obsesif kompulsif bozukluk ve panik bozukluğu hastalarındaki cinsel

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Ord. Prof.Dr. Mazhar Osman
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekim: Doç. Dr. Medaim Yanık
Şef : Doç.Dr.Medaim Yanık
OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK VE PANİK
BOZUKLUĞU HASTALARINDAKİ CİNSEL İŞLEV
BOZUKLUKLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Umut Mert Aksoy
İSTANBUL, 2006
Eğitimim süresince bilgi ve desteğinden
yararlandığım Sayın Başhekimim ve Şef’im Doç. Dr. Medaim
YANIK’a, klinik deneyimini ve görüşlerini her zaman içtenlikle
paylaşan, psikiyatriyi sevmemde ve gelişimimde önemli katkısı
bulunan Sayın Şef Muavini Doç. Dr Fulya MANER’e, psikiyatri
formasyonumun şekillenmesindeki kişisel destek ve ilgisi için
Sayın Şef muavini DoçDr. Peykan GÖKALP’e , cinsel işlev
bozuklukları ve cinsellik alanı ile ilgilenmemde öncülük eden
destek ve yardım aldığım hastanemizin değerli emekli şef
muavinlerinden Dr.Nesrin YETKİN’e, nörolojiyle başlayan ama
psikiyatriyle devam eden bu serüvende hep yanımda olan Sayın
Şef. Doç. Dr. Baki ARPACI’ya, yanındaki rotasyon eğitimim
sırasında ve tezin değerlendirilmesinde, olgunlaşmasında
yakınlığını ve bilgisini esirgemeyen Sayın
Şef Dr.Nihat
ALPAY’a, rotasyon eğitimimi yanlarında tamamladığım klinik
Şef’lerim Sayın .Dr. Niyazi UYGUR’a, Sayın Doç. Dr. Duran
ÇAKMAK’a, Doç.Dr.Timuçin ORAL’a psikiyatri deneyimimin
şekillenmesindeki katkılarından dolayı
Sayın Doç.Dr.Levent
KAYAALP’e, tezimin değerlendirilmesindeki katkılarından
dolayı Sayın Şef.Dr.Latif ALPKAN’a, rotasyon eğitimlerim
sırasında bilimsel ve kişisel destekleri için Sayın Şef Muavini
Nesrin Buket TOMRUK’a, Uz.Dr.Aytül Gürsu HARİRİ’ye,
eğitimimde emeği geçen tüm hastane çalışanlarına, düşünceleri
ve bilgisi dostluğuyla hem psikiyatri yolculuğumda hem de tezin
yazım aşamasındaki sürekli desteği için Uz.Dr.Ejder Akgün
YILDIRIM’a, eğitimimi ve varoluşumu, herşeyimi
borçlu
olduğum sevgili anne ve babama, canım kardeşim Eylem’e ve
sevgisiyle, desteğiyle her zaman yanımda olan sevgili eşim
Uz.Psik. Şennur Günay AKSOY ‘a teşekkürlerimi ve şükran
duygularımı sunarım.
DR.UMUT MERT AKSOY
1
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR.......................................................................................................... 1
İÇİNDEKİLER......................................................................................................
2
I.GİRİŞ.................................................................................................................
4
II.GENEL BİLGİLER
ANKSİYETE VE CİNSEL İŞLEVLER.....................................................
5
OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK.
Tanım............................................................................................. 6
Genel Bilgiler......................................................................... …… 10
Kuramlar Açısından Obsesif Kompulsif Bozukluk
Psikanalitik Açıdan Obsesif Kompulsif
Bozukluk............
11
Bilişsel Davranışçı Kuram..................................................
12
OKB ve Cinsel İşlev Bozuklukları.....................................
13
PANİK BOZUKLUĞU
Tanım.........................................................................................
15
Genel Bilgiler.............................................................................
18
Kuramlar Açısından Panik Bozukluğu
Psikanalitik Açıdan Panik Bozukluğu................................
19
Ayrılık Anksiyetesi Ve Panik Bozukluğu...........................
20
Bilişsel Davranışçı Kuram.................................................
22
Solunumsal Etkenler Ve Karbondioksit Duyarlılığı...........
23
Panik Bozukluğu Ve Cinsel İşlev Bozuklukları..........................
24
Panik Bozukluğu’nda Cinsel İşlev Bozukluklarına
Bütüncül Yaklaşım…………………………………………………
25
CİNSEL İŞLEV BOZUKUKLUKLARI..
Tanım.........................................................................................
26
Cinsel Anatomi’ye Kısa Bir Bakış
Erkek Cinsel Anatomisi......................................................
27
Kadın Cinsel Anatomisi ....................................................
27
Cinsel Organların İnnervasyonu................................................
28
Cinsel Yanıt Döngüsü Ve Erkek Ve Kadında Cinsel Fizyoloji…
29
2
Cinsel İşlev Bozukluklarının Sınıflandırması Ve Yaygınlığı.......
33
Cinsel İstek Bozukluklar
Azalmış (Hipoaktif) Cinsel İstek Bozukluğu.............................
35
Cinsel Tiksinti Bozukluğu................................................
35
Cinsel Uyarılma Bozuklukları
Sertleşme Güçlüğü..........................................................
36
Kadında Cinsel Uyarılma Bozuklukları..........................
37
Orgazm Bozuklukları
Kadında Orgazm Bozukluğu….......................................
38
Erkekte Orgazm Bozukluğu.........................................
39
Erken Boşalma......................... …………………………..
40
Cinsel Ağrı Bozuklukları
Disparoni............................................................................ 41
Vajinismus.......................................................................... 41
III.AMAÇ............................................................................................................
42
IV.GEREÇ VE YÖNTEM
Olguların Seçimi.....................................................................................
43
Dışlama Ölçütleri....................................................................................
43
Değerlendirme Ölçekleri………………….…………………………………
44
Değerlendirme ve İstatistiksel Analiz….…………………………………..
47
V. BULGULAR...................................................................................................
48
VI. TARTIŞMA VE SONUÇ…………………...….…...........................................
58
VII. ÖZET……………………………………….…………………………………….
63
VIII. SUMMARY……………………………………………………………………..
65
VIII.KAYNAKLAR.............................................................................................
67
IX. EKLER........................................................................................................
79
3
GİRİŞ
Cinsel İşlev Bozuklukları her yönü ile klinik psikiyatri alanında giderek
artan bir önem kazanmaktadır. Günümüze kadar yapılan çalışmaların sınırlılığı
bu alanın hem bireysel hem de toplumsal alanda tabu niteliğinde bir yapısının
oluşundan
ve
cinsel
işlevlerin
sorgulanmasındaki
güçlüklerden
kaynaklanabilmektedir.
Psikiyatride kullanılan DSM (Ruhsal Hastalıkların tanımsal ve istatistiksel
başvuru kitabı) ve ICD (Dünya Sağlık Örgütü Ruhsal ve Davranışsal
Bozukluklar Sınıflandırması) gibi tanı kategorilerinde ruhsal hastalıklar belirti
kümelerine göre tanımlanmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar ruhsal
bozuklukların çeşitlilik gösteren klinik görünümlerine dikkat çekmektedir (Vullink
2006, Van Minen 2000). Klinik ve deneysel araştırmalar, davranışçı ve
psikanalitik ekoller gibi farklı bakış açıları cinsel işlev bozuklukları ve anksiyete
arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir (Figueira 2001,Cooper 1969, Fenichel 1945).
Psikanalitik ekol yakın geçmişte cinsel işlev bozuklukları ve anksiyete
bozukluklarını birbiriyle paralel fenomenler olarak değerlendirmiş, cinsel dürtüler
ve bu dürtülere yönelen savunma düzeneklerinin anksiyete bozukluklarının
oluşumundan ve sürmesinden sorumlu tutmuştur.(Freud 1905, Fenichel 1945).
Anksiyete bozukluklarının bu cinsel etyolojisine yönelik varsayımlara karşın
Barlow(2000) cinsel dürtülerin düzenlenmesi ile anksiyete bozukluklarının
oluşumu arasında deneysel bir bağlantı olmadığını bildirmiştir.
Anksiyete Bozukluklarında cinsel işlev bozukluklarının görülme oranı
görece az çalışılmış bir alanı oluşturmaktadır (Montgomery 2002). Cinsel
sorunlar ve cinsel işlev bozukluklarının varlığının araştırılması hastaların
cinsellik gibi gizli ve tabu olarak kabul edilen ve çoğunlukla yakınmalarını
rahatlıkla dile getiremedikleri bir alandaki sorunların ön görülebilmesine ve
gerektiğinde hastalığın farmakoterapisi ve psikoterapisi sırasında yapılacak olan
değişikliklere ışık tutabilecektir. Anksiyete düzeyleri ve depresif belirtileri ile
cinsel işlev bozukluklarının ve cinsel doyumlarının karşılaştırılmasını olanaklı
kılacaktır.
1
GENEL BİLGİLER
ANKSİYETE VE CİNSEL İŞLEVLER:
Masters ve Johnson’un (1966) ve Kaplan’ın (1974) cinsellik üzerine
yapmış oldukları çalışmalar psikiyatri pratiğinin gündemine cinsellik ve cinsel
işleve ait sorunların ele alınmasını sağlamıştır. Bu öncü çalışmalardan yola
çıkarak anksiyetenin cinsel işlevler üzerinde olumsuz bir etkisi olabileceği ileri
sürülmüş,
durumsal
kaygı
oluşturan
uyarılar
eşliğinde
cinsel
işlevler
incelenmiştir. Bazı araştırmacılar sağlıklı gönüllülerde kaygı oluşturan uyarıların
cinselliği ve cinsel işlevleri ketledikleri öne sürmüş (Beggs 1987), bazı
araştırmacılar
ise
anksiyetenin
cinsel
uyarımı
arttırabileceği
ya
da
değiştirmeyeceğini öne sürmüştür (Laan 1995, Palace 1990).
Anksiyetenin cinsel uyarılmayı arttırıcı etkisi ise otonomik uyarıların
bilişsel değerlendirilmesi ile yakından ilişkili olabilmektedir. Anksiyete oluşturan
durumlarda ortaya çıkan fizyolojik yanıtlar cinsel uyaranların eşliğinde cinsel
uyarılmaya neden olabilmektedir (Palace 1990). Cinsel işlev bozukluğu bulunan
ve bulunmayan kişilerde uyarılmada artış olabilmesine karşın, cinsel işlev
bozukluğu bulunan kişilerde bu uyarılmanın daha az olması aynı çalışmada bu
kişlerin cinsellikle ilişkili bilişlerine ve olumsuz beklentilerinin varlığına
bağlanmıştır. Bu durum Barlow (2000) ‘un öne sürmüş olduğu cinsel uyarılma
modeli ile uyumludur. Bu modelde cinsel uyarılma bilişsel olarak olumlu kontrol
duyumuna neden olur ve erotik uyarıya olan dikkati arttır ve fizyolojik olarak
uyarılamaya neden olur. Cinsel işlev bozukluğu bulunan kişilerde ise
yetersizliğin oluşturduğu olumsuz biliş kişinin cinsel performansına ve erotik
olmayan uyaranlara odaklanmasına yol açarak cinsel işlevi olumsuz etkiler. Bu
tartışmalardan yola çıkarak cinsel işlevler ve anksiyete arasındaki ilişkinin
karmaşık bir nitelik taşıdığı öne sürülebilir.
2
Bu çalışmalar cinsel işlev bozukluğu bulunan bireyler ve ya anksiyete
yaratan uyaranlar eşliğinde sağlıklı gönüllüler ile yapılmıştır. Yapısal olarak
yüksek anksiyetenin var olduğu anksiyete bozuklukları gibi özgün durumlarda
cinsel işlevlerin durumu ve anksiyete ile ilişkisi yeterli incelenmemiş bir alanı
oluşturur. Bu alanda yapılmış olan tek bir çalışmada anksiyete ve cinsel
sorunlar arasında yüksek düzeyde bir komorbiditenin varlığı ortaya konmuştur;
panik bozukluğu ve OKB’si bulunan kadınların cinsel isteklerinin azaldığı, daha
az cinsel ilişkiye girdikleri saptanmış, özellikle istek evresi ile ilişkili sorunlar
anksiyete ile doğrudan ilişkili bulunmuştur, anksiyetenin cinsel uyarılmayı
değiştirmediği ya da az bir oranda olumsuz olarak etkilediği ortaya
konmuştur.(Van Minnen 2000).
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK:
Tanım
Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)’un temel belirtilerini obsesyonlar ve
kompülsiyonlar oluşturmaktadır. Obsesyonlar, kişide anksiyeteye neden olan
yineleyici ve ısrarcı düşünce, dürtü ve imgeleri tanımlarlar. Obsesyonların
özelliği inatçı ve intruzif olmaları, kişiyi rahatsız edici niteliğidir. Obsesyonlar
rahatsız edici ve kişide anksiyete yaratıcı olup, sıklıkla kişi tarafından kendi
zihnin bir ürünü olarak değerlendirilir ve bu düşünce, dürtü ve imgelerin içeriği
bir dış faktöre atfedilmemektedir. Intruzif düşünceler genel poulasyonda sık
rastlanan bir durumdur (Rachman 1978).
Günümüz
psikolojik
modellerine
göre
bir
intruzif
düşüncenin
obsesyondan ayrıldığı nokta, kişinin bu düşüncenin varlığı ve içeriğine bağladığı
anlamdır. OKB hastaları intruzif düşünce ve uğraşıların tehlikeli ve ahlakdışı
nitelikte
oldukları,
kendi
ve
diğerlerine
yönelik
bu
tehlikeli
içeriğin
oluşturabileceği zararları engelleyebileceklerine dair bir inanç geliştirirler
(Salkovskis 2003).
Erişkin hastalar tarafından en sık tanımlanan obsesyonlar görülme
sıklıklarına göre şu şekilde sıralanmaktadır: kirlenme (%37.8), kuşku (%23.6),
simetri (%10), bedensel ve fiziksel belirtilerle ilgili aşırı uğraşı ile ilgili
obsesyonlar (%7.2); dini ve mistik uğraşılar (% 5.9) ve cinsel içerikli rahatsız
3
edici düşünceler (eşcinsellik,pedofili gibi) (%5.5) (Foa 1995, Tükel 1997, Işık
2006).
Kompülsiyonlar ise obsesyonlara yanıt olarak veya belirli kurallar
çerçevesinde kişinin gerçekleştirmek zorunda olduğunu hissettiği, davranışsal
ya da zihinsel eylemler olarak tanımlanabilir. Kompulsiyonlar açık bir şekilde bir
eylem olarak gerçekleştirilebileceği gibi-örn. kontrol ya da temizlenme eylemleri,
örtük bir biçimde zihinsel uğraşıları da kapsayabilmektedir (örn. dua okumak,
belirli sözcükleri tekrarlamak gibi). Bu örtülü (covert) obsesyonların ortaya
konması
ve
kişinin
direnç
göstermesi
bakımından
daha
zorludurlar.
Kompulsiyonlar, kişide bir doyum ve haz oluşturmayışı yalnız anksiyeteyi
nötralize edici nitelikleri ile impulsif davranışlardan ayrılırlar.
En sık rastlanan kompulsiyonlar ise sıklık sırasına göre: kontrol (%28.8),
temizlenme
(%26.5),
tekrarlayıcı
davranışlar
(%11.1),
örtülü
(covert)
kompulsiyonlar (%10.9), düzeltme-düzenleme (%5.9) olarak sıralanabilir (Foa
1995).
Klasik olarak benliğe yabancı (ego distonik) olarak tanımlanan OKB
belirtileri,
zarardan
kaçınma,
riski
azaltma,
içgörü,
direnme
(belirtileri
baskılamak için direnme), haz yokluğu ile birliktedir (Mc Elroy 1994).
OKB ye bağlı yakınmalar tıbbi literatürde 300 yıl öncesine dayanmaktadır
(Okasha 2000). OKB yeni bir fenomen olmayıp paramedikal literatürde de bahis
konusu edilmiştir. Ünlü İngiliz şair ve yazarı Shakespear’in Macbeth adlı
eserindeki Macbeth karakteri bu duruma bir örnek teşkil etmektedir. Charles
Darwin ve John Bunyan gibi ünlü kişilerde de bu hastalığın olduğundan söz
edilmektedir (Salkovskis 2003).
Erken dönem tanımlamalar Anglo-sakson literatüründe obsesyonların
dini içeriklerine,
Alman literatürü düşüncelerin akıldışı içerikleriyle bağlantılı
olarak psikotik olarak da değerlendirilebilecek niteliğine gönderme yaparken,
Fransız literatürü ise kuşku ve kendilik değerinin kaybı üzerinde durmuştur.
Zamanla birlikte obsesyonların kişilerin dönemsel olarak sahip oldukları kültür
ve
bilgiden
etkilendiği
anlaşılmıştır.
1960’lı
yıllara
kadar
obsesyonel
bozuklukların prognozu olumsuz olarak kabul edilmekteydi ve uzun dönem
4
hastane yatışları, destekleyici tedavi ve hatta psikoşirurjik girişimlerin
gerekliliğinden söz edilmiştir.
Geleneksel tanımlamaya aykırı olarak, OKB hastalarının önemli bir
kısmının obsesyonlarını anlamsız ve saçma olarak değerlendirmediği, belli bir
oranındaki hastaların ise bunlara inandıkları ileri sürülmüştür. OKB hastalarının
bir grubunda bu durum aşırı değerlendirilmiş fikir olarak ya da daha nadiren
hezeyan olarak tanımlanabilir (Insel 1986,Veale 2002).
Psikiyatri klinik uygulamalarındaki tanı kategorileri olan DSM-IV ve ICD10 ‘da OKB tanısı konabilmesi için obsesyonların ve kompulsiyonların varlığı
gerekli görülmüştür.
Kişi bu obsesif nitelikteki düşünce, dürtü ve imgelerin kendi zihinlerinin bir
ürünü olduğunu kabul etmeli, dışsal bir faktör ya da kişiye atfetmemelidir.
Bununla birlikte obsesyonlara yönelik içgörünün değişken olduğu bildirilmektedir
(Lochner 2003).
DSM-IV ile birlikte hastalık epizodu sırasında kişinin obsesyonlarının
ve/veya kompulsiyonlarının aşırı ya da anlamsız olarak değerlendirmediği
durumda “içgörüsü az olan” alt tip sınıflandırmaya girmiştir.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk DSM-III (APA 1980) ve DSM-III-R de
“obsesif kompulsif nevroz” terimleri ile adlandırılırken DSM-IV ve DSM-IV-TR‘de
“Obsesif Kompulsif Bozukluk” terimi kullanıma girmiştir.
DSM IV TR ‘ ye göre Obsesif- Kompulsif Bozukluk şu şekilde tanımlanmıştır:
A-Obsesyonlar ya da kompulsiyonlar vardır;
Obsesyonlar aşağıdakiler ile tanımlanır:
1) Bu bozukluk sırasında kimi zaman istenmeden gelen ve uygunsuz olarak
yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineyeici ve sürekli
düşünceler,dürtüler ya da düşlemler,
2) Düşünceler, dürtüler ya da düşlemler sadece gerçek yaşam sorunları
hakkında duyulan aşırı üzüntüler değildir,
5
3) Kişi bu düşünceleri, dürtü ya da düşlemlerine önem vermemeye ya da bunları
baskılamaya çalışar yada başka bir düşünce ya da eylmele bunları
etkisileştirmeye çalışır,
4) Kişi obsesyon düşünceleri, dürtü ya da düşlemlerini kendi zihninin bir ürünü
olarak görür. (Düşünce sokulmasında olduğu gibi değildir.)
Kompulsiyonlar aşağıdakiler ile tanımlanır;
1) Kişinin obsesyona bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulanması
gereken kurallara göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar
(el yıkama,düzene koyma ,kontrol etme gibi) ya da zihinsel eylemler (dua etme,
sayı sayma, birtakım sözcükleri yineleme)
2) Davranışsal ya da zihinsel eylemler sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan
sıkıntıyı azaltmaya ya da korku yaratan olay ya da durumdan korunmaya
yöneliktir.Ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleşmesi ya da
korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili
değildir, ya da
açıkça çok aşırı bir düzeydedir.
B. Bu Bozukluğun gidişi sırasında bir zaman kişi obsesyon ya da
kompulsiyonlarının aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul eder.
C. Obsesyon ya da kompulsiyonlar belirgin bir sıkıntıya neden olur ya da
zamanın boşa harcanmasına yol açar (günde 1 saatten daha uzun zaman
alırlar) ya da kişinin olağan günlük işlerini mesleki (ya da eğitimle) ilgili
işlevselliğini ya da olağan toplumsal etkinlik ve ya ilişkilerini önemli ölçüde
bozar.
D. Başka bir eksen I bozukluğu varsa obsesyon ya da kompulsiyonların içeriği
bununla sınırlı değildir,
E. Bu bozukluk bir maddenin kötüye kullanım ya da genel tıbbi bir durumun
doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
İç görüsü az olan: O sıradaki epizodda çoğu zaman kişi obsesyon ya da
kompulsiyonlarının aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul etmiyorsa
6
OKB, Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu (OKKB) ile bazı yüzeysel
benzerlikler gösterse de, yapılan çalışmalarda özgül bir premorbid
kişilik
bozukluğu ve OKKB ile OKB arasında bir ilişki gösterilememiştir.(Black 1997,
Denys 2004 )
Genel Bilgiler:
OKB’nin 80‘li yıllardan önce nadir olarak görüldüğü ve tedaviye dirençli
olduğu öne sürülmüştür. Modern araştırma ve çalışmalar görülme sıklığının
daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir. Yaşam boyu görülme sıklığı oranları
ülkelere göre farklılık göstermektedir. En düşük görülme sıklığının %0.5-0.9
oranı ile Tayvan’da ve %0.6 ile Hindistan’da olduğu saptanmıştır. Kuzey ve Orta
Avrupa ‘da yapılan çalışmalar yaşam boyu görülme sıklığının %2.6 ve %3.2
arasında değiştiğini ortaya koymuştur (Degonda 1993). ABD de yapılan ECA
çalışması ise bu oranı %1.65 olarak saptamıştır (Sadock 2000). Elde edilen
bulgular OKB’nin fobiler, madde kullanımı ve major depresif bozukluktan sonra
dördüncü sırada en sık rastlanan psikiyatrik bozukluk olduğunu ortaya
koymuştur (Rasmussen 1990). Türkiye Ruh Sağlığı Profili Araştırması’nda
obsesif kompulsif bozukluğun 1 yıl içerisindeki yaygınlığını %0.5 olarak
saptamıştır (Kılıç 1998 ). Doğan ve arkadaşlarının Sivas İl Merkezi’nde
yaptıkları bir çalışmada obsesif kompulsif bozukluğun bir aylık yaygınlığı %2.6,
yaşam boyu yaygınlığı ise % 3.7 olarak bulunmuştur (Doğan 1995,Özmen
2002).
