizmaların başında %36 ile S.aureus gelmiştir
(57).
Çetin ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada cerrahi alan infeksiyonu etkeni
mikroorganizmalar arasında S.aureus %29,1 oranla ilk sırayı almaktadır (58).
Hastanemizde yapılan sürveyans çalışmalarında ise S.aureus 2007 yılında deri
ve yumuşak doku infeksiyonlarının %33,3’ünden, 2008’de ise %27,3’ünden izole
edilerek bu infeksiyonlardan en sık izole edilen mikroorganizma olmuştur. Bu nedenle
bu çalışmada hastanemizdeki deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkenlerinin başında
yer alan S.aureus’ların antimikrobiyal duyarlılıklarını ve direnç paternlerini ortaya
koymayı amaçladık.
Günümüzde
stafilokok
infeksiyonlarının
tedavisi,
beta
laktam
türü
antimikrobiyallerin kullanımını sınırlayan metisilin direncinin giderek artan ortanlarda
görülmesi nedeniyle büyük bir sorun oluşturmaktadır. Özellikle MRSA’ların etken
olduğu deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde sistemik, topikal veya
kombine tedavi seçeneklerinden hangisinin tercih edileceğinin belirlenmesi önem
kazanmaktadır. MRSA’lar önceleri nozokomiyal bir patojen olarak tanımlanırlarken,
günümüzde tüm dünyada yaygın hale gelmişlerdir.
Moet ve arkadaşlarının 1998-2004 yılları arasında gerçekleştirdikleri Sentry
Antimikrobiyal Sürveyans Programı dahilindeki çalışmada deri ve yumuşak doku
infekiyonu etkeni olarak izole edilen S.aureus suşları içinde MRSA oranı
Kuzey
Amerika’da %35,9, Latin Amreika’da %29,4 ve Avrupa’da 22,8 olarak bulunmuştur
(53).
Denton ve arkadaşlarının EPISA çalışması dahilinde gerçekleştirdikleri Fransa,
Đrlanda ve Đngiltere’de yaptığı sürveyans çalışmasında toplum kaynaklı suşlarda
CA-MRSA oranı %4,2 olarak bulunmuştur (54).
Fluit ve arkadaşlarının yaptıkları 25 üniversite hastanesinin yer aldığı ve 3051
S.aureus suşunun çalışıldığı SENTRY araştırmasında tüm suşlarda MRSA oranı %25,
deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan S.aureus suşlarında MRSA oranı %22,4
olarak bulunmuştur (59).
69
Jones ve arkadaşlarının The Surveillance Network (TSN) kapsamında
yaptıkları çalışmada MRSA oranları A.B.D.’de %44,4, Fransa’da %34,7, Almanya’da
%12,4, Đtalya’da %41,8 ve Đspanya’da 32,4 olarak bulunmuştur. Toplum kaynaklı
suşlarda MRSA oranı A.B.D.’de %29,1, Fransa’da %27,9, Almanya’da %4, Đtalya’da
%27,4 ve Đspanya’da %14,8 olarak bulunmuştur. Hastane kaynaklı suşlarda MRSA
oranı A.B.D.’de %44, Fransa’da %34,7, Almanya’da %12, Đtalya’da %40,8 ve
Đspanya’da %32,4 olarak bulunmuştur (55).
Kim ve arkadaşlarının yaptıkları çeşitli klinik örneklerden izole edilen ve
%29’unu yara izolatlarının oluşturduğu çalışmada S.aureus suşlarının %64’ü MRSA
olarak tanımlanmıştır (60).
Huang ve arkadaşlarının 2006 yılında yaptıkları % 61’ini deri ve yumuşak doku
infeksiyonlarından izole edilen suşların oluşturduğu çalışmada MRSA oranı %42 olarak
bulunmuştur (61).
Ho ve arkadaşlarının deri ve yumuşak doku infeksiyonu olan hastalarda
yaptıkları çalışmada toplum kaynaklı suşların %10,3’ü MRSA olarak tanımlanmıştır
(56).
Skiest ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada %60’ı deri ve yumuşak doku
infeksiyonu geçiren hastalardan izole edilen toplum kaynaklı suşların %63’ü
CA-MRSA, %37’si ise CA-MSSA olarak tanımlanmıştır (62).
Davis ve arkadaşlarının 2003-2005 yılları arasında yaptıkları suşların %80’inin
deri infeksiyonlarından izole edildiği bir çalışmada, tüm toplum kaynaklı S.aureus
suşlarında CA-MRSA oranı %26,7 olarak bulunmuştur (63).
Rohani ve arkadaşlarının yaptıkları, suşların %73,3’ünün yara örneklerinden
izole edildiği bir çalışmada MRSA oranı %39,7 olarak tespit edilmiştir (64).
Szumowski ve arkadaşlarının deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan
S.aureus’larla yaptıkları çalışmada MRSA oranı %57 olarak bulunmuştur (65).
Arıdoğan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada çeşitli klinik örneklerden izole
edilen %61’ini yara örneklerinin oluşturduğu S.aureus suşlarında MRSA oranı % 41
olarak tespit edilmiştir (66).
Kurutepe ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada tüm S.aureus suşlarında MRSA
oranı %38 olarak bulunmuştur. Çalışmada CA-MRSA oranı %30,2, HA-MRSA oranı
%51,5 olarak tespit edilmiştir (67).
70
Altun ve arkadaşlarının yaptıkları ve suşların %46’sının deri ve yumuşak doku
örneklerine ait olduğu çalışmada MRSA oranı %63 olarak bulunmuştur (68).
Adaleti ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada yatan hastaların yara yeri
örneklerinden izole edilen S.aureus suşlarının %52’si MRSA olarak tanımlanmıştır
(57).
Doğan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada S.aureus suşlarında MRSA oranı
%67,2 olarak bulunmuştur (69).
Derbentli Ş. ‘nin yaptığı derlemeye göre 2003-2004 yılları arasında Türkiye’de
yapılmış çalışmalarda ülkemizde S.aureus suşlarında MRSA oranı ortalama %52 olarak
tespit edilmiştir (70).
Bizim çalışmamızda deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olarak izole
edilen tüm S.aureus suşlarında MRSA oranı %41, MSSA oranı ise %59 olarak tespit
edilmiştir. Toplum kaynaklı S.aureus suşlarında MRSA oranı %22 iken, hastane
kaynaklı S.aureus suşlarında MRSA oranı %60 olarak bulunmuştur. Dünyadaki diğer
çalışmalarda olduğu gibi bizim çalışmamızda da hastane kaynaklı S.aureus suşlarındaki
MRSA oranları toplum kaynaklı S.aureus’lardan daha yüksek bulunmuştur.
Deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan S.aureus’ların antimikrobiyallere
duyarlılıkları bölgelere göre değişken olup aynı bölgelerde yapılan çalışmalarda bile
birbirinden farklı oranlarla
karşılaşılmaktadır.
MRSA’ların beta laktam dışı
antimikrobiyallere MSSA’lardan daha dirençli oldukları bilinmektedir. Dahası
S.aureus’lar metisilin direncinin yanında toplum kaynaklı ve hastane kaynaklı
olmalarına göre de farklı antimikrobiyal duyarlılıkları gösterebilirler.
