islam hukukunda seddü zerai - TC DİB. Trabzon Dini Yüksek İhtisas

advertisement
T.C.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
TRABZON-AKÇAABAT- DARICA
EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ
III. DÖNEM
BİTİRME TEZİ
Hazırlayan
Muhammet SALMAN
Danışman
Temel KACIR
TRABZON–2006
III
ÖNSÖZ
İslam Hukuku, Şari’nin maksadını bulup çıkarmak ve onu, insanlar arasında
yaşanır kılmak gibi ulvi bir gayeye hizmet etmektedir. Onun bu görevini ifa edebilmesi,
müçtehidin, asli ve fer’i kaynakları kullanma kabiliyetiyle yakından ilgilidir.
Asli deliller deyince akla, Kur’an, sünnet, icma ve kıyas gelir. Fer’i deliller ise,
öncelik sıralamasında farklılıklar olmakla beraber, istihsan, örf, mesalihi mürsele, seddü
zeria, istishab, şer’u men kablena ve sahabe kavli şeklindedir.
Biz bu çalışmamızda, fer’i delillerden sadece seddü zerai’yi ele almayı, onun
İslam Hukukundaki konumunu, mümkün mertebe ortaya koymayı amaçladık. Bizi bu
çalışmaya iten faktörlerin başında, seddü zerianın hayatımızın birçok alanında etkin
olmasına rağmen, bu delilin üzerinde fazlaca çalışılmaması gelir.
Çalışmamızı, üç ana bölümden oluşturduk. Birinci bölümde, seddü zeria ile
ilgili kavramları ve zeria’nın, âlimler tarafından yapılan taksimatlarını sunmayı, ikinci
bölümde seddü zerianın delil olma durumu ve mezheplerin, bu delile olan
yaklaşımlarını açıklamayı, üçüncü bölümde ise, seddü zerianın kitap ve sünnetteki furu
fıkha yansımalarını örneklerle açıklamayı hedefledik.
Çalışmamız sırasında, bu delille daha çok Maliki ve Hanbelî mezheplerinin ön
plana çıkması ve bu alanda yazılan ana dilimizde müstakil eserlerin fazla bulunmayışı
gibi bir takım zorluklarla karşılaştık. Ancak bu engelleri de değerli hocalarımızın
rehberlikleri sayesinde büyük ölçüde aştık.
Bu çalışmayı yapmaktan ve bu alandaki bilgilerimi daha da belirgin hale
getirmekten dolayı mutluyum. Bu çalışmamız esnasında, bizlere her alanda mümkün
olan imkânların en iyisini sunan, başta Eğitim Merkezi Müdürümüz Sayın Zeki
YAVUZYILMAZ’a, tecrübe ve engin bilgilerini bizden esirgemeyip, bize rehberlik
eden öncelikle danışman hocam Sayın Temel KACIR ve diğer hocalarıma teşekkürü bir
borç biliyorum.
Şunu da ifade etmeliyim ki, bir kul olmanın neticesinde, insanoğlunun yaptığı
hiçbir eserin hatadan uzak olmadığının bilinci içerisindeyiz.
Gayret bizden, tevfik ise her şeye güç yetiren ve her şeyin en doğrusunu bilen
Yüce Allah’tandır.
Muhammet SALMAN
TRABZON–2006
IV
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .................................................................................................................................... III
İÇİNDEKİLER .........................................................................................................................V
KISALTMALAR .................................................................................................................. VII
GİRİŞ ......................................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ
I.KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLAR .................................................................................... 4
A. ZERİANIN TANIMI: ............................................................................................................ 4
1. Sözlük Anlamı............................................................................................................... 4
2. Istılah Anlamı ............................................................................................................... 5
B. VESAİLİN TANIMI.............................................................................................................. 6
C. MUKADDİMENİN TANIMI .................................................................................................. 6
D. SEDDİN TANIMI ................................................................................................................. 7
E. FETHİN TANIMI ................................................................................................................. 7
II. ZERİANIN KISIMLARI .................................................................................................... 7
A. FETH VE SEDD AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ ............................................................... 8
B. VAZ’İ YÖNDEN ZERİANIN TAKSİMİ ................................................................................. 9
C. ZANNİLİK VE KAT’İLİK AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ .............................................. 11
D. MUTEBERLİK AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ .............................................................. 12
E. NEDEN OLDUĞU ZARAR AÇISINDAN ZERİANIN TAKSİMİ ............................................. 14
III. ZERİANIN ŞARTLARI .................................................................................................. 15
A. ZERİANIN CAİZ OLMASININ ŞARTLARI ......................................................................... 15
B. ZERİANIN MEN EDİLMESİNİN ŞARTLARI ....................................................................... 16
İKİNCİ BÖLÜM
ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU
I. ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU ............................................................................. 17
V
A. SEDDÜ ZERİAYI REDDEDENLER VE DELİLLERİ ............................................................. 18
B. SEDDÜ ZERİAYI KABUL EDENLER VE DELİLLERİ ......................................................... 20
1. Kur’an’dan İleri Sürdükleri Deliller. ........................................................................ 20
2. Sünnetten İleri Sürdükleri Deliller ............................................................................ 22
3. Sahabe Uygulamalarından Getirilen Deliller ............................................................ 24
C. SEDDÜ ZERİAYI KABUL EDENLERİN DAYANDIKLARI BAZI KAİDELER........................ 28
II. İSLAM HUKUK MEZHEPLERİNDE ZERİA .............................................................. 29
A. MALİKİLERDE ZERİA ..................................................................................................... 29
B. HANBELÎLERDE ZERİA ................................................................................................... 31
C. HANEFİLERDE ZERİA...................................................................................................... 35
D. ŞAFİİLERDE ZERİA.......................................................................................................... 38
E. DÖRT MEZHEBİN İTTİFAKLA SEDD-İ ZERİAYI DELİL ALDIKLARI MESELELER .......... 41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI
I. ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI ......................................................................... 43
A- KUR’AN-I KERİM’DE ZERİA ÖRNEKLERİ ...................................................................... 43
B- HZ. PEYGAMBERİN SÜNNETLERİNDE ZERİA ÖRNEKLERİ ............................................ 47
SONUÇ .................................................................................................................................... 54
KAYNAKÇA ........................................................................................................................... 57
VI
KISALTMALAR
a.g.e
: Adı geçen eser.
a.g.m
: Adı geçen makale.
a.s
: Aleyhisselam
ay
: Aynı yer.
Bkz
: Bakınız.
bs
: Baskı.
c
: Cilt.
çev.
: Çeviren.
h.no
: Hadis numarası.
Hz
: Hazreti.
MÜİF
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
s.a.v
: Sallallahu aleyhi ve sellem.
s
: Sayfa.
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı.
ts
: Tarihsiz.
vd
: Ve diğerleri.
vs
: Ve saire.
yay
: Yayınları.
VII
GİRİŞ
Yüce Allah, insanları boş yere, hedefsiz, gayesiz yaratmamış kullarını başıboş
bırakmamıştır. Bilakis onlara mükellefiyetler yüklemiş, onların her bir fiiline, vücub,
hurmet, kerahet, sıhhat, fesad gibi şer’i hükümler bağlamış ve bu hükümlerin
kendisinden çıkarılacağı deliller koymuştur.
İslam hukuk literatüründe delil; sağlıklı bir bakış neticesinde, kendisiyle şer’i
hükümlere ulaşmanın mümkün olduğu şey1 diye tanımlanır.
Âlimlerden bir kısmı, bir şeye delil denilebilmesi için onun kat’i bir şekilde
şer’i hükümlere ulaştırmasını şart koşmuştur. Eğer delalet zanni olursa buna delil değil
emare denilir demişlerdir. Ancak çoğunluğa göre delilde böyle bir şarta gerek yoktur.
Bu durumda delil, kat’i olsun zanni olsun, kendisiyle şer’i hükümlere ulaşmanın
mümkün olduğu şeylerdir.
Deliller çeşitli açılardan taksimata tabi tutulmuştur. Bu taksimatlardan biri de
üzerinde ittifak veya ihtilaf edilmesi açısından yapılan delillerin taksimatıdır. Bu
yönüyle delil başlıca üç kısma ayrılır:2
a-İslam âlimleri arasında üzerinde ittifakın olduğu deliller. Bunlar kitap yani
Kur’an ve sünnettir.
b-Cumhur ulemanın üzerinde ittifak ettiği deliller. Bu deliller icma ve kıyastır.
Mutezileden Nazzam ve bazı Hariciler icma hususunda, Caferi ve Zahiriler ise
kıyas hususunda muhalefet etmişlerdir.
c-Alimler arasında ihtilaflı olan deliller. Bu deliler hususunda cumhur ulema
arasında bile ihtilaf söz konusudur. Bu deliller; örf, istihsan, mesalihi mürsele, şer’u
men kablena, sahabe kavli ve bizim tez konumuzu teşkil eden sedd’ü zeraidir.
1
2
Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’l-Fıkh, 7.bs., Beyrut, Müessesetü’r-Risale, 2001, s.147
Zeydan, a.g.e, s.148
İfade etmeliyim ki bu delillerden her biri kendi başına müstakil birer tez
konusu olabilecek nitelikte geniş çaplı incelenmesi gereken konulardır. Ancak şunu
belirtelim ki, bütün bu delillerin ortak fonksiyonu, Yüce Allah’ın, elçisi Hz. Muhammed
(s.a.v.) vasıtasıyla kullarını mükellef tuttuğu hükümlerin kullara bildirilmesi ve
tanıtılmasıdır. Bu delilerin hepsinde mevcut olan bir takım ortak özellikler vardır:
Birincisi: Şer’i deliller, nakli deliller ve akli deliller olmak üzere iki nevidir.
Nakli delillerin yolu nakildir, bunların meydana gelmesinde müçtehidin her hangi bir
katkısı yoktur. Mesela Kitap ve Sünnet’in mevcudiyetinde müçtehidin her hangi bir
müdahalesi söz konusu degildir. İcma da aynı özelliktedir. Çünkü icma, müçtehidin
onunla istidlalinden önce mevcut bulunmaktadır. Aynı şekilde, örf, şer’u men kablena
ve sahabe kavlini de zikredebiliriz. Zira bütün bunlarda sonuç itibariyle sırf nakli bir
duruma göre amel edilmektedir.
Akli deliller ise, oluşmasında müçtehidin katkısı bulunan delillerdir. Kıyas,
mesalihi mürsele bazı istihsan şekilleri ve tez konumuz olan zeria.3
Bu taksim sadece, delillerin aslı ve mahiyeti bakımındandır. Hüküm çıkarırken
bunlardan faydalanma bağlamında ise, her bir nevi diğerine muhtaçtır. Çünkü nakille
istidlal edebilmek için düşünmeye, kafa yormaya, kısaca akla ihtiyaç vardır. Akılla
istidlal ise ancak nakle dayandığında muteberdir; salt akıl hüküm koymak için yeterli
değildir.4
İkincisi: Şer’i deliller aklıselime ters düşmez. Aklıselime aykırı ve onunla
çelişkili bir hüküm taşıyan sahih bir delil bulunamaz. Çelişki ancak şu durumlarda söz
konusu olabilir:
a-Delilin sahih olmaması halinde.
b-Delilin, Şari’nin kastettiği şekilde anlaşılmaması halinde.
c-Aklın bunama gibi bir hastalığa düçar olması veya şahsi arzulara kapılması
3
4
Zekiyyüddin Şa’ban, Usulü’l Fıkh, çev. İbrahim Kafi Dönmez, 2.bs., Ankara , TDV yay., 1996, s.47
Zeydan, a.g.e., s.149
2
yahut birtakım bozuk görüşlere meyletmesi halinde.
Bu çelişmezliğin sebebi: Şari bu delilleri, insanlar bunları aklıselimle ölçüp
tartsınlar, ikna olup kabullensinler ve gereğini yapsınlar diye göstermiş ve
peygamberine bildirmiştir. Şayet bu deliller akla aykırı olsaydı, akıllar bunu
kabullenmek istemez ve mükellefler gereğince davranmazdı. Bu takdirde ise şer’i
hükümlerin
konmasında
ve
bunların
insanlığa
tebliği
için
peygamberlerin
gönderilmesinde bir fayda bulunmamış, bütün bunlar anlamsız kalmış olurdu. Yüce
Allah ise boş ve anlamsız işlerden münezzehtir.5
Bu kısa açıklamadan sonra şimdi konumuz olan seddi zeriayı ele alıp unu
imkanlar çerçevesinde incelemeye geçelim.
5
Şa’ban, a.g.e., s.47
3
BİRİNCİ BÖLÜM
İSLAM HUKUKUNDA SEDDÜ ZERAİ
I.KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
A. Zerianın tanımı:
1. Sözlük Anlamı
Zeria “‫ ”ذرع‬kökünden gelir ve vesile anlamını taşımaktadır. “‫” تذرّعّ ّفالن بذريعة‬
denildiğinde “‫ ” توسل ّبوسيلة‬anlamına gelir. Her ikisinin anlamı “bir şeye ulaşmak için
vesile edinmektir.” Çoğulu “‫ ” ذرائع‬şeklinde gelir.6
Zeria kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılır.
a-Vesile anlamında kullanılması.
Vesile “‫ ”وسل‬kökünden türetilmiştir.7 Vesilenin aslında talep ve rağbet anlamı
vardır. Talib ve rağıb kişi amacına ulaşmak için yol arar ve çaba sarf eder.8 Bu anlam
yönüyle zeria ve vesile kelimeleri anlam açısından birbiriyle örtüşmektedir. Bu anlam
yakınlığından dolayı zeria vesileyle izah edilmiştir.
b-Zerianın “sebeb” anlamında kullanılması.9 Sebeb kelimesi kendisiyle
başkasına ulaşılabilen her şeye ad olarak verilebilir. Şöyle denilir: “ّ ‫فالن ّذريعتى ّاليك ّاى‬
‫” وصل سببى‬. Zerianın, bir şeye ulaşmaya vesile kılınması hasebiyle sebeple anlam bağı
bulunmaktadır.
Ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed İbn Manzur, Lisanu’l Arab , Beyrut, Daru’l Mearife, ts., c.III,
s.1498
7
İbn Manzur,a.g.e., c.VI, s.4837
8
Ebu’l Huseyn Ahmed b. Faris b. Zekeriya İbn Faris, Mucemu’l Mekayis, Şam, Darul Fikr, 1994. s.1091
9
İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498
6
4
c-Zerianın “derie” anlamında kullanılması.10 “Derie”: Avcının avından
gizlenmek için siper olarak kullandığı ve fırsat bulduğunda avına ateş ettiği deveye
verilen isimdir.11 Böylece derie diye isimlendirilen deve avcının avına ulaşmasına vesile
ve yardımcı olur. Zeria ile derie arasında bu mana cihetiyle bir benzerlik mevcuttur.
d- Zerianın “‫ ”الحلقة‬anlamında kullanılması. “‫ ”الحلقة‬atıcının üzerinde atış talimi
yaptığı atış tahtası, hedef tahtası veya hedef halkası anlamında kullanılır.12 Hedef tahtası
atıcılığı öğrenmeye vesile olduğu için ona zeria denmiştir.
Bütün bu lügat anlamlarından hareketle zerianın, ister somut ister soyut olsun
başka bir şeye vesile olan her şeye isim olarak verildiği söylenebilir.
2. Istılah Anlamı
Zerianın ıstılahta, genel ve özel anlam olmak üzere iki anlamı vardır.
a-Genel anlam:
Genel anlamda zeria, bir şeye ulaşmak için vesile edinilen her şeyi
kapsamaktadır.
Bu tanımlamada vesileyle kendisine ulaşılacak şeyin caiz veya yasak olmasına
bakılmamıştır. Ve yine bu tanımlamanın kapsamında birazdan açıklayacağımız hem
“sedd” hem de “feth” kavramının tasavvur edilmesi mümkündür.13
Öyleyse “zeria makasıdın şer’an mübah olup olmadığına, emir ve nehiy
durumuna ve kişinin niyetine bakılmaksızın herhangi bir maksada (amaca) ulaşmaya
elverişli olan yol veya vesiledir.”
b-Özel anlam:
Zerianın özel anlamında, her ne kadar açıkça “sedd” ifadesi kullanılmasa da
“sedd” göz önüne alınarak bir tanımlama yapıldığı aşikârdır. Bu bağlamda yapılan
tanımlara örnek olarak şunları verebiliriz.
“Bizzat memnu olmamakla birlikte irtikab edilmesiyle memnu bir fiile neden
olan şeydir.”14
İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498
İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498
12
İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1498
13
Muhammed Hişam el-Burhani, Seddü Zerai, Şam, Daru’l-Fikr,1995, s.69.
14
Muhammed b. Ahmed el- Kurtubi, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, Daru’l İhya, 1985, c.II, s.57-58
10
11
5
“Zeria, aslı maslahat olan bir şeyi, mefsedet olan bir şeye vesile edinmektir.”15
“Zeria, mefsedet ve mazarrat ihtiva edene, yasak olana ulaştıran her şeydir.”16
Tüm bu tanımlardan hareketle “zeriayı” şöyle tanımlamak mümkündür: “Zeria,
bizzat kendisi yasak olmayan ancak yapılması durumunda yasak bir fiile götürme
ihtimali kuvvetli olan şeydir.”17
B. Vesailin Tanımı
Vesail, “‫ ”وسل‬kökünden gelen “‫ ”وسيلة‬lafzının cemisidir. “Vesile” lafzının
birçok manası vardır. Bunlar, derece, konum, yaklaşma, bir şeye ulaşma anlamlarıdır.
Cevheri, vesileyi kendisiyle başkasına ulaşılan şey diye tanımlamıştır.18
Kurtubi, İsra 57 ayetindeki vesileyi “yaklaşma” olarak tefsir etmiştir.19
C. Mukaddimenin Tanımı
Mukaddime, “‫ ” قدم‬fiilinin tef’il kalıbından, ismi fail veya ismi mef’ul olarak
gelir.
“‫ ” المقدمة‬bir şeyin öncesi, önde olanı demektir. “‫ ” مقدمةّالعسكر‬askerlerden önde
bulunanlar demektir. Yine, kitabın öncesi, evveli anlamında, “‫ ” مقدمةّالكتاب‬denilir.20
Bazı fıkıh usulü âlimleri, mukaddimeyi, “bir şeyin varlığı kendisine bağlı olan
şey” diye tanımlamışlardır. Mukaddimede asıl olan, maksadın elde edilmesinin
kendisine bağlı olması ve o olmazsa hiç kimsenin varılmak istenen hedefe varmasının
mümkün olmamasıdır. Örneğin, duvarın temeli, duvarın mukaddimesidir.21
Yine namaz için abdest, bir mukaddimedir. Eğer abdest olmazsa, namaz
olamaz. Namazın varlığı için, abdest olmazsa olmaz bir şarttır. Şunu da ifade edelim ki;
mukaddimenin varlığı, kendine bağlı olan vacibin zorunlu olarak varlığını gerektirmez.
