abd ve siyonizm`in birlikte müslümanlar üzerinde

advertisement
1
9
ABD VE SİYONİZM’İN BİRLİKTE MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDE
SERGİLEDİKLERİ ENTRİKALAR..!
Birçok dünya devleti için, dünya jandarması ABD’yi yok farz ederek bağımsız bir dış politika belirlemek
ancak bedel ödemek şartıyla mümkündür. On yıl arayla iki körfez savaşı ve nihayet 25 milyon mazlum
Müslüman’ın yaşadığı ırak, silah ve asker gücü ile işgal edildi. Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer komşu
devletlerden susmaları istenmektedir. Başta Türkiye olmak üzere tayin edilen sivil ve militer otoriteler ABD ve
Siyonist İsrail’in verdiği talimatlara aynen uymaktadırlar. Türkiye’de tecrübeyle yaşandığı gibi, ABD’ye gidip gelen
generaller ihtilal yapar. Yine ABD’ye giderek onların emirlerine uyacağına söz verenler Başbakan ve Bakan
olmuşlardır. Onlarca yıl, Türkiye’de de ABD’ye bağımlı, sadece yirmi üç Nisan paşaları ve yirmi üç Nisan
başbakanları vardır. Milletin arzu ve istekleri değil, ABD ve İsrail’in emirleri yerine getirilir. ABD ve İsrail yok
farzedilerek dünya siyaseti içinde söz sahibi olmak, hatta var olmak mümkün değildir. ABD askeri Arap, Kürt,
Türkmen ayırımı yapmadan yeter ki, namlunun ucundaki Müslüman olsun ve binlerce masum Müslüman’ı şehit
etmiştir.
Bugün Irak ve Afganistan’ın işgal edilmesiyle eşzamanı olarak başlatılan “Dinler Arası Diyalog”,
“Medeniyetler İttifakı”, dinler bahçesinden ılımlı İslam’a uzanan haçlı entrikası, meğer asırlar önce misyonerler
tarafından sahnelenmiştir. Hala bu zilletin taraftarları ülkemizde bunu savunmaktadırlar. Oysa Yahudilik ve
Hıristiyanlık hak din olma özelliğini kaybetmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar kendi arzu istek ve taleplerini içeren
sonradan yazdıkları Tevrat ve İncillere inanmaktadırlar. Bu nedenle Müslüman olarak biz bugün var olan Tevrat
ve İncilleri ilahi kelam olarak kabul edemeyiz. Dolayısıyla Yahudilik ve Hıristiyanlık inanç sistemi de ilahi özelliğini
kaybettiğinde, tek ve yegane ilahi din sadece ve ancak İslam’dır. Bundan dolayı diğer batıl dinlerle İslam’ın
diyalog içinde olması mümkün değil, asla doğru da değildir.
11 Eylül 2001 de Newyork ticaret merkezlerinde iki binanın kontrollü yıkılmasıyla dünyadaki bütün
Müslümanları potansiyel terörist olarak takdim edildi. Bu görsel senaryo Mossad ve Cia’nın eseriydi. O gün
ticaret merkezinde çalışan binlerce Yahudi işe gelmediği bugün artık bilinmektedir. Bu olay Usame Bin Ladin’e
fatura edildi. Bu alçaklık konusunda da saf saf öncelikle Müslümanlar inandırıldı. Düşünebiliyor musunuz ki,
Usame bin Ladin gücü koca ABD sahasına uçaklarla girecek ve en büyük şehri olan Newyork’un merkezinde
bulunan dev binaları ince bir hesap ile yerle bir edecektir. Daha sonra bir diğer uçak ile de askeri karargahını
bombalayacaktır. Buna hala saf saf inanan insanlar var. Eğer bu doğru ise dünyada iki güç vardır, kabul etmeliyiz.
