1-ın sayfalar

advertisement
Pnömoni
Dr. Refik Mas, Dr. Levent Yamanel, Dr. A. Turan Işık, Dr. İlker Taşçı
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kom. İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Y
aşlı hastaların genç hastalar ile karşılaştırıldıklarında
alt solunum yolu enfeksiyonlarına (ASYE) yakalanma
riskleri daha fazladır. Bu popülasyonda pnömoni,
hospitalizasyon ve mortalite oranını arttıran ciddi bir hastalıktır. 65 yaş ve üstündeki hastaların, daha gençlere oranla
hastaneye yatma ve pnömoni nedeniyle ölüm riskinin 3-4 kat
daha fazla olduğu bilinmektedir. Yaşlı popülasyonda pnömoni 6. sırada ölüm nedenidir. ABD’de 65 yaş üzeri 600,000’den
fazla geriatrik olgu pnömoni nedeniyle hastaneye yatırılmaktadır. Özellikle yoğun bakım ünitesine (YBÜ) alınan hastalarda mortalite oranı daha yüksektir. Yaş ve beraberinde mevcut
olan morbiditeler, ölüm oranındaki artışa neden olan önemli
faktörlerdir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında gelişen dünyada toplum
sağlığı koruma programları, aşılamalar ve geniş spektrumlu,
etkin antibakteriyel aktivite gösteren yeni ajanların keşfiyle
enfeksiyon hastalıklarına bağlı morbidite ve mortalite giderek azalmaktadır. Bütün bu çabalara rağmen enfeksiyonlar,
Dünya Sağlık Örgütü raporlarında insanlarda ölüme yol
açan ikinci neden olarak bildirilmektedir. ASYE, akut bronşit,
KOAH alevlenmesi ve pnömoni; 65 yaş üzeri hastalarda en
sık karşılaşılan sağlık problemleridir ve yaşla beraber insidansı artmaktadır. Tablo-1’de gösterildiği gibi bu yaş grubundaki
hastalarda ASYE’ye yatkınlığı arttıran ve katkıda bulunan
birçok faktör vardır. Bunlar, enfeksiyonlara konakçı yanıtını
azaltabilen hücresel ve/veya humoral immün cevap bozukTablo 1. Yaşlı hastalarda ASYE için majör risk faktörleri
Yaş ile ilişkili faktörler
Yaş >65
Bozulmuş sekresyon klirensi
KOAH
Bronşektazi
Bozulmuş konakçı defansı
Yutma bozuklukları
Kognitif bozukluklar
Multipl hastalıklar
Bakımevinde yaşama
Yatalak durum
Düşük beslenme düzeyi (hipoalbüminemi)
Yaşa bağlı olmayan faktörler
Alkolizm
Astım
Malnutrisyon
İmmunosupresyon
Kalp hastalıkları
Diabetes mellitus
Son zamanlarda hospitalizasyon hikayesi
Son ayda antibakteriyel tedavi
Nazogastrik tüple beslenme, oksijen tedavisi
Sigara dumanına maruz kalma
Hava kirliliği
luklarıdır. Yaşa bağlı olarak beslenme durumunda ortaya
çıkan değişikliklerde lipid, vitamin ve protein eksikliklerine
yol açabilir. Bu durum da konakçı savunma mekanizmalarını
etkilemektedir. Ek olarak yaşın kendisi de akciğer elastisitesindeki azalma, solunum kas kuvvetinde azalma ve sekresyonların klirensindeki değişikliklere yol açarak, ASYE için
bir risk oluşturmaktadır. Yine düşük gelir ve eğitim düzeyine
sahip, yalnız yaşayan yaşlı hastalarda pnömoni görülme oranının arttığı saptanmıştır. Pnömoni yaşlılarda gençlere göre
yaklaşık olarak 10 kat daha sık görülür. 80 yaşın üzerindeki
hastalarda sıklıkla ölüme yol açmaktadır. Toplum kökenli
pnömoni (TKP) için hospitalizasyon indeksi genel popülasyonda gözlenenden 4 kat daha fazladır ve YBÜ’ye alınması
gereken yaşlılarda mortalite oranı %30-40 düzeylerindedir.
Pnömonin klinik prezentasyonunda bazı raporlara göre genç
hastalarla karşılaştırıldığında çok az bir değişiklik göstermekte iken, bazı raporlarda ise enfeksiyonun klasik belirtilerinin
bazen görülmediği (ateş, lökositoz), bazen de sadece atipik
klinik belirtilerle (idrar inkontinansı, bilinç değişikliği, kilo
kaybı) karşımıza gelebilir. Bu atipik bulgular gecikmiş tanı
ve tedaviye yol açarak, artmış morbidite ve mortalite oranına
neden olmaktadır. Uzun süre bakımevinde kalanlarda, zayıf
fonksiyonel kapasitesi olanlarda, yutma veya yeme zorluğu
olanlarda ve KOAH’lı olgularda pnömoni en sık morbidite
ve mortalite nedenidir. Kesin tanı; yüksek düzeyde şüphe,
dikkatli anamnez ve fizik muayene, uygun radyolojik ve
laboratuar çalışmayı gerektirir. Antibiyotik kullanım kararı,
klinik tablonun ciddiyeti ile ilişkilidir. Solunum yolu enfeksiyonlarında antibiyotik kullanımına, hastalar arasında ayrım
gözetmeden başvurulursa, antibiyotiklere dirençli patojenler
ortaya çıkar.
Gelişmiş ülkelerde 65 yaş üzeri popülasyon giderek
artmaktadır. Bu nedenle, özellikle pnömoni gibi ASYE de
gelecek yıllarda en büyük sağlık sorunlarından biri olacaktır.
Çeşitli kontrollü klinik çalışmaların sonuçları özellikle influenza aşısı ile kombine olarak pnömokok aşısı uygulandığında
hem hospitalizasyon hem de mortalite oranlarını azaltmada
etkili ve güvenli bulunmuştur. Bu aşının yaşlılardaki pnömoni riskini azaltmak için koruyucu önlem olarak yapılması önerilmiştir. Ancak uluslar arası platformda yaşlılarda
pnömoniyi önlemek için pnömokok aşılama programlarının
faydası olduğu yönündeki tartışmalar hala devam etmektedir.