Nitekim abdestin varlığı namazın varlığını gerektirmez.22
Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, çev. Mehmet Erdoğan, İstanbul, İz
Yayıncılık, 1990, c.IV, s.199
16
Vehbe Zuhayli, Usulü’l Fıkhı’l İslami, Şam, Daru’l Fikr, 1986, c.II, s.873
17
el-Bürhani, a.g.e., s.80
18
İbn Manzur, a.g.e., c.VI, s.4837
19
Kurtubi, a.g.e., c.X, s.279
20
İbn Manzur, a.g.e., c.V, s.3553–3554
21
Zuhayli, a.g.e., c.II, s.875
22
el-Burhani, a.g.e., s.84
15
6
D. Seddin Tanımı
Sedd (‫ ) سد‬lügatte boşluğu kapamak, gediği doldurmak, kapatmak anlamlarına
gelir. Aynı zamanda sedd dağ ve iki şeyin arasını kapatan şey anlamlarında da
kullanılır.23 Nitekim Maliki mezhebine mensup olan ünlü tefsirci Kurtubi, Kehf 93.
ayetteki “‫ ” بينّالسدين‬ifadesini dağ olarak tefsir etmiştir.24
Bir fıkıh terimi olarak “seddi”, zeriayı da dikkate alarak tanımlayacak olursak
şöyle bir tanım yapmak mümkündür. “Sonuç mefsedet olduğu durumlarda, mefsedete
ulaşmayı engellemektir.”25
E. Fethin Tanımı
Feth, “‫ ” فتح‬fiilinin mastarıdır. Feth, kapatmanın zıttıdır. Fethin çeşitli anlamları
vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
“Bir yeri sulamak için yeryüzüne bırakılmış su.”
“Yeryüzünde akan su.”
“Ezheri, feth nehir anlamına gelir.” demiştir.
“ Feth, darulharbi ele geçirmektir.”
“Feth, yardım anlamına gelir.”
“Feth, bir davada hüküm vermektir.” 26
Eğer fethi, zeriayı da dikkate alarak tanımlayacak olursak şöyle bir tanım
yapmak mümkündür; “netice maslahat olunca, vesileye tevessül etmek,
almaktır.”27
II. ZERİANIN KISIMLARI
Zeria, usül âlimlerince çeşitli taksimatlara tabi tutulmuştur. Bunlar;
1-Feth ve sedd açısından zerianın taksimi.
2-Vaz’i yönden zerianın taksimi.
3-Zannilik ve katilik açısından zerianın taksimi.
4-Muteberlik açısından zerianın taksimi.
İbn Manzur, a.g.e., c.III, s.1968
Kurtubi, a.g.e., c.XI, s.55
25
Zuhayli , a.g.e., c.II, s.873
26
İbn Manzur, a.g.e., c.V, s.3337–3338–3339
27
Zuhayli, a.g.e., c.II, s.873
23
24
7
onu
5-Neden olduğu zarar açısından zerianın taksimidir.
A. Feth ve Sedd Açısından Zerianın Taksimi
Bu açıdan zeria, “Fethü’z-Zeria” ve “Seddü’z-Zeria” diye iki kısma ayrılır.28
Fethü’z-zeria: İnsanları hayra, iyi olana, güzel olana götüren, şer’an cevazı
sabit olan bütün vesilelerin bazen mefsedete götürse bile önünün açılması ve cevazın
hükmedilmesidir.29
Örneğin; cihad, dış görünüş itibariyle can ve malın telefine sebep olduğu için
mefsedet gibi gözükür. Fakat sonuç itibarı ile İslam ülkesinin korunmasını, ümmetin
güven içinde yaşaması ve devamını sağlayabilmesi için gereklidir. Dolayısıyla cihad
vecibelerin en önemlilerinden biri olmuştur. Şayet Müslümanlar cihadı terk ederlerse,
bu terk etmeleri neticesinde düşmanları peşlerini bırakmayacak ve bu durum, cihadın
kendilerine vereceği kayıptan daha çok zarar görmelerine neden olacaktır.30
Cihattan başka, zerianın bu kısmına örnek olabilecek başka meseleler de vardır.
Bunlardan birkaçı şu şekildedir:
a- Müslüman esirleri kurtarmak için düşmanlara fidye vermek: Normalde
düşmanlara fidye vermek, onların güçlenmesine vesile olacağı için haramdır. Ancak
burada, Müslüman esirlerin hürriyetine kavuşması, onların serbest kalmaları neticesinde
de Müslümanların güçlenmesi durumu söz konusudur. Bunun için burada fethü’z-zeria
ile amel edilerek, esirleri kurtarmak için düşmanlara fidye verilmesinin cevazına
hükmedilmiştir.31
b- Şerrinden emin olmak için düşman devlete mal vermek: Aslında düşman
devlete herhangi bir şekilde mal vermek yasaktır. Ancak İslam devleti güçsüz olup,
düşmanla savaşmaya güç yetiremiyor ve ondan gelecek zarara mani olamıyorsa, bu
durumda karşı tarafa mal vermesi caizdir. Çünkü burada İslam devletinin bir maslahatı
söz konusudur.32
c- Bir hakkı almaya veya bir zulmü engellemeye güç yetirilemediğinde rüşvet
verme: Allah Resulünün “Allah rüşvet alana da verene de lanet etmiştir” buyruğu
olmasına ve dolayısıyla rüşvet verme ve almanın haram olmasına rağmen, eğer kişi bir
Ebu Abbas Ahmed b. İdris Karafi, el-Furuk, 1.bs., Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1998, c.II, s.59
el-Burhani, a.g.e., s.98-99
30
Muhammed Tahir b. Aşur, İslam Hukuk Felsefesi, çev. Mehmet Erdoğan, 2.bs. İstanbul, İz Yay. 1996,
s.194
31
Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Kahire, Daru’l Fikri’l-Arabî, ts., s.274
32
Zeydan, a.g.e., s.250
28
29
8
hakkını alamıyor veya bir zulmü başka bir şekilde engelleyemiyor ise bu durumda
kişinin rüşvet vermesi caizdir.33
Seddü’z-zeria: Harama, yasak olana götürdüğünde, şer’an caiz olan vesileleri
men etmek suretiyle, fesat yollarını kapatmaktır. Daha genel bir ifadeyle, şerre,
münkere ve fesada götüren bütün vesilelerin men edilmesi engellenmesidir.34 Örneğin
yabancı bir kadına bakmak zinaya götüreceği için yasaklanmıştır, haramdır.35
Karafi zerianın fethi ve seddi konusunda şöyle demektedir: “Zerianın seddi
vacip olduğu gibi fethi de vaciptir. Çünkü zeria vesilenin ta kendisidir. Nasıl ki harama
vesile olan şey haram, vacibe vesile olan şey vacipse (zeria da aynı şekildedir). Cuma
namazına gitmek ve hac gibi.”36 Buna göre bir vacibin gerçekleşmesine vesile olan
şeyler de o vacibin hükmünü alır. Mendub, mubah ve mekruh da böyledir. O halde
vacip ve mubahın gerçekleşmesi için, onlara ulaşmayı engelleyen şeylerin kaldırılması
gerekir. Harama ve mekruha vesile olan şeylerin dışındaki vesilelerin ki bunlar vacip
veya mubah olur, önünün açılması gereklidir. Bu da fethi zeriadan başka bir şey
değildir. Bazı âlimler, Karafi’nin fethi zeriaya, cuma namazı için camiye gitmeyi örnek
vermesine karşı çıkmışlar bunun, “ vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de
vaciptir.” kaidesine örnek olabileceğini ifade etmişlerdir. Ancak biraz düşünülünce bu
itirazın tutarlı olmadığı açıktır. Çünkü cuma namazından insanları alıkoyabileceğinden
dolayı, Şari cuma vaktinde alış verişin terk edilmesini emretmektedir.37 Bu durumun
seddü zeriaya örnek olması nasıl uygun ise, cuma namazına gitmek ve cumanın ifası
için gerekli olan vecibelerin yerine getirilmesi, önündeki engellerin kaldırılmasının da
fethi zeriaya örnek verilmesi gayet uygundur.
B. Vaz’i Yönden Zerianın Taksimi
Bu taksimin genellikle Hanbeli hukukçuları tarafından yapıldığı görülmektedir.
Bu açıdan zeria dört kısma ayrılır.
33
Ebu Zehra, a.g.e., s.274
el- Burhani, a.g.e., s.98-99
35
Zuhayli, a.g.e., c.II, s.878
36
Karafi, a.g.e., c.II, s.61
37
Cuma 62/9
34
9
a-Fasit (mefsedet) olan bir fiilin irtikabını sağlamaya yönelik olarak vaz edilen
fiil veya sözler.38 Aklın geçici izalesine sebebiyet veren sarhoşluk halini meydana
getiren içki içme, nesillerin selametini ortadan kaldıran ve soyların karışıp bozulmasına
vesile olan zina, bozgunculuğa götüren kazf gibi fiil veya sözler. Bu sözler veya fiiller
mefsedete ulaştırmaktan başka bir şey için vaz edilmemiştir.39
b-Caiz veya müstehab bir şeyin elde edilmesi için vaz edilmiş olan bir fiil veya
sözle mefsedete ulaşmanın amaçlandığı zeria.40
Eşini talakı bain ile (üç talakla) boşayan bir kişinin daha sonra boşadığı eşiyle
şer’an tekrar evlene bilmesi için, boşanmış olan kadının başka bir kişiyle sahih bir nikah
yapması, nikahlandığı yeni eşiyle ilişkide bulunmuş olması, daha sonra ikinci eşinden
şer’i bir şekilde boşanmış ve iddetini tamamlamış olması şer’an gereklidir.41 Böyle bir
durumda olan bir kadının, boşandığı eşiyle tekrar evlene bilmesi için başka biriyle sırf
bu amaçla bir nikâh akdedilmesi bu kısma örnek oluşturmaktadır.42 Nitekim Rasulullah
(s.a.v.) böyle bir akdin taraflarını şiddetle lanetlemiştir.43
İncelendiğinde insan neslinin devamı ve eşlerinin birlikteliğini sağlamak için
gerekli olduğundan, Şari tarafından vaz edilen mübah bir akit olan nikâhın, şer’an
mübah olmayan tahlile vesile kılındığı görülmektedir. Böyle bir eylemin önünü tıkamak
gerekmektedir. Bu da seddi zerianın bir çeşididir.
Şer’an mübah olan, alış veriş akdinin faiz elde etmek için kullanılması da bu
kısım zeriaya girer.44 Bu bir şahsın bir kişiden aldığı vadeli malı satın aldığı kişiye peşin
olarak ve farklı fiyatla satması veya kendisi değil de başka bir üçüncü şahıs vasıtasıyla
satması buna örnektir. Çünkü bu her ne kadar biri birinden bağımsız iki ayrı akit gibi
gözükürse de dikkatle incelendiğinde vadeli aldığı malı tekrar aynı şahsa peşin
satmasındaki amaç, ödünç almak istediği paraya karşılık daha fazla miktarda bir
borçlanma yapmaktır. Şayet para üzerinde böyle bir borçlanma yaparsa açık bir şekilde
faiz olduğu ortaya çıkacağından, şer’an memnu olan böyle bir akdi gerçekleştirmek için
o akde, caiz olan bir akit kisvesi giydirilmektedir.
İbn Kayyım el-Cevzi, İlamu’l Muvakkiin, 2.bs. Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, 1993, c.III, s.109
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
40
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
41
Muhammed Muhyiddin Abdulhamit, Ahvalü’ş-Şahsiye, Beyrut, Darü’l Kütübü’l Arabi, ts., s.274
42
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
43
İbn Mace, Nikah 33, H. no: 1934.
44
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
38
39
10
c-Mubah olan bir şeye ulaşmak için konulmuş bir vesilenin, mefsedete ulaşmak
için kullanılması amaçlanmamasına rağmen, genellikle mefsedete götüren ve sebep
olduğu mefsedetin, sağladığı maslahattan önde (mercuh) olduğu zeria.45
Müşriklerin ilahlarına sövmek, kerahat vakitlerinde kılınan namaz ve iddet
bekleyen kadının süslenmesi bu kısma örnektir.46 Her ne kadar müşriklerin ilahlarına
söven kişi bunu yaparken inandığı ilahına sövülmesine neden olma niyetini taşımasa ve
bunu yapmasında şer’an bir mahzur olmasa da Allah’a sövülmesine neden
olabileceğinden yasaklanmıştır.47
Yukarıda belirtilen fiil ve sözlerin aslında mubah ve bunu gerçekleştiren failin
mefsedeti kastetmemiş olmasına rağmen bu fiiller bizatihi gerçekleştirecekleri bir
maslahattan daha ehemmiyetli (erceh) olan, öncelikli bir mefsedeti beraberinde
getirmektedir. Şari böyle bir vesileyi men etmiştir. “Def’i mefasid celbi mesalihten
evladır”48 hukuk kaidesi gereğince böyle bir zerianın seddi gereklidir.
d-Mubaha ulaşmak için vaz’edilmiş olan bir vesilenin, mefsedete neden
olabilme ihtimaline karşın maslahata ulaştırmasının daha öncelikli olduğu zeria
(vesile).49
Nişanlıya bakmak,50 zalim sultana hak söz söylemek51 bu kısım zeriaya
örnektir. Bu fiil ve sözler mefsedete yol açabilme ihtimaline rağmen maslahatı
gerçekleştirmeleri daha önceliklidir. Çünkü kişinin evleneceği eşe bakması ve genel
durumdan haberdar olması maslahatının icabıdır. Rasulullah (s.a.v.) evlenecek olan bir
sahabeye evleneceği eşi görmesini tavsiye etmiş ve bunun aralarında sevginin
oluşmasına yardımcı olacağını belirtmiştir.52
C. Zannilik ve Kat’ilik Açısından Zerianın Taksimi
a-Mefsedete ulaştırması kesin/kati olan zeria.
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
İbn Kayyım, a.g.e., a.y.
47
Bkz. Enam 6/108
48
Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-Hukkam Şerhi Mecelleti’l Ahkâm, Mad.30, Beyrut, Daru’l Kütübü’l
İlmiye, ts., c.I, s.37.
49
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.109
50
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.109
51
İbn Kayyım,a.g.e., c.III, s.110
52
Nesai, Kitabü’n-Nikah, H. No:3232
45
46
11
Bir kapının ardına, kapıdan içeri girenin düşeceği şekilde kuyu kazılması53 bu
olaya örneklik teşkil eder. Çünkü böylesi bir eylem kat’i surette mefsedete neden olur.
Böyle bir kuyu Müslümanların yoluna kazılmışsa mutlaka kişiyi bu işten menetmek
gerekir.
b-Nadiren mefsedete götüren zeria.
Genelde hiç kimsenin içine düşme ihtimali bulunmayan tenha bir yerde kuyu
kazılması buna örnektir. Çoğunlukla böyle bir eylem başkasına zarar vermez.54 Yine
buraya üzüm ziraatı yapmak da girer. Şöyle ki üzümden şarap yapılacak korkusuyla,
üzüm ekiminin yasaklanması mümkün değildir. Çünkü bir yerde maslahat galip olunca
nadire itibar edilmez.
c-Genelde mefsedete neden olan zeria. Şöyle ki zannı galiple böyle bir eylemin
mefsedete yol açacağı daha racihtir. Örneğin: anarşinin, isyanın yoğun olduğu bir
dönemde silah satmak.55 Şarap imalatçısına üzüm satmak.56 Böyle bir fiilin mefsedete
yol açması katilik derecesinde olmasa da zannı galip derecesindedir. Zannı galiple amel
etmek makbuldür. Kur’an’da müşriklerin ilahlarına sövmenin yasaklanması da bu
guruba giren örneklerden biridir.57
d-Zann-ı galip derecesinde olmamakla birlikte mefsedete götürmesi çokça
görülen zeria. Bu kısım zeriada galiplik veya nadirlik durumu yoktur. Sadece mefsedete
yol açmasının sıkça görülmesi durumu vardır.58 Buna faize götürmeye elverişli olan alış
verişler örnek olarak verilebilir.
D. Muteberlik Açısından Zerianın Taksimi
a-İslam ümmetinin sedd ve men edilmesi hususunda üzerinde icma ettiği zeria.
Müslümanlara eziyet veren ve canlarını tehlikeye sokacak şekilde yollar vb.
yerlerde kuyu kazmak. İslam ümmetinin sağlık ve selametini tehlikeye sokacak
eylemlerde bulunmak. Örneğin yiyecek ve içeceklerine zehir katmak vb. Putlara veya
değer yargılarına sövüldüğünde kendisinin de Allah’a veya Müslümanların değer
Muhammed b. Ahmet Seyyani, “Seddü Zerai”, Meceletü Mecmu’ul-Fıkhi’l-İslami, c.III, sayı.9, (1996),
s.172
54
Seyyani, a.g.m., a.y.
55
Seyyani, a.g.m., a.y.
56
Seyyani, a.g.m., a.y.
57
Bkz. Enam 6/108
58
Şeyyani, a.g.m., a.y.
53
12
yargılarına söveceği bilinen kişinin yanında onlara sövmek. Bu ve benzeri vesilelerin
tümünün Seddi hususunda icma edilmiştir.59 Görüldüğü gibi bu tür eylemlerin bir takım
kötü sonuçlar doğuracağı kesin veya zannı galip derecesindedir. Hal böyle olunca da
bunların sedd ve men’i kaçınılmaz olmuştur.
b-İslam ümmetinin sedd ve men edilemeyeceği hususunda icma ettiği zeria.60
Şarap yapılacağı endişesi ile asma dikiminin ve üzümün yasaklanmasını,
zinaya sebep olabilir ihtimalinden dolayı binada komşu olma61 veya insanların sosyal
ilişkilerinin yasaklanmasını vb. konularda engellenme veya yasaklanmanın olamayacağı
açıktır. Çünkü bunların yasaklanması insan yaşamını zora sokacaktır. İhtimalli bir
sebepten dolayı insan hayatı için gerekli bir maslahatın önü kesilemez. Çünkü itibar
galip olanadır, nadir olana değil.
c-İslam hukukçularının sedd edilip edilmeyeceği hususunda üzerinde ihtilaf
ettikleri zeria.
Cinsellikten uzak bir şekilde mahremi olmayan bir kadına bakmak ve
Malikilere göre vadeli satışların bazıları buna örnektir.62 Âlimler örtünmesi gerekmeyen
yerlerin dışında bir kadına bakmanın, şehvetle olursa mutlak haram olduğu hususunda
ittifak etmişlerdir. Yine kadının avret yerine bakmanın haramlığında da ittifak
etmişlerdir. İhtilaf ise kadını avret yerleri dışında kalan kısma şehvet olmadan bakmanın
haramlığı noktasındadır. Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel bir
rivayete göre bunu caiz görmüşler, mütaahhirun âlimlerinin çoğunluğu ise bunun
men’ine hükmetmişlerdir. Bu görüş aynı zamanda Maliki mezhebinin meşhur olan
görüşüdür.63 Bunun men’ine hükmedenler, bu şekilde bakmanın insanı fitneye ve
şehvetin harekete geçmesine sebep olacağından hareketle böyle bir hükme varmışlardır.
Günümüzde de insanların, Allah korkusundan uzaklaşması, fitne ve fesat ihtimalinin
yüksek olması sebebiyle, burada “seddü zerai” hükmünün işletilmesinin uygun olacağı
kanaatindeyim.