Bunlar ABD ve UBL(Usame bin Ladin)’dır. Açıkça itiraf ettikleri gibi bir haçlı seferi başlatarak ve halkı
Müslüman olan ülkelerin haritalarını değiştirmekti. ABD’nin işgal ettiği Irak ve Afganistan’da her gün onlarca
masum sivil kurşunlanarak çok kanlı bir tablo yaşanırken, İslam ülkelerinde barış ve hoşgörü konulu
“Toplumsal Dönüşüm Projeleri” sahnelenmeye başlandı. “Medeniyetler ittifakı”, “Ilımlı İslam”,
“Dinler Arası Diyalog” ve “Dinler Parkı” seminerler halinde günlerce konuşuldu. ABD gündemi belirliyor,
kayıt dışı paralar ile finanse ediyor, birileri , yani içerdeki işbirlikçiler sadece verilen rolleri oynuyor. Konferans ve
etkinlikler bir beyin fırtınası değil, vakit kaybettiren entellektüel gevezeliktir. İslam dünyası bu illet ve oyundan
hızla uzaklaşmalıdır. Ancak kendi dünyalarına sahip çıkacak liderlerle yönetilen İslam dünyası konusunda
endişeleri yoktur. Farklı sesler çıksa hemen bir telaş başlar, kampanyalar ve oyunlar sergilenmeye başlanılır.
Mısır son zamanlarda bu oyunlarına yenik düştü. Ancak Türkiye millet olarak yeniden bir diriliş sergiledi ve bütün
Siyonistler ve içerdeki işbirlikçilerinin planlarını boşa çıkardı.
Ayrıca İslam düşmanlarının Hz. Peygamber(s.a.v)’ı bir “Kılıç Peygamberi” olarak tanıtmaları ağır bir
bühtandır. Son yıllarda İslam’ın terörizm ve militarizmle özleştirilmeye çalışılması ayrı bir densizliktir. “İslam
korkusuna dayalı Müslüman karşıtlığı” anlamına gelen İslamofobi’yi, özellikle gündemde tutulan İslam
2
düşmanlarının çağrısı olmuştur. İslam’ın emirleri, onun Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)‘in sergilediği hoşgörü
anlayışı ve Müslümanlar tarafından ortaya konulan yüzlerce örnek uygulamaya, tarih canlı şahittir. Bütün bunlara
rağmen İslam’ı terör ile bağdaştırmaya çalışan ve Müslümanları bilinçli olarak terörizmle yan yana gibi gösteren
anlayış, İslam düşmanlarının ortaya attığı koca bir yalan ve aslı olmayan bir iftiradır. Sevgi, saygı, hoşgörü,
dayanışma, kaynaşma, kucaklaşma ve paylaşma, bütün dünya insanlarının en büyük arzusu olmalıdır. Ne acıdır
ki, ancak kan, kin, nefret ve gözyaşı, özellikle Müslümanların yaşadığı ülkelerde, insanların yaşamlarının tabii bir
parçası haline getirilmiştir. İşgal edilen vatan toprakları için mücadele etme hakkı, her insanın ve Müslüman’ın en
tabii hakkıdır. Bu hakkını kullanırken, insanları terörist olarak görmek ve insanlığa böyle yansıtmak, dünya
barışına bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da hiçbir katkı sağlamayacaktır. 1 Kanaatimizce İslam
düşmanları, İslam’ı tehlikeli ve kanlı gösterebilmek için, yerli işbirlikçileri aracılığı ile olaylar yaratmaktadır ve kan
dökmektedirler. En büyük amaçları, İslam’a gönül vermeyi engellemek ve İslam dünyasını
sömürmektir. Ne acıdır ki, Müslüman’ım diyenler de buna alet olmaktadırlar. Bundan dolayı Allah’a sığınmak
gerekir.
20. yüzyıl, bütünüyle yabancılaşanların, kendini inkar edenlerin, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep
dışarıda arayanların çağı olmuştur. 2 Dünya kamuoyunu aldatmak, itiraz seslerini kısmak, suç bastırmak ve
direnişi kırmak amacıyla bu emperyalist, sömürgeci ve işgalci güçler, İslam dünyasındaki “Cihad ve Direniş”
hareketlerini “terör” olarak damgalamaya özel bir gayret sarf etmekte; fedailerin, direnişçilerin ve mücahitlerin
askeri hedeflere yönelik “şehadet eylemleri”ni de “intihar eylemleri” şeklinde nitelendirmeye itina
göstermektedir. İslam bir yandan 11 Eylül sürecinde Batı dünyası ve ABD tarafından kasıtlı olarak terör ile eş
anlamlı hale getirilmeye çalışılmakta, buna mukabil İslam dünyası çok farklı tepkiler vermekte, daha doğrusu ne
yapacağını şaşırmış bir durumda bocalamaktadır. Bu durumun tek kelime ile manası, İslam dünyasının, tarihin
dışında kalmasıdır. Bir başka ifadeyle İslam dünyası tarihin öznesi değil, nesnesi durumundadır. Tarihin şu
andaki öznesi durumunda olan Batı dünyası ile ABD, insanlığı son derece vahim gelişmelerin eşiğine getirmiş
bulunmaktadır. Batı ve ABD, yeryüzünün bütün imkanlarını kendi çıkarları için zalimce, adaletsizce ve müsrifçe
talan etmeye devam etmekte ve bu düzeni “global”, yani “yeni dünya düzeni” etiketi altında kendi dışındaki
dünyaya dayatmaya çalışmaktadır. Ne var ki, İslam dünyası şu anda buna karşı koyacak durumda değildir.