OKB‘nin
şiddeti
kişiden
kişiye
değişiklik
gösterir.
Kişiler
bu
rahatsızlıklarını saklama eğilimindedirler. OKB sosyal ilişkilerde önemli olumsuz
etkiler oluşturur ve sıklıkla aile ve evlilik uyumsuzluklarına, doyumsuzluklara,
ayrılık ve boşanmalara neden olabilmektedir (Koran 2000). Birçok çalışmada
OKB hastalarının genel popülasyona göre daha düşük evlilik oranları olduğu
bildirilmiştir.(Koran 2000, Leon 1995).
OKB’nin sosyal maliyeti kişinin toplum içerisinde tam olarak işlevsellik
gösteremeyişi olarak tanımlanabilir. 1990 yılında tüm dünyada bu maliyet 5
trilyon dolar olarak hesaplanmıştır. Sosyal maliyet hastalığın tüm maliyetinin
%70.4 oranında en önemli kısmını oluşturmaktadır.
7
Kuramlar Açısından Obsesif Kompulsif Bozukluk
Psikanalitik Kuram Açısından Obsesif-Kompulsif Bozukluk:
Psikanalitik okul diğer nevrotik rahatsızlıklarını açıklamada kullandığı
modeli obsesif kompülsif bozukluk için de geçerli kılmıştır. Bu teori OKB’de
merkezi rolü ego üzerine kurgulamış, egonun temel olarak gerileme (regresyon)
yoluyla kişinin saplandığı nesne ya da doyum biçimine geri döndüğü ifade
etmiştir. Bu hastalarda ödipal döneme ait dürtü ve isteklerin yarattığı ciddi
çatışma durumlarında, bu istekler kısmen veya tamamen terk edilir ve bir önceki
psikoseksüel gelişim basamağı olan anal dönemin istek ve ihtiyaçlarına geri
dönülmektedir.
Ego kontrolü diğer nevrotik bozukluklar da olduğu gibi görece yetersiz
hale gelmiştir. Ego işlevlerini kendi yargısı ile çelişen daha güçlü bir oluşumun süperegonun - denetiminde yürütmeye çalışır, belli edimleri yapmak, düşünmek
veya bırakmak zorundadır, aksi takdirde kendini büyük bir tehdit ile karşı
karşıya bulur. Bu tehdit kuramın anksiyeteyi açıklamak için kullandığı bir temel
açıklamayı oluşturmaktadır (Fenichel O. 1945).
Obsesyonel düşünceler dürtü türevleridir ve kimi zaman dürtü niteliklerini
korumuşlar,
ancak
kimi
zamanda
bu
niteliklerini
yitirmiş
ve
yalnızca
düşünülmesi zorunlu düşünceler haline gelmişlerdir. Bu yapı değiştirmiş dürtü
türevleri temel dürtüye ait enerjinin açığa çıkması için yeterli olmamakta kişi bu
durumun yarattığı kaygıyı nötralize etmek için düşüncenin tersi eylemi
gerçekleştirmeye zorlanmaktadır.
Psikanalitik teori saldırgan ve cinsel dürtülerle başa çıkmada kullanılan
üç temel savunma düzeneğini işlerliğe sokmaktadır: yalıtma (izolasyon), yapboz (undoing) ve karşıt tepki oluşturma (reaksiyon formasyon). Yalıtma yoluyla
dürtünün duygusal bileşiminden ayrılması ve salt düşünce içeriği ile bilinç
düzeyinde tutulması söz konusudur. Yap-boz yoluyla kompülsif nitelik taşıyan
eylemin bir ikincisi yoluyla iptal edilmesi ve bu tür eylemler yoluyla kişinin egoyu
tehdit eden, korkutucu obsesif düşüncelerden kurtulması ve böylece bu
dürtünün gerçekleşmesi ile süperego tarafından cezalandırılacak olan egonun
bu dürtüleri yok sayabilmesi söz konusu olur (Gabbard 2000).
8
Kullanılan
diğer
önemli
bir
savunma
düzeneği
de
karşıt
tepki
oluşturmaktır. Dürtülerin tehdidi altında ego sanki bunlar süregenmişçesine her
an tehlikeye karşı hazırlıklı olunan bir tutum geliştirir. Bu tutum genellikle
dürtüsel içeriğin tam tersi yönünde oluşabilir. Bu şekilde ortadan kalkan tutumun
zarar veren ya da moral açıdan kabul edilmeyen içeriği bilinçdışında
tutulmaktayken, bilinç alanında bu dürtüsel içeriğin tersi yer alır. Kirlilik
dürtülerine karşın bilinçdışı alanda bu dürtüler varlıklarını sürdürürken bilinç
düzeyinde kişinin aşırı temiz olmaya yönelmesi, kirlenme obsesyonları ile
sonucunda gelişen temizlenmeye yönelik kompulsif eylemler gelişebilmektedir
(Tükel 2004).
Psikanalitik bakış açısı, tüm obsesyonlar ve eşlik eden kompulsiyonların
kişide anlamlı bir karşılığının bulunduğunu öne sürmektedir. Bu bağlamda
obsesyonlar ve kompulsiyonlar psikoseksüel gelişimin anal fazında tuvalet
eğitimi ve ebeveyn ile çocuk arasında yaşanan çatışma zemininde bir açıklama
bulabilmektedir.
Bilişsel Davranışcı Model:
Mowrer’ın fobik korkunun oluşumu açıklayan “iki evre kuramı” obsesif
kompulsif bozukluğu açıklamak için kullanılmıştır (Barlow 2000). Bu kuram
uyarınca nötral nesne ya da uyaranlar ilk evrede anksiyete ile birlikte eşleştirilir
ve koşullu bir uyaran oluşur. İkinci evrede ise bu koşulu sağlayan uyarı ya da
nesne kişide anksiyete oluşturur ve obsesyonel düşünce şeklindeki bu
anksiyete uyandıran düşünce, anksiyete yanıtlarını ortadan kaldırmak için
zorlantılı davranışlar meydana getirir. Bu kuram uyarınca obsesyonlar
öğrenilmiş edimler, kompulsiyonlar ise anksiyeteyi nötralize etmek için
öğrenilmiş ve pekiştirilmiş davranış bütünüdür (Salkovskis 2003).
Bu model obsesyonları koşullanmış uyarı olarak kabul eder. Anksiyete ile
koşullanan uyaranlar alıştırma’ya (habituasyon) karşı direnç oluştururlar.
Kompulsif davranışlar sonrasında anksiyetede azalma gözlendiği için bu
davranış örüntüsü pekişir ve uzun bir dönem içerisinde obsesyonları oluşturan
uyarıların var olduğu durum ya da koşullardan kaçınmalar yolu ile agorofobide
olduğu
gibi
anksiyeteden
kaçınma
gözlenir.
Bu
model
uyarınca
9
kompulsiyonların anksiyetesi azaltması obsesyonların sürmesine neden olur ve
obsesyonel düşüncelere maruz kalmayı (exposure) engelleyerek alıştırmayı
(habituasyon) engeller ve bu takıntılı-zorlantılı davranış örüntüsünün sürmesine
yol açar. Obsesyonel düşünceler bir yeniden değerlendirmeyi (reappraisal)
olanaksızlaştırarak korkuların gerçek dışılığının farkındalığını engeller.
OKB’de davranışsal modelin ortaya koyduğu bu hipotez araştırma
bulguları tarafından tam olarak doğrulanamamıştır. Kontrol kompulsiyonu olan
hastaların psikoterapist varlığında anksiyetelerinin azaldığı gözlenmiş, ancak
kontaminasyon obsesyonu ve yıkama kompulsiyonu olan hastalarda bu durum
gözlenmemiştir (Roper 1973,1975).
Bilişsel model ise istenmeden gelen ve anksiyeteye neden olan
obsesyonel düşünceleri normal bir fenomen olarak değerlendirmiştir (Rachman
1978). Bu düşünceler aslında emosyonel bir eşleneğe sahip değildirler ve
bilişsel bir değerlendirme sonrasında emosyonel olarak eşleştirilirler. Bireysel
deneyimler olumlu, olumsuz ya da nötral bir emosyon ile eşleşebilirler. Bu
istemsiz ve yineleyici düşünceler yaratıcılık ve problem çözebilen adaptif ve
işlevseldirler, ancak istemli davranışlar yolu ile bu davranışlar pekişir ve sürer
(Salkovskis1985 ).
Obsesif-Kompulsif Bozukluk ve Cinsel İşlev Bozuklukları:
Obssesif-Kompulsif Bozukluk hastalarında cinsellik ve cinsel işlev
bozukluğu yeterince araştırma yapılmamış bir alandır.
Hastalığın fenomenolojisine yönelik çalışmalar OKB’ de özellikle kişiyi
rahatsız eden düşünce ve imgelerde cinsel temaların %5-13 düzeyinde görece
az rastlanır olduğunu göstermiştir (Freund 1989). Rasmussen ve Tsuang (1986)
yaptıkları çalışmada hasta örneklem grubunun %32 ‘sinde cinsel obsesyonlar
bulunduğunu ve bu cinsel obsesyonların bireylerin ahlaki değerleri ile çatışan bir
nitelik taşıdığını ortaya koymuştur.
Bireydeki cinsel çatışmaların OKB’nin gelişiminde etyolojik bir faktör
olabileceği literatürde öne sürülmektedir (Staebler 1993). Bu durumda
obsesyonlar ve kompulsiyonlar düşmanlık, şiddet ve cinsellik içeren dürtülerin
bastırılması
ve
takibinde
gelişen
savunma
düzenekleri
zemininde
10
değerlendirilebilir ve hastaların yaşamında cinsel ilişkiler ve evlilik alanında
gözlemlenebilir. Bireyin kontrole yönelik tutumu, başarısızlık korkusu ile
cinsellikten kaçınmayla sonuçlanabilir. Obsesif kompulsif semptomatolojinin de
bireylerin evlilik ve cinsel yaşamlarında sorun oluşturabileceği ve bu belirtilerin
cinsel yakınlık kurulmasına engel teşkil edebileceği ifade edilmiştir (Hoover
1984).
Literatürdeki çalışmalar cinsel çatışmalarla OKB arasındaki ilişki
konusunda çelişkili görüşler sunmaktadır. Çalışmalar hafif düzeyden orta
düzeye değişen cinsel sorunlar tanımlamaktadır. Deskriptif bir çalışmada 44
OKB hastasının yalnız %32’sinde cinsel ve düşmanca obsesyonlar saptanmış
(Rasmussen 1986), 44 hastayla yapılan başka bir çalışmada ise hastaların
%36’ sında cinsel obsesyonlar ve %20’ sinde ise hastalık öncesi dönemde
cinsel sorunlar saptanmıştır (Freund 1989).Aynı çalışmada araştırmacılar %73
oranında cinsel doyumsuzluk saptamışlardır
OKB’de evlilik oranlarının daha düşük oluşunun ve bu kişilerin sürekli
ilişki kurmada yaşadıkları güçlükler, cinsel deneyimlerinin kısıtlı oluşunun,
hastalık sürecinde gözlenen cinsel doyumsuzlukla ilişkili olabileceği ifade
edilmiştir (Steketee 1997).
Hastalarda gözlenen bulaşma korkuları ve cinsel salgılardan kaçınmanın
cinsel doyumsuzlukla ilişkili olabileceği öne sürülmüştür. Staebler’in (1993)
Obsesif-Kompulsif Bozukluk hastalarının bu hastaların cinsel anamnezlerindeki
belirli parametrelerin, panik bozukluğu ve major depresyon hasta grupları ile
karşılaştırıldığı
çalışmasında
hastaların
%60’ında
cinsel
doyumsuzluk
bulunduğunu, ancak OKB hastalarının cinsel doyum, ilk cinsel ilişki yaşı, evlilik
ilişkisinin doyumlu oluşu zemininde panik bozukluğu ve major depresyon
hastalarından önemli bir fark göstermediklerini ortaya koymuştur.
Monteiro, OKB hastaları ile yaptığı bir çalışmada kadın hastaların
yaklaşık
%9 oranında anorgazmi bulunduğu, %22’sinin cinsel istek fazı ile
ilişkili sorunlar yaşadığını, erkek hastalarda ise %25 oranında istek azlığı, %12
oranında ise erken boşalma olduğunu, %6’sında ise sertleşme bozukluğu
bulunduğunu ortaya koymuştur ve bu hastaların %39’unda cinsel doyumsuzluk
11
saptamıştır.(Monteiro 1987).Orgazm fazına ilişkin bozukluk Freund(1989)
tarafından yapılan çalışmada %12 oranında bildirilmiştir.
Ülkemizde
de
Osmangazi
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi
Psikiyatri
Anabilimdalı’nda yapılan bir çalışma da OKB olan kadın hastaların cinsel doyum
ve işlev düzeyleri genelleşmiş anksiyete bozukluğu tanısı almış kadınlarla
karşılaştırılmış ve OKB hastalarının cinsel olarak daha az uyarıldıkları, kaçınma
düzeylerinin daha yüksek olduğu ve bu hastalarda anorgazminin daha sık
gözlendiği sonucuna varılmıştır (Aksaray 2000). Aynı çalışmada bulaşma
obsesyonları olan hastalarda en yaygın bozulmanın görüldüğü ifade edilmiştir.
Anksiyete ‘nin cinsel işlevlere olan etkisini obsesif kompulsif bozukluğu
ve panik bozukluğu bulunan kadınlarda inceleyen kontrollü bir çalışmada ise
OKB hastarının genel değerlendirmede cinsel işlevlerinin kontrol grubu ve panik
bozukluğu bulunan kadınlara göre daha fazla ertkilendiği, cinsel doyumsuzluk
düzeylerinin daha fazla olduğu bildirilmiş, panik bozukluğu grubuna benzer
biçimde bu hastaların cinsel istekte azalma ve cinsel ilişki sıklığında azalma
olduğu saptanmıştır (Van Minnen 2000) .
Obsesif Kompulsif bozukluğu bulunan kadın hastaların cinsel doyumlarını
araştıran bir başka kontrollü çalışmada bu hastaların %62’sinde cinsel istek
azlığı, %29’unda cinsel uyarılmada azalma saptanmış, bu hastaların %33’ünde
orgazm evresi ile ilişkili sorunlar yaşadıkları bildirilmiş, %25’inin fizyolojik
uyarılma işle ilgili sorunları olduğu, %10’unda ise cinsel ilişkide haz yoksunluğu
tespit edilmiş, aynı çalışmada
OKB hastalarının cinsel birlikteliklerden
kaçınmakla birlikte cinsel ilişki sıklığında bir değişiklik göstermedikleri
belirtilmiştir (Vulink 2006 ).
PANİK BOZUKLUĞU
Tanım
Panik Bozukluğu belirtileri uzun zamandan beri bilinmesine karşın, 1980
yılından sonra klinik sınıflamalara girmiştir, ayrı bir klinik durum olarak
tanımlanmıştır. 1871 yılında ilk kez askerlerde sık rastlanan ve yoğun bir göğüs
ağrısının eşlik ettiği şiddetli çarpıntı, terleme, titreme ve boğulma duygusunun
12
eşlik ettiği ancak belirsiz kardiyak belirtilerle giden işlevsel bir sendrom olarak
“İrritabl kalp “ adıyla tanılanmıştır.
II. Dünya savaşını izleyen yıllarda fiziksel etkinlikte ortaya çıkışını
vurgulamak amacıyla, “Efor Sendromu” terimi öne sürülmüş ve fiziksel
yorgunluk
ve
işlevsel
kardiyak
belirtilerin
anahtar
özellikleri
olarak
“Nörosirkulatuar Asteni” olarak tanımlanmıştır. Resmi sınıflamalarda ilk kez
1980 yılında DSM-III(1980) ‘ün yayınlanması ile yerini almıştır.
Tanısal açıdan çeşitli değişiklikler geçirmiştir ve DSM III-R (1987) ‘de ilk
kez agorafobi olmaksızın panik bozukluk tanısı ayrı bir tanı olarak kabul
edilmiştir.
2000 yılında yayımlanan DSM IV -TR ‘ye göre panik bozukluğu :
A.Aşağıdakilerden hem (1), hem de (2) vardır:
1) Yineleyen beklenmedik panik atakları vardır;
Panik atak ise şu şekilde tanımlanır:Aşağıdaki belirtilerin
dört ya da daha
fazlasının birden başladığı ve 10 dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayrı
bir yoğun korku ya da rahatsızlık döneminin bulunması;
1) Çarpıntı; Kalp atımlarının duyumsanma olması,yada kalp atışının hızlanması,
2) Terleme,
3) Titreme,
4) Nefes darlığı ya da boğuluyor olma duygusu,
5) Soluğun kesilmesi,
6) Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi,
7) Bulantı ya da karın ağrısı,
8) Baş dönmesi sersemlik, düşecekmiş gibi olma ya da bayılacakmış gibi olma,
9)
Derealizayon
(Gerçekdışılık
duyguları)
ya
da
Depersonalizasyon
(Benliğinden ayrılmış olma),
10) Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu,
11) Ölüm korkusu,
13
12) Paresteziler,
13) Üşüme , ürperme ya da ateş basmaları.
2) Bu ataklardan en az birini, 1 ay süreyle ( ya da daha uzun bir süre)
aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası izler)
a) başka atakların da olacağına ilişkin sürekli kaygı,
b) atağın yol açabileceği ya da sonuçlarıyla (örn. Kontrolünü
kaybetme , kalp krizi geçirme, “çıldırma”) ilgili üzüntü duyma
c) ataklarla ilişkili olarak belirgin bir davranış değişikliği gösterme
B. Agorafobi’nin bulunması ,eğer agorafobi bulunmuyorsa bu durum “Agorafobi
olmadan panik bozukluğu” olarak kodlanmalıdır.
Agorafobi ise beklenmedik durumda ortaya çıkabilecek ya da durumsal
yatkınlık gösterilen panik benzeri belirtilerin ya da panik atağın ortaya çıkması
durumunda kaçmanın zor olabileceği (sıkıntı yaratabileceği) yerlerden ve
durumlardan anksiyete duyma olarak tanımlanmıştır.
C. Panik atakları bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç tedavi için
kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumunh (örn hipertiroidizm) doğrudan
fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
D.Panik atakları, sosyal fobi( örn korkulan toplumsal durumlarla karşılaşma
üzerine ortaya çıkan, özgül fobi ( örn.özgül fobik bir durum ile karşılaşma),
obsesif kompulsif bozukluğu (örn . bulaşma üzerine obseyonu olan birinin kir ve
pislikle karşılaşması), travma sonrası stres bozukluğu (örn. Ağır bir stres
etkenine eşlik eden uyaranlara tepki olarak) ya da ayrılma anksiyetesi
bozukluğu 8örn.evden ya da yakın akrabalardan uzak kalmaya tepki olarak) gibi
başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
1992 yılında yayınlanan Dünya sağlık örgütü ICD-10 Ruhsal ve
Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması ise panik bozukluğu Başka Bunaltı
14
Bozuklukları kategorisinde değerlendirmiştir. Aynı sınıflama agorafobi’yi ise
fobik bozukluklar tanı kategorisinde ayrıca sınıflamıştır.
Genel Bilgiler:
Panik bozukluğu görece sık bir rastlanan bir bozukluktur. Avrupa ve
Kuzey Amerika’da farklı yerlere yapılan çalışmalarda panik bozukluğu’nun
yaygınlığı
%1.5-2
arasında
saptanmıştır.
Panik
bozukluğu
ölçütlerini
karşılamayan panik atakları, sınırlı belirtileri olan panik atakları ve panik atağı
olmaksızın agorafobi ele alındığında bu oranlar yükselmekte ve yaşam boyu
yaygınlık
%3-5
Çalışmasında
oranına
yükselmektedir.
A.B.D
yapılan
Alan
Tarama
(ECA-Epidemiologic Catchment area) çalışmasında bir aylık
yaygınlık %0.8, yaşam boyu yaygınlık ise % 1.6 bulunmuştur (Horwarth 2000).
Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmasında ise panik bozukluğun son 12
aydaki yaygınlığı %0.4 olarak saptanmıştır
(Kılıç 1998 ). Agorafobinin
yaygınlığı tarışmalıdır ancak %2.5- 6.5 oranında yaşam boyu yaygınlık oranları
bildirilmiştir ve klinik örneklemde panik bozukluğu olmaksızın agorafobi’ye
rastlanmadığı ifade edilmiştir.
Panik bozukluğu kadınlarda erkeklerden 2-3 kat daha yaygındır. ABD’de
yapılmış olan Alan Tarama Çalışması (ECA) ‘nda kadınlarda yaygınlık oranı
%0.7, erkeklerde ise yaygınlık oranı %0.3 olarak saptanmıştır. Türkiye Ruh
Sağlığı Profili araştırmasında ise kadınlarda son 12 ayda yaygınlık %0.5,
erkelerde ise % 0.3 olarak belirlenmiştir.
Panik bozukluğu açısından anlamlı sosyoekonomik ve etnik risk faktörleri
belirlenmemiştir ve tüm sosyodemografik grupları etkilemektedir. Birçok
çalışmada boşanma, ayrılık ve kaybın panik bozukluğu ile ilişkisi kurulabilmiştir.
Ortalama başlangıç yaşı 25 olarak saptanmış olup, bu bozukluğun
başlangıç yaşı 15-34, 45-54 yaşları arasında daha sık olmak üzere bi-modal bir
dağılım göstermektedir.
15
Kuramlar Açısından Panik Bozukluğu:
Psikanalitik Açıdan Panik Bozukluğu:
Panik bozukluğu hastalarının önemli bir kısmında psikanalitik faktörlerin
önemine vurgu yapılmış ve bu hastalığın tedavisinde terapötik girişimlerin
önemine işaret edilmiştir ( Gabbard 2000).
Panik bozukluğu hastaları bu kaygı dönemlerini tetikleyen faktörleri
tanımlayamamışlar ve bilinmeyen bir şekilde aniden oluştuğunu belirtmişlerdir.