Moet ve arkadaşlarının 1998-2004 yılları arasında gerçekleştirdikleri Sentry
Antimikrobiyal Sürveyans Programı dahilindeki çalışmada deri ve yumuşak doku
infeksiyonu etkeni olarak izole edilen 5158 S.aureus suşundan Kuzey Amerika
suşlarının
%76,7’si
klindamisine,
%50,5’i
eritromisine,
%98,6’sı
trimetoprim-sülfametoksazole ve %92’si tetrasikline duyarlı olarak bulunmuştur. Latin
Amerika
suşlarının
%72,6’sı
klindamisine,
%61,2’si
eritromisine,
%90,4’ü
trimetoprim-sülfametoksazole ve %75’i tetrasikline duyarlı olarak bulunmuştur.
Avrupa
suşlarının
%86’sı
klindamisine,
%71,1’i
eritromisine,
%98,2’si
trimetoprim-sülfametoksazole ve %85,2’si tetrasikline duyarlı olarak bulunmuştur.
Tüm suşlar vankomisine duyarlı bulunmuştur (53).
71
Denton ve arkadaşlarının EPISA projesi dahilinde Fransa, Đrlanda ve
Đngiltere’de gerçekleştirdikleri sürveyans çalışmasında toplum kaynaklı deri ve
yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan
646 S.aureus suşunun toplamda %83,4’ü
eritromisine, %98,8’i klindamisine, %95,7’si tetrasikline, %79’u fusidik aside ve
%99,4’ü mupirosine duyarlı bulunmuştur. Fransa’dan izole edilen suşların %67,8’i
eritromisine, %96,6’sı klindamisine, %94,1’i tetrasikline, %93,7’si fusidik aside ve
%99’u mupirosine duyarlı bulunurken, Đrlanda’dan izole edilen suşların ise %88,6’sı
eritromisine, %99,5’i klindamisine, %96,8’i tetrasikline, %68,6’sı fusidik aside ve tümü
mupirosine duyarlı bulunmuştur. Đngiltere’den izole edilen suşların %92,8’i
eritromisine, %100’ü klindamisine, %95,9’u tetrasikline, %75,6’sı fusidik aside ve
%99,1’i mupirosine duyarlı bulunmuştur (54).
Jones ve arkadaşlarının The Surveillance Network (TSN) kapsamında A.B.D.,
Đtalya, Almanya, Đspanya ve Fransa’da yaptıkları çalışmada deri ve yumuşak doku
infeksiyonu etkeni olan MSSA suşlarının eritromisine duyarlılıkları %73,2-86,6
arasında,
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlılıkları ise %94,9-99,3 arasında
bulunmuştur. MRSA suşlarının eritromisine duyarlılıkları %7,3–30,4 arasında,
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlılıkları ise %84,1–97,8 arasında bulunmuştur (55).
Fluit ve arkadaşlarının yaptıkları 25 üniversite hastanesinin yer aldığı ve 3051
S.aureus suşunun çalışıldığı SENTRY araştırmasında MRSA suşlarının %4,8’i
eritromisine,
%23,3’ü
kinopristin/dalfopristine
eritromisine,
%93,7’si
klindamisine,
duyarlı
%42,9’u
bulunmuştur.
klindamisine,
MSSA
%89,7’si
tetrasikline,
suşlarının
ise
tetrasikline,
%99,5’i
%77,5’i
%99,3’ü
kinopristin/dalfopristine duyarlı bulunmuştur. Tüm örnekler vankomisin, teikoplanin ve
linezolide duyarlı bulunmuştur (59).
Rohani ve arkadaşlarının Malezya’da yaptıkları çalışmada %73,3’ü püy ve
yaralardan izole edilmiş olan 390 S.aureus suşunun %97,9’u klindamisine, %52,8’i
eritromisine, %61,5’i trimetoprim-sülfametoksazole, %52,8’i tetrasikline, %97,2’si
mupirosine, %96,4’ü fusidik aside duyarlı bulunmuştur. Tüm suşlar vankomisine
duyarlı bulunmuştur (64).
72
Szumowski ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada deri ve yumuşak doku
infeksiyonu etkeni olan tüm toplum kaynaklı S.aureus suşlarının %69,6’sı
klindamisine, %21,6’sı eritromisine, %97,4’ü trimetoprim-sülfametoksazole, %46,2
tetrasikline duyarlı olarak bulunmuştur (65).
Skiest ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada %60’ı deri ve yumuşak doku
infeksiyonu geçiren hastalardan izole edilen toplum kaynaklı MRSA suşlarının %6’sı
eritromisine,
%82’si
klindamisine,
%92’si
tetrasikline
ve
tümü
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur (62).
Kim ve arkadaşlarının yaptıkları çeşitli klinik örneklerden izole edilen ve
%29’unu yara izolatlarının oluşturduğu çalışmada MRSA suşlarının %15,7’si
klindamisine, %2,3’ü eritromisine, %10,5’i tetrasikline, %91,1’i trimetoprimsülfametoksazole, %85,9’u fusidik aside duyarlı bulunmuştur. MSSA suşlarının
%88,5’i
klindamisine,
%63,3’ü
eritromisine,
%78,2’si
tetrasikline,
%98,8’i
trimetoprim-sülfametoksazole, %68,3’ü fusidik aside duyarlı bulunmuştur. Tüm suşlar
kinopristin/dalfopristine, vankomisine, teikoplanine ve linezolide duyarlı bulunmuştur
(60).
Yurtsever ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada yara örneklerinden izole edilen
MRSA
suşlarının
%25’i
eritromisine,
%36’sı
klindamisine,
%92’si
trimetoprim-sülfametoksazole ve %58’ i tetrasikline duyarlı bulunmuştur. MSSA
suşlarının
%94’ü
eritromisine,
%99’u
klindamisine,
%98’i
trimetoprim-sülfametoksazole ve % 94’ü tetrasikline duyarlı bulunmuştur. Tüm suşlar
vankomisine duyarlı bulunmuştur (71).
Altun ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada suşların MRSA’ların %47’si
eritromisine, %90’ı trimetoprim-sülfametoksazole ve %97’si fusidik aside duyarlı
bulunmuştur.
MSSA’ların
ise
%94’ü
eritromisine,
%97’si
trimetoprim-sülfametoksazole ve tümü fusidik aside duyarlı bulunmuştur (68).
Şenbayrak ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada deri ve yumuşak doku
infeksiyonlarından izole edilen MRSA suşlarının %91’i mupirosine, %87’si fusidik
aside duyarlı bulunmuştur. Tüm suşlar vankomisin ve teikoplanine duyarlı bulunmuştur
(72).
73
Doğan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada MRSA suşlarının %24,4’ü
eritromisine, %77,8’i tetrasikline, %71,1’i trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı
bulunmuştur. MSSA suşlarının %31,8’i eritromisine, %81,8’i tetrasikline, %77,3’ü
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur (69).
Derbentli Ş. ‘ nin yaptığı derlemeye göre 2003-2004 yılları arasında Türkiye’de
yapılmış çalışmalarda ortalama olarak S.aureus suşlarının %40’ı eritromisine, %50’si
klindamisine, %72’si trimetoprim-sülfametoksazole, %87’si fusidik aside duyarlı
olarak bulunmuştur (70).
