Dolaşım sistemi - Dr. Onur Elmas

advertisement
Dolaşım sistemi
1
Dolaşım
Hücrelerin canlılığını koruyabilmesi, sürekli olarak besin maddelerini almak
ve metabolizma artıklarını atmakla mümkündür. İnsanda bu amaç için
dolaşım sistemi adı verilen özel bir sistem mevcuttur. Dolaşım sistemi kalp,
kalbe bağlı damarlar ve kandan oluşur. Sürekli ve kapalı bir sistemdir.
Kalbin pompa kuvveti ile atılan kan önce arterlere, arteriyollere ve kılcal
damarlara geçer, sonra venüller ve venler aracılığıyla tekrar kalbe döner.
Sistemin kapalı bir sistem olması nedeniyle madde alış-verişi kılcal
damarlarda gerçekleşir. Kanın sürekli dolaşımı sayesinde hücrelerin madde
alış-verişi, beslenmesi, tamiri, ısının vücudun her tarafına dağıtılması ve
hormonların dağılımı sağlanır.
Kalbin yapısı, atriyoventriküler ve semilunar kapaklar
Kalp 4 bölmeden oluşur: 2 atriyum ve 2 ventrikül. Atriyumlar kanı venöz
sistemden alır, ventriküller ise arteryel sisteme pompalar. Sağ atriyum ve
sağ ventrikül birlikte sağ pompa olarak, sol atriyum ve sol ventrikül
birlikte sol pompa olarak adlandırılır. Sağ pompa bir musküler duvar
(interventriküler septum) tarafından sol pompadan ayrılır (Şekil 1.1).
Septum normalde kalbin iki tarafındaki kan akımının karışmasını önler.
Sağ pulmoner arter
Pulmoner ven
Vena cava superior
Aort
Sol pulmoner
arter
Pulmoner ven
Sol atrium
Pulmoner kapak
Sağ atrium
Mitral kapak
Aort kapağı
Triküspid kapak
Sol ventrikül
Sağ ventrikül
İnterventriküler
septum
Vena cava inferior
Şekil 1.1 Kalbin yapısı
Atriyumlar ve ventriküller arasındaki bağ dokusu içinde atriyoventriküler
kapaklar bulunur. Sağ atriyum ve sağ ventrikül arasındaki kapağın 3 yaprağı
bulunduğundan triküspid kapak olarak adlandırılır. Sol atriyum ve sol
2
Dolaşım sistemi
ventrikül arasındaki kapağın ise 2 yaprağı vardır ve bikuspid kapak (mitral
kapak) olarak adlandırılır. Atriyoventriküler kapaklar atriyumlardan
ventriküllere kanın geçişini sağlar. Aynı zamanda kanın atriyumlara geri
akışını önler. Atriyoventriküler kapakların açılış ve kapanışları atriyum ve
ventriküller arasındaki basınç farkı ile gerçekleşir.
Semilunar kapaklar ise aort ve pulmoner trunkusun çıkış noktasında
bulunur. Aort çıkışındaki kapak aort kapağı, pulmoner trunkus çıkışındaki
kapak ise pulmoner kapak olarak adlandırılır. Semilunar kapaklar ventrikül
kasılması süresince açıktır; kanın pulmoner ve sistemik dolaşıma geçişini
sağlar. Ventriküllerin gevşemesi sırasında, arter basıncı ventrikül basıncından
büyük olduğu zaman kapanır, böylece ventriküllere kanın geri akışını önler.
Pulmoner ve sistemik dolaşım
Vücutta 2 dolaşım sistemi vardır: (1) Pulmoner dolaşım sağ ventrikülden
başlar, akciğerleri dolaştıktan sonra sol atriyumda sonlanır. (2) Sistemik
dolaşım sol ventrikülden başlar, bütün vücudu dolaştıktan sonra sağ
atriyumda sonlanır (Şekil 1.2).
Pulmoner dolaşım
RV
LV
Sistemik dolaşım
Şekil 1.2 Dolaşım sistemi (RA: Sağ atriyum, LA: Sol atriyum, RV: Sağ ventrikül,
LV: Sol ventrikül.)
Kılcal damarlardaki gaz değişimi sonucunda oksijen kapsamı azalmış,
karbondioksit kapsamı artmış kan venae cavae inferior ve superior ile sağ
atriyuma döner. Bu kan daha sonra kendisini pulmoner trunkusa ve pulmoner
arterlere pompalayan sağ ventriküle girer. Sağ ventrikülden pulmoner
arterler aracılığıyla akciğerlere gönderilir. Pulmoner arterler, gaz
Dolaşım sistemi
3
değişiminin olduğu akciğerlere kanı taşımak için dallanırlar. Akciğerlerde
karbondioksit kılcal damarlardan alveollere difüze olurken, oksijen
alveollerden kılcal damarlara geçer. Bu nedenle pulmoner venler yoluyla sol
atriyuma dönen kanın oksijen kapsamı artmış, karbondioksit kapsamı
azalmıştır. Kanın kalpden (sağ ventrikül) akciğerler yoluyla tekrar kalbe (sol
atriyum) dönmesi sırasında izlediği yol bir devreyi tamamlar ki; buna
pulmoner dolaşım denir.
Sol atriyumdaki oksijenden zengin kan sol ventriküle girer ve oradan aorta
pompalanır. Aort, büyük ve elastik bir damar olup dalları organ sistemlerinin
hepsine oksijenden zengin kan taşır. Hücresel solunum sonucu dokularda
oksijen konsantrasyonu kılcal damarlardaki kandan daha düşük,
karbondioksit konsantrasyonu ise daha yüksektir. Bu nedenle sistemik
venlere akan kanın oksijen kapsamı azalır, karbondioksit kapsamı ise artar.
Bu venler, oksijen kapsamı azalmış, karbondioksit kapsamı artmış kanı sağ
atriyuma taşıyan, venae cavae inferior ve superior olarak adlandırılan iki
büyük vene boşalırlar. Böylece sistemik dolaşım tamamlanır: Kalpden (sol
ventrikül) organ sistemlerine ulaşır ve tekrar kalbe (sağ atriyum) döner.
Kalp kası
Kalpde 3 çeşit kas hücresi vardır: (1) Sinoatriyal ve atriyoventriküler düğüm
hücreleri: Değişikliğe uğramış kas hücreleridir. Kasılma yetenekleri çok
azdır ve kendiliklerinden uyarı doğururlar. (2) Ventriküllerin içini
döşeyen endokard hücreleri: En iri kalp kası hücreleridir. Bunların da
kasılma yetenekleri çok azdır. Fakat uyarıyı hızlı iletmek için
özelleşmişlerdir. (3) Miyokard hücreleri: Kalbin kasılmasını sağlayan asıl
kalp kası hücreleridir. Orta büyüklükte, kuvvetli ve hızlı kasılma yetenekleri
olan hücrelerdir. Ortalarında bir çekirdek bulunan bu hücreler çizgili kaslar
gibi myofibrilller ve bol miktarda mitokondri taşırlar. Kalp kası hem iskelet
kasının, hem de düz kasın özelliklerini taşır. İskelet kası gibi çizgilidir ve
hızlı kasılır, düz kas gibi istek dışı aktivite gösterir ve aktivitesi otonom
sinirlerle düzenlenir.
Kalp kası lifleri çok sayıda kalp kası hücresinin seri halde bağlanmasından
meydana gelmiştir. Kalp kası liflerini enine olarak kateden koyu renkli
uzantılar interkale disk olarak adlandırılır. Hücre membranları buralarda
birbirleriyle kaynaşır ve iyonların difüzyonuna uygun, çok geçirgen
bağlantılar (gap junction) oluştururlar. Ayrıca interkale disklerde elektriksel
direnç çok düşüktür. Böylece aksiyon potansiyelleri bir kalp kası hücresinden
diğerine kolayca iletilir. Bu şekilde kalp kası bir sinsityum oluşturur; bir
uyarı geldiği zaman kalp kası hücreleri aynı anda kasılır. Kalp 2 ayrı
fonksiyonel sinsityumdan oluşmuştur: (1) Atriyum sinsityumu. (2)
Ventrikül sinsityumu. Bu iki sinsityum, atriyumların ventriküllere açıldığı
kapakların çevresinde bulunan ve elektriksel olarak iletken olmayan fibröz
bir doku ile birbirinden ayrılmıştır. Aksiyon potansiyelleri atriyum
sinsityumundan ventrikül sinsityumuna özel ileti sistemi (AV demet) ile
iletilir. Kalbin 2 ayrı sinsityuma ayrılması, atriyum kasılmasının ventrikül
kasılmasından önce olmasını sağlar. Bu durum kalbin fonksiyonu
bakımından çok önemlidir.
KALP KASININ FİZYOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Kalp kası 4 önemli fizyolojik özelliğe sahiptir: (1) Uyarılabilme
(Batmotropi), (2) Kasılabilme (İnotropi), (3) Otonomi (otoritmisite -
4
Dolaşım sistemi
Kronotropi), (4) İletebilme (Dromotropi).
Uyarılabilme
Bir dokunun herhangi bir uyarana cevap verebilme yeteneğine uyarılabilme
denir. Her doku uyarana kendine özgü cevap verir; doku bez ise salgıda
bulunur, kas ise kasılır. Kalp kası da uyarılabilme yeteneğine sahiptir. Sadece
kendi içinde doğan normal uyarılara değil, dışarıdan uygulanan elektrik,
mekanik, ısı ve kimyasal uyaranlara da cevap verir ve lifleri kasılır.
Normal kalp kasının istirahat membran potansiyeli yaklaşık -90 mV’dur
(Şekil 1.3). Ventrikül kasından kaydedilen aksiyon potansiyelleri 110 mV
kadardır. Membran potansiyeli –90 mV gibi çok negatif bir değerden +20
mV gibi pozitif değere yükselir. Bu tepe noktasından sonra membran atriyum
kasında 0.2 saniye, ventrikül kasında 0.3 saniye depolarize durumda kalarak
bir plato çizer. Bu plato nedeniyle kasılma kalp kasında iskelet kasına göre
15 kat daha uzun sürer. Kalp kasında kasılmanın iskelet kasına göre uzun
sürmesinin 2 nedeni vardır.
(1) İskelet kasında aksiyon potansiyeli çok sayıda hızlı sodyum kanallarının
açılmasına neden olarak, çok miktarda sodyum iyonunun iskelet kası liflerine
geçmesini sağlar (depolarizasyon). Bu kanallar aniden açılırlar ve 1/10.000
saniye açık kalarak aniden kapanırlar. Bu kapanmanın sonunda
repolarizasyon olayı görülür ve aksiyon potansiyeli sona erer.
Kalp kasında ise aksiyon potansiyeli 2 tip kanalın açılmasıyla ortaya çıkar:
Hızlı sodyum kanalları ve yavaş kalsiyum-sodyum kanalları. İskelet
kasında olduğu gibi hücre içine hızlı sodyum girişi ile depolarizasyon
meydana gelir (Faz 0). Depolarizasyonu takiben görülen erken yavaş
repolarizasyon (Faz 1) sodyum kanallarının kapanması ve potasyumun
hücre dışına akışına bağlıdır. Yavaş kalsiyum–sodyum kanalları; yavaş
açılmaları ve daha uzun süre (1/10 saniye) açık kalmaları nedeniyle hızlı
sodyum kanallarından farklıdır. Bu süre içinde hem kalsiyum, hem de
sodyum kalp kası lifleri içine akar. Bu durum uzun bir depolarizasyon
periyodunun oluşunu sağlar. Bu nedenle plato ortaya çıkar (Faz 2).
Aksiyon potansiyeli sırasında kalsiyum iyonlarının kasa geçmesi aynı
zamanda kas kasılmasına yardım eder. İskelet kasından farklı olarak kalp
kasında kalsiyum hem depolarizasyonda, hem de kasılmada rol oynar. Bu
durum kalsiyumun bifazik etkisi olarak bilinir.
(2) Aksiyon potansiyelinin ortaya çıkmasından hemen sonra kalp kası
membranının geçirgenliği potasyum için 5 kat azalır. İskelet kasında
görülmeyen bu etkinin kalsiyum kanallarından aşırı kalsiyum girişi
nedeniyle olduğu sanılmaktadır. Potasyum geçirgenliğindeki bu azalma plato
sırasında potasyum iyonlarının hücre dışına çıkışını azaltarak membranın
daha çabuk repolarize olmasını önler. Yavaş kalsiyum–sodyum kanalları 0.2–
0.3 saniye sonunda kapandığı ve kalsiyum ile sodyum iyonlarının hücre içine
girişi durduğu zaman, potasyum geçirgenliği çok hızlı bir şekilde artar ve
hızlı repolarizasyon meydana gelir (Faz 3). Hücreden hızlı potasyum kaybı
membran potansiyelini istirahat değerine döndürür (Faz 4). Böylece aksiyon
potansiyeli sona erer.
Dolaşım sistemi
5
1
Membran potansiyeli (mV)
2
3
0
4
Zaman (sn)
Membran geçirgenligi
10
P
Na+
P
1
K+
P
Ca++
0,1
Zaman (sn)
Şekil 1.3 Ventrikül miyokard hücrelerinden kaydedilmiş bir aksiyon potansiyeli
ve bu sırada Na+, K+ ve Ca++ için geçirgenlik değişiklikleri (P = Geçirgenlik).
Refrakter periyod
Kalp kası diğer uyarılabilen dokular gibi aksiyon potansiyeli süresince tekrar
uyarılamaz. Miyokardın kasılması (sistol) sırasında yapılan uyarılar cevapsız
kalır. Normal bir uyarı ile uyarılmış bulunan kalp kasının yeniden
uyarılamadığı devreye refrakter periyod denir. Ventrikülün mutlak
refrakter periyodu 0.25–0.30 saniye kadardır ki; bu da aksiyon
potansiyelinin süresine eşittir. Mutlak refrakter periyod hızlı repolarizasyon
(Faz 3) döneminin yarısına kadar olan süreyi kapsar (Şekil 1.4). Relatif
refrakter periyod ise bunu izleyen 0.05 saniyelik süredir.
Relatif refrakter periyod cevabın ancak normalden daha şiddetli bir uyarı ile
alındığı devredir. Uyarılabilme relatif refrakter periyodda geri döner, ancak
bu devrede ventriküllere gelen sıradışı bir uyarı sıradışı bir kasılmaya neden
olur. Bu sıradışı kasılmaya ekstrasistol denir. Ekstrasistolü takip eden
dinlenme aralığı normal kalp atımlarını takip eden aralıktan daha uzun olup
6
Dolaşım sistemi
tamamlayıcı aralık (kompansatuar pause) adını alır. Buna sebep yine
refrakter periyoddur. Sinoatriyal düğümden çıkan normal uyarı ventriküllere
ulaştığında ventrikül kasını ekstrasistolun refrakter periyodunda bulur ve
cevapsız kalır.
Kalp kasının iskelet kasına oranla uzun bir refrakter periyoda sahip olması
kalbin normal ritmini koruma bakımından önemlidir. Refrakter periyod
sayesinde iskelet kaslarında görülen uyarıların sumasyonu ve tetanizasyon
miyokardda meydana gelmez. Aksi halde; devamlı tetanik bir kasılma kan
dolaşımının durmasına neden olduğundan kalp fonksiyonunu yerine
getiremezdi. Çünkü kanın damarlara fırlatılması ve dolaşımın sağlanması
ancak kalbin periyodik olarak kasılması ile mümkündür.
Membran potansiyeli (mV)
+20
Refrakter
periyod
-90
0
0,15
0,30
Zaman (sn)
Şekil 1.4 Membran potansiyeli ve kasılma sırasında refrakter periyod.
Hep veya hiç kanunu
İskelet kasında eşik bir uyarı ile minimal bir kasılma görülür ve uyarı
şiddetinin artması ile kasılma büyüklüğü artar. Kalp kası ise eşik ve eşik üstü
bütün uyarılar karşısında aynı büyüklükte kasılma gösterir. Buna hep veya
hiç kanunu denir. Bunun sebebi kalp kası liflerinin fonksiyonel bir sinsityum
oluşturmalarıdır. Bu nedenle eşik değerde bir uyarı daima maksimal bir
kasılmaya sebep olur. Uyarı şiddetini artırmakla kalp fonksiyonunu
değiştirmek mümkün değildir.
Kasılabilme
Miyokardın herhangi bir uyaran karşısında gösterdiği kasılma yeteneğine
kasılabilme özelliği denir. İskelet kasında olduğu gibi, aksiyon potansiyeli
kalp kası membranında yayılırken T tübülleri boyunca kalp kası liflerinin
içine de yayılır. Bu durum sarkoplazmik retikulum sisternalarından kalsiyum
iyonlarının serbestleşerek sarkoplazmaya geçmesine neden olur. Kalsiyum
iyonları myofibriller içine difüzyona uğrayarak aktin ve myozin
flamentlerinin birbiri üzerinde kaymasını sağlayacak kimyasal reaksiyonları
Dolaşım sistemi
7
başlatır. Bu olay da kas kasılmasını oluşturur. Uyarılma-kasılma bağıntısı
buraya kadar iskelet kasında olduğu gibidir. Bu noktada iki fark ortaya çıkar.
(1) Kalp kasında, sarkoplazmik retikulum sisternalarından serbestlenen
kalsiyuma ek olarak aksiyon potansiyeli süresince T tübüllerinden de büyük
miktarda kalsiyum sarkoplazmaya geçer. Kalp kasında iskelet kasına göre
daha az gelişmiş olan sisternalar yeterli kalsiyum depo edemediğinden,
kasılma için ekstrasellüler kalsiyuma ihtiyaç vardır. Kalp kasında T
tübülleri iskelet kasındakilerden 5 kat daha büyük çapa ve 25 kat daha
büyük hacme sahiptir. T tübüllerinin içinde bol miktarda bulunan
mukopolisakkaritler negatif yükleriyle büyük miktarda kalsiyum iyonlarını
tutarak kalp kası liflerine difüzyona hazır şekilde depo ederler. Kalp kasının
kasılma gücü iskelet kasının aksine, büyük ölçüde ekstrasellüler sıvının
kalsiyum iyon konsantrasyonuna bağlıdır.
(2) İskelet kası ile kalp kası arasındaki diğer fark; iskelet kasında 2, kalp
kasında 1 T tübül sistemi bulunmasıdır. Kalp kasında bu sistem her
sarkomerin Z çizgisinde, iskelet kasında ise aktin ve myozin flamentlerinin
birbirini örttüğü yere bitişik bulunur. Bu fark kalp kasının iskelet kasından
daha yavaş kasılması gerçeğine; kalsiyum iyonlarının Z çizgisinden kasılma
olayının geliştiği sarkomerin orta bölgesine kadar difüze olması için geçen
zamana uymaktadır.
UYARI VE İLETİ SİSTEMİ
Otonomi ve iletebilme
Kalp, düzenli olarak uyarı doğuran ve bu uyarıları bütün kalbe ileten özel bir
sisteme sahiptir (Şekil 1.5). Bu sisteme uyarı ve ileti sistemi denir. Kalbin
uyarı ve ileti sistemi şu bölümlerden oluşur: (1) Normal uyarıların doğduğu
sinoatriyal (SA) düğüm (sinüs düğümü de denir). (2) Uyarıların SA
düğümden AV düğüm ve sol atriyuma iletildiği internodal ve interatriyal
yollar. (3) Uyarıların atriyumlardan ventriküllere geçerken gecikmeye
uğradığı atriyoventriküler (AV) düğüm. (4) Uyarıları atriyumlardan
ventriküllere ileten AV demet (His demeti). (5) Uyarıları ventriküllerin
bütün bölümlerine ileten Purkinje lifleri.
SA dügüm
Internodal yollar
0,22
0,03
0,16
AV dügüm
Sol dal
Sag dal
0,21
Purkinje lifleri
8
Dolaşım sistemi
Şekil 1.5 Kalbin uyarı ve ileti sistemi
SA düğüm
Kalp kası liflerinin çoğu kendiliğinden uyarı doğurabilme yeteneğine
sahiptir. Ancak, bu özellik en çok özel uyarı ve ileti sistemi için geçerlidir.
Bu sistemin en fazla kendiliğinden uyarı doğurabilen bölümü ise SA
düğümdür. SA düğüm, vena cava superior ağzının yakınında, sağ atriyumun
arka-üst duvarına yerleşmiş, elips şeklinde bir yapıdır. SA düğüm lifleri
küçük olup atriyum lifleriyle devam eder. Bu nedenle SA düğümden
başlayan herhangi bir aksiyon potansiyeli atriyumlara yayılır.
SA düğüm liflerinde istirahat membran potansiyeli -55 mV, ventrikül
liflerinde ise -90 mV'dur. Ventrikül kasında aksiyon potansiyellerinin
oluşumunda rol oynayan iyon kanallarının (hızlı sodyum kanalları, yavaş
kalsiyum-sodyum kanalları, potasyum kanalları) fonksiyonu SA düğüm
liflerinde farklıdır. Bunun nedeni SA düğüm lifleri istirahat membran
potansiyelinin -55 mV olmasıdır. Membran potansiyelinin bu düzeyinde hızlı
sodyum kanalları kapalıdır. Çünkü hücre membranının iç kısmında bulunan
inaktivasyon kapıları –60 mV düzeyinde kapanırlar. Bu nedenle aksiyon
potansiyeli ancak yavaş kalsiyum-sodyum kanallarının açılmasıyla oluşur.
SA düğümde aksiyon potansiyelleri ventrikül lifindeki gibi ani olmayıp,
yavaş gelişir.
Membran potansiyeli (mV)
SA düğüm liflerinde uyarıların doğmasına neden olan diğer bir özellik;
sodyum iyonlarının sızması olayıdır. SA düğüm lifleri hücre
membranlarının doğal yapısı sodyum iyonunu sızdırır. Hücre dışında sodyum
konsantrasyonunun yüksek olması ve aynı zamanda hücre içinin negatif
olması nedeniyle sodyum iyonları hücre içine sızma eğilimindedir. Bu sızma
nedeniyle SA düğüm lifleri istirahat membran potansiyeli ventrikül kas
liflerininkinden daha az negatifdir. Sodyum iyonlarının sızması; membran
potansiyelini yavaş yavaş yükselterek -40 mV olan eşik voltaja erişmesine
neden olur (pacemaker potansiyel). Bu noktada yavaş kalsiyum-sodyum
kanalları açılır. Hem kalsiyum, hem de sodyum iyonlarının hücre içine
girmesiyle aksiyon potansiyeli oluşur (Şekil 1.6). Böylece SA düğüm
liflerindeki doğal sodyum sızması kendiliğinden uyarının doğmasına neden
olur.
+20
Aksiyon potansiyeli
-40
-55
Pacemaker potansiyeller
Şekil 1.6 Sinoatriyal düğümde pacemaker potansiyeller ve aksiyon potansiyelleri.
Dolaşım sistemi
9
Aksiyon potansiyelinin bitiminde potasyum kanalları açılır, potasyum dışarı
çıkar ve istirahat membran potansiyelini -55 mV'a indirir. Bu noktada
potasyum kanalları kapanmaya başlar ve sodyum sızması istirahat membran
potansiyelinin yukarı doğru sapmasına neden olur. -40 mV düzeyinde yeni
bir siklus başlar.
Kalbin normal uyarı odağı (pacemaker) SA düğümdür. SA düğüm dışındaki
uyarı odaklarına ektopik uyarı odağı adı verilir. SA düğümden doğan
uyarıların frekansı 70–80/dk'dır. Kalbin diğer yerleri daha düşük frekansa
sahiptir. Bu nedenle SA düğüm her uyarıda kalbin diğer taraflarını depolarize
eder ve repolarize olur. Diğer merkezler kendilerine ait uyarıyı yapmadan SA
düğüm ikinci uyarıyı göndererek yine her tarafı depolarize eder. Böylece AV
düğüm ve purkinje sistemi, SA düğümden gelen depolarize edici uyarılar
nedeniyle bizzat uyarı doğuramazlar. Bu şekilde, SA düğüm ritmi ile çalışan
normal kalp ritmine sinüs ritmi denir. Sinüs ritminde atriyum kasılması
ventrikül kasılmasından 0.16 saniye önce gerçekleşir, atriyum ve ventrikül
kasılmaları düzenlidir.
İnternodal yollar
SA düğüm lifleri atriyum kas lifleri ile devam eder. SA düğümden doğan
aksiyon potansiyelleri bu liflere geçer ve bu yolla atriyumlara ve AV düğüme
yayılır. Aynı zamanda, SA düğüm ile AV düğüm ve sol atriyum arasında özel
iletim yolları mevcuttur. Bu yollar interatriyal ve internodal yollar olarak
adlandırılır. Bu özel yollarda ileti daha hızlıdır. Örneğin, ileti hızı atriyum
kasında 0.3 m/sn iken atriyumlar arası anterior demette 1 m/sn'dir. Bu
yolla uyarı sol atriyuma iletilir. Benzer şekilde ön, orta ve arka internodal
yollar denen yollarla uyarı SA düğümden AV düğüme iletilir. Bu lifler
Purkinje liflerine çok benzer. Kalbin çeşitli dokularında ileti hızları Tablo
1.1'de verilmiştir. Görüldüğü gibi kas lifi çapı küçüldükçe ileti hızı da azalır.
Tablo 1.1 Kalp dokusunda ileti hızları ve kas lifi çapı
Doku
İleti hızı
(m/sn)
SA düğüm
0.05
Atriyal yollar
1
AV düğüm
0.05
His demeti
1
Purkinje sistemi
4
Ventrikül kası
1
Kas lifi çapı
(mikrometre)
3–5
3–15
3–10
20
30
10–12
AV düğüm
AV düğüm; sağ atriyum septumunda, trikuspit kapağın hemen arkasında,
septum interatriale’de bulunur. Uyarı SA düğümden doğduktan sonra
internodal yollarla yaklaşık 0.03 saniyede AV düğüme ulaşır. Bu düğüme
ulaştığı an ile yayılmaya başladığı an arasında 0.13 saniye geçer. Yani; uyarı
AV düğümde gecikmeye uğrar. Görüldüğü gibi, SA düğümden doğan bir
uyarının AV demete ulaşması için geçen zaman 0.16 saniyedir. AV
düğümdeki gecikmeyi sempatik uyarı azaltır, parasempatik uyarı (nervus
vagus) ise artırır.
