UNITE 1=SİVİL TOPLUMUN KURAMSAL ÇERÇEVESİ I TANIM VE KAPSAM Fransızca-Latince kökenli olan “sivil” kavramına karşılık gelen “civil” kelimesinden turemıs. ** Sivil toplum, en genel anlamıyla kamusal alanda var olan, gönüllülüğe dayalı,kendi kendinî oluşturan, hukuksal bir düzenle ya da bir ortak değerler kümesiyle sınırlı, devletten özerk ve örgütlü olan toplumsal yaşam alanı olarak tanımlanmaktadır. **John Keane sivil toplum konusunda tam bir görüş birliği olmadığını savunmaktadır.=>Sivil toplum,şiddet karşıtı,kendi kendine örgütlenen,kendi kendinî değerlendiren ve yansıtan ve hem birbirleriyle hem de onların eylemlerini çerçeveleyen,sınırlayan ve mümkün kılan devlet kurumlarıyla sürekli bir gerilim içerisinde olma eyleminde bulunan yasal koruma altındaki devletdışı kurumların karmaşık ve dinamik bir topluluğunu tanımlayan bir ideal-tip kategorisidir. **Jürgen Habermas=>Sivil toplumu,dinî kurumlar,kültür dernekleri,akademiler, bağımsız medya,spor ve hobi dernekleri,tartışma kulüpleri,vatandaş forumları, yurttaş inisiyatifleri,meslek birlikleri,siyasal partiler,sendikalar ve alternatif kurumlara dek uzanan devlet-dışı ve ekonomi-dışı birlikteliklerin oluşturduğunu söylemektedir. **Kongar’a göre sivil toplum,devletin resmî örgütlenmesinin dışında vatandaşlık bilinci ile geliştirilen gönüllü yapılanmalardan oluşmaktadır. >>Sivil toplum kuruluşları,belirli bir mekân ve zamanda bilgiye dayanılarak teşhis edilen bir ihtiyacı ya da bir ihtiyaçlar demetini karşılamayı amaç edinen,kâr amacı gütmeden hizmet veren böylece de kamunun yönetimine katılan kuruluşlardır. >>Sivil toplum temelde dört işlevi yerine getirmektedir: -Devlet gücünü meşrulaştırma aracı olma işlevi -Despotizme karşı güvence olma işlevi -Demokrasiye geçişi kolaylaştırıcı bir etken olma işlevi -Uygarlığı barbarlıktan ayıran bir ölçüt olma işlevidir. >>Bir ülkede sivil toplumun oluşabilmesi için bazı koşullara ihtiyaç vardır: -Devlet mülkiyetinin minimum düzeyde olması -Açık piyasa ekonomisinin olması -Toplumsal katılım mekanizmasının bulunmasıdır. TARİHÇE Felsefî Temelleriyle Batı’da Sivil Toplum: **Aristo’da Politike koinonia polise karşılık gelmektedir.Polis,insan aklının yansıması olan dilin sergilendiği mekândır.Polis mensubu yurttaşlar eşit ve hür olarak ortak sorunlar üzerine karşılıklı akıl yürütmekte,fikirlerini müzakere ederek ortak aklı,ortak fikri,ortak sözü oluşturmaya çalışmaktadırlar.İnsan Polis’te insan olmakta,insanlığını yaşamakta ve hayata geçirmektedir. Aristoteles’in polis olarak ifade ettiği alan,yurttaşın özel alanının dışında kalan sivil toplumla özdeş olan siyasal toplumu niteleyen alandır. **18.yüzyıla kadar bütün Avrupalı düşünürler,sivil toplum terimini, mensuplarını yasalar altına sokmakla barış ve düzeni sağlayan siyasal düzen anlamında kullanmışlardır.Sivil toplum kavramı bu klasik anlayış biçimi ile İngiltere,Fransa ve Almanya'da etkisini sürdürmüştür. **Sivil toplumun,kendine ait ilkeleri olan,devletle özdeşleştirilmeyen anlamındaki tanımlamasını,ilk kez Adam Ferguson gibi İskoç aydınlanmacıları yapmaya başlamıştır. Ferguson,1767 yılında yazdığı ‘Sivil Toplum Tarihî Üzerinde Deneme’ adlı eserinde,ticari ilişkilerin toplumda yozlaşmaya yol açtığını belirtmekteydi.Bu nedenle Ferguson,iktidar ve zenginliğin bozucu etkilerine karşı koymanın ve kamusal ruhu yaratmanın en iyi yolunun,vatandaş birliklerinin kurulması ve bunların güçlenmesinin teşvik edilmesi olduğunu ifade etmekteydi.Ferguson sivil toplumu siyasal otoriteden ayrı tutmuştur. **Sanayi Devrimi’ne kadar olan uzun zaman boyunca,gelişmiş