UNITE 1=SİVİL TOPLUMUN KURAMSAL ÇERÇEVESİ I TANIM VE KAPSAM

advertisement
UNITE 1=SİVİL TOPLUMUN KURAMSAL ÇERÇEVESİ I
TANIM VE KAPSAM
Fransızca-Latince kökenli olan “sivil” kavramına karşılık gelen “civil” kelimesinden turemıs.
** Sivil toplum, en genel anlamıyla kamusal alanda var olan, gönüllülüğe dayalı,kendi kendinî
oluşturan, hukuksal bir düzenle ya da bir ortak değerler kümesiyle sınırlı, devletten özerk ve
örgütlü olan toplumsal yaşam alanı olarak tanımlanmaktadır.
**John Keane sivil toplum konusunda tam bir görüş birliği olmadığını savunmaktadır.=>Sivil
toplum,şiddet karşıtı,kendi kendine örgütlenen,kendi kendinî değerlendiren ve yansıtan ve hem
birbirleriyle hem de onların eylemlerini çerçeveleyen,sınırlayan ve mümkün kılan devlet
kurumlarıyla sürekli bir gerilim içerisinde olma eyleminde bulunan yasal koruma altındaki devletdışı kurumların karmaşık ve dinamik bir topluluğunu tanımlayan bir ideal-tip kategorisidir.
**Jürgen Habermas=>Sivil toplumu,dinî kurumlar,kültür dernekleri,akademiler, bağımsız
medya,spor ve hobi dernekleri,tartışma kulüpleri,vatandaş forumları, yurttaş inisiyatifleri,meslek
birlikleri,siyasal partiler,sendikalar ve alternatif kurumlara dek uzanan devlet-dışı ve ekonomi-dışı
birlikteliklerin oluşturduğunu söylemektedir.
**Kongar’a göre sivil toplum,devletin resmî örgütlenmesinin dışında vatandaşlık bilinci ile
geliştirilen gönüllü yapılanmalardan oluşmaktadır.
>>Sivil toplum kuruluşları,belirli bir mekân ve zamanda bilgiye dayanılarak teşhis edilen bir ihtiyacı
ya da bir ihtiyaçlar demetini karşılamayı amaç edinen,kâr amacı gütmeden hizmet veren böylece
de kamunun yönetimine katılan kuruluşlardır.
>>Sivil toplum temelde dört işlevi yerine getirmektedir:
-Devlet gücünü meşrulaştırma aracı olma işlevi
-Despotizme karşı güvence olma işlevi
-Demokrasiye geçişi kolaylaştırıcı bir etken olma işlevi
-Uygarlığı barbarlıktan ayıran bir ölçüt olma işlevidir.
>>Bir ülkede sivil toplumun oluşabilmesi için bazı koşullara ihtiyaç vardır:
-Devlet mülkiyetinin minimum düzeyde olması
-Açık piyasa ekonomisinin olması
-Toplumsal katılım mekanizmasının bulunmasıdır.
TARİHÇE
Felsefî Temelleriyle Batı’da Sivil Toplum:
**Aristo’da Politike koinonia polise karşılık gelmektedir.Polis,insan aklının yansıması olan dilin
sergilendiği mekândır.Polis mensubu yurttaşlar eşit ve hür olarak ortak sorunlar üzerine karşılıklı
akıl yürütmekte,fikirlerini müzakere ederek ortak aklı,ortak fikri,ortak sözü oluşturmaya
çalışmaktadırlar.İnsan Polis’te insan olmakta,insanlığını yaşamakta ve hayata geçirmektedir.
Aristoteles’in polis olarak ifade ettiği alan,yurttaşın özel alanının dışında kalan sivil toplumla özdeş
olan siyasal toplumu niteleyen alandır.
**18.yüzyıla kadar bütün Avrupalı düşünürler,sivil toplum terimini, mensuplarını yasalar altına
sokmakla barış ve düzeni sağlayan siyasal düzen anlamında kullanmışlardır.Sivil toplum kavramı bu
klasik anlayış biçimi ile İngiltere,Fransa ve Almanya'da etkisini sürdürmüştür.
**Sivil toplumun,kendine ait ilkeleri olan,devletle özdeşleştirilmeyen anlamındaki
tanımlamasını,ilk kez Adam Ferguson gibi İskoç aydınlanmacıları yapmaya başlamıştır.
Ferguson,1767 yılında yazdığı ‘Sivil Toplum Tarihî Üzerinde Deneme’ adlı eserinde,ticari ilişkilerin
toplumda yozlaşmaya yol açtığını belirtmekteydi.Bu nedenle Ferguson,iktidar ve zenginliğin bozucu
etkilerine karşı koymanın ve kamusal ruhu yaratmanın en iyi yolunun,vatandaş birliklerinin
kurulması ve bunların güçlenmesinin teşvik edilmesi olduğunu ifade etmekteydi.Ferguson sivil
toplumu siyasal otoriteden ayrı tutmuştur.
**Sanayi Devrimi’ne kadar olan uzun zaman boyunca,gelişmiş ülkelerde ve diğer ülkelerde sosyal
politika uygulamalarının gönüllülük ve karşılıklı yardım esasına dayalı olan hayırsever
organizasyonlar (STK’lar) tarafından sağlandığı görülmektedir.
**1929 Keynesyen ekonomi politikalarının benimsendiği ve bunun sonucu olarak,devletin faaliyet
alanının sürekli olarak genişlediği,müdahaleci bir devlet tipinin ortaya çıktığı,böylesi bir ortamda
STK’lara neredeyse hiçbir gereksinim kalmadığı,çünkü devletin ekonomik alanın yanında sosyal
alanı da tamamen kapsayacak şekilde düzenlemelerde bulunduğu da görülmektedir.
**2.Dünya Savaşı ile 1980’li yıllar arasında yaşanan ve son derece gelişmiş sosyal politikaların ön
planda olduğu bu dönem,sosyal açıdan müdahaleciliğin zirve noktasını oluşturan “refah
devletleri”nin geliştiği ve serpildiği bir dönem olmuştur.
**1980 sonrası dönemde,devletin toplumsal sorunlara olan katkısının azalma eğilimine girmesi
üzerine,yeni dönemin koşullarına uyum sağlamak amacıyla sivil toplumun kendi çözüm arayışlarına
başvurduğu ve bunun sonucu olarak 3.sektör olarak adlandırılan sivil toplum kuruluşlarının
yüzyıllar sonra yeni dönemde bir kez daha gündeme gelmeye başladığı görülmüştür.Modern sivil
toplum kuruluşları olan STK’lar,özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde sosyal politikanın sağlanmasında
yeni bir yöntem olarak tekrar ilgi görmeye başlamıştır.Merkezî yönetim,yerel yönetimler ve STK’lar
arasında hizmet paylaşımı ortaya çıkmış,devletin,STK’lar ile ileri düzeyde iş birliği yaptığı
gözlenmiştir.
**Başta ABD,İngiltere,Fransa vb. olmak üzere birçok ülkede,yapılan yasal ve yönetsel
değişikliklerle,devletin sosyal refah hizmetlerindeki finansman ve denetim sorumluluğu devam
ederken,hizmetlerin üretim ve dağıtım sorumluluğu STK’lara devredilmeye başlanmıştır.
**Neo-liberal politikaların etkisiyle,devlet ekonomik ve sosyal alandan çekildikçe yerini STK’lar
doldurmaya başlamıştır.
**18.yüzyılın ortalarına kadar devlet ile sivil toplum arasında bir ayrımın olmadığı ve sivil toplum
ile devletin özdeş görüldüğü tespit edilmektedir.Sonraki dönemlerde,sivil toplum kavramı dört
aşamada ele alınmış olup her aşamada bu kavrama yüklenen anlamlar devlete referansla farklı
şekillerde sınıflandırılmıştır:
=>1.aşamada sivil toplum,bir devletin üyesi olmakla özdeşleşen anlamından kurtulmuş ve sivil
toplum kavramı Hobbes ve Rousseau gibi sosyal sözleşmeci filozoflar tarafından doğa hâlinden
çıkıp siyasi otorite etrafında bir araya gelmek biçiminde tasvir edilmiştir.(Sivil toplum toplumsal
yaşamın her alanını kapsamaktadır.)
>Hobbes;devlet ve toplum konusundaki görüşlerini açıklamak için doğa durumu varsayımından
yararlanır.Hobbes,toplumsal insanı doğa (savaş) durumuna düşme tehlikesine karşı
uyarmış,bireyler,barış (devlet) uğruna sivil toplumdan vazgeçmez ise toplumsal insanın,doğa
(savaş) durumuna dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtmiştir.Doğa durumuna
düşmemek için ise devletin gerekli olduğunu vurgulamıştır.
>Rousseau;doğa,sivil toplum,siyasal toplumdan oluşan üçlü bir ayrım yapmıştır.Doğal hukuku sivil
toplumun sınırları içine sokmuştur.Rousseau’nun kuramında genel irade anlayışı,egemenliğin
uzlaşmaz bir biçimde halka verilmesi ve toplumsal özgürlüğün temelini oluşturur.Rousseau’da sivil
toplum, toplumsal sözleşme yoluyla ortaya çıkan siyasal toplumdur.
=>2.aşama sivil toplum içindeki bağımsız toplulukların kendilerini devlete karşı savunmalarının
meşrutiyet kazanmasına karşılık gelmektedir.
>Locke’da sivil toplum,bireylerin doğa durumundaki temel haklarını maksimum düzeyde
koruyabilmek için sözleşme gerçekleştirdikleri bir alandır.Ayrıca,devlet iktidarına karşı aileyi doğal
bir özerk alan olarak değerlendirmiştir.
>Sivil toplumun da ana özelliklerini ortaya koymuştur:
-Yaşama hakkını dokunulmaz hak olarak adlandırması
-Özgürlük ve mutluluğu siyasal sistemin amacı olarak algılaması
-Yurttaşların,parlamento aracılığı ile siyasal sistemin işleyişine katılmalarının önemini belirtmesi
-Devlet erkinin bölünmesine dayalı çoğulcu yapının vurgulanmasıdır.
=>3.aşama sivil toplumun içerdiği özgürlüğün toplumsal çatışmaların kaynağı,devlet müdahalesinin
bu çatışmaları önleyici faktör sayıldığı bir anlayışı yansıtır.
>Hegel sivil toplum ile siyasal toplum arasında bir ayrım yapmış,devlet ve toplum arasındaki
çizgileri belirtmiştir.
>Hegel sivil toplum kavramına,yalnızca ekonomik ilişkiler alanı ve sınıfların oluşumunu
değil,bununla birlikte adli mekanizmayı,idari ve örgütsel yapıları da dâhil eder.
=>4.aşama devlet müdahalesinin sivil toplumu yavaş yavaş ortadan kaldıracağından korkulmaya
başladığı noktayı ifade etmektedir.
>Tocqueville’nin çözümlemelerinde,sivil toplum,üyelik ve eylemlerin gönüllülük esasına
dayandığı,aile ve devlet arasındaki tüm ilişkileri ve ağları (sivil toplum kuruluşlar,dinî grup ve
kurumlar,mesleki örgütlenmeler,kendine yardım amaçlı gruplar,sosyal hareketler,bağımsız medya
gibi) içermektedir.
>Tocqueville,sivil birliklerin var olmaları ve eşgüdümlerinin sağlanması bakımından daima
merkezileşmiş devlet kurumlarına bağımlı olduklarını savunmuştur.
>Tocqueville,demokrasinin egemen olduğu yönetimlerde devlet otoritesini sınırlamak,toplum
çoğunluğunun neden olabileceği olumsuzluklar ve baskıların önüne geçmek için yaygın bir şekilde
örgütlenmiş bir toplumu anlatır.
>Tocquevile’e göre,bireyler kendi düşüncelerini savunmak ve yaymak için dernek gibi sivil toplum
kuruluşlarının çatısı altında bir araya gelirler.Amaçları toplumun diğer kesimlerine görüşlerinin
haklı olduğunu anlatmak,yaymak ve grubun amaçlarına ulaşmaktır.
>Tocqueville ayrıca üçlü bir sınıflandırma yapmaktadır:
-Birincisi resmî siyasi temsil sistemi,parlamenter meclisleri,bürokrasisi,polis ve ordusuyla devlettir.
-İkincisi,esas itibariyle özel çıkarların ve ekonomik etkinliğin alanı olan sivil toplumdur.
-Üçüncüsü siyasi toplumdur ve onun esası da bir araya gelme (dernekleşme) sanatının tam
gelişmesidir.
**Marx çatışmacı sivil toplum kuramcısı olarak bilinmektedir.Marx’a göre sivil toplum,hem tarihsel
bir sürecin sonunda yer alan belirli bir aşamayı,hem de bu süreçte belli bir dönüşüm geçiren
toplumsal tabanı ifade etmektedir.Marx “sivil burjuva” toplumun bir sınıfı değil,sivil toplumun bir
sınıfıdır diyerek burjuvayı sivil toplumun içine yerleştirmekte.
**Marx’ın kuramında,sivil toplum devlete bağımlı olarak düşünülmekten çıkmış,tersine devletin
topluma bağımlı olduğu,onun sivil toplum tarafından belirlendiği varsayılmıştır.
**Marx’a göre,sivil toplum altyapıdır,devletse üst yapıdır.
**Marx,sivil toplumun sınıflı bir doğasının olduğunu belirtmekte ve sivil toplumun bireysel bir
egoizm alanı değil,sınıfların çatıştığı bir alan olduğunu vurgulamaktadır.
**Marx’a göre,devlet sivil topluma bağımlıdır,dolayısıyla devletin faaliyeti de hâkim sınıfın çıkarları
doğrultusunda gerçekleşmektedir.Marx siyasal bir sivil toplumun,devrimle birlikte siyasal olmayan
bir sivil topluma dönüşeceğini,daha sonra komünal sivil toplumun,bağımsız bireylerden oluşan bir
sivil topluma dönüşeceğini savunmuştur.
UNITE 2=SİVİL TOPLUMUN KURAMSAL ÇERÇEVESİ II
TÜRKİYE PERSPEKTİFİ:
Batılı düşünürlerin yanı sıra bazı Türk düşünürler de sivil toplum üzerinde önemli çalışmalar
yapmıştır. Örneğin tanınmış Türk sivil toplum kuramcılarından İdris Küçükömer sivil toplumu “tüm
toplum” olarak kavramsallaştırır. Küçükömer’e göre felsefe geleneğine sahip bir toplum ancak sivil
toplum olabilir. Felsefesiz bir toplum, sivil toplumun yokluğunun veya değersizliğinin bir
göstergesidr.
**Sivil toplum, düşünce geleneği yanında, kültürel birikimle de ilişkilidir. Sivil toplum bir bakıma
Batı kültürel birikiminin ürünüdür. Türk toplumunda sivil toplum için temel öge olan bireysel
özerklik ögesi devlet karşısında zayıf bırakılmıştır. Küçükömer’e göre Türkiye’de felsefe geleneği
yoktur ve bu yokluk sivil toplumun da yokluğunun önemli bir göstergesidir.Küçükömer sivil
toplumun üç aşamasını tanımlamıştır. Bunlar:
Yaşam için gerekli-zorunlu ihtiyaçların belirlendiği “ihtiyaç toplumu”,
Sivil toplum-politik toplum ayrışımının belirginleştiği “piyasa toplumu”,
Sivil toplumun özerklik kazanarak ağırlığının ortaya konulmasıyla oluşan “tüm toplum”dur ve
bugün sivil toplumdan asıl anlaşılması gerekende budur.
NOT= Politik toplum, politikanın yapılıp üretildiği, sivil toplum ise ihtiyaçların giderildiği bir
toplumdur. Sivil toplumun oluşabilmesi için ayrıca iktidarın bölünmüş olması gereklidir. Bunun için
sınıf hareketlerine ihtiyaç vardır. Sınıf hareketleriyle ve yurttaşların politik elitliğiyle
“bölünmüşlüğe dayalı bir bütünlük olan toplum” demokrasiyi ve sivil toplumu doğuracak ve
yaşatabilecek bir toplum.
** Sivil toplum üzerinde duran bir diğer önemli Türk toplumbilimci de Şerif Mardin’dir. Mardin sivil
toplumu “medeni toplum” olarak kavramsallaştımıs. Mardin’e göre sivil toplumun devletle organik
bir bağlantısı vardır. Devlet, kişinin evrensel gelişmesinin sonucu değil, çıkarlarının şekillendirdiği
bir sonuç olarak görülmelidir. Mardin sivil toplumun dört anlamına dikkat çekmektedir. Bunlar:
Medenilik,
Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde önemli bir sosyal aşama,
Tarih felsefesi alanında bir tartışma alanı,
Devleti protesto etme geleneği.
**Mardin’e göre, Türkiye’de zannedildiği gibi sivil toplumun karşıtı “askerî toplum” değildir. Sivil
toplumun karşıtı “gayrimedeni toplum” olabilir. Medenilikte bir aşamayı ifade eden sivil toplum
modern anlamda tam bir “medeni toplum”dur.Mardin’e göre sivil toplumun ortaya çıkmasında iki
unsur etkili olmuştur. Bunlar:
Devlet dışında süren hayatın akışının garanti altına alınması
Ekonomik faaliyetlerin ulusal yaşamın içerisinde “özerk” bir konuma sahip olmasıdır.
OSMANLI’DA SİVİL TOPLUM:Osmanlı sisteminde loncalar, vakıflar, tarikatlar ve tekkeler sivil
topluma temel oluşturan yapılardır. Devlete idari açıdan bağımlı olmasına rağmen en az 19.yüzyıla
kadar bu sivil toplum unsurları önemli bir varlık sergilemişlerdir. siyasal iktidarın merkezîyetçi
örgütleniş biçimi bu yapıları devlete bağımlı hâle getirmiştir.Bu nedenle Osmanlı’da bugünkü
anlamıyla özerk bir sivil toplumdan söz etmekgüçtür.
** Osmanlı toplumunda her zaman güçlü devlet geleneğinin hâkim olduğu siyasi bir rejim mevcut
olmuştur.Bu kültürde, iktidarın bölünmüşlüğü yerine tekliği söz konusu olduğu için sivil toplum,
politik toplum ayrımı da doğal olarak yaşanmamıştır.
** Sivil topluma en çok yaklaşan sistem olan millet sistemi uyarınca, azınlıklara tanınan kendi
eğitim kurumlarını kurabilme, meclislerini oluşturabilme ve yargılama yetkileri devlet denetiminde
olsa da bu cemaatlerin devletten özerk bir yaşam alanına sahip olduklarının göstergesidir.
** Loncalar, tasavvufi düşünce ve fütüvvet ilkelerine bağlı, tekke ve zaviyelerdeki şeyh mürit
ilişkisine benzer şekilde işyerlerinde usta çırak ilişkisi ile oluşturulan ahilik teşkilatına
dayanmaktadır. Bu teşkilatların zamanla şehirlerde merkezîleşip esnaf birlikleri hâline gelmesiyle
oluşan loncalar, Osmanlı Devleti’nde esnafla merkezî yönetim arasında önemli bir köprü görevi
üstlenen sivil toplum potansiyeli taşıyan unsurlardandır.
** 16. yüzyıla kadar üretim kalitesini yükseltme, kalifiye eleman yetiştirme,yetişen elemanlara
ustalık sertifikası verme, iş ve ticaret ahlakını geliştirme ve denetleme, işçileri koruma ve üretimi
en ucuz yoldan tüketiciye ulaştırma gibi işlevleri düşünüldüğünde loncaların, devletten özerk
önemli ve yaygın sivil toplum kuruluşları oldukları söylenebilir.
NOT= Osmanlı’da, loncalar,devletten özerk önemli ve yaygın sivil toplum kuruluşlarıdır.
**Osmanlı Devleti’nde vakıflar, sosyal adalet, sosyal refah, dengeli gelir dağılımı,sosyal güvenlik ve
sosyal hizmetleri, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyet alanı içinde yerine getiren örgütlü sivil
dayanışma örnekleri olarak işlev görmüşlerdir.
** Osmanlı’da Batılı anlamda ilk sivil girişimler Tanzimat’la birlikte başladığı hâlde bunların
gelişmesi önemli bir engelle karşılaşmıştır. Devlet elitleri 19. Yüzyıldan itibaren devlet kurumlarının
yüzünü Batı kurumlarına çevirmeye başladılar ve modernleşme çabalarının motor görevini sivil
toplum kurumları değil bizzat devlet yüklendi. Seküler değerleri esas referans noktası alan bu
yaklaşım, sivil toplumun giderek canlılığını yitirmesine sebep oldu.
** İlk işçi örgütlenmeleri, sendikalar ve komünist hareketler de bu dönemde başlamıştı.
** Sonuç olarak sivil toplum derken devletten ayrışmış, özel mülkiyete ve serbest piyasaya dayalı
bir ekonomik alanın varlığı kastediliyorsa, Osmanlı’da böyle bir yapılanmanın olmadığı genel olarak
doğrudur. Bununla birlikte sivil toplum denince devlet dışı gönüllü kuruluşlar kastediliyorsa,
bunların Osmanlı’da vakıflar, loncalar, tarikatlar ve dinî cemaatler biçiminde mevcut olduğu
söylenebilir.
SİVİL TOPLUM KURAMLARI
Sivil toplum tarihsel süreç içerisinde geçirdiği aşamalar açısından dört aşamada ele alınmaktadır.
Bunlar:
Klasik Aşama: Bu aşamada sivil toplum-devlet ayrılığı ortaya çıkmıştır.
Devlete Karşı Aşama: Bu aşamada, toplumların bağımsızlığı savunulmaya başlanmış ve
toplumların devlete karşı üstünlükleri sağlanmıştır.
Devletin Güçlendiği Aşama: Bu aşamada, sivil toplum özgürlüğünün kargaşa doğuran sonuçları
nedeniyle sivil topluma karşı devlet güçlenmeye başlamıştır.
Bağımsız Sivil Toplum Düşüncesinin Geliştiği Aşama: Bu aşamada çoğulcu,gönüllü örgütlenmeye
dayalı devletten bağımsız bir sivil toplum düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Bunun sebebi ise
devletin düzenleyiciliğinin sivil toplumu boğacağı düşüncesidir.
** sivil toplum düşüncesinin gelişmesiyle birlikte toplumsal farklılaşma, toplumsal örgütlenme,
gönüllü birliktelik, özerkleşme ve baskı mekanizması oluşturma kavramları da güç ve önem
kazanmıştır.
** Toplum yaşamındaki etnik, kültürel, dinsel, ideolojik, siyasi, ekonomik ve cinsiyet bazındaki
farklılaşmalar sivil toplumun gelişimi için öncelikli koşuldur. Bu toplumsal farklılaşmayı ifade eder.
Farklılaşmış alanlarda politika üretebilecek sosyal örgütlenmelerin de olması sivil toplum için ikinci
koşuldur.
** Gruplara zorlama olmaksızın girip çıkmanın serbest olması sivil toplumun bir diğer ön koşuludur.
Örgütlülük, bireyin gönüllü birlikteliğini sağlayıcı nitelikte olan örgütlülüktür. Bu bağlamda, bireyin
kendi rızasıyla kendisi için meşru bir hak olarak gördüğü her türlü örgütlülük bir sivil toplum
oluşumudur. Bu açıklama gönüllü birlikteliği tanımlar.
** Sivil toplumun gelişmesinin son şartı ise, sivil toplum örgütlerinin demokratik yoldan bir baskı
mekanizmasına yönelmesidir. Sivil toplum örgütlerinin baskı mekanizmaları olarak lobicilik, dirsek
teması, sokak gösterileri, protesto, miting,grev gibi siyasi faaliyetlerden bahsedilebilir.
**Günümüzdeki görünümünü alan sivil toplumun varlığı ve işlevselliği beş temel koşula dayanır:
1. Sivil toplum, devlet, aile ve yerel yaşamdan bağımsız bir toplumsal alandır.
2. Bireyler, sivil toplumu oluşturan herhangi bir dernek, işyeri veya gruba katılmaya
zorlanamazlar.Bu kural Anayasa’mızda da yer almaktadır.
3. Sivil toplum, hukuk düzeninin dışında kalamaz.
4. Sivil toplum kolektif hedefler koyar ve vatandaşları temsil eder. Bu bağlamda, örgütlü sivil
toplum devlet ile birey arasında aracı ve itici güç görevini üstlenir.
5. Sivil toplum ile birlikte yetki devri getirilmiştir. Devletin kendi girişimi,vatandaş açısından, yerel,
bölgesel veya ulusal girişimden daha yararlıysa harekete geçmesi gerekir.
NOT= Modern bir sivil toplumun varlığından bahsedebilmek için bu beş koşulu karşılamak
zorunludr.
** sivil toplum koşullarını içeren üç tipte sivil toplum kuramından söz edebiliriz. Bunlar; çoğulcu
sivil toplum kuramı; asgari devletçi sivil toplum kuramı ve katılımcı sivil toplum kuramıdır.
Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı:Çoğulcu demokrasi kuramcıları, devlet (siyasi toplum) ile sivil
toplumun birbirinden tamamen ayrı iki oluşum olduğu varsayımından hareket ederler.Çoğulcu sivil
toplum kuramı, liberal sağ düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.Çoğulcu Sivil Toplum
Kuramı’nın amacı, merkezî otoritenin toplumsal yaşama siyasal ve yönetsel müdahalesini en aza
indirmektir. Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı’na göre, sosyal hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler
doğrudan sivil toplum örgütlerinin daha etkin hâle getirilmesiyle sağlanmalı.
** Ulus devlette doğrudan demokrasi yerini, temsilî demokrasiye bırakmıştır.Temsilî parlamentoyu
belirleyen seçimler dönemseldir. Buna karşılık çıkar grupları (örneğin işveren kuruluşları, işçi
sendikaları) süreklidir. Temsilî demokrasinin iyi işlemesi, bu çıkar gruplarının gereksinimlerine
kulak verilmesine bağlıdır. Temsilî kurumlar kural koyarken, bu çıkar gruplarının istemlerini dikkate
almak zorundadırlar.
** Çoğulcu sivil toplum, toplumda devletin dışındaki baskı ve çıkar gruplarının varlığını kabul
etmektedir. Siyasal yaşamda hükûmet ve meclis dışında diğer grupların da söz hakkı olmasını
istemektedir.
** Çoğulcu sivil toplum yaklaşımı, ağırlıklı olarak Amerikan yaşamının ve düşüncesinin bir ürünü
olarak ortaya çıkmıştır. Bu kuramda, genelde devlet tarafsız sayılır.
Asgari Devletçi Sivil Toplum Kuramı: Asgari devletçi sivil toplum kuramı, çoğulcu sivil toplum
kuramında olduğu gibi liberal sağ düşüncenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcu sivil
toplum kuramında olduğu gibi bu kuramın amacı, merkezî devlet otoritesinin toplumsal yaşam
üzerindeki etkisini en aza indirmektir. Yeni Sağ”ın ürettiği bu kuramın öncüsü Frederich Hayek’tir.
Yeni Sağ, “kendi kendini üreten ya da kendiliğinden olma düzen ile örgütlü düzenin birbirinden ayrı
değil,fakat yapısal ve işlevsel açıdan ve amaçları bakımından farklı oldukları” görüşünü savunur.
** Kurama göre, toplum ile devlet birbirinden tamamen bağımsız değildir ve birbiriyle ilişki
içindedir. Bunun yanında, yapısal olarak ve amaçları yönünden toplum ve devlet arasında bir
ayrımdan söz edilebilir. Hayek’in düşüncelerine dayanan bu yaklaşım, hükümetin toplumu
biçimlendirme, bireyin davranışına karar verme pozisyonunda olmaması gerektiğini
vurgulamaktadır.
Hayek’e göre bu sivil toplum kuramı üç temel varsayıma dayanmaktadır:
Baskı gruplarını kullanmayan bir hükümet olmalıdır.
Yasama gücü toplumun kendi kurallarını onaylamakla sınırlı bir şekilde çalışmalıdır.
Zor gücüne sahip, evrensel normlara uyulmasını gözleyen bağımsız bir yargı bulunmalıdır.
** Hayek’in tasarladığı gibi sivil toplum, yasama, yürütme ve yargı gücünün kullanımı olarak devleti
asgariye indiren bir sivil toplumdur.
** Asgari devletçi sivil toplumu savunan “Yeni Sağ”, kendiliğinden olma düzenin, yerleşik adil
davranış kurallarıyla, devletin düzenleyici kural koyarak,sivil yaşamın hemen her alanına müdahale
etmesi arasında bir çelişki olduğunu ileri sürmektedir.
Katılımcı Sivil Toplum Kuramı:Bu, iki kuramın aksine katılımcı sivil toplum kuramını liberal sağ
görüşler değil, neo-marksist sol akım geliştirmiştir. Katılımcı Sivil Toplum Kuramı, devletin
küçültülmesini değil, sivilleştirilmesini böylece devletin ortadan kalkarak toplumun kendi hâline
gelmesini sağlamak istemektedir.
** Neomarksist sol akımın düşüncelerinden kaynaklanan “Katılımcı Sivil Toplum Kuramı” devlet ve
sivil toplum iç birlikteliğine dayanmakta, devletin toplum üzerindeki yetkisine karşı çıkmak yerine
bu ilişkiyi demokratikleştirme çabasını taşımaktadır. Ayrıca, halkın siyasal faaliyetlerinde daha
katılımcı olması istenmektedir.
** Katılımcı Demokrasi Modeli’nin ilk örnekleri, 1871 devrimiyle kurulan Paris Komününde ve 1917
devrimiyle Çarlık Rusya’sında kurulan Sovyetler’in halk meclislerinde görülür. Katılımcı Demokrasi
Modeli, doğrudan demokrasi uygulaması ile temsili demokrasi pratiğinin bir karması olarak kabul
edilebilir.
**Katılımcı Demokrasi Modeli’nde, tabanda doğrudan demokrasi onun üstündeki her düzeyde de
temsilî demokrasi işlemektedir. Küçük gruplar, sorunları beraber tartışıp karara bağlar ve açık
talimatlarla temsilciler yoluyla bir üst düzeydeki temsilî organa gönderirler. Tabandaki doğrudan
demokrasi birimlerinin, seçilmiş temsilciyi her an geri çağırabilme hakkının olması mekanizmanın
etkin işlemesinin ön koşullardan biridir.
SİVİL TOPLUM TÜRLERİ
Aile, devlet ve piyasayı temsil eden gönüllü olarak ortaya çıkan ve amacı kamu yararını artırmak
olan birey, kurum ve kuruluşlarından oluşan sivil toplum kuruluşları (STK) üçe ayrılır:
1) Aktivite merkezli STK’lar (spor, kültür, rekreasyon vb. alanlarda faaliyetler gösteren örgütler),
2) Toplum merkezli STK’lar (siyasi partiler, sendikalar, çevre örgütleri, yerel toplum örgütleri vb.),
3) Refah merkezli STK’lar (sosyal hizmet, sağlık, eğitim vb. hizmeti sunan örgütler).
Kâr gütmeyen kuruluş olarak tanımlanan bu kuruluşların altı benzer özelliği olduğunu ifade
edebiliriz:
rincisi; bu yapılar kurumsallaşmıştır. İnformel ve geçici bir şekilde insanların bir araya gelmesi,
sivil toplum kuruluşu kapsamında değerlendirilemez.
özel sektörde faaliyet gösteriyor olmasıdır. Dolayısıyla,bunların devletten
ayrı olması zorunludur. Ancak bu husus, bu kuruluşların devletten maddi destek alamayacağı
anlamına da gelmemektedir.
elde edilen kârın sosyal amaç doğrultusunda dağıtılmasıdır. Yani bukuruluşlar, özel
işletmelerdeki gibi kârı kurucular arasında paylaştırmazlar.
bağımsız bir yönetimin varlığıdır. Kendi faaliyetlerini kendileri planlar ve uygularlar.
Dışarıdan başka bir kişi yada kurum bu kuruluşlara müdahalede bulunmamaldr.
gönüllü bir şekilde ortaya çıkmasıdır.Genelde yönetim
kurulu gönüllüdür, ancak çalışanların bir kısmı gönüllü olmayabilir.
SİVİL TOPLUMA DUYULAN İHTİYACIN NEDENLERİ
&-İnsanlar sorunlarını kendi başına çözemediği için bir araya gelerek gönüllü kuruluşlar oluşturmuş,
güçlerini birleştirmiştir.(neden ihtiyaç duyulduğunun temeli)
&- piyasanın başarısızlığı.
&- devletin başarısızlığı
&- toplumdaki dayanışma ruhu
UNITE 3=SIVIL TOPLUM ORGUTLERININ ISLEVLERI
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SİYASAL İŞLEVLERİ
Sivil toplum kuruluşlarının en önemli siyasi işlevi iktidara etki etmek ve ademimerkeziyetçi bir yapı
oluşturmaktır.
**Sivil toplum kuruluşlarını siyasi etki açısından ikiye ayırmak mümkündür. İlki,partiler üstü
konumda olan kesimdir. Bu kesim, siyasal amaçlara bağlı olmaksızın varlıklarını sürdürürler. İşçi ve
işveren sendikalarında olduğu gibi partiler üstü bir konumda üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya
çalışırlar. Genellikle gücünü üyelerinin çokluğundan alan kitle, baskı grubu niteliğindedirler.
**İkincisi, alt gruplardan oluşan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar, gevşek bir örgütlenme
şekli gösterirler. Hizmet sağlamaktan çok kamu siyasetini etkilemeye çalışırlar. Bir kısmı gücünü
üyelerinin saygınlığından, maddi kaynaklarından ve niteliklerinden alan bir baskı grubu
niteliğindedir.
Sivil Toplumun Yasamaya Etkileri:Yasama, devletin temel hukuki işlevidir. Yasama, siyasal
toplumun birincil karar alma faaliyetini ifade etmektedir. Karar alma ile ifade edilmek istenen,
devletin temel siyasetlerinin esasını belirlemektir.Sivil toplum kuruluşları, seçilmiş milletvekilleri
aracılığıyla yasama alanını etkilemeye çalışmaktadır.
**Sivil toplum kuruluşlarının en fazla başvurdukları ve sonuç alabildikleri yol lobiciliktir. Sivil
toplum kuruluşları, siyasal sistemde kendilerini ilgilendirecek kararları alabilecek kişi ve
kuruluşlarla yüz yüze ilişkiler kurarak onları amaçlarına inandırmaya çalışırlar.
Sivil Toplumun Yürütmeye Etkileri:Yürütmenin temel görevi, kanunların uygulanmasıdır. Yürütme
organının kanunların uygulanması görevi bir taraftan düzenleyici işlemler yapmak bir taraftan da
kamu işlerini yürütmekten oluşur.
**Sivil toplum kuruluşları kamuoyunu harekete geçirerek, yönetim üzerinde daha genel bir
denetim işlevini gerçekleştirirler.Bu kuruluşlar, bir çıkar grubunun kendi isteklerinin kamu
politikalarına egemen olmaması konusunda yürütmeyi bilgilendirir ve etkilerler.
**Sivil toplum kuruluşları, çeşitli projeler üretmek, bu projelere kaynak bulmak ve bu projeleri
uygulamaya geçirmek yoluyla;eğitim, sosyal refah ve istihdam gibi konularda hükûmet
politikalarına paralel ya da alternatif sorumluluklar alma işlevini yürütürler.
**Sivil toplum kuruluşları, bazen de yasama organına sorunlarını getirmek suretiyle yürütmeyi
etkilemeye çalışırlar. Genelde yürütmedeki yönetici ve memurların dolaylı baskılara açık olması
sivil toplum kuruluşlarının da dolaylı etkilerini çeşitli zamanlarda göstermektedir.
Sivil Toplumun Siyasi Partilere Etkileri: Siyasi partiler demokrasinin yapıtaşlarını oluşturmaktadır.
Demokratik rejimlerde iktidarı etkilemenin en hızlı, en etkili ve demokratik mekanizması siyasi
partilerdir. Siyasi talepleri olan sivil toplum kuruluşlarının böyle bir mekanizmadan uzak kalmaları
düşünülemez.
**Sivil toplum kuruluşları doğrudan politikayla ilgilenmeyi amaçlamadıkları hâlde çoğu zaman
devletin ekonomik ve sosyal görevler üstlenmeleri nedeniyle politik alanla ilişki ve destek
ihtiyaçlarını gözardı etmezler.
**Otoriter rejimlerde ve geçiş dönemlerinde sivil toplum kuruluşları demokratik alanlar yaratmak
işlevini görürler. Bu özellikleri ile sivil toplum kuruluşları demokrasi okulları olarak kabul edilebilir.
NOT=Türk-İş, Hak–İş ve DİSK’in yanı sıra bazı meslek odalarının katılımıyla 1993’te oluşturulan
Demokrasi Platformu ile birlikte, 1997’de dört büyük sendika (Türkİş,Hak–İş, DİSK, TİSK) ve TOBB
birleşerek “Sivil inisiyatif” adı altında bir araya gelerek “sadece doğrudan temsil edilen isçilerin
değil, aynı zamanda sendikasız isçinin, memurların, emekli dul ve yetimin haklarını korumak için bir
araya geldikleri”ni belirtmişlerdir.
Sivil Toplumun Kamuoyuna Etkileri: Sivil toplum kuruluşları kamuoyu oluşturma suretiyle bireylerin
taleplerinin dile getirilmesine ve dikkate alınmasına yardımcı olurlar. Sivil toplum
kuruluşları,kamuoyunu devamlı olarak aktif durumda tutarak kamuoyuna sosyo-ekonomik süreç
hakkında sürekli bilgi vermek, belirli konularda uyarmak işlevini yerini getirirler.
**Genellikle kamuoyunu aydınlatmak için yeni bilgiler sunmak veya elverişli ortamlar oluşturmak
suretiyle belirli faaliyetleri gerçekleştirmeyi amaçlayan sivil toplum kuruluşları broşür, dergi, kitap,
televizyon, internet gibi çeşitli araçlar kullanır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ KÜLTÜREL İŞLEVLERİ
Sivil toplum kuruluşlarında insanlar, birtakım ilişkiler içine girerek karşılıklı tutum ve davranışları ile
birbirlerini etkilemekte ve bu ilişkiler belirli bir süre içinde gelişerek süreklilik kazanmaktadır.
Çoğulcu bir toplumsal yapının oluşmasında ve çoğulculuk kültürünün toplumsal dokuya nüfuz
etmesinde demokratik sivil toplum kuruluşlarının işleyiş ve örgütsel yapıları etkili olur.
**Demokrasi kültürü, toplumun diğer kültürel araçlarından destek almaya ihtiyaç duymaktadır.
Sivil toplum kuruluşlarına üyelik sayesinde oluşan grup üyeliği;üyelere belirli bir grup kültürünü
paylaşma, ortak hareket etme ve davranışlarında diğer grup üyelerinin eylemlerini de hesaba
katma alışkanlığını kazandırır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TOPLUMSAL İŞLEVLERİ
•Sivil toplumun toplumsal alandaki önemli bir işlevi, devletin karar ve uygulamalarının toplum
tarafından kabul edilmesini sağlamasıdır.
•Sivil toplum kuruluşlarının siyasal alana baskı yapma, demokrasiyi topluma yerleştirme, sivil
toplum alanları oluşturma gibi kendine özgü birtakım toplumsal işlevleri bulunmakta.
•Sivil toplum kuruluşları toplumdaki demokrasi kültürünü geliştirirler.
•Sivil toplum kuruluşları, kriz dönemlerinde sosyal destek, toplu uyuşmazlık durumlarında
arabuluculuk işlevini görmektedirler.
Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal hayata katkıları şu şekilde sıralanabilir
Halk kesimlerinin kendilerini ifade edebilecekleri ve çıkarlarını tanımlayabilecekleri demokratik
kalkınma alternatifleri ortaya çıkartma,
Dayanışma ve ortak çalışma biçimleri yaratarak, örgüt-dışı ilişkilerde demokratik alanlar ortaya
çıkarma,
Yerel yönetimlerden ve ulusal yönetimlerden yola çıkarak halk alternatiflerinin tanımlanması,
formüle edilmesi ve uygulanması,
Halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik programları gerçekleştirmektir.
NOT=Sivil toplum kuruluşlarının temel toplumsal işlevleri, sosyal hizmet alanlarında çalışmaları ve
sosyal yardımda bulunmalarıdır( yoksullara çeşitli yardım).Kurs, seminer,konferans gibi etkinlikler
düzenlerler.
NOT= Sivil toplum kuruluşları, yaygınlık gösterdikleri toplumların sosyal bütünleşmesinde önemli
roller üstlenirler.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ BİREYSEL İŞLEVLERİ
Sivil toplum kuruluşları kendi içlerinde oluşturdukları katılımcı ve çoğulcu bir kültürle beslenmiş ve
aynı zamanda yönetim deneyimi de edinmiş bireylerin yetişmesini sağlama işlevi görürler.
** Sivil toplum kuruluşları, bireylerin önünü açarak sorumluluk ve yaratıcılık bilincini geliştirir.
** Sivil toplum kuruluşlarında bireylerin aidiyeti, gönüllülük ilkesine dayanmaktadır.Sivil toplum
kuruluşlarında bir amaç için bir araya gelen bireyler; takdir edilme, belirli bir değer ve statü
atfedilme karşısında, saygı, güven ve benlik ihtiyaçlarını karşılarlar.
** Bireysel iletişimin sağlıklı gerçekleşmesinde sivil toplum kuruluşlarının ayrı bir rolü
bulunmaktadır. Kişi, grup içinde kendini ve çıkarlarını topluma karşı daha kolay ve güvenle korur.
** Sivil toplum kişileri bir araya getirerek yalnızlık sorununu ve ortak sorumluluk hissini artırarak
bireycilik sorununu çözer.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ EKONOMİK İŞLEVLERİ
Sivil toplum kuruluşları şirketlerden farklı olarak kâr ve ekonomik kazanç amacı gütmezler.
**Sivil toplum kuruluşları günümüzde ekonomik yapıda, özellikle de demokratik toplumlarda git
gide daha sağlam ve daha çok yer kaplayan bir konum elde etmektedirler. Bu yüzden özellikle
uluslararası arenada sivil toplum kuruluşları, artan bir saygınlık kazanmaktadırlar.Nitekim Birleşmiş
Milletler Teşkilatı ve Avrupa Birliği gibi devletlerarası kuruluşların, sivil toplum kuruluşları ile iş
birliği yapması bunun bir göstergesidir.
** Sivil toplum kuruluşları toplumsal grup ve örgütlerle doğrudan eylemler sürdürerek kalkınma
program ve projelerinin incelenmesi,planlanması,uygulanması ve değerlendirilmesiyle uğraşırlar.
Kalkınma projeleri,programları ve politikaları aracılığıyla çalışmalarını yürütürler. Örneğin,
kalkınmadaişbirliği alanında ‘Kalkınmada Uluslararası İşbirliği Kuruluşu’, kalkınma amaçlı bir sivil
toplum kuruluşudur. Bunlar genelde kâr amacı gütmeyen özel kurumlardır,merkezleri sanayileşmiş
ülkelerde bulunur.
** Sivil toplum kuruluşları üyelere ve toplumun geneline demokratik tutum ve davranışlar
kazandırır.
(ÜNİTE-4)=TANIM VE KAPSAM
Dernekler:Kazanç paylaşma amacı gütmeyen kişi toplulukları olarak daha çok sanayileşmenin ve
kentleşmenin yabancılaştırdığı ve yalnızlaştırdığı halkın oluşturduğu örgütlerdir.
**Dernekler,KÜLTÜR,YARDIM ve DAYANIŞMA örgütleridir.=>Mesleki dayanışma, yoksullara,
muhtaçlara,düşkünlere yardım,spor,cami yaptırma, hemşehri,mahalleli,köylü
dayanışması,toplumun yaşam standartlarının iyileştirilmesi,belirli bir kültürün,kültürel olgunun
geliştirilmesi gibi pek çok amaçla dernekler kurulmakta,iş ve işlemlerini yürütmektedir.
**Dernekler,bireylerin tek başına gerçekleştiremeyecekleri ideal amaçlarını uzun vadeli bir süreçte
gerçekleştirmek için örgütlenme ihtiyacı hissetmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.=>
Bilimsel,siyasal,yardımlaşma,estetik ve sosyal amaçlarla kurulan dernekler bu kapsamın içine
girmektedir.
**Modern sivil görünümlerinde dernek;ortak bir amaç,fikir veya çıkar etrafında resmî olarak
örgütlenmiş insan topluluğudur.
ANAYASAL TEMEL
**Hukuk mevzuatımızda “Sivil toplum kuruluşu” şeklinde bir hukuki statü yoktur.
**Türkiye'de Sivil Toplum Kuruluşlarını işlevsel ve niteliksel olarak karşılayabilen iki yasa çerçevesi
bulunmaktadır:Dernekler Kanunu ve Vakıflar Kanunu
**1982 Anayasası dernek-vakıf kurma özgürlüğü ile ilgili düzenlemeler içerirken,Türk Medeni
Kanunu da dernek ve vakıflarla ilgili düzenlemeler içermektedir.
**1982 Anayasası’nın en son 2001'de değiştirilen “dernek kurma hürriyeti” başlıklı 33.maddesinde
derneklerle ilgili temel hükümler yer almaktadır:
>>Herkes,önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma
hürriyetine sahiptir.
>>Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz.
>>Dernek kurma hürriyeti ancak millî güvenlik,kamu düzeni,suç işlenmesinin önlenmesi,genel
sağlık ve genel ahlak ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla
sınırlanabilir.
>>Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil,şart ve usuller kanunda gösterilir.
>>Dernekler,kanunun öngördüğü hâllerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten
alıkonulabilir.
**Bu temel hak aynı Anayasa’da 51.madde ile sendikalar için,68.maddede de siyasi partiler için
öngörülmüştür.
ULUSLARARASI BELGELER
**Sivil toplum kuruluşları,merkezî ve yerel idarelerin yanında 3.sektör olarak yönetim yapısının
yanında yer almıştır.
**Türkiye’de örgütlenme ve dernekleşmeye temel teşkil eden üç uluslararası belgeden söz
edebiliriz:
>>İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme
(11.madde) Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü ile ilgili hükümler:
-Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak,dernek kurmak,ayrıca çıkarlarını korumak için
başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir.
-Bu hakların kullanılması,demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak ulusal
güvenliğin,kamu emniyetinin korunması,kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin
önlenmesi,sağlığın,ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve
ancak yasayla sınırlanabilir.
>>BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (10 Aralık 1948'de ilan edilmiştir)
( 20.madde) Dernek kurma özgürlüğü ile ilgili hükümler:
-Her şahıs muslihane toplanma,dernek kurma ve derneğe katılma serbestîsine maliktir.
-Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz.
(21. madde):“Her şahıs doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtası ile
memleketin kamu işleri yönetimine katılma hakkı haizdir.”
>>İnsan Haklarını Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme (Avr.konseyine üye devletler
tarafından 4 Kasım 1950'de Roma'da imzalanmış ve Eylül 1953'te yürürlüğe girmiştir)
Toplanma,sendika ve dernek kurma hakkı 11.maddede düzenlenmiştir.
NOT:Anayasanın 90.maddesi gereğince uluslararası anlaşmalar,usulüne göreonaylandıktan sonra
aleyhine Anayasa Mahkemesine iptal davası açılamayan bir kanun hükmündedir.
DERNEKLER KANUNU
**Türkiye’de sivil toplum örgütleriyle ilgili bugün yürürlükte olan temel yasal düzenleme, 2004’te
yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanunu’dur.
**Türkiye'de dernek kurma hak ve özgürlüğü ilk kez II.Meşrutiyet sonrasında 120. maddeyle
Anayasa’ya girmiştir.
**İlk dernekler,1856 Kırım Savaşı sonrasında kurulmuştur.
**1909'da değiştirilen 120.madde ile dernek kurma hakkı tanınmış ve kurulması yasak olan
dernekler tanımlanmıştır.
**Derneklerle ilgili ilk düzenleme 1909 yılı "Cemiyetler Kanunu" ile yapılmıştır.=>Derneklerin yapısı
ve işleyiş kuralları ortaya konmuştur.
**Cumhuriyet Dönemi’nin doğrudan derneklerle ilişkili ilk düzenlemelerinden biri "Hıyanet-i
Vataniye Kanunu" ile getirilen sınırlamalarla 1927'de Dernekler Yasasının 12.maddesini
yorumlayan kararıdır.(NOT:Bu dönemde Türk Ocakları,Türk Kadın Birliği,Muallimler Birliği ve
Mason örgütleri kapatılmış ve mal varlıkları Cumhuriyet Halk Partisi’ne devredilmiştir.)
**1938'de Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk cemiyetler kanunu CHP'nin tek parti yönetiminde
sınırlandırıcı bir örgütlenme anlayışıyla çıkartılmıştır.=>Dernek kurmak zor olduğu gibi denetimi de
iyice ağırlaştırılmıştır.
**II.Cemiyetler Kanunu 1946'da çıkartılmıştır.=>1946-1995 yılları arasını dernekleşme açısından
incelediğimizde 14 tip dernekten söz etmek olanaklıdır:Sosyal Yardım Dernekleri ,Spor Dernekleri
ve Kulüpleri,Din Dernekleri,İşveren Sendikaları,Yabancı ve Azınlık Dernekleri,Tarım Dernekleri,İşçi
Sendikaları,Kültür Dernekleri,Diğer Dernekler,Serbest Meslek Dernekleri,Kamu Personeli
Sendikaları,Esnaf Dernekleri,Komünizmle Mücadele Dernekleri,Güzelleştirme Dernekleri.
**1983'te,Anayasa’nın 33.maddesine dayanılarak çıkarılan,yasakçı nitelikteki 2908 sayılı yasa
yayımlanmıştır.Dernek kurma,derneklere üye olma ve derneklerin diğer faaliyetlerine ilişkin esas
ve usulleri düzenleyen ve Türkiye’de yaklaşık 21 yıl yürürlükte bulunan 2908 sayılı Dernekler
Kanunu,AB Müktesebatına uyum çerçevesinde hazırlanan 04.11.2004'te ve 5253 sayılı Dernekler
Kanunuyla yürürlükten kaldırılmıştır.