Gerçek olan yaşlı popülasyondaki pnömonide hospitalizasyon ve mortalite riskini azaltmak için uygun antibakteriyel
ajanla acil tedavinin gerekliliğidir. Tedaviyi optimize etmek
için muhtemel etyolojik ajan, antibakteriyel direnç durumu,
antibakteriyel ajanların farmakokinetik ve farmakodinamik
özellikleri, hastanın sağlık durumu, beraberindeki diğer hastalıkların varlığı ve polifarmasi göz önüne alınmalıdır. Sonuç
olarak bilinmesi gereken en önemli nokta, yaşlı popülasyonda antibakteriyel ajanların yaygın bir şekilde kullanılması
önemli bir sosyal gidere neden olduğudur. Ayrıca bu ilaçların
yan etkilerinin, ilaç reaksiyonlarının kontrolü, düzeylerinin
monitörizasyonu büyük bir sorundur. İlaç yan etkilerinin
ciddiyeti ve sıklığı da yaşla beraber artmakta ve hastaneye
başvuru nedenleri arasında yer almaktadır.
Pnömoniyle ilgili olarak yaşlılarda görülen ve değiştirilemeyen risk faktörleri fonksiyonel bağımlılık, KOAH ve astım
gibi kronik akciğer hastalıkları, alkolizm, KKY, malignite,
immünosupresyon ve santral sinir sistemi hastalıklarıdır.
Pnömonili hastaların mortalite riski pnömoni şiddet indeksi
kullanılarak tahmin edilebilir.
Yaşlı popülasyonda değişik pnömoni sendromları görülebilir: Toplum kökenli pnömoni, hastane kökenli pnömoni,
aspirasyon pnömonisi, bakımevi kökenli pnömoni, viral pnömoni ve tüberküloz. Yaşlılarda pnömoniye neden olan başlıca
etkenler Tablo-2’de gösterilmiştir. Yaşlı hastalarda sık olarak
karşılaşılan ve hekimin ilk akla gelmesi gereken toplum kökenli pnömoni etkeni S pneumoniae ve L pneumophila’dır.
Kurum kökenli olgular için ise aerobik gram-negatif basiller
ve anaeroplar en önemli respiratuar patojenlerdir. Yine aspirasyon pnömonisinde anaeroplar rol oynamaktadır.
Pnömonilerin ekonomik etkilerini azaltmak, antibakteriyel direnci önlemek ve iyi klinik sonuçları arttırmak için
uygun ve zamanında ampirik tedavi gerekmektedir. Uluslar
arası klavuzlar ayaktan ve yatırılarak (YBÜ’ye değil) takip
edilen yaşlı hastalarda en sık görülen bakteriyel patojenlere
ve olası atipik patojenlere karşı tedavi başlanmasını önerirler.
Tedavi için oluşturulan algoritmler ya bir β-laktam + makrolid (azitromisin/klaritromisin) veya levofloksasin/moksifloksasin gibi yeni antipnömokokkal kinolonlarla monoterapiyi
içermektedir. Oral (amoksisilin-klavulanik asit, sefuroksim
aksetil, amoksisilin) ve İV (ampisilin-sulbaktam, seftriakson,
sefotaksim) β-laktamlar ayaktan ve yatan hastalarda kullanılacak en seçkin ajanlardır. Ciddi pnömonisi veya aspirasyon
pnömonisi olan hastalar için spesifik algoritmlerde makrolid
veya kinolonlar ile diğer ajanların kombinasyonu önerilir. Bu
tavsiyelere rağmen yaşlılardaki pnömonide görülen klinik
iyileşme, genç hastalara nazaran sıklıkla daha geç olmaktadır.
Bu da antibakteriyel tedavinin optimize edilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Son yıllarda çoğu ilaca dirençli
gram-pozitif enfeksiyonları tedavisi için ketolidler, oksazolidinonlar ve streptograminler gibi yeni antibakteriyel ajanlar
geliştirilmiştir. Ancak bu ajanların yaşlılardaki etkinliği ve
güvenilirliği henüz ortaya konamamıştır. Tedavi kılavuzları
lokal bakteriyoloji ve direnç paternlerine dayandırılarak modifiye edilmelidir ve ilaçlar farmakokinetik ve farmakodinamik parametreler ve ilaç etkileşimleri göz önüne alınarak her
antibakteriyel ajanın dozu ve uygulama şekli optimize edilmelidir. Bu stratejiler kötü klinik sonuç, hospitalizasyon ve
ölüm için risk faktörlerinin ortaya çıkışını azaltabilmelidir.
Yaşlılarda pnömoniye neden olan bakteriyel
patojenler
İnsanlarda köken aldığı yere göre (toplum, hastane, bakımevi) değişen şekilde pnömoniye yol açan çok çeşitli bakteriyel patojenler vardır. Yalnızca yaş pnömoni etyolojisi üzerine
çok az etkilidir. TKP’li yaşlılarda en sık izole edilen bakteri S
pneumoniae’dir (hastaların yaklaşık %50’si). Yeni epidemiyolojik verilerde, 65 yaş üzeri, ilaca dirençli S pneumoniae için
önemli bir faktördür. H influenza ve M catarrhalis de göreceli
olarak yaşlı popülasyonda sık görülen pnömoni nedenleridir.
S aureus post-influenza pnömoniden, orofarengeal mikrofloranın anaeropları da aspirasyon pnömonisinden sıklıkla
sorumludur. Atipik patojenler TKP’li yaşlı hastalarınyaklaşık
%15’inde izole edilirler. L pneumophila nedenli pnömoniler
mikoplazmadan daha sık görülmektedir.
Uzun süre hastanede kalma, komorbid hastalıklar, kötü
sağlık durumu ve malnutrisyon; multipl organizmaya bağlı
pnömoni insidansını arttırmaktadır. Bunlarda ajanlar genellikle gram-negatif basil veya ilaca dirençli suşlardır. Ciddi
TKP enfeksiyonu nedeniyle YBÜ’ne alınan hastalarda mortalite oranı %50’lere yaklaşmaktadır ve etken S pneunoniae
(YBÜ’deki hastaların 1/3’ü), Legionella spp., H influenza, S
aureus ve P aeroginosa’dır.