Bizim çalışmamızda deri ve yumuşak doku etkeni olarak izole edilen S.aureus
suşlarının tümünün %49’u eritromisine, %57’si klindamisin ve spiramisine, %47’si
tetrasikline, %95’i trimetoprim-sülfametoksazole, %88’i fusidik aside, %94’ü
mupirosine duyarlı olarak bulunmuştur. Çalışmamızda MRSA suşlarının %15’i
eritromisine, %17’si klindamisin ve spiramisine, %7’si tetrasikline, %90’ı trimetoprimsülfametoksazole, %88’i fusidik aside, %93’ü mupirosine duyarlı bulunurken, MSSA
suşlarının %73’ü eritromisine, %85’i klindamisin ve spiramisine, %75’i tetrasikline,
%98’i trimetoprim-sülfametoksazole, %88’i fusidik aside, %95’i mupirosine duyarlı
olarak
bulunmuştur.
Hem
MRSA,
hem
de
MSSA
suşlarının
hepsi
kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve linezolide %100 duyarlı olarak
bulunmuştur. Dünyadaki diğer çalışmalardaki gibi bizim çalışmamızda da deri ve
yumuşak doku infeksiyon etkeni olarak izole edilen S.aureus suşlarından MSSA’lar
betalaktam olmayan antimikrobiyallere
edilmiştir
ve
hem
kinopristin/dalfopristin,
hastane,
MRSA’lardan daha duyarlı olarak tespit
hem
vankomisin,
de
toplum
teikoplanin
ve
kaynaklı
linezolide
S.aureus’larda
direnç
tespit
edilmemiştir.
Toplum kaynaklı deri ve yumuşak doku infeksiyonlarından izole edilen MRSA
suşlarının beta laktam olmayan antimikrobiyallere hastane kaynaklı metisilin dirençli
suşlardan daha duyarlı olduğunun anlaşılmasından sonra birçok ulusal ve uluslararası
rehberde sözkonusu antimikrobiyallerin tedavide kullanımları tavsiye edilir hale
gelmiştir. Fusidik asit, mupirosin gibi topikal ajanlar yüzeyel infeksiyonların
tedavisinde birçok çalışmada etkin bulunmuş, özellikle mupirosinin nazal formlarının
nazal S.aureus taşıyıcılığının eradike edilmesinde faydalı olduğu anlaşılmıştır (73).
74
Toplum kaynaklı suşların trimetoprim-sülfametoksazol, tetrasiklinler, makrolid,
linkozamid ve streptogramin grubu gibi antimikrobiyallere duyarlılıklarını kısmen
korumuş olmaları nedeniyle, bu ajanların deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının
tedavisinde glikopeptid ve oksazolidinon gruplarının yerine kullanılarak son yıllarda
dramatik olarak artan oranlarda görülmeye başlanan glikopeptitlere karşı azalmış
duyarlılıkların önüne geçilebileceğini düşündürmektedir.
Bu yüzden toplum kaynaklı S.aureus’un etken olabileceği deri ve yumuşak doku
infeksiyonlarında da mutlaka kültür gönderilmesi ve antibiyotik duyarlılık testlerinde
betalaktam grubu olmayan antistafilokokal antimikrobiyallerin duyarlılık sonuçlarının
da raporlanması gerekmektedir.
Jones ve arkadaşlarının The Surveillance Network (TSN) kapsamında A.B.D.,
Đtalya, Almanya, Đspanya ve Fransa’da yaptıkları çalışmada CA-MRSA suşlarının
eritromisine
duyarlılıkları
%12-60,9
arasında,
trimetoprim-sülfametoksazole
duyarlılıkları %79-94,7 arasında bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının eritromisine
duyarlılıkları
%72,2-86,7
arasında,
trimetoprim-sülfametoksazole
duyarlılıkları
%97-99,5 arasında bulunmuştur. HA-MRSA suşlarının eritromisine duyarlılıkları
%7,6-30,9 arasında, trimetoprim-sülfametoksazole duyarlılıkları %84,1-98,1 arasında
bulunmuştur. HA-MSSA suşlarının eritromisine duyarlılıkları %73,5-86,2 arasında,
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlılıkları %94,8-99,3 arasında bulunmuştur (55).
Szumowski ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada CA-MRSA suşlarının
%51,8’i
klindamisine,
%6,2’si
eritromisine,
%46,2’si
tetrasikline,
%99,5’i
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı olarak bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının %93’ü
klindamisine, %42,1’i eritromisine, %94,7’si trimetoprim-sülfametoksazole
bulunmuştur. CA-MSSA suşlarında
duyarlı
tetrasiklin direnci görülmemiştir. Tüm suşlar
vankomisine duyarlı bulunmuştur (65).
Davis ve arkadaşlarının 2003-2005 yılları arasında yaptıkları ve suşların
%80’inin deri infeksiyonlarından izole edildiği çalışmada CA-MRSA suşlarının %54’ü
klidamisine, %9’u eritromisine, %99’u trimetoprim-sülfametoksazole ve % 91’i
tetrasikline duyarlı olarak bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının ise %75’i klidamisine,
%69’u
eritromisine
ve
%100’ü
trimetoprim-sülfametoksazole
bulunmuştur (63).
75
duyarlı
olarak
Ho ve arkadaşlarının deri ve yumuşak doku infeksiyonu olan hastalarda
yaptıkları çalışmada CA-MRSA suşlarının %77’si eritromisine, %77’si klindamisine,
%77’si tetrasikline, %7,7‘si fusidik aside duyarlı bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının
%69,9’u eritromisine, %74,8’i klindamisine, %73,8’i tetrasikline, %1,9’u fusidik aside
duyarlı
bulunmuştur.
Tüm
CA-MRSA
ve
CA-MSSA
suşları
trimetoprim-
sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur (56).
Huang ve arkadaşlarının California’da yaptıkları çalışmada CA-MRSA
suşlarının %7’si eritromisine, %96’sı klindamisine, %80’i tetrasikline ve %100’ü
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur. HA-MRSA suşlarının suşlarının
%8’i
eritromisine,
%48’i
klindamisine,
%88’i
tetrasikline
ve
%98’i
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur. Tüm suşlar vankomisine duyarlı
bulunmuştur (61).
Patel ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada CA-MRSA suşlarının %89,7’si
tetrasikline ve %100’ü trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur. HA-MRSA
suşlarının %92,9’u tetrasikline ve %99’u trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı
bulunmuştur (39).
Arıdoğan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada CA-MRSA suşlarının %50’si
eritromisine, %62,5’i klindamisine, %75’i trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı
bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının %81’i eritromisine, %97’si klindamisine, %94’ü
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur.
HA-MRSA suşlarının %33’ü
eritromisine, %53’ü klindamisine, %96’sı trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı
bulunmuştur. HA-MSSA suşlarının %81’i eritromisine, %92’ si klindamisine, %87’si
trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur (66).
Kurutepe ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada Ca-MRSA suşlarının %54,8’i
eritromisine, %48,4’ü tetrasikline duyarlı bulunmuştur. CA-MSSA suşlarının %90,1’i
eritromisine, %78,7’si tetrasikline duyarlı bulunmuştur. HA-MRSA suşlarının %
36,6’sı eritromisine, %37,5’i tetrasikline duyarlı bulunmuştur. HA-MSSA suşlarının
%80,4’ü eritromisine, % 67,1’i tetrasikline duyarlı bulunmuştur (67).
Vardar ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada MRSA suşlarının %68,4’ü,
MSSA suşlarının %89,4’ü mupirosine duyarlı bulunmuştur (74).