**Türkiye’de sivil toplum örgütleriyle ilgili bugün yürürlükte olan temel yasal düzenleme, 5253
sayılı Dernekler Kanunu’dur.
**Yetişkinlerin yanı sıra,15 yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler;toplumsal, ruhsal
,ahlaki,bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor,eğitim ve öğretim haklarını,sosyal ve kültürel
varlıklarını,aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin
yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilmekte veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilmektedir.
**Dernekler Kanunu’na göre 12 yaşında büyük her kişi dernek üyesi olabilmektedir.
**Çocuk derneklerine 18 yaşından büyükler kurucu veya üye olamamaktadırlar.
**2003'te başlatılan reform çalışmaları kapsamında,İçişleri Bakanlığı’nda ana hizmet birimi olarak
Dernekler Dairesi Başkanlığı kurulmuş,derneklerin iş ve işlemlerini yürütme görevi kolluk
kuvvetlerinden alınarak bu Başkanlığa verilmiştir.
**Dernekler Kanunu’nu işlevsel kılmak için 2005'te Dernekler Yönetmeliği yürürlüğe girmiş
>>Amacı:Dernekler ile kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve bu yönetmelik kapsamına giren vakıfların
tabi olacakları usul ve esasları düzenlemek olarak belirlenmiştir. >>Kapsamı:Vakıfların bazı
işlemleri ile dernekler ve dernek şube veya temsilciliklerin, federasyonlar ve
konfederasyonların,merkezleri yurt dışında bulunan dernekler ile dernek ve vakıf dışındaki kâr
amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube veya temsilciliklerinin kuruluşu,genel kurul
toplantıları,uluslararası faaliyetleri, yükümlülükleri, izne tabi faaliyetleri, lokal açmaları,sandık
kurmaları ve diğer hususlar ile ilgili iş ve işlemleri.
**5253 sayılı Dernekler Kanunu,devletin derneklere yaklaşımını tamamen değiştirmiş,çok daha
özgür düzenlemelerle Türkiye’de dernekleşme anlamında sivil topumun önünü açmıştır.
**Türkiye’de dernekler sayısı bakımından ilk beş il sırasıyla İstanbul,Ankara,İzmir,Bursa ve
Kocaeli’dir.(%42,26’sı bu beş ilimizde bulunmaktadır.)
**Ankara Ticaret Odası’nın 2004'te hazırlamış olduğu “AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası”na göre
Türkiye’de her 866 kişiye bir dernek düşmektedir.
**Fransa ve Almanya'da her 40 kişiye 1 dernek düşmektedir.(Almanya'da 2 milyon 100
bin,Fransa'da 1 milyon 470 bin dernek bulunmaktadır.)
**ABD'de 1 milyon 200 bin dernek bulunmakta ve her 15 Amerikalıdan bir tanesi bu tür
kuruluşlarda çalışmaktadır.
**AB ülkelerinde örn;Almanya (1 milyon),Fransa (0,8 milyon) ve İngiltere'de sivil toplum
kuruluşlarının genel istihdamdaki payı %4,hizmet sektörü açısından bakıldığında ise %10,
Japonya'da ise 1,4 milyon kişi sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilmektedir.
MEDENİ KANUN
**2001'de yürürlüğe giren,4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda derneklerin tanımına, dernek
kurma hakkına ve dernek tüzüklerine ilişkin hükümler bulunmaktadır.
(56.madde)=>Dernekler,gerçek veya tüzel en az yedi kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve
ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere,bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle
oluşturdukları,tüzel kişiliğe sahip kişi toplulukları olarak tanımlanmaktadır
(57.madde)(Dernek kurma hakkı başlıklı)=>Herkes,önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına
sahiptir.Derneği kuracak kişilerin yasalar önünde yetişkin (18 yaşın üstünde) ve cezai ehliyete sahip
olması gerekir.
(58.madde)=>Her derneğin bir tüzüğünün bulunması gerektiği belirtilmiştir.
!!!Dernek tüzüğünde derneğin adı,amacı,gelir kaynakları,üyelik koşulları,organları ve örgütü ile
geçici yönetim kurulunun gösterilmesi zorunludur.
!!!Dernek tüzüğü,kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak düzenlenememektedir.
(101.madde)=>Vakıfları da “Belirli bir amaca özgülenen mal toplulukları” şeklinde tanımlamıştır
**Türk Medeni Kanunu,vakıfları temelde,Alelade Vakıflar ve Özel Vakıflar olmak üzere ikiye
ayırmıştır.Özel vakıflar:Aile Vakıfları,Çalıştırılanlara ve İşçilere Yardım Vakıfları, Kamuya Yararlı
Vakıflar ve Cemaat Vakıfları
**Medeni Kanun’un 99.maddesinde;“Dernek gelirleri;üye ödentisi,dernek faaliyetleri sonucunda
veya dernek malvarlığından elde edilen gelirler ile bağış ve yardımlardan oluşur.”
**Derneklerin gelirleri genel itibari ile şu kalemlerden oluşmaktadır:Üye ödentisi,Giriş
ödentisi,Bağış,yardım ve vasiyetler,Derneğe ait iktisadi işletme gelirleri ve ortaklık gelirleri, Yardım
toplama hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun olarak toplanacak bağış ve yardımlar,Dernek mal
varlığından elde edilen gelirler,Dernek etkinliklerinden elde edilen gelirler,Her türlü
yayın,kitap,telif hakkı üzerinden elde edilen gelirler,Pullarının satışından elde edilen gelirler (Kızılay
Derneği),Rozet dağıtımından sağlanan gelirler,Kurumun amaçlarını yaymak için düzenlenen
kara,deniz,hava gezileri,İhtiyat ve diğer mevduatın faiz ve gelirleri,Sahibi bulunduğu veya kullanım
hakkına sahip olunan imtiyazlardan elde edilen gelirler,Diğer gelirler.
**Derneklerin giderleri:Genel idari hizmetin gerektirdiği giderler,Faaliyete ilişkin giderler, Vergiler
ve Sosyal Güvenlik Ödentileri,Diğer Giderler
DERNEK TÜRLERİ
**Derneklerin türlerini sınıflandırmada temel referanslar Dernekler Kanunu ve Medeni Kanun’dur.
**Türkiye’de faaliyet gösteren dernekler:
1)Yalın (Basit) Dernekler-Dernek Üst Kuruluşları:Yalın (basit) Dernekler;4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 56.maddesine göre en az 7 gerçek veya tüzel kişi ile kurulan;yine aynı kanunun 96 ve
97.maddelerinde belirtilen Federasyon ve Konfederasyon şeklinde üst kuruluş olarak kurulmamış
tüzel kişilerdir. Dernek üst kuruluşları;4721 sayılı Medeni Kanunun 96 ve 97.maddelerinde
belirtilen federasyon ve konfederasyonlardır.
NOT:Federasyonlar:Kuruluş amaçları aynı olan en az 5 derneğin,amaçlarını gerçekleştirmek üzere
üye sıfatıyla bir araya gelmeleri suretiyle kurulur.
2)Alelade Dernekler-Kamuya Yararlı Dernekler:Alelade Dernekler,imtiyaz mahiyetinde herhangi bir
hak ve yetki tanınmamıştır.Kamuya yararlı dernekler,özel hükümler saklı bulunmaktadır.
3)Ticari İşletme İşleten Dernekler-Ticari İşletme işletmeyen Dernekler:Derneklerin amaçlarını
gerçekleştirebilmek için ticari işletme işletebilecekleri kabul edilmektedir. Amaçlarını
gerçekleştirebilmek için elde ettiği gelirleri;üyelerin aidatlarından, bağışlardan,2860 sayılı Yardım
Toplama Kanunu’na göre düzenlenen faaliyetlerden ve Medeni Kanun’da ve Dernekler Kanunu’nda
belirtilen gelirlerden ibaret olan dernekler ise ticari işletme işletmeyen dernekler grubunda yer
almaktadır.
**Kamuya yararlı dernekler hariç dernekler;iktisadi işletme işletmeleri durumunda tacir sıfatını
alırlar.
**Dernekler Kanunu 31.madde:“Ticari işletmesi bulunan dernekler,ticari işletmeleri için ayrıca
Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre defter tutarlar.”
**Dernek veya vakfa ait bir iktisadi işletmenin varlığından söz edilebilmesi için iktisadi İşletmenin:
>>Dernek veya vakfa ait veya bağlı olması (ait olma sermaye bakımından;bağlı olma idari bakımdan
bağlılığı ifade eder)
>>Sermaye şirketi veya kooperatif şeklinde kurulmamış olması
>>Ticari,sınai veya zirai alanda devamlı olarak faaliyette bulunması gerekmektedir.
YARDIM TOPLAMA KANUNU (1983’te yürürlüğe giren,2860 sayılı)
**Amacı:Yardım toplamaya yetkili kişi ve kuruluşları ve bunların hangi amaçla yardım
toplayabileceklerini belirlemektir,yardımın toplanmasına,kullanılmasına ve denetlenmesine ilişkin
usul ve esasları düzenlemektir.
**Kanunun 3.maddesinde yardım toplayabilecek olanlar;kamu yararına uygun olarak amaçlarını
gerçekleştirmek,muhtaç kişilere yardım sağlamak ve kamu hizmetlerinden bir veya birkaçını
gerçekleştirmek veya destek olmak üzere gerçek kişiler,dernekler,kurumlar, vakıflar,spor
kulüpleri,gazete ve dergiler olarak belirlenmiştir.
MESLEK BİRLİKLERİ
Meslek birliği:Ticari faaliyette bulunan ve aynı zamanda bir kamu hizmetini yerine getiren, mesleki
menfaatlerin arttırılması amacı taşıyan her türlü kamu kurumu niteliğindeki mesleki kuruluşlarca
oluşturulan birliklerdir.(Siyaset bilimi açısından aynı zamanda birer baskı grubudurlar.)
**Türk Tabipler Birliği,Türk Eczacıları Birliği,Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği,Barolar Birliği
Türkiye'deki meslek birliklerinden bazılarıdır.
**Türkiye'de meslek birlikleri oda ve dernek olarak örgütlenmişlerdir.
NOT:Odalar kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.Yasa ile kurulurlar,ilgili meslek
alanında kamu yararını korumak amacıyla gerekli düzenleme ve denetimleri yapmayı üstlenirler
**Mesleki derneklere üyelik serbest iken,odalara üyelik zorunlu tutulmuştur.Kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları Anayasa’nın 135.maddesinde düzenlenmiştir. Kamu Kurumu
Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Üst Kuruluşları:Belli bir mesleğe mensup olanların ortak
ihtiyaçlarını karşılamak,mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak,mesleğin genel menfaatlere uygun
olarak gelişmesini sağlamak,meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde
dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak amacı ile kanunla
kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi
altında,gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir.
**1995'de 4121 sayılı kanunla Anayasa’da yapılan değişiklikler ile:
-Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının siyasetle uğraşamayacakları;siyasi
partiler,sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemeyecekleri gibi kısıtlamalara son verilmiştir.
-Yerel mülki yönetim amirlerinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının organlarını
geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisi kaldırılmıştır.
**Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları;Ticaret odaları,Sanayi odaları,Ticaret
borsaları,Tabip odaları,Eczacı odaları,Mimar odaları,Mühendis odaları,Veteriner Hekim
odaları,Ziraat odaları,Esnaf ve Sanatkâr odaları,Barolar
**Türkiye’de sosyal hizmet uzmanları dernek olarak örgütlenmişlerdir.
(ÜNİTE-5)=TANIM VE KAPSAM
**Vakıflar:Gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakların belirli ve sürekli bir amaca tahsisiyle
oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.
**Vakıflar da dernekler gibi özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptirler.
**Yalnız vakıflar,kuruluş biçimi ve nitelikleri itibariyle derneklerden oldukça farklıdır. >>Vakıflarda
bir malın belli bir amaca tahsisi söz konusudur.
>>Dernekler kişi toplulukları iken vakıflar mal topluluklarıdır.
>>Dernekler bir tüzük ile kurulabildikleri hâlde vakıflar ya resmî bir senet ya da ölüme bağlı olarak
bir vasiyetname ile kurulabilirler.
**Ülkemizde vakıfların kökeni İslam hukukudur.(Hayır,yardımlaşma,dayanışma gibi dinî
düşüncelerle teşvik edilerek oluşturulmuştur.)
**Bu tür kuruluşlar,bulundukları ülkelerin,eğitimine,kültürüne,ekonomisine,sosyal ve siyasal
hayatlarına büyük katkı sağlamaktadırlar.
**Vakıfların sahip olmaları gereken özellikler:
1.Mal varlığı olmalı
2.Anlamlı ve sürekli bir kurumsal yapıya sahip olmalı
3.Kamu sisteminin bir parçası olmayan özel bir kurum olmalı
4.Kendi kendini yönetebilmeli,özgürce karar alma ve uygulama yetkisine sahip olmalı
5.Kâr dağıtmamalı
6.Gönüllülük esasına dayanmalı
7.Kamusal amaçları destekleyici nitelikte olmalı
**Vakıflar,bağımsız ve bağımsız olmayan vakıflar olarak 2 grupta değerlendirilmektedir.
**Vakıflar ayrıca,birinci derecede yararlananlara göre ise 3 gruba ayrılmaktadır:Aile
vakıfları,istihdam edilenlere ve işçilere yardım vakıfları ile kamuya yararlı vakıflardır.
**Bir diğer sınıflandırmaya göre de vakıflar 4 kategoride değerlendirilebilir:
Özel Vakıflar:Varlıklı kişi ve aileler tarafından belirli bir amaca hizmet etmek için kurulmuş
vakıflardır.
Kamu Vakıfları:Toplumun çeşitli kesimlerinden insanların belirli bir amaç için kurduğu vakıflar.
Kurum Vakıfları:Özel vakıflar gibi işlem görürler ve bir kurum ya da şirketin yan kuruluşu gibi
çalışırlar.Kurumun kârından pay alarak işlemlerini yürütürler.
Devlet Vakıfları:Parlamento tarafından yasa ile kurulurlar.Kaynağını devlet bütçesinden alır.
**Vakıflar Genel Müdürlüğü verilerine göre günümüzde Türkiye’de yaklaşık 5 bin vakıf
bulunmaktadır.
YASAL ÇERÇEVE
**Osmanlı Devleti’nde vakıflar;bütün sosyal kurumları içine alan veya bütün sosyal kurumların
çalıştığı bir hukuki organizasyon olarak din,eğitim,sağlık,şehircilik,bayındırlık ve sosyal hizmetler
başta olmak üzere birçok alanda hizmetlerin yürütülmesini sağlamıştır.Bu kapsamda Evkaf Nezareti
kurulmuştur.
**Daha sonra TBMM'ce;2 Mayıs 1920'de "Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına
Dair Kanun" çıkartılarak 11 kişilik İcra Vekilleri Heyetine Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti de alınarak vakıf
işleri bu Vekâlet tarafından yürütülmüştür.
**Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'nin 3 Mart 1924'te ve 429 sayılı yasa ile kaldırılmasıyla görevleri;
başbakanlığa bağlı,özerk,özel bütçeli,kamuda ilk meclisli yapıya sahip Vakıflar Umum
Müdürlüğü’ne devredilmiştir.
**Vakıflar İdaresi'ne ait önemli değişikliklerin yapıldığı 5 Haziran 1935'te 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu,27 Haziran 1956'te 6760 sayılı Vakıflar Umum Müdürlüğü Vazife ve Teşkilatı Hakkında
Kanun yürürlüğe girmiştir.
**1970’de 1262 sayılı Kanunla Vakıflar Genel Müdürlüğünün sınai,ticari,zirai yatırımlara girmesi
sağlanmıştır.
****Türkiye’de vakıflarla ilgili en önemli yasal düzenleme 2008'de yürürlüğe giren,5737 sayılı
Vakıflar Kanunu’dur.
**Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bugünkü mevcut yapısına ilişkin esaslar 5737 sayılı Vakıflar
Kanunu ile belirlenmiştir.=>Kanun;vakıfların yönetimi,faaliyetleri ve denetimine, yurt içi ve yurt
dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili,muhafazası, onarımı ve
yaşatılmasına,vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına
ilişkin usul ve esasların belirlenmesi;Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuruluşu ile Genel Müdürlüğün
teşkilât, görev,yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.
**Yeni vakıfların kuruluşunda amaçlarına göre belirlenecek asgari mal varlığı her yıl Meclis
tarafından belirlenir.
**Yabancılar,Türkiye’de,hukuki ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler.
**Vakıflar Kanunu’nun 26.maddesinde vakıfların iktisadi işletme ve şirket kurmasına da izin
verilmiştir<Vakıflar mal edinebilirler,malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler>
**Türkiye’deki vakıfların denetiminden sorumlu kurum Vakıflar Genel Müdürlüğü’dür.
TARİHÇE
Avrupa’da Vakıflar
**Antik Yunan’da ve Roma’da vakıflar tek amaca yönelikti ve vakfın gelirleri ile okullar, kitaplıklar
ya da bir yerel hayır kurumu desteklenirdi.
**İmparatorluk döneminde Katolik kiliselerinin giderek güçlenmesi ve etkilerini artırmasıyla hayır
amaçlı ve sürekli bir yapıya sahip olan vakıflar ortaya çıkmıştır.
**Alman hukukunda
-->İlk olarak Ortaçağın başlarında kilise hukukuna dayanan,kilise vakıfları ortaya
çıkmıştır.=>Kiliseye bağlı bir gelir kaynağı olarak manastırların,parasız yemek dağıtılan,yetimlerin
bırakıldığı kurumların ya da okulların işletilmesi için kullanılmıştır.
-->Yeniçağda aileyi,bireyci akımlara karşı korumak için aile vakıfları kurulmaya başlanmıştır.Bu
dönemde belirli bir toprak parçasının vakfedilmesi,çoğu zaman bir gelir kaynağı olarak söz konusu
toprağı,kralın ya da büyük feodal senyörün denetimi dışına çıkarıp genellikle vakfı kuran kişinin
ailesi,çocukları ya da olası başka mirasçılarının yararına özelleştirmenin aracı olmuştu.
NOT:Özellikle Rönesans döneminde özel vakıfların sayısı çok artmıştır.
**Avr.’da 18.yüzyıl sonrasında vakıfların yaptıklarını merkezi devlet üstlenmeye
başlamıştır.19.yüzyılın sonunda vakıflar yeniden önem kazanmıştır.
NOT:19.yüzyıl liberalizmi,aile vakıflarını gelecek nesillerin girişim yeteneğini engelleyen tehlikeli bir
kurum olarak görmüş ve bu tür vakıflar milli ekonomi yönünden zararlı sayılmıştır.Bu dönemlerde
Fransa’da vakıfların kaldırılması yoluna gidilmiştir.
**1804'te Fransız Medeni Kanunu’nda ve 1811'de Avusturya Medeni Kanunu’nda vakıfları
düzenleyen hükümlere yer verilmemiştir.
**19.yüzyılın 2.yarısından sonra hayır ve sosyal amaçlı bağımsız vakıfların kurulması düşüncesi
toplumlara hâkim olmaya başlamıştır.
**1.Dünya Savaşı’ndan sonra aile vakıfları giderek artmıştır.Hatta devletler teşvik yasaları
çıkarmış,örn. vakıflara vergi muafiyeti tanımıştır.Sosyal yardım fonları vakfa dönüştürülmüştür
Türklerde Vakıflar
**Selçuklular’da sultanlar ve ileri gelen devlet adamları tarafından kurulan vakıfların önemli bir
özelliği,sosyal yardım ve dayanışma bilincini canlı tutmaktır.
**Vakfiyelerde yolculara yardım edilmesi,yoksulların doyurulması,cenazelerin kaldırılması, yoksul
kimselerin korunması gibi sosyal hizmetlerin sağlanmasına yönelik birçok hizmet yapılmıştır
**Osmanlı Döneminde vakıf eserleri arasında en bilinen ve en göze çarpanı camilerdir.
**Osmanlı döneminin vakıfların desteğiyle hastaneler,okullar yapıldığı gibi kaleler tamir
ettirilmiştir.
**Modern Türkiye’deki vakıf sisteminin yapısı,en az üç gelenek tarafından biçimlenmiştir:
(Kronolojik)
=>Roma/Bizans etkisi
=>Temelde İslam ilkeleri ve İslam hukuku etkisinde olan Osmanlı uygulamalarıdır.
=>Aydınlanma ve Fransız devrimi sonrasında Batı etkisi
**Osmanlılarda vakıflar esas itibariyle dinî bir motivasyonla kuruluyordu.Hazret-i Muhammed’in
‘’sevab ba’del mevt’ diye bilinen bir hadisine dayanmaktadır:"Bir Müslüman hayatta üç şeyi
başarırsa öldükten sonra dahi sevap kazanır:İnsanlara yararlı bilgi, arkasından dua eden dinî bütün
çocuklar ve hayatından sonra da süregiden hayırseverlik."
**Osmanlı’da vakıf kurmak için önemli bir diğer gerekçe ise mülkiyet hakkının korunmasıydı.
(Klasik dönem boyunca Osmanlı’da insanlar tam anlamıyla mülkiyet hakkına sahip olmamış ve
müsadere tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır.Yönetici elit kesimin bir üyesi mülkünü ancak vakfa
dönüştürerek yani Allah’ın mülkiyetine geçirerek koruyabilirdi.)
**Sosyal saygınlık kazanmak da vakıf kurmak için bir diğer önemli motivasyondur.
**Osmanlı Döneminde vakıfların gelişmesinde en önemli etken vakıfların bir devlet politikası
olarak çok yönlü teşvik edilmesidir.
**16.yy'da yapılan bir tespite göre 1453-1546 yılları arasında İstanbul’da 2515 tane vakıf vardır
**Osmanlı Devleti'nde,mukataa adı verilen bazı vergi gelirleri vakıflara ayrılmıştı.
Mukataa:Vakfa ait taşınmaz üzerinde bina yapmak,ağaç dikmek karşılığında mutasarrıf (tasarruf
eden) her yıl arazi sahibi vakfa verilmek üzere arazi için tayin edilmiş senelik kira bedelidir.
**19. ve 20. yüzyıllardaki Osmanlı vakıf sisteminde bir değişiklik olmuştur.2.Abdülhamit
Döneminden itibaren daha da hızlı gelişmekte olan vakıfların hizmetlerinin merkezîleştirme
uygulamaları sonucunda,18.yy'da 20 bin vakıf varken Cumhuriyet’e miras kalanların sayısı 5859’a
düşmüştür.
**Cumhuriyet Döneminin ilk vakıflar kanunu,2762 sayılı Vakıflar Kanunu olup 1935'te yürürlüğe
girmiştir.
Amacı:Vakıfları kötü kullanımdan korumak amacıyla güçlü bir denetim sistemi kurmaktır. Bu
kanunla Osmanlı’dan devralınan vakıflar 3 gruba ayrılmıştı:
Mazbut Vakıflar:İdaresi doğrudan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanan vakıflardır.
Mülhak Vakıflar:Soydan gelenlere şart edilmiş,mütevellilerince idare ve temsil edilen tüzel kişiliğe
haiz vakıflardır.
Cemaat ve Esnafa Mahsus Vakıflar:Bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilir.Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından denetlenir.
**Cumhuriyet Döneminde 1926-1967 yılları arasında ‘tesisler ’’adı altında düzenlenen hükümler
çerçevesinde 73 adet vakıf tescil edilmiştir.1967 yılında Medeni Kanun’da yapılan, 903 sayılı yasa
ile yapılan değişiklikten sonra vakıf tescilleri hızlanmıştır,vakıf tescil sayılarında 1990’larda büyük
artış olmuştur.Bu artışın ana sebebi derneklerin tabi olduğu yasal prosedürden kaçıştır.
VAKIF ÖRGÜTLENMESİNİN NİTELİKLERİ
**Vakıflar,hükûmetten ve diğer kamu kurumlarından tamamıyla bağımsız olup mütevelli heyetleri
tarafından yönetilirler.
**Batılı sosyal siyasetçiler 16.yy Türkiye’sine vakıf cenneti demişlerdir.
*****DERNEK–VAKIF FARKI*****
-Dernekler kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idari amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik
kazanırlar.
-Derneklerin farkı kazanç paylaşımı ve kâr amacı gütmemesidir
-Vakıfların kuruluş aşaması noterde düzenlenen senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır ancak
vakfın kurulması için yetkili asli hukuk mahkemesine başvurarak tescilinin sağlanması
gerekmektedir.
-Bir kişinin dernek kurabilmesi için kendini aynı hizmete adamış gerçek ya da tüzel 7 kişiyi bulması
gerekmektedir.Vakıfta ise böyle bir şart aranmayıp bir kişinin vakfı kurması yeterlidir.
-Vakfı oluşturan en önemli unsurlardan birincisi bir mal varlığının olması ve mal varlığının
kullanılacağı amaçtır.
-Vakıfların genelde yardım toplamaları gerekmektedir,yardım toplaması için dernekler
birimlerinden izin almaları gerekmektedir.
-Vakıflar,kaynakları,esneklikleri,liderlikleri ve girişimcilikleri ile kamu yararı doğrultusunda, belirli
sınırları zorlama,yeni kavramları ve yaklaşımları deneme ve ortak etkinlikleri faaliyete geçirme
potansiyeline sahiptirler.