Bakımevi kökenli pnömonilere yol açan ajanlar, toplum
ve hastane kökenli pnömonilerden sorumlu olan patojenlerle
bazı benzerlikler gösterir. S pneumoniae ve aerobik gram-negatif basiller %13’er oranda kültüre edilirken, azalan sıklıkta
S aureus, H influenza, M catarrhalis kültüre edilir. Damlacık
yoluyla bulaşan enfeksiyonlar sonucunda respiratuar virüslere (influenza, RSV) veya C pneumonia ve L pneumophila
gibi patojenlere bağlı pnömoniler görülebilir. Ek olarak serebrovasküler ve/veya dejeneratif nörolojik hastalığa bağlı
öksürme refleksi ve yutma problemi olan kişilerde daha sık
görülmek üzere orofaringeal sekresyonların akciğere kaçması
sonucu aspirasyon pnömonisi ortaya çıkmaktadır. Bu olgularda dental plak veya orofarinksten kolonize olan enterik
gram-negatif basiller en sık izole edilen organizmalardır.
Ancak Prevotella, Fusobacterium, Bacteriodes ve Peptostreptokok gibi anaerob suşlar da aspirasyon pnömonisi patogenezinde rol alırlar. Her ne kadar bu mikroorganizmaların
gram-negatiflerle beraber hastalıktan sorumlu oldukları veya
spesifik antimirobiyal tedavi gerektirecek kadar etyolojiden
sorumlu oldukları kesin değildir.
Sonuç olarak nozokomiyal pnömonilerden en sık izole
edilen organizmalar gram-negatif basillerdir. Özellikle de P
aeroginosa ve K pneumoniae (%60-80) ve S aureus(%15)’dur.
Geri kalan bakteriyel ajanlar ise S pneumoniae, anaeroplar, L
pneumophila ve M catarrhalis’tir.
Tablo 2.Yaşlı popülasyonda en sık pnömoni oluşturan mikroorganizmalar
Kategori
Etyoloji
Ayaktan veya hastanede (YBÜ değil) tedavi edilen hafif-orta düzeyde Streptococcus pneumoniae (ilaca dirençli S. Pneumoniae dahil), Haemophilus influenzae,
toplum kökenli pnömoniler
Legionella pneumophila, Chlamydia pneumoniae, Mycoplasma pneumoniae, respiratuar
virüsler, Gram-negatif basiller, oral anaeroplar, Staphylococcus aureus, Moraxella catarrhalis
YBÜ’de tedavi edilen toplum kökenli pnömoniler
S. pneumoniae (ilaca dirençli S. Pneumoniae dahil) , Gram-negatif basiller, Pseudomonas
aeruginosa, S. aureus, H.influenzae, L.Pneumophila
Bakımevi kökenli pnömoniler
S. pneumoniae, Gram-negatif basiller, oral anaeroplar, H.influenzae, M. catarrhalis, S.aureus,
L.pneumophila, C. Pneumoniae
Hastane kökenli pnömoniler
Gram-negatif basiller, P.aeruginosa, S.aureus, L. Pneumophila
Aspirasyon pnömonileri
S.aureus, enterik Gram-negatif basiller, anaeroplar
Antibakteriyel ajan seçim kriterleri
Erişkin hastaların en az %50’sinde ASYE’nin bakteriyolojik tanısı ortaya konabilirken, yaşlı hastaların çoğunda
sorumlu etyolojik ajan ortaya konamamaktadır. Çünkü yeterli bronşiyal örneklere ulaşmak zordur ve balgamları oral
mukozada kolonize olmuş gram-negatif basillerle kontaminedir. Öte yandan bu hastalarda bronkoskopi veya iğne aspirasyonu gibi teşhise yönelik invaziv girişimleri uygulamak
zordur ve tehlikeli olabilir. Bu yüzden gram-pozitif ve gramnegatifleri ve/veya atipik respiratuar patojenleri kapsayan
geniş spektrumlu antibakteriyel kombinasyonlar ile ampirik
tedavi sıklıkla yapılmaktadır. Uluslar arası büyük kuruluşlar
tarafından yaşa, pnömoninin ciddiyetine ve komorbid diğer
hastalıkların varlığına dayanılarak birçok kılavuz geliştirilmiştir. Amerikan Toraks Derneği’nin (ATD) kılavuzuna göre
TKP’li hastalar 4 gruba ayrılmıştır. (a) Tedavi yapılan yer,
(b) kardiyopulmoner hastalık varlığı, (c) penisilin dirençli
ve ilaç dirençli S pneumoniae, enterik gram-negatifler ve
P aeroginosa ve (d) enfeksiyon riskini arttıran modifiye
faktörlerin varlığına göre gruplandırmıştır. ATD’nin tedavi
önerileri Tablo-3’de özetlenmiştir. Ayaktan ve yatırılarak
(YBÜ’ne değil), yaşlı hastalara özgü tedavi, en sık karşılaşılan
bakteriyel patojenler ve atipik patojenler göz önüne alınarak
planlanmalıdır. Tüm yaşlı hastaların ampirik tedavisi ilaca dirençli S pneumoniae ve diğer enterik gram-negatif bakterileri
de kapsayacak şekilde olmalıdır. Tedavi algoritmalarında ya
β-laktam/makrolid kombinasyonu veya monoterapi olarak
ise yeni antipnömokokal kinolonlar seçilmelidir. Ciddi TKP
için tedavi P aeroginosa risk faktörlerine göre ayarlanmalıdır.
