MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ The Medical Journal of Mustafa Kemal University Cilt 2 Sayı 7 Eylül 2011 Mustafa Kemal Üniversitesi adına Sahibi Rektör Prof. Dr. Hüsnü Salih Güder Baş Editör: Tıp Fakültesi Dekanı: Prof. Dr. Sadık BÜYÜKBAŞ Editörler: Doç. Dr. Ahmet NACAR Doç. Dr. Mustafa ARSLAN Doç. Dr. Aydıner KALACI Doç. Dr. Süleyman OKTAR Doç. Dr. Rami HELVACI Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Dekanlığı tarafından yayınlanmaktadır. Dil Editörleri: Doç. Dr. Cumali GÖKÇE Yrd. Doç. Dr. Seçkin AKKÜÇÜK Hazırlık ve Baskı: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Danışman: Prof. Dr. Mehmet Fatih CAN Doç. Dr. Mehmet AYDIN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Enver Sedat Borazan Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Sekreteri ISSN: 1308 – 7185 Dergi Sekreterliği: Yrd. Doç. Dr. Fatih SEFİL Dr. Kemal Türker ULUTAŞ Dr. Nebahat KAPLAN SEFİL Dr. Atilla KARATEKE Dr. Metin ER Yılda 4 kez yayınlanır. Web Sayfası: www.mku.edu.tr E-mail: [email protected] Yazışma Adresi: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı 31100 Antakya/HATAY Tel : (326) 2455114 Faks: (326) 2455305 DANIŞMA KURULU Prof.Dr. Sadık BÜYÜKBAŞ Doç.Dr.Cumali GÖKÇE Prof.Dr.Ali Ulvi HAKVERDİ Prof.Dr.Taşkın DUMAN Doç.Dr.Hasan HALLAÇELİ Prof.Dr.Ahmet Namık KİPER Doç.Dr.Aydıner KALACI Prof.Dr.Hasan KAYA Doç.Dr.Senem ERDOĞMUŞ Prof.Dr.Mehmet YALDIZ Doç.Dr.Cemil TÜMER Prof .Dr.Fatih YALÇIN Doç.Dr.Sadık GÖRÜR Prof.Dr.Selim TURHANOĞLU Prof.Dr.Yaşar Can BAYDİNÇ Doç.Dr.Gülnaz ÇULHA Prof.Dr.Ayşe Dicle TURHANOĞLU Prof.Dr.Ali BALOĞLU Prof.Dr.Yaşar ÇOKKESER Prof.Dr. Ali ÖZCAN Doç.Dr.Tacettin İNANDI Doç.Dr.Nizami DURAN Doç.Dr.Ertap AKOĞLU Doç.Dr.Sebahat GENÇ Doç.Dr.Yusuf ÖNLEN Doç.Dr.Sabahattin OCAK Doç.İ.Murat MELEK Doç.Dr.Nebi YILMAZ Doç.Dr.Esin ATİK DOĞAN Doç.Dr.Cahit ÖZER Doç.Dr.Çağla ÖZBAKIŞ AKKURT Doç.Dr.A.Çiğdem DOĞRAMACI Doç.Dr.M.Mustafa ARSLAN Doç.Dr.Şemsettin OKUYUCU Doç.Dr.Hayal GÜLER Doç.Dr.Esra OKUYUCU Doç.Dr.Ayşe YILDIRIM Doç.Dr.İyad FANSA Doç.Dr.Mehmet AYDIN Doç.Dr.Cahide YILMAZ Doç.Dr.Yunus DOĞRAMACI Doç.Dr. Ümit ÖZKAN Doç.Dr.Nazan SAVAŞ Doç.Dr.Hüseyin ÖKSÜZ Doç.Dr.Mehmet DEMİR Doç.Dr.Süleyman OKTAR Doç.Dr.Mehmet DURU Doç.Dr.Zafer YÖNDEN Doç.Dr.Sinem KARAZİNCİR Doç.Dr.Meryem ÇETİN Doç.Dr.Muhyittin TEMİZ Doç.Dr.Oktay Hasan ÖZTÜRK Doç.Dr.Ahmet NACAR Doç.Dr. Bülent AKÇORA Doç.Dr.M.Rami HELVACI Doç.Dr.Ahmet GÖKÇE İÇİNDEKİLER İntradural Ekstramedüller Kurşun Yaralanması: Olgu Sunumu Aras M, Altaş, Zeren C, Bayaroğulları H, Çavuş G Intradural Extramedullary Lead Injury: A Case Report.......................................................................................1-6 Laparoskopik Splenektomi; İlk Deneyimimiz Akın Aydoğan, Seçkin Akküçük Laporoscopic Splenectomy; Our First Experience..............................................................................................7-10 Ürtikerli Hastalarda Bağırsak Parazitlerinin Dağılımı Mutlu Yar Aycan, Nilgün Daldal, Özlem Aycan Kaya Distribution Of Patients Urticaria Intesiınal Parasites.....................................................................................11-17 Konversiyon Bozukluğunda Çocukluk Çağı Yaşam Olayları Ve Ailesel İşlevler Mustafa Arı, Yasin Bez, Mustafa Özkan, Yüksel Kıvrak Famılıal Functionality And Life Events Of Childhood In Conversion Disorder...............................................18-29 Sağ Koroner Arterden Köken Alan Sol Ana Koroner Arterin 64 Kesitli Bilgisayarlı Tomografi İle Görüntülenmesi Adnan Burak Akçay, Nihat Şen, Ufuk İyigün, Ramazan Davran, Mahmut Güngör The Anomaly Of Left Main Coronary Artery Originating From The Right Coronary Artery Detected By 64-Slice Multidetector Computed Tomography.................................................................30-33 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisine Başvuran Adli Olguların Değerlendirilmesi Cem Zeren, Ali Karakuş, Adnan Çelikel, Koca Çalışkan, Akın Aydoğan, Ramazan Karanfil, Murat Çelik Evaluation Of Forensic Cases In Emergency Service, Mustafa Kemal University Hospital Of Medical Faculty............................................................................................................................. 34-42 Olgu sunumu / Case report İNTRADURAL EKSTRAMEDÜLLER KURŞUN YARALANMASI: OLGU SUNUMU Aras M*, Altaş M*, Zeren C**, Bayaroğulları H***, Çavuş G* *Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim dalı, Hatay, Türkiye **Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim dalı, Hatay, Türkiye ***Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim dalı, Hatay, Türkiye Geliş Tarihi / Received: 08.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 21.09.2011 ÖZET Omuriliğin penetran travmaları, günümüzde savaşların ve şiddet olaylarının artışına paralel olarak önemini hala korumaktadır. Bu çalışmada spinal ateşli silah yaralanması olan bir olguda erken dönemde cerrahi ve fizik tedavinin gerekliliğinin tartışılması amaçlandı. Olgu, erkek 35 yaşındaydı. Belinden ateşli silah yaralanması ve ayaklarda hareketsizlik nedeni ile yatırıldı. Flank bölgesinde kurşun giriş ve sağ bacağında kurşun giriş-çıkış yarası olan hastada parapleji mevcuttu. L2 total laminektomi ve flavektomiden sonra mikroskop altında dura açılarak intradural yerleşimli kurşun çıkarıldı. Cerrahi sırasında kurşun giriş yerinde kemik defekti gözlenmedi. Postop lomber eksternal drenaj sistemi yerleştirildi. Postop erken dönemde nörolojik durumunda değişiklik olmadı. Olgumuzda da yaralanmadan hemen sonrasında cerrahi müdahale yapıldı ve postop erken dönem fizik tedavi uygulandı. Postop takiplerinde nörolojik durumunda düzelme olduğu gözlendi. Ameliyattan 2 ay sonraki kontrol muayenesinde sol alt ekstremite 2/5 motor kuvvette, sağ alt ekstremite 3/5 motor kuvvette tespit edildi. Sonuç olarak, erken cerrahi müdahaleden sonra erken dönemde fizik tedavi bu tür hastalarda iyileşme sürecinin hızlı olmasını sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Ateşli silah yaralanması, Omurilik yaralanması, erken tedavi INTRADURAL EXTRAMEDULLARY LEAD INJURY: A CASE REPORT ABSTRACT The incidence of a spinal cord injury from gunshot wounds in penetrating trauma continues to increase with the violent nature of society. The aim of this article is to present one case of penetrating gunshot injuries to the lumbar spine and discuss the necessity of early surgery and physical therapy. Case, male 35 years old. Hospitalized due to gunshot wounds and from the waist and feet of inactivity. There were bullet entry hole in the patient's flank region and entry - exit wound in his right leg and the patient had paraplegia. After the L2 total laminectomy and flavectomy the dura was removed under a microscope and intradural localized bullet removed. There was no bone defect on radiological studies, and during the surgery. It was remarkable. In our case, surgery was performed immediately after the injury and postoperative physical therapy was performed early. In Postoperative follow-up neurological improvement was observed. On examination 2 months after the surgery his motor deficit was improved to 2/5 muscle strength on left leg extremities, and 3/5 muscle strength on right leg extremities. As a result, early physical therapy in such patients after early surgical remove, the healing process provide be faster. Keywords: Gunshot wounds, spinal cord injuries, treatment of early stage Giriş Direkt ateşli yaralanmalarda metalik parçanın (mermi çekirdeği) kendisi veya parçalanan kemik veya disk parçası hasara neden olur. İndirekt yaralanmalarda ise metalik parçanın hedefe çarptığı anda yarattığı şok dalgası ile meydana gelen basınç yaralanmayı oluşturur. Geçici kavitasyon ise, parçanın doku içerisinde ilerlerken oluşturduğu boşluğun, arkasından gelen negatif basınçla emilerek daralıp kapanması sırasında çevre dokularda oluşturduğu hasardır. Bu mekanizmalar sonucunda omurilikte tam veya yarım kesi, hemorajik kontüzyon, epidural veya subdural hematom, sinir köklerinin yaralanması gibi akut nörolojik hasar meydana gelir. Kronik dönemde ise, omurilik içinde kistik oluşumlar, miyelomalazik alanlar ve yoğun araknoidal yapışıklıklar görülür. Omurilik, komplet anatomik kesiden hemoraji, ödem veya normal görünümlere kadar değişkenlik gösterir. Normal görünümlü kord da bile kalıcı fonksiyon kaybı olabilir. Spinal kordun başlangıçtaki akut hasarından sonra omurilik kanlanmasının bozulması, otoregülasyon yetmezliği ve hipotansiyon gibi sistemik etkilerden dolayı nörolojik tabloyu ağırlaştıran sekonder hasar gelişir. (1, 2, 3, 4) Bu çalışmada, spinal ateşli silah yaralanması olan bir olgu sunularak, erken dönemde cerrahi ve fizik tedavinin uygulamadaki yeri ve gerekliliğinin tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu 35 yaşında erkek hasta, ateşli silah yalanması sonrası parapleji nedeni ile kliniğimize yatırıldı. Sol flank bölgesinde 3cm çapında kurşun giriş deliği ile uyumlu lezyon, sağ tibianın 1/3 yan orta bölümünde giriş, gastrokinemius kası üzerinde kurşun çıkış deliği mevcuttu. Paraplejik olan hastanın derin tendon refleksleri (DTR) alt ekstremitelerde alınamadı. Hastanın alt ekstremitelerinde duyu kaybı saptanmadı. Çekilen lomber BT’ de L2-L3 vertebra korpusları düzeyinde hiperdens yabancı cisim izlendi (Şekil 1). L2 total laminektomi, flavektomi ardından mikroskop altında dura açılarak intradural yerleşimli 2 cm uzunluğunda kurşun çıkarıldı, duraplasti yapıldı. Cerrahi sırasında kurşun giriş yerine ait kemik defekt gözlenmedi. L4-5 mesafesinden lomber eksternal drenaj sistemi yerleştirildi. Postop erken dönemde nörolojik durumunda değişiklik olmadı (Şekil 3). Postop 2. ay kontrolünde sol alt ekstremite 2/5 motor kuvvette, sağ alt ekstremite 3/5 motor kuvvette idi. Hasta duyu kaybı tarif etmedi. Resim-1 Resim-2 Resim-3 Resim-4 Resim 1: Sagittal Lomber CT kesitlerinde L2-3 düzeyinde kurşun çekirdeği Resim 2: Aksiyal Lomber CT kesitlerinde L2-3 düzeyinde kurşun çekirdeği Resim 3: Sagittal Lomber CT kesitlerinde L2-3 düzeyinde Postop laminektomi defekti Resim 4: Yaklaşık 2 cm boyutlarında kurşun çekirdeği Tartışma Ateşli silah yaralanmalarında lokalizasyona göre travma düzeylerine bakıldığında; servikal %20, torasik %50 ve lomber bölgenin %30 oranında etkilendiği, en sık olarak torasik bölge yaralanmasına rağmen servikal bölgedeki yaralanmaların daha öldürücü hasar oluşturduğu bildirilmiştir. Ateşli silah yaralanmasına bağlı omurilik hasarı olan hastalar öncelikle medikal ve sistemik açıdan stabil edilir. Torakal, abdominal ve kraniyal yaralanmalar öncelikli olarak değerlendirilmeli ve gerekli tedavilerin kısa sürede yapılması gerektiği belirtilmiştir (5, 6, 3, 4, 7). Olgumuzda yaralanmadan bir gün sonra cerrahi müdahale ile kurşun çıkarıldı. Komplikasyon gelişmeyen hastaya postop beşinci günde fizik tedavi uygulandı. Takiplerinde hastanın nörolojik durumunda düzelme olduğu gözlendi. Hastalar radyolojik olarak önce düz grafiler ile değerlendirilir. Bu grafiler bize kemik patolojiler, olası spinal instabilite, kanal destrüksiyon bölgesi, merminin lokalizasyonu ve yolu, kemik veya spinal kanalda kalan parçalar hakkında bilgi verir. Daha sonra hasara uğrayan kemik yapıların ve merminin lokalizasyonunu, penetran cismin ilerleyiş yolunu değerlendirmek ve kanal içinde büyük kemik veya yabancı cismin varlığını göstermek amacıyla BT çekilir. Yumuşak dokudaki patolojiyi elde etmek