AV düğümde gecikmenin nedeni; atriyum lifleriyle AV düğüm liflerini
birleştiren bağlantı lifleri (junctional fibers) ve AV düğüm liflerinde ileti
10
Dolaşım sistemi
hızının çok düşük olmasıdır. Aynı zamanda AV düğümle AV demet
arasındaki geçiş liflerinde (transitional fibers) de ileti hızı yavaştır. İleti
hızının yavaş olması, bu liflerde çapın düşük olması ve bu yol üzerinde
dizilen kas hücreleri arasında az sayıda gap junction bulunmasına bağlıdır.
Bu yüzden iyonların bir hücreden diğerine iletilmesinde büyük bir direnç
vardır. AV düğümdeki gecikme nedeniyle SA düğümden doğan bir uyarı
atriyumlardan ventriküllere çok hızlı geçemez. Bu durum ventrikül kasılması
başlamadan önce, atriyumların kasılmasını ve kanın ventriküllere boşalmasını
sağlar.
AV düğümün diğer özellikleri şunlardır: (1) Uyarıyı atriyumlardan
ventriküllere tek yönde iletir. Ventriküllere yapılan sıradışı bir uyarı ile
ventrikülde sıradışı bir kasılma meydana geldiği halde atriyum kasılması
meydana gelmez. (2) İkinci sıklıkla uyarı doğuran bir merkezdir. Dakikada
40–60 frekansda uyarı doğurur. Yani; AV düğümün çalıştırdığı kalp, sinus
ritmine oranla daha düşük frekansla çalışır. Böyle durumlarda AV düğümün
doğurduğu uyarılar atriyumlara ve ventriküllere aynı anda dağılacağından,
atriyum ve ventriküller birlikte kasılır, arada bir süre bulunmaz. Bu ritme
nodal ritm denir. (3) Atriyumlardan gelen uyarıları ventriküllere belli bir
frekansa kadar iletebilir. Uyarı sayısının çok arttığı durumlarda uyarıların
bir kısmı AV düğümdeki gecikmenin bir sonucu olarak ventriküllere
geçemez. Yani; AV düğüm, fizyolojik bir blok oluşturur. Böylece
ventriküllerin fonksiyonu bozulmaz. İlettiği en fazla uyarı sayısı 230/dk’dır.
(4) AV düğüm atriyumlarla ventriküller arasındaki tek iletim yoludur.
AV demet ve Purkinje lifleri
AV düğüm, AV demet (His demeti) adı verilen özel bir miyokard dokusu ile
devam eder. AV demet, atriyum ve ventrikül kasları arasındaki fibröz
dokunun (anulus fibrosus; bu doku atriyum ve ventriküller arasında
elektriksel bir izolatördür.) içinden geçer ve ventrikül septumu içinde, kalbin
apeksine doğru 5–15 milimetre ilerler. Burada sağ ve sol olmak üzere iki dala
ayrılır. Sağ dal sağ ventrikülde, sol dal sol ventrikülde apekse, oradan da
kalbin tabanına doğru endokard altında ilerler. Aynı zamanda verdikleri
küçük dallarla ventrikül duvarında yayılırlar. Bu küçük dallar Purkinje
lifleri olarak adlandırılır. Purkinje lifleri kalp kası lifleri ile devam eder.
Kalpde uyarıların AV demete girdikten sonra Purkinje liflerinin son uçlarına
kadar ulaşması için geçen zaman ortalama 0.03 saniye kadardır. Purkinje
liflerinde iletinin bu kadar hızlı olması, Purkinje liflerini oluşturan hücreler
arasında çok sayıda gap junction bulunmasından ileri gelir. Uyarı purkinje
liflerinin uçlarına ulaştıktan sonra bizzat ventrikül kas lifleriyle ventrikül kas
kitlesi içine yayılır. Uyarı dışarıya, kalbin yüzeyine doğru değil, dışa doğru
açı yaparak yayılır. Bu nedenle uyarının ventrikül endokardiyal yüzeyinden
epikardiyal yüzeye taşınması için 0.03 saniyelik bir zamana daha gerek
vardır.
Uyarının AV düğümden ventriküle geçiş yolunda bir blok meydana
geldiğinde (AV blok) atriyumlar SA düğümün normal ritmi altında kasılmaya
devam ederken, Purkinje sistemi içinde yeni bir uyarı odağı oluşarak (ektopik
uyarı odağı) dakikada 15–40 vurum yaptıracak hızda ventrikülleri uyarır.
Böylece atriyumlar ve ventriküller ayrı ayrı frekanslarda ve birbirlerinden
bağımsız olarak kasılmaya başlar. Bu ritme idio-ventriküler ritm denir.
Ancak, Purkinje sistemi 5–30 saniyeden önce uyarı çıkaramadığından, bu
süre içinde ventrikül kanı pompalayamaz. İlk 4–5 saniye içinde beyne kan
gitmediği için şahıs bayılır. Bu durum Adam-Stokes sendromu olarak
Dolaşım sistemi
11
adlandırılır. Bu periyod çok uzarsa ölüm görülür.
KALP SİKLUSU
Kalp siklusu; kalbin tekrarlayan kasılma ve gevşemelerine karşılık gelir.
Bir kalp kasılmasının başlangıcından onu izleyen kasılmanın başlangıcına
kadar geçen periyoda bir kalp siklusu denir. Kasılma fazı sistol, gevşeme
fazı diyastol olarak adlandırılır. Ancak, bu terimler sadece ventriküllerin
kasılma ve gevşemesini ifade eder. Atriyumların da kasılıp gevşediklerini
unutmamalıdır. Atriyumların kasılması ventriküller gevşediği zaman,
diyastolun sonuna doğru görülür. Ventriküller sistolde kasıldıkları zaman
atriyumlar gevşer (Şekil 1.7).
Sistol
0.3 sn
Atriyumlar
gevşer
Atriyumlar
kasılır
Diyastol
0.5 sn
Şekil 1.7 Ventriküllerin sistol ve diyastolu.
Kalp fonksiyonu iki adımlıdır: Önce atriyumlar, sonra ventriküller kasılır.
Atriyumlar ventriküllerden 0.16 saniye önce kasılır. Atriyumların gevşemesi
esnasında venöz kan atriyumlara dolar, yükselen basınç atriyoventriküler
kapakları açar ve kanın atriyumlardan ventriküllere akışını sağlar.
Ventriküller atriyum kasılmasından önce yaklaşık %70 kanla dolar. Daha
sonra atriyumların kasılması görülür. Atriyumların kasılması diyastol sonu
kan hacmine (end diyastolic volume-EDV veya preload) %30 katkıda
bulunur.
Diyastol sonu kan hacmi; diyastol sonunda ventrikülde bulunan kan
hacmidir. Normalde, diyastol sonu her ventrikülde 110–130 mililitre kan
bulunur. İstirahatte herbir ventrikülden her atımda bunun 70–90 mililitre'si
fırlatılır. Her atımda fırlatılan kan miktarına atım hacmi (strok volüm)
denir. Atım hacminin diyastol sonu kan hacmine oranı ejeksiyon fraksiyonu
olarak adlandırılır. Görüldüğü gibi, ejeksiyon fraksiyonu yaklaşık 2/3'dür
(%65). Sistol sonunda herbir ventrikülde yaklaşık 50 mililitre kan kalır ki;
bu miktara sistol sonu kan hacmi (end-systolic volume) denir. Ventriküller
diyastol esnasında tekrar kanla dolar.
12
Dolaşım sistemi
Kalp dakikada ortalama 75 kez kasılır. Buna kalp hızı denir. Herbir siklus
0,8 saniye sürer. Bunun yaklaşık 0,3 saniyesi sistolde, 0,5 saniyesi diyastolde
geçer.
Kalp siklusu sırasında basınç değişiklikleri
Bir kalp siklusu sırasında basınç ve hacim değişiklikleri Şekil 1.8’de
gösterilmiştir. Bu şekil Wigger diyagramı olarak bilinir. Şimdi, sol ventrikül
basınç ve hacim eğrileri üzerinde kalp siklusunun evrelerini inceleyelim. Bu
sırada özellikle basınç değişiklikleri, hacim değişiklikleri ve kapakların
durumuna (açık veya kapalı olmasına) dikkat edilmelidir.
(1) Ventriküller kasılmaya başlar başlamaz ventrikül içi basınç yükselir ve
atriyoventriküler
kapaklar
atriyumlara
doğru
aniden
kapanır.
Atriyoventriküler kapaklar kapanınca ventriküllere ne kan dolar (çünkü
atriyoventriküler kapaklar kapalıdır), ne de kan fırlatılır (çünkü ventrikül içi
basınç semilunar kapakları açacak kadar yükselmemiştir). Ventrikül kası
kasılmaya ve ventrikül içi basınç artmaya başlar. Ventrikül hacmi
değişmeden ventrikül içi basıncın arttığı bu devreye izovolümetrik
kontraksiyon fazı denir. Kalp kasının boyu değişmeksizin gerimi artar, bu
nedenle izometrik olarak da adlandırılır. Ancak, bu tam doğru değildir;
apeksden tabana çok az da olsa bir kısalma vardır. Bu devre aort ve pulmoner
kapaklar açılana kadar sürer. Yani; izovolümetrik kontraksiyon fazı
atriyoventriküler kapakların kapanmasından, semilunar kapakların
açılmasına kadar geçen evredir. Süresi yaklaşık 0.05 saniyedir. Birinci kalp
sesi atriyoventriküler kapakların kapanmasıyla oluşur ve izovolümetrik
kontraksiyon fazında duyulur. Aort içindeki kan akışı devam ettiği için aort
basıncı da giderek düşer.
(2) Sol ventriküldeki basınç aort diyastolik basıncını (80 mmHg), sağ
ventriküldeki basınç pulmoner arter diyastolik basıncını (10 mmHg) aştığı
anda; aort ve pulmoner arter kapakları açılır ve fırlatma (ejeksiyon) fazı
başlar. Kanın ventriküllerden arterlere (aort ve pulmoner artere) atılması
nedeniyle ventrikül hacmi hızla düşer. Fırlatma ilk önce hızlıdır, sistol
ilerledikçe yavaşlar. Ventrikül içi basınç önce maksimuma yükselir (ventrikül
hacmi azalırken sol ventrikül ve aortdaki basınç 120 mmHg'ya, sağ ventrikül
ve pulmoner arterdeki basınç 25 mmHg’ya yükselir) ve sonra ventrikül
sistolu sonlanmadan azalır. Bu devre semilunar kapakların kapanmasına
kadar sürer. Yani; fırlatma fazı, semilunar kapakların açılmasından tekrar
kapanmasına kadar geçen evredir. Fırlatma fazı (protodiyastolik dönem
kabul edilmezse) 0.22 saniye sürer.
(3) Ventriküllerin diyastole geçmesi, yani gevşemeye başlamasından, aort ve
pulmoner kapakların kapanmasına kadar geçen devreye protodiyastolik faz
denir. Fırlatma fazını aort ve pulmoner kapakların açılmasından tekrar
kapanmasına kadar geçen devre olarak tanımlarsak, protodiyastolik faz
fırlatma fazı içinde yer alır. Süresi 0.04 saniye kadardır.
(4) Aort ve pulmoner kapaklar kapandıktan sonra (atriyoventriküler kapaklar
henüz açılmamıştır) ventriküller hacimlerini hiç değiştirmeden gevşemelerine
devam ederler. Ventriküllerdeki basıncın atriyumlardaki basıncın altına
düştüğü (sol ventrikülde 0 mmHg) ana kadar, yani atriyoventriküler kapaklar
açılana kadar süren bu devreye izovolümetrik (veya izometrik) gevşeme
fazı denir. Yani; izovolümetrik gevşeme fazı, semilunar kapakların
kapanmasından atriyoventriküler kapakların açılmasına kadar geçen
evredir. Ventrikül hacmi değişmez, ama ventrikül içi basınç azalır. Süresi
Dolaşım sistemi
13
Basınç (mmHg)
0.08 saniye kadardır. İkinci kalp sesi izovolümetrik gevşeme fazında duyulur.
Aort basıncı
AV kapak
kapanır
a
v
c
Sistol
AV kapak
açılır
Sol atriyum basıncı
Sol ventrikül basıncı
Diyastol
Hacim (mL)
Sol ventrikül hacmi
S1
S2
Kalp sesleri
Şekil 1.8 Sol ventrikülün fonksiyonu ile ilgili olarak kalp siklusu sırasında ortaya
çıkan olaylar, aort ve sol atriyum basıncı.
(5) Ventriküllerdeki basınç atriyumlardaki basıncın altına düşer düşmez
ventriküllerin hızlı doluş fazı başlar. Ventrikül basıncının diyastol değerine
inmesiyle, atriyumlardaki yüksek basınç atriyoventriküler kapakları açarak
kanın hızla ventriküllere dolmasını sağlar. Bu sırada atriyum basıncı
ventrikül basıncından 1 mmHg yüksektir. Kanın hareketi için bu basınç farkı
yeterlidir. Çünkü normalde atriyoventriküler kapakların açıklığı o kadar
geniştir ki; kan akımına hemen hemen hiç direnç göstermezler. Kan akımı
nedeniyle ventrikül hacmi artar. Hızlı doluş fazının süresi 0.11 saniye
kadardır. Hızlı doluş fazı diyastolun ilk 1/3'lük dönemini kapsar.
(6) Diyastolun ikinci 1/3'lük döneminde ventriküllere çok az kan geçer.
Kanın ventriküllere akışının hemen hemen durduğu diyastolun bu ikinci
1/3'lük dönemine diyastaz denir. Süresi 0.19 saniye kadardır.
(7) Diyastolun 1/3 son döneminde atriyumlar kasılarak ventriküllere kanın
akışına yeni bir hız verirler. Atriyum sistolu denilen bu dönem ventriküllerin
dolmasının yaklaşık %30'undan sorumludur. Süresi 0.11 saniye kadardır.
Tablo 1.2’de kalp siklusu sırasında kapakların durumu verilmiştir.
Tablo 1.2 Sistol ve diyastol sırasında kapakların durumu
14
Dolaşım sistemi
Periyod
İzovolümetrik kontraksiyon
Fırlatma
Protodiyastolik
İzovolümetrik gevşeme
Hızlı doluş
Diyastaz
Atriyum sistolü
(-); kapalı.
AV kapaklar
Açık
Açık
Açık
Semilunar kapaklar
Açık
Açık
-
Kalbin iki tarafında olaylar aynı ise de, eşzamanlı değildir. Sağ atriyum
kasılması sol atriyum kasılmasından önce oluşur. Bu durum sinoatriyal
düğümün sağ atriyumda olmasına bağlıdır. Buna zıt olarak sağ ventrikül
kasılması soldakinden sonra başlar. Sol ventrikül daha önce depolarize
olduğu için sağ ventrikülden daha erken kasılır ve mitral kapak triküspid
kapaktan, aort kapağı ise pulmoner kapaktan önce kapanır. Görüldüğü gibi
kasılma sırası; sağ atriyum, sol atriyum, sol ventrikül ve sağ ventrikül olmak
üzere saat istikameti yönündedir. Bununla birlikte, pulmoner arter basıncı (10
mmHg) aort basıncından (80 mmHg) düşük olduğu için sağ ventrikül
ejeksiyonu sol ventrikül ejeksiyonundan önce başlar.
İki ventrikülün dakika atım hacmi eşittir. Ancak, normalde solunum
(inspirasyon ve ekspirasyon) esnasında geçici farklar vardır. Ekspirasyon
esnasında aort ve pulmoner kapaklar aynı anda kapanır, fakat inspirasyon
esnasında pulmoner kapak aort kapağından sonra kapanır; ikinci ses sanki iki
sesmiş gibi duyulur. Buna fizyolojik çiftleşme denir. Bu durum
inspirasyonda venöz dönüşün artması ve bu nedenle sağ ventrikül sistol
süresinin uzamasına bağlıdır.
Atriyumlarda basınç değişiklikleri
Sağ atriyum basıncına klinikte santral venöz basınç (CVP) denir. Santral
venöz basınç 0-(-5) mmHg’dır. Atriyumlardaki basınç atriyum sistolu
sırasında yükselir. Atriyum basınç eğrisinde 3 dalga görülür (Şekil 1.8). a
dalgası: Atriyum sistolu nedeniyle oluşur. Atriyum kontraksiyonu sırasında
sağ atriyum basıncı yaklaşık 4–6 mmHg, sol atriyum basıncı 7–8 mmHg
yükselir. c dalgası: Ventriküllerin izovolümetrik kontraksiyonu sırasında
kanın hafifçe geriye, atriyumlara akışı, fakat daha çok ventriküllerdeki
basıncın artmasıyla atriyoventriküler kapakların atriyumlara doğru
yükselmesi nedeniyle ortaya çıkar. v dalgası: Ventrikül kontraksiyonunun
sonuna doğru görülür. Ventrikül kontraksiyonu sırasında atriyoventriküler
kapaklar kapalı iken, kanın venlerden atriyumlara dolmasına bağlıdır.
Ventrikül kontraksiyonu sona erdiği zaman, atriyoventriküler kapaklar
açılarak kanın hızla ventriküllere dolmasını sağladığından v dalgası kaybolur.
Aort basıncı
İzovolümetrik kontraksiyon süresince ventrikül içi basıncın yükselmesi,
semilunar kapakların açılarak kanın arterlere akışı nedeniyle yavaşlar.
Arterlere giren kan arter duvarlarının gerilmesine ve arterlerde basıncın
yükselmesine neden olur. Diyastol sırasında, arterlerin elastisiteleri sayesinde
yüksek basınç korunur. Aort kapağı kapandığı zaman basınç eğrisinde bir
çentik meydana gelir (dikrotik çentik). Bunun nedeni aort kapağının
kapanmasından hemen önce kanın kısa bir süre için geriye doğru akması
ve bunu izleyerek geri akımın aniden durmasıdır. Aort kapağı
kapandıktan sonra, kanın sürekli olarak çevre damarlara akışı nedeniyle
Dolaşım sistemi
15
aorttaki basınç yavaş yavaş 80 mmHg’ya düşer. Pulmoner arter basınç eğrisi
aort eğrisine benzer, ancak aort eğrisinin altıda biri kadardır.
Kalp hızı, sistol ve diyastol süreleri
Kalp hızı arttığı zaman hem sistol, hem de diyastol süresi azalır. Kalp hızı 75
iken sistol süresi 0.27 saniye, diyastol süresi 0.53 saniyedir. Kalp hızı 200
iken sistol süresi 0.16 saniyeye, diyastol süresi ise 0.14 saniyeye düşer.
Görüldüğü gibi, kalp hızı arttığı zaman diyastol süresi daha çok azalır. Bu
durum fizyolojik ve klinik bakımdan önemlidir. Kalp kası diyastol
esnasında dinlenir ve ventrikül doluşu diyastolde meydana gelir. Ayrıca,
sol ventrikülün subendokardiyal kısmına koroner kan akımı yalnız
diyastol esnasında olur. Diyastolun kısalması ventrikül doluşunu
azaltacağından, kalbin atım hacmi azalır. Normalde, kalp dakika atım hızı
180 oluncaya kadar, venöz dönüş bol olduğu sürece hızdaki artma ile kalbin
atım hacmi artırılır. Ancak, çok hızlı kalp atışlarında doluş öylesine azalabilir
ki; kalb debisi düşer ve kalp yetmezliği belirtileri ortaya çıkar. (Kalb debisi =
Kalp hızı x Atım hacmi.)
Kalp siklusu ve elektrokardiyogram
Basınç (mmHg)
Elektrokardiyogramda P dalgası depolarizasyonun atriyumlara yayılması
nedeniyle oluşur ve ventrikül diyastolünün sonunda ortaya çıkar. Atriyum
sistolu P dalgasından hemen sonra başlar. P dalgasının başlangıcından 0.16
saniye sonra ventriküllerin depolarizasyonuna bağlı olarak QRS dalgası
belirir. Ventrikül sistolu R dalgasının sonuna yakın başlar ve T dalgasından
hemen sonra sonlanır (Şekil 1.9). Dolayısıyla, QRS kompleksi ventrikül
sistolünün başlangıcında ortaya çıkar. T dalgası ise diyastolün başlangıcında
ortaya çıkar.
Sol ventrikül basıncı
Sistol
Diyastol
EKG
S1
S2
Kalp sesleri
Şekil 1.9 Kalp siklusu sırasında elektrokardiyogram ve ventrikül içi basınç
değişiklikleri arasındaki ilişki.
16
Dolaşım sistemi
Klinik kullanımda sistol ve diyastol terimleri
Dar anlamı ile sistol kasılma, diyastol ise gevşeme demektir. Bu nedenle
sistolun atriyoventriküler kapakların kapanmasıyla başlayıp, atriyoventriküler
kapakların açılmasıyla bittiğini kabul etmek fizyolojik açıdan doğru olur.
Ancak, atriyoventriküler kapakların açıldığı anı saptamak mümkün değildir.
Bu nedenle klinikte sistol; atriyoventriküler kapakların kapanması (birinci
kalp sesi) ile semilunar kapakların kapanması (ikinci kalp sesi) arasında
geçen süre olarak kabul edilir. Diyastol ise semilunar kapakların kapanması
(ikinci kalp sesi) ile atriyoventriküler kapakların kapanması (birinci kalp
sesi) arasındaki süre olarak kabul edilir.
KALP SESLERİ
Atriyoventriküler ve semilunar kapakların kapanması, stetoskopla göğüs
duvarında işitilebilen seslerin oluşumuna neden olur. Atriyoventriküler
kapakların sistol başında kapanması sırasında oluşan sese birinci kalp sesi
(S1), semilunar kapakların sistol sonunda kapanması sırasında oluşan sese ise
ikinci kalp sesi (S2) denir. Bunların dışında üçüncü kalp sesi (S3) ve
dördüncü kalp sesi (S4) de tanımlanmıştır. Üçüncü kalp sesi bazen
duyulabilir, dördüncü kalp sesi ise ancak özel cihazlarla yazdırılabilir. Bu
nedenle üçüncü ve dördüncü kalp sesinin pratik önemi azdır.
Birinci kalp sesi (S1)
Birinci kalp sesi atriyoventriküler kapakların kapanması nedeniyle oluşur.
Birinci kalp sesinin doğuşu sırasında, ventriküllerin kasılması kanın geriye
doğru akımıyla atriyoventriküler kapakları atriyumlara doğru iterken, korda
tendialar (cordae tendineae) ani bir şekilde bu akışı durdurur. Kapaklar
esneklikleri ile tekrar ilgili oldukları ventriküllere doğru bir hareket yaparlar.
Bu hareket kanı, kapakçıkları ve ventrikülleri titreşime uğratırken, aynı
zamanda kanda bir girdap oluşturur. Bütün bu titreşimler göğüs duvarına
ulaşır ve steteskopla ses halinde duyulur. Birinci kalp sesi atriyoventriküler
kapakların kapanması sırasında oluştuğundan iki bileşeni vardır: Mitral (M1)
ve triküspid (T1). Normalde mitral kapak triküspid kapaktan önce kapanır.
Ancak, M1 ve T1 arasındaki süre çok kısa olduğundan tek bir ses (S1) olarak
duyulur.
Birinci kalp sesi izovolümetrik kontraksiyon evresine uyar.
Elektrokardiyogramda Q dalgasından sonra başlar. Yumuşak, tok, donuk bir
sesdir. Süresi 0.15 saniye, frekansı 25–45 Hertz'dir (titreşim/saniye). Tablo
1.3’de kalp seslerinin süre ve frekansları verilmiştir.
Tablo 1.3 Kalp seslerinin süre ve frekansları
1. Kalp sesi
2. Kalp sesi
Süre (saniye)
0.15
0.12
Frekans (Hertz)
25–45
50–70
3. Kalp sesi
0.10
30
4. Kalp sesi
0.08
˂20
İkinci kalp sesi (S2)
İkinci kalp sesi semilunar kapakların kapanması nedeniyle oluşur.
Semilunar kapaklar kapandıkları zaman önce ventriküllere doğru itilir, daha
sonra da esneklikleri nedeniyle eski duruma dönerek kanı arterlere doğru
Dolaşım sistemi
17
hareket ettirirler. Bu olay kanı kısa bir süre için arter duvarları ile kapaklar ve
kapaklar ile ventrikül duvarları arasında ileri-geri hareketine neden olur.
Arter duvarlarında gelişen titreşimler arterler boyunca nabız dalgası olarak
iletilir. Semilunar kapakların kapanması sırasında kanın, pulmoner arter ve
aort duvarlarının, daha az oranda da ventriküllerin titreşimleri göğüs
duvarında ses olarak işitilir.
İkinci kalp sesi izovolümetrik gevşeme evresine uyar. Elektrokardiyogramda
T dalgasından hemen sonra başlar. Yüksek, keskin ve tiz bir sesdir. Süresi
0.12 saniye, frekansı 50–70 Hertz'dir. İkinci kalp sesi, birinci kalp sesine
göre daha kısa süreli, ama daha yüksek frekanslıdır. İkinci kalp sesinin
daha yüksek frekansa sahip olmasının iki nedeni vardır: (1) Semilunar
kapakların atriyoventriküler kapaklara göre daha gergin oluşu. (2) İkinci
sesin oluşumuna katılan arter duvarlarının esneklik katsayısının ventriküllere
göre daha büyük oluşu. Birinci sesin oluşumuna katılan ventriküller arter
duvarına göre daha gevşektir.
