1 Devlet üniversitelerinde teoloji neden okutulmalı? Prof.Dr.Halis Albayrak Teoloji, dinî inançların bütünlüğü olan bir sistematik çerçevede aklî yollarla açıklanması, yorumlanması ve gerekçelendirilmesidir. Konu İslam teolojisi/kelam olunca Hz.Muhammed’e vahyedilen Kur’an’a dayalı olarak İslam’ın inanç esaslarının sistemli bir biçimde formüle edilmesi, açıklanması ve gerekçelendirilmesi akla gelir. Bu kısa tanıma göre Müslüman kelamı her tanrılı dinin teolojisi gibi Allah’tan gelen bilgiye dayalıdır. Bu bilginin iletiliş biçimi, yani vahyedilişi özneldir. Bu öznel tecrübenin Hz.Muhammed tarafından yaşandığına inanılır ve o bir peygamberdir. Kur’an, tarihe bir söz varlığı olarak girmekle nesnelleşmiştir. Yani Hz.Muhammed’in dışındaki insanlar tarafından duyulmaya başlanmıştır. Hz.Muhammed’in Allah’tan aldığını söylediği bilgiler somut Arapça sözler olarak tarihe girmiştir. Kur’an’ın bir bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi, onun, Allah katından Hz.Muhammed’e vahyedilimiş olduğuna inanmakla gerçekleşir. Ona bu şekliyle inanılmadığında Kur’an yine bir var olan olarak bilgi konusu yapılabilir. Onun ilk muhataplara söylediklerinin ne tür şeyler olduğu hakkında bilgi edinilebilir. İslam kelamının oluşum süreci incelendiğinde ekollerin miladî 8.yüzyılın ortalarından sonra ortaya çıkmaya başladıkları görülür. İzleyen asırlarda kelam ekolleri teolojik yorumlarını geliştirmiş ve billurlaştırmıştır. Müslüman teolojisi çeşitli ekollerin farklı yaklaşımlar ve yorumlar ortaya koyması bakımından çoğulcu karakterdedir. Kelamî/teolojik çözümlemelerin Hz.Muhammed’in vefatından yaklaşık bir buçuk asır sonra yapılmaya başlanmış olması İslam teolojisinin tarihsel ve insanî karakterine işaret eder. Aslında bütün teolojiler tarihsel ve insanî faaliyetlerdir. Onların normatif niteliği Allah’ın bilgisi üzerine yapılan yorum faaliyeti olmalarındandır ve bu normatiflik vahyin gerçekliğine inanmaktan doğar. İslam Kelamı’nın bilgi kaynakları haber(vahiy), akıl ve beş duyudur. Bu yönüyle de insanî boyutu görebilmek mümkündür. Burada irdelenmesi gereken önemli nokta, akıl ve beş duyunun ötesindeki insanî bilgi kaynaklarının görünürde sayılmamış oluşudur. Akıl, verilere göre işletilen bir yeti olduğuna göre vahyin dışında verilerin kullanıldığını varsaymalıyız. Zaten kullanılan delillendirme biçimlerine bakıldığında aklın, o dönem insanının bilgi ve tecrübe ufku çerçevesinde işletildiği görülür. Demek ki tarihteki kurucu teologlar tarihin söz konusu döneminde ulaşılan bilgilere dayanarak kendi kişisel birikimleri çerçevesinde yorumlar yapmışlardır. Beş duyuya gelince onun, bilimin henüz başka araçlarla var olanları inceleme imkanının olmadığı bir döneme işaret ettiğini söylemek mümkün. Bir örnek vermek gerekirse İslam’ın teolojik yorumları yapılırken teologların evren tasavvuru çok farklıydı. Örneğin dünyanın yuvarlaklığı veya kendi etrafında döndüğü bilinmiyordu. İçinde bulunduğumuz çağın beş duyunun çok ötesinde 2 bilgiye ulaşma araçlarını düşünerek teolojinin tarihî ve insanî boyutunu zihninizde canlandırabilirsiniz. Bu tespiti konuşmamın ileriki bölümlerinde ele alınacak konular için bir giriş olarak yapıyorum. Teolojiler söylem veya çağdaş bir ifadeyle normatif dünya görüşü niteliğindedir. Yani inanç temeline dayalı olup, ilgili dine inanan insanlar için oluşturulmuş sistematik yapılardır. Bu bakımdan günümüz akademik ölçütleriyle bakarsak teolojiler bilimsel bilgilere dayansa da özü itibariyle bilimsel değil; aksine doktriner, imansal ve düşünsel karakterli açıklamalardır. Açıklamaların