76
Bizim çalışmamızda
CA-MRSA suşlarının %18’i eritromisine, %27’si
klindamisin ve spiramisine, %18’i tetrasikline, %73’ü trimetoprim-sülfametoksazole,
%91’i fusidik asit ve mupirosine duyarlı bulunurken, CA-MSSA suşlarının ise %74’ü
eritromisine, %80’i klindamisin ve spiramisine, %72’si tetrasikline, %97’si
trimetoprim-sülfametoksazole, %90’ı fusidik aside, %95’i mupirosine duyarlı
bulunmuştur. HA-MRSA suşlarının %13’ü eritromisin, klindamisin ve spiramisine,
%3’ü tetrasikline, %97’si trimetoprim-sülfametoksazole, %87’si fusidik aside, %93’ü
mupirosine duyarlı bulunurken,
HA-MSSA suşlarının %70’i eritromisine, %95’i
klindamisin ve spiramisine, %80’i tetrasikline, %85’i fusidik aside, %95’i mupirosine
ve % 100’ü trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuştur. Tüm S.aureus suşları
kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve linezolide duyarlı bulunmuştur.
Kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve linezolide duyarlılıkları dünyada ki
diğer çalışmalardaki verilerle uyumludur. Özellikle hem toplum kaynaklı, hem de
hastane kaynaklı MRSA suşlarının beta laktam grubu olmayan antimikrobiyallerden
trimetoprim-sülfametoksazol, fusidik asit ve
mupirosine tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde ve hastanemizde de duyarlılıklarını korumaları olumludur. Deri ve yumuşak
doku infeksiyonu etkeni olarak izole edilen S.aureus suşlarının antimikrobiyal
duyarlılıkları test edilirken bu ajanlar da mutlaka test edilmeli ve duyarlılıkları
bildirilmelidir. Yine de beta laktam grubunda yer almayan bu antimikrobiyallerin
tedavideki yeterlilikleri ancak çok merkezli klinik çalışmaların verileri ışığında
anlaşılacaktır.
S.aureus’un etken olduğu deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde
kullanılabilecek başka bir antimikrobiyal grubu da makrolid, linkozamid, streptogramin
(MLS) grubu ajanlardır. Makrolid grubu antimikrobiyallerin ilki olan eritromisin
günümüzde yaygınlaşan dirençler ve yan etkileri nedeniyle artık tercih edilmemektedir.
Fakat linkozamid grubu bir antimikrobiyal olan klindamisin hem bakteriyostatik etkisi
ve yan etkilerinin az olması, hem de anti enzimatik etkinliği sayesinde S.aureus’ların
virulanslarının önemli bir parçası olan enzimlerinin üretimini inhibe etmesi nedeniyle
deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır.
77
MLS grubu antimikrobiyallerin arasındaki çapraz direnç nedeniyle, MLS grubu
antimikrobiyallere karşı oluşan direnç klindamisin kullanımını da sınırlamaktadır. M
fenotipindeki MLSb direncine sahip S.aureus suşları sadece eritromisine dirençli
fenotiptedir. Yapısal tipte MLSb direncine sahip S.aureus suşları hem eritromisin, hem
de klindamisine dirençliyken, indüklenebilir tipte MLSb direnci taşıyan suşlar
eritromisine dirençli, klindamisine hassas fenotipte görünürler. Fakat böyle suşlar
klindamisine direnç geliştirebileceğinden, iMLSb direncine sahip olan S.aureus’ların
neden
olduğu
infeksiyonların
tedavisinde
klindamisin
kullanılırsa
tedavide
başarısızlıklar söz konusu olabilir.
Bu indüklenebilir tipte direnci saptamak için Fiebelkorn ve arkadaşlarının
geliştirdiği D-zon testi kullanılır. D-zon testi pozitif olan S.aureus suşları eritromisine
ve klindamisine dirençli olarak raporlanmalıdır (48).
Fluit ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada eritromisin dirençli MRSA’ların
%88’i cMLSb, %20’si iMLSb olarak bulunmuştur. Eritromisin dirençli MSSA
suşlarının %37’si cMLSb, %63’ü iMLSb olarak bulunmuştur (59).
Skiest ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada eritromisin dirençli-klindamisin
hassas MRSA suşlarının %9,1’inde iMLSb tipi direnç bulunmuştur (62).
Patel ve arkadaşlarının eritromisin dirençli-klindamisin hassas S.aureus
suşlarında yaptıkları çalışmada MSSA’larda iMLSb oranı %60 olarak bulunmuştur.
Toplum kaynaklı MRSA’ larda iMLSb oranı %33, hastane kaynaklı MSSA’ larda
iMLSb oranı %67 olarak bulunmuştur (39).
Chavez ve arkadaşlarının 197 eritromisin dirençli-klindamisin duyarlı
CA-MRSA suşuyla yaptıkları çalışmada 1999-2002 yılları arasında iMLSb direnç
oranlarının %93’lerden %7’lere düştüğü saptanmış ve bunun nedeni olarak ta
CA-MRSA suşlarında meydana gelen klonal değişimler olduğu gösterilmiştir (75).
Schreckenberger ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada tüm MRSA suşlarının
%7-12’sinde iMLSb tipi direnç, %83-84’ünde cMLSb tipi direnç görülürken %9-6’sı
klindamisine duyarlı olarak bulunmuştur. Tüm MSSA suşlarının %19-20’sinde iMLSb
tipi direnç, %3-18’inde cMLSb tipi direnç görülürken %63-77’si klindamisine duyarlı
olarak bulunmuştur (76).
78
Kim ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada eritromisin dirençli MRSA
suşlarının %86’sında cMLSb, %14’ünde iMLSb tipi direnç gözlenirken, eritromisin
dirençli MSSA suşlarının %24’ünde cMLSb, %76’sında iMLSb tipi direnç
gözlenmiştir. Tüm suşlar kinopristin/dalfopristine duyarlı bulunmuştur (60).
Huang ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada toplum ve hastane kaynaklı
eritromisin dirençli klindamisin hassas S.aureus suşlarında iMLSb tipi direnç görülme
oranı %10 olarak bulunmuştur (61).
Ho ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada klindamisin dirençli MSSA suşlarının
%63’ünde cMLSb tipi direnç, %37’sinde iMLSb tipi direnç gözlenmiştir (56).
Aktaş ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada eritromisin dirençli S.aureus
suşlarının %58,3’ünde cMLSb tipi direnç, %20,8’inde iMLSb tipi direnç ve %20,8’inde
M fenotipi direnç bulunmuştur. Eritromisin dirençli MRSA suşlarının
%63’ünde
cMLSb tipi direnç, %18’inde iMLSb tipi direnç ve %18’inde M fenotipinde direnç
gözlenmiştir (77).
Arıdoğan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada MRSA suşlarının %46’sında
ve MSSA suşlarının %2’sinde ve tüm S.aureus suşlarının %20’sinde cMLSb tipi direnç
gözlenmiştir. MRSA suşlarının %19’unda, MSSA suşlarının %15’inde ve tüm S.aureus
suşlarının %17’sinde M fenotipinde direnç gözlenmiştir (66).
Adaleti ve arkadaşlarının
yaptıkları çalışmada MSSA suşlarının %11’inde
iMLSb tipi direnç, %4’ünde cMLSb tipi direnç ve %3’ünde M fenotipinde direnç
saptanmıştır (57).
Doğruman ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada hastane kaynaklı MRSA
suşlarının %50,8’inde cMLSb tipi direnç, %20,6’sında iMLSb tipi direnç gözlenmiştir.
