T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI TRABZON-AKÇAABAT- DARICA EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ III. DÖNEM BİTİRME TEZİ Hazırlayan Muhammet SALMAN Danışman Temel KACIR TRABZON–2006 III ÖNSÖZ İslam Hukuku, Şari’nin maksadını bulup çıkarmak ve onu, insanlar arasında yaşanır kılmak gibi ulvi bir gayeye hizmet etmektedir. Onun bu görevini ifa edebilmesi, müçtehidin, asli ve fer’i kaynakları kullanma kabiliyetiyle yakından ilgilidir. Asli deliller deyince akla, Kur’an, sünnet, icma ve kıyas gelir. Fer’i deliller ise, öncelik sıralamasında farklılıklar olmakla beraber, istihsan, örf, mesalihi mürsele, seddü zeria, istishab, şer’u men kablena ve sahabe kavli şeklindedir. Biz bu çalışmamızda, fer’i delillerden sadece seddü zerai’yi ele almayı, onun İslam Hukukundaki konumunu, mümkün mertebe ortaya koymayı amaçladık. Bizi bu çalışmaya iten faktörlerin başında, seddü zerianın hayatımızın birçok alanında etkin olmasına rağmen, bu delilin üzerinde fazlaca çalışılmaması gelir. Çalışmamızı, üç ana bölümden oluşturduk. Birinci bölümde, seddü zeria ile ilgili kavramları ve zeria’nın, âlimler tarafından yapılan taksimatlarını sunmayı, ikinci bölümde seddü zerianın delil olma durumu ve mezheplerin, bu delile olan yaklaşımlarını açıklamayı, üçüncü bölümde ise, seddü zerianın kitap ve sünnetteki furu fıkha yansımalarını örneklerle açıklamayı hedefledik. Çalışmamız sırasında, bu delille daha çok Maliki ve Hanbelî mezheplerinin ön plana çıkması ve bu alanda yazılan ana dilimizde müstakil eserlerin fazla bulunmayışı gibi bir takım zorluklarla karşılaştık. Ancak bu engelleri de değerli hocalarımızın rehberlikleri sayesinde büyük ölçüde aştık. Bu çalışmayı yapmaktan ve bu alandaki bilgilerimi daha da belirgin hale getirmekten dolayı mutluyum. Bu çalışmamız esnasında, bizlere her alanda mümkün olan imkânların en iyisini sunan, başta Eğitim Merkezi Müdürümüz Sayın Zeki YAVUZYILMAZ’a, tecrübe ve engin bilgilerini bizden esirgemeyip, bize rehberlik eden öncelikle danışman hocam Sayın Temel KACIR ve diğer hocalarıma teşekkürü bir borç biliyorum. Şunu da ifade etmeliyim ki, bir kul olmanın neticesinde, insanoğlunun yaptığı hiçbir eserin hatadan uzak olmadığının bilinci içerisindeyiz. Gayret bizden, tevfik ise her şeye güç yetiren ve her şeyin en doğrusunu bilen Yüce Allah’tandır. Muhammet SALMAN TRABZON–2006 IV İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ .................................................................................................................................... III İÇİNDEKİLER .........................................................................................................................V KISALTMALAR .................................................................................................................. VII GİRİŞ ......................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ I.KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLAR .................................................................................... 4 A. ZERİANIN TANIMI: ............................................................................................................ 4 1. Sözlük Anlamı............................................................................................................... 4 2. Istılah Anlamı ............................................................................................................... 5 B. VESAİLİN TANIMI.............................................................................................................. 6 C. MUKADDİMENİN TANIMI .................................................................................................. 6 D. SEDDİN TANIMI ................................................................................................................. 7 E. FETHİN TANIMI ................................................................................................................. 7 II. ZERİANIN KISIMLARI .................................................................................................... 7 A. FETH VE SEDD AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ ............................................................... 8 B. VAZ’İ YÖNDEN ZERİANIN TAKSİMİ ................................................................................. 9 C. ZANNİLİK VE KAT’İLİK AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ .............................................. 11 D. MUTEBERLİK AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ .............................................................. 12 E. NEDEN OLDUĞU ZARAR AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ ............................................. 14 III. ZERİANIN ŞARTLARI .................................................................................................. 15 A. ZERİANIN CAİZ OLMASININ ŞARTLARI ......................................................................... 15 B. ZERİANIN MEN EDİLMESİNİN ŞARTLARI ....................................................................... 16 İKİNCİ BÖLÜM ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU I. ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU ............................................................................. 17 V A. SEDDÜ ZERİAYI REDDEDENLER VE DELİLLERİ ............................................................. 18 B. SEDDÜ ZERİAYI KABUL EDENLER VE DELİLLERİ ......................................................... 20 1. Kur’an’dan İleri Sürdükleri Deliller. ........................................................................ 20 2. Sünnetten İleri Sürdükleri Deliller ............................................................................ 22 3. Sahabe Uygulamalarından Getirilen Deliller ............................................................ 24 C. SEDDÜ ZERİAYI KABUL EDENLERİN DAYANDIKLARI BAZI KAİDELER........................ 28 II. İSLAM HUKUK MEZHEPLERİNDE ZERİA .............................................................. 29 A. MALİKİLERDE ZERİA ..................................................................................................... 29 B. HANBELÎLERDE ZERİA ................................................................................................... 31 C. HANEFİLERDE ZERİA...................................................................................................... 35 D. ŞAFİİLERDE ZERİA.......................................................................................................... 38 E. DÖRT MEZHEBİN İTTİFAKLA SEDD-İ ZERİAYI DELİL ALDIKLARI MESELELER .......... 41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI I. ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI ......................................................................... 43 A- KUR’AN-I KERİM’DE ZERİA ÖRNEKLERİ ...................................................................... 43 B- HZ. PEYGAMBERİN SÜNNETLERİNDE ZERİA ÖRNEKLERİ ............................................ 47 SONUÇ .................................................................................................................................... 54 KAYNAKÇA ........................................................................................................................... 57 VI KISALTMALAR a.g.e : Adı geçen eser. a.g.m : Adı geçen makale. a.s : Aleyhisselam ay : Aynı yer. Bkz : Bakınız. bs : Baskı. c : Cilt. çev. : Çeviren. h.no : Hadis numarası. Hz : Hazreti. MÜİF : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. s.a.v : Sallallahu aleyhi ve sellem. s : Sayfa. TDV : Türkiye Diyanet Vakfı. ts : Tarihsiz. vd : Ve diğerleri. vs : Ve saire. yay : Yayınları. VII GİRİŞ Yüce Allah, insanları boş yere, hedefsiz, gayesiz yaratmamış kullarını başıboş bırakmamıştır. Bilakis onlara mükellefiyetler yüklemiş, onların her bir fiiline, vücub, hurmet, kerahet, sıhhat, fesad gibi şer’i hükümler bağlamış ve bu hükümlerin kendisinden çıkarılacağı deliller koymuştur. İslam hukuk literatüründe delil; sağlıklı bir bakış neticesinde, kendisiyle şer’i hükümlere ulaşmanın mümkün olduğu şey1 diye tanımlanır. Âlimlerden bir kısmı, bir şeye delil denilebilmesi için onun kat’i bir şekilde şer’i hükümlere ulaştırmasını şart koşmuştur. Eğer delalet zanni olursa buna delil değil emare denilir demişlerdir. Ancak çoğunluğa göre delilde böyle bir şarta gerek yoktur. Bu durumda delil, kat’i olsun zanni olsun, kendisiyle şer’i hükümlere ulaşmanın mümkün olduğu şeylerdir. Deliller çeşitli açılardan taksimata tabi tutulmuştur. Bu taksimatlardan biri de üzerinde ittifak veya ihtilaf edilmesi açısından yapılan delillerin taksimatıdır. Bu yönüyle delil başlıca üç kısma ayrılır:2 a-İslam âlimleri arasında üzerinde ittifakın olduğu deliller. Bunlar kitap yani Kur’an ve sünnettir. b-Cumhur ulemanın üzerinde ittifak ettiği deliller. Bu deliller icma ve kıyastır. Mutezileden Nazzam ve bazı Hariciler icma hususunda, Caferi ve Zahiriler ise kıyas hususunda muhalefet etmişlerdir. c-Alimler arasında ihtilaflı olan deliller. Bu deliler hususunda cumhur ulema arasında bile ihtilaf söz konusudur. Bu deliller; örf, istihsan, mesalihi mürsele, şer’u men kablena, sahabe kavli ve bizim tez konumuzu teşkil eden sedd’ü zeraidir. 1 2 Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’l-Fıkh, 7.bs., Beyrut, Müessesetü’r-Risale, 2001, s.147 Zeydan, a.g.e, s.148 İfade etmeliyim ki bu delillerden her biri kendi başına müstakil birer tez konusu olabilecek nitelikte geniş çaplı incelenmesi gereken konulardır. Ancak şunu belirtelim ki, bütün bu delillerin ortak fonksiyonu, Yüce Allah’ın, elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla kullarını mükellef tuttuğu hükümlerin kullara bildirilmesi ve tanıtılmasıdır. Bu delilerin hepsinde mevcut olan bir takım ortak özellikler vardır: Birincisi: Şer’i deliller, nakli deliller ve akli deliller olmak üzere iki nevidir. Nakli delillerin yolu nakildir, bunların meydana gelmesinde müçtehidin her hangi bir katkısı yoktur. Mesela Kitap ve Sünnet’in mevcudiyetinde müçtehidin her hangi bir müdahalesi söz konusu degildir. İcma da aynı özelliktedir. Çünkü icma, müçtehidin onunla istidlalinden önce mevcut bulunmaktadır. Aynı şekilde, örf, şer’u men kablena ve sahabe kavlini de zikredebiliriz. Zira bütün bunlarda sonuç itibariyle sırf nakli bir duruma göre amel edilmektedir. Akli deliller ise, oluşmasında müçtehidin katkısı bulunan delillerdir. Kıyas, mesalihi mürsele bazı istihsan şekilleri ve tez konumuz olan zeria.3 Bu taksim sadece, delillerin aslı ve mahiyeti bakımındandır. Hüküm çıkarırken bunlardan faydalanma bağlamında ise, her bir nevi diğerine muhtaçtır. Çünkü nakille istidlal edebilmek için düşünmeye, kafa yormaya, kısaca akla ihtiyaç vardır. Akılla istidlal ise ancak nakle dayandığında muteberdir; salt akıl hüküm koymak için yeterli değildir.4 İkincisi: Şer’i deliller aklıselime ters düşmez. Aklıselime aykırı ve onunla çelişkili bir hüküm taşıyan sahih bir delil bulunamaz. Çelişki ancak şu durumlarda söz konusu olabilir: a-Delilin sahih olmaması halinde. b-Delilin, Şari’nin kastettiği şekilde anlaşılmaması halinde. c-Aklın bunama gibi bir hastalığa düçar olması veya şahsi arzulara kapılması 3 4 Zekiyyüddin Şa’ban, Usulü’l Fıkh, çev. İbrahim Kafi Dönmez, 2.bs., Ankara , TDV yay., 1996, s.47 Zeydan, a.g.e., s.149 2 yahut birtakım bozuk görüşlere meyletmesi halinde. Bu çelişmezliğin sebebi: Şari bu delilleri, insanlar bunları aklıselimle ölçüp tartsınlar, ikna olup kabullensinler ve gereğini yapsınlar diye göstermiş ve peygamberine bildirmiştir. Şayet bu deliller akla aykırı olsaydı, akıllar bunu kabullenmek istemez ve mükellefler gereğince davranmazdı. Bu takdirde ise şer’i hükümlerin konmasında ve bunların insanlığa tebliği için peygamberlerin gönderilmesinde bir fayda bulunmamış, bütün bunlar anlamsız kalmış olurdu. Yüce Allah ise boş ve anlamsız işlerden münezzehtir.5 Bu kısa açıklamadan sonra şimdi konumuz olan seddi zeriayı ele alıp unu imkanlar çerçevesinde incelemeye geçelim. 5 Şa’ban, a.g.e., s.47 3 BİRİNCİ BÖLÜM İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ I.KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLAR A. Zerianın tanımı: 1. Sözlük Anlamı Zeria “ ”ذرعkökünden gelir ve vesile anlamını taşımaktadır. “” تذرّعّ ّفالن بذريعة denildiğinde “ ” توسل ّبوسيلةanlamına gelir. Her ikisinin anlamı “bir şeye ulaşmak için vesile edinmektir.” Çoğulu “ ” ذرائعşeklinde gelir.6 Zeria kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılır. a-Vesile anlamında kullanılması. Vesile “ ”وسلkökünden türetilmiştir.7 Vesilenin aslında talep ve rağbet anlamı vardır. Talib ve rağıb kişi amacına ulaşmak için yol arar ve çaba sarf eder.8 Bu anlam yönüyle zeria ve vesile kelimeleri anlam açısından birbiriyle örtüşmektedir. Bu anlam yakınlığından dolayı zeria vesileyle izah edilmiştir. b-Zerianın “sebeb” anlamında kullanılması.9 Sebeb kelimesi kendisiyle başkasına ulaşılabilen her şeye ad olarak verilebilir. Şöyle denilir: “ّ فالن ّذريعتى ّاليك ّاى ” وصل سببى. Zerianın, bir şeye ulaşmaya vesile kılınması hasebiyle sebeple anlam bağı bulunmaktadır. Ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed İbn Manzur, Lisanu’l Arab , Beyrut, Daru’l Mearife, ts., c.III, s.1498 7 İbn Manzur,a.g.e., c.VI, s.4837 8 Ebu’l Huseyn Ahmed b. Faris b. Zekeriya İbn Faris, Mucemu’l Mekayis, Şam, Darul Fikr, 1994. s.1091 9 İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498 6 4 c-Zerianın “derie” anlamında kullanılması.10 “Derie”: Avcının avından gizlenmek için siper olarak kullandığı ve fırsat bulduğunda avına ateş ettiği deveye verilen isimdir.11 Böylece derie diye isimlendirilen deve avcının avına ulaşmasına vesile ve yardımcı olur. Zeria ile derie arasında bu mana cihetiyle bir benzerlik mevcuttur. d- Zerianın “ ”الحلقةanlamında kullanılması. “ ”الحلقةatıcının üzerinde atış talimi yaptığı atış tahtası, hedef tahtası veya hedef halkası anlamında kullanılır.12 Hedef tahtası atıcılığı öğrenmeye vesile olduğu için ona zeria denmiştir. Bütün bu lügat anlamlarından hareketle zerianın, ister somut ister soyut olsun başka bir şeye vesile olan her şeye isim olarak verildiği söylenebilir. 2. Istılah Anlamı Zerianın ıstılahta, genel ve özel anlam olmak üzere iki anlamı vardır. a-Genel anlam: Genel anlamda zeria, bir şeye ulaşmak için vesile edinilen her şeyi kapsamaktadır. Bu tanımlamada vesileyle kendisine ulaşılacak şeyin caiz veya yasak olmasına bakılmamıştır. Ve yine bu tanımlamanın kapsamında birazdan açıklayacağımız hem “sedd” hem de “feth” kavramının tasavvur edilmesi mümkündür.13 Öyleyse “zeria makasıdın şer’an mübah olup olmadığına, emir ve nehiy durumuna ve kişinin niyetine bakılmaksızın herhangi bir maksada (amaca) ulaşmaya elverişli olan yol veya vesiledir.” b-Özel anlam: Zerianın özel anlamında, her ne kadar açıkça “sedd” ifadesi kullanılmasa da “sedd” göz önüne alınarak bir tanımlama yapıldığı aşikârdır. Bu bağlamda yapılan tanımlara örnek olarak şunları verebiliriz. “Bizzat memnu olmamakla birlikte irtikab edilmesiyle memnu bir fiile neden olan şeydir.”14 İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498 İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498 12 İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498 13 Muhammed Hişam el-Burhani, Seddü Zerai, Şam, Daru’l-Fikr,1995, s.69. 