Bunun için gerekli donanıma da sahip değildir. Aslında İslam dünyası İslam’dan uzaklaştığı için geri kalmıştır,
tekrar İslam’a dönerse bütün sorunlar çözülür. Ama bu,“İslam’ı, bir dünya görüşü olarak sunmak”
şeklinde mümkün olabilir.(Sayfa: 260- 261-262)
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v) için:“Andolsun ki, Resulullah sizin için, Allah’a ve ahiret
gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”3 ayetinde ifade
edildiği gibi Kur’an-ı Kerim O’nu, örnek bir şahsiyet olarak ortaya koymakta ve tanıtmaktadır. Hz.
Peygamber(s.a.v)’in işi, görev ve yetkisi vahyi tebliğ etmekten ibaret değildir. O’nun bütün ümmete örnek olmak,
vahyi açıklamak ve yeni oluşan İslam toplumuna liderlik etmek gibi görev ve yetkileri de vardır. Çünkü Kur’an-ı
Kerim, O’nu örnek olarak ifade etmektedir. Bu ayete göre Allah’ı anmak ve ahiret mutluluğunu elde etmek
isteyenler için en güzel örnek Allah Resulü’dür. Hz. Peygamber(s.a.v)’in ahlakı Kur’an-ı Kerim’i yaşamaktan ibaret
olduğuna göre, bizler için Hz. Peygamber(s.a.v)’ı örnek almanın pratik anlamı Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza
sokmak, yani ona teslim olmaktır. Çünkü Hz. Peygamber(s.a.v)’in ahlakını, tavır ve tarzını şüphesiz Kur’an-ı
Kerim’den öğrenebiliriz. Kısaca, Hz. Peygamber(s.a.v)’in güvenilir sünnetinin kaynağı da Allah’ın kitabı Kur’an-ı
Kerim’dir. Hz. Peygamber(s.a.v)’i okumak ve yaptıklarını bilmenin yanında, O’nu anlamak ve
insanlığa verdiği mesajı kavramak gerekir. İslam dünyası bu gün, buna muhtaçtır. Hz.
Peygamber(s.a.v)’i anlamamak, bir Müslüman için ancak zillet olabilir. Belki zillet kelimesi çok ağır düşünülebilir.
Ancak bu kelimeyi özellikle kullandım. Müslüman olarak bu gün yaşadığımız sefaletten kurtulmak için, Hz.
Peygamber(s.a.v)’i düşünmek, doğru anlamak, kavramak ve tam olarak yaşamak gerekir. Aksi takdirde
yolumuza, Müslüman’a yakışmayan bir halde devam ederiz. (Sayfa:171-172)
İslam, inananlarını kardeş saymak suretiyle, Müslümanlar için kurduğu dini-akli birliği, psikolojik açıdan
da desteklemiştir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim: “Mü’minler, ancak kardeştirler...” Hiç şüphesiz, İslam’ın
bu kardeşlik prensibi, hangi bölgede olurlarsa olsunlar, Müslümanlar arasında sağlam bir bağ olmuştur. Tarih
3
hiçbir dinin, çeşitli milletleri içeren devlette, İslam’daki gibi birbirleri arasında bir fark görmeyen tek bir ümmete
dönüştürdüğünü yazmamıştır. Bu kardeşlik manevi olduğu ve maddenin payı bulunmadığı için, İslam buna yalnız
gerçek sevgi, eşitliğin değeri, yardım elini uzatma ve destekleme gibi ruhi-kalbi hükümleri belirlemiştir. Kardeşlik
bağı, soy ve akrabalık bağı, sevgi bağı, ülfet bağı, dostluk bağı, huy benzeşmesi bağı ve sevinç bağı gibi pek çok
bağı bir araya getirir. İslam, kardeşlik kavramını Müslümanların içine Kur’an-ı Kerim ayetleriyle, Hz.
