Dr. Okutman Dilek Öz 05368892256… 1

advertisement
1
Dr. Okutman Dilek Öz 05368892256…[email protected]
1-45 sayfaları arası vizede sorumlusunuz..
BAŞARILAR DĐLERĐM!!!
ATATÜRK ĐLKELERĐ VE ĐNKILÂP TARĐHĐ DERS NOTLARI I
KAVRAMLAR
ĐNKILÂP: Köken olarak inkılâp, Arapça “Kalb” kelimesinden türetilmiştir. Đnkılâp, değişme,
bir halden diğer bir hale geçme demektir. Türkçe’de bu kelime “etmek” yardımcı fiiliyle
“kalbetmek” şeklinde kullanılır. Türk Hukuk Lügatı’na göre ise; Đnkılâp; Bir devletin sahip
olduğu siyasi, sosyal, askeri alanlardaki kurumların devlet eliyle, makul ve ölçülü
metotlarla köklü bir biçimde değiştirilerek yenileştirilmesidir. Yani inkılâplar, sanayi
inkılâbı, bilim inkılâbı, kültür inkılâbı gibi çeşitli alanlarda olabilir. Bu yüzden Atatürk’ün
yaptığı yenilikler inkılâp olarak kabul edilmektedir.
Atatürk, inkılâp kelimesini sık sık kullanmış, özellikle Đnkılâp ile Đhtilal arasındaki farka dikkat
çekmiştir.
Đnkılap Olayının Gerçekleşebilmesi Đçin Bazı Şartların Bir Araya Gelmesi Lazımdır. Bunlar:
a)
Toplumun karşı karşıya kaldığı idari, adli, sosyal ve ekonomik buhranlar
(Fransız Đnkılabında bu durumu görmek mümkündür.)
b)
Fikir hayatının
gelişme
göstermesi
ve inkılâbı hazırlayıcı
çalışmaların
yapılması. (Fikirsiz inkılap olmaz. Montesqieu, Voltaire, Jean Jacques Rousseau olmasaydı,
Fransız Đnkılabı olmazdı. Türkiye’de ise inkılâp fikri 18.yy sonlarında ve 19.yy başlarından
itibaren açılan modern okullarda eğitim gören mektepli gençler arasında yeşermeye
başlamıştır. II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde, Fransız Đnkılâbı düşünürlerinin yanı
sıra Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi Tanzimat Dönemi fikir adamlarının; Tevfik
Fikret, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet gibi Meşrutiyet aydınlarının eserleri onların düşünce
atmosferini oldukça etkilemiştir. Bu kuşaktan gelen Mustafa Kemal, bu düşünürlerin fikirlerini
öğrenmiş, Türk toplum yapısına uygun bir hale getirmiş ve uygulamıştır.)
c)
Lider ve kadro teşekkülü (Diğer bütün şartlar oluşmuş olsa bile lidersiz ve
kadrosuz bir inkılâp hareketi düşünülemez. Mustafa Kemal, Türk Đnkılâbı hareketini başarıyla
gerçekleştirecek lider özelliklerine sahiptir.)
2
d)
Tertip, disiplin, plan ve program: (Fransız Đnkılâbı’nda başlangıçta belirli
bir plan yoktur. Ancak dana sonra işler bir plan ve programa bağlanmıştır. Türk inkılâbında ise
başlangıçtan itibaren belirli bir plan, program ve disiplin mevcuttur. Mustafa Kemal ve
arkadaşları ancak bu şekilde dünyaya örnek olacak Türk Đnkılâbı’na işlerlik kazandırmışlardır.
ĐHTĐLAL: Đhtilal de Arapça “hal” kelimesinden gelmektedir. Anlamı bozukluk, karışıklık,
tahttan indirme demektir. Kavram olarak ihtilal: Bir devletin siyasi teşkilatını, kanuni
şekillere hiç uymadan değiştirmek üzere zor kullanılarak yapılan geniş çaplı bir halk
hareketidir.
Görüldüğü üzere inkılâp, gelişmeye, ilerlemeye yönelik bir değişikliği ifade ettiği
halde, ihtilal, mevcut düzeni bozmaya, çökertmeye yönelik bir anlam taşır. Yani ihtilal bozulan,
altüst olan düzenin yerine yeni bir düzenin oluşturulmasını kapsamaz. Sadece inkılâbın bir
evresini, hareketin yıkıcı olan kısmını teşkil eder. Đhtilal, mevcut müesseselerin yıkımını; inkılâp
ise yeniden müesseseleşmeyi ifade eder. Türkiye’de ihtilal ve inkılâp kavramları genellikle ayırt
edilmemekte, ihtilal inkılâbın yerine kullanılmaktadır. Bunun sebebi Türkçe de her iki kavramın
da, Fransız Đnkılâbı’ndan sonra kullanılmış olmasıdır. 1789 Fransız Đnkılâbı, sıklıkla telaffuz
edildiği gibi bir ihtilal değil, bir inkılâptır. Atatürk’ün deyimiyle 1789 hareketi, tam yüz yıl
süren bir ihtilaller serisidir, sonuç itibariyle bir inkılâptır.
3005
DEVRĐM: Zaman zaman ihtilal ve inkılâp kavramlarının yerine kullanılan “devrim” kelimesi,
“devirmek” fiil kökünden türetilmiş olup, daha çok ihtilal anlamındadır. Burada inkılap kavramı
yok sayılmıştır.
ĐSYAN: Sözlük anlamı itaat etmemek, emre boyun eğmemek, ayaklanmak demektir. Kavram
olarak ise toplum içinde belirli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın sınırlı amaç ve hedefini
gerçekleştirmek üzere devlete karşı başkaldırma hareketidir.
Đsyan gelişme gösterebilirse ihtilale, ihtilal gelişme gösterebilirse inkılaba dönüşebilir.
Fransız Đnkılâbı’nda bu böyle olmuştur. Türk Đnkılâbı’nda ise isyan ve ihtilal safhası
yoktur. Mustafa Kemal’in Đstanbul Hükümeti’ne karşı gelmesi bir isyan olarak nitelendirilemez.
Çünkü ortada baş kaldırılacak bir devlet yoktur. Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Osmanlı
Devleti, bir devlette bulunması gereken unsurlardan millet unsuru dışındakileri kaybettiği için
hukuken varlığını yitirmiştir.
3
HÜKÜMET DARBESĐ: Mevcut iktidara karşı yapılan harekettir. Devletin emri altındaki
resmi kuvvetlerden birinin, örneğin ordunun mevcut hükümeti devirip, iktidarı ele alması
demektir.
Hükümet
darbeleri
sadece
iktidardaki
kişileri
değiştirirler.
Toplumdaki sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel yapıya dokunmazlar.
REFORM (ISLAHAT): Fransızca olan Reform kelimesi, sözlük anlamı olarak düzeltme,
iyileştirme anlamına gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde reform karşılığı olarak Islahat deyimi
kullanılmıştır. Geniş anlamda reform; toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen kurumları, çağın
ihtiyaçlarına ve şartlarına uygun olarak yeniden düzenlemektir. Reformlar o ülkenin hukuk
düzenine uygun olarak yapılır. Değiştirilebilir, zorlayıcı değildir.
TEKAMÜL (EVRĐM): Arapça, “Kamil” kökünden türemiş olup, ilerleme, gelişme, olgunlaşma
anlamına gelmektedir. Evrim kavram olarak mevcut kurumun veya herhangi bir varlığın ideale,
daha iyiye doğru gelişmesini ifade etmektedir.
RÖNESANS: Kelime
anlamı yeniden
doğuş demektir. Đlimde, sanatta, fikirde, edebiyatta yeniden doğuşu ifade etmektedir.
TANZĐMAT: Kelime anlamı düzene koymak, çekidüzen verme olup Türk Tarihinde bir devreyi
ifade eden özel bir kelimedir.
Türk Đnkılâbı Đle Fransız Đnkılabı’nın Karşılaştırılması:
1) Fransız Đnkılâbı’nın önceki evrelerinde bir isyan ve uzun bir ihtilaller serisi vardır. Bir asırlık
bir sürecin sonunda Fransa’daki olay inkılâp haline gelebilmiştir. Türk Đnkılâbı’nda
ise isyan ve ihtilal evresi yoktur. Türk inkılâbında doğrudan inkılâba geçilmiştir.
2) Fransız Đnkılâbı kendi devleti içinde doğmuş, kendi yönetimine karşı gerçekleştirilmiştir.
Türk Đnkılâbı’nın başlangıç noktası ise işgal güçlerine karşı bir Milli Mücadele hareketidir.
3) Fransız
Đnkılâbı
öncesinde
ülkede
bir
fikri
hazırlık
mevcut
olup,
hareket
fiilen tabandan tavana doğru gelişme göstermiştir. Türk Đnkılâbı’nı ise Mustafa Kemal başta
olmak üzere üstteki yönetim kadrosu tavandan tabana doğru gerçekleştirmiştir.
4) Fransız Đnkılâbı’nı, Burjuva sınıfı başlatmış ve başarıya ulaştırmıştır. Ancak Türk Đnkılabı,
Türk toplumunda tarihin hiçbir döneminde imtiyazlı sınıflar oluşmadığı için herhangi bir sınıfa
mal edilemez.
4
5) Türk Đnkılâbı, Fransız Đnkılâbı gibi uzun ve kanlı değildir.
TÜRK ĐNKILÂBINI HAZIRLAYAN SEBEPLER:
Türklerin tarih boyunca kurdukları en büyük devletlerden biri olan Osmanlı Devleti,
dünyanın üç büyük kıtasında önemli topraklara ve stratejik noktalara sahip olup, yükselme
döneminde devrinin tek süper devleti durumundadır. Bunun sebebi; uyguladığı bilinçli
politika, disiplinli ve güçlü bir askeri teşkilata sahip olması, idari siyasetteki inceliği, adilane
davranışı, taassuptan uzak ve hoşgörüye dayanan bir dini anlayışa sahip olmasıdır. Osmanlı
Devleti’nin gelişmesi, yeni toprak kazançları elde etmesi gelişigüzel değil, bir program dahilinde
ve bilinçli bir biçimde gerçekleşmiştir.
Ancak daha sonraları Avrupa’da meydana gelen Rönesans, Reform, Fransız Đnkılabı gibi
gelişmeler, Avrupa’da da önemli değişikliklere yol açmış ve Batı Medeniyeti denilen, bugün
hala varlığı ve gücü devam eden bir medeniyet doğmuştur. Avrupa’da yaşanan gelişmeler
Osmanlı Devleti’nde olmamış, Yeni Çağ’ın bu en büyük dünya devleti, Yakın Çağ’da hızlı bir
gerilemenin içine girmiş ve 20. yy’ ın başlarında çöküşle karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı
Devleti’nin yıkılmasına yol açan iç ve dış sebepleri şu şekilde irdelemek mümkündür:
A_Đç Sebepler:
1. Mülki Đdarenin Bozulması:
Osmanlı Devleti, eski Türk hâkimiyet anlayışına göre, veraset usulüyle tahta geçen
hükümdarlarca yönetilmekte idi. Devletin başında Osmanlı Hanedanı’na mensup bir hükümdar
vardı. Hanedan üyelerinden kimin hükümdar olacağı ile ilgili kesin çizgilerle belirlenmiş bir
kural yoktu. Bununla birlikte Türk Örf Hukuku’na göre tahta geçiş, bir gelenek şeklinde bazı
prensiplere bağlanmıştı. Buna göre; Đktidar hanedan üyelerinin ortak malı idi. Başta bulunan
hükümdar, kendisinden sonra tahta geçebilecek veliahttı tayin edebilirdi. Hükümdar eğer
sağlığında yerine bir veliaht tayin etmemişse, bu durumda hükümdarın ölümünden sonra
hanedan üyelerinin her biri gücü ve nüfuzu varsa, sonucuna katlanmak şartıyla taht üzerinde hak
iddia edebilir ve mücadelesinde başarılı olması halinde iktidarı ele geçirirdi.
Ancak daha sonraki yıllarda bu yöntem değiştirilerek yerine hanedanın en büyük
erkeğinin tahta geçirilmesini öngören, “Ekberiyet yani yaşça büyük olma” sistemi getirildi. Bu
sistem taht kavgalarını ve dolayısıyla kardeşkanı dökülerek devletin iç bunalıma itilmesini
5
önlemiştir. Ancak iktidarı elde etmede sadece yaşın ölçü olması, şahsi yeteneklere bakılmayışı,
yetersiz hanedan üyelerinin de devletin başına geçmesine yol açmıştır. Ayrıca Osmanlı
Devletinin kuruluş döneminde uygulanan şehzadelerin sancaklara gönderilmesi anlayışı 18.yy.
başlarında veraset sisteminin değiştirilmesi ile kaldırılmış, şehzadelerin sarayda tutulması,
devleti yönetme alışkanlığından uzak, deneyimsiz padişahların ülkeyi kötü yönetmelerine neden
olmuştur. Devleti iyi yönetemeyen, düşük seviyeli padişahların yönetime gelmesi de, yukarıdanaşağıya doğru mülki idarenin tüm kademelerinde bozulmaya yol açmış, bu bozulma da Osmanlı
Devleti’ni genel bir çöküntüye götürmüştür.
2. Ordu Teşkilatı’nın Bozulması:
Osmanlı ordusu başlangıçta yaya ve müsellem denilen atlılardan oluşan, savaş
zamanlarında toplanan bir uç beyliği ordusu niteliğindeydi. Devletin kurulmasından sonra
yaşanan gelişmelere paralel olarak ordu da yeniden teşkilatlandırılmıştır. Devlet tam anlamıyla
kurulduğunda, Osmanlı kara ordusu Yeniçeri Ocağı (Kapıkulu) ve Tımarlı Sipahiler olmak
üzere iki kısımdan oluşmaktadır.
Yeniçeri Ocağı I. Murat döneminde kurulmuş olup, merkezde bulunan bir ordudur.
II. Mahmut döneminde ocaktaki asker sayısı 100.000’i aşmıştır. Tımarlı Sipahiler ise toprak
sistemine bağlı olarak memleketin çeşitli yörelerinde yetiştirilen askerlerdir. Devletin en güçlü
olduğu dönemlerde, ordunun çoğunluğunu Tımarlı Sipahiler oluşturmaktadır. Ancak gerileme
döneminden itibaren her iki askeri birlikte çağın gerektirdiği yeniliklere ayak uyduramamış,
bunun
sonucunda
Osmanlı
ordusu eski
savaş
gücünü
yitirmiş, disiplinsiz, amirine
başkaldıran, yeniliklere tavır alan bir insan topluluğu görünümüne bürünmüştür. Özellikle
yeniçeri teşkilatı düşmandan çok kendi yönetimini ve halkını korkutan bir ordu haline
dönmüştür.
Preveze deniz zaferiyle Akdeniz’in en üstün gücü haline gelen Osmanlı donanması ise
17. y.y.da gerilemiştir. Avrupa’daki gemi teknolojisine ayak uyduramayan Osmanlı donanması
19. y.y’da büyük ölçüde çökmüştür.
Kara ve deniz kuvvetlerinden oluşan Osmanlı ordusunun devletin kuruluş dönemindeki
gücünü devam ettirememesinin ve çöküntüye uğramasının nedenlerini şu üç maddede özetlemek
mümkündür:
6
a) Osmanlı devletinin kuruluş yıllarındaki dinamizmini sürdürememesi. Buna bağlı olarak
Osmanlı ordusunun gelişen Avrupa orduları karşısında yetersiz kalması
b) Avrupa orduları ateşli silahlarla donatılırken; Osmanlı devletinin bu konuda gerekli duyarlılığı
gösterememesi. Yakın çağda dışarıdan modern silah alma çabalarının da sonuçsuz kalması
c) Gerileme döneminden itibaren uğranılan yenilgilerin orduda moral çöküntüsü yaratması. Bu
çöküntünün tedbir alınarak giderilmesi yerine teşkilatın ihmal edilmesi.
Bu sebeplerden dolayı çöküntüye uğrayan yeniçeri ocağı 1826’da II. Mahmut tarafından
kaldırılmıştır. Tımarlı Sipahi Sistemi’nin bozulmasında ise, bu teşkilatla doğrudan ilgili olan
“dirlik” denen toprak sisteminin bozulması etkili olmuştur. Bir hizmet karşılığı verilen
dirliklerin hakkı olanlarla değil de iltimasla rastgele şahıslara verilmesi tımarlı sipahi sisteminin
de bozulmasına yol açmıştır.
III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yeni ordu düzenlemelerine gidilmişse de bu
kolay olmamıştır. 20. yy başlarında dünya standartlarına yakın bir ordu oluşturulabilmiştir.
Ancak siyasi çekişmelerbu ordunun da başarısını engellemiştir. Özellikle Balkan Savaşları’nda
bu durum acı bir biçimde görülmüştür.
3. Đlmiye Teşkilatı’nın Yetersiz Kalması:
Osmanlı Đlmiye Teşkilatı 15. ve 16. y.y’larda çağdaşlarına göre oldukça ileri seviyedeydi. Fatih
Dönemi’nde Osmanlı Medreseleri gerek eğitim kadrosu, gerekse programı bakımından çok
zengindi. Yükselme Devri’nin devlet adamlarını ve devlet kadrolarını yetiştiren Osmanlı Đlmiye
Teşkilatı 18. ve 19. y.y.lara gelindiğinde çok farklı bir mahiyet almış, Avrupa’daki ilmi
gelişmeleri takip edemediği gibi, büyük program değişikliğine uğrayarak sahip olduğu
zenginlikleri kaybetmiştir. Örneğin; Yakın Çağ Medreseleri program yönünden 15. y.y. Osmanlı
medresesine göre çok gerilemiş ders programlarında pozitif ilimlere yok denecek kadar az yer
vermiştir. Bu da devleti yönetecek kadroların kötü yetişmelerine neden olmuştur.
Diğer taraftan medrese zamanla ilimle uğraşmayan bir kurum haline gelmiştir. Buna
paralel
olarak medrese
siyasetle
uğraşmaya başlamıştır.
Bu
durum
medreseye
7
hem itibarını hem de bağımsız hareket etme yeteneğini kaybettirmiş, onu siyasetin emrine
sokmuştur. Medrese ilim yuvası, müderrislikte meslek olmaktan çıkmıştır. Medreselerin çöküşü
medrese ile birlikte devleti ve toplumu da çöküşe sürüklemiştir. Medrese ne kendini yenilemeye
teşebbüs etmiş ne de kendi dışında bir yeniliğe fırsat tanımıştır.
Osmanlı ilmiye teşkilatı yönetim bakımından da bütünlük göstermemektedir. Okullar tek
bir elden yönetilmemekte, farklı kurumlara bağlı olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
Yabancıların kurdukları azınlık okulları da eğitimde ayrı bir karışıklık yaratmaktadır.
Yakın Çağ’da özellikle 2. Mahmut devrinde eğitim ile ilgili reformlar yapılmaya
çalışılmıştır. Ancak bu reformlar eğitimde ikiliğe yol açmış, bu durum cumhuriyet dönemine
kadar sürmüş.
4. Adalet Sisteminin Çökmesi:
Adalet kurumu, Osmanlı Devleti’nin sınırlarının genişlemesinde büyük rol oynamıştır.
Osmanlının adalet sistemi ve anlayışı devletin güçlü olduğu dönemlerde, değişik toplumlar
arasında
büyük
ilgi
yerini rüşvet, adam
uyandırmıştır
ancak,
19.
kayırma ve menfaat almıştır.
y.y.da
Adalet
adalet
sisteminde
adaletin
sisteminin
çökmesi
hukukun
üstünlüğü anlayışının yıkılması Osmanlı Devleti’ni hızla çöküntünün eşiğine getirmiştir.
5. Ekonomik Yapının Bozulması:
Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanıyordu. Dirlik Sistemi içerisinde toprağı
işleyenleri gelirlerine göre vergilendiriyordu. Osmanlı Devleti, yükselme devrinde çok iyi
işleyen bir maliye sistemine sahipti. 16 y.y.da da ekonomik yönden Osmanlı Devleti güçlüdür.
Ancak daha sonraki yıllarda diğer alanlardaki çöküşe paralel olarak ekonomik alanda da hızlı bir
çöküş yaşanmıştır. Ekonomik alanda çöküşün başlıca sebepleri şunlardır:
a.
Başlangıçta
Fransa’ya
daha
sonra
diğer
Avrupa
devletlerine
verilen kapitülasyon denilen ticari imtiyazların Osmanlı Devleti aleyhinde gelişme göstermesi.
b.
Batıdaki sanayi inkılabının Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilememesi,
sanayi ürünlerinin yerli Osmanlı el sanatlarını ezmesi ve eritmesi
c.
artan askeri giderler
Kaybedilen savaşlar sonucunda ödenmek zorunda kalınan tazminatlar ve
8
d.
Dışarıdan alınan dış borçların ödenememesi sonucunda kurulan düyunu
Umumiye Teşkilatı
Artan rüşvet ve su istimal olaylarının devlet adamlarının bu sorunu
e.
çözememeleri
f.
Ekonomiyi yönlendirecek insan unsurunun yetiştirilmemesi
g.
Sömürgecilik hareketinin sonucunda Đspanyolların güney Amerika’dan
getirdikleri altınlar yüzünden Avrupa’yı sarsan enflasyonun Osmanlı devletini de etkilemesi
h.
Dirlik sisteminin bozulması yüzünden tarım faaliyetlerinin aksaması ve
devletin vergi kaybına uğraması
i.
Coğrafi keşifler sonucu dünya ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı
Devleti’nin daha önce elinde tuttuğu ticari avantajları kaybetmesi
6. Azınlıkların Osmanlı Devleti Aleyhindeki Faaliyetleri:
Osmanlı Devleti’nin idaresi altında değişik din ve milliyetlere mensup topluluklar
yaşamaktaydı. Bu toplulukların her biri Osmanlı çatısı altında yaşamaktan memnundu. Ancak
yakınçağda Avrupalı devletlerin güçlenmesi ve Osmanlı azınlıkları azınlıkları ile ilgilenmeye
başlaması, bu toplulukların her birinin Osmanlı Devleti aleyhinde din ve milliyetçilik unsurları
etkin rol oynamıştır. Fransız ihtilali ile yayılan milliyetçilik fikrinin etkisi ve Rusların kışkırtması
ile önce Balkan milletleri bağımsızlık hareketleri izlemiştir.Dolayısıyla azınlıklar Osmanlı
Devletinin içten çökertilmesinde etkili olmuşlardır.
B_DIŞ SEBEBLER:
1-_Batıdaki Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform Hareketleri ve Bunların Osmanlı
Devlet üzerindeki Etkiler:
Osmanlı Devleti kuruluşundan kısa bir süre sonra hızla yükselerek, çağının en güçlü
devletlerinden biri olmuştur. Dünyanın önemli ticaret yollarını kendi kontrolü altında bulunduran
Osmanlı Devleti ekonomik açıdan da güçlüdür.Haçlı Seferleri’nden itibaren Doğu dünyasını ve
onun zenginliklerini tanıyan Avrupalılar hep o zenginliklere kavuşmayı düşünmüşler, bunun
içinde
bilimsel
araştırmalara
yönelmişlerdir.Bilimi
kilisenin
dar
kalıplarında
çıkararak, gözlem ve deneye dayandıran Avrupalılar yeni icatlar ortaya koymuşlardır.Bu
bağlamda pusulanın bulunması, gemi yapım tekniğinin geliştirilmesine ve açık denizlere
kolaylıkla çıkılmasına imkan sağlanmıştır.Dünyanın şekli konusunda ortaya atılan doğru
9
bilgiler ispatlanmış, bu bilgilerin ışığı altında çizilen haritalarla Avrupalı denizciler
dünyanın başka kıtalarına ulaştırmıştır.Böylece Osmanlı Devleti’nin kontrolü altında olan
ticaret yolları kullanılmaz hale gelmiş, bu durum Osmanlı Devleti’nin ekonomik üstünlüğünü
yitirmesine yol açmıştır.Bunun yanı sıra Amerika kıtasının keşfedilmesi, buradaki yer altı
zenginliklerinin Avrupa’ya aktarılması Osmanlını para düzenini bozmuştur.Avrupalı tüccarlar
Osmanlı Devleti’nin ürettiği hammaddeyi daha fazla gümüş para vererek alması, o dönemdeki
paranın değer kaybetmesine yol açmıştır.Ülkedeki para bolluğu enflasyonu doğurmuştur.Bu da
altın fiyatlarını yükseltmiş, hayatı güçleştirmiştir ve sanayinin gelişmesini engellemiştir.
2-Kapitülasyonlar ve Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri :
Kapitülasyon; yabancı bir devlet uyruğunun oturduğu ve iş yaptığı ülkede, o ülkenin
vatandaşlarına tanınmayan bazı ayrıcalıklarda yaralanmasıdır. Bu ayrıcalıklar ticari, ekonomik,
kültürel v.b olabilir Osmanlı Devleti’nin Kanuni döneminde Fransızlara verdiği kapitülasyonlar
ticari nitelik taşımaktadır. Buna göre Osmanlı Devleti’nin de ticaret yapacak olan Fransız
tüccarları on yıl vergi vermeyecekler, malların değeri üzerinden %3 gümrük alınacak, Fransızlar
arasında çıkacak ticari anlaşmazlığa, anlaşmazlığın çıktığı yerdeki Fransız Konsolosu bakacak,
taraflardan biri Türk ise sorunu Osmanlı kadısı Fransız elçilinin bir görevlisinin gözetiminde
çözecektir.
Kanuni’nin ölümünden sonra bu ayrıcalıklar yenilenmiştir. Yenilenirken vergi muafiyeti süresiz
olarak uzatılmıştır.Fransa’ya tanınan bu ayrıcalıklardan zamanla bütün Avrupa devletleri
yararlanmışlardır.
Avrupa’da teknolojik gelişim hızla ilerleyip, Sanayi Đnkılabı yapılarak, üretim maliyeti
düşürülmüş, fabrikasyon üretime geçilerek, mal miktarı çoğaltılmıştır. Bu gelişme Batılılar için,
ucuz hammaddesi, kabalık nüfusu, kapitülasyonların kendilerine sağladığı düşük gümrük
gelirleriyle Osmanlı Devleti’ni cazip bir pazar haline getirmiştir. Avrupa’da fabrikalarda üretilen
mallar, Osmanlı pazarına sürülünce, korumasız, zayıf Osmanlı sanayisi bunlarla rekabet
edememiş ve büyük darbe yemiştir.
Osmanlı devlet adamlarının,kapitülasyonların zararlarını örtmek için,sanayi yi koruyucu önlem
almak
amacıyla
gümrük
vergilerini
artırma
istekleri,büyük
tepkilere
yol
açmıştır.Kapitülasyonlardan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti’nin bu yoldaki çabaları sonuç
vermemiştir..Öyle ki,I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan Almanya ve
10
Avusturya-Macaristan kapitülasyonların kaldırılmasına,diğer devletlerden daha fazla tepki
göstermişlerdir.Türkiye ancak Lozan da kapitülasyonlardan kurtulabilmeyi başarmış ve Türk
Sanayini korumayı gerçekleştirmiştir.
3.Sanayi Đnkılabı ve Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri:
Sanayi Đnkılâbı, buhar gücünün bulunması, bu gücün üretimde kullanılmaya başlanması
sonucunda ortaya çıkan üretimin basit el aletleri ile pahalıya ve yavaş yapılması uygulamasının
terk edilmesi, üretimin fabrikalarda hızlı ve ucuza gerçekleştirilmesi olayıdır. Yani Sanayi
Đnkılabı üretimde basit el aletlerinin yerini, makinenin almasıdır. Sanayi Đnkılabı,”Globalleşme”
denilen,pazarları ve üretimi dünya boyutuna taşıyan ekonomik dönüşümün de başlangıcını teşkil
etmektedir.
Sanayi Đnkılabı küçük sermayeden, büyük sermayeye, yani kapitalizme geçilmesini
sağlamış,küçük sanayi kuruluşlarının yıkılması,ucuz ve bol üretimi dünya ticaret dengesini
değiştirmiştir.Sanayi
Đnkılabı
ile
birlikte
Avrupa’da
hammadde
ve
Pazar
problemi
yaşanmıştır.Bu problem batılı ülkeleri hem milli sınırları içinde,hem de sömürgelerinde
koruyucu tedbirle almaya ve yeni pazarlar bulmaya zorlamıştır.Kalabalık nüfusu,yer altı ve
yerüstü zenginlikleriyle Osmanlı Devleti bu açıdan Batılılar için önemli bir Pazar niteliği
taşımıştır.Osmanlı Devleti’nin Sanayi Đnkılabı’ndan olumsuz yönde etkilenmemek için alması
gereken önlem yüksek gümrük uygulayarak Avrupa mallarına karşı yerli sanayisini korumak ve
sanayin çağdaş teknolojiyle güçlendirerek,Batı malları ile rekabet edebilecek duruma
getirmektir.Ancak bunların hiçbiri yapılmadığı için Osmanlı Devleti, Sanayi Đnkılabı’ndan
olumsuz yönde etkilenmiştir.
Mal üretimi çoğaldıktan sonra, artık kapitülasyonların tanıdığı ayrıcalıkları da yeterli
görmeyen
Batılılar,
Osmanlı
Devleti’nin
uyguladığı
ticaret
yasaklarından,
tekel
uygulamalarından şikâyetçi olmaya başlamışlardır. Đngilizler, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşanın çıkarttığı isyan ortamından faydalanarak,1838 Ticaret Antlaşmasıyla bu şikâyetlerden
kurtulma imkânını elde etmiş, bunu diğer büyük Batılı devletler izlemiş ve ülke adeta bir yarı
sömürge ağı içine düşmüştür. Avrupa malı ucuz ve bol miktarda Osmanlı pazarına girerken,
Osmanlı ülkesindeki hammadde daha ucuza yurt dışına çıkarılmış, bu da yerli sanayinin
gelişmesini engellemiştir.
11
Osmanlı Devleti’nin savaşlar yüzünden mali durumunun bozulması ve izlediği yanlış ekonomik
politika, Onu Batılı devletlerden borç almaya zorlamıştır. Alınan borçlar yerinde kullanılmadığı
için,devlet
bu
paraların
faizlerini
bile
ödeyememiş
ve
iflas
ettiğini
açıklamıştır.Batılıların,Osmanlı Devleti’nden alacaklarını tahsil etmek gayesiyle 1881’de
kurulan
Duyun-u
koydurmuştur.Bu
Umumiye
da
Teşkilatı,devletin
Osmanlı
Devleti’nin
gelirlerinin
mali
önemli
bağımsızlığını
bir
bölümünü
yitirmesine
el
neden
olmuştur.Osmanlı Devleti’nin bu şekilde borçlanması yabancı müteşebbise yaramış,Türk
müteşebbisler ya tamamen ortadan silinmiş,ya da yabancılarla anlaşarak çalışmalarına devam
etmek zorunda kalmışlardır.Bunun sonucunda demiryolu,limanlar,elektrik-havagazı,su ve maden
ocakları hep Avrupalı işletmeciler tarafından işletilmiştir.amacı kar etmek olan bu şirketler,milli
kaynakları
rasyonel
olmayan
bir şekilde
kullanarak
zenginleşirken,ülke kaynaklarını
kurutmuşlardır.
4.Fransız Đnkılabının Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri:
Fransız Đhtilali birden ortaya çıkmış bir olay değildir. Fransız Đhtilalin’e yol açan
gelişmeleri Ortaçağın karanlıklarında aramak lazımdır. Ortaçağ Avrupa’sında insanların düşünce
yapısına dinin katı kuralları egemendi.(Skolâstik Düşünce Sistemi)Avrupalı Rönesans ile kiliseyi
kendi kabuğuna çekilmeye mecbur ederek, bilimde, teknikte, kültürde ve güzel sanatların her
dalında hür düşünmek imkânı elde etmiştir. Ancak Rönesans ve Reforma rağmen Avrupa insanı
hala siyasi hürriyetini yakalayamamıştır. Avrupa’da insanların siyasi haklarını elde edebilme
yönetime katılabilme, kendilerini yönetecek olan kişileri belirleyebilme arayışları sınıf
mücadelelerinin yaşandığı ve halkının çok kötü yönetildiği Fransa’da başarıya ulaşmış ve
Fransız Đhtilali ile Fransız insanı kralın mutlak otoritesini kırmış, temel hak ve hürriyetlerini elde
etmiştir.
Fransız Đnkılabı ile ortaya çıkan fikir akımlarından biri olan liberalizm; tüm insanların
eşit olması lazım geldiği, her insanın anayasal çerçevedeki temel hak ve hürriyetlerine sahip
olması icap ettiği anlayışını benimser ve kralın yetkilerinin daraltılmasını,vatandaşların da
yönetime katılmaları anlayışını kabul eder.Liberalizm,ekonomide de benimsenmiştir.
