farksızsınız! - Merhaba Gazetesi

advertisement
AZB 4057 BASEL
“Yabancı düşmanlığına
‘hayır’ diyelim”
ROBOSKİ
SURİYE
MISIR
HALEPÇE
Unia Sendikası, aylık ve emekli aylığının
korunması, soygunculuğun ve yabancı düşmanlığının
durdurulması için herkesi 21 Eylül’de, saat 13.30’da
yapılacak olan gösteriye katılmaya çağırıyor.
Detaylı bilgileri bölgenizdeki Unia sendikası
sekreterliğinden elde edebilirsiniz. >> 5
Habe Arbeit,
brauche Geld!
>>6
Mültecilere esir
muamelesi yapılıyor
Devlet politikası haline dönüşen ırkçı uygulamalar son hızıyla devam etmektedir. Göçmenlere
dönük bu saldırıların sonuncusu 09 Haziran 2013
tarihinde gerçekleşen halk oylamasıyla birlikte
alınan kararların hayata geçirilmesidir. >> 11
In der Schweiz ist jede
>>14
13. Person arm
Öğrenciler
ayrımcılık mağduru
Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, her
dört göçmen kökenli öğrenciden biri ayrımcılığa
uğradığını düşünüyor. Araştırmanın sonuçlarına
göre, Almanya’da orta ve yüksek öğrenim gören her
dört göçmen kökenli öğrenciden biri eğitim alanında
ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. >> 20
Koalisyon Suriye halkına kan kusturmak icin yine iş başında!
FARKSIZSINIZ!
Halepçe’de binlerce, Roboski’de onlarca, Irak’ta 1,5 Milyon, Afganistan ve Mısır’da binlerce, Suriye’de 100 bin. Bu katliamların
arkasında, direkt ABD, ingiltere, Fransa ve mütefikleri var.
ABD’nin saldırısı
kesinleşti
Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı
Duma’nın Uluslararası İlişkiler Komitesi
Başkanı Aleksey Puşkov, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye askeri müdahalede bulunacağının
kesinleştiğini ve artık işin sadece zamanlamaya
kaldığını söyledi. Rusya Parlamentosu’nun
alt kanadı Duma’nın Uluslararası İlişkiler
Komitesi Başkanı Aleksey Puşkov, ABD ve
müttefiklerinin Suriye’ye askeri müdahalede
bulunacağının kesinleştiğini ve artık işin sadece
zamanlamaya kaldığını söyledi. Rus İnterfaks
haber ajansına konuşan Puşkov, Suriye’ye operasyon düzenleneceğinin kesinleştiğinin ABD
ve Batı’dan yapılan açıklamalardan anlaşıldığını
ve artık ne zamanbaşlatılacağının planlandığını
ifade etti. Puşkov, operasyon hazırlığının
önceden yapıldığını öne sürerek, “Operasyon şu
şekilde olacak; Suriye’de belirlenen askeri hedeflere dört Amerikan gemisinden cruise füzesi
saldırısı yapılacak.
I
rak’ta 1,5 milyon, Afganistan, Mısır ve
dünyanın başka yerlerinde binlerce insan katleden ABD ve ingiltere’nin öncülük ettiği işgal güçleri mi Suriye’de akan
kanı durduracak? Dünya’nın 83 ülkesinden toplatılıp, Türkiye ve Suudi Arabistan
yardımıyla Suriye’ye gönderilen o cellatlar
ordusumu Suriye’yi kurtaracak. Suriye’deki
katliamlarda Esad rejimi ne kadar suçluysa,
o kadar da bu cellatları Suriye’ye gönderip
de insan katlettiren ABD, Türkiye vb ülkeler suçludur. Çünkü çocuk, yaşlı ve savunmasiz insanlari bu Celatlar ordusu da
Esad gibi katlediyor. Siizin Suriye’ye nasıl
bir demokrasi getirmek istediginizi 2 yıldır
dünya görüyor. Sormazlar mı insana bu 83
ülkenin insanlarının Suriye’de ne isi var,
neden kendi ülkelerinde savaşmıyorlar,
kimin piyonlarıdırlar?
Dün Mısır, Afganistan, Libya, Lübnan, şimdi de Suriye. ABD ve mütefikleri
her nereye gittiyse sadece acı, gözyaşı ve
katliam gerceklesti. Artık yeter o kanli savaş
makinalarınızı ve ellerinizi çekin dünya ve
orta doğu üzerinden. Ortalığı karıştırıp,
işgal ve vahşet görüntülerini artık görmek
ve yaşamak istemiyoruz.
3
BAŞYAZI
MERHABA / hallo schweız
B
u başlıklardan uzun bir sıralama
yapılabilinir. Son aylarda o kadar olay
yaşandı ki, insan olan ve düşünme
yetisini kaybetmemiş herkesi etkiledi. Bu
nedenle biz de tüm dünyanın gündeminde
olan olaylar hakkında milyarlarca insanın
duygu ve özlemleri penceresinde olaylara
bir yorum getirmeye çalışacağız. Diğer bir
deyişle son 3 ayda başta Türkiye olmak
üzere özgürlükleri, insan olma hakları için
ayağa kalkmış olan halkların söyledikleri ve
yaşadıklarını sıralayacağız.
Tabiki hak, özgürlük, adelet, Demokrasi, insanca yaşama, haksızlıklara karşı
durma, zalimlere isyan etmek, baskı ve
zülmü kabul etmemek denince Capulcular
direk akla geliyor. Cünkü sadece bu meziyetlere Çapulcular sahip. Zulmeden, insan
katleden, milyarların içinde sefa süren,
çıkarları için acımasızca binlerce insan
öldüren ve öldürmeyi göze alanın, hak ve
adeleti zaten vardır. Bu nedenle Çapulcu
olmasına gerek yok.
Yaşanan süreç Çapulcular ile Zalimleri,
hak ve adelet isteyenlerle zulmedenleri,
demokrasi ve özgürlüğü isteyenlerler ile her
türlü hak ve özgürlüğü kanla bastıranları
acıkça ortaya çıkardı.
Şu olanlara bakınız, dün Irak’ta milyon
insanın katledilmesinde payları olanlar
bugün Mısır’daki katliama karşı cıkacak
yüzü kendilerinde bulabiliyorlar. Dün
Arap baharı diyerek İslam ülkelerindeki
diktatörleri kovan Halk ayaklanmasını
destekleyenler bugün Mısır’daki gibi darbenin yanında olabiliyorlar. Dün Mısırda
diktatör Mubarek’i deviren Mısır halkının
kazanımlarının üstüne oturan Generalleri
kucaklayanlar bugün onlara karşı cıkma
yüzsüzlüğünü gösterebiliyorlar. Mısır
Cuntacılarının başı Sisilerle kucaklaşanlar
buğün ona zalim diyebiliyorlar. Suriye’de
Esad diktatörlüğünün devrilmesi için her
türlü yardımı yapanlar, buğün Mısır’da
Cuntacıların en büyük destekcileri. Mısır’da
zülüm ve katliam yapılıyor her insan olan,
vijdan sahibi olan ayağa kalkmalıdır diyenler bugün terör örgütlerini silahlandırarak
ve her türlü yardımı yaparak Suriye’de her
gün yüzlerce insanın katledilmesinin suc
ortakları durumundadırlar. Dün Irak’ta,
Mısır’da, Tunus’ta, bugün Suriye’de vicdanı
ve insanlığı olmayanlar, buğün Mısır’da
insanlıktan ve vicdandan nasıl bahsedebilirler? Dün Libya Diktatörü, Mısır Diktatörü, Suriye diktatörü ile kucaklaşanlar
ve kardeşim diye bağırlarına basanlar
hangi yüzle bugün insanlıktan, akan kanın
durmasından, vahşetten bahsedebilirler.
Doğrusu bir cok insan boğazına kadar
kan içinde olmalarına ve haksız bir yerde
bulunmalarına rağmen nasıl hiçbir şey
olmamış gibi davranıyorlar, hayret doğrusu.
Bunu yapmak bu rolü oynamak için yüz
gerek.
Türkiyedeki Capulcular herkese
insanlık dersi verdi.
2 ay içinde 10 Milyonun üstünde
Capulcu tüm dünyaya insanlık dersi verdi. Hemde 20-30 yılda onlarca devletin
tüketemediği gazı yemesine, çok sayıda
insanın gözünü kaybetmesine, her türlü
insanlık dışı zulme ve katliama varan vahşi
saldırılara ve ölümler pahasına direndi.
Bir devlet düşünün ki, milyonlarca insan
sokağa çıkıyor artık yeter benim hayatıma
karışma, bana baskı ve şiddet uygulama,
her türlü hak ve özgürlüğümü kısıtlama,
parklarımı yıkma, insanlık onur ve haysiyetimi ayaklar altına alma diye sokağa
cıkıyor, sen devlet olarak tam bir Sisi
mantığıyla Tankınla, topunla, Akrep ve
Tomalarınla onların üstüne gidiyorsun.
Hiçbir şiddet icermiyen gösterilere savaşta
dahi görülmeyen vahşeti uyguluyorsun.
Onunla da kalmıyorsun bu vahşetin emrini
verdiğini ve bu katliam vari şiddetin devam
edeceğini her gün cıkıp ilan ediyorsun.
Onunla da kalmıyorsun, milyonlarca insanı
aşağılıyor ve yeriyorsun. Peki sizin General Sisi’den ne farkınız var? O da mısır
halkınına aynı zulmü yapmıyor mu? Tek
farkı toplu katlediyor. Haa insanları toplu
katletmediğine üzülüyorsan boyrun onuda
yap ki onlarla kardeşliğini görsünler. Bir
devlet ve yönetenler bir kişi de olsa halkın
üzüntüsünü kendi üzüntüsü görmelidir,
Gezi direnişinde mağdur olan insanların
acılarına ortak olma ve bunu yapanlar
da hesap sorma yerine emri verirsen ve o
silahları halkına karşı kulanlara madalya takarsan ve muhteşem işler yapıyorlar dersen
sen tarafını coktan belirlemişsin. Tarafın
Çapulcuların karşısında.
Kim bu Çapulcular?
Bu Çapulcular ki tüm dünyayı kendilerine hayran bıraktılar ve dünyanın
tümünü Çapulcu yaptılar. Milyarlarca insan tüm dünyada Türkiye’deki
Çapulcuların yanında yer aldı. Dünyada
bellki de bir ilk yaşandı. Peki kim karşı cıktı,
zalimler, vahşete medet umanlar, Sisiler,
kan emiciler ve emir kulu olan güvenlik
gücleri ile onları henüz daha tanımayanlar.
Sadece İstanbulda ilk saldırı sonrasında 2
Milyona kadar Çapulcu ülke genelinde
on milyonu aşan bir insan toplandı, tüm
Türkiye ayaklandı. Bu gösterilerde Partiler
yoktu, her kesimde ve yaşta insanlar vardı.
Karşısına organize edilen Kazlıceşme ve
Ankara mitinglerine ise sadece bir kac yüzbin insan para verilerek toplatılabildi hem
de devletin tüm olanakları sunularak. Ama
yine ders çıkarılmadı, tam bir vahşetle temamen barışcıl olan gösterilere saldırıldı.
Akıl ve mantık durmuş, insan vicdanı
ve merhameti olmaksızın tüm sokaklar
bombalanıyor. Bu bombalarda ekmek almaya cıkan coçukta, yaşlı amcada, esnafta
ve tüm insanlıkta nasibini aldı. Peki Sisi ne
yapıyor farklı olarak?
Ayrıca sizin o çapulcu ve kemirgen
dediklerinizin hiçbiri ihalelere katılıp da
milyarları götürmüyor, hayali işlerle köşelik
olmuyor, kısa zamanda bir tarafta durarak
milyarderde olmuyor, devletin zülmünden
başka hiçbir yardımını görmüyor. Nasıl
kemirgen ve Çapulcu oluyor.? Ama bir
şeyi unutuyorsunuz çalışadan ve hak etmeden, hayali işlerle ve devletin kasasında
zengin olanlara ne demeli? Bunlar mazlum
ve haklı, yoksul ve ve namusuyla calışanda
kemirgen mi oluyor?
İzin süreci olduğu için binlerce yurt
dışında yaşayan emekci izinde Gezi eylemleri vesilesiyle, Zalimide Mazlumuda,
kemirgenide sürüngenıde, haksızıda
haklıyıda, devletin tüm olanaklarını peşkeş
cekmeyıde ben insan gibi yaşamak ve özgür
olmak istiyorum diye vahşıde saldırıya
maruz kalnıda çok iyi gördü.
Kutsal ramazan
İsviçre ve yurtdışında gelen onbinlerce
insan bu yıl Ramazanı Türkiye’de geçir-
di. Bu kutsal ayı sevdikleriyle geçirmek
istedi. Ama geçirdiğine bin pişman ettiler.
Şehirler yine gazdan zehirlendi, o günlerdede vahşet tüm hiziyla devam etti. Her gün
sorumluların zehir kusan zehir zemberek
demeclerini duydu. Çoğu kere insan bu
kutsal ayda her gün yetkililerin insanları
birbirine düşüren,aşağılayan ve vahşeti öven
konuşmaları duyunca insan insanlığında
utandı. Bu günde kardeşlik ve kucaklaşma
nutukları atılacağına vb düşmanlık neden
diye sordu. Tam bir Arap ülkesi, bir tarafta
saltanat ve saltanatın nimetlerinde faydalananlar diğer tarafta ise isyan eden kullar yani köleler. Bu Ramazan gösterdi ki,
insanlarda inanç, islami değerlere bağlılık,
allah ve Peygambere bağlı olan Çapulcular
ile inana halk diğer tarafta ise bunun rantı
üzerinde yaşayan tücarlar.
Çapulcular diyor ki:
Biz sadece insan gibi yaşamak ve
hareket etmek istiyoruz. Aşağılanmak ve
horlanmak istemiyoruz. Özgürlüğümüze
ve yaşam bicimimize, aile yaşantımıza ve
hukukumuza karışmayın. Suriye’ye eğitip
ve destekleyip gönderdiğiniz eli kanlı ceteleri artık desteklemeyin. Dün cuntacılarla
kardeş olup buğunde başka kılığa girmeyiniz.
Kendi halkınıza zülmedipte başka
ülkelerdeki zülme sahte gözyaşı dökmeyin. Biraz açık yüzlü ve gercekci olun
ki bizimde kafamız karışmasın. Biz artık
sizi tanımıyoruz, siz muzlum musunuz
zalim mı? Siz Sisi, Mubarek, Sadem,
Esad, Mubarek, Kadafi... ile kardeşce
kucaklaşan mı yoksa karşı cıkan mısınız?
Sizi tanımıyoruz, taksimde, Ankara’da,
Bodrum’da, Eskişehir’de, Antakya’da,
ve ülkenin her yerinde Gezi direnişine
azgınca saldıran Sisimisiniz yoksa Esat
yoksa Mübarek mi? Kafamız allak bullak
oldu, siz gercek yüzünüzü nezaman göstereceksiniz? Ama siz kararınızı verene kadar
Milyonlarca Gezici sizi tanıdı, gözüne patlayan Bombalarla, Su ve Gaz sıkan Toma
ve akreplerde, kurşun sıkan olarak tanıdı.
Maskeyı cıkardılar ve sizi tanıdılar. ‘Emri
ben verdim’ diyerek, ‘Polis, ordu ve yargının
olağanüstü hizmet madalyası’ vererek
sucunuzu itiraf ettiniz.Ama olsun gidip
halkın merhamatine ve Çapulcululara
teslim olursanız sizide ‘af edebilir.
Çapulcuların mesajı, bıraz insanlık,
bıraz merhamet, bıraz, toleras, bıraz
demokrak, bıraz özgürlük biraz anlayış ve
karşınızdakini kabüllenme. Maskesiz ve
vicdanlı bir dünya hepimize yeter. Bıraz
da Çapulculuk. Çünkü vicdansız ve zalim
olmaktan iyidir.
Wer ist der Tyrann, wer ist der Unterdrückte?
Wer steht mit wem in Beziehung?
Wer ist ein Plünderer, wer ist ein Blutsauger?
Wer ist ein Mensch und wer ein Tyrann?
Diese Liste von Überschriften kann man noch lange
weiterführen.
In den letzten Monaten ist soviel passiert, dass jeder,
der seine Menschlichkeit und Denkfähigkeit noch nicht
verloren hat, davon beeinflusst wurde. Aus diesem Grund werden wir versuchen, aus Sicht der Gefühle und
Sehnsüchte von Milliarden Menschen, diese Ereignisse,
die weltweit verfolgt wurden, zu kommentieren. Mit
anderen Worten; wir werden die Aussagen und Erleb-
nisse der Völker, die in den letzten 3 Monaten, allen
voran in der Türkei, für Menschenrechte protestieren,
auflisten.
Wenn man von Recht, Freiheit, Justiz, Demokratie,
menschengerechtem Leben, Protestieren gegen Ungerechtigkeit, Widerstand gegen Tyrannen, Ablehnung
von Druck und Tyrannei spricht, kommen einem zuerst
die “Chapullierer”, dieser Ausdruck hat sich aus dem
Wort “Çapulcu” gebildet, das im Türkischen “Plün-
derer” bedeutet [hierzu sollte man erwähnen, dass der
Türkische Premier Erdoğan dieses Wort für die GeziPark Protestanten benutzte, die er als “eine Horde
Plünderer” bezeichnete], in den Sinn. Denn diese guten
Eigenschaften besitzen im Moment nur die Chapullierer. Wer tyrannisiert, Menschen schlachtet, im Geld
schwimmt, für eigene Vorteile mitleidslos Tausende
Menschen tötet und Morde ins Auge fassen kann, der
verfügt sowieso über sein eigenes Recht und seine ei-
>>
4
gene Justiz. Dafür muss er kein Chapullierer
sein.
In diesem Prozess hat sich kristallklar herausgestellt, wer Chapullierer und wer
Tyrann ist, wer Recht und Justiz fordert und
wer tyrannisiert, wer Demokratie und Freiheit
fordert und wer jede Art von Recht und Freiheit blutig unterbindet.
Schauen Sie sich nur an, was passiert ist, wer
Gestern einen Anteil daran hatte, dass im Irak
Millionen Menschen geschlachtet wurde, hat
heute den Nerv, gegen die Morde in Ägypten
zu protestieren. Wer Gestern für den Arabischen Frühling in den Islamischen Ländern die
Diktatoren abgesetzt und die Volksproteste
unterstützt hat, kann sich heute für Revolten
wie die in Ägypten einsetzen. Wer Gestern die
Generäle umarmt hat, die den Ägyptischen
Diktator stürzten und sich die Gewinne des
ägyptischen Volkes aneigneten, haben heute
den Nerv, sich gegen sie zu wenden. Wer
Gestern den Ägyptischen Junta-General Sisi
umarmt hat, nennt ihn heute Tyrann. Diejenigen, die
jede Art von Hilfe geleistet haben, um den Diktator
Esad in Syrien zu stürzen, sind heute die größten Unterstützer der Junta in Ägypten. Diejenigen, die sagen,
dass jeder, der noch Menschlichkeit in sich hat, der ein
Gewissen hat, sich gegen die Tyrannei und das Blutbad in Ägypten auflehnen muss, bewaffnen die Terrororganisationen und helfen ihnen vielseitig, sie sind
somit Mittäter der Morde an Hunderten von Menschen, die jeden Tag in Syrien stattfinden. Wie können
die, die Gestern im Irak, in Ägypten, Tunesien, heute
in Syrien kein Gewissen und keine Menschlichkeit
besassen, heute bezüglich Ägyptens von Gewissen und
Menschlichkeit sprechen. Wie können diejenigen, die
Gestern die Diktatoren in Libyen, Ägypten, Syrien
umarmt und sie Bruder genannt haben, heute von
Menschlichkeit sprechen, wie können sie verlangen,
dass das Blut aufhört zu fliessen, wie können sie von
Gewalt sprechen. Man kann sich nur darüber wundern,
wie diese Menschen, die bis zum Hals in diesem Blut
stecken, die ohne eigenen Verdienst ihren Status erhalten haben, so tun können, als sei nichts geschehen.
Um das tun zu können, um diese Rolle zu spielen, muss
man ganz schön abgebrüht sein. Die Chapullierer in der
Türkei haben allen eine Lehre in Menschlichkeit erteilt.
Innerhalb von 2 Monaten haben mehr als 10 Millionen Chapullierer der Welt eine Lehre in Menschlichkeit erteilt. Gleichzeitig mussten sie soviel Pfeffergas
ertragen, wie es Dutzende Nationen in 20-30 Jahren
nicht verbraucht haben, viele Menschen haben dabei
ihre Augen verloren, sie haben unmenschlich Tyrannei ertragen und Angriffe, bei denen es auch Tote gab,
trotzdem haben die Chapullierer ihre berechtigten Proteste nicht aufgegeben. Stellen Sie sich einen Staat vor,
in dem Millionen Menschen auf die Strassen gehen,
und vom Staat fordern: “Es reicht jetzt, misch Dich
nicht mehr in mein Leben ein, übe keinen Druck und
keine Gewalt auf mich aus, verbiete mir nicht meine
Rechte und Freiheiten, zerstöre nicht meine Parkanlagen, unterdrücke nicht meine menschliche Würde und
meinen Stolz.” und stellen Sie sich dann vor, dass dieser
Staat mit einer Logik wie die von Sisi mit Tankern, Geschützen, Panzern und Toma gegen die Demonstranten
vorgeht. Der Staat geht mit einer Gewalt gegen die
friedlichen Demonstranten vor, die noch nicht einmal
in Kriegen vorkommt. Und dabei wird es nicht belassen, er sagt dann jeden Tag stolz, er habe ausdrücklich
die Befehle zu diesen Grausamkeiten erteilt und dass
diese Gewalt, die fast einer Abschlachtung gleicht, auch
weiter angewandt werde. Auch das reicht noch nicht,
Millionen von Menschen werden gedemütigt und diffamiert. Was unterscheidet Euch denn nun eigentlich
von General Sisi? Wendet der nicht dieselbe Tyrannei
gegen das ägyptische Volk an? Der einzige Unterschied
ist, dass er Massenmorde befohlen hat. Wenn Du es also
bedauerst, Dein Volk nicht massenhaft umgebracht zu
haben, dann tu das doch auch noch und bezeuge somit
BAŞYAZI
Deine Bruderschaft. Ein Staat und die Regierenden
dieses Staates müssen die Trauer des Volkes, und sei
es nur um eine Person, als ihre eigene Trauer ansehen,
wenn aber der Staat die Trauer der Menschen, die an
den Gezi-Protesten teilnahmen, nicht anerkennt, sogar
den Befehl gibt, die Menschen, die an den Protesten
teilnahmen, zur Rechenschaft zu ziehen und an diejenigen, die gegen ihr eigenes Volk Waffen gezogen haben,
Medaillen verteilt und sie lobt, einen super Job gemacht
zu haben, dann hat der Staat schon lange Partei ergriffen. Der Staat stellte sich gegen die Chapullierer.
Wer sind diese Chapullierer?
Diese Chapullierer haben die Bewunderung der
ganzen Welt gewonnen und einen großen Teil der
Weltbevölkerung zu Chapullierern gemacht. Milliarden
Menschen auf der ganzen Welt haben die Chapullierer
in der Türkei unterstützt. Dies war vielleicht sogar ein
erstes Mal weltweit. Und wer hat sich gegen diese Bewegung gewendet? Tyrannen, die sich etwas von der
Gewalt erhofften, Sisi’s, Blutsauger und als Befehlsempfänger der Sicherheitskräfte, sowie diejenigen, die die
Chapullierer noch nicht kennen. Nur in Istanbul haben
nach dem ersten Angriff 2 Millionen Chapullierer in
der ganzen Türkei mehr als 10 Millionen Menschen
organisiert, die ganze Türkei hat sich aufgelehnt. Bei
diesen Demonstrationen gab es keine Parteien, es gab
Menschen aus allen Bevölkerungsschichten und jeden
Alters. Zu den gegen diese Proteste in Kazlıceşme und
Ankara organisierten Versammlungen hingegen kamen
nur einige Hunderttausend, denen dazu noch Geld
gegeben und alle Möglichkeiten des Staates zugesichert
wurden. Doch auch daraus hat man nichts gelernt, mit
aller Gewalt wurden diese vollkommen friedlichen
Demonstrationen angegriffen. Vernunft und Logik
gingen abhanden, ohne jegliches menschliches Gewissen und Erbarmen wurden die Strassen bombardiert.
Von diesen Bomben haben Kinder, die vom Bäcker
Brot kaufen gingen, alte Männer, Kleinkaufleute und
die gesamte Menschheit ihren Teil abbekommen.
Was macht denn eigentlich Sisi so anders?
Außerdem nehmen diese Menschen, die Ihr als
Plünderer und Kriechtiere bezeichnet, nicht an Ausschreibungen teil und verdienen Milliarden, sie bereichern sich nicht mit Scheingeschäften, sie ergreifen
nicht für kurze Zeit Partei und werden dadurch reich,
sie erhalten keine Hilfe vom Staat, der gegen sie nur
Gewalt anwendet. Wie also kann man sie als Plünderer
und Kriechtiere bezeichnen?? Aber Ihr vergesst etwas,
wie soll man Leute nennen, die sich ohne Arbeit und
Verdienst mit Scheingeschäften aus der Staatskasse
bereichern? Sind diese Leute die Gerechten und Unterdrückten, und das arme Volk, das sein Geld mit ehrlicher Arbeit verdient sind Kriechtiere? Jetzt in den Ferien haben viele Arbeiter, die im Ausland leben in ihrem
Urlaub durch die Gezi-Proteste die Tyrannen und die
Unterdrückten, die Kriechtiere und Nagetiere, Recht
und Unrecht gut erkennen können, außerdem haben sie
beobachten können, wie der Staat mit all seinen Mögli-
MERHABA / hallo schweız
chkeiten und gewalttätigen
Angriffen gegen diejenigen
vorgeht, die fordern, menschlich und in Freiheit leben
zu dürfen.
Der Heilige Ramadan
Zehntausende, die aus
der Schweiz und anderen
Ländern kamen, haben
dieses Jahr den Monat
Ramadan in der Türkei verbracht. Sie wollten diesen
heiligen Monat mit ihren
Lieben verbringen. Aber
sie haben es bereut. Wieder
wurden Städte mit Pfeffergas bombardiert, auch in
diesen heiligen Tagen ging
die Gewalt mit aller Kraft
weiter. Jeden Tag mussten
sie sich die giftigen Mitteilungen der Verantwortlichen anhören. Wenn man in diesem heiligen Monat
jeden Tag ansehen muss, wie die Verantwortlichen die
Menschen gegeneinander aufhetzen, diffamieren und
die Gewalt lobpreisen, schämt man sich für sie. In diesen Tagen sollten Reden über Bruderschaft und Liebe
gehalten werden, statt dessen wundert man sich, was
diese Feindlichkeit bedeutet. Es ist ganz so wie in einem
Arabischen Land, auf der einen Seite das Sultanat, und
diejenigen, die davon profitieren, auf der anderen Seite
protestierendes Volk, also die Sklaven. Dieser Ramadan
hat gezeigt, dass sich auf der einen Seite die Chapullierer, die sich Menschen gegenüber, die einen Glauben
besitzen, den islamischen Werten und Allah und dem
Propheten respektvoll verhalten, und das Volk befinden, auf der anderen Seite hingegen diejenigen, die aus
diesen Werten Profit erzielen.
Was sagen die Chapullierer?
Wir wollen nur menschenwürdig leben. Wir
möchten nicht beleidigt und diffamiert werden. Mischt
Euch nicht in unsere Freiheit, unsere Lebensweise, unser Familienleben und unsere Justiz ein. Unterstützt die
blutrünstigen Banden, die Ihr ausgebildet, unterstützt
und nach Syrien geschickt habt, nicht mehr weiter.
Kündigt nicht am einen Tag die Bruderschaft mit den
Junten an, nur um dann am nächsten Tag Eure Meinung zu ändern. Tyrannisiert nicht Euer eigenes Volk
und vergiesst dann Krokodilstränen über die Tyrannei
in anderen Ländern. Seid ein bisschen ehrlich und realistisch, so dass wir nicht verwirrt sind. Wir kennen
Euch nicht mehr, seid Ihr die Tyrannen oder die Unterdrückten? Seid Ihr die, die Sisi, Mübarek, Sadem,
Esad, Kaddafi brüderlich umarmen, oder die, die gegen
sie sind?
Wir kennen Euch nicht, seid Ihr die Sisis, die Taksim, Ankara, Bodrum, Eskişehir, Antakya und alle
anderen Orte des Landes während der Gezi-Proteste
wütend angegriffen haben, oder Esad oder Mubarak?
Wir sind verwirrt, wann zeigt Ihr endlich Euer wahres
Gesicht? Aber bis Ihr Euch entschieden habt, haben
Millionen Gezi-Anhänger längst Euer wahres Gesicht erkannt, sie haben Euch als diejenigen, welche die
Bomben verschossen, die ihnen ihre Augen genommen haben, die mit Toma und Panzern Pfeffergas und
Wasser schossen, die scharfe Munition verschossenen,
erkannt. Ihr habt Eure Schuld zugegeben, indem Ihr
sagtet: “Ich habe den Befehl dazu gegeben”, indem Ihr
der Polizei, der Armee und der Justiz Medaillen für
“Ausserordentliche Dienste” verliehen habt. Dennoch,
wenn Ihr Euch der Gnade des Volkes und der Chapullierer ergeben würdet, könnten sie Euch vergeben.
Die Botschaft der Chapullierer lautet: “Ein wenig
Menschlichkeit, ein wenig Erbarmen, ein wenig Toleranz, ein wenig Demokratie, ein wenig Freiheit, ein
wenig Verständnis und Akzeptanz gegenüber den anderen. Eine unmaskierte und gewissenhafte Welt ist
groß genug für uns alle. Und ein bisschen Chapullieren.
Das ist besser, als gewissenlos und grausam zu sein.”
MERHABA / hallo schweız
İSVİÇRE
5
Aylıklarımızı koruyalım,
yabancı düşmanlığına hayır
M
eslek sahibi olmasına, yüzde yüz çalışmasına
rağmen birçok emeçi yaşamlarını sürdürmeye yetecek aylık alamamakta. Sürekli olarak
emekli aylığının düşürülmesi için tartışmalar yapılıyor.
Bu olumsuz gelişmelerin nedeni ise göçmenler olarak
gösterilmeye çalışılıyor. Bilinçli olarak göçmenler hedef olarak gösteriliyor. Yerli ve yabancı işçi ayrımı
yapılarak emekçilerin arasındaki dayanışma engellenmeye ve kapitalist sistemin sömürüsü devam ettirilmeye
çalışılıyor. Bu politikayı boşa çıkarmak, işçi ve emekçiler
arasındaki dayanışmayı güçlendirmek için 21 eylülde
bir gösteri düzenlenecek. Eylemin talepleri: Aylık ve
emekli aylığının korunması, soygunculuğun ve yabancı
düşmanlığının durdurulması!
Emeçilerin aylığı üzerindeki baskı ve aylık damping sürekli olarak artıyor. İsviçre’ye gelen göçmenlerin sayısını azaltarak bu sorunların çözülemeyeceğini
belirtmek gerekir. Gerçek sorumlu iş verenler ve bu
işverenler politikasını destekleyenler. Göçmenlerin
sırtından politika yaparak parsa toplamaya çalışanlar
hedefi farklı göstermeye çalışıyor. Aylıkların ve emekli
aylıklarının düşürülmesini engellemek için sert yasaların
çıkartılması, kontrollerin arttırılması ve yaptırımların
sertleştirilmesi gerekir.
Ücret dampingi, asgari ücret uygulamasıyla engellenebilir. İsviçre’de asgari ücret toplu iş sözleşmesinin
geçerli olduğu bir çok branşda kabul edildi. Fakat emekçilerin yarısı toplu iş sözleşmesinin olmadığı iş yerlerinde çalışıyor ve her toplu iş sözleşmesinde asgari ücret
yer almıyor. Bu durumu sayılarla ifade etmek gerekirse,
çalışanların %60 ı asgari ücret uygulamasının olmadığı
iş yerinde çalışıyor ve aylıkları korunamıyor. İşveren
ekonomik krizi vb. bahane ederek aylıkları düşürebiliyor.
İsviçre’de yarım milyon emekçi 4000 Frankın altında
aylık alıyor. Özellikle kadınlar ve göçmenler bu uygulamaya maruz kalıyor. Artık bu uygulamaya bir son vermek gerekiyor.
Soygunculuğa son
Menajer aylıklarının astronomik düzeyde olması
engellenmeli. Genç sosyalistlerin girişimi 1:12, yüksek
kadrolarda yer alanlara ödenen en yüksek maaşların
sınırlanmasını talep ediyor. Bir işyerinde en düşük aylık
ve en yüksek aylık arasındaki farkın en düşük ücretin 12
katı olarak belirlenmesini talep eden bu girişimin kasım
ayında oylamaya sunulması bekleniyor.
Emeklilik yaşına kadar çalışan her kişi, emekli olduktan sonra iyi bir yaşam sürdürmeli. Bu sözler İsviçre
Anayasası’nda yer alıyor. Fakat yaşlılar, anayasada ön
görüldüğü gibi iyi bir yaşam sürdüremiyor, çünkü emekli
aylığı cok düşük.Buna rağmen burjuva partileri sürekli
olarak emekli aylığını düşürmeye çalışıyor. Biz bu du-
ruma müsade etmeyeceğiz.
Biz AHV/AVS girişiminin
talepi olan emekli aylığının
yükseltilmesini talep ediyoruz.
Burjuva partileri iş
yasasını değiştirerek perakendecilik
sektöründe
24 saat çalışma koşulunu
yasallaştırmak istiyor. 22
eylülde bunun için halk
oylamasına gidilecek. Bu
durum bu sektörde çalışan
emekçiler için, daha fazla
stres, daha az boş zaman ve
aile için daha az zaman ayırma anlamına geliyor. Aynı
zamanda yine düşük ücretle çalıştırılacaklar. Bu önerinin kabul olması halinde, 24 saat çalışma diğer iş
alanlarında da uygulanacak. Bu nedenle 22 eylülde
HAYIR oyu vermeliyiz.
Aylık ve emekli aylığının korunması, soygunculuğun
ve yabancı düşmanlığının durdurulması için herkesi 21
eylülde, saat 13.30 da yapılacak olan gösteriye katılmaya
çağırıyoruz. Detaylı bilgileri bölgenizdeki Unia
sendikası sekreterliğinden elde edebilirsiniz.
