18. YÜZYILDA DEĞİŞİM VE DİPLOMASİ 1.KONU: 18.Yüzyılda Avrupa ve Osmanlı Devleti’nin Genel Durumu 1. Avrupa Devletlerinin Genel Durumu XVIII. yüzyılda Avrupa’da mutlakiyet yönetimine dayalı merkezî krallıklar ve prenslikler bulunmaktaydı. XVIII. yüzyıl, Avrupa tarihi devletler arası politika ve çıkar çatışmalarında diplomasi ve ittifakların ön plana çıktığı bir dönemdir. Bu ittifakların oluşumunda dinî birliktelikler ve devletlerin millî çıkarları belirleyici olmuştur. Avrupa devletleri Makyavelizm olarak bilinen ‘amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu’ anlayışıyla hareket etmişlerdir. Zenginlik kaynaklarını ele geçirerek birbirleri üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmışlardır. Bu nedenle XVIII. yüzyıl boyunca birbirleriyle savaşmışlardır. Bu yüzyılda Avrupa’daki krallıklar arasındaki akrabalık bağlarından dolayıveraset savaşları yaşanmıştır. Uzun süren savaşlar, devletlerin ekonomilerini bozmuş, devletleri çıkarları doğrultusunda ittifak kurmaya yöneltmiştir. 2.Osmanlı Devleti’nin ve Avrupa Devletlerinin Dış Politikaları 2.KONU: III. Ahmed Dönemi 1.III. Ahmed Dönemi a. Osmanlı – Rus İlişkileri Rusya, XVIII. yüzyılda Baltık Denizi üzerinden sıcak denizlere çıkabilmek için İsveç ile mücadeleye girişmiştir. İsveç kralı Demirbaş Şarl’ın Poltova Savaşı’nda Rus çarı I. Petro’ya yenilerek Osmanlı topraklarına sığınması ve Rusların İsveç kralını takip bahanesiyle Osmanlı topraklarında tahribat yapmaları üzerine Osmanlı-Rus Savaşı başladı. 1711 yılında yapılan savaş sonunda Rusya yenildi. Prut bataklıklarında Rus ordusunu yok etme fırsatını yakalayan Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın yeniçerilere güvenememesi üzerine Rusların teklifi ile 1711’de Prut Antlaşması yapıldı. Prut Antlaşması’yla: – Kaybedilen Azak Kalesi geri alındı. – Rusya, İstanbul’da elçi bulunduramayacaktı. – Rusya, Lehistan’ın iç işlerine karışmayacaktı. – Demirbaş Şarl, ülkesine serbestçe geri dönebilecekti. – Prut Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne önemli bir kazanç sağlamamış ancak kaybedilen toprakların geri alınabileceği düşüncesini artırmıştır. b. Osmanlı – Venedik İlişkileri Karlofça Antlaşması ile Venedik’in ele geçirdiği Mora Yarımadası’nı Osmanlı Devleti geri almak istiyordu. Venedik, Ortodoks mezhebinden olan Mora halkına baskı yapıyordu. Mora halkının Venediklilere karşı Osmanlı Devleti’nden yardım istemesi, Venedik’in Akdeniz’deki Osmanlı gemilerine zarar vermesi ve Karadağ halkını Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaya kışkırtması üzerine Venedik’e savaş açıldı. Karadan ve denizden harekete geçen Osmanlı ordusu, Mora Yarımadası’nı aldı (1715). c. Osmanlı – Avusturya İlişkileri Osmanlı Devleti’nin Rusya ve Venedik’e karşı savaşlarda gösterdiği başarılarAvusturya’yı rahatsız etti. Karlofça Antlaşması’nın şartlarının çiğnendiğini açıklayan Avusturya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Böylece, 1716’da Osmanlı – Avusturya Savaşları başladı. Osmanlı Devleti Avusturya ile yaptığı Petervaradin Savaşı’nda başarısız oldu. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın isteği, İngiltere ve Hollanda’nın aracılığıyla 1718 yılında Pasarofça Antlaşması imzalandı. PasarofçaAntlaşması’na göre MoraYarımadası Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Dalmaçya kıyıları, Arnavutluk ve Hersek kıyılarındaki bazı kaleler Venediklilere bırakıldı. Böylece Venedikliler Ege kıyılarından uzaklaştırılmış oldu. Belgrad, Banat, Sırbistan’ın kuzeyi ve Eflâk’ın batısıAvusturya’ya verildi. d. Osmanlı –İran İlişkileri XVIII. yüzyılda İran’da iç karışıklıklar çıktı. Bu durum Dağıstan’ın, İran hâkimiyetinden çıkıp Osmanlı Devleti’ne bağlanmasına neden oldu. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı – İran mücadelelerinden faydalanan Ruslar sessizce Volga bölgesine yerleşerek 1556 yılında Astrahan’ı ele geçirip Azer-baycan’a komşu olmuşlardır. Osmanlı Devleti, Rusların Kafkasya üzerindeki yayılışını engellemek istediyse de bunda başarılı olamadı. İran ve Orta Asya üzerinden Hindistan ile doğrudan ticaret yapmak isteyen Rus çarı I. Petro, Volga ve Hazar Denizi kıyısında donanma meydana getirerek Hazar kıyılarına, özellikle Kafkaslara hâkim olmak istiyordu. Rus çarı I. Petro, özellikle Prut Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yenilerek Karadeniz ve Balkan topraklarında genişleyemeyeceğini anlayınca yönünü İran’a çevirdi. İran’ın karışıklık içinde olduğunu öğrenen Rus çarı I. Petro, bu karışıklıktan faydalanarak İran’a girdi ve İran’ın kuzeybatı eyaletlerini ele geçirdi. Osmanlı Devleti Rusya’yı bölgeden uzaklaştırmak ve yayılışını engellemek amacı ile İran Seferi’ne çıktı. İran’ın Kafkasya topraklarına girerek Rusya’nın daha güneye inmesini engelledi. e. III. Ahmed Dönemi Islahatları Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık yaptığı 1718 – 1730 yılları arasında yaşanan, Avrupa devletleri ile barış siyasetinin sürdüğü bu döneme Lale Devridenir. Bu dönem adını lalenin ve lale motiflerinin moda olmasından aldı. Bu dönemde diplomasi, bilim, sanat ve eğitim alanında yaşanan gelişmelerin yanında; Osmanlı Devleti’nde özellikle başkent İstanbul merkezli olmak üzere eğlence hayatı yaygınlaşmıştır. XVIII. yüzyılda İstanbul’a gelen Lady Montagü (Leydi Montagü) ve ressam Thomas Allom (Tomas Alom), eserlerinde Türklerdeki çiçek kültüründen bahsederler. Lady Montagü 16 Mart 1718 tarihli mektubunda, Türklerin renk ve çiçek türlerine ayrı ayrı mana verdiklerinden ve çiçek demetlerini olayları ve sevgilerini anlatan mektuplaşma aracı olarak kullandıklarından bahseder. İstanbul’u gravürlerinde yaşatan Thomas Allom ise portakal çiçeğinin ümit, kadife çiçeğinin ümitsizlik, lalenin ise sadakatsizlik anlamına geldiğini söyler. Lale Devri’nde Osmanlı Devleti’nde gelişen çiçek kültürü Avrupa’yı etkilemiştir. Avrupa devletleriyle mücadele hâlinde olan Osmanlılar, bu devletleri daha yakından tanımak amacıyla Viyana, Paris, Varşova, Moskova gibi önemli başkentlere ilk defa geçici elçiler gönderdi. Bu elçilerin en önemli görevleri Avrupa’da meydana gelen siyasi, sosyal, kültürel ve bilimsel gelişmeleri yakından izlemek ve bu konularda kendi ülkelerine bilgi aktarımında bulunmaktı. Bu elçilerin siyasi ve kültürel gözlemleri daha sonra Osmanlı Devleti’nde yapılan ıslahat hareketlerinde etkili oldu. Bu dönemde Paris’e elçi olarak gönderilen,Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi Efendi, gördüklerini, Sefaretname adlı eserinde topladı. Bu eser Osmanlı’nın Batı’ya açılan ilk penceresi olarak değerlendirilmektedir. Osmanlı Devleti’nde ilk Türk matbaası Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Sait Mehmet Efendi ile İbrahim Müteferrika tarafından İstanbul’da açılmıştır (1727). Yine Lale Devrinde Doğu ve Batı’dan çeşitli eserlerin tercüme edilmesini sağlamak amacıyla Tercüme Encümenliği kuruldu. Tercüme edilen eserler matbaada çoğaltılarak basıldı. Bu durum yeni gelişmelerin yakından izlenmesini ve kültür hayatının canlanmasını sağladı. Matbaa sayesinde kitap ve XIX. yüzyılda gazeteler daha ucuza halkın eline ulaştı. Osmanlı Devleti’nde azınlıklar daha XVI. yüzyılda özel matbaalar açmışlardı. Ancak bir Türk matbaası yoktu. III. Ahmet Döneminde Yapılan Diğer Yenilikler – – – – Kütüphanelerin açılması, İtfaiye ocağının kurulması, İlk kez çiçek aşısının uygulanması, İlk kâğıt fabrikasının kurulması olmuştur. Ayrıca bu dönem sanatçıları mimarlıkta, musikide, edebiyatta çok güzel eserler vermişlerdir. Bundan sonra özellikle saray ve yüksek tabaka mensupları arasında, Batılılaşmaya yönelik büyük bir eğilim başladı. Batı ürünleri, süs eşyaları ve sanat eserleri Osmanlı ülkesine girmeye başladı. Bu dönem Patrona Halil İsyanı (1730) ile son bulmuştur. 