Fransız Đnkılâbı ile ortaya çıkan ikinci fikir akımı ise Liberalizmin(Kişi Hürriyeti),milletlere
uyarlanmış şekli olan, bir devletin egemenliği altında yaşayan millet veya milletlerin hür ve
bağımsız olması lazım geldiği anlayışını savunan Nasyonalizm(Milli bağımsızlık veya
Milliyetçiliktir)’dir.
12
Böylece Fransız Đhtilali sonucunda ortaya çıkan Liberalizm ve Nasyonalizm anlayışı ile baskıcı,
eşitliğe dayanmayan, devlet anlayışı Fransa’da kuvvet yoluyla yıkılmıştır.
Fransa’da mutlakıyetin sonunu getiren bu gelişme, Avrupalı mutlak kralları
korkutmuştur. Fransız Kralının başına gelenleri yaşamak tahtını iktidarını kaybetmek istemeyen
Batılı krallar, Đhtilal Fransa’sına savaş ilan ederek Fransa Kralının başını yiyen bu fikir
hareketlerini Fransa’da etkisiz hale getirme yoluna gitmişlerdir. Ancak cephelerde Avrupalı
askerlerin, Fransız askerlerinden eşitlik, özgürlük gibi kavramları duymaları, olayı tersine
çevirmiştir.Avrupalılar krallarına yönelerek,Fransızların sahip oldukları hak ve özgürlükleri
onlardan talep etmeye başlayınca 1815’de Fransa ile savaşa son verilmiş Avusturya Başkanı
Meternick’in öncülüğünde toplatılan Viyana Konferansı’nda Avrupa’da filizlenmeye başlayan
eşitlik,özgürlük fikirlerine karşı ortak ve etkili mücadele kararı alınmıştır.Avrupa’da kralların
iktidarlarını koruyabilmek için halka karşı şiddet kullanmaya yönelmeleri yıllar boyu sürecek iç
savaşlara yol açmıştır.1818-1848 yılları arasında çıkan ayaklanmalar sonucunda Avrupalı
halk,kralların otoritesini yenmiş ve böylece Avrupa’da da mutlakıyetçi devlet yapısı terk
edilmiştir.
Böylece Fransız Đnkılabı önce Fransa’nın sonra Avrupa’nın daha sonra da tüm dünyanın
siyasi, hukuki ve toplumsal yapısını değiştirecek bir düzenin temellerini atmıştır.Bu düzenin
dayanakları;her vatandaşın özgür olduğu,yasalar karşısında eşit haklara sahip bulunduğu,milletin
kendi kendisini yönetmesi(yani demokratik bir düzen),bu düzenin temel yapısını belirleyen
anayasaların
yapılması,devletin
laikleştirilmesi
ve
milliyetçi
bir
niteliğe
büründürülmesidir.
Fransız Đhtilali sonucunda ortaya çıkan Nasyonalizm (Milliyetçilik) kavramı, çok milletli
devletlerin parçalanmalarına yol açmıştır. Nasyonalizmden en çok etkilenen devletlerden biri de
Osmanlı Devletidir. Fransız Đhtilalinin getirdiği milliyetçilik anlayışı Osmanlı topraklarında
yaşayan azınlıkları harekete geçirmiş, Osmanlı Devletini çökertmek isteyen dış güçlerin
kışkırtmaları sonucu Sırplar, Rumlar, Bulgarlar, Romenler ayaklanmışlardır. Bu ayaklanmaları
bastırmak Osmanlı Devletini ekonomik yönden sarstığı gibi, siyasi açıdan da büyük devletlerin
Osmanlıların iç işlerine karışmalarına yol açmıştır. Bu milletlerin önce özerklik, daha sonra da
bağımsızlıklarını kazanmaları, Osmanlı Devletinin giderek küçülmesine neden olmuştur.
13
Fransız Đnkılabının Osmanlı Devleti üzerindeki bu olumsuz etkisine karşın,bu olay Türk Đnkılabı
düşüncesinin doğmasında etkin rol oynamıştır.Fransız Đnkılabı sonucunda azınlıkların
milliyetçilik anlayışını benimsemeleri,Türklere de örnek teşkil etmiş,Türkçülük yani milliyetçilik
anlayışı doğmuştur.Demokrasi,anayasa,özgürlük gibi kavramları Türk aydını da tanımış,Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucuları bu kavramların etkisi altında yetişmiş ve Kurtuluş Savaşıyla çağdaş
Türk Devletini kurmuşlardır.
OSMANLI DEVLETĐNĐN JEOPOLĐTĐK KONUMU
Jeopolitik;( Jeo:Yer-Politik:Siyasi)Ekonomik,coğrafi,siyasi,kültürel vb. unsurların bir
ülkenin dış politikasına etkisini inceleyen bilim dalıdır.Günümüzde olduğu gibi geçmişte de
Anadolu,dünya güç dengelerini etkileyecek sürekli çıkar çatışmalarının odak noktasını
oluşturmuştur.Çünkü Anadolu,Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını kontrol altında tutabilecek önemli
bir noktada bulunmaktadır.Türkiye dünya üzerindeki konumu dolayısıyla Avrupa,Asya ve Afrika
kıtalarının düğüm noktası olarak nitelendirilen Akdeniz ve Ortadoğu’nun Doğu-Batı ve KuzeyGüne-y ekseni üzerinde bir köprü özelliğine sahiptir.Yine Türkiye konumu nedeniyle farklı
özelliklere sahip Avrupa,Asya ve Afrika ülkelerinin fiziki,sosyo ve ekonomik mihverleri
üzerinde çakışmakta,başka bir ifade ile mihverler Türkiye’den geçmektedir.Ayrıca Türkiye’nin
tüm kara,deniz ve hava sahası;Avrupa ve Asya’dan;Ortadoğu,Basra Körfezi ve Afrika’ya
stratejik düzeyde kuvvet intikali için lüzumludur.
Tüm bu özellikleri Ona dünya güç merkezleri için mutlak kontrol edilmesi ve elde
bulundurulması gerekli bir hedef olma niteliği kazandırmaktadır. Ayrıca bu bölgenin boğazlara
sahip olması dolayısıyla Doğu Akdeniz ve Basra Körfezine hükmetmede büyük bir avantaja
sahip olması imkânını yaratmaktadır ki bu da bu topraklarda kurulu olan devletin stratejik
önemini artırmaktadır. Günümüzde Türkiye’nin geçmişte de Osmanlı Devleti’nin jeopolitik,
jeostratejik değeri onun hassas coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. Günümüzde
Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik değeri artarak devam etmektedir. Yenidünya düzenini
oluşturmaya çalışan büyük güçlerin Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’da söz sahibi
olabilmek için Türkiye’ye büyük önem vermeleri bunun göstergesidir.
14
BÜYÜK DEVLETLERĐN OSMANLI DEVLETĐ ÜZERĐNDEKĐ EMELLERĐ
Yakınçağ da Osmanlı siyasi literatürüne “Düvel-i Muazzama” olarak geçen büyük
devletler; Đngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD, Đtalya ve Avusturya-Macaristan
Đmparatorluğudur. Bu devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri şöyledir:
1.Đngiltere’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Türklerin Đngilizler ile ilk karşılaşmaları Haçlı Seferleri ile başlar.Đngilizler,Osmanlı
Devleti üzerine Haçlı Seferleri’ne katılarak Niğbolu’da Türklerle savaşmışlardır.Görüldüğü gibi
Türk-Đngiliz ilişkileri düşmanca başlamıştır.Bu düşmanlığın sebebi,büyük ölçüde din
farklılığıdır.1453’te Đstanbul’un Türkler tarafından fethi üzerine,Papanın çağrısı ile Đngilizler
Türklerle
olan
ticari
ilişkilerini
kesmişlerdir.XVI.yüzyılın
ortalarında
Đngiliz-Đspanyol
rekabeti,Đngilizleri Türklerle yaklaştırmış ve Đngilizler XVII.yüzyıl boyunca Đspanya-Fransa ve
Portekiz ile olan sömürgecilik rekabeti ve Türkiye’deki karlı ticaret sebebiyle Osmanlı Devleti
ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir.Bu iyi ilişkiler XVIII.yüzyılın sonuna değin devam
etmiştir.XIX.yüzyılda ise Đngiltere,Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunan bir politika
izlemesi Hindistan meselesi ile ilgilidir.Đngiltere ancak kendi etkisi altındaki bir Osmanlı Devleti
sayesinde,en
önemli
sömürgesi
olan
Hindistan’a
uzanan
yolları
güven
altında
tutabilirdi.Fransa’nın 1798’de Mısır’a saldırması,Rusya’nın boğazlara hakim olma arzusu
Đngilizleri,Hindistan’a giden ve Osmanlı egemenliğinde olan yolları,bu güçlü devletlere
kaptırmaktansa,kendisinin
yardımıyla
güçlenecek
bir
Osmanlı
Devleti’nin
bırakmaya
zorlamıştır.Osmanlı Devletini yardımlarıyla Rusya’ya ve Fransa’ya karşı ayakta tutmaya çalışan
Đngilizler,bunun karşılığı olarak da Osmanlı Devletini Pazar olarak kullanmışlardır.1877-78
Osmanlı-Rus savaşını Osmanlı Devleti’nin kaybetmesi,Đngilizleri Osmanlı Devletine yönelik
politikalarını
tekrar
güçlenemediğini,kendi
gözden
geçirmeye
bağımsızlığını
zorlamıştır.Osmanlı
koruyamayacak
kadar
Devleti’nin
zayıfladığını
bir
türlü
düşünen
Đngilizler,Osmanlı Devleti’ne verdiği desteği çekerek,onu yıkma politikalarını uygulamaya
koymuşlardır.Đngilizlerin bu yeni politikalarını uyguladıklarının iki önemli kanıtı vardır:
1)Đngilizlerin 1878’de Kıbrıs’a asker çıkarmaları ve Mısır’ı işgal etmeleri. 2)Doğu Anadolu’da
bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına öncülük etmeleri.
15
2.Rusya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Çar I.Petro ile Rusya dış siyasetinde ilk denizlere açılma politikasını uygulamaya
koyulmuştur. Boğazlardan geçerek, sıcak denizlere inmeyi ve Rusya’yı denizlere ha I kim bir
ülke konumuna getirmeyi hedefleyen Çarlık Rusya’sı, XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti
aleyhinde bir büyüme ve gelişme göstermiştir. XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti henüz Rusya’ya
karşı koyabilecek güçtedir. XIX. yüzyılda iyice zayıflayan ve Rusya’ya karşı tek başına
mücadele demeyecek duruma düşen Osmanlı Devleti, bu yüzyılda da Rusya ile çıkarları çatışan
Đngiltere, Fransa, Avusturya gibi ülkelerle zaman zaman işbirliğine giderek bu güçlü düşmanına
karşı varlığını koruyabilmiştir.
Milli Mücadele sırasında Rusya kendi çıkarları yüzünden Türkiye’ye maddi destek
sağlamışsa da, Rusya hiçbir zaman Türk toprakları üzerindeki emellerinden vazgeçmemiştir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi görüşmeleri sırasındaki tavrı bunun delilidir. Türkiye 1946’da Rus
tehdidine karşı NATO’ya girmiştir.
3.Fransa’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Türk-Fransız ilişkileri de Haçlı Seferleriyle başlamıştır. Đngiltere’nin Osmanlı toprakları
üzerindeki en önemli emeli, Orta doğuya özellikle de Suriye ve Lübnan’ı ele geçirebilmektir.
Fransa özellikle Tanzimat sonrası kültürel alandaki Batılılaşma çalışmalarımızda toplumumuz
nazarında model bir ülke olmuştur. Ancak bütün bunlar Fransızların, Osmanlı Devleti
aleyhindeki politikasını değiştirmemiştir. I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarının Đtilaf
Devletleri arasında paylaşımı gayesiyle yapıla gizli antlaşmalara Fransa da katılmış ve kendisine
büyük bir pay verilmiştir.
4.Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Bu devlet de yükselme döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en büyük
rakibidir. XVI. ve XVII: yüzyıllarda Osmanlı Devleti Avusturya’ya üstünlüğünü kabul
ettirmiştir.1683 yılında Osmanlı Devleti’nin Avusturya karşısında uğradığı Viyana bozgunu ile
Osmanlı karşısında güçlü duruma geçmiş, zaman zaman Rusya ile ortak hareket ederek
Osmanlıyı Avrupa’dan atmaya çalışmıştır. Daha sonra dikkatini Balkanlar üzerine yoğunlaştıran
Avusturya, bu bölgeden Ege’ye uzanmak istemiştir. Bu dönemde benzer emeller taşıyan Rusya
ile Balkanlar’da menfaatleri çatışan Avusturya,1908’de Bosna-Hersek’i Osmanlı Devletinde
almıştır. Bundan sonraki siyasi ve askeri olaylarda Avusturya, Almanya ile birlikte hareket
16
etmiş, onun adeta tabii müttefiki olmuştur.Bu yüzden de Avusturya,I.Dünya Savaşı’nda Almanya
ve Osmanlı Devleti ile aynı ittifakın içinde yer almıştır.I.Dünya Savaşı sonunda AvusturyaMacaristan da Osmanlı Devleti gibi parçalanmıştır.
5.Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
1871’de Prusya’nın önderliğinde milli birliğini tamamladıktan sonra, takip ettiği siyasi ve
iktisadi politikalar sayesinde Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olmayı başaran
Almanya’nın Osmanlı Devleti ile doğrudan sınır komşuluğu yoktur. Bu nedenle Almanya’nın,
Osmanlı topraklarını ele geçirmeye yönelik politikası olduğu söylenemez.1878’de Đngiltere’nin,
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını sona erdirmesi Đngiliz donanmasını
Basra Körfezi’nde kontrol altında tutmak isteyen Almanya’nın, Osmanlı Devletine
yakınlaşmasına neden olmuştur. Almanya bu sayede hem Türk topraklarından geçerek,
Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna kadar olan toprakları, Đngiliz Đmparatorluğu’nun sömürge
yollarını kontrol etme imkanını elde ediyor,hem de Osmanlı Devleti’nden ekonomik ve siyasi
çıkarlar sağlamayı hedefliyordu.Bu ilişkiler çerçevesinde Berlin-Đstanbul-Bağdat demiryolu
projesinin yapılmasına başlanmış,bu proje Đngilizleri oldukça rahatsız etmiştir.Türk-Alman
yakınlaşması I.Dünya Savaşı sırasında da sürmüş Osmanlı Devleti gücüne hayranlık duyduğu
Almanya’nın yanında yer alarak,I.Dünya Savaşı’nın bitimi ile tarihi ömrünü tamamlamıştır.
6.Đtalya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Đtalya da Almanya gibi milli birliğini XIX.yüzyılın ikinci yarısında tamamlamış bir
devlettir.Sanayileşmesini tamamlayamadığı için,şansını Osmanlı topraklarında denemek
istemiştir.Bu
doğrultuda
hareket
eden
Đtalya,Osmanlı
egemenliğindeki Trablusgarp ve Bingaziyi sömürge olarak kullanabilmek amacıyla 1911’de
Osmanlı Devleti’ne savaş açmış,bu topraklara asker çıkarmıştır.Ardından Rodos ve 12 Adayı
işgal
etmiştir.1912’de
Trablusgarp
Savaşı
sonucunda
imzalanan
Qundy
(Uşi)
Antlaşmasıyla,Đtalya hedefine ulaşmış,Trablusgarp ve Bingaziyi kendi sömürgesi yapmıştır.
I.Dünya Savaşı sırasında,Osmanlı Devleti karşısında Đtilaf Devletleri safında yer alan
Đtalya,Türk topraklarının paylaşımını öngören gizli antlaşmalara katılmış,kendisine Đzmir’in
verilmesi benimsenmiştir.Ancak Paris Barış Konferansı kararıyla Đtalyanların yerine Đzmir’e
Yunanlıların çıkartılması,Đtalyanları Đtilaf Devletlerine kırgın hale getirmiştir.Bu yüzden
Đtalyanlar,Kurtuluş Savaşı’nda diğer devletler gibi karşı tavır almamışlardır.
17
7.ABD’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri:
Đlk Amerikan Konsolosluğu 1824’de Đzmir’de açılmış,başlangıçta kültürel amaçlara
yönelik olan ABD-Osmanlı ilişkileri giderek ekonomik alana yönelmiş ve 1830’da ABD ile bir
ticaret antlaşması imzalanmıştır.Dış politikasında 1823’de kabul ettiği Monröe Doktrini’ni
uygulayan ABD kendi kıtası dışındaki olanlarla pek ilgilenmemiştir.Ancak Monröe Doktrini’nin
varlığına rağmen,ABD zaman zaman başka ülkelerin sorunlarına karışmış (Örneğin:Ermeni
Meselesi)bu da iki ülke arasındaki ilişkilere bazen gölge düşürmüştür.Amerika’nın Türkiye ile
ilgili dış politikası,I.Dünya Savaşı’nın ardından ağırlık kazanmıştır.ABD Başkanı Wilson Barış
Prensipleri’nin 12.maddesi,Osmanlı Devleti ile ilgilidir.Ancak Türklerin lehine olan bu madde
diğer devletler tarafından uygulanmamıştır.
ŞARK MESELESĐ
1815 Viyana Konferansı’nda Batılıların ortaya attığı Şark Meselesi’nin kökü çok eskilere
dayanmaktadır.Avrupa’yı
oldukça
uğraştıran
Şark
Meselesini
iki
safhada
incelemek
mümkündür.Şark Meselesinin birinci safhası 1071-1683 yılları arasındaki devredir. Bu safhada
Avrupalılar savunmada, Türkler ise taarruz halindedir. 1071_1683 yılları arasında Şark
Meselesi’nin esasları şunlardır:
1.
Türkleri Anadolu’ya sokmamak.
2.
Türkleri Anadolu’da durdurmak.
3.
Türklerin Rumeli’ye geçişini engellemek.
4.
Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ilerleyişine engel olmak.
Şark Meselesi’nin bu hedeflerine rağmen Türkler Anadolu’ya girmiş, yerleşmiş,
Rumeli’ye geçmiş, Balkanları tamamen zaptetmiş ve 1683’de Türklerin Viyana önlerinde
yenilmesiyle Şark Meselesi’nin birinci safhası kapanmış, ikinci safhası açılmıştır.
Şark Meselesi’nin ikinci safhasında ise Türkler savunmada, Avrupalılar ise taarruzdadır. 1920
yılına kadar süren Şark Meselesi’nin bu safhada gelişmesi şu seyri izlemiştir :
18
1.
Balkanlardaki
Hıristiyan
milletleri
Osmanlı
hakimiyetinden
kurtarmak.
2.
Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanların haklarını korumak
amacıyla, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmek
3.
Türkleri Balkanlardan tamamen atmak
4.
Đstanbul’u Türklerden geri almak.
5.
Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarında yaşayan Hıristiyan
azınlıkların bağımsızlıklarına kavuşmalarını sağlamak. (Ermeniler)
6.
Anadolu’yu
paylaşarak,
Türkleri
Anadolu’dan
çıkartıp,
Orta
Asya’daki yurtlarına sürmek.
Şark Meselesi’nin 1920’ye kadar süren safhasında Batılılar başarılı olmuşlardır. Tırablusgarp
Savaşı ile Đtalyanlar Kuzey Afrika’ya yerleşmiş, Balkan Savaşları ile Osmanlı Devleti
Balkanlarda büyük toprak kaybına uğratılmış, Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıklar
bağımsızlıklarını kazanmada başarılı olmuşlar, Ermeniler ayaklanma çıkartarak, Osmanlı
Devleti’ni içten çökertmişler, 1. Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli antlaşmalarla Türk
toprakları büyük devletler arasında paylaşılmış, Mondros Mütarekesi’nden sonra Đtilaf Devletleri
bu paylaşıma uygun olarak Türk topraklarını işgal etmişlerdir. Sadece Đstanbul’un işgali
Çanakkale Savaşları sırasında M. Kemal’in çabalarıyla önlenmiştir. Şark Meselesi projesini son
anda iflasa sürükleyen gelişme, Anadolu’da M. Kemal’in önderliğinde Milli Mücadele
harekâtının başlatılması ve başarıya ulaştırılmasıdır.
Genel tanımıyla Müslüman Türkleri Balkanlardan ve Anadolu’dan atmayı hedefleyen Şark
Meselesi, Lozan Antlaşması ile iflas etmiştir.
19. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETĐ’NDE YENĐLĐK HAREKETLERĐ
18. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nde planlı ve programlı bir ıslahat hareketinden
söz etmek mümkün değildir. Devletin kötüye giden durumu karşısında, bu gidişatı durdurmak
için alınması gereken tedbirler hakkında bazı raporlar hazırlanmış, ancak bu teşebbüsler bilinçli
bir kadroya dayanmadığı ve kişiler bağlı kaldığından başarılı olamamıştır.
Karlofça Yenilgisi ile birlikte Osmanlı yöneticilerinin ve aydınlarının Batı’ ya bakış açısı
değişmiştir. O döneme kadar kendilerini Batı’ dan üstün gören Osmanlılar, artık Batı’ nın
19
üstünlüğünü kabul etmiş ve Osmanlı Devleti’nde Batı tarzında yenilikler yapılmasını zorunlu
görmüşlerdir.
Osmanlı yöneticileri bir yandan çeşitli nedenlerle Avrupa’dan kaçıp, Osmanlı Devleti’ne
sığınan aydınların görüşlerinden yararlanmaya çalışmış, bir yandan da Avrupa’nın çeşitli
ülkelerine elçilik heyetleri göndererek, o ülkeleri yakından tanımaya çalışmışlardır. Nitekim
bunun sonucu olarak 1727’de ilk Türk Matbaası kurulmuştur. 1773’de çağdaş bilgilerle
donatılmış denizciler yetiştirmek üzere Mühendishane-i Bahr-i Hümayun adı altında bir okul
açılmıştır. Avrupa’dan Osmanlı Devleti’ne çeşitli yollarla gelip devlet hizmetine girenlerin
yardımlarıyla açılan askeri okullardan yetişen kişilerin gayretleri sonucu, Osmanlı Devleti’nde
batılı anlamda ıslahat hareketleri başlamıştır. Ancak 3.Selim dönemine kadar önemli bir gelişme
gösterilememiştir.
III. SELĐM DÖNEMĐ ISLAHATLARI
III.Selim tahta çıktıktan sonra (1789_1807), devletin kötü gidişatını durdurmak için alınması
gereken tedbirleri belirlemek üzere, ülkenin ileri gelen devlet adamlarından oluşan bir danışma
meclisi (Meşveret Meclisi) toplamıştır. III.Selim, bu meclisin hazırladığı raporlar doğrultusunda
“Nizam_ı Cedid” adı verilen yenilikleri yapmak amacıyla bir dizi ferman yayınlamıştır. 1793’de
Yeniçeri ocağının yanı sıra Nizam_ı Cedid adıyla Avrupa tarzında bir askeri ocak kurulmuştur.
Bu ocağın subay ihtiyacını karşılamak için de 1794’de Mühendishane-i Berri Hümayun adlı bir
okul açılmıştır.
III..Selim döneminde Avrupa başkentlerinde (Paris, Londra, Berlin, Viyana) daimi elçilikler
açılmıştır. Batı dillerinde yazılmış önemli eserler Türkçe’ye çevrilerek, Batı düşüncesinin ülkeye
girmesine hız verilmiştir. Ancak yeniliklere karşı olanların Kabakçı Mustafa’nın önderliğinde
çıkarttıkları isyan sonucunda III.Selim tahttan indirilmiş, böylece ilk ciddi ve geniş boyutlu
yenileşme hareketi bu şekilde engellenmiştir. Yeniçeri teşkilatını kaldırmayı, ulemanın nüfuzunu
kırmayı, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve medeniyette
gerçekleştirdiği ilerlemelere ortak etmeyi amaçlayan Nizam_ı Cedid hareketi, III.Selim
döneminin kapanmasıyla bu hedefleri tutturamadan sonuçsuz kalmıştır.
II. MAHMUT DÖNEMĐ ISLAHATLARI
20
III..Selim’in izinden giden II.Mahmut (1808_1839), onun ıslahatlarını canlandırmaya
çalışmıştır. II.Mahmut, öncelikle orduyu ele alarak Sekban_ı Cedid adında bir ocak açtırmış, bu
gelişme Yeniçerilerin isyanı ile son bulmuştur. Yeniliklerin önündeki en büyük engelin Yeniçeri
Ocağı olduğunu gören II. Mahmut, bu ocağın kaldırılması yönünde çalışarak, 1826’da Yeniçeri
Ocağını ortadan kaldırmıştır. Onun yerine Asakir_i Mansure_i muhammediye adıyla yeni ve
modern bir ordu kurmuştur. 1826’da ilk defa Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir. Yabancı
uzmanların yardımlarıyla Harbiye ve Tıbbiye gibi yeni askeri okullar açılmıştır. Đlköğretim
mecburi hale getirilmiştir. Medreselerin dışında Rüştiye mektepleri açılmış, 1831’ de Takvim_i
Vekayi adıyla ilk resmi gazete yayınlanmaya başlamıştır. Yurt dışına çıkışlarda pasaport
uygulanmasına yine bu dönemde başlanmıştır. Kıyafette yenilik yapılarak, fes ve pantolon
giyilmeye başlanmıştır. II. Mahmut döneminde Vezir_i Azam’ın gücü zayıflatılarak, padişahın
otoritesi kuvvetlendirilmiştir. Hükümet teşkilatında değişiklikler yapılarak, bakanlıkların
kurulmasına başlanmıştır. Bu şekilde II.Mahmut döneminde yapılan yeniliklere Tanzimat
döneminin fikri yapısı oluşturulmuştur.
TANZĐMAT FERMANI
(3 KASIM 1839)
Tanzimat dönemi (1839-1876), Osmanlı tarihinde yeni bir devrin başlangıcıdır. Bu dönem,
devletin siyasi, sosyal, askeri ve kültürel alanlarda kötüye gidişini önlemek gayesiyle daha geniş
ıslahatların yapıldığı bir devirdir. Yapılması düşünülen düzenlemelerle ilgili ferman
hazırlandıktan sonra, Gülhane Parkı’nda halka okunduğu için Gülhane Hatt_ı Hümayunu diye
de anılır. Bu ferman Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nda
çıkarılacak olan yeni kanunların dayandırılacağı temel ilkeler şunlardır:
1.
Müslüman ve Müslüman olmayan bütün halkın can, mal ve namus güvenliğinin
sağlanması.
2.
Herkesten belli uluslara ve kazancına göre vergi alınması
3.
Herkesin kanun önünde eşit tutulması, mahkemelerin açık yapılması ve kimsenin
yargılanmadan öldürülmemesi.
21
4.
Herkesin mal, mülk edinmesinin sağlanması, istediğinde bunları satması ve ya
yenisini alması, çocuklarına miras bırakma hakkının bulunması.
Padişah, bu fermana ve ona dayandırılarak yapılacak kanunlara saygı göstereceğine dair yemin
etmiştir. Böylece Osmanlı padişahı kendi gücünün de üstünde bir kanun gücünün varlığını
tanımak durumunda kalmıştır. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’ne ilk kez hukukun
üstünlüğü anlayışı girmiştir. Bu ferman ile Batılılaşma belirli bir program dahilinde uygulamaya
koymuş, Batılılaşma sistemleşmiş, eşitlik anlayışı benimsenmiştir. Tanzimat Fermanı’nın
getirdiği yenilikler başlangıçta hem Müslüman, hem de Müslüman olmayan kesimi memnun
etmiş, ancak daha sonra Tanzimat Fermanı’nda yer alan hususların çoğu yerine getirilememiş ve
başlangıçta fermana duyulan hoşgörünün yerini, memnuniyetsizlik almıştır. Tanzimat
Fermanı’nın istenilen şekilde uygulanmayışının temel sebepleri şunlardır :
1.
Batı’ dan alınan yeniliklerin derinliğine anlaşılamamış olması, sadece şeklen
benimsenmiş olması.
2.
Azınlıklara verilen hakların büyük devletleri tarafından istismar edilmesi.
Büyük devletlerin , azınlıkların haklarını koruma adı altında fermandaki ilgili maddeye
dayanarak, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaları ve bunun, Tanzimat Fermanı’nın
uygulanmasını Osmanlı Devleti açısından zorlaştırması.
3.
Tanzimat Fermanı ile amaçlanan ıslahatları yapacak kadroların olmaması.
Bu nedenlerden dolayı, Osmanlı tebaasını dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin Osmanlı
vatandaşlığı altında birleştirmeyi hedefleyen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin
parçalanmasını önleyememiş, devlet içinde iki başlılığa yol açmıştır.
ISLAHAT FERMANI
(28 ŞUBAT 1856)
Osmanlı
Devleti’nin
Kırım
Savaşı’ndaki
müttefikleri
tarafından
hazırlanmış
olup,Osmanlı Devleti’ne zorla kabul ettirilmiş bir fermandır. Azınlıklara Tanzimat Fermanı ile
verilen ayrıcalıkları kabul eden bu fermanla, azınlıklara haklarını iyileştirici bir dizi yenilikler
getirmiştir. Islahat Fermanı ile azınlıklara devlet memuriyetine girebilme, askeri ve sivil bütün
22
okullarda okuyabilme, Müslümanlarla Müslüman olmayanların kanunlar önünde eşit sayılması
azınlıkların seçme ve seçilme hakkını kullanabilmeleri ayrıcalığı tanınmıştır.
1.MEŞRUTĐYET
(23 ARALIK 1876)
Osmanlı Devleti’nde padişahın yetkilerinin ve yönetimin anayasa (Kanun_i Esasi) ile
belirlendiği dönemdir. Avrupa’yı yakından gören, devletin gidişini beğenmeyen ve yapılan
yenilikleri yeterli görmeyen Türk aydınları, Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de
halkın devlet işlerini denetleyebileceği Meşrutiyet idaresine geçilmesi kanaatinde idiler. Bu
görüşü benimseyenlerin başında Namık Kemal ve Ziya Paşa geliyordu. Bu iki Türk aydının
başını çekiği gruba Genç Osmanlılar (Jön Türkler) deniyordu. Genç Osmanlılar, Meşrutiyet ilan
edilir, Mebuslar Meclisine Müslüman olmayan halkın temsilcileri de katılırsa, Müslümanlarla
aralarındaki ayrılığın giderilebileceğine ve bir Osmanlı Milleti oluşacağına inanıyorlardı.
Böylece Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışması engellenmiş olacaktı.
Genç Osmanlıların düşüncelerini Mithat Paşa gibi ileri gelen bazı devlet adamları da
benimsiyordu. Yalnız Meşrutiyet yönetiminin kurulabilmesi için, bu idare tarzını benimsemeyen
Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi gerekiyordu. Neticede Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa,
Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa Abdülaziz’i tahttan indirerek yerine V. Murat ‘ı geçirdiler. Akli
dengesi bozuk olan V. Murat tahtta sadece üç ay kalabilmiştir. Yerine Meşrutiyet’ i ilan
edeceğine söz veren II. Abdülhamit tahta çıkarılmıştır.
Abdülhamit’ in sadrazam olarak atadığı Mithat Paşa’nın başkanlığına bir kurul tarafından
anayasa (Kanun_i Esasi) hazırlanmıştır. Bu anayasa Abdülhamit’ in bazı düzeltmelerinden sonra
23 Aralık 1876’ da törenle halk önünde ilan edilmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet
idaresi yürürlüğe girmiştir. Üyelerini halkın seçtiği Meclis-i Mebusan ile Padişahın atadığı
kişilerden oluşan Ayan Meclisi toplanmıştır. Bu iki meclis bir araya gelerek Genel Meclisi
oluşturmaktadır. Bu ilk anayasa ile padişaha bakanlar kurulunu atama, görevden alma, dış
ülkelerle antlaşma yapabilme, savaş ilan edebilme, meclisi açma ve kapama yetkisi verilmiştir.
Başkanlığını sadrazamın yaptığı Bakanlar kurulu, devlet işlerini yürütmekle görevlidir. Bu
kurulun aldığı kararlar padişahın onayı ile yürürlüğe girebilecektir. Kanun teklifi yetkisi bakanlar
23
kuruluna, yasama görevi Mebuslar Meclisi ile Ayan Meclisi’ne verilmiştir. Đki mecliste kabul
edilen kanunlar, padişahın onayından sonra kabul edilmiş olacaktır.