ve yorumlamaların aklileştirme süreçlerinden geçerken bilimin ve felsefenin imkanlarından yararlanması teolojinin normatif kimliğini değiştirmez. Çünkü teolojide imana dayalı bir hareket noktası söz konusudur. Teolojiler özel referans çerçevelerine sahiptir ve bu çerçeveler önemli ölçüde sınırlandırıcı ve bağlayıcıdır. Her bir teolojinin kendi içsel gerçekliği vardır ve bu gerçeklik teolojinin kendi iç tutarlılığını sağlar. Teolojilerin hakikat iddiası vardır. Her bir teolojik açıklama hakikat iddiasını içinde taşır. Teolojilerin hedef kitlesi öncelikle ilgili dinin mensupları olup, tırnak içinde insandır. Yani insan türüdür. Bir başka ifadeyle zihinde kavram olarak insandır. Onların tek tek insanların ihtiyaç ve beklentilerine cevap verme amacı yoktur; aksine teorik insanı muhatap alır. Çünkü her bir teolojinin, iç tutarlılığı olan bir sistematiğe sahip olma zorunluluğu vardır. Dolayısıyla genel açıklamalar ve çözümlemeler önemlidir. Bu anlamda vahiyle/Kur’an’la Müslüman teoloji arasında söylem farkı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü tarihsel bir gerçekliktir ki Kur’an, ilk muhatapların somut ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılamış, sorunlarını çözmeyi amaçlamış, muhalif gruplarla yer yer polemiğe girmiş, dolayısıyla tarih ve toplum içindeki insan teklerini hedef almıştır. Yani Allah, ilk muhataplara, onların bilgi, kültür ve tecrübe dünyası içinden seslenirken kavramsal bir düşünce sistematiği içinde bir dil kullanmamıştır. Müslüman kelamının söylem biçimi, bu dilden uzaklaşma zorunluluğu hissetmiştir. Nitekim bu farklılaşma her dinsel gelenekte büyük bir ihtimalle benzer biçimlerde yaşanmıştır. Farabî ve İbn Sina gibi Müslüman filozoflar peygamberin dilinin kavramlar yerine sembollerle tezahür ettiğini ileri sürerler. Teolojilerin bu çabaları,yani onların bütün insanlık için hakikat olabilecek çözümlemelerde bulunmaları, açıklamaya çalıştıkları dinin hakikat iddiasına ilişkin kesin imanlarından kaynaklanıyordu kuşkusuz. Teolojiler bir bakıma dinin muhatap kitlesini tarihsel insandan teorik insana doğru değiştirmiştir. Artık her bir insan kendini teolojinin içsel gerçekliğinde bulmak zorundadır. Müslüman gelenek çerçevesinde bakıldığında bu kabulün zorunlu sonucu olarak her bir Müslüman birey, teolojik çerçeveye uygun eylemliliklerde bulunmalıdır. Müslüman geleneğin önemli bir faaliyet alanı olan Fıkıh da eylemlerin İslamî’liğine karar verir. Dinin hemen hemen insanî her duruma egemen olduğu çağlarda teolojiler toplumların baş tacı idiler. Öyle ki Batı toplumlarında teoloji bilimlerin kraliçesi olarak adlandırılırdı. Yüksek öğretim kurumlarında da en önde gelen uğraş alanıydı. Batıda bilim, düşünce, sanat 3 vb.alanlarda yaşanan köklü değişim, teolojilerin değerden düşmesine yol açtı. Üniversitelerde yer alıp almaması tartışıldı. Bu tartışmaların ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak teoloji alanının üniversitelerde yer almasının doğru bulunmaması modern dönemin hakim bilim paradigmasıyla ve onun nitelik ve ölçütleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu arada modern dönem felsefî düşünüş tarzının da bu dışlayıcı tutumda payının olduğunu belirtmek gerekir. Buna bağlı olarak seküler dünya görüşleri ve söylemler de bu konuda etkin bir rol oynamıştır. Üniversiteler bilimsel bilgi üretmeyi amaçlayan yapılar/altkültürler olarak kendilerini tanımladıkları için nesnellik, analitiklik, deskriptiflik ve eleştirellik gibi ölçütler onlar için zorunluluk olarak görülmüştür. Oysa teolojilerin temel karakteri