14 Muhammed b. Ahmed el- Kurtubi, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, Daru’l İhya, 1985, c.II, s.57-58 10 11 5 “Zeria, aslı maslahat olan bir şeyi, mefsedet olan bir şeye vesile edinmektir.”15 “Zeria, mefsedet ve mazarrat ihtiva edene, yasak olana ulaştıran her şeydir.”16 Tüm bu tanımlardan hareketle “zeriayı” şöyle tanımlamak mümkündür: “Zeria, bizzat kendisi yasak olmayan ancak yapılması durumunda yasak bir fiile götürme ihtimali kuvvetli olan şeydir.”17 B. Vesailin Tanımı Vesail, “ ”وسلkökünden gelen “ ”وسيلةlafzının cemisidir. “Vesile” lafzının birçok manası vardır. Bunlar, derece, konum, yaklaşma, bir şeye ulaşma anlamlarıdır. Cevheri, vesileyi kendisiyle başkasına ulaşılan şey diye tanımlamıştır.18 Kurtubi, İsra 57 ayetindeki vesileyi “yaklaşma” olarak tefsir etmiştir.19 C. Mukaddimenin Tanımı Mukaddime, “ ” قدمfiilinin tef’il kalıbından, ismi fail veya ismi mef’ul olarak gelir. “ ” المقدمةbir şeyin öncesi, önde olanı demektir. “ ” مقدمةّالعسكرaskerlerden önde bulunanlar demektir. Yine, kitabın öncesi, evveli anlamında, “ ” مقدمةّالكتابdenilir.20 Bazı fıkıh usulü âlimleri, mukaddimeyi, “bir şeyin varlığı kendisine bağlı olan şey” diye tanımlamışlardır. Mukaddimede asıl olan, maksadın elde edilmesinin kendisine bağlı olması ve o olmazsa hiç kimsenin varılmak istenen hedefe varmasının mümkün olmamasıdır. Örneğin, duvarın temeli, duvarın mukaddimesidir.21 Yine namaz için abdest, bir mukaddimedir. Eğer abdest olmazsa, namaz olamaz. Namazın varlığı için, abdest olmazsa olmaz bir şarttır. Şunu da ifade edelim ki; mukaddimenin varlığı, kendine bağlı olan vacibin zorunlu olarak varlığını gerektirmez. Nitekim abdestin varlığı namazın varlığını gerektirmez.22 Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, çev. Mehmet Erdoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1990, c.IV, s.199 16 Vehbe Zuhayli, Usulü’l Fıkhı’l İslami, Şam, Daru’l Fikr, 1986, c.II, s.873 17 el-Bürhani, a.g.e., s.80 18 İbn Manzur, a.g.e., c.VI, s.4837 19 Kurtubi, a.g.e., c.X, s.279 20 İbn Manzur, a.g.e., c.V, s.3553–3554 21 Zuhayli, a.g.e., c.II, s.875 22 el-Burhani, a.g.e., s.84 15 6 D. Seddin Tanımı Sedd ( ) سدlügatte boşluğu kapamak, gediği doldurmak, kapatmak anlamlarına gelir. Aynı zamanda sedd dağ ve iki şeyin arasını kapatan şey anlamlarında da kullanılır.23 Nitekim Maliki mezhebine mensup olan ünlü tefsirci Kurtubi, Kehf 93. ayetteki “ ” بينّالسدينifadesini dağ olarak tefsir etmiştir.24 Bir fıkıh terimi olarak “seddi”, zeriayı da dikkate alarak tanımlayacak olursak şöyle bir tanım yapmak mümkündür. “Sonuç mefsedet olduğu durumlarda, mefsedete ulaşmayı engellemektir.”25 E. Fethin Tanımı Feth, “ ” فتحfiilinin mastarıdır. Feth, kapatmanın zıttıdır. Fethin çeşitli anlamları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz; “Bir yeri sulamak için yeryüzüne bırakılmış su.” “Yeryüzünde akan su.” “Ezheri, feth nehir anlamına gelir.” demiştir. “ Feth, darulharbi ele geçirmektir.” “Feth, yardım anlamına gelir.” “Feth, bir davada hüküm vermektir.” 26 Eğer fethi, zeriayı da dikkate alarak tanımlayacak olursak şöyle bir tanım yapmak mümkündür; “netice maslahat olunca, vesileye tevessül etmek, almaktır.”27 II. ZERİANIN KISIMLARI Zeria, usül âlimlerince çeşitli taksimatlara tabi tutulmuştur. Bunlar; 1-Feth ve sedd açısından zerianın taksimi. 2-Vaz’i yönden zerianın taksimi. 3-Zannilik ve katilik açısından zerianın taksimi. 4-Muteberlik açısından zerianın taksimi. İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1968 Kurtubi, a.g.e., c.XI, s.55 25 Zuhayli , a.g.e., c.II, s.873 26 İbn Manzur, a.g.e., c.V, s.3337–3338–3339 27 Zuhayli, a.g.e., c.II, s.873 23 24 7 onu 5-Neden olduğu zarar açısından zerianın taksimidir. A. Feth ve Sedd Açısından Zerianın Taksimi Bu açıdan zeria, “Fethü’z-Zeria” ve “Seddü’z-Zeria” diye iki kısma ayrılır.28 Fethü’z-zeria: İnsanları hayra, iyi olana, güzel olana götüren, şer’an cevazı sabit olan bütün vesilelerin bazen mefsedete götürse bile önünün açılması ve cevazın hükmedilmesidir.29 Örneğin; cihad, dış görünüş itibariyle can ve malın telefine sebep olduğu için mefsedet gibi gözükür. Fakat sonuç itibarı ile İslam ülkesinin korunmasını, ümmetin güven içinde yaşaması ve devamını sağlayabilmesi için gereklidir. Dolayısıyla cihad vecibelerin en önemlilerinden biri olmuştur. Şayet Müslümanlar cihadı terk ederlerse, bu terk etmeleri neticesinde düşmanları peşlerini bırakmayacak ve bu durum, cihadın kendilerine vereceği kayıptan daha çok zarar görmelerine neden olacaktır.30 Cihattan başka, zerianın bu kısmına örnek olabilecek başka meseleler de vardır. Bunlardan birkaçı şu şekildedir: a- Müslüman esirleri kurtarmak için düşmanlara fidye vermek: Normalde düşmanlara fidye vermek, onların güçlenmesine vesile olacağı için haramdır. Ancak burada, Müslüman esirlerin hürriyetine kavuşması, onların serbest kalmaları neticesinde de Müslümanların güçlenmesi durumu söz konusudur. Bunun için burada fethü’z-zeria ile amel edilerek, esirleri kurtarmak için düşmanlara fidye verilmesinin cevazına hükmedilmiştir.31 b- Şerrinden emin olmak için düşman devlete mal vermek: Aslında düşman devlete herhangi bir şekilde mal vermek yasaktır. Ancak İslam devleti güçsüz olup, düşmanla savaşmaya güç yetiremiyor ve ondan gelecek zarara mani olamıyorsa, bu durumda karşı tarafa mal vermesi caizdir. Çünkü burada İslam devletinin bir maslahatı söz konusudur.32 c- Bir hakkı almaya veya bir zulmü engellemeye güç yetirilemediğinde rüşvet verme: Allah Resulünün “Allah rüşvet alana da verene de lanet etmiştir” buyruğu olmasına ve dolayısıyla rüşvet verme ve almanın haram olmasına rağmen, eğer kişi bir Ebu Abbas Ahmed b. İdris Karafi, el-Furuk, 1.bs., Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1998, c.II, s.59 el-Burhani, a.g.e., s.98-99 30 Muhammed Tahir b. Aşur, İslam Hukuk Felsefesi, çev. Mehmet Erdoğan, 2.bs. İstanbul, İz Yay. 1996, s.194 31 Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Kahire, Daru’l Fikri’l-Arabî, ts., s.274 32 Zeydan, a.g.e., s.250 28 29 8 hakkını alamıyor veya bir zulmü başka bir şekilde engelleyemiyor ise bu durumda kişinin rüşvet vermesi caizdir.33 Seddü’z-zeria: Harama, yasak olana götürdüğünde, şer’an caiz olan vesileleri men etmek suretiyle, fesat yollarını kapatmaktır. Daha genel bir ifadeyle, şerre, münkere ve fesada götüren bütün vesilelerin men edilmesi engellenmesidir.34 Örneğin yabancı bir kadına bakmak zinaya götüreceği için yasaklanmıştır, haramdır.35 Karafi zerianın fethi ve seddi konusunda şöyle demektedir: “Zerianın seddi vacip olduğu gibi fethi de vaciptir. Çünkü zeria vesilenin ta kendisidir. Nasıl ki harama vesile olan şey haram, vacibe vesile olan şey vacipse (zeria da aynı şekildedir). Cuma namazına gitmek ve hac gibi.”36 Buna göre bir vacibin gerçekleşmesine vesile olan şeyler de o vacibin hükmünü alır. Mendub, mubah ve mekruh da böyledir. O halde vacip ve mubahın gerçekleşmesi için, onlara ulaşmayı engelleyen şeylerin kaldırılması gerekir. Harama ve mekruha vesile olan şeylerin dışındaki vesilelerin ki bunlar vacip veya mubah olur, önünün açılması gereklidir. Bu da fethi zeriadan başka bir şey değildir. Bazı âlimler, Karafi’nin fethi zeriaya, cuma namazı için camiye gitmeyi örnek vermesine karşı çıkmışlar bunun, “ vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.” kaidesine örnek olabileceğini ifade etmişlerdir. Ancak biraz düşünülünce bu itirazın tutarlı olmadığı açıktır. Çünkü cuma namazından insanları alıkoyabileceğinden dolayı, Şari cuma vaktinde alış verişin terk edilmesini emretmektedir.37 Bu durumun seddü zeriaya örnek olması nasıl uygun ise, cuma namazına gitmek ve cumanın ifası için gerekli olan vecibelerin yerine getirilmesi, önündeki engellerin kaldırılmasının da fethi zeriaya örnek verilmesi gayet uygundur. B. Vaz’i Yönden Zerianın Taksimi Bu taksimin genellikle Hanbeli hukukçuları tarafından yapıldığı görülmektedir. Bu açıdan zeria dört kısma ayrılır. 33 Ebu Zehra, a.g.e., s.274 el- Burhani, a.g.e., s.98-99 35 Zuhayli, a.g.e., c.II, s.878 36 Karafi, a.g.e., c.II, s.61 37 Cuma 62/9 34 9 a-Fasit (mefsedet) olan bir fiilin irtikabını sağlamaya yönelik olarak vaz edilen fiil veya sözler.38 Aklın geçici izalesine sebebiyet veren sarhoşluk halini meydana getiren içki içme, nesillerin selametini ortadan kaldıran ve soyların karışıp bozulmasına vesile olan zina, bozgunculuğa götüren kazf gibi fiil veya sözler. Bu sözler veya fiiller mefsedete ulaştırmaktan başka bir şey için vaz edilmemiştir.39 b-Caiz veya müstehab bir şeyin elde edilmesi için vaz edilmiş olan bir fiil veya sözle mefsedete ulaşmanın amaçlandığı zeria.40 Eşini talakı bain ile (üç talakla) boşayan bir kişinin daha sonra boşadığı eşiyle şer’an tekrar evlene bilmesi için, boşanmış olan kadının başka bir kişiyle sahih bir nikah yapması, nikahlandığı yeni eşiyle ilişkide bulunmuş olması, daha sonra ikinci eşinden şer’i bir şekilde boşanmış ve iddetini tamamlamış olması şer’an gereklidir.41 Böyle bir durumda olan bir kadının, boşandığı eşiyle tekrar evlene bilmesi için başka biriyle sırf bu amaçla bir nikâh akdedilmesi bu kısma örnek oluşturmaktadır.42 Nitekim Rasulullah (s.a.v.) böyle bir akdin taraflarını şiddetle lanetlemiştir.43 İncelendiğinde insan neslinin devamı ve eşlerinin birlikteliğini sağlamak için gerekli olduğundan, Şari tarafından vaz edilen mübah bir akit olan nikâhın, şer’an mübah olmayan tahlile vesile kılındığı görülmektedir. Böyle bir eylemin önünü tıkamak gerekmektedir. Bu da seddi zerianın bir çeşididir. Şer’an mübah olan, alış veriş akdinin faiz elde etmek için kullanılması da bu kısım zeriaya girer.44 Bu bir şahsın bir kişiden aldığı vadeli malı satın aldığı kişiye peşin olarak ve farklı fiyatla satması veya kendisi değil de başka bir üçüncü şahıs vasıtasıyla satması buna örnektir. Çünkü bu her ne kadar biri birinden bağımsız iki ayrı akit gibi gözükürse de dikkatle incelendiğinde vadeli aldığı malı tekrar aynı şahsa peşin satmasındaki amaç, ödünç almak istediği paraya karşılık daha fazla miktarda bir borçlanma yapmaktır. Şayet para üzerinde böyle bir borçlanma yaparsa açık bir şekilde faiz olduğu ortaya çıkacağından, şer’an memnu olan böyle bir akdi gerçekleştirmek için o akde, caiz olan bir akit kisvesi giydirilmektedir. İbn Kayyım el-Cevzi, İlamu’l Muvakkiin, 2.bs. Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1993, c.III, s.109 İbn Kayyım, a.g.e., a.y. 40 İbn Kayyım, a.g.e., a.y. 41 Muhammed Muhyiddin Abdulhamit, Ahvalü’ş-Şahsiye, Beyrut, Darü’l Kütübü’l Arabi, ts., s.274 42 İbn Kayyım, a.g.e., a.y. 43 İbn Mace, Nikah 33, H. no: 1934. 44 İbn Kayyım, a.g.e., a.y. 38 39 10 c-Mubah olan bir şeye ulaşmak için konulmuş bir vesilenin, mefsedete ulaşmak için kullanılması amaçlanmamasına rağmen, genellikle mefsedete götüren ve sebep olduğu mefsedetin, sağladığı maslahattan önde (mercuh) olduğu zeria.45 Müşriklerin ilahlarına sövmek, kerahat vakitlerinde kılınan namaz ve iddet bekleyen kadının süslenmesi bu kısma örnektir.46 Her ne kadar müşriklerin ilahlarına söven kişi bunu yaparken inandığı ilahına sövülmesine neden olma niyetini taşımasa ve bunu yapmasında şer’an bir mahzur olmasa da Allah’a sövülmesine neden olabileceğinden yasaklanmıştır.47 Yukarıda belirtilen fiil ve sözlerin aslında mubah ve bunu gerçekleştiren failin mefsedeti kastetmemiş olmasına rağmen bu fiiller bizatihi gerçekleştirecekleri bir maslahattan daha ehemmiyetli (erceh) olan, öncelikli bir mefsedeti beraberinde getirmektedir. Şari böyle bir vesileyi men etmiştir. “Def’i mefasid celbi mesalihten evladır”48 hukuk kaidesi gereğince böyle bir zerianın seddi gereklidir. d-Mubaha ulaşmak için vaz’edilmiş olan bir vesilenin, mefsedete neden olabilme ihtimaline karşın maslahata ulaştırmasının daha öncelikli olduğu zeria (vesile).49 Nişanlıya bakmak,50 zalim sultana hak söz söylemek51 bu kısım zeriaya örnektir. Bu fiil ve sözler mefsedete yol açabilme ihtimaline rağmen maslahatı gerçekleştirmeleri daha önceliklidir. Çünkü kişinin evleneceği eşe bakması ve genel durumdan haberdar olması maslahatının icabıdır. Rasulullah (s.a.v.) evlenecek olan bir sahabeye evleneceği eşi görmesini tavsiye etmiş ve bunun aralarında sevginin oluşmasına yardımcı olacağını belirtmiştir.52 C. Zannilik ve Kat’ilik Açısından Zerianın Taksimi a-Mefsedete ulaştırması kesin/kati olan zeria. İbn Kayyım, a.g.e., a.y. İbn Kayyım, a.g.e., a.y. 47 Bkz. Enam 6/108 48 Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-Hukkam Şerhi Mecelleti’l Ahkâm, Mad.30, Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts., c.I, s.37. 49 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.109 50 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.109 51 İbn Kayyım,a.g.e., c.III, s.110 52 Nesai, Kitabü’n-Nikah, H. No:3232 45 46 11 Bir kapının ardına, kapıdan içeri girenin düşeceği şekilde kuyu kazılması53 bu olaya örneklik teşkil eder. Çünkü böylesi bir eylem kat’i surette mefsedete neden olur. Böyle bir kuyu Müslümanların yoluna kazılmışsa mutlaka kişiyi bu işten menetmek gerekir. b-Nadiren mefsedete götüren zeria. Genelde hiç kimsenin içine düşme ihtimali bulunmayan tenha bir yerde kuyu kazılması buna örnektir. Çoğunlukla böyle bir eylem başkasına zarar vermez.54 Yine buraya üzüm ziraatı yapmak da girer. Şöyle ki üzümden şarap yapılacak korkusuyla, üzüm ekiminin yasaklanması mümkün değildir. Çünkü bir yerde maslahat galip olunca nadire itibar edilmez. c-Genelde mefsedete neden olan zeria. Şöyle ki zannı galiple böyle bir eylemin mefsedete yol açacağı daha racihtir. Örneğin: anarşinin, isyanın yoğun olduğu bir dönemde silah satmak.55 Şarap imalatçısına üzüm satmak.56 Böyle bir fiilin mefsedete yol açması katilik derecesinde olmasa da zannı galip derecesindedir. Zannı galiple amel etmek makbuldür. Kur’an’da müşriklerin ilahlarına sövmenin yasaklanması da bu guruba giren örneklerden biridir.57 d-Zann-ı galip derecesinde olmamakla birlikte mefsedete götürmesi çokça görülen zeria. Bu kısım zeriada galiplik veya nadirlik durumu yoktur. Sadece mefsedete yol açmasının sıkça görülmesi durumu vardır.58 Buna faize götürmeye elverişli olan alış verişler örnek olarak verilebilir. D. Muteberlik Açısından Zerianın Taksimi a-İslam ümmetinin sedd ve men edilmesi hususunda üzerinde icma ettiği zeria. Müslümanlara eziyet veren ve canlarını tehlikeye sokacak şekilde yollar vb. yerlerde kuyu kazmak. İslam ümmetinin sağlık ve selametini tehlikeye sokacak eylemlerde bulunmak. Örneğin yiyecek ve içeceklerine zehir katmak vb. Putlara veya değer yargılarına sövüldüğünde kendisinin de Allah’a veya Müslümanların değer Muhammed b. Ahmet Seyyani, “Seddü Zerai”, Meceletü Mecmu’ul-Fıkhi’l-İslami, c.III, sayı.9, (1996), s.172 54 Seyyani, a.g.m., a.y. 55 Seyyani, a.g.m., a.y. 56 Seyyani, a.g.m., a.y. 57 Bkz. Enam 6/108 58 Şeyyani, a.g.m., a.y. 53 12 yargılarına söveceği bilinen kişinin yanında onlara sövmek. Bu ve benzeri vesilelerin tümünün Seddi hususunda icma edilmiştir.59 Görüldüğü gibi bu tür eylemlerin bir takım kötü sonuçlar doğuracağı kesin veya zannı galip derecesindedir. Hal böyle olunca da bunların sedd ve men’i kaçınılmaz olmuştur. b-İslam ümmetinin sedd ve men edilemeyeceği hususunda icma ettiği zeria.60 Şarap yapılacağı endişesi ile asma dikiminin ve üzümün yasaklanmasını, zinaya sebep olabilir ihtimalinden dolayı binada komşu olma61 veya insanların sosyal ilişkilerinin yasaklanmasını vb. konularda engellenme veya yasaklanmanın olamayacağı açıktır. Çünkü bunların yasaklanması insan yaşamını zora sokacaktır. İhtimalli bir sebepten dolayı insan hayatı için gerekli bir maslahatın önü kesilemez. Çünkü itibar galip olanadır, nadir olana değil. c-İslam hukukçularının sedd edilip edilmeyeceği hususunda üzerinde ihtilaf ettikleri zeria. Cinsellikten uzak bir şekilde mahremi olmayan bir kadına bakmak ve Malikilere göre vadeli satışların bazıları buna örnektir.62 Âlimler örtünmesi gerekmeyen yerlerin dışında bir kadına bakmanın, şehvetle olursa mutlak haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Yine kadının avret yerine bakmanın haramlığında da ittifak etmişlerdir. İhtilaf ise kadını avret yerleri dışında kalan kısma şehvet olmadan bakmanın haramlığı noktasındadır. Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel bir rivayete göre bunu caiz görmüşler, mütaahhirun âlimlerinin çoğunluğu ise bunun men’ine hükmetmişlerdir. Bu görüş aynı zamanda Maliki mezhebinin meşhur olan görüşüdür.63 Bunun men’ine hükmedenler, bu şekilde bakmanın insanı fitneye ve şehvetin harekete geçmesine sebep olacağından hareketle böyle bir hükme varmışlardır. Günümüzde de insanların, Allah korkusundan uzaklaşması, fitne ve fesat ihtimalinin yüksek olması sebebiyle, burada “seddü zerai” hükmünün işletilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim. 59 Karafi, a.g.e., c.II, s.59 Karafi, a.g.e., c.II, s.60 61 Karafi, a.g.e., a.y. 62 Karafi, a.g.e., a.y. 63 el-Burhani, a.g.e., s.110 60 13 Vadeli satışlar meselesinde ise İmam Malik çeşitli gerekçelerden hareketle bunun caiz olmadığına ve men’ine hükmederken, İmam Şafi, olayın zahirine bakarak bunun cevazına hükmetmiştir.64 E. Neden Olduğu Zarar Açısından Zerianın Taksimi A-Yapıldığında başkasına zararı gerektirmeyen zeria.65 B-Yapıldığında başkasına zararı gerektiren zeria.66 Bu da ikiye ayrılır: 1-Menfaat sağlamaya veya zararı defetmeye çalışan kişinin, bunu sağlamaya çalışırken başkasına zarar vermeyi kastetmiş olması. Geçimini sağlamaya yönelik olarak malının fiyatını düşüren kimsenin başkasına zarar vermeyi kastederek, aynı malı satanların malların değerinin düşmesine sebep olup, onlara zarar vermesi bu kısma örnektir. 2-Başkasına zarar vermeyi kast etmemiş olması. Bu kısım, zararın genel veya özel olması noktasında ikiye ayrılır: a-Zararın genel olması: Mesela, mescit yapımı gibi kamunun yararına kullanılması gereken özel mülkiyet sahibinin mülkiyetini satmaktan imtina etmesi, pazara mal getirenlerin pazar fiyatlarını öğrenmelerine imkan vermeden, mallarını daha ucuza almak için veya malı başkalarının da alıp rekabette bulunmalarını engellemek için pazar dışında mal sahiplerini karşılamak. b-Zararın özel olması: Bu ikiye ayrılır: 1-Başkasına zarar vermeyi kastetmemiş olmasına rağmen, menfaati elde etmesi veya zararı def etmesiyle başkasının zorunlu olarak zarar gördüğü ve kendisinin de bu fiilde bulunmaya muhtaç olması durumu. Örneğin, başkasına zarar verdiğini bilmesine rağmen kişinin nefsi müdafaada bulunması veya kişinin ihtiyaç duyduğu yiyecek, içecek, vb. almak için acele davranarak öncelikle alması ve daha sonra gelecek ihtiyaç sahiplerine bunların yetmemesi durumu gibi. 2-Yapmadığında kişiye zarar vermeyen vesile. Bu üçe ayrılır: 64 Karafi, a.g.e., c.II, s.60 Ahmed Muhammed el-Mukırri, “Seddü Zerai” , Mecelletü Mecmeu Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s.546 66 el-Mukırri, a.g.m., a.y. 65 14 a-Mefsedete neden olması ve başkasına zarar vermesi kesin olan fiil. Evin kapısının ardında içeri girecek kişinin karanlıkta eve girdiğinde içine düşmesi kesin olacak bir şekilde kuyu kazılması. b-Nadiren başkasının zarar görmesine neden olan fiil. Açık arazide kuyu kazmak veya genelde zararlı olmayan yiyecek, içeceğin yenmesi böyledir. c-Nadir değil de çokça mefsedete neden olan vesile. Bu ikiye ayrılır: 1-Mefsedete neden olması galip olan vesile: Daru’l Harbe silah satmak, şarap üreticisine üzüm satmak gibi. 2-Mefsedete neden olması galip değil de, çokça vuku bulması. Vadeli alışverişlerin durumu gibi.67 III. ZERİANIN ŞARTLARI Yukarıdaki taksimatlardan, zerianın caiz veya yasak olması için bir takım şartların bulunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu hususu iki başlık altında incelemek mümkündür. 1-Zerianın caiz olmasının şartları. 2-Zerianın men edilmesinin şartları. A. Zerianın Caiz Olmasının Şartları a-Mefsedetin meydana gelmesi nadir olmalı. Çünkü mefsedet nadir olunca o fiili yapmak engellenemez. Çünkü bir şeyde mahza hayır veya mahza şer yoktur. Dolayısıyla hüküm, nadire göre verilemez. Örneğin şarap yapılacak diye üzüm ekimi yasaklanamaz. b-Fiilin maslahatı mefsedetinden ercah (daha fazla) olmalı. Maslahat, şarinin bütün emir ve yasaklarında, bütün hükümlerindeki maksadıdır. Mefsedet, insanın zararlı gördüğü şey değil de şarinin zararlı kabul ettiği şeydir. Evlenilecek kadına bakmak bu durumun misalidir. Bu fiille elde edilecek -ilerdeki iyi geçimin temini gibi- maslahat, yol açabileceği mefsedetten daha fazladır.68 el-Mukırri, a.g.m., a.y. Vehb Mustafa ez-Zuhayli, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l-Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s.121. 67 68 15 B. Zerianın Men Edilmesinin Şartları Zerianın yasaklanabilmesi için şu üç şarttan birinin olması gerekir. a-Zerianın mefsedete götürmesi kati veya zannı galip veya çokça vuku bulur olması: Bunun için eğer mefsedet meydana gelmez, az veya nadir olursa vesile engellenemez. Örneğin içki gibi sarhoş edici bir şeyi içmenin kişiyi sarhoş etmesi kesindir. Yine zinanın nesillerin karışmasına götürmesi kesindir. Bundan dolayı bunlar yasaklanmıştır. b-Bazen fiile maslahat tereddüb etse de, mefsedetin daha fazla vuku bulur olması: Bu durum, vesile mübah olup kişi bununla mefsedeti kast etmese bile aynıdır. Örneğin müşriklerin yanında onların ilahlarına sövmek gibi. Çünkü bu eylem neticesinde, onlar da Allah’a söverler ve bu da eylemin sağlayacağı faydadan daha fazla mefsedete sebep olur. c-Mübah bir şeyle mefsedete ulaşmak kast edilmiş olmalı: Hulle niyetiyle nikah akdi yapmak, ribaya götürecek alışverişlerde bulunmak bu durumun örneğidir.69 69 ez- Zuhayli, a.g.m.,a.y. 16 İKİNCİ BÖLÜM I. ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU Seddi zeriayı, delil olarak en çok kullanan, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel’dir. İmam Ebu Hanife ve İmam Şafi’nin zahirde bu delile itibar etmedikleri görülmektedir. Fakat iyice tetkik edildiğinde bu iki imamın, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel kadar olmasa da, zeria prensibine itibar ettikleri görülür.70 Şu bir hakikattir ki, Hanefi ve Şafi usul kitaplarını incelediğimizde, bu imamların seddü zeria’dan fazlaca bahsetmediklerini görüyoruz. Bu da zihinlerde, onların bu delili kullanmadıkları vehmini oluşturmaktadır. Daha sonra örneklerini de vereceğimiz gibi aslında onlar da bu delili, bu isimle olmasa bile birçok sahada kullanmışlardır. Maliki ve Hanbelî mezhebinin bu delille amel hususunda meşhur olmalarının belki de en önemli sebebi, onların Hanefi ve Şafi mezhebinin aksine, bu delilden usul kitaplarında fazlaca bahsetmeleridir. İşte bunun için özellikle Maliki ve Hanbelîler bu delille anılır olmuştur. Seddü zeraiyi bir delil olarak kabul etme noktasında âlimlerin, ikiye ayrıldıklarını görüyoruz: 1-Seddü zeriayı reddedenler. 2-Seddü zeriayı kabul edenler. Şimdi bunları delilleriyle beraber, sırasıyla açıklayalım. 70 Şatıbi, a.g.e., c.V, s.182. 17 A. Seddü Zeriayı Reddedenler ve Delilleri Genel olarak seddü zeriayı müstakil bir delil olarak kabul etmeyenlerin başında, Hanefiler, Şafiler ve Zahiriler gelir.71 Özellikle de Zahirilerden İbn Hazm bu delillin müstakil bir delil olarak alınmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Zeriayı tümüyle redd eden İbn Hazm, Karafi’nin, ümmetin men’ ve sedd edilmesi hususunda icma ettiğini belirttiği zeriaya,72 karşı çıkarak, zanla mubah olan bir şeyin haram kılınamayacağı, böyle bir işe kalkışmanın, dinde ziyade ve Rasulullah (s.a.v)’e muhalefet anlamına geldiğini belirtir. İbn Hazm, Rasulullah döneminde çarşıya gelen malların, yiyeceklerin vs.nin çalıntı, mağsup, haram yollarla alınmış olma ihtimali bulunmasına rağmen, Müslümanlar aldıkları mal ve yiyeceklerle ilgili satıcılara soru sormadıklarını ve zanna dayanan bu şüphelerden dolayı haram addedilemeyeceğini, nitekim Rasulullah’ın böyle bir şeyi yapmadığını, bu durumun ondan sonraki sahabe ve müteakip dönemlerde de aynı şekilde devam ettiğini belirtir. Yine ashabın, Rasulullah’a henüz yeni küfürden kurtulduklarından dolayı bedevilerin kesip getirdikleri hayvanları Allah’ı anarak kesip kesmediklerini bilmediklerini ve bu şüpheye karşı nasıl hareket etmelerinin gerektiğini sorduklarında, Rasulullah (s.a.v.): “ Siz üzerine Allah’ın ismini anın ve yiyin.” buyurduğunu ifade ederek, haram hükmünün zanna bina edilmesinin nassa aykırı olduğunu belirtir.73 Görülüyor ki İbn Hazm, haram kılma noktasında zannın dayanak olmadığını, haram hükmünün ancak kati delil bulunduğunda verilebileceğini, aksi takdirde zanna dayanarak haram hükmünün verilmesi ve buna dayanarak halka fetva verilmesine Allah’ın izin vermediğini ve bunun dinde mesnedi olmayan bir ziyade olduğunu savunmaktadır. İbn Hazm, zeria ile istidlale şiddetle karşı çıkarak, zanna dayanarak ve ihtiyat yolu tutularak Allah’ın kesin olarak haram kılmadığı şeyleri haram kılma hükmünün, Allah’ın haram kıldığı şeyin helal kılınmasıyla aynı olduğunu belirterek, zeria ile istidlalde bulunanların fasit bir yol tuttuklarını ve kısacası böyle bir mezhepin yeryüzündeki en fasit (bozuk) mezhep olduğunu belirtir.74 71 ez-Zuhayli, a.g.m., s.122 Karafi, a.g.e., c.II, s.59. 73 Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said İbn Hazm, el-İhkam fi Usuli’l Ahkam, Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts., c.V, s.184–185. 74 İbn Hazm, a.g.e., s.191. 72 18 İbn Hazm, zeria ile ilgili sunulan deliller üzerinde durarak onları çürütmeye çalışır.75 Kısacası İbn Hazm, seddi zeriayı redd ederken ileri sürdüğü en önemli şey, töhmet, ihtiyat ve zanna dayanarak hüküm verilemeyeceği hususudur. Şüpheli şeyler hususunda yapılması gereken ise, Hz. Peygamberin yaptığı gibi insanları sadece bu tür şüpheli şeylerden sakındırmaktır. Bu tür şeyler, zanna dayanarak haram kılındığı takdirde, Allah ve Resulünün yapmadığı bir şey kullar tarafından yapılmış olur ki kimsenin buna hakkı yoktur. Şafiler de seddi zerianın müstakil bir delil olduğunu kabul etmez ve onunla amel etmeyi batıl sayarlar. Ve bu hususta başlıca iki delil gündeme getirirler: a-Seddü zeria, rey ile içtihat yollarından biridir. Onlar rey ile içtihat yollarından sadece kıyası kabul ederler. Nitekim onlara göre ilim beş tabakadan ibarettir. Bunlar, Kitap, sünnet, icma, sahabe sözü ve kıyastır.76 Görüldüğü gibi şafiiler bu müstakil deliller arasında seddü zeriadan bahsetmemişlerdir. b-İmam Şafi, şeriatın zahir üzerine bina edildiği ve edileceği görüşündedir. Şöyle ki şeriatın tefsirinde, nassın hükmünü aşmamamız gerekmektedir. İşte bunun için biz, İmam Şafi’nin, şer’i hükümlerin kaynakları olarak sadece, Kitap, sünnet, icma, sahabe sözü ve nassa dayanan kıyası zikrettiğini görüyoruz. Aynı şekilde, İmam Şafi bu gerekçeyle istihsanı da reddetmiştir. Çünkü istihsan, ne ibaresi ne işareti, ne de delaleti açısından bir nassa dayanmaz.77 Hükümlerin zahire göre olması noktasında, imam Şafi şöyle der: “ Hükümler zahire göredir. Gaybı bilmek, Allah’ın işidir ve ona aittir. Kim zan ile insanlara hüküm verirse, o kendisini Allah ve Resulünün yasakladığı bir makama koymuş olur”.78 Bu görüşün bir uzantısı olarak Şafiler, akitlerin batıl veya sahihliği noktasında, akdi yapanın niyetine itibar etmezler. Bunun için bir kişi, birini öldürme niyetiyle de olsa bir kılıç satın alsa bu akit caizdir. Burada seddi zeriaya itibar edip, akit sahih değildir denilemez.79 İbn Hazm, a.g.e., s.180 vd. el-Burhani, a.g.e., s. 679. 77 el-Burhani, a.g.e., s.681. 78 el-Burhani, a.g.e., a.y. 79 el-Burhani, a.g.e., s.684. 75 76 19 B. Seddü Zeriayı Kabul Edenler ve Delilleri Zeriayı müstakil bir delil olarak kullananların başında İmam Malik ve onun yolunun takipçileri olan hukukçular gelir. Malikilerden sonra bu asla en çok itibar eden İmam Ahmed b. Hanbel ve onunla aynı görüşte olan diğer hukukçulardır.80 Az önce ifade ettiğimiz gibi Hanefi ve Şafiler usul kitaplarında bu asla yer vermedikleri gibi zerianın müstakil bir delil olduğunu kabul etmezler. Fakat bazı fıkhî uygulamaları onların da bu asla, az da olsa itibar ettiklerini göstermektedir. Bu nedenle Karafi, seddi zerianın sadece İmam Malik tarafından kullanılan bir delil olmadığını, ancak İmam Malik’in bu delili diğerlerinden daha fazla kullandığını belirttikten sonra, asıl itibari ile zerianın seddi hususunda icma olduğunu ifade eder.81 Zeria’nın, İslam hukukunda bir delil olduğunu savunanlar, bu hususta Kur’an, sünnet ve sahabe uygulamalarından bazı deliller getirmektedir. Şimdi bunları sırasıyla ifade edelim. 1. Kur’an’dan İleri Sürdükleri Deliller. a- “ ”والّتسبواّالذينّيدعونّمنّدونّهللاّفيسبواّهللاّعدواّبغيرّعلم (Onların) Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah’a sövmesinler.82 Görüldüğü gibi bu ayette, asıl itibariyle caiz olan bir fiil, sonuçta caiz olmayan bir fiile -ki o da müşriklerin Allah’a sövmeleridir- götürdüğü için Şari tarafından men edilmiştir. Bu ilahi hitap zerianın delil olma noktasında gayet açıktır. b-“”ّياّايهاّالذينّامنواّالّتقولواّراعناّوقولواّانظرناّوسمعواّوللكافرينّاذابّاليم Ey İman edenler! Peygamber’e “Raina” (bizi gözet, kaba söz) demeyin. “Unzurna” (bize bak) deyin ve dinleyin. Kâfirler için acı bir azab vardır.83 Yahudiler, Hz. Peygambere hitap ederken, “raina” kelimesini, İbranice bir küfür ve hakaret kelimesine benzeterek söylüyorlardı. Bu durumda kelimenin anlamı “dinle a dinlemeyesi, dinle a sözü dinlenmez herif” şeklinde oluyordu. Onların bu 80 Zuhayli,a.g.e., c.II, s.888. Karafi, a.g.e., c.II, s.60. 82 Enam 6/108. 83 Bakara 2/104. 81 20 küstahlıklarından ötürü, Yüce Allah bu lafzın Müminler tarafından kullanılmasını yasaklamış, bu lafzın yerine “unzurna” demelerini onlardan istemiştir.84 c- “ والّيضربنّبارجلهنّليعلمّماّيخفينّمنّزينتهنّوتوبواّاليّهللاّجميعاّايهاّالمؤمنونّلعلكمّتفلحون ” “Mümin kadınlara da söyle:….. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için topluca tövbe edin.85 Aslında kadınların ayaklarını yere vurması mubah olmasına rağmen, onların bu eylemi, erkeklerin dikkatini çekmeye ve dönüp kadınlara bakmasına sebep olacağı için Şari tarafından bu eylem yasaklanmıştır. Bu ayet zerianın delil olduğuna işaret etme noktasında açıktır. Günümüzde de kadınların çok süslü kıyafetler –başörtüsü vs. dahilgiyinmesi, evinin dışında süslenmesi, çok dar elbiseler giyinmesi ve dışarı çıkarken parfüm sürünmesi gibi eylemler, ayetteki ayakları yere vurarak yürümeye kıyas edilebilir. Çünkü bu tür eylemler ayetteki yasağın illeti olan, erkeklerin dikkatini çekip onları fitneye sürükleme durumunu fazlasıyla bünyesinde barındırmaktadır d- ياّايهاّالذينّامنواّليستاذنكمّالذينّملكتّايمانكمّوالذينّلمّيبلغواالحلمّمنكمّثلثّمراتّمنّقبلّصلوة ّّّّّّّّّّّّّّ...ّ الفجر ّوحين ّتضعون ّثيابكم ّمن ّالظهيرة ّومن ّبعد ّصلوة ّالعشاء ّثلث ّعورات ّلكم ّّّّّّّّّّّّّّ “Ey inananlar! Ellerinizin altında bulunan (köleler, hizmetçiler)lar ve henüz ergenliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler. Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkaracağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılacağı üç vakittir.86 Yüce Allah, bu üç vakitte izin almadan insanların odalarına girmekten men etmiştir. Çünkü genellikle bu vakitlerde insanların, üzerlerinin açılma ve neticede görülmesi haram olan yerlerin görülme ihtimali yüksektir. İşte bunun için Yüce Allah daha kötü bir durumun oluşmasına neden olacak, izinsiz odaya girme fiilini yasaklamıştır. Bu, mefsedeti engellemek olan seddi zeriaya bir işarettir. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Şura Yay., c.I, s.366. Nur 24/31. 86 Nur 24/58. 84 85 21 e-“ ” اذهباّالىّفرعونّانهّطغىّفقوالّلهّقوالّليناّلعلهّيتذكراوّيخشى “ Fir’avn’e gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.”87 Yüce Allah, bu ayette, en azılı düşmanı olan Firavun’a, elçilerinin yumuşak söz söylemelerini istemektedir. Belkide Allah bununla O’nun kalbini yumuşatmayı ve davetine girmesini temin etmeyi murat etmiştir. Kaba bir söz kullanılsa, O’nu tarafından da bir karşılık verilmesi veya tamamen davetten yüz çevirme durumu oluşabilecektir. Bu ayet, zerianın bir asıl olarak kabulüne insanları yönlendirmektedir. f- “ ” ياّايهاّالذينّامنواّاذاّنوديّللصلوةّمنيومّالجمعةّفاسعواّالىّذكرهللاّوذرواّالبيع “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda, Allah’ı anmaya koşun, alış verişi bırakın.”88 Bu ayet, Cuma namazı için camiye gitmenin gerekli olması noktasında fethi zeriaya; cumaya gitmeye engel olacağı için alış verişin terki noktasında seddi zeriaya işaret etmektedir. Çünkü Şari, alış veriş mubah olmasına rağmen, Cuma vaktinde, bu fiil, camiye gitmeye engel olur diye bunu yasaklamıştır. Görüldüğü gibi burada, aslı mubah olan bir fiilin, sonuçta mefsedeti gündeme getirmesinden dolayı yasaklanması söz konusudur. 2. Sünnetten İleri Sürdükleri Deliller a-Resulullah (s.a.v), gün batımı ve gün doğumunda namaz kılınmasını yasaklamıştır. Bunun nedeni o vakitlerde müşriklerin güneşe ibadet etmeleridir. Böyle uzak sayılabilecek bir benzerlikten dolayı bile –ki Müslümanların Allah’a, müşriklerin ise güneşe taptıkları biliniyor-Resulullah, böyle bir benzetmeye vesile olur diye bunu nehyetmiştir. Durum böyle iken bundan daha ileri benzerliklere neden olan zerialar nasıl men edilmesin.89 b- Hz. Peygamberin, münafıklar öldürülmeyi hak ettikleri halde onları öldürmemesi. Şöyle ki, bir gazvede muhacirlerden biriyle, ensardan biri arasında tartışma çıkmış ve neredeyse iki gurup birbirine girecek olmuştu. Bu olayı fırsat bilen 87 Taha 20/43–44. Cuma 62/9. 89 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112 88 22 Abdullah b. Übey b. Selül, muhacirlere şöyle dedi. “Medine’ye dönersek güçlü olanlar zayıf olanları oradan çıkaracak.” Bu söz üzerine, Hz. Ömer : “İzin ver ya Resulallah şu münafığın boynunu vurayım” dedi. Ancak Resulullah (s.a.v), “ Bırak öldürme, insanlar; Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor, demesinler” buyurarak Hz. Ömer’e izin vermedi.90Görüldüğü gibi bu olayda, Hz. Peygamber (s.a.v.), öldürme fiili neticesinde doğacak zarar, gelecek faydadan daha büyük olduğu için bu eyleme mani olmuştur. Bu hadis, fesada götürme ihtimali olan meşru bir fiilin men edildiğine dair bir delildir. Hal böyle olunca bu hadis, zeria’nın delil olduğu hususunda açık bir kanıttır. c- Resulullah (s.a.v.), bir kadınla halasının veya teyzesinin aynı nikah altında toplanmasını nehyetmiştir.91 Kadının rızası bulunsa bile, buna izin verilmemiştir. Çünkü böyle bir evlilik, akrabalık bağlarının kopmasına neden olur ve aralarındaki kıskançlık sebebiyle husumetin doğmasına sebep olabilir. d- Hz. Peygamberin, seferde iken had cezalarını uygulamaması da zeriaya bir delildir. Eğer bu durumda, suçlulara had uygulanacak olsa, bu eylem onların daru’l harbe geçmelerine ve neticede Müslümanların zarar görmesine neden olabilirdi. Bunun için Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “ seferde (hırsızlık vb. had gerektiren suçlardan dolayı) eller kesilmez.”92 Burada aslen mubah olan bir eylem, getireceği zarar dikkate alınarak, belli bir süre uygulanmamıştır. Hz. Peygamberin bu uygulaması, zeriaya açık bir şekilde işaret etmektedir. e- Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur: “Bir kişinin anne-babasına lanet etmesi en büyük günahlardandır. Denildi ki: Ey Allah’ın Resulü! Kişi annebabasına nasıl lanet eder? Dedi ki: birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Yine birinin annesine söver, o da onun annesine söver.”93 Bu hadiste, insanlar, daha kötü bir sonuca vesile olacağı için, başkalarının anne-babasına hakaret etmeleri yasaklanmıştır. Bu da seddi zeria ile kast edilenden başka bir şey değildir. f- Hz. Peygamber bir hadislerinde: “ Katil mirasçı olamaz”94 buyurmuştur. Bu hadis murislerini öldüren katilin, mirasçı olamayacağına hükmetmektedir. Çünkü katilin Buhari, Tefsiru’l Kur’an, Bab.5 Buhari, Nikah, Bab.37; Müslim, Nikah, H.no:33 92 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114 93 Buhari, Edeb, Bab.4 94 Ebu Davud, Diyet, H.no:4064 90 91 23 mirasçı olmasına cevaz verilse, bu eylemin artma ihtimali yükselir. İşte bu mefsedetin önünü kesmek için bu fiil, Şari tarafından yasaklanmıştır.95 g- Bu hususta beklide en açık olan hadislerden biri de Numan b. Beşir yoluyla gelen şu hadistir: “ Hz. Peygamberin şöyle dediğini işittim. Helaller bellidir (açıktır), haramlar da bellidir. Bu ikisi arasındakiler, şüpheli şeylerdir. İnsanların çoğu, bunları bilemez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, o, dinini ve ırzını korumuştur. Kim de şüpheli şeylerin etrafında bulunursa, yasak bölgede hayvanlarını otlatan çoban gibi, haramlara düşebilir. Nitekim çobanın, yasak bölgeye girmesi an meselesidir. Dikkat edin! Her hükümdarın, bir yasak bölgesi vardır. Allah’ın yasak bölgesi de haramlarıdır.”96 Bu hususta, Hz. Peygamberden gelen rivayetler, sadece bunlarla sınırlı değildir. İbn Kayyım bu hususla ilgili rivayetlere, “İlamu’l Muvakkıin” adlı eserinde, genişçe yer vermektedir.97 Biz burada, sadece bu delillerden birkaçını zikretmekle yetiniyoruz. 3. Sahabe Uygulamalarından Getirilen Deliller Zerianın asli bir delil olduğunu söyleyenler, bu hususta sahabe uygulamalarından da bir takım deliller getirmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir. a- Kur’an’ın cem’ ve tensihi: Ashab, Müslümanların, Kur’an üzerinde ihtilafa düşmelerini engellemek için, Kur’an’ı bir araya toplamış ve tek bir nüshadan çoğaltmalar yaparak başka bölgelere göndermiş, diğer nüshaları ise yaktırmıştır. 98 Hz. Peygamber’den sonra halife olan Hz. Ebu Bekir, mürtedlerle birçok savaş yapmıştır. Yemame savaşında, hafızı kurra olan sahabenin öldürülmesi Hz. Ömer’i harekete geçirdi ve bu durumu Hz. Ebu Bekir’e bildirdi ve ona, Kur’an’ı cem etmek gerektiği fikrini arz etti. Bunun üzerine aynı endişeleri taşıyan Hz. Ebu Bekir, bu iş için Zeyd b.Sabit başkanlığında bir heyet teşkil etti ve bu heyet tarafından Kur’an, bir kitap haline getirildi.99 Hz. Osman zamanında, İslam birçok ülkeye yayılmış ve insanlar arasında kıraat farklılığından kaynaklanan, ihtilaflar zuhur etmişti. Herkes kendi kıraatinin daha 95 Zuhayli, a.g.e., c.II, s.891 Buhari, İman, Bab 39; Müslim, Müsakat, H.no: 107 97 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.110 vd. 98 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 9.bs., Ankara, TDV yay., 1993, s.70-72 99 Cerrahoğlu, a.g.e., a.y. 96 24 doğru olduğunu savunuyordu. Bu durumu değerlendiren Hz. Osman, Zeyd b. Sabit başkanlığında bir heyet oluşturup, Hz. Ebu Bekir zamanında, cem edilen mushaftan nüshalar çoğalttı. Bu nüshalardan birini merkezde bırakıp, diğer bölgelere de bu nüshalardan gönderdi.100 Bu iki olay, özü, mefsedeti def etmek olan seddi zeria için çok açık bir delildir. b-Sünnetin tedvininden kaçınmaları: Sahabe, sünnetin, Kur’an’la karışma ihtimalinden dolayı, sünnetin yazımı ve tedvininden kaçınmıştır ve bu işlemi, sünnet, Kur’an’ın açıklaması olduğu halde yapmıştır. Hz. Ebu Bekir, Resulullahtan beşyüz hadis toplar. Daha sonra huzursuz olduğunu sezdiği bir gecenin ardından, Hz. Aişe’ye hadisleri kendisine getirmesini söyler ve bu hadisleri yakar.101 Hz. Ömer, hadisleri yazmayı düşünür ve bunu sahabeye danışır. Onlardan olumlu yanıt alınca, bir ay bu konuda istiharede bulunur. Daha sonra önceki milletlerin bazı kitaplar yazdıklarını ve Allah’ın gönderdiği kitabı bırakıp yazdıkları kitaplara sarıldıklarını hatırlar. Bunun üzerine, Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’e hiç bir şeyi ebediyen karıştırmayacağını belirterek, sünnetin tedvininden vazgeçer.102 Hz. Peygamberin sünnetine, son derece bağlı olduğunda şüphe olmayan Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ömer, sünnetin tespiti ve korunması konusunda azami gayret ve titizlik göstermiştir. Ve her ikisi de Kur’an’la sünnet/hadis arasındaki kaynak farkının göz önünde bulundurulmasına ve birbiriyle karıştırılmamasına önem vermiştir. Yine bu konuyla ilgili olarak, Ebu Said el- Hudri’den gelen bir rivayet de şöyledir. “Ebu Nadr bir gün ona şöyle demiştir: Sen bize bu hadisleri yazmayacak ve biz de onları ezberlemeyeceğiz öyle mi? Ebu Said ona şöyle cevap verdi: Hayır. Biz size onları asla yazmayacak ve onları Kur’an gibi asla yapmayacağız. Fakat bizim, onları Hz. Peygamberden ezberlediğimiz gibi siz de onları bizden ezberleyin.”103 Bu uygulamaların hepsi bir mefsedeti önlemek maksadıyla yapılmıştır. O da Hz. Peygamberin sünnetinin, Allah’ın kelamı olan Kur’an ile karışması ve insanların hadisleri, Kur’ân ayetleri gibi algılamasıdır. Daha sonra bu endişeler ortadan kalkıp, Cerahoğlu, a.g.e., s.72 el-Burhani, a.g.e., s.507. 102 el-Burhani, a.g.e., s.507. 103 el-Burhani, a.g.e., s.508. 100 101 25 Kur’an’a başka bir şeyin karışması söz konusu olmaktan çıkınca, Halife Ömer b. Abdülaziz’in emriyle resmi olarak sünnetin tedvinine başlanmıştır.104 c-Fitne ve vesveselerin önünü kapamak için namazın kısa tutulması: Namazı uzatmak talep edilmesine ve müstehap olmasına rağmen, bazen insanlar arasında fitne ve vesveselerin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bir gün Ebu Raca, Zübeyir b. Avvam’a, Hz. Peygamberin ve ashabın namazı niçin kısa tuttuğunu sorunca, o şöyle demiştir: “ Vesvese yollarının önünü kapamak için biz, namazı uzatmayı bıraktık.” Aynı şekilde Hz. Peygamberin, Muaz b. Cebel’e söylediği şu sözler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Şöyle ki, Muaz, namaz kıldırırken kıraatı uzun tutar, namazda Bakara suresini okurdu. Cemaat arasında da yaşlı ve hasta insanlar vardı. Bundan rahatsız oluyorlardı. Bunun üzerine bir gün Hz. Peygamber şöyle dedi: “ Ey Muaz, sen insanlar arasında fitneye sebep olmak mı istiyorsun?” Görüldüğü gibi, namazı uzatmak normalde müstehap bir davranış olmasına rağmen, cemaat arasında hasta ve yaşlılar gibi özürlü kişiler bulununca, fitneye sebep olacağından, bu durun seddi zeria bağlamında değerlendirilip, Hz. Peygamber tarafından men edilmiş ve bu fitne yolları kapatılmak istenmiştir. d-Kadınların mescide gitmeleri hususu. Resulullah, kadınların camilere gitmelerini mubah kılmıştır. Nitekim Nafi (r.a.)nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) “ Allah’ın kulları olan kadınları Allah’ın mescitlerinden men etmeyin”105 buyurmuştur. Fakat Abdullah’ın hanımı Zeynep’ten gelen rivayette, “ kadınlar camilere koku sürünmeden çıksınlar”106 buyrulmaktadır. Hadiste yer alan “çıksınlar” şeklindeki emir, kadınların mescide gitmeleri hususunda zorunlu bir emir olmayıp Resulullah’ın fesada yol açmaması için şart koştuğu, koku ve ziynet olmaması durumunda, mescitlere gitmelerinin mubah olduğuna dair bir emirdir. Hz. Muhammed (s.a.v) döneminde hüküm bu şekilde olmasına rağmen zamanın değişmesi, kadınların da davranışlarının değişmesine yol açmıştır. Hz Aişe’nin “Şayet Resulullah (s.a.v) kadınlarda peydah olan değişiklikleri (ömrü vefa edip ) görebilseydi, İsrail oğullarının kadınlarının men edildikleri gibi, O da onları mescitlere İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, 5. bs., İstanbul, MÜİF yay., 2003, s.41 Buhari, Cuma, Bab 13; Müslim, Salat, H.no:131. 106 Müslim, Salat, H.no: 141. 104 105 26 gitmekten men ederdi”107 şeklindeki ifadeleri, temiz ve örnek bir toplum olan sahabe toplumunun maslahatı göz önüne alınarak verilmiş bir hükmün, toplumun bozulmasıyla aynen devam etmesi halinde, kötülerin bu mubah olan hükmü, harama ulaşmaya aracı olarak kullanabileceklerine işaret etmektedir. Dolayısıyla mubah olan bu hükmün harama ulaşmaya vesile olmasının önünün tıkanması gerektiği anlaşılmaktadır. e-Rıdvan Biatının altında yapıldığı ağacın kestirilmesi: Resulullah (s.a.v) ve ashabı umre yapmak üzere savaş silahlarını üzerlerine almaksızın müşriklerin elinde bulunan Mekke’ye doğru gittiler. Hudeybiye denilen yere vardıklarında orada konakladılar. 108 Hz. Peygamber, geliş amaçlarının umre olduğunu, savaş olmadığını bu nedenle ihramlı ve savaş aletlerini üzerlerine almaksızın geldiklerini, Mekkelilere bildirmesi için, Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Hz. Osman, Mekke’ye gidince, Mekkeliler onu yanlarında alı koydular. Resulullah (s.a.v)’a, Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber en son kişi kalıncaya kadar Mekkelilerle savaşacaklarına dair, ashaptan biat aldı. Bu biat “ semure” denilen bir ağacın altında yapıldı. Bu biat’a da “ Biatu’r-Rıdvan” adı verildi.109 Bu biat, Kur’an’da: “ And olsun ki, o (Hudeybiye’deki) ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur”110 şeklinde yer alır. Hz. Ömer insanların sürekli bu ağacı ziyaret edip, altında namaz kıldıklarını görünce onları azarladı ve bu ağacı kestirdi. 111 Anlaşıldı gibi, insanların o ağaca, kutsiyet atfetmeleri neticesinde zamanla inançlarında sapmalara yol açabilme ihtimalini düşünen Hz. Ömer, dini koruma maslahatını göz önünde bulundurarak, Rıdvan Biatı’nın altında yapıldığı ağacı, mefsedete yol açan vesilenin önünün sedd edilmesi gereğinden hareketle kestirmiştir. f- Mescitlerin yüzeyine küçük taşların konulması: Ashabın, seddü zerai bağlamındaki uygulamalarından biride, Ziyad b. Übeyh’in uygulamasıdır. O, insanların, Kufe ve Basra mescitlerinde, secdeden başlarını kaldırınca, yapışan topraklardan dolayı alınlarını sildiklerini görünce mescidin yüzeyine küçük taşların konulmasını emretmiştir. Bu uygulamanın, gerekçesini ise şu sözleriyle dile getirmiştir. “Ben, Müslim, Salat, H.no: 144. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberin, çev. Salih Tuğ, 5.bs., İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1993, c.I, s.253–254 vd. 109 Yazır, a.g.e., c.VI, s.495-496. 110 Fetih 48/18. 111 el-Burhani, a.g.e., s.570. 107 108 27 insanların üzerinden uzun bir zaman geçip, yetişen gençlerin, secdeden sonra, alınları silmenin namazın sünneti, saymayacaklarından emin değilim”112 Görülüyor ki ashab her uygulamasında, o işin neticesini dikkate almış ve ilerde mahzurlu bir durumun oluşmasına neden olacak her davranışın önünü kesmeyi bir görev bilmiştir. C. Seddü Zeriayı Kabul Edenlerin Dayandıkları Bazı Kaideler Seddü Zerai’de asıl olan, genel maslahatlara bakmaktır. Bundan dolayı, genel bir maslahatı elde etmek için zeriayı almak, genel bir zararı def etmek içinde zeriayı almaya engel olmak gerekir. Ölçüt, mefsedeti def etmek ve maslahatı elde etmektir, mümkün mertebe. Bu hususta ihtilaf yoktur. Kişinin, genel bir zarar ortaya çıkacaksa, bir fiili mubah bile olsa, yapması caiz değildir. Yine aynı şekilde genel bir maslahatı engelleyen bir durum olduğunda da durum değişmez. Örneğin, daha çarşıya pazara inmeden önce insanların malını yolda almak, tekelciliğe ve fiyat artışına neden olacağı için yasaklanmıştır. Aslında bu eylem caizdir. Çünkü bu, bir nevi alış-veriştir. Ölçüt genel bir zarar olmasıdır. Burada da bu söz konusu olunca, seddü zerai kaidesince yasaklanmıştır. Karafi, şöyle demektedir: “ Şunu bil ki, zerianın seddi vacip olduğu gibi, fethi de vaciptir. Bu bazen mekruh, bazen mendup, bazen de mubah olur. Çünkü zeria vesiledir. Nitekim harama vesile olan şey, haram; vacibe vesile olan vaciptir. Hükümlerin kaynağı iki nevidir: 1- Maksatlar. 