Bütün Osmanlı halkının kanunlar önünde eşit olduğu Meşrutiyet’ in ilanıyla kabul edilmiş,
herkese şahsi mesken, eğitim, yayın, ortaklık kurma hürriyeti tanınmıştır. Kimseden kanunsuz
para alınmayacağı, vergilerin herkesin gelirine göre alınacağıve angaryanın yasak olduğu
belirtilmiştir.
1877_78 Osmanlı Rus Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanması, Meclis_i
Mebusan’ın bu başarısızlığı padişaha ve bakanlar kuruluna fatura etmeye kalkışması, II.
Abdülhamit’i anayasal yetkisini kullanarak Mebuslar Meclisi’ni kapatmaya yöneltmiş, böylece
1. Meşrutiyetin idaresi de sona ermiştir.
2.MEŞRUTĐYET
(23 TEMMUZ 1908)
Osmanlı Devleti’nde padişahın yetkilerinin ve yönetiminin anayasa ile ikinci kez
düzenlendiği dönemdir. II. Abdülhamit’in 1. Meşrutiyetin sona erdirilmesinden itibaren
uyguladığı baskı politikasına rağmen, devlet içinde bazı gizli siyasi faaliyetler devam etmiş ve
cemiyetler kurulmuştur. Bu cemiyetleri kuranlar, devletin kurtuluşu için değişik fikirlere sahip
olduklarından aralarında bir birlik yoktur.
Aydınların bir bölümü, Osmanlı Devleti’nin çöküntüye uğramasının önlenmesi için yeniden
Meşrutiyetin ilan edilmesi ve anayasal düzene geçilmesi görüşündedirler. Bir kısım aydın da,
güçlü olabilmek için dünyadaki büyün Müslümanları birleştirecek bir Đslam birliğinin
oluşturulmasından yanadır. Bir başka grup aydın da, dünyadaki bütün Türklerin bir yönetim
altında birleştirilmesi düşüncesini taşımaktadır.
Böyle farklı düşüncelerin benimsendiği bir ortamda meşrutiyet idaresine taraftar olan
aydınlar, Đttihat ve Terakki adı altında gizli bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğe üye olanların
amacı, II. Abdülhamit’e meşrutiyet yönetimini zorla kabul ettirmektir. Đngiltere ve Rusya’nın
Reval şehrinde yaptıkları gizli görüşmelerde, Makedonya’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılması
konusunda fikir birliğine vardıklarını öğrenen Đttihat ve Terakki yönetimi hemen harekete
24
geçmeye karar vermiştir. Cemiyete bağlı 3. Ordu subayları arasında amaç birliği sağlanmış,
Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Bey Manastır bölgesinde; Enver Bey Selanik yakınlarında birlikleriyle
dağa çıkarak ayaklanmışlardır. Cemiyet, Selanik’te, Manastır’ da ve diğer Rumeli şehirlerinde
hürriyetin ilanına karar vermiştir. Ayaklanmanın genişlemesinden korkan II. Abdülhamit, 2.
Meşrutiyet’ i ilan ederek, Kanun-i Esasi’ yi yeniden yürürlüğe koymuştur. Ardından da seçimler
yapılarak, Mebusan Meclisi açılmıştır. 2. Meşrutiyet ile birlikte 1876 anayasası üzerinde 1909’da
yapılan değişiklikle padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır. Yeni düzenlemeye göre padişah
sadrazamı atayacak, bakanları sadrazam belirleyecek ve padişahın onayına sunacaktır. Bakanlar
kurulu yasama meclislerine karşı sorumlu kılınmıştır. Her iki meclise de kanun teklif etme
yetkisi tanınmıştır. Padişahın kanunları veto etme yetkisi sınırlandırılmıştır. Basına sansür
konulamayacağı belirtilmiştir. Ancak bu anayasa iç karışıklıklar, savaşlar, Đttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin tutumu yüzünden gerektiği biçimde uygulanamamıştır. Özellikle Đttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin bir yıl sonra Abdülhamit’i 31 Mart ayaklanması sonucunda tahttan indirterek, onun
sahip olduğu hak ve yetkileri kendi üzerlerine almaları yüzünden 2. Meşrutiyet de beklenen
faydayı sağlamamıştır. 2. Meşrutiyet Devletin çöküşünü önleyemediği gibi, 2. Meşrutiyet
yıllarında Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Yunanistan’ın Girit’ i ele geçirmesi,
Avusturya_Macaristan’ın Bosna_Hersek’ i topraklarına katması gibi olaylar yüzünden devlet
büyük kan kaybına uğramıştır.
OSMANLI
DEVLETĐ’NĐN
SON
DÖNEMĐNDE
ORTAYA
ATILAN
DEVLETĐ
KURTARMAYA YÖNELĐK FĐKĐR HAREKETLERĐ:
1.
OSMANLICILIK:
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan, Tanzimat Dönemi’ne kadar ülkede devlete adını
veren Osman Bey’ in hanedanına dayanan bir “Osmanlılık” fikri vardır. Osmanlı Devleti’nde
1789 Fransız Đnkılabı’nın etkisiyle milliyetçilik fikrinin yayılmaya başlaması, Osmanlı
topraklarında en fazla refah içinde yaşayan kesim olan gayri_müslimlerin kendi devletlerini
kurmaya başlamaları, Osmanlı Devleti’ni ciddi bir bunalıma itmiştir. Batının gücüne karşı
koyamayacaklarını anlayan Osmanlı yöneticileri, ona karşı çıkmak yerine, onun sempatisini
kazanarak, yardımını elde etmeyi tercih etmişlerdir. Bu anlayışın etkisiyle II. Mahmut
döneminde Osmanlı Devleti’nde batı anlayışına uygun ıslahatlar yapılmıştır. Böylece Osmanlı
Devleti’nde bu yenilikler sonucunda batıyı yakından tanıyan, yabancı dil bilen bir yeni genç nesil
yetişmiştir. Osmanlıcılık fikri işte bu genç neslin ürünüdür. Genç Osmanlılar adı altında
örgütlenen bu genç kadro, Osmanlı tabakasına eşit haklar tanınması, bu hakların yasalarla
25
güvence altına alınması, Meşrutiyet yönetimine geçilmesi görüşündedir. Osmanlıcılık fikrini
savunan Genç Osmanlılara göre; Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu, ancak Osmanlı sınırları
içerisinde yaşayan tüm insanlar arasında dil, din, ırk, mezhep farkı gözetmeksizin herkesin
Osmanlı vatandaşı olduğunu kabul etmekle sağlanabilecektir.
Genç Osmanlılar, II. Abdülhamit’ e meşrutiyeti kabul ettirerek, Osmanlıcılık fikrini uygulamaya
koymuşlarsa da, ülkedeki milliyet isyanlarının durmaması, bu isyanların gelişimine paralel
olarak Osmanlıcılık fikrinin de önemini kaybetmesine yol açmıştır.
2.
ĐSLAMCILIK:
Ülkede Đslamiyet’e ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara önem veren ve tüm
Müslümanlar arasında bir birliğin sağlanmasını gerçekleştirmeye çalışan, devletin sosyal
bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır. Đslamcılık fikir akımının öncüsü II. Abdülhamit olup,
onun saltanatı süresince, iç idare ve dış siyasette bu fikir akımının gelişme göstermesine
çalışılmıştır. Đslamcılık fikir akımının ortaya çıkmasında, Osmanlı topraklarında yaşayan
Müslümanlara, gayrı_Müslimlerin ilişkilerinin bozulması, 1877_78 Osmanlı Rus Savaşı
sırasında Balkanlar’ da çok sayıda Müslüman’ın işkence görerek ölmesi, pek çoğunun malını,
mülkünü, terk ederek Anadolu’ya kaçmak zorunda kalması, Avrupa’nın Osmanlı topraklarında
yaşayan gayrı_ Müslimler’ in lehine olacak gelişmeler için, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine
karışmaları, Müslümanların yaşadıkları toprakların Hıristiyanlar tarafından işgal edilmesi gibi
etkenler rol oynamıştır.
II.Abdülhamit’in Đslamcılığı devletin temel prensibi haline getirmeye çalışmakla dış politikada
ulaşmak istediği biri yakın, diğeri uzak iki amacı vardır. Yakın amaç; Osmanlı Devleti’nin
varlığını korumak. Uzak amaç ise; Hilafet etrafında dünya Đslam birliğini kurmaktır. Ancak
Đslamcılık da milliyet hareketleri karşısında başarılı olamamıştır.
3.
TÜRKÇÜLÜK:
Türkçülük, II. Abdülhamit döneminde bir fikir hareketi olarak gelişmiştir. Osmanlıcılık
veya Đslamcılık gibi bir idare ve siyaset sistemi haline getirilmesi düşünülmemiştir. Bu sebeple
Türkçülük hareketi bir siyasi partinin veya belirli bir grubun malı değildir. Az sayıda aydının
üzerinde kafa yorduğu bir akımdır. Bu aydınlar içinde siyasete girmemiş tarafsızlar bulunduğu
26
gibi, Đslamcılık veya Osmanlıcılık fikirlerini benimseyenler de vardır. Türkçülük fikir hareketinin
doğmasına yol açan etkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür;
a)
Batılı devletlerin teşvikiyle milliyetçilik hareketinin Osmanlı topraklarında yaşayan
Hıristiyan tebaa arasında yayılması ve bunun sonucunda isyanların çıkması.
b)
Türk olmayan Müslüman toplulukların yine batılı devletlerin propagandaları
sonucunda Osmanlı Devleti’nden ayrılmaya başlamaları.
c)
Büyük Hıristiyan eyaletlerin müstakil veya muhtar bir statüye kavuşması sonucunda,
bu eyaletlerde yaşayan Müslümanların Anadolu’ya göç etmek zorunda kalması ve bu
insanların karşı karşıya kaldıkları felaketin uyandırdığı tepki.
d)
Avrupa’nın Türkler üzerindeki baskısı ve aleyhte propagandaları.
e)
Yabancı dil öğrenen ve Avrupa’ya giden Türk aydınlarının, Avrupalıların Türkler
hakkındaki çalışmalarından haberdar olmaları ve bunun onlara vicdanlarında uyandırdığı
rahatsızlık.
Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı, daha sonra giderek bir siyasi
cereyan haline gelmiştir. Osmanlıcılık ve Đslamcılık fikir akımlarının Osmanlı Devleti’nin
sorunlarını çözmede yeterli olmayacağını düşünen Türkçülük akımı, devletin kurtuluşunu ırk
esasına dayalı Türk Milleyetçiliğinin geliştirilmesinde görmüştür. Türkçülük akımını
benimseyenlere göre devlet; ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta
durur. Bunun için de Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Türklerin milli bilince ulaştırılması
gerekir. Türkçülük akımına ilmi bir boyut kazandıran Ziya Gökalp’ e göre; Osmanlı Devleti’nin
güçlenmesi yeniden yapılanmasına ve hayat tarzına bağlıdır. Bu üç esas üzerinde gerçekleşir.
Bunlardan birincisi Türkçü olmaktır. (Dilde, güzel sanatlarda, ahlakta ve hukukta Türk kültürünü
devam ettirmek.) Đkincisi Đslam ümmetinden olmaktır. Üçüncüsü ise Batı uygarlığını
benimsemektir. Yani bilimde, teknikte tam bir Batı kafasına sahip olmaktır. Gökalp görüldüğü
üzere kültürle, medeniyeti birbirinden ayırmış, kültürde Türk kalmayı savunmuştur.
Đttihat ve Terakkiciler, Türkçülük akımını genişleterek, Asya’da yaşayan tüm Türkleri
Osmanlı Padişahının yönetimi altında birleştirmeyi amaçlayan Pantürkizm(Turancılık) görüşüne
kaymışlardır. Almanların propagandası ile Đttihatçılar, bu projeyi gerçekleştirmek gayesiyle
devleti I.Dünya Savaşına sokmuşlarsa da, savaşın gidişatı buna imkân vermemiştir. I.Dünya
27
Savaşından sonra Atatürk tarafından daha gerçekçi temellere oturan Anadolu Türkçülüğü
savunulmaya başlanmış, Milli Mücadele bu temele dayandırılmıştır.
4-BATICILIK:
Bu üç fikir akımından başka, Batı’da ortaya çıkan fikir ve sistemleri aynen benimseyen Türk
aydınlarının savunduğu Batıcılık akımı, ortaya çıkmıştır. Batıcılar kendi aralarında birlik
oluşturamamışlardır. Öncülüğünü Celal Nuri’nin çektiği bir grup batıcı, batının sadece
teknolojisinin alınması, kültürünün alınmaması tezini savunmuştur. Öncülüğünü Abdullah
Cevdet’in çektiği grup ise Batı medeniyetinin tek bir medeniyet olduğunu kabul etmekte, bu
medeniyetin olduğu gibi alınmasını savunmaktadır. Bu akım küçük bir çevre ile sınırlı kalmış,
fazla taraftar bulamamıştır.
XX. YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI DEVLETĐ
1.
Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Đktidara Gelmesi:
Osmanlı Devleti’nin son döneminde içte meydana gelen en önemli olay, Đttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Bu cemiyetin doğuşu, devrin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik
şartlarının bir sonucudur. Cemiyet kısa sürede büyüyüp, gelişerek iktidarı ele geçirmiştir.
3 Haziran 1889’da Tıp öğrencilerinden Đbrahim Temo, Đshak Sükuti, Abdullah Cevdet ve
Mehmet Reşit tarafından Đttihad-ı Osmani Cemiyeti adıyla kurulan cemiyetin kurucuları, Genç
Türkler olarak isimlendirilmişlerdir. Kısa sürede Harbiye ve Mülkiyede yayılan bu hareket,
cemiyetin varlığının II. Abdülhamit tarafından öğrenilmesinden sonra sıkıntı yaşamış, cemiyetin
yöneticileri yurtdışına kaçarak, oradan çalışmalarda bulunmuşlardır.
1907’de Đttihat Cemiyeti ve Osmanlı Terakki Cemiyeti birleşmiş, M. Kemal ve
arkadaşlarının Şam’da kurdukları Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selanik şubesi de bu oluşuma
M. Kemal’den habersiz katılmıştır. Bu birleşmeden sonra cemiyet, Makedonya’da büyük bir
ayaklanma hareketine girişerek, bu hareketle 1908’de II. Meşrutiyeti II. Abdülhamit’e kabul
ettirmiştir. 31 Mart Olayı ile II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin ardından, Bab-ı Ali Baskını
28
ile cemiyet iktidarı tam anlamıyla ele geçirmiş ve Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar devam
ettirmiştir.
Đttihatçılar vatansever, dürüst, cesaretli olmalarına rağmen, devleti yönetecek vasıflardan
yoksundurlar. Toplumu çöküntüye götüren aksaklıkları doğru teşhis edip, bunları ortadan
kaldıramamışlardır. Bu yüzden de başarılı olamamışlardır.
2- Trablusgarp Savaşı (1911-1912):
Almanya gibi milli birliğini geç tamamlayan Đtalya sömürgecilik yarışına geç katılmıştır.
Bu döneme kadar dünyanın en iyi bölgeleri Đngiltere ve Fransa başta olmak üzere, büyük
devletler arasında paylaşılmıştır. Sömürgecilikte geride kalmak istemeyen Đtalya, büyük
devletlerle yaptığı bir dizi antlaşmadan sonra, Osmanlı Devletinin K. Afrika’daki toprağı
Trablusgarp ve Bingazi’ye göz dikmiştir. Buraların kendisine bırakılması için 28 Eylül 1911’de
Osmanlı Devletine bir nota veren Đtalya, bu isteğinin reddedilmesi üzerine Trablusgarp ve
Bingazi’ye asker çıkartmıştır. M. Kemal, Enver Paşa ve Fethi Bey gibi genç ve idealist
subayların organize ettiği direniş karşısında başarısız olan Đtalyanlar, savaşı Osmanlı Devletinin
başka topraklarına yaymak suretiyle isteklerini Osmanlı Devleti’ne kabul ettirme yoluna
gitmişlerdir. Kızıldeniz’deki Osmanlı limanları topa tutularak, savaş gemileri batırılmış, Beyrut
bombalanmış, Rodos ve 12 Ada işgal edilmiştir. Daha sonra Ege’ye çıkarak Çanakkale Boğazını
geçmeye çalışan Đtalyanlar başarılı olamamışlardır. Bütün bunlar Osmanlı Devletinin tavrını
değiştirmesinde etkisiz kalmışken, Balkan Savaşının patlak vermesi Osmanlı Devletini
Trablusgarp’ı feda etmeye mecbur etmiş ve 1912 yılında Đtalyanlarla Quchy (Uşi) Antlaşması
yapılmıştır. Bu antlaşma ile Đtalyanlar; Trablusgarp ve Bingazi’yi alacak, Osmanlı Devleti
buradaki bütün askeri ve sivil memurlarını çekince, Đtalya işgal ettiği adaları Osmanlı Devletine
iade edecektir. Yapılan gizli bir antlaşma ile bu adaların savaş bitinceye kadar Đtalyan
kontrolünde kalınması istenmiştir. Ancak savaşın bitiminden sonra bu adaların Türk yönetimine
kazandırılması mümkün olmamıştır.
3- Balkan Savaşları (1912-1913):
29
Osmanlı Devleti’nin Đtalya ile uğraşmasını fırsat bilen Balkan Devletleri, Rusya’nın
kışkırtmasıyla aralarında bir ittifak oluşturmuşlardır. Bu çerçevede 13 Mart 1912 Sırp-Bulgar; 29
Mayıs 1912 Bulgar-Yunan; Ağustos 1912 Karadağ-Bulgaristan; 6 Ekim 1912 Karadağ-Sırbistan
ittifakı gerçekleştirilmiştir. 8 Ekim 1912’de bu ittifaklar zincirinde yer alan Karadağ’ın Osmanlı
Devletine savaş ilan etmesi ile I. Balkan Savaşı başlamıştır. Karadağ’ın Balkan Savaşını
başlatmasından iki hafta sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’da Osmanlı Devletine savaş
ilan etmiştir. Savaş coğrafi durumun çıkardığı sonuçlar, savaşa iyi hazırlıklı olmayan Osmanlı
ordusunun seferberlik ve tahkimat işlerini zamanında yapamaması, yönetimden kaynaklanan
hatalar ve ordu içindeki ittihatçı subayların iktidarı yıpratmak için görevlerini yapmamaları gibi
sebeplerden dolayı bütün cephelerde Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
1.Balkan Savaşı sonunda Osmanlı Devleti Makedonya’yı, Batı Trakya’yı,Edirne’yi, Đtalyan
işgali dışında kalan Ege adalarını kaybetmiş, 1912 yılında Londra Antlaşmasını imzalamak
zorunda kalmıştır. Bu antlaşma ile; Ege adalarının geleceğinin belirlenmesi Arnavutluk
sınırlarının çizilmesi büyük devletlere bırakılmış, Girit hukuken Yunanistan’a bırakılmış, MidyeEnez
hattının
batısında kalan
topraklarda
Balkan
Devletlerine
bırakılmıştır.
Edirne
Bulgaristan’da kalmıştır.
Balkan devletleri, I. Balkan savaşı sonunda Osmanlı Devletinden aldıkları toprakları
paylaşmada anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Sorun özellikle Bulgaristan’ın müttefiklerinden daha
fazla toprak kazanması yüzünden çıkmıştır. Bunun sonucunda Sırbistan, Yunanistan ve Romanya
Bulgaristan’a saldırmışlardır. Bu durumdan yaralanmak isteyen Osmanlı Devleti harekete
geçerek, Edirne dahil bütün Doğu Trakya’yı geri almıştır.
Balkan Savaşı sonunda imzalanan 1913 Bükreş Antlaşmasıyla Balkan Devletleri, Osmanlı
Devletinden aldıkları Balkan topraklarını aralarında paylaşmışlardır. Bulgaristan ile Osmanlı
Devleti arasında yapılan Đstanbul Antlaşması ile Meriç nehri sınır kabul edilmiştir.
Balkan Savaşı sonunda Adriyatik Denizinden, Karadeniz’e kadar olan Balkanlar’daki Türk
hakimiyeti çok küçülmüştür. Savaşın sosyal ve ekonomik alanda da ağır sonuçları olmuştur.
Milyonu aşkın göçmen kitlesi, Doğu Trakya ve Anadolu’ya göç etmiştir. Bu durum ekonomik
yönden zaten çok zayıf olan Osmanlı Devletini, daha da zayıflatmıştır. Balkanlar’daki ve
Anadolu’daki nüfus yapısı değişmiştir. Savaşın kaybedilmesi ve Balkanlar’da büyük toprak
kaybına uğranılması, Türk Milleti’nin hafızasında derin izler bırakmıştır.
30
1.DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)
Dünyanın büyük devletlerinin Avrupa’da, Ortadoğu’da, Afrika’da ve Uzakdoğu’da geniş
bir alanda ve açık denizlerde, o zamana kadar görülmemiş büyüklükte ve uzun süreli savaşına I.
Dünya Savaşı denilmektedir. I. Dünya Savaşına yol açan sebepler şunlardır:
1-Ekonomik Rekabet ve Sömürgecilik:
Sömürge edinme ve dış yatırımlarla gelişen ekonomik rekabet, savaşın en önemli
sebeplerinden biridir. Sömürgecilik anlayışı, Rönesans’tan sonra Sanayi Đnkılabı ile önem
kazanmış, ham madde ve Pazar arayışı gelişmemiş, ham madde kaynakları zengin ülkelerin
sömürge olarak kullanılması arzusunu kamçılamıştır. Öncülüğünü Đngiltere’nin yaptığı
sömürgecilikte Đngiltere’yi Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, Rusya gibi ülkeler izlemiştir.
Sömürgecilik kervanına ABD’nin de katılmasıyla sömürgecilik anlayışı Pasifik Okyanusuna da
egemen olmuştur. Bunun yanı sıra büyük devletlerin çeşitli ülkelerde maden, demiryolu, deniz
işletmeleri vb dış yatırımları da vardır.
2-Avrupa’da Alman-Fransız; Balkanlar’da Rus-Avusturya Rekabeti:
Avrupa’daki Alman-Fransız anlaşmazlığı savaşın diğer bir nedenini oluşturmaktadır.
Alman milli birliğinin kurulması aşamasında Almanlar Fransızları yenmişler ve yer altı
kaynakları açısından zengin Alsace-Lorraine’i Fransa’dan almışlardır. Bu tarihten itibaren
Fransızlar bunu milli bir mesele haline getirmişlerdir.
Diğer yandan Balkanlar’da da Rusya ile Avusturya arasında çekişme vardır. Akdeniz’e açılmak
isteyen Rusya, Panislavizm politikasıyla Balkanları nüfuzu altına almak istemektedir. Aynı
şekilde Avusturya’da Balkanlar’da hakimiyet kurmak istemektedir. Çıkar çatışması bu iki devlet
arasında şiddetli rekabete yol açmaktadır.
3-Milliyetçilik:
31
1789 Fr. Đnkılabı ile ortaya çıkan milliyetçilik fikri, milli devletler kurma düşüncesini
geliştirmiş, bu anlayış daha sonra da Avrupa milletlerinin benimsediği kendi milletini üstün
görme politikasının kaynağı olmuştur. Panislavizm, Pan-Germenizm gibi milliyetçi akımların
ortaya çıkması bu anlayışın ürünüdür.
1-Osmanlı Topraklarının Paylaşılması Đsteği:
Osmanlı toprakları üzerindeki nüfuz mücadelesi ve ileride “Hasta Adam” ın mirasının ne
şekilde paylaşılacağı meselesi, I. Dünya Savaşına yol açan bir diğer önemli nedendir. XIX.
Yüzyıl başlarındaki Rus, Đngiliz, Fransız rekabetine, yüzyılın sonlarında Almanya’nın da
katılması bu rekabeti hızlandırmıştır.
2-Hızlı Silahlanma-Militarizm:
Milli birliğini oluşturan Almanya kısa sürede sanayileşmiş ve sanayisinin bir kısmını
savaş sanayiine yöneltmiştir. Alman Krupp fabrikalarında büyük toplar, diğer ülkelerini
yaptıklarından farklı silahlar yapılırken, tersanelerinde denizaltılar ve savaş gemileri yapılmakta
idi. Almanya’nın bu davranışı, diğer Avrupa devletlerini de silahlanma yarışına yöneltmiştir. Bu
da militarizmin güçlenmesine ve yönetenlerin yönettikleri halkı savaşa özendirmelerinde etkili
olmuştur.
3-Bloklaşma:
Almanya milli birliğini kurduktan sonra, dış politikada farklı bir yol izlemiştir. Alman
milli birliğinin kurucusu Bismarc, Almanya’yı Avrupa’nın karada en güçlü devleti haline
getirmek arzusundadır. Bismarc’in bu arzusunu gerçekleştirmesini engelleyecek tek güç
Fransa’dır. Çünkü Alman milli birliği kurulurken Fransızlar, Almanlara yenilmişlerdir. Bismarc,
Fransa’nın en kısa sürede kendisini toparlayacağı ve Almanya’dan bu yenilginin intikamını
almaya çalışacağı inancındadır. Đşte bu inanç Almanya’yı güçlü devletle Fransa’ya karşı
Almanya’nın yanına çekme arayışına yöneltmiştir. Böylece dünya devletleri arasında ilk kez
gruplaşma hareketi başlatılmıştır. 1860-1890 yılları arasında yapılan antlaşmalarla Almanya,
Ç.Rusya’sı, Avusturya-Macaristan’ı yanına almıştır. Bu birliğe “Üçlü Đttifak” adı verilmiştir.
Đtalya da daha sonrada Üçlü Đttifaka katılmıştır. 1890’a kadar Üçlü Đttifak da her hangi bir
çözülme yaşanmamıştır.
32
1890’da Almanya’da bir taht değişikliği yaşanmış yeni imparatorla Başbakan Bismarc
arasında dış politikada ciddi görüş ayrılıkları yaşanmaya başlamış, bu yüzden de Bismarc
başbakanlıktan istifa etmiştir. II. Wilhelm döneminde Almanya, Ç.Rusya’sının kendi yanında yer
almasını gereksiz görmüş ve 1890’da Ç.Rusya’sı ile süresi dolan ve yenilenmesi gereken
antlaşma yapılmayarak, Rusya devletlerarası alanda Almanya’nın karşısına itilmiştir. Bu durum
Rusya’yı 1894’de Fransa ile anlaşmaya yöneltmiştir. Bu birlikteliğe Đngiltere’nin de katılmasıyla
Üçlü Đttifaka karşı “Üçlü Đtilaf” bloğu oluşturulmuştur. Zamanla bloklar arasındaki ekonomik
rekabet, silahlanma yarışı gerginlik yaratmış, bu gerginlik de I. Dünya Savaşının çıkışında etkin
rol oynamıştır.
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN BAŞLAMASI-GELĐŞMESĐ
OSMANLI DEVLETĐ’NĐN SAVAŞA GĐRMESĐ
Osmanlı Devleti birkaç asır süren Gerileme Döneminde, özellikle de son yıllarda
devletler arası alanda yalnızlığa itilmiştir. Büyük devletler açısından bir güç olarak
görülmemektedir. Buda Osmanlı Devleti’ni, dünyada gruplaşmalar hızla sürerken, ittifak
yapabileceği bir ülke bulabilme sıkıntısına sokmuştur. Üçlü Đtilaf grubu, Osmanlı Devleti ile
ittifak yapmaya sıcak bakmamakta, Osmanlı Devleti’nin ittifak yapmak zorunda bırakıldığı Üçlü
Đttifak grubuna dahil olmak ise Osmanlı Devletine sıcak gelmemektedir. Osmanlı Devleti’nin
Üçlü Đtilaf devletlerine ayrı ayrı yaptığı ittifak tekliflerini reddedilmesi, Osmanlı Devletini yalnız
kalmamak için Almanya’nın dahil olduğu Üçlü Đttifak ile anlaşmaya mecbur etmiştir.
Artık Avrupa’da bu gerginliği savaşa dönüştürecek bir kıvılcım beklenmektedir.
Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna’yı ziyareti sırasında bir Sırplı tarafından
öldürülmesi ile beklenen bu kıvılcım çıkmıştır. Bu olayın intikamını almak için Sırbistan’a savaş
açmaya karar veren Avusturya-Macaristan, müttefiki Almanya tarafından cesaretlendirilmiştir.
Böylece I. Dünya Savaşı Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında başlamıştır. Rusya’nın
Sırbistan’ı yalnız bırakmamak amacıyla savaşa katılması, Almanya’nın da AvusturyaMacaristan’ın yanında savaşa girmesini kaçınılmaz kılmıştır.
Almanya savaşa katıldığını dünyaya ilan etmeden önce, 2 Ağustos 1914 gecesi
Đstanbul’da üst düzey Đttihat ve Terakki yöneticileriyle gizli bir ittifak görüşmesi yapmış ve bu
görüşme sonunda Osmanlı Devleti ile Almanya arasında gizli bir ittifak anlaşması yapılmıştır.
33
Bu ittifaka göre; Almanya’nın savaşta Avusturya-Macaristan’ın yanında yer alması halinde
Osmanlı Devleti de Almanya’nın yanında yer alacaktır. Osmanlı topraklarına yönelik bir saldırı
halinde, Almanya Osmanlı Devleti’ni koruyacaktır. Bu ittifakla bir anlamda Osmanlı Devleti’nin
kendi ihtiyaç duyduğu anda yanında yer alması imkanını elde eden Almanya’nın; 2/3 Ağustos
1914 gecesi I. Dünya Savaşına katılmasıyla savaşın alanı genişlemiştir.
Almanya savaşa girmesi ile birlikte Alman Genel Kurmayının 1900’lerde hazırladığı
savaş planını uygulamaya koymuştur. Bu plana göre Almanya savaşa girdiği andan itibaren
bütün gücüyle Fransa üzerine yüklenecek ve 6 haftalık süre zarfında Avusturya-Macaristan Rus
kuvvetlerini oyalayacaktır. 6 haftalık sürenin tamamlanması ile birlikte Fransızların işini bitirmiş
olan Almanlar, Avrupa topraklarından geçerek Rusya üzerine yürüyecekler ve Avusturya
kuvvetleri ile birlikte Rusya’ya kesin darbeyi indireceklerdir. Almanya’nın savaşa katılmasından
sonra uygulamaya konan bu plan başarılı olamamış, Almanlar Fransızları yenemedikleri gibi,
Fransız topraklarında ağır kayba uğramışlardır. Öte yandan Avusturya da, Rus kuvvetlerini
oyalamada yetersiz kalmıştır. Fransızları yenemeyen Almanların, Avrupa topraklarını
çiğnemeleri ve Belçika’ya saldırmaları, Belçika’nın yanı sıra, Đngiltere’nin de Almanya’ya karşı
savaşa katılmasına yol açmıştır. Kafkasya topraklarında Avusturya ile birlikte, Ruslara yok edici
darbeyi indiremeyen Almanların Avrupa’da uyguladıkları savaş planları tümüyle başarısız
olmuştur. Bu başarısızlık Almanları zinde yeni kuvvetler bulmaya ve yeni cepheler açmaya
yöneltmiştir.
Almanların bu amaçlan kullanabilecekleri hazırdaki kuvvet Türk kuvvetleri idi. Osmanlı
Devletini savaşın içine çekmek için bir mizansen gerekmekte idi. Akdeniz de Đngiliz gemileri ile
çarpışan ve Türk Boğazlarına giren iki Alman savaş gemisi Türkiye’yi savaşa sokacak bahane
oldu. Osmanlı devleti önce bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını duyurdu. Yavuz ve Midilli
adı verilen Alman mürettebatlı, Türk bayraklı bu gemiler, Enver Paşanın bilgisi dahilinde
Karadeniz’e çıkarılmışlardır. Amiral Şusan komutasındaki bu gemilerden Rus kalelerine ateş
açılması, Rusya’nın bu olayı Osmanlı Devleti’nin kendisine savaş ilanı olarak değerlendirip
karşılık vermesi, Osmanlı Devletinin bir anda kendisini savaşın içinde yer almaya mecbur
etmiştir.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Almanya’nın Avrupa’da savaşması, Uzakdoğu da
yayılmacı bir politika izleyen Japonya’nın işine yaramıştır. Almanya’ya 23 Ağustos 1914’de
34
savaş ilan eden Japonya, Almanya’nın Uzakdoğu’daki sömürgelerini ele geçirmiş ve Kasım
1914’de savaşı kendi açısından sonuçlandırmıştır.
I DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK CEPHELERĐ
Osmanlı Devletinin savaşa katılmasıyla savaş alanı genişlemiştir. Bir çok cephede savaşmak
zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin hareket planının esasını, Đttifak Devletleri’nin Avrupa da ki
yükünü hafifletmek oluşturmaktadır. Bu amaçla 3 aşamalı şu plan uygulanacaktır:
1-
Ruslara karşı; Orta Asya’daki ve Kafkasya’daki Müslümanların, halifenin
ilan edeceği cihat çağrısı ile harekete geçirilmesi.