Unia, Emine Sariaslan
6
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
Lange Arbeitszeiten als Hauptproblem
der Beschäftigten im Detailhandel
Für die Angestellten des schweizerischen Detailhandels sind die (zu) langen Arbeitszeiten das Hauptproblem. Das zeigt eine Umfrage, die
das Meinungsforschungsinstitut GfK im Auftrag der Gewerkschaft Unia durchführte. Diese Arbeitszeiten sind Folge von längeren Ladenöffnungszeiten, welche von der überwiegenden Mehrheit der Befragten abgelehnt werden. Die Verkäufer/innen stellen sich damit klar gegen
die Versuche auf eidgenössischer Ebene, das Arbeitsgesetz bezüglich Nacht- und Sonntagsarbeitsverbot immer mehr aufzuweichen.
I
m Auftrag der Unia führte das renommierte
Umfrageinstitut GfK eine Umfrage über die Arbeitszeiten und Arbeitsbedingungen im Detailhandel durch. Die Ergebnisse werfen ein deutliches Licht auf die schwierigen Bedingungen in dieser
Branche. So müssen 80% der Befragten auch samstags
und 11% sonntags arbeiten. Die Arbeitszeiten liegen
durchschnittlich werktags bei zehn, samstags bei acht
und sonntags bei sieben Stunden. Bei 38% der Befragten wurden die Ladenöffnungszeiten verlängert.
Um sie abzufedern, wurden aber kaum zusätzliche Jobs
geschaffen, sondern die Arbeitszeiten der einzelnen
Angestellten verlängert.
Die zu langen Arbeitszeiten werden von den Befragten auch als das grösste Problem bei den Arbeitsbedingungen genannt (36%). Erst an zweiter Stelle
folgt ein zu tiefer Lohn (25%), was in einer Tieflohnbranche wie dem Detailhandel erstaunlich ist. An dritter Stelle nannten die Befragten den hohen Leistungsdruck (15%).
Die Umfrage ergab zudem, dass eine überwiegende
Mehrheit der Befragten längere Ladenöffnungs-zeiten
klar ablehnt: 85% sind nicht bereit, am Abend, in der
Nacht oder am Sonntag länger zu arbeiten. Sie stellen
sich damit unmissverständlich gegen die verschiedenen
Vorstösse auf eidgenössischer Ebene, das Arbeitsgesetz
bezüglich Nacht- und Sonntagsarbeitsverbot im Detailhandel immer mehr aufzuweichen. Eine erste Gelegenheit, einen entsprechenden Dammbruch im Detailhandel zu verhindern, bietet sich am 22. September
bei der Abstimmung über die Änderung des Arbeitsgesetzes für Tankstellenshops. „Die Ergebnisse der Umfrage unterstreichen die Wichtigkeit der Beschränkung
der Ladenöffnungszeiten für die Qualität der Arbeitsbedingungen für die Angestellten im Detailhandel“,
erklärt Armand Bouverat, Mitglied der Sektorleitung
Dienstleistungsbranche der Unia. „Dies ist auch der
zentrale Grund, weshalb die Unia das Referendum gegen die Verschlechterung des Arbeitsgesetzes mit ergriffen hat und sich für ein Nein bei der Abstimmung
vom 22. September engagiert.“
Für Unia-Co-Präsidentin Vania Alleva bestätigen
die Umfrageresultate die Klagen, welche die Gewerkschaft tagtäglich von Verkäuferinnen und Verkäufern
hört. „Sie zeigen, dass vielen Arbeitgebern der Profit
und ein möglichst grosser Marktanteil wichtiger sind
als der Respekt gegenüber der geleisteten Arbeit, der
Gesundheit und dem Sozialleben der Angestellten.“
Um Gegensteuer zu halten und die Arbeitsbedingungen sowie die Wertschätzung des Verkaufsberufs zu
verbessern, brauche es dringend Gesamtarbeitsarbeitsverträge. Darin müssten Lohne, Arbeitszeiten und Arbeitsbedingungen verbindlich festlegt werden: „GAVs
sind im Detailhandel noch immer dünn gesät, und ein
Vertrag für die ganze Branche ist nicht in Sicht“, meint
die Unia-Co-Präsidentin. „Dabei sollte doch ein GAV
in einer Branche, in der über 300’000 Personen arbeiten,
und in einem Land, in dem immer wieder das hohe
Hohelied auf die Sozialpartnerschaft gesungen wird,
eine Selbstverständlichkeit sein.“
Habe Arbeit, brauche Geld!
Über 400’000 Menschen in der Schweiz verdienen
weniger als 4’000 Franken im Monat bzw. 22 Franken
pro Stunde. Viele von ihnen sind trotz Vollzeitstelle
auf Sozialhilfe angewiesen. Die meisten Tieflohnbezügerinnen — rund 320’000 - sind Frauen. Besonders betroffen sind die Angestellten des Detailhandels: Rund 73’000 Verkäuferinnen und Verkäufer
verdienen weniger als 4’000 Franken.
Mit solchen und weiteren harten Fakten machten
Gewerkschafterinnen und Gewerkschafter der Unia
Region Bern / Oberaargau — Emmental heute Don-
İngiltere’de savaş karşıtları
Başbakanlık önünde
İngiltere’de savaş karşıtları, parlamentonun Suriye konusunda savaş
kararı almaması için sokaklara çıktı.
Başbakanlık binası önünde toplanan
4 bini aşkın kişi yolu işgal etti.
nerstag auf die Problematik der Tieflöhne in der Schweiz aufmerksam und stellten sich den Fragen der Passantinnen. Als Gegenmittel machten sie auf die hängige
Mindestlohninitiative der Gewerkschaften aufmerksam, über die im nächsten Jahr abgestimmt wird.
Die Gewerkschaften kämpfen seit Jahren gegen
den Tieflohnskandal. Sie erzielen auch immer wieder
wichtige Verbesserungen. Aber für jeden neuen GAV
und jeden neuen Mindestlohn, den sie der Arbeitgeberseite abringen, entstehen in unserer sich schnell
wandelnden Wirtschaftswelt neue Problemzonen in
Form schlecht bezahlter und kaum regulierter Jobs und
Berufszweige. Hier gilt es einen gesetzlichen Riegel zu
schieben: Ein verbindlicher Mindestlohn von 12 x 4000
Franken im Jahr führt schnell und unbürokratisch eine
existenzsichernde Lohnuntergrenze ein.
Anständige Mindestlöhne für alle verbessern das
Leben von Hunderttausenden von Menschen und
Familien unmittelbar. Sie realisieren ein elementares
Grundrecht, schaffen mehr Lohngerechtigkeit, verhindern Lohndumping und nützen der Wirtschaft und der
Allgemeinheit.
İ
ngiltere Savaş Karşıtı Koalisyon, İngiltere parlamentosunun Suriye’ye ilişkin oturumunu
protesto etmek için Başbakanlık binası
önünde bir gösteri düzenledi. Başında,
hükümetteki İşçi Partisi milletvekili Jeremy Corbyn’in bulunduğu Koalisyon’un
çağrısıyla Başbakanlık önünde 4 bini
aşkın kişi toplandı. Savaş karşıtları,
Başbakanlık yolunu trafiğe kapattı. Eylem konuşmalarla devam ederken, milletvekillerine yarın görüşülecek olan savaş
tezkeresini reddetme çağrısı yapılıyor.
İçinde sendikaların da olduğu Savaş Karşıtı Koalisyon, 31 Ağustos Cumartesi günü de büyük
bir gösteriye hazırlanıyor. Yaz tatilinde
olan İngiltere parlamentosu, 29 Ağustos
Perşembe günü Suriye’yi görüşmek
üzere toplantıya çağırılmıştı. Oturumda,
hükümetin Suriye’de geçen hafta kimyasal silah kullanıldığı iddiaları karşısında
atılacak adımlarla ilgili önerileri tartışılıp
oylanacak. Başbakan David Cameron,
Suriye ilgili açık ve net bir önergenin milletvekillerinin oyuna sunulacağını belirtmişti.
“Kimyasal silahları Türkiye
ve Arabistan verdi”
Suriye Enformasyon
Bakanı Ümran
Zaabi, kimyasal
silahlar konusunda
Türkiye, Arabistan
ve Batı’yı suçladı,
“silahlı teröristlerin
Türkiye, Arabistan
ve Batı’nın desteği
ile Suriye’de kimyasal silahla saldırı
gerçekleştirdiklerini”
söyledi. Suriyeli
bir komutan da,
saldırı halinde
İsrail vuracaklarını
açıkladı.
Mit einer Flugblattaktion
in der Berner Innenstadt
machten Vertreterinnen
und Vertreter der Unia
Region Bern/OberaargauEmmental auf die Tieflöhne im Detailhandel
aufmerksam. Als Gegenmittel verwiesen sie auf
die hängige Volksinitiative der Gewerkschaften.
Diese fordert einen
Mindestlohn von 12x4000
Franken im Jahr für alle
Vollzeitangestellten.
7
DÜNYA
MERHABA / hallo schweız
France 24 kanalına mülakat veren Zaabi, “Suriye ordusu
ne geçmişte ve ne de şimdi asla bu tür silahları kullandığını,
böyle bir olay yaşandıysa bile bunun tek sorumlusu silahlı
teröristlerin olduğunu” ifade etti.
Ülkedeki kimyasal silahlar konusunda bilgi veren
Zaabi, “kimyasal silahları da Türkiye, Arabistan ve bir kaç
Batılı devletin Suriye’ye göndererek silahlı teröristlere
ulaştırdığı” söyledi..
“Söz konusu ülkeleri temelsiz suçlamadıklarını ve sadece başta Amerika olmak üzere bu ülkelerin yayınladıkları
bildirilerden hareketle bunu söylediğini” ifade eden
Suriyeli Bakan, “Guta Şarkiye bölgesinde böyle bir saldırı
gerçekleşip gerçekleşmediği sorusuna ise bu bölgenin
silahlı teröristlerin kontrolü altında olduğunu, bu yüzden
bölgede araştırma yapamadıklarını” belirtti.
Öte yandan Suriye Başbakanı Vail Halaki de kısa
açıklamasında, “Müdahale olursa, saldırganlara sürprizlerimiz olacak” dedi.
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad da
Şam’da Four Seasons Oteli’nde gazetecilere yaptığı
açıklamada, “teröristlerin” sarin gazı kullandığına ilişkin
kanıtları Birleşmiş Milletler denetçilerine sunduklarını
söyledi.
Mikdad şöyle konuştu: “Suriye, kimyasal silahın silahlı
gruplar tarafından ABD, İngiltere ve Fransa’nın yardımıyla
kullanıldığını ve bunun bir an önce durması gerektiğini
tekrar belirtmektedir.”
“Teröristlerin” ABD, İngiltere ve Fransa tarafından
“korunduğunu” iddia eden Mikdad, “bu silahların bir gün
Avrupa halklarına karşı kullanılacağını” öne sürdü.
BM’YE BELGELER SUNULDU
Suriye’nin BM’deki daimi temsilcisi Beşar el Caferi ise
“Türkiye’yi ‘teröristlerin kitle imha silahlarına ulaşmasının
engellenmesi” hakkındaki BM kararını çiğnemekle suçladı.
SANA’nın, Suriye devlet televizyonu El İhbariye El
Suriye’de yayımlanan röportaja dayandırdığı habere göre;
Caferi, Suriyeli muhalif grupların Türkiye’deki laboratuvarlarda kimyasal silah ürettiğini belirterek şöyle dedi: “Bu silahlar Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan materyallerle
üretiliyor ve Türkiye üzerinden Suriye’ye naklediliyor.”
Türkiye-Suriye sınırı bölgesinde Suriyeli isyancıların
çeşitli atölyeler kurduklarına dair haberler uluslararası
medyada yer almıştı.
Öte yandan Fars Haber Ajansı’na konuşan Suriyeli üst
düzey bir komutanı, “Suriye’ye saldırıldığı takdirde Tel
Aviv’i yerle bir edecekleri” uyarısında bulundu.
Suriyeli komutan, ordusunun her türlü muhtemel
saldırıya karşı teyakkuzda olduğunu belirtti.
Saldırının sınırlı olacağını düşündüklerini belirten
Suriyeli komutan, “Suriye’ye saldırmanın, korsan İsrail’in
mahvına davetiye çıkarma anlamına geldiğini” ifade etti.
“Amerika ve müttefiklerine karşı ülke savunmasının
her Suriyeli vatandaş için bir şeref olduğunu” belirtenkomutan,
“ülkesine saldırıldığı takdirde Suriye’nin komşularının
da savaşa bulaşmak zorunda kalacağını, bunun da bizzat
İsrail ve ABD tarafında yıllardır korkuyla beklenen ‘Kıyamet
Senaryosu’na dönüşmesinin kaçınılmazlığı olduğunu”
vurguladı.
Komutan, ülkesinin dört beş füzeyle, bir kaç gün
bombardımanla yıkılacak bir ülke olmadığını, bunu deneyenlerin de, onlara yardım edenlerin de, ummadıkları ağır
bedeller ödemeye hazır olmaları gerektiğini kaydetti.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlık Basın
Sorumlusu Enver Reca, “Suriye’ye karşı gerçekleşebilecek
askeri saldırı, bize karşı da yapılmış kabul edilecektir.
Çünkü biz uzun süredir Suriye ile siyasi olarak ve İsrail’e
karşı Mukavemet ittifakı içindeyiz. Dolayısı ile Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi savaş durumunda Suriye’nin yanında
savaşacaktır’’ dedi.
Enver Reca, “Bu savaştan kaçacak her tarafın hain ve
saldırganların suç ortağı olacağını” da söylerken, Amerika
ve Batı’nın Suriye’ye saldırması halinde ‘’Bu saldırıya ortak olacak her cephenin bölgedeki çıkarları, meşru hedef
olacaktır’’ uyarısında bulundu.
Enver Reca, Amerika ve Batı’nın Suriye’ye saldırı tehditlerinin, kimyasal silah saldırısı uydurması ile tırmanışa
geçtiğini söyledi.
8
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
Dutzende Tote am “Freitag
der Wut” in Ägypten
Im Juli deutlich
weniger
Asylgesuche
als im Vorjahr
In der Schweiz haben im Juli 1819 Menschen
um Asyl ersucht, gut ein Drittel weniger als
im Vergleichsmonat des Vorjahres. Aufgrund
der rückläufigen Gesuchszahlen korrigiert der
Bund die Prognose für 2013 leicht nach unten.
Ging das Bundesamt für Migration (BFM)
bisher für das Gesamtjahr von rund 26’000
Asylanträgen aus, rechnet es gemäss einer Mitteilung vom Donnerstag neu mit etwa 24’000
Gesuchen. Das sind 4600 Gesuche weniger als
2012.
Von Januar bis Juli 2013 wurden in der
Schweiz 12’844 Asylgesuche gestellt, 4375
weniger als in den ersten sieben Monaten des
Jahres 2012. Gegenüber dem Vormonat nahmen die Anträge im Juli um 18 Prozent zu.
Am meisten neue Asylbewerber kamen
im Juli aus Eritrea, nämlich 278. Das sind 102
Gesuche oder 58 Prozent mehr als im Juni.
An zweiter Stelle folgten Bewerber aus Nigeria mit 137 Anträgen (-2,1 Prozent). Stark
zugenommen haben auch die Asylgesuche von
syrischen Staatsangehörigen, und zwar um 38
Prozent auf 101 Gesuche.
Dublin-Überstellungen
Im Juli 2013 ersuchte die Schweiz bei 936
Personen einen anderen Dublin-Staat um
Übernahme, wie das BFM ausführt. 472 Anfragen betrafen Italien. Im selben Zeitraum
konnten 383 Personen an den zuständigen
Dublin-Staat überstellt werden (226 nach
Italien), eine Person weniger als im Vormonat.
Umgekehrt wurde die Schweiz von anderen Dublin-Staaten um Übernahme von
263 Personen ersucht. 69 Personen wurden der
Schweiz überstellt.
Mehr Asylgesuche
in Europa
Auf internationaler Ebene sieht das BFM
vorderhand keinen Lichtblick im Asylbereich - im Gegenteil. Von den wichtigsten
Zielländern für Asylsuchende in Europa meldeten ausser der Schweiz nur Belgien und
Schweden deutlich rückläufige Gesuchszahlen, schreibt das Amt.
Insgesamt dürften laut dem Bundesamt
in Europa erstmals seit 2002 wieder mehr als
400’000 Asylanträge eingereicht werden. 2012
waren es europaweit noch rund 350’000 Gesuche.
Eine neue Welle der Gewalt hat Ägypten an
dem von Islamisten ausgerufenen “Freitag der
Wut” erschüttert. Bei landesweiten Strassenkämpfen zwischen Demonstranten und der
Polizei kamen nach Angaben aus Sicherheitskreisen mehr als 80 Menschen ums Leben.
Etwa 300 wurden verletzt.
Zu den Protesten hatten die islamistische
Muslimbruderschaft und verschiedene radikale
Islamisten-Parteien aufgerufen. Zehntausende
Anhänger des entmachteten Präsidenten Mohammed Mursi gingen nach den Freitagsgebeten landesweit auf die Strasse und schrien
ihre Wut über das Blutvergiessen in ihren Protestlagern heraus.
Der seit Wochen schwelende Konflikt zwischen Islamisten und Mursi-Gegnern war am
Mittwoch eskaliert, als Sicherheitskräfte zwei
zentrale Protestlager der Muslimbrüder in Kairo gewaltsam geräumt hatten. Beim Vorgehen
der Polizei und bei anschliessenden Angriffen
von Islamisten wurden nach Regierungsangaben über 600 Personen getötet. Die Muslimbrüder gehen aber von Tausenden Toten aus.
Die Islamisten fordern die Wiedereinsetzung
Mursis, der seit seiner Entmachtung durch die
Armee am 3. Juli an einem geheimen Ort festgehalten wird.
Auf dem Ramses-Platz in Kairo kamen am
Freitag etwa 20’000 Menschen zusammen. Die
Armee riegelte andere Plätze und Strassen
in der Hauptstadt ab, in der am Freitag auch
zahlreiche Opfer des Blutbads vom Mittwoch zu
Grabe getragen wurden.
Von der 15. Mai-Brücke in der Hauptstadt
schossen demonstrierende Islamisten auf umliegende Häuser, von denen aus sie mit Steinen
beworfen wurden. Tote und Verletzte gab es am
Freitag in Kairo, in der Provinz Kafr al-Scheich
sowie in den Städten Ismailija, Port Said, Damietta, Al-Arisch und Fajum.
Notstand in mehreren Landesteilen
Experten befürchten, dass die Lage weiter
eskalieren könnte. Denn die Polizei hat Order,
mit scharfer Munition auf Plünderer und Saboteure zu schiessen. In mehreren Landesteilen
gilt der Notstand.
Auch die Verhaftungswelle von hochrangigen Mitgliedern der Muslimbruderschaft geht
weiter. Die Polizei verhaftete vor Beginn der
Proteste am Freitag vier führende Vertreter, wie
das Nachrichtenportal youm7 meldete.
In mehreren Staaten der arabischen Welt
haben Demonstranten am Freitag das Vorgehen des ägyptischen Militärs gegen die MursiAnhänger verurteilt. In der türkischen Hauptstadt Ankara versammelten sich etwa 3000
Menschen vor einer Moschee, zelebrierten ein
Totengedenken und zogen anschliessend zu
den Botschaften Ägyptens sowie der USA.
“Die islamistische Bewegung kann nicht
gestoppt werden”, skandierten sie dabei. In der
Metropole Istanbul demonstrierten etwa 1000
Menschen.
Weitere Proteste gab es in Ost-Jerusalem,
wo etwa 600 Anhänger der radikalislamischen
Palästinenserorganisation Hamas demonstrierten, und im Westjordanland. Auch in mehreren Städten Pakistans kamen jeweils hunderte
Menschen zu Kundgebungen zusammen.
In der sudanesischen Hauptstadt Khartum
schlossen sich ebenfalls hunderte Menschen
einem Protestmarsch an. Demonstrationen gab
es zudem in der jordanischen Hauptstadt Amman.
Der saudiarabische König Abdullah erklärte,
sein Land stehe im Kampf gegen “Terroristen”
an der Seite Ägyptens. Das Land dürfe nicht
destabilisiert werden.
Weltweit wurde vor einer Ausweitung der
Krise gewarnt. Der UNO-Sicherheitsrat forderte
nach einer Dringlichkeitssitzung ein Ende der
Gewalt in Ägypten.
Die deutsche Kanzlerin Angela Merkel liess
erklären, angesichts der jüngsten Entwicklungen werde die deutsche Regierung ihre Beziehungen zu Ägypten überprüfen. Dies sollte auch
die EU tun, hiess es nach einem Gespräch Merkels mit dem französischen Präsidenten François Hollande. Die beiden schlugen eine Dringlichkeitssitzung der EU-Aussenminister vor.
Angesichts der aktuellen Lage rieten zahlreiche
Länder von Reisen nach Ägypten ab, darunter
die Schweiz.
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
Hilfsorganisationen gedenken
der Opfer in eigenen Reihen
Am internationalen Tag der humanitären Hilfe haben die Hilfsorganisationen der Opfer in eigenen
Reihen gedacht. Im vergangenen
Jahr kamen 272 humanitäre
Helfer zu Schaden. 66 unter ihnen
wurden getötet, 115 verletzt und
deren 91 entführt.
S
eit Jahresbeginn wurden bereits 207
Opfer gezählt, darunter 76 Tote, 59
Verletzte und 72 Entführte, wie aus der
Datenbank der Organisation Humanitarian
Outcomes hervorgeht. Eine neue Kampagne
soll auf die Gefahren der humanitären Hilfe
aufmerksam machen.
Unter dem Motto “Die Welt braucht
mehr ...” können bekannte Marken die fehlenden Worte sponsern. Bis am 24. September können User die Worte auf sozialen
Netzwerken teilen und so das Geld der Sponsoren freigeben.
“Die Welt braucht mehr Menschlichkeit”,
sagte UNO-Nothilfekoordinatorin Valerie
Amos. Dieses Jahr hätten die Hilfsorganisationen die schwere Aufgabe, über 70 Millionen Menschen in der ganzen Welt zu
helfen.
Der internationale Tag der humanitären
Hilfe wird im Gedenken an die Opfer des
Attentats von Bagdad am 19. August 2003
begangen. Bei dem Anschlag in der irakischen Hauptstadt kam neben 21 Mitarbeitern
auch der damalige UNO-Hochkommissar
für Menschenrechte, Sérgio Vieira de Mello,
ums Leben.
9
10
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
Lesben uns Schwule in
Neuseeland bei Ja-Wort
im siebten Himmel
Die Homo-Ehe ist jetzt auch in Neuseeland erlaubt. 31 lesbische und schwule
Paare haben sich nach offiziellen Angaben das Ja-Wort gegeben. Neuseeland ist
das erste Land in Ozeanien und das 14. weltweit, das die Homo-Ehe legalisiert.
Asylunterkunft
für bis 100
Personen in
Alpnach eröffnet
In einer Truppenunterkunft in Alpnach in
Obwalden hat der Bund am Dienstag für sechs
Monate eine Asylunterkunft für 100 Personen
eröffnet. Nach Diskussionen um ein angebliches
Badi-Verbot für Asylsuchende in Bremgarten
AG präzisierte der Bund in Alpnach die Regeln.
Am Dienstag zogen in Alpnach OW die ersten Asylsuchenden in die Truppenunterkunft
Kleine Schliere ein. Diese bietet Platz für 100
Personen. Spätestens am 18. Februar 2014 soll
die Anlage wieder geschlossen werden, teilte das
Bundesamt für Migration (BFM) am Dienstag
mit.
In der oberirdischen Anlage sollen vorab neu
ankommende Migrantenfamilien mit Kindern
untergebracht werden, die in der Schweiz einen
Asylantrag gestellt haben und auf einen Entscheid warten. Gemäss einem Flyer der Gemeinde
sollen sie durchschnittlich drei bis sechs Wochen
in Alpnach bleiben.
Arbeitseinsätze
an Wanderwegen
Für die Betreuung der Asylbewerber und
den Betrieb der Unterkunft ist das Unternehmen ORS Service AG verantwortlich. Dieses
suche mit der Gemeinde nach gemeinnützigen
Arbeitseinsätzen für die Asylsuchenden. Denkbar seien Arbeiten wie etwa die Erneuerung von
Wanderwegen, schreibt das BFM.
Für die Sicherheit im und um das Zentrum
soll der private Sicherheitsdienst Securitas rund
um die Uhr sorgen. Für die Bevölkerung wurde
eine Telefon-Hotline eingerichtet, bei der sie
Probleme melden kann.
Gemäss einer Vereinbarung zwischen dem
Bund und der Gemeinde Alpnach dürfen Asylsuchende Schul- und Sportanlagen werktags
zwischen 7 und 18 Uhr “aus organisatorischen
Gründen” nur nach Absprache mit den Gemeindebehörden nutzen. Die Benutzung der Anlagen sei im Übrigen auch für die Allgemeinheit
nicht unbeschränkt möglich, hält das BFM fest.
In Brasilien ist noch ein Rechtsstreit zu der Frage im
Gang. In Neuseeland ist der wichtigste Unterschied zu
den seit acht Jahren möglichen eingetragenen Partnerschaften: Verheiratete Lesben und Schwule können gemeinsam Kinder adoptieren.
Lynley Bendali und Ally Wanikau heirateten über
den Wolken. Sie hatten den Wettbewerb einer Fluggesellschaft gewonnen. Die seit 13 Jahren liierten Bräute
kamen in schwarz, mit weisser und grauer Bluse. “Ich
gebe Dir mein Herz und meine Liebe”, sagte Wanikau
strahlend und laut, um das Dröhnen der Triebwerke
zu übertönen. Eine Beamtin nach das Eheversprechen
über den Wolken ab. An Bord waren die drei Kinder der
Frauen, Freude und Verwandte und der US-Schauspieler Jesse Tyler Ferguson (bekannt aus der TV-Serie
“Modern Family”) mit seinem Mann.
Im Nationalmuseum in Wellington schlug die
grosse Stunde für die Australier Paul McCarthy und
Trent Kandler. Sie gelobten sich gegenseitige Treue unter dem Blitzlichtgewitter zahlreicher Fotografen. Die
beiden sind seit elf Jahren ein Paar.
Rund 200 gleichgeschlechtliche Paare haben seit
2005 ihre Partnerschaft in Neuseeland offiziell eintragen lassen. Damit werden sie zwar als “engste Verwand-
te” im Sinne des Gesetzes anerkannt.
Sie bekommen etwa im Krankheitsfall etwa
medizinische Auskünfte über den Partner und dürfen
im Todesfall entscheiden, ob der andere beerdigt oder
verbrannt werden soll.
Gemeinsame Adoption war bislang aber nicht
möglich: wenn eine lesbische Frau die Kinder ihrer
Partnerin adoptieren wollte, ging das nur, wenn der
Name der leiblichen Mutter gestrichen wurde. Seit
Montag sind alle Paare gleichgestellt.
Warnstreik auf der Baustelle der
Swiss Alps AG in Andermatt
Die Unia hat erneut einen krassen Fall von Lohndumping auf der Baustelle des Luxushotels The Chedi von Samih
Sawiris in Andermatt aufgedeckt. Die Beltec Electric GmbH entlöhnte ihre Mitarbeiter teilweise nach deutschem Tarif
zu 9.90 Euro. Mit der missbräuchlichen, fristlosen Kündigung eines Teils der Arbeiter eskalierte der deutsche Subunternehmer gestern die Situation, weshalb die betroffenen Elektriker heute Nachmittag in einen Warnstreik traten. Sie
verlangen die Einhaltung der Schweizer Bedingungen und die Rücknahme der missbräuchlichen Kündigungen.
Ende Mai haben sich rund 30 von der deutschen
Beltec Electric GmbH angestellte Elektriker mit der
Bitte um Unterstützung für die fristgerechte Auszahlung ihrer Löhne an die Gewerkschaft Unia gewandt.
Interventionen der Gewerkschaft Unia bei der Firma
Beltec, der Auftraggeberin Andermatt Swiss Alps AG
und beim zuständigen Generalunternehmer Daltrop
AG blieben bis heute erfolglos. Weitere Abklärungen
zeigten, dass die Löhne nicht nur verspätet ausbezahlt
werden sondern auch zu tief sind und dem geltenden
Gesamtarbeitsvertrag widersprechen. Statt zu Schweizer
Bedingungen über die ganze Beschäftigungsdauer in
der Schweiz wurden die betroffenen Elektriker teilweise
nach deutschen Tarif zu 9.90 Euro entlöhnt — weniger
als der Hälfte dessen, was sie eigentlich hätten erhalten
müssen. Nachdem die Beltec gestern erfahren hat, dass
sich die Elektroinstallateure mit Hilfe der Gewerkschaft
Unia gegen die unrechtmässigen Anstellungsbedingungen wehren wollen, hat sie einem Teil der Arbeiter
fristlos gekündet. Die Unia verurteilt diese missbräuchlichen Kündigungen auf schärfste. Sie verletzen das
verfassungsmässig garantierte Recht der Arbeiter, sich
gewerkschaftlich zu organisieren.
Der Unia vorliegende Lohnabrechnungen belegen
weitere Ungereimtheiten und Verstösse gegen arbeitsrechtliche Bestimmungen. Die betroffenen Elektriker
führten darum heute Nachmittag einen Warnstreik
durch. Sie fordern damit die Bauherrin Andermatt Swiss
Alps AG auf, dafür besorgt zu sein, dass endlich rechtmässige Zustände auf der Luxus-Baustelle in Andermatt
herrschen. Der aktuelle Dumpingfall hat eine Vorgeschichte: Im Dezember 2012 musste die Firma Condor
AG die Baustelle des Luxushotels verlassen, nachdem
bekannt wurde, dass sie ihre Angestellten bis zu 58
Stunden pro Woche arbeiten liess, aber nur Lohn für die
vereinbarten 40 Stunden ausbezahlte. Nun wiederholen
sich die Vorkommnisse. Erneut werden zu tiefe Löhne
verspätet ausbezahlt und wieder arbeiten die Elektriker
rund 50 Stunden pro Woche. Neu ist nur, dass jetzt noch
ein weiteres Sub-Unternehmen involviert ist. Der Generalunternehmer Daltrop AG beauftragte die deutsche
Firma Imtech mit der Ausführung der elektrischen
Installationen. Diese vergab die Arbeiten an die Firma
Uritec, die sie wiederum an Beltech weiter gab, welche
die rund 30 mehrheitlich aus Ungarn stammenden Elektriker beschäftigt. Pikant: Mitglieder der Geschäftsleitung der inzwischen Konkurs gegangenen Condor AG
sitzen heute in der Geschäftsleitung der Beltec GmbH.
MERHABA / hallo schweız
11
İSVİÇRE
“İltica hakkı insan hakkıdır! Yerli ve göçmen ayrımcılığına son verilmelidir!
Toplama-Esir kampları kapatılsın, herkese insani koşullar yaratılsın!”
İsviçre mültecilere esir
muamelesi yapıyor!
İ
sviçre Göçmen İşçiler Federasyonu ile İsviçre Türkiyeli İşçiler Federasyonu ortak bir bildiri yayınladı.
Bildiride şu görüşlere yer verildi:
Devlet politikası haline dönüşen ırkçı uygulamalar son hızıyla devam etmektedir. Göçmenlere
dönük bu saldırıların sonuncusu 09 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşen halk
oylamasıyla birlikte alınan kararların
hayata geçirilmesidir. Büyük bir kitle
desteği alınarak kabul edilen referandumla birlikte iltica hakkının giderek kısıtlanması, mültecilerin yaşam
alanların insani koşullardan yoksun,
adeta esir kamplarına dönüştürülmeye
çalışılmaktadır.
Bu ırkçı uygulamaların son bir örneği
de Bern, Bremgarten’de mültecilerin spor tesislerine girişi başta olmak üzere 32 alana girişi yasaklanarak ırkçı bir uygulamaya daha imza atıldı. ‘Hassas
bölgeler’ olarak tanımlanan bu yerlere girişi yasaklanan
mültecilere potansiyel suçlu muamelesinin yapılması
İsviçre’de ilk olmayan uygulamalar olduğu bilinmektedir.
Uluslararası sözleşmelere imza atan ülkelerden biri
olan İsviçre hümaniter bir ülke olduğu imajına rağmen
mülteciler başta olmak üzere tüm göçmenlere yönelik
izlediği ırkçı ve ayrımcı politikaları ile bunun gerçeği
yansıtmadığı bir kez daha anlaşılmıştır.
Çıkarılan gerici yasalarla potansiyel suçlu ve her suçun gerekçesi gösterilen
mülteciler ve göçmenlere
dönük son kapsamlı
saldırı ise onları toplumdan uzak, tecrit
edilmiş askeri kışlalar
için kullanılan yeraltı
kamplarına yerleştirilmesi
oldu.
Savaş dönemlerinde kullanılan
yeraltı kamplarına yerleştirilen mültecilerin, insani
yaşam haklarının gasp edilmesi, adeta esir muamelesi
ile karşılaşmaları, görevlilerce cinsel tacize uğramaları,
kaba ve insani olmayan davranışlarla yüz yüze gelmeleri, dolaşım haklarının gasp edilmesi, çocukların eğitim
ve sağlık haklarından yoksun bırakılması gibi bir çok
haktan mahrum bırakılması İsviçre’de onların dramını
anlatmaya yeter.
İsviçre’de toplumdan dışlanan, tehlikeli birer suçlu
muamelesi görülen, her türlü ırkçı saldırıya maruz kalan, ayrımcı uygulamalarla yüz yüze gelen mültecilere
dönük bu gerici ve ırkçı saldırıların kaynağı
Devlet tarafından alınan kararlar olduğu işte
esir kamplarına doldurularak insanlık dışı
uygulamaların devreye sokulmasıyla daha
net anlaşılmaktadır.
Bremgarten olayı da bunu bir kez daha
kanıtlamıştır. Bizler göçmen örgütleri
olarak başta Bremgarten olayını ve toplama
kampları uygulamasını insanlık dışı politikalar olarak görüyor ve nefretle kınıyoruz.
Her insanın insanca yaşam koşullarına sahip
olması ve her türlü haktan yararlanmasının bir
insan hakkı olduğunu bir kez daha belirtiyor, ırkçı ve
ayrımcı politika ve uygulamaların insanlık suçu olduğu
bilinmesini istiyoruz.
İsviçre devletini bu politikalarını bir kez daha
gözden geçirmeye, mültecilere uygulanan bu ayrımcı
uygulamalara son vermeye çağırıyoruz.
12
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
13
Gezi tutuklusuna çıplak arama
Gezi eylemlerine katıldığı için Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan 9 Eylül Üniversitesi
öğrencisi 22 yaşındaki Elif Kaya’nın aranma görüntülerinde uygulamanın nasıl yapıldığı ortaya çıktı.