için MR çekilebilir. Ancak manyetik alan nedeniyle metal parçanın yer değiştirerek nörolojik hasar yapması kuşkusu MR çekilmesini sınırlar. BOS fistülü şüphesi varsa, kalan yabancı cismin spesifik konumu bilinmediği zaman, nöral elemanların kompresyonun varlığı diğer çalışmalarla ortaya çıkarılamamışsa MR' a alternatif olarak BT miyelografi kullanılabilir. EMG gibi elektrofizyolojik testler özellikle lomber ve servikal bölgede kök lezyonlarının hasarını ortaya çıkarması açısından faydalıdır. Anjiografi vasküler yaralanmayı düşündürecek hematom varsa yapılmalıdır (1, 2, 3, 4). Olgumuzda önce direkt grafi ve hemen arkasında kemik hasarı ve mermi çekirdeği lokalizasyonun tespiti için BT çekildi. Spinal kord hasarının tespiti için postop MR çekildi. Omuriliğin penetran yaralanmalarında cerrahinin yeri kısıtlıdır. Genelde dekompressif laminektomi ve merminin çıkarılması önerilir(7).Stauffer ve arkadaşları omurilikte komplet defisiti olan 106 olguda laminektomi yapılan hastalar ile yapılmayanlar arasında nörolojik iyileşme açısından bir fark olmadığını saptamışlardır. İnkomplet nörolojik defisiti olan her iki grupta ise benzer oranlarda (%71, %78.5) bir miktar düzelme gözlenirken, cerrahi uygulanan grupta %10 olguda yara enfeksiyonu, laminektomiye bağlı instabilite gibi komplikasyonlar meydana geldiğini, ayrıca yapılan klinik çalışmalarla sadece dekompressif amaçlı laminektomilerin nörolojik düzelmeye etkili olmadığını bildirilmiştir (7). Genelde bu tür vakalarda cerrahi tedavinin amaçları; enfeksiyon, serebrospinal sıvı fistülü gibi muhtemel komplikasyonları engellemek ve geç dönemde oluşabilecek nörolojik defisit oluşumunu ve instabiliteyi engellemek olmalıdır. Kurşunun yaptığı basının ortadan kaldırılması nörolojik durumda bir düzelme meydana getirir. Kurşunun her iki pedikülü birden kırdığı durumlarda bir instabiliteden bahsetmek mümkündür (7). Olgumuzda L2 total laminektomi, flavektomi ardından mikroskop altında dura açılarak intradural yerleşimli 2 cm uzunluğunda kurşun çıkarıldı, duraplasti yapıldı. Hastanın intradural yerleşimli kurşun yaralanması olmasına rağmen kemik defekt tespit edilmemiştir. Literatürden farklı olarak kurşunun oluşturduğu kemik defekt yoktu. Omurgada oluşan fraktürler genellikle stabildir ve nadiren stabilizasyon gerektirir. Ön veya orta kolon hasarının varlığında yapılan laminektomiler, unstabil omurgaya neden olarak geç dönemde deformiteye yol açtığı bildirilmiştir (8, 5, 3, 9, 10). Multikolon travmalı instabil hastalara ise cerrahi müdahale gereklidir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda tam veya kısmi kord yaralanmalı hastalarda kurşunun çıkarılması önerilmez (5, 6, 1, 2, 11, 12). Ateşli silah yaralanmalarının konservatif tedavisinde steroid kullanımı künt travmalarda olduğu gibi anlamlı bulunmamıştır. Yapılan 2 ayrı çalışmada komplet ve inkomplet hasarlı hastalarda yüksek doz kortikosteroid tedavinin fonksiyonel olmadığı bildirilmiştir (13, 14). Olgumuzda yüksek doz steroid kullanıldı. Bizim önerimiz travma sonrası erken dönem cerrahi ve sonrasında fizik tedavidir. Olgumuzda da postop erken dönem fizik tedavi uygulandı ve postop takiplerinde nörolojik durumunda düzelme gözlendi. Kaynaklar 1. Bono CM, Heary RF: Gunshot wounds to the spine. Spine J. 2004; 4: 230-40. 2. Isıklar ZU, Lindsey RW: Gunshot wounds to the spine. Injury 1998; 29: S-A7-S-A12. 3. Jallo GI: Neurosurgical management of penetrating spinal injury. Surg Neurol. 1997; 47: 328-30. 4. Kitchel SH: Current treatment of gunshot wounds to the spine. Clin Orthop Relat Res. 2003; 408: 115-19. 5. Aryan HE, Amar AP, Ozgür BM, Levy ML: Gunshot wounds to the spine in adolescents. Neurosurgery 2005; 57: 748-52. 6. Benzel EC, Hadden TA, Coleman JE: Civilian gunshot wounds to the spinal cord and cauda equina. Neurosurgery 1987; 20: 281-5. 7. Özgen S: Penetran Omurilik Yaralanması 8. Aarabi B, Alibaii E, Taghipur M, Kamgarpur A: Comparative study of functional recovery for surgically explored and conservatively managed spinal cord missile injuries. Neurosurgery 1996; 39: 1133-40. 9. Simpson RK, Venger BH, Narayan RK: Treatment of acute penetrating injuries of the spine: A retrospective analysis. J Trauma 1989; 29: 42-6. 10. Stauffer ES, Wood RW, Kelly EG: Gunshot wounds of the spine: The effects of laminectomy. J Bone Joint Surg. 1979, 61: 389-92. 11. Waters RL, Adkins RH: The effects of removal of bullet fragment sretained in the spinal canal: A collaborative study by the National Spinal Cord Injury Model Systems. Spine 1991; 16: 934-9. 12. Waters RL, Sie IH: Spinal cord injuries from gunshot wounds to the spine. Clin Orthop Relat Res. 408: 120-125, 200 13. Heary RF, Vaccaro AR, Mesa JJ, Northrup BE, Albert TJ, Balderston RA, Cotler JM: Steroids and gunshot wounds to the spine. Neurosurgery 1997; 41: 576-84. 14. Levy ML, Gans W, Wijesinghe H, SooHoo W, Adkins R, Stillerman CB: Use of methylprednisolone as an adjunct in the management of patients with penetrating spinal cord injury: Outcome analysis. Neurosurgery 1996; 39: 1141-9. Olgu sunumu / Case report LAPAROSKOPİK SPLENEKTOMİ; İLK DENEYİMİMİZ Akın Aydoğan*, Seçkin Akküçük* *Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD. Geliş Tarihi / Received: 09.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 21.09.2011 ÖZET Günümüzde elektif splenektomiler için laparoskopik splenektomi, açık splenektomiye tercih edilmeye başlanmıştır. Splenektomi sonrası daha az ağrı şikayeti, daha iyi kozmetik sonuçlar, barsak hareketlerinin daha erken başlaması, hastanede kalma süresinin daha kısa olması gibi avantajlar laparoskopik cerrahiye olan eğilimi arttırmaktadır. Biz de Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde ilk kez gerçekleştirilen laparoskopik splenektomi deneyimimizi paylaşmayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Laparoskopik cerrahi, elektif splenektomi, cerrahi teknik LAPOROSCOPİC SPLENECTOMY; OUR FİRST EXPERİENCE ABSTRACT Today, laparoscopic splenectomy for elective splenectomy, is began to be preferred rather than open splenectomy. Lesser pain complaint, better cosmetic results, earlier bowel movement, decreased hospitalisation time are the advantages that make laporoscopic splenectomy to be preferable. We aimed to report the first case of laparoscopic splenectomy performed in Mustafa Kemal University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery. Key Words: Laparoscopic surgery, elective splenectomy, surgical technique Giriş Elektif splenektomi (ES), orak hücreli anemi, talasemi, idiopatik trombositopenik purpura gibi benign hematolojik hastalıklarda tedavi edici olması nedeniyle uzun yıllardır uygulanmaktadır. Splenektomi uzun yıllarca açık teknikle uygulanmış olup, cerrahideki teknolojik gelişmelere paralel olarak laparoskopik olarak da uygulanmaya başlanmıştır (1-3). Laparoskopik splenektomi (LS) yapılan hastalarda açık cerrahi uygulanan hastalara göre daha az ağrı olması, erken mobilizasyon, barsak hareketlerinin daha erken dönemde başlaması ve hastanede kalma süresinde azalma bilinen avantajlardandır (1,4). LS günümüzde hızla artan oranda tercih edilen yöntem olmaya başlamış ve gelecekte birçok merkezde ES’nin yerini alacak gibi görünmektedir (1-3). Biz de Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde gerçekleştirilen ilk LS olgu deneyimimizi sunduk. Olgu Hematoloji kliniğinde talasemi minör tanısı ile takip ve tedavi uygulanan 38 yaşındaki erkek hasta hemoglobin ve hematokrit değerlerinde tedaviye rağmen düşme olması üzerine splenektomi planlanarak kliniğimize kabul edildi. Hastanın yapılan ultrasonogrofik değerlendirilmesinde dalak boyutu 12 cm olarak bildirilmişti. Ameliyattan 2 hafta önce polivalan pnömokok, meningokok ve Haemophilus influenza aşıları yapıldı. İntravenöz demir preperatları ve eritrosit süspansiyonu desteği ile operasyon öncesi hazırlık yapıldı. Operasyon için hastaya 30 derece sağ lateral dekübit pozisyonu verildi. İki adet 10 mm’lik trokar, 2 adet 5 mm’lik trokar ile batına girildi. Birinci 10 mm’lik trokar umblikus ile ön aksiller çizginin birleştiği hayali hattın ortasından girilerek batın 12 mmHg basınca ulaşana kadar CO 2 ile insufle edildi. Daha sonra bu trokardan kamera girilerek batın eksplore edildi. Dalak grasper yardımıyla eleve edildikten sonra splenik kolon fleksurası monopolar L hook ile serbestlendikten sonra splenokolik ligaman Ligasure ile kesildi. Posterior periton açılarak splenik arter serbestlendi ve 2 adet klips konularak kesildi. Daha sonra splenorenal ligaman ayrılarak hilusa ulaşıldı. Hilusta splenik vene de iki adet klips konularak kesildi. Splenik venin kesilmesinin ardından superiorunda kısa gastrik arterler bulunarak klipslenip kesildi. Dalak torbaya alınarak over klempiyle parçalara ayrıldı ve dışarı alındı. Kanama kontrolünün ardından dalak lojuna 1 adet 20 F silikon dren yerleştirilip operasyon sonlandırıldı. Postoperatif 1. günde hastanın vital bulguları stabil seyretti. Drenden yaklaşık 30 cc seröz mayi gelmesi üzerine, hastanın dreni çekildi. Gaz çıkışı olan hastaya oral beslenme başlandı ve hasta mobilize edildi. Hastanın ağrı şikayetinin şiddetli olmaması üzerine sadece ameliyat sonrası 1. gün ağrı kesici verildi. Ameliyat sonrası 2. günde hasta taburcu edildi. LS’den 7 gün sonra poliklinik kontrolüne gelen hastada ek problem saptanmadı, cilt dikişleri alındı. Talasemi minör tanısı olan hasta takip ve tedavi planı açısından hematoloji kliniğine yönlendirildi. Tartışma ve Sonuç Elektif splenektomi, başta benign hematolojik hastalıklar olmak üzere dalağa ait patolojilerde tedavi edici olarak uygulanmaktadır. Elektif splenektomi için yıllardır uygulanan yöntem açık splenektomi (AS) olmakla birlikte, son yıllarda medikal alanlardaki teknolojik gelişmelere paralel olarak laparoskopik splenektomi de cerrahlar arasında yavaş bir ivmeyle de olsa tercih edilmeye başlanmıştır (1-3). LS’nin uygulanmaya başladığı ilk dönemlerde hasta pozisyonu supin iken, dalak arka yüz ve perisplenik bağlara daha kolay ulaşım nedeniyle son yıllarda lateral pozisyon tercih edilir olmuştur (3). Biz de hastamızda lateral pozisyonu tercih ettik. LS’nin AS’ye göre en büyük dezavantajı ameliyat süresinin daha uzun olmasıdır. Laparoskopik yöntemde ortalama ameliyat süresi değişik çalışmalarda 70 ile 360 dakika arasında değişmekte olup, LS’ye yeni başlayan cerrahlarda ortalama süre 146 dakika iken tecrübe kazanılmasıyla sürenin 100 dakikanın da altına inebildiği görülmüştür (1,2). Bizim bu ilk vakamız 107 dakikada tamamlanmıştır. AS ile kıyaslandığında LS uygulanan hastalarda ağrı şikayeti daha az görülmekte, barsak hareketleri daha kısa sürede başlamakta ve hastaneden taburcu edilme süreleri daha kısalmaktadır. Ayrıca kozmetik açıdan da LS’nin üstünlüğü açıktır (1-4). Bizim hastamızın ameliyat sonrası ilk saatler dışında ağrı şikayeti olmadı, postoperatif 1. günde gaz çıkışı oldu. Ameliyat sonrası ilk gün hastanın oral gıda alımına izin verildi. Dalak lojuna yerleştirilen dren yine ilk gün çekildi ve hasta posoperatif 2. günde taburcu edildi. Son yıllarda laparoskopik cerrahiye alternatif olarak robotik cerrahi ile de splenektomi ameliyatları uygulanmaya başlanmıştır (5). Ancak LS ile karşılaştırıldığında komplikasyon, erken beslenme, dren çekilme zamanı, laparotomiye geçilme oranları ve hastanede kalma süresinde azalma gibi konularda istatistiki olarak anlamlı farklar elde edilememiştir (6). Ayrıca LS’ ye göre yüksek maliyet, çok daha uzun ameliyat süreleri gibi dezavantajları nedeniyle robotik splenektomi LS’nin standart uygulama olarak yerini alamayacak gibi görünüyor (5). Sonuç olarak AS’ye göre birçok konuda daha avantajlı olan LS, günümüzde malignite nedeniyle olmayan elektif splenektomiler için altın standart olma noktasına gelmiştir. Biz de Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde ilk kez ve başarıyla laparoskopik splenektomi ameliyatını gerçekleştirdik. Kaynaklar 1. Karakurt GA, Ateş O, Hakgüder G, Olguner M, Akgür FM. Laparoskopik splenektomi. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi 2009; 23(1): 9-12. 2. Akyıldız H, Akcan A, Dal F, Artış T, Küçük C, Ok E, Sözüer EM. Elektif splenektomi: Laparoskopik ve konvansiyonel tekniklerin karşılaştırılması: 13 yıllık deneyim. Turkish Journal of Surgery 2007; 23(1): 24-7. 3. Harlak A, Sücüllü İ, Demirbaş S, Yiğit T, Özdemir Y, Filiz Aİ, Menteş O, Kılbaş Z, Yağcı G. Elektif splenekktomilerde açık ve laporoskopik cerrahi sonuçlarımız. Gülhane Tıp Dergisi 2009; 51: 239-43. 4. Umut B, Sümer A, Dinçdağ A, Sarı S, Gözkun O, Mercan S, Seven R, Budak D. Tek İnsizyondan laparoskopik cerrahi (TİLC) deneyimlerimiz. Ulusal Cerrahi Dergisi 2009; 25(3): 109-13. 5. Bodner J, Lucciarini P, Fish J, Kafka-Ritsch R, Schmid T. Laparoscopic splenectomy with the Da Vinci Robot. J Laparoendosc Adv Surg Tech A. 2005; 15(1): 1-5. 6. Gelmini R,Franzoni C, Spaziani A,Patriti A, Casciola L, Saviona M. Laparoscopic splenectomy: conventional versus robotic approach—a comperative study. J Laparoendosc Adv Surg Tech A. 2011; 21(5): 393-8. Özgün makale / Original article ÜRTİKERLİ HASTALARDA BAĞIRSAK PARAZİTLERİNİN DAĞILIMI *Mutlu YAR AYCAN, *Nilgün DALDAL, **Özlem AYCAN KAYA *İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Parazitoloji AD, MALATYA **Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Parazitoloji AD, HATAY Geliş Tarihi / Received: 14.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 23.09.2011 ÖZET Malatya ili merkezinde İnönü Üniversitesi Tıp Merkezi Dermatoloji polikliniğine allerjik ürtiker yakınması ile başvuran ve Parazitoloji Anabilim dalına gönderilen ürtikerli hastalarda bağırsak parazitlerinin dağılımının çeşitli tanı yöntemleriyle değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Dermatoloji polikliniğine ürtiker yakınması ile başvuran ve parazit etiyolojisi araştırılan 100 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar yaş ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin randomize olarak seçilmiş ve dışkı örnekleri nativ-lugol, formol-etil-asetat çöktürme yöntemi, selofanlı lam yöntemiyle incelenmiştir. Ek olarak olguların tümünün eozinofil değerlerine bakılmıştır. Allerjik ürtiker yakınması olan 100 olgunun 21’inde parazit saptanmış olup, 1 olguda Giardia intestinalis, 4 olguda Enterobius vermicularis, 8 olguda Entamoeba coli, 2 olguda Iodomoeba butschlii, 5 olguda Blastocystis hominis, 1 olguda Trichomonas hominis saptanmıştır. İstatistiki değerlendirmede alerjik ürtikerli olgularda parazitozların ürtikere neden olduğu konusunda anlamlı bir sonuca varılamamıştır (p=0,81). Ürtikerli olgularda bağırsak parazitozlarının araştırılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: Ürtiker, bağırsak parazitleri, allerji, eozinofili DISTRIBUTION OF PATIENTS URTICARIA INTESTINAL PARASITES SUMMARY In this study, Distrubution of intestinal parasites in patiens with allergic urticaria either admitted to Dermatology clinic or directed to Parasitology Department at Tugut Ozal Medical center/Inonu University in Malatya province were evaluated by various diagnostic methods. Patients were chosen regardless of their sex or age. A total of 100 stool specimens were examined for intestinal parasites using native- lugol and formol ethyl ether methods. A total of 100 cellophane tape preparations were examined directly. In addition to, eosinophils in all cases were evaluated. In 21 out of 100 patiens with urticaria complaint, various parasites were determined including 1 G.intestinalis, 4 E.vermicularis, 8 E.coli, 2 I. butschlii, 5 B.hominis, 1 T. hominis, eosinophil counts were determined in all the causes. In statiscal analysis, no correlation was found between allergic urticaria and parasitosis (p=0,81). It was concluded that intestinal parasitosis should be searched in urticaria cases. Key words: Urticaria, Intestinal parasites, allergic, eosinofilia Giriş Bağırsak parazitozları, 20. yüzyılın sonlarında geri kalmış, gelişmekte olan ve hatta yüksek sağlık standartlarına sahip ülkelerde bile önemli bir sağlık sorunu olarak güncelliğini korumaktadır. Türkiye; coğrafi konumu, iklim şartları, kötü hijyenik durum, diğer sosyoekonomik ve kültürel şartlar nedeniyle bağırsak parazitlerinin sık görüldüğü bir ülke durumundadır. Son 21 yılda yapılmış çalışmalar gözden geçirildiğinde bağırsak parazitlerinin, toplumumuzun her yaş ve grubunda, yurdumuzun tüm yörelerinde yaygın olarak bulunduğu anlaşılmaktadır (1). Parazitozların epidemiyolojisi, immünolojisi, patolojisi, tanımı, tedavisi ve korunması üzerinde ülkemizde ve diğer ülkelerde pek çok çalışmalar yapılmıştır. Parazitlerin toplumumuzun her yaş grubunda ve yurdumuzun bütün yörelerinde ve özellikle birden fazla parazitle enfekte olma durumunun (poliparazitizm) yaygın olduğu bildirilmektedir. Parazitozların tanısı etken parazitin kendisi veya evrim şekilleri bulunarak veya gelişen özgül immün cevap reaksiyonları incelenerek konmaktadır. Parazitozlu kişilerin kan ve dokularında eozinofil sayısının ve kan serumunda IgE düzeylerinin arttığı bildirilmiştir (1) Ürtiker, yuvarlak veya gayri muntazam deriden kabarık, pembe renkte, ortası soluk, sert, elastik kıvamda, şiddetli kaşıntılı, ödemli bir papül ile karakterizedir. Genellikle birden bire ortaya çıkar. Bir kaç dakika veya bir kaç günde yerinde iz bırakmadan kaybolur. Akut Ürtiker ise semptomların 6 haftadan daha az sürmesi, kronik ürtiker; semptomların 6 haftadan daha uzun sürmesi ile ayırt edilir. Belirli bir bölgede yaşayan toplumda herhangi bir parazit enfeksiyonunun sıklık derecesi bireylerin doğal ve edinsel bağışıklığına, parazit sayısına, parazitin virülansına, çoğalma yeteneğine, parazitle insanın temas süresine bağlıdır(2). Bağırsak paraziti olan kişilerde genel olarak bulantı, karın ağrısı, kusma, ishal, kabızlık, iştah artması ve iştahsızlık gibi çeşitli gastrointestinal sistem belirtileri, nörolojik bozukluklar, huzursuzluk, diş gıcırdatması, korkulu rüyalar görme, zekada gerileme gibi psişik bozukluklar görülmektedir. Parazitlerin toksi-alerjik etkileri ile ürtikerimsi döküntülerden, angio-nörotik ödeme kadar giden tablolar belirtilmiştir (3). Çalışmada, ürtikerli hastalarda bağırsak parazitlerinin dağılımının konvansiyonel yöntemlerle belirlenmesi ve ürtiker ile demografik veriler açısında ilişkisinin belirlenmesi hedeflenmiştir Gereç ve Yöntem Temmuz 2006-Mart 2007 tarihleri arasında, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Dermatoloji polikliniğine gelen 100 ürtikerli hasta çalışma kapsamına alınmıştır. Hastaların dışkılarında ve selofanlı lam örneğinde parazit araştırılmış, parazit saptanmayan olgularda, gün aşırı 3 kez tekrar edilmiştir. 100 hastanın eozinofil düzeyleri yapılan tedavi öncesi ölçülmüştür. Bu olguların tümünün eozinofil değerlerine bakılmıştır. Hastaların dışkılarda önce makroskobik parazit, sonra da nativ-lugol, sedimantasyon (çoklaştırma) yöntemi, selofanlı lam örneğinde parazit araştırılmıştır. Verilerin istatistiksel olarak Ki-kare ve Yates düzeltilmiş Ki-kare yöntemleri ile değerlendirilmiştir. p<0.05 değerleri istatistiksel olarak önemli kabul edilmiştir. İstatistiksel analizde SPSS 13.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular Ürtiker yakınması olan 100 kişinin 21 (%21)’inde bağırsak parazitine rastlanmıştır. Parazit saptanan 21 olgunun 1’inde G. intestinalis, 4’ünde E. vermicularis, 8’inde E. coli, 2‘sinde, I. butschlii, 5’inde B. hominis, 1’inde T. hominis saptanmıştır. Bu olguların tümünün eozinofil değerlerine bakılmıştır. Eozinofil ortalamaları yönünden parazit görülen ve görülmeyen hastalar arasında istatistiksel olarak bir farklılık bulunamamıştır (iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, p>0.05). (Tablo 1). Belirli sayıda çıkan parazitlerin, ortalama eozinofil sayıları arasındaki fark araştırılmak istenmiş fakat sayı yeterli olmadığından istatistiksel bir sonuca varılamamıştır. Tablo 1 Ürtikerli hastalarda saptanan parazitler Parazit Ortalama Sayı (n) Yüzde % eozinofili G. intestinalis 1 4,76 0,6 E. vermicularis 4 19,04 1,2 E. coli 8 38,09 5,1 I. butschlii 2 9,52 4,9 B. hominis 5 23,80 2 T. hominis 1 4,76 0 Parazit görülme durumu ile ürtiker arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Tablo 2’de gösterilmiştir (p=0,81). Tablo 2 Parazit görülme durumu ile ürtiker arasındaki ilişki Ürtiker tipi Parazit görülme durumu Pozitif Toplam Negatif Sayı (n) Yüzde (%) Sayı (n) Yüzde (%) 11 52,4 46 58,2 57 Akut ürtiker 10 47,6 33 41,8 43 Toplam 21 100 79 100 100 Kronik ürtiker Yaş gruplarına ve cinsiyete bağlı olarak saptanan parazitler tablo 3’de gösterilmiştir. Tablo 3 Yaş gruplarında cinsiyete bağlı olarak bağırsak parazitlerinin dağılımı Yaş grupları Saptanan 0-18 parazitler E* 19-25 K* E G. intestinalis E. Toplam 26-40 K E K E 1 K 1 1 1 1 1 3 1 2 1 3 1 6 2 1 1 1 1 vermicularis E. coli I. butschlii B. hominis 1 T. hominis Toplam 2 1 3 1 3 1 4 1 6 4 2 1 14 7 E*: Erkek, K*: Kadın Allerjik ürtikerli olup, parazit saptanan gruplardaki bulgular ki-kare ve Yates düzeltilmiş ki-kare yöntemleri ile değerlendirilmiştir. Sonuçlar tüm gruplar için anlamsız bulunmuştur. Tartışma İntestinal parazitler birçok deri hastalığının etiyolojik faktörleri arasında sayılmaktadır. Parazit hastalıklarında bütün vücudu ilgilendiren çok çeşitli klinik bulgulara rastlanmaktadır. Parazitin mekanik ve irritan etkisine bağlı olarak lokal deri belirtileri, parazit antijenlerine veya toksik ürünlerine bağlı olarak sistemik deri bulguları oluşabilir. Bazı parazitlerin konak organizma üzerinde toksik ve allerjik etkisi ile kanın şekilli elemanlarında değişmeler özellikle eozinofil sayısında artma olmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar allerjik hastalıklar ile paraziter enfeksiyonlar arasında ters ilişki olduğunu göstermekte ve bu bulgu paraziter infeksiyonların allerjik hastalıkların gelişimini önlediğine işaret etmektedir. Helmintik parazitler alerjik inflamasyonu modüle edebilir ve bu mekanizmalar aeroallerjenlere yanıtı etkileyebilir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar helmintlerin regülatuar T hücreler aracılığı ile konağın immün yanıtını suprese ettiğini göstermektedir. Paraziter hastalıkların immün modülasyon üzerine olan etkileri konusundaki yeni bilgilerin atopik hastalıkların tedavisinde yeni ufuklar açacağı düşünülmektedir (4). Hamric ve Moore (5) G. intestinalis’in bazı kişilerde ürtikere yol açabilecek antijenik özelliklere sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mevlitoğlu ve ark (6) Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Polikliniğine başvuran çeşitli dermatozları olan 72 hastada parazitolojik araştırma yapmışlar, 30 ürtikerli olgunun 23’ ünde (% 76,6) bağırsak parazitleri saptayıp, 12 olguda (% 52,1) G. intestinalis, bulduklarını açıklamışlardır. Orhan ve ark (6) ürtiker’li olguda, 1 (%0,1) E. histolytica