21-ci əsrin pəncərəsindən Mədəniyyət və Kimlik Beynəlxalq

advertisement
XƏZƏR UNİVERSİTETİ
ERCİYES UNİVERSİTETİ
21-ci əsrin pəncərəsindən
Mədəniyyət və Kimlik Beynəlxalq
Simpoziumun materialları
26-28 May 2014
Xəzər Universiteti Nəşriyyatı
Khazar University Press
Bakı 2016
1
© Xəzər Uniiversitəsi Nəşriyyatı, 2016
Bütün hüquqlar qorunur.
Redaktorlar : Doç.Dr. Vurğun Əyyub
Dr. Elza Səmədli
Korrektor :
Günel İsmayılova
Simpoziumun materialları 2 hissədən ibarətdir :
1-ci hissə Dil və ədəbiyyat bölümü və İncəsənət bölmələrini
2-ci hissə isə Tarix-Siyasət, Sosiologiya, KİV (İleteşim), Tibb
və İlahiyyət bölmələrinin materiallarını əhatə edir.
Məruzə və mətnlərindəki elmi yalnışlıqlara və simpoziumun qaydalarına
uyğun olmayan tərtibata görə nəşriyyat məsuliyyət daşımır.
21-ci əsrin pəncərəsindən Mədəniyyət və Kimlik Beynəlxalq Simpoziumun materialları 26-28 May 2014, Xəzər Universiteti Nəşriyyatı, Bakı, 2016, səh. 534
ISBN 978-9952-20-106-2
ISBN 978-9952-20-108-6
21-ci əsrin pəncərəsindən Mədəniyyət və Kimlik
Beynəlxalq Simpoziumun materialları 26-28 May
2014
21-ci əsrin pəncərəsindən Mədəniyyət və Kimlik
Beynəlxalq Simpoziumun materialları 26-28 May
2014 (II cild)
2
KÜLTÜRÜN KİMLİĞE ETKİSİ;EVRENSEL DEĞERLER VE
DÜNYA BİREYİ KİMLİK OLUŞUMU VE KÜLTÜR; DİL, KÜLTÜR İLE
KİMLİK ARASINDA ÇİFT YÖNLÜ BİR KÖPRÜDÜR
Seyfi ÖZGÜZEL
İnsanoğlu sosyal bir yaratık olarak içinde yaşadığı toplumun bir parçasıdır.
Her birey, dil ve dil ötesi becerileri ile iletişimini sağlar. Dil, bir yandan kültürün
taşıyıcısı olup diğer yandan ise taşıdığı kültürün tercümanıdır. Hatta iletişim aracı
olan dil aynı zamanda da, taşıdığı kültürü etkileyen bir faktördür. Böylelikle dil,
kültürün sahip olduğu değerlerin (semboller, din, dil, tarih, sanat, bilim) bireye
taşınmasını sağlar ve bireyin kimliğinin oluşmasınakatkıda bulunur (Özgüzel, 1994).
Latince’de ‘Identitas’ kavramı ‘Kimlik’ ile nasıl görünmek istediğimizi ve ait
olduğumuz grup kimliğini (‘kültürü’) ifade eder. Bu kavramdan Kimlik ve Kültürün
iç içe olduğu anlaşılmaktadır.
Her bireyin kendine özgü bir kimliği vardır, ama bireyin kimliği özellikle
(hayatın ilk kesitinde) dış dünyayla etkileşimden dolayı zamanla değişikliğe
uğrayarak gelişmeye devam eder. Kimlikteki değişmeler yakın çevrenin (çekirdek
gurup) ve bireyin içinde yaşadığı toplumun etkisinde kalır. Bireyin sahip olduğu
kimlik, bireyin bütün yaşam geçmişi ve yaşantısıyla iç içedir. Her insanın yaşantısı
boyunca sahip olduğu yaşam deneyimi kimlik gelişimini etkiler ( Gardner, 1999).
Bir bireyin sahip olduğu kimlik, ait olduğu grubun ve yakın çevresinin aynasıdır.
Kimliğin oluşumunda bireyin zekâ gücü (Nature) önemlidir ama, beynin sahip
olduğu kapasitenin nasıl ve hangi bilgilerle doldurulduğu (Nurture) da çok önemlidir. Aynı aile içinde büyüyen bireyler ortak değerlere sahip olacaklarından, kimlik
yapılarında benzerlikler görülebilecektir. Bu bağlamda aynı örf ve adetlere sahip
‘’Homojen‘’ bir yapıdaki toplumda büyüyen bireyler, sosyal ilişkilerinde toplum
kültürü olarak kabul görmüş (kodlanmış) olan değerleri kullanacaklardır. Bireylerin
sembol ve kodlamaları birbirine benzeyeceğinden, bireylerarası- veya birey-grup
iletişiminde her iki taraf aynı ‘’frekansta’’ iletişim sağlayabilecektir. Kaynak ile alıcı
kodlanan değerleri aynı şekilde yorumlayabileceklerdir.
Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi kültürün taşıyıcısı (tercümanı)
olarak dil, bir bireyin kimliğinin gelişiminde çok önemli bir araç olup, aynı zamanda
da kültürün barındırdığı değerleri, düşünülebilecek bütün iletişim yöntemleriyle dış
dünyaya taşırken de dil ve kültür çok etkili olacaktır. Böylelikle iletişimin önemli bir
aracı olan dil, (grup) kimliğin(in) oluşumunda kültürle birlikte en önemli faktördür
(Extra, 1992; Özgüzel, 1994). Bireyler ait oldukları (aidiyet) gruplara karşı, genellikle uyumlu olma duygusuna sahiptirler. Çünkü grup kimliğinden farklı hareket eden
bireyler o grubun diğer bireyleri tarafından ikaz edilebilir veya dışlanabilirler. Bu
bağlamda bireyin kendini gruba ait olarak görüp görmemesi çok önemlidir. Gruba
ait olarak gördüğünde grubun değerlerini sahiplenir ve ortak bir kimliğin oluşmasına
katkıda bulunur (Hofstede, 1986). Bir birey, normal şartlarda davranışlarını ait
olduğu grubun davranışlarıyla karşılaştırır ve zamanla grupla ortak özellikler taşır.