2- Vesileler. Makasıt: Zatında, hem mefsedet hem de maslahatı beraberinde taşıyan şeylerdir. Vesileler: Makasıda götüren şeylerdir. Ve vesailin hükmü, haramlık ve helallik açısından götürdüğü şeyin hükmüne göre değişmektedir.113 Seddü zerai, onu kabul eden fakihlere göre birtakım muteber kural ve kaideye dayanır. Bunlardan bazıları şunlardır:114 112 el-Burhani, a.g.e.,s.574. Karafi, a.g.e., c.II, s.61 114 el-Mukırri, a.g.m., s.550. 113 28 - Def’i mefasit, celbi menafiden evladır. - Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir. - Kim bir şeyi vaktinden önce elde etmek isterse, ondan mahrum bırakılarak cezalandırılır. - Bir yerde haram ve helal birleşince, o şeyin, haram yönü ağır basar. - Alınması haram olan şeyin, verilmesi de haramdır. - İtibar ehem olanadır ve o yöne riayet edilir. II. İSLAM HUKUK MEZHEPLERİNDE ZERİA A. Malikilerde Zeria Seddü zeria, Malikiler nazarında önemli usul kaidelerinden biridir. Bu delili en fazla kullanan da onlardır. Çünkü onlar, insanların maslahatını dikkate almada, en ileri gidenler ve neticede mesalihi mürsele ile amel noktasında en çok ön plana çıkan gruptur. Bu açıdan düşünüldüğünde seddü zerai, maslahatla amel uygulamalarından başka bir şey değildir. Malikiler bu delili çok fazla kullandıkları için, bu delille anılır olmuşlardır.115 Malikilerin usul ve furu kitaplarını inceleyenler, onların fesada götüren yolları seddü zeria bağlamında kapatmaya yöneldiklerini görür. Çoğunlukla fesada götüren her şey yasaklanmıştır. Onlar bu hususta, o fesatla ilgili özel bir nassın olup olmamasına itibar etmezler. Bu fesat genel bir yasağın kapsamına girse de durum fark etmez. Onun yasaklanması gereklidir. Vesilelerin haramlığı veya yasaklığı noktasında onlar, vesilenin neticesine bakarlar. Eğer fesada götürüyorsa, onun men’ vaciptir. Çünkü fesat memnudur ve aynı şekilde ona götüren yollar da memnudur. Eğer vesileler maslahata götürüyorsa, bunların işlenmesi gerekir. Çünkü fesadın aksine maslahatlara ulaşılmak istenir. Dolayısıyla ona götüren vesilelerin de yapılması talep edilir.116 Maliki hukukçularının, seddü zeria prensibine dayandırdıkları olaylardan birkaçı şöyledir. a-Vadeli alışverişler: Şeyh Mustafa Kemal et-Tarizi, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l- Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s. 410. 116 et-Tarizi, a.g.m., s.410. 115 29 Maliki hukukçularını sedd-ü zeriaya dayandırdıkları hükümlerin en yaygın bölümünü, ribaya vesile olabilecek akitler oluşturmaktadır. Bu akitlerden biri de vadeli satışlardır. Şayet her hangi bir akid, şer’an mubah olmayan bir amacı gerçekleştirmek için vesile olarak kullanılsa, akdin rükünleri mevcut olduğu için böyle bir akdin geçerli olup olmaması hususunda mezhepler arasında ihtilaf mevcuttur. Bu tür bir akde; bir kişinin bir başkasına vadeli bir ücret karşılığı bir mal satması, sonra sattığı bu malı peşin paraya sattığı kişiden satın alması şeklinde yapılan akitler örnek olarak verilebilir. Mesela; bir kişi 100 kg pamuğu vadeli olarak 10 milyona satsa, sonra sattığı bu pamuğu peşin olarak 5 milyona satın alsa, bu durumda iki akit gerçekleşmiş olur. Zahire bakıldığında ve ayrı ayrı ele alındığında bu iki akit de sahihtir. Çünkü akdin rükün ve şartları yerine gelmiştir. Oysa diğer 5 milyonun bir karşılığı yoktur. İşte bu tür satışlara Malikiler “Büyuu’l-Acal” (vadeli satışlar) adını vermektedirler. Bu tür akitler “ıne” satışına benzerlik arz ettiğinden bazı âlimler buna “büyuu’l-ıne” adını vermişlerdir. Gerçekte bu akitler faize ulaşmak için vesile olarak kullanılmaktadır. Malikiler haramı amaçladığına dair karinelerin mevcudiyetine binaen, sedd-ü zeria aslına dayanarak, bu tür akitleri batıl görmektedirler. Bu konuda Hanbelîler de Malikilerin görüşünü paylaşmaktadır.117 b-Şarap imalatçısına üzüm satmak: Şarap imal edeceği bilinen bir kişiye üzüm satma ve Müslümanlarla savaşacak kimseye silah satmak konusunda, hukukçular ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii kerahetle birlikte bu akitlerin sahih olduğu görüşündedirler. Onlara göre gerçekte, üzümü satın alanın onu şarap yapacağı, silah satın alanın da o silahla Müslümanlara karşı savaşıp savaşmayacağı kesin olarak bilinemez. Üstelik insanlar, niyet ve amaçladıkları şeyler hususunda Allah tarafından sorumlu tutulurlar. O halde bu akitte fasit olan şey itikattır, akdin kendisi değil.118 İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre şarap imalatçısına üzüm satmak veya Müslümanlarla savaşacak olan kimselere silah satma akdi sedd-ü zeriaya istinaden batıldır. Çünkü haram olan şeye ulaştıran vesile de haramdır.119 Üzümün, şarap yapan şahsa satılması, haram olan içkinin içilmesine bir vesiledir. Aynı şekilde Müslümanlarla Vehbe Zuhayli, el- Fıkhu’l İslami ve Edilletühü, Dimeşk, Daru’l Fikr, 1997, c.V, s.3453–3456. Zuhayli, a.g.e., c.V, s.3458. 119 Zuhayli a.g.e., a.y. 117 118 30 savaşacak olan kişiye silah satmak da Müslümanların öldürülmesine vesile olacaktır ki bunların tümü Şari tarafından men’ edilen eylemlerdir. Nitekim Allah ( c.c.) :“ Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın” 120 buyurmaktadır. c-Farz namazlarda secde ayetlerini okumayı terk etmek ( münferit kılsa bile):Maliki âlimlerin, İmam Malikten rivayet ettiklerine göre, imamın farz olan namazlarda içerisinde secde yer alan ayetleri okuması mekruhtur. Çünkü farz namazlarda eğer bu tür ayetler okunursa bu, cemaat arasında karışıklık ve yanılgıya neden olur. Buradan hareketle, bu neviden olan ayetlerin okunmasının münferit kılana yasak olmaması gerekir. Ancak onlar bu durumun münferit kılan için de, mekruh olduğunu sedd-i zeria bağlamında İmam Malikten rivayet etmişler ve şöyle demişlerdir: İmam Malik, farz namazlarda secde ayetini okumayı mekruh görür. Çünkü bu akılların karışmasına sebep olur. O, bu durumu önce imam için, sonra da münferit kılan için mekruh görmüştür. Bu mekruhiyet, sedd-i zeria bağlamında getirilen bir mekruhiyettir. Malikilerin bu mekruhiyeti, cemaatle kılındığında nafile namazlar için de gündeme getirmeleri gerekirken, onlar bu hükmü sadece farz namazlara hasretmişlerdir.121 B. Hanbelîlerde Zeria Hanbelîler, seddü zeriayı bir asıl olarak kabul edip onu benimseme noktasında Malikilere muvafakat etmiş ve bu hususta Malikilerden sonran ikinci sırayı almışlardır. Hanbelîlerin, birçok meselede hüküm verirken bu asla dayandıklarını görürüz. Fakat onlar bu noktada, Malikiler kadar ileri gitmemişlerdir. Onlar, bu delili kabul etme gerekçesi olarak, bu delilin kitap, sünnet ve sahabe uygulamalarıyla sabit almasını zikrederler. Ahmed b. Hanbel, bir hüküm vereceği zaman öncelikle o fiilin sonuçlarına bakar. Eğer haram olana götürüyorsa onun engellenmesine, talep edilene götürüyorsa onun onaylanmasına hükmeder. Bunun için, henüz pazara ulaşmamış, fiyatlardan haberi olmayan satıcının malının yolda karşılanıp elinden malının alınmasını haram kabul ederler. Çünkü bu tür uygulamalar, suni fiyat artışını gündeme getirmektedir. Aynı zamanda bu fiil satıcı açısından özel bir zarara, tüketiciler açından da genel bir zarara 120 121 Maide 5/2 el-Burhani, a.g.e., s.633 31 sebep olmaktadır. Bu noktada kişilerin, bu zararı kastedip etmemeleri önemli değildir.122 Hanbelî mezhebinde, seddü zeriaya dayanılarak hakkında hüküm verilen birkaç mesele şu şekilde karşımıza çıkmaktadır. a- Beyu’l İne: Faizli olarak borçlanmaya hile (çare) olması istenen bir satış akdidir. Kişi vadeli bir ücret karşılığında veya ücreti kabzetmeden bir mal satar, sonra sattığı bu malı derhal satın alır. Bu tür satışa “ine” satışı denmesinin nedeni vadeli bir mal satın alan kimsenin onun bedelini peşin ve nakit olarak almasından dolayıdır. Bu akdin aksi de bunun gibidir. Yani peşin sattığı malı vadeli olarak alması da aynı hükümdedir. Mesela, kişi vadesi ve fiyatı belli bir malı satar. Sonra sattığı bu malı farklı bir fiyatla vadeli olarak veya düşük bir fiyatla peşin olarak satın alır. Birinci akitte belirtilen vade geldiğinde karalaştırılmış olan ilk ücreti tamamen öder. Böylece iki fiyat arasındaki fark, malı şeklen satan kişinin aldığı faiz durumunda olur. Veya örneğin bir kimse, bir başkasına bir elbiseyi vadeli olarak 12 milyona satar sonra satın alan kişi aynı elbiseyi teslim almadan veya teslim aldıktan sonra satın aldığı kişiye peşin olarak 8 milyona satar. Birinci akitte belirtilen vade geldiğinde, müşteri ilk akitte belirtilen 12 milyonun tamamını öder. Her iki fiyat arasındaki 4 milyonluk fark, elbiseyi satan ve aynı zamanda elbisenin ilk sahibi olan kişinin aldığı faiz olur. Bu işlemin tümü bey’ yoluyla faizli borçlanmayı gerçekleştirmek için başvurulan bir hile ( çare ) dir. Bazen bu tür akitlerde tarafların arasında üçüncü bir kişi aracı olarak bulunur ve bu üçüncü kişi, alıcı, mal sahibinden malı aldıktan sonra devreye girerek kendisi için malı alıcıdan satın alır. Sonra aynı kişi malı ilk sahibine, malı kendi satın aldığı fiyata satar. Bu durumda aradaki fark onun için faiz olur. Böyle bir akitte, satın alanın da satanın da faizli bir işlemi amaçladıkları açık olduğundan, Maliki ve Hanbelîler “ sedd-i zeria”ya istinaden bu akdi geçersiz sayarlar.123 b- Ölüm Hastalığında Muhalea Yapılan Eşe Vasiyet: Hanbeli hukukçular eşine mirastan düşecek paydan daha fazla pay vermek için eşini boşamayı veya muhalea yaptıktan sonra ona vasiyet yoluyla daha fazla pay verilmesini sedd-i zeria’ya binaen men etmişlerdir. 122 123 et-Tarizi, a.g.m., s. 412-413. Zuhayli, a.g.e., c.V, s.3454-3456. 32 Ölüm döşeğinde olan birinin, eşini boşaması veya hul’ etmesi caizdir. Fakat boşadıktan sonra eşine vasiyette bulunması halinde, kişinin bu boşamayı veya hul’u eşine mirastan düşen paydan daha fazlasını almasını sağlamak için yapıp yapmadığına bakılır. Şayet vasiyette bulunulan miktar, eş durumunun sürmesi halinde mirastan alacağı paydan fazla ise bu durumda erkeğin, eşine miras payından daha fazla pay sağlamak için boşama veya hul’ yoluna başvurduğu ortaya çıkar. Çünkü mirasçıya vasiyette bulunulamayacağına dair nass vardır. Kişi eşini boşamakla bu engeli aşmayı amaçlamaktadır. Bu durumda eşine vasiyet ettiği malın miktarı, eş durumu sürmesi halinde mirastan alacağı paydan az veya eşit ise yukarda belirtilen ithamlara yer olmayacağı için caiz olur. Şayet vasiyet ettiği malın miktarı, eş durumunun sürmesi halinde alacağı paydan fazla ise bu mirasçılara zarar verir. Mirasçıya vasiyet caiz olmadığından, kişi böyle yapmakla mirasçılardan birine ayrıcalık sağlamaktadır. Bu ise caiz değildir.124 Şayet boşanmış eşe, mirasçı olması halinde mirastan alacağı paydan daha fazla miktarda mal vasiyyet edilmiş ise, mirasçılar eş durumunda alabileceği paydan fazlasını vermeyebilirler. 125 Çünkü kişi, eşine miras payından düşenden fazlasını verebilmek için böyle bir yola başvurur. Eşi mirasçı iken vasiyetle kendisine ayrıca bir pay düşmez. Eşini boşamakla koca, onu mirasçı kapsamından çıkarmaktadır. Öte yandan ona vasiyette bulunarak miras yoluyla alacağı paydan fazlasını sağlamaktadır. O halde mirasçıya vasiyet men’ edildiği gibi bu da men’ edilir. 126 Çünkü bunda diğer mirasçıların zararı vardır. Üstelik böyle bir uygulama yakın akrabalar arasında kin ve düşmanlığa yol açar ki bunların mutlaka engellenmesi gerekir. Bu da ancak seddü zeria kaidesince amel etmekle mümkündür. c- Hile Yoluyla Yapılan Akitlerin Men’ Edilmesi: Hanbeliler, hile yoluyla teşekkül eden akitlerin yasaklanması görüşündedirler. Çünkü hileyi geçerli saymanın, Şari’nin bütün yönleriyle seddettiği mefsedete hile yoluyla ulaşmaya yol açmak olduğunu, ayrıca hile ile seddü zeria aslının anlamsız kılınacağını ve bu nedenle hileyle yapılan akit vb.’nin men edilmesi gerektiğini belirtmektedirler.127 Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud İbn Kudame, el-Muğni, Beyrut, Daru’l- Kitabi’lArabî, 1983, c.VIII, s.223. 125 İbn Kudame, a.g.e., a.y. 126 İbn Kudame, a.g.e., c.VIII, s.223vd. 127 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.125. 124 33 Bundan hareketle Hanbelî hukukçular, sahibinin kendisiyle şer’an mahzurlu bir amele ulaşmayı amaçladığı her fiil men’ edilir görüşündedirler. Görüldüğü gibi Hanbelîler söz ve fiillerin neticelerini göz önünde bulundurmaktadırlar. Bazı söz ve fiillere hile yoluyla meşruluk kazandırılması bizzat şer’an meşru olduklarını göstermez. Örneğin, olgunlaşmamış meyveyi olgunlaşıncaya kadar dalında kalmasını şart koşarak yapılan akit caiz değildir. Bu konuda açık nass128 bulunduğundan bütün fakihler caiz olmadığı hususunda müttefiktirler.129 Olgunlaşmamış meyveyi, dalından koparıp hemen toplama şartıyla satarsa bu caizdir.130 Bu şartla aldıktan sonra olgunlaşıncaya kadar toplama işini geciktirmek caiz değildir. İmam Ahmed b. Hanbel’e göre bu şekilde olan bir alış veriş akdi batıldır. Çünkü böyle bir akitte, meyveyi hemen toplamayı şart koşmaktan amaç, meşru olmayan bey’i bir vesileyle meşru kılmak niyetinden kaynaklanmaktadır. Daldan koparmayı şart koşarak bey’i sahih kılınca işi gevşek tutmak suretiyle zaman kazanıp, meyveyi olgunlaştıktan sonra toplamaktır. Böylece şart koşarak caiz kıldığı akdi, caiz olmayan meyvelerin olgunlaşmasını şart koşmak şeklinde yapılan akdin sonucuna uygun bir şekilde neticelendirmektedir. O halde nasla men edilmiş bir akdin neticesiyle bu akdin neticesi aynıdır. Biri olgunlaşıncaya kadar meyvenin dalında kalmasını, akitte şart koşarken, diğeri ise meyveyi koparmayı/toplamayı akitte şart koşmaktadır. Buna rağmen meyveyi dalında bırakarak memnu’ olan akdin sağlayacağı sonuca ulaşmaktadır. Bu şekilde yapılan bir alışveriş akdini Hanbelî hukukçular sedd-i zeria’ya istinaden batıl saymışlardır.131 d- Fiyat İndirimi Yapandan Mal Satın Almak: Hz. Peygamber, “mütebariler”in (birbiriyle rekabet eden) teberru olarak verdikleri yemeklerin yenilmesini nehyetmiştir.132 İmam Ahmed b. Hanbel, komşusundan alış veriş yapılmasını engellemek için fiyatlarını düşüren satıcıdan mal alma konusunun, bu hadisteki olayla benzer olduğu kanaatine vararak men’ görüşüne kail olmuştur.133 Hz. Peygamber birbirlerine zarar vermek niyetinde olmaksızın teberru hususunda rekabette Buhari, Buyu’, Bab 87; Nesai, Buyu’, Bab 29; Müslim, Müsakat, H.no:15 Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi., çev. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, İstanbul, Risale yay., 1994, c.V, s.343 130 Zuhayli, a.g.e., c.V, s.344 131 el-Burhani, a.g.e., s.644 132 Ebu Davut, Et’ıme, H.no:3754. 133 el-Mukırri, a.g.m., s.562. 128 129 34 bulunanların, bu rekabetleri onları mezmum olan riya ve kendini beğenme duygusuna götürmeye vesile olabileceği için, bu yemeklerin yenilmesini nehyetmiştir. İbn Kayyım, bu konuda şöyle demektedir: “ İmam Ahmed b. Hanbel, komşusuna zarar vermek için mallarının fiyatını düşürenlerden alış-veriş yapılmasını kerih (haram) görmüştür. Bu nehiy iki yönden sedd-i zeria’yı içermektedir. Birincisi; kişilerin onların mallarını almaya ve teberru olarak verdikleri yemekleri yemeye yönelmeleri, nefislerinin ferahlamasına, Allah ve Resulünün kerih bulduğu fiiller üzerinde sabitleşmelerine vesile olmaktadır. İkincisi; onlardan alış-veriş yapmaktan ve yemekleri yemekten vaz geçme, onların bu fiillerinden vaz geçip, yapmakta oldukları amellerden el çekmelerine vesile olmaktadır.” 