2-
Đngilizlere karşı; Habeşistan, Sudan, Trablusgarp’daki Müslümanların yine
halifenin cihat çağrısı ile harekete geçirilmesi.
3-
Boğazların Türk ve Alman kuvvetlerince ortak savunulması.
Bu planla; Kafkasya’da Ruslar, Süveyş’te Đngilizler meşgul edilerek, Almanya ve
Avusturya’nın yükü hafifletilecek, Đngiltere’nin Hindistan ile olan deniz yolu bağlantısına engel
olunacak ve güneyde ki zengin petrollerden ittifak devletlerinin yararlanması sağlanacaktır. I.
Dünya Savaşında bu amaçla Türk Ordusu şu cephelerde savaşmıştır.
1-Çanakkale Cephesi:
Đngiliz ve Fransız ortak saldırılarına karşı savaşılan bu cephede gerçekleşen muharebeler, Türkler
açısından savaşın en önemli olayıdır.
Çanakkale’de bir cephe açılmasının sebebi, Đtilaf devletleri açısından şöyledir: Çanakkale
boğazını geçmek, Đstanbul’u ele geçirmek, Osmanlı devletini savaş içinde çökertmek, sonrada
müttefikleri Rusya’ya yardımda bulunmaktır. Đtilaf devletleri yetkililerinin düşüncesine göre;
Osmanlı Devletinin savaş dışı bırakılmasıyla Süveyş kanalı ve Hint Yolu üzerindeki Osmanlı
baskısı kalkacak, Balkan Devletleri’nin Đttifak Devletleri saffında yer almaları önlenecektir.
Çanakkale Savaşlarında Tümen Komutanı M. Kemal Düşmana ilerleme imkanı tanımamış,
düşmanın Çanakkale’den geçerek Đstanbul’u işgal etmesine izin vermemiştir. Emsalsiz bir zafer
olarak tarihe geçen Çanakkale Savaşının sonuçları şöyle sıralanabilir:
35
A-) Đnsan kaybı açısından dünya tarihinde en yüksek kaybın savaşlardan biridir. Yaklaşık
olarak 254.000 Türk, 250.000 yabancı olmak üzere toplam 504.000 insanın hayatına mal
olmuştur.
B-) Türk Ordusu’nun hesaba katılmayan savaş gücü, direnme azmi ve başarısı I. Dünya
Savaşı’nın uzamasına neden olmuştur.
C-) Đstanbul ve Boğazlar mutlak bir istiladan kurtulmuşlardır.
D-) Đngiltere ve Fransa boğazları geçip, Rusya’ya yardım ulaştıramadıkları için Rusya’da
sıkıntı artmış, bu da Bolşevik Đhtilali’nin başarıya ulaşmasına ve Rusya’nın savaştan
çekilmesi Kars, Ardahan, Batum’un geri alınması imkanını sağlamıştır.
E-) Türk Milletine moral kazandırmıştır.
F-) Çanakkale’de yeni Türk Devleti’nin ilk temelleri atılmış, Milli Mücadele hareketinin
lideri M. Kemal’in büyük kabiliyeti ortaya çıkmıştır.
2-Kafkas Cephesi:
Bu cephede Ruslara karşı savaşılmıştır. Enver Paşa komutasında ki 150.000 kişilik Türk ordusu,
Sarıkamış Taarruzunu başlatmış ancak taarruz ağır kış şartları yüzünden 100.000 kayıp verilerek,
başarısızlıkla sonuçlandırılmıştır. Bu başarısızlıktan yararlanan Rus birlikleri Erzurum, Muş,
Bitlis, Trabzon ve Erzincan’ı ele geçirmişlerdir. 1916 yazında Diyarbakır’da ki 16. Kolorduya
komutan olarak atanan M. Kemal, Rus birliklerinin Diyarbakır yönündeki ilerleyişlerini
durdurmuş, karşı taarruzla Muş ve Bitlis’i geri almıştır. 1917 Bolşevik Đhtilali ile Kafkas
Cephesi’nde harekat durmuştur.
3-Kanal Cephesi
Mısır’da Osmanlı hakimiyetini yeniden sağlamak ve Süveyş Kanalını ele geçirerek, Đngiltere’nin
Hindistan yolunu kesmek amacıyla girişilen Kanal Harekatı, 1915 yılı başından itibaren iki kol
halinde ilerlemişlerdir. Gerekli ulaşım imkanlarının sağlanamaması yüzünden harekat
başarısızlıkla sonuçlanmış, karşı taarruza geçen Đngilizler, Türk ordusunu geri çekilmeye mecbur
etmişlerdir.
4-Filistin Cephesi:
36
Kanal Harekatının başarısızlıkla sonuçlanması yüzünden, bu bölgedeki savaşın ağırlık
noktası Filistin ve Suriye’ye kaymıştır. Bu arada Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile anlaşan ve
onlara Suriye, Irak ve Hicaz’ı içine alan, müstakil bir Arap Devleti kurmaları vaadinde bulunan
Đngilizler, aynı zamanda Siyonistlere de Filistin ‘de bir devlet kurmaları sözünü vermiştir.
Böylece Đsrail Devleti’nin kurulması için gerekli zemin hazırlanarak, Filistin Meselesi olarak
bilinen olayların tohumları saçılmıştır.
1917’de Đngilizlerle Kudüs’ü ele geçirmişler, 1918’de M. Kemal ‘ in komuta ettiği 7.Ordu
mevzilerini başarıyla savunmuştur. 8. Orduya bozan Đngilizler, M. Kemal Paşa’ nın ordusunu da
yok etmek istediler. Bunu anlayan M. Kemal Đngilizlere karşı başarılı savaşlar vererek, ordusunu
imhadan kurtarmıştır.
5. Irak Cephesi:
1914’te
Basra’ya
korumak ve kuzeye doğru
asker
çıkaran
ilerleyerek, Ruslarla
Đngilizler, Abadan
birleşip
Anadolu’yu
petrollerini
çember
içine
almak düşüncesindedirler. Ayrıca; Türk kuvvetlerinin Đran’a girmesini ve Hindistan’ı tehdit
etmesini önlemeyi de düşünmüşlerdir. Kütulamara’ya ve oradan da kuzeye ilerleyen Đngilizler,
1915 sonlarında kuvvetlerin büyük bölümünü kaybederek, geri çekilmişlerdir. Đngilizler
karşısında elde edilen bu başarılar uzun sürmemiş ,yeniden Basra’ya kuvvet çıkaran Đngilizler,
1917‘de Bağdat’a girmişlerdir. 1918’de Kerkük’ü ele geçiren Đngilizler, Mondros Mütarekesi
imzalandığı sırada Musul yakınlarına kadar gelmiş bulunmaktadırlar.
6.Galiçya ve Makedonya Cephesi:
Türk
kuvvetleri
ve
müttefiklere
yardım
amacıyla
Osmanlı
sınırları
dışındaki Galiçya ve Makedonya’da savaşmışlardır. Galiçya cephesinde Alman-Avusturya
kuvvetlerine yardım eden Türk kuvvetleri Romanya kuvvetlerini yenmişlerdir. Makedonya’da
da Türk askerleri Bulgar kuvvetlerine yardımcı olmuşlardır.
I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA YAPILAN GĐZLĐ ANTLAŞMALAR
Türklerin I.Dünya Savaşında Đtilaf Devletlerine karşı cephe alması, öteden beri Đtilaf
Devletleri
tarafından
düşünülen, Osmanlı
topraklarının
paylaşılması projesini
hem
kolaylaştırmış, hem de hızlandırmıştır. 1915-1917 yılları arasında yapılan gizli antlaşmalar
zinciri ile Osmanlı toprakları, Đtilaf Devletleri arasında şu şekilde paylaşmışlardır.
37
1.Đstanbul Antlaşması:
Ruslar, Đngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Savaşına giriştikleri sırada bu
devletleri sıkıştırarak, Boğazlar ve Đstanbul ile ilgili bazı isteklerde bulunmuşlardır. 1915
baharında
yapılan görüşmeler sonunda Đngiliz ve Fransızlar,
Đstanbul ve boğazları
Ruslara vermeyi kabul etmişlerdir. Ayrıca Trakya’da Midye’den Enez’e çekilen bir hattın
doğusunda kalan arazi ile Sakarya ağzından başlayarak Gemlik körfezine inen bir hattın
batısında kalan bir toprak parçası da Ruslara veriliyordu. Rusya’ya verilecek topraklar
arasında Gökçeada ve Bozcaada da vardı. Buna karşılık Ruslarda Đngiltere ve Fransa’nın
Anadolu
ve
orta
doğudaki
Osmanlı
toprakları
ile Đskenderun
körfezi ve Toroslara kadar Çukurova üzerindeki haklarını tanımayı kabulleniyorlardı.
2.Londra Antlaşması:
1915 ‘de Londra da Đngiliz ve Fransız ve Đtalyanlarla arasında yapılmıştır. Bu antlaşma
ile zaten Đtalya’nın elinde bulunan 12 adada Đtalya tam hâkimiyet kazanıyordu. Đngiltere, Fransa
ve Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarını paylaşmasına karşılık Đtalya’ya da
Antalya bölgesinde buna eşdeğer bir pay verilmesini kabul ediyordu.
3.Sykes-Picot Antlaşması:
Bu antlaşma ile ilgili görüşmeler Đtalya’nın savaşa katılmasından önce başlamış, ancak;
Đtalya savaşa katıldıktan sonra sonuçlanmıştır. Bu antlaşma ile Aladağ , Kayseri, Akdağ ,
Yıldızdağ , Zara ,Eğin ,Harput ile sınırlanan arazi ile Kilikya, Suriye, ve Musul Fransa’ya
bırakılıyordu. Hayfa , Akka limanları ile Irak ve Fransızlara verilen arazinin güneyi de
Đngiltere’ye kalıyordu.
4.St.Jean de Maurienne Antlaşması:
Rusya’nın 1917 Bolşevik Đhtilali sonucu savaştan çekilmesi üzerine Đngiltere ve Fransa
Đtalya ya daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Đtalya ile yapılan St.Jean de Maurienne
Antlaşması ile Đtalya ya Sykes-Picot Antlaşmasını tanıması kaydıyla Đzmir ve Konya ya kadar
olan bölge veriliyordu. Ancak uygulama da bu antlaşmaya bağlı kalınmamış, Đzmir’e Đtalyanlar
yerine Yunanlıların çıkarılması kararı verilmiştir.
A.B.D ’NĐN I. DÜNYA SAVAŞINA KATILMASI
38
1917 Nisanından itibaren Rusya’nın savaşı terk etmesi ile Đtilaf kanadında ortaya çıkan
boşluğu, savaşa katılan A.B.D doldurmuştur. A.B.D’nin savaşa katılması, Almanya’nın
1915’den itibaren başlatmış olduğu denizaltı savaşlarının bir sonucudur. Đngiltere savaşın
başından itibaren donanması ile Almanya’yı abluka altına alarak Almanya’nın ticari gücünü
kırmaya çalışmıştır. Almanya da , Đngiltere’nin bu ablukasını kırmak için geniş çaplı bir
denizaltı savaşı başlatmıştır. 1915 Mayısında iki Đngiliz yolcu gemisi (Lusitania ve Arabic)
Alman denizaltları tarafından batırılmış ve birçok Amerikalı yolcuda bu olaylarda hayatını
kaybetmiştir. Bu olaylar Amerikan-Alman ilişkilerini gerginleştirmiş ise de, Almanya’nın geri
adım atması, bir daha bu tür olaylar olmayacağına dahi teminat vermesi üzerine ABD daha ileri
gitmemiştir. Buna rağmen 1916’da
bu kez de bir Fransız yolcu gemisinin Alman
denizaltlılarınca batırılması ve bu olayda da bazı Amerikan vatandaşlarının ölmesi üzerine, iki
devlet arasındaki ilişkilere yeniden gerginlik kazandırmıştır.
Almanya denizaltı savaşlarını sürdürürken, diğer taraftan da Đtilaf güçlerine yardım eden
Amerika’ya karşı, özellikle Lâtin Amerika ülkelerinde Amerikan
aleyhtarı
faaliyetlere
girişmişlerdir. 1917 de Almanya, Amerika ile arası bozuk olan Meksika’dan faydalanma yoluna
gitmiştir. Amerika, Almanya ‘ya karşı savaşı başlattığı taktirde Meksika Almanya’nı yanında
yer alacak, Almanya
Meksika’ya ekonomik yardım yapacak
ve ayrıca
Amerikan
topraklarından olan Teksas, Yeni Meksika ve Arizona eyaletlerini Meksika’ya verecektir. Buna
karşılık Meksika, Japonya ile Almanya arsında aracılık yaparak Amerika ya karşı bir Japon
Alman Meksika ittifakını kurulmasını sağlayacaktır. Bu olayı Amerika’nın dış politikasının
esaslarını çizen Monröe Doktrinine aykırı bulan Amerika’nın artık sessizce kalabilmesi
imkânsızdır.1917 de iki Amerikan ticaret gemisinin alman denizatlılarınca batırılması bardağı
taşıran son damla olmuş ve 2 Nisan 1917 de ABD Almanya ya karşı olarak 1. Dünya savaşına
katılmıştır. A.B.D. ‘nin üstün teknolojisi ile ve zinde kuvvetleri ile yorgun Đtilaf Devletleri’nin
yer alması Đtilaf Devletleri’nin savaşı kazanma şansını artırmıştır.
Savaşın taraflara çok ağır gelmeye başladığı sırada, herkesin barışa özlem duyduğu bir
atmosferi
oluşturmayı
ABD
başkanı
Wilson
düşünmüş
ve
14
maddelik Wilson
Prensiplerini açıklamıştır.
Wilson Đlkelerine göre; Avrupa’da milliyetler arası tutularak, siyasi harita bu esasa göre
düzenlenecektir. Đşgal edilen yerler hemen boşlatılacak, küçük devletlerin bağımsızlıkları büyük
devletlerin teminatı ile sağlanacaktır. Osmanlı Devleti’nin Türklerle mesken kısımlarında Türk
hakimiyeti sağlanacaktır. Ancak; Türk olmayan milletlere muhtar gelişme imkanı sağlanacaktır.
39
Çanakkale Boğazı devamlı olarak bütün milletlerin gemilerine açık tutulacak ve bu durum
uluslar arası garanti altına alınacaktır.
I.
Dünya Savaşını Sona Erdiren Antlaşmalar
Rusya’nın Bolşevik Đhtilâli üzerine savaştan çekilmesiyle Rusya, Brest-Litovsk
Antlaşması ile savaşı sona erdirmiştir. Rusya bu antlaşma ile tüm Doğu Anadolu’dan çekiliyor;
Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı devletine geri veriyordu.
Romanya , Bükreş Antlaşması ile savaşa son vermiştir. Bulgaristan ile Neuilly
Antlaşması yapılmıştır. Avusturya Saint-German Antlaşmasını, Macaristan ise Trianon
Antlaşmasını imzalayarak, I Dünya Savaşına son vermiştir.
Almanya ile Versailles Antlaşması yapılmıştır. Osmanlı Devleti ile Mondros Mütarekesi
imzalanmıştır. Mondros Mütarekesinin imzalanmasında Wilson Prensiplerinin Osmanlı
Devletini ilgilendiren 12. Maddesi etkili olmuştur. Antlaşması önemli bazı maddeleri şunlardır.
1)Boğazlar açılacak, bu bölgelerdeki istihkâmlar müttefikler tarafından işgal
edilecek.
2)Anlaşma devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durum halinde , herhangi bir
stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.(7.Madde)
3)Ermenilere bırakılması düşünülen Doğu Anadolu’daki altı ilde (Erzurum, Van,
Diyarbakır, Bitlis, Sivas, Harput) karışıklık çıktığı taktirde, Antlaşma Devletleri bu
bölgeleri de işgal edebileceklerdir.
4)Tüm haberleşme istasyonları Anlaşma Devletlerince denetim altında tutulacaktır.
5)Sınırların denetlenmesi ve iç düzenin korunması için gerekli olacak birlikler
dışında, Osmanlı ordusu terhis edilecek, bütün savaş gemileri ordunun araç, gereç ve
cephanesine el konacaktır.
6)Tüm liman ve tersanelerden Anlaşma Devletleri yararlanabileceklerdir.
40
Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere Mondros Mütarekesi tam bir teslimiyet belgesidir.
Bu müzakere ile Đtilaf Devletleri’nin Osmanlı topraklarını istila etmesi kolaylaşmıştır.
1.DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI
a)Siyasi Sonuçları:
Dünya haritası değişmiştir. Avusturya-Macaristan imparatorluğu parçalanmış, Çarlık
Rusya’sı ve Osmanlı Devleti yıkılmıştır. Osmanlı toprakları üzerinde yeni devletler ortaya
çıkmıştır.Yeni rejimler doğmuştur. Çarlığın yıkılması üzerine Rusya’da ilk kez sosyalist sistem
uygulanmıştır. Anadolu’da M. Kemal’in önderliğinde Milli Mücadele hareketi başlatılarak,
Yeni Türk Devleti’nin temelleri atılmış ve Cumhuriyet idaresine geçiş süreci başlatılmıştır.
b)Ekonomik Sonuçları:
Avrupa, savaş öncesindeki ekonomik gücünü yitirmiş, bu güç A.B.D. ve Japonya’ya
geçmiştir. Avrupa’da ekonomi de devlet müdahalesi dönemi başlamıştır. Avrupa Devletleri
savaş sonrasında planlı kalkınma dönemi başlamıştır. Avrupa’da savaş sonrasında yüksek
enflasyon yaşanmıştır.
Osmanlı devleti ise savaş sonrasında ekonomik açıdan tam olarak çökmüştür. Bu da
Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmiştir.
c)Toplumsal Sonuçları
10 milyon insanın ölümüne 20 milyon insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına yol
açmıştır. Özellikle Avrupa’da üretici genç nüfusun azalmasına, tüketici nüfusun çoğalmasına,
dolayısıyla da ekonominin alt üst olmasına neden olmuştur. Pek çok Batılı ülke savaş sırasında
cepheye giden askerlerinin üretimde ortaya
çıkardığı boşluğu dolduran
özgürlüklerini kazanan kadınlarına siyasi haklarını tanımak zorunda kalmıştır.
ve ekonomik
41
MĐLLĐ MÜCADELE DÖNEMĐ
M. Kemal’in Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonraki dönemdeki faaliyetlerini
iki kısımda incelemek mümkündür;
a)Đstanbul’daki siyasi faaliyetleri:
b)Anadolu’daki siyasi faaliyetleri:
M. Kemal’in Đstanbul’daki siyasi faaliyetleri, onun Yıldırım Orduları Grubu’nun
lağvedilmesi
üzerine
13
Kasım
1918
günü
Đstanbul’daki
çalışmalarının
esasını,
“Đktidardaki Tevfik Paşa hükümetini düşürmek, Ahmet Đzzet Paşa başkanlığında yeni
bir hükümet kurdurmak ve bu hükümette kendisinin tüm Osmanlı kuvvetlerinin emir ve
komutasından sorumlu
bir
Harbiye
Nazırı
olarak
görevlendirilebilmesi
sağlamak, oluşturmaktadır. M. Kemal bu amaçla bir taraftan arkadaşı Fethi Okyar’ın sahibi
bulunduğu “Minber” gazetesinde yayınlanan yazısıyla , bir taraftan da milletvekilleriyle tek tek
görüşmek suretiyle Tevfik Paşa hükümetinin düşürülmesi yönünde kamuoyu oluşturmaya
çalışmıştır. Ancak; Şubat 1919 ortalarında Tevfik Paşa hükümeti , meclisten güvenoyu almış,
Ahmet Đzzet Paşa başkanlığın kurdurulacak bir hükümette M. Kemal’in Harbiye Nazırı olarak
görevlendirilmesi imkansızlaşmıştır. Artık M. Kemal için Đstanbul’da kalmanın bir anlamı
yoktur.
Şubat 1919 ortalarından itibaren M. Kemal’in yeni hedefi belirmiştir. En kısa zamanda
kendisine Anadolu’ya geçmesini sağlayacak bir görev almak, Anadolu halkı ile bütünleşerek,
kurtuluş hareketini Anadolu’dan başlatmak. Đşte M. Kemal şubat 1919 ortalarından, 16
mayıs1919 günü O, 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Đstanbul’dan ayrılmıştır. 19 Mayıs 1919 günü
Samsun’da karaya ayak basan M. Kemal çok karanlık bir tablo ile karşı karşıyadır. M. Kemal
karşılaştığı bu durumu Nutuk’a şöyle ifade etmektedir;
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı
ordusu her tarafta dağılmış, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmıştır. Büyük
Savaş’ın uzun yılları boyunca millet, yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I
Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten
kaçmışlardır. Saltanat ve Hilafet makamında oturan Vahideddin soysuzlaşmış, şahsını ve
42
tahtını koruyabileceği tedbirler peşinde koşmakta. Damat Ferit başkanlığındaki hükümet
ise aciz, onursuz ve korkak.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. Đtilaf devletleri Mondros
Mütarekesi hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer bahane ile Đtilaf Donanmaları ve
askerleri Đstanbul’da Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep Đngilizler tarafından işgal edilmiş.
Antalya ve Konya’da Đtalyan askeri birlikleri; Merzifon ve Samsun ‘da Đngiliz askerleri
bulunmakta… 15 Mayıs 1919’da Đtilaf Devletlerinin olayı ile Yunan birlikleri Đzmir’e çıkarılmış.
Bundan başka memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa
emellerini gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeğe çalışmaktadırlar.
M. Kemal’in ifade ettiği devleti çökertmek gayesi ile çalışan zararlı cemiyetler, “Mavr-I
Mira Cemiyeti, Pontus Rum cemiyeti ve Kürt Teali Cemiyeti”dir. M. Kemal , Osmanlı
saltanatının ve hilafetinin devamını temin gayesiyle kurulan cemiyetleri de zararlı cemiyetler
olarak değerlendirmiştir. Bu cemiyetler de “ Teali-i Đslam Cemiyetleri Sulh ve Selamet
Cemiyetleri, Đtilaf ve Hürriyet Cemiyetleri ve Đngiliz Muhipleri Cemiyeti”’dir.
M. Kemal Nutuk’da Türk halkının Samsun’a çıktığı günlerde üç farklı kurtuluş modeli
üzerinde durduğu belirtilmektedir. Bunlar;
1)Amerikan Mandacılığı:
2)Đngiliz Mandacılığı:
3)Bölgesel kurtuluş çareleri:
Amerikan mandacılığı tezini savuna aydınlar, kuruluşundan itibaren Türk toprakları
üzerinde hiçbir istila emeli taşımadığına inandıkları, güçlü bir devlet olan Amerika’nın
himayesinin sağlanması halinde Osmanlı Devleti’nin kurtulacağına inanmakta idiler. Bu
düşüncenin öncüleri Halide Edip ve Necmettin Sadak idi.
Đngiliz mandacılığı tezini savunanlar ise padişah ve yönetim çevreleri idi. Bu çevrelere
göre hilafetin geleceğini tehlikeye atmadan Osmanlı saltanatını kurtarmanın tek yolu Đngiliz
himayesinin sağlanması idi.
43
Bölgesel kurtuluş peşinde koşanlar ise işgal altında olan ve Osmanlı Devleti’nden
ümidini kesmiş olan bölgelerin insanlarıydı. Bu insanlar kendi başlarının çaresini bakmaktan
başak seçenekleri olmadığı düşüncesinde idiler.
M. Kemal’e göre bu üç model de , Türk Milleti için gerçek kurtuluş yolu olamazdı. M.
Kemal’e göre tek kurtuluş şansı vardı, o da “Milli hakimiyete dayanan, kayıtsız
şartsız bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmak” Türk Milleti’nin esir yaşamasından sa, yok
olmasını hayırlı bulan M .Kemal, “ya istiklal ya ölüm” parolası ile kurtuluşun top yekun
mücadele etmekle sağlanacağını ifade etmiştir. Milli Mücadele kararını veren M. Kemal için ilk
önemli iş bu doğrultuda yurt genelinde yapılan düzensiz çalışmaları, belirli bir düzen
çerçevesinde örgütlemek ve Milli Mücadele hareketine yöneltmektir. M. Kemal’in Samsun’a
çıktığı günlerde yurt genelinde faaliyet gösteren, Yararlı Cemiyetler olarak nitelendirdiğimiz
teşkilatlar şunlardır;
a)Milli Kongre Cemiyeti: Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği fikrini benimseyen Milli
talim ve Terbiye Cemiyeti üyeleri tarafından 29 Kasım 1918 de Đstanbul’da kurulmuştur.
Cemiyetin amacı, dünyada Türkler hakkında yapılan yanlış ve ön yargılı yayınlara ilmi
çalışmalar ve belgelerle cevap vermektir. Cemiyet M. Kemal’i ve onun Ankara’da kurmayı
düşündüğü meclis fikrini desteklemiştir.
b)Trakya Paşaeli Müdafaa-I Hukuk-u Heyeti Osmaniye’si:Trakya’nın ve Edirne’nin
bir Yunan istilasına maruz kalabileceği tehlikesi üzerine 2 Aralık 1918 de kurulmuştur.
Merkezi Edirne’dedir. Cemiyetin amacı; Trakya Türklerinin haklarını savunmak, Trakya’yı
Osmanlı devletinden koparmaya yönelik her türlü girişime engel olmak, bu mümkün
olmazsa Doğu ve Batı Trakya’yı içine alan bağımsız bir Trakya devleti kurmaktır.
c)Đzmir Müdafaa-I
Hukuku Osmaniye Cemiyeti: Đzmir’in
Yunalılarca
işgal edileceği haberleri üzerine 2 Aralık 1918 ‘de kurulmuştur. Cemiyetin gayesi; muhtemel
bir Yunan işgaline karşı silahlı müdafaada bulunmaktır. Cemiyetin kurulmasında etkin rol
oynayan Kolordu Komutanı ve Đzmir vali vekili Nurettin Paşa ‘nın çalışmalarının Đngilizleri
rahatsız etmesi ve Paşanın Đngilizlerin hükümete yaptıkları baskı sonucu görevinden alınması,
cemiyetin faaliyetlerini büyük ölçüde aksatmıştır. Cemiyet, Đzmir’in Yunanlılarca işgali
öncesinde Reddi Đlhak adını alarak, çalışmalarını bu isimle yürütmüştür. 15 Mayıs 1919’da
Yunanlıların Đzmir’e asker çıkartması üzerine bölgede başlayan mahalli direniş, düzenli ordu
kurulana kadar sürmüştür.
44
d)Vilâyet-ı Şarkiye Müdafaa-I Hukuk-u Millîye Cemiyeti:
Mondros Mütarekesi öncesinde ve sonrasında Đtilaf Devletleri’nin Doğu Anadolu
için tasarladıkları Ermenistan ve Kürdistan projelerine karşı, yöredeki Müslüman-Türk
ahalinin haklarını savunmak gayesiyle 4 Aralık 1918 de Đstanbul’da kurulmuştur. Kazım
Karabekir ’in Erzurum’daki
faaliyetleri
hız
kazanmıştır.
15. Kolordu Komutanlığı görevine atanmasıyla cemiyetin
Cemiyet,
Trabzon
Muhafaza-I
Hukuk
Cemiyeti ile
birlikte Erzurum Kongresini düzenlemiştir.
e)Trabzon Muhafaza-I Hukuk-u Milliye Cemiyeti:
Trabzonlu aydınlar tarafından, Karadeniz kıyılarında hak iddia eden Pontus
Rumlarına karşı mücadele etmek gayesiyle kurulmuştur. Cemiyet Erzurum Kongresi
sonrasında Vilâyet-ı Şarkiye Cemiyetine katılarak, faaliyetlerine devam etmiştir.
Anadolu’da bu şekilde düzensiz, dağınık ancak iyi niyetli çalışmaların yapıldığı günlerde
Samsun’a çıkan M. Kemal hemen çalışmalara başlamış ve 15. Kolordu Komutanı Kazım
Karabekir Paşa ile sürekli olarak haberleşmiştir. M. Kemal Samsun’dan Harbiye Nezaretine
gönderdiği ilk raporunda, bölgede karışıklıklara sebep olanların Türkler olmadığını , yörede
yaşanan olaylara sebep verenlerin Pontus Rumları olduğu belirtilmiştir., 15 Mayıs 1919’da
gerçekleştirilen Đzmir’in Yunanlılarca işgalini haklı kılan hiçbir gerekçesi olmadığını, bu
nedenlerle de bu olayın hükümet tarafından her platformda, özellikle Đtilaf Devletleri nezrinde
protesto edilmesi lazım geldiğini bildirmiştir. O’nun Anadolu’da ne yapmak istediği, bu ilk
faaliyetlerinden ve yazışmalarından anlaşılmaktadır. Amacının kolaylıkla fark edileceğini
anlayan M. Kemal, Đngilizlerin yoğun bir biçimde bulunduğu Samsun’daki karargâhını, Mayıs
ayı sonunda Havza’ya taşımıştır.
M. Kemal’in Havza’daki, hatta bundan sonraki Anadolu’daki faaliyetlerin eksenini,
yurdun her köşesini bir bütün haline getirerek, hep birlikte bir direnişi gerçekleştirebilme
olmuştur. Bu amaçla O, Havza’dan Anadolu’daki askerî ve sivil yetkililere gönderdiği şifre
telgraflarla yurdumuzdaki yabancı işgalini, düzenlenecek mitinglerle, protesto yürüyüşleriyle ve
telgraflarıyla şiddetle kınaması istenmiştir. Ayrıca komutanlara gönderdiği telgraflarda, onlardan
gayeye hizmet eden her türlü faaliyetin desteklenmesini, ancak toplum psikolojisinden
doğabilecek taşkınlıklara da izin verilmemesi istemiştir. Bunun üzerine yurt genelinde pek çok
miting tertip edilmiş ve protesto telgrafı çekilmiştir. Đstanbul mitinglerine ve M. Kemal’in
45
Havza’daki çalışmalarına yönelik ilk tepki, işgal kuvvetlerinin O’nu Đstanbul’a geri çağırması
şeklinde olmuştur.
Amasya Tamimi (Genelgesi) 21/22 Haziran 1919
M. Kemal o güne kadar Ordu Müfettişi sıfatıyla, kişisel ağırlığını ortaya koyarak hareket
etmiştir. Ancak; bu sıfatın tehlikeye düştüğünü görmektedir. Bu nedenle M. Kemal, kişisel
olmaktan çıkarıp, halka mal etmek gerektiği inancındadır. Bu amaçla M. Kemal, esaslarını
hazırladığı Amasya Tamimini 21/22 Haziran 1919 ‘da tüm ilgililere duyurmuştur. Bu tamimde
özetle şu noktalara yer verilmektedir;
1)Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2)Đstanbul
Hükümeti
üzerine
düşen
sorumluluğun
gereğini
yerine
getirememektedir. Bu durum milletimizi aşağılanmış göstermektedir.
3)Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4)Milletin içinde bulunduğu durumu anlatmak ve haklı sesini duyurmak için her
türlü baskıdan uzak bir milli heyet kurulmalıdır.
5)Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta bir milli kongrenin
toplatılması kararlaştırılmıştır.
6)Bunun için bütün vilâyetlerin her sancağından, milletin güvenini kazanmış üç
temsilcinin hemen yola çıkması lâzımdır.
7)Her ihtimale karşı bunun bir milli sır olarak saklanması şarttır.
8)Doğu vilayetleri adına 10 Temmuz’da bir kongre toplanacaktır. Bu kongrenin
delegeleri de Sivas’da ki genel kongreye katılacaktır.
46
AMASYA TAMĐMĐ’NĐN SĐYASĐ AÇIDAN ÖNEMĐ
Amasya genelgesi ile Türk Đnkılâbının ihtilal safhası su yüzüne çıkmış, millet iradesi
haksızlığa karşı bir isyan parolası olarak belirmiştir. Amasya Tamimi bir ihtilal beyannamesidir.
Anadolu’da ihtilalin başladığını göstermektedir.