298
Diğer yandan birey, sahip olduğu farklılıklarla da grubun kültürüne katkıda bulunur.
Kısacası, bireyler bir yandan grup kültürünü oluşturur diğer yandan ise, grup
kültüründen etkilenirler; kültür bireyin kimliğinin oluşmasına katkıda bulunur.
Batı Avrupa’da çok kültürlü toplum modelleri ve Kimlik oluşumu
Hollanda örneği
Batı Avrupa ülkelerinin büyük kentleri, çok farklı etnik köken- ve kültürlere
sahip insanları barındırır. Kendini bir guruba ait olarak gören bireyler, günlük
yaşantılarının önemli bir kısmını genel olarak kendi etnik – kültürel guruplarında
geçirirler. Bu toplumlarda yaşayan gençlerin kimliği de ait oldukları etnik kültürel
grubun baskın (dominant) konumundan çok etkilenir. Örneğin inanç veya etnik köken çok etkin ise, kimlik oluşumu inancın etkisinde şekillenir. Böylelik inanç ağırlıklı kültür, bireyde şekillenen kişilik vasıtasıyla iletişimi etkiler. Yaşantısının önemli
bir kısmını kendi etnik-kültürel gurubunda geçiren insanların kimliğinin oluşmasında, din faktörü çok önemlidir. Birey aynı etnik guruba ait manava, kasaba, süper
markete gider, kredi-finans-ipotek işlerini de yine kendi gurubundan birine ait olan
kurum aracılığıylayapar. Örneğin Batı Avrupa’da yaşayan Türk kökenli bir vatandaş, bulunduğu ülkenin dil ve kültürünü öğrenmeden yaşantısının tamamını Türkçe
konuşan gruplar içerisinde geçirebilecektir. Nitekim Amsterdam’dan Çine kadar her
sokakta Türkçe konuşan birini bulmak mümkündür (Özgüzel, 1994). Bu bağlamda
şu gerçeği de göz önünde bulundurmak gerekir: sınır tanımayan sanal ve görsel
medya, azınlık konumundaki gurupların dilleri aracılığıyla ortak kültürlerini, aynı
kültüre sahip dış kaynaklardan besleyebilmektedir.
Çok kültürlü bir toplumda bir guruba ait olan bireyler, diğer etnik-kültürel
guruplarla etkileşimlerinin az olmasından ve söz konusu ülkedeki milli dil ve
kültürün de azınlıklar tarafından benimsenmemesinden dolayı, o ülkenin dilini iyi
öğrenmemekte ve kültürü de iyi düzeyde tanımamaktadırlar. İletişim yalnızca dil
değildir, yani bir dili biraz bilmek, katılım, kaynaşma ve kariyer için yeterli olmayacaktır. Bundan dolayı da bu durumdaki bir bireyin kendi gurubuna karşı sergilediği
ait olma duygusuna rağmen, diğer guruptan birine karşı önyargı ile ortaya çıkması
olasılığı çok yüksektir (Entzinger, H. & Van der Zwan, 1992). Bunun sonucunda
dahakim guruba karşı güvensizlik, hatta gençlerde saldırgan (agresif) davranış söz
konusu olabilmektedir. Sonuç olarak, bu durumdaki bireyler ya kendilerini izole
etmekte ya da diğerlerini dışlamaktadırlar. Özellikle kendi etnik-kültürel gurupları
içinde yaşayan gençler hâkim guruptan olan vatandaşlarla yalnızca işyerinde ve
resmi kurumlarda muhatap olma durumundadırlar.
Çok Kültürlü toplumlarda farklı toplum modelleri vardır veher modelin birey
kimliğine etkisi de farklıdır. Bu modellerde farklı etnik-kültürel gurupların birbirlerine karşı konumları; tutum ve davranışları belirleyicidir. Örneğin ABD’de
‘Mozaik’ modeli söz konusudur. Burada ekonomi, toplumun çimentosu olarak
insanları bir arada tutan faktördür ve bütün etnik-kültürel gurupların üstündedir.
Toplumdaki her bireyin ekonomik katılımı ve kendi ayakları üzerinde durmak için
mücadele vermesi ön plandadır. Bu durumda da toplumun bütün bireyleri, ekonomik
‘pastanın’ bir dilimine sahip olabilmek için o ülkenin milli dilini ve kültürünü (sosyal
alanda geçerli örf ve adetler) öğrenme zorunluluğunu duymaktadırlar. Buna karşın
299
bireyler kendi kültürel kimliklerini, ait oldukları guruplarında yaşamaktadır. Diğer
toplum modeli ise ‘Gök Kuşağı’ modelidir. Bu modelde hâkim gurup kendini
azınlıktaki diğer guruplardan daha üstün görmektedir. Bu model Avrupa’da 20. ci
yüzyılın ikinci yarısına kadar görülebilmekteydi. Son olarak ta, renklerin iç içe
girdiği Türk Ebru sanatından adını alan ‘Ebru’modeli, yüzyıllar boyunca bir arada
yaşayan farklı etnik – kültürel gurupların birbirlerinden ayrılamayacak kadar iç içe
olduklarını gösteren bir metafordur. Bu model Türkiye için uygun bir toplumsal
model olarak kabul edilir (Tarhan, 2012).
Paul Scheffer’in 2000 yılında Hollanda’da büyük yankı uyandıran ‘Çok Kültürlü Drama’ adını verdiği araştırmasıyla, Hollanda'da farklı etnik-kültürel guruplarıniç içe değil de, yan yana yaşamakta olduklarını ortaya koymuştur. Her gurubun
kendi inancı, inancına göre bir araya geldiği mekânı, kahvesi, okulu, müziği
veidolleri vardır. Bu araştırma ‘eski’ ve ‘yeni ‘ Hollandalıların kendi aralarında doğru dürüst iletişim sağlamadıklarını ve birbirleri hakkında önyargılı olduklarını ortaya
koymuştur. Bu araştırmayla, Hollanda toplumunu bir arada tutan faktörler adlandırılamadığı için, kolaylık olması açısından topluma çok kültürlü toplum denilmekte
olduğu ortaya konulmuştur. Kendi dil ve kültürünü (ve de geçmişini) iyi tanımayan,
örf ve adetlerine sahip olmayan bir toplum, etnik-kültürel guruplara ne iyi örnek
olabilir, ne de onların kaynaşmalarına bir şeyler sunabilir veya yardımcı olabilir!Bir
ülkenin önce etnik-kültürel guruplardan ne istediğini ve neden istediğini bilmesi
gerekir ki, onların sağlıklı bir uyumu için, onlara ne vermek gerektiğinide bilsin!