134 İmam Ahmed’e göre, malın fiyatını düşüren kişi, başkasını zarara uğratmayı ve kendisinin daha fazla müşteri celbederek karını arttırmayı hedeflemektedir. Böyle yapan kişinin fiili, Hz. Peygamberin mezkûr hadisinde yer alan davranıştan daha kötü ve daha çirkindir. C. Hanefilerde Zeria Ebu Hanife ve Hanefi mezhebine mensup hukukçuların, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel kadar olmasa da İmam Şafi’ye oranla daha fazla olmak üzere sedd-i zeria prensibine dayalı hüküm verdiklerine dair pek çok örnek vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir. a- Bazı vadeli satışlar: Hanefiler bazı vadeli satışların men’î hususunda Maliki ve Hanbeli hukukçularla müttefiktirler. Müşterinin peşin veya vadeli olarak 1000 dirheme satın aldığı malın ücretini tam ödemeden satıcıya satmasını caiz görmezler. İmam Şafi ise bunu caiz görmektedir. Şafii’ye göre, müşterinin malı teslim almasıyla akit tamamlanmıştır. Sonradan müşterinin bu malı satıcının kendisine veya başkasına satması, önceki fiyatla veya daha fazlasıyla satması, akitteki cevaz hükmünü değiştirmez.135 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.125 Ebu’l Hasen Ali b. Ebu Bekir Merğinani, el- Hidaye Şerhü Bidayeti’l-Mübtedi, Daru’l Erkam, Beyrut, ts., c.III, s.47 134 135 35 Hanefiler, Maliki ve Hanbelîler, “ Eyfa kızı el-Aliye dedi ki: Zeyd b. Erkam’dan çocuğu olan bir cariye olarak ben ve Zeyd’in hanımı Hz. Aişe’nin yanına girdik. Zeyd b. Erkam’dan çocuğu olan cariye el-Aliye dedi ki: Ben Zeyd b.Erkam adına bir köleyi Ata’ya 800 dirhem karşılığında (sattım) sonra ondan (peşin) 600 dirheme satın aldım. Bunun üzerine Hz. Aişe dedi ki: Sattığın da çok kötü, aldığın da çok kötü olmuş. Zeyd’e şunu haber ver: Şayet tövbe etmeyecek olursa, Resülullah ile yapmış olduğu cihadını iptal etmiş demektir.”136 Şeklindeki rivayete istinaden, ayrıca Maliki ve Hanbelîler sedd-i zeria prensibine, Hanefiler ise istihsan deliline dayanarak yukarıda zikredilen bey’ çeşidini caiz bulmamışlardır.137 b- Şaban’dan mı yoksa Ramazan ayından mı olduğu şüpheli olan günde oruç tutulması meselesi: Hanefilerde muhtar olan görüşe göre şüpheli günde müftünün oruç tutması müstehaptır. Ve bunu müftü gizli yapar ki, isyanla töhmet altında kalmasın. Ancak müftü, halka iftar etmelerine dair fetva verir ki halk ramazan ayındaki orucun arttığı inancına varmasın. Bu hususta Kemal İbn Hümam şöyle der: “ tercih edilen, müftünün ihtiyatı alarak bizzat kendisinin oruç tutmasıdır. Halka da zeval vaktine kadar bekleyip sonrada iftar etmelerine dair fetva vermesidir. Bunu halk, ramazan ayındaki oruç arttı inancına varmasın diye böyle yapar. Müftü bu orucu gizli tutar ki, isyanla itham olunmasın.”138 Havastan olan imam ve müftü gibi olan kişilerden, “şek gününde” oruç tuttuklarında bunu gizli yapmaları istenmiştir. Bunun gerekçesi, onların halk tarafından Hz. Peygambere isyan ile itham olunmalarını engellemektir. Bu ise sedd-i zeria ile amel etmekten başka bir şey değildir. c- Şevval ayındaki orucun fasılalı tutulması meselesi: Hanefilere göre bir kişi, bayram günü iftar etmeden ve hiç fasıla vermeden, ramazan orucundan sonra altı gün şevval ayında oruç tutsa bu mekruhtur. Bu mekruhiyetin gerekçesini Bedaiu’s-Sanai’nin müellifinin ifade ettiği gibi imam Ebu Yusuf’tan gelen rivayet açıklamaktadır: “ Ebu Yusuf şöyle der: Onlar ramazan orucuna oruç eklemeyi, bu farz kabul edilir (sayılır) korkusuyla mekruh görmüşlerdir.”139 136 Zuhayli, a.g.e., c.V, s.326 Zuhayli, a.g.e., c.V, s.325 138 Kemalüddin Muhammed b. Abdülvasid Kemal b. Hümam, Fethu’l Kadir, Beyrut, Daru’l-Kütübü’lİlmiye, 1995, c.II, s.324 139 Ebu Bekir b. Mesud Kasani, Bedaiu’s-Senai fi Tertibi’ş-Şerai, Beyrut, Daru’l Marife, 2000, c.II, s.125 137 36 Aynı görüş İmam Malik’ten de rivayet edilmiştir. O şöyle der: “ Ramazan’a, Şevval ayından altı gün oruç eklemeyi mekruh görüyorum. Fıkıh ehli ve ilim ehlinden, bunu tutanı görmedim. Çünkü ilim ehli bunu mekruh görmektedir. Onun bid’at olarak yerleşmesinden korkmuşlardır. Ancak kişi bayram günü iftar etse sonra altı gün oruç tutsa bu mekruh olmaz, bilakis bu müstehaptır sünnettir.140 d- Mürted ve zındık kişilerin tövbesinin kabul edilmemesi: Hanefilerden gelen rivayetlere göre onlar, zındık olan, dinden çıkmış kişilerin tövbesinin olmayacağını söylerler. Bu görüş imameyn, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel’in ortak görüşüdür. Çünkü bu kişilerin tövbesini kabul etmek, dini hafife almaya, onunla alay etmeye götürebilir. Aynı şekilde birtakım insanlar bunu, bazı kötü fiilleri işlemede kalkan olarak kullanabilir. İşte bunların önünü kapamak için bu kişilerin tövbelerinin olmayacağı sedd-i zeria bağlamında düşünülebilir.141 e- Ölüm hastalığında olan kişinin borç ikrarı meselesi: Ölüm hastalığında olduğu halde bir kişi, üzerinde borç olduğunu ikrar etse, bu ikrarı bağlayıcı olmaz. Çünkü burada bu kişinin, bu ikrarıyla başkalarının hakkını geçersiz kılma maksadının olduğuna hükmedilmiştir. Burada bu kişi başkalarının hakkını geçersiz kılmakla itham olunmaktadır. Bunun için, bu kişi ölüm hastalığında, üzerinde sağlıklıyken yaptığı borçlar olduğu halde borç ikrarında bulunsa, sağlığında yaptığı borçlar öne alınır. Yine aynı şekilde ölüm hastalığındayken yaptığı sebebi bilinen borçları, sebebi bilinmeyen borçlarından öne geçirilir. Çünkü bu şahıs, alacaklıların hakkını zayi etmekle itham edilmektedir.142 Bu bağlamda “Bidaye” sahibi şöyle demektedir: “ Bir kişi ölüm hastalığında, üzerinde sağlıklıyken yaptığı borçlar varken, borç ikrarında bulunsa; yine onun üzerinde sebebi bilinen hastayken yaptığı borçlar olsa, bu sebebi bilinen borçlar ile sağlıklıyken yaptığı borçlar bu ikrarından öne alınır.”143 Çünkü ikrar, bir başkasının hakkını iptal söz konusu olunca bir delil olarak kabul edilmez. Hastanın ikrarında da bu durum vardır.144 Bir kişi ölüm hastalığında iken boşadığı karısına borç ikrarında bulunsa, iddet devam ettiği için borç ikrarında bulunan kişi boşadığı eşine fazladan mal vermeyi 140 Kasani, a.g.e., a.y. el-Burhani, a.g.e., s.654 142 el-Mukırri, a.g.m., s.563 143 Merğinani, a.g.e., c.III, s.183 144 Merğinani, a.g.e., a.y. 141 37 amaçladığı hususunda töhmet altında olacağından, kadına erkekten kalan mirastan ve ikrar edilen borçtan en az miktar verilir. Evlilik olduğundan dolayı erkeğin eşine ikrarda bulunma imkânı yoktur. Erkek karısına, mirastan eş olarak alacağı paydan daha fazlasını vermek için onu boşamış ve sonra ona borçlu olduğunu ikrar etmiştir. Bu nedenle, borcun en azının sübutu böyle bir töhmeti taşımadığından erkeğin boşadığı eşi için yaptığı borç ikrarı, mirastan az olması şartıyla bu ikrar geçerli olur ve ikrar ettiği miktar kadına verilir. Çünkü mirastan az olan miktarda töhmet yoktur.145 Hanefi hukukçular, harama götüren şeylerin haram olduğunu, bir şeye vesile olan şeyin vesile olduğu şeyin hükmünü aldığını belirtmektedirler. Bu tarz ifadeler onların da sedd-i zeria aslına itibar ettiklerini göstermektedir. Kasani ( h.587) bu konuda şöyle demektedir: “ Hz. Ömer’in, genç kadınların cemaate gitmelerini yasakladığına dair rivayetlere istinaden, kadınlardan genç olanların cemaate gitmeleri mubah değildir. Çünkü onların cemaate gitmeleri fitneye neden olabilir. Fitne haramdır, harama götüren şey de haramdır.”146 D. Şafiilerde Zeria Şafiler, hukuk usulüne dair eserlerinde zeria prensibine yer vermemekle birlikte birçok yerde sedd-i zeria aslına itibar edilemeyeceğini belirtmektedirler. Çünkü onlar, hükmün zahire göre verilmesi gerektiğini, zanna binaen zahir hükümden vaz geçilemeyeceğini, insanların taşıdıkları niyet ve amaçlara göre Allah indinde hesap vereceklerini, fiillerde ise fesadı amaçladıklarına dair karine olsa bile bunu gerçekleştirmeye fırsat bulup bulamayacakları kesin olarak bilinemediğinden, amellerin zahiri sıhhat şartlarını ihtiva ediyorsa, bu akit ve fiillerin sıhhatine hüküm verileceğini belirtmektedirler.147 Şafiler, sedd-i zeriayla amel etme noktasında en geri duranlardır. Ancak böyle olmakla birlikte diğer imamlar gibi onlar da furu fıkha dair birçok alanda bu delille amel etmişlerdir. Bu duruma işaret eden örneklerden birkaçı şöyledir: a- Cuma namazı kılamayanların, öğleyi kılarken cemaati gizli yapmaları: Hasta ve yolcu gibi bir özür sebebiyle, cuma namazına iştirak edemeyenler bunun yerine öğle Merğinani, a.g.e., c.III, s.185 Kasani, a.g.e., c.I, s.259-260 147 Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletühü, c.V, s.3458 145 146 38 namazını kılarlar. Bu namazı isterlerse fert fert, isterlerse de cemaatle kılabilirler. Ancak Şafiiler, eğer bir gurup cuma namazını kılamamış ve onun yerine öğle namazını kılacaklarsa bu cemaati gizli yapmaları onlar için müstehaptır derler. Çünkü burada, onların cumaya iştirak etmiyor şeklinde töhmet altında tutulmalarını önleme kastedilmektedir. Bu sedd-i zeria bağlamında yapılan bir uygulamadır. Nevevi bu hususta şöyle der: “ Şafii ve onun ashabı şöyle demiştir: Bu özürlü kişiler için öğle namazında cemaat yapmak müstehaptır. Bir başka rivayette, onlara cemaatin müstehap olmadığı rivayet edilmiştir. Çünkü bu vakitte, meşru olan cemaat, cuma namazının cemaatidir. Hasan b. Salih, Ebu Hanife ve Sevri bu görüştedir. Bu durum, bunlar farklı bir beldede olsa da aynıdır. İmam Şafii, onlara cemaati gizli yapmaları müstehaptır der. Bu, onların dinde bir takım ithamlara maruz kalmamaları ve alaya alarak cumayı terk ile itham edilmemeleri içindir. Cumhur şöyle demiştir: Bu durum, özürleri gizli olduğu zaman söz konusudur. Eğer özürleri açık ise cemaati gizlemeleri gerekmez. Çünkü bu durumda onlar yukarıdaki suçlamalara maruz kalmazlar. Ancak yine âlimlerden, bu durumda da mutlak olarak cemaati gizlemek müstehaptır diyenler vardır.”148 b- Özürlü birinin Ramazan’da açıktan yemek yemeden men’ meselesi: Her hangi bir özür sebebiyle oruç tutamayan birisinin, açıktan, insanların kendisini görecek şekilde bir şey yiyip içmesi sedd-i zeria bağlamında yasaklanmıştır. Burada o şahsın, fasıklık ve Allah’a isyan ile itham edilmesini önleme kastı vardır. 149 Bu hususta Şirazi şöyle der: “ Oruçlu olmadığı halde misafir evine geri dönse veya oruçlu olmadığı halde hasta iyi olsa, o vakte hürmet için günün kalan kısmını oruçlu geçirmesi ( bir şey yememesi) müstehaptır. Ancak bu ona vacip değildir. Çünkü bunlar zaten, bir özür sebebiyle oruç tutmamaktadır. Şu da var ki bunlar, kendilerindeki özrü bilmeyen şahısların yanında bir şet yiyip içmezler. Ola ki, onlar bir takım töhmet ve cezalandırmalara maruz kalabilirler.”150 c- Eğiticinin tazmin sorumluluğu meselesi: Bir kişi, bir sabiye yüzme öğretmekle görevlendirilmiş olsa sonra bu çocuk boğulsa, yüzme öğretecek kişinin bu Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref Nevevi, Kitabu’l Mecmu, Beyrut, Daru’l İhya li’türasi’l-Arabî,1995, c.IV, s.361 149 el-Burhani, a.g.e., s.659 150 Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Firazebadi Şirazi, el-Mühezzeb, Beyrut, Daru’l Kütübü’l-İlmiye, 1995, c.I, s.327 148 39 durumda tazmin sorumluluğu vardır. Bunun gerekçesi, öğreticinin çocuğu koruma noktasında ihmalkâr davranmasını engellemektir.151 Bu hususta Şirazi şöyle demektedir: “Bir çocuk, kendisine yüzme öğretilmesi için bir öğreticiye teslim edilse, sonra bu çocuk boğulsa yüzme öğreten bunu tazmin eder. Çünkü ona, bu çocuk, onu korumada ihtiyatlı olsun diye teslim edilmiştir. Şayet eğitim esnasında çocuk boğulacak olsa, ihmal ona nispet edilir ve öğretici tazmin ile sorumlu olur. Bir öğretmen, sabi bir çocuğa vursa, sonra bu çocuk ölse, durum aynıdır. Ancak buluğ çağında biri, kendisini, yüzme öğretene teslim etse ve boğulsa, yüzme öğretenin tazmin sorumluluğu olmaz. Çünkü artık o kişi kendisinden sorumludur ve helak durumunda başkasına kusur nispet edilemez. Dolayısıyla da tazmin sorumluluğu gündeme gelmez.”152 d- Katilin mirasçı olamaması meselesi: Şafiilerin, bu aslı kullandıklarını gösteren bir kanıt da, onların, katilin mirasçı olamaması hakkında yaptıkları açıklamalarıdır. Katil her halükarda mirastan mahrumdur. İster bu öldürmeden dolayı tazmin olsun, ister olmasın, ister katil mirası acele elde etmekle itham edilsin, ister edilmesin durum aynıdır. Çünkü burada bu tür eylemlerin önünü kapamak hedeflenmektedir ki bu sedd-i zeriadan başka bir şey değildir. “Mühezzeb” adlı eserde şöyle denilmektedir: “ Bizimle aynı görüşü paylaşanlar, murisini öldüren kişi hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı şöyle demişlerdir: Eğer öldürme sonunda tazmin varsa mirasçı olamaz. Çünkü bu haksız yere bir öldürmedir. Şayet tazmin yoksa varis olur, çünkü bu haklı yere yapılan bir öldürmedir. Onlardan bir gurup, eğer katil töhmet altında ise ve katil hâkim olup, örneğin bir delile istinaden zina suçundan dolayı onu öldürse katil mirasçı olamaz der. Çünkü bu durumda katil mirası acele elde etmekle itham edilmektedir. Eğer katil böyle bir töhmet altında değilse –örneğin, murisin ikrarı neticesinde, murise bir öldürme işlemi uygulanmışsa- varis olur. Çünkü katil mirası hemen elde etmekle itham edilmemektedir. Yine onlardan bir kısmı da şöyle der: Katil hiçbir halde mirasçı olamaz. İbn Abbas’ın rivayet ettiği şu hadisten dolayı, sahih olan da budur. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Katil hiçbir şekilde mirasçı olamaz.”153 151 el-Burhani, a.g.e., s.660 el-Burhani, a.g.e., a.y. 153 el-Burhani, a.g.e., s.661 152 40 Görüldüğü gibi katil, mirası hemen elde etmek için bunu vesile edinmesin diye mirastan mahrumiyetle cezalandırılmaktadır. Bu kapıyı kapatmak için katilin bu şekilde cezalandırılması sedd-i zeria bağlamında olayın düşünüldüğünün açık bir kanıtıdır. E. Dört Mezhebin İttifakla Sedd-i Zeriayı Delil Aldıkları Meseleler Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hemen hemen dört mezhebin hepsi sedd-i zeriayı bazı meselelerde devreye sokup onunla amel etmişlerdir. Ancak onlardan bazısı -Maliki ve Hanbelîler gibi- bu delille daha fazla ön plana çıkmışlardır. Bununla beraber, dört mezhebin dördünün de ittifakla bu asılla amel ettikleri bazı meseleler vardır. Bunlardan bir kaçı -özetle- şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: a- Dört mezhep imamı, konuyla ilgili ayetin154 zahirine bakarak, ehli kitap olan kadınla evlenmenin cevazına hükmetmişlerdir. Ancak bu durum, Müslüman erkeğin, o kadının dinine meyletmesi ve onun dinine girmesine vesile olabileceği için bunun kerahiyetine hükmetmişlerdir. Bu hususta ittifak vardır. Burada âlimlerin sedd-i zeria ile amel ettikleri açıktır.155 b- Maraz-ı mevtte üç talakla boşanan kadının mirasçı olması hususu: Bu hususta mezhepler arasında bir takım nüanslar olsa da, genelde burada, koca üzerinde mirası kaçırma töhmeti olduğu ve bunu engellemek gerektiği için, bu halde boşanmış kadının mirasçı olacağına hükmetmişlerdir. Yine burada da devrede sedd-i zeria prensibi faaldir.156 c- Oruçlunun eşini öpmesi meselesi: Alimler, kendisinden emin olmayan kişinin, oruçlu olduğu halde hanımını öpmesi, şehvetin artmasında etkili olur gerekçesiyle bu eylemin kerahiyetine hükmetmişlerdir. Bu hususta âlimler arsında icma vardır.157 d- Aynı anda kullanılan üç talak lafzının, üç boşama sayılması hususu, Hz. Ömer’in bir içtihadıdır. Bu hususta sahabenin de Hz. Ömer’e muvafakati vardır.158 e- Alimler, bir kişi sebebiyle bir cemaatin öldürülmesi hususunda ittifak etmişlerdir.159 154 Bakara 2/221 el-Mukırri, a.g.m., s.558, el-Burhani, a.g.e., s.607 156 el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e, s.608 157 el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., s.609 158 el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., a.y. 155 41 f- Bir hayvanın telef ettiği şeyin sahibi tarafından tazmin edilmesi gerektiği hususunda da alimler arasında ittifak vardır.160 159 160 el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., a.y. el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., s.610 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I. ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI A- Kur’an-ı Kerim’de Zeria Örnekleri İslam dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de zeriaya dair pek çok örnek bulunmaktadır. Bu örneklerden bazıları şu şekilde karşımıza çıkmaktadır. a- Cuma namazı, şartları elverişli olan kimselere bilindiği üzere farzdır. Ancak Yüce Allah “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır”161 ayetiyle cuma günü, cuma namazına gitmeyi de emretmektedir. Aslında bu gitme eylemi, bizzat kastedilen maksut bir eylem değildir. Lakin bu eylem farz olan cuma namazının ifası için bir vesiledir. Genel olarak namazın farziyeti ise başka ayetlerle sabittir. Örneğin Bakara 110. ayet vb gibi. Aynı şekilde burada Cuma namazı için çağrıldığında alış verişi terk etme de emredilmektedir. Yukarıda cumaya giyme eylemi bizzat kastedilmediği gibi burada da bu alış verişi bırakma eylemi bizzat kastedilmemiştir. Çünkü alış verişin cevazı başka ayetlerle sabittir.162 Burada bu eylemin terki istenmekle farz olan bir eyleme götüren vesilenin önünün açılması murat edilmiştir ki bu fethi zeriadan başka bir şey değildir.163 b- Yüce Allah, Musa (a.s) ve kardeşi Harun (a.s)’a yaptığı çağrıda şöyle demektedir. “Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. 161 Cuma 62/9 Bkz. Bakara 2/275 163 el-Burhani, a.g.e, s.350 162 43 Belki o, aklını başına alır veya korkar.”164 Yüce Allah bu ayette Musa ve Harun (a.s)’a, azılı düşmanları olan Firavun’a gitmelerini emretmektedir. Çünkü bu gitme eylemi tebliğin ona ulaşması için olmazsa olmaz bir vesiledir. Bunun üzerine onlar da ona gittiler ve ayette belirtildiği şekilde ona hitapta bulundular.165 c- Yüce Allah bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır. “De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.”166 Allah (c.c) bu ayetle göklere ve yere ve bu ikisi arasında olan şeylere bakılmasını emretmektedir. Burada emredilen gözlemlemeden maksat, güneş, ay ve diğer yıldızların hareketleri ile canlı cansız bütün mahlûkatın durumlarının gözlemlenmesidir. Çünkü bütün bunlarda Allah’ın varlığına ve birliğine, kudretine ve diğer sıfatlarına delalet eden birtakım esrar ve deliller vardır. Şari, bu eylemi kalplerdeki iman mükemmelleşsin ve kişi kesin bir iman sahibi olsun diye emretmiştir. Yoksa salt olarak bu tür eşyalara bakılmasını kastetmemiştir. Yani ayette istenen salt bir bakma eyleminin zuhur etmesi değildir. Ancak bu tür bir eylem, imanın mükemmelleşmesine katkıda bulunur. İşte bu durum, fethi zeria bağlamında teklifi bir hüküm olarak karşımıza çıkar.167 d- Yüce Allah, küfrü haram kılmış, aynı zamanda ona götüren vesileleri de haram kılmıştır. Yüce İslam dininin, çirkin ve yasak olan şeyleri belirttikten sonra onlara götüren vesilelerin kapısını açık bırakması düşünülemez. Çünkü Yüce Allah Kur’an-ı, peygamberine, insanları küfürden iman nuruna çıkarsın diye indirmiştir. İşte bu bağlamda bir ayette şöyle denilmektedir. “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”168 Bu ayette, insanları şeytana ve onun yoluna uymaktan sakındırma söz konusudur. Çünkü bu eyleme tabi olmak, şahsın haram işlemesine, neticede günaha dalıp azap görmesine sebep olacaktır. Yine bu bağlamda, şeytanı dost 164 Taha 20/43–44 el-Burhani, a.g.e.,s.351 166 Yunus 10/101 167 el-Burhani, a.g.e.,351 168 Bakara 2/168–169 165 44 edinmek, Nisa 119. ayetle, ona itaat etmek Araf 127. ayetle yasaklanmıştır. Tüm bunlar, seddi zeria bağlamında düşünülmesi gayet mümkün olan durumlardır.169 e- Allah, zinayı kesin olarak haram kılmıştır.170 Bununla beraber zinaya götüren vesileler de haram kılınmış, ona giden bütün yollar kapatılmıştır. Bu bağlamda şu ayet gayet açıktır. “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”171 Dikkat edilirse bu ayette, zinaya götürecek bütün yollar kapatılmıştır. Ancak zinaya götüren yolların, vesilelerin seddi hususunda en tafsilatlı ayet ise Nur 30 ve 31. ayetlerdir. Bu ayetler ile kulların nerede ve nasıl davranmaları gerektiği hususu en ince ayrıntısına kadar ifade edilmiş ve onlardan bu şekilde davranmaları istenmiştir. Yine harama giden yolların kapatılması bağlamında, insanların avret yerlerine bakmak haram ve yasak kılınmıştır. Aynı şekilde bu durumun meydana gelme ihtimali yüksek olan, bir başkasının evine izinsiz girme vesilesinin de haram kılındığı, şu şekilde dile getirilmiştir.172 “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir, herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız. Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.”173 f- Allah (c.c) bazı durumlarda asıl itibari ile mubah ve talep edilen bir fiili mefsedete götürdüğü durumlarda yasaklamıştır. Bu durumun açık bir örneğini de şu ayette yer alan durum oluşturmaktadır. “Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzurnâ" deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kafirler için elem verici bir azap vardır.”174 Bu ayette müminlerden Yahudiler gibi “raina” dememeleri istenmektedir. Çünkü bu ifadeyi kullanmada, Yahudilere benzeme ve bilmeyerek de olsa Hz. Peygamber için uygunsuz bir ifadeyi kullanma durumu söz konusu olabilmektedir. Şöyle ki onlar Hz. Peygambere hakaret etme bağlamında bu ifadeyi kullanıyorlardı. Ancak bu durumun önü seddi zeria bağlamında bu ayetle kapatılmıştır. g- Kur’an’daki seddi zeria örneklerinin en çarpıcılarından biri de Tevbe suresinde yer alır. Ayeti kerimede şöyle denilmektedir: “Müminlerin hepsinin toptan 169 el-Burhani, a.g.e., s.352 Furkan 25/68 171 İsra 17/32 172 el-Burhani, a.g.e., s.371 173 Nur 24/27–28 174 Bakara 2/104 170 45 sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup, dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.”175 Bu ayet hakkında İbn Abbas şöyle demektedir: Allah, cihattan geri durmaları sebebiyle münafıkların ayıplarını ortaya dökünce, müminler şöyle dediler: Allah’a yemin olsun ki biz Hz. Peygamberin yer aldığı bir gazveden asla geri kalmayacak, onunla beraber mutlaka biz de savaşacağız. Hz. Peygamber onlara bir gazveye çıkmalarını emredince Müslümanlar topluca sefere çıktılar ve Hz. Peygamberi Medine’de tek başına bıraktılar. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.176 Bu ayette açıkça Müslümanların topluca savaşa çıkmaları men edilmektedir. Bu emir, onlar bu şekilde savaşa çıktıklarında daha kuvvetli olmaları ve düşmana üstün gelme ihtimali olmasına rağmen bu şekilde tezahür etmiştir. Çünkü bu şekilde topluca sefere çıkmak iki yönden sakıncalı durumun oluşmasına vesiledir. Birincisi; Hz. Peygambere yeni inecek ayetlerden ve onlardan çıkan hükümlerden onların mahrum kalmaları, ikincisi ise; aile efradı ve yakınlarını himaye etmeyi terk ettikleri için onların, düşmanların tuzak ve hileleriyle karşı karşıya kalmalarıdır.177 İşte yüce Allah, bu duruma vesile olacak topluca cihada çıkma eylemini bu ayetle nehyetmiş, bu mefsedet kapısını sonsuza dek kapatmayı murat etmiştir. h- Yüce Allah, kocası vefat eden kadının bekleyeceği iddet süresini dört ay on gün olarak belirlemiştir.178 Bununla birlikte onlarla ilgili olarak “(İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah gafurdur, halimdi.”179 ayetiyle iki şeyi daha yasaklamıştır. Birincisi, kocası ölüpde iddet bekleyen kadına açıkça evlilik teklifinde bulunmak; ikincisi, iddet halindeyken evlilik akdini yapmak. 175 Tevbe 9/122 el-Burhani, a.g.e., s.387 177 el-Burhani, a.g.e., s.388 178 Bakara 2/234 179 Bakara 2/235 176 46 Bunlardan birincisiyle kastedilen hikmet şudur: Bu durumdayken açıkça bir kadına evlenme teklifinde bulunmak, kadının taliplisine cevap vermede acele edip, iddeti bitti diye yalan söylemesine ve bu şekilde iddet beklemeden kastedilen maslahatın ortadan kalkmasına vesile olma durumunun söz konusu olmasıdır. İkincisinin hikmeti ise, bu evlilik neticesindeki ilişki her ne kadar ilk evlilikten beklenen iddet bitene kadar ertelense bile, bu akit bunlar arasında vaktinden evvel ilişki meydana gelmesine sebep olur ve neticede neseplerin karışması gündeme gelir.180 İşte tüm bu örneklerde Yüce Allah, seddi zeria bağlamında bir takım eylemlerden sakındırmış, bir kısmını ise fethi zeria bağlamında teşvik etmiştir. B- Hz. Peygamberin Sünnetlerinde Zeria Örnekleri Kur’an’da olduğu gibi Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerinde de pek çok zeria örneklerine rastlamak mümkündür. Bunlardan birkaçı şu şekilde karşımıza çıkmaktadır. a- Humeyd b. Abdurrahman’ın Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Bir kişinin anne ve babasına sövmesi en büyük günahlardandır. (ashab) dedi ki: Ey Allah’ın resulü bir kişi anne babasına söver mi? Evet dedi Hz. Peygamber. O, bir adamın babasına söver o adam da onun babasına söver. O, bir adamın annesine söver, o adam da onun annesine.” Bu hadisin Buhari’de gelen varyantı ise şu şekildedir. “ Bir kişinin anne babasına lanet etmesi en büyük günahlardandır. Denildi ki: Ey Allah’ın Resulü! Bir kişi nasıl anne babasına lanet der? Dedi ki: Birinin babasına söver, o da onun babasına söver, birinin annesine söver o da onun annesine söver.” Görüldüğü gibi burada, Hz. Peygamber bu tür bir fiil işleyen kişiyi, bu durum onun kendi anne ve babasına sövülmeye vesile olduğu için anne babasına söven ve lanet eden diye tanımlamış ve böyle bir eylem Seddi zeria bağlamında Hz. Peygamber tarafından men edilmiş, yasaklanmıştır.181 b- Yüce Allah çeşitli ayetlerde hamrı yasaklamıştır. Çünkü hamr, aklın devre dışı kalması neticesinde bir takım mefsedetin zuhur etmesine neden olmaktadır. Yüce Allah’ın bu yasağının yanında, Hz. Peygamberin hadislerinde hamrın bir damlasını dahi 180 181 el-Burhani, a.g.e., s.386 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.111 47 içmek de yasaklanmıştır. Aynı şekilde hamrın sirke olması için evde tutulması da yasaklanmıştır. Çünkü ondan bir damla içmek, onu yudumlamaya, neticede hamrı içmeye; sirke için tutmak onu şarap olarak tutup ondan içmeye götüreceği için yasaklanmıştır. Hamrın azında dahi mevcut olan haramlık illetini Hz. Peygamber şu sözüyle açıklamaktadır: “ Şayet size bu hususta ruhsat tanınsaydı, siz onu (çoğunu içmek gibi) yapardınız.”182 c- Hz. Peygamber kabirler üzerine mescit inşa etmekten nehyetmiş ve böyle yapanlara lanet etmiştir. Yine kabirleri çevirip, etrafını yükseltmekten de men etmiş bunun yanında kabirlerin mescit edinilmesini ve oralarda veya yakınlarında namaz kılınmasını, kabirlerde kandil yakılmasını da yasaklamış, kabirlerin yerle aynı seviyede yapılmasını emretmiştir. Bu emir ve yasakların ardında, insanları şirk ve puta tapmaya götürecek yolları kapama maksadı yatmaktadır. Bu seddi zeria bağlamında yapılan uygulamalardan başka bir şey değildir. 183 Nitekim günümüzde bu tür mahzurlu davranışlar sergileyip, farkında olmadan neredeyse şirke düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan birçok insan vardır. Bu konu üzerinde düşünülüp önemle üzerine eğilmek kaçınılmaz bir vecibedir. d- Hz. Peygamber bir çok hadiste Ehli Kitaba benzemeyi men etmiştir. Bu hususta bazı hadisler şöyledir: “ Yahudi ve Hrıstiyanlar saçlarını boyamazlar. Onlara muhalefet edin.” “Yahudiler nalinleriyle namaz kılmazlar onlara muhalefet edin.” Aşure hakkında da şöyle demiştir: “ Yahudilere muhalefet edin. Ondan bir gün önce ve bir gün sonra oruç tutun.” Tirmizi Hz. Peygamberden gelen bir rivayeti nakleder. O rivayette Hz. Peygamber şöyle demektedir: “ bizden başkasına benzeyenler bizden değildir.” İmam Ahmed b. Hambel den gelen rivayet ise şöyledir: “kim bir kavme benzerse o, onlardandır.” Bu yasakların altındaki temel espiri, bu durumlar itibarı ile onlara benzemenin, amel ve maksat itibariyle onlara benzemeye vesile olmasıdır. Bu ise Hz. Peygamber tarafından Seddi zeria bağlamında men edilmiş, bu benzemenin kapısı kapatılmak murad edilmiştir. 184 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.111 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112 184 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112 182 183 48 e- Hz. Peygamber bir kadınla halasının veya teyzesinin aynı kişinin nikahı altında toplanmasını haram kılmıştır. O, bu durumu ve gerekçesini veciz bir şekilde şöyle dile getirmiştir. “Eğer siz böyle yaparsanız akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz” Bu yasak hükmü gayet açıktır. Eğer kadın buna razı olsa bile durum değişmez. Çünkü bu tür bir eylemin Hz. Peygamberin de dile getirdiği gibi akrabalık bağının kopmasına, zamanla bir takım problemlerin oluşmasına neden olması kaçınılmazdır. Bunun için bu kapının Seddi zeria ilkesine binaen kapatılması kadar doğal bir şey olamaz. 185 f- Şari, nikahta akde ek olarak, gayrı meşru ilişkiden nikahı ayırıcı bir takım artı şartlar koymuştur. Örneğin nikâhın duyurulması, veli şartı, kadının kendi velisi olamaması gibi. Hatta nikah akdi esnasında def çalınması, şarkı söylenmesi ve ziyafet verilmesi müstehaptır. Çünkü bunların ihmal edilmesi, nikah adı altında gayrı meşru bir ilişkinin yaşanmasına, nikahtan kastedilen bir takım maslahatların ortadan kalkmasına vesile olabilir. İşte bunun için bu emir ve tavsiyelerin Seddi zeria bağlamında düşünülmesi mümkündür. 186 g- Hz. Peygamber borç veren bir kişinin, borç verdiği kişiden hediye kabul etmesini yasaklamıştır. Bu hüküm, borç veren şahıs bu bedeli borçtan saysa bile aynıdır değişmez. Çünkü burada, bu hediye sebebiyle borcun tehir edilmesi ve ribanın oluşması durumu söz konusudur. Nitekim bu şahıs, hem borç verdiği malını almış olacak hem de karşılığı olmadan bir fazlalık elde etmiş olacaktır. Bu Seddi zeria bağlamında engellenmiş, bu tür mefsedetin önü kapatılmak istenmiştir. 