Uzmanlık Tezi - İstanbul Sağlık Müdürlüğü

advertisement
T.C
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
7. Psikiyatri Birimi
Başhekim: Doç. Dr. Medaim Yanık
Klinik Şefi: Doç. Dr.M.Cem Đlnem
HEZEYANLI BOZUKLUKTA HEZEYAN PROFĐLĐ VE
BAĞLANTILI PARAMETRELER
Uzmanlık Tezi
Dr. Gülten Erben
2008
ÖNSÖZ
Başhekimimiz Medaim Yanık’a,
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgisini, desteğini hiç esirgemeyen, tıp etiğinden ödün
vermeyen, sonsuz sevgi ve saygı duyduğum değerli klinik şefim Doç. Dr. M. Cem Đlnem’e,
Birlikte çalıştığım için kendimi şanslı hissettiğim ve sevinç duyduğum uzmanım,
ağabeyim Dr. Ferhan Yener’e,
Çalıştığımız kısa sürede deneyimlerinden faydalanma fırsatı bulduğum Şef Muavinim
Doç.Dr.Nesrin Karamustafalıoğlu’na,
Keyifle çalıştığım ve tezime büyük katkıları olan sevgili Dr. Meltem Efe Sevim’e,
Tez jürimde yer alan Dr.Latif Alpkan’a,
Rotasyon eğitimlerim sırasında birlikte çalışmaktan büyük memnuniyet duyduğum Dr.
Baki Arpacı, Dr. Duran Çakmak, Dr. Niyazi Uygur,Dr. Fulya Maner’e, Dr.Peykan Gökalp’e,
Tez aşamasında ve devam eden süreçte her daim yanımda olan kadim dostlarım;
Dr.Nergis Aküzüm’e, Dr.Müjgan Özen’e ve Dr. Müge Üzümlüoğlu’na,
Arkadaşlıkları ve yardımları için Dr. B.Rahşan Erim’e, Dr.Rıdvan Üney’e,
Moral desteklerini esirgemeyen Dr. Özgür Deniz Değer, Dr.Güliz Yaraman, Dr.Ali
Sever’e,
Zamanın titrek mum ışıklarına soluk veren şair yazar Ahmet Bozkurt’a,
Ve en sıkıntılı günlerimde yanımda olan , tezimde çok emeği geçen sevgili eşim Dr.
Mustafa Ülker’e,
Sonsuz teşekkürlerimle.
2
ĐÇĐNDEKĐLER
GĐRĐŞ VE AMAÇ …………………………………………………………4-7
GENEL BĐLGĐLER…………………………………………………………8-24
YÖTEM …………………………………………………………………….25-26
BULGULAR …………………………………………………………………27-63
TARTIŞMA ………………………………………………………………….64-73
SONUÇ ……………………………………………………………………….74-75
ÖZET …………………………………………………………………………76-77
SUMMARY …………………………………………………………………..78-79
KAYNAKLAR………………………………………………………………..80-84
3
GĐRĐŞ ve AMAÇ
Hezeyanlı bozukluk tanısı paranoyanın modern kavramsal tanımını yapan Emil
Kraeapel’in dönemine kadar tartışmalı bir tanı olarak kalmıştır. Önceleri hezeyanlı bozukluk
nadir karşılaşılan bir tanı olarak düşünülmekteyken, son dönemlerde daha iyi tanımlanması
sayesinde literatürde giderek artan sıklıkta yer verilen bir durum olmuştur (1).
Mevcut çalışmalar, hezeyanlı bozukluk başlangıç yaşının şizofreniden daha geç
olduğunu göstermektedir. Bir çalışmada başlangıç yaşının, hezeyanlı bozukluğun tipi ile
değişkenlik gösterdiği, geç yaşta başlayanların perseküsyon tipinde, erken yaşta başlayanların
somatik tipte olduğu bildirilmiştir (1). Konsensüs sağlanmış olmamakla birlikte ilk başvuruda
kadın hastaların sayısının erkeklerden fazla olduğu bildirilmiştir. Hezeyanlı bozukluk
hastalarının, affektif bozukluk hastalarına göre eğitim düzeylerinin daha düşük olduğu,
çalışma hayatlarının şizofreni hastalarına göre daha sorunsuz olduğu ifade edilmektedir (1).
Hezeyanlı bozukluk ve şizofreninin karşılaştırıldığı çalışmalarda, iki hastalığın psikopatolojik
özellikler, sosyodemografik özellikler, seyir ve tedaviye cevapta belirgin farklılıklar
gösterdiği belirtilmektedir.
Hezeyanlı bozuklukla ilgili bir metaanalizde; kadın/erkek oranı 3/2 olarak ve başlangıç
yaşı da kadınlarda erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur(1). Erkeklerde özellikle
evlenmemiş olma ve kadınlarda dulluk oranları yüksektir. Ailede psikiyatrik hastalık bulunma
öyküsü %18.7 olarak saptanmakla birlikte, bunun öyküdeki yetersizlik dolayısıyla doğru oranı
yansıtmadığı görüşü hakimdir (1). Organik beyin hastalığı ve alkol, madde bağımlılığı oranı
erkeklerde kadın hastalara oranla daha fazladır (1).
Hezeyanlı bozuklukla ilgili uzun dönemli takip çalışmalarında, vakaların %3-28
arasında bir oranı takip sırasında şizofreni, %3-8 arasında bir oranı affektif bozukluk tanıları
almış, geri kalanların tanıları aynı kalmıştır (1).
Hezeyanlı bozukluğun tedavisiyle ilgili literatür bilgileri, olgu bildirimleri ve küçük
serili çalışmalar şeklindedir. Hezeyanlı bozukluğun tedavisinde en umut verici gelişme, oral
nöroleptik pimozidin başarı ile kullanılmaya başlanması olmuştur. Munro ve Mok, 1980’den
4
önce Hezeyanlı bozukluk tedavisinde çeşitli nöroleptiklerin kullanıldığını, fakat 1980’den
sonra pimozidin tek başına en çok kullanılan ilaç olduğunu bildirmişlerdir (1). Munro ve Mok
pimozid kullanımı ile yapılan çalışmalardan derledikleri sonuçlarda; düzelmeyi (%68.5),
kısmi düzelmeyi de (%22.4) olarak bulmuşlardır. Risperidon’la da belirgin faydalı etkiler
görüldüğü bildirilmektedir. Hindistan kaynaklı makalelerde trifluperazin, haloperidol,
klorpromazin ve EKT’nin de hastalarda iyi sonuçlar verdiği bildirilmiştir (1).
Kadın ve erkeklerde klinik hastalıkların farklı şekilde belirdiği bilinen bir gerçek
olmakla birlikte genellikle üzerinde durulmamıştır, oysa
patofizyolojik süreçlerin cinsiyet
ilişkili özellikleriyle ilgili ampirik çalışmalar yapmak değer taşıyabilir. Psikiyatrik
sendromların
fenomenolojisindeki cinsiyetler arasındaki farklılıklar; psikodinamik
çatışmaların, biyolojik, etiyolojik ve sosyokültürel rollerdeki farklılıkların bir yansıması
olabilir. Erkek ve kadında hezeyanlı bozukluğun karşılaştırılması amacıyla Rudden’in yaptığı
kapsamlı çalışma sonucunda; Kadın hastaların semptom başlangıcı ve kliniğe ilk başvuru
açısından erkek hastalardan belirgin şekilde daha ileri yaşta olduğu bildirilmiştir (Kadınlarda
ortalama yaş 35.7+1.7, erkeklerde 27.5+1.2). Kadın ve erkek hastalar arasında ırk, sınıf,
medeni durum gibi parametreler arasında belirgin bir farklılık olmadığı bildirilmiştir. Aynı
çalışmada hezeyan alt tipi ile başlangıç yaşı arasında belirgin bir ilişki tespit edilmiş, buna
karşın cinsiyet ve hezeyan alt tipi arasında belirgin bir ilişki olmadığı gözlenmiştir. Test
sonuçlarına göre başlangıç yaşının hezeyanlı bozukluk tipine göre değişkenlik gösterdiği
tespit edilmiştir. Đleri yaşın perseküsyon tipi, genç yaşın somatik tip hezeyanlarla birlikteliği
dikkat çekicidir. Psikiyatri kliniğine ilk başvuru yaşının belirgin şekilde hezeyanlı bozukluğun
tipine göre farklılık gösterdiği bildirilmiştir (1,2).
Cinsiyete göre hezeyanlı bozukluk alt tipleri farklılıklarına ilişkin çalışmalar farklı
sonuçlar bildirmektedir. Rudden; cinsiyetler arasında grandiyöz, jaluzik ve somatik hezeyan
oranlarının farklılık göstermediğini, sadece erotomanik hezeyanların farklılık gösterdiğini
bildirmiştir. Kadınlar ve erkeklerde seksüel içerikli hezeyanların içerikleri açısından belirgin
bir farklılık bulunmuştur. Kadınlar da belirgin şekilde heteroseksüel erotomanik hezeyanlar
daha fazla iken, erkeklerde homoseksüel erotomanik hezeyanlar fazla sayıda bulunmuştur.
Erkeklerde referans hezeyanları daha fazla görülmekte, şaşırtıcı bir bulgu olarak her iki cinste
de hezeyanların içinde erkek obje sayısı daha fazla bulunmuştur. Buna ek olarak kadınlarda
hezeyanlar içinde objelerin tanıdık kişiler arasından olma eğiliminde olduğu, erkeklerde ise
yabancı kişiler olma eğiliminde olduğu belirlenmiştir (1,2).
Hezeyanlı bozukluklar arasında özellikle paranoid bozukluk erkek hasta prototipi
üzerinden tanımlanmıştır. DSM III, paranoid hezeyanların içeriğinde primer olarak jaluzik
5
hezeyanları belirtmektedir, oysa kadınlarda paranoid hezeyanların merkezi erotik nesnelerdir,
özellikle bir erkek tarafından seviliyor veya erotik eyleme zorlanıyor olma hezeyanları
şeklindedir. Erotomani bir çok yazar tarafından paranoid bozuklukların bir alt türü olarak
değerlendirilir, çünkü erotomanide de grandiyözite, yansıtma ve referans hezeyanları ortak
olarak bulunmaktadır. Erotomaninin sanıldığı kadar nadir olmadığı, kadın hastaların
semptomatolojisinde sıklıkla rastlanılan bir durum olduğu bildirilmektedir (1,2).
Erkek ve kadınlarda hezeyanların içeriklerine ilişkin farklıklara ek olarak literatürde
yan semptomların bulunduğuna ilişkin bilgiler de vardır. Modlin adlı araştırmacı, paranoya
semptomları olan küçük bir grup hastada yaptıkları çalışmada bütün olguların hastalık öncesi
evlilikleri ile ilişkili bir stres yaşadıkları, depresyona eşlik eden somatik yakınmalarının
bulunduğu, hezeyanların ortaya çıkması ile bu semptomların kaybolduğu ifade etmiştir (1,2).
Hezeyanlı bozukluk olduğu düşünülen fakat mevcut semptomları erkekler üzerinden
tanımlanan semptomatolojiye göre atipik olarak değerlendirilen hastaların tanısında zorluklar
yaşanmaktadır. Stone adlı çalışmacı, kadın hastalara
şizoaffektif
bozukluk
tanısının
sıklıkla konulduğunu, çünkü kadınlarda affektif semptomların daha sıklıkla eşlik ettiğini
ifade etmektedir (1,2).
Kadınlarda grup olarak depresyon skorları erkeklerden daha yüksek olarak
bulunmuştur. Major affektif bozukluk sayıları hemen hemen eşitti.Kadın hastalarda belirgin
şekilde daha fazla
atipik psikoz ve şizoaffektif bozukluk tanıları konulmuştur. Kadın ve
erkekler arasında hezeyanların başlangıç semptomları, seyirleri ve tedaviye cevapları
açısından belirgin bir farklılık bulunmamaktadır (2).
Hezeyanlı bozukluk adli psikiyatri alanında da çok önemli yer işgal etmektedir.
Amerikan Adli Bilimler Akademisi’nin 2005 yılı panelinde, paranoid hezeyanlara ilişkin yeni
bir tanımlama getirildi. Bazı hezeyanlı bozukluk hastaları adli psikiyatrinin suç tanımı ilkeleri
ışığında gri bir alanda durmaktadırlar. Bu gri alan belirgin psikotik bozukluğu olan ve hukuki
ehliyetsizlik bulunan hastalar, paranoid kişilik özellikleri bulunan ve hukuki ehliyetsizlik
taşımayan bireyler arasındaki gri alandır. Bazı alt tiplerde kronik hezeyanları bulunan kişiler
diğerleri için tehlike olma potansiyeli taşımakla birlikte, diğer bazı tiplerinin şiddet yaratma
potansiyeli bulunmaz. Adli psikiyatri alanında yapılan çalışmalarda daha çok erotomanik,
kıskançlık ve perseküsyon hezeyanlarının özellikleri üzerinde durulmaktadır. Adli açıdan risk
işaretlerinin belirlenmesi oldukça önemlidir. Kişinin fonksiyonelliği ve davranışları risk
belirlenimi için yeterli öngörüleri sağlıyor olsa bile erotomanik, kıskançlık ve perseküsyon
hezeyanları bulunan bireylerin şiddet eğilimlerinin, genel popülasyona göre daha yüksek
olduğu bilinmektedir. Yaklaşımın ilk basamağı, hastalığın varlığının tespitidir. Hezeyanlı
6
bozukluğu bulunan hastalar, hezeyanlarının nüfuz ettiği alan dışında gayet iyi fonksiyonelliğe
sahiptirler. Çoğunlukla mevcut hezeyanları onlar için bir problem oluşturmamaktadır ve tıbbi
yardıma başvurduklarında da bu genellikle psikiyatriye değil (örneğin somatik hezeyanı
doğrultusunda) başka bir alana olmaktadır. Perseküsyon hezeyanı bulunanlar sıklıkla polise
başvurmaktadır. Risk dalgalanmalarının tespiti de kıymetlidir; hastalar hezeyanlarına rağmen
gayet iyi fonksiyonellik sürdürürken, uyarıcı bir olay sonrasında tehlikeli davranışlarda
bulunabilirler. Risk miktarı hezeyanların artışı ile birlikte artar. Bunun haricinde enkapsüle
ve organize hezeyanlar risk olasılığını artırır (3).
AMAÇ
Ülkemizin farklı bölgelerinden hasta kabul eden, yılda ortalama 10.000
yatarak tedavi gördüğü
hastanın
hastanemizde, yatarak tedavi gören hezeyanlı bozukluğu olan
hastaların aşağıda belirtilen kriterler açısından değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.Bu
çalışma:
1-Hezeyanlı Bozukluğun yatan hastalarda sıklığı ile hezeyan alt tiplerini belirlemek,
2-Hezeyan alt tiplerinin; sosyodemografik veriler, hastalık başlama yaşı
ve
cinsiyete göre farklılıklarını tespit etmek,
3-Hezeyanlı bozukluğun tedavisinde uygulanan psikofarmakolojik profili belirlemek,
4-Hastalığın prognozunu etkileyen faktörleri belirlemek,
5-Hezeyanlı bozukluk ve alt tipleri ile suç ve şiddet ilişkisini araştırmak,
6-Hezeyanlı bozukluk komorbiditesini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
7
TARĐHÇE
Sanrılı bozukluklar, paranoid bozukluklar olarak eskiden beridir kullanılmaktadır.
Paranoia teriminin kökeni oldukça eskidir. Bu terim, Yunanca para (yan, dış) ve nous (akıl)
kelimelerinden türetilmiştir. Antik Yunan döneminden beri paranoya “delilik” veya
“çılgınlık” olarak tanımlanmıştır. 19. yüzyılda Karl Kahlbaum semptomları esas olarak
zihinsel olan bir grup bozukluğu paranoya adıyla içeren bir sınıflama önerdi. Richard Von
Krafft-Ebbing paranoyanın ana semptomu olarak sanrıları bildirdi. Emil Kraepelin demantia
precoxun tipik olarak giderek kötüleşmesine karşın paranoyayı sabit, bizar olmayan, iyi
sistematize, kronik gidişli sanrılar olarak tanımladı. Düşünce, istek eylemin netliği ve
dizgisinin tümüyle korunduğu, içsel nedenlerden kaynaklanan kalıcı ve sarsılmaz bir sanrılı
sistemin sinsi olarak geliştiği daima gözlenir. Kraepelin’in kitabının 8. baskısında dementia
precox kavramı ve parafreni tanımının biraz daha gelişmesine karşın paranoya durumunu
korumuştur. Paranoid bozukluk ve paranoid şizofreni arasındaki ayırım Eugen Bleuler
tarafından yapıldı. Kurt Kolle ise Kraepelin’in hastalarını onların kötüleşme şeklinin dementia
precox hastalarına benzer olduğunu gösterdi. Bu görüş DSM II’de paranoid durumların
şizofreninin olası varyantları olduğu biçiminde ifade edilmiştir.
Sanrılı bozukluğun sınıflama durumu paranoya kavramının ilk tanımlandığı,
Kreapelin’den beri ayrı bir antite olarak tartışma konusu olmuştur. Üç görüş gelişmiştir:
Birincisi, sanrılı bozukluk şizofreninin bir şeklidir; ikincisi duygudurumun bir şeklidir; son
olarak, üçüncüsü Kreapelin’in orijinal tanımıdır, yani paranoya şizofreni ve duygudurum
bozukluğundan ayrı üçüncü bir psikoz şeklidir. Hezeyanlı bozukluğun tanısal geçerliliği ile
ilişkili literatürler incelenmiştir. Çok sayıdaki çalışmanın metodolojisi bugünkü standartlarla
karşılaştırıldığında yeterli olmasa da, birkaç geçici sonuca ulaşılabilmektedir. Elimizdeki
veriler Hezeyanlı bozukluğun affektif bozukluğun bir alt tipi olduğu görüşünü
doğrulamamaktadır. Aynı şekilde gözden geçirilmiş olan kanıtlar Hezeyanlı bozukluğun
şizofreninin bir alt tipi olduğu hipotezini de desteklememektedir. Bazı veriler Hezeyanlı
bozukluğun şizofreninin hafif bir formu olabileceğine işaret ederken, kanıtların büyük kısmı
şizofreni ve Hezeyanlı bozukluğun birbirinden tamamen ayrı sendromlar olduğunu
göstermektedir (8). DSM III R ve DSM IV paranoya için Kreapelinyan tanımı kabul etmiştir.
Sanrıların diğer tiplerini kapsaması ve belirginlik için sanrılı bozukluk olarak adlandırılmış,
paranoid kelimesi gündemden düşmüştür. Tabloya hakim varsanılar olmaksızın bir aydan
daha fazla bizar olmayan sürekli sanrıların varlığı üzerine odaklanır. Kraepelin’in orijinal
tanımlamasından farklı tek tanı kriteri sanrıların süresidir. DSM IV işlevselliğin görece
8
korunduğunu da vurgulamaktadır. Şizofreniye zıt olarak, sanrılı bozuklukta bozulmuş
işlevsellik sadece bizzat sanrıların sonucuna bağlı olabilir. Örneğin kendi patronu hakkında
erotomanik sanrısı olan bir kadın patronu rahatsız edince işten atılır, bu sanrının bir
sonucudur. DSM IV iç görüsü yetersiz olan obsesif kompulsif bozukluğunu sanrılı
bozukluktan ayırt etmenin zorluğunu kabul eder; bu durumlarda her iki tanının birlikte
konulmasına izin verir. Benzer şekilde aşırı değerlenmiş bir fikirle vücut dismorfik
bozukluğunu somatik sanrıdan ayırt etmek bazen zordur ve DSM IV bu iki tanının birlikte
konulmasına izin verir.
Hastalıklar ve ilişkili sağlık problemlerinin uluslararası istatistiksel sınıflamasının
onuncu gözden geçirmesi (ICD 10) sanrılı bozukluk için benzer bir tanım yapar, ancak “tipik
şizofrenik sanrı listesinin dışında” olan sanrıların gerektiğini belirterek bizar sanrıların
tanımından kaçınır (örn: tamamen olanaksız veya kültürel olarak uygun olmayan ya da
Schneider’in birinci sıra semptomlarından başka). ICD 10’da sanrıların süresinin üç aydan
daha fazla olma koşulu vardır. Hem DSM IV ve hem de ICD 10 geçici belirgin olmayan
varsanıların olmasını kabul eder. ICD 10’da, sanrılı bozukluklar akut ve geçici psikotik
bozukluklar olarak iki sınıfa ayrılır, bir aydan çok 3 aydan az süre devam eden akut olarak
tanımlanır. Teorik olarak DSM IV, ICD-10’dan daha az ciddi bozukluklu kişileri kapsayabilir,
fakat gerçekte sanrılı bozukluk klasik olarak süreğen doğadadır ve bu nedenle her iki sistem
çok muhtemelen benzer hastaları kapsar.
Her iki tanısal sınıflamanın merkezi tuhaf olmayan ve şizofrenik olmayan sanrıların
varlığıdır. Sanrılar geleneksel olarak sabit, yanlış inanışlar olarak kabul edilir ve kişinin
kültürü ya da alt kültürünün diğer üyelerince genellikle kabul edilmez. Bununla beraber
sanrılı inanışlar sıklıkla mutlak inançlar olarak korunur ve uzlaşılamaz. (DSM III R), deneysel
çalışmalar sanrıların gücünün ölçülü olabilirliğini göstermektedir. Örneğin inanmanın
seviyesi değişebilir ve sanrılı inanışlar delil veya sebepten kısmen etkilenebilir. Sonuç olarak
DSM IV TR tanım olarak kabul eder ki sanrılar inanışın değişen seviyelerini gösterebilir.