Hem yoğun bakımda hem de yoğun bakım dışındaki hastalarda makrolid veya florokinolon ile kombine edilecek diğer
antimikrobiyal ajanlar mevcut risk faktörlerinin sayısına veya
yapısına göre verilmelidir. Özellikle hastalarda bu risk faktörleri olmadıkça sefepim, piperasilin-tazobaktam, imipenem,
meropenem ve siprofloksasin verilmemelidir. Hasta bakımevinde yaşıyorsa aynı kriterler geçerlidir ancak, o bakımevinin
spesifik bakteriyolojik durumu ve lokal ilaç direnç paterni
başlangıç tedavi seçimi için önemlidir. Çünkü bakımevi
kökenli pnömonilerde mortalite oranı çok yüksektir. Yutma
bozukluğu, nörolojik hastalığı, bilinç bozukluğu ve kronik
alkol kullanımı olan yaşlı hastalar aspirasyon pnömonisi için
büyük risk altındadırlar. Enterik gram-negatif basiller ve anaeroplar genelde sorumlu ajanlardır. Tüm bunları göz önüne
alarak antipnömokokkal florokinolonlar ile monoterapi veya
geniş spektrumlu β-laktam (amoksisilin-klavulanat, sefuroksim, seftriakson) ve bir makrolid ile kombinasyon tedavisi
önerilmektedir. Nazokomiyal pnömoni ile ilgili olarak ATD
kılavuzları ve yeni yayınlarda erişkin hastalarda mortalite ve
morbiditeyi azaltmaya yönelik terapötik ve proflaktik stratejiler yer almaktadır. Gram-negatif ve gram-pozitif patojenleri
kapsayacak şekilde antibakteriyel kombinasyonlar veya geniş
spektrumlu antibakteriyeller İV olarak verilmelidir. Her ne
kadar tedavi için uygulanan bu stratejiler, mortalite ve hastane kalış süresini azaltmış olsa da yaşlılardaki pnömonilerin
yönetimi hala tartışmalıdır.
ASYE’de günümüzde kullanılan antibakteriyel
ajanlar
Penisilinler, sefalosporinler, makrolidler ve florokinolonlar bakteriyel pnömonisi olan yaşlı hastalarda çok yaygın
olarak kullanılmaktadır. Aminogliokzidler ve glikopeptidler
sadece şeçilmiş hastalarda kullanılmalıdır.
β-laktam antibakteriyeller (penisilinler ve sefalosporinler) yaşlılardaki ASYE tedavisinde etkili ve güvenli olduklarından dolayı yaygın olarak kullanılırlar. Pnömokoklara
etkisi olan oral formları (amoksisilin, amoksisilin/klavulanik
asit veya sefuruksim aksetil) ayaktan hastalarda etkili iken,
hastaneye yatması gereken hastalarda ampisilin/sulbaktam,
sefotaksim ve seftriakson gibi İV formlar etkinliği nedeniyle
kullanılırlar. Ancak penisilin dirençli pnömokok insidansının yüksek olduğu ülkelerde TKP’nin ampirik tedavisinde
halen β-laktamlar kullanılıyor gibi görünmektedir. Bazı
çalışma sonuçları, orta düzeyde direnç olmasının β-laktam
ile yapılan tedavide başarısızlığa yol açmayacağını ileri sürmektedir. Ancak yaşlılarda görülen TKP’de penisilin direnç
ile yüksek mortalite oranları arasında bir korelasyon olduğu
gösterilmiştir. Ancak bu dirençli suşlar genelde hastanede
yatan ve spesifik risk faktörü olan hastalarda görülmektedir
Tablo 3. Pnömoninin ampirik tedavisi
Kategori
Hasta özellikleri
Tedavi
Grup I
Kardiyovasküler hastalığı ve diğer değiştirici faktörleria Yeni makrolidler (azitromisin, klaritromisin) , bu ajanlara karşı alerji ve intolerans
taşımayan ayaktan hastalar
gelişenlerde doksisiklin
Grup II
Kardiyovasküler hastalığı ve diğer değiştirici faktörleria β-laktam (oral amoksisilin/klavulanik asit veya sefuroksim veya oral β-laktamı
(bakımevinde yaşamak dahil) taşıyan ayaktan hastalar takiben parenteral seftriakson) artı makrolid veya tek başına antipnömokokal
florokinolon
Grup III
Hastanede tedavi gören-YBÜ değil (bakımevinden gelen İntravenöz β-laktam (sefotaksim, seftriakson, ampisilin/sulbaktam) artı intravenöz
hastalar dahil)
veya oral makrolidler veya intravenöz antipnömokokal florokinolonlar
Grup IV
Yoğun bakım ünitesine alınan hastalar (Pseudomonas
aeroginosa riski taşımayanlar)
İntravenöz β-laktam (sefotaksim, seftriakson artı ya intravenöz azitromisin veya
intravenöz florokinolon
Yoğun bakım ünitesine alınan hastalar (Pseudomonas
aeroginosa riski taşıyanlar)
İntravenöz antipsödomonal β-laktam (piperasilin/tazobaktam, sefepim, imipenem,
meropenem) artı intravenöz siprofloksasin veya aminoglikozid artı ya intravenöz
azitromisin yada anipnömokokal florokinolon
a (i) penisiline dirençli veya ilaca dirençli pnömokok pnömoni riskini arttıran faktörler: >65 yaş, son 3 ay içinde β-laktam tedavisi, alkolizm, immun-supresif hastalık, multipl tıbbi
komorbiditeler;
(ii) enterik gram-negatif enfeksiyon riskini arttıran faktörler: bakımevinde yaşamak, kardiyovasküler hastalık varlığı, multipl tıbbi komorbiditeler, son zamanlarda alınan antibakteriyel
tedavi;
(iii) P. aeruginosa riskini arttıran faktörler: yapısal akciğer hastalıkları, kortikosteroid tedavisi, son ay içinde 7 günden fazla geniş spektrumlu ilaç kullanımı, malnutrisyon.