İkinci kalp sesi semilunar kapakların kapanması sırasında oluştuğundan iki
bileşeni vardır: Aort (A2) ve pulmoner (P2). Normalde aort kapağı pulmoner
kapaktan önce kapanır. İnspirasyon esnasında pulmoner kapak aort
kapağından daha geç kapanır. İnspirasyonda intratorasik basınç düşer ve sağ
kalbe gelen kan miktarı (venöz dönüş) artar. Bu nedenle sağ ventrikülün
boşalması gecikir; sistol süresi uzar ve pulmoner kapak geç kapanır. Aynı
zamanda inspirasyonda pulmoner damar kapasitesinin artması sonucu sol
ventriküle gelen kan miktarı azalır ve sol ventrikül sistol süresi kısalır. Buna
bağlı olarak aort kapağı daha erken kapanır. Bu şekilde inspirasyonda P2 ile
A2’nin arası açılır. Bu nedenle ikinci kalp sesi sanki iki sesmiş gibi duyulur.
Buna fizyolojik çiftleşme denir (Şekil 1.10). İkinci kalp sesinin fizyolojik
çiftleşmesi herkeste tespit edilebilir, patolojik değildir. Tespit etmek için
derin bir inspirasyondan sonra şahsın soluğunu tutması istenir ve bu
esnada kalp sesleri dinlenir. Ekspirasyonda ise A2 ve P2 birbirine yaklaşır
ve tek ses olarak duyulur.
M1/T1
A2/P2
M 1/T1
S3
S1
S4
S2
S1
Diyastol
Sistol
İnspirasyon
A2/P2
S2
Sistol
Ekspirasyon
Şekil 1.10 Kalp sesleri ve ikinci kalp sesinin (S2) fizyolojik çiftleşmesi
Üçüncü kalp sesi (S3)
Üçüncü kalp sesi, atriyumlardan hızla ventriküllere akan kanın ventrikül
duvarını ani olarak germesinin meydana getirdiği titreşimlerden
18
Dolaşım sistemi
kaynaklanır. Ventriküllerin hızlı doluş dönemine uyar. Diyastolun 1/3 orta
döneminde duyulur. Üçüncü kalp sesi düşük frekanslı (ortalama 30 Hertz) ve
zayıftır. Bu, kalbin diyastol sırasında gevşek ve esnekliği az bir durumda
bulunmasıyla ilgilidir. Diyastolun 1/3 ortasına kadar oluşmaması, diyastol
başlarında kanın kalpde esnek bir gerim oluşturacak düzeye çıkmayışına
bağlıdır. Diyastol sonlarında duyulmaması ise, bu sırada ventriküllere kan
akışının titreşim oluşturmayacak kadar zayıf olmasına bağlıdır.
Üçüncü kalp sesi herkeste duyulmayıp, daha ziyade 10–20 yaşları arasındaki
zayıf göğüslü gençlerde duyulur. Yetişkinlerde 1/3 oranında rastlanır. Ayrıca
sağlıklı çocukların %65'inde duyulabilir. Genellikle ikinci kalp sesinden
0.12–0.18 saniye sonra duyulur. Bulunduğu zaman en iyi sol tarafa yatmış
pozisyonda, apeksde duyulur. Süresi 0.10 saniyedir.
Dördüncü kalp sesi (Atriyum sesi –S4)
Dördüncü kalp sesi, atriyum sistolü nedeniyle oluşur. Atriyum sistolü
sırasında kanın ventriküllere hızlı akışının oluşturduğu titreşimlerden
kaynaklanır. Frekansı 20 Hertz'den az olduğu için steteskopla hiçbir zaman
işitilemez, sadece fonokardiyogramla tespit edilebilir. Adeta birinci kalp
sesinin çiftleşmesi gibidir. Birinci kalp sesinden 0.10 saniye önce, P
dalgasından sonra görülür. Süresi 0.08 saniyedir.
Normal kalp seslerinin dinlendiği bölgeler
Vücuttaki seslerin bir steteskop yardımıyla dinlenmesine oskültasyon denir.
Ancak, kalp seslerinin dinlendiği alanlar doğrudan ilgili oldukları kapakların
üstüne rastlamaz. Çünkü atriyoventriküler kapakların oluşturduğu sesler ilgili
oldukları ventriküller yardımıyla göğüs duvarına iletilir. Semilunar
kapakların sesleri de kalpden ayrılan büyük damarlar boyunca yayılır.
Kapakların fonksiyonlarını araştırmak için kalp seslerinin en iyi dinlendiği
bölgeler dinleme odakları olarak adlandırılır. Dinleme odakları Tablo 1.4 ve
Şekil 1.11’de gösterilmiştir.
Tablo 1.4 Kalp seslerinin en iyi dinlendiği bölgeler
Sağ 2. interkostal aralığın sternumla birleştiği yer.
Aort odağı
Sol 2. interkostal aralığın sternumla birleştiği yer.
Pulmoner odak
Apeksde; midklavikular çizginin 5. interkostal aralığı kestiği
Mitral odak
yer.
Sternumun processus xiphoideus’u üzerinde.
Trikuspit odağı
Mezokardiyak odak Sol 3–4. interkostal aralığın sternumla birleştiği yer.
Dolaşım sistemi
Aort odağı
19
Pulmoner odak
Mezokardiyak odak
Triküspit odağı
Mitral odak
Şekil 1.11 Kalp seslerinin en iyi dinlendiği bölgeler.
KALP DEBİSİ
Kalp debisi (cardiac output); herbir ventrikül tarafından bir dakikada
pompalanan kan hacmidir. Kalp debisi; kalbin dakika vuru sayısı (kalp hızı)
ile kalbin her vuruda fırlattığı kan hacminin (atım hacmi) çarpımına eşittir.
İstirahat durumunda, yetişkinde ortalama kalp hızı dakikada 75, atım hacmi
ise her vuruda 70 mililitredir (70 mililitre sol ventrikülden, 70 mililitre sağ
ventrikülden). Kalp debisi ise dakikada yaklaşık 5–6 litredir ve organlara
dağılımı farklıdır. İstirahatte kalp debisinin dağılımı Tablo 1.5'de verilmiştir.
Kalp debisi (mL/dk) = Kalp hızı (vuru/dk.) x Atım hacmi (mL/vuru)
Tablo 1.5 İstirahatte kalp debisinin dağılımı
Organ
Beyin
Kalp
İskelet kasları (inaktif)
Deri
Böbrek
Karaciğer, mide, bağırsak kanalı.
Kalp debisi
Kan akımı (mL/dk)
750
250
650
500
1200
1900
5900
Kalp debisini etkileyen faktörler
Kan hacmi yaklaşık 5–6 litredir. İstirahat koşullarında her ventrikül dakikada
toplam kan hacmine eşit miktarda kanı pompalar. Başka bir deyişle; bir
damla kanın sistemik ve pulmoner dolaşımı tamamlaması bir dakika alır.
Kalp, fizyolojik sınırlarda debisini 5–7 kat artırabilir.
20
Dolaşım sistemi
Kalbin pompalama gücü; kalbin dakikadaki vuru sayısı (kalp hızı) ve her
vuruda fırlattığı kan hacminin (atım hacmi) bir fonksiyonudur. Kalp
debisindeki artış (egzersiz sırasında olduğu gibi) kalp hızı ve atım hacmini
düzenleyen faktörlerce sağlanır. Kalp hızı başlıca otonom sinirler ile
düzenlenir. Kalp debisinin otonom sinirlerle düzenlenmesi ekstrinsik
düzenleme olarak adlandırılır. Atım hacmi ise; ventriküllerdeki kan hacmi,
ventriküllerin kasılma gücü, kan akımına arter ve arteriyollerdeki direnç ile
ilgilidir. Kalp debisinin kan hacmi, kasılma gücü ve dirence bağlı olarak
düzenlenmesi ise intrinsik düzenleme olarak adlandırılır. Kalp debisinin
düzenlenmesi Şekil 1.12’de gösterilmiştir. Şimdi kalp hızı ve atım hacminin
düzenlenmesini ayrı ayrı inceleyelim.
Ortalama
arteryel basınç
Kalp debisi
=
Kalp hızı
x
Atım hacmi
Kasılma gücü
Sempatik
sinirler
Parasempatik
sinirler
Diyastol sonu
kan hacmi (EDV)
Uzunluk
Frank-Starling
Şekil 1.12 Kalp debisinin düzenlenmesi. (Kesik çizgiler azaltanları gösteriyor.)
KLİNİK
Ventriküler fonksiyondan bahsedilirken kastedilen genellikle sol
ventrikül (LV) olmasına karşın aynı durum sağ ventrikül (RV) için de
geçerlidir. Her ne kadar ventriküller fonksiyonel olarak ayrı iseler de
birbirlerinden bağımsız değildir. Ayrıca, sistolik ve diyastolik
fonksiyonu etkileyen faktörler birbirinden ayrılabilir; sistolik
fonksiyondan kasıt ventriküler ejeksiyon iken diyastolik fonksiyon
ventriküler doluşa bağlıdır.
Ventriküler sistolik fonksiyon sıklıla kalp debisi (CO) ile eşdeğer
tutulur. Kalp debisi, kalbin bir dakikada pompaladığı kan hacmidir. İki
ventrikül seri bağlandıklarından kalp debisileri de normalde eşittir.
Kalp debisi, aşağıdaki eşitlik ile ifade edilebilir.
CO= Stroke volüm x Hız
Vücut hacminden doğan farklılıkları kompanse etmek için de CO,
sık olarak vücut yüzey alanına bölünerek kullanılır.
CI= CO / BSA
Vücut yüzey alanı (BSA), genellikle boy ve kiloyu baz alan
nomogramlardan hesaplanır. Normal CI: 2.5- 4,2 L/dk/m2’dır. Normal
Dolaşım sistemi
21
CI, genelde geniş bir sınır aralığına sahip olduğundan ventriküler
performansın değerlendirilmesinde nispeten duyarlı olmayan bir
yöntemdir. Bu nedenle CI'deki anormallikler, büyük bir ventrikül
fonksiyon bozukluğunu gösterir. CO'un eksersize yanıtı elde
edilebilirse bu daha değerli bir yöntem olacaktır. Bu koşullarda CO'un
artamayıp oksijen tüketimine ayak uyduramayışı, miks venöz oksijen
satürasyonunda bir düşüş ile kendini gösterir. Artmış gereksinime
karşı miks venöz oksijen satürasyonunun azalması genelde yetersiz
doku perfüzyonunu gösterir. Böylece, hipoksi veya ciddi anemi
olmadığı sürece miks venöz oksijen basınç (veya satürasyonu), CO'un
yeterliliğinin tayininde en iyi ölçüm yöntemidir.
Kalp hızının düzenlenmesi
Medulla oblongata ve ponsun 1/3 alt bölümündeki nöron gruplarına
vazomotor merkez adı verilir. Bu merkez parasempatik uyarıları kalbe
nervus vagus ile ulaştırır. Kalbe ve kan damarlarına olan sempatik uyarıları
(medulla spinalis T1–5 segmentlerden) ise paravertebral sempatik
ganglion zincirleri ve prevertebral ganglionlardan (çöliak ve
hipogastrik) gelen postganglioner nöronlar ile ulaştırır. Bu ganglionların
preganglioner nöronları medulla spinalisin intermediolateral gri cevherinde
bulunur. Gerçekte bu merkezler yüksek beyin bölgeleri ve özellikle aort ve
karotid arterlerde yer alan basınç reseptörleri (baroreseptörler) tarafından
feedback olarak etkilenirler.
Normalde kalp sinoatriyal düğümün ritmine göre çalışır. Bu ritm, istirahat
membran potansiyelinin bir ateşleme seviyesine ulaşması ve iyon
kanallarının açılarak aksiyon potansiyeli oluşturması ile sağlanır. Aksiyon
potansiyeli süresince miyokard stoplazmasına kalsiyum girer, troponini
etkileyerek kasılmaya neden olur. Bununla birlikte, kalbe gelen sempatik ve
parasempatik sinirler devamlı aktiftirler ve sinoatriyal düğümün uyarı hızını
değiştirirler. Parasempatik sinirler başlıca sinoatriyal ve atriyoventriküler
düğümlerde, daha az olarak atriyum kasında, çok az da ventrikül kasında
dağılırlar. Sempatik sinirler ise, ventrikül kasında daha belirgin olmak üzere
bütün alanlara dağılırlar.
Parasempatik sinirlerin uyarılması nervus vagus uçlarından asetilkolin
(ACh) salınmasına neden olur. Asetilkolin, G proteini aracılığıyla muskarinik
(M2) reseptörleri etkileyerek kas lifi membranlarının potasyuma
geçirgenliğini artırır; hiperpolarizasyonla dokuyu daha az uyarılabilir duruma
getirir. Asetilkolinin kalp üzerinde 2 önemli etkisi vardır. (1) Sinoatriyal
düğümün ritmini yavaşlatır (- kronotrop). (2) Atriyum kasları ile
atriyoventriküler düğüm arasındaki atriyoventriküler kavşak liflerinde
uyarılabilmeyi azaltarak uyarının ventriküllere geçişini geciktirir (batmotrop). Aynı zamanda asetilkolin, membranda adenil siklazın
inhibisyonuna neden olur. Böylece cAMP azalır ve sonuçta membranın
kalsiyuma olan geçirgenliği azalır.
Çok güçlü bir vagal uyarı sinoatriyal düğümün ritmik uyarılarını veya
uyarıların atriyoventriküler düğümde geçişini tamamen durdurabilir. Her iki
durumda da uyarılar ventriküllere geçemez. Ventriküller 4–10 saniye durur.
Bu sırada Adam-Stokes sendromu görülebilir. Sonra Purkinje liflerinin,
genellikle de atriyoventriküler demetin bir noktasından özgün bir ritm
22
Dolaşım sistemi
gelişerek ventriküllerin 15–40 frekansda çalışmaları sağlanır. Bu durum
ventriküler kaçış olarak adlandırılır. Egzersizde nervus vagus’un sinoatriyal
düğüm üzerindeki inhibisyonu azalır ve kalp hızı artar. Kalp hızındaki daha
fazla artışlar sempatik sinir uyarısının artması ile sağlanır. İyi antrene
atletlerde görülen istirahatteki bradikardi büyük oranda nervus vagus’un
yüksek aktivitesine bağlıdır.
Sempatik sistem kalp üzerinde parasempatik sisteme zıt etkiler yapar: (1)
Sinoatriyal düğümde uyarı hızını artırır (+ kronotrop). (2) Kalbin bütün
bölümlerinde ileti ve uyarılabilme yeteneğini artırır (+ batmotrop). (3)
Atriyum ve ventrikül kaslarının kasılma gücünü artırır (+ inotrop) ve kalp
hızı yüksek olduğu zaman sistolde geçen süreyi hafifçe azaltır. Sempatik sinir
uçlarından salınan norepinefrin bu etkilerini  1 reseptörlerine bağlanarak
adenil siklazı aktive etmek ve kas lifi membranlarının sodyum ve kalsiyum
geçirgenliğini artırarak yapar. Adrenal medulladan salınan epinefrin de
benzer etkilere sahiptir. Epinefrin ayrıca  2 reseptörleri üzerinden koroner
arterlerde dilatasyona neden olur.
SA düğümün aktivitesi, sempatik ve parasempatik sistemin zıt etkilerinin net
sonucuna bağlıdır. Sinoatriyal düğümün otonom inervasyonu kalp hızının
düzenlenmesinde esastır. Şekil 1.13 ve Tablo 1.6’da otonom sinirlerin kalp
aktivitesine etkileri görülmektedir.
Tablo 1.6 Otonom sinirlerin kalp aktivitesine etkileri
SA düğüm
AV düğüm
Atriyum kası
Ventrikül kası
Sempatik sinirlerin etkisi
Kalp hızında artma.
İleti hızında artma.
Kasılma gücünde artma.
Kasılma gücünde artma.
Parasempatiklerin etkisi
Kalp hızında azalma.
İleti hızında azalma.
Kasılma gücünde azalma.
Anlamlı bir etkisi yok
Normal sinüs ritmi
Sempatik etki
Parasempatik etki
Zaman
Şekil 1.13 Sempatik ve parasempatik sinirlerin kalp hızı üzerine etkisi. Sempatik
sinirler kalp hızını artırır, parasempatik sinirler ise azaltır.
Dolaşım sistemi
23
KLİNİK
CO, genellikle kalp hızı ile doğru orantılıdır. Kalp hızı, SA nodun
intrensek fonksiyonudur (spontan depolarizasyon), fakat otonomik,
humoral ve lokal faktörler ile modifiye edilir. SA nodun normal
intrensek hızı genç erişkinlerde 90-100 vuru/dk civarındadır, yaşla
aşağıdaki formüle uygun olarak azalır.
Normal kalp hızı = 118 vuru/dk - (0,57 x yaş)
Vagal aktivitenin artması, muskarinik kolinerjik M2 resöpterlerinin
stimülasyonu yoluyla kalp hızını yavaşlatır, sempatik aktivitenin
artması da 1 adrenerjik reseptörler aracılığıyla kalp hızını artırır.
Atım hacminin düzenlenmesi
Atım hacmi 3 değişken tarafından düzenlenir: (1) Kalp kası lifinin
uzunluğu. (2) Toplam periferik direnç; kan akışına karşı arterlerdeki
direnç. (3) Kasılabilme; miyokardın kasılma gücü.
Kasilma gücü
(1) Kalp debisinin kalp kas lifi uzunluğundaki değişikliklere bağlı olarak
düzenlenmesine heterometrik düzenleme denir. Kalp kasında uzunlukgerim ilişkisi iskelet kasının aynıdır: Belli bir uzunluğa kadar kasın boyu
uzadıkça kasılma gücü artar (Şekil 1.14). Kasılma gücü maksimuma
ulaştıktan sonra, kasın boyu ne kadar uzatılırsa uzatılsın, kasılma gücü
artmaz. Tam tersine, kasılma gücü azalır. Kalp kası lifinin uzunluğu diyastol
sonu kan hacmi ile orantılıdır. Diyastol sonu kan hacmi; kasılma öncesi
ventriküllerde bulunan kan hacmidir. Diyastol sonu kan hacmindeki artış,
kasılma gücünde ve dolayısıyla atım hacminde artışa neden olur. Diyastol
sonu kan hacmi, kasılma gücü, atım hacmi ve kalp kası arasındaki bu ilişki
Frank-Starling kanunu olarak bilinir.
Uzunluk
Şekil 1.14 Uzunluk-kasılma gücü ilişkisi.
Diyastol sırasında, kanla dolmadan önce miyokard hücrelerinin sarkomer
uzunluğu 1.5 m'dir. Bu uzunlukta her iki taraftan aktin flamentleri
sarkomerin ortasında myozinle üst üste binerler ve bu nedenle hücreler zayıf
olarak kasılabilirler (Şekil 1.15). Ventriküller kanla dolarken miyokard
gerilir, sarkomer uzunluğu artar. Böylece aktin flamentleri sadece A
bantlarının kenarlarında myozinle üst üste gelirler. Bu durum kasılma
süresince daha fazla kuvvetin oluşturulmasını sağlar. Aktin ve myozinin daha
elverişli bir şekilde üst üste gelmeleri ventriküllerin gerilmesiyle
oluşturulduğundan ve gerilmenin derecesi dolmanın derecesiyle kontrol
edildiğinden, kasılmanın kuvveti diyastol sonu kan hacmi tarafından
ayarlanır. İskelet kasında olduğu gibi kalp kasında da sarkomer boyu 2,2 m
24
Dolaşım sistemi
iken kasılma gücü en büyüktür.
1,5
2,2
Şekil 1.15 Sarkomer boyu 1,5 ve 2,2 mikrometre iken aktin ve myozin ilişkisi.
(2) Kalp kasılmalarının şiddeti, ventriküllerin kanı pompalamasına karşı
koyan dirençle de belirlenir. Bu direnç pulmoner arterde düşük, aortta
yüksektir. Atım hacmi toplam periferik dirençle ters orantılıdır; periferik
direnç arttıkça atım hacmi azalır. Ancak, artmış periferik dirence karşı
atım hacmindeki azalma sadece birkaç vuruda oluşur. Çünkü sağlıklı bir kalp
artmış periferik direnci daha güçlü vuruyla kompanse edebilir. Frank-Starling
kanunu kalbin toplam periferik dirençdeki artışa nasıl ayarlandığını açıklar:
(a) Periferik dirençde artış atım hacminin azalmasına neden olur. (b) Böylece
ventriküllerde daha çok kan kalır; bir sonraki siklus için diyastol sonu kan
hacmi artar. (c) Bunun sonucu olarak sonraki siklusda ventrikül daha çok
gerilir ve kanı fırlatmak için daha güçlü kasılır. Bu durum sağlıklı bir kalbin
normal debisini devam ettirmesini sağlar.
Frank-Starling kanunu nedeniyle, belirli sınırlar içinde kalbin pompa gücü
karşısındaki arteryel basınçda ortaya çıkan değişiklikler kalp debisini hemen
hiç etkilemez. Arteryel basıncın 80–160 mmHg sınırlarında kalp debisi
değişmez. Basınç ancak 160 mmHg’nın üzerine çıktığı zaman kalp
yetersizliğinin başlamasına neden olur.
(3) Kalp debisinin uzunluktan bağımsız, kasılma gücüne bağlı olarak
düzenlenmesine homeometrik düzenleme denir. Herhangi bir uzunlukta
ventrikülün kasılma gücü sempatoadrenal sistemin aktivitesine bağlıdır.
Katekolaminler (norepinefrin ve epinefrin) kalp kasının uzunluğunu
değiştirmeden kasılma gücünü artırırlar. Katekolaminlerin + inotrop etkisi
olarak bilinen bu etki 1-adrenerjik reseptörler ve cAMP ile düzenlenir.
cAMP, kalsiyumun ekstrasellüler sıvıdan hücre içine akışını artırır. Böylece
Troponin C'ye bağlanabilecek kalsiyum miktarı artar. Bu da kasılma gücünü
artırır. Aynı zamanda cAMP, bir protein kinaz yardımıyla kalsiyum
iyonlarının sarkoplazmik retikuluma aktif taşınmasını da arttırır. Böylece
gevşeme hızlanır ve sistol süresi kısalır. Bu durum kalp hızı arttığında
önemlidir. Çünkü yeterli diyastoluk doluma imkân sağlar.
Venöz dönüş
Diyastol sonu kan hacmi, dolayısıyla atım hacmi ve kalp debisi venöz dönüşü
etkileyen faktörlerce kontrol edilir (Şekil 1.16). Venöz kanla dolan atriyum
ve ventriküllerdeki hız, toplam kan hacmi ve kanın kalbe dönüşünü sağlayan
venöz basınca bağlıdır. Venler ince ve daha az musküler yapıya sahip
olduklarından daha büyük kompliyansa sahiptirler. Bunun anlamı belli bir
Dolaşım sistemi
25
basınçda arterlerden daha çok genişleyebilecekleridir. Toplam kan hacminin
yaklaşık %75’i ven ve venüllerde, %20’si arter ve arteriyollerde, %5’i ise
kılcal damarlarda bulunur. Bu nedenle venler kapasitans damarlar olarak
adlandırılır. Arterler ve arteriyoller daha az kompliyansa sahip olduklarından
rezistans damarlar olarak adlandırılır.
Venöz basınç venüllerde yüksektir (10 mmHg) ve vena cava'nın sağ
atriyumla birleştiği yerde düşüktür (0 mmHg). Venler toplam kan hacminin
%70’ini içermelerine rağmen ortalama venöz basınç 2 mmHg’dır, ortalama
arteryel basınç ise 90–100 mmHg'dır. Arteryel ve venöz basınç farkı venöz
dönüşü sağlar. Venlerdeki düşük basınç; arter ve kılcal damarlar arasındaki
basınç düşmesine ve yüksek venöz kapasitansa bağlıdır.
Diyastol sonu kan hacmi
Kan hacmi
İdrar
hacmi
Doku sıvısı
hacmi
Venöz dönüş
Negatif
intratorasik basınç
Soluk alma
Venöz basınç
İskelet kas
pompası
Venokonstrüksiyon
Sempatik sinir
uyarısı
Şekil 1.16 Diyastol sonu kan hacmi ve venöz dönüşü etkileyen faktörler. (Kesik
çizgiler azaltanları gösteriyor.)
Basınç farkına ek olarak şu faktörler kalbe venöz dönüşe katkıda bulunurlar:
(1) Sempatik sinir aktivitesi; venöz duvarlardaki düz kas kasılmasını uyarır
ve kompliyansı azaltır. (2) İskelet kas pompası; kas kasılması sırasında
venöz basıncı artırarak diyastol sonu kan hacmini artırır. Venlerde bulunan
kapaklar (venöz kapaklar) geriye doğru kapanır, ileri doğru açılırlar (Şekil
1.17). Bu nedenle venlerde kanın hareketi daima kalbe doğrudur. İskelet
kasları kasıldığı zaman venlerde bulunan kanı kalbe doğru hereket ettirirler
ve kalbe dönen kan hacmini artırırlar. (3) Torasik ve abdominal boşluklar
arasındaki basınç farkı; kanın kalbe geri dönüşünü artırır. İnspirasyon
esnasında diyaframın kasılması torasik hacimde artmaya, abdominal hacimde
azalmaya neden olur. Toraks boşluğunda bir vakum ve abdominal boşlukta
bir yüksek basınç oluşur. Bu basınç farkı kanın abdomenden torasik venlere
akışına neden olur.
26
Dolaşım sistemi
Kalp
Kalp
Kapak kapalı
Kapak açık
İskelet kası
gevşemiş
İskelet kası
kasılı
Ven
Ven
Şekil 1.17 İskelet kas pompası.
KAN AKIMI VE DAMAR DİRENCİ
Kalbin dakikada pompaladığı kan miktarı venöz dönüşe; bu da dolaşımdaki
kan akımına eşittir. Kan akımı; dolaşımın belirli bir noktasından belirli bir
zaman içinde geçen kan miktarı (mL/dk) anlamına gelir. Erişkin bir insanda
tüm dolaşımdaki kan akımı yaklaşık dakikada 5–6 litredir.