saptadıklarını bildirmişlerdir. Çalışmamızda 100 ürtikerli olgudan parazit saptadığımız 21 olgunun 7’sinde E. coli ile infekte olduğu bulunmuştur. Köse ve ark (4) parazit infeksiyonları ve serum IgE düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla, 118 kişinin serum, dışkı ve anal bant örneklerini inceleyerek yaptıkları çalışmada, 4 olguda E. coli’ye tek, bir olguda ise G. intestinalis ile birlikte saptamışlardır. Tek olarak saptanan 4 olguda IgE düzeyi 81 -235 KU/L arası saptanmış olup G. intestinalis ile birlikte saptanan olguda ise 17 KU/L olarak düşük seviyede bulunmuştur. Çalışmamızda 7 olguda E. coli kistleri ve trofozoitleri görülmüş olup bunların eozinofil değerleri; 0.4,0.3,17.1,0.9,1.3,3.6 seviyelerde bulunmuştur. Armentia ve ark (8), 1993 yılında, kronik ürtikerli ve B. hominis ile infekte 10 olgu bildirmişlerdir. Daha önce bu parazit ile ürtiker arasında bağlantı kurulmadığını ve paromomycin tedavisiyle hem parazitozun hemde ürtikerin iyileştiğini belirtmişlerdir. Çalışmamızda 5 olguda B. hominis görülmüştür. Bu olguların eozinofil değerleri; 5.5, 1.6, 0.0, 0.7, 2.2 seviyelerde bulunmuştur. Budak (9) parazitoloji polikliniğine 2 yılda başvuran 1428 alerjik ürtikerli hastanın kopro-parazitolojik muayenesi sonucu, 498 (%34.88) olgunun bir veya birkaç parazitle infekte olduğunu saptamış ve 228’inde (%45.78) E. vermicularis bulmuştur. Çalışmamızda E. vermicularis saptanan 4 olgunun eozinofil değerleri; 0,7 – 0,50 – 3,3 – 0,6 olarak saptanmıştır. Öztürkcan ve ark (10) 1994 yılında, 6-14 yaş arası çocuklarda, bağırsak parazitleri ve deri lezyonları arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarında, E. vermicularis’i %75.9 olarak bulmuşlardır. Çalışmamızda E. vermicularis pozitifliği %19,04 oranında bulunmuştur. Allerjik ürtikerli olgularda eozinofili ve IgE düzeyleri istatistiki olarak anlamlı bulunamamakla beraber eozinofil ve IgE düzeylerinde değişikliklerin parazitozlara bağlı olduğu kanıtlanamamıştır. Bağırsak parazitlerinin kesin olarak ürtikere neden olabildiği kanıtlanamamış, fakat ürtikerli olgularda mutlaka bağırsak parazitozlarının da araştırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Kaynaklar 1. Küçük. M.Ö. Helmintiyozlarda eozinofil ve IgE Düzeyleri. Doktora Tezi 1998. 2. Ulukanlıgil M. Paraziter ve alerjik hastalıklarda immünoglobulin e ve eosinofili bulgularının değerlendirilmesi. İhtisas tezi 1992. 3. Üstün Ş, Allerjik Olaylara neden olan barsak parazitleri. Doktora Tezi. İzmir 1988 4. Köse Ş, Özbel Y, Kokuludağ A, Atambay M, Sin A. Barsak parazitleriyle serum IgE seviyeleri ve deri testi arasındaki ilişkinin incelenmesi. T. Parazitol Derg 1995; 19(3): 397-40. 5. Hamrick HJ, Moore GW. Giardiosis causing urticaria in a child AM j ois child 1983; 137: 761-3. 6. Mevlitoğlu İ, Harman M, Derici M, Çerçioğlu E. Güneydoğu Anadolu bölgesinde bazı dermatozlarda intestinal parazitlerin önemi. T. Parazitol Derg. 1990; 14(3-4): 93-8. 7. Orhan V, Güneş AT, Özşahin F, Açıkgöz M. Çeşitli dermatozlarda Giardia intestinalis insidansı ve ornidazol ile tedavisinden alınan sonuçlar. T. Parazitol Derg. 1991; 15(3-4): 12-9. 8. Armentia A, Mendez J, Gamez A ve ark. Urticaria by Blastocyctis hominis succesful treatment with paromomycin Allergol. Immunopathol.1993; 21(4): 149-51 9. Budak S. Allerjik ürtikerlilerde bağırsak parazitoz insidansı. T. Parazitol Derg. 1982; 5(2): 97-101 10. Öztürkcan S, İçağasıoğlu D, Yalçın AN, Saygı G. The relationship between intestinal parasites and skin lesions in Sivas orphanage T. Parazitol Derg. 1994; 18(3): 308-12 Özgün makale / Original article KONVERSİYON BOZUKLUĞUNDA ÇOCUKLUK ÇAĞI YAŞAM OLAYLARI VE AİLESEL İŞLEVLER *Mustafa ARI, **Yasin BEZ, ** Mustafa ÖZKAN, ***Yüksel KIVRAK *Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD ** Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD *** Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD Geliş Tarihi / Received: 15.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 23.09.2011 ÖZET Konversiyon bozukluğu tespit edilen hastalarda çocukluk çağı yaşam olayları ve ailesel işlevlerdeki değişikliklerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 25’i erkek, 96’sı kadın 121 konversiyon hastası çalışma grubu olarak; 19’u erkek, 31’i kadın 50 depresyon hastası da kontrol grubu olarak seçildi. Hastalara kısa fiziksel ve seksüel kötüye kullanım anketi, çocukluk çağı yaşam olayları ölçeği ve aile değerlendirme ölçeği uygulandı. Çocukluk çağı yaşam olaylarında duygusal kötüye kullanım (p<0,01), fiziksel kötüye kullanım (p<0,01), cinsel kötüye kullanım (p=0,05) ve toplam puanlarda (p<0,01) aradaki fark istatistiksel olarak konversiyon bozukluğunda kontrol grubundan daha yüksekti. Ailesel işlevler açısından bakıldığında, konversiyon bozukluğunda problem çözme (p<0,01), iletişim (p<0,01), duygusal tepki (p<0,05) ve genel işlevlerde (p<0,05) istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde kontrol grubundan daha fazla idi. Konversiyon bozukluğunda önemli oranda çocukluk çağı duygusal, fiziksel ve cinsel kötüye kullanım öyküsü mevcuttur. Bu da konversiyon hastalarının bilinçteki çatışmaların kaynağı; aile değerlendirme ölçeğindeki değişiklikler ise hastalığın oluşumunda ailesel dinamiklerin ve tedavide ailesel dinamiklere yönelik yaklaşımın önemi hakkında fikir verici olabilir. Anahtar kelimeler: Konversiyon bozukluğu, çocukluk çağı ihmali, cinsel ihmal, fiziksel ihmal, duygusal ihmal, ailesel işlevler. FAMILIAL FUNCTIONALITY AND LIFE EVENTS OF CHILDHOOD IN CONVERSION DISORDER SUMMARY Changes in life events and family functioning of the patients who had a conversion disorder in childhood were aimed to investigate. 25 male and 96 female patients with 121conversion were selected as the study group, while19 men, 31 women 50 patients with depression were selected as the control group. A short questionnaire including physical and sexual abuse, scale for the assessment of childhood and family life events was applied to all patients. In childhood life events, emotional abuse (p< 0.01), physical abuse (p< 0.01), sexual abuse (p=0.05) and total scores (p<0.01) difference were statistically higher in conversion disorder than control group. In terms of familial functions, results of problem-solving in conversion disorder (p = 0.00), communication (p = 0.00), emotional reaction (p = 0.01) and overall functioning (p =0.02) were greater than the control group. Emotional, physical and sexual abuse history in childhood was available in significant proportion of conversion disorder. This is a source of conflict in the conversion of consciousness of patients; the changes in the scale of the family assessment and treatment of disease, familial dynamics approach to the formation of the importance of family dynamics may be suggestive. Key words: Conversion disorder, childhood neglect, sexual, neglect, physical neglect, emotional neglect, family functions. Giriş Algılanan kötü ailesel yetiştirilme tarzı ile erişkinlik yıllarında ortaya çıkan birçok psikiyatrik hastalık arasında ilişki olduğuna dair çalışmalar yapılmıştır (1-3). En çok üzerinde durulan hastalıklar ise dissosiyatif bozukluklardır. Birçok bozuklukta depersonalizasyon gibi disosiyatif semptomların olması nedeniyle travma öyküsünün üzerinde durulmuştur (4-7). Özellikle yalancı nöbet tipi konversiyon bozukluğu olan hastalarda, çocukluk çağı travma öyküsünün sık görüldüğü bildirilmiştir (4, 8-10). Bir çalışmada çocukluk çağının fiziksel veya seksüel travmalarının konversiyon semptomlarının gelişimine hassasiyeti artırdığı bildirilmiştir (11). Draijer ve Boon’un yaptıkları bir çalışmada dissosiyatif semptomları olan hastalarda ailelerinden erken yaşta ayrılık hikayesi olanlarda kontrol grubuna oranla dissosiyasyon ölçeği önemli oranda yüksek saptandığı; ayrıca seksüel travma, aile içi şiddet ve aileden erken yaşlarda ayrılık hikayesi olanlarda kontrol grubuna oranla daha yüksek dissosiyasyon ölçeği puanları sonuçları bildirilmiştir (12). Elisabeth ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada yalancı epileptik nöbeti olan hastaların %58’inde çocukluk çağı dönemine ait seksüel travma hikayesi mevcut bulunmuştur (8). Kadın hastalarda %69 gibi yüksek oranda çocukluk çağında geçirilmiş seksüel travma öyküsü bildirilirken; erkek hastalarda hiç seksüel travma öyküsüne rastlanmadığı, genel kadın popülasyonunda çocukluk çağına ait seksüel travma öyküsü oranı %38 olarak bulunduğu bildirilmiştir. Fiziksel travma öyküsü kadın hasta grubunda %63 iken; erkek hastalarda bu oranın %10 olduğu bildirilmiştir. Irwin’in yaptığı bir çalışmada yetişkin dissosiyasyon düzeyi; aile içi ve aile dışı seksüel ihmal, aileden erken ayrılık hikayesi olanlarda kontrol grubuna oranla daha yüksek olduğu bildirilmiştir (13). Sözel, emosyonel ifadelerin toplumca kısıtlandığı durumlarda sözsüz bir iletişim aracı olarak hastalık belirtileri kullanılmaktadır. İnsan yaşamına en çok müdahil olan toplum ise kendi ailesidir. Böylece yasaklanmış duygu ve fikirler, mimikler ve davranışlarla, yani konversiyon belirtileri olarak dışa vururlar. Ruhsal yakınmaların önemsenmediği ya da zayıflık olarak nitelendirildiği toplumlarda, bedensel belirtiler bakım sağlıyorsa duyguların bedenselleştirilme olasılığı yükselmektedir. Krawetz ve arkadaşları bir çalışmalarında ailedeki duygusal dışa vurum, iletişim, roller ve genel fonksiyonlar göz önüne alındığında yalancı nöbeti olan hastaların puanlarını gerçek epileptik nöbeti olan hastalara oranla istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha kötü bulduklarını bildirmişlerdir (14). Biz bu çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastalarda çocukluk çağı travma öyküsü ve ailesel işlevlerdeki değişiklikleri araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi psikiyatri polikliniğine başvuran DSM IV tanı ölçütlerine göre konversiyon bozukluğu tanısı almış hastalar öncelikle nörolojik ve diğer hastalıklar yönünden değerlendirildi. Gerekenlere laboratuar tahlilleri de yaptırılıp organik etiyolojiler dışlandı. Somatizasyon bozukluğu, ağrı bozukluğu, temaruz, yapay bozukluk, dissosiyatif bozukluk tanısı alanlar çalışma dışı bırakıldı. 25’i erkek 96’sı kadın121 hasta çalışmaya dahil edildi. Majör depresif bozukluk tanısı alan 19’u erkek 31’i kadın 50 hasta ise kontrol grubu olarak alındı. Hasta yakınlarına ve kendilerine anlayabilecekleri sadelikte çalışma hakkında kısaca bilgi verildi ve görüşme için izinleri alındı. Okuma yazması olmayan hastalara formdaki ölçekler tek tek okunarak uygulandı. Genel bir klinik görüşmeden sonra hastalara tarafımızdan hazırlanan sosyodemografik bilgiler; Kısa Fiziksel ve Seksüel Kötüye Kullanım Anketi (15), Çocukluk Çağı Yaşam Olayları Ölçeği (16) ve Aile Değerlendirme Ölçeğinin, yer aldığı bir form uygulandı. Kısa fiziksel ve seksüel kötüye kullanım anketi ( kfs ): Marshall ve arkadaşları tarafından geliştirilen yarı yapılandırılmış bir ankettir. 