187 h- Hz. Peygamber hadislerinde katilin hiçbir şekilde mirasçı olamayacağını ifade etmektedir. İster bu, İmam Malik’in dediği gibi amden (kasten) öldürme olsun, ister Ebu Hanife’nin dediği gibi bizzat öldürme olsun, ister kısas, keffaret veya diyeti gerektiren bir öldürme olsun, ister haksız yere bir öldürme olsun, ister Şafi ve Hanbeli mezhebindeki gibi mutlak öldürme olsun fark etmez. Yine katilin mirası acele elde etmeyi kastedip etmemesi de eşittir. Kastın olup olmamasını dikkate almak, bu eylemden insanları men etme noktasında, hükmün etkinliğini ortadan kaldırır. Çünkü katilin mirasçı kılınması halinde bu tür eylemlerin artması gündeme gelecektir ki, buna İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.113 187 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114 185 186 49 götüren katilin mirasçı olması durumu, seddi zeria bağlamında Şari tarafından kapatılmıştır.188 ı- Hz. Peygamber, ramazan orucuna bir veya iki gün önceden başlamayı nehyetmiştir. Ancak bir kişi bunu adet edinmiş olsa yani daha önceden bir oruca başlamışsa bunda bir sakınca yoktur. Aynı şekilde insanlar, şek gününde oruç tutmaktan da menedilmektedir. Bu tür fiillerin menedilmesinin gerekçesi, bu eylemlerin insanlar tarafından farz olmayan şeylerin farz olarak telakki edilmesine yol açacağı endişesidir. Nitekim bayram günlerinde oruç tutmak, ibadet vakti ile diğer vakitleri bir birinden ayırmak ve bu tutumun Hrıstiyanların yaptığı gibi vacibe ziyadeye götürmesini engellemek için haramdır. Sonra Hz. Peygamber, bu maksadı, iftarda acele etmeyi, sahuru da geciktirmeyi müstehap sayarak tekit etmiştir. Aynı gerekçelerle imamın namazdan sonra kıbleye dönük olarak oturmaya devam etmesi veya mihrapta nafile namaz kılması mekruh görülmüştür. Tüm bunlarda, farz olmayan şeylerin farz zannedilip işlenmesine götüren yolları kapama kastı vardır.189 i- Şari, toplu yapılması gereken ibadetleri tek bir imamın arkasında ifa edilmesini, bütün insanların tek bir imamın arkasında toplanmasını emretmiştir. Örneğin; Cuma namazı, bayram namazı ve hatta iki imamın arkasında kılınması emniyetin sağlanması açısından daha uygun olsa bile korku namazının da bu şekilde kılınması gibi. Bütün bunlar, ayrılık, ihtilaf ve tartışmaların önünü kapama, insanların kalplerinin ve sözlerinin tek bir noktada toplanmasını sağlama kastıyla öngörülen emirlerdir. Çünkü Müslümanların tek bir söz etrafında toplanmaları, birlik ve beraberlik içinde olmaları Şari’nin en büyük maksadıdır. Bu maksatla çatışan bütün yollar kapatılmıştır. Hatta namazda safların düzeltilmesinde bile bu ince maksat hedeflenmiştir. Bu örnekler seddi zeriaya verilecek en ince ve latif örneklerdir.190 j- Nebi (a.s) bir kişinin, kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlükte bulunmasını, kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasını ve alış verişi üzerine alış verişte bulunmasını yasaklamıştır. Çünkü bu neviden eylemler, insanlar arasında kin ve düşmanlığın yerleşmesine, birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olur. Bu yasaklara birinin, kardeşinin kira akdi üzerine kira akdinde bulunması vs. gibi eylemler de kıyas İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.115 190 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.116 188 189 50 edilerek katılabilir. Çünkü tüm bunlarda ortak illet olan kin ve düşmanlığa yol açma durumu söz konusudur ve bu yoların tümü Şari tarafından kapatılmıştır.191 k- Hz. Peygamber (s.a.v) bineğinde namazını kılıp sonra mescide gelen kişiye imamla beraber nafile olarak bu namazı tekrar kılmasını emretmiştir. Çünkü diğerleri namaz kılarken onun oturması, hakkında insanların kötü zan beslemelerine yol açacaktır. Bekli de insanlar onun için bu kişi namaz kılanlardan değil düşüncesine kapılabilir. İşte bunun önü kapatılmak istenerek onun da namaz kılması Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından emredilmiştir.192 l- Nebi (a.s), bir kişinin evinin yanındaki mescidi atlayıp başka bir mescide gitmesini yani evinin yanındaki mescitte namaz kılmayı terk edip başka bir yerdeki mescide gitmeyi yasaklamıştır. Nitekim Bakıye’nin, Müşaci b. Amr’dan onun da Ubeydullah’tan, onun da Nafi’den, Nafi’nin de İ bn Ömer’den rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, bitişiğinde olan mescitte namaz kılsın, onu atlayıp bir başka mescide gitmesin.” Bu yasak o şahsın, yakınındaki mescidin imamından hoşlanmadığı izleniminin doğmasını engellemeye yöneliktir. Tabi bu durum, imamın namazı eksik yapacak bir davranışı söz konusu olmayıp her yönüyle bu görevi mükemmel bir şekilde ifa ettiği durumlarda söz konusudur. Eğer namaz tam olmayacak bir pozisyon varsa veya imam bidatçi ve günahları sebebiyle kınanıyorsa o camiye gitmeyip başka bir camiye gitmede bir sakınca yoktur.193 m- Hz. Peygamber, kadınlara mescitlere gitmek için dışarı çıktıkları zaman güzel koku sürünmeden çıkmalarını emretmiş, güzel koku sürünmelerini yasaklamıştır. Çünkü bu erkeklerin onlara meyletmesine ve o kadınların yolunu gözlemelerine ve neticede fitneye düşmelerine yol açar. Kadınların sürdükleri bu kokular, taktıkları takılar ve bir takım güzelliklerini göstermeleri bu fitneye davetiye çıkarır. İşte bunun için Hz. Peygamber onlara güzel koku sürünmemelerini ve erkeklerin arkasında camiye gitmelerini, dikkat çekecek bir şekilde açıktan, namazda tesbihatta bulunmamalarını İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.117 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118 193 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118 191 192 51 emretmiştir. Tüm bunlar, mefsedete vesile olan şeylerin önünü kapamak ve mefsedetten onları korumak kastıyla emredilen şeylerdir.194 n- Nebi (a.s) bir kişi hoş olmayan bir rüya gördüğünde onu insanlara anlatmamasını istemiştir. Çünkü böyle bir eylem, bu olayın lafzi varlık mertebesinden, harici varlık mertebesine intikal etmesine yol açar. Nitekim bu rüyada görülen şey, zihni varlık derecesinden, lafzi varlık derecesine intikal etmiştir. Bilindiği gibi bütün işler önce zihinde tasarlanır sonra bu lafız haline gelir daha sonra da eyleme dönüşür. İşte Hz. Peygamber bu yasağı, seddi zeria bağlamında çok ince ve faydalı bir uygulamadır.195 o- Hz. Peygamber, sadaka veren bir kişinin, sadaka olarak verdiği şeyi pazarda satılırken bulsa bile onu geri almasını yasaklamıştır. Çünkü bu, kişinin Allah rızası için verdiği şeyi bir bedel karşılığında bile olsa geri alması demektir. Sadaka veren kişinin bu şekilde bir bedel karşılığında verdiği malı geri alması haram olunca onun bedelsiz olarak geri alınması evleviyetle haram olur. Bu tür eylemlere cevaz vermek, kişinin fakirlere malını verip daha sonra hile ile onlardan, verdiği malı geri satın almasının yolunu açmak demektir, bu ise yüce dinimizin güzellikleriyle bağdaşmayan bir tutumdur. İşte bunun önlenmesi açısından bu nevi eylemlerin kapısı sonsuza dek seddi zeria bağlamında kapatılmıştır.196 ö- Resulullah (s.a.v) bir kişinin, kendisine takdir edilen bir takım musibetler isabet ettikten sonra “ şöyle şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu” demesini seddi zeria bağlamında yasaklamış ve bu tür bir davranışı şeytanın ameli olarak nitelendirmiştir. Nitekim böyle davranmanı, kişinin üzülmesi, pişmanlık duyması, kalbinin daralması, Allah’ın takdirine kızması ve şöyle davransam bu durum başıma gelmezdi inancının onda oluşmasından başka bir faydası olmaz. Bu durum ise onun Allah’ın takdirine rızası ve teslimiyetini ve kadere olan inancını zayıflatır. Unutulmamalıdır ki kim Allahtan gelene razı olursa, Allah’ın rızası onunladır, kim de ondan gelene kızarsa Allah’ın gazabı onunladır.197 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.121 196 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.124 197 İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.124 194 195 52 Seddi zeria bağlamında örnekler sadece bunlarla sınırlı değildir. İbn Kayyım bu örneklerin sayısını eserinde Allah’ın doksan dokuz ismine uygun olacak bir şekilde sıralamış ve her birini ayrı ayrı zikretmiştir.198 Ayrıca bu hususta, sahabe ve tabiinin uygulamalarına delilleri zikrederken kısmen de olsa temas ettiğimiz için tekrar aynı örnekleri burada zikretmeye gerek duymuyoruz. Bu konuyla ilgili örnekleri bol miktarda el-Burhani’nin Seddü Zeria adlı eserinde bulmak mümkündür 198 Bkz.İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.110-125 53 SONUÇ İslam hukuk usulünde deliller, asli ve fer’i deliller diye iki kısma ayrılır. bu fer’i delillerden biri de zeriadır. Zeria –feth ve sedd açısından- önemli teşri kaidelerinden bir kaidedir. Aynı zamanda bu delil, Şari’nin genel maksadının gerçekleşmesi için hikmetli bir yol, fert ve toplum terbiyesinde etkin bir yöntem, geçmişte uygulanan bir takım içtihatları anlamaya yardımcı olan bir rehberdir. Bunun yanında, feth ve sedd açısından bu asıla tutunmadan şarinin maksatlarının gerçekleşmesi, aynı şekilde mefsedetin önünün kapanması da mümkün değildir. Zeria, âlimler tarafından çeşitli yönlerden taksimata tabi tutulmuştur. Bu taksimatlardan, sonuç açısından düşünülünce en dikkat çekici olanı ve belki de en fazla kullanılanı feth ve sedd açısından yapılan zerianın taksimatıdır. Bu açıdan zeria, fethü zeria ve seddü zeria diya ikiye ayrılır. Fethü zerianın manası; netice maslahat olunca, o neticeye götüren vesileyi almak, onu yerine getirmektir. Çünkü maslahat, şer’an talep edilen bir şeydir. Seddü zeria ise; sonuç yasak olan bir şey olduğunda, o yasak olana götüren şeylerin -caiz olsa bile- engellenmesi, önünün kapatılmasıdır. Hükümler temelde makasıd ve vesileler diye ikiye ayrılır. Makasıd, bünyesinde hem maslahat hem de mefsedeti barındıran şeylerdir. Vesile ise makasıda götüren yollardır. Vesilenin hükmü, götürdüğü makasıdın hükmüne göre şekillenmektedir. Bu yüzden, vacibe götüren şeyin hükmü vacip, harama götüren şeyin hükmü haram, mubah olana götüren şeyin hükmü de mubahtır. Bu durum “vacibin ancak kendisiyle tamamlanabildiği şey de vaciptir” kaidesiyle uyuşmaktadır. Örneğin, zina haramdır. Aynı şekilde zinaya vesile olan yabancı bir kadının avret yerine bakmak da haramdır. Çünkü bu şekilde bir kadının bakılması haram olan yerlerine bakmak, erkeklerin şehevi arzularını harekete geçirecek ve neticede onları bu haram olan zina fiilini işlemelerine neden olacaktır. 54 Yine Cuma namazı, buna ehil olanlar hakkında farzdır. Aynı şekilde, Cuma namazı için camiye gitmek ve bu vakitte alış verişi terk etmek, bu saatte başka işlerle meşgul olmamak ta farzdır. Hac ibadeti ve onun tamamlayıcısı olan Kâbe’ye gitmek de böyledir. Çünkü Şari, kullara bir şeyi emredince o şey için vesile olacak şeyler de Şari tarafından talep edilmiş, bir şey yasaklandığında da o şeye götüren vesileler de yasaklanmış demektir. Bu durum, sadece ibadet alanına has değildir. Toplumsal bağlamda olaylar incelendiğinde de ibadet alanındakinden farklı bir durum karşımıza çıkmaz. Örneğin, Şari, toplumda sevgi ve muhabbetin yerleşmesini emretmiş, düşmanlık ve ayrılığı ise nehyetmiştir. Hal böyle olunca, bir kişinin mümin kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük yapması veya alış verişi üzerine alış veriş yapması toplumda kin ve düşmanlığın oluşmasına sebep olacağı için Şari tarafından bunlar da yasaklanmıştır. Bu durum salim bir aklın gereği olan hikmet dolu yüce bir hakikattir. İslam hukuk usulünün fer’i delillerinden olan zeriayı müstakil bir delil olarak benimseme noktasında alimlerin ikiye ayrıldıkları görülür. Onu müstakil bir delil olarak benimsemeyenlerin başında Zahiriler gelir. Onlar zanna binaen, bir takım şüpheler neticesinde, Şari tarafından yasaklanmamış bir şeyin yasaklanamayacağını söylerler. Onlara bu noktada bir nebze katılan Şafiler de bu asla uzak durmuşlardır. Şafi ve Zahirilerin aksine bu aslı müstakil bir delil olarak kabul edenler ise onun meşruiyetine dair kitap, sünnet ve sahabe uygulamalarından bir takım deliller getirmişlerdir. Bu delili bu isimle kullanmada Maliki ve Hanbelîler fazlaca ön plana çıktıkları için, zeria sadece onların kullandıkları bir delil gibi algılanır olmuştur. Aslında bütün mezheplerin kaynakları incelendiğinde, hemen hemen hepsinin bu delili -müstakil olmasa da- birçok konuda hüküm verirken kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Gerek Kur'an'ı Kerim’deki konuyla ilgili ifadeler, gerek Hz. Peygamberin sünnetlerindeki ifadeler, gerekse sahabe ve tabiunun uygulamaları dikkatle incelendiğinde bu aslın, İslam Hukuku ve toplum açısından ne kadar önemli ve ne kadar vazgeçilmez bir asıl olduğu ortaya çıkmaktadır. 55 Zeria, bazılarının idda ettiği gibi hayatın sınırlarını daraltan, insanların fiili hürriyetlerini kısıtlayan bir prensip değildir. O sadece toplumda Şari’nin makasıdını gün yüzüne çıkartma bağlamında mefsedete götüren vesileleri engellemeyi buna mukabil maslahata götüren vesilelerin önünün açılmasını gaye edinen vazgeçilmez, çok çok önemli bir İslam Hukuk usulü kaynağıdır. 56 KAYNAKÇA Kitaplar: ABDULHAMİT, Muhammed Muhyiddin, Ahvalü’ş-Şahsiye, Beyrut, Darü’l Kütübü’l Arabi, ts. AŞUR, Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi, çev. Mehmet Erdoğan, 2.bs. İstanbul, İz yay. 1996. BUHARİ, Muhammed b. İsmail, es-Sahih, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992. BURHANİ, Muhammed Hişam, Seddü Zerai, Şam, Daru’l-Fikr,1995. CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usulü, 9.bs., Ankara, TDV yay., 1993. ÇAKAN, İsmail Lütfi, Hadis Edebiyatı, 5.bs., İstanbul, MÜİF yay., 2003. EBU ZEHRA, Muhammed, Usulü’l Fıkh, Kahire, Daru’l Fikri’l-Arabî, ts. HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberin, çev. Salih Tuğ, 5.bs., İstanbul, İrfan yay., 1993. HAYDAR, Ali Emin Efendizade, Dürerü’l-Hukkam Şerhi Mecelleti’l Ahkâm, Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts. İBN FARİS, Ebu’l Huseyn Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mucemu’l Mekayis, Şam, Darul Fikr, 1994. İBN HANBEL, Ahmed Ebu Abdullah, el-Müsned, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992. İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said, el-İhkam fi Usuli’l Ahkâm, Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts. İBN HÜMAM, Kemalüddin Muhammed b. Abdülvasid Kemal, Fethu’l Kadir, Beyrut, Daru’l-Kütübü’l-İlmiye, 1995. İBN KAYYIM el-Cevziyye, İlamu’l Muvakkiin, 2.bs. Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1993. İBN KUDAME, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, el-Muğni, Beyrut, Daru’l- Kitabi’l- Arabî, 1983. İBN MACE, Muhammed b. Yezid, es-Sünen, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992. İBN MANZUR, Ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut, Daru’l Mearife, ts. 57 KARAFİ, Ebu Abbas Ahmed b. İdris, el-Furuk, 1.bs., Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1998. KASANİ, Ebu Bekir b. Mesud, Bedaiu’s-Senai fi Tertibi’ş-Şerai, Beyrut, Daru’l Marife, 2000. KURTUBİ, Muhammed b. Ahmed, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, Daru’l İhya, 1985. MERĞİNANİ, Ebu’l Hasen Ali b. Ebu Bekir, el- Hidaye Şerhü Bidayeti’lMübtedi, Beyrut, Daru’l Erkam, ts MÜSLİM b. Haccac el-Kuşeyri, es-Sahih, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992. NESAİ, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992. NEVEVİ, Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabu’l Mecmu, Beyrut, Daru’l İhya li’türasi’l-Arabî, 1995. ŞA’BAN, Zekiyyüddin, Usulü’l Fıkh, çev. İbrahim Kafi Dönmez, 2.bs., Ankara , TDV yay., 1996. ŞATIBİ, Ebu İshak İbrahim b. Musa, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, çev. Mehmet Erdoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1990. ŞİRAZİ, Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Firazebadi, el-Mühezzeb, Beyrut, Daru’l Kütübü’l-İlmiye, 1995. YAZIR Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Şura Yay., ts. ZEYDAN, Abdülkerim, el-Veciz fi Usuli’l-Fıkh, 7.bs., Beyrut, Müessesetü’rRisale, 2001. ZUHAYLİ, Vehbe, Usulü’l Fıkhı’l İslami, Şam, Daru’l Fikr, 1986. ------------- el- Fıkhu’l İslami ve Edilletühü, Dimeşk, Daru’l Fikr, 1997. ------------- İslam Fıkıh Ansiklopedisi., çev. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, İstanbul, Risale yay., 1994. Süreli Yayınlar: MUKIRRİ, Ahmed Muhammed, “Seddü Zerai” , Mecelletü Mecmeu Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s.546 58 SEYYANİ, Muhammed b. Ahmet, “Seddü Zerai”, Meceletü Mecmu’ul-Fıkhi’lİslami, c.III, sayı.9, (1996), s.172 TARİZİ, Şeyh Mustafa Kemal, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l- Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s. 410. ZUHAYLİ, Vehb Mustafa, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l-Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996), s.121 59