Kan akımını tanımlayan fiziksel kanunlar
Kanallardan oluşan bir sistemde sıvının hareketinde etkili olan faktörler
arasındaki ilişki Poiseuille kanunu ile açıklanır. Dolaşım sistemi,
kanallardan oluşan bir sistem gibi düşünülebilir. Poiseuille kanununu dolaşım
sistemine uygulayacak olursak; Kan akımı (Q) = ΔP.. r4 / 8..l olur. (Q =
Kan akımı, ΔP = Basınç farkı,  = Kanın viskozitesi, l = Damarın uzunluğu, r
= Damar yarıçapı) Eşitlikteki 8..L/. r4 ise dirence (R) eşittir. Yani; R =
8..l / .r4 'dir. R’yi eşitlikte yerine koyacak olursak; Q=ΔP/R yani; Kan
akımı = Basınç / Direnç bulunur. Bu durum Ohm kanunu ile aynıdır. Bir
iletkenden geçen akım, iletkenin uçları arasındaki voltaj (gerilim) ve
iletkenin akıma karşı gösterdiği direnç arasındaki ilişki Ohm kanunu olarak
bilinir. Buna göre I=V/R’dir (I = Akım, V = Voltaj, R = Direnç).
Görüldüğü gibi, kan akımını iki faktör belirler: Basınç farkı ve direnç. Kan
akımı basınç farkıyla doğru, damar direnci ile ters orantılıdır. Kan
akımını damarın iki ucu arasındaki basınç farkı saptar; kan, sistemin
başlangıcı (aort) ile sonu (vena cava'nın sağ atriyumla birleştiği nokta)
arasındaki basınç farkıyla akar (Şekil 1.18). Sistemik dolaşımda ortalama
arteryel basınç yaklaşık 100 mmHg, sağ atriyumda ise 0 mmHg’dır. Kan
akımını sağlayan kuvvet ise 100–0=100 mmHg'dır. Kan akımına karşı direnç
Dolaşım sistemi
27
ise; damarın uzunluğu (l) ve viskozite () ile doğru, damar yarıçapının 4.
kuvveti ile ters orantılıdır (R = 8..l / .r4). Bu denklemden çıkarılacak sonuç
şudur: Damarın uzunluğu 2 kat artarsa, direnç yalnızca 2 kat artar. Oysa diğer
faktörler aynı olmak şartıyla, bir damarın yarıçapı diğer damarın yarısı ise;
küçük damar büyük damardan 16 kat (2 4) daha büyük dirence sahiptir (Şekil
1.19). Bu durumda kan akımı da 1/16 olur. Böylece dolaşım sisteminde
direncin başlıca belirleyicisi damarın yarıçapıdır. Damarda kan akımını
belirleyen en önemli faktör damar yarıçapıdır. Benzer şekilde, damar çapı
2 kat artarsa kan akımı 16 kat artar. Arteriyoller çaplarını 4 katı kadar artırıp
azaltabilirler. (Damar çapı 4 kat artarsa kan akımı teorik olarak 256 kat artar.)
Sistemik dolaşımda direncin 2/3’ü arteriyollerce oluşturulur.
RA
LA
RV
LV
Şekil 1.18 Basınç farkına bağlı olarak kanın sistemik dolaşımda akımı. (RA; sağ
atriyum, RV; sağ ventrikül, LA; sol atriyum, LV; sol ventrikül. )
r=2
r=1
r = 1/2
28
Dolaşım sistemi
Şekil 1.19 Kan akımı, damar yarıçapı ve direnç arasındaki ilişki.
Viskozite
Kan akımına karşı direnç sadece damarın yarıçapı tarafından değil, aynı
zamanda kanın vizkozitesi () tarafından da belirlenir. Viskozite ne kadar
artarsa damarda akım o kadar azalır (Viskozite = 1/Akışkanlık). Viskozitesi
yüksek olan sıvının akışkanlığı düşüktür. Viskozite; sıvıların akışa karşı
gösterdikleri iç dirençtir (iç sürtünmesi). Suyun viskozitesi 1 olarak alınırsa,
plazmanın viskozitesi 1,8’dir. Normal kan viskozitesi ise 3-4’dür. Dolaşımda
viskoziteyi eritrositler belirler. Hematokrit değerinin artışı (polisitemide
olduğu gibi) büyük damarlarda viskozitede önemli artışlara neden olur. Çapı
100 mikrondan küçük damarlarda (arteriyol, kapiller ve venüllerde) ise,
hematokritteki değişime karşı ortaya çıkan viskozite değişikliği geniş çaplı
damarlardakinden daha azdır (Fahraeus-Linqvist etkisi). Bunun nedeni
küçük damarlarda eritrositlerin rastgele hareket yerine, damarlar boyunca sıra
halinde, tek bir sütun gibi hareket etmeleridir. Hematokritin yanısıra plazma
protein konsantrasyonu ve eritrositlerin şekil değiştirmeye karşı dirençleri
(herediter sferositozda olduğu gibi) de viskoziteyi etkiler.
Akım hızı ve türbülans
Ortalama lineer
hiz (cm/sn)
Arter
3000
0
30
0
Arteriyol
Kilcal
damar
Toplam yüzey
alani (cm 2 )
Kan akım hızı dolaşım sisteminde farklılıklar gösterir. Aortta yaklaşık 36
cm/sn iken, kılcal damarlarda yaklaşık 0.036 cm/sn’dir. Birim zamanda yer
değiştirme (cm/sn) anlamındaki akım hızı ile birim zamandaki hacim
(cm3/sn) demek olan akım birbirine karıştırılmamalıdır. Akım hızı (v); akım
(Q) ile doğru, kesit yüzeyi (.r2) ile ters orantılıdır. Kesit yüzeyi büyüdükçe
hız azalır (Şekil 1.20). v= Akım / Kesit yüzeyi = Q / A = (mL/sn) / .r2 ’dir.
Dolaşım sisteminin çeşitli bölümlerindeki kesit yüzeyleri Tablo 1.7’de
verilmiştir. Görüldüğü gibi kılcal damarlarda toplam kesit yüzeyi aorttan
1000 kez büyüktür. En büyük kesit yüzeyi kılcal damarlarda, en düşük kesit
yüzeyi aortta bulunur. Venler arterlerden daha büyük kesit yüzeyine sahiptir.
(Aortta kesit yüzeyi 2.5 cm2 iken, kılcal damarlarda 2500 cm2, vena
cava’larda 8 cm2’dir. Akım hızı aortta 36 cm/sn, kılcal damarlarda 0.036
cm/sn, vena cava’larda 11.25 cm/sn’dir.)
Venül
Dolaşım sistemi
29
Şekil 1.20 Sistemik dolaşımda kesit yüzeyi ve akım hızı arasındaki ilişki.
Tablo 1.7 Dolaşım sisteminin çeşitli bölümlerinde toplam kesit yüzeyleri.
Kesit yüzeyi (cm2)
2.5
Aort
20
Küçük arterler
40
Arteriyoller
2500
Kapillerler
250
Venüller
80
Küçük venler
8
Vena cava’lar
Kanın damarlardaki akımı sıvıların borulardaki akımı gibi laminar
niteliktedir. Bu akımda kan tabakaları çeperden aynı uzaklıkta akmaya devam
eder (Şekil 1.21). Damar duvarıyla temasta olan çok ince bir kan tabakası
hareket etmez. Bir sonraki tabaka düşük bir hıza sahiptir, bir sonraki daha
hızlıdır. Akımın merkezinde hız en yüksektir. Akım hızı artacak olursa, kritik
bir hıza kadar laminar akım korunur. Bu hız üzerinde akım girdap yapar
(türbülans). Laminar akım sessizdir, türbülan akım ise ses oluşturur.
Türbülan akım oluşması aynı zamanda damar çapına ve kanın viskozitesine
bağlıdır. Akımın türbülan olup olmadığı Reynold sayısı ile tahmin edilebilir.
Re =  . v. D /  ‘dür. [Re; Reynold sayısı, ; dansite (g/cm3), v; hız (cm/sn),
D; Damar çapı (cm), ; Viskozite (g/sn/cm2)]. Re2000 ise akım türbülan
değildir, Re3000 ise her zaman türbülans vardır.
Şekil 1.21 Laminar akım.
Toplam periferik direnç
Sistemik dolaşımdaki bütün damar dirençlerinin toplamı toplam periferik
direnç olarak adlandırılır. Direnç birimi dyn.sn/cm5'dir. Damardaki direnci
doğrudan ölçme imkânı yoktur. Dolaşım sisteminde direnç; basıncın
(mmHg), kan akımına (mL/sn) bölünmesiyle bulunur ve R ünitesi ile
gösterilir (R=P/Q). Örneğin, damarın iki noktası arasındaki basınç farkı 1
mmHg ve akım 1 mL/sn ise; direnç 1 mmHg / 1 mL/sn = 1 R ünitesi kabul
edilir. Buna göre, ortalama aort basıncı 100 mmHg, sağ atriyum basıncı 0
mmHg ve sol ventrikül debisi 100 mL/sn ise toplam periferik direnç: 100–0
mmHg / 100 mL/sn = 1 R ünitesi olur. Vücuttaki tüm kan damarları kuvvetle
daraldığı zaman toplam periferik direnç 4 R ünitesine yükselebilir, damarlar
çok genişlediğinde ise 0.2 R ünitesine düşebilir. Pulmoner sistemde ortalama
arteryel basınç 16 mmHg ve ortalama sol atriyum basıncı 2 mmHg olduğuna
göre toplam pulmoner direnç; 16–2/100 = 0.14 R ünitesidir. Bazı
Pulmoner sistemde
basınçlar, solunum
notlarındaki ile
uyuşmuyor.
30
Dolaşım sistemi
hastalıklarda (KOAH gibi) 1 R ünitesine kadar yükselebildiği gibi, egzersiz
gibi bazı fizyolojik durumlarda 0.04 R ünitesine kadar inebilir.
KAN AKIMININ DÜZENLENMESİ
Organlara kan akımı; küçük arter ve arteriyollerdeki dirence bağlıdır. Yani;
organlara kan akımı başlıca damar çapındaki değişikliklerle düzenlenir.
Vazodilatasyon direnci azaltır ve akımı artırır, vazokonstriksiyon ise direnci
artırır ve akımı azaltır. Vazokonstriksiyon ve vazodilatasyon, intrinsik ve
ekstrinsik kontrol mekanizmalarına cevap olarak oluşur. Ekstrinsik
düzenleme terimi; otonom sinir sistemi ve endokrin sistem tarafından
kontrole karşılık gelir. İntrinsik düzenleme ise myogenik ve metabolik
olarak sınıflandırılır. Bazı organlar -özellikle beyin ve böbrekler- arteryel
basınçdaki büyük değişikliklere rağmen kan akımını sabit sürdürürler. Bu
durum otoregülasyon olarak adlandırılır.
Kan akımının sinirsel düzenlenmesi
Damarların sinirsel kontrolü sempatik sinirlerle gerçekleşir.  reseptörler
vazokonstriksiyona, β2 reseptörler vazodilatasyona neden olur. Sempatik
sistemin uyarılması kalp debisi ve toplam periferik direnci artırır. Kalp
debisindeki artış kalp hızı ve kasılma gücünü artırmak suretiyle, toplam
periferik dirençdeki artış ise küçük arter, arteriyoller ve venlerin
vazokonstrüksiyonu ile gerçekleşir. Direnç artışı damar düz kasının
norepinefrin, daha az derecede de epinefrinin -adrenerjik reseptörleri
uyarmasına bağlıdır. Abdominal bölgedeki (böbrekler, splanknik alan) ve
derideki damarlarda  reseptörleri daha çoktur. Sempatik vazodilatatör
sistemin önemi şüphelidir. Bununla birlikte, egzersiz başlangıcında iskelet
kaslarında vazodilatasyona neden olur ve yüksek oranda besin ihtiyacı
doğmadan önce kan akımı artışı sağlanır.
Reseptör Tipi
Alfa reseptörler (1-2)
Beta reseptörler ( 1 - 2 )
1
Bulunduğu Yerler
Koroner damarlar
Abdominal damarlar
Subkütan damarlar
Adrenal medulla
Etki
Vazokonstrüksiyon
Vazokonstrüksiyon
Vazokonstrüksiyon
Katekolamin salınımı
Myokard
Kasılma gücünde artış
(+ inotropik etki)
Koroner damarlar
Kaslardaki damarlar
Bronş düz kasları
Diğer damarlar
Vazodilatasyon
Vazodilatasyon
Bronkodilatasyon
Vazodilatasyon
2
Arteriyollerdeki parasempatik sonlanmalar kolinerjiktir ve daima
vazodilatasyona neden olur. Ancak, toplam periferik direncin kontrolünde
parasempatik sistem sempatik sistemden daha az önemlidir. Çünkü sindirim
kanalı, eksternal genital organlar ve salgı bezlerinin parasempatik
inervasyonu sınırlıdır. Parasempatik sistemin dolaşım için önemli tek
etkisi kalp hızını azaltmasıdır.
Dolaşım sistemi
31
Medulla oblongata ve ponsun 1/3 alt bölümündeki nöron gruplarına
vazomotor merkez adı verilir. Bu merkez parasempatik uyarıları kalbe
nervus vagus ile ulaştırır. Kalbe ve kan damarlarına olan sempatik uyarıları
ise paravertebral sempatik ganglion zincirleri ve prevertebral
ganglionlardan (çöliak ve hipogastrik) gelen postganglioner nöronlar ile
ulaştırır. Bu ganglionların preganglioner nöronları medulla spinalisin
intermediolateral gri cevherinde bulunur.
Vazomotor merkezin organizasyonu açık olmasa da, şu alanlar
tanımlanmıştır: (1) Vazokonstriktör alan (C1): Normal koşullarda,
sempatik vazokonstriktör lifler üzerinden tüm vücuda sürekli (saniyede 1,5–2
kez) uyarı gönderir. Bu uyarılar kan damarlarında vazomotor tonus
(sempatik vazokonstriktör tonus) adı verilen kısmi bir kasılma oluşturur.
Bu uyarılar engellenecek olursa arter basıncı 100 mmHg’dan 50 mmHg’ya
düşer. (2) Vazodilatatör alan (A1): Buradan kaynaklanan lifler
vazokonstriktör alanı inhibe ederek vazodilatasyona neden olur. (3) Duysal
alan (A2): Nervus vagus ve nervus glossofaringeus’un duysal sonlanma yeri
nucleus traktus solitarius'da bulunur. Buradan kaynaklanan uyarılar hem
vazokonstriktör,
hem
de
vazodilatatör
alanların
aktivitelerinin
düzenlenmesine yardımcı olur ve dolaşım fonksiyonunun refleks kontrolünde
rol oynar.
Baroreseptörlerden (karotid sinus ve aort arkı) ve kemoreseptörlerden (aortik
ve karotid cisimler) gelen lifler vazomotor merkezde birleşirler. Aynı
zamanda vazomotor merkez; retiküler madde, hipotalamus ve serebral
korteksden gelen uyarılarla inhibe veya eksite edilebilir. Bu lifler cinsel uyarı
ve öfke gibi durumlarda meydana gelen taşikardi ve arteryel kan basıncı
yükselmesinden sorumludur.
Kan akımının hormonal düzenlenmesi
Dolaşımın hormonal düzenlenmesi; vücut sıvılarında bulunan hormon ve
iyonlar tarafından düzenlenmesi demektir. Bu maddelerden bazıları özel
bezlerde yapıldıktan sonra kan yoluyla bütün vücuda iletilirler, diğerleri ise
lokal doku bölgelerinde sentez edilerek lokal olarak etkirler.
Vazokonstriktörler
Katekolaminler: Sempatik sistemin uyarılması, bütün vücuttaki kan
damarları üzerine doğrudan etki yaptığı gibi, adrenal medulladan katekolamin
sekresyonuna (%80’i Epinefrin, %20’si Norepinefrin) neden olur.
Norepinefrin tüm vücut damar yatağında ( reseptörlerle) vazokonstriksiyon
yapar ve bu etkisi epinefrinden daha fazladır. Epinefrin ayrıca 2
reseptörlere etki ederek koroner arterlerde vazodilatatör etki gösterir.
Anjiyotensin II: Damar düz kasına doğrudan etki ederek vazokonstriksiyon
oluşturur. Bilinen vazokonstriktör maddelerin en güçlü olanlarından biridir.
Anjiyotensin II hem doğrudan, hem de aldosteronu artırıcı etkisi ile arteryel
basıncın düzenlenmesinde çok önemli rol oynar.
Antidiüretik hormon (ADH): Hipotalamusda yapılarak sinir aksonlarıyla
nörohipofize taşınıp kana verilir. Asıl etkisi, böbrek tübüllerinde suyun geri
emilimi sağlamaktır. Bunun yanısıra, yüksek konsantrasyonlarda
vazokonstriktör etkiye sahiptir ve vazopressin denilmesinin nedeni budur.
Ancak, antidiüretik hormonun vazokonstriktör etkilerinin insanda fizyolojik
şartlarda önemli olmadığına inanılır. Diğer yandan, ağır kanamalarda
32
Dolaşım sistemi
dolaşımdaki antidiüretik hormon konsantrasyonunun arteryel basıncı 60
mmHg yükseltecek kadar yüksek miktarlara ulaştığı gösterilmiştir.
Endotelin: Endotel hücreleri ile hemen bütün kan hücrelerinde bulunur.
Endotel hücre hasarı oluşturan doku ezilmesi sonucu serbestlenir. Koroner
damarlar dâhil bütün damarlarda güçlü vazokonstriktördür. Çapı 5 mm'ye
kadar olan yırtılma ve ezilme sonucu meydana gelen kanamayı
engelleyebilir. Özel fonksiyonlarından birisi, doğum sonrası umblikal
arterlerde görülen vazokonstriksiyon olabilir. Plazmada renin, atriyal
natriüretik peptid (ANP), aldosteron ve katekolaminlerin düzeyini artırır.
Sinaptik iletiyi düzenler.
Vazodilatatörler
Bradikinin: Arteriyollerde çok güçlü bir dilatasyon ve kılcal damar
geçirgenliğinde artışa neden olur. Deri kan akımı, tükrük bezleri ve
gastrointestinal bezlerin kan akımının düzenlenmesinde önemlidir. Ayrıca,
inflamasyon sırasında kininlerin kan akımı ve kapillerlerden sıvı sızmasına
özel katkıları olduğuna inanılmaktadır.
Histamin: Bradikinin gibi arteriyollerde güçlü vazodilatasyon yapar, kılcal
damarlardaki porları etkileyerek sıvı ve plazma proteinlerinin dokulara
sızmasına yol açar. Normal dolaşımın düzenlenmesindeki rolü
bilinmemektedir. Hasara uğrayan dokudaki mast hücrelerinden ve
bazofillerden serbestlenir.
Serotonin: İnce bağırsak ve diğer abdominal yapıların kromafin dokusu ile
trombositlerde yüksek konsantrasyonda bulunur. Duruma veya bulunduğu
alanın koşullarına göre vazodilatatör veya vazokonstriksiyon etki gösterebilir.
Kromafin dokudan kaynaklanan karsinoid tümörlerde çok fazla miktarlarda
serotonin salgılanarak deride vazodilatasyon alanları oluşur. Ancak
serotoninin dolaşımın düzenlenmesindeki rolü tam olarak bilinmemektedir.
Prostaglandinler: Dolaşımın kontrolünde özel bir etkileri saptanamamıştır.
Bazıları vazokonstriksiyona neden olurken, bazıları vazodilatasyona neden
olur.
İyonlar ve diğer kimyasal faktörler
Kalsiyum konsantrasyonunun artması düz kas kasılmasını uyararak
vazokonstriksiyona
neden
olur.
Potasyum
ve
magnezyum
konsantrasyonunun artması, düz kas kasılmasını inhibe ettiklerinden
vazodilatasyona neden olur. Sodyum konsantrasyonunun artması, doğrudan
etkiden daha çok vücut sıvılarında osmolariteyi artırarak orta derecede
vazodilatasyona neden olur. Asetat ve sitrat orta derecede vazodilatasyon
yapar. Hidrojen ve karbondioksit konsantrasyonunda artma arteriyollerde
vazodilatasyona neden olur.
Kan akımının miyojenik düzenlenmesi
Miyojenik mekanizma damar düz kasının intrinsik bir özelliği ile ilgilidir:
Damar düz kası gerildiği zaman kasılma eğilimi artar. Damar duvarının
gerilmesi, hücre dışından hücre içine kalsiyum girişini artırır ve kasılmasını
sağlar. Arteryel basınç arttığı zaman, damar düz kası kasılır. Damar
direncindeki artış basınçdaki artışa karşılık geldiğinden, kan akımı normal
düzeye geri döner. (Q= P/R’dir. Yani; Kan akımı = Kan basıncı /
Dolaşım sistemi
33
Direnç’tir. P/R sabit sürdürülürse Q sabittir.) Tersine, basınç düştüğü zaman
damar genişler ve akımın artması sağlanır.
Kan akımının metabolik düzenlenmesi
Doku kan akımı başlıca lokal vazodilatasyonla düzenlenir. Lokal
vazodilatasyon dokunun oksijen ihtiyacına cevap olarak ortaya çıkar.
Oksijenin azalması (oksijen tüketiminde artma) doku hücrelerinden
vazodilatatör maddeleri serbestleyerek arteriyolleri genişletir. Metabolizma
hızı ne kadar fazla ise veya oksijen düzeyi ne kadar az ise vazodilatatör
maddelerin oluşumu da o kadar fazladır. Vazodilatatör etkisi olduğu
düşünülen maddeler adenozin, karbondioksit, hidrojen, potasyum, laktik
asit, bradikinin ve prostaglandinler’dir.
Doku metabolizmasına cevap olarak gerçekleşen vazodilatasyon, kısa bir süre
için bu bölgeye olan kan akımı kesilerek (turnike ile konstriksiyon) ve daha
sonra kesinti ortadan kaldırılarak gösterilebilir. Konstriksiyon ortadan
kalktığında biriken metabolik ürünler vazodilatasyona neden olur ve kan
akımı 5 katına kadar artar (reaktif hiperemi). Kan akımında benzer bir artış
metabolizmanın sonucu olarak iskelet kaslarında ve diğer organlarda
gerçekleşir (aktif hiperemi). Artan kan akımı biriken metabolik maddelerin
uzaklaştırılmasını sağlar.
KAN BASINCI
Kanın damar duvarında birim alana uyguladığı basınca kan basıncı denir.
Söz konusu olan damar; arter, ven veya kapiller olduğuna göre de arteryel,
venöz veya kapiller kan basıncından söz edilir. Arterlerde sistol esnasında
bulunan basınca sistolik kan basıncı, diyastol esnasında bulunan basınca da
diyastolik kan basıncı denir. Genç erişkinde sistolik basınç 120 mmHg,
diyastolik basınç ise 80 mmHg kadardır -yani arter basıncı 120/80 mmHg'dır.
Diyastolik basınç; kalbin aorta kan atabilmesi için her defasında yenmesi
gereken basınçdır.
Sistolik ve diyastolik basınçlar arasındaki farka nabız basıncı denir. Nabız
basıncı her sistolde aorta kanın fırlatılması ile meydana gelir. Nabız basıncı,
diğer faktörler sabit kalmak şartıyla, atım hacmi ile orantılıdır. Bir de
ortalama arter basıncı kavramı vardır. Ortalama arter basıncı sistolik ve
diyastolik basınçların ortalaması değil, kanı sistemik dolaşıma iten basıncın
ortalama değeridir. Dokuların kan akımında genellikle önemli olan ortalama
arter basıncıdır ve şu formülle hesaplanır.
Ortalama arter basıncı = Diyastolik basınç + 1/3 (Sistolik-Diyastolik
basınç)
Kanı damarlarda dolaştıran kalbin itici kuvveti sürekli olmayıp, sistolden
sistole meydana gelir. Ancak, kanın damarlarda dolaşımı süreklidir. Bu
durum damarların elastik yapısından kaynaklanır. Kalbe yakın olan arterlerin
duvarlarında elastik lifler oldukça fazladır ve arterler kalpden uzaklaştıkça
azalır. Fırlatma fazında atılan kan kalbe yakın elastik arterlerin duvarını
gerer. Kalbin atım kuvvetinin bir kısmı diyastolde kinetik enerji şeklinde
kullanılmak üzere arterin elastik duvarında gerginliğe dönüşmüş olarak
saklanır. Bu durum Windkessel etkisi olarak adlandırılır. Sistolde gerilmiş
olan elastik arter duvarı diyastolde eski haline dönmeye çalışır. Sistol
34
Dolaşım sistemi
esnasında saklamış olduğu kuvvet ile kanı, kalbin itme kuvvetinin kesildiği
devirde, semilunar kapaklar kapalı olduğundan perifere doğru iter. Damarın
elastikliği sayesinde sistolik basınç tamponlanır ve diyastolik basınç
oluşturulur.
Dolaşım sisteminde kan basıncı sol ventrikülden itibaren gittikçe düşer
(Şekil 1.22). Öyle ki, sağ atriyuma dökülen venlerde ve sağ atriyumda basınç
sıfıra kadar iner, bazen negatif bile olur. Dolaşımın bittiği yerde basıncın sıfır
olması venöz kanın kalbe dönmesini kolaylaştıran emme tesiri yapar. Plevra
yaprakları arasındaki negatif basınç da, duvarları zayıf olan sağ atriyumda ve
sağ atriyuma dökülen venlerde emici kuvveti doğurur.
Arteriyol K ılcal Venül
damar
Ven
Pulmoner dolaşım Sistemik dolaşım
Basınç (mmHg)
Arter
Şekil 1.22 Sistemik ve pulmoner dolaşımda kan basınçları.
Kan basıncının bağlı olduğu faktörler
Kanallardan oluşan bir sistemde sıvının hareketinde etkili olan faktörler
arasındaki ilişkinin Poiseuille kanunu ile açıklandığını hatırlayalım. Q =
P..r4 / 8..l’dir. R=8..l / .r4 olduğundan Q=P/R’dir. Formülden P=Q.R
bulunur. (Q=Kan akımı, R=Direnç, =Kanın viskozitesi, l=Damarın
uzunluğu, r =Damar yarıçapı) Görüldüğü gibi;
Basınç = Kalp debisi x Direnç 'dir.