**Batı’da “foundation” olarak bilinen vakıf kurumu, bütün batı ülkelerinde son yıllarda büyük bir
gelişme göstermiştir.
**Vakıflar sosyal adaletin gerçekleşmesi için son derece önemli kurumlardır. Bu önem günümüzde
vakıfların hayır kurumu imajından çok insan hakları, demokrasi,özgürlük gibi önemli ve evrensel
normlara ve haklara ilişkin konuların takipçisi ve izleyicisi olmaları ile ortaya çıkmaktadır.
UNITE=6
Sendika, serbest girişim düzeni içinde, karşı koyma, sömürüyü önleme ve emeğin toplumun
olanaklarından adil ölçüler içinde yararlanmasını sağlama amaçlı sınıfsal bir örgüt olarak da ifade
edilmektedir.sözcüğün kaynağı Antik Yunan’a kadar uzanmaktadır. Roma ve Antik Yunan hukuk
sistemlerinde kullanılan “syndic” kavramı bir birliğin (sitenin) temsilini sağlamakla yükümlü olan
kişileri ifade ediyordu. “Syndicat” kavramı da, Syndic'in işlevlerini ifade etmek için
kullanılmıştır.Sendika, en öz tanımı ile işçilerin birliğidir.İşçilerin dayanışma örgütü olan sendikalar;
dil, din, inanç, ırk, etnik ya da ulusal farklılık ve düşünce ayrımı gözetmeksizin tüm işçilerin ortak
örgütleridir.Önemli bir politik ve ekonomik güce sahip olan sendikalar, endüstrileşmiş ülkelerde
özellikle çalışanlar, işverenler ve devlet olmak üzere üç grup aktörün oluşturduğu karşılıklı bağımlı
bir sistemi ifade ederler. Sendikalar Kanunu’na göre işçi sendikaları; iş kolu esasına göre bir iş
kolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacıyla bu iş kolundaki işyerlerinde çalışan işçiler
tarafından kurulurlar. İşveren sendikaları ise, iş kolu esasına göre bir iş kolunda ve Türkiye çapında
faaliyette bulunmak amacıyla bu iş kolundaki işverenler tarafından kurulurlar.
TÜRKİYE’DE SENDİKACILIĞIN GELİŞİMİ VE NİTELİKLERİ
OSMANLI DÖNEMİNDE SENDİKA=Türkiye’de sendikal örgütlenme, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği
1908 yılında patlak veren “Temmuz Grevleri” adıyla bilinen grevlerle canlanmaya başlamıştır. İlk
sendikalar 1909’da yürürlüğe giren Dernekler Yasası çerçevesinde kurulmuştur. Sendikal
faaliyetlerle ilgili ilk yasal düzenleme bu grevler sonrası 1909 yılında çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu”
adı altında çıkarılan kanundur.
**Tatil-i Eşgal Yasası toplam 13 maddeden oluşmuş, hükûmetten ruhsat ve imtiyaz alarak kurulan
ve kamuya yönelik hizmet veren kurumlarda sendika kurulmasını yasaklamış, kuranların hapisle
cezalandırılacağını belirterek, kurulmuş bulunan sendikaların da kapatılmasını uyuşmazlıkların
uzlaştırma yolu ile çözümlenmesini ilke olarak benimsemiştr.
**II. Meşrutiyet’in ilanına dek imparatorlukta iki sendika mevcuttur. Bunlar 1871’de kurulan
Ameleperver Cemiyeti ve 1894’te kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti’dir.
***Osmanlı’da çalışma hayatına ilişkin ilk yasal düzenleme Ereğli bölgesindeki kömür madeni
çalışanlarını korumak amacıyla 1865 yılında kabul edilmiştir.
İLK GREV=İlk grev olayı İstanbul’daki Beyoğlu Telgrafhane işçilerinin Şubat 1872’de
gerçekleştirdikleri grev olarak bilinse de, 1863’te Zonguldak’taki kömür madenindeki işçilerin grevi
ilk kabul edilmektedir. Sendikalaşma hareketinin ürünü olmayan grevler 1880 yılında özellikle 1887
yılından sonra ekonomik ve siyasi koşulların etkisi ile giderek azalmış, 1885 yılında odun biçme
işçilerinin,1886 yılında Beyoğlu Mağazası işçilerinin, 1906 yılında İstanbul reji işçilerinin yaptıkları
grevler dışında II. Meşrutiyete kadar ülkede grevler gündeme gelmemiştir.
***ilk işçi örgütü İstanbul Tophane fabrikalarında çalışan işçiler tarafından gizlice kurulan Osmanlı
Amele Cemiyeti’dir.
CUMHURİYET DÖNEMİ SENDİKA=1923– 1946 yılları arasında ekonomik, siyasi, hukuki ve sosyal
koşullar sendikaların gelişmesi için gerekli ortamın ortaya çıkmasını engellemiştir.1923’ün önemli
olaylarından biri de çeşitli işçi dernekleri tarafından tutarlı bir bütün hâlinde dile getirilen isteklerin
Şubat-Mart aylarında İzmir’de yapılan İktisat Kongresi’nde tartışılarak kısmen kabul edilmesidir.
Kongrede benimsenen tavsiye kararlarından şunları sayabiliriz:
&-Amele yerine işçi teriminin kullanılması
&-8 saatlik iş gücü
&- Ücretli tatil
&-Sendikalarda örgütlenme haklarının tanınması
&-1909 Tatil-i Eşgal Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi
&-1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak resmen kabul edilmesi
**İş Kanunu’nda yapılan değişiklikle çalışma süreleri uzamış, sanayinin bazı kesimlerinde fazla
mesai zorunlu hale getirilmiştir. Silâh altına alınmalar yüzünden daralan iş gücünü takviye etmek
için çocuk ve kadınlar çalıştırılmıştır. Yine bu dönemde fiyatlar çok yükselmiş, karaborsacılık artmış
ve ücretler düşmüştür. Ancak sermaye tarafında artış yaşanmıştır. Savaş koşulları, etkisini ilk olarak
iş mevzuatında hissettirmiştir. 1936 tarihli İş Kanunu 1940’a gelindiğinde neredeyse tamamen
etkisiz kalmıştır.
MEVCUT YASAL ÇERÇEVE
***Türkiye’de sendikacılık, 1938 yılında çıkartılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu’nda “Sınıf esasına
dayalı cemiyet kurulamaz.” ifadesinin kanun metninden çıkarıldığı 1946 yılındaki değişiklik ile
yasallık kazanmıştır.
**Sendikalar Kanunu içinde, bilinmesi gereken bazı temel kavramlar tanımlanmıştır. Buna göre:
İşçi: Hizmet akdine dayanarak çalışanlara denilir.
İşveren: İşçi sayılan kimseleri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye ve tüzel kişiliği olmayan kamu
kuruluşlarına denilir.
İşveren Vekili: İşveren sayılan gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşları adına
işletmenin bütününü sevk ve idareye yetkili olanlara denilir.İşveren vekilleri Sendikalar Kanunu
bakımından işveren sayılırlar.
İşyeri: İşin yapıldığı yere denilir.
Konfederasyon: Değişik işkollarında en az beş sendikanın bir araya gelmesi suretiyle meydana
getirdikleri tüzelkişiliğe sahip üst kuruluşlara denilmektedir.
Buna göre sendikalar ;
&-Üyeleri adına toplu sözleşme yapmak,
&-İş uyuşmazlıklarında yetkili hakem kurullarına görüş bildirmek,
&-İşveren veya işveren sendikaları iş arayanlara karşı ücretleri rayiçten aşağı düşürmek amacı ile
birleştikleri takdirde yetkili organlara başvurmak,Hastalık, sakatlık, ölüm halleri için yardımlaşma
sandıkları kurmak ve üyeler yararına sigorta sözleşmesi yapmak,
&-Üyelerine hukuki yardım yapmak,
&-İşçi Sigortaları Kurumu Yasası, İş ve İşçi Bulma Kurumu Yasası ve Çalışma
&-Bakanlığı’nın kuruluşu hakkındaki yasa hükümlerine göre toplanan kurullara temsilci
göndermek,
&-Üyeleri için eğitim faaliyetleri yapmak,
&-Kooperatifler kurmak ve yardım etmek,
&-Ticari amaç taşımamak koşulu ile sağlık ve spor tesisi kurmak ve işletmek haklarına sahip
olmuşlardır.
**5018 sayılı yasa sendikaların ulusal örgütler olduğunu belirterek ulusal çıkarlara aykırı hareket
etmelerini engellemiş, sendikaların uluslararası örgütlere Bakanlar Kurulu’nun izni ile
katılabilmelerini öngörmüştür. Yasa sendikaların çeşitli nedenlerle mahkeme kararı ile
faaliyetlerine imkân tanımıştır. Buna göre sendikalar:
&-Yardımlaşma, ortak çıkarları savunma ve temsil etme amacı dışında kurulmaları
&-İşçi niteliği taşımayan kişilerin sendika kurmaları veya üye olmaları
&-Siyasi faaliyetlerle uğraşmaları
&-Ulusal çıkarlara aykırı hareket etmeleri
&-Bakanlar Kurulu’ndan izin almadan uluslararası örgütlere üye olmaları
&-Gelirlerini yasa ve tüzükte belirtilen amaçların dışında kullanmaları
&-Sendika yönetim kurulu üyeleri ile sendika idaresinde görev alanların iş yasasına göre suç sayılan
grev lokavt fiillerine teşvikte bulunmaları veya bu fiillere teşebbüs etmeleri hâlinde, üç aydan bir
seneye kadar geçici veya devamlı olarak kapatılacaktır. Yasa sendikaların Cemiyetler Yasası’nın
belirli hükümleri saklı kalmak koşulu ile Çalışma Bakanlığı tarafından denetlenmesini de
öngörmüştür.
**Türkiye’de 1980 sonrası sendikaları ve faaliyetlerini şekillendiren en önemli gelişme 1982
Anayasası’dır. Sendikaların günümüzdeki çalışmalarını belirleyen hukuksal çerçeve, 1980’e
dayanmaktadır. Bu etki, ekonomik, siyasal, hukuksal ve sendikal açıdan gerçekleşmiş ve devam
etmiştir.1982 Anayasası 1961 Anayasası’na göre sendikal hakları daha ayrıntılı bir şekilde
düzenlemiştir. Buna göre, 51. maddede işçilerin ve işverenlerin sendika kurmaları, çalışma
ilişkilerinde ekonomik ve sosyal çıkarları korumak ve geliştirmek amacına bağlanmıştır.
**Grev, işçilerin topluca çalışmamak suretiyle iş yerinde faaliyeti tamamen durdurmak veya işin
niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla aralarında anlaşarak veyahut bir kuruluşun aynı
amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarıdır. Lokavt ise, işyerinde
faaliyetin tamamen durmasına sebep olacak tarzda, işveren veya işveren vekilinin kendi teşebbüsü
ile veya bir işveren kuruluşunun verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmalarına
denir.
**16 yaşını doldurmuş olup da Sendikalar Kanunu’na göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye
olabilirler. 16 yaşını doldurmamış olanların üyeliği ise kanuni temsilcilerinin yazılı iznine bağlıdır.
Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmama konusunda
zorlanamaz. İşçi veya işverenler aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden çok sendikaya üye
olamazlar. Birden çok sendikaya üye olunması halinde, sonraki üyelikler geçersiz sayılır.
TÜRKİYE’DE SENDİKALAR
35 üye sendikası ile TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
17 üye sendikası ile DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
11 üye sendikası ile HAK-İŞ (Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
22 üye sendikası ile TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu)
Bugün Türkiye’de memur sendikalarını temsil eden şu konfederasyonları sıralayabiliriz:
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu)
TÜRKİYE KAMU-SEN (Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu)
MEMUR-SEN (Memur Sendikaları Konfederasyonu)
BASK (Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu)
BAĞIMSIZLAR BİRLEŞİK KAMU-İŞ (Birleşik Kamu İşgörenleri Sendikaları Konfederasyonu)
HAK-SEN (Kamu Çalışanları Hak Sendikaları Konfederasyonu)
DESK (Demokratik Sendikalar Konfederasyonu)
UNITE=7
DEMOKRASİ=İnsanın, sırf insan olması nedeniyle kimi haklara sahip olduğunu, devlete ve feodal bir
yapıda insanın insanı sömürmesi esasına dayalı bir düzenden yararlananlara kabul ettirilebilmesi
kolay olmamıştır. Bu dönem büyük uğraşlar ve savaşlarla geçmiştir. Düşünsel alanda gelişen ve
oluşan "İnsan Hakkı”nın, ulusal ve uluslararası düzeyde korunması ve yaşatılması için kullanılan ilk
araç anayasal belgeler ve anayasalar olmuştur. Daha sonra Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler
(BM) örgütleri tarafından kabul edilen uluslararası bildiriler ve sözleşmeler insan haklarının
uluslararası alanda korunmasında etkili rol oynamışlardır.BM, kuruluşundan bugüne değin insan
haklarının korunmasını, en önemli amaçları arasında kabul etmiştir. Genel Kurul'un 1948'de kabul
ettiği İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi, daha sonra kabul edilen insan haklarıyla ilgili bildirilere ve sözleşmelere
temel oluşturmuştur.Yerel yönetimler, demokrasi adına insanın özgürleştirilmesinde ve insanların
demokratik eğilimlerinin kuvvetlendirilebilmesinde birincil kuruluşlar olarak değerlendirilebilir.
Buna bağlı olarak da demokrasinin başlıca ögelerinden olan, ancak yerel ölçekte de biraz daha
farklı şekillerde değerlendirilen; yurttaş katılımı, çoğunluk ilkesi, liderlerin danışmaya önem
atfetmeleri ve seçmene karşı hesap verme ihtiyacı duymaları gibi olgular, demokrasi ve yerel
yönetim arasındaki ilişkiyi gösteren en önemli argümanlar olarak sıralanabilir.
Demokrasi; nihai siyasi gücün halk çoğunluğunda bulunduğu, ulusun bir topluluk olarak egemen
olduğu, halkın doğrudan veya seçilmiş temsilcileri aracılığıyla hükûmet çalışmalarını denetlediği bir
sistem ve bir devlet örgütlenme tarzı olarak kabul görmektedir Güçler ayrılığını, bireysel hakların
güvence altına alınmasını ve özel yaşamın korunmasını sağlar.Sivil toplum ve demokrasi,
birbirlerinin olmazsa olmaz ön koşullarıdır.
**Güçlü bir sivil toplum , demokrasinin şekillenmesini birçok yönden etkiler. Bu etkilerin neler
olduğuna bakacak olursak;
**Sivil toplum, devlet iktidarını sınırlayan siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki temellerin kaynağını
oluşturur.
**Sivil toplum içindeki farklılaşmalar, devletin azınlık bir grup tarafından ele geçirilmesini önler.
**Canlı bir sivil toplumsal yaşam, siyasal partilerin uyarıcı nitelikteki siyasal katılım çabalarını
destekler.
**Sivil toplum, devlete istikrar sağlar. Yurttaşlar, sivil toplum sayesinde daha iyi olanaklara kavuşur
ve toplumun refahı artar.
**Sivil toplum aracılığıyla yeni siyasal liderler yetiştirilmesi sağlanır.
**Sivil toplumun demokrasinin gelişmesine en büyük katkısı, vatandaşların moral eğitimini
üstlenmesidir. Daha açık bir ifadeyle, sivil toplum bireyler arasındaki etkileşimi kamu yararına
uygun hâle getirmek için gerekli vatandaşlık erdeminin kazanıldığı alandır.
**Sivil toplum, demokratik kültürün unsurları olan; hoşgörü, ılımlılık, uzlaşma istekliliği, karşıt
görüşlere saygı gibi değerlerin toplumun her katmanına yayılmasına aracılık eder.
**Demokratik ülkelerde sivil toplum kuruluşları, iki işlevi yerine getirir. Bunlardan ilki,
demokrasinin ön şartı ve güvencesi olan demokratik bir siyasal kültürün yerleşmesine katkıda
bulunmaları; ikincisi ise, bu tür kuruluşların demokrasinin önemli mekanizmalarından biri olan
katılımın gerçekleştirilmesini sağlamalarıdır. Demokrasi ve sivil toplum kuruluşları, birbirlerinin
göstergeleri durumundadır.
**Sivil toplum kuruluşlarının demokrasinin kurumsallaşmasında oynadığı roller şu şekilde
özetlenebilir:
&-Vatandaşlar arasında demokratik değerlerin savunulmasına yardımcı olurlar.
&-Temsil edilmeyen grupların güçlendirilmesi için çaba sarf ederler.
&-Katılımcı demokrasinin sağlanması için uğraş gösterirler.
&-Sivil toplum kuruluşları, hükûmet ve vatandaşlar arasında arabuluculuk yaparlar. Bunun sonucu
olarak sivil toplum kuruluşları farklı ilgi ve isteklere sahip aktörler arasında köprü kurarak ‘kamusal
alan’ların oluşmasına yardımcı olurlar.
&-Sivil toplum kuruluşları, kurum içi yapıları ve karar alma mekanizmalarının yarattığı örnekler
sayesinde bir demokrasi kültürünün oluşmasını sağlarlar.
İnsan Haklarının sınıflandırılması sırasında yapılan ayrımların en önemlileri şunlardır:
A. Klasik insan hakları - İsteme hakları
B. Bireysel haklar - Kolektif haklar
C. İnsan hakları - Yurttaş hakları
D. Koruyucu haklar - İsteme hakları - Katılma hakları
E. Şekli haklar - Gerçek haklar
F. Kişisel haklar - Siyasal haklar - Ekonomik haklar - Kültürel Haklar - Ödevler
G. Birinci kuşak haklar - İkinci kuşak haklar - Üçüncü kuşak haklar
Birinci Kuşak Haklar (Klasik Haklar):Klasik haklar olarak da adlandırılan birinci kuşak haklar, 17. ve
18. Yüzyıl düşünürlerince dile getirilmiş; Amerikan ve Fransız devrimleri ile büyük ölçüde
uygulamaya geçirilmiştir. Klasik hakların arkasında, o dönemde ticaret yoluyla zenginleşen yeni bir
sınıf olan burjuvazi vardır.Birinci kuşak hakların özelliği, negatif statü hakları (koruyucu haklar)
olmasıdır.
**Devleti sınırlandıran bu haklar, kişiye devletin, toplumun ve üçüncü kişilerin dokunamayacağı
özel, bağımsız bir eylem alanı sağlar. Devlet, kişinin bu özel alanına giremez. Kişi bu alanda
dilediğini yapar. Özgürlüğün içeriği, onu kullanan kişinin isteğine göre belirlenir.
Birinci kuşak haklar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3-21. Maddeleri arasında başlıca şöyle
sıralanmıştır:
• Yaşama ve özgürlük hakkı
• Kölelik yasağı
• İşkence yasağı
• Kişi olarak tanınma hakkı
• Hukuk önünde eşitlik hakkı
• Etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı
• Keyfi tutma yasağı
• Adil yargılanma hakkı • Mahremiyet hakkı
• Seyahat özgürlüğü
• Sığınma hakkı
• Vatandaşlık hakkı
• Evlenme ve ailenin korunması hakkı
• Mülkiyet hakkı
• Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
• İfade özgürlüğü
• Toplanma ve örgütlenme hakkı
• Katılma hakkı
İkinci Kuşak Haklar (Sosyal Haklar):İnsan hakları anlayışı “bireyci” ve “bireysel” olduğu için, bu ilk
aşamada toplu haklar tanınmadı, hatta yasaklandı. Tüm insanların doğuştan özgür ve eşit olduğu
savlarına karşın, somut olarak kimi kesimler dışlandı.siyasal haklar yalnızca varlıklı, aktif yurttaşlara
tanındı. Yoksul, pasif yurttaşlar ise, soyut olarak özgür ve eşitti. Gerçekte özgür ve eşit olan
burjuvalardı.Doğuşunun temelinde, sanayi devrimi, bu ekonomik ve sosyal dönüşümün yarattığı ve
derinleştirdiği sosyal sınıflar arasındaki sosyal eşitsizlikler ve işçi sınıfının bu eşitsizliklere gösterdiği
tepki ve eylemleri vardır.Liberal, bireyci öğreti ile Marksist öğretiyi uzlaştırmaya çalışan Evrensel
Bildirge sosyal hakların uluslararası düzeyde tanındığı ilk belge niteliğindedir.
İkinci kuşak haklar, başlıca şöyle sıralanabilir ;
• Sosyal güvenlik hakkı
• Dinlenme hakkı
• Eğitim hakkı
• Çalışma, adil gelir ve sendika kurma hakkı
• Kültürel yaşama katılma hakkı
• Sağlık, beslenme ve konut hakkı
• Grev ve toplu sözleşme hakkı
Üçüncü Kuşak Haklar (Dayanışma Hakları):Dayanışma hakları da denilen üçüncü kuşak haklar, belli
bir topluluk halinde yaşam anlayışını yansıtır.Bu haklar, insancıl bir toplum yaşamı düşüncesinin
anlatımıdır.Dayanışma haklarını doğuran nedenlerin başında, bilimsel ve teknik ilerlemenin
yarattığı sorunlar gelmektedir. Çevre kirliliğinin korkunç boyutlara ulaşması, nükleer silahların tüm
insanlığı yok edebilecek bir savaş tehlikesine yol açması, ülkeler ya da bölgeler arasında çok büyük
gelişme farklarının bulunması ilk akla gelen ciddi sorunlardır.
Üçüncü kuşak haklar başlıca şöyle sıralanabilir:
• Barış hakkı
• Çevre hakkı
• Gelişme hakkı
• Halkların kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkı
• Herkesin insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı
İNSAN HAKLARININ HUKUKSAL ALANDA GELİŞİMİ
İnsan hakları, yazılı belgelerde de düşünsel alana koşut bir gelişim göstermiştir.Anayasal belgeler,
bildiriler, uluslararası sözleşmeler, ulusal ve ulusal üstü kuruluşlar (organlar) ve yargı birimleri insan
hakları oluşumunun hukuksal ve etik temelini oluşturmuştur.
Anayasal Belgeler ve Bildiriler
İnsan hakları; 1215 tarihli Büyük Özgürlük Fermanı (Magna Carta Libertatum)'da, XVII. yüzyılda
İngiltere’de Haklar Dilekçesi (1628), kişinin hâkim kararı olmaksızın tutuklanmasını yasaklayan
Habeas Corpus Act (1679) ve 1689 tarihli Haklar Bildirisi'nde (Bill Of Rights); Virginia Haklar Bildirisi
(1776), Amerikan Bağımsızlık Bildirisi (1976) ile Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer
aldı.
NOT=Osmanlı'da Gülhane Hatt-ı Hümayu’nu (1839), Islahat Fermanı bu tür belgelerdendir.
A-Anayasalar:İlk anayasalar aynı amaçla ortaya çıkmıştır. 1787 tarihli Amerikan Anayasası;
1791 (1789 Bildirisi’ni anayasallaştırmıştır.), 1793 ve 1795 tarihli ilk Fransız Anayasaları; 1791
Polonya ve XIX. Yüzyıl Anayasaları (1831 Belçika, 1848 Fransız,1848 Almanya, 1848 İtalya, 1851
Prusya Anayasaları) ve daha sonraki anayasalar bu kapsam içindedir. İlk anayasalar büyük oranda
doğal hukuk ve liberal hukuk öğretilerinden esinlenmişlerdir. Ancak, XIX. Yüzyıl yarısında
hissedilmeye başlanan işçi sınıfının ağırlığı anayasaları da etkilemeye başlamıştı. 1848 Fransız
Anayasası,ilk kez, sosyal haklara da yer veriyordu. Bu anayasada, aileye, çalışmaya, mülkiyet
hakkına ve kamu düzenine dayalı bir toplumda, özgürlük, kardeşlik ve eşitlik yanında, çalışma
hakkı, aile hakkı, özürlülerin, yaşlıların korunması vb. gibi bir dizi ekonomik ve sosyal hak yer
almaktaydı. Bu anayasanın bir başka özelliği, ilk kez işçi sınıfının ayak seslerinin duyulmasıdır.
B-Evrensel Sözleşmeler:Milletler Cemiyeti l. Dünya Savaşı’nı takiben 1919 Paris Barış
Konferansı'nda kabul edilen ve Savaşı sona erdiren Versailles Barış Antlaşmasında yer alan
Milletler Cemiyeti Misakı 1920'de yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Cemiyete üye devlet sıfatıyla 1932
yılında katılmıştır. Milletler Cemiyeti, insan hakları alanında önemli bir karar almamış olmasına
karşın üye devletlerin bu yoldaki çalışmalarını desteklemiş ve daha sonraki bu yolda yapılacak
çalışmalara esin kaynağı olmuştur.
**1919 Paris Barış Konferansı ile Milletler Cemiyeti'ne bağlı bir örgüt olarak kurulan Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO), işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili alanda (iş saatleri, izin hakkı,sağlıklı
ortamda çalışma hakkı, iş koşulları, iş gücü eğitimi ve kullanımı gibi konularda) önemli çalışmalar
yapmaktadır. Bu kuruluş, Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla 1946'da, bu örgüt bünyesinde yer aldı.