3.KONU: Avrupa’da Düşünce ve Ekonomi Alanındaki Gelişmeler 1. Avrupa’da düşünce Alanındaki Gelişmeler Tarihte ve insanın özel hayatında hiçbir gelişme tesadüf eseri değildir. Tarihte meydana gelen olaylar, belli nedenlerin zorlamasıyla ortaya çıkmıştır. XVIII. yüzyıl Avrupa’sında düşünce ve bilim alanında meydana gelen gelişmeler Avrupa’nın içinde bulunduğu tarihi, siyasi, sosyal, kültürel, dinî ve ekonomik şartların sonucunda ortaya çıktı. Rönesans hareketiyle birlikte kilise kurumu ve soyluların desteklediği skolastik düşünce zayıfladı ve modern düşüncenin temelleri atıldı. Reform hareketleri ise kilise kurumu karşısında düşüncenin özgürlüğünü savunarak modern düşüncenin gelişmesine katkıda bulundu. Bunun sonucunda skolastik düşünce sistemi yıkıldı. XVII. yüzyılda Akıl Çağı, XVIII. yüzyılda ise Aydınlanma adı verilen düşünce akımı ortaya çıktı. Bilgiye ulaşmada ve bilgiyi kullanmada akıl, deney ve gözlem yöntemi ortaya çıktı. Aydınlanmacı düşünürler, insan ile ilgili ne varsa; doğa, insan, akıl, din, Tanrı, bilim gibi kavramları akıl, deney ve gözlem yoluyla yeniden tanımlama yoluna gittiler. Felsefelerini insanın kendi aklını kullanmaya başlaması olarak tanımlayan Aydınlanmacı düşünürler; akıllarıyla kavrayamadıkları, deney ve gözlem yoluyla ispat edemedikleri bilgileri reddetme yoluna gittiler. Bununla birlikte Aydınlanmacı düşünürler arasında her konuda düşünce birliği yoktur. Örneğin bazı Aydınlanmacı düşünürler Hristiyanlık öğretisine bağlı kalırken bazıları da evrendeki her şeyin maddeye dayalı olduğunu savunan materyalizmi benimsediler. Aydınlanmacı düşünürler akıl, deney ve gözlemi ön plana çıkararak Avrupa’da bilim ve teknolojik gelişmelerin önünü açtılar. Fizik, kimya, astronomi ve tıp gibi birçok alanda buluşlar gerçekleştirilerek insanın hayatını kolaylaştıran gelişmelerin ortaya çıkmasına katkı sağladılar. XVII ve XVIII. yüzyıl düşünürleri, Avrupa’nın eşitsizlik üzerine kurulu toplumsal yapısını ve mutlakiyet anlayışına dayalı siyasi hayatını yazılarıyla eleştirdiler. Aydınlanmacı düşünürlerin yazıları halkın toplumsal ve siyasi konularda bilinçlenmesine ve Avrupa’da ihtilallerin çıkmasına neden oldu. Bütün bu gelişmeler;Avrupa’da eşitlik esasına dayalı toplumsal yapının, siyasi alanda ise parlamenter sistemin ve demokrasinin gelişmesine de zemin hazırladı. Avrupa’da mutlakiyet yönetimleri yıkıldı. Meşrutiyete ve demokrasiye dayalı yönetim biçimleri ortaya çıktı. Kilise kurumunun devlet ve toplum üzerindeki etkisi zayıflayarak yönetimde din ve vicdan özgürlüğünü sağlamayı amaçlayan laiklik anlayışı gelişti. Aydınlanmacı düşünürlerin yazılarıyla yaygınlaştırdığı özgürlükçü düşünceler Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda ve Fransız İhtilali’nin çıkışında etkili oldu. Akılcı ve Aydınlanmacı düşünürlerin etkisiyle Avrupa’da bilimsel, siyasi ve toplumsal alanda görülen değişim, ekonomik gelişmeleri de etkilemiştir. Bilimsel alandaki gelişmeler, kol gücüne dayalı üretimden makine gücüne dayalı üretim biçimine geçilmesine neden olmuştur. Sanayi İnkılabı adı verilen üretim alanındaki değişim, Avrupa’da işçi sınıfı ve işçi hakları kavramlarının ortaya çıkmasına neden oldu. İşçi ve işveren sınıflarının çıkar çatışmalarına çözüm amaçlı olarak Aydınlanmacı düşünürler tarafından kapitalizm liberalizm sosyalizm ve komünizm gibi ekonomik ve siyasi akımlar ortaya çıktı. XVII ve XVIII. yüzyıldaAvrupa’da ortaya çıkan düşünce akımları günümüz düşünce dünyasında da etkisini büyük ölçüde devam ettirmektedir. Aydınlanma nedir? Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür. Bunun nedenini de aklın kendisinde değil fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. “Aklını, kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü şimdi aydınlanmanın parolası olmaktadır. Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü…. Ama kendisi aydınlanmış, hayaletlerden korkmayan bir yönetici elinde iyi örgütlenmiş ve kalabalık bir orduyu toplumun güvenliğini sağlayabilme için bulundursa da devletin cesaret edemediği şu sözü söylemek yürekliliğini kendinde bulabilir: “İstediğiniz kadar ve istediğiniz konular üzerinde düşünün ama itaat edin! Bu durum ise insansal konularla ilgili olması nedeniyle karşımıza tuhaf ve umulmadık bir durum olarak çıkar, tıpkı her şeyin hemen hemen paradoksal olduğunu geniş anlamda aldığımızda buna benzer bir sonuca varmamız gibi bir şeydir bu. Yüksek düzeye ulaşmış bir toplum özgürlüğüdür. Kuşkusuz halkın zihinsel özgürlüğü yanında bir önceliği vardır ve onun önüne aşamayacağı sınırlar koyar. Buna karşın toplum özgürlüğünün daha aşağı bir düzeyde olması demek, onun zihin özgürlüğüne kendi gücünü gösterebilmesi için yeteri kadar yer sağlaması demektir. Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir” (1784), Türkçesi: Nejat Bozkurt, Felsefe Yazıları, 1983, http://www.fdk.yildiz.edu.tr (Alınmıştır.) 2. Avrupa’da Sanayi İnkılâbı Her türlü üretim faaliyetinde kol gücünün yerini, makine gücünün alması demek olan Sanayi İnkılabı, fen bilimlerindeki buluşların üretim alanında uygulanmasıyla XVIII. yüzyılda İngiltere’de başladı. Rönesans hareketi, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri hızlandırdı. XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise Akılcı ve Aydınlanmacı düşünceninin etkisiyle bilimsel araştırmalarda akıl, deney ve gözleme ağırlık verildi. Bilim alanında gerçekleştirilen buluşların alet yapımıyla teknolojiye dönüştürülmesi Sanayi İnkılabı’nı ortaya çıkardı. Sanayi İnkılabı örgü ve iplik makinesinin yapılmasıyla dokuma üretiminde yaşandı. XVII. yüzyılın başlarında hava ve su buharı arasındaki farkın keşfedilmesiyle yoğunlaştırma mekanizması tanımlandı. XVII. yüzyılın son çeyreğinde ise barutun yakılması ile elde edilen gazların genişlemesinden yararlanılarak makine sisteminde önemli bir aşama kaydedilmiş oldu. XVII. yüzyılın sonunda ise Denis Papin birçok deneme sonunda ilk buhar makinesini yapmayı başardı. Buhar makinesi İngiltere’de gemileri hareket ettirmek için kullanıldı. James Watt’ın ateşli pompa sistemini bulması makineleşmeyi hızlandırdı. Sanayileşmenin temel ham maddeleri olan taş kömürü ve demirin özellikle İngiltere ve Avrupa kıtasında bol miktarda bulunması sanayileşmeyi kolaylaştırmıştır. Aşamalı olarak gelişen Sanayi İnkılabı XIX. yüzyılda dünya dengelerini etkilemeye başladı. Sanayileşen Avrupa devletleri dünya politikasında ağırlık kazandı. Demir yolları kuruldu ve buharlı gemilerle ulaşım sistemi gelişti. Avrupalılar büyük sermayeli şirketler kurarak bankacılık sistemini geliştirdiler. Sanayileşme tarımsal üretimin artmasına ve tarımda çalışan iş gücü fazlasının fabrikalara kaymasına neden oldu. Ekonomide tarımsal üretimin yerini sanayinin alması iç göçe neden oldu. Şehirlerin nüfusu arttı. İşçi sınıfı ve işçi hakları kavramı ortaya çıktı.Avrupa’da işçi haklarına yönelik iç karışıklıklar yaşandı.