Yani arteryel kan basıncı kalp debisi (kalbin dakika hacmi) ve periferik
dirençle doğru orantılıdır. Kalp debisi = Kalp hızı x Atım hacmi olduğuna
göre; Basınç = Kalp hızı x Atım hacmi x Periferik direnç 'dir. Dolayısıyla;
kalp hızı, atım hacmi ve periferik dirençdeki değişiklikler kan basıncında
değişikliklere yol açar.
Arter basıncının düzenlenmesi
Arteryel basınç tek bir sistemle değil, özel fonksiyonları olan ve birbiriyle
ilgili olarak çalışan birçok sistemle kontrol edilir. Örneğin, ağır bir kanama
olduğunda basınç kontrol sistemi derhal iki problemle karşı karşıya gelir. İlk
olarak, ağır kanamaya rağmen arteryel basınç derhal şahsın yaşamasını
Dolaşım sistemi
35
sağlayacak bir düzeye çıkarılmalı, ikinci olarak kan hacmi dolaşım sisteminin
normal çalışması için kanamadan önceki normal düzeyine yükseltilmelidir.
Bu iki problem vücuttaki arteryel basınç kontrol sisteminin başlıca iki tipini
belirler: Hızlı etkili basınç kontrol sistemleri ve uzun süreli kontrol
sistemi. Hızlı etkili ve uzun süreli kontrol sistemleri, entegre ve çok aşamalı
olarak arter basıncını hayat sınırları içinde tutmak için devreye girerler.
Üç farklı kontrol mekanizması saniyeler içinde harekete geçer. Bunların
hepsi sinirsel kontrol –negatif feedback refleks- mekanizmalarıdır: (1)
Baroreseptör refleks. (2) Kemoreseptör refleks. (3) Merkezi sinir
sisteminin iskemik cevabı. Arteryel basıncın kontrolünde hızlı sinirsel
mekanizmalara ek olarak, dakikalar veya saatler içinde aktive olan, hızlı veya
orta derecede hızlı en az üç hormonal mekanizma vardır: (1) Norepinefrinepinefrin vazokonstriktör mekanizması. (2) Vazopressin vazokonstriktör
mekanizması. (3) Renin- anjiyotensin vazokonstriktör mekanizması.
Uzun süreli kontrol sistemi ise birkaç saat içinde belirgin cevap oluşturan,
ancak yıllarca sürecek, uzun süreli kontrol sağlayan mekanizmadır. Uzun
süreli düzenleme böbrek-vücut sıvısı mekanizması olarak adlandırılır.
Arteryel basıncın hızlı kontrolünde sinirsel mekanizmalar
Baroreseptör refleks
Baroreseptörler arter duvarına yerleşmiş sinir sonlarıdır. Karotid sinüs ve
aort arkında yoğun olarak bulunurlar. Baroreseptörler basıncın artması
durumunda; gerildikleri zaman uyarılırlar. Bu nedenle basınç yükseldiği
zaman daha yüksek hızda uyarı gönderirler. Karotid sinüsdeki baroreseptörler
basıncın 0–60 mmHg arasındaki değerlerinde uyarılmazlar. Fakat 60
mmHg'nın üstündeki değerlerde cevap giderek artıp 180 mmHg'da
maksimuma erişir. Aortik baroreseptörler ise 30 mmHg ve üstündeki
basınçlarda uyarılırlar. Baroreseptörlerden kalkan uyarılar santral sinir
sistemine taşınır, sonra feedback uyarılar otonom sinir sistemi yardımıyla
dolaşım sistemine gönderilerek arteryel basınç normal düzeyine indirilir.
Arteryel kan basıncının yükselmesi durumunda; baroreseptörlerden kalkan
uyarılar medullaya ulaşır. Karotid sinüsden kaynaklanan uyarılar nervus
glossofaringeus içinde, aort kavsinden kaynaklanan uyarılar ise nervus
vagus içinde vazomotor merkeze iletilir. Bu uyarılar nucleus traktus
solitarius’da sonlanır. Buradan C1 (vazokonstriktör) alanına uzanan
internöronlar C1 hücrelerini inhibe eder. İnhibisyonda rol oynayan
nörotransmitterin GABA olduğu düşünülmektedir. Bu şekilde baroreseptörler
tarafından vazokonstriktör alan inhibe edilirken, vagal inervasyon uyarılır.
Net etki; (1) Periferik dolaşım sisteminde arteriyollerin ve venlerin
vazodilatasyonu, (2) kalp hızı ve kasılma gücünün azalmasıdır. Bu
nedenle arterlerdeki basınçla baroreseptörlerin uyarılması, hem periferik
direncin, hem de kalp debisinin azalmasıyla arter basıncını düşürür.
Bunun aksine, düşük basınç zıt etki ile basıncın normal düzeye yükselmesini
sağlar; vazomotor merkez üzerindeki inhibitör etkilerin kalkmasına
neden olur. Arteryel kan basıncının feedback olarak yükseltilmesi Şekil
1.23’de görülmektedir.
36
Dolaşım sistemi
Kan basıncı
Baroreseptörler
Duysal nöronlar
Medulla oblangata
Sempatik
Parasempatik
Arteriyollerin
vazokonstrüksiyonu
Toplam periferik
direnç
Kalp hızı
Kalp debisi
Kan basıncı
Şekil 1.23 Baroreseptör refleks ile arteryel kan basıncının feedback olarak
yükseltilmesi.
KLİNİK
Baroreseptörler yatar durumdan oturur duruma veya ayağa
kalkmada son derece önemlidir. Aniden ayağa kalkınca baş ve
vücudun üst bölümünde arteryel basınç düşme eğilimi gösterir.
Basıncın düşmesi baroreseptörlerde derhal refleksi uyarır, yoğun
sempatik uyarıların bütün vücuda yayılmasıyla baş ve vücudun üst
bölümündeki basınç düşmesi en aza indirilir. Baroreseptör duyarlılık
azalacak olursa - örneğin ateroskleroz nedeniyle- ayağa kalkma
sırasında basınçtaki belirgin düşme şuur kaybına yol açar. Bu durum
postural veya ortostatik hipotansiyon olarak adlandırılır.
Baroreseptör refleks arteryel basınç değişikliklerine son derece hızlı cevap
verir. Uyarı hızı sistol sırasında artar, diyastol sırasında azalır.
Baroreseptörler sürekli basınç değişmelerinden daha çok hızlı değişen
basınçla uyarılırlar. Bununla birlikte, baroreseptörler karşılaştıkları basınç
düzeyi ne olursa olsun 1–2 gün içinde adapte olurlar. Arteryel basıncın
artması durumunda, başlangıçta uyarı hızı çok artar. Ama bu süre sonunda,
arteryel basıncın yüksek olmasına rağmen uyarı hızı normal değerine iner.
Aksine, arteryel basınç çok düştüğünde, baroreseptörlerden önce hiçbir uyarı
iletilmez, fakat giderek 1–2 gün içinde baroreseptör uyarı normal değerine
yükselir. Bu nedenle baroreseptör refleks, arteryel basıncın ani
değişmelerini önlemede çok güçlü bir mekanizma olmasına rağmen,
Dolaşım sistemi
37
uzun süreli düzenlenmesinde önemli değildir.
Kemoreseptör refleks
Kemoreseptörler, kandaki kimyasal değişikliklere duyarlı reseptörlerdir ve
dolaylı olarak arteryel basıncı kontrol ederler. Aortik cisim ve karotid
cisimde bulunan kemoreseptörler, baroreseptörler gibi nervus vagus ve
nervus glossofaringeus içinde vazomotor merkeze ulaşan sinir liflerini
uyarırlar. Aortik ve karotid cisimler küçük bir arter yoluyla bol miktarda kan
aldığından, kemoreseptörler arteryel kanla yakın ilişkidedir. Arteryel basınç
düştüğü zaman cisimlerin kan akımı azalır. Buna bağlı olarak oksijen miktarı
azalırken, karbondioksit ve hidrojen miktarı uzaklaştırılamadığı için artar
ve kemoreseptörler uyarılır. Kemoreseptörlerden kaynaklanan uyarılar
vazomotor merkezi uyararak arteryel basıncı yükseltir.
Kemoreseptör refleks normal arter basıncı değerlerinde güçlü bir kontrol
sistemi oluşturmaz. Çünkü arter basıncı 80 mmHg'nın altına düşünceye kadar
uyarılmaz. Bu nedenle kemoreseptör refleks düşük basınçlarda basıncın
daha fazla düşmemesi için önem kazanır. Bununla birlikte
kKemoreseptörler dolaşımdan daha çok solunumda önemli rol oynarlar.
Bunların dışında atriyumlarda, ventriküllerde ve pulmoner arter duvarlarında,
baroreseptörlere benzeyen düşük basınç reseptörleri adı verilen gerim
reseptörleri bulunur. Bu reseptörler hacim artışına bağlı basınç
değişikliklerini saptar. Bu suretle baroreseptörlerle eşzamanlı bir refleks
meydana getirip, arter basıncının düzenlenmesini güçlendirirler. Bunlar
Bainbridge refleksi ve Bezold-Jarisch refleksi’dir. Bainbridge refleksi,
atriyumlarda bulunan gerim reseptörlerinden kaynaklanır. Gerim reseptörleri
afferent uyarılarını nervus vagus ile medulla oblongataya iletirler. Sonra
efferent uyarılar nervus vagus ve sempatik sistemle geriye dönerek kalbin
frekansını ve kasılma gücünü artırır. Bezold-Jarisch refleksi (koroner
kemorefleks); sol ventrikülde bulunan gerilme reseptörlerinin kimyasal
uyarılması hipotansiyon ve bradikardiye neden olur. Benzer bir durum
pulmoner arterin kimyasal uyarılması sonucu oluşur (pulmoner
kemorefleks). Bununla birlikte, bu reflekslerin fizyolojik önemi şüphelidir.
Merkezi sinir sisteminin iskemik cevabı
Kan basıncının sinirsel kontrolü, periferik dolaşımda yerleşmiş bulunan
baroreseptör, kemoreseptör ve düşük basınç reseptörlerinden kaynaklanan
reflekslerle sağlanır. Bununla birlikte, vazomotor merkez kan akımı azalırsa
(serebral iskemi), vazomotor merkezde bulunan nöronlar iskemiye doğrudan
cevapla, güçlü bir şekilde uyarılır. Bu etki, azalmış kan akımı nedeniyle
vazomotor merkezde karbondioksidin uzaklaştırılamamasından, aynı
zamanda laktik asit ve diğer asitlerin birikmesinden kaynaklanır.
Karbondioksidin lokal konsantrasyonu çok artarak sempatik sinir kontrol
merkezlerini uyarır. Bu uyarının kalbin pompa gücünü ulaşabileceği en son
seviyeye kadar artırması ile sistemik arteryel basınç yükselir. Arteryel
basıncın serebral iskemiye cevap olarak yükselmesi merkezi sinir sisteminin
iskemik cevabı olarak bilinir.
İskeminin vazomotor aktivitedeki etkisi çok büyüktür. Arter basıncını 10
dakika içinde 250 mmHg'ya yükseltebilir. Çünkü serebral iskemi ile gelişen
yoğun sempatik vazokonstriksiyon periferik damarların bazılarını tamamen
veya tamama yakın olarak kapatır. Örneğin, böbreklerde arteriyollerin
vazokonstriksiyonu ile idrar oluşumu tamamen durdurulur. Bu nedenle
38
Dolaşım sistemi
merkezi sinir sisteminin iskemik cevabı, sempatik vazokonstriktör sistem
aktivatörlerinin en güçlüsüdür.
Bu cevap güçlü olmasına karşılık kan basıncı 60 mmHg'nın altına inmedikçe
aktive olmaz. En fazla uyarılması ise basınç 15-20 mmHg'ya düştüğünde
görülür. Bu nedenle normal arter basıncını düzenleyen mekanizmalardan biri
değildir. Beyin kan akımındaki azalma öldürücü düzeye yaklaştığında arter
basıncında daha fazla azalma meydana gelmemesi için hızlı ve çok güçlü bir
biçimde devreye giren bir acil kontrol sistemi gibi çalışır. Bu nedenle son
savunma sınırı olarak adlandırılır.
Arteryel basıncın hızlı kontrolünde hormonal mekanizmalar
Norepinefrin-epinefrin vazokonstriktör mekanizması
Sempatik sinir sistemi sadece kan damarları ve kalbi doğrudan uyarmakla
kalmaz, aynı zamanda adrenal medulladan dolaşıma epinefrin ve
norepinefrin serbestlenmesine yol açar. Epinefrin ve norepinefrin dolaşım
sistemiyle vücudun bütün bölümlerine ulaşarak, arteryel basıncın kontrolünde
doğrudan sempatik uyarı gibi etki yaparlar; hem kalbi uyarır, hem de kan
damarlarının çoğunu ve venleri daraltırlar. Görüldüğü gibi sempatik
sistemin uyarılması hem doğrudan, hem de kana epinefrin ve
norepinefrin serbestleme yoluyla dolaylı olarak kan basıncını yükseltir.
ADH (vazopressin) vazokonstriktör mekanizması
Arteryel basınç düştüğü zaman sempatik sinir sistemini aktive eden uyarılar
hipofiz arka lobundan çok miktarda antidiüretik hormon (ADH) salınımına
neden olur. Antidiüretik hormon kan damarlarına doğrudan vazokonstriktör
etkiye sahiptir; vazopressin denilmesinin nedeni budur. Antidiüretik hormon,
toplam periferik direnci artırarak arteryel basıncı yükseltir. Aynı zamanda
böbreklerden suyun atılmasını azaltarak arteryel basıncın uzun süreli
kontrolünde dolaylı bir rol oynar.
Renin- anjiyotensin vazokonstriktör mekanizması
Renal arterdeki kan akımı ve basınç düştüğü zaman jukstaglomerüler
hücrelerden kana renin salgılanır. Ayrıca, sempatik sistemin aktivasyonu da
doğrudan jukstaglomerüler hücreleri uyararak renin salgılatır. Renin, bir
plazma proteini olan anjiyotensinojen üzerine enzimatik bir etki ile 10
amino asitli bir peptid olan anjiyotensin I'i serbestletir. Renin, dolaşımda
kaldığı 30 dakika–1 saat içinde sürekli olarak anjiyotensin I oluşturur.
Anjiyotensin I akciğer kılcal damarlarından geçerken 2 amino asidi ayrılır ve
8 amino asidli anjiyotensin II meydana gelir. Bu dönüşüm akciğer kılcal
damar endotelinde bulunan anjiyotensin konverting enzim etkisiyle
gerçekleşir (Şekil 1.24). Anjiyotensin II kanda birkaç dakika kaldıktan sonra
anjiyotensinaz tarafından inaktive edilir.
Anjiyotensin II; kan basıncı ve kan hacmini artırır. Anjiyotensin II’nin kan
basıncını artırması; arteriyollerin (daha az ölçüde de venlerin)
vazokonstriksiyonu
ve
kan
hacmindeki
artışa
bağlıdır.
Vazokonstriksiyon, anjiyotensin II'nin doğrudan kan damarları üzerine etkisi
ve dolaylı olarak sempatik sinir aktivitesini artırmasıyla oluşur. Arteriyollerin
vazokonstriksiyonu periferik direnci artırarak kan basıncını yükseltir. Aynı
zamanda venlerin orta derecede konstriksiyonu kalbe venöz dönüşü artırır.
Dolaşım sistemi
39
Böylece kalbin yükselen basınca karşı pompa gücü artar.
Kan basıncı
Böbrek kan
akımı
Jukstaglomerüler hücreler
Renin
Anjiyotensinojen
Anjiyotensin I
Konverting enzim
Anjiyotensin II
Adrenal korteks
Arteriollerde
vazokonstrüksiyon
Aldosteron
Su ve tuz tutulumu
Kan hacmi
Kan basıncı
Şekil 1.24 Kan hacmi ve kan basıncının renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi
tarafından feedback düzenlenmesi.
Anjiyotensin II başlıca 2 mekanizma ile kan hacmini artırır: (1) Böbreklere
doğrudan etkiyle su ve tuz tutulmasına yol açar. (2) Böbrek üstü
bezlerinden aldosteron salınımını uyararak böbrek tübüllerinden
sodyum ve dolayısıyla su geri emilimine neden olur. Anjiyotensin ve
aldosteron arasındaki bu ilişki renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi olarak
tanımlanır. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi ancak 20 dakikada tam
aktif duruma geçer. Bununla birlikte, bu etkilerin her ikisi de arteryel
basıncın uzun süreli düzenlenmesinde çok önemlidir.
Arteryel basıncın hızlı kontrolünde sinirsel ve hormonal mekanizmalara ek
olarak etkisi birkaç dakikada başlayarak birkaç saatte maksimuma ulaşan 2
intrensek fiziksel mekanizma daha vardır: (1) Kapiller sıvı kayması:
Arteryel basınç değiştiği zaman genellikle kapiller basınçda buna eşlik eden
değişmeler olur. Örneğin, arteryel basınç çok fazla yükselmişse, sıvının
kapillerlerden osmoz ile interstisyel alana kayması kan hacminin azalmasına,
40
Dolaşım sistemi
bu da arteryel basıncın normale dönmesine yardım eder. Kan basıncı düştüğü
zaman bunun tersi görülür. (2) Vasküler stres-gevşeme: Kan damarlarındaki
basınç çok yükseldiği zaman, damarlar gerilerek genişlemeye başlar. Bu
genişleme sonucu damarlardaki basınç normale döner.
Uzun süreli kontrol sistemi
Böbrek-vücut sıvısı mekanizması
Kısa süreli kontrol mekanizmaları hiçbir zaman kan basıncını normale
döndüremez. Buna karşılık uzun süreli kontrol mekanizmaları basıncı normal
değere döndürebilir. Uzun süreli düzenleme başlıca böbrek-vücut sıvısı
mekanizmasına dayanır. Bu mekanizma kan hacminin kontrolü ile
ilgilidir, ancak sonuçları arteryel basıncı etkiler. Bu mekanizma yukarıda
anlatılan renin, anjiyotensin ve aldosteronu da içine alan böbrek
fonksiyonlarını içerir.
Bu mekanizmanın izlediği yolu şöyle belirtebiliriz: Arteryel basınç
yükseldiği zaman, basınç artması doğrudan böbrekler tarafından atılan su ve
tuz miktarında artışa neden olur. Suyun basınca bağlı atılımına basınç
diürezi, tuzun atılımına ise basınç natriürezi denir. İdrar atılımı 100 mmHg
basınçta normal iken, 200 mmHg’da normal seviyenin 6–8 katı kadardır. Bu
olay ekstrasellüler sıvı hacminin ve kan hacminin azalmasına yol açar. Kan
hacminin azalması da kalp tarafından pompalanan kan miktarını düşürür ve
kan basıncı normale döner. Bunun aksine, basınç çok düştüğü zaman
böbreklerden atılan su ve tuz miktarı normalin altına iner. Vücutta sıvı
birikmeye başlayarak vücut sıvılarının hacmini çoğaltır, kalp debisi artarak
arteryel basıncı yükseltir. Kalp debisindeki %5-10’luk bir artış 100 mmHg
olan ortalama arter basıncını 150 mmHg’ya kadar artırabilir. Kalp debisi arter
basıncını hem doğrudan, hem de toplam periferik direnci artırmak suretiyle
dolaylı olarak yükseltir. Kalp debisi arttığında tüm dokulara giden kan akımı
artar. Otoregülasyon ile tüm vücuttaki kan damarları kasılır. Bu da toplam
periferik direnci artırır.
Kan basıncının ölçülmesi
Arteryel kan basıncı oskültasyon yöntemi ile dolaylı olarak ölçülebilir. Üst
kola manometrenin manşonu sarılırken, arteria brachialis üzerine steteskop
yerleştirilir. Manşondaki basınç sistolik basıncın üzerine çıkarılır.
Manşondaki basınç sistolik basıncın üzerinde olduğu sürece arteria brachialis
kapalı kalır ve kan arterin alt bölümüne akmaz. Fakat manşon basıncı yavaş
yavaş düşürülürken, manşondaki basınç sistolik basıncın altına düştüğü anda,
kan manşonun altındaki damardan geçer, hafif vuruşlar şeklinde sesler
işitilmeye başlar. (Sıvılar bir darlıktn geçerken ses oluşumuna neden olur.)
Bu seslere Korotkoff sesleri denir. Bu seslerin işitilmeye başladığı anda
manometrenin gösterdiği basınç düzeyi sistolik basınca eşittir. Manşondaki
basınç daha da düşürülürse, sesler bir noktada kalitesini kaybeder. Bu
noktadan itibaren genellikle manşondaki basınç 5–10 mmHg daha
düşürülünce kaybolur. Korotkoff seslerinin kalitesini kaybettiği andaki basınç
ise diyastolik basınca eşittir. Pratikte genellikle seslerin kaybolduğu an
diyastolik basınç olarak kabul edilir. (Damarda kan akımı lineer olduğu
zaman ses kaybolur.)
Dolaşım sistemi
41
KILCAL DAMAR DİNAMİĞİ
Kan ile dokular arasında madde alış-verişi kılcal damarlarla sağlanır.
Toplam yüzey alanı 500–700 m2'yi bulan yaklaşık 10 milyar kılcal damar bu
fonksiyonu yürütür. Her cm3 kan yaklaşık olarak 6000 cm2 kılcal damar
yüzüyle temas halindedir. Bu durum kılcal damarların ne kadar önemli
fonksiyon gördüğünü açıklar. Kılcal damarlar ile hücreler arasındaki boşluğa
hücreler arası boşluk (interstisyum) adı verilir. Hücreler arası boşluktaki
sıvıya ise interstisyel sıvı denir. Maddeler kılcal damarlardan hücreler arası
boşluğa, oradan da hücrelere geçer. Ya da tam tersi yolu izlerler.
Kılcal damarlar
Kılcal damarlar arteriyol ile venül arasında yer alır. Bunun tek istisnası
glomerüler kılcal damarlardır. Glomerüler kılcal damarlar iki arteriyol
arasında yer alır. Genel olarak bir organa giren her arter 6–8 kez dallanır ve
arteriyol haline gelir. Arteriyol de 2–3 kez dallanarak kılcal damarlar ile
devam eder. Kan arteriyolden, arteriyol ile kılcal damar arasında bir yapıya
sahip olan metarteriyole (terminal arteriyol) girer (Şekil 1.25).
Metarteriyolden sonra ya öncelikli kanallar (arterio-venöz kılcal damarlar;
ağ yapmayıp doğrudan venüle açılır.) adını alan kılcal damarlardan, ya da
gerçek kılcal damarlardan geçer. Kılcal damarlardan geçen kan venüllerde
toplanarak dolaşıma katılır.
Kılcal damarların metarteriyollerden ayrıldıkları noktalarda kılcal damarları
çevreleyen düz kas liflerine prekapiller sfinkter denir. Prekapiller sfinkter
kılcal damarlara geçişi açıp kapayabilir. Metarteriyol ve prekapiller
sfinkterlerin vazomosyon denen kesintili kasılmaları nedeniyle kan kılcal
damarlarda devamlı olarak akmaz, kesik kesik akar. Metarteriyol ve
prekapiller sfinkterlerin açılıp kapanma süresini etkileyen en önemli faktör
doku oksijen konsantrasyonudur. Oksijen konsantrasyonu çok düşük
olduğu zaman kan akımının kesintili periyodu kısalır, devam ettiği periyod
ise uzar. Böylece, dokunun oksijen tüketimi arttıkça kan akımı çoğalarak
dokulara daha fazla oksijen taşır. Metarteriyol ve prekapiller sfinkterlerin
kesintili açılıp kapanmasıyla doku kan akımının otoregülasyonu sağlanır.
Otoregülasyonda etkili diğer maddeler: elektrolitler ve metabolizmaya bağlı
vazodilatatör maddelerdir. Bunlar potasyum, histamin, karbondioksit,
laktik asit, adenozin ve hidrojen iyonudur. Bunların artması durumunda
akımın devam ettiği periyod uzar.
42
Dolaşım sistemi
Arteriyol
Prekapiller sfinkter
Kapiller
Metarteriyol
Venül
Şekil 1.25 Kılcal damar dolaşımı.
Kılcal damarlar tek katlı endotel hücrelerinden oluşur ve dıştan bazal
membran (ince bir bağ dokusu) ile desteklenir. Kılcal damar endoteli porlar
içerir. Porlar, hücre içi ile dışını birleştiren geçit bölgeleridir. Bu geçitlerden
kan hücreleri ve büyük proteinler dışında plazmada erimiş maddeler
geçebilir. Kapiller membranda iki geçit bölgesi bulunur: hücrelerarası yarık
ve pinositik kanallar. (1) Bitişik iki endotel hücresi arasında bulunan
açıklığa hücrelerarası yarık denir. Suda eriyen iyon ve moleküllerin çoğu
bu yapılardan geçer. (2) Endotel hücrelerinde çok sayıda pinositik vezikül
bulunur. Pinositik veziküller hücrenin bir yüzünde oluşarak diğer yüze
hareket ederler ve orada içeriklerini boşaltırlar. Bu veziküllerden bazıları
birbiriyle birleşerek membran içinde pinositik kanallar adı verilen kanalları
oluşturur. Bu yolla büyük moleküller, hatta katı parçacıkları kılcal damar
membranından taşınır. Bununla birlikte, büyük miktarda maddenin bu
kanallardan geçip geçmediği tartışmalıdır.
Kılcal damarlarda kan akım hızı çok düşüktür (0.036 cm/sn). Çünkü kılcal
damarların enine kesit alanı büyüktür (2500 cm2). İstirahatte kılcal
damarların az bir kısmı açıktır. Bu sayı kas aktivitesi ile orantılı olarak 100
kat artabilir. Aynı zamanda çapları da genişler. Hayati önemi olan dokularda
ise (örneğin beyin) kılcal damarlar daima açık kalma eğilimindedir. Ayrıca
kılcal damarların proliferasyon özelliği vardır ve bu özelliği ile büyüyen
dokuların (gebelikte uterusda ve memelerde olduğu gibi) yeni damarları
oluşur (anjiyogenez).