normatif ve imansal olmalarıdır. Onların bu niteliği bilimin ölçütleriyle çelişir görülmüştür. Ancak dinlerin fenomen olarak incelenmesi, beşeri bilimler, din bilimleri ve dinler tarihi gibi alanlarda üniversitelerde varlığını sürdürmüştür. Bu bakımdan din bilimleri, araştırmacıya daha nesnel yöntemlerle anlama, yorumlama, analiz ve sonuç çıkarma eylemlerine daha açık bir alan olarak görülürken teolojinin bu tür bir karakterinin olmadığı ileri sürülmüştür. Ancak zamanla teoloji bölümleri de üniversitelerde okutulmaya başlandı. Müslüman ülkelerde temel dinî bilimlerin okutulduğu fakülteler vardır ve bu fakültelerde kelam ve fıkıh da okutulmaktadır. Teolojinin üniversitelerde okutulup okutulmayacağı konusu Müslüman ülkelerin pek çoğunda tartışmaya açılabilecek bir konu değildir. Müslüman ülkeler arasında ayrı bir sosyo-politik yapıya sahip laikliği benimsemiş Türkiyede de teoloji, ilahiyat adı altında üniversitelerde yerini almıştır. Üniversitelerde teoloji öğretiminin yer alıp almaması konusundaki tartışmalardan haberdar olarak burada teoloji öğretimi ile ilgili kendi bakış açımı paylaşacağım. Bana göre üniversitelerde lisans ve lisansüstü öğretimin yapılacağı teoloji bölümlerinin olması gereklidir. Gerekçelerini kısaca ele alacağım. Teolojiyi iki ayağı olan bir olgu olarak ele almanın doğru olacağını düşünüyorum. Birincisi teolojileri çoğulcu yapıları çerçevesinde bilime konu edinerek deskriptif, analitik, nesnel ve eleştirel analizler yapmak ve öğrencilere bu çerçevede bir öğretimi gerçekleştirmektir. Bu çoğulcu yapı herhangi bir dinin teoloji okulları çerçevesinde olabilir. Söz konusu teolojiler tarihsel somut veriler olarak üniversitenin bilimsellik ölçütleri içinde incelenebilir. Burada önemli olan sadece tarihteki herhangi bir teoloji okulunun yaklaşım biçimini öğretme amacı taşımamak; aksine bütün teolojik yorumlamaları bilimsel bir yöntemle öğretime ve incelemeye konu edinmektir. Ayrıca teolojilerin dayandığı kutsal kitapların bilimsel incelemeye tabi tutulması da işin bir parçası olacaktır. Müslüman ilim ve düşünce geleneğinde üretilen bilgiler ve oluşturulan disiplinler de öğretime konu edilebilir. Örneğin hadis, fıkıh, tefsir, tasavvuf ve Müslüman filozofların görüşleri bilimsel incelemelere konu edilebilir. Öğretimde herhangi bir kelam ve fıkıh ekolünün yaklaşım biçiminin öğrencilere normatif bir nitelikte öğretilmesi üniversitenin ölçütleriyle kuşkusuz çelişecektir. Her bir 4 teolojik yaklaşımın tarafsız bir biçimde ele alınması gereklidir. Böylece öğrenciler bilimsel bir atmosferde her bir teolojik yaklaşıma dair bilgilerini geliştirmeye imkan bulmuş olurlar. Bu öğretim biçimi, öğrencilerin şu veya bu şekilde çeşitli yollarla elde ettikleri bilgilerin değeri hakkında yeniden düşünmelerini sağlayacaktır. Çünkü bilimsel bilginin sorgulayıcı, nesnel ve eleştirel oluşunun onlarda içten içe bir güven oluşturması kuvvetle muhtemeldir. Elverir ki öğrenci, öğrendiklerine ön kabulleriyle değil, kazanacağı bilimsel zihniyet çerçevesinde yaklaşabilsin. Teolojinin ikinci ayağına gelince bu da teoloji yapma/üretme faaliyetidir. Mahiyeti itibariyle bakıldığında teolojinin ,öznel, imansal, düşünsel, ideolojik ve normatif karakterli oluşu, teoloji yapma eylemliliğinin üniversite içinde gerçekleştirilmesini üniversitenin bilimsel ölçütlerini taşımadığı için eleştiriye açık kılacaktır. Teoloji üretme ve yenileme faaliyetinin üniversiteler yerine dinî eğitim kurumlarında yer alması gerektiği yönünde güçlü bir eğilimin olması mümkündür. Bu yaklaşımın kendine özgü güçlü gerekçeleri olduğu