ve bu suşlar çok fazla görülmemektedir. Penisilinaz üreten
staphylococ’lar için en iyi tercih metisillin ve isoksazolilpenisilinlerdir. Ancak günümüzde hastanede veya bakımevinde
yatan hastalardaki MRSA suşlarının yaygınlaşması nedeniyle
bu ajanların kullanım alanı sınırlıdır. Ampisilin ve amoksisilin gibi aminopenisilinler H.influenza ve M.catarrhalis’e karşı
çok etkilidir. Ancak bu ajanlara karşı oluşan enzimatik direnç
dünya çapında yaygınlaşmaktadır. Bundan dolayı TKP’nin
ampirik tedavisinde daha avantajlı olması nedeniyle β-laktamaz inhibitörleriyle (klavulanik asit veya sulbaktam) kombinasyonu önerilir.P.aeruginosa gibi gram-negatif basiller ve
diğer dirençli nonfermentatif basiller bronşektazisi olan yaşlı
hastalar hariç genelde TKP etkeni olarak görülmezler. Ancak
immün sistemi baskılanmış kişilerde, YBÜ’de yatanlarda, mekanik ventilasyon desteğindeki hastalarda, geniş spektrumlu
antibiyotik kullanımı sonrası ve uzun süre hastanede yatan
hastalarda bu etkenden kuşkulanılmalıdır. Karboksipenisilinler ve daha yeni bir ajan olarak ureidopenisilinler, piperasilin/
tazobaktam gibi kombinasyonlarla bütün bu patojenleri
kapsayacak şekilde spektrumu genişletilmiştir. Sıklıkla da
antipsödomonal aminoglikozidlerle kombine edilirler. Birinci kuşak sefalosporinlerden sefaleksin ve sefazolin, sadece
duyarlı gram-pozitif kokların neden olduğu orta şiddetteki
solunum yolu enfeksiyonlarında kullanılabilirlerken, H.influenza ve M.catarrhalis’e karşı aktiviteleri güçlendirilmiş ikinci
kuşak sefalosporinler TKP ve bakteriyel bronşit tedavisinde
kullanılabilir. Özellikle oral ve parenteral formları olan sefuroksim ayaktan tedavi için çok uygundur. Serum yarılanma
ömrü uzun olan ve anaeroplar üzerine etkili sefonisid ve
sefotetan, aerobik/anaerobik plöropulmoner enfeksiyonlar
için seçilecek ilaçlardır. Her ne kadar 3. kuşak sefalosporinler
(örn: sefotaksim, seftriakson, seftazidim) yaşlı hastalardaki
gram-negatif nozokomiyal pnömoni tedavisinde önemli
ajanlar olsa da, sefotaksim ve seftriakson, sıklıkla ayaktan
TKP tedavisinde kullanılmaktadır. Çünkü S.pneumoniae’ye
etkilidirler, ancak seftazidim pnömokokları yeterince kapsayamamaktadır. Seftazidim’in spektrumu P.aeruginosa gibi
çeşitli gram-negatif organizmaları kapsamaktadır. Ancak,
geçen birkaç yıl içinde bu ajana karşıdirenç gelişimi büyük
ölçüde artmaktadır.
Meropenem yıllık duyarlılık testi için bilgi toplama
programı (MYSTIC) raporunda, 1997-2000 yılları arasında
İtalya’da seftazidime dirençli P.aeruginosa suşlarının attığı ve
%28-45’lere ulaştığı belirtilmektedir. Bu olgularda karbepenemler ve sefepim (4. kuşak sefalosporin olup gram-pozitiflere karşı etkinliği gösterilmiştir) etkili alternatif seçeneklerdir.
Yeni 3. kuşak sefalosporinler (sefdinir, seftibuten, sefuroksim
aksetil’in ön-ilaçları, sefpodoksim proksetil ve sefatamet pivoksil) gram-negatif basillere daha fazla etkilidir, β-laktamazlara karşı güçlüdür ve iyi farmakokinetik özelliklere sahiptir.
β-laktamaz üreten H.influenza ve M.catarrhalis’e karşı güçlendirilmiş etkilerinden dolayı oral sefalosporinler TKP’nin ampirik tedavisinde optimum olabilirler. Ancak penisilin dirençli
S.pneumoniae suşlarının yaygın olarak görüldüğü ülkelerde
bu geçerli değildir. Ek olarak serum yarılanma ömürleri uzundur ve günde iki veya tek doz (sefiksim ile) ile hasta uyumu
kolaylaşır. İmipenem ve meropenem gibi karbapenemler
neredeyse tüm aerobik ve anaerobik gram-pozitif ve gramnegatif patojenleri kapsayacak kadar geniş bir spektruma
sahiptirler. Bu tip antibakteriyel ajanlar özellikle P.aeruginosa
pnömonisi için yüksek riskli hastalar ve ciddi nozokomiyal
ASYE olan hastalar için saklanmalıdır.
β-laktamların büyük çoğunluğu (sefoperazon hariç)
primer olarak renal yolla atılmaktadır. Bu nedenle kreatinin
klirensi 30 ml/dk’nın altındaki hastalarda doz azaltılmalıdır.
Bununla birlikte imipenem dozu ise kreatinin klirensi 70 ml/
dk’nın altındaki hastalarda epilepsi gelişebileceğinden dolayı
azaltılmalı ve doz aralığı uzatılmalıdır. β-laktam antibakteriyel ajanların yan etkileri genelde orta düzeydedir ve yaşlı hastalara verildiklerinde özel bir önleme gerek yoktur. Özellikle
3. kuşak sefalosporinlerle tedavi sonrası Clostridium difficile
enfeksiyonları gelişebilir.
Makrolidler, ASYE tedavisinde monoterapide kullanılmaları genellikle Avrupa ülkelerinde kısıtlıdır, çünkü makrolidlere dirençli pnömokoklar yaygın hale gelmiştir. Yine
yüksek derecedeki eritromisin direnç sorunu daha iyi farmakokinetik özelliklere sahip olan azitromisin ve klaritromisin
gibi preparatların kulaanılmasıyla aşılmıştır. İn vitro makrolid direncinin klinik olarak doğruluğu hala tartışmalıdır.
Bazı son veriler in vitro direnç ile klinik başarısızlık arasında
anlamlı korelasyonlar ortaya koymaktadır. Diğer yandan yeni
preparatların kendilerine özgü farmakodinamik ve farmakokinetik özellikleri sayesinde bronşiyal sekresyonlarda ve akciğer dokusunda yüksek konsantrasyonlara ulaşabilmekte ve
alveoler makrofajlar gibi diğer bazı hücrelerde birikebilirler.