Aynı zamanda söz konusu ülkenin hâkim toplumunun kendisine saygısının olması
gerekir ki, diğerlerine karşı da saygısı olsun(Scheffer, 2000).
İkinci Dünya savaşından sonra, yeniden yükselişe geçen Batı Avrupa ekonomilerinin sağladığı istihdam ve büyüyen işgücü talebinden dolayı, 1958 yılından
itibaren bu ülkelere önce İspanya, Portekiz, Yunanistan ve (eski) Yugoslavya’dan
çalışmak üzere insanlar gelmiştir. 1960’lı yıllardan itibaren de Türkler ve Faslılar
çalışmak üzere bu ülkelere gitmişlerdir. Oraya çalışmak üzere giden (genellikle)
erkek işçiler 1970’li yıllara kadar pansiyonlarda ve genellikle toplumdan izole edilmiş bir şekilde yaşadılar. Aile birleşimi yasasından sonra yanlarına eş ve çocuklarını
götürüp hâkim sınıfın arasında yerleşmeye başladılar. Ama yine de kendi etnikkültürel yaşam ağları içinde yaşamaktaydılar. Zaten yeni göçmen olarak bu ülkelere
gidenler de, önce kendi guruplarının yoğun yaşadığı yerde yerleşmekteydiler. Kısacası etnik-kültürel azınlıklar yaşamlarının ilk aşamasında kendi guruplarında eşitlikleri (emancipation) için uğraş verip, ikinci aşamada da kendi gurupları aracılığıyla
hâkim sınıf üzerine etkili olma yöntemini seçmişlerdir. Azınlıklara yönelik farklı
politikalar geliştiren hükümetin politikası da bu süreci desteklemiş ve ikinci aşamanın etkisini artırmıştır. Hükümet politikası, farklı etnik-kültürel gurupların, etnik
bazda, sosyal-kültürel ve inanç alanında etkinlikler yapma ve kurumlarını oluşturmalarına neden olmuştur. Toplumun bu gerçeğinden dolayı, etnik-kültürel guruplar
kendi dünyalarında yaşamayı sürdürmüş ve ulusal toplum içinde beklenen eşitlik
(emancipation) gerçekleşmemiş olup, farklı guruplar arasında tam tersine sanal
‘duvarlar’ örülmüştür (segregation). Bu durum bireyler düzeyinde de böyledir, kendi
kendine karşı saygılı olmayan kişi başkasına karşı saygıyı öğrenmemiştir. Batı
300
Avrupa’da çok ilginç olan durum, 80’li yıllarda etnik-kültürel gurupların ilk planda
inançlarını, kendi kimliklerinin korunması için en önemli güvence olarak görmüş
olmalarıdır. Yani din, dilden daha ön planda tutulmuştur. Bu durum, gurupların
kültürünün (grup kimliğinin) inanç etkisiyle oluştuğu bulguları ile örtüşmektedir.
Yani günlük yaşantının organize edilmesinde 301ale olan kültürün özellikle dinin
etkisiyle oluşmakta olduğunu görmekteyiz. Müslüman olan bir vatandaşın kendini
Müslüman olarak görmesi ve yaşantısını Müslüman olarak sürdürmesi, etnik –ve
ulusal kimliğini korumasından daha önemli olmuştur. Bu yaşam felsefesinin doğrultusunda da farklı etnik-kültürel guruplara ait olan gençler, Müslümanlık ekseninde ortak bir kimlikle ‘yeni’ gurup olarak ortaya çıkmıştır. Bu guruba ait olan üyeler
birbirlerine karşı hoşgörülü ve sadıktırlar (Hendriks, 1981). Çok kültürlü bir toplumda ortak bazı noktalarda birbirini bulan ve yeni gurup oluşturan (farklı etnik-kültürel
guruplardan gelmiş olan) azınlıklar 301ale sınıfa karşı aynı yöntemle tepki yapma
durumuna girmektedir. Ortak yeni gurupta bir araya gelen bireyler, ortak değerler ve
adetler kabullenip yeni alt kültür olarak çok kültürlü toplumda yerlerini almaktadır.
Çok kültürlü ortamda büyüyen gençler, davranışlarının, ait olarak gördükleri
toplum tarafından beğenilmemesi, ait oldukları etnik-kültürel gurubun istediği gibi
‘’başarılı’’ olmamaları veya layık bir gurup temsilcisi (reprezentatif) olmamalarından dolayı, dışlanmakta ve 301ale n301tive gruplara (bazen aşırı farklılıklar
gösteren) yaklaşmaktadırlar. Bu bireylerin etnik grup üyesi olarak, içinde yaşadıkları
dominant toplum tarafından da dışlanmaları durumu da söz konusu olabilecektir.
Böyle bir durumda her iki grup tarafından (ait oldukları ve dominant) dışlanan
gençler (Gardner, 1987) (Tussen 301ale n Schip = ‘Rıhtım ile Vapur arasında sıkışıp
kalmak’), toplumda sağlıklı bir şekilde yerlerini alamayacaklardır. Kendi gurubu
tarafından dışlanan gençlerin başka bir kısmı da dominant grup içinde asimile olmak
durumunda kalabilecektir. Bunların dışında, kendi isteğiyle de dominant gurubun
üyesi olmak isteyen bireyler bulunacaktır.