DSM IV’e göre sanrılar “eğer açıkça mantıksız (akla uygun olmayan), anlaşılmaz ve doğal
yaşam deneyiminden kaynaklanmıyorsa” bizar sayılır. Kraepelin paranoid veya iki uçlu
hastaların tipik sanrılarına kıyasla şizofrenik hastaların sanrılarının “olağan dışı, bazen
tamamen saçma” olduğunu önerdi. Benzer şekilde, Karl Jaspers sanrıları iki gruba ayırdı,
bunlar “psikolojik olarak reddedilemeyenler” ve eziklik, rezil olma, suçluluk duygusu
deneyimlerinden kaynaklanan “sanrı benzeri düşünceler” olarak adlandırılır. Kurt Schneider
şizofreni için patognomonik olduğuna inandığı sanrı ve varsanılardan oluşan bir liste yaptı ve
onları birinci sıra belirtiler olarak sınıfladı. Bu belirtiler bazı işitsel varsanılar (düşüncelerin
9
duyulabilmesi, kişinin kendisi ve davranışları hakkında tartışan sesler), eylemsiz sanrılar
(somatik eylemsizlik, düşünce çekilmesi, düşünce sokulması, “edilgen duygular”, edilgen
uyaranlar”, “iradi hareketlerde edilgenlik”), düşünce
yayınlanması sanrıları ve
algılama”.
psikolojik
Bu
semptomlar
semptomlardandır-yani,
fenomenolojik
Jasper’in
hastanın
değişiyle
duyguları
yönünden
olarak
anlaşılabilen
“sanrılı
azaltılamayan
empatik
veya
görüşmeyi gerektiren bir saptamadır. DSM-III-R ve DSM IV ‘de bizar
sanrılar için verilen örnekler Schneider’in birinci sıra belirtilerinden alınmıştır. DSM III R’da
düşünce yayınlanması ve ölü birisi tarafından kontrol edilme gibi kişinin kültüründe tamamen
imkansız görünen olaylara benzer
olanlar bizar bir sanrı olarak tanımlanır. DSM IV’te
yukarıdakine benzer şekilde bizar sanrılar açıkça mantıksız, anlaşılamaz ve doğal yaşam
deneyimlerinin türevi olmayan şekilde tanımlanır. DSM-IV-R’de hezeyanlar açıkça
inanılması güç düşüncelerse, hiçbir biçimde anlaşılabilir değillerse ve sıradan yaşam
olaylarından çıkmıyorlarsa bizar oldukları düşünülür (kişinin, yabancı birinin içorganlarını
çıkardığı ve yerine hiç yara izi bırakmadan başka birinin organlarını koyduğuna ilişkin inanışı
gibi). Öte yandan ICD 10’da bizar sanrıların Schneiderian olup olmadığına dair ayırım net bir
şekilde kriterler arasında yer alır. Araştırmalar, Schneider ‘in birinci sıra semptomlarının
değerlendirilmesinin güvenliğinin oldukça başarılı ve bizar sanrılar için olandan daha iyi
olduğunu göstermiştir. DSM IV içeriğini temel alarak sanrılı bozukluğun özel alt tiplerini
tanımlar. Düşmanlık, kıskançlık, somatik-hipokondriak, grandiyöz (büyüklük), erotomanik,
karışık ve belirlenmemiş tipleri kabul eder. Gerçekten bazen bir kişide kıskançlık, büyüklük
ve düşmanlık konulu tanılar birlikte vardır.
EPĐDEMĐYOLOJĐ
Sanrısal bozukluk
klinik ortamlarda oldukça sık görülen bir bozukluk değildir,
yapılan çalışmaların çoğu psikiyatri kliniklerine yatırılan hastaların %1-2 sinde sanrısal
bozukluk bulunduğunu düşündürmektedir. Sanrısal bozukluk için ilk başvuruların yıllık
insidansı yüzbinde 0.7-3 ve prevalansı yüzbinde 25-30 arasında tahmin edilmektedir. Buna
göre şizofreninin %1 prevalansı göz önüne alındığında ne kadar ender görüldüğü anlaşılabilir.
Hsiao ve arkadaşları retrospektif bir çalışmada hastaneye başvuran 10418 hastanın
%0.83’ünde DSM IV tanı kriterlerine göre hezeyanlı bozukluk saptamışlardır. Bu çalışmada
tanı alan hastaların ortalama yaşı 42 civarında bulunmuş, kadın ve erkeklerde eşit oranda
gözlendiği bildirilmiştir. Alt tiplerin dağılımına bakıldığında, kötülük görme tipi (persekütuar)
10
%70.9, karışık tip %14, kıskançlık tipi %8.1, somatik tip % 2.3, erotomanik tip %1.2,
grandiyöz tip %1.2 oranında saptanmıştır (11).
Tipik başlama zamanı, orta ve genç yetişkinlik çağlarıdır. Ortalama başlangıç yaşı 40
civarıdır, fakat 18-90 arasındaki yaşlarda başlayan olgular bilinmektedir. Gidişi oldukça
değişkendir (12).
Đlk başvurularını yapanlar arasında kadınların oranı biraz fazla görünmekle birlikte
özgül alt tipler için bu oran değişmektedir. Örneğin düşmanlık görme sanrılarının baskın
olduğu tipte erkekler, somatik ve erotomani tiplerinde ise kadınlar daha büyük oranlarda
görülmektedir. Kıskançlık sanrılarının baskın olduğu tipte, erkek/kadın oranı 2-4 olarak
bildirilmektedir.
Đlk başvuru sırasında hastaların yaklaşık üçte ikisi evlidir. Bu oran duygulanım
bozukluğu olanlara kabaca eşken, bekarların baskın olduğu şizofreniklerin durumuna zıttır.
Ancak hastalığın geç başlangıçlı olması bu tersliği açıklayabilir. Yine de genel nüfusa göre
evlilik oranları düşüktü ve yalnız yaşayanların oranı daha fazladır. Çalışmalar sanrısal
bozukluğu olanlar arasında, yaşadıklarından başka yer doğumlu olanların şizofreni ve major
duygulanım bozukluğu olanlara göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu fazlalık, göçün
bir predispozan etmen olarak önemini vurgulamaktadır. Bir göçmen örneğinde sanrısal
bozukluğu olanların göçmen olmayan kontrol grubuna göre 40 kat daha fazla olduğu
gösterilmiştir. Oysa bu grupta şizofrenisi olanlar göçmen olmayanlardan sadece 3.5 kat daha
fazla idi.
Diğer sosyoekonomik değişkenler üzerinde de durulmuştur.
Duygulanım bozukluğu olanlara göre daha az eğitimli, düşük sosyoekonomik
sınıflardan gelen ve parasal imkanları kıt olan kişiler oldukları gösterilmiştir. Nihayet duyusal
bozukluklar, özellikle işitme kaybının bulunması
bu bozukluk için risk etmeni olarak
bulunmuştur.
ETĐYOLOJĐ
Oldukça eski bir tarihi olmasına rağmen, bu bozukluğun etiyolojisi bilinmemektedir.
Ancak yapılan çalışmalarda saptanan risk etkenleri arasında; ileri yaş, duyu kusuru ya da
izolasyonu, sosyal izolasyon, aile öyküsü, kişiler arası ilişkilerde aşırı hassasiyet gibi kişilik
özellikleri ve yakın dönemde göç etme bulunmuştur (9).
Boşanmış
kişilerde,
madde
kullanım
evlenemeyenlerde daha sık görülmektedir.
11
öyküsü
olanlarda,
dini
nedenlerle
Aile öyküsü ve genetik yatkınlık, hezeyanlı bozukluk etiyolojisinde fazla destek
gören risk etkenleri olmuştur. Morimoto ve arkadaşları paranoid tip sanrılı bozukluğu olan
kişilerde DRD2, DRD3 ve/veya TH gen polimorfizminin paranoid belirtileri ortaya çıkaran
hiperdopaminerjik durumun temelini oluşturduğunu öne sürmüştür (13). Catalano ve
arkadaşları DRD4 gen polimorfizminin hezeyanlı bozukluğa bir yatkınlık oluşturabileceğini
bildirmiştir (14).
Bazal ganglionları ve limbik sistemi etkileyen nörolojik hastalıkların ve ilaçların
sanrılara neden olması, birincil belirtisi sanrılar olan sanrılı bozukluğun etiyolojisinin
biyolojik etkenlerle açıklanabileceğini akla getirmiştir. Dopaminerjik blokaj yapan
haloperidol, pimozid gibi ilaçların sanrılı bozukluk tadavisinde etkili olması, paranoid tip
sanrılı bozukluklu hastalarda
artmış plazma homovanilik asit düzeylerinin
tedavisi sonrası düşmesi sanrılı bozukluğun
haloperidol
dopaminerjik bir psikoz olduğunu
düşündürmektedir (13-15).
Hezeyanlı bozukluğun başlama yaşı şizofreniye göre daha geçtir. Erkeklerde başlama
yaşı şizofreniye göre daha geçtir. Erkeklerde başlama yaşı kadınlardan daha erkendir.
Hastaların birinci derece akrabalarında paranoid kişilik bozukluğunun sık görüldüğü
bildirilmiştir. Bu bozukluğun dopamin D4 reseptör gen polimorfizmi ile ilişkili olduğu
bildirilmişse de kesinlik kazanmış bir bulgu değildir (10).
Freud’un klasik psikanalitik görüşünde
paranoid belirtilerin bilinçdışı eşcinsel
eğilimlerin inkarı ve yansıtması sonucunda geliştiği belirtilmiş; çağdaş psikodinamik görüşler
ise inkar ve yansıtma savunma düzeneklerini genel olarak vurgulamışlardır. Norman
Kameron (1959), paranoid bozukluğun gelişim sürecini ayrıntılı olarak ele almış ve kişinin
temel güven duygusundaki yetersizlik nedeniyle adım adım nasıl sanrısal bir sistem ve
sonunda bir “yalancı topluluk” geliştirdiğini betimlemiştir.
Epidemiyolojik ve genetik risk faktörü çalışmalarını yapmak, sanrılı bozukluk tanısı
stabil olmadığından ve hastalık non organik psikoz yatışlarının yaklaşık %2-8’ini
oluşturmakta ve dolayısıyla seyrek görüldüğünden zordur.
12
HEZEYAN OLUŞUMU ÜZERĐNE PSĐKOLOJĐK KURAMLAR
Son yirmi yıldır, psikozun altta yatan psikolojik mekanizmaları üzerine ilgi artmıştır.
Đşlemsel tanımlamalar yoluyla, klinik fenomenlerin altta yatan psikolojik mekanizmalarını
anlamak mümkün değildir. Pozitif ve negatif belirtilerin mümkün ve akla yatkın ne çeşit
teorik açıklamaları olabileceği konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Tanısal yaklaşımların
aksine bireysel belirti yaklaşımları önerilmektedir. Son on yılı geçkin süredir bu yaklaşım,
hezeyanların psikolojik açıklamasında önemli bir yer almıştır (30).
Deliliğin temel karakteristiği olarak tanımlanan hezeyan, teorik olarak çok büyük bir
ilgi çekmektedir, fakat hala hezeyan hakkında net olarak bilinen fazla bir şey yoktur.
Hezeyanın nasıl oluştuğu açık değildir ve bu konuda pek çok spekülasyon yapılmaktadır.
Gösterilebilen bir patoloji ile bazı bağlantılar kuran az sayıda deneysel çalışma vardır(31).
DSM-IV’de ‘hezeyan’, başka hemen herkesin neye inandığına bakılmaksızın
sürdürülen ve tersinin geçerli olduğuna ilişkin açık ve tartışmasız kanıtlar olmasına karşın
değiştirilmeyen, dış gerçeklikten doğru olmayan anlamlar çıkartmaya dayalı, kişinin yaşadığı
kültür ya da alt-kültürün üyeleri tarafından alışılmış olarak kabul edilmeyen, “yanlış inanç”
olarak
tanımlanmaktadır
(5).
Karl
Jaspers’ın
1913
yılında
yayımlanan
bilimsel
psikopatolojinin başlangıcı olarak kabul edilen, “Genel Psikopatoloji” adlı yapıtında,
hezeyanlara ilişkin üç ünlü ölçütü şöyledir; kesinlik, düzeltilemezlik, yanlışlık. DSM’de
yapılan hezeyan tanımının bütünüyle Jaspers’in tanımından etkilendiği belirtilmektedir.
Jaspers, zihinsel belirtilerin uygun tanımlarının nasıl olması gerektiği ile ilgilenen ilk kişidir.
Zihinsel fenomenlerin nasıl oluştuğu sorusu ise bu fenomenolojik yaklaşımın dışında bir
sorudur (32).
Bugün hala, hezeyan tanımı bir sorunsal olarak karşımızda durmaktadır. Çok sayıda
araştırmacı, DSM-IV’deki pek çok unsur ve benzer şekilde klinikte gözlendiği gibi yanlış
tanımlanan hezeyan fenomeni üzerine eleştiriler yapmaktadır. Bu yüzden yanlışlık,
değişmezlik ve alt-kültürle ilişki ölçütleri oldukça sık sorgulanmaktadır. DSM-IV’e göre
hezeyanlı kişilerin akıl yürütmelerinde yanlışlık olduğunu ileri süren “yanlış çıkarsama”
tanımı ile ilgili olarak, son zamanlara kadar yapılan çok az çalışma vardır. Çok sayıda
araştırmacı, bu tanımın aksine hezeyanlı kişilerde akıl yürütmenin kusurlu olmadığını,
hezeyan oluşumunda esas olarak dürtüsel faktörlerin, algısal ya da bilişsel anormalliklerin
merkezi bir rol aldığını öne sürmektedir (33).
13
Dürtüsel Kuram
“Hezeyan, egonun dış dünya ile ilişkilerinde bir yarılmanın ortaya çıkmış olduğu
yerin üstüne konan bir yama gibidir ”
(Freud) (34)
Freud’dan başlayarak, psikoanalitik kuramcılar hezeyanların, doyurulmayan istekler
ve çözümlenmemiş çatışmaların dışsal kaynaklara yansıtılması olduğunu öne sürmektedir.
Daha yakın zamandaki psikoanalitik kuramcılar, “hezeyanların kişinin fantezi,
duygulanım ve anılarını yansıttığı”, bakış açısını korumaktadır.
Neale, Büyüklük hezeyanlarının, dışsal olaylar veya sıkıntı verici olumsuz
bilişlerden korunmak için strese yanıt amacıyla oluştuğunu ve bu yüzden koruyucu bir işlevi
olduğunu söylemektedir. Neale’e göre, bu hezeyanlar kırılgan egoyu sıkıntıdan koruyarak,
bilinçdışı olarak yalancı bir kendiliği ortaya çıkarmaktadır (35).
Algısal Kuramlar
“Bir yorum ancak kendisiyle kökten bir çelişki içinde bir parça kanıt bulunabilirse
‘yanlış’ olarak nitelendirilebilir; yalnızca akla uygunluk düzeyine düşüren kanıtlarla (zorunlu
bir biçimde) yanlışlanamaz (Maher BA)(36)”.
Algısal açıklamalar, hezeyanların algı veya bedenin değişen duyumlarından mantıksal
çıkarımlar olarak ortaya çıktığı şeklindedir.
Federn’in kusurlu ego sınırları kuramına göre; kusurlu ego, gerçeklik ve fantezi
arasındaki ayrılma ile içsel ve dışsal dünya arasındaki ayrımda başarısızdır, sınırları
bulanıktır. Cutting ve Dunne, psikoz başlangıcında anormal algısal deneyimlerin olduğunu
göstermiştir. Buna karşın, bu değişiklikleri niceliksel olarak tanımlamanın zor olduğu, görsel
algıda niteliksel değişikliklerin olduğu, özellikle yüz ifadesi, uzay, insan ve yol renklerini
algılamanın etkilenmiş olduğu ve bu anormalliklerin hiç birinin psikoz başlangıcında
gösterilmemiş olduğunu tespit etmişlerdir.
Melges ve Freeman, patolojik aşırı uyarılmışlığın yol açtığı kusurlu algısal filtre
kavramını, sibernetik modeli kurmak üzere kullanmışlardır. Başlangıç döneminde kontrol ile
aşırı zihinsel uğraşın yatkınlaştırıcı bir durum yarattığını ve bunun da kontrolü kaybetme
tehdidi ile kötülük görme hezeyanlarının oluşumuna zemin hazırladığını varsaymışlardır. Bu
yazarlara göre; anksiyete ve uyarılmışlığın artması ile bu bireyler kontrolü kaybetmeye
14
başlamakta ve başkalarının kendilerini kontrol etmeye çalıştığı inancını geliştirmektedir (31).
Maher, algısal kuramın çağdaş öncüllerinin başta gelenidir. Maher, hezeyanların
anormal algısal yaşantıları açıklamaya yönelik yapılan normal akıl yürütme sonucu ortaya
çıktığını ileri sürmektedir. Maher, hezeyanların anormal deneyimlerin, fakat normal akıl
yürütmenin ürünü olduğunu öne sürmektedir (37,38).
Bilişsel Kuramlar
Hezeyanlara bilişsel-davranışçı yaklaşımların etkinliği üzerine giderek artan kanıtlar,
bu alandaki kuramsal gelişmeleri yüreklendirmiştir. Son yıllarda bu alanda özellikle Frith,
Garety, Bentall ve arkadaşlarının çalışmaları dikkat çekicidir;
Zihin Kuramı (Theory of Mind)
Frith, alınma ve kötülük görme hezeyanlarının diğer insanların niyetleri, düşünceleri
ve inançlarını anlamaktaki bir yetersizlikten ortaya çıktığını öne sürmüş ve bunu “zihin
yetersizliği kuramı” olarak tanımlamıştır. Bu yaklaşım kısaca şöyle özetlenmektedir: Alınma
hezeyanı, yanlış kimliklendirme (misidentification) ve kötülük görme hezeyanının doğasında,
diğer insanların davranış ve niyetlerini yanlış yorumlama vardır. Bu belirtiler, zihinde diğer
insanlarla ilgili doğru çıkarsamalar yapmamızı sağlayan bir sistemin yetersizliği sonucu
ortaya çıkmaktadır 39.
Akıl Yürütme (reasoning)
a) Kıyaslama yoluyla akıl yürütme (syllogistic reasoning)
Von Domarus; psikoz hastalarında kıyaslama yoluyla yürüyen tümden gelimsel akıl
yürütmede bir bozukluk olduğunu öne sürmüştür. Burada iki özne arasında yükleme bağlı
özdeşim kurularak yanlış bir varsayım yapılması söz konusudur. Örneğin; Diana bir
prensestir, benim adım Diana’dır, o halde ben bir prensesim. Maher, bu gibi hataların normal
kontrollerde de sık olarak yapıldığını belirtmektedir (40).
b) Olasılık yargısı (judgement of probability)
Garety ve Hemsley, bazı
hezeyanların oluşumunda geçmiş deneyim, duygulanım,
kendilik saygısı ve dürtülerin rol oynadığı, bazılarında ise algı ve yargı ile ilgili
15
yetersizliklerin rol aldığı çok faktörlü bir model ortaya koymuştur. Đnanç oluşumu ve
sürdürülmesinin normal süreçlerinde seçici dikkat ve önyargılı doğrulamalar (confirmation
bias) gibi durumların önemli olduğunu belirtmektedirler. Aynı zamanda bazı vakalarda çok
sayıda etkenin karşılıklı etkileşim içinde birlikte olabileceklerini ifade etmektedirler. Çok
faktörlü açıklamaların onaylanması ile birlikte, “olasılığı kesin sonuç sayan bir akıl
yürütme’’ (probabilistic reasoning) de hezeyan oluşumunda önerilen bir başka kuramdır(31).
Anlam Yükleme Biçimi (attributional style)
Hezeyanların
gelişiminde
sosyal
çıkarımların
önemli
bir
rolü
olduğu
düşünülmektedir. Sosyal çıkarımsal süreçlerin iki tipinden bahsedilmektedir. Bunlar; sosyal
etkileşimlerin neden olduğu çıkarsamalar ve diğer insanların niyetlerini anlamayı
kapsamaktadır.
Đnsanlar olaylardan kolay bir şekilde sonuçlar çıkarır ve bunların nedeni onlara göre
son derece açıktır. Zullow ve ark., konuşmalar kaydedildiğinde anlam yüklemelerin çok
sayıda bulunabileceğini belirtmektedir, örneğin çünkü kelimesi bir şeyi ima etmek için
sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tip kelimelerin psikopatolojideki rolü, Abramson ve ark.nın
depresif kişilerin olumsuz olaylara yoğun olarak içsel, değişmez ve yaygın anlam yüklemeler
yaptığı önermesini takiben, en çok depresyonda araştırılmıştır. Pek çok çalışma bu varsayımı
büyük ölçüde desteklemektedir. Aynı zamanda ötimik bireylerde anormal anlam yükleme
biçiminin daha sonra depresyon gelişimine yatkınlık yarattığı ile ilgili kanıtlar elde edilmiştir
(41).
Paranoid
düşüncenin anormal anlam yükleme sürecinin bir ürünü olabileceğini
gösteren çalışmalar yapılmaktadır. Bu hipotezi destekleyen ilk kanıt, psikiyatrik hastalarda
yapılan denetleme odağı (locus of control) çalışmasıdır. Rosenbaum ve Hadari, Levenson’un
çok boyutlu denetleme odağı ölçeğini kullanarak yaptıkları çalışmada, paranoid hastaların
sıklıkla hayatlarının seyrini başka güçlerin etkilediğine inandıklarını göstermiştir. Bu bulgu
daha sonraki çalışmalarda da tekrarlanmıştır (42).
Paranoid hastalar,
iyi sonuçları kendi yetenekleri olarak değerlendirirken, kötü
sonuçları şans faktörlerine bağlamıştır. Bu sonuçlar kendiliğe hizmet eden aşırı önyargılı
eğilimleri göstermektedir (43).
16
Kendilik farklılıkları (self-discrepancies) ve kendilik saygısı
Paranoid
hastaların depresif hastalar gibi kendilikleri hakkında örtük olumsuz
inançları olduğu ve bu durumun olumsuz yaşam olayları ile aktive olarak tehdit algısına
açıklık yarattığı düşünülmektedir. Ancak depresif hastaların aksine, kötülük görme hezeyanı
olan hastaların tehdit algısı yaratan olayları başkalarının eylemlerine atfederek kendilik
hakkında olumsuz inançların aktive edilmesinden kaçındıkları düşünülmektedir. Bu varsayım
normal kontrollerde kendiliğin tehdit algıladığı durumlar altında ortaya çıkan kendiliğe
hizmet eden önyargılı eğilimlerle tutarlıdır (40).
DSM-IV-TR’NİN HEZEYANLI BOZUKLUK İÇİN TANI KRİTERLERİ
A. En az bir ay süren, bizar olmayan sanrılar (yani gerçek yaşamda görülebilecek
türden; izleniyor, zehirleniyor, hastalık bulaştırıyor, uzaktan seviliyor, eşi ya da sevgilisi
tarafından aldatılıyor olma ya da bir hastalığı olma gibi)
B. Şizofreni için A tanı ölçütü hiçbir zaman karşılanmamıştır. Not: Sanrılı bozuklukta,
sanrının içeriği ile ilişkili ise taktil (dokunma) ve olfaktor (koku) varsanıları bulunabilir.