Suşların %28,6’sı eritromisin duyarlı bulunmuştur. HA-MRSA suşlarının tümü
kinopristin/dalfopristin ve linezolide duyarlı bulunmuştur (78).
Bizim çalışmamızda tüm S .aureus suşlarının %51’i eritromisine dirençli olarak
bulunmuştur. Eritromisine dirençli suşlar incelendiğinde, tüm suşlarda indüklenebilir
MLSb direnci görülme yüzdesi %31, yapısal MLSb direnci görülme yüzdesi %12 ve
M fenotipinin görülme yüzdesi %8 olarak bulunmuştur. Toplum kaynaklı S.aureus
suşlarının %22’sinde iMLSb tipi direnç, %10’unda cMLSb tipi direnç ve %6’sında M
fenotipinde direnç gözlenmiştir. Hastane kaynaklı S.aureus suşlarının %40’ında iMLSb
79
tipi direnç, %14’ünde
cMLSb tipi direnç ve %10’unda M fenotipinde direnç
gözlenmiştir.
Tüm bu verilerin ışığında bizim çalışmamızda da dünyadaki çalışmalarda
olduğu
gibi vankomisin, teikoplanin
ve linezolid
direncine rastlanmamıştır.
Çalışmamızda tüm suşlar kinopristin/dalfopristine de duyarlı bulunmuştur.
Diğer
antimikrobiyallere duyarlılıklar incelendiğinde hastane kaynaklı S.aureus suşlarının,
toplum kaynaklı suşlardan ve metisilin dirençli suşların, metisilin duyarlı suşlardan
antistafilokokal antimikrobiyallere daha dirençli olduğu anlaşılmıştır. Makrolid ve
tetrasiklin grubu antimikrobiyallere olan duyarlılıklar toplum kaynaklı suşlarda hastane
kaynaklı suşlara göre daha yüksek bulunmuş olsa da bu ajanların duyarlılıkları sadece
MSSA suşlarında yüksek duyarlılık oranlarına yaklaşmıştır. Bunun yanında makrolid
direnci açısından hastane kaynaklı suşlarda indüklenebilir MLSb direnç oranları toplum
kaynaklı suşlardan daha yüksek olarak tespit edilmiştir.
Diğer beta laktam olmayan antimikrobiyallerden fusidik asit, mupirosin ve
trimetoprim-sülfametoksazole karşı hem MRSA, hem MSSA suşlarında toplum ve
hastane kaynaklı olup olmadıklarına bakılmaksızın yüksek duyarlılık gözlenmiştir. Bu
antimikrobiyaller topikal ve sistemik olarak kullanıldıklarında S.aureus’un etken
olduğu deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde başarılı olacakları
düşünülmektedir. Yine de bu yüksek duyarlılık oranlarının klinik göstergelerle
desteklenmesi gerekmektedir. Böylece bu ajanların deri ve yumuşak doku
infeksiyonlarında
tercih
edilerek
glikopeptid
kullanımını
azaltabilecekleri
düşünülmektedir.
Sonuç olarak tüm dünyada ve ülkemizde S .aureus’un neden olduğu deri ve
yumuşak doku infeksiyonlarının tanısında mutlaka kültür alınmalı, kültürlerden izole
edilen suşlarda metisilin direncinin yanı sıra alternatif tedavide yer alan antistafilokokal
antimikrobiyallere olan duyarlılıklar da belirlenmelidir. Bu duyarlılık paternlerinin
belirlenmesi, ampirik tedavi protokollerinin duyarlılık sonuçlarına göre yeniden gözden
geçirilmesini sağlayacak, morbidite ve mortaliteyi azaltacak ve ülke genelinde ve
hastanemizde yapılacak epidemiyolojik çalışmalara da katkıda bulunacaktır.
80
6. ÖZET
S.aureus ülkemizde ve dünyada deri ve yumuşak doku infeksiyonlarından en sık
izole edilen etkendir. Bu çalışmada 2008-2009 yılları arasında Haydarpaşa Numune
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’ndeki
hastaların
deri
ve
yumuşak
doku
infeksiyonlarından izole edilen S.aureus suşlarının antimikrobiyallere duyarlılıkları
toplum ve hastane kaynaklı olmalarına göre değerlendirilmiştir.
Suşlar koloni morfolojisi, katalaz, tüp koagülaz, DNase testleri ve BBL Crystal
ID System Gram Positive ID Kit ( Becton, Dickinson) ile tanımlanmıştır. Suşların
antimikrobiyal duyarlılıkları disk difüzyon metodu ile belirlenmiş ve
Antimikrobik
Duyarlılık
Testleri
için
Uygulama
Standartları’na
CLSI
göre
değerlendirilmiştir.
Yatan hastalardan 50, ayaktan tedavi gören hastalardan 50 S.aureus suşu
çalışmamıza dahil edilmiştir. Örneklerin %37’si kadın, %63’ü erkek hastalara aittir.
Çeşitli servis ve polikliniklerden gönderilen örneklerden izole edilen S.aureus suşları
toplum kaynaklı ya da hastane kaynaklı olmalarına göre ayrılmıştır.
Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının %62’si eritromisine, %68’i klindamisin ve
spiramisine, %60’ı tetrasikline, %92’si trimetoprim-sülfametoksazole, %90’ı fusidik
aside, %94’ü mupirosine duyarlı bulunurken, hastane kaynaklı S.aureus suşlarının
%36’sı eritromisine, %46’sı klindamisin ve spiramisine, %34’ü tetrasikline, %98’i
trimetoprim-sülfametoksazole, %86’sı fusidik aside, %94’ü mupirosine duyarlı
bulunmuştur. Suşların tümü kinopristin/dalfopristin, vankomisin, teikoplanin ve
linezolide duyarlı bulunmuştur.
Toplum kaynaklı S.aureus suşlarının %22’sinde iMLSb, %10’ unda cMLSb ve
%6’sında M fenotipinde direnç gözlenirken, hastane kaynaklı S.aureus suşlarının
%40’ında iMLSb, %14’ünde cMLSb ve %10’unda M fenotipinde direnç gözlenmiştir.
Toplum kaynaklı deri ve yumuşak doku infeksiyonu etkeni olan S.aureus
suşlarında saptanan iMLSb ve cMLSb oranları hastane kaynaklılardan düşük
bulunmuştur.
S.aureus’un etken olduğu deri ve yumuşak doku infeksiyonlarının tedavisinde
kültür gönderilmesi ve izole edilen suşların antimikrobiyallere olan duyarlılıklarının
belirlenmesi ve antimikrobiyal tedavinin bu duyarlılıklara göre düzenlenmesi hem
81
glikopeptid kullanımını azaltacak, hem de ulusal ve lokal ampirik tedavi politikalarına
yön verecektir.
82
6-ABSTRACT
S.aureus is the most isolated agent from skin and soft tissue infections in our
country and in the world. In this study, the susceptibilities of S.aureus strains, which
were obtained from skin and soft tissue infections of patients in Haydarpaşa Numune
Education and Research Hospital between 2008-2009, to antimicrobials were assessed
according to being community or hospital acquired.
Strains were identified with colony morphology, catalase, tube coagulase,
DNase tests and BBL Crystal ID System Gram Positive ID Kit (Becton, Dickinson).
Antimicrobial susceptibilities of the strains were determined with disc diffusion method
and assessed according to CLSI Performance Standards for Antimicrobial
Susceptibility Testing.