İşçi haklarına yönelik düzenlemeler yapıldı. Sanayi İnkılabı, Osmanlı ekonomisini olumsuz etkiledi. Osmanlı Devleti’yle Avrupa devletleri arasındaki güç dengesi Osmanlılar aleyhine bozuldu. İngiltere’nin fabrikalarda işlediği dokumaların Osmanlı pazarlarına girmesi, Osmanlı dokuma tezgâhlarının kapanmasına yol açtı. Osmanlı Devleti XVIII. yüzyılda siyasi baskısını hissettiği Batılı devletlerin XIX. yüzyılda ise ekonomik işgaline uğradı. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’nin zayıf durumundan yararlanarak ticari ayrıcalıklar elde ettiler. Osmanlı’nın topraklarını açık pazar olarak kullanmaya başladılar. Avrupa’da Sömürgeciliğin Gelişimi Büyük devletlerin, gelişmemiş ülkeleri ve milletleri siyasi ve ekonomik olarak himayelerine almaları ile bu bölgelerin yer altı, yer üstü kaynaklarını istedikleri gibi kullanmalarına sömürgecilik denir. Sömürgecilik önce Avrupa devletlerinin Uzak Doğu zenginliklerini Avrupa’ya taşımalarıyla başladı. Sanayi İnkılabı, XIX. yüzyılda Avrupa’da ham madde, pazar ve iş gücü ihtiyacını artırdı. Bu durum, yeni sömürgecilik faaliyetlerinin başlamasına ve dünyada yaygınlaşmasına neden oldu. Sanayi İnkılabı ile ekonomik olarak gelişen Avrupa devletleri, silah sanayilerini de geliştirdiler. Savaş gemileri, Maksim ve Gatling adı verilen makineli tüfekleri onlara büyük bir savaş gücü kazandırıyordu. Avrupa devletlerinin bu savaş gücüne karşı eski tip silahlarla savaşan Afrika, Hindistan ve Çin gibi ülkeler direnemiyordu. XX. yüzyılın başına gelindiğinde dünyanın yüzde seksen beşe yakını Avrupa devletlerinin sömürgesi durumuna gelmişti. Sömürgeci devletler kolonilerinde limanlar, demir yolları, telgraf sistemleri ve kentler inşa ettiler. Bütün bunlar, sömürge durumuna düşürülen milletlerin hayatları ve soyulan varlıkları karşılığında gerçekleşiyordu. Sömürgecinin Gözüyle Dünya Kuzey Amerika ve Rusya ovaları bizim ekin tarlalarımızdır. Şigago ve Odesa bizim ambarlarımızdır. Kanada ve Baltık bizim kereste ormanlarımızdır. Avustralya’da bizim koyun çiftliklerimiz vardır. Arjantin’de ve Kuzey Amerika’nın batısında kırlarda bizim öküz sürülerimiz yayılır. Peru altınını gönderir, GüneyAmerika veAvustralya altını Londra’ya akar. Hindular ve Çinliler çayı bizim için yetiştirirler. Hint Adaları üzerinde bizim kahve, şeker ve baharat çiftliklerimiz vardır. İspanya ve Fransa bizim bağlarımızdır. Akdeniz, bizim meyve bahçemizdir. Pamuk tarlalarımız dünyanın sıcak bölgelerine yayılmıştır. Prof. Dr. Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s. 178 – 179 (Özetlenmiştir.) Sanayi Devrimi ve İngiltere Eğer Pencaplılar, Annamlılar ve Sioular (Suiler) ve Bantular 19. yüzyılın başlarında meydana gelen genişlemede “kaybedenler” oldularsa, İngilizler de “kazanan” lardı. İngiltere denizlerdeki gücü, egemenliği, mali kredi, ticari bilgi ve beceri ile ittifak diplomasisi unsurlarını ustaca birleştirdikleri için 1815’e gelindiğinde dikkat çekici ölçüde global üstünlük sağlamış durumdaydılar. Sanayi Devriminin yaptığı şey, 18. yüzyılın sanayi öncesi merkantilist mücadelelerinde üstün başarı kazanmış bir ülkenin durumunu güçlendirmek ve onu farklı bir tür güç hâline getirmek oldu. Birleşik İngiltere Krallığı, 1760 – 1830 yılları arasında “Avrupa’daki sanayi veriminde meydana gelen artışın” yaklaşık üçte ikisini gerçekleştirmiş ve dünya imalat üretimindeki payı yüzde 1,9’dan yüzde 9,5’e fırlamıştır. Bundan sonraki otuz yıl içerisinde teknolojinin batıdaki diğer ülkelerde yayılmasına rağmen, İngiliz sanayisinde meydana gelen genişleme oranı yüzde 19,9’a yükseldi. İngiltere, gücünün zirvesine çıktığı 1860’lı yıllarda dünya demir üretiminin yüzde 53’ünü, kömür ve linyit üretiminin yüzde 50’sini gerçekleştiriyor ve dünya ham pamuk veriminin yarısından biraz azını tüketiyordu. İngiltere dünya nüfusunun yüzde 2’sine, Avrupa nüfusunun da yüzde 10’una eşit bir nüfusla modern sanayi kollarında dünya potansiyelinin yüzde 40 – 45’ine, Avrupa potansiyelinin de yüzde 55 – 60’ına eşit bir kapasiteye sahipti. 4.KONU: Rusya’nın Genişleme Politikası ve Osmanlı – Rus İlişkileri 1.Rusya’nın Genişleme Politikası ve Osmanlı – İlişkileri XVIII. yüzyılda Rus çarı I. Petro, Rusya’nın hedeflerini büyütmüş ve sıcak denizlere açılma amacını ülke politikası hâline getirmişti. Çar I. Petro’nun hedefi Rusya’yı bir Avrupa devleti hâline getirmekti. Slavları ve Ortodoksları birleştirme fikrini bu ideallere ulaşmak için araç olarak kullanıyordu. Rusya’nın sıcak denizlere kısa yoldan ulaşabilmesi için Osmanlı Devleti’nin elindeki Kırım’a, Lehistan’a, Balkanlara hatta İstanbul Boğazı’na sahip olması gerekiyordu. Rusya’nın yükselişe, Osmanlı Devleti’nin ise gerilemeye başladığı bu dönemde; Osmanlı-Rus ilişkilerini belli coğrafi bölgelere hâkim olma mücadelesi çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Her iki devletin çıkarları Balkan, Kırım ve Kafkasya toprakları üzerinde çatışır. Rusya, Balkanlara inebilmek için bir taraftan Lehistan ve Balkanlar üzerinde hâkimiyet kurmak isterken diğer taraftan Karadeniz’e inebilmek için de Kırım’ı almak istiyordu. Kırım’ı ele geçirmek Rusya’nın gelişimi için çok önemliydi. Osmanlı Devleti’nin güvenliği için de halkı Türk ve Müslüman olan Kırım, aynı öneme sahipti. Yarı bağımsız olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Kırım Hanlığı, Rusya ve Orta Avrupa devletlerine karşı tampon bölge konumundaydı. Kırım ve Lehistan’ın güvenliği Osmanlı Devleti’nin güvenliği demekti. Osmanlı Devleti özellikle İstanbul’un kapısı durumundaki Kırım’ı kaybetmemek için savaşmaktan çekinmemiştir. RUSYA'NIN GENİŞLEME POLİTİKASI a. Rus – Avusturya İttifakı ile Osmanlı Devleti Arasındaki Savaşlar ( 1736- 1739 ) Rusların, Lehistan’ın iç işlerine karışması ve sınır olaylarını gerekçe göstererek 1736’da Kırım’ı işgal etmeleri sonucu Osmanlı-Rus ilişkileri bozuldu. Padişah I. Mahmut (1730 – 1754) döneminde Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş açtı. Savaş öncesinde ittifak antlaşması yapan Avusturya ve Rusya, savaşta birlikte hareket etti. Rusya, Kırım’ı; Avusturya, Sırbistan ve Bosna – Hersek’i alarak Osmanlı topraklarını paylaşacaktı. Savaş sırasında Ruslar, Prut Antlaşması ile Osmanlı’ya verdikleri Azak’ı geri aldılar ve Osmanlı ile savaşan İran’a destek verdiler. İki cephede birden savaşan Osmanlı Devleti önemli başarılar elde etti. Rusların Kırım kuvvetlerine karşı yenilgi alması ve İsveç’in Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa girme hazırlıkları yapması Rusları barışa zorladı. Savaşta Osmanlı Devleti üstün bir durumda iken Fransa’nın ara buluculuğunda Avusturya ve Rusya ile ayrı ayrı Belgrad Antlaşması imzalandı (1739). Bu antlaşmaya göre: – Avusturya, Pasarofça Antlaşması ile aldığı Belgrad’ı geri verdi. – Azak Kalesi yıkılmak şartıyla Ruslara bırakıldı. – Rusya, Karadeniz’de hiçbir ticaret ve savaş gemisi bulundurmayacak, savaşta aldığı yerleri geri verecekti. Belgrad Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin Batı’da imzaladığı son kazançlı antlaşmadır. Belgrad’ın geri alınması ile Osmanlı’nın Avrupa’ya açılan kapısı yeniden ele geçirilmiştir. Belgrad Antlaşması Karadeniz’in Osmanlı’ya ait olduğunu belirten en son antlaşmadır. 