SP tabanı 9 Haziran tarihinde oy çoğunluğu ile iltica
yasası revizyonunu onaylayıp
böylece kendi partisinin
tavsiyesine karşı bir tutum
gösterdi. Ancak “evet” payı
SP takipçileri arasında diğer
halk partilerinin tabanına
göre yine de daha düşüktü.
SP-tabanı az bir farkla iltica
yasası revizyonunu onayladı
SP’ye bir yakınlık hissedenlerin arasındaki oy veren
vatandaşlardan %54’ü, 9 Haziran tarihinde iltica yasası
revizyonu için yapılan oylamada “evet” oyu vermiştir. Bu
sonuç, Genf Üniversitesinin siyasi bilimler enstitüsünün
ve gfs.bern araştırma enstitüsünün Çarşamba günü
yayınlanmış olan VOX analizinden anlaşılıyor.
Siyasi yelpazenin sağ tarafında bulunanların
arasındaki “evet” payının sola yakın kişilerden çok daha
yüksek olması pek sürpriz olmadı: SVP taraftarlarından
%90’ı revizyonu onayladı, FDP taraftarlarından hat-
ta %93’ü. CVP taraftarları arasında bu pay %80’in
biraz altındaydı. Her üç parti de evet oyu vermeyi
kararlaştırmıştı zaten.
Destekleyenlerin üçte birinden fazlası revizyonu, iltica işlemlerinin iyileştirilmesini ve hızlandırılmasını istedikleri için onayladıklarını belirtmişlerdir. Önerinin kabul edilmesindeki ikinci sebep olarak, fazla yabancının,
fazla ilticacının ve fazla şiddetin var olduğu ileri sürüldü.
Üçüncü sebep ise daha zorlu iltica işlemlerinin istenmesi oldu.
VOX-Analizinde belirtildiği gibi, bu oylama sonucu
hem daha iyi bir iltica sürecinin istenmesi olarak, hem
de genel olarak iltica sürecinin ve migrasyon siyasetinin
sertleştirilmesi arzusu olarak yorumlanabilir.
Oy vermeye yetkili halk, 9 Haziran’da oyların
%78,5’i ile çok açık bir şekilde iltica yasasında yapılacak
acil değişiklikleri onaylamışlardı.
VOX-Analizi için tüm İsviçre’de halk oylamasından
sonraki iki hafta içerisinde yaklaşık 1500 kişi ile anket
yapılmıştır.
SP-Basis stimmte knapp für Asylgesetzrevision
Die SP-Basis hat am 9. Juni
der Asylgesetzrevision mehrheitlich zugestimmt und sich
damit gegen die Empfehlung
der eigenen Partei gestellt. Der
Ja-Anteil war unter den SPAnhängern allerdings deutlich
geringer als bei der Basis der
bürgerlichen Parteien.
Von jenen Stimmbürgern, die sich der SP verbunden fühlen, legten 54 Prozent bei der Abstimmung
über die Asylgesetzrevision am 9. Juni ein Ja in die
Urne. Dies geht aus der am Mittwoch veröffentlichten
VOX-Analyse des Instituts für Politikwissenschaften
der Universität Genf und des Forschungsinstituts gfs.
bern hervor.
Der Ja-Anteil unter den Befragten auf der rechten Seite des politischen Spektrums lag wenig überraschend merklich höher als bei Personen aus dem
linken Lager: Von den SVP-Anhängern stimmten 90
Prozent der Revision zu, von den FDP-Anhängern gar
93 Prozent. Bei der CVP-Anhängerschaft lag der Anteil knapp unter 80 Prozent. Alle drei Parteien hatten
die Ja-Parole gefasst.
Mehr als ein Drittel der Befürworter gaben an, sie
hätten der Revision zugestimmt, weil sie eine Verbes-
serung und Beschleunigung der Asylverfahren wünschten. Als zweithäufigster Grund für die Annahme
der Vorlage wurde das Argument genannt, wonach es
zu viele Ausländer, zu viele Asylbewerber und zu viel
Kriminalität gebe. An dritter Stelle folgt der Wunsch
nach strengeren Asylverfahren.
Wie es in der VOX-Analyse heisst, lässt sich der
Stimmentscheid daher sowohl als Wunsch nach
besseren Asylverfahren wie auch als Ausdruck des
allgemeinen Willens zu einer weiteren Verhärtung der
Asyl- und Migrationspolitik interpretieren.
Die Stimmberechtigten hatten sich am 9. Juni mit
78,5 Prozent der Stimmen sehr deutlich für die dringlichen Änderungen im Asylgesetz ausgesprochen. Für
die VOX-Analyse wurden in der ganzen Schweiz innerhalb von zwei Wochen nach der Volksabstimmung
rund 1500 Personen befragt.
“Ali İsmail ile aynı
sokaktaydım, hepsinin
yüzünü hatırlıyorum”
Eskİşehİr’de Ali İsmail Korkmaz
ile birlikte aynı sokakta saldırıya
uğrayan Doğukan Bilir, o güne
ilişkin açıklamalarda bulundu.
Eskişehir’deki Gezi Direnişi eylemleri sırasında Ali İsmail Korkmaz’ın
saldırıya
uğradığı
Sanayi
Çıkmazı’nda bulunan tanıklardan
Doğukan Bilir, o güne ilişkin
açıklamalarda bulundu. Taraf’tan
Fırat Alkaç ve Birgün’denDoğu
Eroğlu’na konuşan Bilir, “Görüntülerde sokağa Ali İsmail ile birlikte
giren kişi benim. Onu gördüm ve
birlikte koşarak sokağa girdik.
Beni dövmeye başladılar, o da ileriye doğru koştu ve fırının önünde
dövüldü” dedi. Doğukan Bilir’in
olay gününe ilişkin açıklamaları
şöyle: “Sokağa Ali İsmail ile ben
ve iki kişi aynı anda koşarak
girdik. Ben girdiğimde arabaların
arkasına saklanmış eli sopalı ve
coplu sivil polisler bana saldırdı.
Bu sırada benimle birlikte sokağa
giren diğer iki arkadaş da geri
kaçtı. Ali İsmail ise ileriye doğru
koştu. Ben, sokağın girişinde
polislerin bana saldırması sonrası,
ileride eli sopalıları gördüğüm için
geri koştum. Sonradan ben ve Ali
İsmail’in aynı görüntüde olduğu
kayıtlar çıktı. Ben geri kaçtıktan
sonra yine sivil maskeli, ellerinde
sopa ve cop bulunan polisler beni
bir köşeye sıkıştırdılar. Burada beni
dakikalarca darp ettiler. Bu sırada
kimliğimi de aldılar. Sonra gitmemi
söylediler. Uzaklaşırken daha fazla koşamadığım için yere yatarak
arabaların arasına saklandım. Ses-
siz şekilde babamı aradım ve yerimi söyledim. Bu sırada ellerinde
sopalar bulunan kişilerin gölgelerini görüyordum, yolda insanları
kovalıyorlardı. Babam gelince beni
askerî hastaneye götürdü. Burada
darp raporu aldım ve şikayetçi oldum. Hastanede yatarken iki tane
polis geldi, ifademi almak için.
Kimliğimi geri istedim. Bana ‘İyi
yırtmışsın, kimliği alan polis gözaltı
yapar. Eğer sana bir şey olsaydı,
kim vurduya giderdin’ dedi. Bu
olaydan sonra kimliğimi hâlâ geri
alamadım. Geçtiğimiz günlerde Ali
İsmail’in görüntüleri ortaya çıktı.
Kendimi görüntülerde gördüm.
Daha sonra Ali İsmail, kaçarken
fırının önündeki grup tarafından
feci şekilde dövülmüş.” Ali İsmail
ile aynı anda hastaneye getirildiğini
söyleyen Caner Ertay ise Taraf’a
yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Ali İsmail ile bana bakan doktor aynıydı. Benim kolum kırık ve
yüzüm kan içerisindeydi. Bu nedenle beni doktor ayrıntılı muayene
etti. Sanırım Ali İsmail’in yüzünde
kan olmadığı için hemen geri gönderdiler. Beni de dört saat kadar
hastanede tuttular. Öğrendiğime
göre normalde 24 saat hastanede
kalmam gerekiyormuş. Ali İsmail’i
önceden tanımıyordum, hastane
görüntüleri ortaya çıkınca onu
tanıdım. Ben de aynı görüntülerde
vardım. Beni gözaltına alırlarken,
yine ellerinde sopa ve cop bulunan
maskeli polisler darp etti. Hepsinin
yüzünü hatırlıyorum. Savcılıkta
teşhis edeceğim polisleri.”
Vatan gazetesinden Çınar Özer’in haberine göre Gezi eylemlerine katıldığı için
Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan 9
Eylül Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Elif
Kaya’nın arama odasına alındığı günün güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri aktarıldı.
Mahkum kabul girişinde bulunan güvenlik
kamerasının kayıtlarına göre arama odasında
bekletilen Elif Kaya;
04:21’de mahkum kabul kayıt odasına
alınıyor. Bu sırada odaya gardiyanlar girip
çıkıyor. 04:34’te cezaevinin 2. Müdürü odaya
giriyor. 04:42’de odadan önce müdür çıkıyor.
Arkasından ellerini arkadan bir gardiyanın
tuttuğu Elif Kaya, beraberinde 7 gardiyanla
odadan çıkıyor. Bu sırada Kaya ile müdürün
tartıştığı görülüyor. 04:43’te 3 gardiyan Kaya
ile arama odasındayken dışarıda müdür ile 4
gardiyan bekliyor. 04:43’te bir gardiyan daha
içeri girerken, 7 saniye sonra diğer 3 gardiyan
da arama odasına giriyor. Müdür bir ara içeriye
bakıyor, daha sonra kapıyı kapattıp dışarıda
beklemeye başlıyor. 04:43’te bir gardiyan daha
arama odasına giriyor. 04:45’te odadan çıkan
gardiyan, müdüre, arama sırasında Kaya’nın
üzerinden çıkan bir kağıt veriyor. 04:45’te
odadan iki gardiyan çıkıyor. Gardiyanların biri
yorulduğunu ve terlediğini belirten el işaretleri
yapıyor. Ardından 4 gardiyan daha dışarıya
çıkıyor ve odanın önünde müdür ile birlikte
8 gardiyan beklemeye başlıyor. Daha sonra bir
tanesi içeriye girerek elinde sopaya benzeyen
aletlerle dışarı çıkıyor. 7 gardiyan ve müdür
odanın önünde bekliyor. 04:46’da Kaya arama
odasından bir gardiyanla çıkıyor.
Odaya girerken hırkasının önü açık olan
Kaya’nın odadan çıkarken hırkasının önü
ilikli, yüzü yere bakar görünüyor. Avukatların
belirttiğine göre elindekiler iç çamaşırı. Müdür,
gardiyanlar tarafından kendisine verilen kağıdı
Kaya’ya geri veriyor. Bu sırada kayıt odasından
bir gardiyan Kaya’nın eşyalarının olduğu
poşeti getiriyor. Kaya, gardiyanın elindeki
poşete uzanarak iç çamaşırını poşete koyuyor.
Daha sonra Kaya x-ray cihazından geçirilerek
koğuşların olduğu yere alınıyor.
Cezaevi yönetimi tarafından 23
Haziran’da tutulan tutanakta aramanın nasıl
yapıldığından söz edilmeden, “Kaya’nın üst
araması yaptırmak istemediği, bunun insanlık
dışı bir uygulama olduğunu belirttiği ve tüm
ikna çabalarına rağmen üst aramasını kabul
etmediği ve buna direndiği” belirtilip, “daha
sonra üst araması yapılarak kuruma girişi
sağlandı” denildi. Tutanaktan 2 gün sonra
disiplin soruşturması açıldı ve Kaya’ya “1 ay
süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma”
cezası verildi.
İsviçre’nin her yerinde ücretsiz olarak aynı günde eyleme katılmak için otobüsler ve
trenle kalkacaktır. Onun için şehrinizdeki Unia ve diger sendikalarla ilişkiye geçiniz
14
İSVİÇRE
MERHABA / hallo schweız
Australierin ist 42
Minuten lang klinisch
tot und überlebt
42 Minuten, nachdem sie für klinisch tot erklärt wurde,
ist eine Australierin erfolgreich wiederbelebt worden. Die
41-jährige Vanessa Tanasio war vergangene Woche nach
einem Herzstillstand aufgrund einer verstopften Arterie in
ein Spital in Melbourne gebracht worden. Kurz nach ihrem
Eintreffen wurde sie für klinisch tot erklärt, wie die behandelnden Ärzte des Monash Medical Centre am Montag
mitteilten. Die Ärzte wollten allerdings nicht aufgeben und
setzten die Herzmassage mit einem externen Kompressor
namens Lucas 2 fort, um den Blutfluss durch Tanasios Gehirn aufrechtzuerhalten. Währenddessen öffnete der Kardiologe Wally Ahmar nach eigenen Angaben die vollständig
verstopfte Arterie, um sie wieder durchlässig zu machen. Als
der Blutfluss wiederhergestellt gewesen sei, habe Tanasios
Herz begonnen, wieder normal zu schlagen.
“Ich habe mehrere Stromstösse und mehrere Medikamente verwendet, um sie wiederzubeleben”, sagte Ahmar:
“Es ist ein echtes Wunder. Ich hatte nicht erwartet, dass es
ihr so gut gehen würde.” Nach Angaben des Spitals war es
landesweit das erste Mal, dass Lucas 2 nach so einer langen Anwendung einen Patienten ins Leben zurückholte.
Tanasio sagte, sie habe vor dem dramatischen Vorfall niemals Herzprobleme gehabt. “Ich erinnere mich, dass ich
auf meinem Sofa war, dann auf dem Boden, und dass ich
im Spital ankam”, schilderte die Mutter zweier Kinder: “Ich
war eine Stunde lang tot und knapp eine Woche später fühle
ich mich grossartig. Das ist surreal.” Für klinisch tot werden
Patienten erklärt, die nicht mehr atmen und deren Blutkreislauf zum Erliegen gekommen ist.
Autoverbände halten
100-Franken-Vignette
für “Mogelpackung”
Mİt einem Nein zur teureren Vignette ein Signal an
den Bund senden und einen Strasseninfrastrukturfonds
fordern - dieses Ziel verfolgt ein Verbandskomitee von
ACS und TCS. Die geplante Erhöhung des Preises von
40 auf 100 Franken halten sie für eine “Mogelpackung”.
Eine teurere Vignette bringe den Strassenbenützern
“kaum einen Mehrwert”, sagte TCS-Zentralpräsident
und Komitee-Co-Präsident Peter Goetschi am Dienstag
vor den Medien in Bern. Die Engpässe auf den Nationalstrassen könnten mit dem neuen Vignettengeld nicht
beseitigt werden. Und auch eine Erweiterung der Kapazitäten in den verkehrsüberlasteten Agglomerationen
liege nicht drin. Mit einem Nein zur Vorlage wollen die
Verbände deshalb ein Signal nach Bundesbern schicken
und politischen Druck aufsetzen. Ihr Ziel ist laut Goetschi
“eine gerechte Verkehrsfinanzierung” und “gleich lange
Spiesse für Strasse und Schiene”.
Konkret fordern die Verbände einen Strasseninfrastrukturfonds, der auf Verfassungsstufe fixiert ist und mit
jährlichen festen Einlagen gespiesen wird - analog zu Finanzierung und Ausbau der Bahninfrastruktur (FABI).
Sowohl Goetschi als auch ACS-Zentralpräsident Mathias Ammann betonten mehrfach, es gehe nicht darum, die
Strasse und die Schiene gegeneinander auszuspielen. Aber
es brauche eine Gleichbehandlung der verschiedenen
Verkehrsträger. Ammann ist ebenfalls Co-Präsident des
Komitees.
Über die Änderung des Nationalstrassenabgabegesetzes wird am 24. November abgestimmt. Das Parlament
hatte die Preiserhöhung in der Frühjahrssession beschlossen. Mit den Mehreinnahmen soll die Übernahme von
kantonalen Strassen durch den Bund finanziert werden.
Ein bürgerliches Komitee, das nicht mit dem Verbandskomitee identisch ist, hat das Referendum ergriffen und
die notwendigen Unterschriften am 10. Juli eingereicht.
In der Schweiz ist
jede 13. Person arm
Jede 13. Person in der Schweiz hat 2011 ein Leben in Armut geführt. Das sind rund 580’000 Menschen, darunter
130’000 Erwerbstätige. Über eine Million galten als armutsgefährdet. Alleinerziehende, Personen mit geringer
Bildung und Ältere waren stark von Armut betroffen.
G
egenüber 2010 veränderte sich die Armutsquote nur unwesentlich, wie das Bundesamt
für Statistik (BFS) am Dienstag mitteilte.
7,6 Prozent der Bevölkerung mussten mit einem
Haushaltseinkommen unterhalb der absoluten Armutsgrenze auskommen. 2010 waren es 7,9 Prozent
gewesen. Seit Beginn der Datenerhebung 2007 nahm
die Einkommensarmut in der Schweiz allerdings um
fast 2 Prozentpunkte ab.
2011 lag die Armutsgrenze für Einzelpersonen bei
durchschnittlich 2200 Franken pro Monat, bei zwei
Erwachsenen mit zwei Kindern bei 4050 Franken.
Davon müssen der allgemeine Lebensunterhalt wie
Essen, Kleidung, Körperpflege und Verkehr sowie
Wohnkosten und Versicherungen bezahlt werden,
nicht jedoch die obligatorische Krankenversicherung.
Erwerbstätigkeit schützt vor Armut
Besonders hohe Armutsquoten wiesen 2011 Alleinerziehende mit 21,9 Prozent, allein lebende Erwachsene mit 16,9 Prozent, Personen ohne nachobligatorische Bildung mit 13,7 Prozent sowie Personen
in Haushalten ohne Erwerbstätige mit 20,4 Prozent
aus.
Bei den Personen ab 65 Jahren war das Armutsrisiko mit einer Quote von 16,1 Prozent ebenfalls relativ gross. Diese Zahl muss laut BFS allerdings
mit Vorsicht interpretiert werden, da Rentner häu-
figer auf Vermögen zurückgreifen könnten als andere
Altersgruppen.
Als guten Schutz vor Armut bezeichnet das BFS
die eigene Erwerbstätigkeit. So betrug die Armutsquote der erwerbstätigen Bevölkerung mit 3,7 Prozent nur etwa ein Viertel der Quote der nicht erwerbstätigen Personen ab 18 Jahren (14,7 Prozent). Rund
130’000 Personen waren 2011 jedoch trotz Erwerbsarbeit von Armut betroffen.
Armutsgefährdung geringer als in der EU
2011 waren in der Schweiz 14,3 Prozent der
Bevölkerung oder gut eine Million Menschen armutsgefährdet, etwa gleich viele wie im Vorjahr. Als
armutsgefährdet gelten Personen, deren Einkommen
deutlich unter dem üblichen Einkommensniveau des
Landes liegt.
Um die Situation in der Schweiz mit anderen
Ländern zu vergleichen, verwendet das BFS eine
an die europäischen Standards angepasste Armutsgefährdungsquote. Diese kam in der Schweiz
mit 15,0 Prozent unter dem Durchschnitt der Europäischen Union von 16,9 Prozent zu liegen.
Im Hinblick auf die materielle Versorgung, die
durch die Quote der erheblichen materiellen Entbehrung gemessen wird, kommt die Schweiz mit 1,0
Prozent sogar auf den tiefsten Wert aller Länder. Der
EU-Durchschnitt betrug 8,8 Prozent.
MERHABA / hallo schweız
İSVİÇRE
15
16
AVRUPA
MERHABA / hallo schweız
İsveç’in başkenti Stockholm’de Müslüman bir kadının “başörtüsü taktığı
için” saldırıya uğraması, tepkilere
neden oldu. Saldırı sosyal medyada
büyük tepki çekerken İsveç’li kadınlar
Twitter’da başörtülü fotoğraflarını
yayınlayarak saldırıyı kınadılar.
Merkel’in seçim kozu ‘ev kadınlığı’
Seçİmlere hazırlanan Almanya Başbakanı
Angela Merkel, evine ve ailesine düşkün bir
portre çizdi. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, önümüzdeki 22 Eylül tarihinde yapılacak
genel seçimlere etkili bir kampanya broşürüyle
hazırlanıyor. Merkel broşürde özel hayatından
ilginç detaylara yer veriyor. Broşürde öne
çıkan detaylardan biri Merkel’in yapmayı en
sevdiği yemeğin patates çorbası olması. Bir
başka ilgi çekici detay ise bahçe işlerine olan
tutkusu. Broşürde işini sevdiğini belirten Merkel, bugüne dek görülmemiş veya az görülmüş
fotoğraflara da yer veriyor. Partisi Hıristiyan
Demokratlar’ın Almanya’ya en iyisini verebilmek için çabaladığını belirten Merkel,
broşürde evliliğinden de bahsetmeyi ihmal etmiyor.
Yürüyüş ve operanın, kimya profesörü eşi
Joachim Sauer ile ortak noktaları olduğunu
yazan Merkel, sahip olduğu dini değerlerin de
evliliğini iyi yönde etkilediğine dikkat çekiyor.
Eşinin yaptığı yemeklerle ilgili nadiren
şikayet ettiğini belirten Merkel, “Ne de olsa
fırıncının oğlu” diyor. Şansölye Almanya’nın
futboldaki başarısından da bahsederek, “Ülkemiz için iyi bir elçi” yorumunu yapıyor. Öte
yandan Şansölye’nin dün Prenzlauer Berg ilçesinde bulunan Heinrich-Schliemann Lisesi’nde
öğrencilere tarih dersi vermesi dikkat çekti.
Merkel derste, Berlin Duvarı’nın 52 yıl önce
yapılmaya başlandığını hatırlatarak, 1961’de
okula başladığını söyledi. Başbakan okulda
en sevdiği derslerin yabancı dil, Almanca ve
matematik olduğunu söyledi.
P
Almanya’da Federal Meclis
seçimlerine doğru
Almanya’da 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde 36 22 Eylül’de yapılacak genel seçimler için 36 Türkiye
kökenli aday Bundestag’a girmek için yarışacak- Kamuoyu yoklamaları CDU’yu birinci parti olarak veriyor
A
lmanya’da 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde
36 Türkiye kökenli aday Federal Meclis’e (Bundestag) girmek için yarışacak. Genel seçimlere
40 gün kala seçim kampanyalarıyavaş seyrederken adaylar çeşitli seçim kampanyasıçalışmalarına hız verdi.
Almanya’da toplam 81 göçmen kökenli Bundestag
için aday olurken göçmenlere en fazla yerveren parti
Cem Özdemir’in eşbaşkan olduğu Yeşiller/ Birlik 90
partisi oldu. Yeşiller/Brilik 90 partisi toplam 23 göçmen
adayı Bundestag için aday gösterdi.
Uzmanlar, göçmen kökenli adayların 20 kadarının
Federal Meclis’e girme şanslarının olduğunu ifade ediyorlar. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve SOl
Parti (Die Linke) 18 adayla en çok aday gösteren ikinci parti konumundabulunuyor. SPD ve Die Linke’yi
sırasıyla 9 adayla Hür Demokrat PArti (FDP), 7 adayla
Korsanlar (Die Piraten) ve 6 adayla Başbakan Angela
Merkel’in başkanı olduğu Hristiyan Demokrat Parti
(CDU) izliyor. Almanya’da Bavyera eyaletinin partisi
olan ve iktidar ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi’nin
(CSU) göçmen kökenli adayı bulunmuyor.
Eyaletlerdeki Türkiye kökenli adaylar şöyle:
“Kuzey Ren Vestfalya: Gülistan Yüksel ve Mahmut Özdemir (SPD), Cemile Giosouf (CDU), Eyüp
Odabaşı (Yeşiller), Sevim Dağdelen ve Ayten Kaplan
(Sol parti)
Bavyera: Abuzer Erdoğan (SPD), Ekin Deligöz,
Gülseren Demirel (Yeşiller), İbrahim Veziroğlu, Oğuz
Lüle (Sol parti)
Berlin: Cansel Kızıltepe, Ülker Radziwill (SPD),
Korkmaz Özman (CDU), Özcan Mutlu, Müjgan Perçin (Yeşiller), Azize Tank ve Hakan Taş (Sol parti)
Bremen: Sülmez Doğan(Yeşiller)
Hamburg: AydanÖzoğuz, Metin Hakverdi, (SPD),
Mustafa Akpolat (Sol parti)
Hessen: Tuna Fırat (SPD), Vecih Yaşaner (Korsanlar)
Rheinland Pfalz: Zorlu Ünal (Sol parti)
Schleswig Holstein: Ali Demircan (Yeşiller), Ayşe
Fehimli ve Meryem Tıraş Deniz(Sol parti)
Aşağı Saksonya: Serkan Tören (FDP) ve Behiye
Uca (Sol Parti)
Baden Württemberg: Macit Karaahmetoğlu ve
Ergün Can (SPD), Cem Özdemir, Danyal Beyaz, Mehmet Kılıç, Neşe Erikli (Yeşiller).”
Sağlık sorunu olanlar adaylıktan vazgeçmiyor
Öte yandan sağlıksorunları olmasına rağmen
Bundestag için adaylar da mevcut. 65 yaşındaki Sol
Parti Eşbaşkanı Gregor Gysi hem kalp hem de beyin
ameliyatı geçirmesine rağmen adaylıktan vazgeçmeyen
isimlerden. 61 yaşındaki CDU’lu Wolfgang Bosbach
kanser olmasına rağmen adaylığı bırakmadı. Diğer
bir sağlıksorunu bulunan siyasetçi ise Yeşiller’den 74
yaşındaki Christian Ströbele. Ströbele ciddi hastalığı
olmasına rağmen siyasetten kopamayan ve adaylığını
devam ettiren isimlerden.
Bu üç isim de kendilerini siyasetin yaşama
bağladığını ifade ediyorlar. Kamuoyu yoklamaları
CDU’yu birinci parti olarak veriyor. Almanya’da seçimlere 34 parti katılırken toplam 61,8 milyon seçmen oy
kullanabilecek. Almanya’da ilk kez oy kullanacakların
MERHABA / hallo schweız
sayısı ise 534 bin.
Almanya’da yapılan kamuoyu yoklamalarında
Merkel’in lideriolduğu CDU yine açık ara birinci
gözüküyor. CDU’nun seçimlerde yüzde 39-42, anamuhalefet SPD’nin yüzde 24-27, Yeşiller’in yüzde 13-16,
Sol Parti’nin yüzde 6-8 arasında oy almaları tahmin
ediliyor.
Şu anki iktidar ortağı olan FDP’nin ise yüzde 5’lik
barajı aşıp aşamayacağı herkesin merak ettiği bir konu.
22 Eylül seçimlerinde oy kullanacak yaklaşık 5,9 milyon
göçmen kökenliden 700 bine yakınının Türk olduğu
ifade ediliyor.
22 Eylül 2002 yılındaki seçimlerde dönemin
Başbakanı Gerhard Schröder yaklaşık 6 bin oy fark ile
iktidara gelmiş ve o dönemde Türklerin SPD’ye oy vermeleri neticesinde bu sonuca ulaşılmıştı. 2002 yılındaki
seçimlerde SPD 18 milyon 488 bin 668, CDU/CSU ise
18 milyon 482 bin 641 oy almıştı.
Almanya’da SPD’yi tercih eden Türkiye kökenlilerin
oranınınyüzde 65 civarında olduğu belirtiliyor.
Türkler, yüzde 23 ile ikinci parti olarak Yeşiller’i,
yüzde 7 ile de CDU/CSU’yu destekliyor.
Alman seçim sistemi
Almanya’da seçim sistemine göre seçmenin iki oyu
bulunuyor. Seçmen ikamet ettiği seçim bölgesinde
birinci oyunu doğrudan istediği adaya, ikinci oyunu
dilediği partiye verebiliyor.
Buna göre toplam 598 sandalyesi bulunan
Bundestag’ın 299 sandalyesi doğrudan adaylara diğer
yarısı ise listelere ayrılmış durumda. Şayet bir eyalette
doğrudan aday sayısı fazla çıkaran parti varsa o parti
listelerde de şanslı duruma geçiyor. Çünkü doğrudan
adayın kazanmasıpartilere avantajsağlıyor.
Almanya’da 299 seçim bölgesi mevcut. Partiler
yüzde 5 barajını aşmak ya da doğrudan adaylardan en az
3 milletvekili çıkarmak zorundalar. Aksi halde meclise
girme şansları yok.
avrupa
17
İsveç’te kadına şiddete
sosyal tepkİ
olis sözcüsü Ulf Hoffman, cuma günü Farsta mahallesinde başörtülü hamile bir kadının saldırıya
uğradığını belirtti. Hoffman, kimliği henüz belirlenemeyen saldırganın kadının kafasını bir otomobile
vurduğunu, bu sırada sarf ettiği hakaretlerden saldırının
nedeninin kadının diniyle bağlantılı olduğunun
anlaşıldığını söyledi.
Olayın duyulması üzerine, farklı inançlardan bazı
İsveçli kadınlar, saldırıya uğrayan hemcinsleriyle
dayanışma sergilemek için harekete geçti ve sosyal medyaya başörtülü fotoğraflarıyla çıktı. Başörtüsü takarak
çektirdikleri fotoğrafları Twitter’a yükleyen kadınlar
arasında, İsveç Yeşiller Partisi lideri Asa Romson ile
Sosyal Demokrat Partisi Milletvekili Veronica Palm da
vardı. Girişimin öncüleri, amaçlarının İsveç’te başörtüsü
takan kadınlara yönelik rahatsızlıklara karşı farkındalık
yaratmak olduğunu belirtiyor.
Başörtülü protesto
İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir
kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla
tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü
taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı,
politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın
uyarak başörtüsü taktı. İsveç’te bir grup kadın, başörtülü
hamile bir kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek
amacıyla tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü
başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış
sanatçı, politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce
kadın uyarak başörtüsü taktı.
İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir
kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla
tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü
taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı,
politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak
başörtüsü taktı.
Büyük tepkilere yol açan olay Stockholm’un Farsta
semtinde akşam saatlerinde yaşandı. Kimliği belirlenemeyen bir adam, hamileliğinin son aylarında bulunan
başörtülü bir kadına saldırdı. Kadının kafasını bir araca
vuran kişi aynı zamanda “Böylelerine burada yer yok”
diye bağrdı. Baygınlık geçiren kadın ambulansla hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı.
Saldırı büyük tepkilere neden oldu. İnsan Hakları
ve göçmen örgütleri saldırıyı protesto eden açıklamalar
yaparken, aralarında ateistlerin de bulunduğu bir grup
kadın sanatçı saldırıyı protesto etmek için Pazartesi
günü başörtüsü başörtüsü takacaklarını açıkladı ve tüm
kadınlara başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu.
İsveç’in en yüksek tirajlı gazetesi Aftobladet ve sosyal
medyada yer alan çağrıya uyan binlerce kadın başörtüsü
takarak başörtülü resimlerini sosyal medyada yayımladı.
Son yıllarda başörtüsü taşıyan kadınların otobüs,
restoran ve alışveriş merkezlerinde İsveçli ‘beyaz adamlar’ tarafından saldırıya uğradıkları belirtilen çağrıda,
bazen da kadınların dini elbiseler giyen kadınları
aşağıladıkları, tehdit ettikleri ve saldırdıkları belirtildikten sonra şu görüşlere yer veriliyor:
“Bu tür saldırılar ve nefret suçları politik partilerin
Müslümanların İsveç demokrasisine karşı bir tehdit
ve problem oluşturdukları suçlamalarının medyada
yayımlanmasından sonra arttı. Müslümanlara yönelik
bu fotoğraf Müslüman kadınlara yönelik sözlü ve fiziki
saldırılara neden oluyor. Bu sadece İsveç’e özgü bir fonemen olarak değil Avrupa’nın değişik yerlerinde ortaya
çıkıyor.”
Bu yaz Paris’ta saldırıya uğrayan hamile bir kadının
çocuğunu kaybettiği, Ramazan’da Londra’da bir kadının
saldırı sonucu yaralandığını belirten çağrıcılar, Adalet Bakanı Beatrice Ask’a Müslüman kadınların din
özgürlüğü ve kişisel güvenliğinin sağlanması için önlem
almasını istiyorlar. Alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir komisyon kurulmasını öneriyorlar.
Olaydan üzüntü duyduğunu belirten Ask, konuyu
görüşmek amacıyla çağrıcı aydın ve sanatçıları Salı günü
Adalet Bakanlığına davet etti.
Bu arada aralarında Çevre Partisi Eşbaşkanı Asa
Romson, Sosyal Demokrat Stockholm İl Başkanı Veronika Palm’ın da bulunduğu bir çok kadın milletvekili
başörtüsü taktı. Bazı erkekler de çağrıya uyarak başörtülü
resimlerini Facebook sayfalarında yayımladılar.
İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir
kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla
tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü
taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı,
politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak
başörtüsü taktı.
18
AVRUPA
MERHABA / hallo schweız
SPD’den dev gövde gösterisi
A
lman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) seçimlere 35
gün kala aradığı sinerjiyi bir türlü yakalayamıyor.
Anketlerde oy oranı yüzde 23-26 arasında değişen
SPD, 17 Agustosta yapılan 150’inci kuruluş yıldönümü
kutlamasını gövde gösterisine dönüştürerek, seçim
kampanyasında nefes almaya çalıştı. 22 Eylül’de yapılacak
federal genel seçimlere 5 hafta kala, ne SPD ne de başbakan
adayı Peer Steinbrück’ün yüzü henüz gülmüyor. Seçmenin
önemli bir kısmının antipati ile yaklaştığı Steinbrück anketlerde başbakan Angela Merkel’den üç kat fark yemekte.
Steinbrück, değişik şirketlerce yapılan anketlerde ‘Seçimlerde direkt seçebilseniz kimi başbakan görmek isterdiniz?’
sorusu sorulan Alman seçmenlerin ancak yüzde 21 ila 28
kadarının desteğini alabilirken, Merkel’i tercih edenlerin
oranı yüzde 50-60 arasında seyrediyor.
SPD ise halen yüzde 23-26 oy aralığında görünürken,
iktidardaki Hristiyan Demokratlar (CDU-CSU) yüzde
40-42 bandında seyrediyor. SPD’nin koalisyon hükümeti
kurmayı planladığı Yeşiller (Bündnis90/Die Grünen)
ise yüzde 12-14 aralığındaki oy oranıyla yetersiz kalıyor.