C. Sanrı(lar)ın etkisi ve bunun uzantıları dışarıda bırakılacak olursa işlevsellik belirgin
olarak bozulmamıştır ve davranış açıkça acayip ya da bizar değildir.
D. Sanrılarla birlikte duygudurum dönemleri de ortaya çıkmışsa bunların toplam
süresi sanrılı dönemlerin toplam süresine göre daha kısa olmuştur.
E. Bu bozukluk bir maddenin (kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir
ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
Tipini belirtiniz (önde gelen sanrının içeriğine göre aşağıdaki tiplerden birine karşılık
gelir):
Erotomanik tip: Genellikle daha yüksek bir konumu olan başka bir kişinin kendisine
aşık olduğuna ilişkin sanrılar.
Grandiyöz tip: Çok değerli, güçlü bilgili, özel biri olduğuna, kutsal bir güç, ya da ünlü
bir kişi ile özel bir ilişkisi olduğuna ilişkin sanrılar.
Kıskançlık tipi: Cinsel eşinin sadakatsizlik gösterdiğine ilişkin sanrılar.
Persekütuar tip: Kendisine (ya da kendisine yakın olan birine) bir şekilde kötü niyetli
davranıldığına ilişkin sanrılar.
Somatik tip: Fizik kusurunun ya da genel tıbbi bir durumun olduğuna ilişkin sanrılar.
17
Karma tip: Yukarıdaki tiplerin birden fazlası için karakteristik olan sanrılar vardır,
ancak bunlardan hiç biri daha belirgin değildir.
Belirlenmemiş tip
HEZEYANLI BOZUKLUKLAR ĐÇĐN ICD-10 TANI KRĐTERLERĐ
A. Kriter G1(b) de tipik olarak şizofrenik yada paranoid, hebefrenik veya katatonik
şizofreni (yani tümüyle olanaksız ve ya kültürel olarak uygun olmayan) için d’de sıralananlar
dışındaki bir sanrı ya da sanrılar grubu bulunmalıdır. En sık örnekler persekütuar, grandiyöz,
hipokondriyak, kıskançlık ya da erotomanik sanrılardır.
B. A kriterlerindeki sanrılar en az üç aydır bulunmalı.
C. Şizofreni için genel kriterler tam olarak karşılanmamalı.
D. Herhangi bir tipte inatçı varsanılar olmamalı (üçüncü kişiyi içermeyen veya komut
vermeyen geçici ya da ara sıra olan işitsel varsanılar bulunabilir).
E. Duygudurum bozukluğu olmadığında sanrıların devam etmesi koşuluyla depresif
semptomlar (hatta depresif bir dönem) aralıklı olarak bulunabilir.
F. Semptomatik
dahil organik mental bozukluklar
ya da psikoaktif madde
kullanımına bağlı psikotik bozukluklar altında listelenmiş birincil veya ikincil organik mental
bozukluğa dair bulgu olmamalı.
Olası alt tipler
Đstenirse şu tiplerde belirlenebilir; Persekütuar, dava açma kendini referans gösterme,
grandiyöz, hipokondriyak (somatik), kıskançlık, erotomanik.
Diğer inatçı sanrılı bozukluklar
Sanrılı bozukluk kriterlerine uymayan inatçı sanrılı bozukluklar için geri kalan bir
kategoridir. Đnatçı işitsel varsanı seslerinin ya da şizofreni kriterleri için yetersiz kalan
şizofrenik semptomların eşlik ettiği sanrıların bulunduğu bozukluklar bu grupta kodlanabilir.
Bununla birlikte üç aydan az süren sanrılı bozukluklar en azından geçici olarak akut ve geçici
psikotik bozukluklar altında kodlanmalıdır.
18
HEZEYANLI BOZUKLUK ALT TĐPLERĐ :
Kötülük görme (persekütuar) tipi
Persekütuar tipi sanrılı bozukluğun ilk tipidir. Bu alt tipte olan kişi kendisinin
düşmanlık veya zarar gördüğüne inanır. En sık görülen hezeyan tipidir (4). Düşmanlık görme
düşünceleri sıklıkla yakınma, sinirlilik ve öfkeyle birliktedir ve kişi öfkeyle davranıp bazen
saldırgan olabilir hatta cinayet işleyebilir. Diğer zamanlarda, bu kişiler düşmanlık gördüğünü
düşündüğü kişilere karşı resmi dava açmakla meşguldürler. Şizofreninin düşmanlık
sanrılarına karşın, bu sanrılar sistemik, tutarlı ve bizar değildir (non bizardır). Kendi sanrısıyla
ilgili olmayan sosyal işlevsellik alanında sorun yaşamaz. ICD 10’da sanrılı bozukluğun bu tipi
DSM IV’ten daha açık bir şekilde tanımlanır. Bu kişilerin bazılarında normallik, patolojik
davranış, aşırı değerli düşünce ve sanrı arasındaki sınır net olmayabilir. Ek olarak çoğu kez
şu özellikler görülür; tüm imkansızlıklara karşın başarılı olmaya yönelik tam bir kararlılık
içinde olmak; engelleri komplo olarak görmeye eğilim;yanlış bir şeyi düzeltmek için sonsuz
bir mücadele ruhu; zoraki olma-nedeni takip etmekten mutluluk duymak, asosyallik ve
kavgacı
davranış
ve yenilginin kabul edilmezliğine dair bir inanç. Paranoid kişi
vazgeçmektense yasal sistemin izin verdiği sıklıkta üst mahkemelere başvurur.
Kıskançlık tipi
Kıskançlık insanlığın bir özelliği olarak bize soyumuzu koruma olanağı veren bir
yaşamı sürdürme mekanizmasıdır. Gerçekte, kıskançlık normal kıskançlıktan “sanrılı”
kıskançlığı da içeren patolojik kıskançlığa dönüşebilir. Kıskançlığın patolojik olup olmadığı
konusundaki karar kısmen sosyal olarak verilir. En yaygın kıskançlık sanrısı eşinin kendini
aldattığına inanmadır. Bazı durumlarda sadakatsizlik gerçekten bir derece olmuş olabilir, aynı
zamanda kişinin tepki büyüklüğü sadakatsizlik suçlamasına destek için delil toplaması sanrılı
bir özellik gösterir. Kıskançlık tehlikelidir, çünkü sadece öfke uyandırmaz, aynı zamanda
kıskanç kişiler dürüstlük düşüncesi ile saldırgan davranışlarını haklı çıkarmak için savaşırlar.
Kıskançlık esas olarak eşine odaklıdır ve bazen eşi ya da başkalarına zarar verebilir veya
gerçekten öldürebilir. Othello sendromu ya da evlilik paranoyası olarak da adlandırılır.
Erkeklerde daha sık görülür.
19
Erotomanik tip
De Clerambault sendromu veya passionelle psikozu olarak ta adlandırılmış olan
erotomani de genellikle daha yüksek statüde başka bir kişinin kendisine aşık olduğuna sanrılı
düzeyde inanır. Bu tür hastalar veya mesleki işlevsellik bakımından başarısızlık yanında
yalnız, sosyal yönden geri çekilmiş, bağımlı ve seksüel olarak inhibe durumdadır. Erotomani
tanısı için aşağıdaki kriterler önerilmiştir (17).
1) Bir aşk ilişkisine sanrılı olarak inanmak.
2) Objenin kendisinden çok daha yüksek mevkide olması.
3) Objenin ilk aşık olunacak kişi olması.
4) Objenin karşı cinse yönelik yaklaşımında ilk tercih edilecek kişi olması.
5) Ani başlangıç (7 günlük bir dönem içinde).
6) Obje değişmeden kalır.
7) Hasta objenin reddedici davranışlarını rasyonalize eder (akla uydurur).
8) Süreğen gidişlidir.
9) Varsanılar yoktur.
Sanrılı bozukluğun erotomanik alt tipine ek olarak erotomanik semptomların diğer
psikiyatrik bozukluklarda da görülebileceğini unutmamak gerekir. Aslında erotomanili
hastaların büyük bir kısmı sanrılı bozukluk dışında bir tanı almıştır. Ancak erotomanik
sanrıların şizofreni, şizoaffektif bozukluk ya da duygudurum bozukluklarının bir parçası
olabileceği akılda tutulmalı, ayırıcı tanı dikkatli bir şekilde yapılmalıdır (16).
Taciz fenomeni de bazen erotomani ile ilişkilidir. Tacize ilişkin tanımlamalar şu
öğeleri içerir. Bezginlik yaratan zorlayıcı bir davranış kalıbı vardır; davranış kalıbından
kaynaklanan doğrudan ya da dolaylı bir tehdit vardır ve sonuç olarak taciz edilen kişi hatırı
sayılır ölçüde korku yaşar. Tacizciler hedeflerini çoğunlukla sık sık telefon etme, mektup, eposta, duvar yazısı, notlar veya paketler gibi istenmeyen iletişim yolları ile rahatsız ederler.
Tipik olarak tacizciler aynı zamanda hedeflerini takip de ederler ve kişinin toplumsal
ortamında hoş olmayan veya zorlayıcı ve beklenmedik şekilde ortaya çıkarlar. Kişilerin
yaklaşık yarısından biraz fazlasında taciz bir yıl içinde sonlanırken ¼ ünde 2-5 yıl kadar
sürebilir. Bazen şiddet tacizcinin kurbanı ve/veya çocuklarını gerçekten öldürmesine kadar
ulaşır. Örneğin ABD’deki adli taciz vakalarının dörtte birinin belirgin şiddetle sonuçlandığı
tahmin edilmektedir. Gerçek bir ilişkinin bitmesinden sonra karşı tarafı taciz ve takip
edenlerin büyük çoğunluğu “basit takıntılı” tacizcilerdir. Genellikle kötüye kullanma veya
reddedilmeden sonraki yoğun bir kızgınlık ve gücenme ile motive olurlar. “Klasik”
20
erotomanik tacizci çoğu kez psikotiktir ve genellikle daha yüksek sosyal seviyede ve daha
yaşlı bir erkeğin kendisine aşık olduğuna dair sanrılı inancı olan bir kadındır. Bu tacizcilerin
küçük bir kısmında erotomanik tipte sanrılı bozukluk bulunur. Psikotik taciz;
iki uçlu
bozukluk, major depresif bozukluk veya şizofreni gibi farklı psikotik bozukluklarla da
ilişkili olabilir. Son bahsedilene dair iyi bilinen bir örnek John Hinckley Jr’un hikayesidir. Bu
kişi yazdığı bir çok mektup ve şiirine yanıt vermeyen gizli sevgilisi Jody Foster’i etkilemek
ve aşkını kazanabilmek umuduyla başkan Ronald Reagen’ı taciz etmeye başlamış ve suikast
girişiminde bulunmuştur.
Somatik tip
Sanrılı bozukluğun somatik tipi Kraepelin’in orijinal paranoya tanımında yer almayan
tek tipidir. Sanrılı sistemin ana temaları hipokondriak veya somatik özellikler taşıdığı zaman
bu tanı akla gelir. Sonuç olarak bu tip sanrılı bozukluğa eski literatürde “monosemptomatik
hipokondriazis” denmiştir. Sanrılı bozukluğun diğer alt tiplerinde olduğu gibi burada da
hastanın algılaması açık ve nettir, semptomlar sanrılı bozukluk dışındaki altta yatan fiziksel
hastalık ya da psikiyatrik bozukluktan kaynaklanmaz.
Somatik tip sanrılı bozuklukta semptomların başlangıcı dereceli ve anidir. Hastaların
çoğunda sanrıların şiddeti dalgalanabilmekle birlikte, hastalığın kendisi tam olarak iyileşmez.
Yüksek kaygı ve aşırı tetikte olma durumu da bu alt tipteki hastaların karakteristik
özelliğidir. Munro üç faklı tip önermiştir. En sık görülen tipi kişinin derisinin üzerinde ya ad
içinde böcekler olduğunu, içinde parazit bulunduğu bb konularla ilgili olduğunu ileri
sürmüştür. Bu alt tip demans, kokain kullanımı, vitamin B12 eksikliği, pellegra, nörosfiliz,
multiple skleroz, hipofiz tümörleri, diabetes mellitus gibi hastalıklarla birlikte görülebilir (22).
Sanrılı parazitozda taktil duyusal fenomenler çoğu kez sanrılı inançlarla ilişkilidir. Avrupa’da
sanrılı parazitozun
genellikle primer varsanıyı
temsil ettiği ve bunun duyusal algıyı
açıklayan sekonder sanrıya eşlik ettiğine inanılmaktadır. ABD’de ise sanrılı parazitozla ilişkili
duyusal fenomen sistematize ve sınırlanmış sanrının bileşenleri olarak görülmektedir (20).
Munro’nun önerdiği diğer alt tipler ise kişinin vücudundan veya ağzından kötü
kokular yayıldığına dair hezeyanların bulunduğu tiptir (olfaktor referans sendromu). Olfaktor
referans sendromu hastaları beden kokularıyla aşırı meşguldürler ve şizofren hastalardan
farklı olarak, bu durumun kendilerine dışarıdan empoze edildiğini öne sürmez, tam aksine
kendilerini suçlarlar. Var olmayan bu koku için sıklıkla özür dilerler ve kendilerini bu
kokudan kurtaracak çeşitli etkinlikler içine girerler. Hastalar sıklıkla toplum içine çıkmaz,
21
sosyal ve mesleki etkileşimlerini kısıtlarlar. DSM IV’te kişisel kokuyla ilgili hezeyanlar
hezeyanlı bozukluğun somatik alt tipine örnek olarak verilmektedir (18,19). Munro’nun
önerdiği diğer bir alt tip ise kişinin vücudunun bazı bölümlerinin şeklinin açıkça bozuk ya da
çirkin olduğuna (bütün kanıtların tersine) ya da vücudun bazı bölümlerinin (kalın bağırsaklar
gibi) işlev görmediğine ilişkin hezeyanların olduğu tiptir.
Somatik tipte sanrılı bozukluğu olan hastalar psikiyatrik muayaneye seyrek olarak
gelirler
ve geldiklerinde
durum
genellikle psikiyatrik konsultasyon-liyezon
servisi
bağlamında olur. Aslında hastalar çoğunlukla diğer uzmanlık alanlarında değerlendirilirler.
Dolayısıyla
bu kişilere daha çok dermatolog,plastik cerrah,ürolog, AĐDS ile ilgilenen
uzmanlar ve bazen diş hekimleri ya da gastroenterologlar rastlar.
Grandiyöz tip
Mani olmadan grandiyöz tip sanrıya klinik pratikte seyrek rastlanır ve bunun sanrılı
bozukluğun ayrı bir alttipi olarak sınıflanmasının gerekip gerekmediği şüphe götürür. Bu tür
bir alt gruplama aslında çok tarihsel bir kökene dayanmaktadır. Çünkü Kraepelin’in paranoya
tanımında bu alt gruplama yapılmıştır. Bir çok paranoid hastanın düşüncelerinde bir büyüklük
öğesi bulunur, fakat bu nadiren bir sanrı şeklinde ortaya çıkar. Megalomani olarak da
adlandırılır. Sanrının başlıca teması büyük ancak, bilinmeyen bir yeteneği, kavrayış gücü ya
da önemli bir buluşu olduğudur. Sanrı bazen dinsel içerikli olup kutsal güçlerle ilişki
kurabildiği ve onlardan mesaj alabildiği şeklinde olabilir.
Karma tip
Önceden bahsedilen tiplerin birden fazlasının aynı anda görülmesidir.
Belirlenmemiş tip
Önde gelen sanrısal inanış açıkça belirlenemiyorsa ya da özgül tiplerden her hangi biri
olarak tanımlanamıyorsa bu alt tip uygulanır. Örnek olarak diğer kişilerin
yerine eş
taklitlerinin geçtiğinin sanıldığı Capgras sendromu veya tanıdık bir kişinin başka birisinin
kılığında olduğuna inanılan Fregoli sendromu verilebilir. Cotard Sendromu’nda hasta sahip
olduğu her şeyi, statüsü ve gücü ile birlikte organları dahil olmak üzere bütün varlığını
kaybettiğini ifade eder.
22
Capgras sendromu
Ona benziyorsun, çok benziyorsun ,hatta belki akrabasınız aranızdaki tek fark onun
parlak bir şahin ve bir prens, seninse bir baykuş ve bir tezgahtar olman.
F. Dostoyevski, Ecinniler; 1871.
Capgras sendromu, hastanın genellikle yakın akraba olduğu bir kişinin tıpatıp
benzeriyle yer değiştirdiğine inandığı az rastlanır renkli bir sendromdur. Bu durum ilk olarak
1923’te l’illusion des sosies (benzerler yanılsaması) terimini kullanmış olan Capgras ve
Reboul –Lachaux tarafından tanımlandı. Sundukları olgu, kronik paranoid psikozu olan ve
çevresindeki değişik insanların yerlerine benzerlerinin geçtiğinden yakınan bir kadınla
ilgiliydi.
Benzerler yanılsaması bir yanlış adlandırmadır, çünkü merkezdeki patoloji bir algı
bozukluğu değil, sanrısal inanıştır; benzerler sanrısı (delusion of doubles) daha doğru bir
terimdir (Sosie benzer, eş anlamında Fransızca bir sözcüktür ve Plautus’un oyunu
Amphitryon’dan köken alır. Bu oyunda Tanrı Merkür Amphitryon’un hizmetkarı Sosie’nin
görüntüsüne bürünür ve böylelikle onun benzeri olur).
Capgras sendromu sanrısal yanlış tanıma sendromlarının en iyi bilinen ve en sık
rastlanılanıdır. Bunlar aşağıdaki biçimde sınıflandırılabilir:
A) Capgras sendromu
B) Fregoli yanılsaması: (Fregoli sendromu:tanıdık kişilerin isteyerek görüntülerini
başka insanlara benzettiklerini düşünme hezeyanı). Courbon
ve Fail tarafından 1927’de
tanımlandı. Hasta, doktor, hemşire, hasta bakıcı, komşu ve postacı gibi bir çok kişiyi, sözde
kendisinin peşine düşmüş kişi olarak tanır ve tıpkı ünlü Avrupalı aktör Fregoli’nin sahnede
yaptığı gibi, peşindekini yüzünü değiştirmekle suçlar.
C) Đntermetamorfoz yanılsaması: Courbon ve Tusques tarafından tanımlandı (1932).
Hasta çevresindeki insanların birbiriyle değiştiklerine inanır.
D) Öznel benzer sendromu (kendinin benzeri). Christodoulou tarafından tanımlandı
(1978). Hasta diğer insanların kendi benliğine dönüşmüş olduklarına inanır. Bu özel durum
üç alt tipe ayrılır.
1) Capgras tipinde hastanın çevresinde görünmez benzerler vardır.
2) Otoskopik tipte hasta kendisinin benzerlerini diğer insanlara veya nesnelere
yansıtılmış olarak görür (Raschka, 1981).
23
3) Ters tipte hastanın kendisinin başka birinin yerine geçtiğine veya yer değiştirme
sürecinde olduğuna inanır (Siomopoulos ve Goldsmith, 1975).
E) Reduplikatif paramnezi: Hastalar bir yerin fiziksel olarak aynen kopyalanmış
olduğuna inanırlar.
TEDAVĐ YAKLAŞIMI
Bu bozuklukta kullanımı hakkında en fazla bilgi bulunan ilaç Pimozid’dir ve % 65
oranında tam iyileşme bildirilen çalışmalar bulunmaktadır (15,23). Pimozid tedavisine diğer
birinci kuşak antipsikotiklerden (haloperidol, tiyoridazin, klorpromazin, perfenazin, loksapin)
daha yüksek oranda yanıt alındığı bildirilmiştir. Pimozid’in özellikle somatik tip sanrılı
bozuklukta etkili bir ilaç olduğu üzerinde durulmuştur. Diğer klasik antipsikotik ilaçlar ve
yeni nesil (atipik) antipsikotik ilaçların etkili olduğuna dair olgu bildirimleri az olmakla
birlikte bulunmaktadır (24, 25, 26).
SSRI
tipi
antidepresan
ilaçların
etkili
olduğu
gösterilmekle
birlikte
serotonerjikilaçların etkili olması hastalık tanısı konusunda karışıklığa yol açmaktadır (25,
27). Lityum ve antikonvülzanlar (örn, karbamazepin) denenebilir. Elektrokonvulzif tedaviye
(EKT) olumlu yanıt veren olgu bildirimleri olmakla birlikte, EKT ancak ilaç tedavisine
dirençli ya da tolere edemeyen olgularda düşünülmelidir (28).
Đlaçların kendine zarar vereceği düşüncesi ya da yan etkileri nedeniyle hastalar
tedaviye uymsuzluk gösterebilir. Đlaçların olası yan etkileri konusundaki hasta eğitimi ve
destekleyici psikoterapi ile iş birliği arttırılarak tedaviye uyumsuzluk aşılabilir. Đlaç almayı
ısrarla reddeden hastalarda depo antipsikotikler bir seçenek olabilir (29).
24
YÖNTEM
Çalışma evreni
Çalışmamıza; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1997-2007 yılları arasında yatan tüm hastalar arasından
DSM IV’e göre Hezeyanlı bozukluk tanısı almış olan 716 hasta alınmıştır.Çalışmaya alınan
161 hasta adli serviste hezeyanlı bozukluk tanısıyla takip edilmiştir. Çalışmamızda literatürde
hezeyanlı bozukluk ile ilgili yapılmış çalışmalardan edinilen bilgiler doğrultusunda
tarafımızdan oluşturulmuş form kullanılmıştır ve form hastaların tıbbi yatış kayıtlarından
edinilen bilgilere göre doldurulmuştur. 193 hastanın dosya bilgileri yetersiz olduğu, 57 hasta
da takipler de tanısı değiştiği için çalışma dışı bırakılmıştır.Çalışmaya 466 hasta alınmıştır.
Gereçler
4 bölümden oluşmuş değerlendirme formu kullanılmıştır. Bu form:
1) Sosyodemografik verilerin,
Birinci derece akrabalardaki psikiyatrik hastalık öykülerinin,
Varsa fiziksel hastalık ek tanılarının,
Travma öyküsünün (fiziksel, ruhsal, cinsel, adli olay vb.),
Đntihar öyküsünün değerlendirildiği birinci bölüm.