1740 KAPİTÜLASYONLARI Belgrad Antlaşması’nda barışa ara buluculuk yapan Fransa, Osmanlı Devleti’nden yeni ayrıcalıklar elde etti. Fransa, Kudüs’teki Katolik Hristiyanlara ait kutsal yerlerin yönetimini aldı. Kanuni döneminde (1535) padişahların saltanatı süresince geçerli olan kapitülasyonlar, 1740’ta yapılan antlaşma ile sürekli hâle geldi.1740 kapitülasyonlarının Osmanlı Devleti açısından bağlayıcı olmasını fırsat bilen Avrupa devletleri, bu antlaşmayı Osmanlı Devleti’ne karşı bir silah olarak kullanmaya başladı. Sanayi İnkılabı’nı gerçekleştiremeyen Osmanlı Devleti’nin zenginlik kaynaklarından faydalanmak isteyen Avrupalılar, kapitülasyonlara ve Osmanlı Devleti ile yaptıkları antlaşmalara dayanarak Osmanlı ekonomisinin çökmesinde etkili oldular. b. Lehistan Sorunu ve Osmanlı _Rus Savaşı (1768- 1774) Rusya’nın Balkanlara ulaşabilmesi için öncelikli olarak Lehistan’ı ele geçirmesi gerekiyordu. Rusya, 1763’te Leh kralının ölmesi üzerine istediği kişiyi kral seçtirmek için Lehistan’a asker gönderdi. Rusların başarılı olmaları üzerine Lehistan’da ayaklanma çıktı. Rus askerlerinin önünden kaçan Lehliler Osmanlı’ya sığındı. Ruslar, Lehlileri takip ederek Osmanlı topraklarına saldırdılar ve Balkan milletlerini isyana kışkırttılar. Bu olaylar sonunda Osmanlı- Rus Savaşı çıktı (1768). Osmanlı – Rus Savaşı altı yıl sürdü. Ruslar, bu sürede Eflâk ve Boğdan’ı ele geçirerek Kırım’ı işgal ettiler. Rusya kazandığı bu başarılarla etki alanını Mora’ya kadar genişletmek istedi. Baltık Denizi’ndeki donanmasını, Mora kıyılarına ulaştırdı. Mora halkını ayaklanmaya teşvik etti. Mora’da çıkan isyanı Osmanlı Devleti bastırdı. Bu durum karşısında Mora’dan ayrılan Rus donanması, İzmir’in Çeşme Limanı’na ani bir baskın yaparak Osmanlı donanmasını yaktı (1770). Rusların Balkan topraklarında ilerlemeleri Avusturya ve Prusya’yı endişelendirdi. Bu iki ülkenin araya girmesi ile 1774’te Rusya ile Osmanlı arasındaKüçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, Osmanlı Devleti’nin imzaladığı, şartları en ağır antlaşmalardan biridir. Ruslar, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Kırım’ı ele geçirmek için propaganda başlattı. Kırım devlet adamları, Türk ve Rus yanlısı olarak ikiye ayrıldı. Kırım’da millî birlik bozuldu. Kırım hanı Sahip Giray’ın 1775’te hanlığı bırakması üzerine 1777’de Rus yanlısı Şahin Giray, Kırım’ı yönetmeye başladı. Şahin Giray’ın yönetimini kabul etmek istemeyen halk isyan etti. Şahin Giray’ın daveti üzerine Rus ordusu Kırım’a girdi. Osmanlı Devleti de bu durumu protesto etti. İki devletin arasında savaş çıkması Fransa’nın araya girmesiyle önlendi. 1779’da Aynalıkavak Tenkihnamesi (sözleşme) imzalandı. Bu sözleşme ile Rusya, Kırım’daki kuvvetlerini geri çekti. Osmanlı Devleti ise Şahin Giray’ın Kırım hanı olmasını onayladı. Rusya, bu antlaşmadan sonra Avusturya ile Osmanlı topraklarını paylaşmak için antlaşma yaparak 1783 yılında Kırım’ı kendi topraklarına kattığını dünyaya ilan etti. Küçük Kaynarca Antlaşması 21 Temmuz 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması 28 maddeden oluşuyordu. Antlaşma Osmanlıca, İtalyanca ve Rusça olmak üzere üç dilde yazılmıştı ve antlaşmanın uygulanmasında sorun çıkması hâlinde ortak dil sayılan İtalyanca metne müracaat edilecekti. – Kırım’a bağımsızlık verilecek ve Kırım hanları sadece dinî bakımdan Osmanlı halifesine bağlı olacaktı. – Kabartay arazisi, Azak Kalesi ve çevresi Ruslara verilecek, iki devlet arasındaki sınır, Buğ Nehri olacaktı. – Rusya, bu savaşta işgal ettiği Eflâk, Boğdan, Besarabya ve Akdeniz’deki adaları Osmanlı Devleti’ne geri verecekti. – Rus Hristiyanları ve rahipleri, kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebilecekti. – Rusya, Karadeniz ve Akdeniz’deki Türk sularında serbest ticaret yapabilecek ve Fransa ile İngiltere’ye tanınan kapitülasyonlardan yararlanacaktı. – Rusya, Balkanlarda istediği yerde konsolosluk açabilecek ve İstanbul’da daimî elçi bulundurabilecekti. – Osmanlı Devleti ise Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecekti. Orijinal antlaşma metinlerinin hiçbirinde Ortodoks Hristiyanların himayesinin Ruslara verildiğini belirten madde olmamasına rağmen Ruslar, 1775 yılında antlaşmanın değiştirilmiş Fransızca metnine Ortodoks Hristiyanların Rusların himayesinde olduğunu belirten madde ekleyerek dünya kamuoyunda Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturmaya çalıştılar. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti uluslararası siyasette büyük bir güç kaybına uğrarken Rusya güç kazandı. Grek ve Dakya Projeleri Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Prens Potemkin, Doğu Sisteminin Büyük Planı adıyla Osmanlı Devleti’ni yıkma projesini hazırladı. Projeye göre Türkler Avrupa’dan atılacak, İstanbul merkez olmak üzere bir Rus prensinin yönetiminde Grek Devleti kurulacaktı. II. Katerina, 1779’da doğan torununa Bizans İmparatorluğu’nun kurucusu Konstantin’in adını vermişti. Dakya projesi ise Rusya ve Avusturya arasında Osmanlı topraklarını paylaşmak amacıyla hazırlanmıştır. Projeye göre Eflâk-Boğdan ve Besarabya’da yani Dinyester ve Tuna Nehirleri arasında Dakya adıyla Rusya ve Avusturya’ya bağımlı bir devlet kurulacaktı. 