SPD yönetimi, seçim kampanyasındaki kötü gidişine
dur diyebilmek için partinin 23 Mayıs’taki 150’inci yıl
kutlamalarına ek olarak başkent Berlin’de iki günlük bir
kutlama organize etti. Partinin dün başlayan ve bugün de
devam edecek ‘SPD Deutschlandfest’ adlı kutlamalarının
dünkü bölümünde 200 bin kadar kişi toplandı. Başbakan
adayı Peer Steinbrück ve parti lideri Sigmar Gabriel’in de
konuşmalar yaptığı kutlamada, 22 Eylül seçimleri ana gündem maddesi idi.
Peer Steinbrück konuşmasında, SPD’nin eğitim
alanında yıllık 20 milyar Euro’luk yatırım yapacağını ve
bunun da yüksek gelir grubunda vergi mükelleflerinden alınacak yüzde 49 gelir vergisi ile finanse edileceğini
kaydetti. Almanya’da 7 milyon kadar çalışanın saat
ücretinin halen 8,5 Euro’nun altında olduğunu hatırlatan
Steinbrück, SPD’nin iktidara gelmesi durumunda ‘yeterli’
bir asgari ücreti tüm sektörlere uygulayacaklarını vaad etti.
Vergi kaçakçılığı ile mücadelenin partileri için önce-
likli konulardan olacağını dile getiren Steinbrück, çifte
vatandaşlık vaadini yinelerken, kadın-erkek ve Almanyabancılar arasında şans eşitliği gibi prensiplerin yerleşmesi
için çalışma sözü verdi.
Euro krizine de değinen Steinbrück, bir çok Avrupa
ülkesindeki krizlerin Almanya’ya ‘pahalıya mal olacağını’
kabul etti. Steinbrück, krizden kurtunulması için ‘iyi
işleyen bir Kurtarma Planı’na’ ihtiyaç olduğunu savundu.
SPD adayı, iktidara gelmeleri durumunda yabancı ülkelere
yapılan silah satışlarının kısıtlanacağını da vaat etti. Steinbrück, Merkel’in başbakanlığı döneminde Almanya’nın
çatışmaların olduğu ülkelere tarihinde hiç olmadığı kadar
fazla silah sattığına dikkat çekti.
Steinbrück, SPD ve Yeşiller’in kuracağı bir koalisyon
hükümetinin önemine değindiği konuşmasında, bireysel
olarak bir daha Merkel başbakanlığında CDU ile kurulacak bir koalisyonda yer almayacağını söyledi. Steinbrück,
2005-2009 yılları arasında CDU-CSU ve SPD arasında
kurulan Büyük Koalisyon’da maliye bakanı olarak görev
yapıyordu.
CDU-CSU’nun adayı
başbakan Angela Merkel ile
1 Eylül’de katılacakları TV
düellosuna da gönderme
yapan Steinbrück, düellonun seçim kampanyasının
doruk noktası olacağını sözlerine ekledi. Öte yandan,
SPD iktidar partisi CDU ve
başbakan Merkel’in seçimlere katılımın düşük olmasını
istediğini iddia etti. Alman
Haber Ajansı (DPA)’ya
konuşan partinin Genel
Başkanı Sigmar Gabriel,
“Sayın Merkel insanların
sandığa gitmesini istemiyor.
Çünkü seçimlere katılım
yüzde 70’in altında olursa
o kazanacak. Seçime katılım yüzde 75’in üzerinde olursa
SPD kazanacak” dedi. Gabriel, anketlere göre her üç Alman seçmenden birinin henüz kararsız olduğunu da sözlerine ekledi.
SPD liderinin sözleri aslında bir anlamda gerçek. Zira
Federal Almanya’da 1949’dan bu yana yapılan seçimlerden
en düşük katılımlısı yüzde 70,8 ile 2009 yılındaki seçimler olmuştu. Sol seçmenin azımsanmayacak bir kesiminin
sandık başına gitmediğinin tahmin edildiği 2009 seçimlerinde SPD ancak 23 oy alabilmişti. Bu oy oranı SPD’nin
1949’dan bu yana aldığı en düşük oy oranı olmuştu.
SPD, Berlin’deki büyük kutlama ile gövde gösterisi yaparak, yeni bir sinerji yaratmak istediği ve böylelikle sola
meyilli seçmenleri sandığa çekmeye çalışıyor.
22 Eylül’de yapılacak seçimlere katılacak 34 parti, Federal Meclis Bundestag’ın 598 milletvekilliği için yarışacak.
Genel seçimlerle aynı gün Hessen Eyalet Parlamentosu
için seçimler de yapılacak. 15 Eylül’de ise Bavyera Eyalet
Parlamentosu seçimleri yapılacak.
“Deutschlandfest” auf der Fanmeile - SPD
feiert mit 200.000 Besuchern in Berlin
Auf der Berliner Fanmeile zwischen Großem
Stern und Brandenburger Tor feiert die SPD ihr
“Deutschlandfest” zum 150-jährigen Bestehen der
deutschen Sozialdemokratie. Auf vier Bühnen treten
rund 700 Musiker auf. Kanzlerkandidat Peer Steinbrück nutzte die Veranstaltung am Samstag für seinen
Wahlkampf.
Die SPD hat am Samstagvormittag ihr zweitägiges
“Deutschlandfest” zum 150. Geburtstag der Partei am
Brandenburger Tor eingeläutet. Politischer Höhepunkt
am Samstag war eine Rede von Kanzlerkandidat Peer
Steinbrück am Brandenburger Tor.
Seine Rede widmete Steinbrück einem Urthema
der Sozialdemokratie: der sozialen Gerechtigkeit. Er
wolle bei einem Wahlsieg umgehend einen gesetzlichen Mindestlohn einführen. Heute gehe es nicht mehr
um die Einführung des Acht-Stunden-Tages, den Sozialdemokraten durchgesetzt hätten, so Steinbrück.
Aber fast sieben Millionen in Deutschland verdienten
heute unter 8,50 Euro. “Am 22. September ist Wahltag und ich will Bundeskanzler der Bundesrepublik
Deutschland werden”, sagte Steinbrück unter dem Jubel
von zehntausenden Bürgern.
Außerdem kritisiert Steinbrück Bundeskanzlerin
Merkel, sie hätte keinen Rettungsplan für die Stabilisierung des Euros. “Das wird Deutschland Geld
kosten, dieses Europa zusammenzuhalten”, sagte der
66-Jährige. “Umso wichtiger ist es, dass wir dieses Geld
nicht versenken.”
Parteichef Sigmar Gabriel, Fraktionschef FrankWalter Steinmeier und NRW-Ministerpräsidentin
Hannelore Kraft lasen Kindern beim Fest Geschichten
vor und stellen sich in einem “Debattenzelt” den Fragen
der Bürger.
Zum SPD-Fest auf der Fanmeile zwischen Großem
Stern und Platz des 18. März kamen bis zum Nachmittag nach Veranstalterangaben 200.000 Besucher. Rund
700 Künstler sorgen auf vier Bühnen für das musikalische Rahmenprogramm. Unter anderem treten die
Prinzen, Nena und Roland Kaiser auf. Manche Teilnehmer des Festes zogen als Mitglieder der Arbeiterbewegung verkleidet über die Straße des 17. Juni.
Genehmigung zunächst abgelehnt
Um die Austragung der SPD-Party auf der Fanmeile hatte es in der Hauptstadt ein monatelanges
Gezerre gegeben. Über die Hintergründe berichten
“Tagesspiegel” und “Berliner Zeitung” am Freitag ausführlich.
Für die Veranstaltung muss die Straße des 17. Juni
zwischen Großem Stern und Brandenburger Tor inklusive Auf- und Abbau für eine Woche gesperrt werden.
Der zuständige Baustadtrat von Berlin-Mitte, Carsten
Spallek (CDU), lehnte eine Genehmigung ab. Weil es
am Brandenburger Tor zahlreiche Veranstaltungen gibt
und diese stets mit Verkehrsbehinderungen einhergehen, hat der Bezirk strenge Richtlinien vorgegeben.
Unter anderem muss ein klarer Orts- und Zeitbezug
vorliegen. Für Spallek war dies nicht der Fall, denn die
SPD hatte ihr 150-jähriges Bestehen bereits gefeiert,
und zwar am 23. Mai in Leipzig, wo der erste Vorläufer
der Sozialdemokratischen Partei gegründet wurde.
Schließlich wurde das SPD-Fest aber doch noch
zugelassen. Grünes Licht kam jedoch nicht vom Bezirk,
sondern von der Senatsverwaltung: Staatssekretär
Christian Gaebler (SPD) ließ die Veranstaltung von der
Straßenverkehrsbehörde genehmigen und setzte sich
über die Bedenken der Bezirksverantwortlichen hinweg. “Das ist höchst unüblich”, sagte Spallek der “Berliner Zeitung”. Damit muss die SPD nicht einmal für
die Sondernutzungsgebühren in Höhe von ca. 25.000
Euro aufkommen.
Kritik wird aber vor allem daran laut, dass die
wichtige Verkehrsader jetzt auch noch für eine reine
Parteiveranstaltung gesperrt wird. Im vergangenen
Jahr gab es wegen Veranstaltungen am Brandenburger
Tor an rund 100 Tagen Sperrungen auf der Straße des
17. Juni. Taxifahrer, Chauffeure und Lieferanten sind
entnervt vom Dauerstau in Mitte.
Und nicht alle Veranstaltungen auf der Fanmeile
sind echte Publikumsrenner: Zum ChampionsLeague-Finale zwischen Bayern München und Borussia Dortmund hatten die Veranstalter 300.000 Fußballfans erwartet. Bei regnerischem Wetter kamen dann
nur 2.000.
MERHABA / hallo schweız
AB durgunluktan çıktı
Avro Bölgesi 2. çeyrekte önceki çeyreğe göre yüzde
0,3 oranında büyüyerek durgunluktan çıktı. Avro
Bölgesi ve AB, 2013 yılının 2.çeyreğinde, önceki
çeyreğe göre yüzde 0,3 büyüdü. Ekonomistlerin beklentisi büyümenin yüzde 0,2 olacağı yönündeydi. 2011
yılının son çeyreğindeki yüzde 0,3’lük daralmayla birlikte 6 çeyrektir küçülen Avro Bölgesi 2013 yılının 2.
çeyreğinde büyümeye geçerek durgunluktan çıktı. Avro
Bölgesi ekonomisi geçen yılın 4. çeyreğinde yüzde
0,6 ve 3. çeyreğinde yüzde 0,1 küçülmüştü. AB ise bu
yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,1, geçen yılın 4.çeyreğinde
yüzde 0,5 küçülürken, 3. çeyrekte büyümede değişim
yaşanmamıştı. AB istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre 2. çeyrekte, bir önceki yılın aynı dönemine göre
Avro Bölgesi yüzde 0,7 ve AB yüzde 0,2 daraldı.
Yılın ilk çeyreğinde buyüme oranında değişim
yaşamayan Avro Bölgesi’nin en büyük ekonomisi
Almanya, ikinci çeyrekte önceki çeyreğe göre yüzde
0,7 ile beklentilerin biraz üzerinde büyüdü. Yıllık
bazda Almanya’nın 2.çeyrek büyümesi ise yüzde 0,5
olarak gerçekleşti. İlk çeyrekte yüzde 0,2 daralan bölgenin ikinci büyük ekonomisi Fransa 2. çeyrekte önceki
çeyreğe göre yüzde 0,5 büyürken, yıllık bazda büyüme
oranı yüzde 0,3 olarak gerçekleşti. Avrupa’nın sorunlu
ülkelerinden İspanya 2. çeyrekte yüzde 0,1 daralırken,
Portekiz yüzde 1,1 büyüdü. Aynı dönemde yıllık bazda
İspanya yüzde 1,7, Portekiz yüzde 2 oranında küçüldü.
Yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,6 daralan İtalya ekonomisi ise 2. çeyrekte yüzde 0,2, yıllık bazda ise yüzde 2
oranında küçüldü. TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Özer:
Büyüme artacak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
(TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi ve Denizli Ticaret
Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Özer, Avro
Bölgesi’nin yüzde 0,3 oranında büyümeye başladığını,
bunun eylülde yapılacak Almanya’daki seçimlerin
ardından daha artacağını belirtti.
İngiliz hükümeti The
Guardian’ı tehdit etti
The Guardian gazetesi Yazı İşleri Müdürü Alan Rusbridger, İngiliz hükümetinin gazete üzerinde uyguladığı
baskıları anlattı. Rusbridger, hukuki süreçle tehdit
edildiklerini ve Edward Snowden tarafından verilen belgelerden bazılarını yok imha etmeye zorlandıklarını belirtti. ABD eski istihbarat danışmanı Edward Snowden
tarafından sızdırılan belgeleri yayınlayan Guardian gazetesi İngiliz hükümetinin baskıları ile karşı karşıya kaldığını
açıkladı. 19 Ağustos tarihli bir haberde gazetenin yazı
işleri müdürü Alan Rusbridger, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) eski danışmanı tarafından verilen bilgileri imha etmeye zorlandıklarını ve işbirliği yapmamaları
halinde hukuki süreçle tehdit edildiklerini söyledi. Rusbridger, “Başbakan’ın görüşünü temsil ettiğini söyleyen
üst düzey bir hükümet yetkilisinin” kendisiyle temas
kurduğunu belirtirken, daha sonra bu yetkili ile iki kez
görüşme gerçekleştiğini anlattı. Yazı İşleri Müdürü, bu
yetkilinin üzerinde çalışmakta oldukları tüm materyallerin kendilerine verilmesini ya da imha edilmesini
istediğini aktardı. Bir çok görüşme daha gerçekleştiğini
söyleyen Rusbridger, “Ve o zaman Guardian’ın uzun tarihinin en garip anlarından biri yaşandı” diyerek, İngiliz ulusal güvenlik ajansından (GCHQ) iki güvenlik uzamanı
gözetiminde harddisklerinin imha edildiğini bildirdi. İmha
edilmeye zorlanan bu harddisklerdeki bilgilerin daha önce
başka yere kopyalandığını kaydeden Rusbridger, bunun da
İngiliz hükümetinin dijital çağı az anladığının göstergesi
olduğuna dikkat çekti. Guardian Yazı İşleri Müdürü
karmaşıklığına rağmen Edward Snowden tarafından
sızdırılan belgeleri incelemeye devam edeceklerini ifade
etti. Rusbridger, ancak artık İngiltere’de değil, New York
ve diğer yerlerdeki bürolarında bu işin yapılacağını söyledi. Guardian gazetecisi Gleen Greenwald de İngiliz gizli
servislerinin casus programlarına ilişkin de elinde büyük
miktarda belge olduğunu belirterek, bunları yayınlamayı
planladığını kaydetti.
19
AVRUPA
Elvis Presley,
FBI ajanı çıktı
1960’ların efsane ismi Elvis Presley’in dönemin Başkanı Richard Nixon’dan ABD’yi hippiler,
komünistler ve Beatles grubundan korumak için resmi ajan kartı aldığı ortaya çıktı.
M
üzik dünyasında Rock’n Roll Kralı ya da
sadece Kral olarak anılan efsane şarkıcı
Elvis Presley’in ABD ajanı olduğuna
dair yeni bir iddia ortaya atıldı. İddiaların kaynağı
ise ekimde yayımlanacak olan “Letters Of Note
/ Notun Mektupları” isimli kitap oldu. Bir kısmı
basında haber olan kitaba göre Presley, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’a Federal
Soruşturma Bürosu (FBI) ajanı olmak istediğini
söyledi. Presley, ilk olarak uçak yolculuğu sırasında
Kaliforniya Senatörü George Murphy ile
karşılaştı ve “FBI ajanı olmak istediğini” söyledi.
Bunun üzerine senatör de “Başkana mektup yaz”
dedi. Hiç vakit kaybetmeyen ünlü şarkıcı, uçakta
sarhoş olmasına rağmen Başkana imla hatalarıyla
dolu 5 sayfalık bir mektup yazdı.
Mektubunda ilaç ve uyuşturucu bağımlısı
olduğu
bilinmesine
rağmen
ABD’yi
uyuşturucudan koruyacağını söyledi ve Nixon’dan
bir randevu talep etti. Başkandan randevuyu
alan Presley, Aralık 1970’de Beyaz Saray’a çıktı.
Toplantıda Başkana ABD’yi uyuşturucunun
yanısıra hippiler, komünistler ve İngiliz müzik
grubu Beatles’tan koruyacağını da söyledi. Bunun
karşılığında kendisine resmi bir FBI ajanı kartı
verilmesini istedi.
Başkan Nixon ise ilk etapta ajan kartını vermeyi
reddetti. Ancak Presley hayranı danışmanlarının
baskıları sonucunda daha sonra kimliği vermeyi
kabul etti. Rock’n Roll Kralı Presley de daha sonra
bu kartı çeşitli olaylarda kullandı. 1977’de henüz
42 yaşındayken hayatını kaybeden Elvis Presley’in,
bağımlısı olduğu ilaç ve uyuşturuculardan dolayı
yakalandığı hastalıklardan öldüğü tahmin ediliyor.
20
avrupa
MERHABA / hallo schweız
21
“Fazla
seksİ” deyİp
meclİsten
kovdular!
Dört göçmen öğrenciden biri,
ayrımcılığa uğradığını düşünüyor!
Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin 4 yılda bir hazırladığı ve bugün Federal Meclis’e sunduğu rapora göre, Almanya’da her
dört göçmen öğrenciden biri, eğitim alanında kendisine ayrımcılık yapıldığını düşünüyor. Alman hükümetinin uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer ise yaptığı yazılı açıklamada ülkede ayrımcılıkla mücadele edilmesi gerektiğini belirtti.
F
ederal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin
hazırladığı raporda, okula ve üniversiteye
giden her dört göçmen öğrenciden birinin,
ayrımcılığa uğradığını düşündüğüne dikkat çekildi. Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nden
yapılan açıklamada, Almanya’da eğitim alanında
ayrımcılığın ve iş hayatında haksız uygulamaların
yaygın olduğu belirtilerek, bunun, kişilerin eğitim
başarısını, çalışanların performansını ve motivasyonunu olumsuz etkilediği ifade edildi. Raporda, ayrımcılığa uğrayanlara ülkede bağımsız
yardım ve danışmanlık hizmeti verecek merkezlerin olmadığına işaret edilerek, bu merkezlerin
oluşturulması istendi.
Okula ve üniversiteye giden her dört göçmen öğrenciden birinin, ayrımcılığa uğradığını
düşündüğü bildirilen 449 sayfalık raporda, engellilerin yüzde 6’sının da okulda ve üniversitede
haksızlığa uğradığını söylediği kaydedildi. Türk ve
Arap öğrencilerine, kökenlerinden dolayı hakaret
edildiği belirtilen raporda, eşcinsel öğrencilerin de
hakarete uğradığına dikkati çekildi. Öğrencilerin
okullarda
ana
dillerini
konuşmasının
yasaklanmasını eleştiren Ayrımcılıkla Mücadele
Dairesi, ders dili olarak Almancanın yeterli
olacağı, yasakların kültürel çoğulculuk ve aidiyeti
teşvik etmeyeceği vurgulandı.
Müslüman öğrencilere, dini vecibelerin yerine getirilmesi konusunda da haksızlık yapılmış
olabileceği belirtilen raporda, buna örnek
olarak başörtülü öğrencilerin kabullenmesindeki eksiklik gösterilerek, bazı araştırmaların
başörtülü öğrencilerin okuldaki performansının
küçümsendiğini gösterdiği kaydedildi.
Çalışma hayatındaki ön yargılara da dikkati
çekilen raporda, bu ön yargıların göçmen kökenlilerin uygun bir meslek bulmalarını engellediğine
işaret edildi. Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi
Başkanı Monika Lüders, Almanya’nın eğitimde
fırsat eşitliğini sağlaması gerektiğini vurgulayarak, ülkedeki demografik gelişmeden dolayı
ten rengi, din, cinsel tercih, cinsiyet ve etnik
kökenden bağımsız olarak kalifiye elemana ihtiyaç duyulduğunu belirtti. İlk kez böyle kapsamlı
bir raporun hazırlandığını söyleyen Lüders, iş
hayatı ve okulların ayrımcılığın meydana gelebilecek alanlar olduğunu, buralarda fırsat eşitliğinin
sağlanabileceğini ve çeşitliliğin artırılabileceğini
ifade etti.
Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) başbakan
adayı Peer Steinbrück’ün gölge kabinesinde yer
alan Yasemin Karakaşoğlu da Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi tarafından hazırlanan rapordaki
gelişmelerin yıllardan beri bilindiğini ancak
bunun için toplumsal çözüm yaklaşımlarının
bulunmadığını ifade etti.
Raporun
eğitim
fırsatlarının
eşitsiz
dağıtıldığını ortaya koyduğuna işarete eden
Karakaşoğlu, sosyal, kültürel ve coğrafi kökenin
hala eğitimde büyük rol oynadığını, bunun kabul edilemez olduğunu, bu gelişmelerin toplumu
böldüğünü savundu.
Karakaşoğlu, çoğulculuğun bir fırsat olarak
algılanması gerektiğini belirterek, eğitim sisteminin her türlü ayrımcılığa karşı duyarlı
yapılmasının gerekliliğine dikkati çekti.
DÜNYA
MERHABA / hallo schweız
İranlı bir kadın belediye meclisi üyesi ‘fazla
seksi’ olduğu gerekçesiyle görevinden alındı
İ
ran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani
kendi döneminde kadınların sivil haklarında
iyileştirmeler yapılacağı sözünü verse de,
Kadvin şehrinde bir kadın belediye meclisi üyesi
‘fazla seksi’ olduğu gerekçesiyle görevinden alındı.
İngiliz Times gazetesinin haberine göre 27
yaşındaki Nina Siakhali Moradi, İran’ın en eski
şehirlerinden biri olan Kazvin’de belediye meclis
üyeliğine seçildikten sonra dindar muhafazakarlar tarafından seçim sonuçları iptal edildi. Haziran ayındaki seçimlerde 10 binden fazla oy alarak
163 aday arasından 14’üncü olmayı başarmasına
rağmen, mühendis ve internet sitesi tasarımcısı
olan Moradi’nin siyasi kariyeri ‘görevini yerine
getirebilmek için fazla çekici’ olduğu gerekçesiyle kısa sürdü. Kazvin Belediyesi’nin üst düzey
Öğrenciler ayrımcılık mağduru
Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, her
dört göçmen kökenli öğrenciden biri ayrımcılığa
uğradığını düşünüyor. Araştırmada ayrımcılığın, okul
başarısını olumsuz etkilediği vurgulandı. Berlin’de
bulunan Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin
yaptığı araştırma, göçmen kökenli gençlerin ayrımcılık
sorunuyla karşı karşıya kaldığını ortaya koydu.
Araştırmanın sonuçlarına göre, Almanya’da orta
ve yüksek öğrenim gören her dört göçmen kökenli
öğrenciden biri eğitim alanında ayrımcılığa uğradığını
düşünüyor.
Göçmen kökenliler, engelliler, eşcinseller gibi
ayrımcılıkla daha sık karşılaşan gruplarla ilgili
hazırlanan 450 sayfalık rapor, diğer ‘dezavantajlı’
grupların da ayrımcılık mağduru olduğunu gözler
önüne serdi. Buna göre, araştırmaya katılan engellilerden yüzde 6’sı dışlanma ve mobing (yıldırma) ile karşı
karşıya kaldığını ifade ederken, eşcinsel öğrenciler de
sık sık hakarete uğradığını dile getiriyor. Ayrımcılığın
etkilerine de dikkat çekilen raporda, ayrımcılığın
eğitim hayatındaki başarıyı düşürdüğü ve ayrımcılıkla
karşılaşan kişilerin performansı ve çalışma motivasyonunu da azalttığı belirtiliyor. Almanya’da iş ve eğitim
yaşamındaki dezavantajların ilk kez bu denli kapsamlı
bir şekilde incelendiğini kaydeden Ayrımcılıkla
Mücadele Dairesi Müdürü Christine Lüders, iş ve
eğitimin ayrımcılığın meydana gelebileceği merkezi
alanlar olduğunu belirtti. Bu alanların aynı zamanda
fırsat eşitliğinin sağlanması ve çeşitliliğin artırılması
bakımından önemli fırsatlar sunduğuna dikkat çeken
Lüders, ayrımcılık mağdurlarına olabildiğince hızlı
şekilde yardım edilebilmesi için lise ve yüksek okullarda danışma merkezleri kurulmasını talep etti.
Raporun Federal Meclis’e de sunulması bekleniyor.
“Göçmen öğretmen sayısı artmalı”
Yeşiller Partisi Federal
Milletvekili, Parti Meclis Grubu Göç ve Göçmen Politikaları
Sözcüsü
Memet
Kılıç
konuyla ilgili şu açıklamada
bulundu: “Okullarda göçmen kökenli öğretmenlerin
sayısının artması gerekiyor.
Ayrıca eğitim fakültelerinde
kültürlerarası eğitim bilimleri derslerinin tüm öğretmen
adayları için zorunlu olması
gerekir. Göçmen kökenli
öğretmenler, öğrencilere örnek
teşkil ederek onları derslerinde daha başarılı olmaları
yönünde olumlu bir şekilde
etkileyebilirler. Ayrıca göçmen kökenli
öğrencilerin eğitim sistemine güvenlerini de pekiştirirler. Kültürlerarası
eğitim sayesinde aktarılacak bilgiler
öğretmen adaylarının ilerde göçmen
kökenli öğrencileri daha rahat anlayabilmelerini ve onları bilinçli bir şekilde
desteklemelerini sağlayacaktır.
Bugüne kadar birçok bilimsel
çalışma göçmen kökenli ailelerin
çocuklarının aynı başarıyı göstermelerine rağmen göçmen kökeni olmayanlardan daha kötü notlar aldıklarını
ortaya koydu. Ne yazık ki bu sonuçlar
eğitim sistemimizin acı gerçeği. Bana
da sıklıkla mağdur aileler benzer
deneyimlerini aktarıyorlar.”
CIA, 1953 İran darbesini
düzenlediğini resmen kabul etti
Amerİkan Merkezi Haberalma Örgütü
(CIA), 60 yıl önce İran’da düzenlenen ve dönemin
başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesi
ile sonuçlanan darbedeki sorumluluğunu sonunda resmen kabul etti.
Ulusal Güvenlik Arşivi’nin internet sitesinde Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası çerçevesinde yayımlanan belgeler, “Musaddık
ve liderliğini yaptığı Ulusal Cephe Partisi
hükümetinin devrilmesine yol açan askeri darbe,
ABD dış politikası çerçevesinde CIA emriyle
düzenlendiğini” resmen ortaya koyuyor.
“MECBUR KALDIK”
Belgede “İran’ı Sovyet saldırısına açık
bırakmanın ABD’yi TPAJAX’ı planlamak ve
uygulamak zorunda bıraktı” ifadesi yer alıyor.
CIA, hemen her aşamasında yerel işbirlikçilerin
rol aldığı hükümeti devirme komplosu için TPAJAX kod adını kullanıyordu. Komplo, Musaddık’ı
devirmek için propaganda yapmak, Şah Rıza
Pehlevi’yi işbirliği yapmaya ikna etmek, milletvekillerine rüşvet vermek, güvenlik güçlerini
organize etmek ve gösteriler düzenlemek gibi
çeşitli aşamalardan oluşuyordu.
İlk girişimleri başarısız olan komplocu-
lar, 19 Ağustos 1953’teki ikinci denemelerinde
amaçlarına ulaşmıştı.
Daha önce operasyona katılan Amerikan
ve İngiliz ajanlarının konuyla ilgili kitaplar
yazmasına, iki Amerikan başkanının (Bill Clinton ve Barack Obama) da ABD’nin darbedeki
rolünü kamuoyu önünde kabul etmesine karşın,
CIA resmi bir açıklama yapmamıştı.
“gİzlİ eylem”
CIA’de çalışan bir tarihçi tarafından konuyla
ilgili 1970’lerin ortalarında hazırlanan kurum içi
rapor, 1981’de yayımlanmış ancak büyük bir kısmı
gizli tutulmuştu. Raporun gizli tutulan kısımları
arasında darbeyi anlatan “Gizli Eylem” başlıklı 3.
Bölüm de yer alıyordu.
Yayımlanan belgeler arasında Şah Rıza
Pehlevi’nin ABD’nin isteğiyle General Fazlullah
Zahedi’yi başbakan atadığı ferman da bulunuyor.
İran, 19 Ağustos 1953’te tarihinin önemli
dönüm noktalarından birini yaşamıştı. Ülkede Amerikan karşıtlığının büyük bir hızla
yayılmasına neden olan darbe, 1979’da Şah Pehlevi rejiminin yıkılmasına ve aynı yıl Tahran’daki
Amerikan Büyükelçiliğinin işgal edilmesine yol
açmıştı.
bir çalışanı konuyla ilgili yaptığı açıklamada,
“Belediyede podyum mankeni istemiyoruz”
dedi. Kazvin’de kadın haklarının iyileştirilmesi
ve şehrin yenilenmesi için çalışacağına dair seçim
vaatlerinde bulunan Moradi, kampanya posterlerinde saçlarının hiç görünmediği başörtülü
fotoğraflarını kullanmıştı. Ancak Moradi’nin
bu posterleri muhafazakar bir grup tarafından
yazılan mektupla “müstehcen ve din karşıtı”
olduğu ve İslami hukuka aykırı olduğu nedeniyle
valiye şikayet edildi. Morani İran’da “fazla seksi
bulunduğu” için zorluk çeken tek kadın da değil.
Maryam Nakhostin Ahmedi ve Şahla Atafeh
isimli iki kadın aday da kampanya posterlerine el
konulduktan sonra sorgulanmak üzere gözaltına
alındı.
22
DÜNYA
MERHABA / hallo schweız
Müşerref, Butto’yu
öldürmekten
yargılanacak
Pakİstan eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref,
eski başbakan Benazir Butto’ya 2007’de düzenlenen suikastla bağlantılı üç ayrı cinayet suçlamasıyla
yargılanacak.
Savcı Chaudry Azhar, AFP’ye yaptığı açıklamada,
suikastın gerçekleştirildiği dönemde cumhurbaşkanı
olan Müşerref için “Cinayetle, cinayeti planlama ve cinayet koşullarını sağlamakla suçlanıyor” dedi.
Bir dönem Pakistan Genelkurmay Başkanlığı da
yapan ve arkasında ordu desteği bulunan Müşerref,
gazetecilerin girmesine izin verilmediği duruşma salonunda, kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti.
Pakistan gibi yıllarca cuntanın yönettiği bir ülkede
eski bir askeri lider hakkında böyle bir dava açılmış
olması örneği görülmemiş bir durum olarak nitelendiriliyor.
Askeri darbeyle 1999’da yönetimi ele geçiren
Müşerref, muhalefetin baskılarına dayanamayarak
2008’de görevinden ayrılarak İngiltere’ye yerleşmişti.
Müşerref, 11 Mayıs’taki seçimlere katılmak için Mart
ayında ülkesine dönmüştü.
Butto, 27 Aralık 2007’de Ravalpindi kentindeki bir
miting sırasında uğradığı silahlı ve bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti.
Müşerref, suçlu bulunması halinde ömür boyu hapis
veya idam cezasına çarptırılabilecek.
23
TÜRKİYE
Gökçek’in ‘yol’u yol değil
Hizbullah’tan
Esad’a çağrı
Lübnan’daki Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan
Nasrallah, savaşmak için kendisi ve örgütün tamamının
Suriye’ye gitmeye hazır olduğunu söyledi. Nasrallah,
Hizbullah örgütünün, 2006’da İsrail’le girdiği ve “Temmuz Savaşı” adını verdiği çatışmanın 7’nci yılı dönümü
dolayısıyla bir televizyonda yaptığı konuşmada,
Hizbullah’ın “daha önce hiç olmadığı kadar” güçlü ve
“Savaşçı” sayısının yeterli olduğunu iddia etti.
Örgütün Suriye rejiminin yanında yer almasına
değinen Nasrallah, “Suriye’de 5 bin askerimiz varsa bu
sayı 10 bin olacak. Suriye ve Lübnan halkı, Filistin ve
Kudüs için teröristlere karşı savaşmak üzere gerekirse
ben ve örgütün tamamı Suriye’ye gitmeye hazırız”
ifadesini kullandı.
Beyrut’un güney banliyölerinden Ruveys bölgesinde meydana gelen patlamayı “terörist katliam” olarak
nitelendiren Nasrallah, Lübnan’daki saldırıların devam
etmesi durumunda ülkenin uçuruma sürükleneceğini,
dolayısıyla herkesin büyük bir sorumlulukla hareket
etmesi gerektiğini ifade etti. Lübnan ‘da Hizbullah ‘ın
kalesi olarak bilinen Beyrut’un güney banliyölerinden Ruveys bölgesinde, dün meydana gelen patlamada 24 kişinin öldüğü, en az 300 kişinin yaralandığı
açıklanmıştı.
MERHABA / hallo schweız
Melih Gökçek’in yasal izinleri dahi
tamamlamadan inşaatına başladığı
otoyol projesine karşı bölge halkı ve üniversiteliler direnişe geçti. İnşaat alanına
çadırlar kuruldu, pankartlar asıldı,
Gökçek hesap vermeye çağrıldı. Gökçek
ise direnişçilere ve ağaç katliamına karşı
çıkan Can Dündar’a saldırdı
Ortadoğu haritası
yeniden mi çiziliyor?
BİRİNCİ Dünya Savaşı 1918’de Osmanlı
İmparatorluğu’nun ölümünün ve Ortadoğu
haritasının yeniden çizileceğinin sinyalini
veriyordu. Daha silahlar susmadan İngiltere
ve Fransa bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün
ve Filistin’i kapsayan Osmanlı topraklarını
nasıl paylaşacakları konusunda anlaştı.
Londra’daki Royal United Services Institute adlı araştırma kurumunun başkanı
Michael Clarke, günümüzde Ortadoğu’yu
anlamak için bu paylaşmayı bilmenin şart
olduğunu söylüyor: “Bildiğimiz Arap dünyası
aslında 1916’da Sykes-Picot anlaşmasına
dayanarak İngiliz ve Fransızlar tarafından
kuruldu. Ve o günden beri fazla değişmedi.
İsrail’in 1948’de kurulması dışında önemli
bir değişiklik olmadı. Ve şimdi, bu yıl ilk kez
Ortadoğu haritası çözülmeye başlıyor.”
Bu gelişme en çok Suriye’de hissediliyor. London School of Economics’in Orta
Doğu Merkezi’nde görevli Robert Lowe,
Suriye’nin
bölünebileceği
görüşünde:
“Birbiriyle çatışan birçok grup arasında güç
dengesi şu sırada eşit görünüyor. Hiçbir
grup tam olarak kontrolu ele geçiremiyor.