Fifty S.aureus strains from hospitalized patients and fifty S.aureus strains from
outpatients were included to our study. 37% of included samples were obtained from
women and 63% of them were obtained from men. S.aureus strains that were isolated
from samples from several services and clinics were separated according to being
community acquired and hospital acquired.
Whereas the susceptibility rates of community acquired S.aureus strains were
62% to erytromycin, 68% to clindamycin and spiramycin, 60% to tetracycline, 92% to
trimethoprim-sulphamethoxazole, 90% to fusidic acid, 94% to mupirocine, the
susceptibility rates of hospital acquired S.aureus strains were 36% to erytromycin, 46%
to clindamycin and spiramycin, 34% to tetracycline, 98% to trimethoprimsulphamethoxazole, 86% to fusidic acid, 94% mupirocine. All strains were found to be
susceptible to quinupristin/dalfopristin, vancomycin, teicoplanin and linezolid.
Whereas community acquired S.aureus strains had 22% iMLSb, 10% cMLSb
and 6% M fenotype resistance, hospital acquired S.aureus strains had 40% iMLSb, 14%
cMLSb and 10% M fenotype resistance.
iMLSb and cMLSb rates determined in S.aureus strains that cause community
acquired skin and soft tissue infections were found to be lower than the hospital
acquired ones.
83
In the treatment of skin and soft tissue infections caused by S.aureus, culture
sending and determining the susceptibilities of isolated strains to antimicrobials and
improving the antimicrobial treatment according to these susceptibilities will reduce the
use of glicopeptides and orient to national and local ampiric treatment policies.
84
7.KAYNAKLAR
1- Peacock S. Staphylococcus aureus. In:Gillespie S.H., Hawkey P.M. Principles and
Practice of Clinical Bacteriology John Wiley & Sons, England, Second Edition
2005;73-98
2-Waldvogel FA: Staphylococcus aureus (Including Staphylococcal Toxic Shock). In:
Mandell GL, Bennett JE, Dolin R . Mandell, Douglas and Bennet’s Principles and
Practice of Infectious Diseases. New York: Churchill Livingstone; 2000:2069-2092.
3-Cengiz A.T. Staphylococcus. Ustaçelebi Ş. Temel ve Klinik Mikrobiyoloji
Kitabından. Güneş Kitabevi, Ankara; 1999: 339-346.
4- Murray P.R., Rosenthal K.S., Pfaller M.A. Staphylococcus and Related Organisms
in: Medical Microbiology- Fifth Edition. Elsevier Mosby. 2005;221-236.
5- Vos P.D., Garrity G., Jones D., Krieg N.R., Ludwig W., Rainey F.A., Schleifer K.H.,
Whitman W.B.
Bergey’ s Manual of Systematic Bacteriology. Second Edition.
Volume 3 (The Firmicutes) 2009.
6- Livermore D.M. ß-lactamases in laboratory and clinical resistance. Clin Microb Rev
1995; 8:557- 84.
7-Winn W, Allen S, Janda W, Koneman E, Procop G, Schreckenberger P, Woods:
Koneman’s Color Atlas and Textbook of Diagnostic Microbiology, 6. baskı, Lippincott
Williams & Wilkins, UK. 2006;624-648.
8-Boyle-Vavra
S.,
Daum
R.S.Community-acquired
Staphylococcus aureus: the role of
methicillin-resistant
Panton–Valentine leukocidin Laboratory
Investigation 2007; 87, 3–9.
9-Topçu Wilke A, Söyletir G, Doğanay M. Đnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi.
Nobel Tıp Kitapevi, 3. baskı Đstanbul,2002;cilt 2: 1507-1516.
10-Freney J., Brun Y., Bes M. Staphylococcus lugdunensis sp.nov. and Staphylococcus
schleiferi sp.nov., two species from human clinical specimens. International Journal of
Systematic Bacteriology 1988; 38, 168–72.
11-Kluytmans J., van Belkum A., Verbrugh H. Nasal carriage of Staphylococcus
aureus: epidemiology, underlying mechanisms, and associated risks. Clinical
Microbiology Reviews 1997; 10, 505–20.
85
12-Barrett F.F., McGehee R.F. Jr., Finland M. Methicillin-resistant Staphylococcus
aureus at Boston City Hospital. Bacteriologic and epidemiologic observations. N Engl J
Med 1968; 279:441–448.
13- Jevons, M. “Celbenin”-resistant staphylococci. Br. Med. J. 1961;1:124–125.
14- Hiramatsu K, Hanaki H, Ino T, Yabuta K, Oguri T, Tenover FC. Methicillinresistant Staphylococcus aureus clinical strain with reduced vancomycin susceptibility.
J Antimicrob Chemother 1997; 40: 135-6.
15-Hiramatsu K., Hanaki H., Ino T., Yabuta K., Oguri T., Tenover F.C. Methicillinresistant Staphylococcus aureus clinical strain with reduced vancomycin susceptibility,
J Antimicrob Chemother 1997; 40(1):135-6.
16-CDC.Staphylococcus aureus resistant to vancomycin-United States.MMWR
2002;51 (26): 565-7.
17-Herwaldt L.A. Staphylococcus aureus nasal carriage and surgical-site infections.
Surgery 2003; 134:S2–S9.
18- Lowry, F. 1998. Staphylococcus aureus infections. N. Engl. J. Med. 339:520-532.
19-National Nosocomial Infections Surveillance (NNIS) System. A report from the
National Nosocomial Infections Surveillance System—data summary Overview of
Staphylococcus aureus in Medicine 9 from October 1986–April 1996, issued May
1996. Am J Infect Control 1996; 24:380–388.
20-Noskin G.A., Rubin R.J., Schentag J.J. The burden of Staphylococcus aureus
infections on hospitals in the United States: an analysis of the 2000 and 2001
Nationwide Inpatient Sample Database. Arch Intern Med 2005; 165:1756–1761.
21-Salgado C.D., Farr B.M., Calfee D.P. Community-acquired methicillin- resistant
Staphylococcus aureus: a meta-analysis of prevalence and risk factors. Clin Infect Dis.
2003;36:131-139.
22-Hota B., Ellenbogen C., Hayden M.K., Aroutcheva A., Rice T.W., Weinstein R.A.
Community-Associated Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus Skin and Soft
Tissue Infections at a Public Hospital. Arch Intern Med. 2007;167:1026-1033.
23- Hunt C., Dionne M., Delorme M., Murdock D., Erdrich A., Wolsey D. Four
pediatric deaths from communityacquired methicillin-resistant Staphylococcus aureus –
Minnesota and North Dakota, 1997–1999. MMWR Morb Mortal Wkly Rep 1999; 48:
707–10.
86
24-Saravolatz L.D., Markowitz N., Arking L., Pohlod D., Fisher E. Methicillin-resistant
Staphylococcus aureus. Epidemiologic observations during a community-acquired
outbreak. Ann Intern Med 1982; 96: 11–16.
25-Herold B.C., Immergluck L.C., Maranan M.C. Community-acquired methicillinresistant Staphylococcus aureus in children with no identified predisposing risk. JAMA
1998;279(8):593-8.
26-Turnridge J.D., Bell J.M. Methicillin-resistant Staphylococcal aureus evolution in
Australia over 35 years, Microb Drug Resist 2000;6(3):223-9.
27-Seybold U., Kourbatova E.V., Johnson J.G. Emergence of community-associated
methicillinresistant Staphylococcus aureus USA 300 genotype as a major cause of
health care associated blood stream infections. Clin Infect Dis 2006;42(5):647-56.