16 yaşından önceki travmatik yaşantılar sorgulanmaktadır. Bu yaşantıların varlığında 1 puan, yokluğunda 0 puan verilmiştir (15). Childhood Trauma Questionnaire (CTQ) : CTQ Improved to screening for abuse history before age of 18 by Bernstein at. al in 1994 (17), including 40 items, 5’s likert type is a scala. Response options: (1) never, (2) rarely, (3) sometimes, (4) often and (5) frequently been given as. High scores shows the types of abuse occurred more frequently in childhood or adolescence. Bernstein and colleagues performed their study Cronbach alpha coefficient vary 0.79-0.94. The total score can vary between 40-200. High scores refers to the frequency of childhood abuse. Aslan SH, Alparslan ZN (1999) tarafından Türkçeye uyarlanmıştır (16). There are three sub-scales: a) Emotional Abuse and Emotional Neglect: (EA-N.): This section consists of 19 questions The score can be between puan 19-95 b) Physical Abuse (PA): Consists of 16 questions. Score can be between 16-80. c) Sexual Abuse (SA): This subgroup consists of 5 questions and score varies 5-25. Aile değerlendirme ölçeği (ADÖ): ADÖ Epstein ve ark. tarafından geliştirilmiş (18) Bulut tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır (19). Ailenin işlevlerinin (yapısal ve örgütsel nitelikleri ile aile içi ilişki ve etkileşimin ) sağlıklı olup olmadığının değerlendirilmesi amacıyla geliştirilmiştir. Toplam 60 maddeden oluşan ölçeğin 7 alt testi vardır: Problem çözme (6 madde), iletişim (9 madde), roller (11 madde), duygusal tepki verebilme (6 madde), gereken ilgiyi gösterme (7 madde), davranış kontrolü (9 madde), genel fonksiyonlar (12 madde). Bulut tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır (19). Ölçek ile saptanan ortalama değerlerden ‘2.00’ aile işlevlerinde sağlıklı ve sağlıksız işlevleri ayırt eden bir puan olarak alınmakta ve 2.00’ın üzerindeki puanlar aile işlevlerinde sağlıksızlığa doğru bir gidişin göstergesi olarak kabul edilmektedir. İstatistik Çalışmamızda verilerin istatistiksel değerlendirmesi için SPSS istatistik programının 12,0 versiyonu kullanıldı. Sürekli değişkenler için ortalama ve standart sapma değerleri hesaplandı. Tanımlayıcı istatistikler için ayrıca oranlar ve çapraz tablolar yapıldı. İstatistiksel karşılaştırmalarda Student’s t testi, kategorik değişkenler için yapılan çapraz tablolara KhiKare testi kullanıldı. Bulgular Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş (p=0.786), cinsiyet (p=0.457), aylık gelir (p=0.651), yaşadıkları yer (p=0,245), eğitim seviyeleri (p=0,322) ve alışkanlıklar (sigara için p=0.428, alkol için p=0.352) açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Erkek hastalarda motor semptomla başvuran hasta sayısı kadın hastalardan istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha fazlaydı (x2=10,47 p=0,00), konvülziyon bayılma şikayetiyle başvuran hasta sayısı ise kadın hastalarda erkeklere oranla istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha fazla bulundu (x2=6,17 p=0,01). Karma ve duyusal semptom nedeniyle başvuran hasta sayısında ise iki cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (Tablo 1). Tablo I : Semptom dağılımı Erkek Kadın Toplam n=25 n=96 n=121 Motor 11(%44,0) 14 (%14,6) Duyusal 5 (%20,0) 17 (%17,7) Konvülzon bayılma 9 (%36,0) 61 (%63,0) - 4 (%4,2) Karma x2 p (%20,7) 10,47 0,001 (18,2) 0,070 0,79 70 (%57,9) 6,17 0,01 4 (%3,3) 1,077 0,30 25 22 Hastalara yaşamın ilk 16 yaş ve öncesi döneme ait sorulan sorularda, bakım verenden 1 aydan daha fazla travmatik ayrılık olup olmadığı (x2=6,794 p=0,01), şiddetli cezalandırma deneyiminin olup olmadığı (x2=5,578 p=0,02), şiddetli cezalandırma sonucu kendisinde veya kardeşinde yaralanma olup olmadığı (x2=6,301 p=0,01), çocuklukta ya da gençlikte fiziksel ihmalin olup olmadığı (x2=10,839 p= 0,01), çocuklukta veya gençlikte duygusal ihmalin olup olmadığı (x=9,729 p=0,01), intihar girişiminin olup olmadığı (x2=4,052 p=0,04) sorusuna verilen cevaplarda ve toplam puanlarında (x2=10,0307 p=0,00) konversiyon bozukluğu ve depresyon arasında konversiyon bozukluğu lehine istatistiksel olarak anlamlı farlılık saptandı. Ailede madde kötüye kullanımı (x2=1,648 p=0,20), anne baba arasında fiziksel şiddete tanık olma (x2=0,060 p=0,8), yakınları dışında cinsel ilişkiye zorlanma (x2=3,157 p=0,07), bir yakını tarafından cinsel ilişkiye zorlanma (x2=0,438 p=0,50), ebeveyn boşanması (0,836 p=0,36), ebeveyn ölümü (0,073 p=0,78), kendisinde veya ailesinde ciddi hastalık olup olmadığı (x2=2,094 p=0,14), vücuda isteyerek zarar vermenin olup olmadığı (x2=0,0416 p=0,51) sorusuna verilen cevaplarda ise iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı ( Tablo II ). Tablo II: Çalışma grubu ve kontrol grubu kısa fiziksel ve seksüel kötüye kullanım karşılaştırması: Konversiyon Majör depresif bozukluğu (n=121) bozukluk (n=50) 15 (%12,3) x2 p 0 (%0,0) 6,794 0,01 12 (%10,1) 2 (%4,0) 1,648 0,20 44 (%36,4) 9 (%18,0) 5,578 0,02 14 (%11,5) 0 (%0,0) 6,301 0,01 63 (%52,1) 25 (%50,0) 0,060 0,80 12 (%10,1) 1 (%2.0) 3,157 0,08 8 (%6,6) 2 (%4,0) 0,438 0,51 ebeveyn boşanması 2 (%1,6) 0 (%0,0) 00,836 0,36 ebeveyn ölümü 6 (%49,5) 2 (%4,0) 0,073 0,79 26 (%21,5) 6 (%12,0) 2,094 0,15 42 (%34,7) 5 (%10,0) 10,839 0,00 55 (%45,5) 10 (%20,0) 9,729 0,00 18 (%14,9) 2 (%4,0) 4,052 0,04 1 (%8,0) 0 (0,0) 0,416 0,52 89 (%73,5) 24 (48,0) 10,307 0,00 Bakım verenden bir aydan fazla travmatik ayrılık öyküsü Ailede madde kötüye kullanımı veya bağımlığı olan birey olması Şiddetli cezalandırılma deneyimi Şiddetli cezalandırılma sonucu kendisi veya kardeşinde yaralanma öyküsü Anne baba arasındaki fiziksel şiddete tanık olma Yakınları dışında cinsel ilişkiye zorlanma Yakını tarafından cinsel ilişkiye zorlanma Kendisi ve/veya ailede ciddi hastalık Çocuklukta ya da gençlikte fiziksel ihmal Çocuklukta ya da gençlikte duygusal ihmal İntihar girişimi Vücuda isteyerek zarar verme Toplam Duygusal kötüye kullanımda konversiyon bozukluğu lehine anlamlı farklılık bulundu (t=7,70 p=0,00). Fiziksel kötüye kullanımda farklılık yine konversiyon bozukluğu lehine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (t=5,06 p=0,00). Cinsel kötüye kullanımda farklılık konversiyon bozukluğu lehine yine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (t=1,98 p=0,05). Toplam puanlarda ise aynı şekilde konversiyon bozukluğu lehine (t=7,02 p=0,00) farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulundu (Tablo III). Tablo III : Çocukluk Çağı Yaşam Olayları Açısından Çalışma ve Kontrol Grubunun Karşılaştırması: Konversiyon Majör depresif bozukluğu (n=121) bozukluk (n=50) t p Duygusal kötüye kullanım 43,27±13,81 27,52±6,60 7,701 0,00 Fiziksel kötüye kullanım 31,86±10,80 23,76±5,10 5,067 0,00 6,09±2,42 5,36±1,45 1,98 0,05 81,21±23,63 56,48±12,06 7,026 0,00 Cinsel kötüye kullanım Toplam Aile değerlendirme açısından çalışma grubu olan konversiyon bozukluğu, kontrol grubu olan majör depresif bozukluğun karşılaştırmasına bakıldığı zaman problem çözme (t=3,70 p=0,00), iletişim (t=3,78 p=0,00), duygusal tepki (t=3,31 p=0,01) ve genel işlevlerde (t=2,38 p=0,02) konversiyon bozukluğu lehine istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Roller (t=1,7 p=0,09), gereken ilgi (t=0,68 p=0,50) ve davranış kontrolünde (t=0,77 p=0,44) istatistiksel anlamlı farklılık bulunmadı (Tablo IV). Tablo IV: Aile değerlendirme açısından çalışma ve kontrol grubunun karşılaştırması Konversiyon Majör depresif bozukluğu (n=121) bozukluk (n=50) t p Problem çözme 2,60±065 2,17±0,82 3,70 0,00 İletişim 2,68±,60 2,24±0,84 3,78 0,00 Roller 2,55±0,39 2,44±0,39 1,70 0,09 Duygusal tepki 2,54±0,66 2,18±0,63 3,31 0,01 Gereken ilgiyi gösterme 2,45±0,32 2,42±0,31 0,68 0,50 Davranış kontrolü 2,53±0,36 2,47±0,41 0,77 0,44 Genel işlevler 2,52±0,66 2,25±0,76 2,38 0,02 Tartışma Çalışmamızda konversiyon bozukluğu olan grupta yaşamın ilk 16 yılındaki bakım verenden 1 aydan daha uzun süre ayrılık öyküsünün (x2=6,794 p=0,01), şiddetli cezalandırma deneyiminin (x2=5,578 p=0,02), şiddetli cezalandırma sonucu kendisinde veya kardeşinde yaralanma deneyiminin (x2=6,301 p=0,01), çocuklukta yada gençlikte fiziksel ihmalin (x2=10,839 p=0,01), çocuklukta veya gençlikte duygusal ihmalin (x2=9,729 p=0,01), intihar girişiminin (x2=4,052 p=0,04) ve toplam puanlarında (x2=10,307 p=0,00) konversiyon bozukluğu ve depresyon arasında konversiyon bozukluğu lehine istatistiksel olarak anlamlı farlılık saptanmış olması, Karin Roelofs ve arkadaşlarının 1997 ve 2000 yılları arasında yaptıkları bir çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastalarda %67 oranında çocukluk çağı travması öyküsü saptadıklarını bildirmiş olmaları (20), Elisabeth ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada yalancı epileptik nöbeti olan hastaların %51’inde çocukluk çağı dönemine ait fiziksel travma öyküsü varlığı, çocukluk çağındaki fiziksel travma öyküsünün konversiyon bozukluğu etiyolojisinde önemli olduğu tezini doğrulamaktadır (8). Yapılan çalışmalarda çocukluk çağında fiziksel veya cinsel travma geçiren kişilerde, intihar oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir (10,21). Bizim çalışmamızda da 16 yaşından önce intihar girişimi konversiyon bozukluğunda kontrol grubundan daha yüksekti. (p=0.04). Yaşamın ilk 18 yılına ait travma öyküsü özellikle yalancı nöbet tipi konversiyon bozukluğu olan hastalarda bildirilmiştir (4, 9, 10). Alper ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastaların %16’sında fiziksel, %24’ünde cinsel, çocukluk çağı travma öyküsüne rastladıklarını bildirmişlerdir (22). Bizim çalışmamızda yaşamın ilk 18 yılına ait duygusal kötüye kullanım (p=0,00), fiziksel kötüye kullanım (p=0,00), cinsel kötüye kullanım (p=0,05) ve toplam puanlarda (p=0,00) konversiyon ve kontrol grubu karşılaştırıldığında konversiyon bozukluğunun olduğu grup lehine istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde yüksek bulundu. Bu sonuç Karin Roelofs ve arkadaşlarının 1997 ve 2000 yılları arasında yaptıkları konversiyon bozukluğu olan hastalarda %67 oranında çocukluk çağı travma öyküsünün saptandığı, konversiyonlu hastalarda seksüel ihmal %24 oranında saptanırken bu oranın kontrol grubunda %7 bulunduğu, fiziksel kötüye kullanımın ise konversiyon bozukluğunda %28 iken kontrol grubunda %10 bulunduğu ve konversiyon bozukluğu olanlarda ensest vakası oranının %22 iken kontrol grubunda oran %7 bulunduğu çalışmayla da uyuşmaktadır (20). ABD’de yapılan bir çalışmada yalancı epileptik nöbeti olan hastaların %16’sında fiziksel kötüye kullanım öyküsüne rastlandığı kontrol grubunda bu oranın %3 olduğu bildirilmiştir. Aynı çalışmada fiziksel yalancı nöbetin olduğu hastaların %32’sinde, kontrol grubunun %9’unda hem fiziksel hem de cinsel kötüye kullanım öyküsüne rastlandığı da bildirilmiştir (22). Güz ve arkadaşları yaptıkları çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastaların %32’sinde çocukluk çağı travmatizasyonuna rastladıklarını bildirmişlerdir (10). Ülkemizde Şar ve arkadaşlarının Sivas’ta kadın populasyon üzerinde yaptıkları bir çalışmada çocukluk dönemine ait fiziksel travma öyküsü oranını %8,9 cinsel travma öyküsü oranını %2,5 olduğunu bildirmişlerdir (23). Şar ve arkadaşları konversiyon bozukluğu hastalarla yaptıkları başka bir çalışmada ise hastaların %44,7’sinde çocukluk çağı fiziksel kötüye kullanım öyküsü, %26,3’ünde cinsel kötüye kullanım öyküsü saptadıklarını bildirmişlerdir. Bizim yaptığımız çalışmada da konversiyon bozukluğunun olduğu grupta kontrol grubuna oranla çocukluk çağı fiziksel (p=0,00) ve cinsel kötüye kullanım (p=0,05) öyküsünün istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha yüksek olduğu saptanmıştır. Tezcan ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada konversiyon bozukluğu olup da dissosiyatif semptomları olan hastaların %18’inde seksüel kötüye kullanım bildirilirken bu oran kontrol grubunda %5,8 bulunduğu belirtilmiştir. Hastaların %88,9’unda hayatın ilk 18 yaş döneminde fiziksel travma hikayesi olduğu bildirilirken bu oran kontrol grubunda %35,3 olarak bildirilmiştir (24). Bu veriler konversiyon bozukluğunda çocukluk çağı kötüye kullanım öyküsü oranının normal popülasyondan çok yüksek olduğu gibi diğer psikiyatrik bozuklukların oluşturduğu hasta popülasyonlarından da istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha yüksek olduğunu göstermektedir. Freud ve Charcod’dan beri konversiyon bozukluğunda çocukluk çağı cinsel travmaların sık olduğu ve bu sebeple bu kişilerde cinsel çatışmaların fazla olduğu bildirilmiştir (25). Güz ve arkadaşları konversiyon bozukluğu olan hastalarda çocukluk çağı travma öyküsünün mevcut olanlarda olmayanlara oranla cinsel sorunlara daha sık rastladıklarını bildirmişlerdir (10). Alper ve arkadaşlarının ABD’de yaptıkları bir çalışmada yalancı epileptik nöbeti olan hastaların %24’ünde seksüel kötüye kullanım saptarken bu oranı kontrol grubunda %7 olarak bulduklarını, cinsel travmanın konversiyon bozukluğu olan hastalarda daha şiddetli olduğu ve cinsel travmanın mevcut olduğu iki gurup içinde konversiyon bozukluğunun olduğu grupta invazyonun istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha fazla olduğunu bildirmişlerdir (22). Tezcan ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada konversiyon bozukluğu olup da dissosiyatif semptomları olan hastaların %18’inde seksüel kötüye kullanım bildirilirken bu oran kontrol grubunda %5,8 bulunduğu belirtilmiştir. Hastaların %88,9’unda hayatın ilk 18 yaş döneminde fiziksel travma hikayesi olduğu bildirilirken bu oran kontrol grubunda %35,3 olarak bildirilmiştir (24). Çalışmamızda da kontrol grubuna oranla daha yüksek seksüel kötüye kullanım puanlarına rastlanmış olması Bowman ve Marcand’ın psikoterapi ile travmaların ve cinsel çatışmaların çözüldüğü zaman bu hastalığın da düzeleceği tezlerini desteklemektedir (26). Konversiyon bozukluğunda ailesel işlevler bozuktur. Konversiyon belirtilerinin ortaya çıkmasında; yardım arayışı, dikkat çekme isteği, diğer insanları yönlendirme girişimi ya da hasta olmakla elde edilen desteğin sağladığı şartları sürdürme çabasının rolü önemli görülmektedir. Krawetz ve arkadaşları bir çalışmalarında ailedeki duygusal dışa vurum, iletişim, roller ve genel fonksiyonlar göz önüne alındığında yalancı nöbeti olan hastaların puanlarını gerçek epileptik nöbeti olan hastalara oranla istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha kötü bulduklarını bildirmişlerdir (14). Bizim çalışmamızda aile değerlendirme açısından çalışma grubu olan konversiyon bozukluğu, kontrol grubu olan majör depresif bozukluğun karşılaştırmasına bakıldığı zaman problem çözme (p=0,00), iletişim (p=0,00), duygusal tepki (p=0,01) ve genel işlevlerde (p=0,02) konversiyon bozukluğu lehine istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Bu bulgular konversiyon bozukluğunda ailesel işlevlerin önemli oranda bozuk ayrıca konversiyon bozukluğunda depresif bozukluklardan ve diğer anksiyete bozukluklarından daha kaotik bir aile yapısının mevcut olduğunu göstermektedir. Konversiyon bozukluğundaki kadın hakimiyeti de (27-29) göz önüne alınacak olursa, özellikle orta yaş grubundaki bu kadınlar kendi iradeleriyle sorunlarına çözüm bulamadıkları için duydukları rahatsızlıkları, çektikleri acıları sözel olarak ifade edememekteler bilinçaltını ve iletişim aracı olarak beden dilini kullanmaktadırlar. İyice sıkışan bedenselleştirme aracılığıyla rahatlatmaktadırlar. Bu da konversiyon bozukluğunda iyi aile öyküsünün terapiste vakanın dinamiklerinin anlaşılması açısından çok yardımcı ve tedavide yönlendirici olacağı sonucunu doğurur. Sonuç olarak konversiyon bozukluğunda çocukluk çağında duygusal, fiziksel ve cinsel travma öyküsü oranının yüksekliği hastanın bilincindeki çatışmaların etiyolojide önemli olduğu ve tedavide bu etkenlere yönelik yaklaşımın önemi hakkında yol gösterici olabilir. Ailesel işlevler konversiyon bozukluğunda önemli oranda bozulmuştur ki bu durum da terapide ailesel dinamiklere yönelik yaklaşımın önemini artırır. Kaynaklar 1. Richter J, Richter G, Eiseman M. Perceived parental rearing, depression and coping behaviour. A pilot study in psychiatric patients. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemol. 1991; 26: 75-77.2. Breslau N. Psychiatric morbitidy in adult survivors of chilhood trauma. Semin Clin Neuropsychiatry 2002; 7:80-88. 3. Schafer M, Schnack B, Soyka M. Sexual and physical abuse during early childhood or adolescence and later durug addiction. Psychother Psychosom Med Psychol. 2000; 50: 38-50. 4. Bowman ES. Etiology and clinical course of pseudoseizures. Relationship to trauma, depression and dissociation. Pyschosomatics 1993; 34: 333-42. 5. Chu JA, Dill DL. Dissovciative symptoms in relation to child hood physical and sexual abuse. Am J Psychiatry 1990; 147:887-892. 6. Simeon ve ark. The rol of childhood interpersonal traumain depersonalization disorder. Am J Psychiatry 2001; 158: 1027-33. 7. Zanarini MC, Yong L, Frankenburg FR at al. Severity of reported childhood sexual abuse and its relationship to severity of borderline psychopathology and psychosocial impairment among borderline inpatients. J Nerv Ment Dis 2002; 190: 381-7. 8. Elizabet S, Bowman ES, Markand ON. Psychodynamics and psychiatric diagnoses of pseudoseizures subjects. Am J Psychiatry 1996; 153: 57-63. 9. Bowman ES. The differential of epilepsy, pseudo seizures, dissociative identity disorder and dissociative disorder not otherwise specified. Bull Menninger Clin 2000; 64: 164-80. 10. Güz H, Doğanay Z, Çolak Esra, Tomaç Ayşin, Sarısoy G, Özkan A. Konversiyon Bozukluğunda Çocukluk Çağı Travma Öyküsünün Psikiyatrik Belirtilere Etkisi Var mı? Klinik Psikiyatri 2003; 6: 80-5. 11. Binzer M, Eiseman M. Childhood experiences and personality traits in patients with motor conversion symptoms. Acta Psychiatry Scand 1998; 98: 288-95. 12. Draijer N, Bloon S. Trauma, dissociation and dissociative disorders, in multiple personality in the Nedherlands: Astudy on reliability and validity of the diagnosis. Ed,ted by Boon S, Draijer N, Amsterdam, Swets&Zeitlinger 1993; 177-94. 13. Irwin HJ. Proneness to dissociation and traumatic chilhood events J Nerv Ment Dis. 1994; 182: 456-60. 14. Krawets P, M.D., FRCPC, Fleisher W ve ark. Family functioning in subjects with pseudo seizures and epilepsi. J Nerv Ment Dis. 2001; 189: 38-43. 15. Marshall RD, Schneier FR, Lin SH ve ark. Childhood travma and dissociative symptoms in panic disorder. Am J Psychiatry 2000; 157(3): 451-3. 16. Aslan SH, Alparslan ZN. Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği’nin bir üniversite öğrencisi örnekleminde geçerlik, güvenirlik ve faktör yapısı. Türk Psikiyatri Dergisi 1999; 10 (4): 275-85. 17. Bernstein DP, Fink L, Handelsman L, Foote J, Lovejoy M, Wenzel K, Sapareto E, Ruggiero J. Initial reliability and validity of a new retrospective measure of child abuse and neglect. Am J Psychiatry 1994; 151: 1132-6. 18. Epstein, N. B., Baldwin, L. M., & Bishop, D. S. The McMaster family assessment device. Journal of Marital and Family Therapy 1983; 9: 171–80. 19. Bulut I. Aile değerlendirme el kitabı, Özgüzeliş Matbaası, Ankara 1990. 20. Karin Roelofs, Ph D., Ger P.J. Keijser, Ph. D. at al. Childhood abuse in patients with conversion disorder .Am J Psychiatry 2002; 159: 1908-13. 21. Rosenbaum M. Psychogenic seizures--why women? Psychosomatics 2000; 41(2): 147-9. 22. Alper K ve ark. Non epileptic seizures and child hoodsexualand physicalabuse. Neurology 1993; 43: 1950-3. 23. Şar V. M.D., Akyüz G. M.D., Kundakçı T. M.D., Kızıltan E. M.D., Doğan O. M.D. Childhood trauma, dissociation, and psychiatric comorbidity in patients with conversion disorder. Am J Psychiatry 2004; 161: 2271-6. 24. Tezcan E, Atmaca M ve ark. Dissociative disorders in turkish inpatients with conversion disorder. Comprehensive Physchiatry 2003; 44 (4): 324-30. 25. Roesler TA, McKenzie N. Effects of childhood trauma on psychological functioning in adults sexually abused as children. J Nerv Ment Dis. 1994; 182(3): 145-50. 26. Bowman ES, Markand ON. Psychodynamics and psychiatric diagnoses of pseudoseizure subjects. Am J Psychiatry. Jan. 1996; 153(1): 57-63. 27. Uğuz Ş, Toros F. Konversiyon bozukluğunda sosyodemografik ve klinik özellikler. Türk Psikiyatri Dergisi 2003; 14(1): 51-8. 28. Bhatia MS, Vaid L. Hysterical aphonia-an analysis of 25 cases. Indian J Med Sci. 2000; 54: 335-8. 29. Özen Ş, Özbulut Ö , Altındağ A , Arıcıoğulları Z. Acil serviste konversiyon bozukluğu tanısı konan hastaların sosyodemografik özellikleri, stres faktörleri,I. ve II. Eksen eş tanıları Türkiye’de Psikiyatri (2). 2000. Olgu sunumu / Case report SAĞ KORONER ARTERDEN KÖKEN ALAN SOL ANA KORONER ARTERİN 64 KESİTLİ BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ İLE GÖRÜNTÜLENMESİ Adnan Burak AKÇAY*, Nihat ŞEN* Ufuk İYİGÜN*, Ramazan DAVRAN**, Mahmut GÜNGÖR*, Tevfik Tansu KESİCİ*, Mehmet ÖFGELİ*, Fatih YALÇIN* *Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Sökmen Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı **Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Sökmen Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı Geliş Tarihi / Received: 15.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 23.09.2011 ÖZET Koroner arter çıkış anomalileri sıklıkla benign bir durum olup herhangi bir nedenle yapılan koroner anjiografi sırasında saptanmaktadır. Nadir olarak görülen bazı tipleri seyirleri dolayısıyla ciddi klinik sonuçlara neden olabilmektedir. Kırk üç yaşında bayan hasta son zamanlarda gittikçe artan efor anginası şikayeti ile başvurdu. Ağrısının tipik karakterde olması nedeniyle yapılan koroner anjiografide sol ana koroner arterin sağ sinüs valsalvadan çıktığı saptandı. Yapılan 64 kesitli bilgisayarlı tomografi (BT) ‘de sol ana koroner arterin pulmoner arterin ön tarafında seyrettiği tespit edildi. Biz koroner arter anomalisi olan bu hastada yeni görüntüleme tekniklerinin önemini vurgulamayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Koroner anomali, sol ana koroner arter, çok kesitli bilgisayarlı tomografi THE ANOMALY OF LEFT MAİN CORONARY ARTERY ORİGİNATİNG FROM THE RİGHT CORONARY ARTERY DETECTED BY 64-SLİCE MULTİDETECTOR COMPUTED TOMOGRAPHY ABSTRACT Coronary artery origin anomalies are usually benign and determines in angiography which made with any causes. Some types of these anomalies which seen rarely can cause serious results. The 43 year old female patient was admitted to the hospital worsing chest pain in the last times. Chest pain was typical, so we planned coronary angiography. In angiography we determined originating the left main coronary artery from right sinus valsalva. In 64-slice multi-detector competed tomographic angiography the left main coronary artery was lying in front of the pulmonary artery. We aimed to emphasize the importance of new imaging modalities in a patient with coronary artery anomallies. Keywords: Coronary anomaly, left main coronary artery, multi-slice computed tomography Giriş Koroner arter anomalileri invaziv koroner anjiyografi yapılan hastaların %0.3 ile %1.3’ünde, rutin otopsi incelemelerinin ise %1’inde saptanmaktadır (1) Sol ana koroner arterin sağ sinüs valsalvadan çıkış anomalisi oldukça nadir görülen bir durumdur. Tüm koroner arter anomalilerinin %1-3’ünü oluşturmaktadır (2,3). Nadir görülmesine rağmen, sol ana koroner arterin çıktıktan sonraki seyri dolayısıyla farklı klinik durumlara neden olabilmektedir. Bu klinik durumlar; tedavi gerektirmeyen bir durumdan ani ölüme kadar sebebiyet verebilen ve açık kalp cerrahisi gerektiren bir yelpazede karşımıza çıkabilir. Bu yazıda, sol ana koroner arterin sağ sinüs valsalvadan çıktığı olgu sunulacak ve konuyla ilgili literatür gözden geçirilecektir. Olgu sunumu Kırk üç yaşında bayan hasta acil servise göğüs ağrısı yakınması ile başvurdu. Yaklaşık bir yıldır eforla ortaya çıkan, 5-10 dakika kadar süren göğüs ağrısı yakınması olan hastanın bu şikayetleri son bir haftadır şiddetlenmişti. Acil servise geldiğinde nefes darlığının eşlik ettiği göğüs ağrısı şikayeti vardı. Hastanın özgeçmişinde ve soy geçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Fizik muayenede TA:110/60 mmHg, Nb:76 atım/dk, kalp ritmik ek ses veya üfürüm yoktu. EKG’de herhangi bir değişiklik saptanmadı. Kardiyak enzim ve troponin değerleri normal sınırlardaydı. Hastanın yapılan koroner anjiografisinde; sol ana koroner arterin sağ sinüs valsalvadan çıktığı saptandı (Şekil 1,2,3). Koroner arterlerde lezyon saptanmadı. Yapılan 64 kesitli BT anjiografi sonucunda, sol ana koroner arterin pulmoner arter önünde seyrettiği ve prepulmoner tip ile uyumlu olduğu saptandı (Şekil 4). Medikal tedavi kararı alınan hasta önerilerle taburcu edildi. Tartışma Koroner arter anomalilerinin çoğu klinik belirti vermezken, genellikle koroner anjiografi sırasında rastlantısal olarak saptanmaktadır (4). En yaygın görülen koroner arter anomalileri;sol ön inen koroner arter ve sirkumfleks arterin sol sinus valsalva’da ayrı ostiumlardan köken alması, sirkumfleks arterin sağ sinus valsalva veya sağ koroner arterden köken alması ve koroner arter fistülleridir. Sol ana koroner arterin sağ sinüs valsalvadan çıkış anomalisi çok sık görülmeyen bir anomalidir (5). Sheldon ve arkadaşları koroner anjiografi yapılan ve koroner anomali saptanan 38703 hastanın 601’inde(%1.5) bu anomaliyi saptamışlardır (6). Roberts ve arkadaşları, sol ana koroner arterin seyrine göre bu anomaliyi 4 tipe ayırmıştır. Buna göre sol ana koroner arter, pulmoner arterin önünde (prepulmoner), aortanın arkasında (retroaortik), ventriküler septumla sağ ventriküler infindibulum yakınında (septal veya subpulmonik) veya aorta ile pulmoner arter arasında (interarterial veya preaortik) olabilmektedir. Bu anomalide sol ana koroner arter, aort ve pulmoner arter arasında seyrederse ciddi sonuçlara yol açabilmektedir (1). Bizim hastamızda sol ana koroner arter, sağ sinüs valsalvada sağ koroner arterden ayrı bir ostiumla çıkmaktaydı. Koroner anjiyografik olarak anomalili koroner arterin seyri iki boyutlu görüntü nedeniyle tanısal yanlışlıklara neden olabilmektedir (7). Koroner arter anomalilerinin değerlendirilmesinde, invaziv anjiyografi son yıllara kadar altın standart tanı yöntemi olarak kabul edilmekteydi. Bu anomalilerinin değerlendirilmesinde sadece iki boyutlu imajlara sınırlı kalınmasından dolayı; koroner arter seyirlerinin belirlenmesinde tekniklerindeki hızlı gelişim hatalı sonuçlar sonucunda, verebilmesi günümüzde ve koroner kesitsel arter görüntüleme anomalilerinin değerlendirilmesinde ilk tercih edilen yöntem olmaktan çıkmıştır (8). Bu nedenle hastalığın kesin seyrini ortaya koyabilmek amacıyla, hastamıza 64 kesitli BT anjiyografik inceleme yaptık. Sonuç olarak sol ana koroner arterin; pulmoner arterin ön tarafında seyrettiğini (prepulmoner) tespit ettik. Sol ana koroner arterin interarterial seyrettiği olgularda, 20 yaş öncesi mortalite oranı yüksektir. Ölüm, genellikle yorucu fiziksel aktivite sonrasında meydana gelmektedir. Egzersiz sırasında sol ana koroner arter, genişlemiş aort ve pulmoner arterler arasında sıkışır. Sol ana koroner arterin iki büyük arter arasında sıkışmasına bağlı olarak özellikle efor esnasında angina pektoris, akut miyokard infarktüsü, senkop ve ani ölüm tanımlanmıştır (5,9,10). Sonuçta sağ sinüs valsalvadan çıkan sol ana koroner arter seyrinin tespiti oldukça önemlidir. Koroner anjiyografinin, iki boyutlu olması nedeniyle tanısal hatalara neden olma riski vardır. Non invazif bir yöntem olan çok kesitli BT anjiyografi, interarteryel seyrin fatal sonuçlarının olması nedeniyle arter seyrinin tespiti için çok yüksek doğruluk oranıyla kullanılabilir. Şekil açıklamaları Resim 1: Sol sistemin sağ koroner sinüsten çıkışını gösteren sol anterior oblik görüntüsü Resim 2: Sol sistemin sağ koroner sinüsten çıkışını gösteren sağ anterior oblik görüntüsü Resim 3: Sol sistemin sağ koroner sinüsten çıkışını gösteren aortografi görüntüsü Resim 4: Koroner anomalinin BT anjiografi görüntüsü Kaynaklar 1- Roberts WC. Major anomalies of coronary arterial origin seen in adulthood. Am Heart J. 1986; 111: 941-63. 2- Click RL, Holmes DJ Jr,Vlietstra RE et al. Anomalous coronary arteries: location, degree of atherosclerosis and effect on survival: a report from a coronary artery study. J Am Coll Cardiol. 1989; 13: 531-7. 3- Donaldson RM, Raphael MJ, Yacoub MH et al. Hemodynamically significant anomalies of the coronary arteries: surgical aspects. Thorac Cardiovasc Surg. 1982; 30: 7-13. 4-Yamanaka O, Hobbs RE. Coronary artery anomalies in 126.595 patients undergoing coronary arteriography. Cathet Cardiovasc Diagn. 1990; 21: 28-40. 5-Angelini P, Velosco JA, Flamm S. Coronary anomalies: İncidence, pathophysiology and clinical relevance. Circulation 2002; 105: 2449-54. 6-Sheldon WS, Hobbs RE, Millit D, Raghavan PV, Moodie DS. Congenital variations of coronary anatomy. Cleve Clinic Q. 1980; 47: 126-30. 7-Ishikawa T, Brandt PWT. Anomalous origin of the left main coronary artery from the right anterior aortic sinus: angiographic definition of anomalous course. Am J Cardiol. 1985; 55: 770-6. 8-Ropers D, Moshage W, Daniel WG, et al. Visualization of coronary artery anomalies and their anatomic course by contrast-enhanced electron beam tomography and three-dimensional reconstruction. Am J Cardiol. 2001; 87: 193-7. 9- Safi AM, Rachko M, Tang A, Ketosugbo A, Kwan T, Afflu E. Anomalous origin of the left main coronary artery from the right sinus of Valsalva: disabling angina and syncope with noninteratrial courses case report of two patients. Heart Dis. 2001; 3: 24-7. 10- Rigollaud JM, Jimenez M, Vallot M, Laborde N, Latrabe V, Choussat A. Myocardial infarction in a child with an anomalous left coronary artery arising from the right coronary sinus. Arch Mal Coeur Vaiss 2001; 94: 499-503. Özgün makale / Original article MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ ACİL SERVİSİNE BAŞVURAN ADLİ OLGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Cem ZEREN*, Ali Karakuş**, Adnan Çelikel*, Koca Çalışkan**, Akın Aydoğan***, Ramazan Karanfil****, Murat Çelik***** *Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp AD. **Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İlk Yardım ve Acil AD. ***Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD. ****Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp AD. *****Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD. Geliş Tarihi / Received: 16.08.2011, Kabul Tarihi / Accepted: 22.09.2011 ÖZET Özellikle acil birimlere travma nedeniyle gelen bireylerin eksiksiz muayene edilmesi, bulguların kayıt altına alınması ve bildirilmesi hekimlerin önemli sorumluluklarından biridir. Bu çalışmada acil servisinde çalışan hekimlerin travmalı hastalar hakkında düzenleyecekleri raporların önemine dikkat çekilmesi amaçlandı. Ocak 2008- Ekim 2011 tarihleri arasında Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi Acil servisine gelen adli nitelikteki olguların kayıtları geriye yönelik incelendi. Belirtilen süre içerisinde 843 adli olgu kaydı mevcut olduğu görüldü. Olguların 581 (%68.9)’i erkek, 262(%31.1)’i kadındı. Yaşları 1 ile 121 arasında idi. Geliş nedenlerine göre sıklıkla %40.1 i trafik kazası %16.7’i intoksikasyon olduğu saptandı. Mevsim olarak en sık yaz ve ağustos aylarında olduğu görüldü. Acil birimlerde çalışan hekimlerin iş yükünün bir kısmını da adli raporların düzenlenmesi oluşturmaktadır. Bir taraftan tedavi edici hekimlik mesleği yerine getirilirken, diğer taraftan yasal sorumluluklarını adli rapor düzenlemekle yerine getirmek zorundadırlar. Bu da eksiksiz ve tam bir rapor düzenlemekle olacaktır. Anahtar Kelimeler: adli olgu, acil servis, adli rapor EVALUATION OF FORENSIC CASES IN EMERGENCY SERVICE, MUSTAFA KEMAL UNIVERSITY HOSPITAL OF MEDICAL FACULTY ABSTRACT Recording and reporting the findings of trauma patients admitted to emergency departments, is among important responsibilities of physicians. In this study. İt is aimed to draw attention to the importance of the forensic reporting about trauma patients issued by emergency physicians. Records of forensic cases admitted to Emergency Department of Hospital of Medical School of Mustafa Kemal University, between January 2008 and October 2011 were retrospectively investigated. There was 843 forensic cases in the study period. Of these, 581 (68.9%) were male and 262 (31.1%) were female. Their ages ranged between 1 and 121 years. The most frequent cause of admission was traffic accidents (40.1%), followed by intoxications (16.7%). Most of forensic cases were concentrated during summer months, especially in August. Preparing forensic reports accounts for a workload for physicians working in emergency departments.. Besides providing emergent medical interventions, they are obliged to fulfill the legal responsibilities of preparing a complete forensic report. Keywords: forensic cases, emergency services, forensic reports Giriş ve Amaç Kişilerin kasıtlı veya kasıtsız davranışlar bağlı fiziksel veya ruhsal olarak sağlığının bozulması adli olgu olarak değerlendirilmektedir. Bu olayların soruşturulması ve araştırılması aşamasında olguların muayenesi ve adli rapor düzenlenmesi büyük önem arz etmekte ve adli mercilere yol gösterici olmaktadır(1-3). Bu kapsamda değerlendirilen darp, trafik kazası, ateşli silah ve patlayıcı madde yaralanması, her türlü alet yaralanması, yanık, elektrik çarpması, asfiksi, işkence ve kötü muamele, çocuk istismarı, düşme ve diğer yaralanmalar, zehirlenmeler, intihar girişimleri gibi olayların oldukça fazla nedenleri olduğu düşünüldüğünde; adli olgular acil servis hekimlerinin sık karşılaştığı vakalardandır. ( 1, 3-5 ) Suç içeren şiddet ve neden olduğu travma tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur(6). Sağlık sorunlarına ek olarak yasalarda suça konu teşkil edebilecek her türlü yaralanmalar ile ilgili pek çok düzenleme olup hukuki sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca TCK 279 ve 280. maddeleri gereğince olayın soruşturulması ve kovuşturulması için sağlık personeli adli vakaların bildirimini yapmakla yükümlü kılınmıştır(7,8). Bu nedenle hastanın muayene ve tedavisinin yanında tıbbi belge ve adli raporların zamanında ve eksiksiz düzenlenmesi hekimin önemli sorumluluklarından birisidir(9). Bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servise başvuran adli nitelikteki olguların demografik özellikleri incelenerek bu birimde çalışan hekimlerin yasal sorumlulukların vurgulanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem Bu çalışmanın örneklemi Mustafa Kemal Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Acil Servisine 01.01.2008-06.07.2011 tarihleri arasında başvuran adli