Kürtler kendi kentlerinde kontrolu büyük
ölçüde ele geçirdi ve şimdi bunu korumaya
çalışıyorlar.”
Birinci Dünya Savaşı Versay anlaşmasıyla
sona erdiğinde Kürtler Suriye, Türkiye, Irak
ve İran arasında bölündü.
Saddam Hüseyin’in 2003 yılında devrilmesi ve kuzey Irak’ta özerk Kürt bölgesi
kurulması, Kürtler’in bağımsız devlet
iddialarını güçlendirdi.
Ancak London School of Economics’de
görevli Profesör Saad Cevat Irak’ın bölünmeye karşı direndiğini söylüyor: “Birincisi Irak’ta bir iç savaşa gitme eğilimi yok.
Yetmişli yıllarda Lübnan’da yaşanan türde
bir iç savaştan söz ediyorum. İkincisi Irak
halkı arasında Kürtler dahil ülkeyi bölmeyi
amaçlayan ciddi bir niyet görülmüyor.”
Lübnan’da yaşanan son iç savaşın izleri
başkent Beyrut’ta hala silinmiş değil. Suriye iç savaşının rakip Lübnanlı grupları etkilemesiyle bu ülkenin de bölünmesinden
korkuluyor.
Geçtiğimiz aylarda Sünni ve Şii militanlar
Suriye’de iç savaşın
şiddetlenmesi ve
komşu ülkeleri içine
çekme tehlikesi
yaratması bunun ne
gibi jeopolitik sonuçlar
doğuracağı sorusuna
yol açtı. Bazı uzmanlar
bir asırdan beri ilk kez
Ortadoğu haritasının
yeniden çizilebileceğini
öne sürüyor.
arasında çıkan çatışmalarda çok sayıda ölen
oldu.
İngiliz uzman Michael Clarke Arap
ayaklanmasının ortaya saldığı güçlerin
Ortadoğu haritasını yeniden çizebilecekleri
görüşünde: “Bölgenin balkanlar gibi bölünmesi olasılığı var. Ortaya bir dizi yeni devlet,
yarı-devlet ve toprak uyuşmazlığı çıkabilir.
Bu hepimiz için yeni bir oluşum.”
Ancak Clarke Arap dünyasındaki devrimlerin başlangıç aşamasında olduğunu ve
sonuçlarının bilinmesinin yıllar süreceğini
söylüyor. (Amerika’nı Sesi/Henry Ridgwell)
A
nkara Büyükşehir Belediyesi’nin 100. Yıl ve
Çiğdem mahalleleri ile ODTÜ’den geçirmeyi
planladığı fakat henüz yasal izinleri tamamlanmadan uygulamaya geçtiği otoyol projesine karşı
ODTÜ’lüler direnişe başladı. İnşaatı devam eden
şantiyenin yanı başına çadırların kurulduğu eyleme
mahalle halkı, ODTÜ öğrencileri ve forumlardan
oluşturulan 100. Yıl İnisiyatifi, Çayyolu Üç Fidan Parkı
Forumu ve Anıtpark Forumu katıldı.
Basın açıklamasının yapıldığı sırada bölgeye
çok sayıda çevik kuvvet polisi çağrıldı. Polisin “15
dakika içinde eylemi sonlandırmazsanız müdahale
edeceğiz” tehditlerine karşın bölgeden ayrılmayan
Ankaralılar, inşaat çalışmaları durana kadar bölgeden
ayrılmayacaklarını dile getirdi. Eylemde söz alan 1963
girişli bir ODTÜ öğrencisi Çetin Örgen, 50 yıl önce
o ağaçları elleriyle diktiklerini, ağaçlarını katledilmeleri
için yetiştirmediklerini söyledi.
Alana “Kahrolsun bağzı yollar”, “Otoyol yapma boşuna yıkacağız başına”, “#direnodtuormani”
pankartları asıldı.
Bir süre duran çadırların kaldırılmasının ardından
eylemciler forum yapmaya başladı. Bu sırada polis de bölgeyi terk etti. Forumda geceleri de bölgede
kalacaklarını söyleyen Ankaralılar, Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek’i hesap vermeye çağırdı. Forum
sonrasında ise direniş ihtiyaçları duyuruldu: Yere serilebilecek battaniye, kilim vs., yastık, mat, yiyecek, içecek,
su, plastik tabak, bardak, çatal, ıslak mendil, peçete,
sağlık malzemeleri ve ilaç, olası kundaklamalara karşı
yangın tüpü.
Direniş, Gökçek’i çileden çıkardı
Halkın ODTÜ ormanı ve mahallesi için direnişe
geçmesi üzerine Melih Gökçek de Twitter’dan hızlıca
hakaretler yağdırmaya başladı. İşte size kent düşmanı
bir avuç militan. Bütün amaçları olay çıkartmak” diyerek tweetlerine başlayan Gökçek, ağaca ve yeşile olan
“sevdalarını” anlatırken yüzlerce ağacın katledildiği
Atatürk Orman Çiftliği’ni örnek gösterdi.
Gökçek saldırılarını şöyle sürdürdü: “Amaç
üzüm yemek değil bağcı dövmekse bunu bir avuç
ODTÜ’liden beklemek doğal. Zaten okullar açılınca
olay çıkarmak için bahane arıyorlar. Aslında ODTÜ’de
okuyan öğrencilerin %90’ı bu yolu istiyor. ODTÜ’de
müsade etsinler kamu oyu yoklaması yapalım. Görelim
ne çıkacak?”
Gökçek, “Ankara’da metroyu beceremeyenler, ormanı
budayarak güzelim ODTÜ kampüsünün ortasından
yol geçirmeye çalışıyor. Gezi Parkı’nda budanacak
olan koruluksa ODTÜ’nünkü harbi ormandır; çünkü
geçmesi zordur biraz” diyen Can Dündar’ı da halkı suça
ve isyana teşvik etmek ile suçladı.
Gökçek bu defa da otoyol projesi için hedef gösterdi
Rant projelerinin karşısına çıkan herkesi hedef gösteren Gökçek, gözünü 100. Yıl-Çiğdem-ODTÜ otoyol
projesine çevirdi, mahalleliler adına belediyeyle görüşen
ODTÜ öğretim üyesi Ali Gökmen ve eşi İnci Gökmen’i
“ideolojik olmak” ile suçladı. Haziran Direnişi’nde eylemlere katılanlara hakaretler yağdıran, Mehmet Ali
Alabora’yı hedef gösteren Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı, Ankara’daki rant projelerine yükselen tepkileri de hedef tahtasına oturttu. 100. Yıl ve Çiğdem
Mahallesi’ni ikiye bölecek, ODTÜ Ormanı’ndaki
ağaçları katledecek otoyol projesi ile ilgili Twitter’dan
açıklamalar yapan Gökçek, ODTÜ öğretim üyesi Ali
Gökmen ve eşi İnci Gökmen’i hedef gösterdi.
ODTÜ Ormanı’ndan geçecek 40 metre genişliğinde,
8 şeritli otoban projesi ile ilgili bilgi veren Gökçek, 4 kilometrelik yolun 2 kilometrelik bölümünün 1,5 ay içinde
bitirileceğini söyledi. 2 kilometrelik ODTÜ kısmında
150 metre viyadük ve U alt geçit yapılacağını belirten
Gökçek, tüm bu inşaatlar sırasında sadece 200 ağacın
taşınacağı iddiasında bulundu. Buna karşın ODTÜ
Ormanı’nda işaretlenin ağaç sayısı, Gökçek’in verdiği
sayının çok daha üzerinde olması dikkat çekti.
Yine ‘ideolojik davranıyorlar’ söylemi
100. Yıl ve Çiğdem Mahallesi halkı ile ODTÜ
öğrencilerinin yol projesi ile ilgili eylemlerine tepki
gösteren Gökçek, AKP’nin gelenekselleşen “ideolojik
davranıyorlar” söylemine sarıldı.
“ODTÜ’de sırf ideolojik nedenlerle bu hizmeti
engellemeye çalışanlar var.
Bazı kışkırtıcılar insanları tahrik ediyor” dedi
ve mahalleliler adına Ankara Büyükşehir Belediyesi ile görüşmeleri yürüten ODTÜ Kimya Bölümü
öğretim üyesi Ali Gökmen ile eşi İnci Gökmen’i hedef
gösterdi. “Bize yapılan ihbarlara göre bu kışkırtıcılığı
ODTÜ’de, kimya bölümündeki Prof. Ali Gökmen ve
eşi yapmaktadır. Bu çiftlerin evleri Şirindere’de olması
işin bahanesidir. Gerekçe olarak oradan geçecek trafiğin
gürültüsünden rahatsız olmalarıdır” diyen Gökçek,
bölge halkının bulvarın bir an önce bitirilmesini
istediğini iddia etti.
24
mısır
MERHABA / hallo schweız
MERHABA / hallo schweız
“Erdoğan’ın söyledikleri yanlış”
A
İşte Başbakan’ın
sözünü ettiği
“İsrail’in Mursi’yi
devirme planı”
‘Orada diktatör
diyeni sallandırırlar’
Başbakan Erdoğan, Mısır’da yaşanan
gelişmelerin arkasında İsrail’in olduğunu
iddia etti. Başbakan, ‘’Elimizde belgesi var.
2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan
bir oturumda Adalet Bakanı ile bir entellektüel konuşuyor. O da Yahudi. ‘Mısır’da
Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da
onlar kazanamayacaktır. Çünkü demokrasi
sandık değildir’ diyor’’ ifadelerini kullandı.
‘Diktatörlüğün
olduğu
yerde
TV’ler
gazeteler yayın yapamaz’ diyen Başbakan
Erdoğan, ‘’Diktatör diyeni sallandırırlar
Mısır’da olduğu gibi’’ şeklinde konuştu.
İşte şu anda Batı demokrasi sandık değildir
veya demokrasi sadece sandık değildir diye
işlemeye başladılar. Ama biz diyoruz ki
sandık milli iradenin ta kendisidir.
Şu anda işte Mısır’da uygulanan budur.
Ne diyorlar, demokrasi sandık değildir.
Arkasında neresi var İsrail var. Çünkü İsrail,
elimizde belgeleri var. 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda,
adalet bakanı ile bir entelektüel konuşuyor.
O da Yahudi. Aynen şu ifadeyi kullanıyorlar.
“Mısır’da Müslüman kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır. Çünkü
demokrasi sandık değildir.” Aynen. Uygulama bu.
Türkiye olarak dünyaya demokrasi dersi
vermeliyiz. İşte malum Gezi olaylarında
benim milletim iradesine sahip çıktı ve gereken dersi, gerekenlere gerektiği şekilde
verdi. Ama cam çerçeve indirerek değil,
Molotof kullanarak değil. sadece yasalar
içinde hukuk içerisinde meydanlarda ne
söylenmesi gerekiyorsa bunu söyleyerek
bu dersi verdi. Milli iradeyi çok çetin bir mücadelenin sonucunda bu noktaya taşıdık.
Burayı muhafaza etmek yükseklere taşımak
zorundayız.
Bir Hacı Bektaş düşmanı saldırıda bulunuyor. Ancak muhalefet milletvekilleri
saldıgana etten duvar örüyorlar. Saldırganı
okşuyorlar. Bu kendini bilmez kısa bir
süre sorgulandıktan sonra bakıyorsunuz
hemen ödüllendirilircesine salıveriliyor.
Sonra utanmadan sıkılmadan diktatörlükten bahsediyorlar. Kimse kusura bakmasın.
Diktatörlüğün
olduğu
yerde
kimse
diktatörlüğü ağzına alamaz. Gazeteler
dergiler televizyonlar yayın yapamaz.
Sallandırırlar, Mısır’da olduğu gibi.
Türkiye’de kim böyle bir şeyden bahsedebilir. Çıkacaksın meydanlarda konuşmanı
yapacaksın. Kanuna aykırı olarak bunları
yapacaksın. Sevsinler seni.
Erdoğan’ın sözünü ettiği belgenin, Mısır’da seçimler yapılmadan önce düzenlenen bir panelin kayıtları
olduğu anlaşıldı.
2 Haziran 2011 tarihli bu panelde, Fransız düşünür
Bernard Henri-Levy ve İsrail’in şu anki adalet bakanı
Tzipi Livni görülüyor. Panelde Levy konuşurken, İsrail
eski Dışişleri Bakanı ve MOSSAD ajanı Livni de başını
sallayarak ona destek veriyor. Levy o konuşmasında,
Müslüman Kardeşler’in seçimleri kazanması durumunda “Demokrasi bunu istiyor diyemem, bırakalım
seçim süreci işlesin diyemem” yorumunu yapıyor. Levy,
Mısır’daki seçimleri Müslüman Kardeşler’in kazanması
durumunda tutumunun nasıl olacağı sorusuna “Bu durumda orduyu göreve çağırırım” diye yanıt veriyor.
Kral Abdullah’tan
İhvan’a rest
Suudİ Arabistan Kralı Abdullah, “şiddet olaylarında
ülkesinin teröristler karşısında Mısır’ın yanında yer
alacağını” söyledi. Arap dünyasına da çağrıda bulunan Suudi Arabistan Kralı Abdullah, Mısır’ın kaosa
sürüklenmemesi için birlikte hareket edilmesini istedi. Suudi Arabistan devlet televizyonu aracılığıyla
yapılan açıklamada, “Suudi Arabistan Krallığı, halkı
ve hükümetiyle, terörizme karşı Mısırlı kardeşlerinin
yarında olmuş ve olmaya devam edecektir” denildi.
Mısır’da 3 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Muhammed
Mursi’nin Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El
Sisi tarafından devrilmesi sonrasında Suudi Arabistan, bu ülkeye acil 4 milyar dolarlık bir yardım paketi
açıklamıştı. Körfez ülkeleri, Mısır’a toplam 12 milyar
dolar yardımda bulunacaklarını duyurmuştu.
İHA ofisine baskın
Mısır polisi, İhlas Haber Ajansı Kahire ofisine baskın
düzenleyerek büro şefi Tahir Osman Hamde’yi gözaltına
aldı. Mısır’ın başkenti Kahire’nin Manyal semtinde
bulunan İhlas Haber Ajansı Kahire Ofisi, Mısır polisi
tarafından basıldı.İHA Kahire Büro Şefi Tahir Osman
Hamde’yi gözaltına alan emniyet güçleri, ofiste bulunan cihaz ve malzemelere de el koydu.Hamde’nin emniyet güçleri tarafından Kahire Emniyet Müdürlüğü’ne
götürüldüğü bildirildi. Mısır makamlarından konuya
ilişkin açıklama yapılmazken, emniyet güçlerinin İHA
ofisi personelinden çalışma izinlerini ve canlı yayın yapmak için gerekli lisansı istediği öğrenildi.Öte yandan
Türkiye’nin Kahire Büyükelçiliği yetkilileri konuyla ilgili Mısır makamları ile temasa geçildiğini kaydetti.
Katar’dan Mısır’a
bedava doğalgaz
Erdoğan’a tek
cümlelik yanıt
Erdoğan’ın bugün partisinin Toplantısı’nda ortaya attığı “Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında
İsrail var” iddiasına İsrail’den yanıt geldi. İsrail Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor, Associated Press haber
ajansının konuyla ilgili bir sorusu üzerine, “Bu üzerine
yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri”
yanıtını verdi. Palmor’un bu sözleri İsrail’in İstanbul
Başkonsolosluğu tarafından yapılan yazılı açıklamayla
kamuoyuna duyuruldu.
25
Mısır dünya basınına kapılarını kapatıyor
Başbakan Erdoğan’ın, “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var” sözlerine ABD’den yanıt gecikmedi. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, “Erdoğan’ın sözleri saldırgan, delilsiz ve yanlış” açıklamasında bulundu.
BD yönetimi, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın Mısır’daki darbenin ardında
İsrail’in olduğu yönündeki sözlerini “güçlü
biçimde” kınadı. Beyaz Saray Sözcüsü Josh
Earnest, “Başbakan Erdoğan’ın bugünkü sözlerini güçlü
bir biçimde kınıyoruz. İsrail’in Mısır’daki olaylarda bir
şekilde sorumluluğu olduğunu söylemek saldırgan, delilsiz ve yanlıştır” dedi. Earnest ayrıca bu tür ifadelerin
bölgedeki tüm ülkelerin yapıcı işbirliği gereksiniminden
uzaklaşmalarından öte bir işe yaramayacağını belirtti.
Ak Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda
konuşan Başbakan Erdoğan, “Mısır’daki darbenin
arkasında İsrail var, elimizde belgesi var” demişti.
MISIR
Katar resmi haber ajansının haberine göre 9 Ağustos
günü doğalgaz yüklü bir tanker Mısır’a doğru yola çıktı.
Haberde, Katarlı bir yetkilinin “Kardeş Mısır halkına,
daha önce hediye olarak vaat edilen gönderme işlemi yerine getirilmiştir” sözlerine yer verildi. Katar, Muhammed
Mursi devrilmeden önce geçtiğimiz hazıran ayında
Mısır’a beş gemi doğalgaz hediye edeceğinin garantisini
vermişti. 3 Temmuz’da Muhammed Mursi’yi deviren
orduya karşı tepki gösteren Körfez ülkeleri arasında Katar da öne çıkmıştı. Ancak Katar DIşişleri Bakanı Halid
el Attiyah, pazar günü yaptığı açıklamasında ülkesinin
hiçbir zaman Müslüman Kardeşler’e yardıme tmediğini,
gönderilen yardımların tüm Mısır için yapıldığını
söylemişti. Basra Körfezi’nin bir diğer güçlü ülkesi Suudi
Arabistan ise dünkü çıkışında Batılı ülkelerin Mısır’a
yardımı kesmesi durumunda Arap ülkelerinin desteğe
hazır olduğu mesajını vermişti. Suudi Arabistan Dışişleri
Bakanı Prens Saud el Faysal Fransa gezisi sonrası devlet haber ajansına yaptığı açıklamada, “Mısır’a yaptıkları
maddi yardımı keseceklerini açıklayan ya da bunu yapmakla tehdit eden ülkelere sesleniyorum. Arap ve Müslüman ülkeleri zengindir... Mısır’a yardım etmekte çekinmeyiz” demişti.
Mısır makamları, Mısır’a gidecek gazetecilerin
akreditasyon ve izin işlemleri için yeni uygulamaya
geçti. Buna göre, hiçbir yabancı basın mensubunun, Mısır Genel İstihbarat Servisi, Ulusal Güvenlik Teşkilatı ve Askeri İstihbarat Servisi’nin onayı
alınmadan akreditasyon işlemi gerçekleştirilmeyecek.
Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden
yapılan yazılı açıklamada, Mısır makamlarınca Mısır’ı
ziyaret edecek basın mensuplarının akreditasyon ve
izin işlemleri için 15 Ağustos’tan itibaren geçerli ol-
mak üzere yeni bir uygulama başlatıldığı belirtildi.
Açıklamada, bu çerçevede, Mısır makamlarınca,
Mısır Genel İstihbarat Servisi, Ulusal Güvenlik
Teşkilatı (İçişleri Bakanlığı) ve Askeri İstihbarat
Servisi’nin onayı alınmadan hiçbir yabancı
basın mensubunun akreditasyon işlemlerinin
gerçekleştirilmeyeceği, ayrıca basın mensuplarının
beraberlerinde götürecekleri ekipmanlara izin
alınmadan geçici ithal müsaadesi verilmeyeceğinin
bildirildiği kaydedildi.
Mısırlı general: Müslüman
Kardeşlerin liderlerini
öldürmek gerekiyor
Mısırlı General Amr, Kahire’nin batısındaki Nasr City’de Fransız Le Monde gazetesine verdiği mülakatta, Mısır’daki durumu değerlendirdi. General Amr, Müslüman
Kardeşler liderlerinin tümünü ya tutuklamak ya da öldürmek gerektiğini söyledi.
Serge Michel imzalı haberde Mısırlı General
Amr, her şeyden önce “Biz 90 milyon Mısırlıyız ve
Müslüman Kardeşlerden sadece 3 milyon var” diyerek başlıyor konuşmasına. General, “Hepsini tasfiye etmek veya hapsetmek için bize altı ay gerekiyor.
Bir sorun değil, 1990’lı yıllarda yapmıştık bunu” diye
ekliyor.
Mevcut durumda Mısır’da 200 bin otel odasının
boş olduğunu söyleyen general, “Sonra, turistler geri
gelecek, yabancı yatırımlar da. Ve Mısır gelecek
yüzyıllar için barış içinde olacak” iddiasında bulunuyor.
Le Monde gazetesine göre general neden
bahsettiğini biliyor ve batılıların Mısır’ın geleceğine
ilişkin endişelerini paylaşmıyor. 1997’de Hatchepsout Tapınağı’nda 62 turistin öldüğü katliamdan
kısa bir süre sonra Luxor eyaletinin güvenlik sorumlusu olan general Amr, şöyle devam ediyor: “Müslüman Kardeşler sadece iki olasılık görüyor: ya Mısır’ı
yönetecekler ya da yakacaklar. Ne mutlu ki, biz Arap
dünyasının en güçlü, dünyanın ise 14’üncü ordusuyuz. Terörizme karşı savaşı kazanan tek ülkeyiz. Nasıl
yapacağımızı biliyoruz.”
General Amr, 3 Temmuz günü askerler tarafından
devrilen Müslüman Kardeşlerden Cumhurbaşkanı
Muhammed Mursi’nin bazıları “ultra-tehlikeli”
olmak üzere 25 bin tutukluyu serbest bıraktığını
söylüyor. Le Monde’un hepsi boşaltılsa bile Mısır
cezaevlerinin 3 Milyon Müslüman Kardeşler üyesini
alabilecek kapasiteye sahip olup olmadığı yönündeki
sorusuna, General Amr şöyle yanıt veriyor: “Ben yöneticilerini öldürmek veya tutuklamak gerektiğini
söylüyordum, yani 30 üst düzey sorumlu ve 500 alt
yönetici. O zaman diğerleri evlerine dönecek. Her
halükarda, bugün para aldıkları için eylem yapıyorlar.”
General Amr’a göre Kahire’deki Rabiya El Adawiya Meydanı’nda yapılan oturma eyleminde
“Suriyeli protestoculara” günlük 500 lira (54 euro),
Mısırlılara 100 lira, kadınlara 50 ve çocuklara 30 lira
veriliyordu. Kahire’de onbinlerce Mursi yanlısının
katıldığı iki oturma eyleminin barışçıl olmadığını
savunan general, “gerçekte tepeden tırnağa silah
kuşanmış teröristler” olduğunu iddia etti. General bu
oturma eylemlerinin Müslüman Kardeşlere günlük
olarak 60 milyon liraya mal olduğunu söylerken, 48
günlük maliyetinin 313 milyon euro olduğunu öne
sürdü.
Türkiye, Katar, İsrail ve ABD’nin, kişisel olarak
Barack Obama’nın, Müslüman Kardeşler tarikatını
desteklediğini söyleyen general, “Ülkemizi öldürmek
istediler ama biz komployu fark ettik. Mısır dünyanın
birinci uygarlığıdır. Sık sık işgale uğradık, ama her zaman egemenliğimizi geri bulduk” şeklinde konuşuyor.
General Amr, devrim cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ağır suçlamalarda bulunuyor:
“Hamas’ın bir casusudur. Sınai’nin yüzde 40’ını
Gazze Şeridi’ne bağlamak amacıyla 8 milyar dolara satmak istedi. Bu pazarlığı ona öneren Barak
Obama’dır. Mursi ayrıca Gazze’ye doğru bin tünel
kazdı. Sudan’a Mısır’ın güneyini satmak üzereydi ve
Etiyopya’ya Nil Nehri suyunun dörtte üçünü azaltacak bir baraj inşaatı için yeşil ışık yaktı. Turizmi
yasaklamıştı ve gelecek beş yıl için tüm antik siteler,
piramitler, sfenksler ve tapınakları Katar’a kiraya
vermişti. Müslüman Kardeşler’i övmek için yabancı
basına 2 milyar dolar verdi.
26
MISIR
MERHABA / hallo schweız
“Arap ülkeleri Mısır’a Sina’da 25 polis öldürüldü
yarımadasında düzenlenen bir saldırıda en indirip ateş açtıklarını söyledi. Ancak diğer bazı
yardım etmeye hazır” azSİna25 Mısır
polisinin öldürüldüğü bildirildi. Sağlık kaynaklar, otobüslere roket ve el bombaları ile saldırı
Suudİ Arabistan, Batılı ülkelerin Mısır’a maddi
yardımı kesmesi durumunda Arap ülkelerinin desteğe
hazır olduğunu açıkladı. Dişleri Bakanı Prens Saud
el Faysal Fransa gezisi sonrası devlet haber ajansına
yaptığı açıklamada, “Mısır’a yaptıkları maddi yardımı
keseceklerini açıklayan ya da bunu yapmakla tehdit
eden ülkelere sesleniyorum. Arap ve Müslüman ülkeleri
zengindir... Mısır’a yardım etmekte çekinmeyiz” dedi.
Prens Saud’un Fransa’da, Mısır’daki şiddet olaylarını
kınayan cumhurbaşkanı François Hollande ile görüştüğü
biliniyor.
Mısır’da Türk dizilerine
boykot furyası
Mısır’daki bazı televizyon kanalları, Türkiye’nin bu
ülkedeki olaylarla ilgili tutumu nedeniyle Türk dizilerini boykot etmeye başladı. El Arabiya’nın haberine göre,
aralarında El Hayat, El Nahar ve El Kahire Val Nas’ın
da bulunduğu birçok televizyon kanalı, Mısır Sinema
Sendikası ve bünyesinde çok sayıda yazar, şair, gazeteci ve
bilim insanını barındıran Yaratıcılık Cephesi’nin boykot
çağrılarına olumlu yanıt verdi.
Bu kanallardan El Hayat, izleyicilerine yaptığı
bilgilendirmede, cumartesi gününden itibaren artık
Türk dizisi yayınlamayacaklarını belirtti. El Arabiya’ya
konuşan El Kahire Val Nas’ın sahibi Tarık Nur, Arap
televizyonlarında yüksek reyting alan Türk dizilerini
yayınlamadıkları için karşılaşabilecekleri mali kayıplara
rağmen, Türkiye’ye bir protesto mesajı göndermek için
bu kararlarından dönmeyeceklerini söyledi.
Mur, Türk dizilerinin hükümetten bağımsız özel
şirketler tarafından yapılmasına rağmen, bu boykotun
Ankara üzerinde baskı oluşturabileceğini iddia etti. Bu
diziler sayesinde Türkiye’nin Mısır ve bölgeden çektiği
turist sayısının arttığını ifade eden Nur, söz konusu
boykotun Türkiye’ye büyük kayıplar verdireceğini öne
sürdü.
El Nahar’ın yöneticisi İbrahim Hamuda da Türk
dizisi yayınlamamaya karar verdiklerini belirtirken, diğer
televizyon kanallarını da aynısını yapmaya çağırdı.
Mursi’nin tutukluluk
süresi uzatıldı
Mısır’da Muhammed Mursi’nin tutukluluk süresinin 15 gün uzatıldığı bildirildi. Mursi’nin hakkından
başkanlık sarayı önündeki protestolarda yaşanan ölümler
ve göstericilere yapılan işkence nedeniyle yeni bir dava
daha açıldığı öğrenildi.
AA’nın Mısır resmi haber ajansı MENA’dan aktardığı
habere göre, Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mursi
hakkında, “5 Aralık 2012 tarihinde Cumhurbaşkanlığı
sarayı önünde anayasa taslağını protesto eden göstericilere karşı şiddeti kışkırtmak” suçlamalarıyla yeni bir
dava açıldı. Bu davadan da tutuklu yargılanmasına karar
verilen Mursi’nin bu çerçevede tutukluluk süresinin 15
gün uzatıldığı belirtildi.
Mursi hakkında daha önce Hüsnü Mübarek’i deviren
süreçte, “Vadi Natrun Hapishanesinden firar etmek,
Hamas’la işbirliği yapmak” gibi çeşitli suçlamalarla açılan
davada 15 gün hapsine karar verilmiş, bu davadan tutukluluk süresi 15 Ağustos tarihinde, 30 gün süreyle
uzatılmıştı.
Buna göre, Mursi önceki davadan uzatılan tutukluluk süresinin 15 Eylül’de dolmasının ardından, hakkında
yeni açılan “Cumhurbaşkanlığı sarayı önündeki olaylarda
şiddeti kışkırtma” suçlamalarıyla 15 günlük daha tutuklu
kalacağı kaydedildi. Mursi yaşanan ölümlerden sorumlu
olmak ve göstericilere işkence yaptırmakla suçlanıyor.
kaynakları ile yetkililer, polislerin iki otobüsle yolculuk etmekteyken Gazze sınırındaki Refah kenti
yakınlarında silahlı kişilerin saldırısına uğradıkları
söyledi. Atılan bombalarda birçok polisin de
yaralandığı kaydedildi.
Güvenlik kaynakları, silahlı dört şahsın polis otobüslerini durdurduğunu ve içindeki polisleri
düzenlendiğini kaydetti. Temmuz ayında ordunun
darbe ile Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi iktidardan düşürmesinden bu yana Sina yarımadasında
radikal dinci militanların düzenlediği saldırılarda hızlı
bir artış görülüyor. Bu arada, saldırı ardından Mısır,
Filistin Gazze Şeridi ile tek sınır kapısı olan Refah
sınır kapısını geçici olarak kapattı.
Rabia sembolü ne
demek/Rabia kimdir?
Mısır ’da darbe karşıtı gösterilerin yapıldığı Rabiatül Adeviyye
Meydanı’ndan başlayan, “Rabia işareti” Mısır’da “Darbeye Karşı Koalisyon” tarafından tüm gösterilerde ‘öncelikli sembol’ olarak kullanılıyor.
R
abia, Arapça’da 4’üncü demek. Mursi
taraftarları hem toplandıkları Rabiatül
Adeviyye Meydanı’na hem de Mursi’nin 4.
Cumhurbaşkanı olmasına gönderme yaptıkları için
bu işareti benimsedi.
Rabiatül Adeviyye Meydanı ise adını 8. yüzyılda
yaşamış sufi bir kadın şairden alıyor. Rabia da ailesinin
4. çocuğu. Rabia çocukluğunu köle olarak geçirir ve
kaçma teşebbüslerinde sonra özgür kalır. Bu yüzden
Mısır’da özgürlüğün simgesi olur.
HZ.RABİA-TÜL
ADEVİYYE KİMDİR?
Tabiin devrinde yetişen büyük hanım
evliyalardandır.
Dünyaya düşkün olmaması ve
ibadetleriyle meşhur bir
hanımdır.Basrada doğdu.
Ailenin dördüncü çocuğu
olduğundan ismini bu manaya gelen RABİA koydular.
Babası çok fakir
olduğundan o doğduğu
gece evinde ihtiyaç olan
şeylerden hiçbiri yoktu.
Annesi çok ağlayıp mahsun
olmuştu.O
gece
babası rüyasında Peygamberimizi (sav) gördü ve
kızının büyük bir kimse
olacağı müjdelenip, basra
beyine bir kağıda; ‘Her
gece Rasulullah’a yüz salavat getirdin,dün gece
unuttun,bunun için bu kağıdı getirene 400 dinar
ver’diye yazıp götürmesini söyledi.Bunun üzerine
babası böylece yazıp götürdü.Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip,onlara hep yardımcı
olacağını söyledi.Bundan sonra rahatlayıp kızlarını
büyüttüler.
Rabia-i Adeviyye biraz büyüyünce anna
babası öldüler,kızkardeşleri dağıldı.Basrada kıtlık
başgösterdi.O da bir ihtiyara hizmete yani köleliğe
başladı öyle ki bir gece ;’Ya Rabbi, biliyorsunki benim
arzum senin emirlerine uymaktır.Eğer iş benim elimde olsa sana ibadetten bir an geri kalmazdım fakat
ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibadet
edemiyorum’derken efendisi bunları duydu ve onun
nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve kabul
ederse ona hizmet edebileceğini söyledi.
Ancak Rabia-i Adeviyye kabul etmeyerek
onun yanından ayrıldı. Günlerini sürekli ibadetle
geçirirdi,geceleride ibadet ederdi.Kefenini daima
yanında taşır,namazını üzerinde kılardı.Kefenini
yanına almadan gezdiğini,konuştuğunu kimse görmedi.Çok oruç tutardı.Bir defasında bir hafta yiyecek
bulamadı,sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi,nefsine
eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı.Bir tabak yemek
getirdi,mum almaya gitmiştiki döndüğünde kedinin
yemeğini döktüğünü gördü.Su bardağını almaya gitti
mum söndü içmek isterken bardak düştü,kırıldı.O da
‘Ya Rabbi,bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun,fakat
acizliğimden sabredemiyorum!’diyerek ah çekti.Bu
ahtan neredeyse ev yanacaktı.Bir ses duyuldu.’Ey
Rabia,istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım
fakat gamımı alayım.Çünkü benim gamım ile dünya
birarada bulunmaz!Bu sözü
işitince şöyle dua etti; ‘Ya Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve
senden alıkoyacak işlere beni
bulaştırma!’
Bir gece yarısı yine
kalkmış Rabbiyle başbaşayken
arkadan biri yaklaşmış onun
minacatını dinliyor.’Allah’ım
gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler.
Aşık maşuk şimdi sarmaş
dolaş.Benim MAŞUKUM
SENSİN!BENDE KALKTIM SENİN YANINA
GELDİM! Sana çeşitli şeyleri
şefaatçi olarak arzediyorum.
Benim sevgimde bir hayli der indir…İsteğim,dileğim
çoktur.Aşığın maşuktan istediği herşeyi istiyorum.
Aşkımı şefaatçi değil,senin bana olan alakanı şefaatçi
yapıyorum!!!!!’ Dikkat ediniz bu emin bir kalbin
ifadesidir.’Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek
istiyorsanız onu nekadar sevdiğinize bakın’ O öyle çok
öyle delicesine seviyorduki Rabbininde onu nekadar
sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil Rabbinin
ona olan sevgisini şefaatçi yapıyordu.
Rabia-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve
hertürlü güzel ahlaka sahip,dünyaya değer vermeyen
yani düşkün olmayan,Rabbinin rızasından başka
birşey düşünmeyen,gece ve gündüzünü ona ibadet
ve tefekkürle geçiren,hayatı boyunca çok işkence ve
eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbinin hayalinden başka
hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır.752’de
(doğumu bilinmemektedir) Kudüs civarında vefat
etmiştir.
MERHABA / hallo schweız
27
MISIR
Mısır’da ‘kırmızı cuma’
AA muhabiri Hiba Zekeriya, Mısır güvenlik güçleri tarafından Kahire’nin güneyindeki Tora
Cezaevi’nde 8 saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. TRT muhabiri ise hala gözaltında.