5. KONU: Amerika Birleşik Devletleri’nin Kurulması ve Fransız İhtilali 1.Amerika Birleşik Devletleri’nin Kurulması Amerika kıtasının 1492 yılında keşfedilmesinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, bu kıtaya gelerek koloniler kurdular. Bu koloni topraklarına başta İngiltere’den olmak üzere, Avrupa’dan gelen göçmenler yerleşti. Kolonilerin yönetimi İngiliz kralının atadığı valilere verildi. Burada yaşayan halk, İngilizlerin yaşam biçimini ve yönetim şeklini devam ettiriyordu. İngiltere’nin kendilerine sömürge gibi davranmasından hoşlanmıyordu. Koloniler, Amerika’yı yeni vatanları olarak kabul ediyorlardı. İngiltere, Yedi Yıl Savaşları sonunda, Fransa ve İspanya’yı yenilgiye uğrattı. Hindistan’ı, Amerika kıtasındaki Missisipi Nehri’nin doğusunu ve Kanada’yı ele geçirdi. Yedi Yıl Savaşları sonunda ekonomisi bozulan İngiltere, sömürge ve kolonilere yeni ve ağır vergiler koydu. Bu nedenle Amerika’daki İngiliz kolonilerinde isyan çıktı. Bu durum Yedi Yıl Savaşları’nın intikamını almak isteyen Fransa için bir fırsattı. Fransız hükûmeti, Amerikan bağımsızlık hareketine yardım etme kararı aldı. Fransa, Amerika’ya silah ve cephane yardımı yaptı. Sonuçta koloniler İngiltere’ye karşı zafer kazandılar. İngiltere’nin istediği vergileri vermek istemeyen koloniler, İngiliz mallarını denize döktüler. Böylece Amerika’daki İngiliz kolonilerinde ayaklanma başladı. Koloni temsilcileri 1774 yılında Filedelfiya’da toplandılar. Toplantı sonunda, İngiltere’den kolonilerin onayı alınmadan vergi alınmamasını ve ticareti engelleyici kanunlar konulmamasına karar verildi. İsteklerinin reddedilmesi üzerine ikinci kez toplanan koloniler İngiltere’ye savaş ilan ettiler. Ayrıca bu toplantı sonunda İnsan Hakları Bildirisi ilan edildi. Toplanan ordunun komutanlığına George Washington (Corc Vaşingtın) getirildi. İngiltere’ye karşı sekiz yıl süren savaş sonunda, Amerikan kolonileri galip geldi. İngiltere, 1783 yılında Versay Antlaşması’yla Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını tanıdı. Bağımsızlığını elde eden koloniler, anayasa hazırlayarak federal bir cumhuriyet yönetimine geçti. Avrupa’dan Amerika’ya yapılan göçler sonunda Avrupa’da işsizlik azaldı.Amerika Birleşik Devletleri, dünya tarihini etkileyerek yeni bir denge unsuru oldu. Amerikan Bağımsızlık Bildirisi (4 Temmuz 1776) Amerika’daki on üç İngiliz sömürgesi İnsan Hakları Bildirisini kabul ederek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Amerika Birleşik Devletleri’ni kurduklarını bütün dünyaya duyurdular. Belgenin özü şu idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar. Devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlandırmak için vardır. Bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık nedenini yitirir. İngiltere hükûmeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur. Bu durumda serbest kalan Amerikan halkı, yeni bir hükûmet kurmaya karar vermiştir. Bu bildiri ile yönetim şekli olarak demokrasi benimsenmiştir. Türk-Amerikan İlişkilerinin Başlangıcı ABD – Osmanlı ilişkileri Akdeniz’de söz sahibi olan Cezayir Beyliği aracılığıyla kurulmuştur. ABD; Osmanlı’ya bağlı olan Cezayir, Trablus ve Tunus ile antlaşma imzalamıştır. ABD ticaret karşılığı Cezayir Beyliği’ne vergi vermiştir. Amerikalıların Anadolu’yu ilk ziyaretleri ticaret temelli olmuştur. İlk resmî ziyaret ise Amerikan gemisi George Washington Fırkateyni’nin İstanbul’u ziyaretidir. George Washington Akdeniz’e giren ilk Amerikan harp gemisidir ve bu seferin devamında İstanbul’a ulaşmıştır. 9 Kasım 1800 tarihli ziyarette Amerikalılar padişaha çeşitli hediyeler sunmuşlardır. Yavuz GÜLER, Osmanlı Devleti Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri (1795 – 1914) www.kefad.gazi.edu.tr’den derlenmiştir. 2.Fransız İhtilâli (1789) a. Fransız İhtilali’ni Hazırlayan Nedenler Fransa, ihtilal öncesi XVI. Louis (Lui) tarafından mutlakiyetle yönetiliyordu. Kral XVI. Louis mutlakiyetin kendisine sağladığı geniş yetkilerle, nüfusun çoğunluğunu oluşturan burjuva ve köylü sınıfına karşı bir sorumluluk hissetmiyor, ülkeyi sayıca az soylular ve ruhban sınıfına dayanarak yönetiyordu. Ülke yönetiminde söz sahibi olan asillerin ve ruhban sınıfının çıkarları ön planda tutuluyordu. Ekonomik gücü elinde bulunduran, ticaretle uğraşan burjuvaların ve üretimi sağlayan köylü sınıfının yönetime katılma hakları yoktu. Bunun yanında vergi ve savaş için asker vermek zorundaydılar. Fransa’nın Yedi Yıl Savaşları’ndan yenilgiyle çıkışının ve Amerikan bağımsızlık mücadelesine verilen desteğin ekonomik faturası halka ağır vergi olarak yansıtılıyordu. Kral ve yöneticilerin lüks ve israf içerisinde yaşamaları fakir halkın onlara güvenlerinin azalmasına neden oldu. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde demokrasi yolundaki gelişmeler, Aydınlanmacı düşünürlerin özgürlük, demokrasi, eşitlik ve yönetime dair görüşleri Fransız halkını etkilemişti. Yönetimin haksız uygulamalarına karşı gelen insanların Tanrı’ya karşı gelmiş olduğu kabul edilerek ağır hapis ve idamla cezalandırılmaları yöneticilere karşı halkın kin ve nefretini artırıyordu. Fransa’nın eşitsizliğe dayanan toplumsal yapısı ve halkın kendi hakları konusunda bilinçlenmesi Fransız İhtilali’nin çıkmasına neden oldu. İHTİLAL ÖNCESİ FRANSA Tarihçi M. A. Thiers, Fransa’nın içinde bulunduğu yapıyı şöyle anlatır: “Her şey birkaç elde toplanmıştı. Her yerde soylular, her haktan yoksun olan çoğunluğa direniyordu. Asiller ve Ruhban, toprakların üçte ikisine sahipti. Gerisi de halka aitti. Fakat vergiyi veren halktı. Halk, kendi varlığı pahasına, toplumun yüksek sınıflarını adeta kanı ile savunuyordu. Çalışkan ve aydın burjuvazi, sanayi ile krallığı zengin ederken hakkı olan hiçbir avantaja sahip değildi. Senyörler tarafından dağıtılan adalet, ağır ve çoğunlukla taraflıydı ve suçlulara karşı acımasız davranılıyordu. Basın, kralın denetimi altındaydı. Nihayet kral XVI. Louis ve bakanlarının beceriksizlikleri nedeniyle güçsüzleşen Fransa, en son Hollanda ve Polonya’nın onur kırıcı şekilde kaybı ile Avrupa’da itibarını kaybetmişti.” Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 34 (Özetlenmiştir.) AYDINLANMACI DÜŞÜNÜRLERİN DEVLET GÖRÜŞÜ Aydınlanmacı düşünürlere göre devlet, kendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlık değildir. Toplumsal sözleşme ile oluşmuş, halkın hizmetinde olan bir teşkilatlanmadır. Onlara göre devlet bireylerin ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiş bir kurumdan ibaretti. Aydınlanmacılardan Locke’un devlet anlayışı liberaldi. Locke kişilerin doğal haklarını esas almaktaydı. Rousseau’ya göre ise devlet kendini meydana getiren kişilerin yararlarının dışında davranamazdı. Ona göre devletin görevi kişinin hak ve özgürlüklerini garanti etmekti. Böylece aydınlanmacılara göre kişilerin ne düşündükleri, neye inandıkları devleti ilgilendirmez. Devletin görevi, kişilerin hak ve özgürlüklerini korumak, onların esenliğini, rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamaktı. Doç. Dr. Cahit BİLİM, Aydınlanma Çağı AÖF Yayınları, s. 56 (Özetlenmiştir.) b. İhtilalin Başlaması ve Genişlemesi Fransa XVIII. yüzyılda katıldığı savaşlar ve gereksiz harcamalar sonucu ekonomik sıkıntı yaşamaya başladı. Fransa kralı XVI. Louis, ekonomik durumun düzeltilmesi amacıyla Eta Genaraux (Eta Jenerö) meclisini topladı. Bu meclisi kral, halktan yeni vergilerin toplanması için oluşturmuştu. Ancak toplantıda soylular, rahipler ve halk temsilcileri arasında anlaşmazlık çıkınca kral meclisi kapattı. Halk, bu olay sonunda isyan ederek 14 Temmuz 1789’da Bastil Hapishanesini ele geçirdi ve buradaki tutukluları serbest bıraktı. Halk temsilcileri yeni bir anayasa yapma hazırlıkları için kurucu meclis oluşturdular. Bu ayaklanma tüm Fransa’ya yayıldı. Kurucu meclis, soyluların ve rahiplerin ayrıcalıklarına son vererek İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’ni ilan etti. Bu bildiride özetle: “Her insan doğuştan hürdür ve diğerleriyle