28-Witte W., Strommenger B., Cuny C., Heuck D., Nübel U. Methicillin-resistant
Staphylococcus aureus containing the Panton-Valentin Leukocidin gene in Germany in
2005-2006, J Antimicrob Chemother 2007;60(6):1258-63.
29-Tiemersma E.W., Bronzwaer S.L., Lyytikäinen O. European Antimicrobial
Resistance Surveillance System Participants: Methicillin-resistant Staphylococcus
aureus in Europe 1999-2002, Emerg Infect Dis 2004;10(9):1627-34.
30- Fridkin S.K., Hageman J.C., Morrison M., Sanza L.T., Como- Sabetti K., Jernigan
J.A., Harriman K., Harrison L.H., Lynfield R., Farley M.M. The Active Bacterial Core
Surveillance Program of the Emerging Infections Program Network. Methicillinresistant Staphylococcus aureus disease in three communities. N. Engl. J. Med. 2005;
352:1436–1444.
31-CDC: Community-associated MRSA information for clinicians. Available at
http://www.cdc.gov/ncidod/dhqp/ar_mrsa_ca_clinicians.html.
32-Saiman L., O’Keefe M., Graham P.L. III.,Wu F., Said-Salim B., Kreiswirth B.
Hospital transmission of community-acquired methicillin-resistant Staphylococcus
aureus among postpartum women. Clin Infect Dis 2003; 37: 1313–19.
33- Saunders A., Panaro L., McGeer A., Rosenthal A., White D., Willey B.M. , Gravel
D., Bontovics E., Yaffe B., Katz K. A nosocomial outbreak of community-associated
methicillin-resistant Staphylococcus aureus among healthy newborns and postpartum
mothers. Can. J. Infect. Dis. Med. Microbiol 2007;18(2):128-132.
87
34- Paez A., Skies D. Methicillin-resistant Staphylococcus aureus: From the Hospital to
the Community. Current Infectious Disease Reports 2008;10:14–21
35- Okuma K., Iwakawa K.,Turnidge J.D., Grubb W.B., Bell J.M., O’Brien F.G.
Dissemination of new methicillin-resistant Staphylococcus aureus clones in the
community. J Clin Microbiol 2002; 40: 4289–94.
36-Moran G.J., Krishnadasan A., Gorwitz R.J. Methicillin-resistant S.aureus infections
among patients in the emergency department. N Engl J Med 2006, 355:666–674.
37-Frazee B.W., Lynn J., Charlebois E.D. High prevalence of methicillin-resistant
Staphylococcus aureus in emergency department skin and soft tissue infections. Ann
Emerg Med 2005;45:311–320.
38- McDougal L.K., Steward C.D., Kilgore G.E., Chaitram J.M., McAllister S.K.,
Tenover
F.C.
Pulsed-field
gel
electrophoresis
typing
of
oxacillin-resistant
Staphylococcus aureus isolates from the United States: establishing a national database.
J. Clin. Microbiol. 2003;41:5113–5120
39- Patel M., Waites K.B., Moser S.A., Cloud G.A., Hoesley C.J. Prevalance of
Inducible Clindamycin Resistance among Community- and Hospital-Associated
Staphylococcus aureus Isolates. Journal of Clinical Microbiology 2006;2481-2484.
40- Naimi T.S., LeDell K.H., Como-Sabetti K. Comparison of community- and health
care-associated methicillinresistant Staphylococcus aureus infection. JAMA 2003;
290:2976–2984
41-Gosbell I.B., Barbagiannakos T., Mercer J.L. South Western Area Pathology
Service Staphylococcal Reference Facility Quarterly Report 4, First Annual Report
Period: 8/10/02–30/9/03. South Western Area Pathology Service; 2003. Report No. 1.
42- Stevens D.L., Bisno A.L., Chambers H.F., Everett E.D., Dellinger P., Goldstein
E.J.C., Gorbach S.L., Hirschmann J.V., Kaplan E.L., Montoya J.G., Wade J.C. Practice
Guidelines for the Diagnosis and Management of Skin and Soft-Tissue Infections.
Clinical Infectious Diseases 2005; 41:1373–406
43- CLSI Clinical and Laboratory Standards Institute. Antimikrobik Duyarlılık Testleri
için Uygulama Standartları Ocak 2008 Doküman: M100-S18.
44- Batchelor F.R., Doyle F.P., Naylor J.H.C. Synthesis of penicillin: 6-Aminopenicillanic acid in penicillin fermentations. Nature. 1959;183:257.
88
45-Akova M., Kayaalp S.O. Beta Laktam Antibiyotikler1: Penisilinler. Kayaalp S.O.,
Tıbbi Farmakoloji Kitabından. Hacettepe-Taş Yayınları, 11. baskı. 2005;168.
46- Leblebicioğlu H, Usluer G, Ulusoy S. Güncel Bilgiler Işığında Antibiyotikler.
Bilimsel Tıp Yayınevi, Ankara. 2003.
47-Nakajıma Y. Mode of Action and Resistance Mecanisms of Antimicrobial
Macrolids In: Omura S. Macrolide Antibiotics. Second Edition. Elsevier Science
U.S.A. 2002;464-465.
48-Fiebelkorn K.R., Crawford S.A., McElmeel M.L., Jorgensen J.H. Practical disk
diffusion method for detection of inducible clindamycin resistance in Staphylococcus
aureus and coagulase-negative staphylococci. J. Clin. Microbiol. 2003;41:4740–4744.
49-Fuchs P.C., Barry A.L., Brown S.D. Bactericidal activity of quinupristindalfopristin
against Staphylococcus aureus: clindamycin susceptibility as a surrogate indicator.
Antimicrob Agents Chemother 2000; 44:2880–2.
50- CLSI Aerop Üreyen Bakteriler için Dilüsyon Yönyemi ile Antimikrobik Duyarlılık
Testleri Ocak 2008 Doküman: M07-A7.
51- CLSI Antimikrobik Disk Duyarlılık Testleri Đçin Uygulama Standartları Ocak 2006
Doküman: M2-A09.
52- Comite de l’Antibiogramme de la Societe Française de Microbiologie.
Communique. Pathol Biol 1996; 44: 1-8
53- Moet G.J., Jones R.N., Biedenbach D.J., Stilwell M.G., Fritsche T.R. Contemporary
causes of skin and soft tissue infections in North America, Latin America, and Europe:
Report from the SENTRY Antimicrobial Surveillance Program (1998-2004).
Diagnostic Microbiology and Infections Disease 2007;57:7-13.
54-Denton M., O’ Connell B., Bernard P., Jarlier V., Williams Z., Henriksen A.S. The
EPISA study: antimicrobial susceptibility of Staphylococccus aureus causing primary
or secondary skin and soft tissue infections in the community in France, the UK and
Ireland. Journal of Antimicrobial Chemotherapy 2008;61:586-588.
55- Jones M.E., Karlowsky J.A., Draghi D.C., Thornsberry C., Sahm D.F., Nathwani D.
Epidemiology and antibiotic susceptibility of bacteria causing skin and soft tissue
infections in the USA and Europe: a guide to appropriate antimicrobial therapy.
International Journal of Antimicrobial Agents 2003;22:406-419.