nitelikte 843 olgunun demografik özellikleri retrospektif olarak incelenerek SPSS programında istatiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular Belirtilen tarihler arasında acil servise başvuran toplam hasta sayısı 67907, toplam adli vaka sayısı 843 idi. Adli vakaların tüm vakalara oranı 0,01 olarak tespit edildi. Olguların cinsiyete ve yaş ortalamaları Tablo-1 de gösterilmiştir. Tablo-1: Olguların yaş ve cinsiyete göre dağılımı. N Minimum Maksimum Ortalama Standart sapma Erkek olguların yaş dağılımı 581(%69) 1,00 88,00 27,88 14,97 Kadın olguların yaş dağılımı 262(%31) 1,00 121,00 28,50 17,94 Yaş gruplarına göre dağılım incelendiğinde erkek olguların %77.8’inin 18-65 yaş olduğu, kadın olguların %70.2’sinin 18-65 yaş olduğu görüldü (Tablo 2). Adli olgu oluş mekanizmaları incelendiğinde erkeklerde en sık trafik kazası (n:256,%44.1) kadınlarda zehirlenme (n:99,%37.8) görüldü. Diğer nedenler arasında darp, ateşli silah yaralanmaları, kesici alet yaralanmaları, iş kazaları ve diğer şekillerde olan yaralanmalar vardı (Tablo-3). Tablo-2: Olguların yaş gruplarına göre dağılımı. Yaş Erkek 0-2 3-17 18-65 65 ve üzeri Toplam Kadın 0-2 3-17 18-65 65 ve üzeri Toplam N 14 102 452 13 581 9 55 184 14 262 % 2,4 17,6 77,8 2,2 100,0 3,4 21,0 70,2 5,3 100,0 Tablo-3: Olguların Hayati Tehlike dağılımı. Hayati tehlike N Erkek Kadın % Hayati tehlike var 112 19,3 Hayati tehlike yok 466 80,2 Belirtilmemiş 3 ,5 Toplam 581 100,0 Hayati tehlike var 32 12,2 Hayati tehlike yok 230 87,8 Toplam 262 100,0 Adli olguların hayati tehlike durumları tablo-4 te gösterilmiştir. Lezyonun basit tıbbi müdahale (BTM) ile düzelip düzelmeyeceği incelendiğinde kadınların %60.7 ve erkeklerin %49.2’si BTM düzelir durumda idi (tablo-5). Tablo-4:Adli olguların dağılımı Erkek Kadın Trafik kazası Tablo-5: Olguların BTM dağılımları N 256 % 44,1 İş kazası 35 6,0 Darp ve kavgalar 71 12,2 Delici kesici alet yaralanması 45 7,7 Ateşli silah yaralanması 48 8,3 İntoksikasyon 42 7,2 Diğer şekiller 84 14,5 Toplam 581 100,0 Trafik kazası 85 32,4 İş kazası 2 ,8 Darp ve kavgalar 20 7,6 Delici kesici alet yaralanması 3 1,1 Ateşli silah yaralanması 6 2,3 İntoksikasyon 99 37,8 Diğer şekiller 47 17,9 Toplam 262 100,0 Erkek Kadın N % BTM ile giderilebilir 286 49,2 BTM ile giderilemez 216 37,2 Belirtilmemiş 79 13,6 Toplam 581 100,0 BTM ile giderilebilir 159 60,7 BTM ile giderilemez 65 24,8 Belirtilmemiş 38 14,5 Toplam 262 100,0 Olguların yatırıldığı bölümler tablo-6 da gösterilmiştir Tablo-6: Olguların yattığı bölümler Erkek Kadın N % Beyin cerrahi 27 4,6 Göğüs cerrahi 2 ,3 Genel cerrahi 21 3,6 Ortopedi 100 17,2 Acil servis 47 8,1 Diğer 34 5,9 Yalnız gözlem 350 60,2 Toplam 581 100,0 Beyin cerrahi 8 3,1 Göğüs cerrahi 1 ,4 Genel cerrahi 2 ,8 Ortopedi 27 10,3 Acil servis 101 38,5 Diğer 13 5,0 Yalnız gözlem 110 42,0 Toplam 262 100,0 Olgular başvuru aylarına göre değerlendirildiğinde en sık başvuru ağustos ve eylül ayında oldu ( Grafik-1) Erkek olguların %46.3ünde ortopedik problemler görülürken , %10.7 sinde çoklu organ hasarı mevcuttu. Kadın olguların %30.9’unda ortopedik problemler, %45.4 ünde herhangi bir doku hasarı yoktu. Erkek olguların 330’u (%56.8) evine taburcu edildi, 187’si (%32.2) hastaneye yatışı yapıldı,39’u(%6.7) yoğun bakıma yatırıldı. 13 hasta (%2.2) bir üst merkeze sevk edilirken, 12 hasta(%2.1) ex oldu. Kadın olguların 107’si (%40.8) evine taburcu edildi.138 olgu (%52.7) hastanede yatırıldı, 12 olgu (%4.6) yoğun bakıma yatırıldı. 2 olgu (%0.8) ex oldu. Aralık 120 Nisan 100 Şubat Kasım 80 Ocak 60 Mart Ekim 40 Mayıs 20 Haziran Temmuz 0 Tartışma Acil servise başvuran olguların önemli bir bölümünü de adli nitelikteki olgular oluşturmaktadır. Çalışmamızda adli olguların özellikle yaz aylarında artış gösterdiği ve büyük bölümünü genç-erişkin bireylerin oluşturduğu görülmüştür (tablo-2, grafik-1). Literatür ile uyumlu bulunan bu bulgular özellikle kişilerin fiziksel aktivitelerin arttığı mevsim ve yaş durumuna bağlı olduğu düşünülmüştür. (4, 10, 11) TURLA ve ark. acil servise gelen adli olguların en fazla (%60,9) trafik kazası nedeniyle hastaneye getirildiği, bunu zehirlenme ve darp olgularının izlediği, zehirlenme olgularının %63,3’ü gıda zehirlenmesi olduğu(4), Seriken M. ve ark. acil servise başvuran adli olguların incelendiği çalışmalarında; etiyolojiye göre dağılımda en büyük grubu trafik kazaları oluşturduğu (%68,3 n=2201), kesici, delici alet yaralanmaları ikinci sırada yer aldığı (%12,8 n=413) bildirilmiştir. (12). Çalışmamızda erkek olguların en sık trafik kazası ve darp, kadınların ise intoksikasyon nedeniyle başvurduğu ve bunu trafik kazaları başvurularının takip ettiği görülmüştür. Adli raporların düzenlenme aşamasında yasalarımız gereği adli mercilerce, meydana gelen yaralanmanın yaşamsal tehlike ve basit tıbbi müdahale açısından değerlendirilmesi özellikle istenmektedir. Bu değerlendirmenin yapılmadığı adli raporların, eksik olması yanında adaletin sağlanmasına yardımcı olmaktan da uzak olacağı açıktır. Olguların 117 sinde basit tıbbi müdahale, 3 olguda ise yaşamsal tehlike değerlendirilmesinin yapılmadığı görülmüştür. Acil servis hekimlerinin, adli vakaların değerlendirilme ve raporlandırılma sürecinde zorlandıkları, hukuki süreç hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları düşünülmüştür. Konu ile ilgili yapılan bir çalışmada, acil servise başvuran adli olguların %20,1’lik kısmında kesin hekim rapor verildiği ve bunların büyük kısmının basit yaralanması olan (sıyrık, abrazyon, kontüzyon, kesi) hastalara ait olduğu (n=411, %63,4), etyolojiye göre kesin rapor verilme durumunun zehirlenme olgularında en düşük orana sahip olduğu bildirilmiştir (%4,4) (12). Tayvanın taipei kentinde acil servise başvuran 114 cinsel saldırı olgularının (107 erkek, 7 kadın) incelendiği çalışmada; yaşlarının 3 ile 49 arasında olup ortalama 17.9 olduğu, tüm olguların %72.3’ünde fiziksel travma bulgularının tespit edildiği bildirilmiştir. Genel vücut travma bulguları ilk 72 saat içinde yapılan fizik muayene ile anlamlı şekilde belirgin olarak tespit edildiği belirtilmiştir(13). Adli yargılama sürecinde bireylerin vücudunda meydana gelen yaralanma ağırlığına göre saldırgana suç atfedilmektedir. Bu nedenle olay sonrasında düzenlenen adli raporlar önemli bir delil niteliği teşkil etmektedir. Adli yargılama aşamasında çıkacak sorunlar ve iddialar nedeniyle olaydan uzun süre sonra tekrar değerlendirme yapılması gerekebileceğinden adli raporların düzenlenmesinde gereken önemin titizlikle gösterilmesi gerekmektedir. Ankara Gazi Üniversitesi hastanesi Acil servisinde başvuran trafik kazası yaralanmalarının değerlendirildiği 8800 vaka üzerinden yapılan çalışmada; 262 vakanın trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle başvurmuş olup bunların 38.2% (100)’si kadın, 61.8% (162)’si erkek olduğu, trafik kazası olgularının en çok %27.9’luk oranla 25 yaş altı grubun oluşturduğu bildirilmektedir. Olguların 60.3% oranında acil servis sistemiyle ambulans tarafından hastaneye getirildiği, en çok yaralanma şekli (54.9%,) kafa ve boyun yaralanmalarını içeren multitravmalı olguları olduğu tespit etmişlerdir. 1.1% (n=3) olgu acil serviste öldüğü belirtilmiştir(14). Acil servise başvuran 1100 fiziksel saldırı olgusunun değerlendirildiği çalışmada; erkek kadın oranının 3.6/1, erkelerde en sık görülen yaş aralığının 16-25 yaş, kadınlarda ise 26-35 yaş aralığında olduğu, en çok yaralanma şeklinin kontüzyon olup bunu kesi yaraları takip ettiği, en sık kullanılan silahın tahta sopa olup bunu yumruk ve tekme izlediği, en çok etkilenen anatomik vücut bölgesinin kafa ve boyun olup bunu ekstremitelerin izlediği, kadınlara saldırı en çok eşleri tarından yapıldığı ancak erkeklere saldırıda spesifik olmayan durumlar ve komşusu tarafından yapıldığı, fiziksel saldırı yaralanmalarının en çok akşam ve gece yarısı meydana geldiğini bildirmişlerdir(11). Tüm dünyada şiddet suçları artış gösterdiği göz önüne alındığında, yaralanmaların uygun olarak değerlendirmesi, yorumlanması ve dokümantasyonu bir adli hekimin en önemli görevlerinden birisidir. Değerlendirme ve dokümantasyonun amacı mahkemelerde bazen yaralanmanın nasıl ve ne şekilde meydana geldiği konusunun anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Bu iki önemli konu hekimler tarafından nadiren uygun ve tam olarak yapılmaktadır(1). Adli olguların araştırılması için adli mercilere bildirilmelidir. Suç ve şiddet şekilleri değiştikçe yeni anti şiddet yasaları uygulanmalı, yasal düzenlemelerle toplumun ihtiyacının karşılanması gerekmektedir(6). Sonuç olarak adaletin sağlanmasında önemli bir delil niteliğinde olan adli raporların düzenlenmesinde adli olgu ile ilk olarak karşılaşma sıklığı yüksek olan acil hekimlerin önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Bununla birlikte yasalarımız gereği ihbar yükümlülüğü de bulunan hekimlerin adli ve hukuki sorumlulukları konusunda bilgi, beceri ve farkındalıklarının artırılmasına yönelik eğitim programlarının düzenlenmesinin gerektiği düşünülmüştür. Kaynaklar 1. Payne JJ, Crane J, Hinchliffe JA. Injury Assesment, Documentation and Interpretation. Clinical Forensic Medicine. A Physician’s Guide, Second Edition, Ed: Margaret M.Stark. Humana Press. Totowa New Jersey 2005; 127-58. 2. Turla A, Aydın B. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesine Başvuran Adli Nitelikli Çocuk Olguların Değerlendirilmesi. Adli Tıp Bülteni 2007; 12: 106-11. 3. Türkmen N, Akgöz S, Çoltu A, Ergin N. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisine Başvuran Adli Olguların Değerlendirilmesi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2005; 31: 25-29. 4. Turla A, Aydın B, Sataloğlu N. Acil Serviste Düzenlenen Adli Raporlardaki Hata ve Eksiklikler. Ulus Travma Acil Cerrahi Dergisi 2009; 15(2): 180-4. 5. Binay Ç, Şahin GT, Biçer S, Gemici H, Şahin Ş, Bahar S, Şiraneci R, Engerek N. Çocuk Acil Ünitesi 2006 Yılı Zehirlenme Vakalarının Değerlendirilmesi. Akademik Acil Tıp Dergisi 2010; 9(1). 6. Sharma BR. Clinical forensic medicine in the present day trauma-care system--an overview. Injury. 2006; 37(7): 595-601. 7. Türk Ceza Kanunu. Seçkin Yayınevi, Ankara 2008. 8. Çetin G. Türk Ceza Kanunu Açısından Yaralanmalar. Adli Tıp Ders Kitabı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul 2011; 241-54. 9. Özaslan A, Kolusayın Ö. Hekimin Yasal Sorumlulukları. Adli Tıp Ders Kitabı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul 2011; 13-40. 10. Eryılmaz M, Durusu M, Cantürk G, Menteş MÖ, Özer MT, Çevik E, Törer N, Avcı A, Kaldırım Ü. Adli Olgularda Anatomik Ve Fizyolojik Travma Skorlama Sistemlerinin Rolü. Ulus Travma Acil Cerrahi Derg. 2009; 15(3): 285-92. 11. Subba SH, Binu VS, Menezes RG, Kumar V, Rana MS. Physical assault related injuries in Western Nepal--a hospital based retrospective study. J Forensic Leg Med. 2010 17(4): 203-8. 12. Serinken M, Türkçüer İ, Acar K, Özen M. Acil Servis Hekimleri Tarafından Düzenlenen Adli Raporların Eksiklik ve Yanlışlıklar Yönünden Değerlendirilmesi. Ulus Travma Acil Cerrahi Derg. 2011; 17 (1): 23-8. 13. Hwa HL, Chen SC, Wu MZ, Shun CT, Liu SK, Lee JC, Chen YC. Analysis of cases of sexual assault presenting at a medical center in Taipei. Taiwan J Obstet Gynecol. 2010; 49(2): 165-9. 14. Aygencel G, Karamercan M, Ergin M, Telatar G. Review of traffic accident cases presenting to an adult emergency service in Turkey. Forensic Leg Med. 2008; 15(1): 1-6.