ülkelerde ve diğer ülkelerde sosyal politika uygulamalarının gönüllülük ve karşılıklı yardım esasına dayalı olan hayırsever organizasyonlar (STK’lar) tarafından sağlandığı görülmektedir. **1929 Keynesyen ekonomi politikalarının benimsendiği ve bunun sonucu olarak,devletin faaliyet alanının sürekli olarak genişlediği,müdahaleci bir devlet tipinin ortaya çıktığı,böylesi bir ortamda STK’lara neredeyse hiçbir gereksinim kalmadığı,çünkü devletin ekonomik alanın yanında sosyal alanı da tamamen kapsayacak şekilde düzenlemelerde bulunduğu da görülmektedir. **2.Dünya Savaşı ile 1980’li yıllar arasında yaşanan ve son derece gelişmiş sosyal politikaların ön planda olduğu bu dönem,sosyal açıdan müdahaleciliğin zirve noktasını oluşturan “refah devletleri”nin geliştiği ve serpildiği bir dönem olmuştur. **1980 sonrası dönemde,devletin toplumsal sorunlara olan katkısının azalma eğilimine girmesi üzerine,yeni dönemin koşullarına uyum sağlamak amacıyla sivil toplumun kendi çözüm arayışlarına başvurduğu ve bunun sonucu olarak 3.sektör olarak adlandırılan sivil toplum kuruluşlarının yüzyıllar sonra yeni dönemde bir kez daha gündeme gelmeye başladığı görülmüştür.Modern sivil toplum kuruluşları olan STK’lar,özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde sosyal politikanın sağlanmasında yeni bir yöntem olarak tekrar ilgi görmeye başlamıştır.Merkezî yönetim,yerel yönetimler ve STK’lar arasında hizmet paylaşımı ortaya çıkmış,devletin,STK’lar ile ileri düzeyde iş birliği yaptığı gözlenmiştir. **Başta ABD,İngiltere,Fransa vb. olmak üzere birçok ülkede,yapılan yasal ve yönetsel değişikliklerle,devletin sosyal refah hizmetlerindeki finansman ve denetim sorumluluğu devam ederken,hizmetlerin üretim ve dağıtım sorumluluğu STK’lara devredilmeye başlanmıştır. **Neo-liberal politikaların etkisiyle,devlet ekonomik ve sosyal alandan çekildikçe yerini STK’lar doldurmaya başlamıştır. **18.yüzyılın ortalarına kadar devlet ile sivil toplum arasında bir ayrımın olmadığı ve sivil toplum ile devletin özdeş görüldüğü tespit edilmektedir.Sonraki dönemlerde,sivil toplum kavramı dört aşamada ele alınmış olup her aşamada bu kavrama yüklenen anlamlar devlete referansla farklı şekillerde sınıflandırılmıştır: =>1.aşamada sivil toplum,bir devletin üyesi olmakla özdeşleşen anlamından kurtulmuş ve sivil toplum kavramı Hobbes ve Rousseau gibi sosyal sözleşmeci filozoflar tarafından doğa hâlinden çıkıp siyasi otorite etrafında bir araya gelmek biçiminde tasvir edilmiştir.(Sivil toplum toplumsal yaşamın her alanını kapsamaktadır.) >Hobbes;devlet ve toplum konusundaki görüşlerini açıklamak için doğa durumu varsayımından yararlanır.Hobbes,toplumsal insanı doğa (savaş) durumuna düşme tehlikesine karşı uyarmış,bireyler,barış (devlet) uğruna sivil toplumdan vazgeçmez ise toplumsal insanın,doğa (savaş) durumuna dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtmiştir.Doğa durumuna düşmemek için ise devletin gerekli olduğunu vurgulamıştır. >Rousseau;doğa,sivil toplum,siyasal toplumdan oluşan üçlü bir ayrım yapmıştır.Doğal hukuku sivil toplumun sınırları içine sokmuştur.Rousseau’nun kuramında genel irade anlayışı,egemenliğin uzlaşmaz bir biçimde halka verilmesi ve toplumsal özgürlüğün temelini oluşturur.Rousseau’da sivil toplum, toplumsal sözleşme yoluyla ortaya çıkan siyasal toplumdur. =>2.aşama sivil toplum içindeki bağımsız toplulukların kendilerini devlete karşı savunmalarının meşrutiyet kazanmasına karşılık gelmektedir. >Locke’da sivil toplum,bireylerin doğa durumundaki temel haklarını maksimum düzeyde koruyabilmek