Hastalarda ve bu alanda çalışan klinisyenler de bu durumun ağırlaştırıcı bir
stresör içermediğine işaret etmişlerdir. Psikanalitik yönelimli araştırmacılar
toplumun veya ailenin tümüyle hastanın çevresinin hastadan beklentilerinde bir
değişiklik olduğunu, hastanın yüklendiği sorumluluklarda bir artış olabileceği ya
da hastanın ruhsal yapılanmasında önem taşıyan bir figürün kaybına işaret
etmektedir (Shear 1996). Bu beklenti değişikliğinin kişiye daha fazla sorumluluk
yüklediği ve kişinin bu durumla baş edemediği ifade edilmiştir. Kişinin
yaşamında önemli fiziksel veya duygusal önemi bulunan bir figürün kaybı da bu
durundan sorumlu tutulmaktadır. Kayıp nesnesine ilişkin bu durum çocukluk
çağında yaşanan kayıp deneyimleri ile yakından bağlantılıdır ve bu açıdan
Bağlanma Teorisi’nin ortaya koyduğu bağlanma biçiminin etkileri çerçevesinde
değerlendirilebilir. Araştırmacılar cinsel çatışmalarla panik bozukluğu arasında
doğrudan bir ilişki saptamadıklarını belirtmişlerdir (Gabbard 2000).
Panik bozukluğu’nun erken ebeveyn ayrılığı ile ilişkisi ortaya konmuş ve
ebeveyn ayrılığı ya da ölümünün panik bozukluğu gelişiminde önemine işaret
edilmiştir. Psikoanalitik kuram anksiyetenin bir uyarıcı rolü üstlendiğini ancak
bireyin bu uyarımla baş edebilecek savunma geliştiremeyerek bu anksiyetenin
düzeyini daha da çok arttırdığını öne sürmektedir (Fenichel 1945).
Psikoanaltik kurama göre ego bir bütün olarak algı, savunma, biliş
anksiyete ve duygudurumun düzenlenmesinde temel bir rol üstlenir. Sinyal
anksiyete intrapsişik mekanizma içerisinde yer alır ve egonun uyarılması için az
miktarda anksiyete oluşturur, psikolojik açıdan anlam taşıyan tehlikelere karşı
savunmayı harekete geçirir. Bu durum travmatik anksiyetenin oluşmasına engel
olur. Freud, egonun iç veya dış kaynaklardan baş edemediği miktarda yüksek
anksiyetenin ortaya çıktığını ifade etmiştir.(Freud 1926). Bu travmatik anksiyete
16
günümüzde panik epizodu ile karşılık bulmaktadır. Klinik gözlemler ayrılık ve
bağımsızlık çevresinde oluşan fantazilerin panik hastalarında çatışmanın temel
alanlarını oluşturduğunu göstermiştir. Birçok etyolojik çalışma doğrudan olmasa
da bu kanıyı destekleyen veriler sunmaktadır.( Weissman 1984, Rosenbaum
1988).
Panik bozukluğu hastaları öfke içerikli duygu ve düşüncelerini kontrol
etmede ve düzenlemede sorun yaşarlar panik atakların bu çatışmalı zeminde
meydana gelmelerinin ötesinde kendiliklerine dair yoğun bir anksiyeteyi de
beraberinde getirir. Hastaların ölüm ya da delirme korkuları bu duruma işaret
etmektedir. Psikanalitik yönelimli kimi yazarlar panik atakların kendiliği
cezalandırıcı niteliğini vurgulamışlar ve kişinin bilinçdışı bir şekilde öfkesininin
ifade bulduğunu öne sürmüşlerdir (Gabbard 2000).
Panik ataklar, kişinin sinyal anksiyetesinin yanlış çalışması veya
savunma işlevleri yeterince çalışmadığından meydana gelebilir. Psikanalitik
bakış açısı, panik belirtilerinin özel ve yoğun bilinçdışı çatışmalardan köken
aldığını ve anlamlı bir şekilde psikolojik bir amaca hizmet ettiğini, bu nedenlerin
anlaşılması ve bilinç düzeyine çıkarılması ile bu çatışmanın çözülebileceğini
öne sürmektedir. Yaşamın erken yıllarında yetersizlik duyguları ve güvenliğin
sağlanması için bakıcıya olan bağlılık duyguları arasındaki yoğun çatışma
bireyleri panik bozukluğu gelişimine yatkın kılabilmektedir. Bu korkulu
bağlanma, doğuştan gelen yabancı olana korku duyma eğilimi ile ya da erken
yıllarda gerçekte yaşanan travmatik olan kayıp yada terk edilme tehditlerinin
gelişimsel etkileri zeminde açıklama bulabilir (Shear 1993)
Ayrılık Anksiyetesi ve Panik Bozukluğu ile İlişkisi:
Panik bozukluğu hastalarında panik atakların başlangıcından aylar
öncesini kapsayan zamanda yüksek oranda stresli yaşam olaylarının varlığı ve
özellikle kayıp nesnesinin varlığının önemi vurgulanmıştır (Faravelli 1989).
Diğer bir çalışmada ise panik bozukluğu hastalarının stresli yaşam olaylarına
maruz kalmalarının yanısıra yaşam olaylarına karşı kontrol grubundaki kişilere
oranla yüksek oranda anksiyete ile yanıt verdiklerini ortaya konmuştur (RoyByrne 1986). Panik hastalarının nörofizyolojik olarak duyarlı olmaları onların
17
özgül bazı çevre faktörleri ile etkileşime girmeleri panik atakların ortaya
çıkmasında temel olarak öne sürülmüştür.
Bağlanma Teorisi psikodinamik açıdan panik bozukluğu’nun anlaşılması
için önemli bir perspektif sunabilir (Gabbard 2000). Anksiyete bozukluğu olan
kadın hastalarda yapılmış olan bir çalışma bu kadınlarda patolojik bağlanma
örüntüsünü
ortaya koymuştur (Manassis 1994). Panik bozukluğu hastaları
bağlanma ve ayrılma arasındaki doğal duygu dalgalanmalarını ayarlamakrta
güçlük çekmektedir ve ve hem ayrılığa hem de korunma ve güvenliğe aynı
şekilde yüksek duyarlılık göstermektedirler. Panik hastalarında görülen yüksek
düzeydeki sinyal anksiyete egonun savunma işlevlerinin yetersiz kaldığına
işaret edebilmektedir.
Bağlanma sorunu yaşayan bu hasta gruplarında diğer bir etyolojik faktör
çocukluk çağında yaşanmış olan fiziksel yada cinsel istismar olabilmektedir. Bu
konuda yapılan bir araştırma anksiyete bozukluğu olan hastalarda çocukluk
çağında travmatik deneyimlerim 3 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştur
(Stein 1996). Bu durum aynı çalışmada panik hastaları göz önüne alındığında
diğer anksiyete bozukluğu hastalarına göre 2 kat daha yüksek bulunmuştur.
Çocukluk çağında yaşanan cinsel istismar çocuğun güvenlik ve korunma
duygularını zedelemesi ve istismar eden ebeveynin olumsuz bir figür olarak
içselleştirilmesi ile egonun savunma işlevlerinin ileri ve olumlu düzeyde
çalışmasını ketleyebileceği ifade edilmiştir.
Panik hastaları nörotik düzeyde olan karşıt-tepki oluşturma, yap-boz,
bedenselleştirme ve dışsallaştırma savunma işlevleri ile yüksek kaygıya yanıt
verirler (Busch 1995). Tüm bu veriler göz önüne alındığında panik bozukluğu
çoklu etyolojik faktörler zemininde değerlendirilmelidir.
Uzamış ayrılık anksiyetesi fobik anksiyete sendromunun temel bir belirtisi
olup, bu bireylerin nörobiyolojik yatkınlıkları ile yakından ilişkilidir. Ayrılık
anksiyetesi ile ilgili bu ilişkinin panik hastaları ve cinsel işlev bozukluklarının
birlikte görüldüğü durumlarda çocukluk çağından itibaren süreğen bir durum
olduğu gözlenebilir. Klinik gözlemler bu hastaların yalnız cinselliğe yönelik
kaçınmalarının olmadığını göstermektedir. Bu hastalar reddedilmeye ve
18
eleştiriye tahammülsüzlük sergileyebilirler ve bu durum onların erişkin
yaşamlarında cinsellik dışı ilişkilerini de tehdit edebilmektedir.
Ayrılık anksiyetesi panik bozukluğu olmaksızın da gözlenebilir. Nörotik
hastalar, bağımlı, narsisistik ve sınır kişilik bozuklukları hasta gruplarında
bağlanma
ve
ayrılık
ile
ilişkili
sorunlar
gözlenebilmektedir.
Bağlanma
sorunlarının ön planda olduğu bu bireylerde düzenli ve sürekli bir ilişkinin
kurulması zorlaşmaktadır ve bu durum yakınlığı gerektiren cinselliğe olumsuz
yansımaktadır. Cinsellik bir tür yeniden bağlanmadır ve güvensiz bağlanma
modelini ilişkilerinde kullanan bireylerin cinsellikle ilişkili sorunlar yaşaması bu
patolojik bağlanma modelinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Simbiyotik
bağlanmaları olan bu bireylerde sürekli cinsel partnerleri tarafından onaylanma
ihtiyacı,
yüksek düzeyde cinsel performans kaygıları, reddedilmelerine dair
olumsuz bilişlerini güçlendirebilmektedir. Panik bozukluğu bulunan bireylerin
bağlanma modeli de cinsel işlevlerini doğrudan etkileyebilmektedir. Immatür,
sadistik ve ambivalan partner varlığı cinsel işlevi olumsuz etkileyebilrken, ”İyi
ebeveyn” yerine konulabilen, benlikle uyumlu ve ödüllendiren partner varlığı
uzun süreli ve doyumlu bir cinsellik için önem taşımaktadır.
Ayrılık
anksiyetesi,
ilişkilerde
aşırı
duyarlılık
ve
eleştiriye
tahammülsüzlük panik hastalarının cinselliğini ve cinsel yaşamlarını olumsuz
etkileyen faktörlerdir; ancak bağlanma modelinin cinsellikle ve cinsel işleve olan
yansıması bu tezin konusunu aşmakta ve bu konuda yapılacak yeni çalışmalara
gereksinim göstermektedir.
Bilişsel Davranışçı Kuram:
Bilişsel Davranışçı Kuram’a göre panik bozukluğu, kişinin bir dizi
bedensel duyumu yanlış ve katastrofik yorumlama eğilimi ile gelişmektedir. Bu
yanlış yorumlanan bedensel duyumlar kişinin normal anksiyete çerçevesinde
verdiği
yanıtlar
olabileceği
gibi
diğer
bazı
mental
kökenli
duyumlar
olabilmektedir (Butler 2003). Bir panik atağı yaşayan kişi atak sırasında oluşan
belirtileri bedensel ya da ruhsal açıdan tehlikeli, zararlı
ve hatta ölümcül
olabileceği inancına kapılabilir. Bu çerçevede panik hastaları korkudan
korkmakta ve dikkatlerini bu duyumlara odaklamaktadırlar. Bu kişiler bu
19
anksiyeteyi tetikleyebilecek bedensel ya da mental duyumların arayışı
içerisindedirler. Bu yanlış inançlar (Beck 1995 ) daha fazla bedensel belirti ve
duyuma neden olurlar ve bu bir kısır döngü oluşturarak otonomik uyaranların
artışına ve yeni panik atakların oluşmasına yol açabilir. Bu koşullanmış
uyaranlara yanıt olarak kabul edilebilen panik atakların oluşumu söz konusu
olur. Korkulan bu anksiyete dolayısı ile kişide panik atağın oluşması halinde
yardım alamayacağı ya da kolayca kaçamayacağı gibi “tehdit edici“
ortamlardan kaçınma davranışı gözlemlenebilir. Agorofobi olarak adlandırılan
bu fobik durumların oluşumunda olumsuz koşullanmalar ve olumsuz bilişsel
şemaların varlığı önem taşımaktadır.
Solunumsal Etkenler Ve Karbondioksit Duyarlılığı:
Yapılan çalışmalar panik atakların bazı maddelerle tetiklenebileceğini
göstermişlerdir (Kaplan 2001). Bu maddeler içerisinde sodyum laktat ve
karbondioksitin özel bir önemi vardır. Laktat infüzyonu ya da CO2 solunumu ile
kişide
hiperkarbi
meydana
gelir
ve
bu
durum
solunumu
uyararak
hiperventilasyona sebep olmaktadır. Beyinde CO2 artışı sonrasında medullanın
ön tarafında yerleşmiş olan kemoreseptörler uyarılır. Aynı mekanizma beyin
sapında yerleşmiş olan
zengin nöradrenerjik projeksiyonları bulunan
lokus
sereleus’un uyarılmasında önem taşımaktadır. Bu durum yaklaşmakta olan bir
asfiksinin habercisi olup, nöradrenerjik uyarılmanın artışı ile bir uyanma
(arousal) durumu meydan getirilmektedir. Bu durum hiperventilasyon ile parsiyel
karbondioksit basıncını azaltmayı amaçlayan bir telafi çabasına işaret
etmektedir. Bu telafi çabası serebral vazokonstriksiyon ve respiratuar alkaloza
neden olarak baş dönmesi, sersemlik, parestezi gibi bazı bedensel duyumların
oluşumuna sebep olmaktadır.
Laktat indüksiyonu panik bozukluğa özgü bir nitelik taşımaktadır ve
verilen
yanlış
boğulma
alarmı
bir
panik
atağın
tetiklenmesine
yol
açmaktadır.Karbondioksit ve laktat indüksiyonu dışında, sodyum bikarbonat,
isopreterenol, doxapram gibi ajanların da benzer şekillerde panik atakları
tetikleyebileceği öne sürülmektedir.Laktat indüksiyonu ile panik atak oluşan
20
bireylerin başarılı bir bilişsel davranışçı terapi ile bu indüksiyonun ortadan
kalktığı gösterilmiştir.
Cinsellik sırasında yaşanan fizyolojik değişiklikler; kalp atışında artma,
solunum hızlanması duyarlıu bireylerde bu indüksiyonu oluşturabilir.
Panik Bozukluğu Ve Cinsel İşlev Bozuklukları:
Psikiyatrik hastalıkların cinsel işlevleri etkilediğine yönelik genel kanının
aksine, anksiyete bozukluğu olan bireylerin cinsel işlevi konusunda yeterli
sayıda çalışma bulunmamaktadır.
Anksiyete Bozukluğu bulunan hastalar ile yapılan bazı çalışmalarda
anksiyete bozukluğu ve cinsel işlev bozukluğu komorbiditesi gösterilememiştir
(Schreiner- Engel 1986).
Panik bozukluğu ve cinsel işlev bozuklukluklarının komorbiditesine
yönelik yapılmış kontrollü
çalışma bulunmamasına karşın, klinik gözlemler
panik bozukluk bulunan her hastanın cinsel işlev bozukluğu geliştirmediğini
göstermektedir. Panik bozukluğu bulunan hastaların cinsel işlev bozukluklarının
daha ciddi ve karmaşık seyretmesi beklenebilmektedir (Kaplan 1987).
Panik bozukluğu hastalarında cinsel işlev bozukluklarının kişinin partneri
ile olan ilişkisiyle doğrudan bağlantılı olduğu, bu kişilerin panik nöbetlerinin
başlayışı ve ya tetiklenişinde bu etkenlerin rolü üzerinde durulmuştur. Steketee
ve Shapiro (1995) kişinin partneri ile ilişkisinin niteliğinin panik bozukluğu
gidişatına bir etkisinin bulunmadığını öne sürmüşleridir. Agorafobik hastalar ile
sosyal fobi hastalarının karşılaştırıldığı bir çalışmada agorafobisi bulunan
hastaların daha fazla cinsel problem sundukaları bildirilmiştir (Solyom 1986).
Kontrolsüz klinik gözlemler panik bozukluğun cinsel kaçınmalarla yüksek
oranda birlikteliğini sergilemektedir. Kaplan (1987) yaptığı çalışmada DSM-III’e
göre panik bozukluğu kriterlerini karşılayan hastalarda fobik kaçınmaların %25
oranında görüldüğünü ancak atipik ve subsendromal durumlar göz önüne
alındığında bu oranın % 63’e kadar yükseldiğini ortaya koymuştur. Sosyal fobi
ve panik bozukluğu hastalarının karşılaştırıldığı diğer bir çalışmada ise panik
bozukluğu bulunan kadınlarda %50, erkeklerde ise %35,7 oranında cinsel
21
kaçınma bozukluğu bulunduğu saptanmış, bu bireylerin uyarılma ve orgazm
evrelerine ilişkin bulgular sosyal fobi ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında
anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (Figuera 2001). Sbrocco (1997) ise
sertleşme bozukluğu ile başvurann 35 erkek hastanın 3’ünde panik bozukluğu
tanılamıştır.
Anksiyete bozukluğu bulunan kadın hastaların cinsel işlevlerini ve
işlevlerin kalitesini inceleyen bir çalışmada ise panik bozukluğu bulunan kadın
hastalarda kontol grubuna göre cinsel istek azlığı ve cinsel ilişki sıklığında
azalma saptanmış, anksiyete bozukluğu bulunan hastaların özellikle cinsel
döngünün ilk fazı olan istek azlığı ile ilişkili sorunlar yaşadıkları ortaya
konmuştur (Van Minnen 2000) .
Panik Hastalarının Cinsel İşlev Bozukluklarına
Bütüncül Yaklaşım:
Psikanalitik yönelimli terapötik yaklaşıma eklenen davranışçı ödevler
cinsel terapi için esası oluşturmaktadır (Kaplan1974). Antipanik etkinlikteki yeni
ilaçlar bu tedavi yaklaşımının üçüncü boyutunu oluşturmaktadır. Bilişsel
davranışçı, psikanalitik ve farmakolojik yöntemler bu tedavi yaklaşımında esas
rolü oynarlar. Her bir tedavi yaklaşımının sınırlamaları bulunmaktadır ancak her
yaklaşımın yetersiz kaldığı alanlarda diğer yaklaşıma başvurulabilmektedir.
Panik hastalarında gözlenen cinsel işlev bozukluklarının bu hastalara
özgü olduğu düşünülen fobik kaçınmaların ve cinsel kaçınmaların tedavisinde
cinsel yanıt döngüsünün genital fazının inhibe edilmesi önem taşımaktadır.
Cinsel
korkularından
terapinin
davranışçı
bağımsızlaştırılması,
bakış
açısıyla
kaçınmalarını
hastanın
sistematik
irrasyonel
yüzleştirme
(exposure) ve duyarsızlaştırma ile etksisiz hale getirme rol oynamaktadır.
Cinsel kaçınmaların bulunduğu tüm bireylerde panik bozukluğun
bulunması kural olmamakla birlikte klinik gözlemler özellikle cinsel kaçınmalar
ve cinselliğe dair korkuların bulunduğu hasta grubunda komorbid psikiyatrik
hastalıkların yüksekliğine işaret etmektedir (Kaplan 1987, Kaplan 1974). Bu
22
bireylerde nörotik çatışmalar, cinselliğe dair suçluluk duyguları ve evlilik
sorunlarının yüksek oranda gözlendiği saptanmıştır (Eriştiren 1999)
Cinsel kaçınmalarla birlikte cinsel işlev bozukluklarının anksiyete
bozuklukları ile komorbid olduğu durumlarda farklı bakış açılarının bir bileşimin
kullanılmasının etkinliğine işaret edilmiştir. Yalnızca psikodinamik
olarak
kişinin
kaçınmalarını
cinsel
işlev
azaltmadığı
bozukluğuna
bu
yönelimin
içgörü
diğer
yönelimli
kazanmasının
terapi
cinsel
yöntemleri
ile
desteklenmesinin önemi vurgulanmıştır (Kaplan ,1974).
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
Tanım:
Cinsel İşlev Bozuklukları cinsel yanıt döngüsünün aşamalarında kişisel
haz ve zevki engelleyecek bir şekilde ya da kişinin isteğindeki azalma nedeniyle
objektif performansında düşüş olarak tanımlanır. DSM IV sınıflaması Cinsel
İşlev Bozukluklarını
Eksen-I’de sınıflamıştır. Diğer bir deyişle, cinsel istekte
veya yanıt siklusunu belirleyen fizyolojik değişikliklerde engellenme bu
bozukluklarda temel belirtidir (Sadock 2005 ).
Cinsel yaşamla ilgili kapsamlı ilk araştırmayı yapan ve bunu topluma
sunan Kinsey ve arkadaşları, 1938-1952 yılları arasında cinsel davranış
biçimleri ile ilgili istatistiklerden oluşan derlemeleri yayınlamışlar ve büyük yankı
uyandırmışlardır. Bu çalışma daha çok epidemiyolojik değer taşımakla birlikte
insanda cinsel uyaranlara verilen tepkinin anatomisi ve fizyolojisi ile ilgili
kapsamlı bilgi sunmamaktadır (Yetkin 1999).
Masters ve Johnson’ın 1954 yılında başlattıkları ve 10 yıl süren kapsamlı
çalışmalarının sonuçları ilk kez 1966 yılında “İnsanda Cinsel Davranış” adlı
kitapta yayınlanmıştır ve
bu çalışma bugün kabul edilen cinsel fizyolojinin
temellerini içermektedir (Masters 1966).
Cinsel İşlev Bozukluklarının tanımlanması cinsel fizyolojinin ve cinsel
yanıt döngüsünün tanımlanması ve bu döngüde hangi basamakta bozulmanın
olduğunun saptanması üzerine kurulmaktadır.
23
Cinsel Anatomi’ye Kısa Bir Bakış:
Cinsel İşlev Bozukluklarının tanımlanabilmesi cinsel organların anatomik
yapısının ve cinsel işlevlerin fizyolojisinin bilinmesini gerektirmektedir.
Erkek Cinsel Anatomisi:
Erişkin bir erkekte dış genitaller penis, testis, epididim ve vas deferens
bileşenlerinden oluşmaktadır. İç genitaller ise vas deferensin bir bölümü, prostat
bezi ve ejakülatuar yoldan meydana gelmektedir.
Penis latince kökenli bir sözcük olup “kuyruk” anlamına gelmektedir.
Antik çağlardan günümüze fallus üretkenliğin ve üreme kabiliyetinin bir sembolü
olarak kabul görmüştür.
Masters ve Johnson yaptıkları çalışmada anatomik pozisyonda penis
boyunun 7-11 cm ve ereksiyon halinde ise 14-18 cm olduğunu belirtmiştir. Penis
korpus kavernosa adı verilen sütun biçiminde kas yapıdan oluşur ve uyarı ile
penil arterlerin genişlemesi bu kaslarda boyut değişikliğine yol açarak
ereksiyonu meydana getirmektedir. Ejakülasyon semenin ve seminal sıvının
epididim, vas deferens, seminal kese ve prostattan kuvvetli bir şekilde üretra
yoluyla dışarı atılımını tanımlamaktadır. Prostatik üretranın genişlemesi ve penil
üretradan semen geçişi boşalma anının yaklaştığı hissinin olşuşturduğu
emisyon fazını teşkil etmektedir. Ejakülasyonun gerçekleştiği an somatik
efferent yolakların kontrolündedir. Ejakülat ortalama olarak 2.5 ml hacminde
olup ortalama olarak 120 milyon sperm hücresi barındırmaktadır.