düşünülebilir. Çünkü bilimsellikle normatif ve imansal karakterli bilgi ve fikir üretimini aynı kategoride görmek zordur, hatta imkansızdır. Bir an için teolojilerin normatif kimlikleriyle eğitiminin üniversite dışında verildiğini düşünelim. Sözünü ettiğimiz çevrelerde tarihte üretilen herhangi bir teolojik ekolün veya yaklaşımın öğrencilere yegane yorum biçimi olarak öğretilmesi mümkündür ve belki olması gerekendir. Bu yolun dışında bir yol izlenip yeni bir teolojik yaklaşım geliştirilerek bu yaklaşımın normatif bir üslupla öğrencilerle paylaşılma ihtimali de olabilir. Birinci eğitim ve öğretim biçimini değerlendirdiğimizde tarihte üretilen herhangi bir teolojik duruşu biricik belirleyici ve yönlendirici niteliğiyle öğrencilerin varoluşsal ilişkide olabilecekleri bir dünya görüşü ve söylem olarak benimsemeleri hedeflenecektir. Bu aşamada bildirimin başında değinip geçtiğim bir hususu biraz açmam yararlı olacaktır. Tarihte üretilen kelamın/teolojinin bilgi kaynaklarını tekrar hatırlayalım. Bunlar vahiy, akıl ve beş duyu idi. Şimdi bilimsel ve felsefî bir sorgulamaya başlayabiliriz. Aslında birinci kaynak olan vahye dair bilimsel ve felsefî bir değerlendirme yapabilme imkanımız varsa da onu dışarıda tutarak ilerleyebiliriz. İkinci kaynak akıldı. Hangi akıl sorusunu sorduğumuzda tarihsel bir akıl olduğu cevabına insanlığın düşünce ve bilimsel birikimi çerçevesinde ulaşabilmek mümkün. Bu akıl bugünün teolojiyle ilgilenen uzmanlarının aklıyla özdeş olamaz. Çünkü insanlık, bilgi, bilim ve düşünce alanlarında köklü paradigmatik değişimler yaşadı. Bu köklü değişimlerin beslediği ve geliştirdiği pek çok dünya görüşü oluştu. Özellikle bilimsel sonuçlar baş döndürücü teknolojik gelişmeyle insanların yaşam biçimlerini ve şartlarını o teolojilerin yapıldığı çağların yapısından çok çok uzaklaştırdı. Dolayısıyla dinî inançları ve vahyî verileri değerlendirecek çağdaş akıl farklı bir akıl konumunda. Üçüncü kaynak olan beş duyuya gelince, bugün beş duyunun dışında sayısız araçla ulaşılan bilgiler göz önüne alındığında yine teolojilerin üretildiği çağın çok çok ötesinde bilgi 5 birikimine sahip akıllardan söz edebiliyoruz. Şu halde vahyî verileri değerlendirecek aklın, tarihteki akıllarla özdeşliğini savunamayız. Çağdaş akıl, doğal olarak vahyî verilerle kendi dünyasından iletişim kurmayı talep edecektir. Bu konuda onun önüne konulacak engel dogmatik tutumların eseri olur. Bu dogmatik tutumun haklılaştırılmasının önünde engel vardır. Bu engel, teolojilerin tarihî ve insanî niteliğidir. İnsanî ve tarihî nitelikli olması onların bir biçimde değişime açık olmasını zorunlu kılar. Onların her birinin tarihüstü hakikatlar imişçesine öğrencilerle paylaşılmasının gerekçelendirilmesi mümkün görünmediği gibi özellikle temel inanç esaslarının dışında değişim ihtiyacının olmadığının savunulması da mümkün görünmemektedir. Şu halde dinî eğitim kurumlarında herhangi bir teolojinin din adına yegane bağlayıcı teoloji olarak okutulması, üniversitedeki akademik teoloji öğretiminin ve araştırmalarının dışında bir uygulama olacaktır. Bunun bilimsel ve felsefî açıdan eleştiriye açık bir öğretim modeli olduğu söylenmelidir. Bireyin önüne çeşitli seçeneklerin sunulmayışı, bireyin bilgilenme ve kendini geliştirme hakkını göz önüne almama demektir. Öyleyse bu tablo, devlete farklı seçenekleri sunma görevi yükleyecektir. Bu görev de –gerçekçi bir bakış açısıyla söylersek- üniversitelerde gerçekleştirilebilir. Söz konusu dinî eğitim kurumunda teolojinin yenilenmesi konusunda bir iradenin olmayışı da yine bilimsel ve