59
Karafi, a.g.e., c.II, s.59
Karafi, a.g.e., c.II, s.60
61
Karafi, a.g.e., a.y.
62
Karafi, a.g.e., a.y.
63
el-Burhani, a.g.e., s.110
60
13
Vadeli satışlar meselesinde ise İmam Malik çeşitli gerekçelerden hareketle
bunun caiz olmadığına ve men’ine hükmederken, İmam Şafi, olayın zahirine bakarak
bunun cevazına hükmetmiştir.64
E. Neden Olduğu Zarar Açısından Zerianın Taksimi
A-Yapıldığında başkasına zararı gerektirmeyen zeria.65
B-Yapıldığında başkasına zararı gerektiren zeria.66 Bu da ikiye ayrılır:
1-Menfaat sağlamaya veya zararı defetmeye çalışan kişinin, bunu sağlamaya
çalışırken başkasına zarar vermeyi kastetmiş olması. Geçimini sağlamaya yönelik
olarak malının fiyatını düşüren kimsenin başkasına zarar vermeyi kastederek, aynı malı
satanların malların değerinin düşmesine sebep olup, onlara zarar vermesi bu kısma
örnektir.
2-Başkasına zarar vermeyi kast etmemiş olması. Bu kısım, zararın genel veya
özel olması noktasında ikiye ayrılır:
a-Zararın genel olması: Mesela, mescit yapımı gibi kamunun yararına
kullanılması gereken özel mülkiyet sahibinin mülkiyetini satmaktan imtina etmesi,
pazara mal getirenlerin pazar fiyatlarını öğrenmelerine imkan vermeden, mallarını daha
ucuza almak için veya malı başkalarının da alıp rekabette bulunmalarını engellemek için
pazar dışında mal sahiplerini karşılamak.
b-Zararın özel olması: Bu ikiye ayrılır:
1-Başkasına zarar vermeyi kastetmemiş olmasına rağmen, menfaati elde etmesi
veya zararı def etmesiyle başkasının zorunlu olarak zarar gördüğü ve kendisinin de bu
fiilde bulunmaya muhtaç olması durumu. Örneğin, başkasına zarar verdiğini bilmesine
rağmen kişinin nefsi müdafaada bulunması veya kişinin ihtiyaç duyduğu yiyecek,
içecek, vb. almak için acele davranarak öncelikle alması ve daha sonra gelecek ihtiyaç
sahiplerine bunların yetmemesi durumu gibi.
2-Yapmadığında kişiye zarar vermeyen vesile. Bu üçe ayrılır:
64
Karafi, a.g.e., c.II, s.60
Ahmed Muhammed el-Mukırri, “Seddü Zerai” , Mecelletü Mecmeu Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996),
s.546
66
el-Mukırri, a.g.m., a.y.
65
14
a-Mefsedete neden olması ve başkasına zarar vermesi kesin olan fiil. Evin
kapısının ardında içeri girecek kişinin karanlıkta eve girdiğinde içine düşmesi kesin
olacak bir şekilde kuyu kazılması.
b-Nadiren başkasının zarar görmesine neden olan fiil. Açık arazide kuyu
kazmak veya genelde zararlı olmayan yiyecek, içeceğin yenmesi böyledir.
c-Nadir değil de çokça mefsedete neden olan vesile. Bu ikiye ayrılır:
1-Mefsedete neden olması galip olan vesile: Daru’l Harbe silah satmak, şarap
üreticisine üzüm satmak gibi.
2-Mefsedete neden olması galip değil de, çokça vuku bulması. Vadeli
alışverişlerin durumu gibi.67
III. ZERİANIN ŞARTLARI
Yukarıdaki taksimatlardan, zerianın caiz veya yasak olması için bir takım
şartların bulunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu hususu iki başlık altında incelemek
mümkündür.
1-Zerianın caiz olmasının şartları.
2-Zerianın men edilmesinin şartları.
A. Zerianın Caiz Olmasının Şartları
a-Mefsedetin meydana gelmesi nadir olmalı. Çünkü mefsedet nadir olunca o
fiili yapmak engellenemez. Çünkü bir şeyde mahza hayır veya mahza şer yoktur.
Dolayısıyla hüküm, nadire göre verilemez. Örneğin şarap yapılacak diye üzüm ekimi
yasaklanamaz.
b-Fiilin maslahatı mefsedetinden ercah (daha fazla) olmalı. Maslahat, şarinin
bütün emir ve yasaklarında, bütün hükümlerindeki maksadıdır. Mefsedet, insanın zararlı
gördüğü şey değil de şarinin zararlı kabul ettiği şeydir. Evlenilecek kadına bakmak bu
durumun misalidir. Bu fiille elde edilecek -ilerdeki iyi geçimin temini gibi- maslahat,
yol açabileceği mefsedetten daha fazladır.68
el-Mukırri, a.g.m., a.y.
Vehb Mustafa ez-Zuhayli, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l-Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9, (1996),
s.121.
67
68
15
B. Zerianın Men Edilmesinin Şartları
Zerianın yasaklanabilmesi için şu üç şarttan birinin olması gerekir.
a-Zerianın mefsedete götürmesi kati veya zannı galip veya çokça vuku bulur
olması: Bunun için eğer mefsedet meydana gelmez, az veya nadir olursa vesile
engellenemez. Örneğin içki gibi sarhoş edici bir şeyi içmenin kişiyi sarhoş etmesi
kesindir. Yine zinanın nesillerin karışmasına götürmesi kesindir. Bundan dolayı bunlar
yasaklanmıştır.
b-Bazen fiile maslahat tereddüb etse de, mefsedetin daha fazla vuku bulur
olması: Bu durum, vesile mübah olup kişi bununla mefsedeti kast etmese bile aynıdır.
Örneğin müşriklerin yanında onların ilahlarına sövmek gibi. Çünkü bu eylem
neticesinde, onlar da Allah’a söverler ve bu da eylemin sağlayacağı faydadan daha fazla
mefsedete sebep olur.
c-Mübah bir şeyle mefsedete ulaşmak kast edilmiş olmalı: Hulle niyetiyle
nikah akdi yapmak, ribaya götürecek alışverişlerde bulunmak bu durumun örneğidir.69
69
ez- Zuhayli, a.g.m.,a.y.
16
İKİNCİ BÖLÜM
I. ZERİANIN DELİL OLMA DURUMU
Seddi zeriayı, delil olarak en çok kullanan, İmam Malik ve Ahmed b.
Hanbel’dir. İmam Ebu Hanife ve İmam Şafi’nin zahirde bu delile itibar etmedikleri
görülmektedir. Fakat iyice tetkik edildiğinde bu iki imamın, İmam Malik ve Ahmed b.
Hanbel kadar olmasa da, zeria prensibine itibar ettikleri görülür.70
Şu bir hakikattir ki, Hanefi ve Şafi usul kitaplarını incelediğimizde, bu
imamların seddü zeria’dan fazlaca bahsetmediklerini görüyoruz. Bu da zihinlerde,
onların bu delili kullanmadıkları vehmini oluşturmaktadır. Daha sonra örneklerini de
vereceğimiz gibi aslında onlar da bu delili, bu isimle olmasa bile birçok sahada
kullanmışlardır.
Maliki ve Hanbelî mezhebinin bu delille amel hususunda meşhur olmalarının
belki de en önemli sebebi, onların Hanefi ve Şafi mezhebinin aksine, bu delilden usul
kitaplarında fazlaca bahsetmeleridir. İşte bunun için özellikle Maliki ve Hanbelîler bu
delille anılır olmuştur.
Seddü zeraiyi bir delil olarak kabul etme noktasında âlimlerin, ikiye
ayrıldıklarını görüyoruz:
1-Seddü zeriayı reddedenler.
2-Seddü zeriayı kabul edenler.
Şimdi bunları delilleriyle beraber, sırasıyla açıklayalım.
70
Şatıbi, a.g.e., c.V, s.182.
17
A. Seddü Zeriayı Reddedenler ve Delilleri
Genel olarak seddü zeriayı müstakil bir delil olarak kabul etmeyenlerin
başında, Hanefiler, Şafiler ve Zahiriler gelir.71 Özellikle de Zahirilerden İbn Hazm bu
delillin müstakil bir delil olarak alınmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Zeriayı tümüyle
redd eden İbn Hazm, Karafi’nin, ümmetin men’ ve sedd edilmesi hususunda icma
ettiğini belirttiği zeriaya,72 karşı çıkarak, zanla mubah olan bir şeyin haram
kılınamayacağı, böyle bir işe kalkışmanın, dinde ziyade ve Rasulullah (s.a.v)’e
muhalefet anlamına geldiğini belirtir. İbn Hazm, Rasulullah döneminde çarşıya gelen
malların, yiyeceklerin vs.nin çalıntı, mağsup, haram yollarla alınmış olma ihtimali
bulunmasına rağmen, Müslümanlar aldıkları mal ve yiyeceklerle ilgili satıcılara soru
sormadıklarını ve zanna dayanan bu şüphelerden dolayı haram addedilemeyeceğini,
nitekim Rasulullah’ın böyle bir şeyi yapmadığını, bu durumun ondan sonraki sahabe ve
müteakip dönemlerde de aynı şekilde devam ettiğini belirtir. Yine ashabın, Rasulullah’a
henüz yeni küfürden kurtulduklarından dolayı bedevilerin kesip getirdikleri hayvanları
Allah’ı anarak kesip kesmediklerini bilmediklerini ve bu şüpheye karşı nasıl hareket
etmelerinin gerektiğini sorduklarında, Rasulullah (s.a.v.): “ Siz üzerine Allah’ın ismini
anın ve yiyin.” buyurduğunu ifade ederek, haram hükmünün zanna bina edilmesinin
nassa aykırı olduğunu belirtir.73
Görülüyor ki İbn Hazm, haram kılma noktasında zannın dayanak olmadığını,
haram hükmünün ancak kati delil bulunduğunda verilebileceğini, aksi takdirde zanna
dayanarak haram hükmünün verilmesi ve buna dayanarak halka fetva verilmesine
Allah’ın izin vermediğini ve bunun dinde mesnedi olmayan bir ziyade olduğunu
savunmaktadır.
İbn Hazm, zeria ile istidlale şiddetle karşı çıkarak, zanna dayanarak ve ihtiyat
yolu tutularak Allah’ın kesin olarak haram kılmadığı şeyleri haram kılma hükmünün,
Allah’ın haram kıldığı şeyin helal kılınmasıyla aynı olduğunu belirterek, zeria ile
istidlalde bulunanların fasit bir yol tuttuklarını ve kısacası böyle bir mezhepin
yeryüzündeki en fasit (bozuk) mezhep olduğunu belirtir.74
71
ez-Zuhayli, a.g.m., s.122
Karafi, a.g.e., c.II, s.59.
73
Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said İbn Hazm, el-İhkam fi Usuli’l Ahkam, Beyrut, Daru’l Kütübü’l
İlmiye, ts., c.V, s.184–185.
74
İbn Hazm, a.g.e., s.191.
72
18
İbn Hazm, zeria ile ilgili sunulan deliller üzerinde durarak onları çürütmeye
çalışır.75
Kısacası İbn Hazm, seddi zeriayı redd ederken ileri sürdüğü en önemli şey,
töhmet, ihtiyat ve zanna dayanarak hüküm verilemeyeceği hususudur. Şüpheli şeyler
hususunda yapılması gereken ise, Hz. Peygamberin yaptığı gibi insanları sadece bu tür
şüpheli şeylerden sakındırmaktır. Bu tür şeyler, zanna dayanarak haram kılındığı
takdirde, Allah ve Resulünün yapmadığı bir şey kullar tarafından yapılmış olur ki
kimsenin buna hakkı yoktur.
Şafiler de seddi zerianın müstakil bir delil olduğunu kabul etmez ve onunla
amel etmeyi batıl sayarlar. Ve bu hususta başlıca iki delil gündeme getirirler:
a-Seddü zeria, rey ile içtihat yollarından biridir. Onlar rey ile içtihat
yollarından sadece kıyası kabul ederler. Nitekim onlara göre ilim beş tabakadan
ibarettir. Bunlar, Kitap, sünnet, icma, sahabe sözü ve kıyastır.76 Görüldüğü gibi şafiiler
bu müstakil deliller arasında seddü zeriadan bahsetmemişlerdir.
b-İmam Şafi, şeriatın zahir üzerine bina edildiği ve edileceği görüşündedir.
Şöyle ki şeriatın tefsirinde, nassın hükmünü aşmamamız gerekmektedir. İşte bunun için
biz, İmam Şafi’nin, şer’i hükümlerin kaynakları olarak sadece, Kitap, sünnet, icma,
sahabe sözü ve nassa dayanan kıyası zikrettiğini görüyoruz. Aynı şekilde, İmam Şafi bu
gerekçeyle istihsanı da reddetmiştir. Çünkü istihsan, ne ibaresi ne işareti, ne de delaleti
açısından bir nassa dayanmaz.77
Hükümlerin zahire göre olması noktasında, imam Şafi şöyle der: “ Hükümler
zahire göredir. Gaybı bilmek, Allah’ın işidir ve ona aittir. Kim zan ile insanlara hüküm
verirse, o kendisini Allah ve Resulünün yasakladığı bir makama koymuş olur”.78
Bu görüşün bir uzantısı olarak Şafiler, akitlerin batıl veya sahihliği noktasında,
akdi yapanın niyetine itibar etmezler. Bunun için bir kişi, birini öldürme niyetiyle de
olsa bir kılıç satın alsa bu akit caizdir. Burada seddi zeriaya itibar edip, akit sahih
değildir denilemez.79
İbn Hazm, a.g.e., s.180 vd.
el-Burhani, a.g.e., s. 679.
77
el-Burhani, a.g.e., s.681.
78
el-Burhani, a.g.e., a.y.
79
el-Burhani, a.g.e., s.684.
75
76
19
B. Seddü Zeriayı Kabul Edenler ve Delilleri
Zeriayı müstakil bir delil olarak kullananların başında İmam Malik ve onun
yolunun takipçileri olan hukukçular gelir. Malikilerden sonra bu asla en çok itibar eden
İmam Ahmed b. Hanbel ve onunla aynı görüşte olan diğer hukukçulardır.80 Az önce
ifade ettiğimiz gibi Hanefi ve Şafiler usul kitaplarında bu asla yer vermedikleri gibi
zerianın müstakil bir delil olduğunu kabul etmezler. Fakat bazı fıkhî uygulamaları
onların da bu asla, az da olsa itibar ettiklerini göstermektedir. Bu nedenle Karafi, seddi
zerianın sadece İmam Malik tarafından kullanılan bir delil olmadığını, ancak İmam
Malik’in bu delili diğerlerinden daha fazla kullandığını belirttikten sonra, asıl itibari ile
zerianın seddi hususunda icma olduğunu ifade eder.81
Zeria’nın, İslam hukukunda bir delil olduğunu savunanlar, bu hususta Kur’an,
sünnet ve sahabe uygulamalarından bazı deliller getirmektedir. Şimdi bunları sırasıyla
ifade edelim.
1. Kur’an’dan İleri Sürdükleri Deliller.
a-
“ ‫”والّتسبواّالذينّيدعونّمنّدونّهللاّفيسبواّهللاّعدواّبغيرّعلم‬
(Onların) Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek
sınırı aşıp Allah’a sövmesinler.82
Görüldüğü gibi bu ayette, asıl itibariyle caiz olan bir fiil, sonuçta caiz olmayan
bir fiile -ki o da müşriklerin Allah’a sövmeleridir- götürdüğü için Şari tarafından men
edilmiştir. Bu ilahi hitap zerianın delil olma noktasında gayet açıktır.
b-“‫”ّياّايهاّالذينّامنواّالّتقولواّراعناّوقولواّانظرناّوسمعواّوللكافرينّاذابّاليم‬
Ey İman edenler! Peygamber’e “Raina” (bizi gözet, kaba söz) demeyin.
“Unzurna” (bize bak) deyin ve dinleyin. Kâfirler için acı bir azab vardır.83
Yahudiler, Hz. Peygambere hitap ederken, “raina” kelimesini, İbranice bir
küfür ve hakaret kelimesine benzeterek söylüyorlardı. Bu durumda kelimenin anlamı
“dinle a dinlemeyesi, dinle a sözü dinlenmez herif” şeklinde oluyordu. Onların bu
80
Zuhayli,a.g.e., c.II, s.888.
Karafi, a.g.e., c.II, s.60.
82
Enam 6/108.
83
Bakara 2/104.
81
20
küstahlıklarından ötürü, Yüce Allah bu lafzın Müminler tarafından kullanılmasını
yasaklamış, bu lafzın yerine “unzurna” demelerini onlardan istemiştir.84
c- “ ‫والّيضربنّبارجلهنّليعلمّماّيخفينّمنّزينتهنّوتوبواّاليّهللاّجميعاّايهاّالمؤمنونّلعلكمّتفلحون‬
”
“Mümin kadınlara da söyle:….. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını
yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için topluca tövbe edin.85
Aslında kadınların ayaklarını yere vurması mubah olmasına rağmen, onların
bu eylemi, erkeklerin dikkatini çekmeye ve dönüp kadınlara bakmasına sebep olacağı
için Şari tarafından bu eylem yasaklanmıştır. Bu ayet zerianın delil olduğuna işaret etme
noktasında açıktır. Günümüzde de kadınların çok süslü kıyafetler –başörtüsü vs. dahilgiyinmesi, evinin dışında süslenmesi, çok dar elbiseler giyinmesi ve dışarı çıkarken
parfüm sürünmesi gibi eylemler, ayetteki ayakları yere vurarak yürümeye kıyas
edilebilir. Çünkü bu tür eylemler ayetteki yasağın illeti olan, erkeklerin dikkatini çekip
onları fitneye sürükleme durumunu fazlasıyla bünyesinde barındırmaktadır
d- ‫ياّايهاّالذينّامنواّليستاذنكمّالذينّملكتّايمانكمّوالذينّلمّيبلغواالحلمّمنكمّثلثّمراتّمنّقبلّصلوة‬
ّّّّّّّّّّّّّّ...ّ ‫الفجر ّوحين ّتضعون ّثيابكم ّمن ّالظهيرة ّومن ّبعد ّصلوة ّالعشاء ّثلث ّعورات ّلكم‬
ّّّّّّّّّّّّّّ
“Ey inananlar! Ellerinizin altında bulunan (köleler, hizmetçiler)lar ve henüz
ergenliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler.
Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkaracağınız zaman ve yatsı namazından
sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılacağı üç vakittir.86
Yüce Allah, bu üç vakitte izin almadan insanların odalarına girmekten men
etmiştir. Çünkü genellikle bu vakitlerde insanların, üzerlerinin açılma ve neticede
görülmesi haram olan yerlerin görülme ihtimali yüksektir. İşte bunun için Yüce Allah
daha kötü bir durumun oluşmasına neden olacak, izinsiz odaya girme fiilini
yasaklamıştır. Bu, mefsedeti engellemek olan seddi zeriaya bir işarettir.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Şura Yay., c.I, s.366.
Nur 24/31.
86
Nur 24/58.