2) Hezeyan tipinin,
Hastalık başlama yaşı ve hastalık süresinin,
Tedavi protokolü ve tedaviye uyumunun,
Yatış sayısı ve yatış sürelerinin,
Hastaneye geliş şeklinin değerlendirildiği ikinci bölüm.
3) Şiddet varlığı ve şiddet türünün değerlendirildiği üçüncü bölüm.
4) Sadece suç işleyen hastalara doldurulan;
Suçun sayısı,
25
Türü,
Đşlendiği yerin değerlendirildiği dördüncü bölümden oluşmuştur.
Dışlama Ölçütleri:
1-Nörolojik bir hastalık tanısı almış olmak,
2-Zeka geriliği,
3-Geçmişte alkol,madde kullanım öyküsü olanlar çalışmaya alınmış ancak alkol ve /
veya maddeye bağlı psikotik bozukluk tanısı alanlar dışlanmıştır,
4-Dosya bilgileri ile oluşturulmuş soru formunda yeterli cevap elde edilemeyen
olgular,
5-Demans ve bilişsel yetersizliği olan olgular,
ĐSTATĐSTĐKSEL DEĞERLENDĐRME
Bu
çalışmada
yapılmıştır.Verilerin
istatistiksel
analizler
değerlendirilmesinde
NCSS
2007
tanımlayıcı
paket
programı
istatistiksel
ile
metotların
(ortalama,standart sapma) yanı sıra,gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi
alt grup
karşılaştırmalarında
karşılaştırmasında bağımsız t testi
Tukey çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların
, nitel verilerin
karşılaştırmalarında
ki-kare testi,
değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede Pearson korelaston testi kullanılmıştır.
Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
26
BULGULAR
1.SOSYODEMOGRAFĐK ÖZELLĐKLER
a.Yaş:
Çalışmaya alınan alınan hezeyanlı bozukluğu olan (n=466) hastaların yaş ortalaması
45.49±11.51 bulunmuştur. Kadın (n=88) hastaların yaş ortalaması 44.7±9.17, erkek olanların
(n=378) yaş ortalaması 45.68±11.99 bulunmuştur. Đki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı (t=-0.71, p=0.476) fark saptanmamıştır (Tablo 1). Hastalık
başlama yaşları
karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark (p=0.383) saptanmamıştır
(tablo 2).
Tablo 1.
Kadın
Erkek
t
p
Yaş 44.7±9.17 45.68±11.99 0.71 .476
Tablo 2.
Kadın
Erkek
t
p
Hastalık başlama yaşı 40.61±8.79 41.69±10.71 0.87 .383
27
b.Cinsiyet:
Çalışmaya alınan alınan hezeyanlı
bozukluğu olan (n=466) hastaların %81.1’i
(n=378) erkek ve %18.9’u (n=88) kadın idi (Tablo 3).
Tablo 3.
Sayı
Yüzde
n
%
Kadın
88
18.9
Erkek
378
81.1
Cinsiyet
c.Medeni hal:
Çalışmaya alınan hezeyanlı bozukluğu olan (n=466) hastaların %12.4’ü (n=58) bekar,
%67.2’si (n=313) evli, %10.9’u (n=51) boşanmış, %9.4’ü (n=44) dul idi. Kadın olan (n=88)
hastaların % 9.10’u (n=8) bekar, %65.90’ı (n=58) evli, %12.50’si (n=11) boşanmış,
%12.50’si (n=11) dul iken, erkek olan (n=378) hastaların %13.20’si (n=50) bekar, %67.50’si
(n=255) evli, %10.60’ı (n=40) boşanmış, %8.7’si (n=33) dul idi.Đki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark (x2 =2.32, p=0.508) bulunmadı (Tablo 4).
Tablo 4.
Medeni durum kadın %
erkek %
Bekar
8
9.10
50
Evli
58
65.90 255
67.50
Ayrılmış
11
12.50 40
10.60
11
12.50 33
8.70
Dul
p
13.20
P:0.508
2
x =2.32
28
d.Öğrenim düzeyi:
Çalışmaya alınan hastaların eğitim durumuna bakıldığında hezeyanlı bozukluğu olan
(n=466) hastaların %14.4’ünün (n=67) hiç eğitim almadığı, %61.8’inin (n=288) ilköğretimi
tamamladığı, %13,9’unun (n=65) lise, %9.9’unun (n=46) yüksekokul ve üniversite mezunu
olduğu tespit edilmiştir. Kadın olan (n=88) hastaların %20.50’sinin (n=18) hiç eğitim
almadığı, %59.10’unun (n=52) ilköğretimi tamamladığı, %12.50’sinin (n=11) lise, %8’inin
(n=7) yüksekokul mezunu olduğu bulundu. Erkek olan (n=378) hasta grubunda %13’ünün
(n=49) eğitim almadığı, %62.40’ının (n=236) ilköğretim mezunu, %14.30’unun (n=54) lise,
%10.30’u (n=39) üniversite mezunu olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark (x2 =3.48, p=0.323) bulunmadı (Tablo 5).
(Tablo 5
Öğrenim düzeyi kadın
%
erkek
%
Eğitimsiz
18
20.50
49
13.0
Đlköğretim
52
59.10
236
62.40
Lise
11
12.50
54
14.30
Yüksek okul
7
8.00
39
10.30
p
p= 0.323
x2 = 3.48
e.Meslek:
Çalışmaya alınan hezeyanlı bozukluğu olan (n=466) hastaların %53.9’u (n=251)
serbest meslek, %13.3’ü (n=62) işçi, %16.7’si (n=78) memur, %13.9’u (n=65) ev hanımı,
%2.1’i diğer mesleklerdendi. Đki grup arasında meslek dağılımına bakıldığında kadın olan
(n=88) grupta yer alan hastaların %8’i (n=7) serbest meslek, %5.7’si (n=5) işçi, %13.6’sı
(n=12) memur, %72.70’i (n=64) ev hanımı iken, erkek olan (n=378) hasta grubunun %64.60’ı
(n=244) serbest meslek, %15.10’u (n=57) işçi, %17.50’si (n=66) memur, %2.9’u (n=11)
diğer meslek sahibi olarak bulundu. Her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark (x2
=318, p=0.0001) bulundu.Erkeklerin meslek sahibi olma çok daha yüksektir (Tablo 6).
29
Tablo 6
Meslek
Kadın %
Erkek %
P
Serbest meslek 7
8.00
244
64.60
Đşçi
5
5.70
57
15.10
Memur
12
13.60 66
17.50
Ev hanımı
64
72.70 0.0
0.00
Diğer
0
0.0
2.90
11
0.0001
x2 = 318
f.Çalışma Durumu:
Hastaların çalışma durumu değerlendirildiğinde hezeyanlı bozukluğu olan (n=466)
hastalardan %38.5’inin (n=179) düzenli çalıştığı, %11,8’inin (n=55) düzensiz çalıştığı,
%16.8’inin (n=78) çalışamadığı, %19.4’ünün (n=90) emekli olduğu ve %13.5’inin (n=63) ev
hanımı olduğu saptandı. Kadın hasta (n=88) grubunda yer alan hastalardan %10.2’sinin (n=9)
düzenli çalıştığı, %5.7’sinin (n=5) düzensiz çalıştığı, %12.50’sinin (n=11) emekli olduğu ve
%71.60’ının (n=63) ev hanımı olduğu,erkek (n=378) hasta grubunda ise %45.10’unun
(n=170) düzenli çalıştığı, %13.30’unun (n=6) düzensiz çalıştığı, %20.70’inin (n=78)
çalışamadığı, ve %21.00’ının (n=79) emekli olduğu saptandı. Gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark (x2 =316, p=0.0001) bulundu.Erkek hastaların çok daha yüksek oranda
çalıştığı saptandı (Tablo 7).
Tablo 7.
Çalışma durumu
Kadın %
Düzenli çalışıyor
9
Erkek %
P
10.20 170
45.10
Düzensiz çalışıyor 5
5.70
50
13.30
Çalışmıyor
0
0.0
78
20.70
Ev hanımı
63
71.60 0
0.00
Emekli
11
12.50 79
21.00 0.0001
x2 = 316
30
g.Sosyo-ekonomik Düzey:
Hastaların sosyo-ekonomik düzeyi değerlendirildiğinde
hezeyanlı bozukluğu olan
(n=466) hastalardan %8.8’inin (n=41) alt (Aylık Gelir Düzeyi<500 YTL), %59’unun (n=275)
orta alt (500 YTL<Aylık Gelir Düzeyi<1000 YTL), %30.5’inin (n=142) orta-üst ( 1000
YTL< Aylık Gelir Düzeyi<1500 YTL), %1.7’sinin (n=8) üst (Aylık Gelir Düzeyi >1500
YTL) sosyoekonomik seviyede yer aldığı görüldü. Kadın olan hastaların (n=88) %2.30’unun
(n=2) alt (Aylık Gelir Düzeyi<500 YTL), %61.40’ının (n=54) orta alt (500 YTL<Aylık Gelir
Düzeyi<1000 YTL), %36.40’ının (n=32) orta-üst ( 1000 YTL< Aylık Gelir Düzeyi<1500
YTL) sosyoekonomik seviyede yer aldığı, erkek (n=378) hasta grubunda ise %10.30’unun
(n=39) alt, %58.50’sinin (n=221) orta alt, %31.20’sinin (n=118) orta-üst sosyoekonomik
seviyede yer aldığı, görüldü. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
(x2 =5.94,
p=0.05) bulundu (Tablo 8).
Tablo 8
Sosyoekonomik durum Kadın %
Erkek %
Alt
2
2.30
39
Orta alt
54
61.40 221
58.50
32
36.40 118
31.20 0.05
Orta üst
P
10.30
2
x =5.94
h.Doğduğu coğrafi bölge:
Hastaların doğdukları şehrin bulunduğu coğrafi bölgeler değerlendirildiğinde
hezeyanlı
bozukluğu
Bölgesinde,%20.4’ünün
olan
(n=95)
(n=466)
Doğu
hastalardan
Anadolu
%1.5’inin
Bölgesinde,
(n=7)
Akdeniz
%3.4’ünün(n=16)
Ege
Bölgesinde, %21.7’sinin (n=101) Marmara Bölgesinde, %13.3’ünün (n=62) Đç Anadolu
Bölgesinde,%33.5’inin(n=156) Karadeniz Bölgesinde, %4.5’inin (n=21) Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde, %1.7’sinin (n=8) yurtdışında doğduğu anlaşılmıştır. Cinsiyetler arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark (x2 =13.4, p=0.061) saptanmamıştır (Tablo 9).
31
Tablo 9
Doğum yeri (bölge)
Kadın %
Akdeniz
1
1,10%
Doğu Anadolu
17
19,30% 78
20,60%
Eğe
5
5,70%
2,90%
Marmara
23
26,10% 78
20,60%
Iç Anadolu
9
10,20% 53
14,00%
Karadeniz
29
33,00% 127
33,60%
Güneydoğu Anadolu 0
0,00%
21
5,60%
Yurtdışı
4,50%
4
1,10%
4
Erkek %
6
11
p
1,60%
0,061
2
x =13.4
ı.Yaşadığı coğrafi bölge:
Hastaların yaşadıkları şehrin bulunduğu coğrafi bölgeler değerlendirildiğinde
hezeyanlı bozukluğu olan (n=466) hastalardan %0.9’unun (n=4) Akdeniz Bölgesinde,
%5.6’sının (n=26) Doğu Anadolu Bölgesinde, %1.1’inin (n=5) Ege Bölgesinde, %68.7’sinin
(n=320) Marmara Bölgesinde, %7.1’inin (n=33) Đç Anadolu Bölgesinde, %14.2’sinin(n=66)
Karadeniz Bölgesinde, %2.6’sının (n=12) Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşadığı
anlaşılmıştır. Kadın olan (n=88) gruptan % 2.3’ünün (n=2) Doğu Anadolu Bölgesinde, %
2.3’ünün (n=2) Ege Bölgesinde, %86.40’ının (n=76) Marmara Bölgesinde, %1.1’inin (n=1) Đç
Anadolu Bölgesinde,%8’inin (n=7) Karadeniz Bölgesinde yaşadığı tespit edilmiştir. Erkek
olan (n=378) gruptan, % 1.1’inin (n=4) Akdeniz Bölgesinde, %6.3’ünün(n=24) Doğu
Anadolu Bölgesinde, % 0.8’inin (n=3) Ege Bölgesinde, %64.60’ının (n=244) Marmara
Bölgesinde, %8.5’inin (n=32) Đç Anadolu Bölgesinde, %15.60’ının (n=59) Karadeniz
Bölgesinde, %3.2’sinin (n=12) Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşadığı tespit edilmiştir.
Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark (x2 =20.6, p=0.02) bulundu.Kadın hastaların
daha çok Marmara Bölgesinde yaşadığı saptandı (tablo 10).
32
Tablo 10
Yaşadığı bölge
Kadın %
Erkek %
p
Akdeniz
0
0,00%
4
1,10%
Doğuanadolu
2
2,30%
24
6,30%
Eğe
2
2,30%
3
0,80%
Marmara
76
86,40% 244
64,60%
Iç Anadolu
1
1,10%
32
8,50%
Karadeniz
7
8,00%
59
15,60%
Güneydoğu Anadolu 0
0,00%
12
3,20%
0,002
2
x =20.6
ı.Kiminle Yaşadığı:
Hastaların kiminle birlikte yaşadığına bakıldığında hezeyanlı bozukluğu olan (n=466)
hastaların %14.6’sının (n=68) yalnız, %71.9’unun (n=335) eş ve çocukları ile, %11.4’ünün
(n=53) anne baba ve kardeşi ile, %2.1’inin (n=10) diğer (ev arkadaşları, 2. derece akrabaları
ile) kişilerle yaşadığı tespit edilmiştir (Tablo 11).
Tablo 11
Birlikte yaşadığı kişiler Sayı %
Yalnız
68
14,6
Ailesi Ile
335
71,9
1.derece akrabaları
53
11,4
Diğer
10
2,1
i.Sosyal Destek:
Sosyal destek yönünden değerlendirildiğinde hezeyanlı bozukluğu
hastalardan %10.1’inin
(n=466) olan
(n=47) sosyal desteğinin olmadığı, %40.3’ünün (n=188) sosyal
desteğinin yeterli ve %49.6’sının (n=231) kısmen karşılandığı saptandı (Tablo 12).
33
Tablo 12
Hastane dışında hastanın temel ihtiyaçlarının (barınma, beslenme,
ekonomik destek vb.) ailece karşılanıp karşılanmadığı:
Sayı %
Karşılanmıyor
47
10,1
Kısmen (yetersiz) karşılanıyor
231
49,6
Yeterince karşılanıyor
188
40,3
j.Sosyal güvence:
Çalışmaya alınan hastaların (n=466) % 73.8’inin sosyal güvencesi mevcuttu ve %
26.2’sinin sosyal güvencesi yoktu. Kadın olan hasta grubunun %13.60’ının (n=12) sosyal
güvencesi yoktu, %86.40’ının (n=76) sosyal güvencesi vardı. Erkek olan gruptaki hastaların
%29.10’unda (n=110) sosyal güvence yoktu, %70.90’ında (n=268) ise sosyal güvence vardı.
Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı χ²:8,83, p=0,003 fark bulundu (tablo 13).
Tablo 13
Sosyal güvence Kadın %
Erkek %
P
Yok
12
13,60 110
29,10 χ²:8,83
Var
76
86,40 268
70,90 p=0,003
χ²:8,83
2.KLĐNĐK ÖZELLĐKLER:
a. Soygeçmişte psikiyatrik hastalık bulunması ve soygeçmişteki psikiyatrik
hastalık tanısı:
Hezeyanlı bozukluğu (n=466) olan hastaların %71.6’sının (n=333) soygeçmişinde
herhangi bir psikiyatrik hastalık bulunmaz iken, %28.4’ünün (n=133) soygeçmişlerinde
psikiyatrik hastalık olduğu öğrenildi.(tablo 14)
Hastaların soygeçmişlerinde bulunan psikiyatrik hastalıkların dağılımına bakıldığında
%68.1’inin (n=92) psikotik bozukluk, %3’ünün (n=4) bipolar bozukluk, %17’sinin (n=23)
34
depresyon, %2.2’ sinin (n=3) “Anksiyete bozukluğu”, %7.4’ünde (n=10) de “Alkol ve/veya
Madde Kötüye Kullanımı/Bağımlılığı” ve %2.2’sinde (n=3) diğer (kişilik bozukluğu) tanısı
bulundu (tablo 15).
Tablo 14
Akrabalarda psikiyatrik
Hastalık varlığı (kesinleşmiş)
Sayı %
Yok
333
71,6
Var
133
28,4
Tablo 15
Hastalık
Sayı
%
Psikotik Bozukluk
92
68,1
Bipolar bozukluk
4
3
Depresyon
23
17
Anksiyete Bozuklukları
3
2,2
PMA kullanım bozuklukları
10
7,4
Diğer
3
2,2
b.Soygeçmişte homisid öyküsünün varlığı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %91’inde (n=424) birinci ve ya
ikinci derece akrabalarında homicid öyküsü saptanmamıştır, %7.5’inde birinci veya ikinci
derece akrabalarında homicid öyküsü saptanmıştır (Tablo 16).
Tablo 16
1. derece akrabaların öyküsünde homisid var mı? Sayı %
Yok
424
91
Var
35
7,5
Bilinmiyor
7
1,5
35
c.Soygeçmişte suisid öyküsünün varlığı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %94’ünde (n=424) birinci ve ya
ikinci derece akrabalarında suisid öyküsü saptanmamıştır, %4.3’ünde birinci veya ikinci
derece akrabalarında suisid öyküsü saptanmıştır (tablo 17).
Tablo 17
1. derece akrabaların öyküsünde suisid var mı? Sayı %
Yok
438
94
Var
20
4,3
Bilinmiyor
8
1,7
d.Tanı kesinleşmeden önceki psikiyatrik tanı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastaların %83.3’ünün tanı konulmadan önce
başka bir psikiyatrik tanıyla takibi olmadığı, %10.5’inin (n=49) depresyon tanısıyla,
%0.2’sinin (n=1) şizofreni tanısıyla, %0.2’sinin (n=1) BTA psikoz tanısıyla, %0.9’unun
(n=4) bipolar bozukluk, %1.1’inin (n=5) anksiyete bozuklukları tanısıyla, %2.8’inin (n=13)
PAM kullanım bozuklukları tanısıyla tedavi gördükleri öğrenilmiştir.%15.5 oranında bir
gruba antipsikotik kullanımı gerektirmeyen tanılar konulmuştur (Tablo 18).
Tablo 18
Tanı kesinleşmeden önceki psikiyatrik öykü: Sayı %
Yok
388
83,3
Şizofreni
1
0,2
BTA psikoz
1
0,2
Bipolar bozukluk
4
0,9
Depresyon
49
10,5
Anksiyete Bozuklukları
5
1,1
PAM kullanım bozuklukları
13
2,8
Diğer
5
1,1
36
e.Kişilik bozukluğu tanısı varlığı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %92.7’sinde (n=432) kişilik
bozukluğu tanısı olmadığı, %4.3’ünde (n=20) paranoid kişilik bozukluğu, %0.4’ünde (n=2)
şizotipal kişilikbozukluğu, %2.1’inde n=10) antisosyal kişilik bozukluğu, %0.2’sinde (n=1)
histrionik kişilik bozukluğu, %0.2’sinde (n=1) narsisistik kişilik bozukluğu tanısı olduğu
tespit edilmişti (tablo 19).
tablo 19
II. Eksende konulmuş tanı var mı? Sayı %
Yok
432
92,7
Paranoid kişilik bozukluğu
20
4,3
Şizotipal kişilik bozukluğu
2
0,4
Antisosyal kişilik bozukluğu
10
2,1
Histrionik kişilik bozukluğu
1
0,2
Narsisistik kişilik bozukluğu
1
0,2
f.Geçmişte alkol ve madde kullanım öyküsü:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %85.2’sinin (n=397) geçmişte alkol
ve madde kullanımının olmadığı, %13.5’inin (n=63) geçmişte alkol kullanımının olduğu,
%0.2’sinin (n=1) geçmişte esrar kullanımının olduğu, %0.4’ünün (n=2) karışık madde
kullanımı olduğu, %0.6’sının alkol ve esrar kullanımının olduğu tespit edilmiştir (tablo 20).
Kadın hastaların olduğu grupta geçmişte alkol va madde kullanımının olmadığı, erkek
hastaların olduğu grupta ise %81.70’inin (n=309) geçmişte alkol va madde kullanımının
olmadığı, %16.70’inin (n=63) alkol, %0.30’unun (n=1) esrar, %0.50’sinin (n=2) karışık
madde, %0.80’inin (n=3) alkol ve esrar kullanımının olduğu tespit edildi. Gruplar arasında bu
fark istatistiksel olarak anlamlı (χ²:18.8, p=0,001)bulundu (Tablo 21).
Tablo 20
Geçmişte alkol ve madde kullanım öyküsü Sayı %
Yok
397
85,2
Alkol
63
13,5
Esrar
1
0,2
Karışık madde
2
0,4
Alkol+Esrar
3
0,6
37
Tablo 21
Geçmişte alkol ve madde kullanım öyküsü Kadın %
Yok
88
Erkek %
p
100,00% 309
81,70%
Alkol
0,00%
63
16,70%
Esrar
0,00%
1
0,30%
Karışık madde
0,00%
2
0,50%
χ²:18,8
Alkol+Esrar
0,00%
3
0,80%
p=0,001
h.Đntihar girişimi ve şekli:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastaların %85.2’sinin (n=397) hiç intihar
girişimi olmadığı, %13.5’inin (n=63) bir kez, %1.3’ünün (n=6) birden fazla intihar girişiminin
olduğu ve intihar girişim şekillerine bakıldığında ise (n=69) hastanın %43.5’inin
ilaçla,%46.4’ünün (n=32) ası ile, %10.1’inin (n=7) yüksekten atlama ile intihar girişiminde
bulunduğu öğrenilmiştir (Tablo 22).