Amasya Tamimi, Anadolu’da kurtuluş hareketlerini tek elden düzenlemek yolunda milli
bir birliğe yol açmış ve milli bir kongrenin toplanmasını öngörmüştür. Amasya Tamimi, yürütme
yetkilerini kullanmak imkanını vermekle, Sivas’ta bir milli kongrenin toplatılmasını amaç
edinmekle, Đstanbul’daki merkezi hükümetin yerine geçmeyi öngörmüştür. Tamim aynı zamanda
vatanın bütünlüğünü ve milletin istiklalini ele alması konusunda halkı isyana davet ettiği kadar,
milletçe yapılacak işlerin hangi plan ve program doğrultusunda gerçekleştirileceğini göstermesi
açısından da önemli bir belgedir.Amasya Tamimi’nin diğer bir önemli yanı ise,Türk
milliyetçiliği akımını inkılâbın temel prensibi olarak değerlendirmesidir.Milliyetçilik Amasya
Tamimi’nden itibaren Milli Mücadele’nin esası,özü,temel yapısı olmuş,milleti harekete
geçiren,ona milli şuur ve vicdanının sesini duyuran politik tutumun hedeflerini göstermiştir.
AMASYA TAMĐMĐ’NĐN HUKUKĐ AÇIDAN ÖNEMĐ
Đhtilal beyannamesi niteliği taşıyan Amasya Tamimi ile bir taraftan sultana karşı
gelinerek,milli hakimiyet ilkesi ortaya atılmış,diğer taraftan da tehlikede olan bağımsızlığın
kurtarılmasına çaba gösterilmiştir.Dolayısıyla Amasya Tamimi ile hem millet iradesi,hem de
kayıtsız şartsız bağımsızlık ön plana çıkartılmıştır.Yani Amasya Tamimi , yeni Türk Devleti’nin
kuruluşunu hazırlayan temel bir belgedir.Nitekim Amasya Tamimi ile birlikte Đstanbul’a
47
yollanan mektuplarda artık Đstanbul’un Anadolu’ya egemen değil,bağımlı olmak zorunda olduğu
belirtilmektedir.
AMASYA TAMĐMĐ’NĐN SONUÇLARI
Đstanbul’daki işgal kuvvetleri makamları, Anadolu’da gelişmekte olan ve Amasya Tamimi
ile şuur kazanan gelişmeleri endişe ile izlediklerinden,bu hareketi söndürmek amacıyla
M.Kemal’i Đstanbul’a getirtmek için Đstanbul Hükümetine baskıda bulunmuşlardır.Đçişleri Bakanı
Ali Kemal 23 Haziran 1919’da vali ve mutasarrıflara yolladığı gizli bir genelge ile M.Kemal’in
azledildiğini,resmi
hiçbir
sıfatı
kalmadığı
için
emirlerinin
dinlenmemesi
gerektiğini
duyurmuştur.Amasya Tamimi kararlarının uygulanması işiyle bizzat komutanlar uğraştıkları
için,Đstanbul’un bu emrinin Anadolu’da dinlenmesi imkansızdı.Sonuçta Đçişleri Bakanı Ali
Kemal Bey istifa etmek zorunda kalmıştır.
Bu sıralarda M.Kemal, doğu illerindeki milli direnişi toparlamak ve Sivas Kongresi’nin ilk
basamağını oluşturmak üzere Erzurum’a hareket etmiştir.O,Sivas’tan geçerken,Đçişleri
Bakanı’nın emri doğrultusunda kendisini görevinden alıkoymak için çalışan Elazığ Valisi Ali
Galip ile görüşmüş ve O’nun bu girişimini önlemiştir.M.Kemal Erzincan’dan geçerken
Padişah’tan Đstanbul’a geri dönmesi yönünde bir telgraf almış,ancak görevinden ayrılmayacağını
Đstanbul’a ileterek,zaman kazanmaya çalışmıştır.7/8 Temmuz 1919 gecesi M.Kemal Paşa’ya
Đstanbul’dan görevden alındığını bildiren emir ulaşmıştır.Bunun üzerine M.Kemal Harbiye
Nezaretine hem görevinden,hem de askerlikten ayrıldığını bildiren cevabi telgrafını
göndermiştir.M.Kemal’in en büyük kaygısı,tüm görev ve yetkilerini bırakmasının, başlattığı
milli
hareketin
geleceğini
tehlikeye
sokmasıdır.Ancak
M.Kemal
Paşa’nın
korktuğu
olmamış,O’nun askerlik görevinden ayrılması hiçbir şeyi değiştirmemiş,başta K.Karabekir Paşa
olmak üzere bütün komutanlar O’nun emri altına girmişlerdir.Bu gelişme M.Kemal’in milli
hareketin lideri olarak ortaya çıktığının göstergesidir.
ERZURUM KONGRESĐ (23 Temmuz-7 Ağustos 1919)
Kongre,Vi layat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesi ve
Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin işbirliği ile düzenlenmiştir.Kararlaştırılan tarihten 13
gün sonra toplanabilmiştir.Gecikmesinin sebebi,kongreye katılmak üzere Erzurum’a gelmesi
beklenen delegelerin zamanında gelememiş olmalarıdır.
48
3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a gelen ve 7/8 Temmuz gecesi tüm yetkilerinden
vazgeçen M.Kemal’in Erzurum Kongresine katılması ve başkanlığı konusunda muhalif görüşte
olanlar vardır. Ancak bu problem,Erzurum’dan seçilmiş olan iki delegenin M.Kemal ve Rauf
Orbay adına haklarından feragat etmeleri ile aşılmıştır.Böylece M.Kemal’in hukuken kongreye
katılmasına engel oluşturacak bir durum kalmamıştır.54 üyenin katılımıyla 23 Temmuz günü
çalışmalarına başlayan kongrede M.Kemal,kongre başkanlığına seçilmiştir.Kongrede alınan
başlıca kararlar şunlardır:
1-Milli sınırlar içinde vatan birbirinden ayrılmaz bir bütündür.
2-Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükümeti’nin dağılması halinde millet
topyekun mücadele edecektir.
3-Đstanbul Hükümeti vatanın bütünlüğünü koruyamadığı taktirde,bu amaca ulaşmak için
Anadolu’da geçici bir hükümet kurulacaktır.
4-Milli kuvvetleri etkin ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.
5-Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar
verilemez.
6-Manda ve himaye kabul edilemez.
7-Milli meclisin bir an önce toplanmasını ve hükümet işlerinin bu meclisin denetimi altında
yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır.
Kongre alınan bu kararları uygulamak üzere, başkanlığına M. Kemal’in getirildiği 9
kişilik bir Temsil Heyeti oluşturarak çalışmalarını tamamlamıştır.
ERZURUM KONGRESĐ’NĐN ÖNEMĐ VE SONUÇLARI
Doğu Anadolu bölgesinin kaderini görüşmek gayesi ile toplanan Erzurum Kongresi,
memleketin bütününü ilgilendiren konularda kararlar alarak, Milli Mücadele’nin esas programını
hazırlamıştır. Programın temel fikri kayıtsız şartsız bağımsızlık ve milli hakimiyettir. Kongrede
vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ilan edilmekle,
emperyalistlere Türk’ün ata yurdunun işgal edilemeyeceği anlatılmak istenmiştir. Temsil
49
heyetinin gerektiğinde bir hükümet gibi görev yapacağı açıklanarak, milli devletin yürütme
organı olma çabası ortaya konmuştur.
Erzurum Kongresi toplanışı itibariyle bölgesel bir kongre olmasına rağmen, aldığı kararlar
açısından milli bir kongre niteliğindedir. Milli heyet tarafından gerçekleştirilecek daha sonraki
girişimlerin (Sivas Kongresi ve TBMM’nin açılması) temelini Erzurum Kongresi oluşturmuştur.
Erzurum
Kongresi
kararları
Đstanbul
Hükümeti
ve
Đtilaf
Devletleri’nce
hoş
karşılanmamıştır; çünkü onlara göre kongre bir ihtilal demektir. Milli egemenlikten söz etmek ve
Mebuslar Meclisi’nin toplanmasını istemek Đtilaf Devletleri’nin emellerini söndürecek tehlikeli
bir gelişmedir. Bunun üzerine sadrazam Damat Ferit Paşa ihtilalin ele başısı saydığı M. Kemal
ve Rauf Bey ile onlara yardım eden diğer bazı aydınların yakalanarak Đstanbul’a teslim edilmesi
için asker ve sivil yöneticilere 30 Temmuz’da yeni bir emir daha vermiştir. Ancak Đstanbul
Hükümeti’nin bu yeni girişimi de sonuçsuz kalmıştır. Aydınlar ve ordu M. Kemal Paşa’nın
etrafında iyice kenetlenmişlerdir.
Erzurum Kongresi’ni takip eden günlerde M. Kemal’in amacı en kısa zamanda Anadolu’da
milletin temsilcilerinden oluşan bir meclis toplamak ve bu meclisin kuracağı hükümet ile Milli
Mücadele’yi bir merkezden yönetmektir. Bu nedenle M. Kemal Erzurum Kongresi’nin bu amaca
hizmet etmesini istemiştir. Bu amaçla M. Kemal Erzurum Kongresi’ni Sivas Kongresi’ne
bağlıyarak Milli Mücadele’ye ülke çapında yaygınlık kazandırmıştır.
BALIKESĐR VE ALAŞEHĐR KONGRELERĐ
Yunanlılar Đzmir’e asker çıkarıp, Batı Anadolu’yu işgale başladıktan sonra Ege Bölgesi’nin
yurt sever halkı kurdukları direnme örgütleriyle düşmana karşı koymaya başlamışlardır. Bu
örgütleri bir araya getirip, düşmana karşı daha düzenli bir savunma gücü oluşturmak gayesiyle
Balıkesir’de bir kongre düzenlenmiştir. 26-31 Temmuz 1919 tarihleri arasında gerçekleşen
kongrede, tüm güçlerin birleştirilmesi, Yunanlılara karşı savaşmak üzere asker toplanması gibi
önemli kararlar alınmıştır. Kongre padişaha bağlı kalınacağını bildirmiştir.
Erzurum Kongresi’nden sonra Batı Anadolu’da 16-25 Ağustos 1919 tarihleri arasında
toplanan bir diğer kongre ise Alaşehir Kongresi’dir. Bu kongrede Erzurum ve Balıkesir
Kongreleri’nin sonuçları tartışılmış, ölünceye kadar Yunanlılarla savaşma kararı alınmıştır.
SĐVAS KONGRESĐ (4-11 EYLÜL 1919)
50
Sivas Kongresi, memleketin en sıkıntılı günlerinde gerçek bir vatan aşkıyla her türlü
tehlikeyi göze alarak M. Kemal Paşa’nın başkanlığında bir araya gelen 38 vatanseverin
eseridir.
Sivas Kongresi’ni engelleme girişimleri: Sivas Kongresi’nin toplanışı sırasında da
Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, Đstanbul Hükümeti kongreyi engelleme çabalarını
sürdürmüştür. Bu sebeple Ankara ve diğer bazı şehirlerden valilik baskısı ile delege
seçtirilmemiştir. Bazı vilayetlerden seçilen delegeler de aynı baskı nedeniyle yola çıkmaktan
alı konulmuş ve kongreye katılamamışlardır.
Sivas Kongresi’nin toplanmaması için, Sivas’ta bulunan Fransızlar da Vali Reşit Paşa’ ya
baskı yapmışlar ve kongrenin gerçekleşmesi halinde Sivas’ın işgal edilebileceği tehdidinde
bulunmuşlardır.
Đngilizler
de
Samsun
üzerinden
Sivas’ı
işgal
edecekleri
tehdidini
savurmuşlardır.
Đstanbul Hükümeti, Sivas Kongresi sırasında bütün gücüyle M. Kemal’i tevkife yönelmiştir.
Anadolu’daki tüm valilere telgraf göndererek, M. Kemal’in tutuklanmasını istediği gibi,
valiliklere yeni atamalar yaparak, bu isteğinin gerçekleşmesini sağlamaya çalışmıştır. Ancak
Đstanbul Hükümeti’nin ve Đtilâf Devletleri’nin bütün bu girişimleri sonuçsuz kalmış, Sivas
Kongresi 4 Eylül günü çalışmalarına başlamıştır.
SĐVAS KONGRESĐ’NDE YAPILAN ÇALIŞMALAR
Sivas Kongresi sırasında üzerinde en çok tartışılan konu “manda” ve “himaye” meselesidir.
Delegelerin önemli bir bölümü manda fikrine taraftar gözükmekte, ancak Đngiltere’nin mi, yoksa
Amerika’nın mı himayesinin sağlanması konusunda tereddüt yaşamaktadırlar. M. Kemal’e göre
ise manda düşüncesi, tam bağımsızlık düşüncesiyle çelişmektedir. Bu nedenle M. Kemal ve
birkaç arkadaşı manda ve her çeşit koruyuculuğu reddetmiş, kendilerini bazı üyeler de
desteklemiştir. Sonunda Rauf Bey’ in Amerika’dan bir heyet çağrılması teklifi ile bu konudaki
tartışmalar sona erdirilmiştir.
Kongrenin ilk üç günü söylevler, usul hakkında görüşmeler, bu kongrenin Đttihat ve Terakki
Cemiyeti ile bir ilgisi olmadığının yeminle kanıtlanması ile geçmiştir. Erzurum Kongresi
kararları küçük bazı değişikliklerle bu kongrece de kabul edilmiştir.
SĐVAS KONGRESĐ KARARLARI:
51
1)
Türk toprakları hiçbir sebeple birbirinden ayrılmaz bir bütündür.
2)
Milli kuvvetleri etkin, milli iradeyi egemen kılmak esastır.
3)
Đşgale uğrayan yurt toprakları hep birlikte savunulacaktır.
4)
Azınlıklara sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıklar tanınamaz.
5)
Ülkemize karşı istila emeli taşımayan herhangi bir devletin ekonomik
yardımları memnuniyetle kabul edilecektir. Adil bir barışın yapılmasına çalışılacaktır.
6)
Milli Meclis’ in derhal toplanması ve geleceğinin bu meclisin kontrolüne
bırakılması şarttır.
7)
Yurt sathındaki tüm Milli Cemiyetler, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti” adı altında tek isim ve tek amaç etrafında birleştirilmiştir.
8)
Kongrenin seçtiği Temsil Heyeti, Milli Meclis açılana dek işleri
yürütecektir.
9)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, köylere kadar
teşkilatlanacaktır.
Bu kararlar bir süre sonra Đstanbul Meclis-i Mebusan’ında “Milli Ahid”
olarak
onaylanmış ve Türk tarihine “Misak-ı Milli” olarak geçmiştir.
SĐVAS KONGRESĐ’NĐN MĐLLĐ MÜCADELEDEKĐ YERĐ VE ÖNEMĐ:
Yurdun dört bir yanından gelen delegelerin katılımıyla toplanması ve yurdun bir
bütün halinde kurtarılmasına yönelik kararlar alması açısından milli bir kongredir. Đstanbul
Hükümeti’nin Elazığ Valisi Ali Galip’ i Sivas Kongresi’ni basıp, kongreyi dağıtmakla
görevlendirmesi, ancak bu olayın milli kuvvetlerce önlenmesi, bu olayın sorumlusu Damat Ferit
Paşa hükümeti ile Anadolu’nun ilişkisinin kesilmesi sonucunu doğurmuştur. Anadolu ile
mücadelede başarısız kalan Damat Ferit, Đngilizler’ den de yüz bulamayarak istifa etmek zorunda
kalmıştır. Damat Ferit hükümetinin yerine, 2 Ekim’ de milliyetçi bir kimlik taşıyan Ali Rıza Paşa
hükümetinin kurulması, M. Kemal ve milli dava açısından bir zaferdir. Ali Rıza Paşa hükümeti
ile birlikte, Anadolu’daki Milli Mücadele hareketi ile ilgili haberler artık Đstanbul basınında yer
almaya başlamıştır.
Sivas Kongresi’nde yeni Türk Devleti’nin iç ve dış politikasının esaslarını çizen Misakı Milli kararları tespit edilmiştir. Sivas Kongresi’ nden bir hafta sonra da M. Kemal, yeni bir
Türk Devleti kurma kararında olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Sivas Kongresi yeni Türk
Devleti’nin temellerinin atılması açısından önemlidir.
52
Sivas Kongresi ile Milli Mücadele hareketi Türk Milletine mâl edilmiş, Milli Mücadele
fikri
yurt
sathına
yayılmıştır.
Sivas
Kongresi ile
M.
Kemal,
milli
hareketin
tartışmasız lideri olmuştur.
Sivas Kongresi yabancı işgaline karşı konulacağı kararını alarak, Đtilâf Devletlerine karşı
top yekun mücadele kararı vermekte ve Erzurum Kongresi’ne göre daha ihtilâlci bir nitelik
taşımaktadır. Sivas Kongresi kararlarını yurt genelinde duyurmak gayesiyle M. Kemal’in isteği
üzerine Sivas’ta 13 Eylül’ de “Đrade-i Milliye” gazetesinin yayınına başlanmıştır. 27 Aralık
1919’da Ankara’yı milli hareketin merkezi yapmak üzere bu şehre gelen M, Kemal, orada da
Şubat 1920’de “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinin çıkarılmasına öncülük etmiştir. Halide Edip’
in gayreti, M. Kemal’in desteğiyle Haziran 1920’de de bu gazetelere haber kaynağı oluşturacak
“Anadolu Ajansı” hizmete sokulmuştur.
AMASYA GÖRÜŞMELERĐ VE PROTOKOLÜ (22 EKĐM 1919)
Anadolu, Đstanbul üzerinde kurduğu bu egemenlikten yararlanmak düşüncesinde idi. M.
Kemal yeni hükümetten özellikle Milli Mücadele’ ye karşı olan asker ve sivil yöneticileri
görevden almasını, onların yerine Anadolu’daki millicilerin güvenini taşıyan isimlerin
getirilmesini, ordunun milli amaçlara uygun olarak yeniden düzenlenmesini ve Meclis-i
Mebusan’ın biran önce toplanmasını sağlamasını istiyordu. Anadolu’nun bu istekleri karşısında
Đstanbul Hükümeti, M. Kemal ile yüz yüze görüşmenin faydalı olacağı kanaatine vararak,
Bahriye Nazırı Salih Paşa’ yı Amasya’ya göndermiştir. 16 Ekim 1919’da Hüseyin Rauf ve Bekir
Sami Beylerle Sivas’tan hareket eden M. Kemal, iki gün sonra Amasya’ya varmış, 20 Ekim’ de
başlayan görüşmeler 22 Ekim’ de sonuçlanmıştır. Bu görüşmeler sonunda taraflar, karşılıklı
olarak birbirlerinden bekledikleri hareketleri ve davranış tarzlarını protokoller şeklinde
düzenlemişlerdir. Beş protokol halinde düzenlenen bu esasların ilk üçü açık ve imzalı, diğer ikisi
ise gizli ve imzasız olarak düzenlenmiştir.
Đlk protokolde genellikle Đstanbul Hükümeti’nin Anadolu’dan istekleri yer almaktadır. Bu
istekler; ordunun siyasetle uğraşmaması, Đttihatçılığın ülkede tekrar canlandırılmaması, Temsil
Heyeti’nin hükümeti küçük düşürecek beyanlarda bulunmaması, seçimlere müdahale
edilmemesi, hükümet aleyhinde yazılar yazılmaması şeklinde ifade edilebilir.
53
Đkinci protokol ise tarafların ortaklaşa kararlaştırdıkları hususları içermektedir. Örneğin;
Hıristiyanlara sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıkların verilmemesi, Meclisin Đstanbul’da
toplanmasının uygun olmayacağı hususları gibi.
Üçüncü protokol daha ziyade seçimle ilgilidir. Temsil Heyeti’nin seçimlere müdahale
etmemesi, Hıristiyanların seçimlere katılmalarının sağlanması, Đttihatçıların Tehcirle ilgili
olanlarının seçilmemesine dikkat edilmesi gibi esaslar yer almıştır.
Gizli ve imzasız olan dördüncü protokolde tamamen Temsil Heyeti’nin Đstanbul
Hükümeti’nden istek ve beklentileri yer almıştır. Bunların başlıcası, görevlerinden alınan ve
mahkemeye verilen subaylar hakkındaki emirlerin düzeltilmesi, Malta sürgünleri hakkındaki
kararın, kişilerin yargılanmasından sonra verilmesi, Đzmir’den Yunanlıların çıkartılması için
hükümetin protesto girişimlerinde bulunması, Đstanbul’daki zararlı cemiyetlerin yayınlarının
engellenmesi, Kuva-yı Milliye’nin mali açıdan desteklenmesidir.
Yine gizli ve imzasız olan beşinci protokolde barış görüşmelerine gönderilecek kurulda
bulunması gereken delegelerin isimleri yer almıştır.
Salih Paşa Đstanbul’a döndükten sonra taahhüt ettiği bu esasların bir çoğunu yerine
getirememiş, ancak Meclis-i Mebusan ‘ın yeniden toplanabilmesi için çalışmaların başlatılmasını
sağlamıştır. Ayrıca Amasya Görüşmeleri ile isyancılar olarak nitelendirilen Kuva-yı
Milliyecilerin, Đstanbul Hükümeti’nce muhatap kabul edilmesi, Temsil Hükümeti’nin varlığının
meşrulaşması açısından önemlidir.
SĐVAS KOMUTANLAR TOPLANTISI (16-29 KASIM 1919)
Salih Paşa Amasya’da Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da toplanmasına çalışacağına söz
vermiştir. Ancak hükümet ve padişah buna razı olmadıklarından, Meclisin nerede toplanacağı
yeniden büyük bir soruna dönüşmüştür. Temsil Heyeti, meclisin toplanacağı yer ve seçimler
hakkında ortaya çıkan görüş ayrılıklarını tartışıp, kesin karara varmak için, Milli Mücadele’ yi
destekleyen kolordu ve tümen komutanlarıyla bir toplantı düzenlemeyi zorunlu görmüştür.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına M. Kemal’in kolordu ve tümen
komutanlarıyla yaptığı toplantı sonunda sakınca ve tehlikesine rağmen, Meclis’ in Đstanbul’da
toplanması, milletvekillerinin Đstanbul’da güven içinde yaşama görevini yapacakları ana kadar
54
Temsil Heyeti’nin görevine devam etmesi, Paris Barış Konferansı’nın Türkiye hakkında
olumsuz bir karar vermesi ve bu kararın meclis tarafından kabul edilmesi halinde milletin
düşüncesinin öğrenilmesi ve ona göre hareket edilmesi esası kabul edilmiştir.
TEMSĐL HEYETĐ’NĐN ANKARA’YA GELĐŞĐ (27 ARALIK 1919)
Sivas Kongresi ve Amasya Görüşmeleri sonunda milli heyetin istekleri uygulanmaya
başlamıştır. Đstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın bir an önce toplanabilmesi için hazırlıklar hızla
devam ederken, Anadolu’dan seçilerek bu meclisin çalışmalarına katılacak olan milletvekilleri
birer birer Đstanbul’a hareket etmişler, temsilcilerini henüz belirlemeyen bölgelerde ise seçim
işlerinin tamamlanmasına çalışılmıştır. Kısacası Anadolu tarafından hazırlanan milli teşkilatın
programı, batıda hayata geçirilmeye başlanmıştır. Bu durumda M. Kemal, Temsil Heyeti’nin
karargâhını, çalışmalarını daha yakından takip edebileceği uygun bir yere taşıma ihtiyacı
duymuştur. Gelişmelerin en sağlıklı bir biçimde takip edilebileceği yer olarak da Ankara
seçilmiştir. Çünkü Ankara, ulaşım ve haberleşme şartlarının elverişliği, Batı Cephesi’ne
yakınlığı, şehir halkında Milli Mücadele ruhunun çok güçlü olması, Đstanbul’a gidecek pek çok
milletvekilinin yolunun üstünde yer alması gibi sebeplerden dolayı Heyet-i Temsiliye’ ye merkez
yapabilecek bir şehir konumundadır.
18 Aralık 1919’da Sivas’tan ayrılan ve 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya ulaşan M. Kemal bu
tarihten itibaren Ankara’yı Milli Mücadele hareketinin merkezi ve daha sonra da kurulacak olan
yeni Türk Devleti’nin başşehri yapmıştır.
SON OSMANLI MECLĐS-Đ MEBUSAN’ININ AÇILMASI ve MĐSAK-I MĐLLĐ
Seçilen 168 milletvekilinden, Đstanbul’a ulaşabilen 72’sinin katılımıyla 12 Ocak 1920 günü
çalışmalarına başlayan Meclis-i Mebusan’ın üyelerinden biri de Erzurum milletvekili olarak
seçilmiş olan M. Kemal’dir. Ancak M. Kemal Đstanbul’a gitmeyi ve Meclis-i Mebusan’ın
çalışmalarına katılmayı düşünmemiştir. Daha önce Sivas Komutanlar Toplantısı’nda alınan
kararlar gereğince, Đstanbul’a gidecek olan milletvekilleriyle M. Kemal’in Ankara’da görüşmesi,
milletvekillerinden M. Kemal’i Đstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın başkanlığına gıyaben
seçtirmelerinin istenmesi, Milli Teşkilatın şimdiye kadar kongrelerde aldığı kararları mecliste
onaylatacak “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adıyla bir grup oluşturmalarının sağlanması
kararlaştırılmıştı.
55
Anadolu’dan gelen milletvekilleri, meclis çalışmalarına başladıktan sonra M. Kemal’i
gıyaben meclis başkanlığına seçtirmeyi başaramamışlardır. Mecliste tavsiyeler doğrultusunda
Milli Mücadele’ yi destekleyen milletvekilleri bir grup oluşturmuşlardır. Ancak grubun adına
tembih edildiği gibi Müdafaa-i Hukuk değil de, “Felâh-ı Vatan Grubu” adı verilmiştir. Felâh-ı
Vatan Grubu’ nun meclise getirdiği, Temsil Heyeti’nin kurtuluş için ileri sürdüğü fikirler,
grubun 22 Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda ele alınarak son şekline kavuşturulduktan sonra,
28 Ocak 1920 günkü gizli oturumunda oy birliğiyle kabul edilmiştir. Böylece Misak-ı Millî adı
verilen belgenin Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmesiyle milli kurtuluş hareketi tam
anlamıyla hukukî kimlik kazanmıştır.
Misak-ı Millî metninde yer alan kararlar şunlardır:
1)Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesini imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihinde Đtilâf
Devletleri’nin işgali altında bulunan Arap çoğunluğun yaşadığı Osmanlı topraklarının
geleceği, halkın serbestçe verecekleri oy ile belirlenmelidir. Bunun dışında, mütareke
sınırları içinde kalan Türk ve Đslâm ahalinin yaşadığı kısımlar hiçbir şekilde parçalanamaz
bir bütündür.
2)Daha önce halk oyu ile anavatana katılmış olan Kars, Ardahan, Batum için gerekirse
yeniden halk oyuna gidilmelidir.
3)Türklerle yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın durumu da, yine bölge halkının
hür iradesi ile belirlenmelidir.
4)Đstanbul ile Marmara Denizi’nin güvenliğinin tam olarak sağlanması şartıyla, boğazların
dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusu da, bizimle birlikte ilgili devletlerin ortaklaşa
verecekleri karar geçerli olacaktır.
5)Đtilâf Devletleri ile düşmanlarımız ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan
anlaşma esasları çerçevesinde azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın
aynı haklardan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul edilecektir.
6)Milli ve Đktisadi gelişmemizin gerçekleşmesi ve daha düzenli bir irade şeklinde işleri
yürütmemizi sağlayabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanmasında tam
bir serbestliğe sahip olmamız, varlı ve yaşamımızın esasıdır. Bu nedenle siyasi, iktisadi,
sosyal gelişmemize engel olacak unsurlara karşıyız. Borçlarımızın ödeme şartları da, bu
esaslara ters düşmemelidir.
Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Misak-ı Millî adıyla alınan kararlar bunlardır. Meclis
toplanma aşamasındayken Đngilizler ile ciddi bir problem yaşanmamıştır. Đngilizler 1920 yılında
56
Türklerle kalıcı barış yapmayı düşündükleri için, meclisin açılmasına, bu anlaşmanın meclis
tarafından onaylanarak hukuki prosedürün tamamlanması açısından sıcak bakmışlardır. Çünkü
Đngilizler toplanacak meclisten teslimiyet kararına onay çıkacağı düşüncesindedirler.
ĐSTANBUL’UN ĐŞGALĐ VE MECLĐS-Đ MEBUSAN’IN DAĞITILMASI
Meclis-i Mebusan, Misak-ı Milli kararlarını bir süre tehlikeli olacağı düşüncesiyle Türk ve
dünya kamuoyuna duyurmamıştır. 17 Şubat 1920’de Misak-ı Millî kararları ilan edilmiştir.
Meclis-i Mebusan’ dan teslimiyet kararı çıkmasını beklerken, Misak-ı Millî adı altında bir nevi
bağımsızlık beyannamesinin çıktığını gören Đngilizler, bu gelişmeden doğrudan Anadolu’daki
Milli Mücadele taraftarlarıyla arası iyi olan Ali Rıza Paşa hükümetini sorumlu tutmuşlardır. Ali
Rıza Paşa hükümeti artan baskılar yüzünden istifa etmek zorunda kalmıştır. Đngilizler bununla da
kalmayarak, 13 Kasım 1918’den beri fiilen işgalleri altında bulundurdukları Đstanbul’u 15/16
Mart 1920 gecesi resmen işgal etmişlerdir. Aynı gün meclisi de basan Đngilizler, ele geçirdikleri
milletvekillerini Malta’ya sürmüşlerdir. Son Osmanlı Meclisi’nin Đngiliz işgal ve baskınından
kurtulabilen vekilleri 18 Mart 1920’de meclis çalışmalarını süresiz ara verilmesi kararı
almışlardır.
ĐLK T.B.M.M.’NĐN AÇILMASI
M. Kemal’in Meclis-i Mebusan’ın Đstanbul dışında bir yerde toplanması gerektiği
düşüncesinde ısrar etmesine rağmen, meclisin Đstanbul’da toplanması kabul edilmek zorunda
kalınmış ve M. Kemal korktuğu gelişme yaşanarak Đstanbul işgal edilmiş ve Meclis-i Mebusan
çalışmalarına süresiz ara vermiştir. Bu gelişme millet iradesinin tecelli etmesi imkanını ortadan
kaldırmıştır. Dolayısıyla gelişmeler Đngilizler’ in arzu ettiği yöndedir. Đngilizler Damat Ferit
Hükümeti’nin iş başına getirilmesini sağlatarak hazırlayacakları barış şartlarını Đstanbul
Hükümeti’ne rahatlıkla kabul ettirebilecekleri ortamı oluşturmuşlardır. Bir aksilik halinde Yunan
kuvvetleri zaten saldırıya hazır bekletilmektedir. M. Kemal’den kaynaklanabilecek bir hareket
için de Kuva-yı Đnzibatiye adlı bir kuvvet hazırlanmıştır.
Ancak Anadolu’ya geçtiği günden itibaren Milli Mücadele hareketini Türk Milletine mal
etme kararı ile hareket eden M.Kemal boş durmamaktadır. Artık M.Kemal’in gençliğinden beri
kafasında tasarladığı millet egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmanın zamanı gelmiştir.
M..Kemal ilk adım olarak işe, 19 Mart 1920 de askeri ve sivil yetkililere bir genelge
göndermekle başlamıştır. Bu genelge ile durumu yetkililere izah eden M..Kemal, Ankara’da her
57
livadan seçilerek belirlenen beşer temsilcinin bir kurucu meclis oluşturulacağını açıklamıştır. Bu
genelgenin yayınlanmasından sonra hızla seçimlere başlanmış ve seçilen üyeler Ankara’ya
ulaşmaya çalışmışlardır. M..Kemal 21 Nisan ‘da ikinci bir genelge daha yayınlayarak, meclisin
23 Nisan 1920 Cuma günü çalışmalara başlayacağını açıklamıştır. 23 Nisan günü Ankara’ya
ulaşabilen 78 üyenin katılımı ile ilk BMM resmen açılmıştır.
ĐLK TBMM ‘NĐN ÖZELLĐKLERĐ
1.Milli bir meclistir:
Đlk Meclisin üyeleri tamamı ile Türklerden oluşturmuştur. 1876 tarihli I.Meşrutiyet Meclisinde
130 üyeden 50 si gayr-ı müslimdir. Gayr-ı müslim üyeler bu konumlarını kullanarak birtakım
ayrılıkçı emellerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bu nedenle II.Abdülhamit o dönemki
Meclis-i Mebusanı feshederek, memleketin parlamento aracılığı ile parçalanmasını engellemek
istemiştir.II.Meşrutiyet Meclisinde de durum bundan farklı değildir. Đlk BMM de gayr-ı müslim
milletvekili yer almamıştır.