84
85
21
e-“ ‫” اذهباّالىّفرعونّانهّطغىّفقوالّلهّقوالّليناّلعلهّيتذكراوّيخشى‬
“ Fir’avn’e gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya
korkar.”87
Yüce Allah, bu ayette, en azılı düşmanı olan Firavun’a, elçilerinin yumuşak söz
söylemelerini istemektedir. Belkide Allah bununla O’nun kalbini yumuşatmayı ve
davetine girmesini temin etmeyi murat etmiştir. Kaba bir söz kullanılsa, O’nu tarafından
da bir karşılık verilmesi veya tamamen davetten yüz çevirme durumu oluşabilecektir.
Bu ayet, zerianın bir asıl olarak kabulüne insanları yönlendirmektedir.
f- “ ‫” ياّايهاّالذينّامنواّاذاّنوديّللصلوةّمنيومّالجمعةّفاسعواّالىّذكرهللاّوذرواّالبيع‬
“Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda, Allah’ı anmaya koşun,
alış verişi bırakın.”88
Bu ayet, Cuma namazı için camiye gitmenin gerekli olması noktasında fethi
zeriaya; cumaya gitmeye engel olacağı için alış verişin terki noktasında seddi zeriaya
işaret etmektedir. Çünkü Şari, alış veriş mubah olmasına rağmen, Cuma vaktinde, bu
fiil, camiye gitmeye engel olur diye bunu yasaklamıştır. Görüldüğü gibi burada, aslı
mubah olan bir fiilin, sonuçta mefsedeti gündeme getirmesinden dolayı yasaklanması
söz konusudur.
2. Sünnetten İleri Sürdükleri Deliller
a-Resulullah
(s.a.v), gün batımı ve gün doğumunda namaz kılınmasını
yasaklamıştır. Bunun nedeni o vakitlerde müşriklerin güneşe ibadet etmeleridir. Böyle
uzak sayılabilecek bir benzerlikten dolayı bile –ki Müslümanların Allah’a, müşriklerin
ise güneşe taptıkları biliniyor-Resulullah, böyle bir benzetmeye vesile olur diye bunu
nehyetmiştir. Durum böyle iken bundan daha ileri benzerliklere neden olan zerialar
nasıl men edilmesin.89
b- Hz. Peygamberin, münafıklar öldürülmeyi hak ettikleri halde onları
öldürmemesi. Şöyle ki, bir gazvede muhacirlerden biriyle, ensardan biri arasında
tartışma çıkmış ve neredeyse iki gurup birbirine girecek olmuştu. Bu olayı fırsat bilen
87
Taha 20/43–44.
Cuma 62/9.
89
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112
88
22
Abdullah b. Übey b. Selül, muhacirlere şöyle dedi. “Medine’ye dönersek güçlü olanlar
zayıf olanları oradan çıkaracak.” Bu söz üzerine, Hz. Ömer : “İzin ver ya Resulallah şu
münafığın boynunu vurayım” dedi. Ancak Resulullah (s.a.v), “ Bırak öldürme,
insanlar; Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor, demesinler” buyurarak Hz. Ömer’e izin
vermedi.90Görüldüğü gibi bu olayda, Hz. Peygamber (s.a.v.), öldürme fiili neticesinde
doğacak zarar, gelecek faydadan daha büyük olduğu için bu eyleme mani olmuştur. Bu
hadis, fesada götürme ihtimali olan meşru bir fiilin men edildiğine dair bir delildir. Hal
böyle olunca bu hadis, zeria’nın delil olduğu hususunda açık bir kanıttır.
c- Resulullah (s.a.v.), bir kadınla halasının veya teyzesinin aynı nikah altında
toplanmasını nehyetmiştir.91 Kadının rızası bulunsa bile, buna izin verilmemiştir. Çünkü
böyle bir evlilik, akrabalık bağlarının kopmasına neden olur ve aralarındaki kıskançlık
sebebiyle husumetin doğmasına sebep olabilir.
d- Hz. Peygamberin, seferde iken had cezalarını uygulamaması da zeriaya bir
delildir. Eğer bu durumda, suçlulara had uygulanacak olsa, bu eylem onların daru’l
harbe geçmelerine ve neticede Müslümanların zarar görmesine neden olabilirdi. Bunun
için Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “ seferde (hırsızlık vb. had gerektiren
suçlardan dolayı) eller kesilmez.”92 Burada aslen mubah olan bir eylem, getireceği zarar
dikkate alınarak, belli bir süre uygulanmamıştır. Hz. Peygamberin bu uygulaması,
zeriaya açık bir şekilde işaret etmektedir.
e- Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur: “Bir kişinin anne-babasına
lanet etmesi en büyük günahlardandır. Denildi ki: Ey Allah’ın Resulü! Kişi annebabasına nasıl lanet eder? Dedi ki: birinin babasına söver, o da onun babasına söver.
Yine birinin annesine söver, o da onun annesine söver.”93 Bu hadiste, insanlar, daha
kötü bir sonuca vesile olacağı için, başkalarının anne-babasına hakaret etmeleri
yasaklanmıştır. Bu da seddi zeria ile kast edilenden başka bir şey değildir.
f- Hz. Peygamber bir hadislerinde: “ Katil mirasçı olamaz”94 buyurmuştur. Bu
hadis murislerini öldüren katilin, mirasçı olamayacağına hükmetmektedir. Çünkü katilin
Buhari, Tefsiru’l Kur’an, Bab.5
Buhari, Nikah, Bab.37; Müslim, Nikah, H.no:33
92
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114
93
Buhari, Edeb, Bab.4
94
Ebu Davud, Diyet, H.no:4064
90
91
23
mirasçı olmasına cevaz verilse, bu eylemin artma ihtimali yükselir. İşte bu mefsedetin
önünü kesmek için bu fiil, Şari tarafından yasaklanmıştır.95
g- Bu hususta beklide en açık olan hadislerden biri de Numan b. Beşir yoluyla
gelen şu hadistir: “ Hz. Peygamberin şöyle dediğini işittim. Helaller bellidir (açıktır),
haramlar da bellidir. Bu ikisi arasındakiler, şüpheli şeylerdir. İnsanların çoğu, bunları
bilemez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, o, dinini ve ırzını korumuştur. Kim de şüpheli
şeylerin etrafında bulunursa, yasak bölgede hayvanlarını otlatan çoban gibi, haramlara
düşebilir. Nitekim çobanın, yasak bölgeye girmesi an meselesidir. Dikkat edin! Her
hükümdarın, bir yasak bölgesi vardır. Allah’ın yasak bölgesi de haramlarıdır.”96
Bu hususta, Hz. Peygamberden gelen rivayetler, sadece bunlarla sınırlı
değildir. İbn Kayyım bu hususla ilgili rivayetlere, “İlamu’l Muvakkıin” adlı eserinde,
genişçe yer vermektedir.97 Biz burada, sadece bu delillerden birkaçını zikretmekle
yetiniyoruz.
3. Sahabe Uygulamalarından Getirilen Deliller
Zerianın
asli
bir
delil
olduğunu
söyleyenler,
bu
hususta
sahabe
uygulamalarından da bir takım deliller getirmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir.
a- Kur’an’ın cem’ ve tensihi: Ashab, Müslümanların, Kur’an üzerinde ihtilafa
düşmelerini engellemek için, Kur’an’ı bir araya toplamış ve tek bir nüshadan
çoğaltmalar yaparak başka bölgelere göndermiş, diğer nüshaları ise yaktırmıştır. 98
Hz. Peygamber’den sonra halife olan Hz. Ebu Bekir, mürtedlerle birçok savaş
yapmıştır. Yemame savaşında, hafızı kurra olan sahabenin öldürülmesi Hz. Ömer’i
harekete geçirdi ve bu durumu Hz. Ebu Bekir’e bildirdi ve ona, Kur’an’ı cem etmek
gerektiği fikrini arz etti. Bunun üzerine aynı endişeleri taşıyan Hz. Ebu Bekir, bu iş için
Zeyd b.Sabit başkanlığında bir heyet teşkil etti ve bu heyet tarafından Kur’an, bir kitap
haline getirildi.99
Hz. Osman zamanında, İslam birçok ülkeye yayılmış ve insanlar arasında
kıraat farklılığından kaynaklanan, ihtilaflar zuhur etmişti. Herkes kendi kıraatinin daha
95
Zuhayli, a.g.e., c.II, s.891
Buhari, İman, Bab 39; Müslim, Müsakat, H.no: 107
97
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.110 vd.
98
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 9.bs., Ankara, TDV yay., 1993, s.70-72
99
Cerrahoğlu, a.g.e., a.y.
96
24
doğru olduğunu savunuyordu. Bu durumu değerlendiren Hz. Osman, Zeyd b. Sabit
başkanlığında bir heyet oluşturup, Hz. Ebu Bekir zamanında, cem edilen mushaftan
nüshalar çoğalttı. Bu nüshalardan birini merkezde bırakıp, diğer bölgelere de bu
nüshalardan gönderdi.100
Bu iki olay, özü, mefsedeti def etmek olan seddi zeria için çok açık bir delildir.
b-Sünnetin tedvininden kaçınmaları: Sahabe, sünnetin, Kur’an’la karışma
ihtimalinden dolayı, sünnetin yazımı ve tedvininden kaçınmıştır ve bu işlemi, sünnet,
Kur’an’ın açıklaması olduğu halde yapmıştır.
Hz. Ebu Bekir, Resulullahtan beşyüz hadis toplar. Daha sonra huzursuz
olduğunu sezdiği bir gecenin ardından, Hz. Aişe’ye hadisleri kendisine getirmesini
söyler ve bu hadisleri yakar.101
Hz. Ömer, hadisleri yazmayı düşünür ve bunu sahabeye danışır. Onlardan
olumlu yanıt alınca, bir ay bu konuda istiharede bulunur. Daha sonra önceki milletlerin
bazı kitaplar yazdıklarını ve Allah’ın gönderdiği kitabı bırakıp yazdıkları kitaplara
sarıldıklarını hatırlar. Bunun üzerine, Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’e hiç bir şeyi
ebediyen karıştırmayacağını belirterek, sünnetin tedvininden vazgeçer.102
Hz. Peygamberin sünnetine, son derece bağlı olduğunda şüphe olmayan Hz.
Ebu Bekir ve Hz.Ömer, sünnetin tespiti ve korunması konusunda azami gayret ve
titizlik göstermiştir. Ve her ikisi de Kur’an’la sünnet/hadis arasındaki kaynak farkının
göz önünde bulundurulmasına ve birbiriyle karıştırılmamasına önem vermiştir.
Yine bu konuyla ilgili olarak, Ebu Said el- Hudri’den gelen bir rivayet de
şöyledir. “Ebu Nadr bir gün ona şöyle demiştir: Sen bize bu hadisleri yazmayacak ve
biz de onları ezberlemeyeceğiz öyle mi? Ebu Said ona şöyle cevap verdi: Hayır. Biz
size onları asla yazmayacak ve onları Kur’an gibi asla yapmayacağız. Fakat bizim,
onları Hz. Peygamberden ezberlediğimiz gibi siz de onları bizden ezberleyin.”103
Bu uygulamaların hepsi bir mefsedeti önlemek maksadıyla yapılmıştır. O da
Hz. Peygamberin sünnetinin, Allah’ın kelamı olan Kur’an ile karışması ve insanların
hadisleri, Kur’ân ayetleri gibi algılamasıdır. Daha sonra bu endişeler ortadan kalkıp,
Cerahoğlu, a.g.e., s.72
el-Burhani, a.g.e., s.507.
102
el-Burhani, a.g.e., s.507.
103
el-Burhani, a.g.e., s.508.
100
101
25
Kur’an’a başka bir şeyin karışması söz konusu olmaktan çıkınca, Halife Ömer b.
Abdülaziz’in emriyle resmi olarak sünnetin tedvinine başlanmıştır.104
c-Fitne ve vesveselerin önünü kapamak için namazın kısa tutulması: Namazı
uzatmak talep edilmesine ve müstehap olmasına rağmen, bazen insanlar arasında fitne
ve vesveselerin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bir gün Ebu Raca, Zübeyir b.
Avvam’a, Hz. Peygamberin ve ashabın namazı niçin kısa tuttuğunu sorunca, o şöyle
demiştir: “ Vesvese yollarının önünü kapamak için biz, namazı uzatmayı bıraktık.” Aynı
şekilde Hz. Peygamberin, Muaz b. Cebel’e söylediği şu sözler de bu bağlamda
değerlendirilebilir. Şöyle ki, Muaz, namaz kıldırırken kıraatı uzun tutar, namazda
Bakara suresini okurdu. Cemaat arasında da yaşlı ve hasta insanlar vardı. Bundan
rahatsız oluyorlardı. Bunun üzerine bir gün Hz. Peygamber şöyle dedi: “ Ey Muaz, sen
insanlar arasında fitneye sebep olmak mı istiyorsun?”
Görüldüğü gibi, namazı uzatmak normalde müstehap bir davranış olmasına
rağmen, cemaat arasında hasta ve yaşlılar gibi özürlü kişiler bulununca, fitneye sebep
olacağından, bu durun seddi zeria bağlamında değerlendirilip, Hz. Peygamber
tarafından men edilmiş ve bu fitne yolları kapatılmak istenmiştir.
d-Kadınların mescide gitmeleri hususu. Resulullah, kadınların camilere
gitmelerini mubah kılmıştır. Nitekim Nafi (r.a.)nin rivayet ettiği bir hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.) “ Allah’ın kulları olan kadınları Allah’ın mescitlerinden men
etmeyin”105 buyurmuştur. Fakat Abdullah’ın hanımı Zeynep’ten gelen rivayette, “
kadınlar camilere koku sürünmeden çıksınlar”106 buyrulmaktadır. Hadiste yer alan
“çıksınlar” şeklindeki emir, kadınların mescide gitmeleri hususunda zorunlu bir emir
olmayıp Resulullah’ın fesada yol açmaması için şart koştuğu, koku ve ziynet
olmaması durumunda, mescitlere gitmelerinin mubah olduğuna dair bir emirdir.
Hz. Muhammed (s.a.v) döneminde hüküm bu şekilde olmasına rağmen
zamanın değişmesi, kadınların da davranışlarının değişmesine yol açmıştır. Hz Aişe’nin
“Şayet Resulullah (s.a.v) kadınlarda peydah olan değişiklikleri (ömrü vefa edip )
görebilseydi, İsrail oğullarının kadınlarının men edildikleri gibi, O da onları mescitlere
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, 5. bs., İstanbul, MÜİF yay., 2003, s.41
Buhari, Cuma, Bab 13; Müslim, Salat, H.no:131.
106
Müslim, Salat, H.no: 141.
104
105
26
gitmekten men ederdi”107 şeklindeki ifadeleri, temiz ve örnek bir toplum olan sahabe
toplumunun maslahatı göz önüne alınarak verilmiş bir hükmün, toplumun bozulmasıyla
aynen devam etmesi halinde, kötülerin bu mubah olan hükmü, harama ulaşmaya aracı
olarak kullanabileceklerine işaret etmektedir. Dolayısıyla mubah olan bu hükmün
harama ulaşmaya vesile olmasının önünün tıkanması gerektiği anlaşılmaktadır.
e-Rıdvan Biatının altında yapıldığı ağacın kestirilmesi: Resulullah (s.a.v) ve
ashabı umre yapmak üzere savaş silahlarını üzerlerine almaksızın müşriklerin elinde
bulunan Mekke’ye doğru gittiler. Hudeybiye denilen yere vardıklarında orada
konakladılar.
108
Hz. Peygamber, geliş amaçlarının umre olduğunu, savaş olmadığını
bu nedenle ihramlı ve savaş aletlerini üzerlerine almaksızın geldiklerini, Mekkelilere
bildirmesi için, Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Hz. Osman, Mekke’ye gidince,
Mekkeliler onu yanlarında alı koydular. Resulullah (s.a.v)’a, Hz. Osman’ın
öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber en son kişi kalıncaya kadar
Mekkelilerle savaşacaklarına dair, ashaptan biat aldı. Bu biat “ semure” denilen bir
ağacın altında yapıldı. Bu biat’a da “ Biatu’r-Rıdvan” adı verildi.109
Bu biat,
Kur’an’da: “ And olsun ki, o (Hudeybiye’deki) ağacın altında sana biat ederlerken
Allah, müminlerden razı olmuştur”110 şeklinde yer alır.
Hz. Ömer insanların sürekli bu ağacı ziyaret edip, altında namaz kıldıklarını
görünce onları azarladı ve bu ağacı kestirdi. 111
Anlaşıldı gibi, insanların o ağaca, kutsiyet atfetmeleri neticesinde zamanla
inançlarında sapmalara yol açabilme ihtimalini düşünen Hz. Ömer, dini koruma
maslahatını göz önünde bulundurarak, Rıdvan Biatı’nın altında yapıldığı ağacı,
mefsedete yol açan vesilenin önünün sedd edilmesi gereğinden hareketle kestirmiştir.
f- Mescitlerin yüzeyine küçük taşların konulması: Ashabın, seddü zerai
bağlamındaki uygulamalarından biride, Ziyad b. Übeyh’in uygulamasıdır. O, insanların,
Kufe ve Basra mescitlerinde, secdeden başlarını kaldırınca, yapışan topraklardan dolayı
alınlarını sildiklerini görünce mescidin yüzeyine küçük taşların konulmasını
emretmiştir. Bu uygulamanın, gerekçesini ise şu sözleriyle dile getirmiştir. “Ben,
Müslim, Salat, H.no: 144.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberin, çev. Salih Tuğ, 5.bs., İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1993,
c.I, s.253–254 vd.
109
Yazır, a.g.e., c.VI, s.495-496.
110
Fetih 48/18.
111
el-Burhani, a.g.e., s.570.
107
108
27
insanların üzerinden uzun bir zaman geçip, yetişen gençlerin, secdeden sonra, alınları
silmenin namazın sünneti, saymayacaklarından emin değilim”112
Görülüyor ki ashab her uygulamasında, o işin neticesini dikkate almış ve ilerde
mahzurlu bir durumun oluşmasına neden olacak her davranışın önünü kesmeyi bir görev
bilmiştir.
C. Seddü Zeriayı Kabul Edenlerin Dayandıkları Bazı Kaideler
Seddü Zerai’de asıl olan, genel maslahatlara bakmaktır. Bundan dolayı, genel
bir maslahatı elde etmek için zeriayı almak, genel bir zararı def etmek içinde zeriayı
almaya engel olmak gerekir. Ölçüt, mefsedeti def etmek ve maslahatı elde etmektir,
mümkün mertebe. Bu hususta ihtilaf yoktur.
Kişinin, genel bir zarar ortaya çıkacaksa, bir fiili mubah bile olsa, yapması caiz
değildir. Yine aynı şekilde genel bir maslahatı engelleyen bir durum olduğunda da
durum değişmez. Örneğin, daha çarşıya pazara inmeden önce insanların malını yolda
almak, tekelciliğe ve fiyat artışına neden olacağı için yasaklanmıştır. Aslında bu eylem
caizdir. Çünkü bu, bir nevi alış-veriştir. Ölçüt genel bir zarar olmasıdır. Burada da bu
söz konusu olunca, seddü zerai kaidesince yasaklanmıştır.