Tablo 22
Đntihar girişiminin varlığı Sayı %
Yok
397
85,2
1 Kez
63
13,5
1 den fazla
6
1,3
Ilaçla
30
43,5
Yüksekten atlama
7
10,1
Ası
32
46,4
Intihar girişiminin şekli
38
ı.Travmatik yaşam olayı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %18.4’ünde (n=85) travmatik yaşam
olayının olduğu, %47’sinde (n=217) travmatik yaşam olayının olmadığı. %37’sinin ise
bilinmediği tespit edilmiştir. Travmatik yaşam olayları olanların %84.1’inin (n=69) intihar,
%11’inin (n=9) fiziksel, %2.4’ünün (n=2) cinsel travmanın olduğu tespit edilmiştir (tablo
23).
Tablo 23
Travmatik yaşam olayı
Sayı %
Var
85
18,4
Yok
217
47
Bilinmiyor
162
37
Cinsel
2
2,4
Fiziksel
9
11
Intihar
69
84,1
Travmatik yaşam olayı türü
i.Đşitme kaybı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %96.8’inde (n=451) işitme kaybı
olmadığı, %3.2’sinde (n=15) işitme kaybı olduğu saptanmıştır (tablo 24).
Tablo 24
Işitme kaybı Sayı %
Yok
451
96,8
Var
15
3,2
39
j.DSM IV’e göre hezeyanlı bozukluk alt tipleri:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %45.9’unun (n=214) perseküsyon
hezeyanı, %43.6’sının (n=203) kıskançlık hezeyanı, %4.7’sinin (n=22) karma tip, %2.1’inin
erotomanik hezeyanı, %1.9’unun (n=9) grandiyöz hezeyan, %1.7’sinin (n=8) somatik
hezeyanının olduğu tespit edilmiştir (tablo 25). Kadın hasta (n=88) grubunda yer alan
hastaların %62.50’si (n=55) Persekütuar tip, 54.50’si (n=4) Erotomanik tip, %30.70’i (n=27)
Kıskançlık tipi, %1.1’i (n=1) Somatik tip, %1.1’i (n=1) Karma tip olduğu;erkek hastalardan
oluşan grubun (n=378) %42.10’unun (n=159) Persekütuar tip, %1.60’ının (n=6) Erotomanik
tip, %46.60’ının (n=176) Kıskançlık tip, %1.90’ının (n=7) Somatik tip, %2.4’ünün (n=9)
Grandiyöz tip, %5.60’ının (n=21) Karma tip olduğu saptandı. Gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark, χ²:18,7 ,p=0,002 saptandı.Bu fark erkeklerde kıskançlık alt tipinin
kadınlarda ise persekütuar tipin belirgin biçimde fazla görülmesinden kaynaklanıyordu (tablo
26).
Tablo 25
Hezeyan türü
Sayı %
Persekütuar tip
214
45,9
Erotomanik tip
10
2,1
Kıskançlık tip
203
43,6
Somatik tip
8
1,7
Grandiyöz tip
9
1,9
Karma tip
22
4,7
Tablo 26
Hezeyan türü
Kadın %
Erkek %
p
Persekütuar tip 55
62,50% 159
42,10%
Erotomanik tip 4
4,50%
1,60%
Kıskançlık tip
27
30,70% 176
46,60%
Somatik tip
1
1,10%
7
1,90%
0,00%
9
2,40%
χ²:18,7
1,10%
21
5,60%
p=0,002
Grandiyöz tip
Karma tip
1
6
χ²:18,7
40
h.Hastaneye yatışta görülen eksitasyon ve suisid girişimi:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın hastanede kaldıkları sürede
%12.2’sinde(n=57) eksitasyon ve suisid girişimi olduğu ve bunlarında %96.5’inin eksitasyon,
%1.8’inin suisid teşebbüsü, %1.8’inin tamamlanmış suisid olgusu olduğu anlaşılmıştır (tablo
27).
Tablo 27
Yatarak tedavi esnasında Sayı %
(57)
Eksitasyon
55
96,5
Suisid teşebbüsü
1
1,8
Tamamlanmış suisid
1
1,8
ı.Kadın hastalarda hastalık atağı ile doğum ve gebelik ilişkisi:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan
(n=88) kadın hastaların hastalık atağı ve doğum
ilişkisi incelendiğinde %9’unun (n=8) doğumla ilişkili olduğu gebelikle de ilişkisi olmadığı
anlaşılmıştır (tablo 28).
Tablo 28
Kadın hastalarda hastalık atağı ile doğum ilişkisi Sayı %
Yok
80
98,3
Var
8
1,7
41
3.Tedaviyle ilgili özellikler
a.Đlk kullanılan psikiyatrik ilaç:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %85.4’ünün (n=398) ilk kullandığı
ilacın antipsikotik olduğu, %12’sinin (n=56) ilk kullandığı ilacın antidepresan olduğu,
%0.2’sinin (n=1) ilk kullandığı ilacın duygudurum dengeleyici olduğu, %2.4’ünün (n=11)
antidepresan ve antipsikotiği birlikte kullandığı tespit edilmiştir (tablo 29).
Tablo 29
Ilk kullanılan psikiyatrik ilaç
Sayı %
Antidepresan
56
12
Antipsikotik
398
85,4
Duygudurum dengeleyici
1
0,2
Diğer(antidepresan +antipsikotik.) 11
2,4
b.Kullanılan tipik antipsikotikler:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %83’ünün (n=387) tipik bir
antipsikotik ilaç kullandığı, %17’sinin (n=79) ise tipik bir antipsikotik kullanmadığı tespit
edilmiştir (tablo 30). Tipik antipsikotiklerden %50’sinde (n=233) haloperidol, %19.5’inde
(n=91) pimozid,%6.7’sinde (n=31) sülpirid, %1.3’ünde (n=6) zuklopentixol, %0.4’ünde (n=2)
klorpromazin, %0.4’ünde (n=2) tiyoridazin, %0.2’sinde (n=1) trifluperazin, %3.2’sinde
klorpromazin ve haloperidol birlikte, %1.3’ünde (n=6) haloperidol ve pimozid birlikte
kullanımının tercih edildiği görülmüştür (tablo 31).
Tablo 30
Tipik antipsikotik kullanımı Sayı %
Yok
79
17
Var
387
83
42
Tablo 31
Tipik antipsikotikler
Sayı %
Yok
79
17
Klorpromazin
2
0,4
Tiyoridazin
2
0,4
Trifluperazin
1
0,2
Haloperidol
233
50
Zuklopentiksol
6
1,3
Pimozid
91
19,5
Sülpirid
31
6,7
Klorpromazin+Haloperidol 15
3,2
Haloperidol+Pimozid
1,3
6
c.Kullanılan atipik antipsikotikler:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %33.7’sinin (n=157) atipik
antipsikotik kullandığı, %66.3’ünün (n=309) atipik antipsikotik kullanmadığı tespit edilmiştir
(tablo 32). Atipik antipsikotik kullananların %18’inin (n=84) riperidon, %5.6’sının (n=26)
olanzapin, %3.2’sinin (n=15) ketiapin, %3’ünün (n=14) amilsülpirid, %2.1’inin
(n=10)
klozapin, %1.1’inin risperidon ile olanzapin, %0.4’ünün (n=2) ziprasidon, %0.2’sinin (n=1)
aripiprazol kullandığı tespit edilmiştir (tablo 33).
Tablo 32
Atipik antipsikotik kullanımı Sayı %
Yok
309
66,3
Var
157
33,7
43
Tablo 33
Atipik antipsikotikler
Yok
Sayı %
309
66,3
Amisülpirid
14
3
Klozapin
10
2,1
Risperidon
84
18
Olanzapin
26
5,6
Ketiapin
15
3,2
Aripiprazol
1
0,2
Ziprasidon
2
0,4
Risperidon+Olanzapin 5
1,1
d.Depo antipsikotik kullanımı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %77.5’inde (n=361) depo
antipsikotik kullanılmadığı, %22.5’inde ise depo antipsikotiğin tercih edildiği (tablo 34) ve
depo antipsikotik kullananlarında %9.9’unda (n=46) Flufenazin Dekonat,%3.4’ünde (n=32)
Zuclopentixol Deconat, %3.4’ünde (n=16) Flupentixol, %2.4’ünde (n=11) Risperidon Consta
tercih edildiği anlaşılmıştır (tablo 35).
Tablo 34
Depo antipsikotik kullanımı Sayı %
Yok
361
77,5
Var
105
22,5
Tablo35
Depo antipsikotikler
Sayı %
Yok
361
77,5
Flufenazin Dekonat(Prolixin)
46
9,9
Zuclopentixol Deconat(Clopixol) 32
6,9
Flupentixol(Fluanxol)
16
3,4
Risperidon Consta
11
2,4
44
Suç varlığı ve depo antipsikotik kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki
gözlenmiştir (P=0,0001). Depo antipisikotik kullananlarda suç oranı 56 (%53,3) Depo
antipisikotik kullanmayanlardan 105 (%29,1) yüksek bulunmuştur.Bu durum depo
antipsikotik kullanmak zorunda kalınanların daha kötü seyirli oldukları yönünde açıklanabilir
(tablo 36).
tablo 36
Suç
Depo
antipsikotik
kullanımı %
Depo antipsikotik kullanımı %
p
yok
var
Yok 256
70,9% 49
46,7% χ²:21,14
Var
29,1% 56
53,3% p=0,0001
105
Depo antipsikotik kullanımı var olanlarda yatış sayısı ortalaması olmayanlardan
istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p=0,015) (tablo 37).
Tablo 37
Depo antipsikotik kullanımı n
Yatış sayısı t
Yok
361 1,65±1,28
Var
105 2,00±1,51
p
-2,44 0,015
e.Mizaç düzenleyici kullanımı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %98.3’ünün mizaç düzenleyici
kullanmadığı, %1.7’sinin mizaç düzenleyici kullandığı,mizaç düzenleyici kullanılanların da,
%0.4’ünün (n=2) lityum,%0.9’unun (n=4) valproik asit, %0.4’ünün (n=2) karbamazepin
kullandığı tespit edilmiştir (tablo 38).
45
Tablo 38
Mizaç düzenleyicileri
Sayı
%
Yok
458
98,3
Lityum
2
0,4
Valproik asit
4
0,9
Karbamazepin
2
0,4
f.Tedaviye uyum:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın tedaviye uyumu değerlendirildiğinde
%20.4’ünün (n=95) hastaneye ilaç bırakarak geldiği, %3.2’sinin (n=15) ilaç kullanımının
yeterli olduğu, %19.1’inin (n=89) hiç ilaç kullanmadığı, %17.6’sının (n=82) düzensiz ilaç
kullandığı ve %39.7’sinin (n=185) tedaviye uyumunun değerlendirilemediği tespit edilmiştir
(tablo 39). Kadın hastaların olduğu gruptaki hastalardan %18.20’sinin (n=16) ilaç bırakarak
geldiği, %5.70’inin (n=5) ilaç kullanımının yeterli olduğu, %19.30’unun (n=17) hiç ilaç
kullanmadığı, %21.60’ının (n=19) düzensiz ilaç kullandığı, erkek hastaların olduğu gruptaki
hastalardan %20.90’ının (n=79) ilaç bırakarak geldiği, %2.60’ının (n=10) ilaç kullanımının
yeterli olduğu, % 19.0’ının (n=72) hiç ilaç kullanmadığı, %16.70’inin (n=63) düzensiz ilaç
kullandığı saptanmıştır ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark (χ²:3,83,
p=0,429) bulunmamıştı (tablo 40).
Tablo 39
Tedavi uyumu
Sayı %
Ilaç bırakarak gelme
95
20,4
Ilaç kullanımı yeterli 15
3,2
Hiç ilaç kullanmıyor
89
19,1
Düzensiz
82
17,6
Değerlendirilemedi
185
39,7
46
Tablo 40
Tedavi uyumu
Kadın
Ilaç bırakarak gelme
16
%
Erkek %
p
18,20% 79
20,90%
Ilaç kullanımı yeterli 5
5,70%
2,60%
Hiç ilaç kullanmıyor
17
19,30% 72
19,00%
Düzensiz
19
21,60% 63
16,70% χ²:3,83
Değerlendirilemedi
31
35,20% 154
40,70% p=0,429
10
o.Tipik ve atipik antipsikotik kulanımı arasındaki farklar:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan ve sadece atipik veya sadece tipik antipsikotik
kullanan hastalar yatış sayısı, yatış süresi, tedaviye uyumu ve hastaneye geliş şekli
bakımından karşılaştırıldığında; yatış süresi açısından anlamlı bir fark bulunmadı (p:0.604)
(tablo 41).Yatış sayısı yönünden ise istatistiksel olarak anlamlı fark (p:0.003) bulundu (tablo
42) .Atipik antipsikotik kullananlarda ortalama yatış sayısı daha azdı.Hastane ye geliş şekli ve
tedaviye uyum açısından da iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı
(tablo 43-44).
Tablo 41
Đlaç
n
Tipik antipsikotik
309 123,06±237,56 0.47 0.604
Atipik antipsikotik 79
Yatış süresi
t
p
109,48±196,37
Tablo 42
Đlaç
n
Tipik antipsikotik
309 1,76±1,35
Atipik antipsikotik 79
Yatış sayısı t
p
2.99 0.003
1,29±0,60
47
Tablo 43
Tedavi uyumu
Tipik antipsikotik n
Đlaç bırakarak gelme
61
%
Atipik antipsikotik n %
P
19,70% 13
16,50%
Đlaç kullanımı yeterli 11
3,60%
1,30%
Hiç ilaç kullanmıyor
68
22,00% 9
11,40%
Düzensiz
47
15,20% 19
24,10% χ²:8,71
Değerlendirilemedi
122
39,50% 37
46,80% p=0,069
1
Tablo 44
Hastaneye geliş şekli
Tipik
antipsikotik
%
n
Atipik antipsikotik %
P
n
Kendi isteğiyle
9
2,90%
Yakınları eşliğinde
62
20,10% 21
26,60%
Yakınları eşliğinde zorla
91
29,40% 26
32,90%
Polis eşliğinde zorla
35
11,30% 4
5,10%
112
36,20% 24
30,40% p=0,264
Savcılık
kararıyla
ve
4
5,10%
χ²:5,44
mahkeme
g.Hastaneye geliş şekli:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın hastaneye geliş şekilleri
incelendiğinde; %34.8’inin (n=162) savcılık ve mahkeme kararı ile, %30’unun (n=140)
yakınları eşliğinde zorla, %21’inin (n=98) yakınları eşliğinde, %10.7’sinin (n=50) polis
eşliğinde zorla, %3.4’ünün (n=16) kendi isteğiyle hastaneye geldiği öğrenilmiştir (tablo 45).
Kadın hastalardan oluşan grubun (n=88) %3.4’ü (n=3) kendi isteğiyle, %37.50’si (n=33)
yakınları eşliğinde, %45.50’si (n=40) yakınları eşliğinde zorla, %10.20’si (n=9) polis
eşliğinde zorla, %3.40’ı (n=3) savcılık ve mahkeme kararı ile, erkek hastalardan oluşan
grubun (n=378), %3.40’ı (n=13) kendi isteğiyle, %17.20’si (n=65) yakınları eşliğinde,
%26.50’si (n=100) yakınları eşliğinde zorla, %10.80’i (n=41) polis eşliğinde zorla, %42.10’u
(n=159) savcılık ve mahkeme kararı ile hastaneye geldiği öğrenilmiştir. Đki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark (χ²:53.2, p=0,0001) bulundu. Kadın hastaların daha çok
yakınları ile birlikte geldikleri; erkeklerin ise polis eşliğinde ya da yargı kararıyla zorla
getirildikleri anlaşılmaktadır.Her iki grupta da kendi isteğiyle geliş oranı çok düşüktür (tablo
46).
48
Tablo 45
Hastaneye geliş şekli
Sayı %
Kendi isteğiyle
16
3,4
Yakınları eşliğinde
98
21
Yakınları eşliğinde zorla
140
30
Polis eşliğinde zorla
50
10,7
Savcılık ve mahkeme kararıyla 162
34,8
Tablo 46
Hastaneye geliş şekli
Kadın %
Erkek %
p
Kendi isteğiyle
3
3,40%
13
Yakınları eşliğinde
33
37,50% 65
17,20%
Yakınları eşliğinde zorla
40
45,50% 100
26,50%
Polis eşliğinde zorla
9
10,20% 41
10,80% χ²:53,2
Savcılık ve mahkeme kararıyla
3
3,40%
42,10% p=0,0001
3,40%
159
χ²:53.2
4.Şiddet ve suç ile ilgili özellikler:
a.Şiddet ve türü:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %16.3’ünün
uygulamadığı, %61.6’sının
(n=76) şiddet
(n=287) kişiye yönelik şiddet uyguladığı, %3’ünün (n=14)
kendine yönelik şiddet uyguladığı, %2.1’inin
(n=10) mala yönelik şiddet uyguladığı,
%17’sinin (n=79) sözel şiddet uyguladığı anlaşılmıştır (tablo 47). Kadın hastalardan oluşan
grubun (n=88) %35.20’sinde şiddet eylemi olmadığı, %26.10’unda (n=23) kişiye yönelik
şiddet olduğu, %4.50’sinde (n=4) kendine yönelik şiddet olduğu, %4.50’sinde (n=4) mala
yönelik şiddet olduğu,%29.50’sinde (n=26) sözel şiddet olduğu bulundu. Erkek hastalardan
oluşan grubun (n=378) %11.90’ında (n=45) şiddet eylemi olmadığı, %69.80’inde (n=264)
kişiye yönelik şiddet olduğu, %2.60’ında (n=10) kendine yönelik şiddet olduğu, %1.60’ında
(n=6) mala yönelik şiddet olduğu, %14.00’ünde (n=53) sözel şiddet olduğu bulundu. Đki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark (χ²:59.8, p=0,0001) bulundu.Erkeklerde başta
kişiye yönelik olmak üzere, şiddet daha fazla idi (tablo 48).
49
Tablo 47
Şiddet eylemi
Sayı %
Yok
76
16,3
Kişiye yönelik
287
61,6
Kendine yönelik 14
3
Mala yönelik
10
2,1
Sözel
79
17
Tablo 48
Şiddet eylemi
Kadın %
Erkek %
p
Yok
31
35,20% 45
11,90%
Kişiye yönelik
23
26,10% 264
69,80%
Kendine yönelik 4
4,50%
10
2,60%
Mala yönelik
4
4,50%
6
1,60%
Sözel
26
29,50% 53
χ²:59,8
14,00% p=0,0001
χ²:59.
b.Şiddet uygulanan kişinin yakınlık derecesi:
Şiddet uygulayan hastaların %1.9’unun (n=7) anneye, %2.2’sinin (n=8) babaya,
%55.5’inin (n=206) eşine, %2.4’ünün çocuğuna, %3.8’inin (n=14) kardeşine, %%3.2’sinin
(n=12) ikinci derece akrabaya, %24.5’inin (n=91) arkadaş, dost, yakın çevre, komşuya,
%6.5’inin tanımadığı kişilere şiddet uyguladığı anlaşılmıştır. Şiddet daha çok eşe ve aile
akraba çevresi dışındakilere uygulanmakla beraber kadın ve erkek hasta grupları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark (χ²:10.8, p=0,146) bulunmadı (tablo 49-50).
tablo 49
Şiddet uygulanan kişinin yakınlık derecesi Sayı %
Anne
7
1,9
Baba
8
2,2
Eş
206
55,5
Çocuğu
9
2,4
Kardeş
14
3,8
Ikinci derece akraba
12
3,2
Arkadaş,dost,yakın çevre,komşu
91
24,5
Tanımadığı kişiler
24
6,5
50
Şiddet uygulanan kişinin yakınlık derecesi Kadın %
Erkek %
Anne
0,00%
7
2,20%
Baba
0,00%
8
2,50%
Eş
26
51,00% 180
56,30%
Çocuğu
3
5,90%
6
1,90%
Kardeş
2
3,90%
12
3,80%
0,00%
12
3,80%
Ikinci derece akraba
p
Arkadaş,dost,yakın çevre,komşu
18
35,30% 73
22,80% χ²:10,8
Tanımadığı kişiler
2
3,90%
6,90%
22
p=0,146
χ²:10.8
c.Suç, sayısı ve türü:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan (n=466) hastanın %65.5’inin (n=305) suç işlemediği,
%34.5’inin (n=161) suç işlediği,suç işleyenlerin %94.4’ünün (n=152) bir kez suç işlediği
%5.6’sının (n=9) iki kez ve daha fazla suç işlediği ve suç türlerine bakıldığında da
%35.4’ünün (n=57) cinayet, %13’ünün (n=21) öldürmeye teşebbüs, %21.7’sinin (n=35)
yaralama, %11.8’inin (n=19) diğer (kamu suçları), %14.3’ünün (n=23) tehdit, %3.7’sinin
(n=6) cinsel suçlar işlediği öğrenilmiştir. Suç işleyen hastaların (n=161) sadece ikisi
kadındır.Suçun yarıdan fazlası “ağır” niteliktedir (tablo 51).
Tablo 51
Suçun varlığı
Sayı %
Yok
305
65,5
Var
161
34,5
1
152
94,4
2 ve fazla
9
5,6
Cinayet
57
35,4
Yaralama
35
21.7
Tehdit
23
14.3
Suç sayısı
Suç Türü
Öldürmeye teşebbüs 21
13
Diğer
19
11.8
Cinsel saldırı
6
3,7
51
d. Suçun işlendiği yer:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan
ve suç işleyen (n=161) hastaların suç işledikleri
yerlere bakıldığında %4.4’ünün (n=7) suçu kendi evinde, %14.6’sının (n=23) kurbanın
evinde, %11.4’ünün (n=18) işyerinde, %0.6’sının (n=1) eğlence yerinde, %29.7’sinin (n=47)
açık alanda, %38’inin (n=60) ortak yaşanan mekanda %1.3.2.ünün (n=2) diğer yerlerde
işlediği saptanmıştır (tablo 52).
Tablo 52
Suçun meydana geldiği olay yeri: n
%
Ortak yaşanan mekan
60 38
Açık Alan
47 29,7
Kurbanın evi
23 14,.6
Đşyeri
18 11,4
Saldırganın evi
7
4,4
Başka
2
1,3
Eğlence yeri
1
0,6
e.Suça neden olan hezeyan tipi:
Suç sırasında suçu işleme sebebi incelendiğinde %40.5’inin (n=62) perseküsyon
hezeyanı, %50.3’ünün (n=77)kıskançlık hezeyanı, %4.6’sının (n=7) erotomanik hezeyan,
%2’sinin (n=3) hak arama hezeyanı, %2.6’sının (n=4) grandiyöz hezeyanı doğrultusunda
işlediği anlaşılmıştır (tablo 53).