İhvan’ın liderinin oğlu öldürüldü
Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed el-Bedii’nin oğlu Ammar’ın
cuma günkü (Gazap Cuması eylemi) gösterilerde öldürüldüğü duyuruldu. Müslüman Kardeşler’in Facebook sayfası aracılığıyla yapılan açıklamada 38 yaşındaki
Ammar Badie’nin Ramses Meydanı’ndaki gösteriler sırasında öldürüldüğü bildirildi.
Müslüman kardeşlere büyük şok!
Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan)
Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed
Bedii tutuklandı. İçişleri Bakanlığı
kaynaklarından alınan bilgiye göre, Bedii, güvenlik güçleri tarafından başkent
Kahire’deki Nasır City bölgesinde bulunan
Rabiatul Adeviyye Meydanı yakınlarındaki
bir dairede tutuklandı.Başsavcılığın
hakkında çıkardığı karar doğrultusunda
tutuklanan Bedii, zırhlı araca bindirilerek emniyet merkezine nakledildi.
Tutuklamanın yapıldığı sırada Bedii’nin
yanında yabancı uyruklu bir kişinin daha
olduğu ve güvenlik güçleri tarafından
kimlik
sorgulamasından
geçirildiği
kaydedildi. Bedii, 8 Temmuz’da Cumhuriyet Muhafızları Karargahı önünde sabah
namazı kılan göstericilere askerlerin
ateş açması sonucu 84 kişinin hayatını
kaybettiği olaylarda halkı “şiddete teşvik
etmek”le suçlanıyor.Güvenlik güçleri
dün de Luksor kentinde bazı evlere
baskın düzenleyerek 15 İhvan yöneticisini
gözaltına almıştı. Başsavcılık kararıyla
götürüldüğü emniyet merkezindeki
sorgusunun ardından, yoğun güvenlik önlemleri altında 3 Temmuz askeri darbesinden sonra tutuklanan pek çok İhvan ve
İslami parti liderinin de bulunduğu ElAkreb Hapishanesi’ne nakledildi.
Katilamın görüntülerini “canlı” yayınladılar
Mısır’daki darbe yönetimi, tüm çabalarına
rağmen başkent Kahire’deki katliamların
görüntülenmesini engelleyemedi. Eski bir
televizyon kanalı çalışanlarından oluşan
“Rabiatul Adeviyye-Grup 19” adlı ekip, Rabiatul Adeviyye ve Nahda meydanlarında
işlenen katliamı canlı yayınla dünyaya
ulaştırmayı başardı.Alınan bilgiye göre,
başkent Kahire’de geçen hafta gerçekleşen
katliamların görüntülenmesini engellemek
isteyen güvenlik güçleri, öncelikle helikop-
terlerle gruba ait canlı yayın aracını hedef aldı
ancak bu tür saldırıya hazırlıklı olan gruptan
başka bir ekip, devreye girerek canlı yayına
devam etti. Saldırının ikinci aşamasında
güvenlik güçleri kameramanların üzerine
ateş açtı. Saldırıda 2 kişi hayatını kaybetti.
Daha sonra bazı noktalara yerleştirilen
kameraların görüntü alması engellendi.
Cami minaresine yerleştirilen ve meydanı
kuşbakışı gören kamerayla, meydandaki
platformu gören kamera vuruldu.
M
ısır’da‘Öfke Cuması’nda ölen 173 insanla
birlikte darbe karşıtı eylemleri bitirmek için
başlatılan son operasyonlarla ilgili resmi
kayıp bilançosu 800’ü aşarken dün tüm dünyanın
gözü Kahire’deki Ramses Meydanı’nda insanların
kapana kısıldığı Fetih Camii’ndeydi. AA muhabiri
Hiba Zekeriya ile TRT Türk muhabiri Metin Turan’ın
da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi güvenlik
güçleri ve Baltacı diye nitelenen suç gruplarının
kuşattığı camide saatlerce mahsur kaldı.
Askerler önceki geceden itibaren camiden
çıkmayı reddeden insanları ikna etmek için içeri
girdi. Yakında askeri bir tesise götürülmeyi kabul edenler camiden çıkarken dışarıda saldırıya
uğradı. AA, müzakereler sırasında bazı kaynakların
“Camidekilerden bazılarının, Özbekiye Karakolu’na
saldırı ve Ramses’teki kamu binasının yakılmasıyla
ilgileri var, çıkanlar sorgulanacak” dediğini
aktardı. Gergin bekleyiş sırasında Hiba Zekeriya
aç susuz bekleyen kadın ve çocukların çıkmasına
izin verildiğini ama herkese güvenli çıkış imkânı
tanınmadığı için kadınların çıkmayı reddettiğini
aktardı. Metin Turan ise sosyal medyadan vasiyette bulundu: “Bana bir şey olursa beni Gafir
Mezarlığı’nda Mustafa Sabri Hazretleri’nin kabrine
defnedin.” İlerleyen saatlerde dışarıdan gelen silah
sesleriyle içeride yaşanan panik Skype bağlantısıyla
el Cezire ekranlarına yansıdı.
Minareden kimliği belirsiz kişinin askerlere ateş
açması sonucu güvenlik güçleri karşılık verdi. Bir
cami yetkilisi minaredeki iki kapının da dışarıda
olduğunu kaydetti. Reuters da silahlı kişilerin
caminin penceresinden dışarıya ateş açtığını
aktardı. Güvenlik güçleri yerel saat ile 14.00’te
camiye gaz bombaları atarak müdahale etti. Camiye giren askerler çok sayıdaki göstericiyi tutukladı.
Dışarı çıkarılan bazı protestocular Baltacıların
saldırısına uğradı.
‘MÜHİMMAT YAKALANDI’
Sağlık Bakanlığı cuma günü 95’i Kahire’de olmak
üzere 173 kişinin öldüğünü, 569’u Kahire’de 1330
kişinin yaralandığını açıkladı. İçişleri Bakanlığı da
‘Öfke Cuması’ gösterilerinde 1004 kişinin gözaltına
alındığını, 5 otomatik silah, 15 tabanca, 7 el bombası
ve 710 mermi ele geçirildiğini açıkladı. Hürriyet ve
Adalet Partisi (HAP) yetkilisi Muhtar Aşeri mühimmat iddiasına düzmece yanıtını verdi. İçişleri ayrıca
çarşambadan beri 57 polisin öldüğünü ve 563 polisin yaralandığını kaydetti.
28
MISIR
MERHABA / hallo schweız
“Kardeşime
tahammül
edemediler”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
“kardeşim” dediği Muhammed Mursi’ye
sahip çıktı, “Bir yıl yüzde 52 oyla iş başına
gelen Sayın Mursi’ye tahammül edemediler” dedi. Uluslararası medyada
çattı, “Gezi medyası” diye söz etti.
Bu pankartların arkasında
Başbakanın oğlu da durdu
Cuma namazı sonrası Fatih
Camisi’nde toplanan bir grup
Mısır’da yaşananları protesto etti.
Gösteriye Başbakan Erdoğan’ın
oğlu Bilal Erdoğan da katıldı.
Bir pankart var ki dikkatlerden
kaçmadı. Fatih Camisi’nde Cuma
namazı sonrası toplanan bir grup,
Mısır’da öldürülenler için gıyabi
cenaze namazı kıldı. “Ne darbe,
ne demokrasi biz ümmetten ve
hilafetten yanayız”. “Kahrolsun
Sisi, Kahrolsun demokrasi geliyor
hilafetin sesi” yazılı pankartların
arkasında toplanan kalabalık tekbir getirdi, dua etti. Grup içinden
bazılarının, “Demokrasi demokrasi
dediniz ümmetin kanını emdiniz”,
“Demokrasinin döktüğü kanların
hesabı sorulacak”, “Demokrasi eşittir
küfür sistemi” yazılı dövizler taşıdığı
görüldü. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir’le birlikte Cuma
namazını Fatih Camisi’nde kılan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
oğlu Bilal Erdoğan çıkışta protestoya denk geldi. Erdoğan, Mısır’da
ölenler için kılınan gıyabi cenaze
namazına arka saflarda yer tutatarak katıldı. Namazın ardından grup
protestoya devam ederken Bilal
Erdoğan cami avlusundan ayrıldı.
B
aşbakan Recep Tayyip Erdoğan,
Kentsel
Dönüşümün
üçüncü
döneminin startını 17 Ağustos
Marmara Depreminin yıldönümünde
geldiği Bursa merkez Yıldırım İlçesi
Mevlana Mahallesi’nde düzenlenen
tören ile verdi. Erdoğan’ın konuşmasının
büyük bölümünü bir kez daha Mısır’daki
gelişmelere ayırıyor. Erdoğan, “Kardeş
ülke Mısır’da hepimizi üzen, yaralayan,
acılara sevk eden gelişmeler yaşanıyor. 25
Ocak 2011’de Mısır’da bir halk devrimi
gerçekleşti. Mısır demokrasiye ilk adımını
attı. Bu bir uyanıştı. Aslında bu otokratik,
dayatmacı, dikta rejimlerinin yıkılışıydı.
Bu, barışa selamdı. Bu selamı almayan,
gözü olduğu halde görmeyenler vardı.
70 yıl süren diktatörlük sona erdi. Mısır
halkı yöneticilerini andıkta belirlemeye
başladı. Ramazan’dan önce askeri darbe
yapıldı. 70 yıl otokratik rejime sabredenler bir yıl yüzde 52 oy ile işbaşına gelen Sayın Mursi’ye tahammül edemediler.
Bu dünyada biz demokratız diyenlerin
ikiyüzlülüğünü gösteriyordu. Aslında bunlar demokrat değildi. Bunlar kendilerine
kukla olacak rejimleri istiyorlardı. Mursi
yönetimi yolsuzluklara son verecekti, Mısır
yeniden ayağa kalkacaktı. Ama buna bir
yıl tahammül edemediler” iddiasında bulundu.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ama dediler. Neymiş ama? Mursi herkesi
kucaklamadı. Herkesi kucaklamadı diyenler kendisine darbe yapan Sisi’yi
genelkurmay başkanlığına getiren kim?
Mursi… Dünyaya sesleniyorum, bunun neyini inkar edeceksiniz? Milli Savunma Bakanlığı’na getirdiği kişi darbeyi
yapıyor. Tabii bunların arkasında olanlar
var. Bu darbeyi yapanlar halkın oyunu yok
saydılar. Kendi halklarını hunharca katletmeye başladılar. Binlerce Mısırlı ne yazık
ki askeri darbecilerin tankları karşısında
şahadete doğru yola çıkıyorlar. Belki dün
bazı TV’lerde izlediniz. Bir Mısırlı tankın
karşısına çıkıyor. Elinde Molotof yok, silah
yok, taş yok. Kendisine ateş ediliyor. O,
orada şahadet şerbetini içiyor. Elinde belki
de yaşını doldurmamış olan bir yavru da
şahadet şerbetini içiyor.
Erdoğan, Mursi yönetimine o bir yıllık
dönemde Türkiye ve Katar’dan başka
destek veren ülke yoktu. Darbe yönetimine
darbeyi yaptıktan sonra 16 milyar dolar
MERHABA / hallo schweız
29
MISIR
“Türkiye Mısır halkını değil
cemaatleri destekliyor”
Esma’ya veda mektubu
destek geldi. Darbe yönetimine 16 milyar dolar desteği verenler bana sorarsanız
onlar darbe yönetiminin ortaklarıdır.
Çünkü kişi arkadaşlarıyla beraberdir. Söyle
bana arkadaşını, söyleyeyim sana kim
olduğunu...” dedi.
Uluslararası medyanın Mısır’daki
gelişmeleri an be an kamuoyuna taşıması
da Başbakanı memnun etmiyor. Şu iddialarda bulunuyor:
“Camilere, kiliselere yapılan saldırıları
da şiddetle kınıyorum. Oyuna bakın. Müslüman Kardeşler kiliseleri koruma altına
alıyor ve Gezi medyası vardı ya malum
uluslararası medya orada ne varsa burada
da onlar var. Bunlar şimdi Müslüman
kardeşler 30 kilise yaktı diyor. Halbuki
kiliseyi koruma derdinde onlar. El Fetih
Camii kuşatma altında. İnsanların ibadethanesi masumdur. Suriye’de de Mısır’da
da camilerimizi yaktılar, yıktılar. Ha Beşar,
ha Sisi… Bunların birbirinden farkı yok.”
“Türkiye içinde ve dünyada Türkiye’nin
Mısırla ilgilenmesinden rahatsız olanlar
var” diyen Başbakan, “Türkiye Mısır’a sussun istiyorlar. Türkiye konuştukça birileri
vicdanlarıyla baş başa kalıyor ve bundan
rahatsız oluyorlar. Dünyaya sesleniyorum:
Batı’ya, Körfez’e, İslam dünyasına sesleniyorum.
Oradaki şehitleri terörist ilan edenler
var. Ellerinde silah olmadığı halde ‘oyumun namusunu istiyorum’ diyenler var.
Ama onlara terörist olarak hitap edenler
var. Şu anda Mısır’da devlet terörü icra
edilmektedir. Şu anda Mısır’da iki ayrı tablo var. Bir tablo firavunun izinde gidenler,
bir tablo da Musa’nın izinden gidenler…
Tarih bunu böyle anacak” dedi.
Erdoğan, konuşmasına “Bizi bölmek
isteyenlere siz meydanlarda en güzel
cevabı verdiniz. Bundan sonra da en güzel
cevabı vereceğinize inanıyorum” ifadelerni kullanırken, “Biz vicdanları rahatsız
etmeye devam edeceğiz. Şahsım olarak
BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin hepsini aradım. Avrupa ülkelerinden
bazılarını ben, bazılarını Dışişleri Bakanım
aradı. Görüşmelerimiz devam ediyor.
Herkes sussa biz susmayacağız. Haksızlık
karşısında susan dilsiz şeytandır. Dedeağaç,
Gümülcine bizim için neyse İskenderiye’de
işte odur. Mısır’dan yüz çevirirsek Bursa’da
Osman Gazi’nin huzuruna varamayız”
dedi.
Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) liderlerinden Muhammed
el-Bilteci, Rabiatul Adeviyye Meydanı’nda düzenlenen darbe karşıtı
gösterilerde keskin nişancıların kurşunu ile hayatını kaybeden
kızı Esma’ya hitaben mektup yayımladı.Bilteci’nin sosyal paylaşım
hesabında yayımladığı kızı Esma’ya olan duygularını anlatan mektupta şu ifadelere yer verildi:
SEVGİLİ KIZIM VE DEĞERLİ ÖĞRETMENİM….
Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik
tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete
sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin
diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her
zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın
dinmedi.
Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim, mutlu olacak ve
eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir
araya geldiğimizde, “Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın”
diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, “Bu
hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize
doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum” demiştim. Sen şehit olmadan
iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm.
Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin.
Yanıma sessizce oturduğunda sana, “Bu gece senin
düğün gecen mi” diye sordum. Sen de “Düğünüm
akşam vakitlerinde değil öğlen olacak” demiştin.
Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi
bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek
istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit
olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin,
bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da
batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.
Son vedanda yanında olamamam, son bir kez
seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma
şerefine nail olamamam beni derinden üzdü.
Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden
veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna
canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine
ulaşması) sürdürebilmekti. Zalimlere karşı
başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar
kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi.
Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir
nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin
söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği
söze… Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de
sana bahşetti.
SON OLARAK, SEVGİLİ KIZIM VE DEĞERLİ
ÖĞRETMENİM…
Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek
üzere. Buluşmamız, yakında peygamber ve
ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak.
Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a
yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir
konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize
doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir
buluşma…”
Müslüman
Kardeşler Teşkilatı
liderlerinden
Muhammed
el-Bilteci, keskin nişancılar
tarafından öldürülen
17 yaşındaki kızı
Esma’ya veda
mektubu yazdı.
Mısır’daki Müslüman
Kardeşler’i destekleyen Türkiye ile Mısır
arasındaki ilişkilerin
giderek gerilmesi üzerine, geri çağrılan Mısır
Büyükelçisi Türkiye’nin
cemaatlerin değil tüm
Mısırlıların “dostu” gibi
davranmasını istedi.
İ
stişarelerde bulunmak üzere
ülkesine çağrılan Abdurrahman Salahaddin, Mısır’a
uçmadan önce Ankara Esenboğa
Havalimanı VIP Salonu’nda
basın mensuplarının sorularını
yanıtladı. Aslında Türkiye’ye
bir mesaj getirdiğini belirten
büyükelçi Selahaddin, “Türkiye,
Mısır’daki sadece bir grubun
değil bütün Mısırlıların dostu
gibi davranmalıdır” dedi.
Büyükelçi, “Mısır halkının
çoğunluğu Türkiye’yi dost
olarak görüyor. Türkiye’nin bazı
cemaatlerin tarafında olması iyi
değil. O cemaatler ki bir terörist
gibi davranıyor” diye ekledi.
Mısır’ın Ankara Büyükelçisi
Abdurrahman Salahaddin,
Ankara’nın Mısır’a yönelik
açıklamalarının olumlu bir
görüntü yaratmadığını ve bu durumun Türkiye’nin ekonomisini
olumsuz etkileyebileceğini söyledi. Mısırlı yetkililer Türkiye’nin
Müslüman kardeşlerin
yetkilileriyle ilişkilerinde yola
çıkarak ülkeyi karıştırdıklarını
belirtiyorlar.
Türk hükümetinin Mısır’ın
“içişlerine” karışmasını protesto etmek için Ekim ayında
yapılması öngörülen ortak deniz
tatbikatı da 16 Ağustos günü
Mısır tarafından iptal edildi.
Mısır Dışişleri Bakanlığı’ndan
yapılan açıklamada, “Türkiye’nin
açık bir şekilde Mısır’ın içişlerine
karışmayı ve Mısır halkının
iradesini çiğnemeyi teşkil eden
kabul edilemez açıklamaları
ve eylemlerini protesto etmek
amacıyla, Ekim ayındaki ortak
tatbikatları iptal ediyor” denildi.
Mısır’daki kanlı baskınlar
ardından Türkiye Kahire’deki
büyükelçisini geri çağırırken
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan Mısır’daki olaylar için
“katliam” diyerek, BM Güvenlik Konseyi’nden acil toplantı
istemişti.
30
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
Kaya: Ahmet’e kıydınız,
Memet’i rahat bırakın!
Gezi olayları nedeniyle bazı çevreler tarafından adeta hedef tahtası
haline getirilen oyuncu Mehmet Ali Alabora’ya yönelik eleştirilerin
dozu artarken, sanatçıya en büyük destek ise bir dönem Alabora’yla
benzer akıbeti yaşayan Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya’dan geldi
Can güvenliğim yok
Yönetmenlİğİnİ yaptığı, olağan dışı bir
ülke olan Pinima’nın canlandırıldığı “Mi Minör”
oyunu nedeniyle, Yeni Şafak gazetesinin hedef
tahtasına koyduğu tiyatrocu Memet Ali Alabora
bir basın açıklaması yaptı. Cağaloğlu Gazeteciler
Cemiyeti’nde gerçekleştirilen toplantıda Alabora
, Gezi Parkı sürecinde yaşadıkları anlatarak “ Yeni
Şafak gazetesinin böyle aklı zorlayan bir sonuç
çıkartması şaşırtı. Bir oyunun içerisine çekilmeye çalışılıyorum. Can güvenliğim yok, avukatım
aracılığıyla koruma talebinde bulundum. Son olarak
Yeni Şafak gazetesine bir teşekkür borçluyum. Tiyatroyu bu kadar ciddiye aldığınız gösterdiğiniz için.
Çağımızda tiyatro ile toplumsal olaylar yaratmak
mümkün değil” dedi.
İşte Alabora’nın açıklamaları:
Gezi Parkı Olayları ile ilgili gelişen süreçte
sistematik bir şekilde hedef gösterilmemin sonucunda bugün, Yeni Şafak Gazetesi’nin, yönetmiş ve
başrolünü üstlenmiş olduğum “Mi Minör” isimli tiyatro oyununu, yaşanan olaylarla ilişkilendirilmesi ile
ilgili olarak bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissettim.
Bugün Yeni Şafak Gazetesi, ilk sayfadan “Bu ne
tesadüf ” manşeti ile; yönetmeni ve başrol oyuncusu
olduğum, içinde uzaylıların dahi yer aldığı, Türkiye
ile hiçbir bağlantısı olmayan, tamamen kurmaca
bir ülke olan Pinima’da geçen ve fantastik bir oyun
olan “Mi Minör” isimli tiyatro eseri ile akla mantığa
sığmayacak bir şekilde Gezi Parkı olayları arasında
bir bağlantı kurmaya ve kurdurmaya çalışmıştır.
Bu manşet beni dehşet içinde bırakmıştır. Sadece
İstanbul’da 23 kez oynanmış, onlarca TV kanalı ve
gazetede yer almış, toplamda üç mekanda, üçü için
de resmi makamlardan üç ayrı izin alınmış bir tiyatro oyunundan böylesine aklı zorlayan bir sonuç
çıkarmak ancak bir kasıtla açıklanabilir.
Gezi Parkı Olayları’nın sürekli olarak yurtdışı
kaynaklı olduğu medyada bazı çevrelerce öne sürülmektedir. Yeni Şafak’taki haberin manşetinde de “Mi
Minör”ün İngiltere merkezli bir ajansın desteği ile
yapıldığı iddia edilmiş, iç sayfalarda da ajansın logosu
kullanılmıştır. Adı geçen ajans oyunun sosyal medya iletişimine destek vermiş olan dijital bir iletişim
ajansıdır. Söz konusu ajans İngiltere’de de faaliyet
gösteren, Türkiye’de kurulu bir dijital ajanstır. Sahipleri ve ortakları da Türk’tür. Twitter ve Facebook’da
oyunun tanıtılması için çalışmışlardır.
Bu arada Alabora’ya koruma verildi.
S
on olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek’in twitter hesabında “5 kişinin
ölümüne neden olan Gezi olaylarının baş
mimarı Mehmet Ali Alabora cezaevine girmeli”
mesajı tartışmaları da beraberinde getirdi. Öyle ki sosyal
medyada ‘#mehmetalialaborasilivriye’ etiketi açılırken,
sanatçının zor günler geçirdiği ve evinden dışarı
çıkmadığı belirtildi. Alabora’ya en büyük destek ise 16
Kasım 2000 tarihinde yaşamını yitiren Ahmet Kaya’nın
eşi Gülten Kaya’dan geldi.
“Benim için her genç, ya da her insan Gezi Parkı’nın
agaçlarından ve çiçeklerinden biridir. O dallar yeşil
kalırsa iyileşiriz. Hükümete düşen de bu dalların
dolayısıyla düşüncenin hep yeşermesini sağlamaktır.
Öfkenin, aklın düşmanı olduğunu unutmamak
zorundayız...”
“Tutuklansın’ lafını bile
korkunç buluyorum”
“Böyle bir cümle kullanmayı dahi korkunç buluyorum. Ne demek tutuklamak? Fikir tutuklanırsa vicdana
ne cevap verilecek peki? 2013 dünyasında bunları
konuşuyor olmamız, sağlıklı düşünebilen herkesi yeterince utandırıyor olmalı. Bu ülkenin önünü, alnı temiz,
aklı temiz, kalbi temiz insanlar açacaktır. Bir an duralım
ve düşünelim, ne yapıyoruz biz? Eğer mağara adamları
değilsek, düşüncenin önünde eğilmekten başka
seçeneğimiz yok!”
“Linç kültürüne karşı daha fazla
demokrasi”
“Dünya fikrin peşinden koşarken, fikir en büyük
değer iken asıl bunu ve demokratik muhalefet kültürünü
beslemek gerekir ki bu ülkenin demokrasi yolculuğu
hız kazansın. Mehmet Ali Alabora’nın da, gerçek toplumcu sanatın da derdini iyi anlamak gerekir. Linç
kültürüyle beslenen sokaktaki insana asıl anlatılması
gereken sanatın işlevselliği ve toplumsal gelişme
süreçlerinde nasıl dönüştürücü bir dinamik olduğudur.
Bu dönem okullara demokrasi ve insan hakları dersi
konulmasından bahsediliyor. Bu sahiden çok önemli.
Başkalarının hakları için ses yükseltmenin erdeminin
bu derslerde öğretilmesi bize çok sey katacaktır.”
“Lince davetiye çıkarılmamalı”
“Ahmet Kaya tarihsel bir gerçegin altını çizerken
bunu kendisi için değil, bu ülke için yapmıştı. Yine aynı
Ahmet Kaya başörtüsü sorununa değinirken de bunu
kendisi için yapmamıştı. Sayın Başbakan şiir okuduğu
için tutuklanırken de en yüksek sesle konuşan ve buna
karşı çıkan Ahmet Kaya olmuştu. Demokratik muhalif duruş ve başkalarının haklarını savunmak derken
bu örneklere değinmemek olmazdı. Mehmet Ali’nin
bir tweetini böyle yorumlamak ve konuyu buralara
getirmek, ürkütücü bir lince zemin hazırlamak demektir. Bunda pay sahibi olanların bu riski de göze almış
olduğunu düşünmek dahi istemiyorum. Bu ülke darbelerle ne kadar geriye gittiyse, beyaz bereliler marifetiyle
de o kadar geriye gidiyor. Bunu herkes görmek zorunda!”
“Özeleştiri yapılmalı”
“Muhalif sanat açısından bakıldığında, oyun
kurucuların ve sistem koruyucuların merkez dışı her
duruşu kolayından tolore etmediklerini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Olmayan demokrasi kültürü bu ilkel linç
reflekslerini daima besliyor ne yazik ki. Ahmet Kaya’ya
yapılanlar karşısında izleyici pozisyonu almayı şu ya da
bu nedenle tercih edenlerin, aslında demokratik muhalefet kültürünün oluşmasını ne kadar geciktirdiklerini
en azından bugün görmeleri lazım.”
Sanatçı Ahmet Kaya, 2000 yılında Paris’in Porte
de Versailles semtindeki evinde geçirdiği kalp krizi
sonucu yaşamını yitirdi. Cenaze merasimi Paris Kürt
Enstitüsü’nde yapıldı ve bu ülkeye defnedildi. Sanat
camiasının 90’lı yıllarda en çok eleştirilen ismi olan
Kaya hakkında terör örgütüne yardım ve yataklık
yaptığı iddiası ile dava açıldı.
1999’da neler yaşandı?
12 Şubat 1999 tarihinde düzenlenen Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde, Kürtçe klip
hazırlayacağını söyleyen Ahmet Kaya’ya birçok sanatçı
tarafından çatal-bıçak fırlatılıp ‘bu ülkeden defol’
şeklinde sözlü tacizde bulunuldu.
MGD gecesindeki olayın hemen sonrasında
Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de Kürt İşadamları
Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği iddia edilen
konsere ilişkin fotoğrafları yayınlandı. Kaya hakkında
“Bölücü PKK örgütüne yardım ve yataklık yaptığı
ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
tahrik ettiği” iddiasıyla İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki
ayrı dava açıldı. Sanatçı 16 Haziran 1999’da Türkiye’den
ayrıldı. Yargılamaların sonucunda gıyabında toplam 3
yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ancak sonraki
süreçte ortaya çıkan görüntülerin düzmece olduğu belirlendi.
MERHABA / hallo schweız
TÜRKİYE
BİR ANNENİN İSYANI
Gezi Parkı olaylarına verdiği destek nedeniyle tehditler aldığını ve can güvenliğinin
olmadığını söyleyen oyuncu Memet Ali Alabora’nın annesi Betül Arım oğlunun
hedef gösterilmesine isyan etti. Arım, hislerini yazdığı bir mektupla dile getirdi.
İşte Betül Arım’ın o mektubu...
“NEDEN?”
Sosyal medyayı çok kullanan biri
olmadığımdan, olayları 29 Mayıs Çarşamba
günü öğrendim. İşten çıkıp Özel Eğitim
ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki bir geceye, ödül almak için katıldım ve oradan
22:30 gibi Gezi Parkı’na gittim. Daha çok
gençlerden oluşan, şarkı söyleyen, halay
çeken, muhabbet eden çok güzel insanlarla
tanıştım. Ağaçları korumak için biber gazına
maruz kaldıklarını duyduğumda gerçekten
inanamadım ve hep şunu sordum; “NEDEN, NEDEN?”
Ben doğadan beslenen, yaratılmış olan
her şeyle bir olduğumuza ve aramızda görünmez ipliklerin olduğuna ve her şeyle, ağaçla,
çiçekle, böcekle akraba olduğumuza inanan,
gün aşırı pir parka ya da ormana giden
(Belgrad, Emirgan, Yıldız, Taksim, HidivSelamiçeşme, Göztepe, Maçka, Beykoz, nereye yakınsam…), ağaca sarılan, sırtını dayayan, toprağa basan ve randevularını ve hatta
bazı TV çekimlerini parklarda gerçekleştiren
biri olarak; bir tek ağacın bile kesilmesini
sanki akrabamı kesmişler gibi hisseden ve
bunun için ağlayan, aynı zamanda şiddete,
baskıya ve dayatmaya karşı biri olarak işten
kalan vakitlerimde Gezi Parkı’na gittim.
Bu arada oğlumun tehdit mesajları
aldığını duyduğumda inanamadım ve yine
sordum; “NEDEN, NEDEN?”
İçinde sevgi barınan biri için bütün dünya bir aileydi
benim için. Demek ki aile üyelerinden bazıları sevgiyle büyümemişlerdi. Olsun, ben yine de “Yaradılanı
severim Yaradan’dan ötürü” dedim. Endişelendim ama
korkmadım, nasıl olsa zamanla her şey anlaşılırdı.
Ta ki, Yeni Şafak gazetesinde çıkan habere kadar…
Okudum, algılayamadım, inanamadım, “Yok artık, bu
kadar da olamaz” dedim. Ama olmuştu, yazı önümdeydi
ve oğlum hedef gösteriliyordu.
Bu yazıyı yazan bir kadınmış ama eminim anne değil.
Anne olsaydı, bu, rüyamda görsem inanamayacağım
yazısını yazamazdı. Anne olsaydı, mutlaka empati
yapardı. Kızılderili atasözü der ki; “Bir insan hakkında
tek bir kelime etmeden, tek bir yargıda bulunmadan,
gökte 3 ay değişene kadar onun ayakkabılarıyla dolaş.”
Belli ki “Çamur at izi kalsın” demişti ama, Memet Ali’yi
hiç tanımadan… Onu tanıyanların hepsine sorsa (özellikle hepsine yazdım), izi kalmayacağını anlardı.
Onu ben doğurdum ama Halil Cibran’ın “Çocuklar”
şiirinde olduğu gibi, onu evrenin çocuğu olarak büyütmeye çalıştım.
O benim sadece oğlum değil, aynı zamanda çok
saygı duyduğum, çok değer verdiğim, öğrettiklerimin
belki 50 katını ondan öğrendiğim bir birey.
İzi kalmaz çünkü Memet Ali, inanın anne olarak
söylemiyorum, hayatımda tanığım en şeffaf, en “insan” insanlardan biridir. Diğer özelliklerini ben değil,
başkaları söylesin.
Bana nerdeyse her gün ya bir telefon gelir ya da
yolda çevirirler, onunla bir şekilde tanışmış ve çalışmış
olanlar “Böyle bir çocuğu nasıl büyüttün, sırrı nedir?”
diye sorarlar.
Dün bir arkadaşım telefon etti, “Şu anda Başbakan
oğlunu suçladı.” dedi. Ben “Yok canım yanlış
duymuşsundur, olur mu hiç öyle şey? Bir ülkenin
başbakanı hiç tanımadan, araştırmadan bir insanı, bir
genci, bir sanatçıyı suçlar mı? O da bir annenin evladı,
önce annesini düşünür, bunun vebali çok büyüktür.” dedim.
Benim içim her konuda rahat, çünkü oğlumu biliyor
ve tanıyorum. Ama yarın bu durumdan vazife çıkaran
biri olursa, oğlumu suçlayanlar önce Yaradan’a, sonra
kendine, topluma ve dünyaya bunun hesabını nasıl
verecekler? Bu çok büyük bir günah değil mi? Sadece,
bir fidan nasıl yetişir, herkese bunu sormak isterim.
Fidan yetiştirmek için anne olmaya gerek yok, bunu
anlayabilirsiniz.
Ama çocuğu hayati tehlike içinde olan bir annenin
acısını, haykırışını sadece anneler bilir.
Yüreğim acıyor.
31
İzmir’de direnişe
destek verdi diye…
İZMİR Ekonomi Üniversitesi’nde direnişe
destek veren dekanın işine telefonla son verdiler.
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş ile Yrd. Doç.
Dr. Lyndon Way’in işine telefonla son verildi.
Alankuş’un Gezi Parkı direnişi ve ODTÜ’de
yaşanan olaylar sırasında hükümet karşıtı tutumu
yüzünden işine son verildiği ileri sürüldü. İzmir
Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Sevda Alankuş’un ve Yard. Doç. Dr. Lyndon Way’in işlerine gerekçesiz olarak son verildiği
yönünde internet ortamında dolaşan haberler
merak konusu oldu. DHA muhabirinin telefonla
ulaştığı Alankuş, “Telefonla işime son verildiği
doğrudur. Ancak telefonla kimin aradığını söylemem doğru değil. Şu an tatildeyim, bir hafta daha
sürecek. Neden işime son verildiğinin gerekçesini
bilmiyorum. Resmi bir tebligatta olmadı” dedi.
Alankuş’un Gezi Parkı eylemleri ve ODTÜ’de
yaşanan olaylar sırasında hükümet karşıtı tutumu
yüzünden işine son verildiği ileri sürüldü. İzmir
Ekonomi Üniversitesi’nden konuyla ilgili bir
açıklama yapılmadı.
AKP’li vekilden ünlü
oyuncuya tehdit!
AKP’li Şamil Tayyar, ünlü oyuncu Levent
Üzümcü’yü Twitter üzerinden tehdit etti. Sosyal
medya üzerinde oyuncu Mehmet Ali Alabora’ya
linç sürerken, şimdi de AKP Gaziantep Milletvekili, oyuncu Levent Üzümcü’yü hedef gösterdi ve örtülü şekilde ‘ölümle’ tehdit etti. Gezi
Parkı hareketine de büyük destek veren Levent
Üzümcü’nün yazdığı “Polis ülkende fişekle odunla
vatandaşlarını katlederken kahraman, mısırda katlederken cani. Katledilen burada terörist, mısırda
şehit.” tweetine karşı AKP Milletvekili Şamil
Tayyar harekete geçti. Tayyar Üzümcü’yü hedef
göstererek, sayfasında şu tweeti paylaştı: “Levent
Üzümcü Mısır’ı Taksim’e benzetmiş! Eğer benzeseydi şimdi seni alkışlarla uğurlayıp arkandan
ışığı bol olsun diyorlardı!”