felsefî açıdan eleştiriye açıktır. Aynı zamanda çağın insanının karşılaştığı meydan okumalara teolojik açıdan katkı sağlama iradesi göstermemesi açısından da eleştiriyi hak eden bir tercihtir. Sonuç olarak dinî eğitim kurumlarında tek teolojik yaklaşımın tercih edilerek öğrencilere benimsetilmesi, bilimsel ve felsefî açıdan yeterli olmadığı gibi insan hakları bakımından da eleştiriye açık olup yeterli değildir. O zaman üniversitelerdeki akademik teoloji öğretimi, bireylerin bilgilenme, seçenek imkanı elde etme ve kendini geliştirme haklarına cevap verebilecek bir alternatif olmalıdır. Dinî eğitim kurumlarında teoloji üretme veya herhangi bir ekolün teolojik yaklaşımını yeni yorumlarla geliştirme misyonunun üstlenilebileceğini varsayalım. Bu görevin yerine getirilmesine ilişkin süreçleri düşünmeye çalışalım. Dinî eğitim kurumları, kuruluş amaçları gereği meslekî ve imansal bir misyonu üstlendikleri için ilgili cemaatın ve çevrenin ihtiyaçlarını öne alan ve eğitimi birincil sıraya koyan bir planlamayla yola çıkabilir. Bu öncelik, araştırmaya, geliştirmeğe yönelik enerjinin önemli bir bölümünü tüketecektir. Üniversitenin sorgulayıcı, eleştirel ortamından farklı bir atmosferin bulunduğu varsayılırsa bu kurumların, araştırma ve geliştirme açısından üniversitelerin gerisine düşme ihtimalleri oldukça yüksek olacaktır. Söz konusu kurumlarda üniversitelerde olduğu gibi teoloji bölümlerinin diğer bölümlerle yakın bir etkileşim ortamının sağlanamayacağı düşünülürse bu açıdan da teolojideki yenilenmelerin kalitesi ve bireylerin ihtiyaçlarını karşılamadaki yeterliliği tartışılır olacaktır. Yeterli tartışma, araştırma ve bilgi desteğine sahip olamayacağı için yapılacak projeksiyonlar afakîlik ve kurgusallık iddialarıyla eleştirilebilecektir. Öte yandan bu eğitim kurumları özel kurum ve kişilerin mali desteğiyle faaliyetlerini sürdürüyorsa yapılan işin stratejisi ilgili kişi ve kurumların ufkuyla sınırlı olacaktır. Devlet üniversiteleriyle karşılaştırıldığında özerklik açısından da bir eksiklikten 6 söz edilebilir. Üstelik dinî eğitim kurumları çoğunlukla herhangi bir teolojik ekolü benimseyerek yola çıktıkları için teolojik yenilenme yine de belli bir ekolün sınırları içinde yapılabilecektir. Bu açıdan da açık bir yetersizliğin varlığı hissedilebilir. Şu halde teoloji yapmanın ve yeni teolojik yaklaşımlar geliştirmenin doğru adresi üniversiteler olmalıdır. Çünkü üniversitedeki akademisyenler, bilimsel atmosfer içinde, bilimin disiplinli ve eleştirel geliştiriciliğinde yetiştikleri için teoloji adına üreteceklerinin niteliğini yükseltme ihtimali daha yüksek olabilir. Üniversitenin içinde farklı disiplinlerle etkileşim içinde çalışıyor olmaları, onlar için olumlu bir niteliktir. Bilimsel bilgiye ulaşmada daha elverişli bir durumda olmaları da onları ayrıcalıklı bir konuma taşır. Çünkü bilimsel birikimin, onlara, dünya görüşü oluştururken, yani teoloji üretirken geleneksel tarihsel insanî yapılara karşı nasıl bir tutum alacaklarına dair somut ipuçları vermesi beklenir. İman alanı ile bilgi alanı arasındaki ayrımın gerçekliğe daha yakın bir resmini elde edebilme imkanlarının daha çok olduğu varsayılabilir. Öyleyse teoloji yapma ve geliştirme işinin akademik teoloji atmosferi ve imkanları içinde yapılmasının bilimsel açıdan, kamu ve bireyin yararı açısından, birlikte yaşama kültürüne sağlayacağı olumlu katkılar açısından ve nihayet insanlığın barışı ve huzuru açısından daha tercih edilebilir bir eylemlilik olduğunu söyleyebiliriz. Üniversitenin bilimsel ölçütlerinin dışına taşılmış olsa da teoloji