Birden çok kültürle büyüyen bir genç sözü edilen kültürler arasında başarılı
bir iletişim köprüsü kurma becerilerine sahipse, o bireyin ancak o zaman başarılı
olduğu söylenebilir. Kısacası çok kültürlü bir toplumda başarılı olmanın önemli bir
şartı; bir yandan ait olduğu grubun kültürüne iyi bir düzeyde sahip olmak, diğer
yandan ise bireyin içinde yaşamakta olduğu dominant (baskın) kültürü de (dil ve
kültürü) iyi tanımaktır.
Çok kültürlü bir toplumda büyüyen bir bireyin kimliğinin oluşumuna bakıldığında, birey kimliği başlangıçta aile içindeki değerlerle oluşurken, aile dışındaki
etkileşimle de sosyalleşme süreci devam eder. Birey, aileden aldığı değerleri dış dünyaya taşırken farklı kültürel değerlere sahip olan bir bireyle iletişim sağladığında,
her iki bireyin sahip oldukları değerlerin kodlaması ve yorumlanmasında farklılık
olacağından, iletişim zorlaşabilecek olup yanlış anlamalar, önyargılar hatta kişilerarası çatışmalar söz konusu olabilecektir. Birden fazla kültürü barındıran toplumlarda
çok rahat iletişim sağlayabilen bireyler, sözü edilen farklı kültürlerdeki gelenek,
görenek (örf ve adetlere) sahip olup, onları karşı tarafın anlayabileceği bir şekilde
kodlayabilen ve geri dönütü de karşı tarafın düşündüğü gibi yorumlayabilen
insanlardır. Kültürlerarası iletişimde başarılı olabilmek için karşı tarafın kültürünü
301
anlamak ve empati sahibi olmak söz konusudur ( Dökmen, 2012).
Kültürün Kimliğe etkisi ve Dünya genelinde ‘Kültürlerarası’ iletişim
üzerine bir araştırma
Culture’s Consequences (‘Interculturele’ communicatie- Mondiaal)
Çok kültürlü toplumlar arasında dünya genelinde karşılaştırma yapıldığında,
bazı etnik-kültürel gurupların, hangi ülkede yaşıyor olursa olsun, hemen hemen her
zaman ortak (aynı) özellikleri ortaya koyduklarını görmekteyiz. Bunun da sonucu
olarak çok farklı olan, hatta birbirleriyle hiç ilgisi olmayan ülkelerin toplumlarında
birbirine çok benzeyen toplumsal olaylara şahit olmaktayız. Bunun nedeni, söz
konusu ortak kültüre sahip topluluğun kültürünün derinliklerindeki ortak paydadır
(Hofstede, 1986). Hofstede, Amerikada 1980 yılında yayınlanmış olan ‘Culture’s
Consequences’ kitabında 40 farklı ülkenin toplumlarında hologeistisch (dünya
çapında) adı verilen araştırma sonuçlarını ortaya koymuştur. Sözü edilen bu araştırma, IBM firmasının farklı ülkelerdeki yerel çalışanları arasında, kültürel değerler
(alışkanlık, örf ve adet) üzerine yapılan çalışmanın bir bölümünü oluşturmaktadır:
örneğin elemanlar arasında sağlıklı bir rekabetin firma için yararlı olup olmadığı ve
firmadaki iyi bir şefin birçok konuyla ilgili olarak elemanlarına danışarak karar verip
vermemesi gibi sorular sorulmuştur. Bu araştırma kapsamında toplam olarak yüz bin
adet soru hazırlanmıştır. Soru sorulan IBM elemanları aynı kurumda çalışmakta
olmalarına rağmen, verilen cevaplara bakıldığında aynı milliyetten olan insanların
cevaplarının birbirine benzediği açık bir şekilde görülmüştür. Bu durum araştırma
süresince defalarca tekrar etmiştir. Farklı ülkelerin kültürlerinden gelmiş olan
insanların verdikleri cevaplar dört ayrı boyuttan incelenmiştir: İnsanlar kendi
ülkelerinde yetki ve sosyal eşitsizliğe karşı nasıl hareket ediyorlardı, güvensiz
ortamda nasıl hareket etmektedirler, bireyin gruba karşı davranışları nasıldır ve
cinsiyetler arasındaki görev bölümü nasıldır.
Farklı ülkelerden gelmiş olan elemanlara, IBM verilerine göre, sözü edilen bu
dört boyut çerçevesinde puan verilmiştir. Elde edilen veriler daha sonra başka
alanlardaki verilerle karşılaştırılmıştır: her elemanın vatandaşı olduğu ülkenin
ekonomik durumu ( kişi başına düşen milli gelir, coğrafi, politik, inanç, hukuk, sağlık
ve sosyal durumu) sorulara verilen yanıtlarla karşılaştırılmıştır. IBM verileri ayrıca
o ülkenin öğrencilerinin ortalama durumu ve toplumun ortalama seviyesiyle
karşılaştırılmıştır. Bu çalışma yöntemiyle çok farklı ülkelerdeki farklı durumlar, aynı
kategoriler altında ifade edilebilmiştir.