Tablo 53
Suç sırasında saldırma sebebi N
%
Kıskançlık Hezeyan
77 50,3
Perseküsyon Hezeyanı
62 40,5
Erotomanik Hezeyan
7
4,6
Grandiyöz Hezeyan
4
2,6
Hak arama Hezeyanı
3
2
52
f. Kurbanın cinsiyeti:
Şiddet uygulanan kişilerin (n=151,kişiye yönelik olmayan suçlar dışarıda
bırakılmıştır) cinsiyetleri incelendiğinde %49’unun (n=74) erkek, %48.3’ünün (n=73)
kadın,%2.6’sının da aynı olayda birden fazla kişinin mağdur olduğu saptanmıştır. olduğu
öğrenilmiştir (tablo 54).
Tablo 54
Kurbanın Cinsiyeti N
%
Erkek
74 49
Kadın
73 48,3
Kadın+Erkek
4
2,6
g.Suç öncesi veya suçtan hemen sonra suisid girişimi :
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan ve suç işlemiş olan (n=161) hastaların suç öncesi veya
suçtan hemen sonra suisid girişimi olup olmadığı incelendiğinde hastaların %6.8’inin suisid
girişimi olduğu öğrenilmiştir (tablo 55).
Tablo 55
Suç öncesi veya suçtan hemen
N
%
Evet
11
6,8
Hayır
150 93,2
sonra intihar girişimi olmuş mu?
h.Suç sırasında suç işleyen kişinin kiminle yaşadığı:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan ve suç işlemiş olan (n=161) hastaların suç sırasında
kiminle yaşadıkları incelendiğinde %10.6’sının (n=17) yalnız,%80.7’sinin (n=130) ailesi ile,
%8.7’sinin (n=14) birinci derece akrabalarıyla birlikte yaşadığı öğrenilmiştir (tablo 56).
Tablo 56
Suç sırasında kiminle yaşadığı N
%
Ailesiyle
130 80,7
Yalnız
17
10,6
Birinci derece akrabalarıyla
14
8.7
53
ı.Suç öncesi herhangi bir tedavi kurumunda tedavi ve yatış:
Hezeyanlı bozukluk tanısı olan ve suç işlemiş olan (n=161) hastaların suç öncesi
tedavi ve yatışı incelendiğinde %73.3’ünün (n=118) hezeyanlı bozukluk tanısıyla tedavisinin
olduğu, ancak sadece %12.4’ünün (n=20) suç öncesi bir psikiyatrik kuruma yatışının olduğu
dikkati çekmektedir (tablo 57-58).
Tablo 57
Suç öncesi her hangi bir tedavi kurumunda N
%
hezeyanlı bozukluk tanısıyla tedavisi
Var
118 73,3
Yok
43
26,7
Tablo 58
Suç öncesi psikiyatrik bir kuruma yatışı N
%
Var
20
12.4
Yok
141 87.6
i.Kurban daha önce saldırgan tarafından suç içeren bir eyleme maruz kalmış mı:
Saldırgan tarafından daha önce de suç içeren bir eyleme maruz kalan kurbanların
oranının %17.8 (n=27) olduğu öğrenilmiştir (tablo 59).
Tablo 59
Kurban, daha önce de saldırganın
suç N
%
içeren bir eylemine maruz kalmış mı?
Evet
27
17,8
Hayır
125
82,2
54
j.Hastalık başlama yaşı ile suç sırasındaki yaşın karşılaştırılması:
Hastalık başlama yaşı ile suç sırasındaki yaş arasında pozitif yönde istatistiksel olarak
anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r=0.915, p=0.0001).Hastalık başlama zamanı ile suç işleme
zamanının birbirine yakın olduğu gözlenmiştir (tablo 60).
Tablo 60
Hastalık başlama yaşı
Suç sırasındaki yaşı r
0.915
P
0.0001
N 161
k.Suç türleri ile suç sırasındaki yaş ortalamasının karşılaştırılması:
Suç türleri ile suç sırasındaki yaş ortalamaları arasında anlamlı farklılık gözlenmiştir
(p=0.008). “Diğer suç” (sahtecilik,iftira,suç uydurma gibi) yaş ortalaması öldürmeye teşebbüs
ve yaralama yaş ortalamalarından istatistiksel olarak yüksek bulunmuş (p=0.001,p=0.029),
Geriye kalan suç gruplarının yaş ortalamaları arasında ise istatistiksel farklılık gözlenmemiştir
(p>0.005 ) (tablo 61-62).
Tablo 61
Cinayet
N
Suç sırasındaki yaşı F
57
45,95±15
Öldürmeye teşebbüs 21
p
39,29±7,15
Yaralama
35
43,74±10,22
Diğer
19
54,32±12,84
Tehdit
23
46,43±10,34
Cinsel Saldırı
6
46,83±11,77
3.25 0.008
55
Tablo 62
Tukey Çoklu Karşılaştırma Testi
p
Cinayet/Öldürmeye teşebbüs
0,27
Cinayet/Yaralama
0,96
Cinayet/Diğer
0,101
Cinayet/Tehdit
0,998
Cinayet/cinsel suçlar
0,998
Öldürmeye teşebbüs/Yaralama
0,774
Öldürmeye teşebbüs/Diğer
0,001
Öldürmeye teşebbüs/Tehdit
0,38
Öldürmeye teşebbüs/cinsel suçlar 0,767
Yaralama/Diğer
0,029
Yaralama/Tehdit
0,964
Yaralama/cinsel suçlar
0,993
Diğer/Tehdit
0,298
Diğer/ cinsel suçlar
0,782
Tehdit/ cinsel suçlar
0,998
l.Sosyo-ekonomik durum ve suç arasındaki ilişki:
Sosyo-ekonomik durum ve suç varlığı dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık (p=0.034) gözlenmiştir. Orta alt grupta suç varlığının yüksek olduğu gözlenmiştir
(tablo 63).
Tablo 63
Sosyoekonomik durum Suç Yok
Suç Var
Alt
23 (%7,5)
18 (%11,2)
Orta-Alt
172 (%56,4) 103 (%64)
Orta-Üst
110(%36,1)
χ²:6,73
40 (%24,8) p=0,034
56
5.Hezeyan alt tiplerinin özellikleri:
a.Hezeyan alt tipleri ile birinci derecede akrabalarda olan psikiyatrik hastalık
öyküsünün karşılaştırılması:
Hezeyan tipleri ile akrabalarda var olan psikiyatrik hastalıkları dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0.533) (tablo 64).
Tablo 64
Soygeçmişte Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık
Somatik Grandiyöz Karma
p
hastalık
Yok
150-%70.4
6-%60
148-%72.9 4-%50
7-%77.8
18%81.8 χ²:4.11
Var
63-%29.6
4-%40
55-%27.1
2-%22.2
4-%18.2
4-%50
0.533
b. Hezeyan alt tipleri ile suisid girişimi ve şeklinin karşılaştırılması:
Hezeyan alt tiplerinde intihar girişimi dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptandı (p=0.042).Erotomanik ve somatik hezeyanlı grupta suisid girişimi daha fazla idi
(tablo 65).
Tablo 65
Đntihar
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık
Somatik
Grandiyöz Karma
p
girişimi
Yok
181%84.6
6-%60
175-%86.2 5-%62.5 9-%100
21-%95.5
1 kez
30-%14
4-%40
26-%12.8
2-%25
1-%4.5
χ²:18.8
0-%0
2-%1.0
1-%12.5 0-%0
0-%0
0.042
1 den çok 3-%1.4
0-%0
Hezeyan tipleri ile intihar girişim şekli arasında istatistiksel fark saptanmadı (p=0.144)
(tablo 66).
Tablo 66
Đntiharşekli
Perseküsyon
Erotomanik
Kıskançlık
Somatik
Grandiyöz
Karma
Đlaçla
9-%27.3
3-%75
16-%57.1
2%66.7
0
0
Y.atlama
3-%9.1
1-%25
3-%10.7
0-%0
0
0
χ²:12.1
Ası
21-%63.6
0-%0.0
9-%32.1
1-%33.3
0
1-%100
0.144
57
p
c. Hezeyan alt tipleri ile hastaneye geliş şekline göre karşılaştırılması:
Hezeyan alt tiplerinin hastaneye geliş şekli dağılımları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptandı (p=0.004).Somatik grup dışında tüm gruplarda polis eşliğinde ve yargı
kararıyla geliş fazladır (tablo 67).
Tablo 67
Geliş şekli
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik
Grandiyöz Karma
Kendi isteğiyle
6-%2.8
0
8-%3.9
2-%25
0
0
Yakınları
43-%20.1
3-%30
47-%23.2
3-
0
2-%9.1
3-%33.3
9-
eşliğinde
%37.5
Yakınları
58-%27.1
1-%10
66-%32.5
eşliğinde zorla
Polis
p
3%37.5
eşliğinde 33-%15.4
0
13-%6.4
0-
%40.9
0-
zorla
4-
χ²:40.6
%18.2
Savcılık
ve
74-%34.6
6-%60
69-%34
0-
6-%66.7
mahkeme
7-
0.004
%31.8
kararıyla
d.Hezeyan alt tiplerinin tedaviye uyuma göre karşılaştırılması:
Hezeyan alt tipleri ile tedaviye uyum dağılımları arasında istatistiksel olarak fark
saptanmadı (p=0.294) (tablo 68).
58
Tablo 68
Tedavi uyum
Đlaç
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik Grandiyöz Karma p
bırakarak 45-%21
2-%20
39-%19.2
gelme
1-
3-%33.3
%12.5
Đlaç
kullanımı 8-%8
0-
4-%2.0
5%22.7
2-%25
0
1-
yeterli
%4.5
Hiç
ilaç 43-%20.1
1-%10
42-%20.7
0-
1-%11.1
kullanmıyor
2%9.1
37-%17.3
Düzensiz
2-%20
34-%16.7
1-
1-%11.1
%12.5
81-%37.9
Değerlendirilemedi
5-%50
84-%41.4
7-
χ²:22
%31.8
4-%50
4-%44.4
7-
0.294
%31.8
e.Hezeyan
alt
tiplerinin
geçmişte
alkol
madde
kullanımı
açısından
karşılaştırılması:
Hezeyan tipleri ile geçmişte alkol madde kullanımı dağılımları arasında istatistiksel
fark saptanmadı (p=0131) (tablo 69).
Tablo 69
Alkol Madde
Öyküsü
Perseküsyon Erotomanik
Kıskançlık
Somatik Grandiyöz
Karma
p
Yok
184-%86
7-%70
170-%83.7
8-%100
9-%100
19-%86.4
Alkol
27-%12.6
3-%30
31-%15.3
0
0
2-%9.1
Esrar
0
0
0
0
0
1-%4.5
Karışık madde
1-%0.5
0
1-%0.5
0
0
0
χ²:27
Alkol+Esrar
2-%0.9
0
1-%0.5
0
0
0
0.131
59
f.Hezeyan alt tiplerinin şiddet türü açısından karşılaştırılması:
Hezeyan tipleri ile şiddet türünün dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptandı (p=0.0001). Kıskançlık ve karma tipte kişiye yönelik şiddet,grandiyöz tipte sözel
şiddet belirgin ölçüde fazla idi (tablo 70).
Tablo 70
Şiddet
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık
Somatik
Grandiyöz Karma
49-%22.9
7-
3-%33.3
1-%4.5
0
19-
p
eylemi
Yok
3-%30
13-%6.4
%87.5
Kişiye yönelik
Kendine
99-%46.3
4-%40
165-
0-
%81.3
%86.4
12-%5.6
0-
1-%0.5
0-
0
1-%4.5
7-%3.3
0-
2-%1.0
0-
1-%11.1
0-
χ²:117
47-%22
3-%30
22-%10.8
1-
5-%55.6
1-%4.5
0.0001
yönelik
Mala yönelik
Sözel
%12.5
g.Hezeyan alt tipleri ile şiddet uygulanan kişilerin yakınlık derecesinin
karşılaştırılması:
Hezeyan alt tipleri ile şiddet uygulanan kişinin yakınlık derecesi dağılımları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0.0001).Kıskançlık tipinin yanı sıra karma ve
grandiyöz tiplerde de eşe yönelik şiddet dikkat çekmektedir (tablo 71).
60
Tablo 71
Yakınlık derecesi
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik Grandiyöz Karma
Anne
4-%2.7
0-
2-%1.1
1-%100
0
0
Baba
8-%5.3
0-
0
0
0
0
28-%18.7
1-%14.3
159-
0
2-%40
16-
Eş
%84.6
p
%80
Çocuğu
5-%3.3
0-
3-%1.6
0
0
1%5
Kardeş
11-%7.3
0-
3-%1.6
0
0
0
0-
3-%1.6
0
0
0
64-%42.7
4-%57.1
18-%9.6
0
2-%40
3%15
χ²:226
21-%14.0
2-%28.6
0-
0
1-%20
0
0.0001
Đkinci
derece 9-%6.0
akraba
Arkadaş,dost,yakın
çevre,komşu
Tanımadığı kişiler
h. Hezeyan alt tipleri ile suç türünün karşılaştırılması
Hezeyan alt tipleri ile suç türü dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptandı
(p=0.0001).Cinayet,öldürmeye
teşebbüs
ve
yaralama
gibi
ağır
suçlar
kıskançlık,perseküsyon ve karma tipte belirgin ölçüde fazla idi.Beklendiği gibi, cinsel
saldırıda erotomanik tipte görülmekte idi (tablo 72).
Tablo 72
Suç türü
Cinayet
Öldürmeye
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik
Grandiyöz Karma
17-%23.9
0
0
37-%52.9
0
p
3%37.5
10-%14.1
0
11-%15.7
0
0
0
15-%21.1
0
16-%22.9
0
0
4-
teşebbüs
Yaralama
Diğer
Tehdit
Cinsel saldırı
%50.0
14-%19.7
0
0
5-
0
0
0
1-
%83.3
14-%19.7
1-%16.7
6-%8.6
1%16.7
1-%1.4
5-%83.3
0-
0
61
χ²:170
%12.5
0
0
0.0001
ı.Hezeyan alt tipleri ile kurbanla birlikte yaşam dağılımlarının karşılaştırılması:
Hezeyan türleri ile suç tarihinde birlikte yaşam dağılımları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptandı (p=0.0001).Perseküsyon,erotomanik ve somatik alt tiplerin diğer alt
tiplere göre daha fazla oranda kurbanlarından ayrı yaşadıkları anlaşılmaktadır (tablo 73).
Tablo 73
Kurbanla Birlikte Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik Grandiyöz Karma p
yaşama
Evet
12-%18.5
0
45-%64.3
1-%25
0
6-%75
χ²:37.4
Hayır
53-%81.5
6-%100
25-%35.7
3-%75
0
2-%25
0.0001
i. Hezeyan alt tipleri ile kurbanın cinsiyetinin karşılaştırılması:
Hezeyan alt tipleri ile kurbanın cinsiyeti dağılımları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptandı (p=0.0001). Kıskançlık, erotomanik ve karma alt tiplerin mağdurlarının
çoğunlukla kadın; perseküsyon alt tipinin erkeklerden oluştukları görülmektedir (tablo 74).
Tablo 74
Kurbanın Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik Grandiyöz Karma
p
cinsiyeti
Erkek
49-%77.8
0
22-%31.4
2-%50
0
1-%12.5
Kadın
12-%19
6-%100
47-%67.1
2-%50
0
6-%75
Kadın+
2-%3.2
0
1-%1.4
0
0
1-%12.5 0.0001
χ²:44.6
Erkek
j. Hezeyan alt tipleri ile yatış sayısı ve süresinin karşılaştırılması:
Hezeyan tiplerinin
yatış sayısı ve süresi ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptanmadı (p=0.664) (tablo 75).
62
Tablo 75
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık Somatik
Y.S 1,84±1,43
1,5±0,97
1,63±1,33
Grandiyöz Karma
1,5±0,93 1,56±0,73
p
1,77±1,23 0.664
Y.S=Yatış sayısı
k. Hezeyan alt tiplerinin suç sayısı ve suçsırasındaki yaş ortalamalarının
karşılaştırılması:
Hezeyan alt tiplerinin suç sayısı ve suç sırasındaki yaş ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.511) (tablo 76).
Tablo 76
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık
S.S
1,08±0,28
S.Y 47,75±14,4
Somatik Grandiyöz
Karma
p
1±0
0.783
1±0
1,04±0,2
1±0
43±10,71
43,8±10,79
42,83±10,09 48,13±13,62 0.511
S.S=Suç sayısı
S.Y=Suç sırasındaki yaşı
l. Hezeyan alt tiplerinin ilk tedavi yaşlarının karşılaştırılması:
Hezeyan alt tiplerinin ilk tedavi yaşları ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı (p=0.449) (tablo 77).
Tablo 77
Perseküsyon Erotomanik Kıskançlık
T.Y 43,47±12,61 41,6±8,83
Somatik
Grandiyöz
Karma
p
43,69±10,51 36,75±8,99 38,78±9,87 44,64±11,51 0.449
T.Y=Đlk tedavi yaşı
63
TARTIŞMA
Çalışmamızda hezeyanlı bozukluk tanısı alan 466 hastanın %18.9’unun
kadın
%81.1’inin erkek olduğu saptanmıştır. Oysa hezeyanlı bozuklukla ilgili yapılan çalışmalarda
kadın oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir (1). Hsiao ve arkadaşlarının yaptığı
retrospektif bir çalışmada ise kadın ve erkeklerde eşit oranda olduğu bildirilmiştir (11).
Araştırmamızda erkek hasta oranının yüksek olma sebebi, ülkemizde erkeklerde daha fazla
görülmesiyle veya kadın hastaların yatarak değil belki de ayaktan takipte olmasıyla ya da
erkeklerde başta kişiye yönelik olmak üzere şiddetin daha fazla olması nedeniyle daha sık
yatışla açıklanabilir. Çalışmaya sadece yatarak tedavi gören hastalar alınmış olduğu için
ayaktan tedavideki oranlar araştırılmamıştır.
Yaş açısından değerlendirildiğinde kadın ve erkek hastaların yatış yaşları ortalaması
birbirine yakın bulunmuştur (kadın 44.7+9.17, erkek 45.68+11.99). Ayrıca hastalık başlama
yaşları da birbirine yakın bulunmuştur (kadın 40.61+8.79, erkek 41.69+10.71). 2007 yılında
Erkek ve kadında hezeyanlı bozukluğun karşılaştırması amacıyla Hindistan’da yapılan
kapsamlı çalışma sonucunda; kadın hastaların semptom başlangıcı ve kliniğe ilk başvuru
açısından erkek hastalardan belirgin şekilde daha ileri yaşta olduğu bildirilmiştir (kadınlarda
ortalama yaş 35.7+1.7, erkeklerde 27.5+1.2). Ayrıca bazı çalışmalarda kadın ve erkekte
başlama yaşı arasında anlamlı fark olmadığı ve daha çok 40’lı yaşlarda başladığı
bildirilmektedir (1,11). Bizim çalışmamızda da hastalık başlama yaşı 40’lı yaşlar olarak
saptanmıştır.
Çalışmaya alınan hem kadın hem de erkek hasta gruplarında evli olanların oranı
yüksektir. Bu hezeyanlı bozukluğun sosyal işlevsellikte belirgin azalmaya yol açmaması ile
ilişkili olabileceği gibi, ülkemizde boşanma oranlarının son yıllarda giderek artmasına rağmen
hala diğer ülkelere oranla daha düşük olması (44), Türkiye’de kronik bir hastalığın ve
hastalığa bağlı işlevsellikte azalmanın varlığında dahi, ülkenin sosyo-kültürel özelliklerinin
etkisiyle evliliğin devam etmesiyle açıklanabilir.Çalışmamızda iki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark saptanmamıştır (44). Objordsmoen 30 yıl boyunca izlediği hezeyanlı
bozukluk hastalarının yaklaşık %80’inin evlilik hayatını sürdürmekte olduğunu görmüştür
(48).
64
Çalışmaya alınan hastaların eğitim durumuna bakıldığında
ilköğretim mezunu olanların oranı belirgin olarak
her iki grupta da
daha yüksek bulunmuştur. Đki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Bu durumun ülkemiz nüfusunun
çoğunluğunu ilköğretim mezunlarının oluşturması ve hastanemize başvuran hastaların genel
olarak düşük eğitim düzeyinde olması ile bağlantılı olabilir.
Çalışmamızda yer alan iki grup meslek dağılımı yönünden incelendiğinde, kadın
hastaların olduğu grupta ev hanımı, erkek hastalardan oluşan ikinci grupta ise serbest meslek
sahiplerinin daha yüksek oranda olduğu
görülmektedir. Bu durum kadınlar açısından,
ülkemizde kadınların eğitim ve meslek edinme oranlarının daha düşük olması ve buna bağlı
olarak çalışma şartlarının kadınlar için daha elverişsiz olmasıyla açıklanabilir. Mesleki
alanda gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Erkek hastalarda meslek
sahibi olanların oranı bariz yüksek bulunmuştur. Bunun sebebi olarak da ülkemizde çalışma
şartlarının daha çok erkekler için şekillendirilmiş olmasıyla açıklayabiliriz.
Hastaların çalışma durumu değerlendirildiğinde
kadın olan grupta ev hanımı oranı
yüksek olduğu ve onlar dışarıda tutulduğunda düzenli çalışabilirlik oranının oldukça yüksek
olduğu (yaklaşık %50) saptanmıştır. Bu durum hastalığın işlevsellikte oluşturduğu kaybın
yüksek olmadığı fikrini doğrular niteliktedir. Objordsmoen 30 yıl boyunca izlediği hezeyanlı
bozukluk hastalarının yaklaşık %52’sinin çalışma hayatını sürdürmekte olduğunu görmüştür
(48). Elde ettiğimiz bu sonuç hezeyanlı bozukluk ve şizofreninin işlevsellikle ilgili
karşılaştırılmasının yapıldığı Hindistan’dan bir çalışmada hezeyanlı bozuklukta işlevselliğin
oldukça korunur olduğu şeklindeki çıkan sonuçlarla uyumludur (1). Bu bozuklukta
hezeyanların doğrudan etkileri dışarıda bırakılacak olursa psikososyal işlevselliğin belirgin
şekilde bozulmadığına dair veriler bulunmaktadır (7).