Bu özellikleri in vivo etkilerini büyük ölçüde arttırmaktadır.
Dahası makrolidler C.pnemoniae, Mycoplasma pneumoniae
ve L.pneumophila’nın etken olduğu akciğer enfeksiyonlarında ilk seçenektirler. Klaritromisin C.pneumoniae’ye karşı en
etkili ajan iken, Mycoplasma pneumoniae ve L.pneumophila’ya en etkili ajan azitromisin’dir. Ek olarak yeni makrolidler
daha elverişli pozoloji sağlamaktadırlar. Erişkin TKP’de 3
günlük azitromisin tedavisi, 5 günlük tedavi kadar etkin bulunmuştur. Ayrıca daha az gastrointestinal sistem yan etkileri
ve daha düşük ilaç etkileşimleri bildirilmiştir. Bu yan etkilere
yaşlılarda daha sık rastlanmaktadır. QT uzaması, torsade de
pointes ve ventriküler aritmiler gibi hayatı tehdit edebilecek
kardiyak olaylar özellikle İV yolla verilen eritromisin ile birlikte terfenadin, astemizol, sisaprid gibi ilaçlar kullanıldığında ortaya çıkabilir. Bundan dolayı bu ajanlar yaşlı hastalara
verildiklerinde olabilecek yan etkiler açısından monitörize
edilmelidir.
Kinolonlar geniş spektrumlu sentetik ajanlardır ve üç
kuşak altında gruplandırılırlar: birinci kuşaktaki formlar
üriner enfeksiyonlarda kullanılırlar. İkinci kuşak formlar siprofloksasin, ofloksasin, perfloksasin gibi florokinolonlardır
ve bunlar daha çok gram-negatif basillere karşı etkilidirler.
Sparfloksasin ise gram-pozitif organizmalara karşı etkilidir.
Üçüncü kuşak kinolonlara “respiratuar kinolonlar” adı verilir
ve levofloksasin, gatifloksasin, moksifloksasin bu gruptadır.
Bu grup ajanların penisiline dirençli pnömokoklara, C.difficile gibi anaeroplara ve atipik solunum yolu patojenlerine
karşı güçlendirilmiş etkileri vardır. Ek olarak gatifloksasin ve
moksifloksasin aspirasyon pnömonisinde rol oynayan oral
anaeroplar ve mikroaerofilik streptokoklar üzerinde etkindirler. Solunum kinolonlarının uzun serum yarılanma ömrü
ve konsantrasyon bağımlı antimikrobiyal aktiviteleri vardır
ve bu özellikler sayesinde günde tek doz uygulanabilirler.
β-laktam ve makrolid dirençli S.pneumoniae ve β-laktamaz
üreten H.influenzae’ya etkili olduklarından dolayı, dirençli suşların yüksek oranda görüldüğü ülkelerdeki TKP’nin
ampirik tedavisinde ilk seçenek olarak düşünülmelidirler.
Bazı klinik çalışmalarda üçüncü kuşak kinolonlarla yapılan
monoterapilerin klinik sonuçları sefalosporinler ve makrolidlerin kombinasyonu ile tedavi kadar başarılı bulunmuştur.
Ancak bu ajanların kullanımları birinci basamak tedaviye
yanıt alınamayan yada yüksek derecede dirençli pnömokoklara bağlı enfeksiyon olan seçilmiş TKP hastaları için
saklanmalıdır. Böylece ayaktan hastalarda ASYE patojenleri
arasında kinolon direncinin yayılma riski azaltılmış olacaktır.
Bütün florokinolonlar akciğere iyi penetre olurlar ve alveolar makrofajlarda ve epiteldeki konsantrasyonları serumdan
daha fazladır. Ek olarak mükemmel oral biyoyararlanımı
nedeniyle hastanın erken taburcu edilmesine ve maliyetin
düşürülmesine olanak sağlamaktadır.
İlaçla ilgili toksisiteler bazı türevler için sorun oluşturmaktadır. Sparfloksasin ile önemli fototoksisite, trovafloksasin ile ciddi karaciğer toksisitesi, grepafloksasin ile de belirgin kardiyotoksisite gözlenmiştir ve bu ajanların kullanımı
yasaklanmıştır. Her ne kadar aile üyeleri arasında farklılıklar
varsa da yaşlılarda florokinolonların kullanılmasına özel bir
önem verilmelidir. Özellikle altta yatan bir kalp hastalığı varsa yada QT uzamasına yol açan başka bir ilaç kullanıyorsa
kardiyak aritmiler yönünden dikkatli olunmalıdır. Dahası
tendon rüptürleri, baş ağrısı, uykusuzluk ve konfüzyon gibi
santral sinir sistemi ve gastrointestinal sistem yan etkileri
yaşlılarda gençlerden daha sık rastlanmaktadır. Yeni piyasaya
çıkan preparatlar ile ilaç etkileşimleri daha az görülür, ancak
polifarmasiden dolayı yaşlılarda dikkatli olunmalıdır. Ek
olarak bu popülasyonda renal fonksiyonara göre doz ayarlaması yapılmalıdır. Kreatinin klirensi siprofloksasin için 30
ml/dk’nın, levofloksasin için ise 50 ml/dk’nın altında ise doz
%50 azaltılmalıdır. Bütün bu bulgular florokinolonların yaşlı
hastalarda antibakteriyel dirençli gram-pozitif organizmalarla veya P.aeruginosa ile oluşan ciddi pnömoni tedavisinde
kullanılması gerektiğini göstermektedir.