Yukarda sözünü ettiğimiz dört boyuttan biri, Amerikalı örgüt sosyologu
James G. March’ın tabiriyle ‘güvensiz ortamdan kaçma’ (Uncertainty Avoidance)dır. Bu boyut altında insanların karmaşık durumlarda ve gözle görülen bir düzenin
bulunmadığı toplumlarda, hangi düzeyde korku içinde yaşadıklarını ortaya koymak
içindir: örneğin yabancı insanlarla tanışmak, bize çok ters düşen hareketler veya
başkalarının bizim düşüncelerimize ters düşen düşünceleri. Korkunun hâkim olduğu
toplumlarda ‘ farklı olan şeyler tehlikelidir’ duygusu hâkimdir(sözü edilen bu değer
yargısına araştırmada çok yüksek puan verilmiştir). Bu gibi ülkelerde toplum
içindeki düzensizlik (kuralsızlık) daha sıkı yasalarla kontrol altına alınmaya
çalışılmaktadır. Çok katı kurallar ve inanç, çok güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
302
Buna rağmen bu gibi ülkelerin toplumlarında tedirginlik (sinirli bir insan yapısı) söz
konusu olup (insanların yüksek sesle bağırmaları veya el kol hareketleriyle konuşmaları), çok sayıda insan stresli bir hayat sürdürmektedir. Güvensizlik ortamına
(konusuna) az puan verilmiş olan toplumlarda çok katı kurallara ihtiyaç olmadığı
gibi fazla kuralada ihtiyaç yoktur. Bu toplumlarınmentalitesi pragmatiktir (olan
sorunları pratik olarak çözme eğilimli). Bu toplum tipinde İnanç konusunda da
hoşgörü olduğu gibi, toplumsal değerleri diğer toplumların değerleriyle kıyaslama
yaparak rasyonellik söz konusu olmaktadır. Fazla duygusal hareket etmek, bu
toplumlarda pek karşılaşılan bir durum değildir, hatta sosyal alanda pek fazla kabul
görmez. Güvensizlik faktörüyle ilgili olarak farklı ülkelerde yapılan puanlama, o
ülkelerdeki inanç (din) ile doğrudan ilişkilidir. Toplumdaki stres ve korku ortak bir
temel olgu olarak toplumun realitesini oluşturmaktadır. Toplumsal stresin yüksekliği, o ülkelerde stres ile kalp sekteleri gibi sağlık sorunları ile orantılıdır: İnsanların
duygularını ifade edemediği düşük stresli görünen toplumlarda duygularını ifade
etmemelerinden dolayı kalp ve damar hastalıklarının daha fazla olduğu ortaya
çıkmıştır.
Toplumdaki güvensizlik duygusu birey ile kamu yönetimi arasındaki iletişimde çok önemli bir yer tutmaktadır. Güvensizlik faktörüne çok yüksek puan verylen toplumlarda susturulmuş olan vatandaşlar, alanında uzman olan yönetime karşı
aciz durumdadır. Bu sonuçlar yönetimdekilere ve de vatandaşlara sorulduğunda da
doğrulanmıştır. Bu konumdaki vatandaşlar yönetimin davranışını değiştirme güçleri
olmadığı gibi, ihtiyaçları da pek görülmemektedir.
Yukarıdaki verilerden anlaşılabileceği gibi, korku ve baskının bulunduğu
toplumlarda bireyler arasındaki güvensizlik ve iletişimsizlik artmaktadır. Bir kısmı
sessiz (‘renksiz’) olmayı seçerken, diğerlerinde de aşırı uç noktalarda yer alma
ihtiyacı doğmaktadır. Bir toplumda üst düzeyde bir güvensizlik derecesi söz konusu
ise, bireyler arası güvensizlik te üst düzeydedir. Toplumda farklı gruplar arasında
radikalleşme söz konusu oluyorsa, vatandaştaki güvensizlik duygusunun çok yüksek
olduğunu söyleyebiliriz. Bu verilere dayanarak kültürün davranışa ve iletişime etkisi
yadsınamaz.
Hızlı gelişen Sanal İletişimin Kimlik oluşumuna etkisi
İletişim teknolojisinin çok hızlı gelişmesiyle iletişim yöntemleri de hızla
gelişmiştir. Son yarım asırdailetişim alanında yaşanan gelişmeler son üç asırdaki
gelişmelerden daha fazla olmuştur. Sanal dünyadaki milyarlarca insanın karşılıklı
iletişimi, sanal kaynaklardan bilgi araştırması, ziyaret edilen web siteleri, gönderilen
maillerin toplamı, sanal alanda okunan belgeler, dosyalanan / arşivlenen bilgiler gibi
bilgi akışını düşündüğümüzde, göremediğimiz devasa büyüklükte bir sanal dünyanın
varlığı yadsınamaz (Atabek, 2001). Aynı iletişim araçlarını kullanarak sosyal
yaşantılarını organize etmek isteyen, medyayı sanal alanda takip eden ve hatta
yaşamlarını ekonomik açıdan sanal alandaki iletişim sayesinde idame ettiren, günlük
alışverişini sanal yolla yapan milyonlarca insanın varlığı da düşünüldüğünde sanal
iletişimin hacminin oldukça büyük boyutlara ulaştığınıkabullenmek durumundayız.
Günümüzde akıllı telefonsuz hayatın bile olamayacağını düşünen milyonlarca insan
303
mevcuttur. Wikipedia’daki kitap/belge sayısı 4. 4. milyon kadardır. Şu anda 1. 3 milyar kişinin Facebook ağına girdikleri görülmektedir (Schmid E. & Cohen J., 2013).
Bu sanal dünyanın her geçen gün büyük bir hızlaçığ gibi büyüdüğünüde kabul etmek
zorundayız. Bu sosyal medya ağına girenlerin bir kısmı haftada rahatlıkla 30
saatlerini harcamaktadırlar ve bunun sonucu olarak sosyal yaşamlarından izole olma
tehlikesi oluşmaktadır. Çünkü sanal kimlikleriyle daha cesur iletişim sağlayan bu
insanlar gerçek dünyada sosyal becerilerini kullanmakta zorlanmakta veya sosyal
ilişkilerini idame ettirmek için zaman bulamamaktadırlar. Böylelikle hızlı gelişen
İletişim teknolojisi kimlik oluşumunu ve davranışlarını çok etkilemektedir. Çünkü
sanal iletişiminbir otorite tarafından kontrol edilemeyecek olması, sanal ortamın
özgürlükle eşdeğer algılanması ve içerik açısından genel olarak müdahale kabul
etmez bir konumdaolmasından dolayı, ortaya çıkabilecek sonuçları önceden hesaplamak mümkün değildir (Atabek, 2001). İnsanlar sanal alanda sınır tanımadan olumlu
veya olumsuz bir şekilde istediklerini yazabilmektedir. Bu serbestlik sanal dünyanın
tamamında söz konusu olduğundan, oluşan herhangi bir etkinin de bir anda geniş
kitleleri etkileyecek boyutlara ulaşabileceği gözlenmektedir. Bir anlamda internet,
kontrol edilemeyen en büyük sanal dünyayı oluşturmaktadır. Sanal iletişimin kimliğe olan etkisi ve bireyler arasındaki dünya çapındaki iletişim ağı, bir kıtayı hatta
dünyanın tamamını, çok kısa bir sürede ve inanılmaz bir hızla etkileyebilmektedir.