2.Đlk Meclis Đdealist ve Demokratik Bir Meclistir:
Đlk TBMM çok zor şartlar altında, fakat demokratik kurallar ile yapılan bir seçim sonunda
kurulmuştur. Halkın sosyal yapısı göz önünde bulundurulduğunda, hemen her kesimden, her
tabakadan üye meclis çatısı altında görev yapmıştır. Đlk meclisin üye sayısı 390 dır. Bu üyeler
farklı inanç ve görüşe sahiplerdir. Ancak tüm üyelerin birleştiği tek nokta memleketin esaretten
kurtarılması, bağımsızlığına kavuşturulmasıdır. Zaman içerisinde meclisteki görüş ayrılıkları
guruplaşmalara yol açmıştır. Bu gruplar Tesanüt, Đstiklal, Halk Zümresi, Islahat Grubu ve
Müdafaa-i Hukuk grubudur.
3.Olağanüstü Şartların Meclisidir:
Đlk meclis yasama, yürütme, yargı yetkilerini ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartlar
nedeniyle kendi bünyesinde toplamıştır. Yasama yetkisini çıkardığı kanunlar ile kullanan meclis,
yürütmeyi bir hükümete veya bakanlar kuruluna vermemiş, Đcra Vekilleri Heyeti adıyla bir kurul
oluşturarak,ona bırakmıştır.Ancak meclis, bakanları her an denetleyebilmekte ve gerektiğinde
58
sorgulayabilmektedir.Đstiklal Mahkemesi hakimlerinin meclis tarafından atanması suretiyle,
meclis yargı yetkisini de üzerine almıştır.
4.Meclisin Temeli Fedakarlık Esasına Dayanmaktadır:
Đlk Meclisin vekilleri yokluklar içerisinde varolmaya çalışan bir milletin temsilcileridirler.
Milletvekilleri Ankara’ya bin bir güçlükle gelebilmişlerdir. Çoğunun yatacak yeri yoktur. Meclis
Başkanının kullandığı otomobilden başka motorlu araç bulunmamaktadır. Sekiz ay maaşsız
çalışan milletvekilleri, bir yıl sonra 100 lira olan maaşlarının % 20 sini bütçe açığını kapatmak
için yine devlete vermişlerdir.
5.Kahraman Bir Meclistir, Kültür Düzeyi Yüksek Seviyelidir:
Çok zor şartlar altında biraraya gelen, memleketin bağımsızlığına kavuşması için
gerekirse ölümü göze alabilen vatansever ve kültür düzeyi yüksek milletvekillerinden oluşmuş
bir meclistir. Genç milletvekillerinden oluşmuştur. Yabancı dil bilenlerin oranının yüksek olduğu
seviyeli bir meclistir.
6.Đnkılapçı bir meclistir:
TBMM kurucu bir meclistir. Bu yetkisine dayanarak, egemenliğin kaynağını tek kişiden
alıp, millete vermiş, asırlardır süren saltanatı sona erdirmiştir.
ĐLK TBMM NĐN FAALĐYETLERĐ
TBMM öncellikle Anadolu’daki asayişsizliği ortadan kaldırmak için harekete geçmiş ve 23
Nisan 1920de “Hiyanet-i Vataniye Kanunu” nu çıkartmıştır. Bu yasayı uygulamak üzere 11
Eylül 1920’de Đstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.
Meclis 7 Haziran 1920’de çıkarttığı bir yasa ile, Osmanlı Devleti ile yapılan her çeşit
sözleşmeyi, ayrıcalığı, yer altı kaynaklarının verilmesi gibi açık ya da gizli yapılmış her türlü
anlaşmayı, 16 Mart 1920 tarihinden itibaren olmak üzere geçersiz saymıştır.
Böylece bütün yabancı devletler Ankara ile ilişki kurmak ve anlaşmak mecburiyetinde
kalmıştır.
59
Đlk meclis 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) çıkarılıncaya kadar, Osmanlı
Kanun-u Esasisi’nin millet idaresi ile çelişmeyen hükümlerden yararlanmış, bu tarihten sonra
yeni kanunlar ,yeni yasaya dayanılarak çıkarılmıştır.
TBMM NĐN VARLIĞINA YÖNELĐK ĐÇ ĐSYANLAR
TBMM’nin kurulduğu ilk günlerde, önünde karşı karşıya kaldığı iki önemli mesele vardır.
Birincisi yurt içinde asayişi ve otoriteyi sağlamak, ikincisi ise düzenli orduyu oluşturarak, Milli
Mücadele hareketinin başarıya ulaştırılmasını sağlamaktır. Ankara’da ilk BMM’ nin açılmasıyla,
yeni Türk Devleti’nin kurulması, Đstanbul’daki Damat Ferit Paşa hükümetini ve Đtilaf
Devletlerini rahatsız etmiştir. Bu güç odakları Anadolu’daki gelişmelere engel olmak için
birtakım isyanların çıkarılmasında etkin rol oynamışlardır. Ayrıca başlangıçta Kuva-yı Milliyeci
iken kişisel menfaatleri yüzünden TBMM’ nin varlığından rahatsız olanlar da olmuştur. Đşte
1919 sonlarında başlayıp, 1920 sonlarına kadar süren, zaman zaman 1921 yılının ilk aylarında
da görülen isyan hareketlerinin hepsinde, Anadolu’daki yeni yapılanmadan duyulan rahatsızlık
yatmaktadır.
Saf vatandaşları ayaklanmaya iten etkenlerin başında ise, Đngilizlerin yurt genelinde
yaptıkları propagandalar gelmektedir. Bu propagandalarla Đngilizler halkı kullanarak Türk
toprakları üzerinde emellerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Boğazları ellerinde tutmak isteyen
Đngilizler, Anadolu’da
kurulacak olan devletten gelebilecek tehlikeleri önlemek için
Marmara’nın doğusunda iki tampon bölgeye ihtiyaç duymuşlar, Biga ve Gönen çevreleri ile
Düzce ve Hendek bölgelerinde yaşayan saltanata bağlı halkı insafsızca kışkırtmışlardır. Yine
doğuda kurulması düşünülen Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasını kolaylaştırmak için,
bölge halkı Fransız ve Đngilizlerin öncülüğünde kışkırtılmıştır. Orta Anadolu halkı ise dini
duyguları kötüye kullanılmak suretiyle isyana sevk edilmiştir. Bu ayaklanmaların başlıcalar
şunlardır:
1-Bozkır Ayaklanması
2-Şeyh Eşref Ayaklanması
60
3-Anzavur Ayaklanması
4-Bolu-Düzce Ayaklanması
5-Yozgat Ayaklanması
6-Zile Ayaklanması
7-Milli Aşireti Ayaklanması
8-Konya Ayaklanması
9 -Demirci Mehmet Efendi Đsyan
10-Koçgiri Ayaklanması
11-Çerkez Ethem Ayaklanması
12-Rum-Pontus ayaklanması.
Yeni Türk Devleti’nin o dönemde çok sınırlı bir güce sahip olmasına rağmen, bu
ayaklanmaların hepsi de başarıyla etkisiz kılınmıştır. Ancak bu ayaklanmalar yüzünden Milli
kuvvetler bir yılı aşkın bir süre gereksiz meşgul edildiği için Milli Mücadele hareketi
gecikmiştir. Eldeki askeri imkânlar bu isyanlar yüzünden tüketilmiştir.
DÜZENLĐ ORDUNUN KURULMASI
Đzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından işgaline Osmanlı kuvvetleri engel
olamamışladır. Fakat Kuva-yı Milliye adı verilen direnişçi güçler, ordudan terhis edilen
subayların öncülüğünde harekete geçerek, işgal kuvvetlerine karşı direnişe geçmişlerdir. Kısa
sürede düşmana karşı gönüllü silaha sarılan sivil ya da asker vatanseverlerin oluşturduğu Kuvayı Milliye’nin sayısı artmıştır. Ancak belirli bir merkezden yönetilmeyen bu düzensiz kuvvetler,
farklı insan gruplarından oluşmakta olup, askeri bir eğitimden geçirilmemiştir.
Ayrıca Kuva-yı Milliye ağır silahlardan da yoksundur.
O günkü şartlarda Kuva-yı Milliye’den düzenli orduya geçmek zordur. Elde bulundurulan
ordu iskelet durumundadır. Kadrolar firarlar yüzünden boştur. Bu nedenle Firariler Kanunu
61
çıkarılmış,iç güvenliği sağlayacak Seyyar Jandarma Müfrezeleri oluşturulmuştur. Ayrıca
Ankara’da da subay yetiştirmek üzere bir okul açılmıştır. TBMM’nin açılmasından sonra
ordunun ihtiyaçlarının hükümet tarafından karşılanmasına ve Kuva-yı Milliye’nin Savunma
bakanlığına bağlanmasına karar verilmiştir. Buna karşılık Çerkez Ethem gibi düzenli
orduya karşı olanlar da vardı. Bu yüzden BMM Hükümeti aldığı bir kararla Batı
Cephesini,Güney ve Batı Cephesi Komutanlıkları adı altında teşkilandırıp,Güney Cephesi
Komutanlığına Refet Paşa’yı,Batı Cephesi Komutanlığına da Đsmet Paşa’yı atamıştır. Bu tarihten
itibaren düzensiz birlikler hızla kaldırılarak,milli ordunun kurulması tamamlanmıştır.
SEVR ANTLAŞMASI
I.Dünya Savaşı yıllarında Đtilaf Devletleri Osmanlı topraklarının paylaşımı konusunda
aralarında bir takım gizli antlaşmalar yapmışlardı. Mondros Mütarekesi’nden sonra Đtilaf
Devletleri bir yanda gizli antlaşmalar doğrultusunda işgallerini sürdürürken, bir yandan da
dünyayı
yeniden
şekillendirmek
üzere
aralarında
müzakereler
düzenlemişlerdir.Bu
görüşmelerden ilki 18 Ocak 1919’da yapılan Paris Barış Konferansıdır.Bu konferansın gerçek
yönlendiricileri
A.B.D.,Đngiltere,Fransa
ve
Đtalya’dır.Gerek
Osmanlı
topraklarını
şekillendirme,gerekse gizli paylaşım projeleri üzerinde önceden aralarında görüş birliği
oluşturulmuş olan dört büyükler,savaştan sonra ortaya çıkan yeni durumlar yüzünden
anlaşmazlığa düşmüşlerdir.Anlaşmazlık daha ziyade I. Dünya Savaşı dışında kalan Rusya’ya
Đstanbul Antlaşmasıyla verilen topraklarının geleceğinin belirlenmesi, Đzmir’e çıkarılması
kararlaştırılmış olan Đtalyanların yerine,Yunanlıların çıkarılmasının daha uygun görülmesi ve
Wilson’un ortaya attığı prensipler doğrultusunda hareket edilmesi halinde Türk topraklarının
paylaşılması değil,Türk sınırlarının milliyet esasına göre yeniden belirlenmesi gerektiği
konularından çıkmıştır.Bu görüş ayrılıkları yüzünden ABD görüşmelerden çekilmiştir.
Osmanlı Devleti ile yapılacak barış şartlarının belirlenmesi konusunda Paris Barış
Görüşmeleri’nden sonuç alınamaması Đngilizleri Đtilaf Devletlerini konuyu görüşmek üzere
Londra’da yeniden bir araya getirmeye itmiştir. 12 Şubat 1920’de yapılan görüşmelerden de
olumlu bir sonuç alınamamıştır.18 Nisan 1920’de San Remo’da bir araya gelme kararı alan Đtilaf
Devletleri ,burada Osmanlı Devletine kabul ettirecekleri Sevr antlaşmasının esaslarını
belirlemişlerdir.Bu kararları Türk tarafına bildirmek üzere Đtilaf Devletleri,Türk Barış Heyetini
22 Nisan’da Fransa’ya davet etmişlerdir.Ankara Hükümeti bu görüşmelere delege olarak ancak
Tevfik Paşa’nın gitmesini kabul ettiğinden, Tevfik Paşa bu şartların bağımsız bir tarafından
62
kabul edilemeyeceğini Đstanbul’a bildirmiştir.Böylece Tevfik Paşa başkanlığındaki heyet bir şey
yapamadan geri dönmüştür.Daha sonra Damat Ferit Paşa,heyet başkanı olarak kendisi Fransa’ya
gidip,Đngiltere ve ortakları nezdinde barış şartlarını hafifletmeye çalışmışsa da bir sonuç
alınamamıştır.Đtilaf Devleri Türklere 27 Temmuz tarihine kadar süre tanırken, antlaşmanın
imzalanması için baskı yapmak amacıyla da, Yunan kuvvetlerine batı Anadolu’da yeniden
hareket
emri
vermişlerdir.
Hükümet,
Đtilaf
devletlerinin
barış
şartlarında değişiklik
yapmayacağını anlayınca, 20 Temmuz’da antlaşmanın imzalanması yönünde tavsiye kararı
almıştır. 10 Ağustos 1921’de galip devletlerin şartlarını belirlediği Sevr Antlaşması Osmanlı
Devletince imza edilmiştir. Böylece Osmanlı toprakları kağıt üzerinde paylaşılmıştır.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşındaki yenilgisinden ötürü Sevr Antlaşmasıyla çok ağır
bir biçimde cezalandırılmıştır. Bu anayasanın yürürlüğe girebilmesi için, Osmanlı Meclis-i
Mebusanı’nca da onaylanması gerekmekteydi. Oysa Millet Meclisi artık Ankara’da idi. Ve bu
hükümet kendisinin kabul etmediği bu anlaşmanın, Türk Milleti tarafından da kabul edilmiş
sayılmayacağını Đtilaf Devletlerine bildirmişti. Damat Ferit Hükümeti bir süre Sevr
Antlaşmasının şartlarını uygulamaya çalışmışsa da Misak-ı Milli parolasıyla hareket eden BMM
hükümeti karşısında başarılı olamamıştır.TBMM 19 Ağustos 1920’de aldığı bir kararla bu
antlaşmayı onaylayan tüm Osmanlı Devlet adamlarını vatan haini ilan etmiş ve vatandaşlık
haklarından yoksun kılmıştır.
Sevr anlaşmasının önemli bazı maddeleri şunlardır:
1)
Đstanbul, Osmanlı Devletinin başkenti olarak kalacak, fakat azınlıkların haklarının
korunmaması halinde şehir Türklerin elinden alınacaktır.
2)
Boğazlar bir komisyon tarafından yönetilecek, savaş ortamında bile tüm devletlerin
gemilerine açık tutulacak, boğazlar bölgesindeki Osmanlı jandarması işgal güçlerine bağlı
kalacaktır.
3)
Suriye, Fransa’ya bırakılacak, sınır, Mardin-Urfa-Antep hattını takip ederek
Cebelibereket’in kuzeyinden geçecektir.
4)
Đzmir
ve
Ege
bölgesinin
önemli
bir
kısmı,
bırakılmaktadır.
5)
Arabistan ve Irak Đngiltere’ye bırakılmaktadır.
Doğu
Trakya
Yunanistan’a
63
6)
Doğu illerinin bir bölümünde (Van,Erzurum,Bitlis ve Trabzon) havalisi bir Ermeni
Devleti kurulmasına izin verilmektedir.
7)
Mecburi askerlik hizmeti kaldırılarak Osmanlı devletinin elinde 50000 kişilik bir
ordu bulundurulmasına izin verilecektir.
8)
Kapitülasyonlardan tüm ülkeler yararlanabileceklerdir.
9)
Devletin mali işleri Đngiliz, Fransız, Đtalyan ve bir Osmanlı temsilcisinden oluşan bir
komisyona bırakılmakta olup Osmanlı bütçesi üzerindeki son söz hakkı bu komisyona ait
olmaktadır.
10) Azınlıkların sosyal siyasi ve kültürel hakları genişletilmektedir. Osmanlı devletinin
azınlıklara karışma hakkı elinden alınmaktadır.
Yukarıda önemli bazı maddeleri verilen Sevr Antlaşması Osmanlı devletini yok sayarak
topraklarının yağmalanmasını öngörmüş ve onu Đtilaf Devletlerinin eline teslim etme gayesini
gütmüş bir antlaşmadır. Bu antlaşmanın Osmanlı devletine kabul ettirilmesi Anadolu’daki Milli
mücadele azmini kuvvetlendirmiştir.
TÜRK-SOVYET ĐLĐŞKĐLERĐ DOĞU CEPHESĐ
Sovyetler daha Ankara’da TBMM açılmadan önce Türkiye ile ilgilenmeye
başlamışlardır.1 Mayıs 1919 günü dünya işçilerine hitaben yayınladığı demeçte Türk işçi, asker
ve köylüsünü ayrı bir paragraf ayıran Sovyet hükümeti Anadolu’daki milli kımıldanışı
kastederek Türkiye’den başlattıkları ihtilalin sonunu getirmelerini istemişti. Sivas Kongresi’nin
bitiminden 2 gün sonra Türk işçi ve köylüsüne hitaben ikinci bir demeç yayınlayan Sovyet
Rusya bu demecinde de Đngiltere’ye ve özelliklede Đstanbul Hükümetine hücum etmektedir. Bu
demeçler Sovyetlerin, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile başlamış olan Milli Mücadeleyi
desteklemeye hazır oldukları kanaatini uyandırmıştı.Çünkü Rusya bu demeçte bütün işin Türk
işçi ve köylüsünün çabasına kaldığını belirlemekte ve Rus Hükümetini Türkiye’ye kardeşlik elini
uzatmaya hazır olduğunu vurgulamaktadır.Nitekim Sovyetlerin 13 Eylül 1919 tarihli demecinin
anlamı,Sovyet Dış Đşleri Bakanı’nın 1919 Aralık’ında hazırladığı bir raporda daha açık ifade
edilmiştir. Çiçerin bu raporda, doğuda Avrupa ve Amerikan Kapitalizmine karşı kıpırdanışın
daha somut bir biçimde ortaya çıktığını belirterek, mücadelelerinde Türklere yardım etmek
arzusunda olduklarını, Onlara samimi bir biçimde bildirdiklerini ifade etmektedir. Ancak Rusları
bu denli cesaretlendiren ve açık konuşmaya iten olayın,Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi
sırasında yaptığı’’bağımsızlığını tehlikede gören Rus Milletinin silaha sarılarak,zafere
ulaştığı’’şeklindeki bir beyanatından kaynaklandığı açıktır.
64
Türkiye ile Sovyetler arasında bir yakınlaşma ihtimalinden rahatsızlık duyan Đngilizler,
Ruslarla 1920’de yaptıkları Ticaret Antlaşmasına, Kemalistlere yardım etmemeleri şartını
koydurmaya çalışmışlarsa da,bunu Sovyetlere kabul ettirememişlerdir.Ancak Mustafa Kemal’i
Sovyet Rusya’ya yaklaşmaya iten olay,Đngilizlerin 16 Mart 1920’de Đstanbul’u resmen işgal
etmeleridir.Bu gelişme Türkiye’yi Sovyetlerle temasa geçmeye mecbur etmiştir.
TBMM’nin açılmasından üç gün sonra,Mustafa Kemal Lenin’e gönderdiği bir
mektupla,Ankara
ve
Moskova
arasında
normal
münasebetlerin
kurulmasını,yabancı
emperyalizmine karşı ortak mücadele edilmesini istemiş,Ankara Hükümeti’nin Misak-ı Milli’ye
dayanan politikasını Sovyetlere iletmiştir.Mustafa Kemal’in Lenin’e hitaben yazdığı bu
mektuba,3 Haziran 1920’de Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin cevap vermiştir.Bu mektupla Sovyet
Hükümeti,TBMM Hükümetini resmen tanımış ve iki hükümet arasında diplomatik münasebetler
resmen kurulmuştur.Bununla birlikte Çiçerin’in mektubunda herhangi bir ittifaktan söz
edilmemiştir.O dönemde Sovyetlerin Ankara ile bir siyasi veya askeri ittifaktan kaçınmalarının
bazı sebepleri vardır.Böyle bir ittifak Rusya’nın,Đngiltere ile yapacağı Ticaret Antlaşmasının
geleceğini tehlikeye sokabilirdi.Ayrıca Sovyetler Komünist olmayan ülkelerle ittifakı kendileri
açısından uygun görmemekteydiler.Rusya Türkiye’nin mücadelesinde başarılı olup olamayacağı
konusunda şüpheler taşımaktaydı.
Haziran ayı başlarında Ankara ile Moskova arasında resmi ilişkilerin kurulmuş olmasına
rağmen, Ankara Hükümeti 1920 de Sevr Antlaşmasını imzalamak üzere Fransa’ya hareket eden
Osmanlı temsilcilerinin antlaşmaya imza koymaları halinde, duruma ancak kuvvet kullanarak
karşı koyabilecekleri inancındadır.Bu kuvvetin sağlanabilmesi için de Ankara Hükümeti,Sovyet
Rusya’dan yardım alınması mecburiyetini hissetmektedir.Bu sebeple ihtiyacımız olan para ve her
çeşit savaş malzemesinin temini gayesiyle,Dışişleri Başkanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir
delegasyon,11
Mayıs’ta
Ankara’dan
hareket
ederek,19
Temmuz’da
Moskova’ya
ulaşmıştır.Dostluk Antlaşması’nın esaslarının 24 Ağustos’ta hazırlanmış olmasına rağmen,Bekir
Sami Bey’in bu antlaşmayı imzalaması mümkün olmamıştır; çünkü Sovyetler antlaşmanın
imzalanmasına karşılık Bitlis, Van ve Muş illerinin Ermenistan’a bırakılmasını istemişlerdir. Bu
gelişme bir süreden beri askıya alınmış olan Ermeni Sorunu’nun halledilmesi mecburiyetini
gündeme getirmiştir.
ERMENĐ MESELESĐ
65
A)Ermeniler Hakkında Genel Bilgi
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra burada yaşayan Ermeniler için
yepyeni bir dönem açılmıştır. Hıristiyan alemi Ortaçağın karanlığı ile boğuşurken, Đslam
dünyası insani değerlerin güzelliklerini yaşamakta, hakimiyeti altındaki insanlarda, bu
hoşgörü ortamından en üst seviyede yararlanmaktadırlar. Böyle bir dönemde Türklerle tanışan
Ermeniler Anadolu’da Selçuklu idaresinde ve 19. yüzyılın ikinci yarısının sonlarına kadar da
Osmanlı idaresinde huzur ve güven içinde varlıklarını, dil, din ve kültürlerini sürdürmüşlerdir.
Đstanbul’un Fatih Mehmet Sultan tarafından fethinden sonra Bursa’dan, Đstanbul’a getirilip
yerleştirilen Ermeniler Bizans idaresinde sahip olmadıkları dini hürriyetlerine kavuşmuşlardır.
Ermeniler diğer azınlıklardan daha fazla Türklerle kaynaşıp, anlaşarak Osmanlı Devletinin
güvenini kazanmışlardır. Tarım, ticaret, kuyumculuk gibi işlerle uğraşıp zenginleşen
Ermeniler, Türklerden daha rahat bir hayat sürmüşlerdir.1856’dan sonra yüksek devlet
memurluklarına ve elçiliklere atanan Ermeniler, milletvekili ve hatta bakan bile olmuşlardır.
Osmanlı Devleti de Ermenileri, devlete bağlı unsurlar olarak görmüş ve Ermeniler devlet
yöneticilerince Millet-i Sadıka (Sadık Millet) olarak isimlendirilmişlerdir. Nitekim Osmanlı
Devleti egemenliğinde yaşayan diğer Hıristiyan unsurlar hep ayrılıkçı hareketlere giriştikleri
halde, Ermeniler bu doğrultuda en son harekete geçen etnik unsur olmuşlardır.
B)I. Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Meselesi
Balkanlarda Osmanlı Devletine bağlı çeşitli etnik unsurların ayrılıkçı faaliyetleri,
milliyetçilik ruhu Ermenileri de etkilemiştir. Ancak devlet tarafından kendilerine Millet-i
Sadıka denilen bu etnik unsurun Osmanlı devletine karşı isyan noktasına gelmesinde Rus ve
Đngiliz kışkırtmalarının rolü büyüktür.18. yüzyılın başlarından itibaren sıcak denizlere inme
politikasını benimseyen Rusya, bir türlü politikasını gerçekleştirememiştir. Bu da Rusya’yı
sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmede Ermenileri bir araç olarak kullanmaya
itmiştir. Doğu Anadolu’da Rusya kontrolünde kurulacak bir Ermeni Devleti, Rusların doğu
Akdeniz’e ve Basra Körfezine inmelerini sağlayabilirdi. Bu noktadan hareketle Rusya,
Balkanlar’da Osmanlı tebaası olarak yaşayan Slav kökenli unsurları kışkırtarak, Osmanlı’ya
karşı batıda oluşturduğu baskıyı, doğuda da Ermenileri kullanarak oluşturmayı düşünmüştür.
Rusya’nın bu çabaları boşa gitmemiş, Rusların etkisinde kalan Ermeniler 1862’de Zeytun’da
1863’de de Van’da ilk ayaklanma girişiminde bulunmuşlardır. 1860’dan itibaren hızla
örgütlenmeye başlayan Ermenilerin teşkilatlanmasında din adamlarının rolü büyük olmuştur.
66
Balkanlardaki ve Doğu Anadolu’daki faaliyetlerinin semerisini kısa bir süre sonra gören
Ruslar; Osmanlı Devletine karşı yöneltecekleri bir saldırıda Balkanlardaki Slav kökenli
unsurların ve Kafkasya’daki Ermenilerin desteğini elde etmişlerdir. Tabi bu hizmetler
karşılığında Rusya, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilere muhtariyet verilmesini
sağlayacaktır. Bu plan 1977-88 Osmanlı-Rus Savaşı’nda uygulanmıştır. Bu savaşta Osmanlı
kuvvetleri yenilince, Ruslar batıda Đstanbul önlerine, Doğuda da Erzurum’a kadar ilerlemişle,
Ermeni Patriği aracılığı ile “ya Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulmasını, ya da
bu bölgenin Rus kontrolüne alınmasını” istemişlerdir. Savaştan sonra Osmanlı Devleti ile
Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. Maddesi ile Osmanlı Devleti
Ermeniler lehinde yenilikler yapacak, Rusya’da bu düzenlemelerin güvencesi olacaktır. Bu
antlaşmanın uygulanması halinde Rusların güneye inme imkânı bulacağını anlayan Đngilizler,
Ayastefanoas Antlaşmasını Berlin Antlaşması ile değiştirerek, Rusya’nın güneye inmesini
olduğunca önlemek istemişlerdir. Berlin Antlaşması yalnız Ermeniler lehinde yenilikler
yapılmasını öngörmektedir. Bu durum muhtariyet bekleyen Ermenileri hayal kırıklığına
uğratmıştır. Ancak Ermeniler muhtariyet kararını çıkartamamış olsalar da, kendilerine şimdi
Đngiltere gibi yeni ve güçlü bir koruyucu bulmuşlardır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar bölgede zayıf bir Osmanlı Devleti’nin varlığından
yana bir politika izleyen Đngilizler, bu savaştan sonra politikalarını değiştirerek, Osmanlı
Devleti’ni yıkma politikalarını uygulamaya koymuşlardır. Doğu Anadolu’da Đngiltere’nin
himayesinde oluşturulacak bir Ermeni Devleti, Bu Đngiliz politikasının gerçekleşmesinde
faydalı olabilecektir.
Berlin Antlaşması ile umduklarını bulamayan Ermenilerin, 1870 ve 1880’li yıllarda
teşkilatlanma ve ayaklanmalarında artış görülmüştür. Çünkü II. Abdülhamit’in Berlin
Konferansının Ermenilerle ilgili kararını yürürlüğe koymaması, Ermenileri amaca ulaşmak
için tek yolun şiddet kullanılması olduğu anlayışına yöneltmiştir. Bu nedenle de 1877-78 tüm
dünya tarihçilerinde Osmanlı Devleti’nde bir Ermeni meselesi çıkışı açısından dönüm noktası
sayılmaktadır. Ermeni terör hareketlerini organize eden Hınçak ve Taşnak Komitelerinin
kurulması da bu tarihten sonra gerçekleşmiştir. Taşnak komitesinin 1892 yılındaki
toplantısında Türkiye’deki Ermenilerin silahlandırılması, Türk devlet adamlarına karşı
suikastlar planlanması ve büyük bir silahlı ayaklanma için hazırlık yapılması kararı alınmıştır.
Ermenilerin bu karar doğrultusundaki çalışmaları Osmanlı hükümeti tarafından yakından
takip edilmiş, olayların büyümeden engellenmesine çalışılmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nin
bu tutumu Avrupa’da ve Rusya’da hoş karşılanmamış, hükümetin aldığı kararları bir soykırım
gibi algılamak isteyen Đngiltere, Rusya ve Fransa 1895’te Osmanlı Devletine bir nota vererek,
67
Berlin Antlaşmasında söz konusu olan Ermenilerle ilgili düzenlemelerin gerçekleştirilmesini
istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bu notayı, iç işlerine müdahale olarak değerlendirip,
ciddiye almamasıyla Ermeni komitalarının isyanları yeniden hız kazanmıştır. Đkinci Sason
Đsyanı, II. Abdülhamit’e yönelik Yıldız suikastı bu dönemde gerçekleştirilmiş Ermeni terör
olaylarıdır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yönetimde etkili olan Đttihatçılar, Ermeniler lehine
ılımlı bir tutum sergilemeye başlamışlar, hürriyetin her sorunu çözeceğine inanmışlardır.
Ancak Ermeniler hürriyetin sağladığı ortamdan da yararlanarak, kendi ayrılıkçı emellerini
gerçekleştirme doğrultusunda çalışmaya devam etmişlerdir. Nitekim 1909 Adana isyanı,
Müslümanlarla, Ermeniler arasında karşılıklı çatışmaya dönüşmüş ve çok sayıda Ermeni bu
olaylarda hayatını kaybetmiştir. Olaylar batıya abartılı olarak ve Türkler aleyhinde intikal
ettirilmiştir. Avrupalıların müdahalesinden korkan Đttihatçılar, batılıları tatmin etmek için
soruşturma başlatıp, Ermenileri değil de, Ermeniler karşısında kendilerini savunan Türkleri
bulup cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Bu suretle II. Abdülhamit devrinde nispeten kontrol
altına alınıp, geri plana itilmiş Ermeni meselesi yeniden alevlendirilmiştir. Ermeni komitaları
bu tarihten itibaren yurt dışındaki faaliyetlerini de yoğunlaştırmıştır. Ermeniler, I. Dünya
Savaşı’nın
başladığı
sırada
Osmanlı
Devletine
karşı
yine
ikiyüzlü
tutumlarını
sürdürmektedirler. Patrikhane ve Ermeni komitaları, Osmanlı Devleti’nin Đtilaf Devletlerine
karşı I. Dünya Savaşına girmesi halinde, hükümete sadık kalma kararı almışlardır. Aldıkları
bu kararla hükümete güven verirken, kendi amaçları doğrultusunda doğacak muhtemel bir
fırsatı da, en iyi şekilde değerlendirmek üzere bütün hazırlıklarını tamamlamaya
çalışmışlardır. Osmanlı Devleti seferberlik ilan ettiğinde hemen harekete geçen Ermeni
komiteleri, bütün şubelerine şu direktifi vermişlerdir: “Türk ordusu ile Rus ordusu arasında
savaş başladığında silahlı Ermeni çeteleri cephe gerisinde harekete geçerek, Türk ordusunu iki
ateş arasında bırakacaktır. Türk ordusunda silâhaltında olan Ermeni asıllı askerlerin
kaçabilenleri, silahlarıyla birlikte çetelere katılacaklar, kaçmayı başaramayanlar ise Đtilaf
Devletleri lehinde casusluk yapacaklardır”. Đşte Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na
katılmasından sonra içerideki Ermeniler, alınan bu karar doğrultusunda Đtilaf Devletleri lehine
casusluk yapıp, onlardan aldıkları emir doğrultusunda hareket ederlerken, Osmanlı sınırları
dışındaki Ermenilerde Đtilaf devletleri tarafından silahlandırıldıktan sonra intikam alayları
kurarak, Kafkasya ve Đran sınırında toplanmaya başlamışlardır.
C)I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Meselesi-Tehcir
68
1915’te Doğu cephesinde artan Ermeni olayları yüzünden, Osmanlı Devleti’nin
Rusya ile cephedeki savaşı sürdürmesi hemen hemen imkânsızlaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin
patrikhaneyi uyararak olayları sona erdirmeleri, aksi takdirde etkin tedbirler alınmak zorundan
kalınacağı uyarısı da sonuç vermemiştir. Uyarıların dikkate alınmadığını gören Osmanlı
yönetimi komite merkezlerini kapatıp, çeteleri dağıtmaya çalışmıştır. Ancak olaylar hiçbir
biçimde önlenememiştir. Bunun üzerine iktidardaki Talat Paşa Hükümeti 14 Mayıs 1915’te
Ermenileri savaş ortamından uzaklaştırmak için “Tehcir Kanunu” çıkartmıştır. Bu kanunla
hükümet emirlerine ülke savunmasına ve güvenliğin sağlanmasına karşı hareket edenlerin,
diğer önlemlerle durdurulamaması halinde fert fert veya toplu biçimde zorunlu olarak başka
bölgelere göçe tabi tutulması uygun görülmüştür. Kanunla bölgedeki komutanlara büyük
yetkiler tanınmıştır.