Aminoglikozidlerin ASYE tedavisindeki rolü çeşitli faktörler nedeniyle sınırlıdır. Bu grup ajanlar akciğer dokusuna
zayıf penetre olurlar, asidik ortamda inaktive olurlar ve hepsinden önemlisi daha güvenli ve bu ajanlar kadar etkili başka
ajanlar bulmak daha kolaydır. Ek olarak özellikle yaşlılardaki
nefron ve işitmenin yaşa bağlı olarak zaten azalmasıyla beraber en ciddi yan etkileri olan nefrotoksisite ve ototoksisite
bu popülasyonda sorun yaratabilir. Aminoglikozid ile ilişkili
yan etkiler 2-3 günlük dozların kombine edilerek günde tek
dozda uygulanmasıyla en aza indirilebilir. Ancak febril nötropenik hastalarda günde tek doz uygulamasıyla gentamisin
tedavisiyle bile yüksek oranda ototoksisite, yaşlılarda ise nefrotoksisite gibi ciddi yan etkiler görülebilmektedir. Dahası
yeni yayınlarda geriatrik hastalarda günde tek doz verilen
aminoglikozidlerin etkisinin az yada hiç olmadığı yer almaktadır. Bu ilaçların yaşlılarda kullanımı ilaca bağlı yan etkileri
gözlemek için ciddi takip gerektirdiğinden dolayı hastanede
yatanlarda, özellikle P.aeruginosagibi dirençli gram-negatif
basillerle meydana gelmiş ciddi enfeksiyonlarda β-laktamlarla kombine edilerek kullanılmalıdır.
İn vitro testlerden elde edilen duyarlılık testlerinden elde
edilen duyarlılık oranlarına dayanılarak; ciddi MRSA enfeksiyonlarında standart tedavide vankomisin ve daha az yaygın
olmak üzere teikoplanin kullanılmaktadır. Vankomisinin
özelliği, göreceli olarak daha yavaş ve zamana bağımlı bakterisidal etki göstermesidir. Bundan dolayı da etkili bir klinik
sonuç için patojenin MIC (minimum inhibitör konsantrasyon) değeri üzerinde doku düzeyi sağlanmalıdır. Bunu başar-
mak için intermittan yol yerine devamlı infüzyon yolu tercih
edilmelidir. Bu sayede uzun süre boyunca MIC’in üzerinde
konsantrasyon sağlanmış olacaktır. Aslında glikopeptidler
göreceli toksiktirler. Vankomisin potansiyel olarak nefrotoksiktir ve infüzyon şeklinde verildiklerinde semptomatik histamin salınımına ve flebite yol açabilir. Mekanik ventilasyon
diğer farmakokinetik parametrelerin yanı sıra ilacın dağılım
hacmini etkileyebilir. Ek olarak uzamış tedavi sırasında ilacın
eliminasyonunda azalma meydana gelebilir. Sonuç olarak,
uygun şekilde verilseler bile glikopeptidler sadece orta düzeyde ekstravasküler difüzyona uğrarlar ve akciğere zayıf
penetre olması in vivo etkilerini azaltır. Vankomisinle tedavi
edilen, MRSA’ya bağlı ciddi pnömonisi olan hastalardada
yüksek mortalite oranları görülmektedir. Kloksasillin ile tedavi edilen, MSSA’nın neden olduğu pnomonisi olan entübe
hastalarda mortalite oranı %5’in altında olduğu gözlenmiş.
Yine MRSA’nın neden olduğu ventilatöre bağlı pnömoni’li olgularda, serum düzeyleri monitörize edilerek uygulanan vankomisin tedavisiyle mortalite oranı %54.5 gibi yüksek olarak
saptanmıştır. MRSA ve MSSA’nın neden olduğu pnömoni olgularının vankomisin ile tedavisinde yüksek mortalite oranlarına rastlanırken (sırasıyla %50 ve %47), MSSA’nın neden
olduğu pnömonilerde uygulanan kloksasillin tedavisinde bu
oran %0’dır. İn vivo olarak zayıf etkili ve yüksek toksisitesi ve
vankomisine duyarlılığı azalmış staphylococ suşlarının izole
edilmeye başlamasıyla beraber glikopeptidler gram-pozitif
akciğer enfeksiyonlarının tedavisinde ilk basamak olarak
kullanılmamalıdır. MRSA’ya bağlı nozokomiyal pnömoni tedavisinde strateji, vankomisin ve suşun duyarlı olduğu başka
bir ajanlayapılan kombine tedavilerdir.
ASYE tedavisinde kullanılan yeni antibakteriyel
ajanlar
Dirençli gram-pozitif patojenlere karşı etkili ve mükemmel güvenlik profili sunan bazı yeni grup ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlar; oksazolidinonlar, ketolidler ve streptograminlerdir.
Oksazolidinonlar; sentetik, dar spektrumlu yeni bir ilaç
grubudur. İlk piyasaya çıkan üyesi linezolid ve diğer üyesi
eperezolid’dir. Bakteriyel spektrumları gram-pozitif ve gramnegatif anaeropları kapsar ancak gram-negatif aeroplara etkileri yoktur. Ancak MRSA, vankomisine duyarlılığı azalmış
stafilokoklar, penisilin ve makrolidlere dirençli pnömokoklar
ve vankomisine dirençli enterokoklar gibi dirençli organizmaların hepsi bu ajanlara duyarlıdır.
Oksazolidinonların tek bir etki mekanizması vardır. Protein sentezinin ilk basamağını inhibe ederler ve mevcut olan
diğer antibakteriyel gruplarla çapraz direnç oluşturmazlar.
Bazı türlere (enterokolar) karşı bakteriyostatik etki gösterirken diğerlerine (pnömokoklar) karşı bakterisidal etkilidirler.
Linezolidin biyoyararlanımı %100’dür. Oral ve İV veriliş sonrası konsantrasyon zaman eğrileri benzerdir. Bu özellikleri
ilacı normal olarak absorbe edebilecek hastalarda oral olarak
başlanmasına izin verir. Ek olarak bu ilaçlar İV’den orale
geçiş içinde uygundur. İnsanlarda günde iki kez verilmesiyle
gram-pozitif patojenler için MIC90 değerlerini geçen kan
konsantrasyonlarına ulaşılabilir. Linezolid akciğer dokusuna
ve epiteliyali örten sıvıya mükemmel penetre olurlar ve daha
da önemlisi farmakokinetik özellikleri yaştan etkilenmez.
İlacın hem renal hem de böbrek dışı eliminasyonu olduğundan dolayı orta ve ileri düzeyde karaciğer ve böbrek hastalığı
olan hastalarda doz ayarlamasına gerek yoktur. Hastane kö-
kenli pnömonisi olan hastalarda vankomisin ve aztreonam
kombinasyonu ile linezolid’i klinik ve mikrobiyolojik olarak
karşılaştırılmış ve mikrobiyolojik eradikasyon, klinik iyileşme oranları ve güvenilirlik açısından benzer bulunmuştur.