Kısacası iletişim teknolojisinin çok hızlı gelişmesinin sonucu olarak iletişim, yeni
kuşakta davranış yöntemini etkilemektedir. Kısa sürede çok kişiyle iletişim sağlama
(acelecilik) ve iletişim dili olarak kullanılan kodlamalar yüzünden iletişimde kirlilik
söz konusu olmaktadır (Moreas, M. A., 2007). İletişimdeki gelişmeler sonucunda
biri gerçek dünya, diğeri de sanal dünya olmak üzere iki farklı dünya içinde yaşamakta olduğumuzu kabullenmek zorundayız. Sanal iletişim teknolojisinin bireyi
kuşatması ve çocukların eğitiminde ailenin bireye etkisinin azalmasıyla birey, gerçek
dünyanın yanında sanal dünyada kullanılan ikinci kimlik oluşturabilmektedir.
Birincisinde gerçek kimliğimiz, sanal dünyada ise sanal kimliğimizle yaşamaktayız
(Mossberger, K., Tolbert, C. J. & R. S. McNeal, 2008). Sanal kimliğin farklı olması bazı vatandaşların hemen her alanda çok daha radikal hareket etmelerine neden
olmaktadır. İletişimin yalnızca dil olmadığını bildiğimizden iletişim içinde olanların
çok iyi bir iletişim sağladıklarına inanmalarına rağmen, duyguları ifade eden ve
yazılı iletişimi destekleyen görsel nesnelerin yerine yaratılan yeni kodlamalar, iletişimde istenilen derinliği verememektedir. Ayrıca birey hızlı yanıt verme dürtüsünden dolayı hızlı mesajlar göndermektedir. Bu durum genelde yeni kuşakta davranışı,
araştırmacı ruhunu etkilemekte olup, kuşaklar arası etkileşimi zorlaştırmaktadır.
Plato yaklaşık 2500 yıl önce kuşaklararası çatışmalar dan söz etmiştir.
Sanal dünyanın, gerçek dünyaya olumlu veya olumsuz bazı etkileri olacaktır.
Sanal kuşağın öğrenme yöntemi klasik kuşaktan daha farklıdır, hatta kendilerini
multitask (aynı anda çok değişik etkinlikler yapabilmek) olarak görmektedirler ama
konsantrasyonları daha azdır; herhangi bir konuda dikkatlerini uzun süre tutamamaktadırlar ve sıkılıp başka bir konuya geçmek istemektedirler. Hatta yapılan
araştırmalar sanal alanda eğitilen yeni kuşak çocukların zekâlarının doğal ortamda
büyüyenlere karşı geride kaldığı söz konusudur. Çocukların iyi öğrenebilmeleri için
304
elleriyle de bir şeyler yapmaları gerekir (Spitzer Manfred, 2013).
İletişim gücüne sahip olmak vatandaşa özgüven ve eşitlik duygusu vermektedir. İletişim teknolojisinin zengin-fakir ayrımı olmaksızın herkesin hizmetine
girmiş olması insanlara eşitlik duygusunu kazandırmaktadır. İstediği hemen her türlü
iletişim ağına ve bilgi-veri merkezlerine giren bireykendini güçlü görmektedir. Bu
güç insanların (sanal)kimliğini etkilemektedir.
Dünya Bireyi !
‘Hemşerim’ nerelisin? ; Hollanda-Türkiye örneği
Güven duygusunun hâkim olmadığı, önyargının bulunduğu toplumlarda
bireyler düşüncelerini başkalarına söylemekten kaçınırlar. Başkalarının yanlış değerlendirme yapma veyanlış yerde kullanma korkusu söz konusu olabilecektir. Bu durumlarda birey, düşüncesini ifade etmemeyi tercih edecektir (Nunez, Carlos, 2007).
Kan bağının güçlü olduğu, aile kimliğinin bireyselliğin üstünde olduğu, aynı (inanç)
kültürün hâkim olduğu toplumlarda bireyler, ortak kültüre uygun düşen hemen her
şeyi bireyleriyle paylaşırlar, ticari işlerde de ortak hareket ederler. Grup kültürünün
dışında kalan şeyleri ise genelliklegizli tutarlar. Çünkü içinde yaşadıkları ‘küçük’
dünyada huzurlu olabilmek için utanma duygusu verecek farklılıkları anlatmazlar.
Batı Avrupa toplumlarında bireyin gelişimi (bireysellik) ön plandadır. Arkadaşlıklar
doğal olarak ilk planda aynı frekansta olmak, önemli bulunan konuları paylaşabilmek (‘aynı kafadan olmak’) paydasında oluşur. Yalnızca aile-kan bağının olması
yeterli değildir. Örneğin Batı Avrupa’da iki bireyin birbirlerine ‘Nerelisiniz?’ veya
‘Hangi kiliseye bağlısınız?’ sorusunu sorduklarını duymazsınız. Çünkü hemen herkes arkadaşını seçerken diğerinin sanat, kültür, spor, yaşam felsefesi, politik tercihler
ve topluma bakışı gibi alanları yani‘ortak frekansı’ sorgular. Bu durum hayat arkadaşı arayanlar için de geçerlidir. Hollanda örneğinde, orada yaşayan 500. 000 kadar
Türk kökenli vatandaşın hemşerilik veya aynı (alt)inanç kitlesine ait olmaları,
genelde bireysel tercihlerinden öncegelir. Hollanda’daki Türk toplumunu oluşturan
alt gurupların ibadet yerleri, okulları farklıdır. Hâlbuki Türkiye’den 4000 km uzakta
ve Konya ovası büyüklüğündeki bir ülkede yaşayan ve aynı dili konuşup ‘aynı’
kültürü paylaşan vatandaşların hepsi ‘hemşeri’ gibi olmalıdır!Nitekim Hollanda’daki sosyal yaşam, kültürler arası iletişim ve topluma katılım, çocuklarının eğitimi
ile sosyal haklar açısından sorunları genel olarak aynıdır. Türkiye’de de, sosyal alt
tabaka için, hemşeri olmak karşılıklı güven duygusuna sahip olmak için çoğu yerde
hala geçerlidir. Aynı şehirden olmak bireye ‘güven duygusu’ verecektir.