Uluslararası Çalışma Örgütü 1948 yılında, tüm çalışanlar ve işverenler açısından sendikalar kurma
hakkını tanıyan "Sendika Özgürlüğü ve Sendika Hakkının Korunmasına ilişkin 87 Nolu Sözleşme"yi
kabul etti. Bu Sözleşme, sendika kurma hakkı yanında, ayrıca, sendika kurmayla ilgili olarak "ayrım
gözetmeme", "önceden izin almama" ve "sendika kurma ve üye olma serbestisi" ilkelerini getirdi
ve düzenledi.
İnsan haklarının tanınması ve korunması uzun mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. Eğer
insan hakları korunmazsa şu olumsuz durumlar ortaya çıkar:
• Toplumda huzur ve güven kalmaz.
• Kimse başkalarının haklarına saygı göstermez.
• İnsanların devlete olan güvenleri zayıflar.
• Güçlü olanlar güçsüzleri ezerek, daha güçlü duruma gelirler.
• Toplumdaki insanlar arasında eşitlik söz konusu olmaz.
• Demokrasi, yerini baskıcı yönetime bırakır.
• Toplum başka bir devletin egemenliğine girebilir.
İnsan haklarının korunması, her zaman olumlu sonuçlara yol açar. Bu sonuçlar şöyle belirlenebilir:
a) Toplum huzur ve güven içinde olur. Adalet sağlanır.
b) Bireyler yeteneklerini geliştirebilir.
c) Demokratik siyasi yaşam gelişir.
d) İnsanların gelecek kaygısı azalır.
e) İnsanlar vatandaş olma bilincine sahip olurlar.
f) Herkes yasalara uyar.
g) Vatandaşlar birlik ve bütünlük içinde yaşarlar.
h) İnsanlar diğer ülkelerdeki insanların haklarının korunması içinde çaba gösterir, sonuçta yurtta ve
dünyada barış sağlanır.
i) Sivil toplum örgütleri rahat çalışacakları için seslerini duyurarak kamuoyu oluşturur.
j) İnsanlar arasında dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce ve mezhep ayrımı yapılmaz.
İnsan haklarını korumakla yükümlü devlet organları:
1-Anayasa Mahkemesi 2-Danıştay
3-Sivil toplum örgütleri
4-Yargı organları
**Toplum ve medya dahi, çoğunlukla konuya milliyetçi açıdan yaklaşır; insan haklarının korunması
yönündeki çalışmalar ülkenin yurt dışına jurnal edilmesi biçiminde algılanır; çalışmayı yapan "sözde
insan hakları savunucusu" suçlaması ile karşılaşır.
**Gerçekte savunulan, her insanın, sırf insan olmasından dolayı sahip olması gereken haklardır,
savunulan, insanlık onuru ve insanlığa duyulan saygıdır;savunulan öncelikle devlet karşısında zayıf
durumdaki bireyin hakkıdır.
**Sivil toplum kuruluşları insan hakları ihlallerini denetlemek, saptamak, ulusal ve uluslararası
düzeyde kamuoyunu bilgilendirmek, insan hakları ihlal edilen kişilerin ulusal ve uluslararası
organlara başvurusunda yardımcı olmak konularında etkili işlev yüklenebilirler.
ÜNİTE 8=SİVİL TOPLUM VE DEVLET
DEVLET:Devlet, belli bir toprak ve toplum üzerindeki etkin otorite ve bir yönetim biçimidir. Devlet
kavramının geçirdiği dönüşüm gibi, sivil toplum da ilkel toplumda kabile, Greko-Latin uygarlığında
site, feodal toplumda senyörlük,modern devlette ise ulus ismini almıştır.
Modern Devlet ve Sivil Toplum:Modern devlet çok eskilere uzanır ve mutlakıyetle birlikte
başlamıştır. mutlakıyetin "modern devletin başlıca cisimleşmesi" olduğu ve birçok ortak yönleriyle
modern devlete iyi bir geçiş biçimini ifade ettiği kabul edilir.
***Mutlakıyet, tek bir kişinin veya bir zümrenin yönetimine dayalı yönetim şekilleri için yapılan
genel tanımlamadır. Monarşi ve oligarşiyi kapsar. Mutlakıyet bugün hâlen birçok ülkede
uygulanmaktadır. Tarihte, mutlakıyete dayalı devlet yönetimlerine örnek olarak tarihte Roma
İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu verilebilir.
***Mutlakıyete dayalı modern devlet yönetimi sisteminin yapısal özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
(1) Sürekli bir ordu,
(2) Merkezî bir bürokrasi,
(3) Sistematik ve devletin tüm alanında yaygın bir vergilendirme rejimi
(4) Yurt dışında sürekli elçiliklerin de bulunduğu resmi diplomatik hizmet
(5) Ticari ve ekonomik gelişmeyi, teşvik edecek devlet politikaları başka bir deyişle “merkantilizm”
**Devlet, bir "aygıt" ya da "mekanizma" hâlini alıp, kendisini toplumdan soyutladığında, devletsivil toplum gibi bir ayrılıktan söz edilebilmek mümkün hâle gelmektedir. Devlet toplumdan
uzaklaşarak "özellikle siyasal işlevlerin ve görevlilerin" toplandığı farklı bir düzene çıkmakla
kalmamış, aynı zamanda faaliyetleriyle tüm toplumu etkileyecek güce de sahip kılınmıştır. Aslında
bu iki durum, günümüze kadar ulaşan devlet-sivil toplum ayrımının esas belirleyicisidir.Bu ayrımın
üçüncü bir boyutunu da mutlak yönetimlerin ekonomi politikasınıoluşturan "merkantilizm"
oluşturur.
**17. yüzyılla birlikte mal dolaşımıyla kendisini gösteren dönem finans ve ticaret kapitalizmi
dönüşüme uğrayarak dış ticaret pazarının açılması ve genişlemesi süreci (yeni sömürgecilik) ile
yavaş yavaş içeride gelişen sanayi sermayesinin hizmetine girmeye başlamıştır. İthal edilen ham
maddenin mamul ve yarı-mamul ürün ile değiş tokuşu, eski üretim tarzının kapitalist üretim
sürecine dönüştüğü bir sürece işaret etmiştir. Bundan böyle artık dış ticaret kendiliğinden değil,
ancak devlet içindeki "halkın iş gücünü harekete geçirdiği" ölçüde zenginliğin kaynağı olarak kabul
edilmiştir.
**Devletin aldığı önlemler, giderek kapitalist üretim tarzının yerleşmesi hedefine yönelik işlemiştir.
Mesleki ayrıcalıkların yerini hükümdarlığın işyerlerini kapitalist üretime geçirme veya yeni üretim
tesisleri açma yükümlülüğü de getirerek tanıdığı ayrıcalıklar almıştır. Artık üretim süreci
ayrıntılarına varıncayadeğin kurallara tabi tutulmaya başlamıştır (Habermas, 1988).
**Merkantilizmle, halkın iş gücünü harekete geçirme gerekliliği çok farklı bir toplumsal dönüşümü
de beraberinde getirmiştir. O zamana dek ev ekonomisinin çerçevesi ile sınırlandırılmış olan
faaliyetler, Evden kamuya çıkmıştır.Özelleşmiş iktisadi faaliyet, kamusal düzenleme ve gözetim
altına sokulur. Bütün bunların gerçekleştiği iktisadi koşullarda sermaye sahibi girişimciler, ev
ekonomisinin sınırları dışına taşarak ilk kez "genel çıkar”ın konusu hâline gelmiştir. Sonuçta
kamunun özel alanla modern ilişkisi güçlenmiş ve sivil toplumun önemi ortaya çıkmıştır.
SİVİL TOPLUM – SİYASAL TOPLUM
sivil toplumun temelinde öncelikle devlet kavramı vardır. Devletin olduğu yerde hem onunla
birlikte hem de ona alternatif hizmetler sunan sivil toplumun varlığından söz edilir. Bu noktada
devletolgusuna daha ayrıntılı bakmamızda yarar vardır.
Devletin ortaya çıkmasının ve gelişmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
-Bireylerle toplumsal kümeler arasındaki çıkar çatışmalarını düzenleyebilenve “genel çıkar”ı temsil
eden bir üst otorite ihtiyacı vardır.
-Bir sınıfın diğer sınıfları bağımlı hâle getirerek egemenliğini kurması yoluyla gerçekleşen iç
farklılaşma sonucunda, bir egemenlik aracı olarak devlet ortaya çıkmıştır.
Devlet-sivil toplum ayrımı çerçevesinde,sivil toplum kavramının üç farklı bağlamda kullanıldığını
belirtilr
İlki, doğal hukuk geleneğindeki doğa hâli karşıtlığına dayalı, sivil toplum ile siyasal toplum ya da
devlet özdeşliği,İkincisi, devlet karşıtlığı bağlamı, diğer ifadeyle, sivil toplum-devlet dikotomisi,
Üçüncüsü ise, devlet sonrası bağlam, yani siyasal iktidarın çözülmesinden kaynaklanacak devletsiz
ideal bir toplum olarak sivil toplumdur.
**Günümüzde ise sivil toplum, devlet müdahalesi dışında kalmış ve bireylerin kendilerini
yönlendirebildikleri bir alan olarak ifade edilmektedir.
**Sivil toplum devletin dışında bir alanda kendisini ifade etmekte ve devletin zıddı bir konumda
yer almaktadır. Sivil toplumun amacı devletin kültürel, ekonomik ve siyasal anlamda kapsamının
daraltılmasıdır. Buna rağmen amaç devletin varlığının tamamen ortadan kaldırılması değildir.
Çünkü devlet, hem sivil toplumu kendi bünyesinde toplar hem de toplum içinde bir alan işgal eder.
Ayrıca devlet, içinde hareket edilecek alanın çerçevesini belirler ve grup örgütlenmesine ait
kurallarını düzenler. Bununla birlikte siyasi toplumun, sivil toplum ve devlet arasındaki aracırolü ne
kadar kaçınılmazsa, siyasi toplumun sivil toplum ile olan ilişkisinin de okadar kaçınılmaz olduğu
söylenebilir.
ETKİLİ SİVİL TOPLUM İÇİN DEVLETİN NİTELİKLERİ
Bir toplumda sivil toplumun etkin roller üstlenebilmesi için devletin bazı temel özelliklere sahip
olması gerekmektedir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
&-Devlet, sosyal olmalıdır.
&-Devlet, sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır.
&-Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı, bir kısım güç ve yetkiler yerel
yönetimlere devredilmelidir.
&-Devlet, halk egemenliğine dayalı bir kurum olmalıdır.
&-Devlet, özel teşebbüslere daha iyi ve etkin bir şekilde sunabilecekleri hizmet üretmelidir.
&-Devlet, evrensel kurumlara sahip bir kurum olmalıdır.
&-Devlet, katılıma dayalı bir kurum olmalıdır.
**Sivil toplum, devletin içinde doğmuştur ve ancak etkin bir devletin olduğu yerde
gelişebilmektedir. Kamu sektörü ve özel sektörden sonra üçüncü birsektör olarak sivil toplum
kuruluşları da sayılabilir. Ayrıca sivil toplum kuruluşları,devlet-aile-özel sektör arasında dengeleyici
bir unsurdur ve bir aracı rolü görür.
Devlet–sivil toplum ilişkisinin üç türde şekillendiği söyleyebiliriz: Bunlardan birincisi “yardımcı”,
ikincisi “tamamlayıcı”, üçüncüsü ise “sınırlı müdahaleci” ilişkidir.
Birinci tür olan yardımcı ilişkide, devlet tarafından yerine getirilmeyenhizmetler sivil toplum
tarafından gerçekleştirilir.
İkinci devlet–sivil toplum ilişkisi türü olan tamamlayıcı ilişkide, sivil toplum örgütleri hizmet
üretiminde devletin paydaşıdır ve genel olarak görevi, büyük ölçüde devlet tarafından finanse
edilen hizmetlerin dağıtımının yerine getirilmesine yardımcı olmaktır.
Üçüncü tür olan sınırlı müdahaleci ilişkide ise, sivil toplum örgütleri hizmet üretimi ve kamu
sorumluluğunun yerine getirilmesi amacıyla devleti sürekli teşvik etmektedir.
**Refah devletinin sorgulandığı ve devletin sosyal yükümlülüklerinin azaltılmaya çalışıldığı içinde
bulunduğumuz bu dönemde STK’lar, sosyal politika sağlayıcısı olarak devletin yanında yeni
“tamamlayıcı” paydaş olarak dikkat çekmeye başlamıştır.
**STK’ların kamu sektörü ve özel sektörün yanında üçüncü bir sektör olarak yer alması durumu son
30 yıldır en fazla ABD’de görülmektedir. Bunun sebebi STK’ların bürokrasiden uzak, esnek bir
yapıya sahip olmaları, buna bağlı olarak da kamu sektörüne oranla yüksek verimlilikte
çalışmalarıdır.
**ABD’de uygulanan sosyal politikalara bakıldığında 60’lı yılların sonundan itibaren başta istihdam,
meslek edindirme, sağlık ve rehabilitasyon gibi alanlarda özelleştirme yapıldığı görülmektedir.
**Merkezî yönetim tarafından üretilen bu politika yerel yönetimlerce uygulanmaya başlanmış ve
her yıl yerel yönetimlerin sosyal harcamalarının belirli bir kısmı ile STK’lardan sosyal hizmetler satın
alınmakta veya STK’lara maddi destek verilmektedir. Başka bir deyişle sosyal yardım ve hizmetlerin
birçoğunu yerel yönetimler, yerel STK’lar aracılığıyla, bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda
yapmaktadır. Ne var ki Türkiye’de sosyal hizmetlerin tamamı merkezî ve yerel yönetimlerin elinde
toplanmıştır.Türkiye’de ise STK’ların toplum içindeki ve devletin karşısındaki rolü, ABD modelinden
ziyade Avrupa’daki “daha az müdahaleci” modeline daha yakındır.
KAMUSAL ALAN
Kamusal alan,sokaktır, caddedir ve vatandaşların ortak yaşam ve görüş alanıdır. Sivil toplum da
kamusal alandaki etkinlikleriyle var olmaktadır.Kamusal alanın olduğu yerde kuşkusuz bir de özel
alanın varlığından söz etmemiz gerekecektir.
Kamusal alan – özel alan ilişkisi, devlet-sivil toplum ayrımını belirlemede anahtar
sayılmaktadır.Eğer somut ve güncel bir ayrım gerekirse, bir tarafa ekonomik, öznel ve kamusal
alanı yani sivil toplumu, diğer tarafa ise siyasal alanı (devleti) koymak olanaklıdır.
Sivil Toplum ve Sivil İtaatsizlik:Sivil itaatsizlik yasaların ya da hükûmet politikalarının
değiştirilmesini amaçlayan ve kamuya açık bir tarzda gerçekleştirilen, şiddetsiz, vicdani ve aynı
zamanda siyasi nitelikli, yasaya aykırı bir eylemler setidir. Sivil itaatsizlik genel olarak hukuk
düzenine karşı değil, hukuk düzeni içerisinde var olan ya da ortaya çıkabilecek haksızlıklara ve
hukuk düzeninin bozulması tehlikesine karşı bir araç olarak kabul edilebilir. Sivil itaatsizlik devlet
gücünün,üçüncü kişilerce de açıkça görülebilir ve anlaşılabilir derecede, haksızlık olarak kabul
edilen bir eylemine karşı, kaba güç kullanılmadan ve kamuya açık olarakgerçekleştirilen bir
protesto eylemidir.
Bir eylemin sivil itaatsizlik sayılabilmesi için:
Yasadışı olması; sivil itaatsizlik, haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yollar denendikten sonra
girişilen yasadışı bir eylemdir.
Aleni olması; sivil itaatsizlik yasadışı olmasına rağmen açık ve aleni bir eylemdir.
Hesaplanabilir olması; eylemin seyri ve sonuçlarının eylemin başında söylenenlere uygun olması,
Politik ve hukuki sorumluluğun üstlenilmesi,Şiddetin reddedilmesi,Sivil itaatsizliğin, ortak adalet
anlayışına, kamu vicdanına yönelik bir çağrıolması,Sivil itaatsizlik eyleminin, sistemin geneline
değil, tekil haksızlıklara karşıortak bir eylem olması,Son olarak sivil itaatsizlikte, haksızlıklara karşı
çifte standartkullanılmaması gerekir.
**Demokratik hukuk devletlerinde, oturma, işgal, genel greve çağrı, imza toplama, siyasi grev,
boykot, bildiri dağıtma gibi sivil itaatsizlik eylemleri görülür.
**Sivil itaatsizliğin öncülerinden biri, devlete ve yasaya karşı itaatkâr bir yurttaş olan Sokrates’tir.
**Sivil itaatsizliğin bir diğer öncüsü ise, “insanı haksız yere hapse atan bir yönetim altında dürüst
bir insanın asıl yeri cezaevidir” diyen David Thoroeau’dur.
**Sivil itaatsizliğin son öncülerinden biri, ırk ayrımcılığına uğrayan yerli toplulukların haklarını
savunan Mahatma Gandi’dir.
**Sivil direnişin önderi sayılan Gandi’nin bir ölçüde dünyada sivil toplumunun, insan haklarının ve
demokrasinin gelişmesi için öncülük ettiği söylenebilir.
ÜNİTE 9=ULUSLAR ARASI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
TANIM VE KAPSAM
Uluslararası sivil toplum kuruluşu (USTK), devletlerarası antlaşma ile kurulmayan, devletten
bağımsız hareket edebilme yetisine sahip, kâr amacı gütmeyen, en az iki ülkede faaliyet gösteren,
belirli bir misyonu olan ve bu misyonu gerçekleştirmek için bir kurumsal yapı altında toplanmış, kişi
ve/veya kişi gruplarından oluşan yapılanmadır.
Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının ortak özelliklerini şöyle ifade edebiliriz:
Kurucu Antlaşma: Hükûmetler arası örgütler, uluslararası hukukun çizdiği çerçeve içinde, devletler
arasında imzalanan antlaşmalarla kurulurken uluslararası sivil toplum kuruluşu bir devletin iç
hukukuna tabi kişiler, kişi grupları ya da birlikler tarafından kurulurlar. Devletler arası bir antlaşma
ile kurulan bir örgüt kesinlikle bir uluslararası sivil toplum kuruluşu olarak nitelendirilemez.
Uluslararası örgütlerle uluslararası sivil toplum kuruluşları arasındaki temel fark budur.
**Devletlerle ilişkilerini üst düzeyde tutan uluslararası sivil toplum kuruluşlarına “Melez
uluslararası sivil toplum kuruluşları” (Hybrid INGOs) denilmektedir
Kurumsal Yapı: Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının bir merkezinin ve demokratik usullerle
seçilmiş bir başkan ya da yürütme biriminin, diğer ifadeyle temel bir örgütsel yapısının olması
gereklidir
Yasallık, Amaç ve Faaliyetlerde Uygunluk: Uluslararası sivil toplum kuruluşları uluslararası iş
birliğini ve dünya barışı ile ilgili politikaları ve çabaları desteklemektedir. Uluslararası sivil toplum
kuruluşlarının amaçları ve faaliyetleri,BM Antlaşması’nda belirtilen prensiplere, diğer uluslararası
kuruluşların ve uluslararası hukukun genel ilkelerine aykırı olmamalıdır.gerilla grupları, uluslararası
mafya ve suç örgütleri, ulusal kurtuluş hareketleri, hem yasa dışı, hem de şiddete başvurmaları gibi
sebeplerden ötürü bir uluslararası sivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilmemektedir.
Kâr Amacı Gütmeme: Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin ve politikalarının kâr
amaçlı olmaması temel koşullardan biridir. Uluslararası sivil toplum kuruluşları hedeflerini yerine
getirirken ve politikalarını uygulamaya koyarken üyelerinin yaptığı bağışlar sayesinde gerekli
finansal desteği sağlar.
Devletlerin İç İşlerine Karışmama İlkesi: Uluslararası sivil toplum kuruluşları belirli amaçları yerine
getirmek için kurulmuş ve hükûmetlerden bağımsız olarak faaliyette bulunan kuruluşlardır. Ancak
bu kuruluşların temel hedefi faaliyette bulunduğu konu, coğrafya ve sorunlar üzerinde mümkün
olan en iyi duruma erişebilmektir.
Üyelik ve Faaliyet: Bir hükûmet dışı kuruluşun, uluslararası sivil toplum kuruluşları olarak
değerlendirilebilmesi için en az birden fazla farklı ülkeleri kapsayan üyeleri, fon kaynakları ve
faaliyetleri olmalıdır.
TEMEL İŞLEVLERİ
Sivil Toplum Kuruluşlarının gerek ulusal gerekse uluslararası düzlemde üstlendikleri işlevleri genel
olarak üçe ayırabiliriz:
1. Kamuoyu oluşturma
2. Çoğulcu toplum yapısının oluşturulması:uluslararası sivil toplum kuruluşları aynı amacı
gerçekleştirmeye yönelik farklı çözüm yollarını savunan bireyleri bir araya getirmeleri nedeniyle
toplumsal dokularda çoğulculuk kültürünün yerleşmesine katkıda bulunmaktadırlar.
3. Koruyucu tampon oluşturma: Uluslararası sivil toplum kuruluşları gerek devletin gerçekleştirdiği
uygulamalara gerekse serbest pazar ekonomisinin dayattığı bazı mekanizmalara karşı koruyucu
tampon işlevini görmektedirler.Devletin uygulamalarına karşı tampon olma işlevi iki kanaldan
yürümektedir.
FAALİYETLERİ
Sivil toplum kuruluşları, dernek, vakıf vb. görünümlerle günlük hayatımızın her alanda karşımıza
çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarını devletlerden ve resmî organizasyonlardan ayıran en önemli
özellik; esnek bir yapıya sahip olmaları gündemlerini kendilerinin belirlemeleri, uzman ve popüler
kişileri bünyelerinde barındırmalarıdır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları devletlerin resmî
kanaldan yapamadıklarını bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkarmaktadır.
Uluslararası sivil toplum kuruluşları kavramı genelde;İnsani yardım (Sınır Tanımayan Doktorlar),
Sosyo-ekonomik kalkınmaya katkıda bulunma (OXFAM – Oxford Açlıkla Savaş Komitesi),
İnsan hakları (Uluslararası Af Örgütü),Çevre (Greenpeace) konularını içerdiğini belirtebiliriz.
**İnsani Yardım Sağlanmasındaki Rolleri:İnsani yardım kapsamındaki sivil toplum kuruluşlarına;
kiliselerden eğitim, sağlık kurumlarına kadar çok geniş bir yelpazeye sahip sivil toplum kuruluşları
girmektedir.
sivil toplum kuruluşlarının yardımları ulaştırma yolları:Doğrudan yiyecek, giyecek, ilaç gibi insani
yardım malzemeleri sağlama,Eğitim, araştırma, nüfus kontrolü sağlamagibi yardımlarda bulunarak
gerçekleştirilmektedir
İnsan Hakları Korunmasındaki Rolleri:Sivil toplum kuruluşlarının da büyük çabalarıyla kabul
edilen 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, sivil ve politik haklar,işkenceyi önleme,
ekonomik, sosyal ve eğitim hakkı, sosyal güvenlik, eşit işe eşit ücret gibi çeşitli haklar sivil toplum
kuruluşları sayesinde kabul görmüştür.
**İnsan hakları alnında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının birinci görevlerinin
hükûmetlerin insan hakları ihlallerini önlemek için denetleme yapmakta ve BM’ye rapor
sunmaktadırlar. Ayrıca bu sivil toplum kuruluşları herhangi bir uluslararası antlaşmalarla
belirlenmemiş durumlarda insan hakları ile ilgili yeni normlar, standartlar oluşturmaktadır.
**Çevrenin Korunmasındaki Rolleri:1973 yılında yapılan “Yok olma tehlikesi içinde olan bitki ve
hayvan türlerinin uluslararası ticareti” ile ilgili konvansiyon çevreci sivil toplum kuruluşlarına
gözlemci statüsü vermiştir. Bununla beraber 1992’de Rio’da yapılan Dünya Zirvesi’nde de “Agenda
21” (Yerel Gündem 21) ile çevreyi korumak için sivil toplum kuruluşlarının konumları daha da
kuvvetlendirilmiştir. Aynı zamanda bu konferans sonunda Kızıl Haç benzeri çevre felaketleriyle
ilgilenen ve adı “Yeşil Haç” olan bir örgütün kurulması kararlaştırılmıştır.
Barışı ve Güvenliği Korumadaki Rolleri:Bu konudaki en büyük başarı kara mayınlarının
yasaklanması olmuştur.
Barışın Sağlanması:Çatışmaların önlenemediği durumlarda sivil toplum kuruluşları tarafları barış
masası etrafında toplamaya çalışmakta ve arabuluculuk rolleriyle barış için gerekli yardımları her
iki tarafa da yapabilmektedir.
**1991 yılında BM barış çalışmaları kısmında 600 sivil toplum örgütünün katıldığı ve barış
girişimleriyle ilgili tecrübelerin karşılıklı olarak aktarıldığı bir çalışma sonucunda BM Genel
Sekreteri bunlardan 400 Sivil Toplum Örgütüne “Barış Elçisi” unvanı vermiştir.