Karafi, şöyle demektedir: “ Şunu bil ki, zerianın seddi vacip olduğu gibi, fethi
de vaciptir. Bu bazen mekruh, bazen mendup, bazen de mubah olur. Çünkü zeria
vesiledir.
Nitekim harama vesile olan şey, haram; vacibe vesile olan vaciptir.
Hükümlerin kaynağı iki nevidir:
1- Maksatlar. 2- Vesileler.
Makasıt: Zatında, hem mefsedet hem de maslahatı beraberinde taşıyan
şeylerdir.
Vesileler: Makasıda götüren şeylerdir. Ve vesailin hükmü, haramlık ve helallik
açısından götürdüğü şeyin hükmüne göre değişmektedir.113
Seddü zerai, onu kabul eden fakihlere göre birtakım muteber kural ve kaideye
dayanır. Bunlardan bazıları şunlardır:114
112
el-Burhani, a.g.e.,s.574.
Karafi, a.g.e., c.II, s.61
114
el-Mukırri, a.g.m., s.550.
113
28
- Def’i mefasit, celbi menafiden evladır.
- Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.
- Kim bir şeyi vaktinden önce elde etmek isterse, ondan mahrum bırakılarak
cezalandırılır.
- Bir yerde haram ve helal birleşince, o şeyin, haram yönü ağır basar.
- Alınması haram olan şeyin, verilmesi de haramdır.
- İtibar ehem olanadır ve o yöne riayet edilir.
II. İSLAM HUKUK MEZHEPLERİNDE ZERİA
A. Malikilerde Zeria
Seddü zeria, Malikiler nazarında önemli usul kaidelerinden biridir. Bu delili en
fazla kullanan da onlardır. Çünkü onlar, insanların maslahatını dikkate almada, en ileri
gidenler ve neticede mesalihi mürsele ile amel noktasında en çok ön plana çıkan
gruptur. Bu açıdan düşünüldüğünde seddü zerai, maslahatla amel uygulamalarından
başka bir şey değildir. Malikiler bu delili çok fazla kullandıkları için, bu delille anılır
olmuşlardır.115
Malikilerin usul ve furu kitaplarını inceleyenler, onların fesada götüren yolları
seddü zeria bağlamında kapatmaya yöneldiklerini görür. Çoğunlukla fesada götüren her
şey yasaklanmıştır. Onlar bu hususta, o fesatla ilgili özel bir nassın olup olmamasına
itibar etmezler. Bu fesat genel bir yasağın kapsamına girse de durum fark etmez. Onun
yasaklanması gereklidir. Vesilelerin haramlığı veya yasaklığı noktasında onlar,
vesilenin neticesine bakarlar. Eğer fesada götürüyorsa, onun men’ vaciptir. Çünkü fesat
memnudur ve aynı şekilde ona götüren yollar da memnudur. Eğer vesileler maslahata
götürüyorsa, bunların işlenmesi gerekir. Çünkü fesadın aksine maslahatlara ulaşılmak
istenir. Dolayısıyla ona götüren vesilelerin de yapılması talep edilir.116
Maliki hukukçularının, seddü zeria prensibine dayandırdıkları olaylardan
birkaçı şöyledir.
a-Vadeli alışverişler:
Şeyh Mustafa Kemal et-Tarizi, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l- Fıkhi’l İslami, c.III, sayı 9,
(1996), s. 410.
116
et-Tarizi, a.g.m., s.410.
115
29
Maliki hukukçularını sedd-ü zeriaya dayandırdıkları hükümlerin en yaygın
bölümünü, ribaya vesile olabilecek akitler oluşturmaktadır. Bu akitlerden biri de vadeli
satışlardır.
Şayet her hangi bir akid, şer’an mubah olmayan bir amacı gerçekleştirmek için
vesile olarak kullanılsa, akdin rükünleri mevcut olduğu için böyle bir akdin geçerli olup
olmaması hususunda mezhepler arasında ihtilaf mevcuttur. Bu tür bir akde; bir kişinin
bir başkasına vadeli bir ücret karşılığı bir mal satması, sonra sattığı bu malı peşin paraya
sattığı kişiden satın alması şeklinde yapılan akitler örnek olarak verilebilir. Mesela; bir
kişi 100 kg pamuğu vadeli olarak 10 milyona satsa, sonra sattığı bu pamuğu peşin
olarak 5 milyona satın alsa, bu durumda iki akit gerçekleşmiş olur. Zahire bakıldığında
ve ayrı ayrı ele alındığında bu iki akit de sahihtir. Çünkü akdin rükün ve şartları yerine
gelmiştir. Oysa diğer 5 milyonun bir karşılığı yoktur. İşte bu tür satışlara Malikiler
“Büyuu’l-Acal” (vadeli satışlar) adını vermektedirler. Bu tür akitler “ıne” satışına
benzerlik arz ettiğinden bazı âlimler buna “büyuu’l-ıne” adını vermişlerdir. Gerçekte bu
akitler faize ulaşmak için vesile olarak kullanılmaktadır. Malikiler haramı amaçladığına
dair karinelerin mevcudiyetine binaen, sedd-ü zeria aslına dayanarak, bu tür akitleri
batıl görmektedirler. Bu konuda Hanbelîler de Malikilerin görüşünü paylaşmaktadır.117
b-Şarap imalatçısına üzüm satmak:
Şarap imal edeceği bilinen bir kişiye üzüm satma ve Müslümanlarla savaşacak
kimseye silah satmak konusunda, hukukçular ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebu Hanife ve
İmam Şafii kerahetle birlikte bu akitlerin sahih olduğu görüşündedirler. Onlara göre
gerçekte, üzümü satın alanın onu şarap yapacağı, silah satın alanın da o silahla
Müslümanlara karşı savaşıp savaşmayacağı kesin olarak bilinemez. Üstelik insanlar,
niyet ve amaçladıkları şeyler hususunda Allah tarafından sorumlu tutulurlar. O halde bu
akitte fasit olan şey itikattır, akdin kendisi değil.118
İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre şarap imalatçısına üzüm satmak
veya Müslümanlarla savaşacak olan kimselere silah satma akdi sedd-ü zeriaya istinaden
batıldır. Çünkü haram olan şeye ulaştıran vesile de haramdır.119 Üzümün, şarap yapan
şahsa satılması, haram olan içkinin içilmesine bir vesiledir. Aynı şekilde Müslümanlarla
Vehbe Zuhayli, el- Fıkhu’l İslami ve Edilletühü, Dimeşk, Daru’l Fikr, 1997, c.V, s.3453–3456.
Zuhayli, a.g.e., c.V, s.3458.
119
Zuhayli a.g.e., a.y.
117
118
30
savaşacak olan kişiye silah satmak da Müslümanların öldürülmesine vesile olacaktır ki
bunların tümü Şari tarafından men’ edilen eylemlerdir. Nitekim Allah ( c.c.) :“ Günah
ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın” 120 buyurmaktadır.
c-Farz namazlarda secde ayetlerini okumayı terk etmek ( münferit kılsa
bile):Maliki âlimlerin,
İmam Malikten rivayet ettiklerine göre, imamın farz olan
namazlarda içerisinde secde yer alan ayetleri okuması mekruhtur. Çünkü farz
namazlarda eğer bu tür ayetler okunursa bu, cemaat arasında karışıklık ve yanılgıya
neden olur. Buradan hareketle, bu neviden olan ayetlerin okunmasının münferit kılana
yasak olmaması gerekir. Ancak onlar bu durumun münferit kılan için de, mekruh
olduğunu sedd-i zeria bağlamında İmam Malikten rivayet etmişler ve şöyle demişlerdir:
İmam Malik, farz namazlarda secde ayetini okumayı mekruh görür. Çünkü bu akılların
karışmasına sebep olur. O, bu durumu önce imam için, sonra da münferit kılan için
mekruh görmüştür. Bu mekruhiyet, sedd-i zeria bağlamında getirilen bir mekruhiyettir.
Malikilerin bu mekruhiyeti, cemaatle kılındığında nafile namazlar için de
gündeme
getirmeleri
gerekirken,
onlar
bu
hükmü
sadece
farz
namazlara
hasretmişlerdir.121
B. Hanbelîlerde Zeria
Hanbelîler, seddü zeriayı bir asıl olarak kabul edip onu benimseme noktasında
Malikilere muvafakat etmiş ve bu hususta Malikilerden sonran ikinci sırayı almışlardır.
Hanbelîlerin, birçok meselede hüküm verirken bu asla dayandıklarını görürüz. Fakat
onlar bu noktada, Malikiler kadar ileri gitmemişlerdir. Onlar, bu delili kabul etme
gerekçesi olarak, bu delilin kitap, sünnet ve sahabe uygulamalarıyla sabit almasını
zikrederler.
Ahmed b. Hanbel, bir hüküm vereceği zaman öncelikle o fiilin sonuçlarına
bakar. Eğer haram olana götürüyorsa onun engellenmesine, talep edilene götürüyorsa
onun onaylanmasına hükmeder. Bunun için, henüz pazara ulaşmamış, fiyatlardan haberi
olmayan satıcının malının yolda karşılanıp elinden malının alınmasını haram kabul
ederler. Çünkü bu tür uygulamalar, suni fiyat artışını gündeme getirmektedir. Aynı
zamanda bu fiil satıcı açısından özel bir zarara, tüketiciler açından da genel bir zarara
120
121
Maide 5/2
el-Burhani, a.g.e., s.633
31
sebep olmaktadır. Bu noktada kişilerin, bu zararı kastedip etmemeleri önemli
değildir.122
Hanbelî mezhebinde, seddü zeriaya dayanılarak hakkında hüküm verilen birkaç
mesele şu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
a- Beyu’l İne: Faizli olarak borçlanmaya hile (çare) olması istenen bir satış
akdidir. Kişi vadeli bir ücret karşılığında veya ücreti kabzetmeden bir mal satar, sonra
sattığı bu malı derhal satın alır. Bu tür satışa “ine” satışı denmesinin nedeni vadeli bir
mal satın alan kimsenin onun bedelini peşin ve nakit olarak almasından dolayıdır. Bu
akdin aksi de bunun gibidir. Yani peşin sattığı malı vadeli olarak alması da aynı
hükümdedir. Mesela, kişi vadesi ve fiyatı belli bir malı satar. Sonra sattığı bu malı farklı
bir fiyatla vadeli olarak veya düşük bir fiyatla peşin olarak satın alır. Birinci akitte
belirtilen vade geldiğinde karalaştırılmış olan ilk ücreti tamamen öder. Böylece iki fiyat
arasındaki fark, malı şeklen satan kişinin aldığı faiz durumunda olur. Veya örneğin bir
kimse, bir başkasına bir elbiseyi vadeli olarak 12 milyona satar sonra satın alan kişi aynı
elbiseyi teslim almadan veya teslim aldıktan sonra satın aldığı kişiye peşin olarak 8
milyona satar. Birinci akitte belirtilen vade geldiğinde, müşteri ilk akitte belirtilen 12
milyonun tamamını öder. Her iki fiyat arasındaki 4 milyonluk fark, elbiseyi satan ve
aynı zamanda elbisenin ilk sahibi olan kişinin aldığı faiz olur. Bu işlemin tümü bey’
yoluyla faizli borçlanmayı gerçekleştirmek için başvurulan bir hile ( çare ) dir.
Bazen bu tür akitlerde tarafların arasında üçüncü bir kişi aracı olarak bulunur
ve bu üçüncü kişi, alıcı, mal sahibinden malı aldıktan sonra devreye girerek kendisi için
malı alıcıdan satın alır. Sonra aynı kişi malı ilk sahibine, malı kendi satın aldığı fiyata
satar. Bu durumda aradaki fark onun için faiz olur. Böyle bir akitte, satın alanın da
satanın da faizli bir işlemi amaçladıkları açık olduğundan, Maliki ve Hanbelîler “ sedd-i
zeria”ya istinaden bu akdi geçersiz sayarlar.123
b- Ölüm Hastalığında Muhalea Yapılan Eşe Vasiyet: Hanbeli hukukçular eşine
mirastan düşecek paydan daha fazla pay vermek için eşini boşamayı veya muhalea
yaptıktan sonra ona vasiyet yoluyla daha fazla pay verilmesini sedd-i zeria’ya binaen
men etmişlerdir.
122
123
et-Tarizi, a.g.m., s. 412-413.
Zuhayli, a.g.e., c.V, s.3454-3456.
32
Ölüm döşeğinde olan birinin, eşini boşaması veya hul’ etmesi caizdir. Fakat
boşadıktan sonra eşine vasiyette bulunması halinde, kişinin bu boşamayı veya hul’u
eşine mirastan düşen paydan daha fazlasını almasını sağlamak için yapıp yapmadığına
bakılır. Şayet vasiyette bulunulan miktar, eş durumunun sürmesi halinde mirastan
alacağı paydan fazla ise bu durumda erkeğin, eşine miras payından daha fazla pay
sağlamak için boşama veya hul’ yoluna başvurduğu ortaya çıkar. Çünkü mirasçıya
vasiyette bulunulamayacağına dair nass vardır. Kişi eşini boşamakla bu engeli aşmayı
amaçlamaktadır. Bu durumda eşine vasiyet ettiği malın miktarı, eş durumu sürmesi
halinde mirastan alacağı paydan az veya eşit ise yukarda belirtilen ithamlara yer
olmayacağı için caiz olur. Şayet vasiyet ettiği malın miktarı, eş durumunun sürmesi
halinde alacağı paydan fazla ise bu mirasçılara zarar verir. Mirasçıya vasiyet caiz
olmadığından, kişi böyle yapmakla mirasçılardan birine ayrıcalık sağlamaktadır. Bu ise
caiz değildir.124
Şayet boşanmış eşe, mirasçı olması halinde mirastan alacağı paydan daha fazla
miktarda mal vasiyyet edilmiş ise, mirasçılar eş durumunda alabileceği paydan fazlasını
vermeyebilirler.
125
Çünkü kişi, eşine miras payından düşenden fazlasını verebilmek
için böyle bir yola başvurur. Eşi mirasçı iken vasiyetle kendisine ayrıca bir pay düşmez.
Eşini boşamakla koca, onu mirasçı kapsamından çıkarmaktadır. Öte yandan ona
vasiyette bulunarak miras yoluyla alacağı paydan fazlasını sağlamaktadır. O halde
mirasçıya vasiyet men’ edildiği gibi bu da men’ edilir. 126 Çünkü bunda diğer
mirasçıların zararı vardır. Üstelik böyle bir uygulama yakın akrabalar arasında kin ve
düşmanlığa yol açar ki bunların mutlaka engellenmesi gerekir. Bu da ancak seddü zeria
kaidesince amel etmekle mümkündür.
c- Hile Yoluyla Yapılan Akitlerin Men’ Edilmesi: Hanbeliler, hile yoluyla
teşekkül eden akitlerin yasaklanması görüşündedirler. Çünkü hileyi geçerli saymanın,
Şari’nin bütün yönleriyle seddettiği mefsedete hile yoluyla ulaşmaya yol açmak
olduğunu, ayrıca hile ile seddü zeria aslının anlamsız kılınacağını ve bu nedenle hileyle
yapılan akit vb.’nin men edilmesi gerektiğini belirtmektedirler.127
Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud İbn Kudame, el-Muğni, Beyrut, Daru’l- Kitabi’lArabî, 1983, c.VIII, s.223.
125
İbn Kudame, a.g.e., a.y.
126
İbn Kudame, a.g.e., c.VIII, s.223vd.
127
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.125.
124
33
Bundan hareketle Hanbelî hukukçular, sahibinin kendisiyle şer’an mahzurlu bir
amele ulaşmayı amaçladığı her fiil men’ edilir görüşündedirler. Görüldüğü gibi
Hanbelîler söz ve fiillerin neticelerini göz önünde bulundurmaktadırlar. Bazı söz ve
fiillere hile yoluyla meşruluk kazandırılması bizzat şer’an meşru olduklarını göstermez.
Örneğin, olgunlaşmamış meyveyi olgunlaşıncaya kadar dalında kalmasını şart
koşarak yapılan akit caiz değildir. Bu konuda açık nass128 bulunduğundan bütün fakihler
caiz olmadığı hususunda müttefiktirler.129 Olgunlaşmamış meyveyi, dalından koparıp
hemen toplama şartıyla satarsa bu caizdir.130 Bu şartla aldıktan sonra olgunlaşıncaya
kadar toplama işini geciktirmek caiz değildir. İmam Ahmed b. Hanbel’e göre bu şekilde
olan bir alış veriş akdi batıldır. Çünkü böyle bir akitte, meyveyi hemen toplamayı şart
koşmaktan amaç, meşru olmayan bey’i bir vesileyle meşru kılmak niyetinden
kaynaklanmaktadır. Daldan koparmayı şart koşarak bey’i sahih kılınca işi gevşek
tutmak suretiyle zaman kazanıp, meyveyi olgunlaştıktan sonra toplamaktır. Böylece şart
koşarak caiz kıldığı akdi, caiz olmayan meyvelerin olgunlaşmasını şart koşmak şeklinde
yapılan akdin sonucuna uygun bir şekilde neticelendirmektedir. O halde nasla men
edilmiş bir akdin neticesiyle bu akdin neticesi aynıdır. Biri olgunlaşıncaya kadar
meyvenin
dalında
kalmasını,
akitte
şart
koşarken,
diğeri
ise
meyveyi
koparmayı/toplamayı akitte şart koşmaktadır. Buna rağmen meyveyi dalında bırakarak
memnu’ olan akdin sağlayacağı sonuca ulaşmaktadır.
Bu şekilde yapılan bir alışveriş akdini Hanbelî hukukçular sedd-i zeria’ya
istinaden batıl saymışlardır.131
d- Fiyat İndirimi Yapandan Mal Satın Almak: Hz. Peygamber, “mütebariler”in
(birbiriyle
rekabet
eden)
teberru
olarak
verdikleri
yemeklerin
yenilmesini
nehyetmiştir.132 İmam Ahmed b. Hanbel, komşusundan alış veriş yapılmasını
engellemek için fiyatlarını düşüren satıcıdan mal alma konusunun, bu hadisteki olayla
benzer olduğu kanaatine vararak men’ görüşüne kail olmuştur.133 Hz. Peygamber
birbirlerine
zarar
vermek
niyetinde
olmaksızın
teberru
hususunda
rekabette
Buhari, Buyu’, Bab 87; Nesai, Buyu’, Bab 29; Müslim, Müsakat, H.no:15
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi., çev. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, İstanbul, Risale yay.,
1994, c.V, s.343
130
Zuhayli, a.g.e., c.V, s.344
131
el-Burhani, a.g.e., s.644
132
Ebu Davut, Et’ıme, H.no:3754.
133
el-Mukırri, a.g.m., s.562.
128
129
34
bulunanların, bu rekabetleri onları mezmum olan riya ve kendini beğenme duygusuna
götürmeye vesile olabileceği için, bu yemeklerin yenilmesini nehyetmiştir.
İbn Kayyım, bu konuda şöyle demektedir: “ İmam Ahmed b. Hanbel,
komşusuna zarar vermek için mallarının fiyatını düşürenlerden alış-veriş yapılmasını
kerih (haram) görmüştür. Bu nehiy iki yönden sedd-i zeria’yı içermektedir.