Avrupa’da kişisel dünyaya ait olan değerlere ‘arka bahçe’, Kamuya ait ortamlarda paylaşılabilen değerlere de ‘ön bahçe’ olarak bakılır. Ön bahçede toplumun
ortak değerlerine eşit olarak katılabilen birey, toplumun eşit üyesi olur. Globalleşen
dünyada, belirli bir eğitim düzeyinin üstünde olduktan sonra, kendi kültürünün
yanında diğer kültürleri tanımak, kültür taşıyıcısı diğer insanlara önyargısız yaklaşmak, başarılı dünya bireyi olmanın şartıdır. Bu durumda kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Hala ‘Hemşerim Nerelisin?’ sorusunu diğerine sorma ihtiyacını duyanlar, ‘dünya vatandaşlığı’ duygusunu bir tarafa bırakınız, acaba ‘ön bahçe’de topluma
katılan, ülke vatandaşı olabilmişler midir? Çünkü başkalarına veya başka kültürlere
saygı, bireyin ait olduğu milli kültüründeki ortak değerlerle, farklılıkları tanıması ve
305
farklılıklara saygılı olmasıyla başlar. Ancak bu seviyeyi aşan bireyler farklı kültürlere sahip toplumlarda kendilerini toplumun eşit bir bireyi olarak göreceklerdir
(Dökmen, 2012). Bu durumda olmak, dünya vatandaşı olma yolunda olduğumuzun
işaretidir.
Sonuç:
Kültür, taşıyıcısı (tercümanı) ve aynı zamanda da iletişimim önemli bir aracı
olan dil vasıtasıyla, kimliğin oluşumunu etkileyen en önemli kaynaktır. İletişimle,
kültürün barındırdığı değerler ve bireyin kimliği dış dünyada sunulur. Böylece
bireyin içinde yaşadığı toplum kültürü, bireyin kimliğinin oluşmasına önemli katkıda
bulunurken, o kültürle yoğrulmuş olan kimliğin de dış dünyaya nasıl bir iletişimle
sunulduğunu ve sunumun kalitesini de etkilemektedir.
Çok kültürlü toplumlarda bireyin kimliği bir yandan aile içindeki değerlerle
oluşur. Birey aileden aldığı değerlerle, dış dünyada farklı kültürel değerlere sahip
olan bir bireyle iletişim sağladığında, her iki bireyin sahip oldukları değerlerde
farklılık olacağından iletişim zorlaşabilecektir. Bunun sonucu olarak yanlış anlamalar, önyargılar hatta kişilerarası çatışmalar söz konusu olabilecektir. Birden fazla
kültürü barındıran toplumlarda çok rahat iletişim sağlayabilen bireyler hem kendi
kültürünü hem de içinde yaşadığı hâkim toplumun kültürünü bilen insanlardır.
Kültürlerarası iletişimde başarılı olabilmek için karşı tarafın kültürünü anlamak,
önyargı yerine ilk yargıyla hareket etmek, gördüklerini ve işittiklerini sorgulamak ve
empati sahibi olmak şarttır.
İletişimdekihızdan dolayı daha da küçülmekte olan dünyadaki farklılıklar
azalmaktadır. Kültürlerarası iletişim de sanal tercümelerle daha rahat sağlanabilmektedir ama, bunun kaliteli iletişim olacağı anlamında değildir. Dünyadaki hemen her
şeyi takip etme merakına sahip olan insanlar sanal iletişim ağlarında yaşamaktadırlar. Sonuç olarak sanal dünya daha hızlı döndüğünden insanları fiziksel, zihinsel
olarak da daha hızlı döndürmektedir. Yani bir yandan binlerce yıl boyunca yavaş
gelişmekte olan bir fiziki dünyanın yanında sanal olarak çok hızlı gelişen ikinci bir
dünya söz konusudur. Bunların sanal kimlikle gerçek kimlik üzerindeki etkisi çok
büyüktür. Bu durum iletişimin kalitesini ve yöntemlerini etkilemektedir. Bir yandan
sanal kimlik diğer yandan da gerçek kimlikle yaşayan bireylerde içsel çatışmanın
çıkması muhtemeldir. Bu durum bireyin toplumsal fonksiyonunu da etkileyecektir.
Bir bireyin sahip olduğu kalitelerini en iyi bir düzeyde ortaya koyabilmesi
için, duygusal (empati) ve zihinsel zekâsının eşgüdümüyle sosyal zekâsını çok iyi
kullanması gerekmektedir. Birey hangi toplumda olursa olsun, diğer insanlara ‘önyargı’ yerine ‘İlk yargı’ ile bakarak iletişim sağlayabiliyorsa ve diğerinin davranışını
empati ve saygı ile takip edip sorgulayabiliyorsa, Dünya Bireyi olma yolunda doğru
yoldadırlar.
Kaynakça:
Atabek, Ümit; İletişim ve teknoloji: Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2001.
Dökmen, Üstün; İletişim çatışmaları ve Empati:Istanbul, Remzi Kitabevi, 2012.
Entzinger, Han. &Van der Zwan, J.; Contourennota Integratiebeleid Etnische Minderheden: Den Haag,
1992.
Extra, Guus; Etnische Minderheden: taaldiversiteit en onderwijsbeleid: Tilburg University, Tilburg,
306
1992.
Gardner, Howard; Multiple Intelligences for 21st century; New York: Basic Books, 1999.
Hendriks, J. ; Emancipatie. Relaties tussen minoriteit en dominant; Alphen aan den Rijn /
Brussel:Samsom Uitgeverij, 1981.
Hofstede, G.; Culture’s Consequences; California/London/New Delhi: SAGE Publications 1986
Moreas, M. A. ; Digitale kloof in Vlaanderen, Brussel: Studiedienst van de Vlaamse Regering, 2007.