32
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
Gazeteci işten atılır,
dövülür, hapsedilir!
Gezi Parkı’yla başlayan ve Türk medyasının olaylara yaklaşımındaki utançlar aynı zamanda işten çıkarmaları da getirdi.
İktİdar yandaşı medyada ‘muhalif, istenmeyen
haber ve yazı’ yazdıkları gerekçesiyle en az 59 basın emekçisinin işine son verildi. Zorunlu izne gönderilen 14
basın emekçisinin ise durumu belirsizliğini koruyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi’nde işten atılan
gazetecilerle birlikte yapılan basın toplantısında gazeteciler
yaşadıkları sorunları anlattılar. Basın toplantısına, işten
atılan Akşam gazetesi eski yazarı Tuğçe Tatari ile istifa
eden NTV eski kültür sanat editörü Hasan Cömert katıldı.
TGS İstanbul Şube Başkanı Gökhan Durmuş, 27
Mayıs’tan bu yana yalnızca sendikanın tespit edebildiği
kadarıyla en az 59 basın emekçisinin işinden olduğunu,
zorunlu izne gönderilen en az 14 basın emekçisinin ise durumunun belirsizliğini koruduğunu açıkladı. Durmuş’un
verdiği bilgilere göre, bu 59 basın emekçisinin 22’si işten
atılırken, 37’si ise istifa etmek durumunda kaldı. Her
geçen gün bu listeye yeni isimlerin eklendiğine dikkat
çeken Durmuş, “TMSF’nin el koymasının ardından
hükümete yakın sermaye gruplarına satılan ve yayın çizgisi değiştirilen medya kuruluşlarında da işten atmalar
sürüyor” dedi. Hükümete ve medya patronlarına seslenen
Durmuş, “Bu kıyıma ve baskılara derhal son verin!” dedi.
Durmuş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Siz ne yaparsanız yapın
bu ülkede meslek onuruna sahip çıkan, gerçeğin peşinde
koşan, halkın haber alma hakkı için bedeli ne olursa olsun
‘direnen’ gazeteciler her zaman olacak. Türkiye basın tarihi
bunun sayısız örnekleriyle dolu. Sözün özü: Bırakın işimizi
yapalım!”
İşten atılanlardan Akşam gazetesi köşe yazarı Tuğçe Tatari ise yaptığı açıklamada ““İşten atılacağımı 10 gün önce
internet sitelerinden öğrendim. Benim militan olduğum
için işten çıkarıldığım şeklinde şeyler söylendi hep. Bana
işten çıkarıldığımı bildiren kağıtta sistem değişikliği nedeniyle işten çıkarıldığım yazıyordu. TMSF”nin görev
tanımı borçlu olan bir kurumu iyi bir hale getirip yani patrona yüksek bir fiyata satmaktır. Ama TMSF doğrudan
Akşam gazetesinin içerisine müdahale etmiştir ve bu ne
gazeteciliğe ne meslek etiğine sığmadığı gibi hukuka da
aykırıdır. Normalde bu tür şeyleri daha popüler isimleri,
mesela benden daha çok okunabilecek birini getirebilir
ama gazetecilikten anlamayan, hiç kimsenin tanımadığı
isimler getirildiyse bunun başka bir nedeni vardır. Ben
hukuki olarak gerekeni yapacağım. Gezi olaylarına sempatiyle bakmamın kanaatini tartabilecek terazi TMSF’nin
memurlarında yok.”
“Gezi’de bir durum vardı ve onun dışında kalmak çok
acı bir durum olurdu. Eğer bir kurumdan bu sebepten
çıkarıldıysam bu ancak benim için onur olabilir. Beni
sadece ekonomik olarak mağdur ettiler ama çok zor durumda olan daha zor şeyler yaşayan meslektaşlarım var.
Gözaltında çıplak aramaya maruz kalan, tacize uğrayan
meslektaşlarımız var. Benden daha çok mağdur olan
meslektaşlarımız arkadaşlarımız için bir şey yapalım.”
Daha sonra söz alan TV kültür sanat editörü Hasan
Cömert, medyanın Gezi benzeri bir patlama yaşayacağını
söyleyerek şunları söyledi:
“Böyle patlamalar Doğu”da oluyordu. Ama batı da da
olunca biz de işin içinde olduk ve iş büyüdü.Bize hep haberlere nasıl bakmamız gerektiği çok kötü şekillerde öğretildi.
Parklarda, forumlarda yaşadıklarımızı anlattığımızda insanlar artık şaşırmıyor. Ben ana akım medya da gazetecilik yapıldığına inanmıyorum, düşünmüyorum. İktidarı
destekleyen gazetecilere şunu sormak lazım: Eğer gerçekten haklıysanız, karınızdaki muhalefete neden izin
vermiyorsunuz? Bütün medya hükümet yanlısı olsun
ki o sistem o zaman infilak etsin. Küçük muhalefetlerle
sistem değişmez. Gezi olaylarında ne yapacaklarını
düşündüler. Medya da gezi benzeri bir patlama olacağını
düşünüyorum.”
TGS İstanbul Şubesi tarafından derlenen son bir
buçuk ay içinde istifa eden, işten atılan, zorunlu izne
çıkarılan gazeteciler
1. Ntvmsnbc editörü Özkan Güven istifa etti
2. Ntvmsnbc kültür sanat editörü Hasan Cömert istifa etti.
3. Doğuş Yayın Grubu’nun dergilerden sorumlu genel
müdürü Neyyire Özkan istifa etti.
4. Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın istifa etti.
5. GQ Türkiye dergisinin yönetmeni M. Cabbas istifa etti.
6. NTV Tarih yayın yönetmeni Gürsel Göncü istifa etti.
7. NTV program direktörü Murat Toklucu istifa etti.
8. NTV program editörü Burcu Doğan istifa etti.
9. NTV program editörü Onur Yazıcıoğlu istifa etti.
10. NTV’de program yapan Mehmet Turgut istifa etti.
11. NTV haber prodüktörü Ömer Faruk Aykar istifa etti.
12. NTV haber merkezinde dijital editörlük görevini yapan Dilara Eldaş istifa etti.
13. NTV Ankara temsilcisi Nilgün Balkaç istifa etti.
14. NTV’de program yapan Çiğdem Anad istifa etti.
15. NTV muhabiri Ergün Güven istifa etti.
16. Sabah gazetesi yazarı Alper Bahçekapılı istifa etti.
17. Sabah gece yazı işleri müdürü Erdal Erkasap istifa etti.
18. Kanal 24 moderatörü Remziye Demirkol istifa etti.
19. Habertürk röportaj yazarı Kutlu Esendemir istifa etti.
20. Yenişafak gazetesi yazarı Işın Eliçin istifa etti.
21. Artı 1 televizyonu yönetmeni Mustafa Hoş istifa etti.
22. Artı 1’de program yapan Banu Güven istifa etti.
23. Artı 1’de anahaber sunucusu Uğur Dündar istifa etti.
24. Artı 1’de anahaber sunucusu Özlem Gürses istifa etti.
25. Artı 1’de program müdürü Uğur Tutçuoğlu istifa etti.
26. Artı 1’de program yapan Haluk Şahin istifa etti.
27. Artı 1’de program yapan Ece Temelkuran istifa etti.
28. Akşam gazetesi yazarı Nihal Kemaloğlu istifa etti.
29. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Banu Kurt istifa etti.
30. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Süreyya Üstünel
istifa etti.
31. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Semra Kardeşoğlu
istifa etti.
32. Akşam gazetesi yazarı Deniz Ülke Arıboğan istifa etti.
33. Akşam gazetesi muhabiri Alaz Kuseyri istifa etti.
34. Milliyet gazetesi ekonomi servisi ekler koordinatörü
Necla Unutmaz istifa etti.
35. Milliyet gazetesi magazin müdürü Birsen Altuntaş istifa etti.
36. Halk TV haber sunucusu Aydoğan Kılıç istifa etti.
37. Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı istifa etti.
38. İHA internet editörü Diren Selimoğlu işten atıldı.
39. Bursa Olay gazetesi internet sorumlusu Berhan Soner
işten atıldı.
40. TMSF’nin el koymasının ardından Akşam gazetesi
genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya, görevden alındı.
Yerine Mehmet Ocaktan getirildi.
41. Akşam gazetesi yazarı Tuğçe Tatari işten atıldı.
42. Akşam gazetesi yazarı Hüsnü Mahalli işten atıldı.
43. Akşam gazetesi yazarı Özlem Akarsu Çelik işten atıldı.
44. Akşam gazetesi yazarı Gürkan Hacır işten atıldı.
45. Akşam gazetesi yazarı Sevim Gözay işten atıldı.
46. Akşam gazetesi Ankara temsilcisi ve yazarı Çiğdem
Toker, karşılıklı anlaşmayla gazeteden ayrıldı.
47. Akşam gazetesi genel yayın koordinatörü Nergis Bozkurt işten atıldı.
48. Yenişafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin işten atıldı.
49. Sabah gazetesinde 6 yıldır röportajlar yapan Tuluhan
Tekelioğlu işten atıldı.
50. Sabah gazetesi ekler yayın yönetmeni Elçin Yahşi işten
atıldı.
51. Sabah gazetesi Günaydın eki genel yayın yönetmeni
Şirin Sever işten atıldı.
52. Sabah gazetesi muhabiri Bilge Eser işten atıldı.
53. AA Mardin muhabiri Serkan Yücel Aydın işten atıldı.
54. Esquire dergisi fotoğraf editörü Uluç Özcü, Takvim
gazetesini protesto eden kadınlarla selamlaştığı için işten
atıldı.
55. Kanaltürk televizyonu sabah haberleri sorumlu müdürü
Serkut Bozkurt işten atıldı.
56. Artı 1 televizyonu CEO’su Tuncay Mollaveisoğlu’nun
kanalla ilişkisi kesildi.
57. Beyaz TV muhabiri Çağrı Ulu işten atıldı.
58. İstanbul Valiliği’nde muhabirlik yapan Metin Timur
Tüfekçiler işten atıldı.
59. TMSF’nin el koymasının ardından Show TV’de
212 sayılı Basın Yasası’na tabi olan isimlerden 90 gün ve
üstü izin hakkı bulunan çok sayıda gazeteci zorunlu izne
çıkartıldı. Bu isimlerin, Ciner Grubu’na satılan kanala geri
dönmeleri beklenmiyor. Zorunlu izne çıkarılan gazetecilerden biri anahaber sunucusu Ali Kırca.
60. Show TV haber dairesi başkanı Tuba Atav zorunlu
izne çıkarıldı.
61. Show TV haber koordinatörü Ayhan Bölükbaşı zorunlu izne çıkarıldı.
62. Show TV haber müdürü Ozan Pezek zorunlu izne
çıkarıldı.
63. Show TV yurt haberler müdürü Nafiz Akyüz zorunlu
izne çıkarıldı.
64. Show TV kamera şefi Ediz Alıç zorunlu izne çıkarıldı.
65. Show TV Ankara büro temsilcisi Funda Tuna Görey
zorunlu izne çıkarıldı.
66. Show TV parlamento muhabiri Özgür Akbaş zorunlu
izne çıkarıldı.
67. Show TV kameramanı Bülent Kördemirci zorunlu
izne çıkarıldı.
68. Show TV kameramanı Mesut Gengeç zorunlu izne
çıkarıldı.
69. Show TV çalışanı Haydaran Çelik zorunlu izne
çıkarıldı.
70. Show TV iç yapımlar müdür yardımcısı Özgür Uzun
zorunlu izne çıkarıldı.
71. Show TV iç yapımlar teknik sorumlusu Metin
Karaaslan zorunlu izne çıkarıldı.
72. Show TV iç yapımlar kameramanı Hakan Kırboğa
zorunlu izne çıkarıldı.
Can Dündar’ın eklenmesiyle ‘Gezi’den sonra işsiz kalan gazeteci sayısı 80’e ulaştı. Milliyet Gazetesi Köşe Yazarı
Can Dündar da, Gezi Parkı olaylarının ardından işsiz
gazeteciler kervanına katıldı. 27 Mayıs’ta başlayan Gezi
olaylarında bugüne kadar işten atılan, istifa eden ya da zorunlu izne çıkarılan gazetecilerin sayısı 80’e yaklaştı.
MERHABA / hallo schweız
türkİye
Olimpiyat Stadı’nda onbinlerin ‘Gezi’ tezahüratları
Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan BeşiktaşTrabzonspor maçı öncesinde tribünlerden Gezi Parkı
olaylarına destek tezahüratları yükseldi. Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki Beşiktaş-Trabzonspor maçına,
siyah beyazlı taraftarların Gezi Parkı eylemleri ile ilgili tezahüratları damga vurdu. Beşiktaş ile Trabzonspor
arasında Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan maç öncesi ilginç anlar vardı. Beşiktaş taraftarları Gezi Ruhu’na
hitaben maç öncesi “Her yer Taksim, her yer direniş”
tezahüratında bulunurken devamında “Sık bakalım, sık
bakalım biber gazı sık bakalım. Kaskını çıkar, jopunu
bırak. Delikanlı kim bakalım” sloganları attı. Maç önc-
esinde siyah-beyazlı taraftarlar “Biber gazı oley” diyerek
de çevik kuvvete tepkisini gösterdi. Spor Bakanı Suat
Kılıç geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamada statlarda
bu tür söylemlere karşı sert tavır alacaklarını açıklamıştı.
Beşiktaş’ı Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki ilk resmi
maçında taraftarları yalnız bırakmadı. Siyah-beyazlıların
Trabzonspor ile oynadığı karşılaşmanın başlangıcında
tribünlerde yer alan yaklaşık 50 bin sporsever, takımlarını
destekledi. Atatürk Olimpiyat Stadı kale arkası tribünde
yer alan siyah-beyazlı taraftarlar, maçın başlamasına
yaklaşık bir saat kala, aradaki engelden geçerek, protokol
tribününün karşısındaki kapalı tribüne geçti.
Konserlere ‘Gezi
Parkı’ damgası
İTÜ Ayazağa Kampüsü miting gibi bir konsere sahne oldu. Efsane grup Pink Floyd’un
konserinde Gezi eylemlerinde ölen kişiler
anıldı. Roger Waters’a göre, Geziciler dindar
yobazlara karşı savaşmış, ünlü sanatçı bu
bilgiyi ise internetten almış! Waters, “Eğer
ben interneti doğru okuyorsam, siz otokratik,
dindar yobazlara karşı savaşıyorsunuz” dedi.
İTÜ Ayazağa Kampüsü dün miting gibi bir konsere sahne oldu. Efsane grup Pink Floyd’un
vokalisti ve kurucusu Roger Waters iki saatten fazla süren konseri sırasında yaklaşık
40 bin kişiyi büyüledi. Ünlü sanatçının Gezi
eylemleri ile ilgili ettiği sözler ise şaşırttı.
Her yer Taksim
her yer direniş
Iron Maiden’in İstanbul’daki konserine
Gezi Parkı sloganları damgasını vurdu. Dünyaca ünlü rock star Iron Maiden’ın Türkiye
turnesi kapsamında yaptığı İstanbul konseri,
direniş sloganlarıyla inledi. “Durmak yok,
direnişe devam” sloganlarıyla biten konseri
onbinlerce insan izledi. Dünya devi Iron
Maiden’in İnönü Stadı’ndaki konseri adeta
eyleme dönüştü. İnönü Stadı “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla inledi. Bazı
seyircilerin konsere gaz maskesiyle katılmış
olması dikkatlerden kaçmadı.
Bilgilerinin doğruluğundan emin olmadığını,
“Eğer ben interneti doğru okuyorsam...”
cümlesi ile vurgulayan Roger Waters, buna
rağmen konser boyunca uzun uzun ahkam
kesmeyi ihmal etmedi.
Gezi olayları sırasında yaşamını yiterenlerin görüntülerinin sahnedeki dev duvara
yansıtıldığı an ise konserin doruk noktasını
oluşturdu. Roger Waters Türkçe olarak
“Bu konseri devlet konseri mağdurlarına
adıyorum. Onları hiç unutmayacağız” deyince
yaklaşık 40 bin kişi “Her Yer Taksim, Her Yer
Direniş”, “Bu Daha Başlangıç, Mücadaleye
Devam” diye dakikalarca slogan attı.
Placebo konserinde
Gezi sloganı
Türkİye’deki
hayranlarıyla
İstanbul
Parkorman’da biraraya gelen dünyaca ünlü
alternatif rock müzik grubu Placebo’nun sahnede olduğu dakikalarda izleyiciler arasından,
“Her yer Taksim her yer direniş’ sloganları
yükseldi. Grubun solisti Brian Molko sloganlara, ‘Thank you’ (teşekkürler) karşılığını
verdi. Vodafone İstanbul Calling festivali, dünyaca ünlü grup Placebo konseri ile son buldu.
Pozitif Live organizasyonuyla Parkorman’da
gerçekleştirilen konser saat 22.00’da başladı.
Konseri binlerce Placebo hayranı izledi. Konserin başlangıcı Yeni Zelandalı başarılı grup
The Veils tarafından yapıldı.
33
Hacıbektaş’ta
Taksim sloganları
Hacıbektaş etkinliklerini gergin başladı.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, konuşmasını yapmak üzere davet edilince halk Bozdağ’ı yuhalamaya
başladı. Bir yurttaş, Bozdağ’a yumruk attı. Yumruk
Bozdağ’ın çenesine geldi.
Yurttaşlar “Her yer Taksim her yer direniş” ve
“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları attı.
Bozdağ ise bozuntuya vermeden konuşmasına devam
etti. Sahne ile halk arasında barikat olması dikkat çekti. Ayrıca konuşma yapan Ali Rıza Selmanpakoğlu,
“Diyanet Sünni anlayışın fgetva arayışı aracı olmaktan çıksın. Atatürk döneminde olduğu gibi kontrolör
olsun. Sivas katliamı aydınlatılmaması içimizi iacıtır.
Madimak müze olsun. 3. Boğaz Köprüsü’nün adı da
barışın ve dostuğuln simgesi Hacı Bektaşi Veli olsun”
dedi.
Bozdağ’ın “Hacıbektaş’ın talepleri ile ilgili olarak
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatı var” demesi üzerine halk Erdoğan’ın da yuhaladı. Bozdağ
konuşmasının ardından halk Bozdağ’ın üzerine
yürümek istedi. Korumaları Bozdağ ile halk arasına
girdi. Kürsüden halka sakin olun çağrısı yapıldı. CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise kürsüden
“İncinsek de incinmeyelim” çağrısı yaptı. Bozdağ alanı
terk etti.
TT Arena’da ‘Gezi’
tezahüratları
Spor Toto Süper Lig’in ilk hafta maçında Galatasaray, konuk ettiği Gaziantepspor maçı öncesi bir grup taraftardan Gezi Parkı olaylarına destek
tezahüratları yükseldi. Gaziantepspor maçı öncesi her iki takımın oyuncuları maçtan önce ısınmak
için sahaya çıktıkları anda Galatasaray’lı bir grup
taraftar ‘Gezi olaylarına’ destek amaçlı tezahüratlar
yaptı. Maçın başlamasından önce taraftarlardan,”Sık
bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım. Copunu
bırak, kaskını çıkar, delikanlı kim bakalım” şeklinde
sloganlar yükseldi. Sarı kırmızılı taraftarlar maç süresince zaman zaman sloganlar atarken özellikle maçın
devresinde ve ikinci yarının başlarında slogan atmaya
devam ettiler.
Stadta hükümet
istifa sloganları
06 Ağustos Salı gecesi Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda
oynanan Fenerbahçe-Salzburg Şampiyonlar Ligi Ön
Eleme maçı Fenerbahöçe ve ülkemiz adına çok güzel
sonuçlandı. Yeni teknik direktör Ersun Yanal’ın kendisini gösetrediğ bir maçtı. 3-1 ‘lik skorla Salzburg’u
yenen Fenerbahçeli oyuncular da, teknik ekip de çok
heyecanlıydı.
Fenerbahçe- salzburg maçı devam ederken 55
bin kişinin hükümeti istifaya çağırması ise gündeme
bomba gibi düştü. Gezi Parkı olaylarından beri suların
durulmadığı İstanbul’da olaylar maça da yansıdı.”Her
yer Taksim, her yer direniş” sloganları atan Fenerbahçeliler Gezi Parkı Direnişini desteklediler.
Sloganlardan en çok kullanılanı ise “Sık bakalım,
sık bakalım biber gazı sık bakalım “oldu. Hükümetin gezi eylemcilerien günlerce biber gazı sıkması,
hafızalarda o kadar derin yer etmişt ki, bu slogan maç
boyunca dillerden hiç düşmedi.
Hükümetin sert tavrı ve Gezi olaylarındaki tutumu bir süre daha unutulmayacak gibi. Hatta
Hükümet kanadından da bununla ilgili açıklamalr
gelmişti. Eylül ayı gibi, üniversiteler açılıp, Lig maçları
başladığında olayların gerçekleşeceğinin duyumlarını
aldıklarını söylemişlerdi.
34
‘Çadır yakma timi’
görev başında
Gezİ Parkı’nda çadırları yakıp eylemlerin fitilini
ateşledikleri iddiasıyla açığa alınan 4 zabıta memuru
hakkında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliği’nin
yürüttüğü inceleme nedeniyle verilen “görevden
uzaklaştırma” kararı kaldırıldı. Müfettişlere verdikleri ifade sırasında içlerinden biri, “Çadırda mum
yanıyordu. Düştü, çadır da yandı” diyen 4 zabıta
görevlerine dönecek.
Gezi Parkı olaylarının ikinci gününde sabaha karşı
polisin düzenlediği operasyon sırasında göstericilerin
kaldığı çadırlar sivil kıyafetli kişiler tarafından toplanıp
ateşe verilmişti. Çadırları yakalandın görüntüleri ortaya
çıkıp, bellerinde katlanmış zabıta yelekleri olduğu görülünce İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü
soruşturma başlatmıştı. Çadırları yakan 4 zabıta açığa
alınırken taşeron olarak görev yapan 3 kişinin de iş akitleri fesh edilmişti. Müfettişlere verdikleri ifadelerde
önce çadırları yaktıklarını reddeden zabıtalara, Foto
Film Şube Müdürlüğü’nün çektiği ve basında yer alan
çadır yakma görüntülerini izlettilmiş, görüntüleri izleyen zabıtalardan biri “Evet bu kişi benim ama kazayla
oldu, kasıt yok” demişti.
Bunun üzerine müfettişler görüntüyü başa aldı
ve yakma görüntüsünü tekrar izletti. Başka bir zabıta,
“Çadırı sökerken içinde mum yanıyormuş, mum düştü.
Çadır da yanmaya başladı. Benim suçum yok” dedi. Bu
zabıta için de görüntü başa alındı ve yakma görüntüsü
tekrar izlettirildi. Yakma olayını inkar eden zabıtalardan
bir diğeri görüntüyü izleyince, “Evet bu benim ama
talimatı polisler verdi” dedi.
İfadesi alınan bir polis şefi, “Zabıta parktaydı ama
üzerlerinde zabıta olduklarını belirtir bir kıyafet yoktu.
Ben de yeleklerinizi giyin dedim. Ama zabıtalar ‘bizim
müdürümüz de burda’ dediler ve yeleklerini giymediler.
Bazıları, yelekleri gömleğinin altına, beline bağlamıştı.
Biz eylemcileri parktan uzaklaştırmaya çalışırken
çadırlardan duman yükselmeye başladı. Biz zabıtaların
çadırları sökerek kamyona yükleyeceklerini sanıyorduk.
Ama zabıtaların çadırları yaktıklarını gördük” dedi.
Müfettişler bunun üzerine 3’ü taşeron 7 zabıta
hakkında açığa alınarak, haklarında idari soruşturma
açılması yönünde bir rapor hazırladı. Zabıtaların
çadırları kasıtlı olarak yaktıkları yönünde hazırlanan
rapor, İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne (İBB) gönderildi. İBB, rapor üzerine
kadrolu 4 zabıtayı açığa aldı. Taşeron olarak çalışan 3
zabıtanın ise iş akdini feshetti.
Zabıtalara çadırları kimin yakma talimatı
verdiği ortaya çıkmazken İçişleri Bakanlığı Mülkiye
Başmüfettişlerinin yürüttüğü soruşturma sonunda
zabıtaların açığa alınma kararı kaldırıldı. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne mülkiye başmüfettişliği
tarafından gönderilen yazılı karar, zabıtalara tebliğ
edildi. Haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri
kaldırılan Zabıta personeli ile ilgili başlatılan idari ve
disiplin soruşturmasının devam ettiği bildirildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden konu ile ilgili yapılan açıklamada, “Biz sadece tebligatı yaptık
denildi. İBB’nin açıklamasında, “İçişleri Bakanlığı
Mülkiye
Başmüfettişliği
tarafından
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilen yazıda; adı geçen
Zabıta memurlarının 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun 137. ve 138. maddeleri uyarınca görevlerinden uzaklaştırıldıkları belirtilmiştir. Bu karar söz
konusu Zabıta personeline tebliğ edilmiş ve görevden
uzaklaştırılmaları sağlanmıştır. Araştırma ve ön incelemeyi sürdüren Mülkiye Başmüfettişliği’nden daha
sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yeni bir yazı
gönderilmiş ve ilgili Zabıta personeli ile ilgili görevden
uzaklaştırma tedbirinin kaldırıldığı ifade edilmiştir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın yaptığı
işlem Başmüfettişlik kararlarının ilgililerine tebliğ
edilmesinden ibarettir...”denildi
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
MEB’de cadı avı!
Gezi direnişiyle hükümetin başlattığı cadı avı sürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı direnişe
katılan öğretmen ve öğrencilerin belirlenmesi için akılları zorlayan yöntemler deniyor.
Ankara’da direnişin olduğu semtlerdeki
okul müdürleri, milli eğitim müfettişleri
tarafından çağrıldı. Polis görüntüleri ve
fotoğraflar müdürlere gösterilerek, görüntülerdeki kişilerden hangilerinin kendi öğrencileri
olduğu belirlenmeye çalışılıyor. Cumhuriyet
gazetesinden Sinan Tartanoğlu’nun haberine göre; Gezi Direnişi’ne katıldığı iddiası ile
öğrenci ve öğretmenler hakkında başlatılan
incelemede bir sonuca ulaşılamaması nedeniyle il milli eğitim müffetişleri yeni bir yöntem
denemeye girişti. Direnişin Ankara’daki odak
noktalarından olan semtlerde seçilen okul
müdürleri, müfettişler tarafından çağrıldı;
Kızılay’da çekilmiş polis görüntüleri ve
fotoğraflarının müdürlere gösterildi, müdürlerden görüntülerdeki yüzlerin hangilerinin
kendi öğrencileri olduğunu belirlemeleri istendi. Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
İstanbul’daki Gezi Parkı protestolarına
Ankara’dan verilen destek eylemlerine katıldığı
belirlenen öğrenciler ve öğretmenler hakkında
inceleme başlatmıştı. İncelemede, öğrencilerin
hangi öğretmenlerle iletişim halinde olduğunu
belirlemek amacıyla müfettişler, öğrencilerden
kişisel Twitter hesaplarının şifrelerini istemişti.
Öğretmenlerin Facebook ve Twitter hesapları
da “veli şikâyeti” kapsamında incelemeye
alınmıştı.
Ancak edinilen bilgiye göre, bu “geniş
kapsamlı operasyondan” bir sonuç çıkmadı.
İncelemede, öğretmen ve öğrenciler hakkında
soruşturmaya dönüştürülecek kadar bilgi ve
belgeye ulaşılamadı. Sonuçsuzluk, yetkililerin
tepkisine yol açınca, il müfettişleri “operasyonu derinleştirdi.” Eğitim Sen’in verdiği bilgiye
göre, il milli eğitim müfettişleri, Ankara’daki
protestoların odağında olan ilçelerdeki bazı
liselerin müdürlerini çağırdı. Müdürlere “Sinevizyon gösterisi” yapan müfettişler, gösteride
Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Radyo TV ve
Foto Film Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından
Kızılay’da çekilmiş görüntü ve fotoğrafları
kullandı. Müdürlerden, fotoğraf ve görüntülerdeki şahısların yöneticisi olduğu okullda
eğitim gören bir öğrenci olup olmadığını tespit
etmeleri istendi.
Eğitim Sen, böyle bir soruşturma yöntemini
kabul etmeyen müdürlerin ise başka bir okula
sürülmekle tehdit edildiğini, bakanlığın Gezi
soruşturmasında mutlaka bir sonuca ulaşmak
için her türlü yöntemi zorladığını aktardı.
Mimarlar Odası’nda
‘böcek’ krizi
MİMARLAR Odası Ankara Şubesi yönetimi,
yönetim kurulu toplantılarının yapıldığı salonla
bulunan dinleme cihazıyla (böcek) ilgili olarak
savcılığa suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu dilekçesiyle birlikte bulunan cihaz ve ses
kayıtları da savcılığa teslim edildi. Şube Başkanı
Ali Hakkan ve Genel Sekreter Tezcan Karakuş,
dün suç duyurusunda bulunduktan sonra
basın toplantısı düzenledi. Hakkan, böceği
uzman kişilere analiz ettirdiklerini belirterek,
“Bu iş organize ve bilinçli bir ekip tarafından
yapılmıştır. Savcılığın araştırmalarından sonra
da ciddi sonuçlara ulaşılacağının inancındayız”
dedi. Karakuş ise cihazdaki ses kaydını
basın mensuplarına dinletti. Karakuş, cihazı
yerleştirenlerin kendi seslerinin de kayıtlarda
olduğunu belirterek, şunları söyledi:
“Teknik birimimizin analizinin ardından
4 saatlik bir kayıtta 6 kişinin sesini tespit ettik.
Şubemize basın toplantısı vesilesiyle girmişler
ve görüntülerimizi çektiklerine dair konuşmaları
da kayıtta yer alıyor. Hatta ‘Kameralar burada
çok fazla sakın bizim kamera olmasın’ diyorlar. Fotoğraflarımızı çektikleri ve bunları
Whatsapp (mobil cihazlar için mesajlaşma
uygulaması) aracılığıyla ulaşıp ulaşmadığını
birbirlerine soruyorlar. Konuşmalarda buraya
birkaç defa daha geldiklerini ancak cihazı
koyamadıklarını,
cihazın
yerleştirdikten
50 dakika sonra bulunduğunu tespit ettik.
Bunların bir tane olduğunu da düşünmüyoruz
çünkü konuşmaların bir kısmında ‘Malzemeyi
atıyorum. Hangisini atıyorsun, dinleme cihazını
mı?’ diye birbirlerine soruyorlar. Kayıtlarda
Saraçoğlu Mahallesi üzerinden oldukça büyük
bir eylem yapacaklar istihbaratını verip cihazı
nasıl yerleştirileceği konusunda ‘Cebine koy,
yapıştırıcıyı orada aç yoksa cebine yapışır. Telefonla konuşur gibi yap sandalyeye otur altına
yerleştir’ şeklinde talimat veriyor.”
MERHABA / hallo schweız
35
TÜRKİYE
Polise 400 bin biber gazı,
43 TOMA, 12 Akrep
12 milyon lirası örtülü ödenekten karşılanacak para ile Emniyet’e 400 bin biber
gazı ile 43 TOMA, ve 12 Akrep alınacak.
H
ükümet, polise yeni “destanlar yazdırmak”
için harekete geçti. Gezi Parkı protestolarının
ardından hükümet, emniyet teşkilatının
mühimmat ve teçhizatının yenilenmesi amacıyla 44
milyon liralık özel ödenek tahsis etti. Emniyet Genel
Müdürlüğü (EGM), iki ayrı kaynaktan tahsis edilen
özel ödenekle yeni TOMA, Shortland, zırhlı otobüs ve
biber gazı alımını planladı. Alımlarla ilgili ihale süreci
başlatıldı.
Milliyet gazetesinden Tolga Şardan’ın haberine
göre; İstanbul’da başlayan ve özellikle büyük kentlerde
yoğunlaşan Gezi Parkı protestolarında olaylara müdahale
araçları ile göstericilerin dağılmasında kullanılan biber
gazı stoklarında azalma görülen emniyet teşkilatının
söz konusu eksikliklerinin giderilmesi için hükümet
devreye girdi. 80 kentte yaşanan olaylar sonrasında
polisin gösterdiği harekat tarzını kutlayan Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Emniyet Genel
Müdürlüğü’ne “acil ihtiyaçların giderilmesi” kapsamında
44 milyon liralık ek ödenek gönderildi.
Ödeneğin 32 milyon liralık kısmı Kalkınma
Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan, 12 milyon liralık
kısmı ise Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden gönderildi.
Ödeneğin gelmesiyle birlikte EGM’de, özellikle sokak
olaylarına müdahale edilmesini sağlayacak teknik teçhizat ve mühimmat alımına karar verildi. Bu çerçevede;
EGM, ilk aşamada 43 TOMA, 12 Shortland (Akrep),
personel taşımak için zırhlı otobüs, kask, kalkan ve cop
alacak. Gezi Parkı olayları sonrasında Çevik Kuvvet’e
dağıtılan para taltiflerin de bu bütçeden karşılandığı
öğrenildi. Bu ihtiyaçlar, bütçeden gönderilen 32 milyon liralık ödenekten karşılanacak. Yapılan planlamada,
Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden yaklaşık 400 bin adet
biber gazı alınması öngörüldü.
Bu alımların dışında, Emniyet Günül Müdürlüğü’nün
kendi bütçe olanakları kapsamında 2013 için 60 TOMA
alımı yaptığı ve bu TOMA’ların Eylül’den itibaren ihtiyaç planlaması yapılan kentlere gönderileceği öğrenildi.
İstanbul ve Ankara’nın yanısıra Doğu ve Güneydoğu
kentlerine gönderileceği kaydedildi.
Bu arada, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün stoklarını
artırmak amacıyla alımını planladığı biber gazlarının
büyük bölümünü Güney Kore ve Brezilya’dan
gerçekleştireceği öğrenildi. Bu çerçevede, Gezi Parkı
olayları sırasında sivil toplum örgütlerinin Güney
Kore’nin Ankara’daki büyükelçiliğini elektronik posta
yağmuruna tuttuğu ortaya çıktı. Elektronik postalarla
Türkiye’ye biber gazı satılmasını protesto etmesi üzerine
Güney Kore’nin önce satışı yapmak istemediği ancak,
daha sonra yapılan görüşmelerin ardından biber gazı
alımının gerçekleştirildiği kaydedildi.