Ejakülasyona eşlik eden haz duyumu subjektif bir durumu tanımlayıp,
kortikal bir deneyimi göstermektedir.
Kadın Cinsel Anatomisi:
Kadın dış genitalleri, vulva, mons pubis, büyük ve küçük dudaklar,
klitoris, vajina ve vajina girişinden oluşmaktadır. İç genitaller ise yumurtalıklar,
fallop tüpleri, uterus ve vajinadan meydana gelmektedir.”Vajina” sözcüğü latince
kökenli olup kılıf, kın anlamına gelmektedir.
24
Ortalama olarak 8 cm uzunluğunda olan vajina uterus boynundan vajinal
açıklığa kadar uzanmaktadır. İnce bir zar yapı olan himen ise ise vajinal açıklığı
sınırlamaktadır. Vajina’nın duvarları muköz membran katmanlarından oluşur ve
cinsel ilişki sırasında bu katmanlar boy ve genişlik olarak esnemektedir.
Menopoz döneminden sonra kan östrojen düzeyinin azalmasına bağlı olarak
vajina esnekliğini kısmen yitirmektedir.
Klitoris ilk kez Hipokrat tarafından tanımlanmıştır. Masters ve Johnson
klitorise birincil bir cinsel organ olarak işaret edip, orgazmın yeterli klitoral uyarı
gerektirdiğini belirtmişlerdir. Anatomik olarak klitoris sinir ağlarından zengin bir
yapıya sahiptir. Klitoris küçük dudaklar ile bir devamlılık gösterip, cinsel ilişki
sırasında penisin klitorise doğrudan uyarısı söz konusu değildir. Penisin küçük
dudaklar
üzerindeki
sağlamaktadır.
Klitoris
basıncı
klitorise
orgazmdan
traksiyon
hemen
önce
uygulayıp
uyarılmayı
iskiokavernöz
kasların
kasılması ile geri çekilmektedir. Bu durumda cinsel ilişki sırasında klitoris penis
teması gerçekleşmemektedir.
G noktası 1950’li yıllarda Ernst Grafenberg tarafından tanımlanmıştır.
Üretra çevresinde vajina ön duvarında yaklaşık 0.5 –1 cm boyutlarında bir alanı
oluşturup, bu alanın uyarılmasının yüksek oranda haz oluşturduğu ve orgazma
yol açabildiği belirtilmiştir. Grafenberg bu bölgenin embriyolojik köken itibarıyla
prostat dokusuna benzerliğinin uyarımda önem taşıyabileceğini öne sürmüştür.
Cinsel Organların İnnervasyonu:
Cinsel organların innervasyonu birincil olarak otonomik sinir sistemi
üzerinden yürümektedir. Penisin ereksiyonu iki nörofizyolojik yolağın çalışması
ile gerçekleşmektedir. Parasempatik bileşenler pelvik splanknik sinirler
(S2,S3,S4) yolu ile refleks olarak oluşan ereksiyonları meydana getirmektedir.
Sempatik torakolumbar yolaklar ise psikolojik olarak oluşan uyarımları
taşımaktadır.
Kavernozal
düz
kasların
gevşemesi
endotel
kökenli
bir
relaksasyon faktörü olan Nitrik Oksit tarafından düzenlenir. Klitoral büyüme ve
vajinal ıslanma parasempatik yolakların genitallerekan akışını arttırması ile
gerçekleşmektedir. Sempatik yolaklar ejakülasyonda önemli rol oynamaktadır.
Kadında ise sempatik sinir sistemi vajina, üretra ve uterusta düz kas
kasılmalarına neden olmaktadır.
25
Cinsel yanıt döngüsü, erkek ve kadında cinsel fizyoloji:
Cinsel yanıt döngüsü; istek, uyarılma, orgazm ve çözülme olarak
tanımlanabilecek dört evreden oluşmaktadır.(Masters ve Johnson). Cinsel işlev
bozukluğu bu evrelerden bir veya birkaçında anatomik, fizyolojik veya psikolojik
nedenlerle bozulma olması olarak tanımlanabilir. İnsan cinsel fizyolojisi, cinsel
uyarılma ve orgazmı oluşturmak üzere sinir sistemi, endokrin ve vasküler
sistemlerin karşılıklı etkileşimlerini içerir.
Cinsel isteğin varlığında görsel, fiziksel veya fantaziler ve imgelem gibi
psikolojik faktörlerin etkisi altında cinsel uyarılma gerçekleşir. Kadında bu
uyarılma sonrasında parasempatik sinir sisteminin uyarılması ile birlikte genital
organların kanlanması artar, bu uyarılmayı takiben vajinal ıslanma artarak
objektif uyarılma gerçekleşir.
Klitoris’in ve sinirsel uyarım bakımından zengin bir ağa sahip olan vajina
alt 1/3’ünün düzenli ritmik uyarılması ile orgazm gerçekleşir ve önceki
aşamalarda oluşan fizyolojik değişikliklerin dakikalar içerisinde aynı sırayı takip
ederek kaybolması ile çözülme evresi tamamlanır. Bu son evrenin süresi,
cinsiyete, orgazmın yaşanıp yaşanmadığına ve cinsel uyaranın sürmesine göre
değişiklikler gösterir. Kadınlar cinsel uyaranla yeniden karşılaştıklarında yeniden
başka bir cinsel yanıt döngüsüne girme potansiyeline sahiptirler.
Erkekte ise uyarılma sonrasında parasempatik sistemin istem dışı olarak
penis damarlarına gönderdiği uyaranları arttırması ile penis damarlarının
çapında artış ve korpus kavernosada kanlanma artışı meydana gelir. Uyaranın
sürmesi ve sürekli ritmik temas ile semenin emisyonu gerçekleşir. Emisyon
evresini takiben pudendal sinir kontrolünde sempatik sinir sisteminin uyarılması
ile ejakülasyon gerçekleşmektedir. Her iki cinste dopaminerjik sinir dizgeleri
uyarılmayı ve orgazmı arttıran düzenleyici bir özellik sergilerken, serotoninerjik
sistem bu fonksiyonları engelleyici bir nitelik taşır. Kadın ve erkeklerde androjen
varlığı cinsel isteğin oluşumunda önemli bir rol oynarken, östrojenin ve
progestinlerin varlığı kadında cinsel işlevlerin sürmesi için önem taşır.
Cinsel işlevlerin fizyolojik doğada sürmesi için normal endokrin fonksiyon
eşliğinde genitallere, sağlam bir nöral ve vasküler bağlantılara ihtiyaç vardır. Bu
26
sistemlerde olan herhangi bir sorun cinsel işlevlere doğrudan veya dolaylı
olarak olumsuz yansımaktadır. İlişikteki tabloda cinsel işlevleri olumsuz yönde
etkileyen hastalıklar sınıflandırılmıştır (Tablo-1).
İlişkin sistemleri etkileyen ilaçların kullanımı yada diğer ilaçlarında cinsel
işlevleri olumsuz etkileyen yan etkileri tanımlanmaktadır.İlişikteki tabloda Cinsel
İşlev Bozukluğu ‘na neden olan ilaçlar yer almaktadır (Tablo-2).
Psikiyatri’nin klinik uygulamalarında kullanımda olan
antipsikotikler,
duygudurum düzenleyiciler, antidepresanlar ve sedatif/hipnotik ilaçların tümü
belirli ölçülerde de olsa cinsel işlevlere olumsuz etkilere sahiptir. Tablo –3’de
cinsel işlev bozukluğu yan etkisi olan psikotrop ilaçlar
sunulmuştur (İncesu
1999).
Yeni kuşak
ilaçlardan özellikle atipik antipsikotikler
benzer etki
mekanizmaları uyarınca çeşitli oranlarda cinsel işlev bozukluklarına neden
olmaktadır, ancak bu ilaçların cinsel işlev bozukluğu yan etkilerini kıyaslayan
kontrollü çalışmalar bulunmamakla birlikte özellikle hiperprolaktinemi yan etkisi
daha az olan ve tubulo-infundibuler yolakta görece daha az dopamin blokajı
yapan ilaçların daha az cinsel işlev bozukluğu yapabileceği savlanmaktadır.
Şüphesiz farklı reseptörler üzerinde etkisi bulunan bu ilaçların
serotonin
üzerindeki etkileri de cinsel işlevler üzerindeki etkileri göz önüne alındığında
değerlendirmeye katılmaları uygun olabilecektir.
27
Kardiyovasküler Hastalıklar:
Nörolojik Hastalıklar:
Aterosklerotik Hastalık
Multipl Skleroz
Leriche sendromu
Transvrs myelit
Kalp Yetmnezliği
Parkinson Hastalığı
Renal ve Ürolojik Hastalıklar:
Temporolimbik Epilepsi
Peyronie hastalığı
Omuriliğn travmatik ve Neoplastik hastalıkları
Kronik Böbrek Yetmezliği
Merkezi Sinir Sistemi Tümörleri
Hidrosel ve varikosel
Amyotrofik Lateral Sklerozis
Hepatik Hastalıklar:
Periferik Nöropati
Siroz
Genel Pareziler
Tabes Dorsalis
Pulmoner Hastalıklar:
Solunum yetmezlikleri
Entoksikasyonlar:
Kurşun
Tarım İlaçları
Genetik Hastalıklar:
Operasyonlar:
Kleinfelter Sendromu
Perineal Prostatektomi
Genital organların vasküler ve yapısal anomalileri
Abdominal-perineal kolon rezeksiyonu
Sempatektomi
Nutrisyonel Bozukluklar:
Aortailyak operasyonlar
Malnutrisyon
Radikal Sistektomi
Vitamiin Eksikleri
Retroperineal Lenfadenektomi
Endokrin Bozukluklar:
Enfeksiyon Hastalıkları
Diabetes Mellitus
Elefantiyazis
Hipfiz-adrenal-over-testis eksenindeki bozukluklar
Kabakulak
Akromegali
Diğer Hastalıklar:
Addison Hastalığı
Radyoterapi
Kromofob adenom
Pelvik Fraktürler
Arenal Neoplaziler
Genel durumu bozan herhangi bir
Tiroid Hastalıkları
hastalık ya da durum
Adrenogenital Sendrom
Tablo-1 Cinsel işlevleri olumsuz etkileyen hastalıklar
28
Tablo-2 Cinsel işlevleri olumsuz etkileyen ilaçlar
Diüretikler:
Alkol ve Uyşturucu Maddeler:
Tiazid grubu diüertikler
Alkol,Nikotin,kafein,esrar,kokain,opioidler,barbituratlar,amfetamin.
Patasyum tutan diüretikler
Furosemid
Antihipertansifler:
Antihistaminikler ve Dekonjestanlar:
Klorfeniramin,difenhidramin hidroklorid,pseudoefedrin
Reserpin,guanetidine,metildopa
Beta blokerler
Antikonvulzanlar
Alfa-1 Blokerler
Fenitoin,karbamazepin,valproik asit,primidon, fenobarbital
Alfa-2 Agonistleri
Ace İnhibitörleri
Kalsiyum kanal blokerleri
Kardiyolojide Kullanılan İlaçlar
Dijital Glikozidleri,Antiaritmik İlaçlar,Pentoksofilin,Hipolipidemikler
Anti-Ülser İlaçlar:
Kemoterapötikler
H-2 Agonistleri
Tablo-3 Cinsel işlevleri olumsuz etkileyen psikotroplar
Antipsikotikler
Trisiklik /Tetrasiklik Antidepresanlar
Tiyoridazin
Amitritilin
Klorpromazin
İmipramin
Mezoridazin
Klomipramin
Haloperidol
Opipramol
Pimozid
Mianserin
Flufenazin
Trifluperazin
Selektif Serotonin Gerialım İnhib.
Zuklapentiksol
Fluoksetin
Flupentiksol
Sertralin
Sülpirid
Fluvoksamin
Melperon
Sitalopram
Duygudurum Düzenleyicileri:
Serotonin-Nöradrenalin Gerialım İnhib.
Lityum
Venlafaksin
Karbamazepin
Valproik Asit
29
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ SINIFLANDIRILMASI VE YAYGINLIĞI:
İnsan cinselliği konusundaki bilgilerimiz genellikle batılı toplumların
yaptıkları araştırmalar dayanmaktadır. Oysa bu konudaki kavramlar, tutumlar ve
inançlar ve bunlara bağlı olarak gelişen cinsel uygulamalar büyük değişiklik
göstermektedir. Aynı şekilde cinsel işlev bozukluğu sunumlarının, bireye
etkilerinin ve en önemlisi tedavi yaklaşımlarının da değişik olacağı beklenir
(Yetkin 1986).
Farklı kültürlere göre değişkenlik gösteren cinsel işlevler hemen her
kültürde gizli olan ve tabu olarak kabul edilen bir alanı teşkil ettiğinden bu
alanda yapılan çalışmalar sınırlıdır ve cinsel işlev bozukluklarının gerçek
yaygınlık oranlarını tam olarak saptamak mümkün değilidir. 1978 yılında 100
mutlu evli çift ile yapılan bir çalışmada bu çiftlerde erkeklerin %40’ında
yaşamlarının bazı dönemlerinde sertleşme ve boşalma bozuklukları yaşadıkları
belirlenmiştir. Aynı çalışmada kadınların %63’ünde orgazm ve uyarılma
bozuklukları saptanmıştır. Kadınların %70’i ve erkeklerin %50’sinde cinsel
yaşamda sorun ve zorlukların varlığı gösterilebilmiştir (Frank 1978).
1990 yılında Spector ve Carey’in literatürü gözden geçirdikleri yazılarının
yayınlanmasından sonra 2001 yılında Simon ve Carey
cinsel işlev
bozukluklarının yaygınlığı konusundaki yazıları yeniden gözden geçirmişler ve
toplum örneklemlerinde %0-3 oranında erkek orgazm bozukluğu, erkeklerde
%0-3 oranında azalmış cinsel istek bozukluğu, %4-5 oranında ise erken
boşalma saptamışlardır. Aynı çalışmada ise kadınlarda orgazm’a ilşkin
bozukluklar %7-10 oranında belirlenmiştir.
A.B.D.de yapılan, amerikan toplumunu temel alan ve 19-59 yaşlar
arasında yapılan incelemede disparoni oranı erkeklerde %3 kadınlarda %15,
orgazm’a ilşkin bozukluklar erkeklerde %10 kadınlarda ise %25, kadınlarda
azalmış cinsel istek
%33,
cinsel uyarilma bozuklukları %20, ekeklerde
prematür ejakülasyon oranı %27 erektil disfonksiyon %10 olarak saptanmıştır
(APA, 2000).
30
Cinsel işlev bozuklukları:
Cinsel istek bozuklukları:
Cinsel istek, kişinin biyolojik, psikolojik ve sosyal konumundan etkilenen
ve ancak geniş bir perspektifle ele alınması gereken belirleyenlerden
oluşmaktadır. Merkezi Sinir Sistemi yapılarından hiptolamus, paleokorteksde
yer alan posterior orbito-frontal korteks, cinsel uyarıılmanın oluşumunda önem
teşkil eder (Cummings 2003). Cinsel uyarımda ovulasyon sürecindeki ve
overleri alınmış hayvanların karşılaştırıldığı bir çalışma bu paleokortikal
alanların önemini desteklemektedir (Ferris 2001). Anterior hipotalamik medyal
pre-optik çekirdek ve posterior hipotalamik ventromedyal çekirdek cinsel
davranışların
temel
özelliklerinin
yönlendirilmesinde
önem
taşıdığı
belirtilmektedir (İncesu 1998). Merkezi sinir sisteminin bahsedilen alanlardaki
uyarılarının etkisi altında genitaller hem uyarı sırasında hem de cinsel
aktivitenin var olduğu sürece bu uyarılara hormonal yanıtlar verir. Bu yanıtların
oluşumunda hipofiz-adrenal aksın bir öneminin oluşunun yanısıra kadınlarda
over erkeklerde ise testis hormonal düzenlemede temel rol oynarlar.
Hem erkekte hem de kadında cinsel istek oluşumunda östrojen ve
progesteronun ve bu ikisinden de daha önemli olarak testesteronun önemi
bildirilmiştir. Progesteronun ise genel olarak cinsel istek üzerinde ketleyici bir
etkisi olduğu bildirilmiştir (Segraves 1998).
Cinsel
istek,
yaşam
zorlukları,
ilişkilerdeki
çatışmalar,
ekonomik
güçlükler, iş koşulları, evlilik , sevilen bir kişiden ayrılma veya kayıp durumlar
gibi önemli yaşam deneyimlerinden çok büyük oranda etkilenmektedir (Kaplan
1995). Cinsel isteğin değerlendirilmesi sadece biyolojik değil, psikolojik ve hatta
sosyolojik etmenlerin göz önüne alınmasını gerektirir.
DSM sınıflamasında cinsel istek bozuklukları; “Azalmış (hipoaktif) Cinsel
İstek Bozukluğu” ve “Cinsel Tiksinti (Aversiyon ) Bozukluğu” başlıkları altında
incelenmiştir.
31
Azalmış (hipoaktif) cinsel istek bozukluğu:
DSM-IV sınıflandırma sistemine göre azalmış cinsel istek, “Sürekli ya da
yineleyici olarak cinsel fantazilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az oluşu
ya da hiç olmaması” olarak tanımlanır, ancak bu tanının konabilmesi için
klinisyenin, kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen
etkenlerin göz önüne alınarak cinsel isteğin azaldığı ya da olmadığı yargısına
varılabileceği vurgulanmaktadır. Bu durumun başka bir psikiyatrik bozukluğa
ikincil olarak gelişen bir durum olmadığı veya diğer bir cinsel soruna ikincil
olarak gelişmediği de klinisyence gösterilmelidir. Bu bozukluk cinsel etkinliğin
kişide yoğun anksiyete ile kaçınma yarattığı cinsel tiksinti bozukluğundan ayırt
edilmelidir. Toplumun %20’sinde
azalmış cinsel istek bozukluğu olduğu
düşülmektedir (Sadock 2005).
Cinsel tiksinti bozukluğu
Bu bozukluk sürekli ya da yineleyici olarak cinsel eş ile genital cinsel ilişki
kurmaktan
aşırı
tiksinti
duyma
ve
bundan
tümüyle
kaçınma
olara
tanımlanmaktadır. Bu bozuklukta kişi eşi ile bir cinsel ilişki fırsatı ile karşı
karşıya kaldığında anksiyete, korku, iğrenme tanımlamakta ve bazı durumlarda
panik atak benzeri bir tablo gözlenebilmektedir. Bozukluğun niteliğine göre bu
durum kişide genital salgılar, koitus gibi cinsel yaşamın belirli öğelerine
odaklanabilir ya da tüm cinsel uyaranlara genel bir yanıt şeklinde ortaya
çıkabilmektedir.
Ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta bu bozukluğun
sıklıkla azalmış cinsel istek ile birlikte oluşudur ve hatta bazı araştırmacılar bu
iki bozukluk arasındaki sınırların belirsiz olduğuna işaret etmektedirler. Schover
ve Lo Piccolo cinsel tiksinti bozukluğunu, hafif formunda azalmış cinsel istek
bozukluğunun bulunduğu diğer ucunda ise fobik düzeyde cinsel kaçınmaların
bulunduğu bir uzanımda değerlendirmeyi uygun bulmuştur.
Freud bu bozukluğun psikoseksüel aşamalardan fallik dönemde
ketlenme sonucu geliştiğini ve erkeklerde bu durumun kastrasyon korkuları ile
ilişkili
olduğunu
kavramsallaştırmıştır.
Freud
penise
(fallus)
cinselliğin
yürütülmesinde temel bir önem atfetmiştir ve psikanalitik açıklamalarını penis
32
üzerinden kurgulamıştır. “Penis kıskançlığı” , “İğdiş edilme korkusu” gibi her iki
cinsin psikoseksüel gelişiminde önem arz eder.
Çocukuluk çağında yaşanan cinsel taciz varlığı veya ilk cinsel
birleşmenin kötü deneyimlerinin pekişmesi, cinsel uyarımın bilinçdışı suçluluk ve
utanç ile birleştiği durumlarda gözlenebileceği ifade edilmiştir.(Kaplan 2001).
Cinsel uyarılma bozuklukları:
Sertleşme Bozukluğu:
DSM IV ‘e göre sertleşme bozukluğu, kişinin cinsel ilişkiyi tamamlamaya
yetecek erekisyonu başlatmasında ya da sürdürmesinde yetersizlik olarak
tanımlanmış ve bu durumun kişi de belirgin bir sıkıntı oluşturması ya da kişiler
arası alanda sorun teşkil eden niteliğine işaret edilmiştir. DSM sınıflaması bu
bozukluğun yaşam boyu oluşu yada sonradan kazanılması durumuna göre
ayırmış ve durumsal ya da genel oluşuna göre tasnif etmiştir.
Kinsey yaptığı araştırmada 35 yaşındaki erkeklerde %2-4 oranında
sertleşme bozukluğu gözlenirken 80 yaş kesitinde bu oranın %80 düzeyinde
olduğuna işaret etmiştir (Kinsey 1948).
Feldmann ise 40-70 yaşlar arasında erektil disfonksiyon oranının %35
olduğunu, 70 yaş üzeri erkeklerde ise bu durumun %50 oranında olduğunu
göstermiştir (Feldmann 1994).
Empotans terimi psikiyatri literatüründe yerini korumakla beraber
psikiyatri dışı tıbbi literatürde daha sıklıkla kullanılmaktadır. Bu durum organik
kökenli olsun olmasın erkek cinsel işlev bozukluklarının psikiyatristler kadar
ürologların da ilgi alanına girmesinden kaynaklanmaktadır. Uyarılma işlev
bozukluğu anlatmak için “sertleşme bozukluğu“ daha uygun bir tanımlama
olarak kabul edilmektedir. Bu terim, hem kişisel aşağılama içermemekte hem de
empotans teriminin erkeğin cinsel istek uyarılma ve boşalma işlevlerinden birini
ya da tamamının bozulduğunu tanımlayan geniş ve belirsiz tanımından daha
uygun görülmektedir ( Yetkin 1997).
Erkekte sertleşme bozukluğu organik, psikolojik ya da her iki nedenden
kaynaklanabilir. Bu nedenleri ayırt etmek amacıyla iyi bir cinsel öykü ve
anamnez alınması ve gerekli görüldüğü takdirde diğer tıp branşları ile işbirliği
33
önem taşımaktadır. Bu konuda yapılan istatistikler çelişkili bilgiler sunmakla
beraber, %50-80 oranında tıbbi bir nedenin varlığından söz edilmektedir
(Kaplan 2001).