**Sivil toplum kuruluşlarının barışın sağlanmasında ve antlaşmaların imzalanmasında bahsedilen
avantajlarından başka sahip olduğu üstünlükler;
Barış masasındaki tarafların kültürlerini çok iyi tanıma özelliğine sahip olmak,
Barış masasındaki tarafların kültürlerini çok iyi tanıma özelliğine sahip olmak,
Taraflarla iyi iletişim kurabilmek
Tarafsız olmak (Taraflardan herhangi bir menfaat beklememeleri),
Uzun süre sabırla çaba göstermektir.
Barışı Koruma:Barışı koruma görevi genellikle kuvvet gerektirdiğinden BM Barış Gücü tarafından
yapılmaktadır. BM Barış Gücü’nün bulunduğu ortamlarda sivil toplum kuruluşları ile yoğun bir iş
birliği yapılmaktadır.
UYGULAMA YÖNTEMLERİ
Sivil toplum kuruluşlarının kamusal yarar gözeten amaçlarına ulaşmak için genelde kullandığı dört
yöntemden bahsedebiliriz:
&-Gündem oluşturma,
&-Sonuca yönelik pazarlık yapma,
&-Meşruiyet kazandırma,
&-Çözümleri uygulama.
&-Gündem Oluşturma
Bir konu hakkındaki sorunları ortaya koyarak karar vericileri etkilemek için dikkatlerini bu
sorunlara çekmeye, kısaca gündem oluşturmak denilmektedir. Sivil toplum kuruluşları özellikle
medyayı ve interneti kullanarak kamuoyu gündemi oluştururlar. Sivil toplum kuruluşlarının asıl
varlık sebeplerinden biri de gündemi belirleyerek halkı bu konuda bilinçlendirmektir.Geniş katılımlı
miting ve konferanslar resmî gündemi oluşturmak kullanılmaktadır.
Pazarlık Yapma:1979’da kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi, 1987’de ozonu delen maddelerin
yasaklanması ile ilgili Montreal Protokolü, 1989’da Çocuk Hakları Konvansiyonu, 1997’de kara
mayınlarının yasaklanması, 1998’de Uluslararası Suçlar Mahkemesinin kurulması ve çok taraflı
yatırım antlaşmalarının gizli olarak yapılmamasında olduğu gibi BM’nin imzaladığı antlaşmaların
şekillenmesinde etkili olmayı başarmışlardır.
Meşruiyet Kazandırma:Sivil toplum kuruluşları sadece uluslararası antlaşmaların kabul edilmesinde
deği,l aynı zamanda kabul edilen devletlerin ve uluslararası kuruluşların bu antlaşmalara uyup
uymadıklarını da denetleyebilmektedir.Sivil toplum kuruluşlarının devletleri ve uluslararası
kuruluşları denetlemesi aynı zamanda doğru uygulamalar yapan hükûmetlerin ve kuruluşların
icraatlarını da meşrulaştırmaktadır. Devletlerin ve devletler arası kuruluşların uyguladıkları
politikaların sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenmesi veya aleyhinde tavır alınması bunun
en iyi göstergesidir.
**Çözümleri Uygulama Sivil toplum kuruluşları tek bir konuya bağlı çalıştıkları için uzmanlaşır ve
güçlenirler. Bu bakımdan, çok çeşitli sorunlara cevap vermek, çare bulmak zorunda olan resmî
kuruluşlara ve devletlere karşı avantajlı durumdadırlar. Sivil toplum kuruluşlarının devletlere göre
sorunları çözmede bazı üstünlükleri şöyle sıralanmaktadır:
&-Amaçları sorunları çözmek olduğundan enerjilerini sadece bu noktaya yönlendirebilmeleri,
&-Halkın en alt tabakalarına kadar kolaylıkla ulaşabilmeleri,
&-Geniş kitlelere seslenebilmeleri ve bu nedenle yüksek motivasyonlu bir kitle desteğini arkalarına
alabilmeleri,
&-Halkın ihtiyaçlarına daha esnek ve pratik çözümler bulabilmeleri,
&-Yerel kurumlarla birlikte çalışabilmeleri,
&-Devlete göre daha etkin çalışabilmeleri,
&-Uzmanlık alanlarındaki sorunların çözümünde tecrübelerinin daha fazla olması,
&-Sorunların içinde bulunduklarından verimli çalışmanın yanında teorikten
çok uygulamalı olarak sorunlara yaklaşabilmeleri,
&-Bazı sorunlarda devletlerin üzerine eğilmeye çekindikleri projeleri çözebilmeleridir. (seks
işçilerinin, çingenelerin özel haklarıyla ilgilenmek gibi)
**Sivil toplum kuruluşları siyaset üstü bir konuma sahiptirler. Hangi siyasi görüşten olursa olsun,
bütün insanların ortak ilkelere sahip olduğu varsayımından yola çıkarlar.Sivil toplum kuruluşlarının,
partilerden ayrıldıkları bir başka nokta ise, iktidar olmayı hedeflememeleridir.
ÜNİTE 10=AVRUPA BİRLİĞİ VE SİVİL TOPLUM
AVRUPA BİRLİĞİ (AB)’NİN KURULUŞU
AB’nin Kısa Kuruluş Tarihçesi
•1951: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, altı kurucu üye tarafından kuruldu.
•1957: Roma Antlaşması ile bir ortak pazar kuruldu.
•1973: Topluluk, dokuz üye ülkeye çıktı ve ortak politikalar geliştirildi.
•1979: Avrupa Parlementosu'na ilk doğrudan seçimler yapıldı.
•1981: Akdeniz’i içine alan ilk genişleme gerçekleşti.
•1993: Tek Pazar sonuca ulaştı.
•1993: Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği kuruldu.
•1995: AB büyüyerek 15 üyeye çıktı.
•2002: Euro banknotları ve madeni paraları dolaşıma sunuldu.
AB’nin Kuruluş Nedenleri
•Sürdürülebilir bir refahı ve barışı tesis etmek
•Sovyet tehdidine karşı bir bütünleşme
•Dünyada üçüncü kutup haline gelmek
•Siyasi birlik kurmak
•Almanya-Fransa arasındaki sorunları kalıcı çözüme kavuşturmak
•Marshall Yardımlarının etkin bir biçimde dağıtımını sağlamak
•II. Dünya Savaşı sonrası yıkımı ortadan kaldırmak
AVRUPA BİRLİĞİNİN İŞLEYİŞİ
I. Karar Alma Üçgeni yasalar, genel AB politikalarının yanı sıra (ulusal hükûmetleri temsil eden)
Konsey, (vatandaşları temsil eden) Avrupa Parlamentosu ve (ortak Avrupa çıkarlarını gözeten, AB
hükûmetlerinden bağımsız organ) Avrupa Komisyonu’nun oluşturduğu kurumsal üçgen tarafından
alınan kararların sonucunda oluşturmaktadır.
**A. Avrupa Birliği Konseyi:Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyi olarak da bilinen Avrupa Birliği
Konseyi, AB’nin temel karar alma organıdır. AB üyesi devletler altı aylık dönemlerde Konsey
Başkanlığı’nı sırayla yürütürler. Her Konsey toplantısına her AB ülkesinden bir bakan katılır. Hangi
bakanın toplantıya katılacağı gündemdeki konulara bağlıdır; dış işleri, tarım,endüstri, ulaştırma,
çevre gibi. Konseyin, ‘ortak karar usulü’ içinde Avrupa Parlamentosu’yla paylaştığı yasama yetkisi
var. Buna ek olarak Konsey ve Parlamento, AB bütçesinin kabulünde de eşit sorumluluk taşırlar.
Konsey ayrıca Komisyon tarafından müzakere edilmiş uluslararası anlaşmaları da sonuca ulaştırır.
•Üye devletleri temsil eden Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, AB’nin ana karar alma organıdır.
Devlet Başkanı ya da Hükûmet düzeyinde toplandığı zaman, önemli konularda AB’ye politik güç
sağlama rolü olan Avrupa Birliği Konseyi olur.
•Halkı temsil eden Avrupa Parlamentosu, yasama ve bütçe erkini Avrupa Birliği Konseyi ile paylaşır.
•AB’nin ortak çıkarlarını temsil eden Avrupa Komisyonu, ana yönetim organıdır. Mevzuat önerileri
yapma hakkı vardır ve AB politikalarının doğru olarak uygulanmasını temin eder.
**Antlaşmalara göre Konsey’in kararlarını, karar alınacak konuya göre basit çoğunlukla, ‘nitelikli
çoğunlukla’ ya da oybirliği ile alması gerekir. Antlaşmalarda değişiklik yapılması, yeni bir ortak
politikanın başlatılması ya da yeni bir ülkenin Birliğe katılması gibi önemli konularda Konsey’in
oybirliğiyle karar alması gerekir.Diğer birçok alanda nitelikli çoğunluk oyu yeterli olur. Bu da bir
Konsey kararının belirli minimum sayıdaki oyun lehte kullanılmasıyla alınabileceği anlamına gelir.
Her bir AB ülkesine tahsis edilen oy sayısı, kabaca o ülkenin nüfus hacmini yansıtır.
**Avrupa Konseyi yılda dört kez toplanır. Başkanlığı, o sırada Avrupa Birliği Konseyi başkanlığını
yürütmekte olan ülkenin başbakanı ya da başkanı üstlenir.Avrupa Komisyonu Başkanı tam üye
olarak katılır.
**Avrupa Konseyi, Maastricht Antlaşması’yla Birliğin önemli politikalarının resmî öncüsü olmuş ve
Avrupa Birliği Konseyi’nde toplanan bakanların anlaşmaya varamadığı zorlu konuların çözüme
kavuşturulması hususunda yetkilendirilmiştir. Avrupa Konseyi aynı zamanda ortak dış ve güvenlik
politikası aracılığıyla uluslararası meselelerde baskı yaparak AB’nin diplomatik konularda tek sesle
oluşabilmesine olanak sağlamaktadır.
B. Avrupa Parlamentosu:Avrupa Parlamentosu, AB vatandaşlarını temsil eden seçilmiş bir organdır.
AB’nin etkinlikleri üzerinde politik gözetimde bulunup yasama sürecinde yer alır. 1979 yılından bu
yana Avrupa Parlamentosu üyeleri, her beş yılda bir doğrudan genel oy kullanma hakkıyla
seçilmektedir. Avrupa Parlamentosu genel kurul oturumlarını Strasburg’da ve ek oturumları da
Brüksel’de gerçekleştirir.
**Genel kurul oturumları için hazırlık çalışmalarını yürüten 20 komitesi ve genellikle Brüksel’de
toplanan birkaç politik grubu bulunmaktadır. Genel Sekreterlik Lüksemburg ve Brüksel’dedir.
Parlamento, AB’nin mevzuat çalışmalarına üç düzeyde katılmaktadır:
•Avrupa Parlamentosu, 1987’de Avrupa Tek Senedi’nin yürürlüğe koyduğu ‘iş birliği’ usulü altında,
Avrupa Komisyonu tarafından önerilen yönerge ve tüzük taslakları üzerinde görüş bildirir;
Komisyon’dan, Parlamento’nun görüşlerini dikkate alması için önerilerinde değişiklik yapması
istenebilir.
•1987’den beri Avrupa Parlamentosu’nun Komisyon tarafından müzakere edilmiş uluslararası
anlaşmalara ve Avrupa Birliğinin büyümesiyle ilgili herhangi bir öneriye vermesi gereken onayı
kapsayan bir ‘onay’ usulü vardır.
•1992 tarihli Maastricht Antlaşması’nın ortaya koyduğu ‘ortak karar’ usulü de,işçilerin serbest
dolaşımı, iç pazar, eğitim, araştırma, çevre, Avrupa içi ağlar,sağlık, kültür, tüketicinin korunması
dâhil tüm önemli konular dizisiyle ilgili yasamada Parlamento’yu AB Konseyi ile eşit düzeye
getirmektedir.
**Parlamento üyelerinin mutlak çoğunluğunun Konsey’in ‘ortak tavrı’na karşı oy kullanması
hâlinde Avrupa Parlamentosu bu alanlarda önerilmiş mevzuatı reddetme yetkisine sahiptir.
**Avrupa Parlamentosu, AB bütçesinin benimsenmesinde Konsey ile eşit sorumluluk taşır.Önemli
bir diğer nokta da Avrupa Parlamentosu’nun Birlik üzerinde demokratik gözetim uygulamasıdır. Bir
gensoru ile Komisyonu azletme yetkisi bulunur. Bunun için üçte iki çoğunluk gerekir.
**Parlamento ayrıca Komisyon ve Konsey’e yazılı ve sözlü sorular yönelterek AB politikalarının
günlük yönetimini denetler.
**Avrupa Konseyi Başkanı, Konsey’in aldığı kararları Parlamento’ya bildirir.
C. Avrupa Komisyonu:Üyeleri, Avrupa Parlamentosu’nun onayına bağlı olarak üye devletler
arasındaki bir anlaşmayla beş yıllık bir süre için atanır. Komisyon,Parlamento’ya karşı sorumludur
ve eğer Parlamento kendilerine karşı bir gensoru yöneltirse tüm Komisyon’un istifa etmesi gerekir.
2004 yılından bu yana Komisyonu, her üye devletten bir Komisyoner oluşturmaktadır.
**AB’nin yönetici organı olan Komisyon, Konsey tarafından alınan Ortak Tarım Politikası gibi
kararları uygulamaya koyar. Komisyon,araştırma ve teknoloji, yabancı yardımlar, bölgesel gelişme
gibi AB’nin ortak politikalarını yönetmede geniş yetkilere sahiptir. Komisyona, esas olarak Brüksel
ve Lüksemburg’da bulunan, 36 Genel Müdürden oluşan bir sivil hizmet birimi yardımcı olmaktadır.
II. Diğer Kurumlar ve Organlar
A. Adalet Divanı:Lüksemburg’da bulunan Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, her AB ülkesinden bir
yargıç ve onlara yardımcı sekiz umumi vekilden oluşmaktadır. Bunlar, üye devletlerin
hükûmetlerinin ortak anlaşmasıyla, altı yıllık yenilenebilir bir süre içinvatanırlar. Bağımsızlıkları
güvence altında bulunur. Divan’ın rolü, AB yasalarınavuyulmasını ve Antlaşmaların doğru biçimde
yorumlanarak uygulanmasını temin etmektir.
B. Avrupa Sayıştayı:Lüksemburg’da bulunan Sayıştay 1977’de kuruldu. Her bir AB ülkesinden bir
üye, Avrupa Parlamentosu’na danışıldıktan sonra üye devletler arasındaki anlaşma gereği altı yıllık
bir süre için atanır. Sayıştay, Avrupa Birliği içindeki gelirlerin toplanmasını, tüm harcamaların
yasalara uygun ve düzenli bir şekilde yapılmasını ve AB bütçesinin iyi idare edilmesini denetler.
C. Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi:Belirli politik alanlarda karar alınacağı zaman Konsey ve
Komisyon, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’ne danışır. Toplu olarak ‘örgütlü sivil toplumu’
oluşturan çeşitli ekonomik ve sosyal çıkar gruplarını temsil eden üyeleri, Konsey tarafından dört
yıllık bir süre için atanırlar.
D. Bölgeler Komitesi:Avrupa Birliği Antlaşması altında kurulan Bölgeler Komitesi, üye devletlerin
önerdiği ve Konsey’in dört yıllık bir süre için atadığı bölgesel ve yerel hükûmet temsilcilerinden
oluşur. Bölgelerle ilgili konularda Konsey ve Komisyon’un Antlaşma uyarınca Bölgeler Komitesi’ne
danışması gerekir; Komite, kendi inisiyatifiyle de görüş belirtebilir.
E. Avrupa Yatırım Bankası:Lüksemburg’da bulunan Avrupa Yatırım Bankası, borç verir ve
Avrupa’nın daha az gelişmiş bölgelerine ve ticaretin daha rekabetçi olmasına yardımcı olmayı
garantiler.
F. Avrupa Merkez Bankası:Frankfurt’ta bulunan Avrupa Merkez Bankası, Euro’nun ve AB’nin para
politikasının yönetiminden sorumludur.
TÜRKİYE - AB İLİŞKİLERİ
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, 31 Temmuz 1959 yılında, Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET)
ortaklık başvurusu ile birlikte başlamıştır. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde dönüm noktaları
olarak;
•12 Eylül 1963 yılında, AET ile Ankara Antlaşmasının imzalanması,
•23 Kasım 1970 yılında, Brüksel’de Katma Protokol’unun imzalanması,
•14 Nisan 1987 yılında, Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna (AT) tam üyelikbaşvurusu,
•1996’daki Gümrük Birliği Antlaşması,
•3 Ekim 2005’teki, katılım müzakerelerinin başlaması kabul edilebilir.
AB’DE SOSYAL POLİTİKALARIN GELİŞİMİ
Avrupa’nın benimsediği ve Avrupa’ya özgü “toplum modeli”nin genel ilkeleri bulunmaktadır.Bu
ilkeler şunlardır:
•Demokrasi ve katılım ile şekillenen ekonomik zenginlik ve sosyal birlik
•Uzlaşı arayışı: Siyasetin/devletin etkin ve uzlaşma sağlayıcı bir rol oynaması
•Nispeten eşitlikçi ücret ve gelir dağılımı
•Piyasa organizasyonuna sınırlama
•Dayanışma, hakkaniyet ve evrensel kapsama: Tüm vatandaşları kapsayan kapsamlı temel sosyal
güvenlik
•Fırsat eşitliği
•İnsana ve çalışma haklarına saygı ve çalışma yoluyla elde edilen yaşamın sosyal refah devletin
temeli olduğuna olan sağlam inanç
•Toplumsal çıkar grupları arasındaki çatışmaların demokratik yoldan çözümlenmesini esas alması
•Yüksek derecede koordineli ücret pazarlığı ve çıkar organizasyonu
•Her iki temel taraf (emek-sermaye) arasında toplumsallaşma ve siyasallaşma açısından belirli bir
güç dengesinin sağlanması, böylelikle ekonomi politikalarıyla sosyal politikaları birbirine
yakınlaştıran bir anlayışın hâkim olması önemlidir.
AB sosyal politika unsurları ise şu şekildedir;işsizlikle mücadele, sosyal birlik, cinsiyet eşitliği ve AB
Finansman Mekanizmaları.
Avrupa’nın 21. yüzyıldaki Misyonu:
•Halkları için barış, zenginlik ve istikrar sağlamak;
•Kıtadaki bölünmelerin üstesinden gelmek;
•Halkların güvenlik içinde yaşamalarını sağlamak;
•Dengeli ekonomik ve sosyal gelişmeye katkıda bulunmak;
•Küreselleşmenin getirdiği güçlükleri alt etmek ve avrupa halklarının ceşitliliğini korumak;
•Sürdürülebilir kalkınma ve sağlıklı çevre, insan haklarına saygı ve sosyal piyasa ekonomisi gibi
avrupalıların paylaştığı değerleri korumaktır.
SİVİL TOPLUM VE AB
Sivil toplum dört işlevi yerine getirmektedir. Bunlar:
•Devlet gücünü meşrulaştırma aracı olma işlevi,
•Despotizme karşı güvence olma işlevi,
•Demokrasiye geçişi kolaylaştırıcı bir etken olma işlevi,
•Son olarak uygarlığı barbarlıktan ayıran bir ölçüt olma işlevidir.
Sivil toplum kuruluşlarının temel özellikleri 6 başlık altında toplanabilir:
•Toplumsal sorunların çözümü için çalışmak,
•Toplumsal sorunların çözümünde devletle iş birliği yapmak,
•Devlet yönetiminin etkili, verimli, sorumlu, şeffaf bir hal alması için çalışmak,
•Herkesin aktif vatandaş olarak yönetime katılmasını sağlamak,
•Herkesi demokratik ve şeffaf bir yönetim anlayışı etrafında toplamak,
•Toplum devlet-birey ilişkilerinde hak ve sorumlulukların adaletli dağılımına yardımcı olmaktır.
Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Türleri
Türkiye’de sivil toplum kuruluşu niteliğinde olan örgütlenmeler beş kategoride incelenebilir.
Bunlar; cemaatler, vakıflar, dernekler, sendikalar ve mesleki örgütlenmelerdir.
**Türkiye’de hâlen 80.757 dernek faaliyet göstermektedir. 38 kamuya yararlı dernek, 4 bin 915
vakıf, aralarında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB),
Noterler Birliği, Barolar Birliği,Eczacılar Birliği gibi kuruluşların yer aldığı 14 kamu kuruluşu
niteliğinde meslek kuruluşu vardır.
**Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları federasyonlar, yerel birlik ve
kooperatifler, ticaret birlikleri, işveren kuruluşları,profesyonel federasyonlar, hizmet ve üretim
birlikleri, yerel yönetimlerin bir araya gelerek kurdukları örgütler, politik ilgi grupları, dinsel ilgi
grupları ve öğrenci birlikleri girmektedir.
**Avrupa Birliği anlayışına göre sivil toplum kuruluşları, örgütlenmiş vatandaşların yaşadıkları
ülkenin toplumsal ve ekonomik yönden kalkınmasında etkili olan kuruluşlardır
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde herkes üzerine düşen görevi yerine getirmektedir. Bu
noktada Türkiye’de sivil toplum kuruluşları, Avrupa Birliği hakkında halkı bilinçlendirme işlevi
görmektedirler. Bu işlevi yerine getirirken,kitapçık bastırmak, TV programları hazırlamak, bildiri
hazırlamak, dış kamuoyuna sanatçılar yoluyla, yapılacak olan reformları duyurmak gibi yollar
kullanılmaktadır.
**AB-Türkiye İşbirliği Derneği, Avrupa Öğrenci Forumu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi
kuruluşlar çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. HAK-İŞ, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu
(TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) gibi işçi ve işveren sendikaları, üye
ülkelerin işçi ve işveren sendikaları ile görüşerek Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde
gösterdiği çabaları aktarmışlardır.
**Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), TÜSİAD, Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD),
İKV, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) gibi kuruluşlar Avrupa Birliği ülkelerine yönelik
ziyaretlerde bulunmuşlardır.
Avrupa Birliği ve Aday Ülkeler Arasında Sivil Toplum Diyaloğu
Avrupa Komisyonu 29 Haziran 2005’te, “Avrupa Birliği ve Aday Ülkeler Arasında Sivil Toplum
Diyalogu” adı altında bir tebliğ hazırlamıştır.Tebliğ metninde, sivil toplumun tanımı kapsamlı bir
biçimde yapılmıştır.
Diyalog; Avrupa Birliği üyeleri ve Avrupa Birliğine aday ülkelerde bilgi eksikliğinin giderilmesi,
tarafların birbirini iyi tanıması, vatandaşlar ve farklı kültürler ile ekonomik ve siyasi sistemlerin
yakınlaşmasına katkıda bulunma amacını taşımaktadır.
ÜNİTE 11=SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN SOSYAL POLİTİKAYA KATKILARI
SOSYAL POLİTİKANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
sosyal politika terimi ilk defa, 19. yüzyılın ilk yarısında Riehl tarafından kullanılmıştır.Sosyal
çatışmaları önlemeye yönelik tedbirler bütünlüğü olarak nitelendirilen sosyal politika bilimsel
anlamda ilk kez 1870’lerde,Bismarck yönetimindeki Almanya’da uygulamaya konmuştur.
**Geniş anlamda sosyal politika, toplumun bütün sınıf ve zümreleri arasındaki karşıtlık ve
mücadeleleri ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Sosyal Devlet ve Sosyal Politikanın Dönüşümü
Sosyal devlet, “vatandaşların sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam
düzeyi sağlamayı ödev bilen” devlet diye tanımlanmaktadır.Refah devleti en genel anlamda piyasa
ekonomisinin başarısızlıklarını ve yetersizliklerini ortadan kaldırma amacını gütmektedir ve
müdahaleci, düzenleyici, yeniden dağıtıcı ve girişimci bir devlet anlayışıdır.
**Günümüzde sosyal devletin işlevinin 1970’li yıllara oranla önemli oranda azalmış olması devletin
sosyal politika üretme görevini sivil toplum örgütleriyle paylaşması sonucunu doğurmuştur.
**Gönüllülüğün, katılımın ve sivil toplumun gelişmesi bir demokrasi ve gelişmişlik göstergesi
olmakla birlikte sürecin arka planında sosyal devletin gerilemekte olduğu da unutulmamalıdır.
SİVİL TOPLUMUN SOSYAL POLİTİKAYA KATKILARI
sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri, kalkınma yaklaşımlarının dış müdahaleleri öngören
yaklaşımları doğrultusunda, az gelişmiş yapılacak yardımların doğrudan toplumun yoksul
kesimlerinin temel ihtiyaçlarına yönelik projelerle sınırlı kalmaması, bu ülkelerin kendi ihtiyaçlarını
kendi kaynakları ile karşılayacak biçimde hareket etmeleri gereğini kavramalarına yönelik
olmuştur.
**Sivil toplum kavramının şekillenme sürecine paralel olarak sivil toplum kuruluşları da değişen
koşullarda gerek dar anlamda sosyal politikanın bir aktörü olarak (sendikalar), gerekse geniş
anlamda sosyal politikanın aktörleri olarak (dernekler, vakıflar ve bunların oluşturduğu üst
kuruluşlar) yerlerini almışlardır.