Peygamber(s.a.v)’in Hadisleri ile ve yaşam tarzını yaşamakla, bu huyun eğitimini almakla ve etkilerini gözeterek
yerleştirebilmiştir. Ancak İslam bütün Müslümanların başka değil, sadece kardeş olduklarını ilan etmiştir. Ama
buna rağmen Müslümanların, kelimenin tam anlamı ile kardeş olmaları şöyle dursun, dış güçlerin, emperyalist ve
sömürgeci ülkelerin hesabına diğer Müslümanlara karşı savaşanlar bile vardır. Bunun acı sonuçları bu gün
ortadadır. Okumakta olduğunuz bu kitabı hazırladığım günlerde başta Mısır ve Suriye olmak üzere Müslümanların
yaşadığı bütün bölgelerde kan akmaktadır. Ne acıdır ki Müslüman, Müslüman’ı öldürmektedir. Demek ki, Kur’an-ı
Kerim’i okuyoruz, ama asla anlamamışız. Anlamış olsaydık, Müslüman’ı asla öldürmezdik. Acı olan da,
Müslüman, Müslüman’ı “Allah’u- Ekber” diye öldürüyor. Allah’ım sen en büyüksün diyerek, Müslüman
kardeşini katlediyor. Mahşerde bunun hesabı çok ağır olacaktır. Bu büyük günahı işlemekten Allah’a sığınmak
gerekir. Moğol istilası ve Haçli seferleri İslam dünyasına ciddi zararlar vermiştir. Halifeliğin
kaldırılmasıyla da İslam dünyasının kafası koparılmış ve bütün bu nedenlerden dolayı hala kendine
gelememiştir. Osmanlı yönetiminde sonra Ümmet bir daha toparlanamamış ve dış güçlerin de etkisi ile parça
parça olmuştur. Sonuç olarak Ümmet birliğini ve İslam’ın sosyal düzenini parçalayıcı nitelikteki her gelişme, her
olgu ve her teşebbüs, İslam adına dahi ortaya çıksa, aslında “tefrika”ya hizmet eden ve “cahiliye” olarak
nitelendirilmeye laik çabalardır, bunların aktörleri Müslüman olsa da sonuç değişmez. Ancak Müslümanların
bütün çabaları, bu ümmetin uygarlıkta yeniden dirilmesi gerekir yönünde olmalıdır. Bu, önemli bir görevdir.
Kanaatimiz o dur ki, bu gün Müslümanlar arasındaki tefrikanın, dökülen kanın ve ortaya atılan fitnenin kaynağı,
İslam’ı bir korku imparatorluğu halinde göstermek isteyen İslam düşmanlarının çabasıdır. Bu çaba, mezhepçilik
adına körüklenmekte ve Müslümanlar da saf saf buna alet edilmektedir. Belki de İslam’ı tehlikeli ve kanlı
göstererek yükselişini engellemek ve İslam’a gönül vermek isteyenleri soğutmaktır. Bu nedenle, ne adına olursa
olsun kan dökenleri, İslam’a davet ediyorum. Çünkü İslam’da kan dökmenin şartları bellidir ve Müslüman’ın
Müslüman’ı öldürmesi zulümdür. Bunu yapmaktan Allah’a sığınmak gerekir.
İslam düşmanlarının çabalarına, yerli işbirlikçi sözde aydınların da desteği büyüktür. Bu aydınlar, bir
araya gelmiş densiz, fesatçı ve hakikatten yoksun bir grup insandır. Yeni birkaç kelime öğrenmişler ve bundan
başka sahip oldukları bütün değerlerini bir kenara itiyorlar. Avrupalı havasına girerek eğitim görmüş ve Avrupa’ya
gitmiş gençlerimiz kendilerine layik, söz dinleyen birer uşak olsunlar diye; beyinlerini yıkatarak onları imandan,
İslam’dan, Allah’tan, ahlaktan, hakikate boyun eğmekten, takvadan ve faziletten uzaklaştırıyorlar. Onları, kendi
menfaatleri için milletin değerlerinden uzaklaştırıyorlar ve bütün mukaddesatımıza düşman yetiştiriyorlar. Bu gün
İslam dünyasında yaşanan felaketlerden birisi de budur.
“İslam Hıristiyanlık Yahudilikte İnanç ve İbadetlerin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları )
(Sayfa: 38-39-40)
Eğitimci, İlahiyatçı, Araştırmacı Yazar Mehmet BOZKURT
www.mehmetbozkurt.com.tr
Download