üretiminin üniversitelerde bilim insanlarınca yapılmasının önemli olduğunu düşünmekteyim. Laik sosyal devletlerin, bireylerinin her türlü ihtiyacını akla, bilime, bireylerin ve kamunun yararına, birlikte yaşama kültürünün gereklerine uygun biçimde cevap vermesi gerekir. Vatandaşlarının, inançlarını, kamu düzenine ve bireyin yararına aykırı olmamak kaydıyla yaşayabilmelerini sağlamak, sosyal ve özgürlükçü bir devlet olmanın gereği ise inandıkları dinle hayat arasındaki ilişkilerini insana yakışır standartlarda kurmaları için onları bilgilendirmeleri de aynı ölçüde bir gerekliliktir. Çoğulcu dünyada modern devlet, vatandaşlarının tıp, ekonomi, güzel sanatlar, bilgisayar teknolojileri ve diğer branşlarda olduğu gibi üniversitelerde aynı üst düzey bilimsel ve düşünsel çalışmaların din hakkında da yapılmasını sağlamak durumundadır. Postmodern söylemlerin etkisinde kalarak insanların inançlarına ilişkin bilgilerini geliştirmelerini istemek toplum mühendisliği gibi algılanmamalıdır. Nasıl ki tıp konusunda titiz bir eğitim ve öğretim yapılıyorsa teoloji konusunda da aynı özenin ve titizliğin gösterilmesi gereklidir. Devlet her alanda üretilen bilgiyi toplumun yararına olacak şekilde kanalize ettiğinde nasıl özgürlükleri engellemiş olmuyorsa din ve teolojiler konusunda da üretilen bilgi ve düşünceleri, bireylerin ve kamunun yararına kanalize etmelidir. Aksi takdirde konu din ve teoloji olunca bireyler anakronizm batağından çıkamayacaktır. Çünkü teolojiler tarihte üretilmişlerdir. Onların bugünün insanına doğrudan katkı sağlama ve bireyin sorunlarını aşmada ona yardımcı olma imkanları yoktur. Din de hayatın içinde sosyal bir olgu olarak geleceğe doğru akarken onun, insanlığın diğer alanlarıyla iç içe, işbirliği içinde olması gerekir. Bunu sağlayacak olan devletin elindeki en güçlü, güvenilir ve işe yarar bilgi üniversitelerde üretildiğine göre devlet, teolojilerin kendilerini yenilemelerine imkan sağlayacak kurumlar olarak teoloji öğretim bölümlerini de açmalıdır. 7 Son olarak adına ister “akademik teoloji”, ister “yapıcı teoloji”, ister “pragmatik teoloji” deyin üniversitelerdeki teoloji üretiminin amacı birey olmalıdır. Yani tarihsel somut birey; zihinde kavram olarak insan değil. Diğer dinlerin ortaya çıkışı hakkında bir şey söyleme hakkını kendimde görmem. Ancak söz konusu İslam olduğunda vahyin, tarihte somut olarak yaşayan bireylerin iyiliğini, yararını ve insanlaşmalarını amaçladığını biliyorum. Müslümanların teolojik çalışmaları tarihte yaşayan bireyleri dolaylı olarak gözetmiş olabilir. Fakat teologlar, yöntemsel olarak vahyin her türlü duruma cevap üretme yöntemini değiştirerek kendi iç tutarlılıkları adına tek tek tarihsel insanı göz ardı ederek zihinde kavram insana yönelik açıklamalar ve çözümlemeler getirmişlerdir. Bu tür teolojik yorumlar, tarihsel açıdan kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmış olabilir. Ancak bu vahyin ve nübüvvetin yönteminden köklü bir sapmadır. Bu sapmanın farkında olup yeniden vahyi tek tek bireylerle nasıl ilişkiye sokacağımızın yollarını aramak durumundayız. Üniversitede çalışıyor olmamın kişisel olarak bana yüklediği, ama genelde pek çok akademisyene yüklediği ödevin bu tür bir çaba olduğunu düşünüyorum ve üniversitelerdeki teoloji üretiminin adına ilişkin önerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. “Birey için Teoloji”. Bu tarz bir teoloji üretiminin adresinin üniversiteler olduğunu düşünüyorum. Devletin de teoloji yenilenmeleri konusunda bireylerin hakkını bu şekilde gözetebileceğine inanıyorum. Saygılarımla…