Freud empotans olarak tanımladığı sertleşme bozukluğu’nu kadına karşı
istek ve duyguları birleştirememek bağlamında ele almış, bu erkeklerin değersiz
gördükleri
kadınlarla
işlevsel
olabildiklerini
belirtmiştir.
Bunun
ötesinde
cezalandırıcı bir süperegonun varlığı, kişide güven duygusunun eksikliği,
yetersizlik duyguları ya da partneri tarafından istenmeyeceği konusundaki
kaygılar bu bozukluğa eşlik edebilir. Erkeğin ilişkide ihtiyaçlarını ya da
kızgınlığını ifade edemeyişi sertleşme yoluyla bir anlatım aracı olarak
kullanılması durumunu ortaya çıkarabilir (Sadock 2005). İlişkide yaşanan
sertleşme bozukluğu olumsuz bir şekilde bir sonraki ilişkide anksiyete olarak
yansıyabilir.
Masters ve Johnson ise 40 lı yaşlarından sonra erkeklliğin kaybına
yönelik yaşanan anksiyetenin bu bozukluktaki etkisine değinmiştir.
Kadınlarda cinsel uyarılma bozukluğu:
DSM IV’e göre cinsel uyarılma bozuklukları “Sürekli ya da yineleyici
olarak cinsel uyarının yeterli bir ıslanma ve kabarma tepkisini sağlayamaması
ya da cinsel etkinlik bitene dek bu durumu sürdürememe” olarak tanımlanmıştır.
Uyarılma bozukluğu bulunan kadınlar cinsel istek ve fantazilerin varlığında
yeterli bir önsevişme ve klitoral uyarı olmasına rağmen yeterince uyarılamama
ile tanımlanabilir.
Kadınlarda uyarılma bozuklukları ile ilgili sağlıklı bilgiler bulunmamakla
birlikte psikolojik çatışmalar ve cinsellikle ilgili toplumsal baskılar genellikle
cinsel isteği ve orgazm aşamalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Diğer bir
deyişle, cinsel isteği yeterli olan ve orgazm sorunu bulunmayan kadınların
genellikle uyarılma sorunları da bulunmamaktadır (Segraves 1998).
Ülkemiz için farklı bir durum söz konusu olup, yeterli cinsel eğitimin ve
cinsel deneyimin olmaması bu bozukluğun gelişiminde önem taşıyabilmektedir
(Yetkin 1998). Kadınlarda uyarılma bozukluklarının ayırıcı tanısı dikkatli
34
yapılmalı ve ağrılı ilişkiye neden olabilecek ya da uyarımı bozan olası tıbbi
hastalıkların varlığı ortaya konulmalıdır.
Orgazm bozuklukları
Kadında orgazm bozukluğu:
Kadında orgazm bozukluğu olağan bir cinsel uyarılma evresinden sonra
sürekli ya da yineleyici olarak masturbasyon ya da koitus ile orgazmın
gecikmesi ve/veya hiç olmaması tarzında gözlenene inhibe kadın orgazmı ve
anorgazmi olarak da adlandırılan klinisyenin tanı koyabildiği bir tablodur. DSM
IV sınıflandırması bu bozukluğu “olağan bir cinsel uyarılma evresinden sonra
orgazmın sürekli ya da yineleyici bir biçimde gecikmesi ya da hiç olmaması”
olarak tanımlamaktadır.
Kadında orgazm işlevinin anlaşılması için birtakım kavramlar ortaya
atılmıştır. Bu kavramın tartışılması eski bir psikanalitik görüş olan klitoral-vajinal
orgazm düalitesinin yarattığı karışıklıkla başlamıştır (Kaplan 1974). İlk dönem
psikanalitik literatürde kadın orgazmının iki bileşenden meydana geldiği kabul
göremekteydi. Klitoral orgazm, klitorisin embriyolojik ve anatomik gelişimi
itibarıyla penis eşdeğeri olarak değerlendirilmesi ve penise benzer şekilde
korpus yapısının bulunması, kadın orgazmının erkek orgazmına benzer bir
şekilde değerlendirilmesine yol açmıştır. Freud ve bu okulu takip edenler klitoral
orgazmın infantil bir cinselliği yansıttığı görüşünü öne sürmüşlerdir. Klitorisin
erotik uyarıları vajinaya yönlendirmesi ile psikoseksüel gelişimin sağlıklı
tamamlandığı kabul edilmekteydi. Klitoral orgazmı sürdüren kadınların nörotik
olduğu görüşü savunulmaktaydı. Ancak fizyolojik olarak kadında orgazm,
perine ve vajina etrafındaki kaslarla vazokonjesyon sonucu büyüyen dokuların
ritmik refleks kasılmaları ile belirlidir. Öznel olarak bu uyarılar pelviste, klitoral
bölge ve vajinada duyumsanır (Masters 1966).
Klitoris, kadın dış cinsel organlarının sinir uçlarından en zengin, dolayısı
ile en duyarlı bölümüdür ve tetiği her zaman klitoris çeker. Bu fizyolojik bilgilerin
ışığında klitorisin yeterli ve doğru bir şekilde uyarılması, orgazm bozukluklarının
cinsel terapisinde büyük bir önem taşır. Klitoral ve vajinal orgazmın bir düalite
olmadığı ve birbirini tamamlayan işlevleri olduğu bugün kabul edilmektedir.
35
Orgazm sorunlarının sıklığı konusunda farklı oranlar verilmekle birlikte bu
oranın %5-20 oranında rastlandığı bildirilmektedir (Spector 1990). Bu oranın
daha çok primer anorgazmi olgularını kapsadığı, bu oran dahil edildiğinde tüm
nedenlere bağlı orgazm sorunlarının yaklaşık olarak %30 düzeyinde gözlendiği
ifade edilmektedir (Sadock 2005). Kadında orgazm bozukluğunun gelişiminde
sayısız faktör rol oynayıp diğer tıbbi nedenler dışlandığında bunlar içerisinde
gebe kalma korkusu, cinsel partner tarafından rededilme korkusu, genitallerin
zarar görebileceği korkusu, erkeğe yönelik düşmanca duygular ve cinsellik
konusunda suçluluk sayılabilir.
Bazı kadınlarda orgazm kontrolünü kaybetme veya agresif dürtülerin
kontrol edilememesi olarak yorumlanabilir. Kültürel beklentiler ve sosyal
kurallar, yaşanılan toplumun sosyal yapısı, bireyden beklentileri önem taıyabilir.
Erkekte orgazm bozukluğu:
Erkekte orgazm bozukluğu ya da geç boşalma (Retarde ejakülasyon)
erkeğin koitus sırasında çok zor ejakülasyon yaşamasıdır. Bazı araştırmacılar
orgazm ile ejakülasyonun birbirinden ayrılması gerektiğini, orgazmın kişinin
öznel duyumu ile ilişkili olduğunu, ejakülasyonun ise fizyolojik bir bileşen
olduğunu öne sürerler (Kaplan 2001). Orgazmik anhedoni ejakülasyonun
gerçekleştiği
ancak
kişide
doyumla
nitelenebilecek
olan
orgazmın
gerçekleşmediği görüşüne dayanan bir kavramdır. Erken boşalma ve sertleşme
bozukluğu’na göre nadir gözlenen bu bozukluğun genel prevalansının %5
olduğu bildirilmiştir. Masters ve Johnson ise 447 kişilik bir populasyonda bu
oranın %3.8 olduğunu saptamıştır.
Primer geç boşalma ciddi bir psikopatoloji işareti olarak kabul edilebilir.
Bu kişilerin cinselliği bir tabu olarak algıladıkları, bilinçdışı enestiyöz arzular,
bunların zemininde gözlenen suçluluk ile ilşkili olabileceği öne sürülmüştür.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan kişilerde cinsel birleşmeye olan
konsantrasyon güçlüğü nedeniyle bu durumun gözlenebileceği bildirilirken,
obsesif kompulsif bozuklukta kişinin yaşadığı ambivalansın ve kadına yönelik
hostilitenin bir ifadesi olabileceği göz önüne alınmalıdır. Literatürde OKB ve geç
boşalma ilişkisini destekleyen veri bulunmamaktadır.
36
Erken Boşalma
Erken boşalmanın cinsel bir sorun olarak kabul edilerek psikiyatrik
sınıflamalarda yer alması son 25 yıldır ICD-9 ve DSM-III’ ün yayınlanması ile
gerçekleşmiştir. DSM IV ise erken boşalmayı “sürekli ya da yineleyici olarak çok
az bir cinsel uyarım ile ve kişinin istemesinden önce, vajinaya giriş öncesinde,
girer girmez ya da girdikten hemen sonra boşalmanın olması olarak
tanımlanmaktadır. Klinisyen bu tanıyı koyarken yaş, cinsel eş ve durumun yeni
olması ve son zamanlardaki cinsel etkinliğin sıklığı gibi uyarılma evresinin
süresini etkileyen faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.
Erken boşalma terimi yaklaşık 30 yıldır tartışılan bir konudur ve Kaplan
tarafından önerilen ve DSM III ‘ün kabul ettiği biçimiyle, kişinin boşalma refleksi
üzerindeki istemli denetiminin
önemi üzerinde durulmaktadır. 90’lı yıllarda
istemli denetimin önemi vurgulanmıştır (Metz 1997). Bu bozukluğun yaygınlığı
hakkında farklı veriler olmakla beraber, cinsel sorunları dolayısı ile başvuran
erkeklerin %40’ında erken boşalma başvuru şikayetini oluşturmaktadır (Kaplan
2001).
İlk cinsel deneyimlerini fahişelerle yaşayan ve cinselliğin çabuk
yaşanması gerektiğini öğrenen erkeklerde, ilk cinsel deneyimlerini suçluluk
duyabileceği ortamlarda yaşayan erkeklerde erken boşalma konusunda bir
olumsuz koşullanma olabilmektedir. Psikodinamik okul ise “empotans” ile erken
boşalmanın aynı dinamikler çerçevesinde değerlendirilebileceğini öne sürer.
Yakın dönemde yapılan araştırmalar erken boşalmanın gözlendiği
erkeklerin
bir
alt
grubunda
bu
durumun
nörobiyolojik
nedenlerden
kaynaklanabileceğini, bu kişilerin yapısal olarak sempatik uyaranlara daha
duyarlı olduklarını ve bulbokavrenöz reflkeks latanslarının daha kısa olduğunu
ortaya koymaktadırlar (Metz 1997). Olumsuz kültürel koşullanmalar, kişinin
özellikle ilk cinsel deneyimini yaşadığı ortam, partneri ile yaşadığı ilişkiye dair
sorunlar ve bu nörobiyolojik zeminin getirisi bağlamında bu bozukluk birden çok
faktör çerçevesinde değerlendirilebilmektedir.
37
Cinsel ağrı bozuklukları:
Disparoni:
Disparoni erkek ya da kadında cinsel ilişki öncesinde, sırasında ya da
sonrasında yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak genital ağrının olması
durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu duruma yol açabilecek diğer tıbbi nedenler
dikkatle sorgulanmalıdır. Kadınlarda bu duruma sıklıkla vajinismus eşlik
edebilmektedir.
Organik bir neden saptanamadığı durumlarda kişinin cinselliğe dair korku
ve anksiyetesinin bozukluğun gelişiminde etkisi üzerinde durulmuştur. Bu
hastalarda kronik ağrı ve çocukluk çağında yaşanmış olabilen cinsel taciz bu
bozukluğa sıklıkla eşlik edebilmektedir. Erkekte bu durum oldukça nadir
gözlenmekte
olup,
etyolojik
incelemelerde
çoğunlukla
prostatit,
herpes
enfeksiyonu veya peyronie hastalığı gibi organik durumlar öncelikli olarak
düşünülmelidir.
Vajinismus
Vajinismusun başlıca özelliği, vajinal penetrasyon denediğinde vajinanın
dış üçte birini çevreleyen perineal kaslarda yineleyici ya da sürekli bir biçimde
istemsiz kasılmalar olmasıdır. Bu kasılamaya tüm bedendeki kasılmalar,
bacakların kapanması, korku, kaçınma tepkisi, girişin olamayacağı inancı eşlik
eder (Yetkin 1998). Vajinismus ülkemizde batı ülkelerinde bildirilenden çok daha
fazla görülmektedir (Sungur 1994).
Cinsel eğitimsizliğin, kadınların kendi cinselliklerini tanımayışlarının,
cinsel deneyimin aşamalı gelişmeyip doğrudan cinsel birleşme ile başlamasının,
cinselliğe yönelik bakış açısı zemininde toplumsal bir boyut çerçevesinde
değerlendirilebilir.
38
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı obsesif kompulsif bozukluk ve panik bozukluğu
tanısı almış olan hastaların cinsel yaşamlarının ve cinsel doyumlarının ruhsal
bozuklukları tarafından ne derecede etkilendiğini araştırmaktır. Obsesif
kompulsif bozukluk ve panik bozukluğu anksiyete bozuklukları içerisinde yoğun
araştırma yapılan, psikiyatri içerisinde önemli işlevsellik kaybına ve maliyete
neden olan hastalıklardır. Günümüze kadar yapılan ve bu hastalıklarda cinsellik
ve cinsel işlev bozukluklarına dair yapılan çalışmalar sınırlıdır. Cinsel sorunlar
ve cinsel işlev bozukluklarının varlığının araştırılması hastaların cinsellik gibi
gizli ve tabu olarak kabul edilen ve çoğunlukla yakınmalarını rahatlıkla dile
getiremedikleri bir alandaki sorunların ön görülebilmesi ve gerektiğinde
hastalığın
farmakoterapisi
ve
psikoterapisi
sırasında
yapılacak
olan
değişikliklere ışık tutabilecektir. Anksiyete düzeyleri ve depresif belirtileri ile
cinsel işlev bozukluklarının ve cinsel doyumlarının karşılaştırılmasını olanaklı
kılacaktır.
Literatürdeki veriler incelendiğinde bu konu ile ilgili üç varsayım öne
sürülebilir: i) OKB ‘de Panik Bozukluğu olan kişiler ile karşılaştırıldığında daha
sık
olarak
orgazm
ve
uyarılma
bozukluğu
görülmektedir.
ii)
Panik
bozukluğu’nda cinsel kaçınmalar ve cinsel tiksinti bozukluğu daha sık olarak
görülür. iii) OKB ve Panik Bozukluğu’nda cinsel işlev bozukluğu, anksiyete
bozukluğu bulunmayan sağlıklı kişilere oranla daha sık bulunur.
Ülkemizde henüz anksiyete bozukluklarının özgül gruplarının cinsel işlev
bozukluklarını
karşılaştıran
bir
çalışma
bulunmamaktadır.
Cinselliğin
yaşanılmasında kültürel/sosyal belirleyicilerin önemi düşünüldüğünde ulusal
ölçekte çalışmalar önem kazanmakta, özgün nitelik taşımaktadır. Çalışmamız
anksiyete bozukluklarından panik bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk
hastalarının cinsel işlev düzeylerinin ve bu hastalarda tedavi öncesi dönemde
cinsel işlev bozukluklarının varlığı konusunda öncü bir nitelik taşıyacaktır.
Bu çalışmada OKB ve panik bozukluğu olan hastalarda cinsellik,
cinselliğe
yaklaşım,
cinsel
doyum
ve
cinsel
işlevin
değerlendirilmesi
hedeflenmiş yukarıda bahsedilen varsayımlar sınanmış, özgün bir araştırma
hedeflenmiştir.
39
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu tez çalışması Bakırköy Prof.Dr.Mazhar Osman Ruh sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Psikiyatri Polikliniğinde
yapılmıştır.
OLGULARIN SEÇİMİ:
Genel Psikiyatri Polikliniği’ne Haziran 2005-Mayıs 2006 tarihleri arasında
başvuran, 18-60 yaşları arasında, düzenli cinsel eşi olan ve en az ilkokul
mezunu olan ve klinik olarak OKB ve Panik Bozukluğu ön tanısı düşünülen
hastalardan çalışmaya katılmayı kabul edenlere ile SCID-1 görüşmesi
yapılmıştır. OKB tanısı alan 40 ve Panik Bozukluğu tanısı alan 40 hasta
araştırmaya kabul edilmiştir. Tüm hastalara Cinsel İşlev Bozukluğu Anket
Formu
uygulanmıştır. Çalışmaya katılan hastalar ayrıntılı bilgilendirilmiş ve
onay yazısı alınmıştır.
Tüm hastalara SCID-II uygulanmış ve kişilik bozukluğu varlığı tespit
edilen hastalar çalışmaya alınmamıştır. OKB saptanan hasta grubuna YaleBrown Obsesyon ve Kompulsiyon Skalası, Hamilton Anksiyete, Hamilton
Depresyon ölçekleri ve Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRISS)
uygulanmıştır. Panik bozukluğu saptanan hasta grubuna Panik Agorofobi
Ölçeği,
HAM-Anksiyete
ve
Hamilton
Depresyon
Ölçekleri
ve
GRISS
uygulanmıştır.
Kontrol grubu olarak sosyodemografik özellikleri hasta grupları ile
benzer, DSM-IV-TR kriterlerine göre herhangi eksen I ya da eksen II tanısı
almayan, düzenli cinsel eşi olan sağlıklı 20 erkek ve 20 kadın gönüllü kişiye,
anket formu ve GRISS cinsel doyum ölçeği uygulanmıştır.
DIŞLAMA ÖLÇÜTLERİ:
1) Kardiyovasküler, renal, ürolojik, hepatik, pulmoner, genetik, endokrin
ve
nörolojik
hastalıklar
ile
nutrisyonel
bozukluklar,
entoksikasyonlar,
40
operasyonlar ve diğer organik bozukluklar gibi cinsel yaşamı olumsuz etkilediği
bilinen tıbbi durum varlığı,
2) Psikotik hastalık öyküsü ya da geçirilmiş epizod öyküsü,
3) Mental retardasyon veya epilepsi öyküsü olan hastalar,
4) Belirgin alkol ya da psikoaktif madde kötüye kullanımı ve bağımlılığının
varlığı,
5) SCID-1 görüşmesinde Major Depresyon bulunması,
6) 18 yaş altı veya 60 yaş üzerindeki hastalar,
7) Hamilelik, emzirme veya menopoz dönemi çerisindeki kadın hastalar,
8) Cinsel işlevi etkilediği bilinen herhangi bir ilaç kullanan hastalar (cinsel
işlev bozukluğu‘na yol açma potansiyeli bulunan ilaçlar Tablo2 ve Tablo-3 ‘de
sunulmuştur).
DEĞERLENDİRME ÖLÇEKLERİ :
1-Cinsel İşlev Bozukluğu Anket Formu:
Çalışmaya alınan bireylerin sosyodemografik
verileri, cinsel anamnez
ve cinsel gelişimlerine yönelik soruları içermektedir. Aynı zamanda incelenecek
iki özgül hastalık olan panik bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluğa ait
belirtilerin cinsel yaşama olan etkisini araştıran soruları kapsamaktadır. Bu
belirtiler Panik Bozukluğu’nda cinsel tiksinme, cinsel ilişki sırasında yaşanan
panik durumu, fobik reaksiyonları kapsamakta; OKB’de ise obsesyonlar ve
kompulsiyonların varlığı ve cinsel yaşama olan etkisini içermektedir. Görüşmeci
tarafından muayene sırasında doldurulur, araştırmacı tarafından hazırlanan bu
form 26 maddeden oluşmuştur ve Ek bölümünde sunulmuştur.
2- DSM IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu
(SCID-I):
1983 yılında Spitzer ve arkadaşları tarafından yapılandırılmış bir klinik
tanı koyma aracı olarak geliştirilen SCID-I, karşılıklı görüşme ile DSM tanı
ölçütlerine göre herhangi bir birinci eksen tanısının geçmişte ve/veya son 1 ay
içinde olup olmadığının araştırılmasını sağlar.
41
Çalışmada, formun First ve arkadaşları tarafından DSM-IV‘e uyarlanmış,
1997 yılında yayınlanan versiyonunun, Çorapcıoğlu ve arkadaşları tarafından
geçerlilik ve güvenirlik çalışması yapılan, 1999 yılında yayınlanan Türkçe formu
kullanılmıştır.
3- SCID-2 Eksen II Kişilik Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Görüşme
Formu:
DSM III-R’ de II. Eksen Bozuklukları tanılamak için Spitzer ve ark.
tarafından hazırlanmıştır (Spitzer 1989 ). Türkçe versiyonu ise Sorias ve ark.
tarafından 1990 yılında yapılmıştır (Sorias 1990). Yarı yapılandırılmış bir ölçek
olup kişilik bozukluklarının her birinin boyutsal ve kategorik puanlarını ölçeren
120 sorudan oluşmaktadır.
4- Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği (Golombok Rust Inventory Of
Sexual Satisfaction- GRISS):
Rust ve Golombok tarafından geliştirilen ölçeğin, 28 maddeden oluşan
kadın ve erkek formları bulunmaktadır. Bu ölçek, cinsel işlevleri ve cinsel işlev
bozukluklarını sıklık, iletişim, doyum, kaçınma, dokunma, erken boşalma ve
erektil disfonksiyon, vajinismus, anorgazmi olmak üzere 7 alanda cinslere özgü
2 altboyut ile inceler. Sürekli bir eşi olan heteroseksüel bireylere ya da çiftlere
uygulanmaktadır. Golombok ve Rust (1986) ölçeği kadın ve erkekler için
hazırlanmış her biri 28 maddeden oluşan iki form halinde geliştirmiştir. Kadın ve
erkek formlarında 5‘i ortak olmak üzere 7 alt boyut yer almaktadır. Her iki alt
boyutta ortak olan alanlar: kaçınma, doyum, iletişim, dokunma ve ilişki sıklığıdır.
Bu alt boyutlara ek olarak kadın formunda vajinismus ve orgazm bozukluğu,
erkek formunda ise erektil disfonksiyon ve erken boşalma alt boyutları
bulunmaktadır.
Tuğrul ve arkadaşları 1993 yılında yaptıkları çalışmada ölçeğin
ülkemizde de geçerli ve güvenilir olduğunu bildirmişlerdir (Tuğrul ve ark.1993).
Elde edilen toplam puan cinsel işlevin niteliği ile ilgili bir fikir vermekte, alt boyut
puanları ise ilişkinin çeşitli yönleri ile ilgili bilgiler içermektedir. Ölçek Ek
bölümünde sunulmuştur.
42
5- Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği:
Klinisyen tarafından uygulanan bu ölçek hastada depresyonun düzeyini
ve şiddet değişimini ölçmektedir. Yapılandırılmış sorulardan oluşmaktadır ve her
bir soruda 0-4 arası puanlama yapılır. 16 puan ve üzeri depresyon olarak
değerlendirilir. Hamilton ve Williams (1978) tarafından geliştirilen ölçek Akdemir
ve arkadaşları (1996) tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. Ölçek Ek bölümünde
sunulmuştur.
6- Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği:
Anksiyete düzeyini ve belirti dağılımını belirlemek amacıyla uygulanan
ölçek hem somatik hem de psişik belirtileri sorgulayan altboyutları da kapsayan
toplam 14 soru içermektedir. Beşli Likert tipi ölçüm sağlamaktadır. Her
maddeden elde edilen puanların toplamı ile toplam puan elde edilir. Hamilton
tarafından geliştirilen (Hamilton1959) ölçek Ek bölümünde sunulmuştur.
7- Panik-Agorofobi Ölçeği:
Panik Bozukluğu tanısı almış hastada panik ataklarını, fobik kaçınmayı,
beklenti anksiyetesini, sosyal ilişkilerde kısıtlanmayı, bedensel hastalık inancını
göz önüne alarak alt bölümler halinde hastalık şiddetini derecelendiren bir
ölçektir. 1995 yılında Bandelow tarafından geliştirilen ölçeğin Türkçe geçerlilik
ve güvenilirliği Tural ve arkadaşları tarafından 2000 yılında yapılmıştır.
Beş başlıkta toplam 14 soru içermektedir. Başlıklar ve kapsadıkları soru
sayısı sırasıyla: panik atağı özellikleri (3+1), agorafobi/ kaçınma davranışı (3),
beklenti anksiyetesi (2), yeti yitimi (3), sağlık konusunda endişedir (2). Beşli
Likert tipi bir ölçüm sağlamaktadır. Ölçek Ek bölümününde sunulmuştur.
Çalışmamızda bu ölçeğin toplam puanı temel alınarak değerlendirme
yapılmıştır.
8- Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Derecelendirme Ölçeği:
Goodman, Price ve Rassmusen tarafından 1989 yılında geliştirilen
ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği Karamustafalıoğlu ve arkadaşları
43
tarafından 1993 yılında yapılmıştır. Toplam 19 maddeden oluşan ölçek yarı
yapılandırılmış
bir
görüşme
ile
değerlendirilmektedir.
Toplam
puan
hesaplanmasında yalnızca ilk 10 madde (madde 1b ve 6b dışında)
kullanılmaktadır. Madde 1b, 6b, ve 11-16‘nın psikometrik özellikleri hakkında
yeterli veri bulunmamaktadır. Toplam puan madde 1-10‘un toplamıdır.
Obsesyon ve kompulsiyonların alt-ölçek puanlarının toplanması ile elde edilir.
Çalışmada hastalığın genel şiddeti ile cinsel işlev arasında bir karşılaştırılma
yapılacağı için toplam puan istatistiksel çalışmada kullanılmıştır. Testin hedefi
olarak her obsesyon ve her kompulsiyon için ayrı ayrı hesaplananabilir.
Çalışmamızda
hastaların
en
sık
yakınma
nedeni
olan
obsesyon
ve
kompulsiyonlar hedef obsesyon ve kompulsiyonlar olarak belirlenmiş ve bu
açıdan test değerlendirilmiştir. Çalışmada kullanılan ölçek Ek bölümünde
sunulmuştur.
DEĞERLENDİRME VE İSTATİSTİKSEL ANALİZ:
İstatistiksel açıdan verilerin değerlendirilmesinde SPSS for Windows 10.0
istatistik paket programı kullanılmıştır. OKB ve Panik Bozukluğu gruplarının
parametrik özelliklerinin karşılaştırmasında Student’s t testi, bu iki grubun nonparametrik
özelliklerinin
karşılaştırmasında
ise
Mann
whitney
U
testi
uygulanmıştır. Üç grubun parametrik özelliklerinin karşılaştırmasında ANOVA,
üç grubun non-parametrik özelliklerinin karşılaştırmasında Kruskal wallis testi,
OKB ve Panik Bozukluğu gruplarının non-parametrik dağılım özelliklerinin
karşılaştırmasında ise
Fisher exact testi, üç grubun non-parametrik dağılım
özelliklerinin karşılaştırmasında da
ki-kare testleri ve pearson korelasyon
analizi kullanılmıştır. Tüm sonuçların değerlendirilmesinde ise P<0.05 değeri
istatistiksel anlamlılık olarak kabul edilmiştir.
44
BULGULAR
Çalışmamızdaki sosyodemografik veriler incelendiğinde Panik Bozukluğu
grubu için çalışmaya dahil edilme ölçütlerini karşılayan 40 olgu 21’nin erkek
19’unun kadın olduğu, Obsessif Kompulsif Bozukluk hasta grubu için tanı
ölçütlerini karşılayan 40 hastanın 7’sinin erkek 33 ‘nün ise kadın olduğu, Panik
Bozukluğu (PB) grubunda hastaların %92.5 oranında evli oldukları, OKB
grubunda ise bu oranın %90 olduğu, PB grubunda hastaların %75’nin ,OKB
grubunda ise hastaların %85’nin çocuklarının var olduğu saptanmıştır (Tablo 4).
Cinsiyet
Panik grubu
OKB grubu
Kontrol
n
%
n
%
n
%
Erkek
21
52,5
7
17,5
20
50,0
Kadın
19
47,5
33
82.5
20
50,0
1
2,5
2
5,0
Medeni
Bekar
Durum
Evli
37
92,5
36
90,0
36
90,0
Dul boşanmış
1
2,5
1
2,5
1
2,5
Birlikte
2
5,0
2
5,0
1
2,5
Çocuk
Var
30
75,0
34
85,0
Varlığı
Yok
10
25,0
6
15,0
Eğitim
Ilkokul
16
40,0
19
47,5
20
50,0
düzeyi
Orta-lise
20
50,0
12
30,0
13
32,5
Yüksek
4
10,0
9
22,5
7
17,5
χ2
p
12,70
0,002**
2,41
0,877
1,25
0,264
4,90
0,297
öğretim
Tablo 4: Gruplara gore sosyodemografik özelliklerin istatistiksel dağılımı ve
karşılaştırılması. (n: olgu sayısı; **: p<0.01)
OKB grubunda çalışmaya dahil edilme ölçütlerini karşılayan, seçici
seleksiyon yapılmadan çalışmaya dahil edilen olgularda kadın olgu sayısındaki
anlamlı farklılık göstermektedir, ancak bu durum istatistik analizde bir artefakta
neden olmamıştır (Tablo 4).
Eğitim Düzeyi, Çocuk varlığı ve medeni durum parametreleri açısından
olgu grupları ve kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır
(Tablo 4).
45
Cinsel sorun
Panik G
OKB G
Kontrol G
n
%
n
%
n
Isteksizlik
4
40,0
9
50,0
Sertleşme-uyarılma
2
20,0
1
5,6
Erken boşalma
3
30,0
3
16,7
Orgasm
1
10,0
3
16,7
2
11,1
olamama-
%
χ2
p
3,23
0,519
1,27
0,260
27,67
0,000**
8,20
0,004**
11,66
0,001***
0,91
0,340
2,46
0,116
45,11
0,000***
23,81
0,000***
31,76
0,000
geç
Vaginusmus
Hayır
20
50,0
25
62,5
Evet
20
50,0
15
37,5
Hayır
22
55,0
13
32,5
Evet ağrı
8
20,0
3
7,5
Temizlik
2
5,0
23
57,5
Diğer
8
20,0
1
2,5
Hayır
21
52,5
33
82,5
Evet
19
47,5
7
17,5
Hayır
24
60,0
37
92,5
Evet
16
40,0
3
7,5
Hayır
29
72,5
25
62,5
Evet
11
27,5
15
37,5
Hayır
25
62,5
18
45,0
Evet
15
37,5
22
55,0
Hayır
34
85,0
4
10,0
Evet
6
15,0
36
90.0
Tekrar Yaşamı
Hayır
38
95,0
18
45,0
etkiliyor mu
Evet
2
5,0
22
55.0
Tören benzeri
Hayır
35
87,5
10
25,0
Davranış
Evet
5
12,5
30
75,0
Yaşamı etkiliyor
Hayır
2
40,0
6
20,0
mu
Evet
3
60,0
24
80,0
Temizlenmede
Hayır
35
87,5
22
55,0
değişiklik
Evet
5
12,5
18
45.0
Olağan
27
67,5
28
70,0
25
62,5
Olumsuz
13
32,5
12
30,0
15
37,5
Çocuklukda
Yok
19
47,5
20
50,0
37
92,5
Davranış sorunu
Var
21
52.5
20
50.0
3
7,5
Panik
Ilişkiden kaçınma
Korku
Hastalanma
Bölge Tiksinti
Salgı tiksinti
Tekrarlama
Masturbasyon
0,568
10,31
0,001***
0,52
0,769
22,03
0,000***
Tablo 5: OKB ve panik bozukluğunda cinsel yaşamı etkileyen faktör özelliklerin
istatistiksel dağılımı ve karşılaştırılması (n: olgu sayısı; **: p<0.01, ***: p<0.001).
46
OKB ve panik bozukluğu gruplarında uygulanan anket formu ile bu
grupların cinsel yaşamlarını etkilediklerini ifade ettikleri çeşitli parametreler
karşılaştırılmış, bu parametrelerden kişilerin tanımladıkları cinsel sorun varlığı,
cinsel bölgelerden tiksinme, salgılardan tiksinme, cinsel ilişki sırasında panik
durumun varlığı, tekrarlayıcı davranışlar ve mastürbasyona karşı tutum
bakımından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır (Tablo 5).
Panik bozukluğu grubundaki hastaların, OKB hastalarına göre cinsel
ilişkiden daha fazla kaçındıkları (P<0,01), cinsel ilişki sırasında daha çok
hastalanmaktan korktukları ve korku yaşadıkları (p< 0,01) saptanmıştır (Tablo
5).
OKB hasta grubunda ise tören benzeri davranışların diğer gruba göre
ileri anlamlı derecede varlığı, bu davranışların bu hastaların cinsel yaşamlarını
ileri anlamlı düzeyde etkilediği, tekrarlayıcı davranışlarının cinsel yaşamlarını
etkilediği, yine anlamlı düzeyde bu hastaların cinsel ilişki sonrasında olağanın
ötesinde temizlenme davranışlarında artma gözlenmektedir (P< 0,01), (Tablo
5).
Her iki grupta çocukluk çağında ileri anlamlılık düzeyinde davranış
sorunlarının varlığı tespit edilmiştir (p<0,01), (Tablo 5).
Panik grubu
OKB grubu
Kontrol grubu
ORT
SS
ORT
SS
ORT
SS
P
38,11
8,64
34,17
7,62
34,58
7,59
,078
Bilgilenme yaş 14,54
2,63
15,67
3,27
15,44
3,53
,263
13,97
1,71
13,05
1,61
14,25
2,03
,010**
15,20
2,14
15,05
4,31
15,36
1,70
,936
19,58
3,10
20,13
3,57
19,55
3,63
,700
YAŞ
Adet-uykuda
boşalma yaşı
Mastusbasyon
yaşı
Cinsel
birleşme yaşı
Tablo 6: Tüm gruplara göre yaş ve cinsel yaşama dair özelliklerin aritmetik
ortalamaları ve standart sapma değerleri ( **: p<0.01).
47
Tüm grupların yaşlarının ve cinsel yaşamlarına etki eden faktörlerin
karşılaştırılmasında ise hasta grupları ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsel
bilgilenme yaşı, masturbasyon yaşı ve ilk cinsel birleşme yaşlarının ortalamaları
bakımından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Her iki grupta ise kadınlarda ilk
adet yaşının ve erkeklerde uyku boşalması parametresi incelendiğinde hasta
gruplarında kontrol grubuna göre düşük anlamlılık düzeyinde ortalama bir yıl
öncelik saptanabilmektedir (tablo 6).
Panik grubu
OKB grubu
Kontrol grubu
ERKEK
ORT
SS
ORT
SS
ORT
SS
P
Bilgilenme yaş
13,52
2,52
13,29
1,98
14,20
1,70
,491
uyku boşalması
14,10
1,95
12,57
1,99
14,80
2,02
,046*
Mastrb. yaşı
14,70
1,95
12,71
1,98
15,50
1,63
,007**
Cinsel birl. yaşı
18,29
2,28
19,00
3,27
17,95
2,48
,638
Tablo 7: Erkek katılımcılarda cinsel yaşamı etkileyen faktör özelliklerin dağılımı
ve karşılaştırılması (*: p<0.05, **: p<0.01).
Çalışma ölçütlerini karşılayan erkek hastalarda cinsel bilgilendirme yaşı
ve ilk cinsel birleşme yaşları açısından önemli bir fark saptanmamıştır, ancak
OKB hastalarının uyku boşalması ve masturbasyon yaş ortalamalarının PB ve
Kontrol gruplarına göre anlamlı olarak düşük olduğu tespit edilebilmiştir. Kadın
hastalarda gruplar arası karşılaştırmasında aynı parametreler bakımından
anlamlı bir fark saptanmamıştır (Tablo-7, Tablo-8).
KADIN
Panik grubu
OKB grubu
Kontrol grubu
ORT
SS
ORT
SS
ORT
SS
P
Bilgilenme yaş
15,72
2,30
16,24
3,28
16,74
4,45
,671
Adet yaşı
13,83
1,42
13,16
1,53
13,70
1,95
,299
Mastur. yaşı
17,20
1,79
16,42
4,78
15,11
1,90
,541
Cinsel brlş. yaşı
21,00
3,30
20,36
3,63
21,15
3,94
,704
Tablo 8: Kadın katılımcılarda cinsel yaşamı etkileyen faktör özelliklerin dağılımı
ve karşılaştırılması.
48
Panik grubu
OKB grubu
Kontrol grubu
ORT
SS
ORT
SS
ORT
SS
P
Sıklık
5,03
1,85
6,15
2,09
3,63
1,92
,000***
Iletişim
4,25
2,55
4,47
2,71
3,78
2,70
,487
Doyum
4,15
1,83
3,68
1,31
2,58
1,65
,000***
Kaçınma
4,85
2,18
5,70
2,59
3,58
2,41
,001***
DOKUNMA
4,30
2,51
5,68
2,62
3,23
2,33
,000***
Tablo 9: Gruplara göre GRISS özelliklerinin aritmetik ortalamaları ve standart
sapma değerleri (*: p<0.001).
GRISS
ölçeğinin
sıklık,
iletişim,
doyum,
kaçınma
ve
dokunma
sorunlarının varlığının sorgulandığı alt ölçekler incelendiğinde, OKB ve PB
gruplarında kontrol grubuna görece ileri anlamlılık düzeyinde sıklık sorunu,
cinsel doyum sorunu varlığı tespit edilmiştir ( p<0.01). PB ve OKB gruplarının
cinsel ilişkiden daha fazla kaçındıkları ve daha çok dokunma sorunu yaşadıkları
belirlenmiştir.(p<0,01). Gruplar arasında iletişim sorunu varlığı bakımından
anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (Tablo 9).
ERKEK
Panik grubu
OKB grubu
ORT
SS
ORT
SS
P
Ruhsal şikayet süresi
56,71
60,89
83,08
81,85
,106
Psişik HA
9,65
4,73
10,53
3,98
,373
Somatik HA
17,15
6,10
14,53
6,32
,062
HAD total
26,80
10,07
25,05
9,48
,426
H.depresyon total
13,95
8,81
11,73
3,81
,147
Tablo-10: Gruplara göre ruhsal şikayet süresi ve Hamilton Anksiyete ve
Hamilton Depresyon Ölçekleri aritmetik ortalama ve standart sapma değerleri.
OKB ve Panik Bozukluğu grupların ruhsal şikayet sürelerinin, Hamilton
Anksiyete Ölçeği toplam puan ortalamalarının, somatik ve psişik anksiyete puan
ortalamalarının ve Hamilton Depresyon Ölçeği toplam puan ortalamalarının
karşılaştırılmasında, OKB ve PB gruplarında bu parametreler bakımından
istatistiksel bir anlamlılık saptanmamıştır (Tablo 10)
49
Çalışmaya katılan OKB, PB ve Kontrol Grubunda erkeklerin GRISS
ölçeği alt boyutlarının karşılaştırılmasında cinsel ilişkinin sıklığı, sorunun varlığı
ileri anlamlılık düzeyinde tespit edilmiştir (p<0,01).
Gruplar arasında, cinsel kaçınmaların varlığı, cinsel doyum sorunu,
iletişim, dokunma ve yakınlaşma alanında sorun varlığı, empotans ve erken
boşalma alt ölçeklerinde anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (Tablo 10).
Panik grb.
OKB grb.
Kontrol
n
%
n
%
n
%
Yok
13
61,9
3
42,9
19
95,0
Var
8
38,1
4
57,1
1
5,0
Yok
17
81,0
7
100,0 14
Var
4
19,0
Yok
18
85,7
Var
3
14,3
Yok
18
85,7
6
85,7
16
80,0
Var
3
14,3
1
14,3
4
20,0
Yok
19
90,5
7
100,0 17
Var
2
9,5
Yok
12
57,1
6
Var
9
42,9
Erken
Yok
9
Boşalma
Var
12
ERKEK
Sıklık
İletişim
Doyum
Kacınma
Dokunma
Empotans
6
7
100,0 20
χ2
p
9,43
0,009**
2,90
0,234
4,11
0,128
0,27
0,872
1,28
0,527
2,10
0,350
0,03
0,981
70,0
30,0
100,0
85,0
3
15,0
85,7
14
70,0
1
14,3
6
30,0
42,9
3
42,9
8
40,0
57,1
4
57,1
12
60,0
Tablo 11-GRISS ölçeğine göre tüm erkeklerde alt boyut aritmetik ortalamaları
ve standart sapma değerleri (**:p<0.01).
Tüm gruplardaki erkek katılımcıların GRISS ölçeği’ne göre yapılan
değerlendirmede Tablo-11 ‘de sıklık, iletişim ,doyum, cinsel kaçınma ,dokunma
ortak alt ölçeklere ait puanların aritmetik ortalamaları
ve standart sapma
değerleri özgül olarak bu gruba ait olan empotans ve erken boşalma alt ölçek
aritmetik ortalamaları ve standart sapma değerleri sunulmuştur. Sıklık alt ölçeği
50
puanları ve analizi incelendiğinde OKB ve PB hastalarının daha fazla sıklık
sorunu yaşadıkları saptanabilmiştir. Diğer alanlara ait karşılaştırmalarda anlamlı
bir sonuç saptanmamıştır.
KADIN
Sıklık
İletişim
Doyum
Kaçınma
Dokunma
Panik gr.
OKB grb.
Kontrol
N
%
n
%
n
%
Yok
12
63,2
12
36,4
15
75,0
Var
7
36,8
21
63,6
5
25,0
Yok
13
68,4
23
69,7
16
80,0
Var
6
31,6
10
30,3
4
20,0
Yok
14
73,7
30
90,9
19
95,0
Var
5
26,3
3
9,1
1
5,0
Yok
7
36,8
13
39,4
15
75,0
Var
12
63,2
20
60,6
5
25,0
Yok
6
31,6
10
30,3
14
70,0
Var
13
68,4
23
69,7
6
30,0
6
31,6
19
57,6
13
65,0
Var
13
68,4
14
42,4
7
35,0
Yok
17
89,5
25
75,8
20
100,0
Var
2
10,5
8
24,2
Vaginusmus Yok
Anorgazmi
χ2
p
8,32
0,016*
0,84
0,655
4,69
0,096
7,75
0,021*
9,15
0,010*
4,93
0,085
6,36
0,042*
Tablo 12: GRISS ölçeğine göre tüm kadınlarda alt boyut aritmetik ortalamaları
ve standart sapma değerlerinin karşılaştırılması (*:p<0.05).
Tüm gruplardaki kadın
katılımcıların GRISS ölçeği’ne göre yapılan
değerlendirme ise Tablo- 12 ‘de sunulmuş ve sıklık, iletişim, doyum, cinsel
kaçınma, dokunma ortak alt ölçekler puanlarının ve özgül olarak bu gruba ait
olan vajinismus ve anorgazmi alt ölçek puan ortalamaları sunulmuştur.
Tablo 12 incelendiğinde kadın OKB hastalarının sıklık sorunu varlığının
PB ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde fazla olduğu (p<0.05), kaçınma ve
51
dokunma sorunun varlığı hem OKB hem de panik hastalarında kontrol grubuna
kıyasla anlamlı düzeyde yüksek saptandığı, anorgazmi altölçeğinin puan
ortalaması ve istatistiksel analizi incelendiğinde ise OKB hastalarının diğer iki
gruba göre anlamlı bir sıklıkta orgazm sorunu yaşadıkları saptanmıştır.
Diğer alanlara ait karşılaştırmalarda anlamlı bir sonuç saptanmamıştır.
Panik grubu
Sıklık
iletişim
doyum
Kaçınma
dokunma
HA psişik
,198
,222
,459
,224
,318
HA somatic
,186
,290
,365
,299
,191
HA toplam
,206
,280
,436
,286
,265
HA depresyon
,011
,334
,370
,175
,125
P-A Ölçeği
,069
,300
,339
,346
,181
Tablo13: PB’de GRISS altboyut değerlerinin aritmetik ortalamaları ile Hamilton
anksiyete ve depresyon, Panik agorafobi ölçekleri toplam puanları ortalamaları
arasında korelasyon
Panik Bozukluğu grubundaki hastaların GRISS altboyut puanları ile bu
hastaların Panik Agorafobi Ölçeği ,Hamilton Anksiyete Ölçeği toplam puanı, bu
ölçeğin somatik ve psişik alt boyutlarının puanları ve Hamilton Depresyon ölçeği
toplam puanları ile ilişkisi yukarıdaki tabloda sunulmuştur.
Tablo 13 incelendiğinde
puanları Hamilton Depresyon
Hamilton Anksiyete psişik, somatik ve toplam
ve Panik-Agorafobi ölçeği toplam
puanları
arasında zayıf korelasyonların varlığı (r=0,459, r=0,365, r=0,436, r=0,370 ,
r=0,339, r=0,318 ve r= 0,334) gösterilmiştir. Diğer parametrelerle ise hiçbir
korelasyonun olmadığı gözlenmektedir.
52
Panik grubu
OKB grubu
ORT
SS
ORT
SS
P
Ruhsal şikayet süresi
56,71
60,89
83,08
81,85
,106
Psişik HA
9,65
4,73
10,53
3,98
,373
Somatik HA
17,15
6,10
14,53
6,32
,062
HAD total
26,80
10,07
25,05
9,48
,426
H.depresyon total
13,95
8,81
11,73
3,81
,147
Tablo 14: Gruplara göre ruhsal şikayet süresi ve Hamilton Anksiyete ve
Hamilton Depresyon Ölçekleri aritmetik ortalama ve standart sapma değerleri.