Kılcal damarlarda madde alış-verişi
Kılcal damarlar ile hücreler arasında interstisyel sıvı bulunur. Kılcal damarlar
ile interstisyel sıvı arasında maddelerin geçişini sağlayan en önemli yol
difüzyondur. Difüzyon hızı; hücre membranında bulunan porun büyüklüğü,
maddelerin moleküler büyüklüğü, maddelerin lipidde eriyip erimemesi ve
maddelerin konsantrasyon farkına bağlıdır.
Maddelerin porlardan geçişi molekül büyüklüğüne bağlı olarak değişir.
Kılcal damarlarda porların genişliği 60–70 A kadardır. Plazma proteinlerinin
çapları porlardan büyüktür. Bu nedenle plazma proteinleri (albumin,
Dolaşım sistemi
43
globulin, fibrinojen) porlardan serbestçe geçemezler. Örneğin, suya karşı
geçirgenlik 1 kabul edilirse, albumin için geçirgenlik 1/10.000’dir. Kılcal
damarlar albumine hemen hemen hiç geçirgen değildir. Bu durum plazma ile
interstisyel sıvı arasında önemli konsantrasyon farkı gelişmesine neden olur.
Plazmanın protein konsantrasyonu 7.3 g/dL, interstisyel sıvınınki ise 2
g/dL’dir.
Yağda eriyen maddeler (oksijen ve karbon dioksid) doğrudan kılcal damar
endotelinden geçerler. Yağda eriyen maddelerden sonra kılcal damar
endotelinden en hızlı geçen su molekülleridir. Su molekülleri kılcal damar
endotelinden geçişe ek olarak porlardan da difüzyona uğrar. Suda eriyen,
lipidde erimeyen sodyum, klor ve glukoz ancak kılcal damar porlarından
geçer.
Bir maddenin net difüzyon hızı, membranın iki tarafı arasındaki
konsantrasyon
farkıyla
orantılıdır.
Örneğin,
oksijenin
kandaki
konsantrasyonu interstisyel sıvıdakinden yüksek olduğundan, oksijen kandan
dokulara geçer. Tersine, dokudaki karbon dioksid konsantrasyonu kandan
daha fazla olduğundan, karbon dioksid kana geçerek dokulardan
uzaklaştırılır.
Difüzyon iki yönde olduğu halde, filtrasyonda kılcal damarların arteryel
ucunda sıvının dışa doğru net geçişi sözkonusudur. Membranın iki yanında
hidrostatik basınç farkı olduğu zaman, su ve suda erimiş maddeler sadece
difüzyonla açıklanamayacak kadar büyük miktarda membrandan geçerler.
Bunun nedeni, hidrostatik basınç farkı olduğu zaman, su ve diğer maddelerin
kılcal damar porlarından kitle akımı ile geçmeleridir. Ayrıca, bir madde
porlardan geçemeyecek kadar büyükse; o madde, molekülün engellendiği
noktada osmotik basınç meydana getirir. Osmotik basınç da kitle akımına yol
açar.
Sıvının kılcal damarlardan interstisyel aralığa veya zıt yönde geçişini
belirleyen başlıca 4 faktör vardır (Şekil 1.26). Bu faktörler Starling güçleri
olarak bilinir: (1) Kılcal damar hidrostatik basıncı. (2) İnterstisyel sıvı
hidrostatik basıncı. (3) Plazma kolloid osmotik basıncı. (4) İnterstisyel
sıvı kolloid osmotik basıncı.
Kapiller basınç
İnterstisyel sıvı basıncı
Plazma kolloid
osmotik basıncı
İnterstisyel sıvı
kolloid osmotik basıncı
Şekil 1.26 Sıvının kılcal damarlardan dışarı veya içeri geçişini etkileyen güçler.
Kılcal damar basıncı
44
Dolaşım sistemi
Kan basıncı arterlerden venlere doğru gittikçe azalır. Bu nedenle kılcal
damarların arteryel ve venöz ucunda basınç farklıdır. Arteryel uçta 30
mmHg, venöz uçta 10 mmHg'dır. Kılcal damar basıncı, sıvının kılcal
damar membranından dışarı doğru hareketini sağlar.
İnterstisyel sıvı basıncı
Vücudun yaklaşık altıda birini hücreler arası boşluk (interstisyum)
oluşturur. Hücreler arası boşluklardaki sıvıya interstisyel sıvı adı verilir.
İnterstisyel sıvı filtrasyon veya difüzyonla kılcal damarlardan gelir. Bu
nedenle, interstisyel sıvının içeriği proteinler dışında plazma ile aynıdır.
Proteinler, moleküler ağırlıklarının büyük olması nedeniyle kılcal damar
porlarından kolaylıkla hücreler arası boşluğa geçemezler.
İnterstisyel sıvı basıncının oluşmasında, doku jeli içindeki sıvının
(interstisyel basınç) ve serbest sıvının (serbest sıvı basıncı) rolü vardır. Ancak
pratikte, dokularda ödem olup olmadığını belirleyen serbest sıvı basıncıdır.
Bu nedenle, jel içi basınçdan çok serbest sıvı basıncı dikkate alınır.
İnterstisyel serbest sıvı basıncı -3 mmHg'dır. İnterstisyel sıvı basıncının
içeri doğru etkili olması beklenir. Ancak, negatif olduğu için sıvının
kılcal damar membranından dışarı doğru emilmesini sağlar.
Plazma kolloid osmotik basıncı (onkotik basınç)
Bir maddenin molekül ağırlığı kılcal damarlardaki porlardan geçemeyecek
kadar büyükse, o madde molekül hareketinin engellendiği noktada bir
osmotik basınç oluşturur. Proteinler, kılcal damarlardan kolayca difüzyona
uğrayamaz ve bu nedenle membranın iki yanındaki osmotik basınçdan
sorumludurlar. Plazma proteinleri nedeniyle oluşan basınç kolloid osmotik
basıncı veya onkotik basınç olarak adlandırılır. Bu basınç, porlardan kitle
akımının oluşmasına yol açar. Küçük bir miktar protein difüzyona uğrasa da
kısa süre içinde lenf damarları yoluyla interstisyel sıvıdan uzaklaştırılır.
Ayrıca, proteinler negatif yüklü olduklarından pozitif yüklü iyonları
(katyonları) tutarlar. Fazladan tutulan katyonlar, proteinlerin bulunduğu
tarafta osmotik bakımdan aktif maddelerin sayısını ve osmotik basıncı artırır.
Bu durum Donnan etkisi olarak adlandırılır. Ayrıca, protein konsantrasyonu
arttıkça Donnan etkisi daha anlamlı olur.
Normalde plazmanın onkotik basıncı 28 mmHg'dır. Bunun 19 mmHg'sı
proteinlerden, 9 mmHg'sı ise proteinlerin Donnan etkisi ile plazmada tuttuğu
katyonlardan kaynaklanır. Plazma proteinlerinin çoğunu albumin (4,5 g/dL)
oluşturduğundan, plazma kolloid osmotik basıncının %75'i albuminden,
%25'i globulinlerden kaynaklanır. Fibrinojenin hemen hiç etkisi yoktur. Bu
nedenle kılcal damar dinamiği açısından önemli olan başlıca protein
albumindir. Plazma kolloid osmotik basıncı sıvının osmozla kılcal damar
membranından içeri doğru hareketini sağlar.
İnterstisyel sıvı kolloid osmotik basıncı
Bu basıncın oluşmasında da proteinler rol oynar. Kılcal damar porları plazma
proteinlerinden küçük olmakla beraber bu durum porların hepsi için geçerli
değildir. Bu nedenle az miktarda protein porlardan geçebilir. İnterstisyel sıvı
kolloid osmotik basıncı 8 mmHg'dır. İnterstisyel sıvı kolloid osmotik
basıncı sıvının kılcal damarlardan dışarı doğru osmotik geçişine neden
olur.
Dolaşım sistemi
45
Filtrasyon basıncı
Sıvının kılcal damarlar ile doku arasında değişimi üzerine Starling güçlerinin
etkileri şu eşitliğe göre hesaplanır:
Sıvının hareketi = Kf . [(Pc + i) - (Pi + p)]
(Kf: Filtrasyon katsayısı, Pc: Kılcal damar hidrostatik basıncı, Pi: İnterstisyel
sıvı hidrostatik basıncı, p: Plazma kolloid osmotik basıncı, i: İnterstisyel
sıvı kolloid osmotik basıncı.)
Filtrasyon katsayısı kılcal damar geçirgenliği ve filtrasyon alanı ile
ilgilidir. (Pc + i) - (Pi + p) ise filtrasyon basıncını verir. Eşitlikte (Pc +
i) sıvıyı kılcal damarların dışına iten kuvveti, (Pi + p) ise sıvıyı kılcal
damarlara iten kuvveti gösterir. Şimdi, arteryel uçta ve venöz uçta filtrasyon
basıncını hesaplayalım.
Arteryel uçta etkili toplam güç:
(30 + 8) - (-3 + 28) = 38 - 25 = 13 mmHg
Venöz uçta etkili toplam güç:
(10 + 8) - (-3 + 28) = 18 -25 = -7 mmHg
Görüldüğü gibi, kılcal damarların arteryel ucunda sıvıyı dışarı doğru iten 13
mmHg'lık bir filtrasyon basıncı vardır. Bu basınç plazmanın yaklaşık %0,5
kadarının (1/200'ünün) interstisyel alana geçişine neden olur. Venöz uçta ise
sıvı 7 mmHg'lık bir farkla reabsorbe edilir. Bu basınç filtrasyon basıncından
daha azdır. Ancak, venöz kılcal damarların sayıca fazla olması ve arteryel
kılcal damarlardan daha geçirgen olmaları nedeniyle sıvının içe hareketi
için daha az bir basınç yeterlidir. Hergün kılcal damarlardan 20 litre sıvı
interstisyel aralığa süzülür. Filtrasyona uğrayan plazmanın 9/10’u venöz
uçtan kılcal damarlara geri emilir, 1/10’u ise lenf damarları aracılığıyla
dolaşıma geri döner (Şekil 1.27).
Arteriyol
Venül
1/10 Lenf
Filtrasyon
9/10 Reabsorbsiyon
Şekil 1.27 Kılcal damar dinamiği.
46
Dolaşım sistemi
Ödem
Doku sıvısının aşırı birikimine ödem denir. Normalde ödem, kapiller
filtrasyon ve suyun osmotik geri alınması arasındaki denge ile lenfatik drenaj
tarafından önlenir. Hayvan deneyleri göstermiştir ki; interstisyel sıvı basıncı
negatif kaldığı sürece, basınçdaki belirgin değişmeye karşılık interstisyel sıvı
hacmindeki değişme çok az olmaktadır. Bu nedenle interstisyel serbest sıvı
basıncı negatif kaldığı sürece belirgin bir ödem ortaya çıkmaz. İnterstisyel
sıvı basıncı atmosfer basıncına (sıfır basınç) yükseldiği zaman sıvı hacmi
birden artar. İnterstisyel serbest sıvı basıncındaki 1–3 mmHg'lık ek bir artış
interstisyel sıvı hacminde yüzde birkaç yüz oranında bir artışa neden olur.
Negatif interstisyel sıvı basıncını yükselten her faktör interstisyel sıvı
hacmini artırarak ödeme neden olur.
İnterstisyel sıvı hacmi normalin %30 kadar üstüne çıkmadıkça ödem
genellikle farkedilmez. Ödemli bir alan üzerinde parmakla deriye basılır ve
parmak ani olarak kaldırılırsa bir çukurluk kalır. Bu çukurluk gode olarak
adlandırılır. Gode, 5–30 saniye sonra kaybolur. Godenin nedeni; basınç
yapılan nokta altındaki sıvının yer değiştirmesidir. Bazen ağır ödemli
dokudaki sıvı, dokuda proteinlerin ve özellikle fibrinojenin koagulasyonu
nedeniyle basınçla hareket ettirilemez (gode bırakmayan ödem). Protein
koagulasyonu sıvıyı gel halinde tutarak yer değiştirmesini önler.
Ödem şu nedenlerle oluşur: (1) Arteryel basıncın artması; kılcal damar
basıncını artırır ve interstisiyel aralığa sıvı geçişine neden olur. Kalp
yetersizliğinde görülür. (2) Venöz obstrüksiyon; kılcal damar basıncında
artışa neden olur. Flebit ve venlerin mekanik kompresyonunda (gebelik)
görülür. (3) Plazma proteinlerinin doku sıvısına kaybı; venöz uçta suyun
kılcal damarlara osmotik akımını azaltır. Bu durum inflamasyon ve allerjik
reaksiyonlar sırasında kılcal damarlarda geçirgenliğin artması nedeniyle
oluşur. (4) Doku protein konsantrasyonunda artma; hipotiroidide görülen
miksödem, interstisyel aralıkta glikoproteinlerin aşırı birikimine bağlıdır. (5)
Plazma protein konsantrasyonun azalması; venöz uçta suyun kapillerlere
osmotik akımını azaltır. Plazma proteinlerinin yapımını azaltan karaciğer
hastalıkları, proteinlerin idrarla atılımını artıran böbrek hastalıkları (nefroz)
ve protein malnutrisyonunda görülür. (6) Lenfatik drenajın obstrüksiyonu.
Filaria enfeksiyonu (elefantiazis) nedeniyle oluşur. Sivrisineklerle insana
taşınan larvalar kılcal damarlardan interstisyel sıvıya, oradan da lenf ile lenf
düğümlerine geçerler. Daha sonra, inflamasyon reaksiyonu gelişerek nedbe
dokusu ile lenf düğümleri tıkanır. Ayrıca cerrahi girişimlerle lenf düğümleri
çıkarılırsa lenf sıvısının dolaşıma dönüş yolu engellenmiş olur.
Lenfatik sistem
Lenfatik sistem sıvıların interstisyel alanlardan kana dönüşü için yardımcı bir
yoldur. Doğrudan kana ulaştırılamayan protein ve büyük moleküllü
maddeleri taşıdıklarından önemli bir yoldur. Proteinlerin dokular
arasından uzaklaştırılması o kadar önemlidir ki; bu fonksiyon yerine
getirilmezse insan 24 saat içinde ölebilir. Lenfatik sistem; (1) İnterstisyel
sıvıyı boşaltır; interstisyel sıvının protein kapsamını düşük düzeyde
tutar. (2) Bağışıklıkta rol oynar (lenfositler aracılığıyla). (3)
Gastrointestinal sistemden besin maddelerinin, özellikle yağların
absorbsiyonundan sorumludur.
Lenfatik sistemin en küçük damarları lenf kılcal damarları olarak
adlandırılır. Lenf kılcal damarları, birçok organda hücreler arası boşlukta çok
Dolaşım sistemi
47
geniş ağlar yapar. Lens, kornea, santral sinir sistemi, derinin yüzeyel katları,
periferik sinirlerin derin bölümleri, kasların endomisyumu ve kemiklerde
bulunmazlar. Bununla birlikte, bu dokularda bile içinden interstisyel sıvının
aktığı prelenfatikler (çok küçük interstisyel kanalcıklar) vardır. Lenf kılcal
damarları, tek sıra endotel hücrelerinden yapılmış kapalı bir sistemdir. Bazal
membranı ya yoktur ya da devamlı değildir. Lenf kılcal damar endotel
hücreleri çok geçirgen olduğundan; interstisyel sıvı, proteinler,
mikroorganizmalar ve absorbe edilen yağlar kolaylıkla lenf kılcal
damarlarına geçer. Lenf kılcal damarlarına giren sıvı lenf olarak adlandırılır.
Lenf, daha sonra lenfatik damarlara akar. Lenf damarlarının çeperinde düz
kaslar bulunur, bunların spontan ritmik kasılmaları ile lenf ileri doğru hareket
etirilir. Lenf damarları yer yer kapakçık içerdiklerinden hareket tek yönlüdür.
Lenf damarlarının yolları üzerinde lenf nodları bulunur. Lenf, dolaşım
sistemine dönmeden önce lenf nodları aracılığıyla filtre edilir. Lenf nodları
patojen mikroorganizmaları ortadan kaldıran fagositik hücreler içerir ve
lenfositlerin üretildiği germinal centers bulunur. Tonsiller, timus ve dalak
birlikte lenfoid organlar olarak adlandırılır.
Lenf damarlara birleşerek 2 büyük lenf damarı meydana getirirler: Ductus
thoracicus ve ductus lymphaticus dexter. Başın sağ tarafı, sağ kol ve
toraksın sağ bölümünden gelen lenf ductus lymphaticus dexter’e akar
(Şekil). Ductus lymphaticus dexter, sağ vena jugularis interna ile sağ vena
subclavianın birleştiği yerde ven sistemine dökülür. Vücudun diğer
bölümlerinin tüm lenfi (başın sol tarafı, sol kol, toraksın sol bölümü ve
vücüdun alt bölümlerinden gelen) ductus thoracicusa akar. Ductus toracicus,
sol vena jugularis interna ile sol vena subclavianın birleştiği yerde ven
sistemine dökülür. Lenfositler dolaşıma esas olarak lenf damarları yoluyla
girerler ve ductus thoracicus lenfinde çok sayıda lenfosit bulunur.
Şekil. Ductus lymphaticus dexter’e akan (A) ve ductus thoracicus’a akan (B)
vücut bölümleri.
Lenf oluşumu
Lenf, lenf damarlarına akan interstisyel sıvıdan oluşur. Bu nedenle
başlangıçta kaynaklandığı interstisyel sıvı ile aynı bileşimi gösterir.
İnterstisyel sıvının protein konsantrasyonu 2 g/dL kadardır. Bu nedenle
periferik dokuların çoğundan kaynaklanan lenfde protein konsantrasyonu 2
g/dL kadardır. Karaciğerde oluşan lenfde protein konsantrasyonu 6 g/dL,
bağırsaklardan gelen lenfde ise 3–4 g/dL’dir. Toplam lenfin 2/3’ü karaciğer
ve bağırsaklardan geldiğinden, toraks lenfinin protein konsantrasyonu 3–5
g/dL kadardır. Çünkü toraks lenfi vücudun bütün alanlarının lenfinin bir
karışımıdır. Lenfde pıhtılaşma faktörleri bulunur ve bu nedenle dışarıda
bekletmekle pıhtılaşır.
48
Dolaşım sistemi
Lenf akım hızı
Toplam lenf akımı saatte 120 mililitredir. İstirahatteki bir şahısta 100 mL/saat
ductus torasicus’dan, 20 mL/saat de diğer kanallardan dolaşıma akar. Günlük
lenf akımı ise 2 litredir. Bu, bütün vücutta kılcal damarların arteryel ucundan
doku alanlarına filte edilen sıvının 1/10’udur.
ELEKTROKARDİYOGRAM
Kalp, düzenli olarak uyarı doğuran ve bu uyarıları bütün kalbe ileten özel bir
sisteme sahiptir (özel uyarı ve ileti sistemi). Kalpde iletilen elektriksel
akımlar aynı zamanda kalbi çevreleyen dokulara yayılır. Küçük bir miktarı
vücut yüzeyine kadar ilerler. Elektrotları vücut yüzeyine yerleştirmek
suretiyle kalpde oluşan elektriksel potansiyelleri kaydetmek mümkündür.
Kaydetme işleminde kullanılan cihaza elektrokardiyograf, kaydetme
işlemine elektrokardiyografi, kayıt sonunda elde edilen eğrilere ise
elektrokardiyogram (EKG) denir.
Aralarındaki potansiyel farkının kaydedildiği belirli noktalara derivasyon
denir. Elektrokardiyogramda, elektrotların uygulandıkları yerlere göre 3 grup
derivasyon vardır: (1) Bipolar (standart) ekstremite derivasyonları, (2)
Ünipolar göğüs (prekordiyal) derivasyonları, (3) Yükseltilmiş (augmented)
ünipolar ekstremite derivasyonları.
Bipolar (standart) ekstremite derivasyonları
Bipolar (standart) ekstremite derivasyonlarını elde etmek için elektrotlar sağ
kol, sol kol ve sol bacak bilek bölgelerine konur. Bu suretle ekstremitelerde
bulunan iki elektrot arasındaki potansiyel farkı alınır. Bipolar terimi
elektrokardiyogramın vücut yüzeyindeki iki elektrottan kaydedildiği
anlamına gelir. Bipolar (standart) ekstremite derivasyonlarının üç
kombinasyonu vardır. Bunlar DI, DII ve DIII şeklinde gösterilir (Şekil 1.28).
DI derivasyonunu elde etmek için negatif elektrot sağ kol, pozitif elektrot sol
kola uygulanır. DII derivasyonunu elde etmek için negatif elektrot sağ kol,
pozitif elektrot sol bacağa uygulanır. DIII derivasyonunu elde etmek için ise
negatif elektrot sol kol, pozitif elektrot sol bacağa uygulanır.
Dolaşım sistemi
I
Sağ kol
+
49
Sol kol
III
II
+
+
Sol bacak
Şekil 1.28 Bipolar derivasyonların uygulandığı noktalar.
Ünipolar göğüs (prekordiyal) derivasyonları
Bu derivasyonlarda vücudun herhangi bir noktasındaki potansiyel,
potansiyeli sıfır olarak kabul edilen bir nokta ile karşılaştırmak suretiyle
ölçülür. Potansiyeli araştırılan elektroda araştırıcı elektrot (+), elektriksel
nötral bölgeye yerleştirilene ise indifferent elektrot (-) denir. İndifferent
elektrot bir direnç devresiyle her üç ekstremiteye birden bağlanır. Üç
ekstremitede meydana gelen potansiyel değişikliklerinin cebirsel toplamı
sıfırdır. Böylece sadece araştırıcı elektrottan kayıt yapılır. Ünipolar terimi
elektrokardiyogramın vücut yüzeyindeki bir elektrottan kaydedildiği
anlamına gelir.
Araştırıcı elektrot göğüs bölgesindeki alanlara yerleştirilerek V 1, V2, V3, V4,
V5, V6 derivasyonları kaydedilir (Şekil 1.29). Bu alanlar; V1: 4. interkostal
aralıkta, sternumun sağ kenarı. V2: 4. interkostal aralıkta, sternumun sol
kenarı. V3: V2 ile V4 noktalarını birleştiren çizginin orta noktası. V4:
Midklavikular çizginin sol 5. interkostal aralık ile kesiştiği nokta (apeks). V5:
V4’den çizilen yatay çizginin sol ön koltuk çizgisi ile kesiştiği nokta. V6: Sol
orta koltuk çizgisinin V4 çizgisi ile kesiştiği noktadır.
50
Dolaşım sistemi
Şekil 1.29 Ünipolar derivasyonların uygulandığı noktalar.
Yükseltilmiş (augmented) ünipolar ekstremite
derivasyonları
Yükseltilmiş ünipolar ekstremite derivasyonlarını elde etmek için iki
ekstremite birleştirilerek indifferent elektroda (-) bağlanır, üçüncü
ekstremiteye ise araştırıcı elektrot (+) yerleştirilir. Buna göre araştırıcı
elektrot aVR’de sağ kola, aVL’de sol kola, aVF’de sol bacağa bağlanır. Bu
suretle derivasyonlar %50 daha büyük amplitüdlü elde edilir.
Elektrokardiyogram kayıtları
Elektrokardiyogram kayıtları, yatay ve dikey çizgilerden oluşan milimetrik
kâğıtlara yapılır (Şekil 1.30). Bu çizgiler kalibrasyon çizgileridir. Dikey
yönde her 10 milimetrelik (1 cm) sapma 1 mV’a karşılık gelir. Yukarı
sapmalar pozitiviteyi, aşağı sapmalar negativiteyi gösterir. Yatay yönde her
25 milimetre (2,5 cm) 1 saniyeyi gösterir. Çünkü elektrokardiyografın kayıt
hızı 25 mm/sn’dir. İki ince çizgi arası (1 mm) 0.04 saniyeyi gösterir. Her 5
milimetre koyu çizgilerle belirlenmiştir. İki koyu çizgi arası ise 0.20 saniyeyi
temsil eder.
Dolaşım sistemi
51
Milivolt
1
0.5
0
-0.5
0
200
400
600
Milisaniye
Şekil 1.30 Elektrokardiyogram kayıtları.
Normal elektrokardiyogram
Normal elektrokardiyogram P dalgası, QRS kompleksi ve T dalgasından
oluşur (Şekil 1.31). P dalgası depolarizasyonun atriyumlara yayılması, QRS
dalgası ise depolarizasyonun ventriküllere yayılması sonucu ortaya çıkar. Bu
nedenle P dalgası atriyum kasılmasından, QRS dalgası ise ventrikül
kasılmasından hemen önce görülür. P dalgasının süresi 0.10 saniye, QRS
dalgasının süresi ise 0.08 saniye kadardır. Ventriküller repolarizasyondan
birkaç milisaniye sonraya kadar, yani T dalgasının sonuna kadar kasılı
kalırlar. T dalgası ventriküllerin repolarizasyonunu temsil eder ve süresi 0.20
saniye kadardır.
Atriyumlar depolarizasyon dalgasından yaklaşık 0.15–0.20 saniye sonra
repolarize olurlar. Fakat bu elektrokardiyogramda tam QRS dalgasının
kaydedildiği ana rastlar. Bu nedenle, atriyum T dalgası olarak bilinen
atriyumların repolarizasyon dalgası genellikle çok daha büyük olan QRS
kompleksi tarafından örtüldüğünden elektrokardiyogramda görülmez.
52
Dolaşım sistemi
R
PR
segmenti
ST
segmenti
T
P
Q
PR aralığı
S
ST aralığı
QT aralığı
Şekil 1.31 Elektrokardiyogramda dalgalar ve aralıklar.