Birincisi; kişilerin onların mallarını almaya ve teberru olarak verdikleri
yemekleri yemeye yönelmeleri, nefislerinin ferahlamasına, Allah ve Resulünün kerih
bulduğu fiiller üzerinde sabitleşmelerine vesile olmaktadır.
İkincisi; onlardan alış-veriş yapmaktan ve yemekleri yemekten vaz geçme,
onların bu fiillerinden vaz geçip, yapmakta oldukları amellerden el çekmelerine vesile
olmaktadır.” 134
İmam Ahmed’e göre, malın fiyatını düşüren kişi, başkasını zarara uğratmayı ve
kendisinin daha fazla müşteri celbederek karını arttırmayı hedeflemektedir. Böyle yapan
kişinin fiili, Hz. Peygamberin mezkûr hadisinde yer alan davranıştan daha kötü ve daha
çirkindir.
C. Hanefilerde Zeria
Ebu Hanife ve Hanefi mezhebine mensup hukukçuların, İmam Malik ve
Ahmed b. Hanbel kadar olmasa da İmam Şafi’ye oranla daha fazla olmak üzere sedd-i
zeria prensibine dayalı hüküm verdiklerine dair pek çok örnek vardır. Bunlardan birkaçı
şöyledir.
a- Bazı vadeli satışlar: Hanefiler bazı vadeli satışların men’î hususunda Maliki
ve Hanbeli hukukçularla müttefiktirler. Müşterinin peşin veya vadeli olarak 1000
dirheme satın aldığı malın ücretini tam ödemeden satıcıya satmasını caiz görmezler.
İmam Şafi ise bunu caiz görmektedir. Şafii’ye göre, müşterinin malı teslim almasıyla
akit tamamlanmıştır. Sonradan müşterinin bu malı satıcının kendisine veya başkasına
satması, önceki fiyatla veya daha fazlasıyla satması, akitteki cevaz hükmünü
değiştirmez.135
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.125
Ebu’l Hasen Ali b. Ebu Bekir Merğinani, el- Hidaye Şerhü Bidayeti’l-Mübtedi, Daru’l Erkam, Beyrut,
ts., c.III, s.47
134
135
35
Hanefiler, Maliki ve Hanbelîler, “ Eyfa kızı el-Aliye dedi ki: Zeyd b.
Erkam’dan çocuğu olan bir cariye olarak ben ve Zeyd’in hanımı Hz. Aişe’nin yanına
girdik. Zeyd b. Erkam’dan çocuğu olan cariye el-Aliye dedi ki: Ben Zeyd b.Erkam
adına bir köleyi Ata’ya 800 dirhem karşılığında (sattım) sonra ondan (peşin) 600
dirheme satın aldım. Bunun üzerine Hz. Aişe dedi ki: Sattığın da çok kötü, aldığın da
çok kötü olmuş. Zeyd’e şunu haber ver: Şayet tövbe etmeyecek olursa, Resülullah ile
yapmış olduğu cihadını iptal etmiş demektir.”136 Şeklindeki rivayete istinaden, ayrıca
Maliki ve Hanbelîler sedd-i zeria prensibine, Hanefiler ise istihsan deliline dayanarak
yukarıda zikredilen bey’ çeşidini caiz bulmamışlardır.137
b- Şaban’dan mı yoksa Ramazan ayından mı olduğu şüpheli olan günde oruç
tutulması meselesi: Hanefilerde muhtar olan görüşe göre şüpheli günde müftünün oruç
tutması müstehaptır. Ve bunu müftü gizli yapar ki, isyanla töhmet altında kalmasın.
Ancak müftü, halka iftar etmelerine dair fetva verir ki halk ramazan ayındaki orucun
arttığı inancına varmasın.
Bu hususta Kemal İbn Hümam şöyle der: “ tercih edilen, müftünün ihtiyatı
alarak bizzat kendisinin oruç tutmasıdır. Halka da zeval vaktine kadar bekleyip sonrada
iftar etmelerine dair fetva vermesidir. Bunu halk, ramazan ayındaki oruç arttı inancına
varmasın diye böyle yapar. Müftü bu orucu gizli tutar ki, isyanla itham olunmasın.”138
Havastan olan imam ve müftü gibi olan kişilerden, “şek gününde” oruç
tuttuklarında bunu gizli yapmaları istenmiştir. Bunun gerekçesi, onların halk tarafından
Hz. Peygambere isyan ile itham olunmalarını engellemektir. Bu ise sedd-i zeria ile amel
etmekten başka bir şey değildir.
c- Şevval ayındaki orucun fasılalı tutulması meselesi: Hanefilere göre bir kişi,
bayram günü iftar etmeden ve hiç fasıla vermeden, ramazan orucundan sonra altı gün
şevval ayında oruç tutsa bu mekruhtur. Bu mekruhiyetin gerekçesini Bedaiu’s-Sanai’nin
müellifinin ifade ettiği gibi imam Ebu Yusuf’tan gelen rivayet açıklamaktadır: “ Ebu
Yusuf şöyle der: Onlar ramazan orucuna oruç eklemeyi, bu farz kabul edilir (sayılır)
korkusuyla mekruh görmüşlerdir.”139
136
Zuhayli, a.g.e., c.V, s.326
Zuhayli, a.g.e., c.V, s.325
138
Kemalüddin Muhammed b. Abdülvasid Kemal b. Hümam, Fethu’l Kadir, Beyrut, Daru’l-Kütübü’lİlmiye, 1995, c.II, s.324
139
Ebu Bekir b. Mesud Kasani, Bedaiu’s-Senai fi Tertibi’ş-Şerai, Beyrut, Daru’l Marife, 2000, c.II, s.125
137
36
Aynı görüş İmam Malik’ten de rivayet edilmiştir. O şöyle der: “ Ramazan’a,
Şevval ayından altı gün oruç eklemeyi mekruh görüyorum. Fıkıh ehli ve ilim ehlinden,
bunu tutanı görmedim. Çünkü ilim ehli bunu mekruh görmektedir. Onun bid’at olarak
yerleşmesinden korkmuşlardır. Ancak kişi bayram günü iftar etse sonra altı gün oruç
tutsa bu mekruh olmaz, bilakis bu müstehaptır sünnettir.140
d- Mürted ve zındık kişilerin tövbesinin kabul edilmemesi: Hanefilerden gelen
rivayetlere göre onlar, zındık olan, dinden çıkmış kişilerin tövbesinin olmayacağını
söylerler. Bu görüş imameyn, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel’in ortak görüşüdür.
Çünkü bu kişilerin tövbesini kabul etmek, dini hafife almaya, onunla alay etmeye
götürebilir. Aynı şekilde birtakım insanlar bunu, bazı kötü fiilleri işlemede kalkan
olarak kullanabilir. İşte bunların önünü kapamak için bu kişilerin tövbelerinin
olmayacağı sedd-i zeria bağlamında düşünülebilir.141
e- Ölüm hastalığında olan kişinin borç ikrarı meselesi: Ölüm hastalığında
olduğu halde bir kişi, üzerinde borç olduğunu ikrar etse, bu ikrarı bağlayıcı olmaz.
Çünkü burada bu kişinin, bu ikrarıyla başkalarının hakkını geçersiz kılma maksadının
olduğuna hükmedilmiştir. Burada bu kişi başkalarının hakkını geçersiz kılmakla itham
olunmaktadır. Bunun için, bu kişi ölüm hastalığında, üzerinde sağlıklıyken yaptığı
borçlar olduğu halde borç ikrarında bulunsa, sağlığında yaptığı borçlar öne alınır. Yine
aynı şekilde ölüm hastalığındayken yaptığı sebebi bilinen borçları, sebebi bilinmeyen
borçlarından öne geçirilir. Çünkü bu şahıs, alacaklıların hakkını zayi etmekle itham
edilmektedir.142
Bu bağlamda “Bidaye” sahibi şöyle demektedir: “ Bir kişi ölüm hastalığında,
üzerinde sağlıklıyken yaptığı borçlar varken, borç ikrarında bulunsa; yine onun üzerinde
sebebi bilinen hastayken yaptığı borçlar olsa, bu sebebi bilinen borçlar ile sağlıklıyken
yaptığı borçlar bu ikrarından öne alınır.”143 Çünkü ikrar, bir başkasının hakkını iptal söz
konusu olunca bir delil olarak kabul edilmez. Hastanın ikrarında da bu durum vardır.144
Bir kişi ölüm hastalığında iken boşadığı karısına borç ikrarında bulunsa, iddet
devam ettiği için borç ikrarında bulunan kişi boşadığı eşine fazladan mal vermeyi
140
Kasani, a.g.e., a.y.
el-Burhani, a.g.e., s.654
142
el-Mukırri, a.g.m., s.563
143
Merğinani, a.g.e., c.III, s.183
144
Merğinani, a.g.e., a.y.
141
37
amaçladığı hususunda töhmet altında olacağından, kadına erkekten kalan mirastan ve
ikrar edilen borçtan en az miktar verilir. Evlilik olduğundan dolayı erkeğin eşine ikrarda
bulunma imkânı yoktur. Erkek karısına, mirastan eş olarak alacağı paydan daha
fazlasını vermek için onu boşamış ve sonra ona borçlu olduğunu ikrar etmiştir. Bu
nedenle, borcun en azının sübutu böyle bir töhmeti taşımadığından erkeğin boşadığı eşi
için yaptığı borç ikrarı, mirastan az olması şartıyla bu ikrar geçerli olur ve ikrar ettiği
miktar kadına verilir. Çünkü mirastan az olan miktarda töhmet yoktur.145
Hanefi hukukçular, harama götüren şeylerin haram olduğunu, bir şeye vesile
olan şeyin vesile olduğu şeyin hükmünü aldığını belirtmektedirler. Bu tarz ifadeler
onların da sedd-i zeria aslına itibar ettiklerini göstermektedir. Kasani ( h.587) bu konuda
şöyle demektedir: “ Hz. Ömer’in, genç kadınların cemaate gitmelerini yasakladığına
dair rivayetlere istinaden, kadınlardan genç olanların cemaate gitmeleri mubah
değildir. Çünkü onların cemaate gitmeleri fitneye neden olabilir. Fitne haramdır,
harama götüren şey de haramdır.”146
D. Şafiilerde Zeria
Şafiler, hukuk usulüne dair eserlerinde zeria prensibine yer vermemekle
birlikte birçok yerde sedd-i zeria aslına itibar edilemeyeceğini belirtmektedirler. Çünkü
onlar, hükmün zahire göre verilmesi gerektiğini, zanna binaen zahir hükümden vaz
geçilemeyeceğini, insanların taşıdıkları niyet ve amaçlara göre Allah indinde hesap
vereceklerini, fiillerde ise fesadı amaçladıklarına dair karine olsa bile bunu
gerçekleştirmeye fırsat bulup bulamayacakları kesin olarak bilinemediğinden, amellerin
zahiri sıhhat şartlarını ihtiva ediyorsa, bu akit ve fiillerin sıhhatine hüküm verileceğini
belirtmektedirler.147
Şafiler, sedd-i zeriayla amel etme noktasında en geri duranlardır. Ancak böyle
olmakla birlikte diğer imamlar gibi onlar da furu fıkha dair birçok alanda bu delille
amel etmişlerdir. Bu duruma işaret eden örneklerden birkaçı şöyledir:
a- Cuma namazı kılamayanların, öğleyi kılarken cemaati gizli yapmaları: Hasta
ve yolcu gibi bir özür sebebiyle, cuma namazına iştirak edemeyenler bunun yerine öğle
Merğinani, a.g.e., c.III, s.185
Kasani, a.g.e., c.I, s.259-260
147
Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletühü, c.V, s.3458
145
146
38
namazını kılarlar. Bu namazı isterlerse fert fert, isterlerse de cemaatle kılabilirler. Ancak
Şafiiler, eğer bir gurup cuma namazını kılamamış ve onun yerine öğle namazını
kılacaklarsa bu cemaati gizli yapmaları onlar için müstehaptır derler. Çünkü burada,
onların cumaya iştirak etmiyor şeklinde töhmet altında tutulmalarını önleme
kastedilmektedir. Bu sedd-i zeria bağlamında yapılan bir uygulamadır.
Nevevi bu hususta şöyle der: “ Şafii ve onun ashabı şöyle demiştir: Bu özürlü
kişiler için öğle namazında cemaat yapmak müstehaptır. Bir başka rivayette, onlara
cemaatin müstehap olmadığı rivayet edilmiştir. Çünkü bu vakitte, meşru olan cemaat,
cuma namazının cemaatidir. Hasan b. Salih, Ebu Hanife ve Sevri bu görüştedir. Bu
durum, bunlar farklı bir beldede olsa da aynıdır. İmam Şafii, onlara cemaati gizli
yapmaları müstehaptır der. Bu, onların dinde bir takım ithamlara maruz kalmamaları ve
alaya alarak cumayı terk ile itham edilmemeleri içindir. Cumhur şöyle demiştir: Bu
durum, özürleri gizli olduğu zaman söz konusudur. Eğer özürleri açık ise cemaati
gizlemeleri gerekmez. Çünkü bu durumda onlar yukarıdaki suçlamalara maruz
kalmazlar. Ancak yine âlimlerden, bu durumda da mutlak olarak cemaati gizlemek
müstehaptır diyenler vardır.”148
b- Özürlü birinin Ramazan’da açıktan yemek yemeden men’ meselesi: Her
hangi bir özür sebebiyle oruç tutamayan birisinin, açıktan, insanların kendisini görecek
şekilde bir şey yiyip içmesi sedd-i zeria bağlamında yasaklanmıştır. Burada o şahsın,
fasıklık ve Allah’a isyan ile itham edilmesini önleme kastı vardır. 149 Bu hususta Şirazi
şöyle der: “ Oruçlu olmadığı halde misafir evine geri dönse veya oruçlu olmadığı halde
hasta iyi olsa, o vakte hürmet için günün kalan kısmını oruçlu geçirmesi ( bir şey
yememesi) müstehaptır. Ancak bu ona vacip değildir. Çünkü bunlar zaten, bir özür
sebebiyle oruç tutmamaktadır. Şu da var ki bunlar, kendilerindeki özrü bilmeyen
şahısların yanında bir şet yiyip içmezler. Ola ki, onlar bir takım töhmet ve
cezalandırmalara maruz kalabilirler.”150
c- Eğiticinin tazmin sorumluluğu meselesi: Bir kişi, bir sabiye yüzme
öğretmekle görevlendirilmiş olsa sonra bu çocuk boğulsa, yüzme öğretecek kişinin bu
Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref Nevevi, Kitabu’l Mecmu, Beyrut, Daru’l İhya li’türasi’l-Arabî,1995,
c.IV, s.361
149
el-Burhani, a.g.e., s.659
150
Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Firazebadi Şirazi, el-Mühezzeb, Beyrut, Daru’l Kütübü’l-İlmiye,
1995, c.I, s.327
148
39
durumda tazmin sorumluluğu vardır. Bunun gerekçesi, öğreticinin çocuğu koruma
noktasında ihmalkâr davranmasını engellemektir.151 Bu hususta Şirazi şöyle demektedir:
“Bir çocuk, kendisine yüzme öğretilmesi için bir öğreticiye teslim edilse, sonra bu
çocuk boğulsa yüzme öğreten bunu tazmin eder. Çünkü ona, bu çocuk, onu korumada
ihtiyatlı olsun diye teslim edilmiştir. Şayet eğitim esnasında çocuk boğulacak olsa,
ihmal ona nispet edilir ve öğretici tazmin ile sorumlu olur. Bir öğretmen, sabi bir
çocuğa vursa, sonra bu çocuk ölse, durum aynıdır. Ancak buluğ çağında biri, kendisini,
yüzme öğretene teslim etse ve boğulsa, yüzme öğretenin tazmin sorumluluğu olmaz.
Çünkü artık o kişi kendisinden sorumludur ve helak durumunda başkasına kusur nispet
edilemez. Dolayısıyla da tazmin sorumluluğu gündeme gelmez.”152
d- Katilin mirasçı olamaması meselesi: Şafiilerin, bu aslı kullandıklarını
gösteren bir kanıt da, onların, katilin mirasçı olamaması hakkında yaptıkları
açıklamalarıdır. Katil her halükarda mirastan mahrumdur. İster bu öldürmeden dolayı
tazmin olsun, ister olmasın, ister katil mirası acele elde etmekle itham edilsin, ister
edilmesin durum aynıdır. Çünkü burada bu tür eylemlerin önünü kapamak
hedeflenmektedir ki bu sedd-i zeriadan başka bir şey değildir.
“Mühezzeb” adlı eserde şöyle denilmektedir: “ Bizimle aynı görüşü
paylaşanlar, murisini öldüren kişi hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı şöyle
demişlerdir: Eğer öldürme sonunda tazmin varsa mirasçı olamaz. Çünkü bu haksız yere
bir öldürmedir. Şayet tazmin yoksa varis olur, çünkü bu haklı yere yapılan bir
öldürmedir. Onlardan bir gurup, eğer katil töhmet altında ise ve katil hâkim olup,
örneğin bir delile istinaden zina suçundan dolayı onu öldürse katil mirasçı olamaz der.
Çünkü bu durumda katil mirası acele elde etmekle itham edilmektedir. Eğer katil böyle
bir töhmet altında değilse –örneğin, murisin ikrarı neticesinde, murise bir öldürme
işlemi uygulanmışsa- varis olur. Çünkü katil mirası hemen elde etmekle itham
edilmemektedir. Yine onlardan bir kısmı da şöyle der: Katil hiçbir halde mirasçı
olamaz. İbn Abbas’ın rivayet ettiği şu hadisten dolayı, sahih olan da budur. Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Katil hiçbir şekilde mirasçı olamaz.”153
151
el-Burhani, a.g.e., s.660
el-Burhani, a.g.e., a.y.
153
el-Burhani, a.g.e., s.661
152
40
Görüldüğü gibi katil, mirası hemen elde etmek için bunu vesile edinmesin diye
mirastan mahrumiyetle cezalandırılmaktadır. Bu kapıyı kapatmak için katilin bu şekilde
cezalandırılması sedd-i zeria bağlamında olayın düşünüldüğünün açık bir kanıtıdır.
E. Dört Mezhebin İttifakla Sedd-i Zeriayı Delil Aldıkları Meseleler
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hemen hemen dört mezhebin hepsi sedd-i
zeriayı bazı meselelerde devreye sokup onunla amel etmişlerdir. Ancak onlardan bazısı
-Maliki ve Hanbelîler gibi- bu delille daha fazla ön plana çıkmışlardır. Bununla beraber,
dört mezhebin dördünün de ittifakla bu asılla amel ettikleri bazı meseleler vardır.