Her iki grupta ruhsal şikayet süresi, hamilton Anksiyete ve Depresyon
ölçeklerinin ortalama değerleri Tablo-14 ‘de sunulmuştur.
Ruhsal şikayet
süresi, depresyon ve anksiyete ortalama puanları arasında bir korelasyon
saptanmamıştır.
OKB grubu
Sıklık
iletişim
doyum
Kaçınma Dokunma
HA psişik
,156
,090
-,001
,150
,120
HA somatic
,220
,267
-,007
,440
,383
HA toplam
,213
,216
-,005
,356
,306
HA depresyon
,481
,301
,187
,363
,506
Obsesyon
,309
,080
,355
,257
,342
Kompulsiyon
,359
,141
,293
,326
,410
OKB total
,358
,117
,350
,311
,402
Tablo-15 OKB grubunda GRISS Altboyut Değerleri İle Hamilton Anksiyete ve
Depresyon Ölçekleri Puanlarının Ortalamaları Ve Y-BOCS puanları arasındaki
korelasyon
OKB grubundaki katılımcıların GRISS ölçeği altboyut değerleri ile
Hamilton Anksiyete Ölçeği toplam puanları, somatik ve psişik alt boyut puanları
ile Hamilton
Depresyon Ölçeği toplam puan ortalamaları ile Yale-Brown
Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği toplam puanları ve bu öçleğin obsesyon puan
oratalması ve kompulsiyon puan ortalamaları arasındaki ilişki Tablo-15 ‘da
sunulmuştur .
53
Tablo
incelendiğinde GRISS altboyutları ile Hamilton Depresyon ve
Anksiyete puan ortalamaları ile zayıf derecede korelasyonlar (r=0,35 r=0,383
r=0,506, r=0,342, r=0,410 ve r=0,4025) gözlenmektedir.Bu zayıf korelasyonlar
dışındaki parametrelerle hiçbir korelasyon olmadığı görülmektedir.
54
TARTIŞMA VE SONUÇ
Çalışmamızda anksiyete bozuklukları içerisinde önemli bir yere sahip
olan obsesif kompulsif bozukluk ve panik bozukluğu olan hastaların cinsel
sorunları ve cinsel işlev bozuklukları sağlıklı gönüllülerden oluşan kontrol grubu
ile karşılaştırılmış ve hem bu özgül gruplarda cinsel sorunlar ve cinsel işlev
bozukluklarının varlığı gösterilmiş hem de bu iki grup arasında bir karşılaştırma
yapılmıştır.
Literatürde özellikle obsesif kompulsif bozukluğun bireylerin evlilik ve
cinsel yaşamlarında sorun oluşturabileceği ve bu belirtilerin cinsel yakınlık
kurulmasına engel teşkil edebileceği ifade edilmiş, bu bireylerde evlilik
oranlarının daha düşük düzeyde olduğu bildirilmiştir (Vulink 2006, Stekete 1989,
Hoover 1984).
Çalışmamızda OKB grubu hastaların evlilik oranlarının sağlıklı kişilerden
farklı olmadığı görülmüştür. Benzer bir sonuç Steketee (1997) tarafından da
bildirilmiştir. Bu durum ülkemizde cinselliğin daha çok evlilik içerisinde yaşanan
bir olgu oluşu dolayısı ile düzenli bir cinsel ilişki ve partner varlığının evlilik ile
mümkün olabilmesi ve evlilik kurumuna verilen sosyal önem ile açıklanabilir.
OKB hasta grubunda tekrarlayıcı nitelikteki davranışlarının panik
bozukluğu grubundaki hastalara oranla bu hastaların cinsel yaşamlarını daha
fazla etkilediği
(p>0.01), bu hastaların cinsel ilişki sonrasında olağanın
ötesinde temizlenme davranışlarının daha fazla olduğu gösterilmiştir (Tablo 5).
Bu bulgular tekrarlayıcı davranışların ve cinsellik sonrasında temizlenme
davranışındaki
artışın
OKB
hastalarının
hastalıklarının
doğası
gereği
gözlenebileceği bilgisi ile uyumludur (Staebler 1993).
Çalışmaya katılan OKB hastaları obsesyon ve kompulsiyonlarının
içerikleri temelinde sınıflandırılmamış ancak Y-BOCS ‘da hedef listesinde
birincil yakınmaları zemininde değerlendirilmiştir. OKB’de en sık görülen
bulaşma, kirlenme obsesyonları ve temizlik kompulsiyonları göz önüne
alındığında, cinsellik sonrası temzilenmede artma davranışının sık gözlenmesi
55
beklenen bir sonuçtur ve Aksaray’ın (2001) sonuçları ile benzerlik taşımaktadır.
OKB hastalarında erkek katılımcıların ilk mastürbasyon ve gece boşalması yaşı
panik bozukluğu grubu ve kontrol grubuna göre daha erken tespit edilmiştir.
Panik Bozukluğu’ bulunan erkek hastaların mastürbasyon yaşı 14.3 olarak
saptanan Figuera (2001)’in çalışmasına parallelik göstermektedir (Tablo-7).
OKB ve panik bozukluğu gruplarında
çocukluk çağı davranış
sorunlarının varlığı (alt ıslatma, kekemelik ve gece korkuları ) kontrol grubuna
göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (Tablo-4). Bu
iki
önemli veriyi
değerlendirmek için çocukluk çağında başlayan ve çocuk-ergen ve erişkin
gelişim eksenindeki psikoseksüel gelişimi inceleyecek uzun izlem çalışmalarına
gereksinim vardır.
OKB
ve
PB
değerlendirilmesinde
gruplarının
cinsel
doyum
ve
işlevlerinin
genel
cinsel ilişki sıklığının az olduğu tespit edilmiştir (Tablo-
9).
Çalışmamızda özellikle OKB tanısı alan kadınlarda %63,6 ‘sında cinsel
ilişki sıklığını düşük olduğu görülmüştür (Tablo-11,Tablo-12).
Erkek hastalarda ise hem panik bozukluğu hem de OKB hastaları cinsel
ilişki sıklığının azlığı ile ilgili sorunlarını ifade etmişlerdir (Tablo-11). Figueria
(2001) ise Panik Bozukluğu hastalarının cinsel ilişki sıklığı ilgili sorunlarını ifade
etmelerine karşın bu sorunun yaygın anksiyete bozukluğu bulunan hastalardan
farklılık göstermediğini vurgulamıştır. Aksaray (2001) ise Obsessif Kompulsif
Bozukluğu bulunan kadınların yaygın anksiyete bozukluğuna benzer bir oran
gösterdiğini belirtmiş, Van Minnen (2006) panik bozukluğu olanlar ile OKB’si
olan kadın hastaları karşılaştırdığı çalışmasında her iki grupta kontrole göre
cinsel ilişki sıklığının azlığını tespit etmiştir. Çalışmamızda cinsel ilişki sıklığı ile
ilgili sorunun OKB’si olan erkek hastalar tarafından bildirilmemişken (Tablo-11)
sadece OKB kadın hasta grubu tarafından ifade edilmesi toplumumuzda
cinselliğe dair sorun ve beklentilerin erkekler tarafından kültürel nedenlerle daha
az ve güç ifade edilebildiği ile açıklanabilir. Bu duruma diğer bir açıklama ise
kadın OKB hastalarından cinsel ilişki sıklığını belirleyen erkek olduğundan
dolaysıyla kadın OKB hastalarının bu durumu daha çok sorun olarak
algılanması olabilir. Diğer taraftan OKB’de ise kadın hastaların sıklık sorunu
56
dışındaki diğer alanlardaki sorunlarının varlığı (Tablo-12) bu problemin
farkındalığını arttırdığı da düşünülebilir. Bu bulgular ışığında cinsel ilişkideki
sıklık sorunu genel olarak anksiyete bozukluklarında gözlenebileceği sonucuna
varılabilir, ancak bu yönde yapılacak ve diğer hasta gruplarını da içine alan
kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
Cinsel doyumsuzluk ise hem OKB hem de panik bozukluğu olan
bireylerde sağlıklı kişilere
göre daha yüksek saptanmıştır (Tablo-9,11,12).
Bununla birlikte cinsel doyuma yönelik yanıtlar incelendiğinde doyum sorunu
varlığı her iki grupta tespit edilebilmesine karşılık hem sağlıklı bireylerin hem da
hasta gruplarının doyumsuzluk oranlarını beklenenden düşük verdikleri
gözlenmektedir. Bu bulgular yapılan çalışmalar ile uyumludur
(Vulink 2006,
Aksaray 2001, Staebler 1993, Freund 1989). Çalışmamızda hastaların ifade
edebilme güçlüğü cinsel doyuma ilişkin verilere de yansıdığı düşünülebilir.
Cinsel kaçınmalar ve cinsel dokunmalarla ilişkili sorun varlığı her iki
grupta tespit edilmiş ve oransal olarak kontrol grubuna göre anlamlı derecede
yüksek saptanmıştır (Tablo 12).Cinsel kaçınmalar panik bozukluk grubunda
kadınlarda %64 oranında OKB ‘de ise %60,6 oranında saptanmıştır. Bu oran
cinsel kaçınmaların cinsel anket formu verileri ile birlikte değerlendirildiğinde
(Tablo-5) panik bozukluğunda daha sık olduğu varsayımını doğrulamaktadır,
ancak incelenmesi gereken diğer önemli bir nokta OKB grubundaki kadın
hastalarda da önemli ölçüde cinsel kaçınmaların varlığının saptanmış olmasıdır.
Çalışmamızda saptadığımız bu oran Figueira (2001) ‘ın çalışmasında belirttiği
%50 oranına benzerdir. Benzer araştırma bulguları Vulink’in (2006) yaptığı
çalışmada da gözlenmektedir. Bu parametreler ile ilgili diğer çalışmalarda
(Freund 1989, Monteiro 1987) hastaların cinsel kaçınmaları partner yokluğuna
bağlanırken, çalışmamız Vulink (2006)’in çalışmasına paralel bir şekilde bunun
cinsel istek fazı ile ilişkili olabileceğini ortaya koymaktadır, çünkü çalışmamız
yalnızca düzenli bir beraberliği ya da evliliği olan hasta grupları ile yapılmıştır.
Cinsel dokunma ile ilişkili sorunlar açısından her iki grup incelendiğinde
OKB ve PB’de sağlıklı bireylere göre daha yüksek oranda sorun varlığı tespit
edilmiştir (Tablo-9, p<0,05). OKB grubundaki kadınlarda bu sorun %70
oranında gözlenmiştir (Tablo-12). Bu durum Aksaray (2001)’de obsesif
kompulsif bozukluğu bulunan kadın hastaları yaygın anksiyete bozukluğu
57
bulunan hastalarla yaptığı karşılaştırmalı çalışmaya benzer bir sonuçtur. Bu
oran panik bozukluğu grubundaki kadın hastalarda % 68 oranında tespit
edilmiştir. Hem OKB hem de PB ‘da bireylerin cinsel istek fazı ile ilişkili
bozulmaları olduğu, OKB ‘de bu sorunun kaçınmalarla ilişkili olduğu ve OKB ‘nin
klinik görünümü ile ilişkili olabileceği,
panik bozukluğunda ise kaçınma
davranışı temelinde panik nöbetini tetikleyeceği korkusunu düşündürtmektedir.
Çalışmamızda OKB grubundaki kadın hastalarda %24,2 oranında
anorgazmi saptanmıştır (Tablo 12) . Bu oran Monteiro (1987) ve Freund
(1989)‘un bildirdiği %9-12 oranından daha yüksek bir orandır ve Vulink (2006)’ın
çalışmasında
belirttiği
%33
oranına
yakın
bir
değerdir.
Veriler
değerlendirildiğinde OKB grubundaki kadın hastaların Van Minnen (2000) ‘in
ifade ettiği gibi yalnız istek fazı ile ilişkili değil aynı zamanda uyarılma ve orgazm
fazları ile ilişkili bozukluklar sergiledikleri gözlenmektedir. Her iki hasta
grubunda vajinismus’a dair yakınmalarını daha yüksek olması, özellikle bu
ortalama değerlerin OKB grubundaki kadınlarda daha yüksek oluşu önemlidir.
Bu
verilerden
yola
çıkarak
OKB
hastalarında
uyarılma
ve
orgazm
bozukluklarının panik bozukluğu bulunan hastalara göre daha sık olduğu
varsayımımızın doğrulandığı görülmektedir.
Literatür verileri incelendiğinde anksiyete düzeyleri ve cinsel işlev
bozukluklarının kesitsel ilişkisi konusunda çelişkili sonuçlar ortaya konmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu kişilerde cinsel ilişki esnasında oluşan durumsal
anksiyetenin bireyde olumlu bilişler eşliğinde erotik uyaranlara dikkati arttırdığı
ve bu yolla otonomik ve cinsel uyarılmanın arttığı öne sürülmüştür (Van Minen
2000). Verilerimizin de gösterdiği gibi sürekli anksiyetenin yüksek olduğu panik
bozukluğu ve obsessif kompulsif bozuklukta yüksek anksiyete kişinin erotik
uyaranlara odaklanmasını olumsuz yönde etkiler
ve cinsel işlevlerde
bozulmalara yol açabilir.
Çalışmamızda yüksek düzeyli uzun süreli anksiyetenin var olduğu
obsesif kompulsif bozukluk ve panik bozukluğunda cinsel işlevlerin anksiyetenin
şiddetinden bağımsız olarak cinsel işlevleri olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Bu
durum Van Minnen(2000)‘ın görüşlerine uygundur. Depresif belirtilerle cinsel
işlev bozukları arasında zayıf bir ilişkinin var olduğunu gösterilmiştir. Depresif
58
belirtilerin anksiyete belirtilerinde olduğu gibi cinsel işlev bozukluklarına yol açan
öncül bir durum olmadığı ortaya konmuştur (Tablo 13,14,15).
Tüm veriler incelendiğinde OKB hasta grubunun özellikle kadınlarda
belirgin olmak üzere daha olumsuz cinsel işlevsellik düzeyinde olduğu, OKB
grubundaki hastalarda uyarılma ve orgazm fazı bozukluklarının daha sık olduğu
ve panik bozukluğu bulunan hastalarda cinsel kaçınmaların daha sık olduğu
varsayımları doğrulanmıştır.
Literatürde bu alanda sınırlı sayıda çalışma olduğu gözlenmektedir. Daha
büyük örneklem grupları ve farklı anksiyete bozukluklarını içeren ve sağlıklı
kişilerle karşılaştırmalı yeni çalışmalar cinselliğin ve cinsellikte yaşanan
sorunların bu hastalıklar ile ilişkisini ortaya koyacaktır. Bu bireylerin tedavi
öncesi dönemde yaşadıkları cinsel sorunların ve cinsel işlev düzeylerinin
bilinmesi bu hastalıkların oluşumunda cinsel sorunların etkisini hem de hastalık
sürecinin cinsel işlevlere olan etkisini aydınlatacaktır.
59
ÖZET
Anksiyete bozukluklarında cinsel işlev bozukluğu önemli bir alan
olmasına rağmen bu konuda sınırlı sayıda araştırma yapılmıştır. Çalışmamızda
OKB ve Panik Bozukluğu tanısı almış olan bireylerin hastalıklarının cinsel
yaşamlarını ve cinsel doyumlarını ne derecede etkilediğini araştırmaktı. Bu
amaçla Bakırköy Prof .Dr.Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Genel Psikiyatri Polikliniği’ne başvuran, 18-60 yaşları
arasında, düzenli eşi olan ve en az ilkokul mezunu olan ve klinik olarak
ve Panik Bozukluk öntanısı düşünülen hastalar ile
OKB
SCID-1 görüşmesi
yapılmıştır. 40 OKB tanısı ve 40 Panik Bozukluğu tanısı alan hastaya Cinsel
İşlev Bozukluğu Anket Formu uygulanmış, çalışmaya katılan tüm bireyler ve
kontrol grubu olarak çalışmaya katılan sağlıklı gönüllülerden bilgilendirilmiş ve
onay yazısı alınmıştır.
Literatür
verilerine
dayanarak
öne
sürdüğümüz
3
hipotez
sınanmıştır; OKB’de daha sık olarak orgazm ve uyarılma bozukluğu
görülmektedir. Panik bozukluğu hastalarında cinsel kaçınmalar daha sık olarak
görülür. OKB ve Panik Bozukluğu hastalarında cinsel işlev bozukluğu, anksiyete
bozukluğu bulunmayan sağlıklı kişilere oranla daha sık bulunur.
OKB hasta grubunda tekrarlayıcı nitelikteki davranışlarının panik
bozukluğu grubundaki hastalara oranla bu hastaların cinsel yaşamlarını daha
fazla etkilediği,
daha fazla oranda
bu hastaların cinsel ilişki sonrasında
olağanın ötesinde temizlenme davranışlarının daha sık olduğu gösterilebilmiş,
her iki grupta çocukluk çağı davranış sorunlarının varlığı (alt ıslatma, kekemelik
ve gece korkuları ) sağlıklı gönüllülere göre daha fazla bulunmuştur.
Her
iki
hasta
grubunun
cinsel
doyum
ve
işlevlerinin
genel
değerlendirilmesinde hem kadın hem de erkek hastalarda cinsel ilişki sıklığı’nın
az olduğu tespit edilmiştir.
Genel değerlendirmede OKB’de hem kadınların hem de erkeklerinin
cinsel işlevlerinin daha olumsuz etkilendiği, kadınlarda anorgazminin daha sık
bulunduğu tespit edilmiştir. OKB’de uyarılma bozuklukları saptanmıştır. Her iki
hasta grubunda vajinismus’a dair yakınmalarını daha yüksek olması, özellikle
bu ortalama değerlerin OKB grubundaki kadınlarda daha yüksek oluşu
60
önemlidir. Bu verilerden yola çıkarak OKB hastalarında uyarılma ve orgazm
bozukluklarının panik bozukluğu bulunan hastalara göre daha sık olduğu
varsayımımızın doğrulandığı görülmektedir. Panik bozukluğu bulunan kişilerde
cinsel kaçınmaların OKB grubuna göre daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Çalışmamızda major depresyon ölçütlerini karşılamayan şiddette
depresif belirtilerle cinsel işlev bozukları arasında zayıf bir ilişkinin var
olduğunun gösterilmiştir. Depresif belirtilerin anksiyete belirtilerinde olduğu gibi
cinsel işlev bozukluklarına yol açan öncül bir durum olmadığı ortaya konmuştur.
Sonuç olarak, tüm veriler incelendiğinde OKB hasta grubunun özellikle
kadınlarda belirgin olarak daha olumsuz cinsel işlevsellik düzeyinde olduğu,
OKB grubundaki hastalarda uyarılma ve orgazm fazı bozukluklarının daha sık
olduğu ve panik bozukluğu bulunan hastalarda cinsel kaçınmaların daha sık
olduğu varsayımları doğrulanmıştır.
61
SUMMARY
This study is designed to investigate the deteriorative effect of two
important anxiety disorders-panic disorder and obsessive compulsive disorderon the sexuality and sexual satisfaction of the patients.There are few studies
about sexuality and sexual dysfunction of anxiety disorders. 80 patients were
investigated, admitted to the general psychiatry policlinic . 40 patients
diagnosed as panic disorder, 40 patients diagnosed as OCD with SCID-1. Each
patient has been evaluated with sexual dysfunction questionnaire, Hamilton
Depression And Anxiety Scales. Panic disordered patients are evaluated with
Panic –Agoraphobia Scale and OCD patients with Yale-Browm Obssesion
Kompulsion Scale in regard to
their symptom severity. The rate of sexual
dysfunction and sexual satisfaction were analyzed with Golombok-Rust Sexual
Satisfaction Scale.(GRISS) 40 healthy voluntters were evaluaeted with sexual
dysfunction questionnaire and GRISS.Any medical condition or drug use history
known to interfere with sexual functions are excluded and patients were
evaluated before pharmacotherapy to prevent the adverse effects of these
drugs on sexual functions planned to anlayze.
Patients and volunteers are informed about the purpose of the study and
informed consent has been taken.
Three hypothesis are examined : Sexual Dysfunction of OCD patients
are more affected compared with healthy controls and panic disordered.sexual
aversions are more common in panic patients and disorders of sexual arousal
and orgasmic disorders are more common in OCD patients.
The repetetive behaviour in compulsive behaviour do negatively affect
sexual life of OCD patients.Two patients group reported more behavioural
problems during their childhood compared to controls.
Sexual dyssatisfaction was found more common in both of the patient
groups. Complaints in sexual frequency were more common.OCD patients
especilly women suffered more from anorgasmia and they were detected more
nonsensual.
Panic patients complained about sexual aversion more common.
62
Sexual dysfunctions are shown to be primarily related with OCD and
panic diorder and their nature. Symptoms of anxiety and depression could be
evaluated secondarily and did not directly relate ewith sexual dysfunction.
As a result , theree hypotheses were realized in this study.
63
KAYNAKLAR
Akdemir A, Örsel İ. , Dağ H. Ve ark. (1996) Hamilton Depresyon
Derecelendirme Ölçeği geçerliği,güvenirliği ve klinikte kullanımı.Psikiyatri
Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi 1996 ;4(4) ;251-259)
Aksaray G.,Yelken B. (2001) Sexuality in women with Obsessive Compulsive
Disorder. Journal of Sex&Marital Therapy 2001 .Vol.27. 273-277
APA (1980) DSM III Diagnostic and Statistical Manual of mental disorders third
edition revised Washington-American Psychiatric Association 1980
APA (1987 )DSM III-R Diagnostic and Statistical Manual of mental disorders
third edition revised Washington-American Psychiatric Association 1987 ,433490
APA (1994) DSM IV R Diagnostic and Statistical Manual of mental disorders
third edition revised Washington-American Psychiatric Association 1994
APA (2000) Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatri’de Hastalıkların Tanılanması
ve Sınıflandırılması El Kitabı ,Yeniden Gözden geçirilmiş Dördüncü baskı
(DSM-IV TR) ,Amerikan Psikiyatri Birliği,Washington D.C.; 2000’den çeviren
Köroğlu E.,hekimler Yayın Birliği ,Ankara ,2001
Beggs V.E. Calhoun K.S. ,Wolchik S.A. (1987) Sexaul Anxiety and female
sexual arousal :A comparison and arousal during sexual anxiety stimuli and
sexual pleasure stimuli Archives of Sexual Behaviour 16 sf: 311-319
Baldwin D.S., Birtwistle J.(1998) The side effect burden associated with drug
treatment of panic disorder. Journal of Clinical Psychiatry 1998 59 (Suppl.8)
39-44 .