Mossberger, K., Tolbert, C. J. & R. S. McNeal; Digitial citizenship: The Internet, society, and
participation, Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2008.
Nunez, Carlos, Raya Nunez Mahdi, Laura Popma; Interculturele communicatie; van ontkenning tot
wederzijdse integratie: Kon. Van Gorcum, Assen, 2007.
Özgüzel, S. ; Vitaliteit van het Turks; Tilburg, 1994.
Schmid E. & Cohen J. ; DE DIGITALE LENTE: De nieuwe wereld van het networktijdperk,
Amsterdam /Antwerpen:Business Contact, 2013.
Spitzer, M. ; Digitale dementie (Sanal Unutkanlık): Atlas Contact, 2013.
Scheffer, Paul; Het Multiculturele Drama: NRC Handelsblad, 2000.
Tarhan, Nevzat, Çok Kültürlü toplum modelleri, 2012
KÜLTÜRÜN KİMLİĞE ETKİSİ;EVRENSEL DEĞERLER VE DÜNYA
BİREYİ KİMLİK OLUŞUMU VE KÜLTÜR; DİL, KÜLTÜR İLE KİMLİK
ARASINDA ÇİFT YÖNLÜ BİR KÖPRÜDÜR
Seyfi ÖZGÜZEL
ÖZET
İnsanoğlu yaşadığı toplumun üyesidir. Bireyin konuştuğu dil, kültürün ürünüdür,
diğer yandan taşıyıcısı, tercümanı ve kültürün etkileyicisidir. Kültürün barındırdığı değerlerin iletişimle bireye taşınmasıyla kimlik oluşur. Dil ve Kültür, kimliğin oluşumunda önemli
araç ve kaynaktır. Kimlik ve Kültür iç içedir. Latince’de ‘Identitas’ kavramı, ‘Kimlik’ ve
nasıl görünmek istediğimizle, ait olduğumuz grup kimliğini ifade eder.
Birey kendini bir guruba ait olarak görür. Grup kimliğinden farklı hareket eden birey,
dışlanabilir. Bireyler grup kültürünü oluşturduğu gibi grup kültüründen de etkilenir. Bireyin
sahip olduğu kimlik, ait olduğu grubun ‘aynasıdır’. Çocuk, büyüdüğü aile ortamında gördüklerini yansıtır, yakın çevresinin kabullendiği hareketi tekrarlar ve başkalarının davranışlarını
kopyalar. Bireyin kimliği şekillenirken dış dünyayla etkileşimden zamanla değişikliğe uğrar.
Kimliğin oluşumunda bireyin zekâ gücü (Nature) önemlidir ama, beynin sahip olduğu
kapasitenin nasıl doldurulduğu (Nurture) da önemlidir.
Çok kültürlü toplumlarda bireyler ait oldukları grubun etkisindedir. Birey, farklı
kültürel değerlere sahip başka biriyle iletişim sağladığında yanlış anlamalar, önyargılar hatta
çatışmalar söz konusu olabilecektir. Birey kendi grubunda dışlanırsa, ‘alternatif’ gruplara
yaklaşabilir veya tepki olarak dominant gurupta yer alabilir. Kendi isteğiyle egemen gurubun
üyesi olan (asimilasyon) bireyler de vardır. Sağlıklı bir entegrasyon için bireyin, ait olduğu
etnik-kültürel gurubun ve içinde yaşamakta olduğu ülkenin dominant dil ve kültürünü bilmesi
gerekir (entegrasyon).
Hızlı gelişen İletişim teknolojisi kimlik oluşumunu etkilemektedir. Ailenin bireye etkisinin azalmasıyla da birey, gerçek dünyanın yanında sanal dünyada kullanılan ikinci kimlik
oluşturabilmektedir. Böylelikle kuşaklar arası etkileşim zorlaşmaktadır. Plato’nun 2500 yıl
önce söylediği kuşaklararası çatışmalar devam edecektir. Globalleşen dünyada, kendi
kültürünün yanında diğer kültürleri tanımak, kültür taşıyıcısı diğer insanlara (önyargısız)
307
yaklaşmak, başarılı dünya bireyi olmanın şartıdır.
Anahtar Kelimeler: dil, kültür, çekirdek grup, kimlik, kültürel çeşitlilik, iki kültür
arası, aidiyet, dominant kültür, emansipasyon (eşitlik), çok kültürlü toplum, sanal dünya,
sanal kimlik, kültürler arası iletişim, dünya bireyi.
THE INFLUENCE OF CULTURE ON IDENTITY - UNIVERSAL
STANDARDS AND VALUES AND WORLD CITIZENSHIP
Summary
Everyone is a member of his society. One’s language is a product of culture and is the
carrier, the translator and the one who influences this culture. The values and standards of
the culture are transmitted to other individuals and influence his identity. Language and
culture are an important means and source of identity development and are intertwined. It is
no coincidence that ‘identitas’, in Latin, means ‘identity’ and ‘group identity’.
Everyone belongs to a group. Who acts differently, can be shut out. Group culture is
made by individuals influenced by the group culture. Personal identity is a reflection of group
identity. From childhood, one copies behaviour tolerated by his family or peer group. In this
process, his identity is formed and by interacting with the outside world, changes keep
occurring. Nature, as well as nurture, is crucial.
In a multicultural society, one is influenced by his own ethnical group. When one
meets someone from another culture, misunderstandings, prejudices and conflicts can arise.
When excluded from his own group, one can approach ‘alternative’ groups or become part
of a dominant group. Who keeps both cultures (own and dominant) is successfully integrated.
Rapidly evolving communication technology influences identity development. Next
to real life identity there will be digital identity. Parental influence keeps getting smaller and
like Plato said 2500 years ago, generation conflicts will continue. Conclusion: to be a
successful world citizen in a ‘global village’ one has to know the own culture and, without
prejudice, have insight in other cultures.
Keywords: language, culture, peer group, identity, cultural diversity, between two
cultures, belonging to, dominant culture, emancipation, multicultural society, digital world,
digital identity, intercultural communication, world citizen.
308
Download