Bunlardan bir kaçı -özetle- şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:
a- Dört mezhep imamı, konuyla ilgili ayetin154 zahirine bakarak, ehli kitap olan
kadınla evlenmenin cevazına hükmetmişlerdir. Ancak bu durum, Müslüman erkeğin, o
kadının dinine meyletmesi ve onun dinine girmesine vesile olabileceği için bunun
kerahiyetine hükmetmişlerdir. Bu hususta ittifak vardır. Burada âlimlerin sedd-i zeria ile
amel ettikleri açıktır.155
b- Maraz-ı mevtte üç talakla boşanan kadının mirasçı olması hususu: Bu
hususta mezhepler arasında bir takım nüanslar olsa da, genelde burada, koca üzerinde
mirası kaçırma töhmeti olduğu ve bunu engellemek gerektiği için, bu halde boşanmış
kadının mirasçı olacağına hükmetmişlerdir. Yine burada da devrede sedd-i zeria
prensibi faaldir.156
c- Oruçlunun eşini öpmesi meselesi: Alimler, kendisinden emin olmayan
kişinin, oruçlu olduğu halde hanımını öpmesi, şehvetin artmasında etkili olur
gerekçesiyle bu eylemin kerahiyetine hükmetmişlerdir. Bu hususta âlimler arsında icma
vardır.157
d- Aynı anda kullanılan üç talak lafzının, üç boşama sayılması hususu, Hz.
Ömer’in bir içtihadıdır. Bu hususta sahabenin de Hz. Ömer’e muvafakati vardır.158
e- Alimler, bir kişi sebebiyle bir cemaatin öldürülmesi hususunda ittifak
etmişlerdir.159
154
Bakara 2/221
el-Mukırri, a.g.m., s.558, el-Burhani, a.g.e., s.607
156
el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e, s.608
157
el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., s.609
158
el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., a.y.
155
41
f- Bir hayvanın telef ettiği şeyin sahibi tarafından tazmin edilmesi gerektiği
hususunda da alimler arasında ittifak vardır.160
159
160
el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., a.y.
el-Mukırri, a.g.m., a.y., el-Burhani, a.g.e., s.610
42
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
I. ZERİANIN FURU FIKHA YANSIMASI
A- Kur’an-ı Kerim’de Zeria Örnekleri
İslam dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de zeriaya dair pek çok örnek
bulunmaktadır. Bu örneklerden bazıları şu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
a- Cuma namazı, şartları elverişli olan kimselere bilindiği üzere farzdır. Ancak
Yüce Allah “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman,
hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin
için daha hayırlıdır”161 ayetiyle cuma günü, cuma namazına gitmeyi de emretmektedir.
Aslında bu gitme eylemi, bizzat kastedilen maksut bir eylem değildir. Lakin bu eylem
farz olan cuma namazının ifası için bir vesiledir. Genel olarak namazın farziyeti ise
başka ayetlerle sabittir. Örneğin Bakara 110. ayet vb gibi. Aynı şekilde burada Cuma
namazı için çağrıldığında alış verişi terk etme de emredilmektedir. Yukarıda cumaya
giyme eylemi bizzat kastedilmediği gibi burada da bu alış verişi bırakma eylemi bizzat
kastedilmemiştir. Çünkü alış verişin cevazı başka ayetlerle sabittir.162 Burada bu
eylemin terki istenmekle farz olan bir eyleme götüren vesilenin önünün açılması murat
edilmiştir ki bu fethi zeriadan başka bir şey değildir.163
b- Yüce Allah, Musa (a.s) ve kardeşi Harun (a.s)’a yaptığı çağrıda şöyle
demektedir. “Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin.
161
Cuma 62/9
Bkz. Bakara 2/275
163
el-Burhani, a.g.e, s.350
162
43
Belki o, aklını başına alır veya korkar.”164 Yüce Allah bu ayette Musa ve Harun (a.s)’a,
azılı düşmanları olan Firavun’a gitmelerini emretmektedir. Çünkü bu gitme eylemi
tebliğin ona ulaşması için olmazsa olmaz bir vesiledir. Bunun üzerine onlar da ona
gittiler ve ayette belirtildiği şekilde ona hitapta bulundular.165
c- Yüce Allah bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır. “De ki: "Göklerde ve
yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve
uyarılar fayda sağlamaz.”166 Allah (c.c) bu ayetle göklere ve yere ve bu ikisi arasında
olan şeylere bakılmasını emretmektedir. Burada emredilen gözlemlemeden maksat,
güneş, ay ve diğer yıldızların hareketleri ile canlı cansız bütün mahlûkatın durumlarının
gözlemlenmesidir. Çünkü bütün bunlarda Allah’ın varlığına ve birliğine, kudretine ve
diğer sıfatlarına delalet eden birtakım esrar ve deliller vardır. Şari, bu eylemi
kalplerdeki iman mükemmelleşsin ve kişi kesin bir iman sahibi olsun diye emretmiştir.
Yoksa salt olarak bu tür eşyalara bakılmasını kastetmemiştir. Yani ayette istenen salt bir
bakma eyleminin zuhur etmesi değildir. Ancak bu tür bir eylem, imanın
mükemmelleşmesine katkıda bulunur. İşte bu durum, fethi zeria bağlamında teklifi bir
hüküm olarak karşımıza çıkar.167
d- Yüce Allah, küfrü haram kılmış, aynı zamanda ona götüren vesileleri de
haram kılmıştır. Yüce İslam dininin, çirkin ve yasak olan şeyleri belirttikten sonra
onlara götüren vesilelerin kapısını açık bırakması düşünülemez. Çünkü Yüce Allah
Kur’an-ı, peygamberine, insanları küfürden iman nuruna çıkarsın diye indirmiştir. İşte
bu bağlamda bir ayette şöyle denilmektedir. “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların
helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir
düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri
söylemenizi emreder.”168 Bu ayette, insanları şeytana ve onun yoluna uymaktan
sakındırma söz konusudur. Çünkü bu eyleme tabi olmak, şahsın haram işlemesine,
neticede günaha dalıp azap görmesine sebep olacaktır. Yine bu bağlamda, şeytanı dost
164
Taha 20/43–44
el-Burhani, a.g.e.,s.351
166
Yunus 10/101
167
el-Burhani, a.g.e.,351
168
Bakara 2/168–169
165
44
edinmek, Nisa 119. ayetle, ona itaat etmek Araf 127. ayetle yasaklanmıştır. Tüm bunlar,
seddi zeria bağlamında düşünülmesi gayet mümkün olan durumlardır.169
e- Allah, zinayı kesin olarak haram kılmıştır.170 Bununla beraber zinaya
götüren vesileler de haram kılınmış, ona giden bütün yollar kapatılmıştır. Bu bağlamda
şu ayet gayet açıktır. “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir
yoldur.”171 Dikkat edilirse bu ayette, zinaya götürecek bütün yollar kapatılmıştır. Ancak
zinaya götüren yolların, vesilelerin seddi hususunda en tafsilatlı ayet ise Nur 30 ve 31.
ayetlerdir. Bu ayetler ile kulların nerede ve nasıl davranmaları gerektiği hususu en ince
ayrıntısına kadar ifade edilmiş ve onlardan bu şekilde davranmaları istenmiştir. Yine
harama giden yolların kapatılması bağlamında, insanların avret yerlerine bakmak haram
ve yasak kılınmıştır. Aynı şekilde bu durumun meydana gelme ihtimali yüksek olan, bir
başkasının evine izinsiz girme vesilesinin de haram kılındığı, şu şekilde dile
getirilmiştir.172 “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip
(izin alıp) ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir, herhalde
(bunu) düşünüp anlarsınız. Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye
kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu,
sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.”173
f- Allah (c.c) bazı durumlarda asıl itibari ile mubah ve talep edilen bir fiili
mefsedete götürdüğü durumlarda yasaklamıştır. Bu durumun açık bir örneğini de şu
ayette yer alan durum oluşturmaktadır. “Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzurnâ"
deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kafirler için elem verici bir azap vardır.”174 Bu ayette
müminlerden Yahudiler gibi “raina” dememeleri istenmektedir. Çünkü bu ifadeyi
kullanmada, Yahudilere benzeme ve bilmeyerek de olsa Hz. Peygamber için uygunsuz
bir ifadeyi kullanma durumu söz konusu olabilmektedir. Şöyle ki onlar Hz. Peygambere
hakaret etme bağlamında bu ifadeyi kullanıyorlardı. Ancak bu durumun önü seddi zeria
bağlamında bu ayetle kapatılmıştır.
g- Kur’an’daki seddi zeria örneklerinin en çarpıcılarından biri de Tevbe
suresinde yer alır. Ayeti kerimede şöyle denilmektedir: “Müminlerin hepsinin toptan
169
el-Burhani, a.g.e., s.352
Furkan 25/68
171
İsra 17/32
172
el-Burhani, a.g.e., s.371
173
Nur 24/27–28
174
Bakara 2/104
170
45
sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup, dinde (dinî ilimlerde)
geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için
geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.”175 Bu ayet hakkında İbn Abbas şöyle
demektedir: Allah, cihattan geri durmaları sebebiyle münafıkların ayıplarını ortaya
dökünce, müminler şöyle dediler: Allah’a yemin olsun ki biz Hz. Peygamberin yer
aldığı bir gazveden asla geri kalmayacak, onunla beraber mutlaka biz de savaşacağız.
Hz. Peygamber onlara bir gazveye çıkmalarını emredince Müslümanlar topluca sefere
çıktılar ve Hz. Peygamberi Medine’de tek başına bıraktılar. Bunun üzerine bu ayet nazil
oldu.176
Bu ayette açıkça Müslümanların topluca savaşa çıkmaları men edilmektedir.
Bu emir, onlar bu şekilde savaşa çıktıklarında daha kuvvetli olmaları ve düşmana üstün
gelme ihtimali olmasına rağmen bu şekilde tezahür etmiştir. Çünkü bu şekilde topluca
sefere çıkmak iki yönden sakıncalı durumun oluşmasına vesiledir. Birincisi; Hz.
Peygambere yeni inecek ayetlerden ve onlardan çıkan hükümlerden onların mahrum
kalmaları, ikincisi ise; aile efradı ve yakınlarını himaye etmeyi terk ettikleri için onların,
düşmanların tuzak ve hileleriyle karşı karşıya kalmalarıdır.177
İşte yüce Allah, bu duruma vesile olacak topluca cihada çıkma eylemini bu
ayetle nehyetmiş, bu mefsedet kapısını sonsuza dek kapatmayı murat etmiştir.
h- Yüce Allah, kocası vefat eden kadının bekleyeceği iddet süresini dört ay on
gün olarak belirlemiştir.178 Bununla birlikte onlarla ilgili olarak “(İddet beklemekte
olan)
kadınlarla
evlenme
hususundaki
düşüncelerinizi
üstü
kapalı
biçimde
anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz
onları anacaksınız. Lâkin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice
buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya
kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakının. Şunu
iyi bilin ki Allah gafurdur, halimdi.”179 ayetiyle iki şeyi daha yasaklamıştır. Birincisi,
kocası ölüpde iddet bekleyen kadına açıkça evlilik teklifinde bulunmak; ikincisi, iddet
halindeyken evlilik akdini yapmak.
175
Tevbe 9/122
el-Burhani, a.g.e., s.387
177
el-Burhani, a.g.e., s.388
178
Bakara 2/234
179
Bakara 2/235
176
46
Bunlardan birincisiyle kastedilen hikmet şudur: Bu durumdayken açıkça bir
kadına evlenme teklifinde bulunmak, kadının taliplisine cevap vermede acele edip,
iddeti bitti diye yalan söylemesine ve bu şekilde iddet beklemeden kastedilen
maslahatın ortadan kalkmasına vesile olma durumunun söz konusu olmasıdır.
İkincisinin hikmeti ise, bu evlilik neticesindeki ilişki her ne kadar ilk evlilikten
beklenen iddet bitene kadar ertelense bile, bu akit bunlar arasında vaktinden evvel ilişki
meydana gelmesine sebep olur ve neticede neseplerin karışması gündeme gelir.180
İşte tüm bu örneklerde Yüce Allah, seddi zeria bağlamında bir takım
eylemlerden sakındırmış, bir kısmını ise fethi zeria bağlamında teşvik etmiştir.
B- Hz. Peygamberin Sünnetlerinde Zeria Örnekleri
Kur’an’da olduğu gibi Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerinde de pek çok
zeria örneklerine rastlamak mümkündür. Bunlardan birkaçı şu şekilde karşımıza
çıkmaktadır.
a- Humeyd b. Abdurrahman’ın Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiğine göre Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Bir kişinin anne ve babasına sövmesi en büyük
günahlardandır. (ashab) dedi ki: Ey Allah’ın resulü bir kişi anne babasına söver mi?
Evet dedi Hz. Peygamber. O, bir adamın babasına söver o adam da onun babasına
söver. O, bir adamın annesine söver, o adam da onun annesine.” Bu hadisin Buhari’de
gelen varyantı ise şu şekildedir. “ Bir kişinin anne babasına lanet etmesi en büyük
günahlardandır. Denildi ki: Ey Allah’ın Resulü! Bir kişi nasıl anne babasına lanet der?
Dedi ki: Birinin babasına söver, o da onun babasına söver, birinin annesine söver o da
onun annesine söver.”
Görüldüğü gibi burada, Hz. Peygamber bu tür bir fiil işleyen kişiyi, bu durum
onun kendi anne ve babasına sövülmeye vesile olduğu için anne babasına söven ve lanet
eden diye tanımlamış ve böyle bir eylem Seddi zeria bağlamında Hz. Peygamber
tarafından men edilmiş, yasaklanmıştır.181
b- Yüce Allah çeşitli ayetlerde hamrı yasaklamıştır. Çünkü hamr, aklın devre
dışı kalması neticesinde bir takım mefsedetin zuhur etmesine neden olmaktadır. Yüce
Allah’ın bu yasağının yanında, Hz. Peygamberin hadislerinde hamrın bir damlasını dahi
180
181
el-Burhani, a.g.e., s.386
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.111
47
içmek de yasaklanmıştır. Aynı şekilde hamrın sirke olması için evde tutulması da
yasaklanmıştır. Çünkü ondan bir damla içmek, onu yudumlamaya, neticede hamrı
içmeye; sirke için tutmak onu şarap olarak tutup ondan içmeye götüreceği için
yasaklanmıştır. Hamrın azında dahi mevcut olan haramlık illetini Hz. Peygamber şu
sözüyle açıklamaktadır: “ Şayet size bu hususta ruhsat tanınsaydı, siz onu (çoğunu
içmek gibi) yapardınız.”182
c- Hz. Peygamber kabirler üzerine mescit inşa etmekten nehyetmiş ve böyle
yapanlara lanet etmiştir. Yine kabirleri çevirip, etrafını yükseltmekten de men etmiş
bunun yanında kabirlerin mescit edinilmesini ve oralarda veya yakınlarında namaz
kılınmasını, kabirlerde kandil yakılmasını da yasaklamış, kabirlerin yerle aynı seviyede
yapılmasını emretmiştir. Bu emir ve yasakların ardında, insanları şirk ve puta tapmaya
götürecek yolları kapama maksadı yatmaktadır. Bu seddi zeria bağlamında yapılan
uygulamalardan başka bir şey değildir. 183
Nitekim günümüzde bu tür mahzurlu davranışlar sergileyip, farkında olmadan
neredeyse şirke düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan birçok insan vardır. Bu konu
üzerinde düşünülüp önemle üzerine eğilmek kaçınılmaz bir vecibedir.
d- Hz. Peygamber bir çok hadiste Ehli Kitaba benzemeyi men etmiştir. Bu
hususta bazı hadisler şöyledir: “ Yahudi ve Hrıstiyanlar saçlarını boyamazlar. Onlara
muhalefet edin.” “Yahudiler nalinleriyle namaz kılmazlar onlara muhalefet edin.” Aşure
hakkında da şöyle demiştir: “ Yahudilere muhalefet edin. Ondan bir gün önce ve bir gün
sonra oruç tutun.” Tirmizi Hz. Peygamberden gelen bir rivayeti nakleder. O rivayette
Hz. Peygamber şöyle demektedir: “ bizden başkasına benzeyenler bizden değildir.”
İmam Ahmed b. Hambel den gelen rivayet ise şöyledir: “kim bir kavme benzerse o,
onlardandır.”
Bu yasakların altındaki temel espiri, bu durumlar itibarı ile onlara benzemenin,
amel ve maksat itibariyle onlara benzemeye vesile olmasıdır. Bu ise Hz. Peygamber
tarafından Seddi zeria bağlamında men edilmiş, bu benzemenin kapısı kapatılmak
murad edilmiştir. 184
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.111
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112
184
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112
182
183
48
e- Hz. Peygamber bir kadınla halasının veya teyzesinin aynı kişinin nikahı
altında toplanmasını haram kılmıştır. O, bu durumu ve gerekçesini veciz bir şekilde
şöyle dile getirmiştir. “Eğer siz böyle yaparsanız akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz”
Bu yasak hükmü gayet açıktır. Eğer kadın buna razı olsa bile durum değişmez. Çünkü
bu tür bir eylemin Hz. Peygamberin de dile getirdiği gibi akrabalık bağının kopmasına,
zamanla bir takım problemlerin oluşmasına neden olması kaçınılmazdır. Bunun için bu
kapının Seddi zeria ilkesine binaen kapatılması kadar doğal bir şey olamaz. 185
f- Şari, nikahta akde ek olarak, gayrı meşru ilişkiden nikahı ayırıcı bir takım
artı şartlar koymuştur. Örneğin nikâhın duyurulması, veli şartı, kadının kendi velisi
olamaması gibi. Hatta nikah akdi esnasında def çalınması, şarkı söylenmesi ve ziyafet
verilmesi müstehaptır. Çünkü bunların ihmal edilmesi, nikah adı altında gayrı meşru bir
ilişkinin yaşanmasına, nikahtan kastedilen bir takım maslahatların ortadan kalkmasına
vesile olabilir. İşte bunun için bu emir ve tavsiyelerin Seddi zeria bağlamında
düşünülmesi mümkündür. 186
g- Hz. Peygamber borç veren bir kişinin, borç verdiği kişiden hediye kabul
etmesini yasaklamıştır. Bu hüküm, borç veren şahıs bu bedeli borçtan saysa bile aynıdır
değişmez. Çünkü burada, bu hediye sebebiyle borcun tehir edilmesi ve ribanın oluşması
durumu söz konusudur. Nitekim bu şahıs, hem borç verdiği malını almış olacak hem de
karşılığı olmadan bir fazlalık elde etmiş olacaktır. Bu Seddi zeria bağlamında
engellenmiş, bu tür mefsedetin önü kapatılmak istenmiştir. 187
h- Hz. Peygamber hadislerinde katilin hiçbir şekilde mirasçı olamayacağını
ifade etmektedir. İster bu, İmam Malik’in dediği gibi amden (kasten) öldürme olsun,
ister Ebu Hanife’nin dediği gibi bizzat öldürme olsun, ister kısas, keffaret veya diyeti
gerektiren bir öldürme olsun, ister haksız yere bir öldürme olsun, ister Şafi ve Hanbeli
mezhebindeki gibi mutlak öldürme olsun fark etmez. Yine katilin mirası acele elde
etmeyi kastedip etmemesi de eşittir. Kastın olup olmamasını dikkate almak, bu
eylemden insanları men etme noktasında, hükmün etkinliğini ortadan kaldırır. Çünkü
katilin mirasçı kılınması halinde bu tür eylemlerin artması gündeme gelecektir ki, buna
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.112
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.113
187
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114
185
186
49
götüren katilin mirasçı olması durumu, seddi zeria bağlamında Şari tarafından
kapatılmıştır.188
ı- Hz. Peygamber, ramazan orucuna bir veya iki gün önceden başlamayı
nehyetmiştir. Ancak bir kişi bunu adet edinmiş olsa yani daha önceden bir oruca
başlamışsa bunda bir sakınca yoktur. Aynı şekilde insanlar, şek gününde oruç tutmaktan
da menedilmektedir. Bu tür fiillerin menedilmesinin gerekçesi, bu eylemlerin insanlar
tarafından farz olmayan şeylerin farz olarak telakki edilmesine yol açacağı endişesidir.