PR aralığı
P dalgasının başlangıcı ile QRS kompleksinin başlangıcı arasındaki
elektrokardiogram bölümüne PR aralığı (interval) denir. PQ aralığı da denen
bu aralık, çoğu kez Q dalgasının bulunmaması nedeniyle P-R aralığı olarak
bilinir. PR aralığı, atriyum kasılmasının başlangıcı ile ventrikül kasılmasının
başlangıcı arasındaki süreyi gösterir. Bu süre normalde 0.16 saniyedir. PR
aralığı, SA düğümden doğan uyarının ventriküllere ulaşması için geçen
zaman aralığı olduğundan iletim zamanı adını da alır.
QT aralığı
Q dalgasının başlangıcından T dalgasının bitimine kadar olan
elektrokardiogram bölümüne QT aralığı denir. QT aralığı ventrikül kasılma
süresini temsil eder ve elektriksel sistol olarak da tanımlanır. Süresi yaklaşık
0.35 saniyedir.
ST segmenti
QRS kompleksinin sonu ile T dalgasının başlangıcı arasındaki
elektrokardiyogram bölümüne ST segmenti denir. ST segmenti uyarılan
ventriküllerin istirahat haline geçişini temsil eder ve çok önemlidir. Normal
olarak S-T segmenti bipolar (standart) derivasyonlarda izoelektrik hattadır ve
bu hattı 0.5 milimetre yukarı veya aşağı aşabilir. Ünipolar ekstremite ve
göğüs (prekordiyal) derivasyonlarında 2 milimetre kadar yukarı kayabilir.
Fakat hiçbir derivasyonda 0.5 milimetreden daha fazla aşağıya inmez.
Lezyonlarda ST segmenti normal düzeyinden kayar, buna ST çökmesi denir.
ST çökmesi myokardın iskemik hasarını gösterir.
Dolaşım sistemi
53
PR segmenti
P dalgasının sonundan Q dalgasının başlangıcına
elektrokardiyogram bölümüne PR segmenti denir.
kadar
olan
ST aralığı
QRS kompleksinin sonu ile T dalgasının sonu arasındaki elektrokardiyogram
bölümüne ST aralığı denir.
QT aralığı
QRS kompleksinin başlangıcı ile T dalgasının
elektrokardiyogram bölümüne QT aralığı denir.
sonu
arasındaki
Derivasyonlardan kaydedilen normal elektrokardiyogramlar
DI, DII ve DIII’ün hepsinde pozitif P ve pozitif T dalgaları mevcuttur (Şekil
1.32). QRS kompleksinin büyük kısmı yine pozitiftir. V1 ve V2’de QRS
negatiftir. V4, V5 ve V6’da ise pozitiftir. Çünkü elektrot bu derivasyonlarda
apekse daha yakındır. aVR’den alınan kaydın ters dönmüş olması dışında
yükseltilmiş ekstremite derivasyonları standart ekstremite derivasyonlarına
benzer.
DI
DII
DIII
aVR
aVL
aVF
V1
V2
V3
V4
V5
V6
Şekil 1.32 Standart ekstremite, göğüs ve yükseltilmiş
derivasyonlarından kaydedilen normal elektrokardiyogramlar.
Elektrokardiyogramdan kalp hızının hesaplanması
ekstremite
54
Dolaşım sistemi
Elektrokardiyogramdan kalp hızı kolayca saptanabilir. İki vurum arasındaki
zaman 1 saniye ise kalp hızı dakikada 60'dır. Arka arkaya gelen iki QRS
kompleksi arasındaki normal aralık yaklaşık 0.80 saniyedir. Bu da dakikada
60/0.80=75 vurum demektir. Daha pratik olarak kalp hızı; 1500'ü iki R
arasındaki küçük karelerin sayısına bölmekle veya 300'ü iki R arasındaki
büyük karelerin sayısına bölmekle bulunur. Elektrokardiyografın hızı 25
mm/sn olduğundan, 25x60=1500 mm=1 dk’dır. Örneğin, iki R dalgası
arasındaki küçük karelerin sayısı 30 ise, kalp hızı 1500/30=50’dur.
Vektöryel analiz
Kalp siklusu sırasında kalpdeki akım belli bir yöne doğru hareket eder. Akım
hareketlerinin oluşturduğu elektrik potansiyeli vektör ile gösterilebilir.
Vektörün ucu pozitif yönü gösterir ve uzunluğu potansiyelin voltajına orantılı
olarak çizilir. Yatay olarak kişinin sol tarafına doğru yönelen bir vektör “0”
derecesi yönünde uzanıyor demektir. Vektörlerin derecesi bu 0 başlangıç
noktasından itibaren saat yönünde ilerler.
Altıgen referans sistemi
Normal bir kalpde depolarizasyon dalgası ventriküllere yayılırken meydana
gelen kalp vektörünün yönü 59 derecedir. Kalbin vektörü DII
derivasyonunun ekseni ile aynı yönde uzanır. Kalbin apeksi depolarizasyon
dalgasının çoğunda kalbin tabanına göre pozitif kalır. Derivasyonlarda
negatif (-) elektrottan pozitif (+) elektroda doğru olan yöne o derivasyonun
ekseni denir. DI derivasyonunda elektrotlar, pozitif (+) elektrot solda olacak
şekilde yatay doğrultuda yer aldıkları için ekseni 0 derecedir (Şekil 1.33).
Buna göre DII ekseni 60º, DIII ekseni 120º, aVR ekseni 210º, aVF ekseni 90º
ve aVL ekseni –30º’dir. Bütün bu derivasyonlara ait eksenlerin yönleri
altıgen referans sistemi adı verilen bir diyagram ile gösterilir. Bu
diyagramda özellikle DI, DII ve DIII derivasyonlarına dikkat ediniz.
aVR
aVL
2100
-300
00
0
60
0
120
0
90
DII
DIII
aVF
DI
Dolaşım sistemi
55
Şekil 1.33 Standart ekstremite ve yükseltilmiş ekstremite derivasyonlarının
eksenleri.
Elektrokardiyogramdan elektriksel eksenin belirlenmesi
Merkezinde akım kaynağının yer aldığı eşkenar bir üçgenin köşelerindeki
potansiyellerin toplamı her zaman sıfırdır. Merkezinde kalbin yer aldığı
eşkenar bir üçgen sağ kol, sol kol ve sol bacağa elektrot yerleştirilerek elde
edilebilir. Bu üçgen Einthoven üçgeni olarak adlandırılır. Bunlar
elektrokardiografide kullanılan üç bipolar (standart) ekstremite
derivasyonudur. Bipolar (standart) ekstremite derivasyonlarından herhangi
ikisinin elektriksel potansiyeli biliniyorsa, üçüncüsünün potansiyeli
matematiksel olarak bulunabilir. DI ve DIII derivasyonlarındaki voltajların
toplamı her zaman DII derivasyonundaki voltaja eşittir (DI+DIII=DII). Bu
durum Einthoven kanunu olarak bilinir. Örneğin; DI=0.5 mV ve DIII=0.7
mV ise DII=0.5 + 0.7 = 1.2 mV’dur.
Klinikte elektriksel eksen DI ve DIII standart ekstremite derivasyonları
kullanılarak bulunur. Bunun için DI ve DIII derivasyonlarındaki net
potansiyel belirlenir: Kaydın herhangi bir bölümü negatif ise, bu negatif
potansiyel pozitif potansiyelden çıkarılır. Net potansiyeller derivasyonun
kendi ekseni üzerinde, potansiyelin tabanı eksenlerin kesişme noktasına
gelecek şekilde işaretlenir. Net potansiyel pozitif (+) ise pozitif, negatif (-) ise
negatif yönde işaretlenir. Daha sonra potansiyellerin tepesinden dik çizgiler
çizilir (Şekil 1.34). Bu iki dik çizginin kesişme noktası gerçek QRS
vektörünün tepesini temsil eder. İki vektörün eksenlerinin kesişme noktası ise
vektörün negatif ucunu temsil eder. Vektörün boyu ventriküllerin
depolarizasyonu sırasında meydana gelen ortalama potansiyeli, vektörün
yönü ise ortalama elektriksel ekseni temsil eder. Normalde ventriküllerin
ortalama elektriksel ekseni 59 derecedir. –30 ve +110 dereceler arası normal
kabul edilir. –30º üzeri sol eksen sapması, +110º üzeri ise sağ eksen
sapması olarak değerlendirilir.
Ayrıca, elektriksel eksen pratik olarak şu şekilde bulunabilir: DI, DII, DIII,
aVR, aVL ve aVF derivasyonlarının hangisinde R=S ise, kalbin elektriksel
ekseni bu derivasyonun dik açısında yer alır. Örneğin, DI’de R=S ise
elektriksel eksen +90º veya -90º’dir. Bu durumda DII’ye bakılır. R>S ise
+90º, R<S ise -90º’dir.
56
Dolaşım sistemi
DI
DIII
59
0
Şekil 1.34 DI ve DIII derivasyonlarından kalbin ortalama elektriksel ekseninin
belirlenmesi.
Aritmiler (Disritmiler)
Kalp hızının artması taşikardi, azalması ise bradikardi olarak tanımlanır.
Taşikardi ve bradikardide elektrokardiyogram normal, ancak kalp hızı artmış
veya azalmıştır. Taşikardi dakikada 100 vurudan fazla olan frekansları
tanımlar. (Şekil 1.35). Taşikardinin genel nedenleri; vücut ısısının artması,
kalbin sempatik sinirler tarafından uyarılması ve kalbin toksik durumlarıdır.
Bradikardi ise dakikada 60 vurudan az olan frekansları tanımlar (Şekil
1.34). Bradikardi atletlerde normal olarak görülebilir ve bu durum atlet
bradikardisi olarak tanımlanır. Atlet bradikardisi, SA düğümde nervus
vagusun aşırı aktivitesine (parasempatik inhibisyonun artışına) bağlı olarak
görülür. Nervus vagusu uyaran her dolaşım refleksi kalp hızını azaltır. Bunun
en çarpıcı örneği karotis sinüs sendromu olan hastalarda gözlenir. Bu
hastalarda, karotis sinüs bölgesindeki arterosklerotik bir olay, burada bulunan
baroreseptörlerin aşırı duyarlılığına neden olur. Bu nedenle boyun üzerindeki
hafif bir basınç, kuvvetli bir baroreseptör refleksine neden olarak kalpde
yoğun vagus uyarılarına ve bradikardiye yol açar.
Kalp hızı, normal genç bireylerde inspirasyon ve ekspirasyon sırasında
değişilik gösterir. İnspirasyon sırasında artar, ekspirasyon sırasında ise azalır.
Buna sinüzal aritmi denir. Sinuzal aritmi normal bir durumdur.
Dolaşım sistemi
57
Tasikardi
Bradikardi
Şekil 1.35 Taşikardi (DI) ve bradikardi (DIII)
Atriyoventriküler blok
AV düğüm veya AV demette ileti hızının azalması veya tamamen durması
AV blok olarak adlandırılır. AV blok nedenleri şöyle sıralanabilir: (1) AV
düğüm veya AV demet liflerinin iskemisi. Koroner yetersizliği miyokardda
olduğu gibi AV düğümde de iskemiye yol açabilir. (2) Kalbin skar dokusu
veya kalsifiye bölümleri tarafından AV demete bası yapılması. (3) AV
düğüm veya AV demetin enflamasyonu, (4) Kalbin nervus vagus tarafından
aşırı uyarılması. AV bloğun 3 tipi vardır ve bunlar birinci derece (veya
inkomplet) AV blok, ikinci derece AV blok ve üçüncü derece (veya
komplet) AV blok olarak adlandırılır.
Birinci derece AV blok: PR aralığı, SA düğümden doğan uyarının
ventriküllere ulaşması için geçen zamanı gösterir ve normalde 0.16 saniyedir.
Bu süre kalp hızlanınca kısalır, kalp yavaşlayınca da uzar. Normal frekansla
çalışan bir kalpde PR aralığının 0.20 saniyenin üzerine çıkması birinci derece
AV blok (uzamış PR aralığı) olarak adlandırılır (Şekil 1.36). Birinci derece
AV blokta elektrokardiyogramın diğer bölümleri normaldir, sadece P-R
aralığı 0.20 saniyenin üzerine çıkmıştır.
İkinci derece AV blok: P-R aralığı 0.25–0.45 saniye olacak şekilde uzadığı
zaman, uyarı AV düğümü bazen geçer, bazen de geçemez. Uyarıların
ventriküllere iletilemediği durumlarda ventikül kasılması görülmez. Bu
nedenle elektrokardiyogramda her P dalgasını bir QRS kompleksi takip
etmez. Bu durum vurum düşmesi olarak adlandırılır. Atriyumların iki
vurumuna karşılık ventriküllerin bir vurum yapmasıyla 2:1 ritmi oluşur
(Şekil 1.35). Elektrokardiyogramda iki P dalgasından sonra bir QRS
kompleksi görülür. Bazen 3:2 veya 3:1 gibi ritmler de gelişebilir.
İkinci derece AV bloğun bir başka tipinde P-R aralığı her siklusta giderek
artar ve bir noktada P dalgasına karşılık QRS kompleksi oluşmaz.
Üçüncü derece AV blok: PR aralığı 0.35–0.45 saniyenin üzerine çıkarsa AV
ileti tamamen duracak kadar azalabilir. AV iletiyi yavaşlatan durum çok
ağırlaştığı zaman, atriyumlardan ventriküllere uyarı geçişi durur. Bu durumda
P dalgaları QRS komplekslerinden tamamen çözülmüştür (Şekil 1.35).
Atriyumların ritmi ile ventriküllerin ritmi arasında hiçbir ilişki kalmaz;
ventriküller ve atriyumlar tamamen birbirinden bağımsız çalışır. Atriyumlar
SA düğümden doğan uyarıların etkisi altında çalışırken, ventriküller ektopik
58
Dolaşım sistemi
bir odaktan doğan uyarıların etkisi altında çalışırlar.
P
T
T
P
P
T
P
T
P
Birinci derece AV blok
P
P
P
P
P
Ikinci derece AV blok
P
P
T
P
P
P+T
Üçüncü derece AV blok
Şekil 1.36 Atriyoventriküler blok.
Tekrar giriş (reentry), flatter ve fibrilasyon
Normal olarak SA düğümden doğan bir uyarı bütün kalbe yayıldıktan sonra
söner. Çünkü bütün ventrikül kası refrakter dönemdedir. Böylece SA
düğümden yeni bir uyarı gelinceye kadar kalp sakin kalır. Bazı koşullarda bu
normal sakin kalma süresi görülmez; uyarı kalp kası içinde durmadan tekrar
tekrar döner. Bu durum tekrar giriş (reentry) olarak adlandırılır. Şekil
1.37’de olduğu gibi, saat 12 noktasında bir uyarının doğduğunu ve saat
istikameti yönünde ilerlediğini düşünelim. Normalde uyarı, tekrar 12
noktasına geldiği zaman, ilk uyarılan kasları refrakter dönemde bulur.
Refrakter dönemde kas ikinci bir uyarıyı iletemeyeceği için uyarı söner.
Ancak, (1) İleti yolunun uzaması, (2) İleti yolu sabit olsa da ileti hızının
azalması, (3) Kasın refrakter döneminin kısalması durumunda uyarı aynı
yolda tekrar tekrar döner. Tipik olarak, ileti yolunun uzaması dilatasyonda,
ileti hızının azalması iskemide, refrakter dönemin kısalması ise epinefrine
bağlı olarak meydana gelir.
Dolaşım sistemi
59
Relatif refrakter periyod
Şekil 1.37 İleti yolunun uzaması durumunda tekrar giriş (reentry).
Tekrar giriş, tamamen anormal olan ve bazen ölümle sonuçlanan bir
durumdur. SA düğümün hız düzenleyici etkisini tamamen hiçe sayan anormal
kalp ritmlerine ve anormal kalp kasılmalarına neden olur. Tekrar giren
uyarılarla gelişen iki ağır ritm bozukluğu flatter ve fibrilasyondur. Flatterda
kasılmalar hızlı, fakat düzenlidir. Fibrilasyonda ise farklı kas lifi gruplarının
farklı zamanlarda kasılmaları görülür. Fibrilasyon, frekansın çok hızlı ve
düzensiz olmasıyla flatterden ayrılır. Tekrar giren uyarılar, düzenli olarak
atriyum kasında yayılırsa atriyum flatteri, ventrikül kasında yayılırsa
ventrikül flatteri oluşur. Diğer yandan atriyum kasında düzensiz duruma
geldiğinde atriyum fibrilasyonu, ventrikül kasında düzensiz duruma
geldiğinde ventrikül fibrilasyonu ortaya çıkar (Şekil 1.38).
Atriyum fibrilasyonu
Ventrikül fibrilasyonu
Şekil 1.38 Atriyum fibrilasyonu (DI) ve ventrikül fibrilasyonu (DII).
Atriyum flatteri genellikle hızla atriyum fibrilasyonuna dönüşür. Bu,
atriyumun pompa fonksiyonunun durmasına neden olur. Bununla birlikte,
atriyum kasılmasından önce ventriküller %70 kanla dolduklarından kalp
yeterli miktarda kanı dolaşıma pompalamaya devam eder. Bu nedenle,
atriyum fibrilasyonu olan şahıslar yıllarca yaşarlar. Bunun aksine, ventrikül
fibrilasyonu olan şahıslar sadece birkaç dakika yaşayabilirler. Çünkü beyin
60
Dolaşım sistemi
ve kalp metabolizmaları oksijene bağlıdır. Ventrikül fibrilasyonunda, kalp
kasının hemen hiçbir bölümü birlikte kasılmaz ve bu nedenle ventriküller
yeterli miktarda kanı pompalayamaz. Bu nedenle ventrikül fibrilasyonu
öldürücüdür. Ventrikül fibrilasyonunda elektrokardiyogram herhangi bir
düzenli tipe benzemez. Elekriksel potansiyeller sürekli ve ani değişir.
Kuvvetli elektrik akımı ventriküllere kısa süre verilirse, bütün ventrikül
kasını aynı anda refrakter duruma getirerek fibrilasyonu durdurur. Bu işlem
defibrilasyon olarak adlandırılır. Bütün uyarıların durmasıyla kalp 3–5
saniye kadar sessiz kalır, sonra SA düğüm veya kalbin diğer bölgelerinden
başlayan pacemaker faaliyeti ile yeniden çalışır.
KONJENİTAL VE VALVÜLER KALP DEFEKTLERİNİN DİNAMİĞİ
Konjenital kalp defektleri
Konjenital kalp defektleri, kalp ve kan damarlarının konjenital anomalileridir.
Bu anomaliler nadir olarak gelişir ve anormal dolaşım dinamiğine neden
olurlar. Konjenital kalp defektlerinin en yaygın nedenlerinden biri, gebeliğin
ilk trimesterinde, fetüs kalbi oluşurken annede görülen bir virüs (kızamıkçık)
enfeksiyonudur. Bu defektler patent ductus arteriosus (PDA), atriyal
septal defekt (ASD), ventriküler septal defekt (VSD) ve Fallot tetralojisi
olarak sayılabilir. Konjenital kalp defektlerinin anlaşılabilmesi için fetal
dolaşımın iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle önce fetal dolaşım anlatılacaktır.
Fetal dolaşım
Fetus dolaşımı yenidoğan dolaşımından oldukça farklıdır. Fetal akciğerler
fonksiyonel olarak inaktiftir. Bu nedenle fetus, oksijen ve besin desteği
bakımından tamamen plasentaya bağımlıdır. Fetal hayatta akciğerler
kollabe olduğundan, kan akımına karşı direnç büyüktür ve pulmoner arter
basıncı yüksektir. Pulmoner arterdeki basıncın aort basıncından yüksek
olması, pulmoner arter kanının akciğerlere değil, fetusda pulmoner arteri aort
ile birleştiren ductus arteriosus yoluyla akmasına neden olur. Bu, kanın
akciğerlere gitmeden fetüsun sistemik arterlerinde dolaşımını sağlar. Fetusda
kan plasentada oksijenlendiğinden, bu durum fetus için tehlike oluşturmaz.
Plasentadan umblikal ven’le dönen kanın (oksijen saturasyonu %80) büyük
bir kısmı ductus venosus aracılığıyla doğrudan vena cava inferior’a yönelir.
Geri kalanı fetusun portal kanı ile karışır. Ductus venosus’dan gelen kan vena
cava inferior’da sistemik venöz kanla (oksijen saturasyonu %26) birleşir. Bu
nedenle vena cava inferior’da kanın oksijen saturasyonu %67’dir. (Şekil
1.39).
Kalpde kan akımları interatriyal septum kenarı (crista dividens) tarafından
eşit olmayan iki akıma bölünür. Vena cava inferior yoluyla kalbe gelen kanın
(oksijen saturasyonu %67) çoğu açık olan foramen ovale’den sol atriyuma
geçer. Bu kan, akciğerlerden dönen desatüre kanla birleşir ve sol ventrikül
tarafından aorta pompalanır. Aort kanının yaklaşık 1/3’ü baş, toraks ve
kollara, 2/3’ü ise vücudun geri kalan bölümüne ve plasentaya gider. Baş ve
üst ekstremitelere giden kanın oksijen saturasyonu %62’dir.
Diğer akım sağ atriyuma yönelir ki; burada vücudun üst bölümlerinden dönen
Dolaşım sistemi
61
vena cava superior (oksijen saturasyonu %26) ve miyokarddan gelen desatüre
kanla birleşir, oksijen saturasyonu %52 olur. Bu kan sağ ventriküle girer ve
pulmoner artere atılır. Büzülmüş akciğerlerde direnç fazladır ve pulmoner
arter basıncı aort basıncından yaklaşık 5 mmHg daha fazladır. Büyük
pulmoner dirençden dolayı sağ ventrikül debisinin 1/3’den azı akciğerlere
geçer. Geriye kalan, ductus arteriosus aracılığıyla pulmoner arterden aorta
yönelir. Ductus arteriosus baş ve üst ekstremite arterlerinin çıkış noktasından
sonra yer alır.
İnen aorttaki kanın büyük kısmı 2 umblical arter yoluyla plasentaya geri
döner. Sağ ventriküldeki kanın büyük kısmı ductus arteriosus aracılığıyla
aorta geçtiğinden ve sol ventrikül tarafından pompalanan kanla
birleştiğinden, vücudun alt bölümlerine ulaşan ve plasentaya dönen kan %58
satüredir. Görüldüğü gibi vena cava süperior yoluyla gelen desatüre kanın
büyük bölümü ductus arteriosus aracılığıyla ayaklara ve umblical arterlere
pompalanır. En yüksek oksijen saturasyonuna sahip kanı alan dokular
karaciğer, kalp ve baş bölgesini içeren vücudun üst kısımlarıdır.
Sol ventrikül tarafından pompalanan kan miktarı sağ ventrikül tarafından
pompalanandan yaklaşık %20 daha fazladır. Fetal kalp debisinin %55’i
herhangi bir kapiller yataktan geçmeden, doğrudan plasentaya döner. Fetusun
tüm dokularından geçen kan sadece %45’dir. Fetal yaşamda akciğerlere
giden kan miktarı ise %12’dir.
Ductus arteriosus
Foramen ovale (67)
Vena cava inferior (67)
Hepatik ven
Pulmoner arter
Pulmoner venler
Sol ventrikül (62)
Ductus venosus
Portal ven (26)
Umblikal ven (80)
Vena cava inferior (27)
İnen aorta (58)
Umblikal arterler (58)
Şekil 1.39 Fetal dolaşım. Oksijen saturasyonu parantez içinde verilmiştir. (BernLevy’den)
Doğumdan sonra akciğerler hava ile şişer, pulmoner damar boyunca kan
akımına direnç azalır ve pulmoner arter basıncı düşer. Aynı zamanda
plasenta yoluyla kan akımının aniden kesilmesi nedeniyle aort basıncı
62
Dolaşım sistemi
yükselir. Sonuç olarak ductus arteriosus aracılığıyla kan akımı doğumda
aniden kesilir ve kan fetal hayattakine zıt yönde; aorttan pulmoner artere
akmaya başlar. Bu durum birkaç saatle birkaç gün içinde ductus arteriosus’un
kapanmasına neden olur. Ductusun arteriosus’un kapanmasında, aort kanı
oksijen konsantrasyonunun fetal hayat sırasında ductusdan geçen pulmoner
arter kanına göre iki kat daha fazla olmasının rol oynadığına inanılmaktadır.
Oksijen ductusun kasılmasına neden olur.
Patent ductus arteriosus - PDA
Ductus arteriosus’un kapanmaması patent ductus arteriosus olarak
adlandırılır. Ductus arteriosus kapanmadığı zaman aort kanının bir bölümü bu
yolla pulmoner artere geçer (Şekil 1.40). Hem sistolde, hem de diyastolde
aort içindeki basınç pulmoner arterdekinden yüksek olduğundan sürekli
olarak soldan sağa şant-geçiş vardır. Ductusun kapanmaması, ductus
duvarındaki prostaglandinlerin neden olduğu aşırı dilatasyona bağlıdır.
Prostaglandinlerin genişletici etkisini bloke eden indometasin bu olguların
çoğunda ductus arteriosus’un kapanmasını sağlar. Kapanamadığı durumlarda,
cerrahi olarak ductus arteriosus’un bağlanması ile tedavi edilir.
Patent ductus arteriosus’da pulmoner odakta sürekli (continue) üfürüm
duyulur. Üfürüm, aort basıncının yükselmesi nedeniyle sistol sırasında daha
şiddetlidir. Diyastol sırasında aort basıncının düşmesi nedeniyle şiddeti
azalır. Her kalp atımı ile şiddetlenip zayıflayan bu üfürüme makinamsı
üfürüm (machinery murmur) denir.
Şekil 1.40 Patent ductus arteriosus.