Tehcir Kanunu başlangıçta sadece Doğu Anadolu Bölgesindeki Ermeniler için
çıkarılmıştır. Ancak 1915’te Çanakkale Savaşları sırasında Đngiliz ve Fransız donanmalarının
Çanakkale önlerine geldikleri sıralarda ve gerekse aynı tarihlerde Sinop’un Ruslar tarafından
bombalanması sırasında Ermenilerin yurt genelinde yaptıkları taşkınlıklar, sorunun sadece
Doğu Anadolu’ya has bir sorun olmadığını göstermiş ve tehcirin yurt genelinde
uygulanmasına karar verilmiştir. Yerlerinden alınarak, en yakın demiryolu istasyonuna kadar
taşınan Ermeniler, buradan trenlere bindirilerek Suriye ya da Kafkasya’da ki savaş alanı
dışındaki Osmanlı topraklarına götürülüp, yerleştirilmişlerdir. Alınan bütün tedbirlere
rağmen, bu zorunlu göç sırasında istenmeyen sorunlar yaşanmıştır. Türklere karşı silahlanmış
ve dağa çıkmış Ermeni çeteleri göçü engellemek için, göç konvoylarına saldırmışlar,
konvoydaki Ermenilerinde harekete geçmesiyle, güvenlik güçleri ile Ermeniler arasında
silahlı çatışmalar gerçekleşmiştir. Doğal olarak pek çok insan hayatını kaybetmiştir. Bu
olaylar özellikle 1960’lardan sonra dünya kamuoyuna Türklerin Ermenilere yönelik bir toplu
soykırımı olarak anlatılmıştır. Oysa bu olaylarda ölen Türk sayısı, Ermeni kayıplarından daha
fazladır.
Bu olayı 1.5 milyon Ermenin öldürülmesine yönelik bir soykırım olarak değerlendiren
Ermeniler. T.C.’nden üç istekte bulunmaktadırlar. 1) 1915’deki olayın Ermenilere yönelik bir
soykırım olduğunu T.C.’nce kabul edilmesi 2) Bu soykırıma karşılık Ermenilerin yakınlarına
T.C.’nce tazminat ödenmesi 3) Doğu Anadolu’da Ermenilere vaat edilmiş olan 6 vilayette
Ermenilere bir devlet kurma hakkının verilmesi.
69
Milli Mücadele Yıllarında Doğu Cephesi’nde
Ermenilerle Savaş- Gümrü Antlaşması ( 3 Aralık 1920)
Mondros Mütarekesinden sonra Ermeni olayları yeni bir boyut kazanmıştır. Rus ihtilali
üzerine doğuda tekrar toparlanarak harekete geçen Türk kuvvetleri, Doğu Anadolu’yu
tamamen Rus işgalinden kurtardıkları gibi, Bakü’ye kadar ilerlemişlerdir. Rusya ile 1918’de
yapılan Brest-Litovsk Antlaşması ile 1977-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusların elinde
kalan Elviye-i Selase ( Kars, Ardahan, Batum) için bir halkoylaması kararı alınmışve yapılan
halkoylaması sonucunda bu üç sancağın yeniden Osmanlı toprakları içerisine alınması
sağlanmıştır. Ancak Mondros Mütarekesi 11. Maddeinden yer alan “Osmanlı kuvvetleri
Đran’ın kuzeybatısında ve Güney Kafkasya’da savaştan önceki hudutlara çekilecektir” hükmü
ile bu üç vilayet yeniden Türk sınırları dışında kalmıştır. O günlerde bölgede ordu komutanı
olan Yakup Şevki Paşa’nın çabalarıyla kurulmuş olan Cenüb-i Garbi Kafkas Hükümetini
dağıtan Đngilizler, Kars ve Ardahan başta olmak üzere bölgeyi Ermenilere vermişlerdir.
Mayıs 1919’da XV. Ordu komutanlığına atanan Kazım Karabekir Paşa, bölgedeki
gelişmeleri yakından izlemekte, Kars ve yöresinin kurtarılmasını planlamaktadır. Đngilizlerin
desteklediği Ermeniler ise, bölgedeki durumlarını güçlendirmek amacıyla yörenin MüslümanTürk halkına akıl almadık zulümler yapmaktadırlar. Mondros Mütarekesinin 24. Maddesi de
adeta Ermeniler için tasarlanan toprakların sınırlarını çizmektedir. Ancak Đngiliz desteğine
çok güvenen Ermeniler, kendileri için düşünülen bu topraklarla yetinmek niyetinde
değildirler. Bu niyetlerini 1919 yılında Paris Barış Konferansına müracaat ederek ortaya
koyan Ermeniler, Đtilaf Devletlerinden Doğu Anadolu’nun tamamının kendilerine verilmesini
istemişlerdir.
Đngilizlerin mütarekeden sonra Ermeniler hakkındaki düşüncesi, Doğu Anadolu’da
A.B.D. himayesinde bir Ermeni devleti oluşturmaktır. Sınırları A.B.D. Başkanı Wilson
tarafından çizilecek olan Ermenistan’ın, Akdeniz ve Karadeniz’e çıkış kapıları kapalı
olacaktır. Đngilizlerin ısrarlı tutumu üzerine
A.B.D., konuyu yerinde araştırmak üzere,
70
General Harbourd başkanlığında kalabalık bir heyeti bölgeye göndermiştir. Harbourd
raporunda, “Ermenilerin Doğu Anadolu’da hiçbir zaman nüfus çoğunluğunu oluşturmadığı,
buralarda bir Ermeni Devletinin kurulmasına izin verilmesi halinde, mutlu bir azınlığın
mutlak bir çoğunluğa hükmetmesine sebebiyet verileceği, Türklerin Ermenileri açıkça tehdit
ettiklerine dair açık bir kanıta rastlanmadığı” yer almıştır. A.B.D.’nin tutumuna rağmen
Đngilizler ve Ermeniler işlerine geldiği şekilde hareket etmeyi uygun görmüş ve Sevr
Antlaşmasına Ermeni Devletinin kurulmasını öngören bir hüküm konulmuştur.
Olup bitenleri daha mütareke imzalandığı günden beri kaygıyla izleyen Doğu
Anadolu’nun vatansever halkı, Ermeni ve Kürt tehlikesine karşı Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i
Hukuk-u Milliye Cemiyetini oluşturmuştu. Bölgeye komutan olarak atanan Kazım
Karabekir’de Erivan Cumhuriyetine uyarıda bulunarak, Ermeni zulmünün durdurulmasını
istemiştir. Kazım Karabekir Paşa, Ermeni zulmünün durdurulması için, Ermenilere karşı bir
askeri harekâtın zaman kaybetmeden gerçekleştirilmesinden yanadır. M. Kemal ise Milli
Mücadele başında Sovyetlerden alınabilecek maddi desteğe, Milli Mücadele hareketinin
geleceği açısından büyük önem vermektedir. Bu nedenle Ermenilere karşı zamansız
gerçekleştirilecek bir askeri harekât, Ermenilere destek veren Rusları kızdırıp, Milli mücadele
için beklenen Rus yardımlarının gelmesini engelleyebilecektir. Türk-Sovyet görüşmeleri
sonucunda 24 Ağustos 1920’de imzalanması beklenen antlaşmanın, Rusların Muş, Bitlis ve
Van illerinin Ermenistan’a verilmesini istemeleri yüzünden gerçekleşememesi, Rusya’dan
beklenen maddi desteğin sağlanamaması, Ermeni zulmünün artması askıya alınmış olan askeri
harekat düzenleme konusunu artık Ankara Hükümeti’nin gündemine getirmiştir.
28 Eylülde Ermenilere karşı harekata geçen Türk ordusu, 29 Eylülde Sarıkamış’ı, 30
Ekimde Karsı kurtarmıştır. Hala Đtilaf Devletlerinin desteğine güvenen Ermeniler, 1 Kasım
1920’de T.B.M.M. hükümetinin kendilerine sunduğu barış teklifini kabul etmemişlerdir.
Bunun üzerine tekrar harekete geçen Türk ordusu 7 Kasımda Gümrü’ye girmiştir. Ümitlerini
yitiren Ermeniler 17 Kasımda mütareke imzalamaya razı olmuşlardır. Görüşmeler sonunda 3
Aralık 1920 Gümrü Anlaşması imzalandı. Gümrü Antlaşmasının ömrü kısa olmuştur. Çünkü
Ruslar, 5 Aralık 1920’de Ermenistan’daki Taşnak hükümetini yıkarak, Bolşevik idaresini
kurmuşladır. Bu tarihten itibaren bu sorun Türk-Ermeni sorunu olmaktan çıkarak, TürkSovyet meselesi halinde devam etmiştir. Bu arada Sovyetlerin Gürcistan’a savaş ilan
etmesinden yararlanan Kazım Karabekir, Gürcistan’ın Đşgali altında bulunan Ardahan ve
Artvin’in boşaltılmasını Gürcü hükümetinden istemiş, Türk ordusu karşısında buraları
71
ellerinde tutamayacaklarını anlayan Gürcülerde Ardahan ve Artvin’i Türk kuvvetlerine
bırakmışlardır.
Ankara hükümetinin o tarihlerde doğuda, Ermenilere karşı kazandığı zaferi, batıda ise
ilk Yunan saldırısını I. Đnönü Zaferi ile sonuçlandırması, Sovyetlerin Milli Mücadeleye daha
fazla önem vermelerini sağlamıştır. Ali Fuat Cebesoy başkanlığındaki Türk heyeti yarım
kalan Türk-Sovyet görüşmelerini devam ettirmek için Moskova’ya gönderilmiştir. Bu
görüşmeler sonun da Sovyetlerle 16 Mart 1921 Türk-Sovyet dostluk antlaşması (Moskova
Ant.) imzalanmıştır. Moskova Ant. Đle Sovyetler Sevr Antlaşmasını tanımayacaklarını, Misakı Milli sınırları dahilindeki Türk devletinin varlığını kabul ettiklerini ortaya koymuşlardır.
Moskova Antlaşmasının ardından Sovyetler Türkiye’ye hem askeri malzeme, hem de parasal
yardımda bulunmuşlardır. 13 Ekim 1921’de Sovyetlerle yapılan Kars Antlaşmasıyla da doğu
sınırımız son şeklini almıştır.
Gümrü Antlaşmasının Türk Tarihi Açısından Önemi
Gümrü Antlaşması ile Ermenilerin Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurma istekleri
sona erdirilmiş, bu antlaşma Lozan Antlaşmasıyla da onaylanmıştır. Dolayısıyla bu antlaşma
Türkler açısından Ermeni meselesini bitiren antlaşmadır. Gümrü Antlaşması ile doğu
sınırlarımızın güvenliği sağlanmış, iyi ilişki kurmayı düşündüğümüz Sovyetlerle, bu
meselenin aramızda bir sorun oluşturması önlenmiş, Doğu Cephesindeki asker ve
mühimmatın bir bölümünün Batı Cephesine kaydırılması ve burada Yunanlılara karşı
kullanılması imkanı doğmuştur. Ayrıca Gümrü Antlaşması, Ankara Hükümetinin askeri bi
başarı sonucunda yaptığı ilk siyasi antlaşmadır. Doğuda Ermenilere karşı kazanılan bu başarı,
Türk halkına moral kazandırmıştır.
Batı Cephesinde Yunanlılarla Savaş
Batı Cephesi 15 Mayıs 1919’da Đzmir’in Yunanlıların Đşgali üzerine kurulmuştur. Batı
Anadolu’da düzenli ordu kurulana kadar, düşmana karşı savunma gücünün esasını Kuva-yi
Milliye oluşturmuştur. Ayvalık, Bergama ve Soma, Akhisar, Salihli, Aydın ve Nazilli
cephelerinde düzenli ordu kurulana kadar Kuva-yi Milliye, Yunan işgaline karşı direniş
göstermiştir. Kuva-yi milliye ile Yunanlılara karşı koymanın zorluğunu gören T.B.M.M.,
Sivas Kongresi ile alınan bir kararla Ali Fuat Paşa’nın kontrolüne verilmiş olan Batı
72
Cephesini, Güney ve Batı cephesi komutanlıkları adı altında teşkilatlandırmış ve Đsmet Paşayı
Batı Cephesi komutanlığına atamıştır.
Batı Cephesinde düzenli ordunun kurulması sırasında Çerkez Ethem ve kardeşlerinin
Türk Hükümetine karşı ayaklanmaları, ellerindeki kuvvetleri düzenli orduya vermek
istememeler, bunu Yunanlılara da bildirerek işbirliği önermeleri Yunan kuvvetleri için uygun
bir ortam yaratmıştır. Durumu değerlendiren Yunanlılar 6 Ocak 1921’de Anadolu’dan
yeniden taarruza geçmişlerdir. Yeni kurulan düzenli ordu birlikleri Yunan ordularını Đnönü’de
karşılamışlardır. Hareketli bir savunma taktiği uygulayan Türk birlikleri, kendilerinden kat kat
üstün Yunan kuvvetlerinin taarruzunu Đnönü’de durdurmayı başarmışlardır. Bu başarıda Türk
subay ve erlerinin üzerlerine düşen görevi çok iyi bir biçimde yapmasının büyük payı vardır.
Gösterilen başarı sonucunda 10 Ocak 1921’de durdurulan Yunan kuvvetleri, karşı taaruza
geçecek gücü kendilerinde bulamamışlardır. I. Đnönü Savaşı küçük çaplı bir muharebe
olmasına karşın sonuçları bakımından önemlidir. I. Đnönü Savaşı’nın sonuçları şunlardır:
1.
Düzenli ordu birlikleri ilk sınavında başarılı olmuştur.
2.
Çerkez Ethem olayı tamamen kapanmış, Kuva-yi Milliye dönemi sona ermiştir.
3.
Halkın meclise ve orduya olan güveni artmıştır.
4.
I. Đnönü zaferinin kazanılması, TBMM hükümetinin hazırladığı anayasanın meclis
tarafından kabul edilmesini kolaylaştırmıştır.
5.
Rusya’nın TBMM hükümetine yaklaşımı daha yapıcı olmuş ve Rusya Đle 16 Mart 1921
Moskova Ant. Đmzalanmıştır.
6.
Đtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasını bir kere daha gözden geçirmek için Londra’da bir
konferans toplama ihtiyacını duymuşlardır.
Londra Konferansı
TBMM hükümetinin Sevr Antlaşmasını kabul etmemesinden rahatsızlık duyan
Đngiltere, Yunan birliklerini bir tehdit unsuru olarak kullanarak, bu antlaşmayı zorla kabul
ettirmek niyetindedirler. Ancak bütün tehdit ve baskılara rağmen, Ankara hükümeti Misak-ı
Milliden asla taviz verme düşüncesinde değildir. Nitekim I. Đnönü Zaferi bunun kanıtıdır.
Đngiliz hükümeti işlerini daha da zorlaştıracağı düşüncesiyle, Milli Mücadele taraftarlarının I.
73
Đnönü Zaferinden çok rahatsız olmuşlardır. Fransa ve Đtalya da ortağı Đngiltere’yi, Türklerle
diyalog için devamlı sıkıştırmaktadırlar. Bu gelişmeler yüzünden Đtilaf Devletleri Londra’da
bir konferans düzenlemeye ve yine bu konferansa Türk milleti adına Đstanbul Hükümetini
çağırmaya karar vermişlerdir. Ancak Damat Ferit Paşanın istifasından sonra iş başına getirilen
Tevfik Paşa hükümeti, Đstanbul ve Ankara Hükümetleri arasındaki anlaşmazlıkları kaldırma
taraftarıdır. Bu nedenle Tevfik Paşa, Londra’ya gidecek heyette bir de Ankara Temsilcisi
bulunmasını arzu ettiğinden, durumu M. Kemal Paşaya bildirmiştir. Ankara Hükümeti bu
çağrıya Londra’ya doğrudan çağrılmadıkça katılmama düşüncesinde olduklarını ileterek
karşılık vermiştir. Fakat muhtemel bir çağrı durumunda da geç kalınmış olunmaması için
Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet Roma’ya gönderilmiştir. Đtalyan hükümetinin araya
girmesiyle Ankara hükümetinin de Londra’daki görüşmelere doğrudan çağrılması sağlanmış,
Roma’da beklemekte olan Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet Londra’ya hareket etmiştir.
21 Şubatta başlayan görüşmelerde Đngiltere ve ortakları görüşlerini ortaya koyduktan
sonra, Türk Milleti adına Đstanbul temsilcisi Tevfik Paşaya söz hakkı verilmiştir. Tevfik Paşa
güzel bir jest yaparak “Türk Milleti adına söz söylemek, milletin gerçek temsilcilerine düşer”
demiş ve Đtilaf Devletlerini şimdiye kadar tanımaya çalışmadıkları TBMM hükümeti ile direk
muhatap olma mecburiyetinde bırakmıştır.
Bekir Sami Bey görüşmelerde Đtilaf Devletlerinden, Misak-ı Milliyi izah ederek,
Anadolu’nun boşaltılması talebinde bulunmuştur. Ancak bu teklif Đtilaf Devletleri tarafından
olumlu olarak kabul edilmemiştir. Đtilaf Devletlerinin Sevr Antlaşması üzerinde yaptıkları
bazı ufak değişiklikler de Türk tarafını memnun etmekten çok uzak kalmış, bu yüzden
görüşmelerden olumlu bir sonuç elde edilememiştir.
Görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine kendi inisiyatifini kullanan Bekir Sami Bey,
Đngiltere, Fransa ve Đtalya ile ikili anlaşmalar yapmıştır. Hakkaniyet esasına uymadığı
gerekçesiyle TBMM tarafından onaylanmayan bu anlaşmalar, Bekir Sami Beyinde
görevinden alınmasına neden olmuştur.
Londra Konferansının tek olumlu sonucu TBMM hükümetinin varlığının Đtilaf
Devletleri tarafından tanınmasıdır. Đtilaf Devletleri ise görüşmeler sırasında vakit kazanarak,
Yunan kuvvetlerine yeni bir saldırı için hazırlanma fırsatı sağlamıştır.
II. Đnönü Muharebesi
74
Londra Konferansı sonunda Đtilaf Devletleri Sevr Ant. Esasları üzerinde yapılan ufak
çaplı değişiklikler TBMM hükümeti yetkililerine sunulduğunda, kendilerine üzerinde
düşünmeleri ve görüşmeler yapmaları için bir aylık süre tanınmıştır. Ancak Türklere tanınan
bu bir aylık süre dolmadan Yunan kuvvetleri Anadolu’ya saldırıya geçmiştir. I. Đnönü’nün
kötü intibaını silmek isteyen Yunan kuvvetleri 23 Marttan itibaren kuzeyde Bursa’dan,
güneyde de Uşaktan olmak üzere iki koldan taarruz başlatmıştır. Sevr’in Türklere zorla kabul
ettirilmesini sağlamak isteyen Đngiltere’de bu saldırıyı desteklemiştir.
23 Marttan, Mart ayı sonuna kadar süren çarpışmalara Meclis Muhafız Taburu da
katılmıştır. 31 Martta Türk kuvvetleri karşısında önemli ölçüde kayıp veren Yunan kuvvetleri,
1 Nisanda Đnönü mevzileri önünde ikinci kez çekilmek zorunda kalmıştır. Güneyden taarruz
eden Yunan birlikleri Afyon’u geçerek, Konya’ya doğru yayılma eğilimi göstermişse de,
kuzeyde elde edilen başarı yüzünden geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
Yunan kuvvetlerinin Đnönü’de ikinci kez yenilgiye uğratılması önemli sonuçlar
doğurmuştur. Bu sonuçları şöyle sıralamak mümkündür.
1.
Đtalyanlar işgallerini sona erdirme kararı alarak Antalya bölgesindeki birliklerini
çekmişlerdir. Fransızlar ise Ankara hükümeti ile ilişki kurmak için uygun bir zaman
ve zemin aramaya başlamışlardır.
2.
Türk halkının hükümete ve orduya olan güveni artmış, bu başarı morallerin
yükselmesini sağlamıştır.
3.
Đngilizlerin Yunanlılara olan güveni sarsılmaya başlamıştır.
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri
Yunanlıların beklenen başarıyı göstermemeleri Đngilizleri oldukça tedirgin etmiştir.
Đngilizleri rahatsız eden başka bir gelişmede Hint Müslümanlarının Anadolu’daki Milli
Mücadeleyi destekleyerek Đngiltere’ye sorun oluşturmalarıdır. Yunanlılara olan güvenin
sarsılmasına rağmen Đngilizlerin Yunanlıları desteklemekten başka çareleri de yoktur. Çünkü
Đngiliz Başkanı Lloyd George, Sevr’i Türklere kabul ettirememeyi Đngilizlerin prestijine
indirilmiş büyük bir darbe olarak görmektedir.
75
Anadolu’daki kuvvetlerin sayısını iki katına çıkaran, yanlarına krallarını ve Đngilizlerin
desteğini alarak 10 Temmuz 1921’de yeni bir saldırıya geçen Yunanlılar, artık bu sefer
Ankara’ya giderek Türklerin işini bitirmek niyetindedirler. Ankara hükümetinin hazırlıksız
yakalandığı bu saldırı, 13 Temmuzda Afyon’un düşmesine yol açmıştır. Yunan taarruzunun
durdurulamamasından dolayı 17 Temmuzda Kütahya elden çıkmış, 19 Temmuzda da
Eskişehir işgal altına girmiştir. Eskişehir yönüne yapılan karşı taarruz gelişemeyince, Türk
kuvvetlerinin daha fazla kayba uğramamsı için ordunun Sakarya nehrinin gerisine
çekilmesine karar verilmiştir. Türk ordusu 25 Temmuzdan itibaren bu yeni savunma hattında
gerekli tertibatı almaya başlamıştır.
M. Kemal Paşanın Başkomutanlığa Seçilmesi ve Tekalif-i Milliye Emirleri
Yunanlıların Eskişehir-Kütahya Savaşlarında elde ettiği başarı yurt içinde ve dışında
büyük yankılar yaratmıştır. Türkler üzerinde büyük üzüntüye, çekinmeye, hatta korkuya
neden olan bu gelişme çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. M. Kemal Paşa, ordunun
Sakarya nehrinin gerisine çekilme kararını verdiğinde bu kararın bir takım sıkıntılar
doğuracağını tahmin etmiş, ancak başarıya ulaşabilmek için askerliğin gereklerini yerine
getirmeyi faydalı görmüştür. Sorumlu arayan bazı meclis üyeleri ordunun geri çekilmesini ve
ordunun tutumunu eleştirmişlerdir. Meclisteki muhalifler sorumlu ararken, telaşlanan bazı
meclis üyeleri, meclisin Ankara’dan, Anadolu’nun daha güvenli bir yerine taşınmasını bile
konuşmaya başlamışlardır. Mecliste yaşanan tartışmalar sırasında, M. Kemal Paşanın Türk
ordularının başına getirilmesi gündeme gelmiştir. M. Kemal Paşada, “ordunun maddi ve
manevi gücünü arttırmak ve en yüksek seviyeye ulaştırmak için üç ay müddetle meclisin
sahip olduğu yekinin kendisine verilmesi” şartıyla başkomutanlığı üzerine almayı kabul
etmiştir. Bazı üyelerin itirazlarına rağmen M. Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de çıkarılan bir
kanunla başkomutanlık görevine getirilmiştir.
M. Kemal Paşa Başkomutanlığı üzerine aldıktan sonra ordunun, insan, araç, taşıt ve
malzeme bakımından eksiklerini giderebilmesi, yiyecek ve giyecek sağlanabilmesi için bazı
tedbirler almak ihtiyacının hissetmiştir. Bu amaçla 7-8 Ağustos 1921’de Tekâlif-i Milliye
emirleri adı altında 10 emir çıkarmıştır. Bu emirler şunlardır:
1.
Her kazada bir Tekâlif-i Milliye komisyonu kurulacak, bu komisyonlar
toplanan malzemenin orduya ulaştırılmasını sağlayacaktır.
76
2.
Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecektir.
3.
Bu komisyonlar başkomutanın emriyle halkın ve tüccarın elindeki, askerin
ihtiyacı olan malların %40’ına bedeli sonradan ödenmek üzere el konacaktır.
4.
Yine bu komisyonlar aynı amaçla ve aynı şartlarla halkın ve tüccarların
elindeki yiyecek maddelerinin %40’ına el koyacaktır.
5.
Taşıt sahipleri ayda bir kere olmak üzere 100 km.lik mesafeye ücretsiz askeri
nakliyat yapacaktır.
6.
Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konacaktır.
7.
Halk elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde bu komisyonlara teslim
edecektir.
8.
Savaş malzemesi yapabilen usta ve imalathanelerin sayıları ve kapasiteleri
belirlenecektir.
9.
Halkın elindeki araba ve hayvanların %20sine el konacaktır.
Bu emirlerin uygulanmasında bir suiistimale meydan vermemek için, Ankara, Samsun,
Kastamonu, Konya ve Eskişehir’de Đstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Tekâlif-i Milliye
emirlerinin eksiksiz yerine getirilmesine rağmen, Yunan kuvvetleri ile Türk kuvvetleri
arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmak mümkün olamamıştır. Çünkü Yunan ordusu çok
güçlü bir sömürge imparatorluğuna sahip olan Đngiltere tarafından desteklenirken, Türk
ordusunun gücü uzun savaş yıllarının yıprattığı, bütün kaynakların tükendiği fakir Anadolu’ya
dayanmaktadır. Bu sebeple Türk idare heyeti, Ankara’nın düşmesi durumunda mücadeleye
Kayseri’de devam ederek, her ne pahasına olursa olsun düşmanı yurttan atmak niyetindeydi.
Bu düşünce ile Doğu ve Güney cephesindeki tamamına yakını da Batı Cephesine
kaydırılmıştır.
Sakarya Meydan Muharebesi Ve Sonuçları (23 Ağustos- 13 Eylül 1921)
Yunanlıların Kütahya-Eskişehir savaşlarında elde ettikleri başarıları abartarak dünya
kamuoyuna ilan etmelerine rağmen, Türk ordusu tamamen zararsız hale getirilememiştir. Bu
nedenle Yunan ordusu bir meydan muharebesi ile Türk ordusunu tamamen yok etmek
77
düşüncesindedir. Bizzat cepheye kadar gelen Yunan kralı ordularına “Ankara” emrini
vermiştir. Bu emri alan Yunan kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya savaşlarında olduğu gibi
taarruza geçmiştir.
M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda Başkomutanlık karargâhı, savunma hattının çok
yakınındaki Alagöz köyüdür. 23 Ağustosta başlayan şiddetli çarpışmalar sonunda, 13 Eylülde
Sakarya’nın doğusunda hiçbir Yunan Askeri kalmamıştır. M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda
ordularına “Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her
karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk edilemez” emrini vermiş ve inatçı bir
savunma ile Yunan ordusu karşısında zafere ulaşmıştır. Ancak Türk ordusu da 22 gün
aralıksız süren bu savaşta çok yıprandığı için, düşmanı izleyerek yok edecek bir takip
harekâtına girişememiştir. Sakarya Muharebesinin zaferle sonuçlanması ile TBMM
hükümetinin içerideki ve dışarıdaki prestiji artmıştır. Bu seferin sonuçları şunlardır:
·
Sakarya Savaşı’nda Yunan ordusunun 1/3’ü yok edilerek, taaruz kabiliyeti tamamen
kırılmıştır.
·
TBMM’nce Sakarya Savaşındaki başarısından dolayı M. Kemal Paşaya “Gazilik” unvanı
ile “Mareşallik” rütbesi verilmiştir.
·
Sakarya Zaferi üzerine Türkiye siyasi alanda gelişmeler yaşamış, Sovyetlerle 13 Ekim
1921’de Kars Ant. Đmzalamıştır. Bu ant. ile Sovyetler Birliği’nin hakimiyeti altına giren
Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki sınır kesinleşmiştir.
·
Fransa, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerek, Ankara itilaf namesini imzalamıştır.
·
Ankara bu zaferle sadece Yunanlılara üstünlük sağlamakla kalmamış, Türk milletinin haklı
davasını dünyaya kabul ettirme yönünde önemli bir başarı sağlamıştır.
Yeni Diplomasi Girişimleri
Sakarya Zaferi Ankara hükümetine diplomatik alanda daha rahat hareket edebilme
imkanı vermiştir. Sakarya zaferinden sonra Fransızlarla Ankara itilaf namesinin imzalanmış
olmasına rağmen, Fransızlar hala ortaklarıyla birlikte hareket etmektedirler. II. Đnönü
Muharebesinin ardından Anadolu’daki kuvvetlerini çeken Đtalyanlar ise diplomasi alanında
Đngilizlerin etkisinden tam olarak çıkamamışlardır.
78
TBMM hükümeti, Sakarya zaferinden sonra, elde ettiği avantajın batıda diplomasi alanındaki
etkilerini mümkün olursa, yeni bir savaşa gerek kalmadan barışı gerçekleştirebilmenin
yollarını aramaya başlamıştır. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, Türkiye’nin
milli davasındaki haklılığını anlatmak gayesiyle Đngiltere’ye gönderilmiştir. Müttefikler, Türk
ve Yunan kuvvetleri arasındaki savaşı durduracak bir ateşkes önerisini yapılan görüşmeler
sonucunda Ankara, Đstanbul ve Atina’ya ulaştırmışlardır. Yunanlılar Sakarya yenilgisinin
etkisinden kurtulamadıkları için bu teklifi hemen kabul etmişlerdir. TBMM hükümeti ise,
prensip olarak ateşkesi kabul etmekle birlikte, teklifin taşıdığı şartların Yunanlılara zaman
kazandıracak nitelikte olması yüzünden pek sıcak karşılamamıştır. Ankara kendi teklifini
hazırlarken, Đtilaf Devletlerinden 26 Mart 1922’de ikinci bir antlaşma teklifi gelmiştir.
Đtilaf Devletlerinde ardı ardına önce ateşkes, sonra da barış teklifi alan TBMM hükümeti, işgal
altındaki Türk topraklarının tamamen boşaltılması şartıyla barış görüşmelerine hemen
başlayabileceği cevabını vermiştir. Ancak Đngiliz hükümeti öncelikle bir ateşkes yapılması
üzerinde diretince, Türkiye’nin tamamen kurtuluşunun kesin sonuçlu bir taarruzla mümkün
olabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. TBMM hükümeti bir yandan çok gizli olarak taarruz
hazırlıklarını sürdürürken, diğer yandan da Đtilaf Devletleri ile diyalogu kesmemeye özen
göstermiştir. Böylece hem barışa karşı olmadığını ortaya koymaya çalışmış, hem de barışın
gerçekleşememesi durumunda yapılması düşünülen taarruzun hazırlıklarını kamufle etmiştir.
Büyük Taarruz
Sevr Antlaşmasını Türklere kabul ettirmeyi gaye edinen Đngilizler, Sakarya’dan sonra
başlattıkları diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir. Ancak TBMM
hükümeti Misak-ı Milliden ödün vermek niyetinde değildirler.
Sakarya yenilgisinden sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu,
Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk
Genel Kurmayı Yunanlılar toparlanmadan taarruza geçilmesi düşüncesindedir.
14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899,
1900,1901 doğumlular silah altına alınmış, ordunun asker eksiği tamamlanmıştır. Türk
kuvvetlerinin araç ve malzeme eksikleri de çeşitli kaynaklardan tamamlanmaya çalışılmıştır.
Başta Đstanbul’daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, Đnebolu
üzerinden Anadolu’ya nakledilmiştir. Đtilaf Devletlerinden kamaları alınarak işe yaramaz hale
79
getirilen Türk topları, ilkel aletlerle kullanılır hale getirilmiştir. Sıkıntısı çekilen bazı silahlar
da Ruslardan, Đtalyanlardan ve Fransızlardan satın alınarak karşılanmaya çalışılmıştır.
6 Mayıs 1922’de Başkomutanlık süresi uzatılan M. Kemal Paşa, artık taaruza geçilmesi
düşüncesindedir. M. Kemal bu düşüncesini Haziran ortalarında Genel Kurmay Başkanı Fevzi
Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Batı Cephesi Komutanı Đsmet Paşalara açmış ve 15
Ağustosa kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır. TBMM bu hazırlıkları
yürütürken, barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için, diplomatik çabaları sürdürmüş
ve Fethi Okyar’ı Avrupa’ya göndermiştir. Đngiltere’nin barış yolunu tamamen kapatması,
şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulamaya konmasını kaçınılmaz kılmıştır.