Nitekim bayram günlerinde oruç tutmak, ibadet vakti ile diğer vakitleri bir birinden
ayırmak ve bu tutumun Hrıstiyanların yaptığı gibi vacibe ziyadeye götürmesini
engellemek için haramdır. Sonra Hz. Peygamber, bu maksadı, iftarda acele etmeyi,
sahuru da geciktirmeyi müstehap sayarak tekit etmiştir. Aynı gerekçelerle imamın
namazdan sonra kıbleye dönük olarak oturmaya devam etmesi veya mihrapta nafile
namaz kılması mekruh görülmüştür. Tüm bunlarda, farz olmayan şeylerin farz
zannedilip işlenmesine götüren yolları kapama kastı vardır.189
i- Şari, toplu yapılması gereken ibadetleri tek bir imamın arkasında ifa
edilmesini, bütün insanların tek bir imamın arkasında toplanmasını emretmiştir.
Örneğin; Cuma namazı, bayram namazı ve hatta iki imamın arkasında kılınması
emniyetin sağlanması açısından daha uygun olsa bile korku namazının da bu şekilde
kılınması gibi. Bütün bunlar, ayrılık, ihtilaf ve tartışmaların önünü kapama, insanların
kalplerinin ve sözlerinin tek bir noktada toplanmasını sağlama kastıyla öngörülen
emirlerdir. Çünkü Müslümanların tek bir söz etrafında toplanmaları, birlik ve beraberlik
içinde olmaları Şari’nin en büyük maksadıdır. Bu maksatla çatışan bütün yollar
kapatılmıştır.
Hatta
namazda
safların
düzeltilmesinde
bile
bu ince
maksat
hedeflenmiştir. Bu örnekler seddi zeriaya verilecek en ince ve latif örneklerdir.190
j- Nebi (a.s) bir kişinin, kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlükte bulunmasını,
kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasını ve alış verişi üzerine alış verişte
bulunmasını yasaklamıştır. Çünkü bu neviden eylemler, insanlar arasında kin ve
düşmanlığın yerleşmesine, birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olur. Bu yasaklara
birinin, kardeşinin kira akdi üzerine kira akdinde bulunması vs. gibi eylemler de kıyas
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.114
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.115
190
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.116
188
189
50
edilerek katılabilir. Çünkü tüm bunlarda ortak illet olan kin ve düşmanlığa yol açma
durumu söz konusudur ve bu yoların tümü Şari tarafından kapatılmıştır.191
k- Hz. Peygamber (s.a.v) bineğinde namazını kılıp sonra mescide gelen kişiye
imamla beraber nafile olarak bu namazı tekrar kılmasını emretmiştir. Çünkü diğerleri
namaz kılarken onun oturması, hakkında insanların kötü zan beslemelerine yol
açacaktır. Bekli de insanlar onun için bu kişi namaz kılanlardan değil düşüncesine
kapılabilir. İşte bunun önü kapatılmak istenerek onun da namaz kılması Hz. Peygamber
(s.a.v) tarafından emredilmiştir.192
l- Nebi (a.s), bir kişinin evinin yanındaki mescidi atlayıp başka bir mescide
gitmesini yani evinin yanındaki mescitte namaz kılmayı terk edip başka bir yerdeki
mescide gitmeyi yasaklamıştır. Nitekim Bakıye’nin, Müşaci b. Amr’dan onun da
Ubeydullah’tan, onun da Nafi’den, Nafi’nin de İ bn Ömer’den rivayet ettiği bir hadiste
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, bitişiğinde olan mescitte namaz
kılsın, onu atlayıp bir başka mescide gitmesin.”
Bu yasak o şahsın, yakınındaki mescidin imamından hoşlanmadığı izleniminin
doğmasını engellemeye yöneliktir. Tabi bu durum, imamın namazı eksik yapacak bir
davranışı söz konusu olmayıp her yönüyle bu görevi mükemmel bir şekilde ifa ettiği
durumlarda söz konusudur. Eğer namaz tam olmayacak bir pozisyon varsa veya imam
bidatçi ve günahları sebebiyle kınanıyorsa o camiye gitmeyip başka bir camiye gitmede
bir sakınca yoktur.193
m- Hz. Peygamber, kadınlara mescitlere gitmek için dışarı çıktıkları zaman
güzel koku sürünmeden çıkmalarını emretmiş, güzel koku sürünmelerini yasaklamıştır.
Çünkü bu erkeklerin onlara meyletmesine ve o kadınların yolunu gözlemelerine ve
neticede fitneye düşmelerine yol açar. Kadınların sürdükleri bu kokular, taktıkları
takılar ve bir takım güzelliklerini göstermeleri bu fitneye davetiye çıkarır. İşte bunun
için Hz. Peygamber onlara güzel koku sürünmemelerini ve erkeklerin arkasında camiye
gitmelerini, dikkat çekecek bir şekilde açıktan, namazda tesbihatta bulunmamalarını
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.117
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118
193
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118
191
192
51
emretmiştir. Tüm bunlar, mefsedete vesile olan şeylerin önünü kapamak ve mefsedetten
onları korumak kastıyla emredilen şeylerdir.194
n- Nebi (a.s) bir kişi hoş olmayan bir rüya gördüğünde onu insanlara
anlatmamasını istemiştir. Çünkü böyle bir eylem, bu olayın lafzi varlık mertebesinden,
harici varlık mertebesine intikal etmesine yol açar. Nitekim bu rüyada görülen şey, zihni
varlık derecesinden, lafzi varlık derecesine intikal etmiştir. Bilindiği gibi bütün işler
önce zihinde tasarlanır sonra bu lafız haline gelir daha sonra da eyleme dönüşür. İşte
Hz. Peygamber bu yasağı, seddi zeria bağlamında çok ince ve faydalı bir
uygulamadır.195
o- Hz. Peygamber, sadaka veren bir kişinin, sadaka olarak verdiği şeyi pazarda
satılırken bulsa bile onu geri almasını yasaklamıştır. Çünkü bu, kişinin Allah rızası için
verdiği şeyi bir bedel karşılığında bile olsa geri alması demektir. Sadaka veren kişinin
bu şekilde bir bedel karşılığında verdiği malı geri alması haram olunca onun bedelsiz
olarak geri alınması evleviyetle haram olur. Bu tür eylemlere cevaz vermek, kişinin
fakirlere malını verip daha sonra hile ile onlardan, verdiği malı geri satın almasının
yolunu açmak demektir, bu ise yüce dinimizin güzellikleriyle bağdaşmayan bir
tutumdur. İşte bunun önlenmesi açısından bu nevi eylemlerin kapısı sonsuza dek seddi
zeria bağlamında kapatılmıştır.196
ö- Resulullah (s.a.v) bir kişinin, kendisine takdir edilen bir takım musibetler
isabet ettikten sonra “ şöyle şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu” demesini seddi zeria
bağlamında yasaklamış ve bu tür bir davranışı şeytanın ameli olarak nitelendirmiştir.
Nitekim böyle davranmanı, kişinin üzülmesi, pişmanlık duyması, kalbinin daralması,
Allah’ın takdirine kızması ve şöyle davransam bu durum başıma gelmezdi inancının
onda oluşmasından başka bir faydası olmaz. Bu durum ise onun Allah’ın takdirine rızası
ve teslimiyetini ve kadere olan inancını zayıflatır. Unutulmamalıdır ki kim Allahtan
gelene razı olursa, Allah’ın rızası onunladır, kim de ondan gelene kızarsa Allah’ın
gazabı onunladır.197
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.118
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.121
196
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.124
197
İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.124
194
195
52
Seddi zeria bağlamında örnekler sadece bunlarla sınırlı değildir. İbn Kayyım
bu örneklerin sayısını eserinde Allah’ın doksan dokuz ismine uygun olacak bir şekilde
sıralamış ve her birini ayrı ayrı zikretmiştir.198
Ayrıca bu hususta, sahabe ve tabiinin uygulamalarına delilleri zikrederken
kısmen de olsa temas ettiğimiz için tekrar aynı örnekleri burada zikretmeye gerek
duymuyoruz. Bu konuyla ilgili örnekleri bol miktarda el-Burhani’nin Seddü Zeria adlı
eserinde bulmak mümkündür
198
Bkz.İbn Kayyım, a.g.e., c.III, s.110-125
53
SONUÇ
İslam hukuk usulünde deliller, asli ve fer’i deliller diye iki kısma ayrılır. bu
fer’i delillerden biri de zeriadır.
Zeria –feth ve sedd açısından- önemli teşri kaidelerinden bir kaidedir. Aynı
zamanda bu delil, Şari’nin genel maksadının gerçekleşmesi için hikmetli bir yol, fert ve
toplum terbiyesinde etkin bir yöntem, geçmişte uygulanan bir takım içtihatları anlamaya
yardımcı olan bir rehberdir. Bunun yanında, feth ve sedd açısından bu asıla tutunmadan
şarinin maksatlarının gerçekleşmesi, aynı şekilde mefsedetin önünün kapanması da
mümkün değildir.
Zeria, âlimler tarafından çeşitli yönlerden taksimata tabi tutulmuştur. Bu
taksimatlardan, sonuç açısından düşünülünce en dikkat çekici olanı ve belki de en fazla
kullanılanı feth ve sedd açısından yapılan zerianın taksimatıdır. Bu açıdan zeria, fethü
zeria ve seddü zeria diya ikiye ayrılır. Fethü zerianın manası; netice maslahat olunca, o
neticeye götüren vesileyi almak, onu yerine getirmektir. Çünkü maslahat, şer’an talep
edilen bir şeydir. Seddü zeria ise; sonuç yasak olan bir şey olduğunda, o yasak olana
götüren şeylerin -caiz olsa bile- engellenmesi, önünün kapatılmasıdır.
Hükümler temelde makasıd ve vesileler diye ikiye ayrılır. Makasıd, bünyesinde
hem maslahat hem de mefsedeti barındıran şeylerdir. Vesile ise makasıda götüren
yollardır. Vesilenin hükmü, götürdüğü makasıdın hükmüne göre şekillenmektedir. Bu
yüzden, vacibe götüren şeyin hükmü vacip, harama götüren şeyin hükmü haram, mubah
olana götüren şeyin hükmü de mubahtır. Bu durum “vacibin ancak kendisiyle
tamamlanabildiği şey de vaciptir” kaidesiyle uyuşmaktadır.
Örneğin, zina haramdır. Aynı şekilde zinaya vesile olan yabancı bir kadının
avret yerine bakmak da haramdır. Çünkü bu şekilde bir kadının bakılması haram olan
yerlerine bakmak, erkeklerin şehevi arzularını harekete geçirecek ve neticede onları bu
haram olan zina fiilini işlemelerine neden olacaktır.
54
Yine Cuma namazı, buna ehil olanlar hakkında farzdır. Aynı şekilde, Cuma
namazı için camiye gitmek ve bu vakitte alış verişi terk etmek, bu saatte başka işlerle
meşgul olmamak ta farzdır. Hac ibadeti ve onun tamamlayıcısı olan Kâbe’ye gitmek de
böyledir. Çünkü Şari, kullara bir şeyi emredince o şey için vesile olacak şeyler de Şari
tarafından talep edilmiş, bir şey yasaklandığında da o şeye götüren vesileler de
yasaklanmış demektir.
Bu durum, sadece ibadet alanına has değildir. Toplumsal bağlamda olaylar
incelendiğinde de ibadet alanındakinden farklı bir durum karşımıza çıkmaz. Örneğin,
Şari, toplumda sevgi ve muhabbetin yerleşmesini emretmiş, düşmanlık ve ayrılığı ise
nehyetmiştir. Hal böyle olunca, bir kişinin mümin kardeşinin dünürlüğü üzerine
dünürlük yapması veya alış verişi üzerine alış veriş yapması toplumda kin ve
düşmanlığın oluşmasına sebep olacağı için Şari tarafından bunlar da yasaklanmıştır. Bu
durum salim bir aklın gereği olan hikmet dolu yüce bir hakikattir.
İslam hukuk usulünün fer’i delillerinden olan zeriayı müstakil bir delil olarak
benimseme noktasında alimlerin ikiye ayrıldıkları görülür. Onu müstakil bir delil olarak
benimsemeyenlerin başında Zahiriler gelir. Onlar zanna binaen, bir takım şüpheler
neticesinde, Şari tarafından yasaklanmamış bir şeyin yasaklanamayacağını söylerler.
Onlara bu noktada bir nebze katılan Şafiler de bu asla uzak durmuşlardır.
Şafi ve Zahirilerin aksine bu aslı müstakil bir delil olarak kabul edenler ise
onun meşruiyetine dair kitap, sünnet ve sahabe uygulamalarından bir takım deliller
getirmişlerdir.
Bu delili bu isimle kullanmada Maliki ve Hanbelîler fazlaca ön plana çıktıkları
için, zeria sadece onların kullandıkları bir delil gibi algılanır olmuştur. Aslında bütün
mezheplerin kaynakları incelendiğinde, hemen hemen hepsinin bu delili -müstakil
olmasa da- birçok konuda hüküm verirken kullandıkları ortaya çıkmaktadır.
Gerek Kur'an'ı Kerim’deki konuyla ilgili ifadeler, gerek Hz. Peygamberin
sünnetlerindeki
ifadeler,
gerekse
sahabe
ve
tabiunun
uygulamaları
dikkatle
incelendiğinde bu aslın, İslam Hukuku ve toplum açısından ne kadar önemli ve ne kadar
vazgeçilmez bir asıl olduğu ortaya çıkmaktadır.
55
Zeria, bazılarının idda ettiği gibi hayatın sınırlarını daraltan, insanların fiili
hürriyetlerini kısıtlayan bir prensip değildir. O sadece toplumda Şari’nin makasıdını gün
yüzüne çıkartma bağlamında mefsedete götüren vesileleri engellemeyi buna mukabil
maslahata götüren vesilelerin önünün açılmasını gaye edinen vazgeçilmez, çok çok
önemli bir İslam Hukuk usulü kaynağıdır.
56
KAYNAKÇA
Kitaplar:
ABDULHAMİT, Muhammed Muhyiddin, Ahvalü’ş-Şahsiye, Beyrut, Darü’l
Kütübü’l Arabi, ts.
AŞUR, Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi, çev. Mehmet Erdoğan, 2.bs.
İstanbul, İz yay. 1996.
BUHARİ, Muhammed b. İsmail, es-Sahih, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992.
BURHANİ, Muhammed Hişam, Seddü Zerai, Şam, Daru’l-Fikr,1995.
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usulü, 9.bs., Ankara, TDV yay., 1993.
ÇAKAN, İsmail Lütfi, Hadis Edebiyatı, 5.bs., İstanbul, MÜİF yay., 2003.
EBU ZEHRA, Muhammed, Usulü’l Fıkh, Kahire, Daru’l Fikri’l-Arabî, ts.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberin, çev. Salih Tuğ, 5.bs.,
İstanbul, İrfan yay., 1993.
HAYDAR, Ali Emin Efendizade, Dürerü’l-Hukkam Şerhi Mecelleti’l Ahkâm,
Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts.
İBN FARİS, Ebu’l Huseyn Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mucemu’l Mekayis, Şam,
Darul Fikr, 1994.
İBN HANBEL, Ahmed Ebu Abdullah, el-Müsned, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay.,
1992.
İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said, el-İhkam fi Usuli’l Ahkâm,
Beyrut, Daru’l Kütübü’l İlmiye, ts.
İBN HÜMAM, Kemalüddin Muhammed b. Abdülvasid Kemal, Fethu’l Kadir,
Beyrut, Daru’l-Kütübü’l-İlmiye, 1995.
İBN KAYYIM el-Cevziyye, İlamu’l Muvakkiin, 2.bs. Beyrut, Daru’l Kütübü’l
İlmiye, 1993.
İBN KUDAME, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, el-Muğni,
Beyrut, Daru’l- Kitabi’l- Arabî, 1983.
İBN MACE, Muhammed b. Yezid, es-Sünen, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992.
İBN MANZUR, Ebu’l Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut,
Daru’l Mearife, ts.
57
KARAFİ, Ebu Abbas Ahmed b. İdris, el-Furuk, 1.bs., Beyrut, Daru’l Kütübü’l
İlmiye, 1998.
KASANİ, Ebu Bekir b. Mesud, Bedaiu’s-Senai fi Tertibi’ş-Şerai, Beyrut, Daru’l
Marife, 2000.
KURTUBİ, Muhammed b. Ahmed, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, Daru’l
İhya, 1985.
MERĞİNANİ, Ebu’l Hasen Ali b. Ebu Bekir, el- Hidaye Şerhü Bidayeti’lMübtedi, Beyrut, Daru’l Erkam, ts
MÜSLİM b. Haccac el-Kuşeyri, es-Sahih, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay., 1992.
NESAİ, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, 2.bs., İstanbul, Çağrı yay.,
1992.
NEVEVİ, Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabu’l Mecmu, Beyrut, Daru’l
İhya li’türasi’l-Arabî, 1995.
ŞA’BAN, Zekiyyüddin, Usulü’l Fıkh, çev. İbrahim Kafi Dönmez, 2.bs., Ankara ,
TDV yay., 1996.
ŞATIBİ, Ebu İshak İbrahim b. Musa, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, çev. Mehmet
Erdoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 1990.
ŞİRAZİ, Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Firazebadi, el-Mühezzeb, Beyrut,
Daru’l Kütübü’l-İlmiye, 1995.
YAZIR Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Şura Yay., ts.
ZEYDAN, Abdülkerim, el-Veciz fi Usuli’l-Fıkh, 7.bs., Beyrut, Müessesetü’rRisale, 2001.
ZUHAYLİ, Vehbe, Usulü’l Fıkhı’l İslami, Şam, Daru’l Fikr, 1986.
------------- el- Fıkhu’l İslami ve Edilletühü, Dimeşk, Daru’l Fikr, 1997.
------------- İslam Fıkıh Ansiklopedisi., çev. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, İstanbul,
Risale yay., 1994.
Süreli Yayınlar:
MUKIRRİ, Ahmed Muhammed, “Seddü Zerai” , Mecelletü Mecmeu Fıkhi’l
İslami, c.III, sayı 9, (1996), s.546
58
SEYYANİ, Muhammed b. Ahmet, “Seddü Zerai”, Meceletü Mecmu’ul-Fıkhi’lİslami, c.III, sayı.9, (1996), s.172
TARİZİ, Şeyh Mustafa Kemal, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l- Fıkhi’l
İslami, c.III, sayı 9, (1996), s. 410.
ZUHAYLİ, Vehb Mustafa, “Seddü Zerai”, Mecelletü Mecmeu’l-Fıkhi’l İslami,
c.III, sayı 9, (1996), s.121
59
Download