Doğumun ilk aylarında patent ductus arteriosus genellikle şiddetli fonksiyon
bozukluğuna neden olmaz. Ancak, çocuk büyüdükçe aort ve pulmoner arter
basınçları arasındaki fark giderek artar. Buna uygun olarak aortdan pulmoner
Dolaşım sistemi
63
artere doğru kan akımı da artar. Patent ductus arteriosus’lu büyük çocuklarda
aort kanının 1/2-2/3’ü ductus arteriosus yoluyla pulmoner artere akar. Sonra
akciğerlere geçerek sol atriyum ve sol ventriküle gelir. Akciğerler ve sol kalp
arasındaki bu dolaşım sistemik dolaşımdaki bir tura karşılık iki veya daha
fazla tekrarlanır. Bu kişilerde kalp yetersizliği veya pulmoner konjesyonun
geliştiği hayatın geç evrelerine kadar görülmez. Zamanla, pulmoner arterdeki
basınç aort basıncından fazla olduğunda, kanın akış yönü değişir; sağdan sola
akar (sağdan sola şant). O zaman siyanoz başlar. Akım yönünün bu şekilde
ters dönüşüne Eisenmenger sendromu denir.
Atriyal septal defekt –ASD
Atriyumlar arasındaki foramen ovale bölgesinde defekt vardır. Sol
atriyumdaki basınç sağdakinden daha yüksek olduğundan sürekli olarak
soldan sağa kan geçer (Şekil 1.41). Akciğerlere fazla miktarda kan
gönderilir. Pulmoner odakta kısa sistolik üfürüm (ejeksiyon tipi) ve ikinci
sesin çiftleşmesi atriyal septal defekt için karakteristiktir. ASD'de sürekli
olarak atriyum düzeyinde soldan sağa şant olduğundan, sağ ventriküle gelen
kan solunumun her fazında fazladır ve ikinci ses sürekli olarak çift duyulur
Hem inspiryumda, hem de ekspiryumda ikinci ses çifttir (sabit çiftleşme).
Siyanoz yoktur, genellikle dispne de bulunmaz. Seneler geçtikçe pulmoner
arterlerde basınç yükselir. Sonunda sağ ventrikül ve sağ atriyumdaki
basınçlar da yükselir. Sağ atriyumdaki basınç soldakinden fazla olduğunda
kanın akış yönü değişir; Eisenmenger sendromu görülür. Kan sağdan sola
akar (sağdan sola şant). O zaman siyanoz başlar. Bu durumda ikinci sesin
çiftleşmesi ve pulmoner odakta sistolik üfürüm kaybolur. Eisenmenger
sendromu başladıktan sonra lezyonun tamiri mümkün değildir; sağ kalp
yetersizliği ile hasta kaybedilir.
Şekil 1.41 Atriyal septal defekt.
64
Dolaşım sistemi
Ventriküler septal defekt –VSD
Ventriküller arası septumda defekt vardır. Defektin kendiliğinden kapanma
olasılığı yoktur. Sol ventriküldeki basınç sağdakinden yüksek olduğundan
hem sistolde, hem de diyastolde soldan sağa şant vardır (Şekil 1.42).
Ventriküler septal defekt tek başına bulunabilir, aynı zamanda Fallot
tetralojisindeki gibi diğer konjenital defektlerle birlikte de bulunabilir.
Şekil 1.42 Ventriküler septal defekt.
Fallot tetralojisi
Fallot tetralojisinde 4 defekt bir arada bulunur. Bunlar: (1) Ventriküler
septal defekt. (2) Pulmoner stenoz. (3) Aort transpozisyonu (ata biner
aort): Aortun septum üzerinde bulunması ve her iki ventrikülden kan alması.
(4) Sağ ventrikül hipertrofisi.
Aslında sadece iki defekt vardır: Ventriküler septal defekt ve pulmoner
stenoz. Diğer ikisi bunların sonucudur. Embriyolojik olarak konus
arteriosus’un (sağ ventrikülün sol-üst köşesinde, pulmoner arterin çıktığı
yapı) eşitsiz bölünmesi sonucu, aort foramen interventrikülare’nin hemen
üzerinden çıkar ve sonuçta aort hem sağ, hem de sol ventriküle açılır.
Pulmoner stenoz nedeniyle sağ ventrikülden pulmoner artere kanın geçişi
güçleşmiştir. Sağ ventrikül içindeki basınç çok yükselir ve sol ventriküldekini
geçebilir.
Fallot tetralojisinin yol açtığı en büyük fizyolojik güçlük; kanın şant yaparak
oksijenlenmeden akciğeri atlamasıdır. Kalbe dönen venöz kanın %75 kadarı
oksijenlenmeden sağ ventrikülden doğrudan aorta geçer. Aort genişlemiştir
ve ventrikül septumu üzerine oturmuş gibidir. Her iki ventrikülden kan alır.
Siyanoz nedir?
Siyanozda kapiller
seviyede redükte
hemoglobin 5 g/dL üzerine
çıkmıştır. Arteriyel O2
saturasyonu (normal Hb
düzeyinde) %85’in altına
düşmeden siyanoz gözle
farkedilemez. Dudak, dil,
mukozalar ve tırnak
yataklarında belirgin
olarak mor görülür.
Normalde methemoglobin
(redükte Hb) miktarı total
hemoglobinin %1’inden
azdır. Miktar %15 civarına
çıktığında siyanoz ortaya
çıkar.
Dolaşım sistemi
65
Darlık sebebiyle az kan alan pulmoner arter damar yatağı iyi gelişmemiştir.
Bu durum sağ ventriküldeki kanın büyük bir kısmının aorta geçmesine sebep
olur (sağdan sola şant). Bu yüzden bebekler siyanotik olurlar; fallot
tetralojisi en sık rastlanan mavi bebek nedenidir. Hemodinamik olarak sağ
ventrikül hem sistemik vasküler dirence (kan basıncı), hem de pulmoner
stenozun oluşturduğu dirence karşı çalışır. Kan daha çok direnci düşük olan
sisteme akar. Bu yüzden pulmoner arter darlığı ne kadar fazla ise sağ
ventrikül kanı o kadar büyük oranda aorta gider. Bununla birlikte sistemik
basınç yükselirse sağ ventrikül kanının büyük kısmı pulmoner dolaşıma
atılmaya çalışılır. Bu durumun tedavide pratik yönü vardır: Siyanozun akut
arttığı durumlarda periferik arteryel direnci artıran ve kan basıncını yükselten
ilaçlar verilmesi siyanozu hafifletir.
Fallot tetralojisi cerrahi olarak tedavi edilir. Uygulanan işlem pulmoner
darlığın açılması, septal defektin kapatılması ve aort kan akım yolunun
düzeltilmesidir.
Kapak hastalıkları
Mitral, triküspit, aort ve pulmoner kapakların dördünde de darlık,
yetmezlik veya her ikisi bir arada bulunabilir. Darlık (stenoz) durumunda
kapak yeterince açılamaz, yetmezlik (inkompetans, regürjitasyon)
durumunda ise kapak yeterince kapanamaz. Darlıkta kapak iyi
açılamadığından, kanın ileri doğru geçişi güçleşir. AV kapakların darlığında
kanın atriyumlardan ventriküllere, semilunar kapakların darlığında kanın
ventriküllerden arterlere (aort veya pulmoner artere) geçişi güçleşir.
Yetmezlikte ise kapak iyi kapanamadığından kanın bir kısmı geriye kaçar.
Darlık ve yetmezliğin en sık görüldüğü kapaklar mitral ve aort kapaklarıdır.
Burada sadece mitral ve aort kapakları ile ilgili darlık ve yetmezlik durumları
anlatılacaktır. Sistol sırasında mitral kapak kapalı olmalı, aort kapağı açık
olmalıdır. Sistol sırasında mitral kapak yeterince kapanamazsa mitral
yetmezliği, aort kapağı yeterince açılamazsa aort darlığı söz konusudur.
Diyastol sırasında ise mitral kapak açık olmalı, aort kapağı kapalı olmalıdır.
Diyastol sırasında mitral kapak yeterince açılamazsa mitral darlığı, aort
kapağı yeterince kapanamazsa aort yetmezliği söz konusudur.
Mitral darlığı ve yetmezliği
Mitral darlığı en sık rastlanan kapak hastalığıdır. Mitral darlığında, diyastol
sırasında sol atriyumdan sol ventriküle kan akımı güçleşir. Mitral
yetmezliğinde ise sistol sırasında sol ventriküldeki kanın bir kısmı sol
atriyuma geri döner. Büyük yetmezliklerde kan aorttan çok sol atriyuma
gönderilir.
Her iki durumda da sol atriyumdan sol ventriküle geçen kan miktarı
azalır ve kan sol atriyumda birikir. Kanın sol atriyumda birikmesi, darlıkla
orantılı olarak sol atriyum ve pulmoner damar sisteminde basınç artışına
neden olur. Sol atriyum ve sağ ventrikül hipertrofiye olur. Sol atriyumda
kanın birikmesi ağır akciğer ödemi ile sonuçlanabilir. Bu ödem, yüksek sol
kalp basıncına bağlı olarak pulmoner damar sisteminde hidrostatik basınç
artışı nedeniyle oluştuğu için hidrostatik pulmoner ödem veya
hemodinamik ödem olarak da adlandırılır. Genellikle sol atriyum basıncı 30
mmHg’nın üstüne çıkıncaya kadar öldürücü ödem oluşmaz. Çünkü akciğer
lenf damarları genişleyerek sıvıyı akciğer dokusundan uzaklaştırır. Sol
atriyum zamanla genişler (dilatasyon). Mitral darlık ilerledikçe pulmoner
66
Dolaşım sistemi
basıncın yüksekliği sonucu sağ ventrikül konjestif yetmezliğe girer. Sol
atriyumdaki genişleme nedeniyle kalp uyarılarının alması gereken mesafe
artar. Bu durum tekrar giren uyarıların (reentry) gelişmesine neden olur ve bu
nedenle özellikle mitral darlığında atriyum fibrilasyonu oluşur.
Aort darlığı ve yetmezliği
Aort darlığında sistol sırasında sol ventrikül yeterince boşalamaz. Aort
yetmezliğinde ise ventrikül boşaldıktan sonra diyastolde kan tekrar
ventriküle döner. Bu nedenle her iki durumda da atım hacmi azalır. Her iki
durumda da ventrikül yükünün artması nedeniyle sol ventrikül hipertrofiye
olur. Kas hipertrofisi sol ventrikül basıncını çok artırır. Aort kapağının ciddi
daraldığı durumlarda hipertrofi, sol ventrikül basıncını sistol sırasında 400
mmHg’ya çıkarabilir. Bu nedenle kapağın iki tarafı arasında önemli basınç
farkı vardır. Yetmezlikte aynı zamanda ventrikül boşluğu geri dönen kanı
almak üzere genişler (dilatasyon). Şiddetli yetmezliklerde hipertrofi sol
ventrikülün çok yüksek bir atım hacmini pompalamasını sağlasa da, bunun
3/4‘ü diyastolde ventriküle geri döner. Bu nedenle atım hacminin net miktarı
azalmıştır.
Aort darlığı veya yetmezliğinin erken evrelerinde sol ventrikülün artan yüke
intrensek adaptasyon yeteneği dolaşım fonksiyonunda önemli anormallikleri
önler. Bu nedenle şahıs ağır kalp hastası olduğunu bilmeden, ileri derecede
darlık ve yetmezlik sıklıkla oluşur. Her iki durumda da kritik evrelerden
sonra, sol ventrikül iş yükünü karşılayamaz hale gelir. Sonuç olarak sol
ventrikül dilate olur ve kalp debisi düşer. Kan, zayıflamış sol ventrikülün
gerisinde, sol atriyum ve akciğerlerde birikir. Sol atriyum basıncı giderek
yükselir ve 30–40 mmHg üzerine çıktığında akciğerlerde ödem görülür.
Aort darlığında, sistol sırasında yüksek sol ventrikül basıncı nedeniyle
koroner kan akımı azalır. Hipertrofiye sol ventrikül kası çoğunlukla yetersiz
koroner damarlanmaya sahiptir. Aynı zamanda ventrikül içi basınç
diyastolde yüksek kalır ve koroner kan akımı azalır. Bu nedenlerle hasta
genellikle şiddetli koroner iskemi sonucu anjinal ağrıdan şikâyet eder. Aort
yetmezliğinde ise diyastolik basınç düştüğü için koroner akım azalır. Bu
nedenle yine koroner iskemi ve anjinal ağrı oluşur.
Aort darlığında, aort kapağının çapında azalma vardır. Bu nedenle daralan
aort kapağından dışarı doğru akan kan azalır ve buna bağlı olarak nabız
basıncı azalır. İleri derecede darlıklarda, sol ventrikül ejeksiyonu
uzadığından aort kapağının kapanmasını gecikir. Buna bağlı olarak ikinci
kalp sesinde paradoks çiftleşme görülür. İnspirasyonda A2, P2'ye yaklaşır ve
S2 tek olarak duyulurken, ekspirasyonda A2, P2’den daha geç kapanır ve S2
çift duyulur. Aort yetmezliğinde ise aort kapağı tam olarak kapanamaz. Bu
nedenle her vurumdan sonra aorta pompalanan kanın önemli bir kısmı sol
ventriküle geri döner. Bunun bir sonucu olarak aort basıncı sıfıra düşebilir.
Kapanan bir aort kapağı olmadığından, nabız eğrisinde çentik bulunmaz.
Aort yetmezliğinde sistolik basınç yüksek, diastolik basınç düşüktür. Nabız
basıncı artar. Oskültasyonda, sol 3. interkostal aralığın sternumla kesiştiği
noktada (mezokardiyak odak), ikinci kalp sesinden sonra başlayan,
dekreşendo tarzında diyastolik üfürüm duyulur.
KORONER DOLAŞIM
Dolaşım sistemi
67
Kalbin kan akımı özel bir damar sistemi ile sağlanır. Kalbin özel damar
sistemine, ana kolları sulcus coronarius’da ilerlediği için koroner damarlar
adı verilir. Günümüzde ölümlerin %30’u koroner arterlere bağlı kalp
hastalıkları nedeniyle meydana gelmektedir. Koroner damarlar aort
kökündeki sinuslardan çıkar. Ana damarlar kalbin yüzeyinde yer alır ve
küçük damarlar yüzeyden kalp kası içine doğru ilerler. Sağ ve sol olmak
üzere 2 koroner damar vardır. Arteria coronaria dextra sağ ventrikülün
büyük bir bölümü ile insanların %80-90’ında sol ventrikülün arka bölümünü,
arteria coronaria sinistra ise sol ventrikülün ön ve yan bölümlerini besler.
Arteria coronaria sinistra iki büyük dala ayrılır: kalbin arkasına dolanan
sirkümfleks koroner arter (Left circumflex) ve kalbin ön yüzünde aşağı
doğru ilerleyen sol ön inen arter (LAD –Left Anterior Descending).
Koroner arterler kalbin yüzeyine doğru ilerler ve daha küçük dallara
ayrılırlar. Endokard yüzeyinden 75–100 m derinlikteki bir bölge doğrudan
kalp boşluklarından beslenebilir. İnsanların %50’sinde sağ koroner arter,
%20’sinde sol koroner arter daha fazla akıma sahipken, %30’unda her iki
koroner arter eşit akım sağlar.
Bu atardamarlardan giden kan kalbi besledikten sonra koroner toplardamar
sisteminde toplanarak sağ atriuma dökülür. Sol ventrikülden gelen venöz kan
sinus coronarius yoluyla, sağ ventrikülden gelen venöz kan ise sinüs
coronarius’a değil, anterior cardiac venlerle doğrudan sağ atriyuma dökülür.
Koroner kanın küçük bir miktarı da tüm kalp boşluklarına doğrudan açılan
thebesian venler aracılığıyla kalbe geri döner.
Normal koroner kan akımı
İstirahat halinde koroner kan akımı yaklaşık 250 mL/dk’dır. Bu, kalp
debisinin %5’idir. Ağır egzersizde kalp, debisini 4–7 katına çıkararak kanı,
normalden daha yüksek bir arteryel basınca karşı pompalar. Böylece kalbin
yaptığı iş 6–8 kat artabilir. Koroner kan akımı ise, kalbe fazladan gereken
besin maddelerini sağlayabilmek için ancak 3–4 kat artar. Görüldüğü gibi
koroner kan akımındaki artış kalbin iş yükü oranında değildir. Bu, kan
akımının enerji tüketimine göre az olması anlamına gelir. Ancak kalp, enerji
sağlamada verimliliği artırarak; karbonhidratların kullanımını artırmak
suretiyle kan akımındaki bu yetmezliği kapatır.
Koroner kan akımında fazik değişiklikler
Koroner damarlar sistole oranla diyastolde daha fazla kan alırlar. Koroner
kan akımının %80’i diyastolde, %20’si sistolde gerçekleşir. Bu durum sol
koroner damarlarda daha belirgindir. Vücuttaki bütün damar yataklarının
aksine, sistol sırasında sol ventrikül kasında kan akımı azalır. Bunun nedeni,
sol ventriküldeki kas içi kan damarlarının sistol süresince kas liflerinin
baskısı altında kalmalarıdır. Diyastol sırasında ise, kalp kası tamamen
gevşediğinden ventriküllere basınç yapamaz ve kan bütün diyastol süresince
akar. Ayrıca, sol ventrikülün subendokardial bölümüne sadece diyastol
sırasında kan gelir. Bu nedenle bu bölge miyokard enfarktüsünün sık
görüldüğü bir yerdir. Sağ ventrikül koroner kan akımı da kalp siklusu
sırasında fazik değişikliklere uğrar. Ancak, sağ ventrikülün kasılma gücü sola
göre çok daha az olduğundan, bu fazik değişiklikler çok düşük düzeyde kalır.
Koroner kan akımının düzenlenmesi
Koroner kan akımı, metabolik (kimyasal) ve sinirsel olmak üzere 2
mekanizma ile düzenlenir. Metabolik düzenleme oksijen tüketimindeki artışa
68
Dolaşım sistemi
cevap olarak serbestlenen lokal vazodilatatör maddelerle ilgilidir. Sinirsel
düzenleme ise sempatik ve parasempatik sistemin koroner damarlar üzerine
doğrudan veya dolaylı etkileri ile ilgilidir.
Koroner kan akımının metabolik düzenlenmesi
Kalbin kasılma gücünün artışı koroner kan akımında artışa yol açar. Aksine,
kalp aktivitesi azaldığında koroner kan akımı da azalır. Koroner kan akımı
kalp kasının oksijen ihtiyacı ile orantılıdır. İstirahatte kalp kendisine gelen
kandan oksijenin % 70-80’ini alır. Bu nedenle, kan akımını artırmadan daha
fazla oksijen sağlama imkânı yoktur.
Koroner kan akımı, başlıca lokal vazodilatasyonla düzenlenir. Lokal
vazodilatasyon, kalp kasının oksijen ihtiyacına cevap olarak ortaya çıkar.
Kalpte oksijenin azalması (oksijen tüketiminde artma) kas hücrelerinden
vazodilatatör maddeleri serbestleyerek arteriyolleri genişletir. Vazodilatatör
etkisi olduğu düşünülen maddeler adenozin, karbondioksit, hidrojen,
potasyum, laktik asit, bradikinin ve prostaglandinler’dir. Bu vazodilatatör
maddelerin birden fazlası olaya katılabilir. Adenozin, vazodilatatör etkisi en
fazla olan maddelerden biridir ve ATP’den oluşur. Kas hücrelerinde oksijen
azaldığı zaman, ATP’nin büyük bölümü AMP’a parçalanır. Bunun da bir
miktarı küçük parçalara bölünerek kalp kasının doku sıvılarına adenozinin
serbestlenmesine yol açar. Vazodilatasyon sağlandıktan sonra büyük
çoğunluğu yeniden kullanılmak üzere kalp hücresine geri emilir. Hipoksi,
lokal metabolik faktörlerin salınımına bağlı olarak koroner kan akımını
%200-300 artırabilir. Kalpde oksijen tüketimini artıran faktörler koroner kan
akımını da artırır. Egzersiz, norepinefrin, epinefrin, tiroksin, digital,
kalsiyum iyonları ve ısı artışı kalp kasının metabolik aktivitesini artırarak
oksijen tüketiminde artışa yol açarlar.
Koroner kan akımının sinirsel düzenlenmesi
Sempatik ve parasempatik sinirler koroner kan akımını doğrudan ve dolaylı
olarak etkiler. Parasempatik uçlardan salınan asetilkolin doğrudan koroner
damarlarda az oranda vazodilatasyon yapabilir. Çünkü parasempatik
sinirlerin koroner damarlarda dağılımı çok azdır. Koronerlerde sempatik lifler
yoğun olarak bulunur. Sempatik uçlardan salınan norepinefrin ve epinefrin
damar duvarındaki özel adrenerjik reseptörlerin varlığına bağlı olarak
vazodilatasyon veya vazokonstriksiyon yapar. Koroner damarlarda α ve  2
reseptörleri bulunur. α reseptörleri vazokonstiksiyon, 2 reseptörleri ise
vazodilatasyona yol açar. Bu nedenle sempatik uyarı, koroner damarlarda
hafif daralma veya dilatasyon yaparsa da, vazodilatatör etki daha baskındır.
Bazı kişilerde koronerlerdeki  reseptörlerin yoğunluğu fazladır. Buna bağlı
olarak yoğun bir sempatik uyarı sonrası (heyecan, üzüntü, stress gibi) bu
kişilerde koroner arter spazmına bağlı olarak myokard iskemisi ve anjina
pektoris (prinzmetal – varyant angina) görülür.
Dolaylı etki, koroner kan akımının sinirsel düzenlenmesinde doğrudan
etkiden daha önemli rol oynar. Dolaylı etki, kalp aktivitesinin artması veya
azalmasına bağlıdır. Sempatik uyarı kalp frekansını, kasılma gücünü ve
metabolizma hızını artırır. Kalp aktivitesinin artması, lokal vazodilatatör
maddelerin serbestlenmesine yol açar. Bu maddeler koroner damarları
genişletip, kan akımını kalp kasının metabolik ihtiyacıyla orantılı düzeye
çıkarır. Sempatiklerin aksine, parasempatik uyarı kalbi yavaşlatır ve kalbin
oksijen tüketimini azaltıp dolaylı olarak koronerleri daraltır.
Dolaşım sistemi
69
Kalp metabolizması
İstirahat halinde kalp, enerji ihtiyacının %60’ını yağ asitlerinden, %35’ini
karbonhidratlardan, %5’ini ketonlar ve amino asitlerden sağlar. Ancak, bu
kaynakların kullanımı beslenme durumuna göre değişir. Normalde kalp kası,
toplam enerjisinin %1’inden daha azını anaerobik metabolizma ile sağlar.
Bununla birlikte anaerobik veya iskemik koşullarda anaerobik glikoliz enerji
ihtiyacını karşılamak üzere devreye girer. Bu durumda oran %10’a kadar
çıkabilirse de, tamamen anaerobik durumlarda ventrikül kasının uzun süreli
kasılması için yeterli olmaz. Glikoliz kalp dokusunda çok miktarda laktik asit
oluşumuna yol açar. Laktik asit muhtemelen iskemi sırasında oluşan ağrının
nedenidir.
Miyokard iskemisi
Bir doku yetersiz kan akımı nedeniyle yetersiz oksijen aldığı zaman, buna
iskemi denir. Miyokard iskemisinin en sık nedeni koroner arterlerin
aterosklerozudur. Kan akımının yeterliliği dokunun metabolik ihtiyaçlarına
bağlıdır (relatifdir). Örneğin, koroner arterdeki bir obstrüksiyon istirahatte
yeterli kan akımı sağlayabilir, fakat egzersiz veya emosyonel durumlarda
iskemiye yol açabilir.
Miyokard iskemisinde, iskemik dokunun anaerobik solunumu nedeniyle
ortaya çıkan laktik asitin kan konsantrasyonunu artar. Bu durum sıklıkla sol
koltuk altına doğru yayılan substernal bir ağrıya (angina pectoris) neden
olur. Anjinalı hastalar iskemi ve ağrının iyileşmesine yardım eden
nitrogliserin gibi genişletici ilaçlar alırlar. Bu ilaçlar vazodilatasyonla
koroner kan akımını artırarak ve kalbin arterlere kanı atmak için yapması
gereken işi azaltarak etkili olurlar. Bütün vücutta belirgin vazodilatasyon
yaparak kalbe venöz dönüşü azaltıp kalp debisi ve arteryel basıncı düşürürler.
Koroner arteriyolleri genişletmeseler bile epikardiyal koroner arterleri dilate
ederler.
Miyokard hücreleri aerobik olarak solunum yaptıklarından birkaç dakikadan
daha fazla anaerobik olarak solunum yapamazlar. İskemi ve anaerobik
solunum birkaç dakikadan fazla devam ederse, oksijenin azaldığı bölgelerde
nekroz (hücrelerin ölümü) görülür Bu çeşit ani ve dönüşümsüz hasar
miyokard infarktüsü (MI) olarak adlandırılır. Kalp krizi terimi genellikle
miyokard infarktüsüne karşılık gelir.
Kalp kasının canlı kalabilmesi için 100 gram kas dokusuna dakikada 1.3
mililitre oksijen gerekir. Normalde sol ventriküle dakikada 100 gram için 8
mililitre oksijenin sağlandığını düşünürsek koroner kan akımı istirahatteki
düzeyinin %15-30'una inse bile hücrelerin ölmeyeceğini hesaplayabiliriz.
Ancak geniş infarktüslerin merkez bölgesinde kan akımı genellikle bunun
altına indiğinden kas ölür.
Miyokard iskemisi elektrokardiyogramda S-T segmentindeki değişikliklerle
tespit edilebilir. S-T segmenti elektrokardiyogramda normal düzeyinden
kayar (S-T çökmesi) (Şekil 1.43). İnfarkte dokudan salınan enzimlerin
kandaki konsantrasyonlarını ölçmek myokard iskemisinin tanısında
yardımcıdır. Örneğin kreatin fosfokinaz’ın (CPK) plazma konsantrasyonu
semptomların başlangıcından sonraki 3–6 saat içinde yükselir ve 3 gün sonra
normale döner. Laktat dehidrogenaz (LDH) ise 48–72 saat içinde pik yapar
ve yaklaşık olarak 11 gün içinde normale döner.
70
Dolaşım sistemi
Normal
Şekil 1.43 İskemi durumunda S-T çökmesi
Iskemi
Download