eşittir, vazgeçilmez haklara sahiptir. Devlet gücü millete ait olmalıdır. Sadece milletin seçtiği temsilcilerin yönetme hakkı vardır. Millet de bu temsilcileri denetleyebilir.” deniliyordu. Ayrıca bir anayasa hazırlanarak kralın yetkileri kısıtlandı ve meşrutiyet yönetimine geçildi. Kral XVI. Louis, bu gelişmeleri kabul etmediği için yakalanarak idam edildi (10 Ağustos 1792). Fransız İhtilali 1804 yılına kadar sürdü. Bu tarihte Napolyon Bonapart, imparator seçildi. Fransa’da Birinci İmparatorluk Devri başladı. c. Fransız İhtilali’nin Sonuçları – Fransa’da feodalite yıkıldı.Vatandaşlar arası eşitlik ilkesi kabul edildi. – Millet egemenliği fikri yaygınlaşarak mutlak krallıkların yıkılabileceği anlaşıldı. – İnsan hakları, demokrasi, kardeşlik ve milliyetçilik kavramları tüm dünyada yaygınlaştı. – Milliyetçilik akımının etkisiyle çok uluslu devletlerde bağımsızlık hareketleri sonucu imparatorluklar yıkıldı, yerine millî devletler kuruldu. – Fransız İhtilali, getirdiği değişikliklerle, Yakın Çağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. d. Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne etkisi daha çok olumsuz yönde oldu. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’ndeki azınlıklar, milliyetçilik akımının etkisiyle ayaklandılar. Bu ayaklanmaların sonucunda Osmanlı toprak kaybına uğradı. Fransız İhtilali’nin yaygınlaştırdığı fikirler olan insan hakları, eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü gibi düşünceler Osmanlı aydınlarını etkileyerek Tanzimat Fermanı’na ve meşrutiyetin ilanına zemin oluşturdu. e. Fransız İhtilali’nin Avrupa ve Dünya Ülkelerine Etkileri Fransız İhtilali, getirdiği sonuçlar itibarıyla hâlâ günümüz dünyasını etkilemeye devam etmektedir. Bu ihtilalin yaşandığı dönemde Avrupa’da çok uluslu ve mutlakiyet anlayışıyla yönetilen devletler bulunmaktaydı. Avusturya, Prusya, İngiltere ve İspanya’dan oluşan bu devletler, Fransız İhtilali nin getirdiği fikirleri ülkeleri için tehlikeli gördüler. Bu yüzden bu ülkelerle Fransa arasında 1793-1815 yılları arasında ihtilal savaşları adı verilen savaşlar yaşandı. Fransa, özellikle Napolyon Bonapart döneminde Fransız İhtilali’nin ortaya çıkarmış olduğu eşitlik, demokrasi, milliyetçilik gibi fikir akımlarını, düşman olarak gördükleri devletleri parçalamak için silah olarak kullanmaya başlamışlardır. Fransızlar her millete bir devlet sloganıyla çevresindeki çok uluslu devletleri parçalayarak hâkimiyet alanlarını genişletmek istiyordu. Her millete bir devlet anlayışı temel özgürlüklerin aracı gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Avrupa devletleri temsilcileri savaşın sonuçlarını değerlendirmek ve siyasi dengeleri yeniden kurmak için Viyana’da Avusturya arşidükü Metternich(Meternik) başkanlığında bir kongrede toplandılar (1815). Meternik sistemi adı verilen bir politika oluşturdular. Bu sisteme göre Avrupa’nın herhangi bir yerinde ayaklanma çıkması durumunda birlikte hareket edecekler ve Fransız İhtilali’nin getirdiği bu ayaklanmaları bastıracaklardı. Ancak aldıkları bu kararları Osmanlı Devleti’nde Yunan ayaklanması çıkınca uygulamadılar ve Yunan isyanına destek verdiler. Meternik sistemini uygulayarak kendi topraklarında düzeni kontrol etmek için baskı ve şiddet uygulayan devletler yeni ayaklanmaların ortaya çıkışına engel olamadılar. Napolyon’un yaptığı savaşlar sırasında 1789 İhtilali’nin ön plana çıkardığı düşünceler, Avrupa devletlerinde 1830 ve 1848 yıllarında ihtilaller yaşanmasına neden olmuştur. 6.KONU: III. SELİM DÖNEMİ 1. III. SELİM DÖNEMİ ( 1789- 1807) III. Selim, I. Abdülhamit’in ölümü üzerine tahta geçti. Bu dönemde Osmanlı-Rus ve Avusturya Savaşları devam ediyordu. . III. Selim’in tahta çıktığı dönemde Osmanlı Devleti hâlâ üç kıtada, farklı toplulukları bünyesinde barındıran dünyanın sayılı devletleri arasında bulunuyordu. Ancak dünya güç dengeleri Osmanlı’nın aleyhine dönmüştü. Diğer yandan Osmanlı Devleti’nin de siyasi, askerî, ekonomik ve eğitim sistemi bozulmuştu. III. Selim bir yandan devletin dış güvenliğini korumaya çalışırken diğer yandan devletin, özellikle ordunun yapısını çağın ihtiyaçlarına göre düzenleme çabası içerisine girdi. a. Osmanlı – Rus ve Osmanlı – Avusturya Savaşları ( 1787- 1792) Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı Osmanlı Devleti’nden ayırmış, daha sonra da işgal ederek kendisine bağlamıştır (1783). Osmanlı Devleti’nden başka topraklar da almak isteyen Rusya, bu amaçla Kırım’ı üs hâline getirmiş ve Avusturya ile ittifak yapmıştı. I. Abdülhamit döneminde 1787’de başlayan savaşta Osmanlılar, Rusları Kırım ve Kafkasya’dan çıkarmak istiyordu. Savaşta Avusturya, Rusya’nın yanında yer alırken Osmanlı Devleti ise Prusya ve İsveç ile ittifak antlaşması yaptı. Bu ittifaklar sonuç vermedi ve Osmanlı iki cephede birden savaşmak zorunda kaldı. Fransız İhtilali’nden etkilenen ve zor durumda kalan Avusturya, savaştan çekildi. 1791 yılında yapılan Ziştovi Antlaşması ile Avusturya, Orsova hariç savaş öncesi sınırlarına çekildi. Bu antlaşmadan sora Osmanlı Devleti’yle Avusturya arasında savaş yaşanmadı. Daha sonra Rusya ve Osmanlı Devleti arasında 1792 yılında Yaş Antlaşması yapıldı. Buna göre: – Kırım’ın Rusya’ya ait olduğu kabul edildi. – Dinyester Nehri iki devlet arasında sınır olarak belirlendi. Osmanlı Devleti’nin Kırım üzerindeki bütün haklarını kaybetmesi ile Ruslar, Karadeniz yoluyla İstanbul ve Boğazları tehdit edebilecek güce ulaşmış oldu. b. III. Selim Dönemi Islahatları III. Selim döneminde Osmanlı Devleti’nin; siyasi, askerî ve ekonomik dengeleri bozulmuş durumdaydı. XVII ve XVIII. yüzyıl boyunca Avrupa devletlerine karşı alınan yenilgiler ve büyük toprak kayıpları devlet ve toplum sisteminde ıslahat yapmayı zorunlu kılıyordu. III. Selim, Fransız İhtilali’nin bütün dünyayı etkilemeye başladığı bu dönemde, devletin güvenliğini ve devamlılığını sağlama açısından ıslahat yapma yoluna gitti. III. Selim, yapacağı yenilikler için Türk ve yabancı uzmanlara hazırlattığı layihalar adı verilen raporları incelemiş ve devletin yeniden yapılanması için Meclisimeşveret (danışma meclisi) oluşturarak ıslahat yapma kararı almıştır. Yapılan yeniliklerde daha çok Fransa örnek alındı. Bu dönemde başta ordu olmak üzere ekonomi ve yönetim alanında köklü değişikliler yapıldı. III. Selim döneminde yapılan yeniliklerin tümüne ve bu dönemde kurulan orduya Nizamıcedit adı verildi. III. Selim döneminde Avrupa devletlerinin önemli başkentlerinde (Londra, Paris, Viyana ve Berlin) daimî elçilikler açıldı. Bu sayede Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerini daha yakından tanıyarak aleyhine oluşturulan ittifaklardan zamanında haberdar olma fırsatını buldu. Yabancı dil eğitimine önem verildi.Avrupa’da meydana getirilen eserler Türkçeye tercüme edilerek kültürel gelişme sağlanmaya çalışıldı. Batı tarzı Nizamıcedit ordusu kuruldu. Bu ordunun masraflarını karşılamak üzere İradıcedit hazinesi oluşturuldu. Yine III.Selim döneminde, askerî alanda Selimiye ve Levent kışlaları