Diğer kontrollü klinik çalışmalarda linezolid’in TKP’ye olduğu kadar komplike ve komplike olmayan deri ve yumuşak
doku enfeksiyonları ile vankomisine dirençli enterokoklarla
meydana gelen enfeksiyonlarda da etkili ve güvenilir olduğu
belirtilmiştir.
Oksazolidinonlar genelde iyi tolere edilirler. En sık görülen yan etkiler gastrointestinal rahatsızlıklar (bulantı, ishal),
baş ağrısı ve cilt döküntüleridir. Faz-III klinik çalışmalarda en
ciddi yan etki olarak linezolid verilen hastaların %2-4’ünde
trombositopeni rapor edilmiştir. İn vitro testlerde linezolid’in
çok zayıf ve geriye dönüşümlü olarak MAO inhibitörü olduğu gösterilmiştir. Ancak enzim inhibisyonu klinik çalışmalarla ortaya konamamıştır. Yine de ürün bilgisinde linezolid
tedavisi sırasında tiramin içeren gıdalardan çok fazla tüketilmemesi önerilmektedir. Ek olarak bu ilaç potansiyel olarak
adrenerjik ve serotoninerjik ilaçlarla etkileşebilir. Epinefrin
ve dopaminin pressör etkilerini reversibl olarak güçlendirebilirler. Beraberinde serotoninerjik ajanların verildiği
hastalarda kognitif fonksiyonlarda bozulma ve hiperpreksi
ile kendini gösteren serotonin sendromu riski vardır. Her ne
kadar TKP ve nozokomiyal pnömonilerin ampirik tedavisinde linezolid FDA tarafından yeni onay almıştır. Oksazolidinonlar ilaç direncine yol açmamak için ilaca dirençli grampozitif organizmalarla meydana gelen ASYE’nin tedavisinde
ikinci basamak olarak kullanılmalıdır. Ek olarak yaşlılarda bu
ilaçların etkinliğini ve güvenilirliklerini ortaya koymak için
spesifik klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ketolidler, makrolidlerden derive edilen bu grup makrolid rezistansı probleminin üstesinden gelmiştir. Telitromisin,
makrolide dirençli gram-pozitif koklara, penisiline dirençli
pnömokoklara, H.influenza, M.catarrhalis ve atipik respiratuar bakteriyel patojenlere karşı potenttir. Bu ajanın ilaç
etkileşimlerine eğilimi az ve çapraz direnç gelişimine karşı
dirençlidir. Telitromisin akciğer dokusuna ve sıvılarına hızla
penetre olur ve serum seviyelerinde saptanan değerlerin üstüne çıkar. Yaşlı hastalarda ve karaciğer bozukluğu olanlarda
doz azaltımı gerekmez. Uluslar arası ve çok merkezli çalışma-
da amoksisilin, klaritromisin ve trovafloksasin, telitromisin
ile karşılaştırılmış ve tüm tedavilerin klinik ve bakteriyolojik
başarı oranının yüksek olduğu (%90’ın üzeri) saptanmıştır.
Ketolidler, ASYE’nin ampirik tedavisinde yaşlılarda, özellikle
makrolidlere direnç saptanan ülkelerde kullanılabilirler.
Streptograminler: kuinupristin/dalfopristin, streptogramin A ve B’nin 30:70 karışımı ilk enjektabl streptogramin
derivesidir. Bu ilaç kombinasyonu protein sentezini peptid
zincir formasyonu oluşumunu engelleyerek önler. En sık
direnç hedef ribozomlardaki yapısal farklılıklar şeklinde
oluşur. Fakat bu kombinasyona nadiren direnç gelişir, çünkü
multipl nokta mutasyon gerekir. Son zamanlarda ilaç-effluks
ve enzimatik inaktivasyonunda direnç mekanizması olabileceği tanımlanmıştır. Kuinupristin/dalfopristin spektrumu;
multi-drug dirençli gram-pozitif aerobik bakteriler, MRSA,
koagülaz-negatif S.aureus, vankomisin dirençli E.faeciumm, penisilin veya eritromisine dirençli S.pneumonia’yı da
kapsar. Çok merkezli, prospektif randomize bir çalışmada
nozokomiyal pnömonisi olan ve aztreonam kullanan hastalarda vankomisin kadar etkili olduğu bulunmuştur. Fakat
bu kombinasyonun MRSA’ya etkisinin belirlenmesi için
ileri çalışmalar gerekmektedir. Kuinupristin/dalfopristin karaciğerden metabolize olup, majör metabolitleri fekal yolla
atılmasına rağmen karaciğer ve renal fonksiyon bozukluğu
olan hastalarla ilgili herhangi bir öneri yoktur. Streotogramin
kombinasyonu iyi tolere edilir. En sık yan etkisi infüzyon
yerindeki reaksiyon (ağrı, ödem, inflamasyon), tromboflebit,
serum bilirübin, karaciğer enzimlerinde artış, miyalji, artraljidir. Bu zamana kadar yaşlı hastalar konusunda herhangi bir
veri olmadığı için dikkatli olunmalıdır.
Sonuç olarak, yaşlı popülasyonun hızla artması, pnömoninin bu popülasyonda ciddi seyretmesi ve sıklıkla bakteriyolojik tanının mümkün olmaması nedeniyle hekimlerin ve
araştırmacıların pnömoni ve ampirik antibakteriyel tedavi
yaklaşım üzerine daha dikkatle eğilmeleri gerekmektedir.
Tanı atipik yakınmalarla başvuran hastalarda özellikle zorlaşmaktadır. Şiddetin belirlenmesi uygun tedavi ve prognozu
belirlemede anahtar rol oynamaktadır. Zamanında, uygun
ampirik antibiyotik tedavisi, hastaneye yatış ve mortaliteyi
azaltmak, klinik gidişi düzeltmek için sıklıkla gereklidir.
Download