Sivil Toplum Örgütlerinin Sosyal Politika Alanlarındaki İşlevleri
**Sosyal politikaya katkı ve etkide bulunan ilk sivil toplum örgütü sendikalardır.
**Sanayi devriminin ortaya çıkardığı elverişsiz yaşam şartlarını kendi kendine yardım suretiyle
düzeltmek için kurulan, faaliyetleri belli bir amaca yönelmiş meslek teşekkülleri olan sendikalar
önemli sivil toplum örgütleri olarak göze çarpmıştır.Önemli bir sivil toplum örgütü olan
sendikaların kurulup faaliyete geçebilmeleri için ekonomik ve demokratik hakların gelişmiş olması
gerekir.
**Sivil toplum örgütlerinin amaçları birçok yönden sosyal politikanın amaçlarıyla benzerlikler
gösterir. Sivil toplum örgütü hem gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde sosyal hayata ve
sosyal değişime önemli katkılar sağlamaktadırlar.Sivil toplumun, işlevleriyle bağlantılı olarak sosyopolitik amaçlarını şu şekilde sınıflandırabiliriz:
•Demokrasi,
•Sosyal barış,
•Sosyal refah,
•Sosyal adalet.
Demokrasi Amacı:yarı-doğrudan demokrasi, yani temsilciler yoluyla,bireylerin etkisinin asgari
düzeyde olduğu demokratik yöntemler, yerini, doğrudan demokrasiye bırakmaya başlamıştır. Bu
doğrudan-demokrasi eğiliminde, bireyler demokratik istek ve eylemlerini, kendi kurdukları sivil
toplum örgütleri yoluyla dile getirmektedirler.Diğer bir ifadeyle demokratik yöntem ve eylemler,
sivil toplum kuruluşlarının eksenine kaymaktadır.
Sosyal Barış Amacı:Sosyal barış kavramı, refah devleti döneminde özellikle dar anlamda
sosyalpolitika kavramının aktörleri olan işçi, işveren ve devlet arasındaki ilişkilerin çatışmalardan
ve hukuk düzenini tehdit eder konumdan uzak olması amacını ifade etmek için kullanılagelmiştir.
Bu dönemde, işçi sendikaları ile işverenler arasındaki sözleşmelerin barışçıl ortamda ve süreçte
oluşumunu ifade eden kavram, sosyal barış kavramı olmuştur.
Sosyal Refah Amacı:sosyal refah, toplum içinde insanların yaşam standartlarının, ihtiyaçlarının ne
kadarını karşılayabilecek durumda olduklarıyla ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında sosyal refahı
gerçekleştirmek, sosyal politikaların temel amacıdır.
Sosyal Adalet Amacı:Sosyal adalet kavramı genellikle sosyal refahın eşit dağılımı ve fırsat eşitliğini
ifade etmektedir. İnsanların sosyo-ekonomik eşitsizliklerin yarattığı olumsuzluklar nedeniyle özgür
bireyler olarak ortaya çıkamamaları ve toplumsal özgürlük ve gelişim sürecinde bireysel olarak yer
alamamaları bu insanların bazı mekanizmalar tarafından korunması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
**Bir diğer bakışla, bireylerin sosyal hayatta daha üst gelir seviyesinde olanlar karşısında daha aktif
rol alabilmesi sosyal adalet kavramıyla ilişkilidir.
**Sivil toplum kuruluşları sosyal adalet amacını, kişilerin kolektif güç olarak sosyal hayata
katılımını sağlayarak ve sosyal refahtan pay almalarını sağlayarak hayata geçirmektedir.
UNITE 12=GÖNÜLLÜLÜK VE SİVİL TOPLUM
Gönüllü; "Önemli bir İşi yapmayı, hiçbir yükümlülüğü olmadığı hâlde isteyerek üstlenen kişi" olarak
tanımlanır. Karşılığında maddi çıkar sağlanmaksızın herhangi bir şekilde yardım edebilmeye gücü
olanların, yardıma ihtiyacı olanlar için yaptıkları çalışmaya ise "gönüllü çalışma" denilmektedir.
GÖNÜLLÜLÜĞÜN NEDENLERİ
Gönüllü etkinlikler, zaman ve yoğun emek isteyen işlerle uğraşmayı ve çaba harcamayı
gerektirmektedir. Gönüllülük bir dernek, vakıf veya bir diğer sivil toplum oluşumunda görev
almaktan, yardım ve bilinçlendirme kampanyalarında çalışmaya kadar çeşitlilik göstermektedir.
Bazı gönüllüler, bir yerlerde ihmal edilmiş olan nüfus gruplarını toplumun görmesi ve anlaması için
çaba harcamaktadr. Diğer bir kısmı, çevreci olarak doğanın temiz ve sağlıklı kalması için
uğraşmakta, bazıları ise aşevleri, kanser hastası çocuklar, afet mağdurları vb. için yardım
toplamaktadır.
**Toplum içindeki kişilerin ve grupların gönüllü etkinlikler içinde yer alma istek ve
motivasyonlarının nedenlerini bilmek gereklidir. Bu bilgi toplumdaki gönüllülük bilincini ve
potansiyel gönüllü sayılarını artıracaktır. Birçok psikososyal neden birarada insanları gönüllülüğe
yönlendirici rol oynar. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
1. Toplumsal, dinî ve vicdani değerler nedeniyle yardım etme isteği
2. Serbest zamanlarını yararlı bir iş yaparak değerlendirme amacı
3. Toplumda çeşitli sosyal ilişkiler geliştirme, tanınma ve sosyal statü kazanma eğilimi
4. Gönüllü çalışmaları eğlenceli ve zevkli bulma nedeni
5. “Bizlik duygusu” ya da “ait olma duygusu” ile içinde yaşanan toplumun gelişmesi, iyileşmesi için
bir şeyler yapma, sorumluluk üstlenme isteği
6. Profesyonel hizmetlerin eksik kaldığı veya bulunmadığı toplumlarda “kendi kendilerine yardım”
yoluyla sorunlara çözüm bulma amacı
7. Kişilerin belirli bir sorun alanında sahip oldukları bilgi, beceri veya inanç nedeniyle o sorunlarla
mücadele etme isteği
**Buraya kadar sıraladığımız nedenlerden en az birisi dahi kişileri yoğun emek isteyebilecek
gönüllülüğe yönlendirecek kadar etkili olmaktadır.
GÖNÜLLÜLÜĞE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Gönüllülük sayesinde yoksulluk, bakıma muhtaçlık, sağlık hizmeti alamama gibi birçok sosyal
sorunun önlenmesi veya hafifletilmesi mümkün hâle gelmektedir. Bununla birlikte,toplumda ve
özellikle kamu görevlilerinde zaman zaman gönüllülere ve yaptıkları işlere yönelik bazı eleştiriler ve
endişeler belirtilmekte ve bu tür çalışmalara karşı olumsuz tepkiler gösterilmekte veya gönüllü
uğraşlar görmezden gelinebilmektedir. Gönüllü çalışmalara yönelik eleştiri ve endişe niteliğindeki
bu görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Gönüllülerin içten gelen çalışma arzuları, canlılığı, sıcak samimiyetleri ve özel katkıları olmakla
beraber genellikle yeterli bilgi ve becerileri bulunmadığından, yani birer profesyonel
olmadıklarından bu tür elemanların yerini alamazlar. Bu nedenle gönüllülerin profesyonel kişilerce
sürekli olarak denetlenmeleri gerekir.
2. Gönüllüler yararlı olabilir. Ancak bunun için çok iyi organize edilmelidirler. Aksi hâlde karışıklık,
keyfilik, kaynak ve zaman kaybı ortaya çıkmaktadır. 3. Gönüllü çalışmalar genellikle sınırlı bir
alanda, küçük bir yarar yaratmaktadır. Oysa sorunların boyutları artık çok büyümüştür. Sorunlar bu
tür küçük katıklarla çözülmez.
4. Bir alanda gönüllü çabaların varlığı devletin o alandaki sorunlara daha kayıtsız kalmasına yol
açmaktadır. "Nasıl olsa bu işlerle uğraşan gönüllü kuruluş ve kişiler var" düşüncesiyle önemli işler
geciktirilmektedir.
5. Gönüllüler ve bu kişilerin içten çalışma İstekleri kuruluşlardaki profesyoneller tarafından kötüye
kullanılabilmektedir.
6. Gönüllüler tam zamanlı çalışmadıklarından hizmetlerde kopukluklar,düzensizlikler ortaya
çıkmaktadır.
7. Gönüllüler bağımsız olduklarından ve kendi istekleriyle çalıştıklarından dolayı sıklıkla keyfi
davranışlar göstermekte, İş disiplinine uymamaktadırlar. Bu da otoriteyi ve işleyişi aksatıcı sonuçlar
yaratmakta.
8. Gönüller kuruluşlarda görevleri dışında her işe karışma eğiliminde olmaktadırlar. Bu bakımdan
kuruluşların birtakım eksikliklerini,zayıflıklarını dışarı taşımakta, ilgili, ilgisiz herkese
aktarmaktadırlar. Budurum ise kurumların gönüllülerle olan ilişkilerini bozmakta, ayrıca toplumda
kuruluşlar hakkında olumsuz tepkiler oluşabilmektedir.
9. Gönüllü kuruluşlar ve kişilerden bazılarının çalışma amaçları ve görevleri dışında zarar verici
amaçlar taşıdıkları, bu kötü niyet ve amaçlarını gerçekleştirmek için gönüllü faaliyetlere girdikleri
de eleştiri olarak belirtilmektedir.
GÖNÜLLÜLÜĞÜN ORGANİZASYONU
Gönüllü kişilerin ve grupların sosyal hizmetlere katkı ve katılımlarını sağlayan gönüllü çalışmaların
organizasyonunu bireysel gönüllüler ve gönüllü kuruluşlar olmak üzere iki boyutta ele alabiliriz.
Bireysel Gönüllerin Organizasyonu:Bireysel gönüllüler, herhangi bir kuruluşa üye olmayan, ancak
boş zamanları bulunan ve ilgisi veya becerisi nedeniyle çocuk yuvaları, huzurevleri, rehabilitasyon
merkezleri, hastaneler, çocuk eğitim evleri vb. sosyal hizmet kuruluşlarında gönüllü olarak çalışmak
isteyenler kişilerdir.
**Bireysel gönüllü ihtiyacının belirlenmesi, gönüllü potansiyelinin motive edilmesi ve ortaya
çıkarılması, eğitimi, yerleştirilmesi ve izlenmesi faaliyetlerini kapsayan bu organizasyonda sırasıyla
şu adımlara göre hareket edilmektedir:
1. Gönüllüye ihtiyaç duyan kuruluşlar ile bu kuruluşlarda görev alması istenen gönüllülerin nicelik
ve niteliklerinin saptanır.
2. Toplumda gönüllü çalışmaları tanıtıcı ve özendirici çalışmalar yapılır.
3. Başvuruda bulunan gönüllülerin kaydedilir ve becerileri belirleyen mülakatlar yapılır.
4. Gönüllülerin seçimi ve eğitimi yapılır.
5. Gönüllüler kuruluşlara yerleştirilir.
6. Gönüllülerin çalışmaları izlenir ve değerlendirilir.
**Birleşmiş Milletler 2001 yılını Uluslararası Gönüllü Yılı seçmiştir. Ayrıca yine Birleşmiş Milletler
tarafından her yılın 5 Aralık günü de Uluslararası Gönüllülük Günü olarak belirlenmiştir.
Gönüllü Kuruluşların Organizasyonu Çağımız "katılım ve organize yardımlaşma” çağıdır. bu nedenle
gönüllü çabaların organizasyonu olan derneklerin ve vakıfların toplumda sağlayacağı birçok önemli
yararları bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Gönüllü kuruluşlar demokratik sistemlerin, vazgeçilmez bir gereğidir.
2. Gönüllü kuruluşlar, ilgilendikleri sorun alanında faaliyet gösteren kamu kuruluşlarını eleştirici ve
yönlendirici bir işlev yerine getirirler.
3. Gönüllü kuruluşlar devletin çabalarına vatandaşların da katılmalarını sağlama aracıdırlar.
4. Devlet hizmetlerindeki bürokrasi nedeniyle yeni bazı hizmetlerin başlatılması veya hizmetlerin
yeni koşullara uydurulması güç olmakta ve zaman almaktadır. Gönüllü kuruluşlar bu boşluğu
doldurabilmkte
5. Gönüllü kuruluşlar insanların sosyal refah sorunları ve hizmetleri yönünden kendilerini
yetiştirdikleri, bilgi ve beceriler geliştirdikleri ortamlardır.
6. Gönüllü kuruluşlar, İnsanlara serbest zamanlarını daha yararlı birtakım işlerde kullanmaları
olanağını sağlar.
7. İnsanların kendi ortak sorunlarının çözümü için girişimde bulunmalarıyla oluşan gönüllü
kuruluşlar, toplum içinde zamanla daha da gelişen bir hareketlilik yaratır.
8. Gönüllü kuruluşlar insanlara iş birliği içinde çalışma alışkanlığını ve becerisini kazandırır.
9. Birer toplum örgütü olarak gönüllü kuruluşlar toplumdaki önderlerin belirmesi ve yetişmesine de
yardımcı olur.
**Burada belirttiğimiz tüm yararlarına karşın, gönüllü kuruluşların toplumda etkili olabilmeleri için
onları özendirici ve geliştirici bazı düzenlemelerin yapılması da zorunludur.Gönüllü kuruluşların
karşılaştıkları güçlükleri aşabilmeleri ve sosyal hizmetlere daha etkin ve verimli bir şekilde
katılabilmeleri için aşağıdaki koşulların oluşturulması gereklidir.
1. Gönüllü kuruluşlarla kamu kuruluşları arasında etkili bir iş birliği sağlanmalıdır. Etkili bir iş birliği
için her şeyden önce iki tarafın karşılıklı istek ve girişimleri gerekir. Gönüllü kuruluşlara kamu
kuruluşları tarafından yapılacak yardımlarda toplum yararı ön planda tutulmalı, kişisel düşünceyle,
politik veya bölgesel kayırma amaçlarıyla hareket edilmemelidir. Yardım yaparak gönüllü kuruluş
üzerinde egemenlik kurmaya çalışılmamalıdır.
2. Gönüllü kuruluşlar kendi aralarında yatay ve dikey olarak örgütlenmelidirler. Özellikle birbirine
benzer amaçlarla kurulmuş birçok dernek önce federasyon ve sonra da konfederasyona
bağlanmalıdır.
3. Gönüllü kuruluşlar amaçlarını ve bu yönde yaptıkları çalışmalarını topluma en iyi şekilde
duyurmalıdır. Bunun için toplumla ilişkilere önem vermeli ve kitle iletişim araçlarından da
yararlanmalı. Gönüllü kuruluşları besleyen ve yaşatan toplumdur. Bu nedenle toplumda
gönüllülüğü özendirici, insanların katılım ve desteklerini artırıcı çabalar içinde bulunulmalıdır.
4. Kamu kuruluşları başarılı olan ve topluma yararlı çalışmalarda bulunan gönüllü kuruluşları
tanıtmada yardımcı olmalı, onlara destek olarak toplumda güçlenmelerine yönelik imkânlar
yaratmalıdır.
5. Gönüllü kuruluşlarda üyeler arasında anlayış, hoşgörü, iyi niyet, dürüstlük ve çalışkanlığa önem
verilmeli, politik çatışmalara yer verilmelidir.
6. Gönüllü kuruluşlarda iç denetim sistemi iyi çalıştırılmalıdır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE GÖNÜLLÜLÜĞE ELEŞTİREL BAKIŞ
Sivil toplum kuruluşları en temelde siyasi kararlar üzerinde etki yapmak olanağını bulamamış
bireylere bu olanağı vererek toplumsal nitelikteki bir hak veya haksızlık iddiasının kamuoyunda
akılcı gerekçeler aracılığıyla temellendirilerek kabul görmesi ve genel kanı hâline getirilmesi için
uğraşılan örgütlenmelr.
**1980’li yıllardan sonra sivil toplum kuruluşları özellikle eğitim, sağlık ve sosyal yardım
alanlarında artan oranda hizmet üretmeye başlamıştır.Ulus devletlerin sosyal politikaya ayırdığı
kaynakların azalması, yoksulluğun artması, temel eğitim ve sağlık hizmetlerinin aksaması, sosyal
güvenlik sisteminin zayıflayarak kuşaklar arası dayanışma işlevini yitirmesinin bunda etkili
olduğunu belirtilmektedir. Fakat bu süreçte sivil toplum kuruluşlarının, merkezî ve yerel
yönetimlerin politikalarını etkilemeye, bu konulara ayrılan kaynakları artırmaya ve izlemeye
yönelik savunuculuk faaliyetleri yapmak yerine, sadece sosyal hizmetleri yerine getirmekle
yetindikleri de savunulmaktadır. Bu durumda sosyal hizmetlerin tamamen devletin hizmet alanı
dışına taşınarak, sivil toplum kuruluşları tarafından yapılabileceği anlamına gelebileceğini ve sosyal
devletin çözülme sürecini hızlandıracağını ortaya koymaktadır.
**Sivil toplum kuruluşlarının sağlık, eğitim, sosyal yardım gibi alanlarda artan oranda hizmet
vermeye yönelmesiyle devlet ve vatandaş arasında hak temelli olarak kurgulanan sosyal devlet
sözleşmesinin zarar görmesi söz konusudur.
**Temelde sosyal devletin sorumluluğunda olan bu hizmetlerin sivil toplum kuruluşları tarafından
yerine getirilmeye çalışılması, devletin yurttaşlarının asgari insani gereksinimlerini karşılaması için
belirli görevler yüklenmesi gerektiğini unutturup kamu bütçesinin bütünüyle sermayenin
gereksinimleri doğrultusunda işlevlendirilmesine yol açmaktadır.
**Neoliberal dönemin refah yönetişimi anlayışıyla birlikte toplumların gelişimi için öneminin altı
çizilen sivil toplum kuruluşları faaliyetlerinin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında gönüllü
çalışmanın da yaygın olarak kabul edildiği görülmektedir.
**Sosyal devlet anlayışının insanları tembelliğe alıştırdığı ve sorumluluk almaktan uzaklaştırdığı
bunun yerine insanların bu hizmetlerin sağlanışında sorumluluk almaları gerektiğinin önemi
vurgulanarak gönüllü yurttaşlar üzerinden işleyen yeni refah anlayışı böylece pekiştirilmektedir.
**Bugün bahsedildiği anlamıyla organize olmuş bir yapı içerisinde gerçekleştirilen gönüllülükle ilgili
ilk çalışmaların başlangıcı ve kurumsallaştırılarak yaygınlaşması,Birinci ve İkinci Dünya Savaşı
sonrası zarar görmüş bölgelerin yapılandırılması ve yenilenmesi sürecinde gerçekleştirilen
faaliyetlerle gerçekleşmiştir.
**Savaş sonrası dönemde zorunlu askerlik hizmetinin kaldırmasıyla birlikte vicdani retçi
gönüllülerden sosyal refahın sağlanmasında yararlanılmaya başlanması ise gönüllülük söyleminin
ve gönüllü çalışmanın tartışılmaya başlamasını sağlamıştır.
**Gönüllülük söyleminin dayandığı neoliberalizmin, sosyal devlet anlayışının piyasa ve toplumun
özgün işleyiş dinamiklerini tahrip ettiği saptamasından yola çıkarak tüm toplumsal varoluş
alanlarını piyasa modeline göre yeniden düzenlenmek için özel ve güçlü bir siyasi müdahale
gerçekleştirdiği görülmektedir.Böylece neoliberal dönemde derinleşen birçok sosyal sorun
hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü bireyler ekseninde oldukça karmaşık yeni yönetim
stratejileri ve projelerle aşılmaya çalışılmaktadır.
**Gönüllülük bu farklı konumlanışlarıyla iki taraflı bir ayna gibi düşünülebilir. Bir yanı sosyal hak
alanını erozyona uğratan, bireylerin yaptıkları faaliyetlere yabancılaşmasını ve ucuz işgücüne
dönüşmelerini sağlayan bir yansıma yaratmaktadır. Diğer yanı ise bireylerin haklarını talep edebilir
aktif yurttaş olmalarını sağlayan bir yansımadır. İkinci yansıma, bireyleri sosyal haklarını
savunmaları için bilinçlendirmekte ve güçlendirmekte, dahası mevcut ekonomik ve sosyal yapının
yarattığı sorunların ve doğurduğu eşitsizliklerin sorgulanmasına olanak tanımaktadır.
**Türkiye’de yoksulluk ve sosyal hizmet temelinde faaliyetler gösteren diğer sivil toplum
kuruluşlarının sayısı son 10 yılda önemli bir artış göstermiştir. Bu sivil toplum kuruluşlarının
genelde orta ve üst sınıftaki, kimi zaman dinî referansları temel alan, kimi zaman da yurttaşlık
duygusuyla hareket eden gönüllüleri ve bağışçıları aracılığıyla yoksullara geçici yardımların yapıldığı
apolitik nitelikte yapılardan oluştuğunu belirtebilir. Bu yapılar gönüllülüğün önemli örnekleridir.
Fakat tam bir sivil toplum işlevi görüp görmedikleri tartışmalıdır. Zira devlete alternatif olma ve
tam özerkliğe sahip olma sivil toplumun önceki bölümlerinde söz ettiğimiz temel özellikleri iken bu
kuruluşların özerk ve alternatif yapılar olup olmadığı tam bilinmemektedir.
**Sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren gönüllülüğe dayalı birçok sivil toplum kuruluşu
devletle yakın bağlantı hâlindedir, hatta birçoğu devlet tarafından çeşitli şekillerde
desteklenmektedir. Bu destek devletin bu kuruluşlar üzerinde etki sahibi olması olasılığını
artırabilir. Bu etki kuruluşların sivil toplum olma özelliğini ortadan kaldırabilir.
UNITE 13=SOSYAL HİZMET SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ
Sosyal hizmet mesleği, uygulamalarını yürütürken sivil toplumun desteğini almak durumundadır.
Bu destek onun alandaki gücünü ve etkililiğini artırır.
SOSYAL HİZMET-SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ
Sosyal hizmet mesleğinin tarihsel gelişimi incelendiğinde, gönüllü kişilerin daha iyi hizmet
sunabilmesi için açılan kursların profesyonel sosyal hizmet eğitiminin temeli olduğu görülmektedir.
Sosyal hizmet mesleğinin temelinde yer alan bu gönüllülük ruhu ile profesyonel elemanlar olarak
toplumdaki sivil toplum örgütlerine yol gösterici olmak, onların daha etkili bir güç olmalarını
sağlamak önemli mesleki görevlerimizden biridir. Bu örgütlerle yapılacak mesleki çalışmalar en
genel anlamı ile toplumsal refaha katkıda bulunacaktır. Nihai amaç olarak gördüğümüz toplumun
kendi kendine yeterli olmasına da yardımcı olacaktır.
**İnsana yönelik olarak yapılan bütün bu çalışmalarda yerel/ulusal/uluslararası sivil toplum
örgütleri ile yakın iş birliği ne girilmesi ve dezavantajlı grup ve topluluklara yönelik projelerin hem
planlama ve hem de uygulama aşamalarında hedef gruplarının işin içine katılmaları ve böylece
katılımcı toplum kalkınması modelinin uygulanmasının sağlanması yararlı bir yaklaşım olarak
ortaya çıkmaktadır.
**Ülkemizde özellikle son yıllar içinde bu yaklaşımın kabul gördüğünü görmekteyiz. Sivil toplum
örgütlerinin üyeleri, çalışanlar ve gönüllüleri sosyal hizmet kurumlarında pek çok faaliyeti
düzenleme konusunda onlara yardımcı olmaktadır.
**Sivil toplum örgütleri ile kamuda çalışanlar birbirlerinin rakibi değil, aynı ekip içinde çalışan
kişiler olarak takım ruhu oluşturabilmelidirler. Kamu kurumlarının temsilcileri de sivil toplum
örgütleri tarafından yapılacak eleştirileri ve önerileri dikkate almalı ve uygulamayı birlikte
şekillendirebilmelidirlr.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Sosyal Hizmetler ve Yardımlar Özel İhtisas Komisyonu raporunun
öneriler bölümünde konu ile ilgili şu görüşlere yer verilmiştir:
•Mevcut kaynaklara en verimli şekilde işlerlik kazandırmak ve güç birliği oluşturmak amacıyla,
sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri
arasında koordinasyon ve iş birliği tesisi bir sistem dâhilinde gerçekleştirilmelidir.
•Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (Mülga),Emniyet Genel Müdürlüğü
ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün iş birliği nde,sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren sivil
toplum örgütleri arasında iyi organize olmuş ve etkili çalışmalarda bulunanların belirlenmesi
sağlanarak onların desteklenmesi ve teşvik edilmesi yolları aranmalıdır.
•Sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri etkili bir çalışma içinde
olmalarını ve hizmetlerini daha da geliştirmelerini sağlamak amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (Mülga) 2828 sayılı amir hükümleri doğrultusunda yol
gösterici, görüş vetavsiyelerde bulunucu görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilme yollarını
aramalı, bu yönde bir sistem geliştirmelidir.