oluşturuldu. Kara ve Deniz Mühendishaneleri, tersanecilik ve hafif topçu ocağı geliştirildi.Yeni ordunun eğitimi için Avrupa’dan subaylar getirildi. Bu yeni ordu, Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında Akka Kalesi önlerinde Fransız ordusunu yenilgiye uğrattı. Ekonomi alanında ise İradıcedit hazinesinin kurulmasının yanında vergi düzenlemesi yapılmış, halkın gıda ihtiyacının karşılanması amacıyla ekonomik önlemler alınmış, yerli malı kullanımı özendirilmiştir. c. Osmanlı – Fransız Savaşı (1798 – 1801) İhtilal sonrası Fransa, yayılmacı bir siyaset izledi. Fransa, İtalyan devletleri ve Avusturya ile yaptığı savaşları kazandı. Venedik topraklarının bir kısmını ve Arnavutluk kıyılarındaki bazı limanları ele geçirdi. Böylece batıda Osmanlı Devleti ile sınır komşusu olan Fransa, Osmanlı topraklarından pay almak Akdeniz’de söz sahibi olmak istiyordu. Fransa’nın amacı, Osmanlı toprağı olan Mısır’ı ele geçirmek ve İngiliz sömürgelerine giden yolu kontrol altına almaktı. Böylece ham madde akışını engelleyerek İngiliz ekonomisine darbe vurmak ve bölgede kendi hâkimiyetini kurmak istiyordu. Osmanlı – Fransız Savaşı Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız donanmasının Mısır’a asker çıkartarak Kahire’yi ele geçirmesiyle başladı (1798). Bu olay İngiltere ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. Çünkü Fransa’nın Mısır’a yerleşmesi her iki devletin de çıkarlarını tehdit ediyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ni desteklediler. İlk defa bir Rus donanması Boğazları geçerek Akdeniz’e indi. İngiltere ise donanmasını bölgeye gönderdi. İngiliz donanması, Fransız donanmasını Ebûkır önlerinde yaktı. Donanmasını kaybeden Napolyon, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak amacıyla Suriye üzerine yürüdü. Akka Kalesi’ni kuşattı. Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Nizamıcedit askerleri karşısında ilk yenilgisini aldı. Fransa 1801’de Elariş Antlaşması ile Fransa Mısır’dan çekildi. Osmanlı – Fransız Savaşı 1802’de imzalanan Paris Antlaşması ile sona erdi. Bu antlaşma ile Mısır Osmanlı Devleti’ne verildi. İngiltere’ye Karadeniz’de ticaret yapma hakkı tanındı. Fakat Rusların Ege Adaları’nda milliyetçilik propagandası yapması, İngilizlerin de Mısır’a yerleşmek istemeleri Osmanlı Devleti’nin Fransa ile dostluğa yeniden önem vermesine neden oldu. İngiltere ve Rusya ise 1804 yılında Napolyon’un kendisini imparator ilan etmesini kendilerine tehdit kabul ederek kendi aralarında ittifak kurdular. Osmanlı Devleti’ni Fransa’ya karşı kışkırttılar. Osmanlı Devleti ise onların isteklerini kabul etmedi ve bunun üzerine de 1806 yılında Rus – İngiliz ittifakının saldırısına uğradı. 7.KONU: 18. Yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki Değişim ve Islahatlar 1. 18. Yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki Değişim ve Islahatlar Osmanlı Devleti idari alanda yapılan ıslahatlarda çoğunlukla Fransa’yı örnek almıştı. XVIII. yüzyılda devletin idari merkezi hâline gelen Babıali’de çalışan memur sayısı bin beş yüz iken bu sayı XIX. yüzyılın sonunda on binlere ulaşmıştı. Artık Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri gibi bürokratik yapıya sahipti. Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyıldaki bürokratik yapısı ıslahat yapmak isteyen devlet adamlarının önünde en büyük engel hâline geldi. Babıali’nin Osmanlı yönetiminde etkili hâle gelmesiyle birlikte Nişancı’ya bağlı olarak çalışan Reisülküttab’ın önemi artmıştır. Devletler arası ilişkilerde diplomasinin öneminin artmasıyla Reisülküttab Osmanlı Devleti’nin dış ilişkilerini yürütmeye başlamıştır. Daha sonraki dönemde Reisülküttablık makamı günümüz dışişleri bakanlığına dönüştürülmüştür. Divanıhümayun, Osmanlı devlet mekanizmasının temeliydi. Divanıhümayun toplantıları padişah ve kubbealtı vezirleri adı verilen deneyimli devlet adamlarının katılımıyla yapılıyordu. Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren padişahlar, Divanıhümayun başkanlığını fiilen veziriazamlara bıraktılar. XVI. yüzyılın sonlarında Sokullu Mehmet Paşa’dan itibaren veziriazamlar devlet yönetiminde birinci derece etkili olmaya başladılar. Divanıhümayun toplantıları XVI. yüzyılda haftada dört güne, XVII. yüzyılda haftada iki güne indirilmiştir. a. Osmanlı Devleti’nde yönetim Babıali’nin Oluşumu VIII. yüzyılda ise Divanıhümayun toplantıları üç ayda bir yapılmaya başlanarak eski önemini kaybetti. Kubbealtı vezirliği ve Divanıhümayun sistemi kaldırıldı. Divan toplantıları veziriazamın ikindi divanlarında yapılmaya başlandı. Kubbealtı vezirleri yerine vekiller heyeti oluşturuldu. Divanıhümayun sisteminin kaldırılması ile divan toplantıları veziriazamların ve şeyhülislamların oturduğu konaklarda yapılmaya başlandı. Veziriazam konakları Babıali (yüksek kapı) adını alarak devlet yönetiminin merkezi hâline geldi. Babıali’nin devletin yönetim merkezi hâline gelmesiyle birlikte Divanıhümayunda bulunan defterdar ve nişancı kalemleri Babıali’ye nakledildiler. Böylece devlet yönetiminde etkili hâle gelen kalemiye sınıfı Hademei Babıali (Babıali çalışanları) adını alarak Osmanlı Devleti’nin bürokrasisini oluşturdular. Babıali’deki divan toplantıları; yapılacak olan toplantının konusuna göre, veziriazamın başkanlığında ve ihtiyaç duyduğu zamanda, şeyhülislam, yeniçeri ağası, kadıasker, devletin dış işleri ile ilgilenen reisulküttab, defterdar, nişancı ve İstanbul kadısının katılımıyla yapılırdı. II.Mahmut döneminde divan toplantıları haftanın bir günü şeyhülislam konağında, diğer günü ise veziriazam konağında olmak üzere haftada iki kere toplanacak şekilde düzenlendi. XIX. yüzyılda Babıali’nin yapısında değişikliğe gidilerek veziriazamlık başvekâlet’e dönüştürüldü. Babıali’de Hariciye, Mülkiye ve Maliye nazırlığı gibi nazırlıklar kurularak günümüz bakanlar kurulunun temelleri atılmış oldu. b. Taşra Teşkilatı Osmanlı Devleti’nde tımar sistemi ordu, güvenlik ve ekonomi ile doğrudan bağlantılıydı. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti büyük oranda, tarımsal üretimden ve vergilerin toplanmasından, iç ve dış güvenliğin sağlanmasına kadar çeşitli hizmetleri tımar sistemi aracığıyla sağlıyordu. XVIII. yüzyılda tımar sisteminin bozulması Osmanlı Devleti’nde pek çok alanda aksaklıkların yaşanmasına neden oldu. XVIII. yüzyıla kadar devlet, tımar dışında kalan toprakların gelirlerini açık artırma yoluyla mültezim denen kişilere kiralıyordu. Bu yüzyıldan itibaren iltizam uygulamasından vazgeçilerek vergi kaynaklarının yaşam boyu kiralandığı Malikâne sistemine geçilmiştir. Malikâne sistemiyle mukataa topraklar, muaccele denen satış bedeli karşılığında, hayatı süresince olmak şartıyla kiralanıyordu. Ayrıca bu toprakların üstün hizmet gösteren bazı devlet görevlilerine miras yoluyla çocuklarına geçecek şekilde verildiği durumlar da olmuştur. Ancak İstanbul’da oturan malikâne sahipleri, malikânelerini mültezimler yoluyla idare etmeye başladılar. Mültezimler genellikle mukataa mahalline yerleşmiş âyanlardı. Âyanlar zamanla malikâneleri ele geçirdiler. Daha sonra mütesellimlik, voyvodalık, muhassıllık gibi resmi görevlere yükselerek Osmanlı Devleti’nin merkez, taşra ve ordu sisteminde etkili duruma geldiler. Özellikle Nizamıcedit ordusunun kuruluş döneminde yaşanan Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı’nda Rumeli’nin güvenliğini sağlayarak III. Selim’i destekleme yoluyla siyasi güç kazandılar. XVIII. yüzyıl boyunca yapılan savaşların uzun sürmesi ve başarısızlıkla neticelenmesi Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin daha da bozulmasına neden oldu. Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılda devlet bütçesinde oluşan açığı kapatmak amacıyla günümüz hazine bonosuna benzer bir şekilde adıyla iç borçlanmaya gitmiştir. 1775 yılında başlatılan esham uygulaması pay ve gelir ortaklığı senetleri anlamına geliyordu. Esham uygulaması temsilî kâğıt paraya geçişin ilk aşaması sayılır. Devlet, bütçe açığını kapatmak için var olan vergileri artırarak yeni vergiler koydu. Âyanlık Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nde şehirlerde ve taşrada âyan ve eşraf denen itibarlı bir zümre bulunuyordu. Âyanlar vergilerin belirlenmesi ve toplanmasında görevlilere yardımcı olurlardı. XVIII. yüzyılda güçlenen âyanlar, İran ve Rusya ile yapılan savaşlarda devlete para ve asker yardımında bulunarak siyasi alanda da güç kazandılar. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında âyanıvilayet olarak tanınıyorlardı. Âyanlar, Rumeli, Anadolu ve Arap eyaletlerinde hanedanlık kurmuşlardı. İlk önceleri âyan olarak tanınan bu kişiler daha sonraları muteberan ve ağa unvanıyla tanınmışlardı. Âyanların kendi aralarındaki güç mücadeleleri ve halk üzerinde uyguladıkları baskılar nedeniyle 1786 yılında güçleri kırıldı. 1787’de Osmanlı – Rus – Avusturya Savaşları’nda âyanların yardımına ihtiyaç duyuldu. Henüz Nizamıcedit ordusunun kuruluş aşamasında âyanlardan yardım alınması, onları yeniden etkili duruma getirdi. II. Mahmut 1808 yılında yaptığı senedi ittifakla âyanların varlığını resmen tanımak zorunda kaldı. Âyanların siyasi ve toplumsal hayatımızdaki etkisi Tanzimat dönemine kadar devam etti. 2. 18. Yüzyıl Islahatlarının amacı ve Özellikleri XVII ve XVIII. yüzyıllarda Avrupa devletleri karşısında alınan yenilgiler Osmanlı idarecilerinin Avrupa’da meydana gelen gelişmeleri daha yakından tanıma ihtiyacı hissetmelerine neden oldu. Bu amaçla XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti, Avrupa başkentlerinde geçici ve daimî büyükelçilikler açma yoluna gitti. Avrupa devletleriyle yapılan mücadelede alınan yenilgiler, askerî alanda ıslahat yapılmasına neden oldu. XVIII. yüzyılda Avrupa’dan askerî ve teknoloji alanında danışmanlar getirtildi. Askerî alanda eğitim veren Mühendishaneiberrihümayun ve Mühendishaneibahrihümayun okulları açıldı. Yine askerî alanda sürat topçuları ocağı ve Humbaracı ocakları açılarak Avrupa’nın savaş teknolojisi takip edildi. Nizamıcedit ordusu kurularak ordu sisteminin Avrupa tarzında yapılanması sağlanmaya çalışıldı. Önceleri askerî alanda başlayan Avrupa etkisi sonraki dönemlerde toplum, kültür, sanat ve eğitim alanlarında da etkisini göstermeye başlamıştır. Bu yüzyılda askerî alanda yapılan yeniliklerin yanında, idari, ekonomik ve kültürel yenilikler de yapılmaya çalışıldı. Islahatların padişahlar ve bazı devlet adamları aracılığıyla yürütülmesi, ıslahatların gerekliliğinin halka yeterince anlatılamamasına neden oldu. Yöneticilerin bir kısmının eğlenceye yönelme ve savaşlarda uğranılan başarısızlıklar, halkın yöneticilere olan güvenini sarstı. Islahatlardan zarar göreceklerini düşünen çıkar grupları ve yabancı devletler, şartların uygunluğundan faydalanarak halkı isyana kışkırttılar. Bütün bunların sonucunda yaşanılan Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa isyanları XVIII. yüzyıl ıslahatlarını kesintiye uğrattı. a. 18. Yüzyıl Islahatlarının Osmanlı Toplumu ve Kültürüne Etkileri XVIII. yüzyılda Avrupa yla özellikle siyasi ve askerî alanda geliştirilen ilişkiler Osmanlı toplumunu etkilemeye başladı. Karşılıklı olarak açılan büyük elçiliklerin ve Avrupa’dan getirilen danışmanların aracılığıyla Batı kültürü, özellikle Osmanlı yöneticilerinde yaygınlaştı. Avrupa’ya gönderilen öğrenciler ve Avrupa ile ticari ilişkileri bulunan Rum ve Ermeni aileleri Batı kültürünü Osmanlı toplumuna taşıdılar. Artık Avrupa tarzında giyinmek, eğlenceler düzenlemek ve Avrupa’nın yaşam tarzını benimsemek moda oldu. Aynı dönemde Avrupa’da ise Paris’teki Osmanlı elçilerinin etkisiyle Osmanlı modası başlayarak Fransız kadınlar Osmanlı kadınlarının kullandığı başlığa benzer başlıklar kullanmışlardır. Ayrıca bu dönemde Osmanlı Devleti’nde minyatür ve şiir alanında da büyük gelişme görüldü. Minyatür alanında Levnî, şiir alanında ise Şeyh Galip ve Nedim gibi büyük şairler yetişmiştir. b. Islahatlar ve Osmanlı Eğitim Sistemi XVIII. yüzyılda Avrupa’dan askerî alanda eğitimci ve danışman getirtildi. Matbaanın açılması, kütüphanelerin ülke geneline yaygınlaştırılmaya çalışılması,Avrupa ya öğrenci gönderilmesi, yabancı dil eğitimine ve Avrupa’da yayımlanan eserlerin Türkçeye tercüme edilmesine önem verilmesi eğitim alanında yapılan yeniliklerdir. Günümüz İstanbul Teknik Üniversitesinin yanında Kara ve Deniz Harp Okullarının da temeli sayılan Mühendishanelerde, askerî eğitim ve mühendislik derslerinin yanında İnşa (güzel yazı), Fransızca, Arapça, kozmoğrafya (astronomi), hendese (matematik) gibi dersler de okutuluyordu. c. 18. Yüzyılda Islahatlar ve Osmanlı Sanatı XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı sanatı ve mimarisi üzerinde Avrupa sanat ve mimarisinin etkisi görülmeye başlamıştır. Paris’e elçi olarak giden Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, rokoko üslubuyla yapılmış saraylardan övgüyle bahsetmiş, Versay Sarayı’nın maketini III. Ahmet’e sunmuştur. Avrupa mimarisinin Sadabat Kasrı ile başlayan etkisi devam etmiştir. Giderek klasik mimari özelliklerinin yerini, Batı’daki barok ve rokoko tarzı mimari almaya başlamıştır. Nuru Osmaniye Külliyesi, Laleli Külliyesi, Beylerbeyi Camisi, Doğubayezit İshak Paşa Sarayı, Koca Ragıp Paşa ve Murat Molla Kütüphaneleri barok ve rokoko mimarisinin özelliklerini taşır. XVIII. yüzyılda Avrupa mimarisi Türk mimarisini etkilerken aynı dönemde Türk müziği de Avrupa’yı etkilemeye başlamıştır. Yeniçeri askerlerininAvrupa’daki savaşçılık etkisi kadar onları savaşa motive eden mehter de geniş yankı bırakmıştır. İtalyan ressam Agostino Tassi’nin Mehterbaşı ve Beş Türk Çalgıcısıadlı tabloları ünlüdür. İtalyan Türkologlardan Anna Masala’nın tespitine göre, Osmanlı Devleti 1725’te Rus çariçesinin sarayına, 1733’te Polonya krallığına, 1741’de Viyana’ya, 1750’de Berlin’e mehter takımı göndermişti. Alla Turka müzik XVIII. yüzyılın ünlü bestecilerini de etkilemişti. Mozart’ın 5 numaralı konçertosu Türk konçertosu olarak tanınmaktadır. Beethoven (Betovın)’ın Atina Harebeleri adlı eserinde Türk Marşı yer almaktadır.