26 Ağustosta Türk topçusunun başlattığı taarruzda Türk ordusu, Yunan kuvvetlerinin
büyük bölümünü yok etmiş, kaçabilenler de 1 eylül 1922 günü Atatürk’ün verdiği “Ordular!
Đlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle, Türk kuvvetlerinin takibi altına alınmıştır. 9
Eylülde Yunanlılar Đzmir’den çıkarılmış, 9 Eylülden 18 Eylüle kadar da Batı Anadolu’nun
Yunan Đstilasından temizlenmesi işlemi gerçekleşmiştir. Böylece 26 ağustosta başlayan
Büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200.000 kişilik Yunan ordusunun yok edilmesi
ile sonuçlanmıştır. Bu zafer Đslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir başarı olarak
değerlendirilmiştir. Asırlardan beri Batılıların “Şark Meselesi” adı altında, Müslüman Türkleri
Anadolu’dan atmaya yönelik hedefleri bu zaferle sonuçsuz bırakılmıştır.
Güney Cephesi ve Fransızlarla Savaşlar
Mütarekeden
sonra
Đtilaf
Devletleri,
Güney Anadolu’da
askeri
harekatlarını
durdurmamışlardır. Đngilizler önce; Musul, Đskenderun, Kilis ve Antep’i ardından da Maraş ve
Urfa’yı işgal etmişlerdir. Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal etmişlerdir.
Fransız işgali altında yaşayan Ermenilerin Türklere yönelik taşkınlıları bölge halkını derinden
yaralamıştır. 15 eylül 1919’da Đngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu’nun paylaşımı
konusunda yeni bir anlaşma yapılmış, bu anlaşma ile Đngilizler daha önce işgal ettikleri Antep,
Urfa ve Maraştan çekilerek, buraları da Fransız işgaline terk etmişlerdir. Antep, Urfa ve
Maraşta da Fransızların Ermenileri Türklere karşı kullanma politikası uygulamaları, bu
bölgelerde halkı galeyana itmiştir. Bu gelişme Milli Mücadelede Güney Cephesinin
oluşmasına zemin oluşturmuştur. Maraş, Urfa, Antep ve Adana’da Kuva-yı Milliye,
Fransızlara ağır darbe indirmiş ve Fransızlardan yüz bulan Ermenilerin bu darbelerle yöredeki
hayalleri sonuçsuz kalmıştır. Sakarya Zaferinden sonra şanslarını fazla zorlamak istemeyen
80
Fransızlar, Ankara hükümeti ile anlaşmaya karar vermiştir. Bu doğrultuda Fransızlarla yapılan
Ankara Đtilafnamesi ile Fransızlar;
1.
Đşgalleri
altında
bulundurdukları
Türk
topraklarından
(Antakya
hariç)
çekileceklerdir.
2.
Đskenderun ve Antakya’da özel bir idare kurulacak, buradaki Türkler, kültürlerini
geliştirme konusunda serbest kalacaklar ve burada resmi dil Türkçe olacaktır.
Fransızlarla 30 Mayıs 1920’de yapılan 20 günlük ateşkes anlaşmasından sonra, 20 Ekim
1921’de imzalanan Ankara Đtilafnamesi ile Fransızlar artık Misak-ı Milliyi kabul etmişlerdir.
Ankara Đtilafnamesiyle Türkler ve Fransızlar arasındaki savaşlar sona ermiş, Türkiye’nin Batı
dünyası nazarında yeri daha da güçlenmiştir. Bu antlaşmadan sonra Fransızlar gizlice Milli
Mücadeleyi destekledikleri için, Bu gelişme Türkiye’yi silah bulma bakımından Sovyetlerin
tekelinden kurtarmıştır. Güneyde serbest kalan Türk ordularının Batıya kaydırılması ve
özellikle Büyük Taarruz’da kullanılması, Anakara Đtilafnamesi ile mümkün olmuştur.
Mudanya Mütarekesi-11 Ekim 1922
Eylül 1922 ortalarına gelindiğinde Tüm Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmış, sıra
hala Yunan işgali altında bulunan Doğu Trakya ile Đtilaf Devletleri’nin kontrolünde bulunan
Đstanbul’un kurtarılmasına gelmiştir. TBMM orduları bu amaçla Çanakkale’ye ilerlemeye
başlamışlardır. Türk ordusunun ilerleyişi karşısında Đngilizler bir yandan Çanakkale
Boğazındaki kuvvetlerini arttırırken, bir yandan da müttefiklerinden yardım istemişlerdir.
Ancak Yeni Zelanda yardım çağrısına olumlu cevap vermiş, Fransa ve Đtalya kesinlikle
yardım veremeyeceğini bildirmiştir.
Mütareke görüşmelerinin nerede ve ne zaman yapılacağı konusunun yoğun olarak
tartışıldığı günlerde, Türk birlikleri tarafsız bölgeye girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki
Erenköy’ü işgal etmişlerdir. Türk-Đngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri günlerde
Đngiliz General Harrington Londra’dan aldığı talimata rağmen, askerlerine ateş emri vermemiş
ve Türk birlikleri Çanakkale’ye saldırmadıkça herhangi bir çatışmaya girmemeyi
istememiştir. Aynı günlerde Fransız temsilcisi Franklin Boullin, ile de bir görüşme yapan M.
Kemal, askeri harekatın durdurulmasını kabul etmiştir. Nihayet ateşkes görüşmelerinin 3
Ekim 1922’de Mudanya’da başlaması taraflarca kabul edilmiştir.
81
Görüşmelerde TBMM hükümeti Batı Cephesi komutanı Đsmet Paşa tarafından temsil
edilirken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya’da kalmıştır. Đngiltere
General Harrington, Fransa General Charpy, ve Đtalya da General Monbelli tarafından temsil
edilmiştir. Görüşmelerde doğrudan ilişkili olan Yunanistan ise, General Mazarakis ile Albay
Sarıyanis’i görevlendirmesine rağmen, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan katılmamışlar,
bir gemiden izlemekle yetinmişlerdir. 11 Ekim 1922 günü uzlaşmayla sonuçlanan Mudanya
Mütarekesinin önemli maddeleri şunlardır:
1.
Mütareke imzalandıktan 3 gün sonra 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir.
2.
Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona erecektir.
3.
Yunanlılar Doğu Trakya’yı 15 gün içerisinde boşaltacaklar, bölge 30 gün içinde Türk
yönetimine devredilecektir.
4.
Barış antlaşması imzalanana kadar Türk ordusu Trakya’ya geçemeyecektir. Buna karşın
iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8000’i geçmeyecek bir jandarma kuvveti gönderilebilecektir.
5.
Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Mericin sağ sahili ve Karaağaç Đtilaf
Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ve Đzmit’te
belirlenen çizgiyi geçmeyecektir.
15 Ekimde yürürlüğe giren mütarekede kararlaştırılan Doğu Trakya’nın teslimi işini
Türk tarafı adına yürütmekle, Doğu Trakya valiliğine atanan Refet Paşa görevlendirilmiştir.
Mudanya Mütarekesi’nin Önemi
Mütareke Türk Milli Mücadele hareketinin silahlı mücadele kısmının, Türk’ün zaferiyle
sonuçlandığının yazılı belgesidir. Mudanya Mütarekesiyle Doğu Trakya silahlı mücadeleye
gerek kalmadan diplomasi yoluyla Türkiye'ye kazandırılmış, Türklerin Avrupa’dan atılması
gayesi boşa çıkarılmıştır. Bu mütareke ile Đngiliz Başkanı Lloyd George’un Yakındoğu
politikası iflas ettiği gibi, siyasi hayatı da sona ermiştir. Lloyd George’un politika alanından
silinmesi, Ortadoğu’da barışın kurulması ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan’da da
Anadolu macerasından sorumlu altı devlet adamı idam edilmiştir. Mudanya Mütarekesi ile
Boğazlar ve Đstanbul’da Türk egemenliği tamamen kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde
kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi barış konferansı
82
öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu da Mütarekenin zayıf
halkası olarak görülebilir.
Lozan Barış Konferansı
Türklerle kalıcı barışın yapılması konusu, Mudanya görüşmeleri sırasında karara
bağlanmıştır. Đtilaf Devletleri Mudanya Mütarekesi’nin yürürlüğe girmesinden sonra bu
doğrultuda faaliyetlere başlamıştır.
Lozan Barış Konferansı Öncesinde Ankara Hükümetinin Yaşadığı Sorunlar
Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara hükümeti üç sorunla karşı karşıya
kalmıştır. Bu sorunlardan biri ve ilk gündeme geleni, görüşmelerin nerede yapılacağı ve ne
zaman başlayacağı konusudur. TBMM hükümeti daha Mudanya görüşmeleri devam ederken
Đtilaf Devletlerine verdiği bir notayla barış konferansının 20 ekim 1922’de Đzmir’de
toplanmasını teklif etmiştir. Ancak Đtilaf Devletleri bu öneriye sıcak bakmamışlar ve
konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri sıklaştırmışlardır. Sonuçta barış
konferansının 13 Kasımda Lozan’da toplanması konusunda hemfikir olan müttefikler bu
kararlarını, 23 Ekim 1922 tarihli bir nota ile hem TBMM hükümetine hem de Đstanbul
hükümetine bildirmişlerdir.
Đtilaf Devletleri’nin bu notası, Ankara hükümetini başka bir sorunla karşı karşıya
bırakmıştır. Görüşmelerde Türk milletinin haklarını Ankara hükümetimi yoksa Đstanbul
hükümetimi temsil edecektir. Đtilaf Devletleri, konferansın yerini ve tarihini iki hükümete de
ayrı ayrı bildirmek suretiyle, görüşmelerde iki hükümetinde yan yana olmasını istemediklerini
belli etmişlerdir. Ankara’daki TBMM hükümetinin Türk milletinin tek gerçek temsilcisi
olduğunun M. Kemal Paşa tarafından açıklanmış olmasına rağmen, Đstanbul temsilcisi
Sadrazam Tevfik Paşa açıklamayı görmezden gelerek, konferansa katılmak niyetinde
olduklarını ortaya koymuş ve konferansta izlenecek ortak politikayı tespit etmek için
Ankara’ya telgraf çekmiştir. Đstanbul hükümetinin konferansa katılmayı istemesi, elde edilen
83
askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması Đstanbul hükümetinin yanı sıra
saltanata kurumunun da varlığını tartışılır hale getirmiştir. Kurtuluş Savaş sırasında iç ve dış
şartların uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı açıkça olumsuz bir tavır sergilemeyen,
ancak ilk fırsatta saltanat kurumunu kaldırmayı düşünen M. Kemal Paşa, Mecliste Osmanlı
hükümetine doğan karşı tepkiyi iyi kullanmış ve sorunun kökünden çözülmesi için saltanatın
kaldırılmasını gündeme getirmiştir. Đstanbul hükümetinin girişimlerine saltanat ve hilafete
sıcak bakan milletvekilleri bile tepki göstermişler, M. Kemal Paşanın telkinleriyle Dr. Rıza
Nur ve arkadaşları saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun teklifini meclis başkanlığına
sunmuştur. 1 Kasım 1922’de mecliste yapılan oylama ile saltanat kaldırılmış ve 600 yıllık
Osmanlı hanedanının egemenliği sona erdirilmiştir. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre
sonra Tevfik Paşanın görevinden istifa etmesiyle, Đstanbul hükümetinin konferansa katılma
ihtimali tümden ortadan kalkmıştır. Bu gelişmeler sonunda Đtilaf Devletleri’nin “bizim için
sorun oluşturmaz” şeklinde tavır sergilemeleri, artık dış dünyanın Osmanlı Devleti’nin
tükendiğini ve TBMM sürekliliğini kabul ettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
TBMM hükümetini Lozan görüşmeleri öncesinde uğraştıran üçüncü sorun ise,
görüşmeler sırasında TBMM’ni temsil edecek heyetin kimlerden oluşacağı ve heyetin
başkanının kim olacağı konusudur. Heyet başkanlığı için Rauf Orbay başta olmak üzere,
Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyin, Fethi Okyar’ın ve Kazım Karabekir Paşa’nın adları
gündeme gelmiştir. Bu isimlerin hiçbiri de M. Kemal’e uygun gelmemiştir. Bütün bunlara
karşın M. Kemal Paşanın kafasın çok farklı bir isim vardı. O da Mudanya Görüşmelerinde
Türk Milletinin haklarını başarıyla savunan ve her konuda kendisinin güvenini kazanmış olan
Đsmet Paşadır. Yurt dışında yapılacak olan ve M. Kemal’in sınırlı düzeyde etki yapabileceği
bu konferansta M. Kemal doğal olarak en çok güvendiği ismin orada bulunmasından yanadır.
Đsmet Paşa, M. Kemal’in direktiflerine uyma konusunda telkin etmektedir, O bunu
Mudanya’da kanıtlamıştır. Ayrıca Đsmet Paşa, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen bir
devlet adamıdır ve Batılılar karşısında hiçbir kompleks taşımamaktadır. Bu niteliği, Đngilizlere
yakınlığı ile bilinen Rauf Beye karşı bir avantaj oluşturmaktadır. M. Kemal, Ali Fuat ve Fevzi
Paşalarla, Yusuf Kemal Bey ve Đsmet Paşanın da görüşlerini aldıktan sonra, Đsmet Paşanın
heyet başkanı olmasıyla ilgili kararını açıklamıştır. 24 Ekimde Yusuf Kemal Bey Dışişleri
Bakanlığından istifa etmiş ve yerine Đsmet Paşa getirilerek, Lozan’a Türk Dışişlerinden
sorumlu heyet başkanı olarak gönderilmesi doğrultusundaki prosedür tamamlanmıştır. Đsmet
Paşa
başkanlığındaki
heyetin
Lozan’a
gönderilmesi
kararının
TBMM
tarafından
84
onaylanmasından sonra, hazırlanan Türk tezini içeren 14 maddelik talimatname heyete
verilmiştir. Türk tezi şöyledir:
1.
Doğu sınırı: Görüşmelerde Ermeni Devleti meselesi söz konusu olmayacak, olursa
görüşmeler kesilecektir.
2.
Irak sınırı: Süleymaniye, Musul, Kerkük sancakları istenecektir. Konferansta
bundan farklı olarak ortaya çıkacak güçlükler için Bakanlar Kurulundan talimat
alınacaktır. Petrol vs. imtiyazları sorununda Đngilizlere bazı ekonomik çıkarlar
sağlanması görüşülebilir.
3.
Suriye sınırı: bu sınırın düzeltilmesine imkanlar ölçüsünde çalışılacaktır.
4.
Adalar: Duruma göre hareket edilecek, kıyılarımıza çok yakın meskun olan ve
olmayan adalar, hemen ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’nın
görüşü alınacaktır.
5.
Trakya Batı sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
6.
Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır.
7.
Boğazlarda
ve
Gelibolu
yarımadasında
yabancı
askeri
kuvvet
kabul
edilmeyecektir. Bu konudaki görüşmeler kesilmeyi gerektirirse, kesilmeden önce
Ankara’ya bilgi verilecektir.
8.
Kapitülasyonlar kabul edilmeyecek, bu konuda diretilirse görüşmeler kesilecektir.
9.
Azınlıklar konusunda arzu edilenin yapılmasıdır.
10. Ordu ve donanmanın sınırlandırılması konu bile edilmeyecektir.
11. Yabancı kurumlar, Türk kanunlarına tabi olacaktır.
12. Duyun-u Umumiye idaresi ortadan kalkacaktır. Borçların Türkiye’den ayrılan
memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı
takdirde 20 yıl ertelenmesi için çalışılacaktır. güçlükler çıktığında Ankara’nın
görüşü alınacaktır.
85
13. Türkiye’den ayrılan memleketler için, Misak-ı Millinin özel maddesi yürürlüktedir.
14. Cemaatler ve Đslam Vakıflar Hukuku, eski antlaşmalara göre düzenlenecektir.
Görüşmelerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi
Lozan görüşmelerinin 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken, Đngiltere’deki sorunlar ve
müttefikler arasındaki anlaşmazlıkların giderilemeyişi yüzünden, Konferans 20 Kasım
1922’de başlatılabilmiştir. Konferansa Türkiye, Đtalya, Đngiltere, Japonya temsilcisi ve
ABD’nin Roma Büyükelçisi katılmışlardır. Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven
Devleti, Yunanistan ve Rusya temsilcileri kendilerini ilgilendiren konularda görüşmelere
katılacaklardır. Konferansın başlaması ile birlikte, üç ayrı komisyon oluşturularak çalışmalara
başlanmıştır. Birinci komisyon sorunlar, askerlikle ilgili işlere, Boğazların statüsüne bakacak
olup, başkanlığına Đngiltere temsilcisi Lord Curzon getirilmiştir. Mali ve ekonomik sorunlarla
ilgilenecek ikinci komisyonun başına da Fransız Barare getirilmiştir. Azınlık ve diğer hukuki
sorunlarla ilgilenecek komisyonun başına da Đtalyan Garroni getirilmiştir.
Görüşmelerin başlaması ile Türk heyeti, Đngiltere ile Musul ve Boğazlar, Fransa ile
kapitülasyonlar ve imtiyazlar, Đtalyanlar ile ise kapitülasyonlar ve kabotaj konularında büyük
bir çatışma içine girmiştir. Ayrıca Yunanistan ile savaş tazminatı ve nüfus mübadeleleri
konularında önemli ölçüde görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Görüşmelerde Türkiye’nin en
çok sıkıntı yaşadığı ülke olan Đngiltere’nin temsilcisi Lord Curzon, Đsmet Paşaya “Her şeyi
reddediyorsunuz. Ancak ülkeniz haraptır. Yarın paraya ihtiyacınız olduğunda, Đngiltere’den
başka para bulabileceğiniz ülke yoktur” tehdidin de bulunmuştur. Bu davranış başta Đngiltere
olmak üzere, diğer devletlerin konferansa ve Türkiye’ye bakış açısını göstermesi açısından
önemlidir.
Lord Curzon’un tutumu ve diğer gelişmeler karşısında konferansın anahtar ülkesi
olarak Đngiltere’yi gören Türkiye, bu ülkenin kısmen de olsa tatmin edilmesi gerektiğine
inanmaya başlamıştır. Bu nedenle S. Rusya’nın tüm kışkırtmalarına rağmen, Boğazlar
konusunda Đngiltere’nin tezine yaklaşılmış ve bu konuda Đngiltere’ye belli ölçüde taviz
86
verilmiştir. Ancak diğer konularda hiçbir olumlu gelişme sağlanamamış, bu yüzden de 4
Şubat 1923’de görüşmeler kesilmiştir. Türk tarafı ve diğer heyetler Lozan’dan ayrılmışlardır.
Lozan Konferansı’nın Kesilme Dönemi-Türkiye’de Yaşanan Olaylar
4 Şubat 1923-23 Nisan 1923 arası Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı dönemdir. Bu
dönemde görüşmelerin yeniden başlaması için taraflar birbirlerine yeni projeler sunarken, bir
yandan da Türkiye’nin iç politikası Lozan Konferansı ile doğrudan veya dolaylı ilgili bazı
gelişmelere sahne olmuştur.
Konferansla ilgili içte yaşanan olaylardan ilki, 17 Şubat 1923’de Đzmir Đktisat
Kongresi’nin toplanmasıdır. Türkiye’nin uygulayacağı ekonomik politikanın belirlendiği bu
kongrede Türkiye, Türk kanunlarına uyulması kaydıyla yabancı sermayeye karşı olmadığını
ortaya koymak suretiyle, Batıya sosyalist olunmayacağı mesajını vermiştir. Yine bu kongrede
Türkiye,
ekonomik
anlamda
tam
bağımsızlıktan
yana
olduğunu
vurgulayarak,
kapitülasyonlara sıcak bakmadığını ima etmeye çalışmıştır.
Đzmir’de Đktisat Kongresi sürerken, Ankara’da da mecliste sıcak saatler yaşanmıştır. II.
Gruba bağlı bazı muhalif milletvekilleri, Lozan’dan dinen heyete ve hükümete yönelik sert
eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu tartışmalar sırasında M. Kemal, Đsmet Paşa başkanlığındaki
heyetten yana tavrını koyarak, Đsmet Paşaya olan güvenini bir kez daha göstermiş ve
tartışmalara son noktayı koymuştur. Bu tarihten sonra meclis, Lozan görüşmelerinin ilk
bölümünde yaşanan sıkıntıların ışığı altında, sorunlarına yeni çözümler bulmaya çalışmıştır.
Türkiye barış şartları konusunda ortay koyduğu yeni tezini 8 Martta bir nota ile Đtilaf
Devletlerine sunmuştur. Bu projeye göre Musul, Türkiye ile Đngiltere arasında barıştan sonra
12 ay içerisinde görüşülüp, karara bağlanacak, anlaşma sağlanamaması durumunda Milletler
Cemiyetine gidilecektir. Projede Boğazların statüsü ve azınlıklar konusunda anlaşmazlık
olmadığı açıklanmış, borçlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik konularda
Türkiye’nin başından beri izlediği tavrın değişmediği ifade edilmiştir. Yani kapitülasyonlar
tamamen kaldırılacak, borçlar ise taksim edilerek, ödemeler altın para hesabına göre
yapılacaktır. Đtilaf Devletleri bu notaya cevap vererek, görüşmelerin 23 Nisanda yeniden
başlayacağını açıklamışlardır.
87
Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra ilk iş olarak meclis, 1 Nisan
1923’te TBMM seçimlerinin yenilenmesi kararını almıştır. Bu kararın alınmasında Lozan
görüşmelerinin kesinti döneminde, muhalif grubun meclisteki tutumunun ve engellemelerinin
rolü büyüktür. Seçimlerin yenilenmesi halinde, Lozan Antlaşması imzalanmış bile olsa, Bu
antlaşmanın
TBMM’nin
onayından
geçirilmemesi
tehlikesi
doğacaktır.
Seçimlerin
yenilenmesi kararının TBMM tarafından onaylanmasından sonra, Milli Mücadeleyi
gerçekleştiren birinci TBMM’nin faaliyetleri sona ermiştir.
Bu kesinti döneminde Ankara’da yaşanan bir başka gelişmede, Amerikalı Chester grubuna
madenler, petrol kaynakları, demiryolları ve limanlarla ilgili verilen imtiyazlardır. Türkiye bu
imtiyazları vererek, barış görüşmelerinde ABD’nin desteğini kazanmaya çalışmıştır. Özellikle
Musul konusunda Đngiltere’ye karşı, ABD’ni bu yolla kendi yanına çekmeye çalışmıştır.
Ancak Musul konusunda Türkiye’nin istekleri gerçekleşmeyince Chester Đmtiyazı hayata
geçirilememiştir.
Lozan Görüşmelerinin Yeniden Başlaması Ve Antlaşmanın Đmzası
II. dönem görüşmelerde yine Türk heyetinin başkanı Đsmet Paşadır. Ancak Türk heyeti
bu dönemde , birinci döneme göre daha rahat ve daha güçlü bir konumdadır. Çünkü heyet
meclisin feshedilmesiyle, II. Grubun baskısından kurtulmuş ve M. Kemal Paşanın tam
desteğini alarak Lozan’a gelmiştir. Bu dönemde Đngiltere’yi Sir Horaca Rumbold, Fransa’yı
General Pelle, Đtalya’yı ise Montagna temsil etmiştir.
Birinci tur görüşmelerde istediklerini büyük ölçüde elde eden Đngiltere, ikinci tur
görüşmelerde Türkiye’ye fazla zorluk çıkarmayacağı ve konferansa fazla önem vermeyeceği
Türk heyeti tarafından düşünülmekteydi. Nitekim Lord Curzon’un görüşmelerden çekilmesi,
Đngiltere’nin konferansı fazla önemsemediğinin delilidir. Gerçekten de birinci dönem ve
kesilme dönemindeki girişimlerle, Đngiltere ile arazi, sınırlar ve askeri sorunlar büyük ölçüde
çözümlendiği için, ikinci dönemde daha çok mali ve ekonomik oturumlara ağırlık verilecektir.
Nitekim beklendiği gibi olmuş ve Türkiye ekonomik ve mile sorunlarda Fransa Ve Đtalya ile
karşı karşıya gelirken, Yunanistan ile savaş tazminatı konusunda anlaşmazlığa düşmüştür.
Görüşmelerin ikinci dönemini, birinci dönemden ayıran bir başka nokta ise, Türk
heyeti
ile
hükümet
arasındaki
görüş
ayrılıklarının
belirginleşmesi
ve
ilişkilerin
88
gerginleşmesidir. Đsmet Paşa ve vekiller heyeti başkanı Rauf Bey arasında ciddi tartışmaya yol
açan konulardan ilki borçların ödenmesi ile ilgilidir. M. Kemal Paşa ve Rauf Bey, Đsmet
Paşaya gönderdikleri talimatta, Đstanbul’un boşaltılması ve borçların frank olarak ödenmemesi
konusunda taviz vermemesini istemişseler de, Đsmet Paşa bu talimatı hemen uygulamamış,
Ankara’nın ısrarı sonucunda kararını değiştirmiştir. Borçların ödenmesi sorununda bozulan
ilişkiler, Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı konusundaki anlaşmazlıktan dolayı daha da
büyümüştür. Venizelos’un Karaağaç’ın Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmesi teklifine
Ankara’nın olumsuz cevap vermesine karşın, Đsmet Paşa kendi iradesiyle Yunan teklifine
olumlu yanıt vermiştir. Bu tutum Đsmet Paşa Đle Rauf Bey arasındaki ilişkileri kopma
noktasına getirmiştir. Đmtiyazlar konusunda Đsmet Paşa ve Rauf Bey arasında yaşanan görüş
ayrılığı, artık bu iki devlet adamının tamamen farklı çizgilere çekilmesine neden olmuştur.
Ancak bu kritik dönemde M. Kemal Paşanın Đsmet Paşayı destekleyen tutumu, muhtemel bir
siyasi krizi engellemiştir. Hükümet ile heyet arasındaki anlaşmazlığın M. Kemal Paşanın
girişimleriyle aşılmasından sonra, Lozan Ant. 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır.
Lozan görüşmeleri, kesinti dönemleri de dahil olmakla birlikte 8 ay sürmüş ve çok çetin
şartlarda geçmiştir. Görüşmelerin bu kadar uzun ve zor geçmesinin genel sebepleri şunlardır:
1.
Konferansta Türkiye’nin tutumu açık ve kesindir. Türkiye sadece her medeni
millet gibi kayıtsız şartsız bir bağımsızlık istemektedir. Müttefikler ise yüzyılların
kökleştirdiği alışkanlıkla Türklerin bu isteklerini kolay kolay kabul etmemişler ve
eski düzeni başka yollardan devam ettirmeye çalışmışlardır.
2.
Türkiye yeni barış düzenini milletlerarası hukuk ilkelerine dayandırmaya
çalışmaktadır. Batılı devletler ise Osm. Devletine Kabul ettirilen Sevr Antlaşmasını
esas almışlar ve katlandıkları fedakarlığı, bu anlaşmada yaptıkları değişikliklerle
ölçmüşlerdir. Bu yüzden anlaşmak için iki tarafın esas kabul ettiği değerler farklılık
göstermiştir.
3.
Müttefikler Türkiye’yi kendilerin karşı yenilmiş ve Yunanistan’ı yenmiş bir
devlet saymışlar ve bütün işleri buna göre düzenlemek istemişlerdir. Türkiye ise
bağımsızlığı için savaşmış ve bunda başarıya ulaşmış bir devlet olarak, bu başarısını
bütün devletlere kabul ettirmeye gayret etmiştir.
Lozan Antlaşması Hükümleri
89
Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşmuş ve 4 bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu
hükümleri kısaca şöyle özetlemek mümkün:
SINIRLAR
Trakya Sınırı: Karaağaç Türkiye’de kalacak ve Meriç nehri sınır olacaktır. Đmroz, Bozcaada
ve Tavşan adaları dışındaki Ege adaları Yunanistan’a bırakılacaktır. Buna
karşılık Midilli, Sakız ve Sisam asker ve silahtan arındırılacaktır. Bu arada
Türkiye Kıbrıs ve Mısır’ın Đngiliz Yönetimine geçtiğini kabul edecektir.
Suriye Sınırı: 20 Ekim 1921’de Fransa ile TBMM hükümeti arasında imzalanan Ankara
Đtilafnamesi’nde kabul edilen sınır aynen benimsenecektir.
Irak Sınırı (Musul Sorunu): Konferansın bitiminden sonra 9 ay içinde yapılacak ikili
görüşmelerle çözümlenecek, anlaşma sağlanamadığı durumunda çözüm Milletler
Cemiyetinin kararına bırakılacaktır.
Boğazların Statüsü: Đtilaf Devletlerinin işgali tümüyle kalkacak ve Boğazlar Türkiye’nin
başkanlığındaki uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecektir. Bu
komisyonda Türk temsilcilerinin yanı sıra, Fransa , Đngiltere, Đtalya, Japonya,
Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan temsilcisi bulunacaktır.
Boğazların her iki kıyısında 15 km.lik bir alan askersiz bölge olacaktır. Bir savaş
tehlikesi ya da Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi durumunda boğazlar
silahlandırılabilecek, Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir savaşta, Karadeniz’e
geçecek gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirilecektir. Barış
zamanında boğazlardan her türlü aracın geçişi serbest olacaktır.
Kapitülasyonlar
Lozan Ant. ile bütün kapitülasyonlar kaldırılmış, bu haklardan yararlanarak kurulmuş
yabancı ticari kuruluşlara da Türk yasalarına uyma zorunluluğu getirilmiştir.
Borçlar
Osmanlı Devletinin Avrupa Devletlerinden 1854’den itibaren almaya başladığı borçlar,
Osmanlı Devleti ve Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletler arasında taksim
edilerek ödenecektir. Türkiye’nin üzerine düşen borcu ödeme şekli konusunda, Türkiye
90
alacaklı ülkeyle görüşmeler yapacaktır. Bu borçlar 1933den itibaren ödenmeye
başlanmış, 1954de son bulmuştur.
Azınlıklar
Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edilmiştir.
Yunanistan’da yaşayan Türklerle, Türkiye’de yaşayan Rumlar yer değiştirecektir.
Đstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktır.
Savaş Tazminatı
Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç ve çevresini Türkiye’ye vermiştir.
Đstanbul Ve Boğazların Boşaltılması
Antlaşmanın TBMM tarafından onaylanmasından sonra Đtilaf kuvvetleri 6 hafta içinde
Đstanbul ve boğazlar bölgesindeki Türk topraklarını boşaltacaklardır.
Lozan Antlaşmasının Önemi Ve Sonuçları
Lozan Ant. ile yeni Türk Devleti’nin varlığı ve bağımsızlığı tüm dünya tarafından
kabul edilmiştir. Lozan Ant. ile 28 Temmuz 1914te başlayan I. Dünya Savaşı resmen sona
ermiştir. Dış politika açısından Şark Meselesi yeni bir boyut kazanırken, Türk iç politikası da
Lozan’ın etkisindeki yıllara girmiştir. Lozan görüşmeleri sırasında Đsmet Paşa ve Rauf Bey
sırasında yaşanan tartışmalar Cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran siyasal görüş
ayrılıklarına kadar uzanmıştır. Lozan barışı konusundaki farklı yaklaşımlar, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve Takrir-i Sükun Kanununa kadar uzanan sürecin
başlangıcını teşkil emiştir.
Lozan Barış Ant. daha önceki yıllarda imzalanan barış antlaşmaları dikkate alındığında
Türk diplomasi tarihi açısından büyük bir başarıdır. Antlaşmayla Misak-ı Milli büyük ölçüde
gerçekleştirilmiş ve tam bağımsızlık elde edilmiştir. Musul’un Türkiye sınırları dışında
kalması, Boğazlar üzerinde Türk egemenliğinin tam olarak sağlanamaması, Hatay sorununun
çözümlenememesi Lozan’da Türkiye’nin istediği biçimde çözemediği konulardır. Sonraki
yıllarda Musul sorunu Türkiye’nin aleyhinde, Hatay sorunu ise Türkiye lehinde çözüme
91
kavuşmuştur. M. Kemal Paşa Lozan Antlaşmasının önemini şu sözleriyle en güzel biçimde
özetlemektedir: “ Bu antlaşma Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr
Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın, sonunda neticesiz bırakıldığının
belgesidir”.
Download