Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, Evvela HAYSİYETLERİNİ sonra HÜRRİYETLERİNİ ve daha sonra da İSTİKBALLERİNİ kaybetmeye mahkumdurlar " M. Kemal ATATÜRK 1838 BALTALİMANI ANTLAŞMASI Dr. Merih HANHAN • İngiltere, 1800’lü yılların başında dünyanın süper gücüydü. Sanayi devrimini tamamlamış, ticaretini artırmak amacıyla dünya pazarlarını birer birer ele geçirme çabasına girmişti. Sömürgeleri ile sınırları o kadar genişti ki, “topraklarında güneşin batmadığı ülke” denilirdi. • Oysa, aynı tarihlerde, Fransa, Almanya, Avusturya ve Amerika henüz sanayi devriminin başındaydılar. Bu ülkeler, sanayileşebilmek için ulusal pazarlarını İngiliz mallarına karşı korumak zorundaydılar. Bu nedenle, ulusalcı politikalar uygulayarak, yüksek gümrük vergileri koyup İngiliz mallarının ülkelerine girmesini engellediler. • Avrupa ve Amerika pazarlarına giremeyen İngiliz ticaret ve sermayesi, Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok ülke ile serbest ticaret anlaşmaları imzalamış sıra, Osmanlı Devleti’ne gelmişti. • Osmanlı tahtında Padişah II.Mahmut (1808-1839) oturmaktaydı. Sadrazam ise İngilizlerle iyi ilişkiler içerisinde olan Mustafa Reşit Paşa idi. • Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu, Avrupalılaşmakta görüyor, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleriyle serbest ticaret öneriyor ve şöyle diyordu: “Ülke, serbest ticaret sayesinde büyük bir hızla sanayileşecektir.” • O dönemde Batıda sıkı bir gümrük politikası uygulanmaktayken, Osmanlı Devleti’nde gümrük vergisi %3 civarındaydı. • Ancak Osmanlı hükümeti de 1826’dan itibaren, esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyla yabancıların iç dağıtım şebekelerine girmesinin mümkün olmadığı bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü (bazı malların üretim ve dağıtımı bütünüyle devlete yahut yerli tüccara ait olduğu) uygulamaya koymuştu. • Yed-i vahid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Çünkü İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi. • Bu durumda İngiliz diplomasisi, Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı ve bu fırsat 1838’de İngilizlerin karşısına çıktı. • Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Kütahya’ya kadar gelmişti. • Zayıf bir Osmanlı Devletinin varlığını sürdürmesini çıkarlarına uygun gören İngiltere araya girerek isyanın bastırılmasına yardım etti ve Osmanlı Devleti ile hanedanının bir süre için dahi olsa yaşamasına izin verdi. • Ama bu lütfun bir bedeli olmalıydı;Osmanlı Devletinden istenen gümrük duvarlarının indirilerek, Sanayileşmiş Batı’nın ürünlerine kapıların açılmasıydı. • Çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşması Baltalimanı’nda Mustafa Reşit Paşa tarafından imzalandı. • Antlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafından tasdik olundu. • • • Geçmişte gynaikon limen "kadınlar limanı" olarak bilinen, Fatih Sultan Mehmet'in kaptan-ı deryası Baltaoğlu Süleyman Bey'den adını alan bu koy, Rumeli Hisarı ile Emirgan arasında, kaynağı Levent Çiftliği’nde olan bir derenin ağzındadır. 19. yüzyılda İstanbul zenginlerinin rağbet ettiği bir yer olduğundan, kıyı boyunca bir çok büyük yalılar vardı ve bunlardan biri de Mustafa Reşid Paşa’ya aitti. Günümüzde Kemik Hastanesi bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başlatan bu antlaşmanın en önemli maddeleri şunlardı: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. İngiliz tüccarlar, hiçbir kısıtlama olmadan, her tür malı tüm Osmanlı topraklarında hem iç hem dış ticaret amacıyla alıp satabilecekler (Anlaşmadan önce İngilizler ticaret mallarını limana kadar getirebiliyor ve bu malın dağılımını yerli tüccarlar yapıyorlardı. Bu maddeden sonra yabancılar iç piyasamıza hakim oldular.) İngilizler’den mal alım ve nakli için belge istenilmeyecek İngiliz tüccarlar, iç ticarette yerli tüccarlardan fazla vergi ödemeyecek Yabancı mallar Boğazlar’dan serbestçe geçecek Osmanlıya tanınan tekel haklar iptal edilecek. Antlaşma, “sonsuza dek” yürürlükte ve geçerli olacak. (Nasıl antlaşmaysa bütün Osmanlı nesillerini ipotek altına alıyor!!) Anlaşma tüm Avrupa devletleri için de geçerlidir. • Fransa, menfaatlerine ters düşeceğini düşünerek bu antlaşma hükümlerine önce şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de son maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir antlaşma imzaladı. • Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri takip etmekte gecikmediler. • 31 Ocak 1840’ta İsveç ve Norveç, • 2 Mart 1840’ta İspanya, • 14 Mart 1840’ta Hollanda, • 30 Nisan 1840’ta Belçika, • 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve • 20 Mart 1843’te Portekiz ile antlaşmalar imzalandı. • Antlaşma imzalanınca, İngiliz dışişleri bakanı Lord Palmerstone bu antlaşmanın ‘İngiltere için bir şaheser’ olduğu ifadesini kullanırken Avusturya başbakanı ise “İşte Osmanlı şimdi bitti!” diyerek, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. • Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de antlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin birçok kolları, şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki, bunlar artık tamamıyla İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları, Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çinisi hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının, bugün, Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Anlaşmanın sonuçları • • • • • • • Osmanlı iç pazarı, Batı'nın sanayi ürünlerine açıldı, dış ticaret dengesi bozuldu. Tüketim açgözlülüğü depreşti. Sınırlı, hatta ‘‘yok’’ bütçe tükendi. Gösterişçi tüketime giden para, ordunun ve bürokrasinin modernleşmesine yetmiyordu. 1854 Kırım Savaşı'nı kaybettik. Bütçeyi rahatlamak için ilk dış borçları aldık.(İngilizler’den yüzde 6 faizle 3 milyon 300 bin Osmanlı altını borç aldık.),ilk devlet tahvillerini çıkarttık... 1875 Ramazan Kararnamesi geçici imdadımıza yetişti, vadesi gelen borçların sadece yarısının ödeneceği açıklandı, 1876'da parasızlık yüzünden ödemeler durduruldu. 1879'da durum büsbütün vahimleşmişti. Rüsum-ı Sidde İdaresi kuruldu. Faiz ve anapara karşılığı olarak, damga,içki, balık avı, tuz ve tütün gelirlerine el konuldu. Para yine yetmedi. Eylül 1881'de Muharrem Kararnamesi çıktı. 1858-1874 borçlarını kapatmak için, devlet hazinesi, Alman, Avusturya, Fransız ve İtalyan alacaklılarla, Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen, sekiz kişiden oluşan Düyûn-u Umûmiye-i Osmanlı İdaresi Meclisi'ne bırakıldı. Tuz, balık avı, tütün, alkol ve damga pulu vergilerini o toplamaya başladı. • • • • • • En bereketli gelir kaynağı tarımdı. Yabancı sermaye işbirliği yaptı. 1884 yılında Reji İdaresi doğdu.. 1886-1903 arasında dokuz, 1903-1908 arasında beş borç daha alındı. Derken, Trablusgarp (1911-12) ve Balkan (1912-13) savaşları arasında, yine ‘‘hazine tahvilleri’’ imdadımıza yetişti. Bütün paralar dışarıya gitti, memur maaşları ve müteahhit alacakları ertelendi. Birinci Dünya Savaşı çıkınca İngiliz ve Fransızlar Türkiye'den kaçtı. Düyûn-u Umûmiye, Alman-Avusturya-Macaristan takımına kaldı. Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Ankara Hükümeti güçlenince, yabancıların denetlediği gelir miktarı düştü. Lozan Antlaşması hem uzlaşma sağladı, hem gelir kaynaklarımızı bize iade etti. Düyûn-u Umûmiye, Türkiye sınırları dışına çıkartıldı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ödediği taksitleri alacaklılara ulaştıran bir aracı kurum durumuna getirildi. • • • • ‘‘Devletçilik’’ ilkesi benimsendi ve devlet işletmeciliği yaratıldı. Vakitlice ödenmemiş borçlarımızdan doğan faizler için 22 Nisan 1933'te, sözde alacaklılar ile pazarlık masasına oturduk Osmanlı borçlarından payımıza düşenin son taksidini 25 Mayıs 1954'te ödedik... Ocak 1978’de bugünün temeli Dünya Bankası'nca hazırlanan raporla atıldı. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmezken, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye'nin 1978'e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü. 1980 sonrası. 'Yok' denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçemizin yüzde 40-50'sini vermemize rağmen 300 milyar dolara dayandı... • Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başlatan Balta Limanı Antlaşması’nın bir benzeri, hatta daha da ağırı Kasım 1995’de imzalanıp 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi. Bu kez anlaşmanın adı, Gümrük Birliği Anlaşması idi. • Avrupa Birliği (AB)’ne girme pahasına, Koalisyon Hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşma ile Türkiye, AB’nin 15 üyesi ülkeye karşı tüm gümrük duvarlarını indirdi. Avrupa Birliği’ne tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmiş tek bir ülke yoktu. Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalayan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı şöyle diyordu: “Türkiye’yi güçlü ve önder bir ülke yapacağız, Avrupa Birliği’ne taşıyacağız...” • Türkiye’nin sekiz yılda 85 milyar dolar kaybına neden olan Gümrük Birliği Anlaşması, TBMM’nin onayına sunulmamış, Yüce Meclis’ten geçirilmeden uygulamaya konulmuştu. • Türk Kamu–Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin yaptığı bir araştırmada, ‘Gümrük Birliği’ne girmemiz, ülkemizi daha büyük bir pazar haline getirmekten başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu da göstermektedir ki, Gümrük Birliği dış ticaret hacmini artırsa da bu artışın ülkemiz ekonomisine olumlu yansıdığını söylemek mümkün değildir. Aksine 1987–1995 yılları arasında her yıl ekonomiden dış ticaret açığına giden ortalama 7.6 milyar dolar, Birliğe girişimizden sonra (1996–2004) yıllık ortalama 19.7 milyar dolara yükselmiştir. Bu açıdan bakıldığında Gümrük Birliği Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 9 yıldan beri yıllık ortalama 12 milyar dolar fazladan dış ticaret açığı verilmekte. Yani Gümrük Birliği ülkemize yıllık 12 milyar dolar dış ticaret açığına mal olmaktadır’ görüşüne yer verildi. • Balta Limanı Antlaşması’ndan bin beter Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’ye zararı 85 milyar dolarla sınırlı kalmadı. O, sadece bir başlangıçtı, gerisi çorap söküğü geldi: • • • • • • İMF, Ankara’ya demir attı. Peşi peşine Niyet Mektupları (Teslim Mektupları!!) imzalandı. Özelleştirme adı altında, Türkiye’nin ekonomik kaleleri olan Petkim, Tekel, Tüpraş, Seka, Telekom, Sümerbank, Şekerbank birer birer Türklerin elinden alındı. Washington ve Brüksel’de hazırlanmış olan Tahkim, Uyum Yasaları, İkiz Yasalar gibi Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit eden yasalar, TBMM’den ’15 günde 15 yasa’ hızıyla geçirildi. Sömürgeciler, Türkiye’de şeker pancarı, tütün, pamuk üretimlerini kısıtladılar, Türk tarım ve hayvancılığını öldürdüler. Türk tarım arazileri de Yunanlılara, İsraillilere, Almanlara, İngilizlere Amerikalılara satılmaya başlandı. Kıbrıs, Rumlara teslim edildi. • • • • Aslında bir tarım ülkesi olan Türkiye; buğdayı, unu, şekeri, soyayı, tütünü, ayçiçeğini, pamuğu, eti ithal eder duruma düştü. ABD ve İngiltere, Irak’ı işgallerinde Türkleri ‘tetikçi’ olarak kullanmak istediler, direniş görünce de Türk askerinin kafasına çuval geçirdiler. Türkiye’nin iç pazarları, ticareti de yabancıların eline geçti. Tekstili, sütü, yoğurdu, ayranı, şekerlemeleri de artık yabancılar üretip satmaya başladı. Türk halkının yarısı açlık sınırına dayandı, çoğu gençlerden oluşan ve üniversite mezunlarını da kapsayan işsizler ordusu 10 milyonu geçti. TARİH YİNE TEKERRÜR MÜ EDİYOR? • • • • • • • Dün 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması, bugün 1995 Gümrük Birliği; dün Düyun-ı Umumiye, bugün IMF; dün Çariçe II. Katerina’nın Grek Projesi, bugün Fener-Bizans Ortodoks Devleti; dün Girit, bugün Kıbrıs; dün mandacılar, bugün ABci ve ABDciler; dün mütareke dönemi İstanbul basını ve bunların tipik sembolü Ali Kemal, bugün işbirlikçi basın ve nereye baksan başka Ali Kemaller; dün Mustafa Kemal’i hilafet ve saltanat düşmanı olarak görüp hıyanetle suçlayanlar, bugün vatanseverlere ‘marjinaller’ diyenler. O zaman tarihten başka örnekler size: • • • Malazgirt ve Miryakefalon zaferleri ile Anadolu’nun Türk yurdu oluşu, Sakarya ve Büyük Zaferle bunun kanıtlanması... üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere ve Düvel-i Muazzama’nın diğer devletlerinin Çanakkale’de yenilmesi ve İngiltere’nin süper güç apoletlerinin Çanakkale’de yakasından sökülüp atılması... Düvel-i Muazzama’nın Türke biçtiği kefenin ulusal kurtuluş savaşıyla yırtılıp atılması... EĞER TARİH TEKERRÜRSE BUNLARI DA EKLEYİN!! 1838 Balta Limanı Antlaşması ile başlayan Osmanlı devletinin çöküşünde ortaya Mustafa Kemal çıkmıştı. Ama öyle gözüküyor ki, bu kez çöküş, Türkiye’nin tamamen teslim alınmasına kadar sürecektir. EGER MiLLiYETÇiLERiMiZ ÜMMETÇiLiGi BIRAKMAZLARSA SOLCULARIMIZ BİLDİKLERİ TEK SEY OLAN BÖLÜNMEYİ BIRAKIP BİRLEŞMEYİ BECEREMEZLERSE BU ANLAYIŞTAKİ YÖNETİMLERLE Türkleri kendi topraklarında kiracı olma ve uşaklık beklemektedir