için sözleşme gerçekleştirdikleri bir alandır.Ayrıca,devlet iktidarına karşı aileyi doğal bir özerk alan olarak değerlendirmiştir. >Sivil toplumun da ana özelliklerini ortaya koymuştur: -Yaşama hakkını dokunulmaz hak olarak adlandırması -Özgürlük ve mutluluğu siyasal sistemin amacı olarak algılaması -Yurttaşların,parlamento aracılığı ile siyasal sistemin işleyişine katılmalarının önemini belirtmesi -Devlet erkinin bölünmesine dayalı çoğulcu yapının vurgulanmasıdır. =>3.aşama sivil toplumun içerdiği özgürlüğün toplumsal çatışmaların kaynağı,devlet müdahalesinin bu çatışmaları önleyici faktör sayıldığı bir anlayışı yansıtır. >Hegel sivil toplum ile siyasal toplum arasında bir ayrım yapmış,devlet ve toplum arasındaki çizgileri belirtmiştir. >Hegel sivil toplum kavramına,yalnızca ekonomik ilişkiler alanı ve sınıfların oluşumunu değil,bununla birlikte adli mekanizmayı,idari ve örgütsel yapıları da dâhil eder. =>4.aşama devlet müdahalesinin sivil toplumu yavaş yavaş ortadan kaldıracağından korkulmaya başladığı noktayı ifade etmektedir. >Tocqueville’nin çözümlemelerinde,sivil toplum,üyelik ve eylemlerin gönüllülük esasına dayandığı,aile ve devlet arasındaki tüm ilişkileri ve ağları (sivil toplum kuruluşlar,dinî grup ve kurumlar,mesleki örgütlenmeler,kendine yardım amaçlı gruplar,sosyal hareketler,bağımsız medya gibi) içermektedir. >Tocqueville,sivil birliklerin var olmaları ve eşgüdümlerinin sağlanması bakımından daima merkezileşmiş devlet kurumlarına bağımlı olduklarını savunmuştur. >Tocqueville,demokrasinin egemen olduğu yönetimlerde devlet otoritesini sınırlamak,toplum çoğunluğunun neden olabileceği olumsuzluklar ve baskıların önüne geçmek için yaygın bir şekilde örgütlenmiş bir toplumu anlatır. >Tocquevile’e göre,bireyler kendi düşüncelerini savunmak ve yaymak için dernek gibi sivil toplum kuruluşlarının çatısı altında bir araya gelirler.Amaçları toplumun diğer kesimlerine görüşlerinin haklı olduğunu anlatmak,yaymak ve grubun amaçlarına ulaşmaktır. >Tocqueville ayrıca üçlü bir sınıflandırma yapmaktadır: -Birincisi resmî siyasi temsil sistemi,parlamenter meclisleri,bürokrasisi,polis ve ordusuyla devlettir. -İkincisi,esas itibariyle özel çıkarların ve ekonomik etkinliğin alanı olan sivil toplumdur. -Üçüncüsü siyasi toplumdur ve onun esası da bir araya gelme (dernekleşme) sanatının tam gelişmesidir. **Marx çatışmacı sivil toplum kuramcısı olarak bilinmektedir.Marx’a göre sivil toplum,hem tarihsel bir sürecin sonunda yer alan belirli bir aşamayı,hem de bu süreçte belli bir dönüşüm geçiren toplumsal tabanı ifade etmektedir.Marx “sivil burjuva” toplumun bir sınıfı değil,sivil toplumun bir sınıfıdır diyerek burjuvayı sivil toplumun içine yerleştirmekte. **Marx’ın kuramında,sivil toplum devlete bağımlı olarak düşünülmekten çıkmış,tersine devletin topluma bağımlı olduğu,onun sivil toplum tarafından belirlendiği varsayılmıştır. **Marx’a göre,sivil toplum altyapıdır,devletse üst yapıdır. **Marx,sivil toplumun sınıflı bir doğasının olduğunu belirtmekte ve sivil toplumun bireysel bir egoizm alanı değil,sınıfların çatıştığı bir alan olduğunu vurgulamaktadır. **Marx’a göre,devlet sivil topluma bağımlıdır,dolayısıyla devletin faaliyeti de hâkim sınıfın çıkarları doğrultusunda gerçekleşmektedir.Marx siyasal bir sivil toplumun,devrimle birlikte siyasal olmayan bir sivil topluma dönüşeceğini,daha sonra komünal sivil toplumun,bağımsız bireylerden oluşan bir sivil topluma dönüşeceğini savunmuştur. UNITE 2=SİVİL TOPLUMUN KURAMSAL ÇERÇEVESİ II TÜRKİYE PERSPEKTİFİ: Batılı düşünürlerin yanı sıra