89
56-Ho P.L., Chuang S.K., Choi Y.F., Lee R.A., Lit A.C.H., Ng T.K., Que T.L., Shek
K.C., Tong H.K., Tse C.W.S., Tung W.K., Yung R.W.H. Community-associated
methicillin-resistant and methicillin-sensitive Staphylococcus aureus: skin and soft
tissue infections in Hong Kong. Diagnostic Microbiology and Infectious Disease
2008;61:245-250.
57-Adaleti R., Nakipoğlu Y., Taşdemir C., Kaya F., Ceran N., Taşdemir S. Metisiline
Duyarlı Staphylococcus aureus Suşlarında Makrolid-Linkozamid-Streptogramin D,
Ketolid ve Linezolid Direncinin Araştırılması. Flora 2008;13(4):189-193.
58-Çetin E., Kaya S., Taş T., Arıdoğan B., Demirci M. Cerrahi Alan Đnfeksiyonlarında
Mikroorganizma Profili ve Antibiyotik Duyarlılık Durumu. ANKEM Derg.
2006;20(2):89-93.
59- Fluit A.C., Wielders C.L.C., Verhoef J., Schmitz F.J. Epidemiology and
Susceptibility of 3,051 Staphylococcus aureus Isolates from 25 University Hospitals
Participating in the European SENTRY Study. Journal of Clinical Microbiology 2001;
3727-3732.
60-Kim H.B., Jang H.C., Nam H.J:, Lee Y.S., Kim B.S., Park W.B., Lee K.D., Choi
Y.J., Park S.W., Oh M., Kim E.C., Choe K.W. In Vitro Activities of 28 Antimicrobial
Agents against Staphylococcus aureus Isolates from Tertiary-Care Hospitals in Korea: a
Nationwide Survey. Antimicrobial Agents and Chemotherapy 2004;1124-1127.
61- Huang H., Flynn N.M., King J.H., Monchaud C., Morita M., Cohen S.H.
Comparisons of Community-Associated Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus
(MRSA) and Hospital-Associated MRSA Infections in Sacramento, California. Journal
of Clinical Microbiology 2006;2423-2427.
62- Skiest D.J., Brown K., Cooper T.W., Hoffman-Roberts H., Musa H.R., Elliott A.C.
Prospective comparison of methicillin-susceptible and methicillin-resistant communityassociated Staphylococcus aureus infections in hospitalized patients. Journal of
Infection 2007;54:427-434.
63-Davis S.L., Peri M.B., Donabedian S. M., Manierski C., Singh A., Vager D., Haque
N.Z., Speirs K., Muder R.R., Robinson-Dunn B., Hayden M.K., Zervos M.J.
Epidemiology
and
Outcomes
of
Community-Associated
Methicillin-Resistant
Staphylococcus aureus Infection. Journal of Clinical Microbiology 2007;1705-1711
90
64-Rohani M.Y., Raudzah A., Lau M.G., Zaidatul A.A.R., Salbiah M.N., Keah K.C.,
Noraini A., Zainuldin T. Susceptibility pattern of Staphylococcus aureus isolated in
Malaysian hospitals. International Journal of Antimicrobial Agents 2000;13:209-213.
65- Szumowsky J.D., Cohen D.E., Kanaya F., Mayer K.H. Treatment and Outcomes of
Infections by Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus at an Ambulatory Clinic.
Antimicrobial Agents and Chemotherapy 2007; 423-428.
66-Arıdoğan A., Atasever L., Bal Ç. Klinik Örneklerden Đzole Edilen Staphylococcus
aureus Suşlarının Antibiyotiklere
Dirençleri.
Türk Mikrobiyol.
Cem.
Derg.
2004;34:20-23.
67-Kurutepe S., Sürücüoğlu S., Gazi H., Teker A., Özbakkaloğlu B. Metisiline Dirençli
ve Duyarlı Staphylococcus aureus Suşlarının Antibiyotiklere Direnç Oranları.
Đnfeksiyon Dergisi(Turkish Journal of Infection) 2007;21(4):187-191.
68-Altun B., Kocagöz S., Hasçelik G., Uzun Ö. Akova M. Ünal S. Çeşitli Hastanelerde
Đzole Edilen Stafilokok Suşlarının Fusidik Asit ve Sık Kullanılan Diğer Antibiyotiklere
Duyarlılıkları. Türk Mikrobiyoloji Cem. Derg. 2003;33:8-11.
69-Doğan Ö., Çırak M., Engin D., Türet S. Klinik Örneklerden Đzole Edilen
Stafilokoklarda Metisilin Direnci ve Çeşitli Antibiyotiklere Đn-vitro Duyarlılıkları.
ANKEM Derg. 2005;19(1):39-42.
70-Derbentli Ş. Stafilokoklarda Antibiyotik Direnci: 2003-2004 Türkiye Haritası.
ANKEM Derg. 2005;19(Ek2):54-60.
71-Yurtsever S.G., Kurultay N., Çeken N., Yurtsever Ş., Afşar Đ., Şener G., Yılmaz N.
Yara
Yeri
Örneklerinden
Đzole
Edilen
Mikroorganizmalar
ve
Antibiyotik
Duyarlılıklarının Değerlendirilmesi. ANKEM Derg. 2009;23(1):34-38.
72-Şenbayrak S., Oğuzoğlu N., Şengöz A., Küçükercan M., Çobanoğlu F. Deri ve
Yumuşak Doku Đnfeksiyonlarından Đzole Edilen Metisiline Dirençli Staphylococcus
aureus Suşlarının Fusidik Asit ve
Mupirosin Duyarlılığı. Klimik Dergisi
2005;18(3):117-120.
73- Van Rijen M.M.L., Bonten M., Wenzel R.P., Kluytmans J. Intranasal mupirocin for
reduction of Staphylococcus aureus infections in surgical patients with nasal carriage: a
systematic review. Journal of Antimicrobial Chemotherapy 2008;61:254–261
91
74-Vardar
G.,
Ünlü
M.,
Yağmuroğlu
A.
Klinik
Örneklerden
Soyutlanan
Staphylococcus aureus ve Koagülaz Negatif Stafilokok Đzolatlarında Mupirosin
Direnci. ANKEM Derg. 2006;20(4):222-225.
75- Chavez S., Bozdoğan B., Katz K., Bowlware K.L., Cushion N., Cavuoti D., Ahmad
N., McCracken G.H., Appelbaum P.C. Inducible Clindamycin Resistance and
Molecular Epidemiologic Trends of Pediatric Community-Acquired MethicillinResistant Staphylococcus aureus in Dallas, Texas. Antimicrobial Agents and
Chemotherapy 2005;2283-2288.
76-Schreckenberger P.C., Ilendo E., RistowK.L., Incidence of Constitutive and
Inducible Clindamycin Resistance in Staphylococcus aureus and Coagulase-Negative
Staphylococci in a Community and a Tertiary Care Hospital. Jounal of Clinical
Microbiology 2004;2777-2779.
77-Aktaş Z. Arıdoğan A., Kayacan Ç.B., Aydın D., Resistance to Macrolide,
Lincosamide and Streptogramin Antibiotics in Staphylococci Isolated in Đstanbul,
Turkey. The Journal of Microbiology 2007;286-290.
78-Doğruman F., Akca G., Aykan B., Sipahi A.B., Çağlar K. Metisiline Dirençli
Staphylococcus aureus Suşlarında Kinopristin/dalfopristin, Linezolid Duyarlılıkları ve
Makrolid-Linkozamid-Streptogramin B Direnci. Đnfeksiyon Dergisi(Turkish Journal of
Infection) 2008;22(3):153-163.
92
Download