Hastaların sosyo-ekonomik düzeyleri, Dünya Bankasının belirlediği düşük, orta-alt,
orta-üst ve üst seviye olmak üzere dört alt grupta kategorize edilmiştir (46). Her iki grupta da
hastaların sosyoekonomik düzeylerinin orta alt seviyede yoğunlaştığı görülmektedir. Zaten
daha önce de belirtildiği gibi hastanemize başvurular daha çok bu grup sosyo-ekonomik
düzeydeki kişilerden oluşmaktadır. Đki grup arasında, alt sosyo-ekonomik düzeyde yer alan
erkek hasta oranının daha yüksek olduğu şeklinde bir fark saptanmıştır. Ayrıca her iki grupta
da üst sosyo-ekonomik seviyede hasta saptanmamıştır.Hezeyanlı bozukluğun alt sosyo65
ekonomik düzeydeki insanlarda daha sık görüldüğüne dair veriler olmakla birlikte (7), bu
verileri doğrulayacak yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
Çalışmamızda hastalar doğdukları şehrin içinde bulunduğu coğrafi bölgeler açısından
değerlendirildiğinde; Karadeniz Bölgesinde doğmuş hasta oranının %33.5 ile en yüksek
olduğu saptanmıştır. Bu fark hastanemize daha çok o bölgede doğmuş kişilerin
başvurmasıyla oluşabileceği gibi aynı zamanda kültürel farklılıkların hastalığın ortaya
çıkışını etkileyip etkilemediği sorusunu akla getirmektedir, ancak bunun anlaşılması için
oldukça ayrıntılı çalışma yapılması gerekmektedir. Doğdukları coğrafi bölge açısından iki
grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.
Çalışmamızdaki hastalar yaşadıkları coğrafi bölge açısından
değerlendirildiğinde,
Marmara Bölgesinde yaşayan hasta oranının oldukça yüksek olduğu saptanmıştır. Bu
hastanemizin Marmara Bölgesinde olmasından ve bölgenin oldukça fazla göç almasından
kaynaklanıyor olabilir.
Çalışmaya alınan hastaların kiminle yaşadığına bakıldığında;
hastaların da daha çok eş ve çocuklarıyla
her iki gruptaki
birlikte yaşadıkları anlaşılmıştır. Bu durum
hezeyanlı bozuklukta yüksek oranda yeti yitiminin olmaması ve yaşam kalitesinin fazla
bozulmaması, evlenme ve evliliği sürdürme açısından bu durumun
ciddi engel teşkil
etmediğini düşündürmektedir. Her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır.
Hastalar sosyal destek yönünden değerlendirildiğinde; sosyal desteğin olmadığı kısıtlı
bir grup olduğu, diğer hastaların ise sosyal desteğinin yeterli veya kısmen yeterli olduğu
saptanmıştır. Sosyal desteğin yeterli olması, toplumumuzun sosyo-kültürel yapısı gereği
hastalıklarda
ailenin koruyucu bir rol oynaması ve psikiyatrik ve/veya
fiziksel diğer
hastalıklarda da bu destekleyici özelliğin ortaya çıkması ile ilişkilendirilebilir.
Hastaların sosyal güvenceleri değerlendirildiğinde iki grup arasında
bir fark
saptanmıştır. Kadın hastaların sosyal güvence oranının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Bunun sebebi ülkemizde kadınların evli değilse veya düzenli bir işte çalışmıyorsa
ebeveynlerinin sosyal haklarından faydalanma imkanları olmasından kaynaklanabileceği gibi,
sosyal güvencesi olmayan kadın hastaların hastaneye yatırılmaması ve ayaktan tedavi ediliyor
olması veya tedavisiz kalmaları anlamına geliyor olabilir.
Hastaların tanısal özellikleri açısından
değerlendirildiğinde çalışmaya alınan 523
hastadan 57’sinin izlemde tanılarının değiştiği saptanmıştır. %8’inin tanısı şizofreni, %3’ünün
tanısı affektif bozukluk olarak değişmiştir. Hezeyanlı bozuklukla ilgili uzun dönemli takip
çalışmalarında vakaların %3-28 arasında bir oranı sırasında şizofreni, %3-8 arasında bir oranı
66
affektif bozukluk tanılarını aldığı ve gerisinin aynı kaldığı görülmüştür (1) ve bizim
çalışmamızın sonuçları da bu çalışmayla uyumlu olarak çıkmıştır.
Hastalar klinik özellikleri açısından değerlendirildiğinde soygeçmişlerinde psikiyatrik
hastalık
bulunma oranı % 28.4 olarak bulunmuştur. Hindistan’da yapılan
soygeçmişte psikiyatrik hastalık
çalışmada
çalışmada
bulunma oranı %18.7 olarak bulunmuştur. Ancak bu
öykü yetersizliğinden dolayı doğru oranı yansıtmadığı görüşü hakimdir (1).
Hastaların ailelerinde psikiyatrik hastalık oranlarının artmış olması beklenen bir durumdur ve
bulguların literatürle uyumlu olduğu söylenebilir.
Hastaların soygeçmişlerinde (birinci derece akrabalarında) bulunan psikiyatrik
hastalıkların dağılımına bakıldığında psikotik bozukluk oranının yüksek olduğu saptanmıştır.
Bizim çalışmamızda hezeyanlı bozukluk olarak daha spesifik tanıyla ilgili bilgi
toplanamamıştır. Psikotik bozukluk kadar sık olmasa da depresyon tanısının da sık görüldüğü
saptanmıştır. Hezeyanlı bozukluk hastalarının ailesinde olan
hezeyanlı bozukluk oranını
araştıran bir çalışma yapılmamıştır.
Hastaların soy geçmişlerinde homisid ve suisid oranları incelendiğinde homisid oranı
%7.5, suisid oranı ise %4.5 olarak tespit edilmiştir. Hezeyanlı bozukluk tanılı hastaların soy
geçmişlerindeki homisid ve susid oranlarını
araştırmaya yönelik kapsamlı bir çalışma
yapılmamıştır.
Çalışmaya alınan hastaların hezeyanlı bozukluk tanısı konulmadan önce başka bir
psikiyatrik tanı ile tedavileri araştırıldığında %10.5 gibi bir oranının depresyon tanısıyla
tedavi gördüğü anlaşılmıştır.Tabloya bir başka yaklaşımla %15.5 oranında bir gruba
antipsikotik kullanımı gerektirmeyen tanılar konulmuştur. Bazı psikopatolojistler hezeyanlı
bozukluğun prodromal dönemde dekompansatuar ve dağınık fazını tanımlamışlardır. Bu
depresif semptomların baskın olduğu ve ileri derecede rahatsız edici bir fazdır. Bu dönemde
bazı hastalar antidepresanlara ve nöroleptiklere yanıt vermişlerdir (11). Hsiao ve
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hastaların %43’ünün depresif semptomlarla
geldiği
saptanmıştır. Çalışmamızda hastalığın ilk depresif semptomlarla başlayıp daha sonra
hezeyanların
eklendiği
bir
tablo
olabileceğini
ayrıntılandırabilecek
kadar
veri
toplanamamıştır.
Kişilik bozukluğu varlığı incelendiğinde özellikle paranoid (%4.3) ve antisosyal
(%2.1) kişilik bozukluğunun diğerlerinden daha sık görüldüğü tespit edilmiştir. Paranoid
kişilik bozukluğu hezeyanlı bozukluğun premorbid başlangıç sekli olarak da varsayılmaktadır
(7).
67
Geçmişte alkol ve madde kullanımı değerlendirildiğinde %13.5 ‘inin geçmişte alkol
kullanımının olduğu ve kadınların ise alkol ve madde kullanmadıkları dolayısıyla kadın ve
erkek arasında anlamlı bir fark olduğu anlaşılmıştır. Çalışmamızda halen madde kullanımı
olan ve madde kullanımına bağlı hezeyanları olan hastalar dışlanmıştır. Ülkemizde kadınlarda
alkol ve madde kullanım oranının erkeklerden çok az olduğu bilinmektedir (7).
Suisid girişimleri sayı ve yöntem açısından değerlendirildiğinde %13.5’inin bir kez,
%1.3’ünün ise birden fazla suisid girişimi olduğu saptanmıştır. Literatürde hezeyanlı
bozukluk hastalarında yaşam boyu suisid girişimi sıklığı %8 olarak bildirilmiştir (11). Suisid
yöntemleri açısından ise en fazla ası ve ardından ilaçla girişim gelmektedir. Ülkemizde kırsal
kesimde daha yoğunluklu olmak üzere ası ile suisid girişiminin ilk sırada yer aldığı
bilinmektedir. Fakat şehirli kadınlarda daha çok çeşitli kimyasal maddelerle suisid girişimi
öne çıkmaktadır (47). Çalışmamızdaki hastaların yoğunluklu olarak erkek hasta olduğu göz
önünde bulundurulduğunda önceki araştırmalarla uyumlu olduğu görülmüştür.
Eşlik eden tıbbi hastalıklardan özellikle
işitme kaybı; hezeyanlı bozukluğun
etiyolojisinde yer ( 49) almasından dolayı araştırıldı ve hastaların %3.2’sinde işitme kaybı
saptandı.
Hezeyan alt tiplerinin görülme sıklığına bakıldığında en sık perseküsyon (kötülük
görme) tipinin görüldüğü bulunmuştur (%45.9). Yamada ve arkadaşlarının yaptığı çalışma ve
literatür taramasında da alt tiplerin dağılımına bakıldığında, persekütuar (kötülük görme)
%70.9, karışık tip %14, kıskançlık tipi %8.1, somatik tip %2.3, erotomanik tip %1.2 oranında
saptanmıştır (4,11). Çalışmamızda ikinci en sık görülen alt tip kıskançlık olarak
saptanmıştır(%43.6). Ardından karma tip, erotomanik tip, grandiyöz tip, somatik tip
gelmektedir. Çalışmamız sonucunda diğer çalışmalardan farklı olarak kıskançlık tipinin
ülkemizde sık görüldüğü tespit edilmiştir.
Hezeyan alt tiplerinin cinsiyetler arası karşılaştırmasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmuştur. Perseküsyon ve erotomanik tipin kadınlarda, kıskançlık ve karma tipin
ise erkeklerde fazla bulunduğu görülmüştür. Rudden adlı araştırmacının yaptığı çalışmada
cinsiyetler arasında sadece erotomanik hezeyanların faklılık gösterdiği ve kadınlarda daha
fazla olduğu bulunmuştur. Ancak bu çalışma da tanı DSM III’e göre konulmuş ve karma tip
alınmamıştır. Ayrıca kıskançlık tipinin erkeklerde daha sık görüldüğüne dair literatür vardır
(49).
Hezeyan alt tiplerinin kendi arasında karşılaştırmalarında;Hezeyanlı bozukluk alt
tipine göre soygeçmişte hastalık görülmesi açısından istatistiksel olarak fark bulunmadı. Alt
tiplerin karşılaştırılmasıyla ilgili yapılmış pek az çalışma bulunmaktadır. Erotomanik alt tipin
68
diğerleriyle karşılaştırılması amacıyla yapılmış bir çalışmada aile öyküsü açısından ortak
özellikler mevcut sadece erotomanik grupta aile öyküsünde şizofreni oranı daha düşük
bulunmuştur (16). Çalışmamız da literatürle kısmen uyumludur.
Hezeyanlı bozukluk alt tiplerinde suicid girişimi açısından anlamlı fark saptandı, en
fazla suisid girişimi erotomanik tipte saptandı. Đzlem çalışmalarında erotomanik, kıskançlık,
ve kötülük görme tiplerinde intihar riskinin daha yüksek olduğu bildirilmiştir (50).
Çalışmamızın sonucu literatür bilgileriyle uyumludur. Đntihar şekli açısından ise alt tipler
arasında anlamlı fark saptanmadı.
Alt tiplerin hastaneye geliş şekline göre yapılan karşılaştırmada anlamlı fark saptandı.
Kendi isteğiyle gelmeye en çok somatik tipte, savcılık ve mahkeme kararıyla gelmeye ise
grandiyöz ve erotomanik tipte rastlanmaktadır.
Alt tiplerin tedaviye uyum açısından karşılaştırılmasında, geçmişte alkol madde
kullanımı açısından karşılaştırılmasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır.
Alt tiplerin şiddet eylemi açısından karşılaştırılmasında ise istatistiksel olarak fark
bulunmuştur. En az şiddet eylem, somatik tipte; kişiye yönelik şiddet, kıskançlık ve karma
tipte; sözel şiddet en fazla grandiyöz tipte saptanmıştır. Şiddet uygulanan kişinin yakınlık
derecesi açısından karşılaştırılmasında istatistiksel olarak fark bulundu; en fazla eşe şiddet;
kıskançlık tipinde tespit edilmiştir.
Alt tiplerin suç türü dağılımı açısından karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmuştur. En fazla cinayet kıskançlık tipinde, en fazla cinsel saldırı erotomanik tipte
saptanmıştır.
Adli psikiyatri alanında yapılan çalışmalarda daha çok erotomanik, kıskançlık ve
perseküsyon hezeyanlarının özellikle üzerinde durulmaktadır. Adli açıdan risk işaretlerinin
belirlenmesi oldukça önemlidir; kişinin fonksiyonelliği ve davranışları risk belirlenimi için
yeterli öngörüleri sağlıyor olsa bile
erotomanik, kıskançlık ve perseküsyon hezeyanları
bulunan bireylerin şiddet eğilimlerinin genel popülasyona göre daha yüksek olduğu
bilinmelidir (3).
Alt tiplerin suç sırasında kurbanla yaşama oranları karşılaştırıldığında özellikle
kıskançlık ve karma alt tipinde daha çok birlikte yaşadığı kişiye karşı suç işlediği
görülmüştür. Kıskançlık ve karma tipte de daha çok eşe şiddet uygulandığı göz önüne alınırsa
ve kıskançlık tipinde semptomların eşten ayrılma durumunda azaldığı bilindiğinden suçu eşle
birlikte yaşıyorken daha fazla işlemesi beklenen bir sonuçtur (49).
69
Alt tiplerle kurbanın cinsiyeti açısından karşılaştırılmasında istatistiksel olarak fark
saptandı. Perseküsyon hezeyanı dışında diğer hezeyanlı alt tiplerinde kurbanın daha çok kadın
olduğu tespit edildi. Toplam kurban sayısında cinsiyet arasında fark bulunmadı.
Alt tiplerin yatış sayısı ve süreleri açısından, suç sayısı ve suç sırasındaki yaş
ortalamalarının karşılaştırılmasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır.
Alt tiplerin ilk tedavi yaşlarının karşılaştırılmasında somatik tip hezeyanın ilk başvuru
yaşının diğerlerinden daha genç olduğu görülmesine rağmen istatistiksel olarak fark
bulunmamıştır. Literatürde hastaneye başvuru yaşı ile hezeyan alt tipi arasında ilişki olduğu
bildirilmiştir. Genç yaşın somatik tiple birlikteliği ,ileri yaşın ise perseküsyon alt tipiyle
birlikteliği dikkat çekmiştir. Bizim bulgularımızda bu bilgi ile uyumlu olmakla
birlikte,istatistiksel anlamlılık düzeyinde değildir (1,2).
Hezeyanlı bozukluğun alt tiplerinin karşılaştırılmasıyla ilgili yapılmış pek az çalışma
bulunmaktadır.
Tedavi protokolü açısından yapılan değerlendirme sonucuna göre hastaların
%85.4’ünde ilk olarak antipsikotik bir ilaçla tedaviye başlandığı görülmüştür, %12’sinde ise
antidepresan bir ilaçla tedaviye başlandığı görülmüştür. Marino ve arkadaşlarının
çalışmasında hezeyanlı bozukluk hastalarının önemli bir kısmında depresyon atağı, hezeyanlı
bozukluk atağından önemli bir zaman aralığı önce meydana geliyordu (11). Hezeyanlı
bozukluğun prodromal döneminde dekompansatuar ve depresif semptomların olduğu ve
antidepresanlara yanıt verdiği görülmüştür (11).
Kullanılan tedavi protokolü açısından değerlendirildiğinde çalışmamızda ağırlıklı
olarak tipik antipsikotiklerin kullanıldığı, haloperidol ve pimozidin en sık kullanılan tipik
antipsikotikler olduğu saptanmıştır. Atipik antipsikotik kullanımı da tipiklerden az olmakla
birlikte hastaların yaklaşık 1/3ünde tercih edilmiştir. Ağırlıklı olarak risperidon ve
olanzapinin tercih edildiği görülmüştür. Munro ve Mok 1980’den önce hezeyanlı bozukluk
tedavisinde çeşitli nöroleptiklerin kullanıldığını, fakat 1980’den sonra pimozidin tek başına en
çok kullanılan ilaç olduğunu bildirmişlerdir. Pimozid tedavisina diğer birinci kuşak
antipsikotiklerden (haloperidol,tiyoridazin,klorpromazin vs) daha yüksek oranda yanıt
alındığı
bildirilmiştir.
Hindistan
da
yazılan
makalelerde
haloperidol,
trifluperazin,klorpromazin ile hastalarda iyi sonuçlar alındığı bildirilmiştir. Risperidonla da
belirgin faydalı etkiler görüldüğü bildirilmektedir. Klozapin,olanzapin,aripiprazol ile tedaviye
yanıt veren olgu bildirimleri az sayıda olmasına rağmen vardır (1,15).
Depo antipsikotik kullanımı %22.5 olarak tespit edilmiştir. Özellikle ilaçların
kendisine zarar vereceği düşüncesiyle almayı ısrarla red eden hastalarda depo antipsikotikler
70
tedavi seçeneği olabilir (29). Çalışmamızda özellikle tedavi uyumu iyi olmayan, suç ve şiddet
öyküsü olan hastalarda depo antipsikotiklerin tercih edildiği saptanmıştır.
Duygu durum dengeleyici tercih edilen hasta %1.7 olarak bulunmuştur. Antipsikotik
tedaviye yanıt vermeyen hastalarda lityum ve karbamazepin denenebileceği ve kısmen yanıt
alındığına dair olgu bildirimleri vardır (50).
Tedaviye uyum açısından değerlendirme yapıldığında, düzenli ilaç kullanan ve hastane
kontrollerine düzenli giden hasta sayısının yok denecek kadar az olduğu saptandı. Hastaların
önemli bir bölümünün düzenli ilaç kullanmayı reddettiği ve ilaçlarını bıraktıktan sonra
hastaneye yatış gerektiği saptanmıştır. Hastaların hezeyanlarıyla ilgili içgörüleri olmadığı için
hezeyanlı bozukluk tanılı kişiler ilaç kullanmaya karşı dirençlidirler (51). Tedaviye uyum
açısından kadın ve erkek hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.
Tipik ve atipik antipsikotik kullanan hastalar yatış sayısı,yatış süresi, tedaviye uyumu
ve hastaneye geliş şekilleriaçısından
karşılaştırıldığında; yatış sayıları dışında aralarında
anlamlı bir fark bulunmadı. Atipik antipsikotik kullananlarda yatış sayısı biraz daha düşük
olarak bulundu.Tedaviye uyum açısından tipik ve atipik kullanımı arasında fark olmaması çok
önemli olabilir.
Tedaviyle ilgili sonuç olarak hezeyanlı bozukluk hastalarının tedaviyi reddettiği ve
tipik veya atipik antipsikotik kullanımı arasında ciddi farkların olmadığı söylenebilir.
Çalışmaya alınan hastaların hastaneye geliş şekilleri incelendiğinde kendi isteğiyle
gelenlerin oranlarının çok düşük olduğu, ağırlıklı grubun yakınları veya polis eşliğinde zorla
getirildiği tespit edilmiştir. Hastaların hezeyanlarıyla ilgili iç görüleri olmadığı için kendi
istekleriyle muayeneye gitmemeleri beklenen bir sonuçtur. Hezeyanlı bozuklukta işlevselliğin
iyi olması ve hezeyan dışındaki alanlarda çok ciddi sorunlar yaşanmaması nedeniyle, hastalar
ağırlıklı olarak şiddet kullandığı veya suç işlediği zaman zorla getirilmektedir.
Kadın ve erkek hastalar hastaneye geliş şekilleri
açısından karşılaştırıldığında
aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Kadın hastalar daha çok yakınları
eşliğinde veya yakınları eşliğinde zorla getirilirken, erkek hastalar daha çok yakınları
eşliğinde zorla veya savcılık ve mahkeme kararıyla getirilmiştir. Erkek hastaların daha çok
mahkeme ve savcılık kararıyla getirilmesi beklenen bir sonuçtur çünkü çalışmamızda ki suç
işleyen hastaların hemen tamamı erkek hastalardan oluşmaktadır.
Çalışmamızdan oldukça yüksek oranda hastanın şiddet
anlaşılmıştır. Kişiye yönelik şiddet ve
sözel şiddet
eyleminde bulunduğu
oranları daha yüksek bulunmuştur.
Erotomanik, kıskançlık ve perseküsyon hezeyanları bulunan bireylerin şiddet eğilimlerinin
genel popülasyona göre daha yüksek olduğu bildirilmiştir (3). Çalışmamızda kadın ve erkek
71
hastalarda
şiddet türü açısından yapılan karşılaştırmada istatistiksel olarak anlamlı fark
saptandı. Erkeklerde kişiye yönelik şiddet daha fazla iken, kadınlarda sözel şiddetin daha
fazla olduğu saptanmıştır.Bu durumun çalışmamızda kadın hasta sayısının az olma sebebi
olarak da anlamı olabilir. Hezeyanlı bozukluk hastaları daha çok şiddet uygulamaya başladığı
zamanlarda yakınları tarafından zorla veya polis tarafından zorla getirilmektedir. Kadın
hastalar daha az şiddet uyguladığı ve daha çok sözel şiddet gösterdikleri için hastaneye daha
az sıklıkla getiriliyor olabilir.
Şiddet uygulanan kişinin yakınlık derecesine bakıldığında; en çok şiddetin eşe ve
komşu, dost, arkadaş gibi yakın çevreye uygulandığı görülmüştür. Şiddet uygulanan kişilerin
yakınlık derecesi açısından kadın ve erkek arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır.