Dokuzuncu kalkınma planında da gönüllü kuruluşlarla iş birliği adı altında sosyal hizmet sivil toplum
ilişkisine değinilmiştir:
•Sosyal hizmet ve yardımlardan yararlanacak kişi ve grupların tespiti için sağlıklı kriterler
oluşturulması çalışmalarına başlanmıştır. Ancak, sistemde kurumlar arasındaki iş birliği eksikliği ve
nitelikli personel sıkıntısı nedenleriyle gerçek ihtiyaç sahiplerine istenen düzeyde hizmet
sunulamamaktadır.Ayrıca, sosyal hizmet ve yardımlarda gönüllü kuruluşlarla iş birliği nin
geliştirilmesi ihtiyacı sürmektedir.
**Görülmektedir ki Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında belirlenen sivil toplum örgütleriyle iş
birliği yapma ihtiyacı, 9. Kalkınma planında da gündeme gelmiştir.Bu durum, iş birliği nin
kurulmasında hâlâ yetersizlik olduğunu göstermektedir.
SOSYAL HİZMET-SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİNDE ETİK
Etik, sosyal hizmet mesleğinin ana odaklarından biri olarak uygulamaların da çerçevesini oluşturur.
Sivil toplum çalışmalarında ise etik konusu daha fazla önem kazanmaktadır.
**Sosyal hizmet çalışmaları yürüten sivil toplum örgütlerinin sosyal hizmet mesleğinin ilke ve
prensiplerini tam anlamıyla çalışmaları yansıtamadıkları açıktır.Özellikle sosyal yardım veren sivil
toplum örgütleri, iş akış süreçlerini hak,adalet ve eşitlik gibi temellere oturtarak planlamalıdır.
**Sivil toplum örgütlerinin ideolojik duruşu hizmet sürecine yansıdığında önemli etik problemlerin
ortaya çıktığı görülmektedir.
**Sivil toplum örgütleri sosyal hizmet sağlayan kuruluşlar oldukları için meslek etiği odağında
sosyal hizmet bilim ve mesleğinin etik değer ve ilkelerini önemsemelidir.
SOSYAL HİZMET ALANINDA FAALİYET GÖSTEREN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDEN ÖRNEKLER
Çocuk ve Gençlik Refahı Alanındaki Sivil Toplum Örgütleri Çocuk refahı alanındaki sivil toplum
örgütleri, kendi çalışmaları bağlamında farklı uzmanlaşma süreçlerine girmişlerdir. Bunların her biri
sosyal hizmet mesleğinin uygulama düzeyleri ile yakından ilişkilidir. Bu ilişki, sivil toplum
örgütlerinin çalışmaları aktarılırken daha net anlaşılacaktır.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF):Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu
(UNICEF), çocuk haklarının uygulanmasını destekleme konusunda uzmanlaşmış Birleşmiş Milletler
kurumudur.UNICEF çocuk haklarını, Birleşmiş Milletler Şartı’nda ve Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde
de öngörüldüğü gibi beşerî kalkınmanın vazgeçilmez bir bileşeni olarak görmektedir.
NOT=Gelişmiş ülkelerde 36 UNICEF Milli Komitesi bulunmaktadır.
**Türkiye gibi büyük bir ekonomiye ve güçlü kurumlara sahip olan ülkelerde UNICEF çocuk ve
ergenlere doğrudan hizmet vermemekte, bunun yerine çocuklarla ilgili politikaların
oluşturulmasına ve bu politikaların uygulamaya konmasına yönelik mekanizmaların tasarlanmasına
ve hayata geçirilmesine yoğunlaşmaktadır.
**UNICEF ve ortakları, çocuk haklarını hayata geçirmek ve korumak için destek toplamayı,
tamamlayıcı çabaları teşvik etmeyi ve hak sahiplerinin ve görev sahiplerinin becerilerini arttırmayı
amaçlamaktadır.
Uluslararası Çocuk Merkezi:Uluslararası Çocuk Merkezi (UÇM), UNICEF ve Fransız Hükûmeti
tarafından 1949 yılında Paris'te Centre International de l'Enfance ismi ile kuruldu. Merkez 1999
yılına kadar özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocuk hekimleri ve sağlık çalışanlarına, çocuk
sağlığı ve hastalıkları alanında kurslar düzenledi ve yayınlar hazırladı.
**Uluslararası Çocuk Merkezi, çocuk haklarının farklı alanlarında hizmet sunan bir örgüttür. Daha
çok çocuk sağlığı alanında hizmet veriyor gibi gözükse de aslında savunuculuk ve katılım
bağlamında da önemli çalışmalar yürütmektedir. İyi bir uzman ekibe sahip olan örgüt, çocuk hakları
alanında ilk akla gelen yapılanmalardan biridir.
Gündem Çocuk: Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma,Uygulama ve Uygulamaları İzleme
Derneği
**Gündem Çocuk, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tüm toplumda yaygınlaşmasını
ve benimsenmesini sağlayarak evrensel bir insan hakları kültürünü geliştirmek ve yaygınlaştırmak
amacıyla çalışmalarını sürdüren bir sivil toplum örgütüdür.
**Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi,
savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan
çocuklarla birlikte sürdürür.Bu amaçla;
•Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ilke olarak benimser ve bu sözleşmenin tüm toplumda hayata
geçirilmesini temel hedef olarak belirler.
•Topluma, çocuk ve insan hakları konusunda bilinç ve duyarlılık kazandırmaya çalışır.
•Çocuğa yönelik -doğrudan ya da dolaylı- çalışmalar yürüten kişi ve kurumlar ile çocukları hedef
kitle olarak kabul eder ve onlarla iş birliği yapar.
•Dernek, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen maddeler konusunda tanıtma, yaygınlaştırma,
uygulama ve yapılan uygulamaları izleme konusunda çeşitli etkinlikler düzenler.
•Çocukların haklarının bilincinde bireyler olarak yetişmelerini sağlar.
•Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun politikaların üretilmesi, bunların yaygınlaştırılması ve
güçlendirilmesi; bu politikalara uygun mevzuatlar geliştirilmesi ve mevzuatların etkili ve verimli bir
şekilde uygulanması konusunda tüm kamuoyunun dikkatini çeker.
•Çocuk ve insan haklarına yönelik var olan ulusal ve uluslararası çalışmalarla yeni iş birliği
olanaklarını araştırır ve geliştirir. Böylelikle kültürel diyaloğun arttırılmasına, karşılıklı anlayış ve
hoşgörünün geliştirilmesine katkıda bulunur.
•Çocuk hakları konusunda daha fazla bilgi kaynağı yaratır, bu kaynağın yaratılmasını destekler.
Gündem Çocuk, çocuk hakları alanında savunuculuk odaklı çalışan başlıca sivil toplum örgütüdür.
Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği:Derneğin amacı bireyin doğum öncesinden
başlayarak tüm gelişim evrelerinde sağlıklı bir biçimde yetişmesini sağlamak, fiziksel, duygusal ve
cinsel istismarını önlemek için" Çocuk İstismar ve İhmali" ile ilgili:
a) Bilimsel yöntemlerle bilgi elde etmek ve üretmek,
b) Çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi ile ilgili bilgileri yaymak,
c) Çocukla ilgili alanlarda çalışanların bilgilerini ve deneyimlerini birbirlerine iletebileceği ortamı
sğlamk
d) Gerektiğinde çocukla ilgili alanlarda çalışanlara çocuk istismarı ve ihmalinin önlenmesi, istismar
ve ihmal edilen çocukların tedavisi konusunda danışmanlık yapmaktır.
Bu amaçla dernek:
•Çocuk istismarı ve ihmali konusunda disiplinler arası kongre, konferans,seminer ve benzeri
toplantılar düzenler.
•Çocuk istismarı ve ihmali konusunda yayın yapar veya bu alanda yayın yapan kişi veya
kuruluşlarla iş birliği sağlar.
•Çocuk istismarı ve ihmali ile ilgili çalışma ve bilimsel araştırmaları destekler, amaçları
doğrultusunda gerek ulusal, gerekse uluslararası kuruluşlarla ve gerçek ve tüzel kişilerle iş birliği
yapar.
•Çocuk istismarı ve ihmalini önleme konusunda kamuoyu yaratmak amacıyla kitle iletişim
araçlarından yararlanmak için ilgili kuruluşlarla iş birliği yapar.
•Çocukların yetişmesi eğitilmesi ile ilgilenen kişilerle bu alanda hizmet veren kuruluşlarda
çalışanlara gerektiğinde danışmanlık yapar.
•Çocukların haklarını koruyan kuruluşlarla iş birliği yapar.
Çocuk Vakfı:Çocuk Vakfı’nın kuruluş amacı şu şekildedir:
•Çocuğun sosyal, kültürel ve eğitim bakımından gelişmesine katkıda bulunmak
•Çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmek
•Çocuk psikolojisi, sağlığı, eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı
çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılmasına ortam hazırlamak
•Aile, çocuk, okul ve çevre ilişkilerinin düzenlenmesinde benzer kurum ve kuruluşlarla iş birliği ni
sağlamak
•Beden ve ruh sağlığının kazanılmasında, özel ilgi gerektiren çocuklara yönelik çalışmalara öncülük
etmek
•Çalışan çocukların sorunlarına sosyal açıdan çözümler sağlayıcı öneriler geliştirmek
•Aile ve çocuk konulu sosyal araştırmaların sonuçlarını kamuoyuna duyurmak
•Çocukları olumsuz yönde etkileyen uyarıcılar karşısında koruyucu tedbirler almak
•Çocuk haklarının savunulmasında ısrarlı ve kararlı olmak
•Çocuklarımızın sevgi ortamı içinde büyümelerini temin etmek amacıyla ailenin değerini
benimsetici çalışmaları özendirmek
•Çocukları toplum gerçeklerinden soyutlamadan, yaşadıkları dünyanın bilincine ulaşmalarına
yardımcı olmak.
Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı:Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı; suça
sürüklenerek yasalarla sorun yaşayan çocuk ve gençlerin toplumsal yaşama aktif ve üretken bir
biçimde katılmalarına destek olmak amacıyla kurulmuştur.Vakfın kurucusu aynı alanda çalışan
Dostlar Dayanışma Derneği'dir.
**Dernek;düşük gelirli sosyal sınıflar için ek gelir sağlama ve onların çeşitli sorunlarına çözüm
üretme amacıyla kurulmuştur. Düzenlediği "El Emeği Pazarlarına cezaevinde yaptıkları boncuk işleri
ile katılan iki hükümlüyle kurulan ilişki sonucu suça itilmiş çocuklara yönelik çalışmalarına
başlamıştır.
Vakfın daha ayrıntılı ifade edilmiş hedefleri ise şu şekildedir:
•Çocuk suçluluğunun önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
•Tutuksuz yargılanmakta olan çocukların kendine yeterli, donanımlı ve sosyal yaşama üretken
şekilde katılmalarına destek olmak,
•Adalet Bakanlığının gözetimi altında bulunan çocukların toplumsal yaşama üretken biçimde
katılmalarına destek olmak,
•Yargılama sonrası kalacak yeri olmayan gençler için "Özgür Eğitim Köyü"nü kurmak,
•Çocuk suçluluğu konusunda kamuoyu bilinçlendirme çalışmaları yapmak,
•Özelde çocuk suçluluğu, genelde çocuk hakları konusunda bilgi ve belge merkezi kurmak,
•Konuya ilişkin bilimsel çalışmaları desteklemek,
•Bu alanda çalışan kurum ve kuruluşlarla ulusal ve uluslararası düzeyde iş birliği yapmak,
Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği:Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma
Derneği (ÖZ-GE DER) “Derneğin Amacı” başlığında açıklanan amaçlar doğrultusunda, 1993'ten beri
bu alanda bireysel olarak çalışan kurucu üyeler tarafından 1999 yılında kurulmuş bir sivil toplum
örgütüdr.
**Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği (Öz-Ge Der), risk altındaki çocuk ve
gençleri desteklemek ve bu anlamda toplumsal farkındalık ve duyarlılığı geliştirmek hedefiyle
kurulmuş öncü ve bağımsız bir sivil toplum örgütüdür.
UNITE 14=SOSYAL HİZMET ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDEN ÖRNEKLER
KADIN HAKLARI ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Ülkemizde kadın hakları alanındaki sivil toplum örgütleri, daha çok kadına yönelik şiddet ve kadın
istihdamı konularında ve savunuculuk bağlamında çalışmalarını sürdürmektedir.
Kadın Merkezi Derneği (KAMER):Merkezi Diyarbakır'da bulunan Kadın Merkezi Derneği, kadınların
bireysel,kültürel, yasal, ekonomik, toplumsal, politik anlamda güçlenmelerine katkıda bulunmak;
kadınların ikincil konumdaki statülerini değiştirip yükseltmelerini sağlamak; uzun vadede kadınlar
için istihdam sağlayıcı alanlar oluşturmak; okul öncesi eğitime yönelik çalışmalar yapmak gibi
amaçlar taşımaktadır.
Faaliyetleri
•Toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddet üzerine farkındalık çalışmaları
yapmak.
•Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddetin ortadan kalması için gerekli politikaların
geliştirilmesi ve uygulanması için savunuculuk ve lobi çalışmaları yapmak.
•Yaşadığı şiddeti fark edip bu şiddetle mücadele etmek için destek talep eden kadınlara ihtiyaç
duydukları desteği sunmak.
•Yaşadığı şiddeti fark edip hayatlarını değiştirmek isteyen kadınların ekonomik yönden
güçlenmelerini sağlayacak girişimcilik insiyatifleri geliştirmek ve desteklemek.
•Her türlü ayrımcılık ve şiddeti reddeden, çocukların toplumsal cinsiyet ve diğer baskıcı kalıplardan
bağımsız, özgürce gelişmesini destekleyecek alternatif erken çocuk gelişimi modellerinin
uygulanmasını sağlamak.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı:Kadın hareketinde 1987 yılının ayrı bir önemi var.Türkiye'de
kadınların erkek şiddetine karşı ilk başkaldırısı bir grup feminist tarafından bu yıl içinde örgütlendi.
Çankırı'da bir yargıç, "Kadının sırtından sopayı,karnından sıpayı eksik etmemek gerekir." diyerek
bir kadının boşanma talebini reddetmişti. Bu karar bir dizi eylemin de başlangıcı oldu.
**Şiddetle yüz yüze olan kadınlarla dayanışmayı sürdürmek, aile içindeki şiddete karşı mücadeleyi
yaygınlaştırmak amacıyla 1990'da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu.
**Vakıf, kadının statüsünün yükseltilmesi ve kadına yönelik şiddet konularında faaliyet gösteren
başlıca sivil toplum örgütlerinden biridir.
Kadın Dayanışma Vakfı:Vakfın kökeni 1987 yılında bir grup aktivist kadın tarafından oluşturulmuş
olan “Kadın Tartışma Grubu”na dayanmaktadır.
**Kadın Dayanışma Vakfı, kadın dayanışması yoluyla, kadına yönelik her türlü şiddet, özellikle aile
içi şiddetle mücadele etmeyi amaçlayan bağımsız bir kuruluştur. Vakıf, kamuoyuna ve medyaya
yönelik çalışmaları ile kadının insan hakları konusunda baskı oluşturarak kadına yönelik şiddetin
meşruiyetini sona erdirme yönünde toplumsal değişime katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli
eğitim programlarıyla aile içinde kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda, Danışma Merkezine
gelen kadınlara, Vakıf gönüllülerine ve meslek elemanlarına yönelik bilinç yükseltme çalışmaları
yapmaktadır.
Uçan Süpürge:Kuruluş amacı; kadın kuruluşları ve kadın hareketine duyarlı kişiler arasında iletişim,
iş birliği ve dayanışmayı arttırmak, onların deneyimlerini genç kuşaklara aktarmak, ulusal ve
uluslararası bir iletişim ağı oluşturmaktır.Uçan Süpürge;
•Yerel ve uluslararası ağlarını her yıl geliştirmekte,
•Türkiye’de ve dünyadaki kadın gündemini takip etmekte,
•Kadınların, kadın emeğinin ve kadın sorunlarının görünür olması için tüm iletişim kanallarını etkin
biçimde kullanmakta,
•Kadının insan haklarının içselleştirilmesi için çalışmalar yapmakta ve faaliyetlerini Türkiye’nin
tamamına yaymaktadır.
YAŞLI REFAHI ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Türk Geriatri Derneği:Ankara Üniversitesi, Başkent Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Hacettepe
Üniversitesi ve Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültelerinden "Yaşlanma" ve "Yaşlı Sağlığı" konularında
birikim ve deneyim sahibi öğretim üyeleri tarafından 2003 yılında Ankara'da kurulmuştur. Amacı;
geriatri konusundaki gelişmeleri yakından izleyerek üyelerini bilgilendirmek, ilgili uzmanlık
dallarındaki hekimlere "yaşlıların sağlık sorunları" konusunda eğitim vermek, bu amaçla seminer,
panel, sempozyum ve kongreler düzenlemek, araştırmalar yapmak, projeler geliştirmek ve
uygulamak, üyelerine destek sağlamak, bilimsel yayınlar yapmak ve toplumun "Sağlıklı Yaşlanma"
konusunda bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapmaktır.
Alzheimer Derneği:Dernek, alzheimer hastalığı hakkında bilincin geliştirilmesi, hastalığın toplumda
tanınmasının sağlanması, hastaların ve yakınlarının desteklenmesi, kendi kendilerine yardım için
zemin hazırlanması, daha iyi bilgilenme ve bakım sağlanması, bu konudaki bilimsel çalışmaların
arttırılması ve desteklenmesi amacını gütmektedir.
Türk Geriatri Vakfı:Türk Geriatri Vakfı, 16 Nisan 2001 tarih ve 24360 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan ilan ile kurulmuş, 2003 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla başına “Türk” ibaresini almıştır.
**65 yaş ve üzeri nüfusa sağlık yardımı yapmak üzere hastaneler,dinlenebilecekleri ve yaşamlarını
güven ve huzurla sürdürebilecekleri bakımevleri,dinlenme ve rehabilitasyon merkezleri kurmak,
imkânları ve güvenceleri olmayanlar için de her türlü desteği sağlamak, başta yaşlılar olmak üzere
toplumun daha sağlıklı yaşaması ve yaşlanması amacıyla çalışmalarda bulunmak, ülke genelinde
yaşlı sağlığı ve geriatri konularında eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapmak vakfın temel
amacıdır.
ENGELLİLİK ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Engellilere yönelik sivil toplum örgütleri, ülkemizde faaliyet yönünden güçlü yapılanmalar olarak
görülebilir. Aşağıda bu örgütlerin en çok bilinenleri yer almaktadır:
Türkiye Sakatlar Derneği:1958 yılında İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde başlayan ilk hazırlıkların
ardından 1960 yılında Derneğin kuruluşu tamamlanmıştır.Uzun yıllar elindeki kıt olanaklara rağmen
tüm engellilere hizmet sunmaya,tüm engellilerin sorunları için çaba göstermeye çalışmış ve yıllar
içerisinde çeşitli il ve ilçelerde açtığı şubelerle çalışma alanını genişletmiştir.
**Daha sonradan yapılan düzenlemeler ile engelliler 4 ana gruba (ortopedik,görme, işitmekonuşma ve zihinsel) ayrılınca, Türkiye Sakatlar Derneği, ortopedik engellilerin en büyük ve en
yaygın kitle örgütü olarak alanını belirlemiştir.
NOT=Türkiye Sakatlar Derneği’nin bugün ülkenin hemen her köşesine yayılmış 68 şubesi
bulunmakta.
**Dernek Türkiye Ortopedik Özürlüler Federasyonu’na da üyedir.
Derneğin ana amacı; hareket organlarından kol, bacak, omurgalarından sakat olan kişilerin toplum
yaşamına özgür, üretken bireyler olarak katılıp katkıda bulunmalarını sağlamaktır.Bu ana amaca
erişmek üzere;
1. Engellilerin hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi, bu hakların kullanılabilir hâle getirilmesi,
2. Engellilerin günlük yaşama ve çalışma koşullarına uyumunun sağlanması için gerekli
rehabilitasyon ve rehberlik çalışmalarının sağlanması,
3. İstihdam, eğitim, sağlık hizmetlerinden eşit ve tam olarak yararlanabilmeleri için engellere
yardımcı olunması, gerekli hâllerde diğer meslek birlikleriyle iş birliğine gidilerek destek verilmesi,
4. Çeşitli kurs ve seminerlerle engellilerin mesleki ve kişisel gelişimlerine katkı sunulması,
5. İhtiyaç sahibi engellilere ulusal ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği çerçevesinde tekerlekli
sandalye, koltuk değneği başta olmak üzere tıbbı araç ve gereç temin edilmesi gibi çok çeşitli
çalışmalar yürütülmektedir.
Altı Nokta Körler Derneği:Altı Nokta Körler Derneği görme engellilerin kendine yeterli, üretken ve
toplumla kaynaşabilen bireyler olarak yetişmelerini sağlamak, sosyal, eğitsel kültürel ve mesleki
sorunlarına çözüm yolları üretmek amacıyla 1950 yılında kurulmuş köklü bir dernektir. 1958 yılında
Bakanlar Kurulu kararıyla, "Kamu Yararına" statüsünü kazanmıştır. Görme engellilerin eğitim
olanaklarından eşit düzeyde yararlanmalarının son derece önemli olduğuna inanan Altı Nokta
Körler Derneği, 1950’li yıllarda ülkemizde körler okullarının açılması yönündeki çalışmalara önemli
katkılarda bulunmuştur.
Özürlüler Vakfı:Vakfın kurucusu Hüseyin Ören, 1956 yılında İstanbul’da doğmuş, 1974 yılında
geçirdiği bir kaza sonucu hayatının geri kalanını “quadropleji” (omurilik felçlisi) olarak
sürdürmüştür.
Kaza sonrası ikinci hayatında, yüz yüze geldiği sorunları başkalarının yaşamaması için; birçok özürlü
grubunun aynı çatı altında olması gerekliliğine inanarak vakıf kurma çalışmalarına başlamıştır.
NOT=Özürlüler Vakfı 16 Ocak 1998 tarihinde, Hüseyin Ören ve yedi kurucuyla birlikte kurulmuştur.
SAĞLIK ALANINDA FAALİYET GÖSTEREN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Sağlık alanında faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum örgütleri bulunmaktadır. Bu bölümde Lösemili
Çocuklar Vakfı (LÖSEV) ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti ele alınmıştır.
Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV):LÖSEV'in amacı; lösemili ve kan hastası çocukların, sağlık ve eğitim
başta olmak üzere her türlü ihtiyaçlarının sağlanmasına yardımcı olmak, bunun yanı sıra,kalıtsal ve
edimsel kan hastalıkları konusunda ulusal düzeyde tedavi, eğitim ve araştırma kurumları kurmak
ve işletmektir.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti:Derneğin amacı, yurdumuzda ahlaki ve kültürel bir kalkınma atmosferi
içinde içki, uyuşturucu ve sigara bağımlılığı gibi toplum ve gençliğin beden ve ruh sağlığını tahrip
eden bağımlılıklar yanında, kumar, fuhuş, internet ve ekran bağımlılığı gibi gençliğe ve topluma
zarar veren bütün zararlı alışkanlıklarla mücadele etmek, millî kültürüne bağlı nesiller yetiştirmek
amacı ile kuruldu.Hedef, içki, uyuşturucu madde sigara tüketimini ve diğer kötü alışkanlıkları,devlet
organları ve sivil toplum kuruluşları ile de iş ve gönül birliği yaparak asgariye indirmektir.
YOKSULLUK VE SOSYAL YARDIM ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Bu başlık altında Türkiye’de yoksulluğun azaltılmasına ve sonuçlarının hafifletilmesine yönelik sivil
toplum örgütleri yer almaktadır.
Türkiye Kızılay Derneği:Kızılay'ın amacı, her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın
acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine
saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı,dostluğu saygıyı, iş birliğini ve
sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın, ıstırap anında eşitliğin,
savaşın en kızgın anında insancıllığın,tarafsızlığın ve barışın simgesidir.
**Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi, kâr amacı gütmeyen,yardım ve
hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.
Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği:Derneğin amacı; Yurt içinde ve yurt dışında dil,
din, ırk, cinsiyet gibi hiçbir ayırım gözetmeden yardıma muhtaç insanların ihtiyaçlarını karşılamak,
insanların sosyal sorumluluk bilincini, yardımlaşma ve dayanışma duygusunu geliştirmek,
toplumların sosyoekonomik düzeyini yükseltmek, insanlığın evrensel değerlerinin korunmasına ve
tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapmak, insanlar ve ülkeler arasında köprü görevi üstlenmektir.
Deniz Feneri Derneği:Türkiye'nin dört bir yanında hayata geçirdiği gıda, eğitim, sağlık, barınma
alanlarındaki projeleriyle; kurduğu misafirhaneler, aşevleri, giyim mağazaları,yürüttüğü meslek
edindirme programları ile ihtiyaç sahiplerine kapsamlı bir hizmet sunmaktadır.
Download