64
Bandelow B, Hajak G., Holzrichter S.ve ark.(1995) Asessing the efficacy of
treatments for panic disorder and agoraphobia.I.Methodological Problems-II
Panic Agoraphobia Scale .Int. Clin. Psychopharmacology.1995 ;10; 73-93
Barlow D., Van den Hout M..(2000) Attention ,arousal and expectancies in
anxiety and sexual disorders.Journal of Affective Disorders. 2000;61; 241-256.
Beck J. (1995) Bilişsel Terapi-Temel ilkeler ve Ötesi.Bölüm-11 Temel İnançlar
187-217 Çev.Editörü:Prof.Dr.Nesli Hisli Şahin 2002 Türk Psikologlar Derneği
Yayınları No:22 )
Black D.,Noyes R.( 1997) Obsessive Compulsive Disorder and Axis II
International Review of Pyschiatry 9 ,111-118
Busch F.,Shear M.,Cooper A.( 1995 ).An empirical study of defense
mechanisms in panic disorder.J.Nerv.Ment.Dis. 183;299-303.
Catalan J.,Hawton K. (1991) Individuals presenting without partners at a sexual
dysfunction clinic:psychological and physical morbidity and treatment offered.
Journal of Sex&Marital Therapy 1991 .Vol.6 No:1. 15-23
Clark M. (2003) Cognitive Behavioral Thearpy for Psychiatric Problems A
Practical Guide Oxford Universit Press 2003 ‘’ Anxiety States :panic and
generalized anxiety’’ Sf: 52-97
Cooper A.J.(1969) A clinical study of’’coital anxiety’’ in male potency
disorder.J.Psychosom.Res.1969 13:143-147.
Cummings L.C.,Mega M.S.( 2003) Disturbances of Sleeps ,appetite and sexual
behavior Neuropsychiatry and Behavioural Neuroscience. Sf: 344-359 Oxford
University Press.
65
Denys D., Tenney N.,Van Megen H.J.(2004) J .Affect. Disorder 2004 Jun;80(23):155-62
Degonda M,Wyss M, Angst J.(1993) The Zurich Study XVIIII Obsessive
Compulsive
disorders
and
syndromes
in
general
population
Eur.Arch.Psych.Clin.Neuroscience 243:16-22
Derogatis L.,Meyer J.(1981) Psychopathology in individuals with sexual
dysfunction.Am.J.Psychiatry 138 ;6; June 1981 757-763.
Doğan O., Gülmez H., Ketenoğlu C.ve ark. (1995) Ruhsal Bozuklukların
Epidemiyolojisi Dilek matbaası Sivas 1995.
Eritiren P.(1999) Cinsel İşlev Bozukluğu tanısı konarak terapiye alınan olgularla,
Evlilik
içi
çatışmanedeniyle
terapiye
alınan
kadın
olguların
psikiyatrik
komorbidite ve evlilik ilişkisinin değerlendirilmesi. Uzmanlık tezi. İstanbul 1999
Faravelli C.Pallati S. (1989): Recent life events and panic disorder.1989
Am.Journal Psychiatry 146;622-626
Feldmann H.A. ,Goldstein I.,Hatzichristou D.G ve ark.( 1994) Impotence and its
medical and psychosocial correlates ;results of Masachussetes Male Aging
Study J.Urol.15;54-61)
Fenichel O. Nevrozların Psikoanalitik Teorisi (1945) .Çeviri. Ege üniversitesi Tıp
Fakültesi Kitaplar Serisi No:98.1974 246-353
Ferris C.F,Snowdon C.T.,ve ark. (2001) Functional imaging of brain activity in
concious monkey responding to sexually arousing cues Neuroreport 12;22312236
66
Figueira I.,Possidente E. (2001) Sexual Dysfunction:A Neglected complication
of Panic Disorder and Social Phobia. Archives of Sexual Behavior.2001 Vol.30.
No:4 369-377.
Foa E.B., Kozak M.J.,Goodmann W.K ve ark .(1995) DSM IV Trial :Obsessive
Compulsive Disorder.American Journal of Psychiatry 152:990-996
Frank E., Anderson C. Rubenstein D. (1978) Frequency of Sexaul Dysfunction
in normal couples.New Eng.J.Medicine 299 :11-115
Freud S. (1905) Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie.Cinsellik Üzerine Üç
Deneme .Çeviri Öteki Yayınevi 1997.44-165
Freud S (1926): Inhibitions, symptoms, and anxiety –Ketlemeler ,semptomlar ve
Kaygı , The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund
Freud, vol 20, translated and edited by Strachey J. London, Hogarth Press,
1959, pp 77–174,Türkçe Çevirisi Psikopataoloji Üzerine Öteki Yayınevi
Çev:Selçuk Budak 229-325
Freund B.,Steketee G. (1989) Sexual History ,Attitudes and functioning of
obsessive-compulsive
patients.Journal
of
Sex&Marital
Therapy
1989
Vol.15.No:1 31-41
Gabbard G.O.( 2000) Anxiety Disorders Dynamic Aspects to Axis I Disorders
Psychoynamic Psychiatry in Clinical Practice Third Edition American Psychiatric
Press. Sf: 233-267
Gabbard Glen O.(2000) Comprehensive Textbook of Psychiatry Volume- I 7.
Edition Lippincot Williams Wilkins. ‘’Anxiety Disorders Psychodynamic Aspects
1464-1476
67
Goodmann W.K., Price L.H.,Rasmussen S.A. ve ark. (1989):The Yale-Brown
Obsessive
Compulsive
scale
,I
;Development
,use
and
by
rating
reliability.Arch.Gen.Psychiatry 1989 ;46;1006
Hamilton
M.(1959)
The
Asessment
of
anxiety
states
Br.J.Med.Psychology. 32;50-559
Historical Review ICD-9 (1978) Glossary and Classification and ICD-9 CM
classification (Appendix E)
Hoover C.F.,Insel T.R. (1984) Families of origin in obsessive –compulsive
disorder.J.Nerv.Ment. Dis.172:207-215).
Horwarth
H,
Weismann
M.(2001)Anxiety
Disorder
Epidemiology,
Comprehensive textbook of psychiatry 7.edition Vol.1 1444-1449
ICD-10 DSÖ Kütüphanesi Yayın Verileri katoloğu-(1993) Ruhsal ve davranışsal
bozuklukların Sınıflandırması:Klinik tanımlamalar ve Tanı Kılavuzları –Türkiye
Ruh sağlığı derneği yayını-1993 sf:18-37
Insel T.R.,Akiskal H.S.,(1986) Obsessive-Compulsive Disorder with psychotic
features :a phenomenelogical analysis.Am. Journal of Psychiatry 1986; 143;
1527-1533
Işık E, Taner Y. (2006) Çocuk ,Ergen ve erişkinlerde Anksiyete Bozuklukarı –
Golden Print 2006 Obsessif Kompulsif Bozukluk sf;239-277
İncesu C. (1998) Cinsel İşlevin fizyolojisi.Cinsel işlev Bozuklukları Monograf
serisi 1.3-11
İncesu C. (1999) Cinsel İşlev Bozukluklarında ilk basamak Değerlendirme ve
Ayırıcı tanı Psikiyatri Dünyası 1999 ,3 (2) 39-48
68
Kaplan Helen S.(1974) The New Sex Therapy
Active Treatment of sexual
dysfunctions.1974 Brunner-Mazel sf:10-36
Kaplan Helen S. (1987) Sexual Aversion, Sexual Phobias and Panic disorder.
1987 Brunner –Mazel Publishers.
Kaplan Helen S., (1995) The Sexual Desire Disorders Dysfunctional Regulation
of Sexual Motivation, Brunner mazel Publishers New York
Karamustafalıoğlu O.,Üçışık A.M., Ulusoy M., Erkmen H. (1993) Yale-Brown
Obsesyon Kompulsiyon Derecelendirme Ölçeği’nin Geçerlilik ve Güvenirlik
Çalışması 29.Ulusal Psikiyatri Kongresi Program ve Bildiri Özetleri Kitabı Savaş
Ofset,Bursa ,1993 ,S.36
Kılıç C.(1998) Türkiye Ruh Sağlığı Profili –Erişkin nüfusta ruhsal hastalıkların
yaygınlığı,
ilişkili faktörler, yetiyitimi ve ruh sağlığı hizmeti kullanım sonuçları:
Erol N.,Kılıç C.,Ulusoy M. Ve ark.T.C Sağlık Bakanlığı Temel sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü-Ankara 1998 .s.77-98
Kinsey A.C. (1948) Das Sexuelle Verhalten des Mannes. :Kinsey Report .BerlinFrankfurt,S. Fuscher Verlag 1965
Koran L.M. (2000), Quality of life in obsessive compulsive disorder.Psychiatric
Clinics of North America 23(3) 509-517)
Laan E. ,Evaraered W. ,Aanhold M. Ve ark. (1995) Assesment of female
arousal ;response specifity and construct validity Psychophysiology 32; sf; 476485
Leon A.C., Porera L., Weismann
M.M. (1995) Social costs of anxiety
disorders..Brıtısh Journal of Psychiatry 166 (Suppl.27);19-22
Lochner C.,Stein D. (2003) Heterogenity of obsessive compulsive disorder: a
literature review Harvard Review of Psychiatry 11(3) 113-132) .
69
Mc ElroyS.L, Phillips K.A., Keck PE ( 1994) Obsessive-Compulsive Spectrum
Disorder.J.Clin. Psychiatry 1994 ;55810 suppl); 33-51
Masters V.B. ,Johnson V.E. (1966) Human Sexual Behavior İnsanda Cinsel
Davranış
Sayın.Ü.(Çev.Ed.).İstanbul.Bilimsel
ve
Teknik
Yayınları
Çeviri
Vakfı.,1994 ).
Manassis K.,Bradley S.,Goldberg S.ve ark. (1994) Attachement in mothers with
anxiety disorders and their children J.Am.Acad. Child Adolesc. Psychiatry
33;1106-1113
Metz M.E.,Pryor J.L.,Nesvacıl L.ve ark. (1997), Premature ejaculation A
Psychophysiological Review journal of Sex and Marital Therapy 23(1) ;3-23)
Montgomery S.A., Baldwin D.S. (2002) Antidepressant medications:a review of
the evidence for drug -induced sexual dysfunction. Journal of Affective
Disorders 69.(2002) 119-140.
Monteiro W.O.,Noshirvani N.F.(1987) Anorgasmia from Clomipramine in
obsessive compulsive disorder.British journal of Psychiatry 1987 ;151 107-112
Okasha A. (2000) Obsessive-Compulsive Disorder WPA Series Evidence and
Experience in Psychiatry Vol 4 . sf:1-21
Özmen E. (2002 ) Psikiyatrik Epidemiyoloji Ege Psikiyatri Yayınları Anksiyete
Bozukluklarının epidemiyolojisi sf:49-59
Palace E., Gorzalka B.B. (1990) The Enhancing effect of anxiety on arousal in
sexual dysfunctional and functional women Journal of abnormal Psychology
;99; 403-411)
Rachman S.J.,De Silva P. (1978) Abnormal and normal obsessions .Behaviour
Reserach and Therapy 16;233-238
70
Rasmussen S.A.,Tsuang M.T (1986) Clinical Characteristic and family history
in DSM-III Obsessive-Compulsive Disorder Americ.Journal of Psychiatry
143;317-322.
Rasmussen S.A.,Eisen J.L.(1990) Epidemiology of Obsessive Compulsive
Disorder J.Clin.Psychiatry 1990 51(2.Suppl.) ;10-13.)
Roper.Grachmann S.J.(1973) Obssesive –compulsive checking :replication and
development.1973 Behaviour Research and Therapy 11 271-277
Roper G,Rachmann S.J.,Hodsgon R.(1975) ‘’An experiment of obsessional
checking’’ Behaviour Research and Therapy 13:25-32
Rosenbaum JF, Biederman J, Gerstein M ve ark (1988) Behavioral inhibition in
children of parents with panic disorder and agoraphobia. Arch Gen Psychiatry
1988; 45:463–470
Rotschild A. (2000). Sexual Side Effects of antidepressants.J.Clinical
Psychiatry.2000.;61 (Suppl.11) 28-36.
Roy-Byrne P., Geraci M.,Uhde T.W. (1986) Life Events of the onset of panic
disorder Am.J.Psychiatry 143;1424-1427
Rust J.,Golombuk S. (1986) The GRISS : A Psychometric Instrument for the
assessment of Sexual Dysfunction.. Archives of Sexual Behavior.1986 Vol.15.
No:2 157-165.
Sadock J., Sadock A. 2002
Synopsis of Psychiatry Ninth Edition 2002
Behavioral Sciences Clinical Psyhiatry
Chp:21 Human Sexuality
Lippincott
williams & Wilkins
71
Sadock B,Sadock V. Anormal Cinsellik ve Cinsel Disfonksiyon . Concise
Textbook of Clinical Psychiatry –Türkçe Çeviri. Klinik Psikiyatri 2.Baskı Güneş
Kitabevi 2005 .277-29
Salkovskis P.M. 1985 Obsessive compulsive problems;a cognitive behavioral
analysisBehaviour research and therapy 25;571-583).
Salkovskis P., Kirk J. Cognitive Behavioral Thearpy for Psychiatric Problems A
Practical Guide Oxford Universit Press 2003 ‘’Obsessional Disorders’’ Sf:129168
Segraves R.T.,Segraves K.B. (1991): Diagnosis of Female Arousal Disorder
Journal of Sex and Marital Therapy 1991 6(1) ,9-13)
Segraves R.T. 1998 ‘’Hormones and Libido’’ ,Sexual Desire Disorders,Leblum
R.S., Rosen R.C.(ed) New York ,The Guillford Press ,1998 ,271-312
Sbrocco T. ,Weisberg R. ,Barlow D. Ve ark 1997 the conceptual relationship
between panic disorder and male erectile dysfunction Journal of sex and Marital
Therapy ,23, sf: 212-220
Schreiner-Engel P., Schiavi R.C. (1986) Lifetime Psychopathology in İndividuals
with low sexual desire, Winokur G., Holeman E. Chronic Anxiety neurosis:
Clinical and sexual aspects.Acta Psychiatrica Scandinavica 39 sf: 384-412
Schover L.R.,Lo Piccolo J. (1982) Treatment effectiveness of dysfunctions of
sexual desire ,Journal of sex and Marital Therapy 8,(3) ).
Shear MK, Cooper AM, Klerman GL, et al: A psychodynamic model of panic
disorder. Am J Psychiatry 1993; 150:859–866.)
Shear M.1996 “Factors in the etiology and pathogenesis of panic disorder
revisiting
the
attachement-seperation
paradigm”
Am.J.Psychiatry
153
(Suppl);125-136
72
Simons J.S.,Carey M. 2001 Prevalence of sexual dysfunctions:results from a
decade of research . 1990 Arch.Sex.Beh 30.177-219, Spector J.P ,Carey M.
Inidence and Prevalence of sexual dysfunctions : a critical review of empirical
literature. 19,389-408).
Sorias S., Saygılı R., Elbi H. (1990) DSM-III Yapılandırılmış Klinik Görüşmesi
Türkçe Versiyonu , Kişilik bozuklukları formu SCID-II Ege Üniversitesi Basımevi
1990
Spector J.P ,Carey M.(1990 ) Inidence and Prevalence of sexual dysfunctions :
a critical review of empirical literature.Arch .Sex.Behav.: 19,389-408
Solyom L., Ledwidge B., Solyom C .(1986 )’’ Delineating social phobia’’ British
Journal of Psychiatry 149 sf:464-470
Spitzer RL, Williams JBW,Gibbon M. (1989) Structured Clinical Interview for
DSM III –R Personality Disorders SCID-2 9.1.1989 version New York State
Psychiatric İnsttitute Research Department .
Staebler C.,Pollard C.A. (1993) Sexual history and Quality of current
relationships in patients with Obsessive Compulsive Disorder: A Comparison
with two other psychiatric samples. Journal of Sex&Marital Therapy 1993
.Vol.19.No:2 147-153.
Stein M.B.,Walker J.R.,Andewrson G.ve ark.(1996) Childhood physical and
sexual abuse in patients with anxiety disorders and in a community
sample.Am.J.Psychiatry 153;275-277
Steketee G. ,Shapiro L.J. (1995)
Predicting behavioral treatment for
agoraphobia and obsessive compulsive disorder.Clinical Psychology Review 24
sf: 461-470
73
Steketee G.(1997) Disability and family Burden in Obsessive –Compulsive
Disorder. Canadian Journal of Psychiatry 1997 Vol.42. ;919-928
Sungur M.Z. (1994) Evaluation of couples referred to a sexual dysfunction unit
and prognostic factors in sexual and marital therapy.Journal of Sex.And
Marit.Therapy.,1994,9(3) ;251-265)
Tuğrul C., Öztan N. (1993) Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nin
Standardizasyon Çalışması ,Türk Psikiyatri Dergisi,1993,2.83-88
Tural Ü., Fidaner H.,Alkın T. (2000) Panik –Agorofobi Ölçeği ‘nin türkçe geçerlik
güvenirlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi ,2000,11(1)
Tükel
R.(1997)
‘’Obsessif
Kompulsif
Spektrum
Bozuklukları‘’
Psikiyatri,Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi 5(1) Sf: 5-12
Tükel R. (2004) Nevrotik bir fenomen olarak yineleme kompulsiyonu Psikanaliz
Yazıları -Nevrozlar Bağlam Yayınları Sf:43-51
Van Lankveld J.,Grotjohann M..(2000) Psychiatric Comorbidity in heterosexual
Couples with Sexual Dysfunction assessed with the composite international
Diagnostic Interview. Archives of Sexual Behavior.2000 Vol.29. No:5 479-498.
Veale D. (2002 )Overvalued ideas:A Conceptual analysis: Behaviour Resarch
and Therapy : 40 ; 383-400.
Van Minnen A.,Kampman M.(2000)
Interaction between anxiety and sexual
functioning: A controlled study of sexual functioning in women with anxiety
disorders sexualand marital Therapy ,Vol.15 ,No :1 sf:47-57
Vulink N.C.C., Damiaan D., Bus L. ve ark.(2006) Sexual Pleasure in Women
with Obsessive Compulsive Disorder? Journal of Affective Disorder 91(2006)
sf:19-25).
74
Weissman MM, Leckman JF, Merikengas KR ve ark. (1984): Depression and
anxiety disorders in parents and children. Arch Gen Psychiatry 1984; 41:84
Williams B.W.(1978) A structured interview guide for Hamilton Depression
Rating Scale .Arch. Gen.Psychiatry 1978 ;45; 742-747
Woodrum T.,Brown S. (1998)
Management of SSSRI induced Sexual
Dysfunction.The Annals of Pharmacotherapy. 1998 .November.Vol.32. 12091215
Yazıcı M.K., Demir B., Tanrıverdi N.ve ark. (1998) Hamilton Anksiyete
Değerlendirme Ölçeği değerlendiriciler arası güvenirlik, geçerlik çalışması.Türk
Psikiyatri Dergisi 1998: 9;114-117
Yapılandırılmış Klinik Görüşme .Türkçe Versiyonu.(1999) Çeviren: Çorapcıoğlu
A., Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.B.D., Hekimler Yayın Birliği,
1999
Yetkin N. (1986) Cinsel İşlev Bozukluğu ve Nörotik Yakınmaları olan iki grup
erkekte cinsel işlevin değerlendirilmesi.
İ.Ü. Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi. İstanbul 1986.
Yetkin N., İncesu C. (1997) Cinsel İşlev Bozukluklarında Kullanılan Terimlerin
Gözden Geçirilmesi.Nöropsikiyatri Arşivi 1997 34(4) ;214-218
Yetkin N.,İncesu C. (1998) Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi.1 Cinsel
İşlevin Fizyolojisi 3-11
Yetkin N, İncesu C. (1998) Kadınlarda Uyarılma ve Orgazm Bozuklukları
Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi
2 sf:19-24
75
EKLER
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU ANKET FORMU:
1) Ad,Soyad, Yaş:
1) Cinsiyet:(K/E)
2) Medeni Durum:
a)bekar b) evli c) Boşanmış- Dul d) Birlikte yaşıyor.
4) Çocuk varlığı: a) var b)Yok
5)Eğitim a) İlkokul b) Ortaokul-Lise C) Yüksek öğrenim
6) Gelir düzeyi :
a) 250-500 Ytl b) 500-1000 Ytl c) 1000-2000 Ytl d) 2000 YTl ve üzeri
7)Ruhsal yakınmaların süresi (ay):
8)Başvurunuz öncesinde cinsel açıdan herhangi bir sorununuz var mıydı?
A) Yok B) Var
9) 8. soruyu olumlu yanıtladıysanız bu soruyu yanıtlayınız.
Erkekler: A) Cinsel isteksizlik B) Sertleşme güçlüğü C) Erken Boşalma D)
Geç Boşalma
Kadınlar: A) Cinsel İsteksizlik B) Cinsel uyarılma-Islanma sorunu D) Orgazm
olamama E)Vajinismus
10) Hiç cinsel ilişki sırasında sıkıntı-panik yaşadınız mı? A) Hayır B) Evet
11)Cinsel ilişkiden kaçınır mısınız? A) Hayır B) Evet ağrı nedeniyle c)
Temizlenme gerekliliği nedeniyle d) Diğer
12) Korktuğunuz için kaçtığınız durum ya da nesneler var mı? A) Hayır B)
Evet
76
13) Cinsel ilişki sırasında hastalanmaktan korktuğunuz oldu mu? A) Hayır b)
Evet
14) Cinsel bölgelerden tiksinme yaşar mısınız? A) Hayır b) Evet
15) Cinsel salgılardan tiksinme yaşar mısınız? A) Hayır b) Evet
16) Herhangi bir davranış ya da sözleri tekrarlama ihtiyacı duyar mısınız? A)
Hayır B) Evet
17) Bu tekrarlamalar cinsel yaşamınızı etkiliyor mu? A) Hayır b) Evet
18) Tekrarlamaktan vazgeçemediğiniz tören benzeri davranışlarınız var mı?
A) Hayır B) Evet
19) 18. soruyu olumlu yanıtladıysanız bu davranışlar cinsel yaşamınızı etkiliyor mu?
A) Hayır B) Evet
20) Cinsel ilişki sonrasında temizlenme alışkanlıklarınızda bir değişiklik olur
mu?
A) Hayır B) Evet
21) Cinsel bilgilendirme yaşı:
22) Kadınlar için İlk adet gördüğü yaş:
Erkekler için ilk gece boşalması yaşı:
23) İlk mastürbasyon yaşı;
24) Masturbasyona karşı tutum
A) Olağan doğal karşılama
B)Olumsuz düşünme
25) İlk cinsel birleşme yaşı:
26)Çocukluk döneminde davranış sorunları var mıydı?
A) Yok
B) Var (Kekemelik,Alt ıslatma, Gece korkuları gibi)
77
Download