Çalışmamızda hezeyanlı bozukluk tanısı koyulan hastaların önemli bir oranının suç
sonrasında yatışının yapıldığı anlaşılmıştır. %34.5’inin suç işlemiş olduğu ve birden fazla suç
oranının oldukça düşük olduğu tespit edilmiştir. Suç işleyen hastaların tamamına yakını
cinsiyeti çok ağırlıkla erkeklerden oluşmakta idi. Suç türleri; sıklığa göre cinayet, yaralama,
tehdit olarak sıralanmakta idi. Hezeyanlı bozukluk ve suç türleriyle ilgili yapılmış pek az
çalışma vardır. Suç işleyen kadın hasta sayısı çok az olduğu için cinsiyetler arası karşılaştırma
da yapılamamıştır.
Suçun meydana geldiği olay yerlerine bakıldığında, ortak yaşanan mekan ve açık
alanda suçun daha fazla işlendiği anlaşılmıştır.Literatürde suçun işlendiği yerle ilgili yapılmış
bir çalışmaya rastlayamadık. Çalışmamızda şiddet uygulanan kişilerin daha çok eş ve yakın
çevre olduğu düşünülürse suç işlenen yerin ortak yaşanan mekanın olması beklenen sonuçtur.
Suç sırasında suçu işleme sebebi ve hezeyanla bağlantısı incelendiğinde ağırlıklı
olarak kıskançlık ve perseküsyon hezeyanı doğrultusunda suçun işlendiği anlaşılmıştır.
Literatürdeki suçun en fazla erotomanik, kıskançlık ve perseküsyon hezeyanı doğrultusunda
işlendiğine dair verilerle çalışmamızda çıkan sonuçlar birbiriyle uyumludur.
Suç öncesi veya suçtan hemen sonra intihar girişimi değerlendirildiğinde, %6.8’inin
intihar girişiminde bulunduğu saptanmıştır. Hezeyanlı bozukluk hastalarının uzun dönem
izlem çalışmalarında %8’inde intihar girişimi olduğu bildirilmiştir (11).
Suç işleyen hezeyanlı bozukluk vakalarının suç sırasında sosyal desteklerinin kötü
olmadığı, %80.7’sinin ailesiyle birlikte yaşadığı anlaşılmıştır. Ancak sosyoekonomik durum
ve suç ilişkisi değerlendirildiğinde, sosyoekonomik durumu orta- alt olan grupta suçun daha
fazla olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda vakaların büyük bir oranının da sosyo-ekonomik
düzey açısından orta- alt seviyede yoğunlaştığı görülmektedir.
72
Hastalık başlama yaşı ve suç sırasındaki yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
korelasyon gözlenmiştir.Hastalık başlama zamanı ile suç işleme zamanının birbirine yakınlığı
gözlenmiştir.
Suç türleri ile suç sırasındaki yaş ortalamaları arasında anlamlı farklılık gözlenmiştir.
Sahtecilik, iftira, suç uydurma gibi suçların bulunduğu diğer suçlar grubunun yaş ortalaması,
öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarının bulunduğu grubun yaş ortalamasından yüksek
bulunmuştur.Geriye kalan suç gruplarının yaş ortalamaları arasında ise istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir.
Hezeyanlı bozuklukta suç özelliklerini araştıran çalışma sayısı azdır.
Hezeyanlı bozukluğun ülkemizdeki profili ve bağlantılı parametrelerin araştırılması
amacıyla yapılan çalışmanın verileri ışığında sonuçların
prospektif çalışmalarla
desteklenmesi gerekmektedir.
Kısıtlılıklar
1.Bu konuda daha geniş örneklem grubu ile prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
2.Bizim
çalışmamızda
hastalarla
görüşme
yapılmadığı
için
tedaviye
yanıt
değerlendirilememiştir.
3.Suç sonrasında hezeyanlar yatıştıktan sonraki klinik değerlendirme yapılamamıştır.
4.Literatürde fazla çalışma olmadığı için karşılaştırma yapılamamıştır.
73
SONUÇ
Bu çalışmanın sonuçları özetlenecek olursa;
1.Hezeyanlı bozukluk tanısı alan hastalarda erkek oranı fazladır.
2.Hastalık başlama yaşının her iki cinsiyette de 40 ‘lı yaşlar olduğu, ayrıca hastaneye
yatış yaşlarının da yakın olduğu bulunmuştur.
3.Her iki cinsiyet için evli olma oranının yüksek olduğu tespit edilmiştir.
4.Hastalığın işlevsellikte oluşturduğu kaybın yüksek olmadığı fikrini doğrular nitelikte
sonuçlar bulunmuştur.
5.Hastaların
sosyo-ekonomik
düzeylerinin
orta
alt
seviyede
yoğunlaştığı
görülmektedir.
6.Sosyal destekleri yeterli olan hastalar çoğunluktadır.
7.Đki cinsiyet arasında önemli fark olmamakla birlikte Karadeniz Bölgesi’nde doğmuş
hasta oranı yüksek bulunmuştur.
8.%10 ‘luk bir grubun takiplerde tanısı değişmiştir.
9.Hastaların soygeçmişlerinde psikiyatrik hastalık oranlarının artmış olduğu ve
psikotik bozukluk oranının yüksek olduğu saptanmıştır.
10.Premorbid paranoid ve antisosyal kişilik bozukluklarının
diğerlerinden sık
görüldüğü tespit edilmiştir.
11. %15 gibi ciddi bir oranda hastanın suisid girişiminde bulunduğu, ağırlıkla ası ve
ilaçla girişimi tercih ettiği saptanmıştır.
12.%3.2 hastada işitme kaybı bulunmaktadır.
13.Hezeyan alt tipleri sıklık sırasına göre; perseküsyon, kıskançlık, karma,
erotomanik, grandiyöz, somatiktir.
14.Kıskançlık ve karma alt tiplerin erkeklerde, perseküsyon ve erotomanik alt tiplerin
kadınlarda fazla bulunduğu görülmüştür.
15.Suisid girişiminin en fazla erotomanik tipte olduğu görülmüştür.
16.Somatik alt tip dışında hastaneye kendi istekleri dışında zorla getirilmektedirler.
17.Şiddet eylemi en az somatik tipte,kişiye yönelik şiddet en fazla kıskançlık ve karma
tipte tespit edildi.
18.En fazla şiddetin eşe uygulandığı saptanmıştır.
19.Haloperidol ve pimozidin en fazla kullanılan tipik antipsikotikler, risperidon ve
olanzapinin de en fazla kullanılan atipik antipsikotik olduğu görülmüştür.
74
20.Tipik ve atipik antipsikotik kullanan hastalarda; yatış süresi, tedaviye uyum,
hastaneye geliş şekilleri açısından önemli fark tespit edilmedi.
21.Hezeyanlı bozukluk hastalarının içgörüleri olmadığı için kendi istekleriyle
kontrollere gelmediği saptanmıştır.Kadın hastalar yakınları eşliğinde, erkek hastalar ise daha
çok polis ve yargı yoluyla getirilmiştir.
22.Yüksek oranda hastanın şiddet eyleminde bulunduğu anlaşılmıştır.En fazla eşe ve
yakın çevreye uygulandığı saptanmıştır.
23.Suç işlemiş hasta oranı yüksektir.Suç türleri sıklığına göre cinayet, yaralama, tehdit
olarak sıralanmakta idi.
24.En fazla kıskançlık ve perseküsyon hezeyanı doğrultusunda suç işlendiği
saptanmıştır.
25.Öldürmeye teşebbüs, yaralama gibi suçların işlendiği yaşlar; iftira,sahtecilik,suç
uydurma gibi suçların işlendiği yaşlardan küçük bulunmuştur.
75
ÖZET
GĐRĐŞ: Hezeyanlı bozukluk tanısı paranoyanın kavramsal tanımını yapan Emil Kreapelin
dönemine kadar tartışmalı bir tanı olarak kalmıştır.Önceleri hezeyanlı bozukluk nadir
karşılaşılan bir tanı olarak düşünülmekte iken , son dönemlerde
daha iyi tanımlanması
sayesinde literatürde giderek artan sıklıkta yer verilen bir durum olmuştur.Bu bozukluğu olan
hastalar, genellikle psikiyatrik bir hastalıkları olduğunu kabul etmezler, çünkü genellikle
fonksiyonellikleri bozulmaz ve toplumsal yaşamda nispeten az güçlük çekerler.Hastalar tipik
olarak toplum içinde herhangi bir psikiyatrik başvuruda bulunmadan
yaşamaya devam
ederler.Hastaların bir çoğu şiddet uyguladığında veya suç işlediğinde yakınları tarafından
zorla veya savcılık kanalıyla hastaneye getirilirler.
AMAÇ:Bu çalışma; ülkemizin farklı bölgelerinden hasta kabul eden, yılda ortalama 10.000
hastanın yatarak tedavi gördüğü
hastanemizde; hezeyanlı bozukluk tanısı almış yatan
hastalarda; hezeyan alt tiplerini belirlemek ve bu alt tiplerin sosyodemografik veriler, hastalık
başlama yaşı
ve
cinsiyete göre
psikofarmakolojik profili
farklılıklarını tespit etmek, tedavisinde uygulanan
belirlemek, hezeyanlı bozukluk
alt tipleri ile suç
ve şiddet
ilişkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM: Çalışmamıza; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1997-2007 yılları arasında yatan tüm hastalar arasından
DSM IV’e göre Hezeyanlı bozukluk tanısı almış olan 716 hasta alınmıştır. Çalışmamızda
literatürde hezeyanlı bozukluk ile ilgili yapılmış çalışmalardan edinilen bilgiler doğrultusunda
tarafımızdan oluşturulmuş form kullanılmıştır ve form hastaların tıbbi yatış kayıtlarından
edinilen bilgilere göre doldurulmuştur. 193 hastanın dosya bilgileri yetersiz olduğu, 57 hasta
da takipler de tanısı değiştiği için çalışma dışı bırakılmıştır.Çalışmaya 466 hasta alınmıştır.
SONUÇ:Çalışmamızda hastaların %81.1’inin erkek, %18.9’unun kadın olduğu, hastalık
başlangıç yaşlarının her iki cinsiyet için 40’lı yaşlar olduğu, işlevsellikte oluşan kaybın
yüksek olmadığı saptanmıştır.Hezeyan alt tiplerinin görülme sıklığı sırasıyla perseküsyon
(%45.9), kıskançlık (%43.6), karma (%4.7),erotomanik (%2.1), grandiyöz (%1.9),somatik
(%1.7) olarak saptanmıştır.Kadınlarda perseküsyon ve erotomanik tipin, erkeklerde ise
kıskançlık ve karma tipin daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Kıskançlık ve karma tipte
kişiye yönelik; özellikle de eşe yönelik şiddetin çok olduğu görülmüştür.Hastaların %34.5’i
suç işlemiştir ve suçun yarıdan fazlası ağır niteliktedir. En fazla kıskançlık ve perseküsyon
hezeyanı doğrultusunda suç işlendiği saptanmıştır. Haloperidol ve pimozidin en fazla
76
kullanılan tipik antipsikotikler, risperidon ve olanzapinin de en fazla kullanılan atipik
antipsikotik olduğu görülmüştür.Bu alanda geniş bir örneklem grubuyla uzun takibin
yapılabileceği prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
77
SUMMARY
BACKGROUND: The diagnostic term " delusional disorder" has been a controversial
issue until Emil Kraepelin conceptualized the term "paranoia". Delusional disorder which was
accepted to be a rare condition historically, is being mentioned more frequently in the
literature nowadays since it has been better described recently. Patients with delusional
disorder generally do not accept that they have a psychiatric problem, since their daily
functioning isn't much affected and since they have relatively less difficulty in coping with
social life. Patients typically go on living in the community without any need for psychiatric
help. Most of the patients are taken to psychiatric settings by their families or due to forensic
obligations only when they commit a crime or commit homicidal acts.
.
OBJECTĐVE: The goal of this study is to define the frequency of delusional disorder and to
define sub-groups of delusions, to estimate the variations of these sub-groups according to
gender, sociodemographic characteristics, age of onset of disease, to define the psychopharmacological treatment profile of delusional disorder and to describe the relation
of delusional disorder subgroups with crime and physical violence in a group of
patients hospitalized in Bakırköy Mental Hospital with a diagnosis of delusional
disorder, where more than 10.000 patients from various regions of Turkey are hospitalized per
year.
METHODS:716 patients hospitalized in Bakırköy Mental Hospital between 1997-2007 and
diagnosed as delusional disorder according to DSM-IV diagnostic critertia were evaluated
retrospectively. A form composed of important points from previous literature about
delusional disorder was filled according to information obtained from patient "hospitalisation
files" archived. Because information about 193 patients was deficient and because the
diagnosis of 57 patients had changed during follow up, 466 patients out of 716 were included
in the study.
RESULTS: 81.1% of patients included were found to be male while 18.9% of them were
found to be female. The mean age of onset of disease was found to be abuot 40 years for
both sexes and loss of functionality was rare. The frequency of delusions were as follows;
persecutory delusions (45.9%), delusions of jealousy (43.6%), mixed delusions (4.7%),
78
erotomanic delusions (2.1%), delusions of grandiosity (1.9%) and somatic delusions (1.7%).
Persecutory delusions and erotomanic delusions were the most frequent delusions in female
patients while delusions of jealousy and mixed delusions were more frequent in
men. Physical violence especially towards spouse was most prominent in patients with
delusions of jealousy and mixed delusions. 34.5% of the patients had committed a crime and
more than half of these crimes were severe. It was detected that crime was mostly committed
due to persecutory delusions and delusions of jealousy. Pimozide and haloperidol were the
most prescribed first generation antipsychotics while risperidone and olanzapine were the
most frequently used second generation antipsychotic medication for the treatment of the
patients included in this study. We suggest that larger prospective studies in this rarely
investigated field have to be conducted to obtain more reliable information.
79
Kaynaklar
1. Sandeep Grover. MD, Parthasarathy Biswas, MD and Ajit Avasthı, MD,
Department of Psychiatry, Postgraduate Đnstitute of Medical Education and Research,
Chandigarh, ĐNDĐA. Delusional disorder: study from North Đndia.Psyhiatry and Clinical
Neurosciences (2007), 61, 462-470.
.
2.Marie Rudden, M.D.,John Sweeney, Ph.D., Allen Frances, M.D., and Margaret
Gilmore, M.D.A comparison of delusional disorders in women and men. American Journal of
Psychiatry 140.12,December 1983.
3.William H.Reid, M.D., MPH. Delusional disorder and the law. Journal of
Psychiatric Practice Vol 11,No.2 March 2005.
4.N.Yamada, S. Nakajima, T.Noguchi. Age at onset of delusional disorder is
dependent on the delusional theme. Acta Psychiatr Scand 1998:97:122-124 Munksgaard
1998.
5.Amerikan Psikiyatri Birliği:Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 4.
Baskı,Yeniden Gözden Geçirilmiş Tam Metin (DSM-IV-TR),Amerikan Psikiyatri Birliği,
Washinton DC,2000, Köroğlu E(çeviri ed),Hekimler Yayın Birliği,Ankara,2007
6.John R.M. Copeland, Michael E. Dewey, Anne Scott, Christine Gilmore,Bernadette
A.Larkin, Nancy Cleave, Cherie F.M. Mc Cracken and Pauline E. McKibbin: Schizophrenia
and delusional disorder in older age:Community prevalence, incidence,comorbidity and
outcome. Schizophrenia Bulletin, 24(1):153-161,1998.
7.Comprehensive textbook of psychiatry Kaplan & Sadock’s.
8.Kendler KS, The nozologic validity of paranoia (simple delusional disorder)A
review, Acta Psychiatr Scand. 1988 Nov,78(5):576-86.
80
9.Patel JK,Pinals DA,Breler A (2003) Schizophrenia and other psychosis.Đn:Tasman
A,Kay J,Liberman JA(eds) Wiley,Psychiatry,2nd ed:1131-1206.
10.Fennig S, Fochtmann U,Carlson GA (2005) Delusional disorder and shared
psychotic disorder. Lippincott Williams and Wilkins:1525-1533.
11.Hsiao MC, Liu CY, Yang YY(1999) Delusional disorder: Retrospektive analysis of
86 Chinese outpatients. Psychiatry Clinical Neurosciences 53:673-676.
12.Retterstol N, Opjordsmoen S (1994) Differences in diagnosis and long-term course
and outcome between monosymptomatic and other delusional disorders. Psychopathology,
1994; 27 (3-5):240-6.
13.Morimoto K, Miyatake R, Nakamura M, Watanabe
Delusional
Disorder:
molecular
genetic
evidence
for
T, Hirao T, Suwaki H.
dopamin
psychosis.
Neuropsychopharmacology 2002; 26(6): 794-801.
14.Catalano M, Nobile M, Novelli E, Nothen MM, Smeraldi E. Distribution of a novel
mutation in the first exon of the human dopamine D4 receptor gene in psychotic patients. Biol
Psychiatry 1993;34(7):459-464.
15.Munro A, Mok H. An overview of treatment in paranoia/delusional disorder.Can J.
Psychiatry 1995; 40(10): 616-622.
16.Rudden M, Sweney J, Frances A. Diagnosis and clinical course of erotomanic and
other delusional patients. American Journal of Psychiatry 1990; 147(5): 625-628.
17.David Enoch ve Hadrian Ball: Az rastlanır psikiyatrik sendromlar 2002(1) 39-72.
18.Bull Clin Psychopharmacol 2003:13:183-187.
19.Kemal Sayar, Gökhan Aksu, Olfaktör Referans Sendromu: Bir olgu sunumu;
Klinik psikofarmakoloji Bülteni 2003;13:183-187.
81
20.Munro. A Monosymptomatic hypochochondriacal psychosis. Br.J. Psychiatry.
1988; 153(2): 37-40.
21.R.M. Copeland, Michael E. Dewey, Anne SCott, Christine Gilmore; Schizophrenia
Bulletin, 1998: 24(1): 153-16.
22.Bhatia MS, Jagawat T, Choudhary S (2000) Delusional parasitosis:a clinical
profile. Đnt J. Psychiatry Med. 30(1):83-91.
23.Opler LA, Klahr DM, Ramirez PM(1995) Pharmacologic treatment of delusions.
Psychiatry Clin North Am.Jun; 18(2):379-391.
24.Wenning MT, Davy LE, Catalano G, Catalano MC (2003) Atypical antipsychotics
in the treatment of delusional parasitosis. Ann Clin Psychiatry. 2003. Sep-Dec;15(3-4):233-9.
25. Blasco-Fontecilla H, Bragado Jimenez MD,Garcia Santos LM, Barjau Romero JM
(2005) Delusional disorder with delusions of parasitosis and jealousy after stroke: treatment
with quetiapin and sertralin. J. Clin Psychopharmacol. Dec; 25(6): 615-617.
26.Chand
PK,
Amand
S,
Murty
P
(2005)
Monosemptomatic
hypochondriacalpsycposis:atipical presentation and response to olanzapin. J. Clin. Psychiatry.
Jun;66 (6): 800-801.
27.Hayashi H, Oshino S, Đshikawa J ve ark. (2004) Paroxetin treatment of delusional
disorder, somatic type. Hum Psychopharmacol. Jul;19(5):351-352.
28.Ota M, Mizukami K, Katano T, Sato S, Takeda T, Asada T. Case of delusional
disorder somatic type with remarkable improvement of clinical symptoms and single photon
emission computed tomograpy findings following modified electroconvulsive therapy. Prog.
Neuro psychopharmacol Biol Psychiatry 2003;27(5):881-884.
29.Gelder M, Gath D, Mayou R, Cowen P. Oxford Textbook of Psychiatry 3 rd ed.
Oxford University Press; 1996.
82
30.Garety P, Freeman D, Cognitive approaches to delusions: A critical review of
theories and evidence. British Journal of Clinical Psychology.1999, 38;113-154.
31.Roberts G.The origins of delusions. British Journal of Psychiatry 1992,161;298308.
32.Spitzer M, Maher BA, Felsefe ve Psikopatoloji, Gendaş Yayınevi, Birinci Basım,
1998, 26-32.
33.Xavier FA, Antony SD. Đnsight and psychosis,1998 by Oxford University Press,
66.
34.Freud S. Psikopatoloji. Payel Yayınevi, Birinci basım 1999. S. 199.
35. Xavier FA,Antony SD.Đnsight and psychosis,1998 by Oxford University Press,6768.
36. Spitzer M, Maher BA, Felsefe ve Psikopatoloji, Gendaş Yayınevi,Birinci Basım
,1998,163.
37. Spitzer M,Maher BA, Felsefe ve Psikopatoloji, Gendaş Yayınevi, Birinci Basım,
1998,143-165.
38. Xavier FA, Antony SD. Đnsight and psychosis, 1998 by Oxford University Press,
68-69.
39.Concoran R, Mercer G, Frith CD. Schizophrenia, symptomatology and social
infernce: Đnvestigating ‘theory of mind’ in people with schizophrenia. Schizophrenia
Research, 19954,17;5-13.
40.Kemp R, Chua S, Mc Kenna P.Reasoning and delusions. British Journal of
Psychiatry 1997, 170; 398-405.
83
41.Bentall RP, Howard R. Persecutory delusions: a review of theoretical integration.
Clinical Psychology Review, 2001. Vol 21, no: 8, 1143-1192.
42.Rosenbaum M, Hadari D. Personal efficacy, external locus of control and perceived
contingency of parental reinforcement among depressed, paranoid and normal subjects
Journal of Abnormal Psychology. 1985,49;539-547.
43.Kaney S, Bental RP. Persecutory delusions and the self serving bias. Journal of
Nervous and Mental Disease.1992, 180;773-780.
44.Türkiye Đstatistik Kurumu (TÜĐK) 1997-2003 Boşanma oranları.
45. Türkiye Đstatistik Kurumu (TÜĐK) 2005 Đşsizlik oranları.
46. Atlas of Global Development: A Visual Guide to the World's Greatest Challenges.
Harper Collins, World Bank; February 2007.
47. Sayıl I, Canat S, Tuğcu H. Onaltı Đntihar Olgusunun Psikolojik Otopsi Yöntemi ile
Değerlendirilmesi. Kriz Dergisi. 16-2, 2002.
48.Opjordsmoen S: Delusional disorders. Comparative long-term outcome. Acta
Psychiatry Scand 80: 603-612, 1989.
49.Erdal Işık, Ender Taner, Umut Işık; Güncel Klinik Psikiyatri, 123-129.
50.Türkiye Psikiyatri DerneğiYayınları, Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar, 19.
Bölüm 330-338.
51.Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, 9.Basım, 281-291.
84
Download