Komşuyu ihbarda ilk dava
Tencere tava çalan komşusundan şikayetçi
oldu, savcı anne ve iki çocuğu hakkında birer yıla
kadar hapis cezası istemiyle dava açtı.
İstanbul’da Hilal K. adlı vatandaş Gezi Parkı
eylemleri sırasında aynı apartmanda oturduğu
komşularının balkonda tencere-tava çalarak
gürültü yaptıkları gerekçesiyle şikâyetçi oldu.
Savcılık da tencere-tava çalan anne ve iki çocuğu
hakkında “kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak”
suçundan 3’er aydan birer yıla kadar hapis cezası
istemiyle dava açtı.
Beşiktaş Dikilitaş Mahallesi’nde oturan ev
hanımı Hilal K. 2 Haziran’da üst katta oturan
komşularının, Gezi Parkı nedeniyle tencere
tava çalarak kendisini rahatsız ettiği gerekçesi-
yle polise şikâyette bulundu. Habertürk’ün haberine göre; Hilal K., üst katta oturan Filiz D.
ile oğlu Onur A. ve kızı Tuğçe A.’nın sürekli
bağırarak, tencere tava çaldıklarını anlattığı
ifadesinde şu iddiaları sıraladı: “2 Haziran günü
saat 01.00 sıralarında sert cisimlerle tencere ve
tavalara vurarak, gürültü yapmaya devam ettiler.
Yatağımdan kalarak, balkona çıktım. ‘Neden
tencere tava çalıyorsunuz. Rahatsız ediyorsunuz’
diye bağırdım. ‘İçeri gir’ diyerek, yüzüme toprak
attılar. En son balkonuma sular aktığını gördüm.
Mutfağıma sular girdi. Balkonunu yıkayan Filiz
A.’yı uyarınca hakaret etti. Sonra kızı ‘Sen nasıl
anneme hayvan dersin, bağırırsın’ diyerek hakaret ve tehditte bulundu. Polisi aradım.”
Palalı saldırgan bir kez
daha biletini iptal ettirdi
Gezİ Parkı olaylarında kalabalığa pala ile saldırdıktan sonra Fas’a kaçan Sabri Ç., 13 Ağustos’ta
Türkiye’ye gelmek için aldığı bileti iptal etti. Gezi Parkı olaylarında kalabalığa pala ile saldırması
sonrası büyük tepki çeken ve hakkında tutuklama kararı çıkmadan bir gün önce eşi Daoui Hanae ve
çocuğu Havin Nilda’yı da yanına alarak Fas’a kaçan Sabri Ç., THY ile ortak uçuş düzenleyen Royal
Air Maroc’un uçağı ile Türkiye’ye gelmek için aldığı bileti son dakikada iptal etti.
Meğer yakalama kararı kalkmış
Fas’a kaçan palalı saldırgan hakkında
mahkeme yakalama kararını kaldırdı. Gezi
protestocularına pala ile saldırdığı ve 3 kişiyi
yaraladığı için hakkında 27 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Sabri Çelebi hakkındaki
yakalama kararı 5 Ağustos’ta kaldırıldı.
Hürriyet’ten Özge Eğrikar’ın haberine göre;
Kaçma şüphesi yok diye serbest bırakılan
Sabri Çelebi, 10 Temmuz’da Fas’a gitmiş, 11
Temmuz’da savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verilmişti. Bu sırada Sabri Çelebi
hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
hazırladığı iddianame İstanbul 53’üncü Asliye
Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme 5
Ağustos’ta taraflar olmadan gördüğü tensip
duruşmasında, Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararını kaldırdı. Avukatı Turan Öner, Sabri
Çelebi’nin tehdit edildiği için dönmediğini belirterek, “Bu nedenle telefonu kapalı. Şikâyetçi
olmak için delil topluyoruz” dedi.
Palalı dönmedi, eşi ve çocuğu Türkiye’ye geldi
İstanbul Talimhane’de Gezi Parkı olayları
sırasında göstericilere pala ile saldırdığı gerekçesiyle hakkında 27 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan ve şuan Fas’ta bulunan Sabri
Çelebi’nin eşi ve çocuğu İstanbul’a döndü. Sabri
Çelebi’nin eşi ve çocuğu Türk Hava Yolları’na
ait bir uçakla Fas’ın Kazablanka kentinden
İstanbul’a geldiği öğrenildi.
36
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
Türkiye, OECD’nin hazırladığı
yaşam kalitesi endeksinde
34 ülke arasında sonuncu
oldu. Türkiye’de insanlar
OECD ortalamasından yılda
101 saat fazla çalışırken;
kişi başına yıllık gelir
ortalamanın yarısı bile
etmiyor.
TRT önünde hamile protestosu
TRT’de iftar vakti yayınlanan bir programda,
hamile kadınların dışarıda gezmemesi yönündeki
açıklamaları nedeniyle tepki çeken Ömer Tuğrul
İnançer, bir grup Halkevci Kadınlar üyesi tarafından
Tepebaşı’ndaki TRT binası önünde protesto edildi.
İnançer’in özür dilemesi istendi.
Beyoğlu Tepebaşı’nda bulunan TRT binası
önünde saat 13.00’da toplanan Halkevci Kadınlar
üyesi 20 kadın, “Sokakları meydanları terk etmiyoruz. Ömer Tuğrul İnançer özür dile!”, “Seni getiren
leylek bile pişman” yazılı pankart ve dövizler açtı.
“AKP elini bedenimden çek”, “AKP’den hesabı
kadınlar soracak” şeklinde sloganlar atan grup adına
açıklamayı okuyan Hande Yanar, “AKP iktidarı
gerici muhafazakar düzenini kalıcı ve yaygın hale
getirirken kadın düşmanlığını ana eksen haline getiriyor. Hal böyle olunca iktidarın kanalı da kadın,
hamilelik konularında ağzından gerici ve akıl dışı sözler dökülen avukat Ömer Tuğrul İnançer’in engin
görüşlerinden yaralanmak üzere programa çıkararak
kadın düşmanlığına kendi cephesinden katkı koyuyor” dedi.
Yanar, “İnançer haddini bilmeli, ekrana bir kez
daha çıkmadan önce bin kez düşünmeli, söylediği
sözlerden ötürü özür dilemeli, kadınların isyanını
ciddi bir mesele olarak önüne koymalıdır. TRT’de
İnançer’in açıklamalarını sahiplenmediğini iddia
ediyorsa, bir an önce İnançer’in hık deyicisi sunucusunun işine son vermelidir” diye konuştu.
Hamileler sokağa çıkmasın tartışmasını
değerlendiren AK Parti İstanbul il Kadın Kolları
Başkanı Avukat Özlem Zengin Topal, “Bebek
bekleyen anneler konusunda en doğal hakkı. Tabiki
soğa çıkabilirler en doğal hakkı. Bu cümleyi söylüyor olmak bile aslında rahatsız edici. Ama sanırım
tartışma dışarı çıkan kadının kıyafeti, hali tavrı bununla alakalı bir söz söylemeden çıkıyor. Ona da zaman zaman ben de etrafa baktığım zaman şaşırdığım
acaba böyle mi olmalı dediğim anlar oluyor. Bence
her iki tarafa da hak vermek gerekiyor. Giyen tabiki
istediği gibi giyinebilir. Bu böyle olmalı diyen insan
da çok yoğun bir saldıra maruz kalmamalı. İkisinin
bir dengesi olması lazım. Bebek bekleyen anneler
tabiki istediği gibi hareket edebilir. Bununla ilgili
daraltıcı bir alanı ve ifadeyi doğru bulmuyorum.
Eleştiri kısmınında da açık bir pencere bırakmak
lazım” diye konuştu.
Devlet verdiği tazminatı
geri istiyor
Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonda dozer
kepçesinin müdahalesiyle kolu kopan Veli Saçılık,
devlete karşı açtığı tazminat davasını kaybetti
B
urdur E tipi Cezaevî’nde hükümlü olarak
bulunduğu 5 Temmuz 2000’de mahkûmlara
yönelik operasyon sırasında kepçe ve dozerlerle
cezaevi duvarlarının yıkılması sırasında sağ kolunu kaybeden Veli Saçılık, devlete karşı açtığı tazminat davasını
kaybetti. Kararda Saçılık’a tazminat ödenmemesine karar verildi. Milliyet gazetesinin haberine göre; Burdur
Cezaevi’ne yönelik müdahale sırasında duvarı yıkmaya
çalışan dozer kepçesinin darbesiyle kolu kopan, kopan
kolu saatler sonra bir köpeğin ağzında bulunan Veli
Saçılık, devlete karşı açtığı tazminat davasını kaybetti.
Danıştay açtığı ilk davada haklı bulunan ve 150
bin TL tazminat ödenen Saçılık’ın isyana aktif olarak
katıldığı sırada dozer kepçesinin darbesiyle kolunu kaybettiğine ve bu durumun kendi kusurundan
kaynaklandığına hükmetti.
C
TÜRKİYE
37
Türkiye yaşam
kalitesinde sonuncu
umhuriyet gazetesinde yer alan habere göre,
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün
(OECD) konut, gelir, iş imkânları, toplum,
eğitim, çevre, şeffaflık, sağlık, hayat memnuniyeti, güvenlik ve iş-özel hayat dengesi gibi göstergeleri dikkate alarak
oluşturduğu Kaliteli Yaşam Endeksi’nde Türkiye son
sırada yer aldı.
Endeksin hazırlanmasında kullanılan 11 kriterin
tamamı göz önüne alındığında Türkiye Brezilya, Şili ve
Meksika’nın ardından sonuncu olurken listenin en üst
sırasında ise Avustralya yer aldı. OECD, Türkiye’nin son
20 yılda vatandaşlarının yaşam kalitelerini yükseltmek için
oldukça dikkat çeken bir çaba sarf ettiğine dikkat çekerken
birçok başlıkta diğer ülkelerin gerisinde kaldığını belirtti.
Endekse göre; - Türkiye’de kişi başına yıllık gelir 10 bin
504 dolar ile OECD ortalaması olan 23 bin 47 doların
yarısı bile etmiyor.
- Türkiye’de çalışabilir yaştaki (15-64) nüfusun yalnızca
yüzde 48’i meslek sahibi. OECD ortalaması ise yüzde 66.
- Türkiye’de insanlar OECD ortalaması olan yıllık
1776 saatten daha fazla, yıllık 1877 saat çalışıyor.
- İşçilerin yüzde 46’sı çok uzun saatler çalışırken bu
oran OECD ortalamasında yüzde 9.
- Eğitimde de durum pek parlak değil. Üniversite
mezunu olanların oranı yüzde 31, OECD ortalaması ise
yüzde 74.
- Türkiye’de yaşam süresi ortalama 75 yıl, OECD’de
ise 80.
- Türkiye’de yaşları 15 ile 64 arasında olan kişilerin
yüzde 48’inin paralı bir işi var. OECD ortalaması yüzde
66.
OECD: Euro Bölgesi’nde işsizlik tansiyonu artırıyor
Redhack’ten Gökçek’e fışkiye cevabı
İSYANA KATILMIŞTI GEREKÇESİ
Olay sırasında cezaevinde bulunmasına neden olan
ceza davasından beraat eden, cezaevi isyanı davasında,
yargılama lehine seyrederken dosyanın zamanaşımına
girmesi sonucu hakkında karar verilemeyen, bu
süreçte İçişleri Bakanlığı bünyesinde memur olarak da
çalışmaya başlayan Saçılık’ın “haksız” bulunmasına dozer operatörü ile cezaevindeki bir hükümlünün “isyana
katılmıştı” beyanları gerekçe gösterildi.
Ancak kararda atıf yapılan hükümlünün sonraki
ifadelerinde kendisinin işkence gördüğünü belirterek
Saçılık’tan hiç söz etmediği, dozer operatörünün de
sanığı olduğu davadaki savunmasının dikkate alındığı
ortaya çıktı. Diğer cezaevi operasyonlarına da emsal
olacak davada dozer operatörünün beraat etmesi, kopan
kola bedel ödenmemesine gerekçe gösterildi.
Danıştay 10. Daire’nin kararında 5 Temmuz
2000’deki olayın duruşmaya çıkmak istemeyen mahkumlara yönelik operasyon düzenlendiği sırada
gerçekleştiği, İtfaiye Müdürlüğü’nde görevli Dursun
Akın’ın “bayanlar koğuşundaki direnişçileri yakalamak
için iş makinesi ile açılan delikten bir kişi elinde bu-
MERHABA / hallo schweız
lunan tuğlayı benim aracın camına savurmak için sağ
kolunu çıkarmıştı ki kepçenin ani hareketi olduğunda
dışarıya uzanan kol duvar ile kepçenin sağı arasına
sıkıştı” şeklinde ifade verdiği kaydedildi.
ZAFER İŞARETİ YAPTI
Kararda, terör hükümlüsü Yılmaz Babatümgöz’ün
de “Bu arada Veli Saçılık elinde bulunan tuğlayı attı,
zafer işareti yaptı, o anda kepçe ters istikamette harekete
geçti. Zafer işareti yapan koluna çarptı” dediği belirtildi.
Saçılık’ın direnişi aktif olarak sürdürdüğü sırada
yaralandığının savunulduğu kararda, iş makinesi oper-
atörünün de beraat ettiği, güvenlik güçleri hakkındaki
kovuşturmanın takipsizlikle sonuçlandığı kaydedildi.
Kararda, “Davacının uğradığı zararın kendi kişisel
kusurundan kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır”
denildi. Böylece temyiz itirazı reddedildi ve karar
kesinleşti. Saçılık’ın karar düzeltme talebinde bulunma ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yolları
bulunuyor. Ancak karar değişmezse, Saçılık, aldığı ve
büyük bölümünü tedavide kullandığı tazminatı faiziyle
geri ödemek zorunda kalacak. Faiziyle 300 bin lirayı
bulacağı belirtilen tazminatı Saçılık geri ödeyemezse,
icralarla karşı karşıya kalacak.
Redhack Sözcüsü dün akşam katıldığı canlı
yayında ‘bayramlık ağzını’ açtı ve gündeme
ilişkin sert açıklamalarda bulundu.
Kızıl Hackerlar dün akşam Halk TV’deki
canlı yayına Skype bağlantısı ile katıldı.
Grup adına açıklamalar yapan Redhack
Sözcüsü, gündeme ilişkin sert açıklamalarda
bulunurken, Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek’e de “Yıllarca bir metro
yapama, bahçelerle Ankara halkının gözünü
boya. Otur ağla fışkiyemi kim kırdı diye.” diyerek
yüklendi. Şirin Baba, “Sosyal medya yasaklanacaksa o kifayetsiz belediye başkanından
başlayabilirler. diyerek de Gökçek’e göndermede bulundu.
Redhack sözcüsü, Jandarma istihbarat belgelerini kendilerine sızdırmakla tutuklanan
Jandarma Çavuş Utku Kalı’nın kendileriyle
ilgisi olmadığını belirtti. “Reyhanlı belgelerini Utku Kali sızdırmadı, sızdırmıs olsaydı bile
bu vatansever, onurlu bir davranış olurdu” diyen Redhack sözcüsü, “Utku Kalı’nın bizimle
alakası yoktur, olsaydı o gözaltındayken ona
neler olduğunu nereden biliyorduk?” diye
konuştu.
RedHack’ten yapılan açıklamada ayrıca
Ergenekon davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Tuncay Özkan’a verilen cezanın haksız bulunduğu belirtilerek,
“Tuncay Özkan F tiplerine kral dairesi demesine rağmen, bize karşı yazmasına rağmen
ona haksızlığa göz yumamayız” ifadelerine
kullanıldı.
EKONOMİK
İşbirliği
ve
Kalkınma
Örgütü’nün(OECD) son yayımladığı raporda, Euro
bölgesinde işsizliğin ilerleyen dönemlerde de devam
edeceğini açıkladı. Raporda Türkiye’ye dair ibareler de
yer alıyor. OECD yayımladığı yıllık istihdam raporunda, ileri yaşlardak birçok işçinin de malî baskılarla
yüzleşmek zorunda kaldığını ve erken emeklilik
hakkından yararlanamadığını vurguladı. Bununla
birlikte vasıfsız işçilerin bütün ülkelerde iş bulmakta
zorlandığı ifade edildi.
Euro Bölgesi ülkelerinde ortalama işsizlik oranınının
2014 sonlarına doğru %12,3’ü bulacağı, Almanya’da
%5 altına düşerken Yunanistan ve İspanya’da %28’e
ulaşacağı belirtildi. Aynı dönemde Fransa’da bu oranın
%11, İtalya’da ise %12,5 olması öngörülüyor. Euro
Bölgesi’nde işsizlik oranı %12,2, OECD ülkeleri
ortalaması ise %8,2 olarak kaydedildi. Raporda, “OECD
genelinde toplam 48 milyon kişi işsiz; bu rakam, krizin
başladığı tarihten bu yana 16 milyon artışı ifade ediyor,”
denildi. İş ve gelir kaybına uğrayan kesimler daha çok
vasıfsız işçiler ve dar gelirli aileler oldu.
Raporda, yüksek işsizlik oranının birçok ülkede sosyal doku üzerinde baskı oluşturduğu vurgulandı.
OECD rakamlarına göre 2012 yılı itibariyle
Türkiye’de işsizlik oranı %9,4 olarak gerçekleşti. Bir
önceki yıl bu oran %10 olmuştu. Gençler arasındaki
işsizlik oranı %17,5. Türkiye’nin Gayri Safi Yurt İçi
Hasılası’ndaki gerçek artış oranı ise 2011’de %8,8 iken
2012’de %2,2’ye düştü. Bu durum istihdam artışına da
yansıdı. Önceki yıl %6,6 oranında olan istihdam artışı
2012’de %2,9’da kaldı.
38
TÜRKİYE
MERHABA / hallo schweız
İngiliz basınından Ergenekon
değerlendirmesi
Ergenekon davası kararları İngiliz gazetelerinin dış haberler sayfalarında öne çıkıyor.
“Karar içime sinmiyor”
“Ergenekon olarak bilinen davanın iddianamesini kabul eden ve o davanın görüldüğü
dönemde 3 yıl mahkeme başkanlığı yapan Köksal
Şengün, SÖZCÜ’ye konuştu: Dosyanın içeriğini
çok iyi bilen birisi olarak bu karar içime sinmiyor.
“Ergenekon” olarak bilinen dava İstanbul 13.
Ağır ceza Mahkemesi’nde başlamıştı. Köksal
Şengün, 12 yıldır o mahkemenin başkanlığını
yapıyordu. Belli bir kıdemini dolduran her hakim
gibi Yargıtay Üyeliğine aday olması hakkıydı.
HSYK; bazı görüşmeleri gerekçe gösterip Köksal
Şengün’ü mahkeme başkanlığından alıp Bolu’ya
düz hakim olarak verdi.
Türkiye’nin gözünü çevirdiği “Ergenekon
Davası”nın 3. yılında Mahkeme Başkanı Köksal
Şengün’ün görevden alınması büyük şaşkınlık
yaratmıştı. Bir çok kararda özellikle heyetle görüş
ayrılığı yaşaması nedeniyle görevden alındığı
yargı çevrelerinin dilindeydi.
Davanın onbinlerce belgesi başkanlığı döneminden Köksal Şengün’ün elinden geçmiş,
iddianameyi o kabul etmişti. Ancak davayı
“Ben 25 yıl
DGM’lerde,
özel yetkili
mahkemelerde çalıştım.
Yıllarca davalara baktım.
Bugüne kadar bu kadar
tartışması
olan başka
bir davaya
şahit
olmadım.”
sonuçlandırmak ona kısmet olmadı. Kendisiyle dün mahkeme kararını telefonla konuştum.
“Objektif de konuşsam ‘atıldı o yüzden böyle
konuşuyor’ diye düşünenler olacaktır” diyor. “Yorum yapmaktan korktuğum sakın aklınıza gelmesin. Çünkü, meslek hayatımda korkunun yeri
yoktur” diye ekliyor.
O konuşmak istemiyor ama ben de devamlı
soruyorum. “Dava dosyasının içeriğini en iyi bilen
isimlerden birisi olarak verilen cezalar içinize sindi mi?” diyorum. Şu cevabı veriyor:
“Genelkurmay Başkanını düşünün, yıllarca bu
ülkede ordu komutanlığı yapmış, Genelkurmay
2. Başkanlığı görevinde bulunmuş, sonra Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmiş, üstelik aynı
başbakanla yıllarca birlikte çalışmış ve sonunda
siz onu örgüt lideri diye yargılıyorsunuz. Genelkurmay Başkanına örgüt lideri gibi ceza verilmesi
hesaba uymuyor. Bunu kimseye izah edemeyiz.
Çok sivri bir örnek olduğu için Genelkurmay
Başkanını söyledim. Yoksa çok sayıda isim aynı
durumda.
Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı
Times gazetesi haberi “Erdoğan’ın düşmanları
cezalandırıldı” başlığıyla veriyor. Gazete “İslamî eğilimli Türk
hükümetinin ülkenin laik tabakasını tasfiye etme girişimi olarak
görülen davada onlarca siyasetçi, emekli asker ve gazeteci hapis
cezası aldı” diyor.
Ağır cezalar
Independent gazetesi, dün Silivri’de güvenlik güçlerinin
protestoculara tazyikli suyla müdahale ettiğini gösteren bir
fotoğraf eşliğinde “Eski ordu komutanına ömür boyu hapis”
başlığıyla duyuruyor haberi.
Vela, dava sırasında savcıların, Ergenekon örgütünün Recep
Tayyip Erdoğan’a ve azınlık liderlerine suikast planları yaptığını
ve camileri bombalamayı planladığını söylediğini yazıyor.
Ordu üzerinde sivil kontrolü sağlama çabasının Türk
hükümetinin Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde önemli bir paya
sahip olduğunu belirten Independent yazarı, Erdoğan yönetiminin aldığı kararları ve yaşamları üzerindeki baskıyı protesto
eden binlerce kişinin Haziran ayında eylemler düzenlediklerini
hatırlatıyor.
Hükümet orduyla ödeşiyor
Guardian gazetesi, Ergenekon davasından çıkan sonucu
Orta Doğu Editörü Ian Black’in bir yazısıyla değerlendiriyor.
Black yazısında, mahkemenin verdiği ağır cezaların
Türkiye’de öfkeli bir ayrışmayı alevlendirdiğini yazıyor.
Türkiye’nin, Haziran ayında Gazi olaylarıyla başlayan toplu
protestoların etkisini hâlâ hissettiğini vurgulayan Ian Black,
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’tan Türkiye uzmanı Fadi Hakura’nın görüşlerini de aktarıyor.
Hakura’ya göre, mahkemenin verdiği ağır hapis cezaları,
sivil hükümetin ordu üzerinde kurduğu hâkimiyeti gösteren
bir işaret. Guardian editörü Black, davanın kimileri tarafından
‘!derin devletle’ hesaplaşma, kimileri tarafından da Erdoğan’ın
başlattığı bir cadı avı olarak görüldüğünü belirtiyor ve yazısını
şöyle sürdürüyor:
“Ergenekon davası çok hassas bir noktaya dokundu. Türkiye
1960 ve 1980 yılları arasında üç askerî darbe yaşadı. 1997’de,
AKP’nin öncüsü olan ılımlı İslamcı hükümet görevden
ayrılmaya zorlandı. Kemal Atatürk’ün kurduğu modern laik
cumhuriyetin koruyucusu olan ordu ve AKP arasındaki ilişkiler
hep gergin oldu.
Ian Black yazısını Fadi Hakura’nın şu görüşleriyle noktalıyor:
“Çıkan karar, sivil hükümetin ordu üzerinde egemenlik ve
etki tesis ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak dava beş yıldır
devam ediyor ve artık halk üzerinde çok fazla bir ilgi ve heyecan yaratmıyor. Bu yüzden fazla bir etki yaratmayacaktır. Ancak
verilen ağır cezalar, hükümetin ordu yapılanmasıyla ödeştiği
izlenimi veriyor.”
Merhaba Impressum: Herausgeber: Verein Hallo Schweiz
Geschäftsleiter-Verantwortlicher Koordinator: Mazlum KILINÇ ** Chefredaktor/Yazıişleri Md.: Gökhan Pahlı
Redaktion: Metin Ağbuga, Jürg Meyer,
M.Kılınç, Gökhan Pahlı
(Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.)
BÖLGE TEMSİLCİLERİ:
Basel – Baselland : Gülşen Kılınç (076 797 44 22),
Zürih ve Çevresi: Metin Ağbuga (076 418 99 99)
Schafhausen-Winterthur: İmam Bozacı (079 465 44 05)
Solothurn ve Çevresi: Engin Vurucu (076 797 33 88)
Bern ve Çevresi: Veysel Geçgel (032 926 13 65),
La Chaux de- Fonds ve Çevresi: Hasan Vurucu
(076 797 44 11)
Erscheinungsweise:
11 x Jährläch
Geht an alle
Verein Schweiz Merhaba
Mitglieder
Baskı/Druck: AZ PRINT Mittelland Zeitungsdruck AG
Layout/Grafik: Gökhan Pahlı
Übersetzung/Çeviriler: Anja Neptun
Dağıtım: Post - Preis: Fr. 3.- Abo-Preis: Fr. 30.- (Jährlich)
İletişim Adresi: Hallo Schweiz-Merhaba
Hompage: Adil Bülbül
Inseraten / Reklam (Türkçe):
Postfach 597, CH-4005 Basel
Merhaba Reklam
Ajansı
079 705 62 75 – 076 797 44 33
079 705 62 75
076 797 44 33
Postkonto:: 60-498611-8
Hompage: www.e-merhaba.com
e-Posta: [email protected]
Gezici
Araştırma
Şirketi’nin
ağustos ayı
anketi, AKP’yi
şoke edecek sonuçlar
yansıttı
Bu anketler Başbakan’ı
gerçekten ağlatacak!..
Anket, Başbakan Erdoğan’ın ısrarla “Oyumuz yüzde 50”nin üzerinde. Yaptırdığımız son kamuoyu yoklamasında oy oranımız
yüzde 51 çıktı” şeklindeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor. Gezici’nin araştırmasına göre, AKP’nin gerçek
oyu, yandaş şirketlere yaptırılan anketlerle halkın beynine yerleştirilmek istenilen oranın 10 puan altında. Yani yüzde 41.2…
İŞTE “Milletvekili Genel Seçimleri bugün yapılsa hangi
partiye oy verirsiniz?” sorusuna halkın cevabı:
Tabloya bakıldığında AKP’nin oylarının bir
bölümünün MHP ve CHP’ye kaydığı, BDP’nin
genel seçimlerde baraj sorunu yaşamayacağı görülüyor.
AKP’nin oy kayıplarının İç Anadolu, Akdeniz ve Marmara bölgelerinde daha fazla olduğu gözleniyor. Batı
Karadeniz bölgesinde de ciddi oy kaymaları var. AKP’yi
hayal kırıklığına uğratacak asıl rakamlar, yerel seçimlerle
ilgili… Zira “Bu hafta bir yerel seçim yapılsa yani bu pazar
sandığa gitseniz, oyunuzu kime, hangi partiye verirsiniz?”
sorusuna “AKP’ye veririm” diyenlerin oranı yüzde 34’e
kadar düşmüş durumda. Bu rakam da -böyle giderseAKP’nin yerel seçimlerde büyük yenilgiye uğrayacağını
gösteriyor.
Araştırma sonuçlarına göre yerel seçimlerde AKP’nin
Akdeniz Bölgesi’nde büyükşehir belediyesi kazanması
mümkün görünmüyor.
Buna karşılık CHP’nin Marmara ve Batı Karadeniz
oylarında ciddi artışlar olduğu dikkat çekiyor. MHP ise
İç Anadolu ile Doğu Akdeniz’de oy oranlarını artırıyor.
AKP kimlerden oy kaybediyor diye bakıldığında 8-27
yaş arası gençlerin büyük bölümünün MHP’ye kaydığı
görülüyor.
Anketteki önemli tespitlerden biri de AKP’ye oy
veren kadınların yüzde 9’unun “Bir daha bu partiye oy
vermeyeceğim” diyerek diğer partilere gidiyor olmaları…
AKP’den kopan kadın oylarının büyük kısmını CHP
alıyor. Kopan kadın oylarının geçiş sebebi sorulduğunda
ise “Öncelikle yaşam tarzıma müdahale” cevabı alınıyor.
Erkekler de ekonomik koşulların kötüleşmesi (vatandaş
geçinemiyorum demekte) nedeniyle oy vermeyeceğini
söylüyor. Diğer kopuş sebepleri ise Suriye-Türkiye
gerginliği, PKK ve İmralı ile yapılan görüşmelerden duyulan rahatsızlıklar.
Ankette “AKP Hükümeti’nin giderek daha
otoriterleştiğini/baskıcı
olduğunu
mu,
yoksa
demokratikleştiğini mi düşünüyorsunuz?” sorusu da
yöneltilmiş. İşte bu soruya verilen cevaplar:
“Evet otoriterleştiğini düşünüyorum” diyenlerin oranı
yüzde 64,5’i buluyor. “Hayır, demokratikleşiyor” diyenlerin oranı ise yüzde 35.5’te kalıyor.
Bu soruya verilen cevaplarda en dikkat çekici husus, AKP’ye oy veren seçmenin yüzde 23.5’inin de partisinin otoriterleştiğini kabul etmesi! Gezici Araştırma
Şirketi, ağustos ayı anketinde deneklere “Sizce Türkiye’de
hükümet tarafından medyaya planlı bir baskı uygulanıyor
mu?” sorusu da yöneltilmiş. Bu soruya halkın yüzde 62.6’sı
“Evet, Türkiye’de hükümet tarafından medyaya planlı bir
baskı uygulanıyor” cevabını vermiş. “Hayır” diyenlerin
oranı ise yüzde 24.9’da kalmış. “Cevap yok, fikrim yok”
diyenlerin oranı ise yüzde 12.5…
Anketteki ilginç sorulardan biri de “Hükümetin son
dönemde Batı’ya sırtını döndüğü ve Ortadoğu ülkelerine yakınlaştığı yönünde eleştiriler var. Siz bu eleştirilere
katılıyor musunuz? Sizce Türkiye Batı’ya sırtını döndü
mü?”
Soruya verilen cevaplar da ilginç:
Halkın yüzde 63.1’i, Başbakan Erdoğan’ın sırtını
Batı’ya döndüğü görüşünde. “Hayır, dönmedi” diyenlerin
oranı ise yüzde 36.9…
Ankette “Sizce Ergenekon dava sürecinde
herşey hukuka uygunluk içinde işledi mi?” sorusu da
unutulmamış. Cevaplar yine ilginç:
“Evet işledi” diyenlerin oranı yüzde 46.2’de kalırken,
“Hayır, işlemedi” diyenler, yüzde 53.8’lik bir toplum
kesimini oluşturmuş. Bu sonucun en önemli yanı, yargıya
duyulan güven konusunda toplumda derin bir bölünmenin oluştuğunu göstermesi.
Bir başka dikkat çekici veri ise üniversite mezunlarının
yüzde 58.7’sinin “Davada süreç, hukuka uygun işlemedi”
görüşünde olması…
Anketin en çarpıcı sorularından biri ise “Ergenekon
davası kapsamında müebbet hapis cezasına çarptırılan
Genelkurmay eski Başkanı Org. İlker Başbuğ’un ceza
almasını nasıl yorumluyorsunuz?” sorusu…
Bu soruya halkın yüzde 67.8’i, “Kararı yanlış buluyorum” cevabını vermiş.
SORU: “Başbakan Tayyip Erdoğan’a ‘sert ve tek
adam’lık eleştirileri yapılıyor. Siz aşağıdaki görüşlerden
hangisine katılıyorsunuz?”
Ankete göre AKP seçmeninin yüzde 45.6’sı,
Başbakan’ı daha hoşgörülü ve uzlaşmacı bir çizgide
görmeyi istiyor.
SORU: “İçkiye getirilen kısıtlama sizce alkollü
içeceklerle mücadele mi yoksa halkın yaşam biçimine
müdahale midir?”
Ankete göre Türkiye’de vatandaşların yüzde 33.4’ü
alkollü içki tüketiyor. AKP’lilerin ise yüzde 26’sı alkollü
içki kullanıyor.
SORU: “Türkiye’nin Suriye konusundaki dış
politikasını ve uygulamalarını doğru buluyor musunuz?”
Bu soruya verilen cevaplardan çıkan çarpıcı sonuç ise
AKP seçmeninin yüzde 38.6 gibi önemli bir bölümünün,
partisinin Suriye politikasını olumsuz buluyor olması…
SORU: “MİT’in, Abdullah Öcalan ile PKK konusunda görüşmesini onaylıyor musunuz?”
AKP seçmeninin yüzde 48,6’sı “Hayır” diyor. Bu
arada BDP seçmeninin yüzde 8’inin de “Hayır” cevabını
verdiği dikkat çekiyor.
SORU: “Hükümetin sergilediği yaklaşımlarla ‘Kürt
Sorunu’nu çözebileceğine inanıyor musunuz?”
AKP seçmeninin yüzde 29.6’sı soruya “Hayır”
cevabını veriyor. BDP seçmeninin cevabı ise çok daha
çarpıcı: Yüzde 74 oranında “Hayır!”
SORU: “Türkiye’nin bölünmesiyle ilgili bir endişeniz
var mı?”
Araştırma Merkezi Başkanı Murat Gezici’ye göre
halkın genelinde bölünme endişesi bulunuyor. Toplumun
yüzde 68.1’i, bu korkuyu yaşıyor. 2 ay önceki oran yüzde
64 iken şimdi yüzde 68.1’i bulmuş durumda. Murat
Gezici, bu endişenin yerel seçimlerde AKP’ye büyük oy
kayıpları yaşatabileceği görüşünde. Zira AKP seçmeninin
yüzde 34’ü Türkiye’nin bölünmesinden korkuyor.
SORU: PKK’nın silah bırakarak sınır dışına
çıkacağına inanıyor musunuz?
AKP’ye oy verenlerin yüzde 49’u, BDP ye oy verenlerin yüzde 75’i PKK’nın silah bırakacağına inanmıyor.
SORU: “Türkiye başkanlık sistemine geçmeli midir?”
AKP seçmeninin yüzde 73’ü, BDP seçmeninin yüzde
65’i, CHP seçmeninin yüzde 82’si ve MHP seçmeninin
yüzde 92’si başkanlık sistemine karşı.
SORU: “Türkiye başkanlık sistemine geçtiği takdirde bu sistem tek adamlığa ve otoriter yönetime
(diktatörlüğe) fırsat verir mi?”
AKP seçmeninin yüzde 73’ü başkanlık sisteminin
otoriter yönetime dönüşeceği görüşünde.
Download