bazı Türk düşünürler de sivil toplum üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Örneğin tanınmış Türk sivil toplum kuramcılarından İdris Küçükömer sivil toplumu “tüm toplum” olarak kavramsallaştırır. Küçükömer’e göre felsefe geleneğine sahip bir toplum ancak sivil toplum olabilir. Felsefesiz bir toplum, sivil toplumun yokluğunun veya değersizliğinin bir göstergesidr. **Sivil toplum, düşünce geleneği yanında, kültürel birikimle de ilişkilidir. Sivil toplum bir bakıma Batı kültürel birikiminin ürünüdür. Türk toplumunda sivil toplum için temel öge olan bireysel özerklik ögesi devlet karşısında zayıf bırakılmıştır. Küçükömer’e göre Türkiye’de felsefe geleneği yoktur ve bu yokluk sivil toplumun da yokluğunun önemli bir göstergesidir.Küçükömer sivil toplumun üç aşamasını tanımlamıştır. Bunlar: Yaşam için gerekli-zorunlu ihtiyaçların belirlendiği “ihtiyaç toplumu”, Sivil toplum-politik toplum ayrışımının belirginleştiği “piyasa toplumu”, Sivil toplumun özerklik kazanarak ağırlığının ortaya konulmasıyla oluşan “tüm toplum”dur ve bugün sivil toplumdan asıl anlaşılması gerekende budur. NOT= Politik toplum, politikanın yapılıp üretildiği, sivil toplum ise ihtiyaçların giderildiği bir toplumdur. Sivil toplumun oluşabilmesi için ayrıca iktidarın bölünmüş olması gereklidir. Bunun için sınıf hareketlerine ihtiyaç vardır. Sınıf hareketleriyle ve yurttaşların politik elitliğiyle “bölünmüşlüğe dayalı bir bütünlük olan toplum” demokrasiyi ve sivil toplumu doğuracak ve yaşatabilecek bir toplum. ** Sivil toplum üzerinde duran bir diğer önemli Türk toplumbilimci de Şerif Mardin’dir. Mardin sivil toplumu “medeni toplum” olarak kavramsallaştımıs. Mardin’e göre sivil toplumun devletle organik bir bağlantısı vardır. Devlet, kişinin evrensel gelişmesinin sonucu değil, çıkarlarının şekillendirdiği bir sonuç olarak görülmelidir. Mardin sivil toplumun dört anlamına dikkat çekmektedir. Bunlar: Medenilik, Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde önemli bir sosyal aşama, Tarih felsefesi alanında bir tartışma alanı, Devleti protesto etme geleneği. **Mardin’e göre, Türkiye’de zannedildiği gibi sivil toplumun karşıtı “askerî toplum” değildir. Sivil toplumun karşıtı “gayrimedeni toplum” olabilir. Medenilikte bir aşamayı ifade eden sivil toplum modern anlamda tam bir “medeni toplum”dur.Mardin’e göre sivil toplumun ortaya çıkmasında iki unsur etkili olmuştur. Bunlar: Devlet dışında süren hayatın akışının garanti altına alınması Ekonomik faaliyetlerin ulusal yaşamın içerisinde “özerk” bir konuma sahip olmasıdır. OSMANLI’DA SİVİL TOPLUM:Osmanlı sisteminde loncalar, vakıflar, tarikatlar ve tekkeler sivil topluma temel oluşturan yapılardır. Devlete idari açıdan bağımlı olmasına rağmen en az 19.yüzyıla kadar bu sivil toplum unsurları önemli bir varlık sergilemişlerdir. siyasal iktidarın merkezîyetçi örgütleniş biçimi bu yapıları devlete bağımlı hâle getirmiştir.Bu nedenle Osmanlı’da bugünkü anlamıyla özerk bir sivil toplumdan söz etmekgüçtür. ** Osmanlı toplumunda her zaman güçlü devlet geleneğinin hâkim olduğu siyasi bir rejim mevcut olmuştur.Bu kültürde, iktidarın bölünmüşlüğü yerine tekliği söz konusu olduğu için sivil toplum, politik toplum ayrımı da doğal olarak yaşanmamıştır. ** Sivil topluma en çok yaklaşan sistem olan millet sistemi uyarınca, azınlıklara tanınan kendi eğitim kurumlarını kurabilme, meclislerini oluşturabilme ve yargılama yetkileri devlet denetiminde olsa da bu cemaatlerin devletten özerk bir yaşam alanına sahip olduklarının göstergesidir. ** Loncalar, tasavvufi düşünce ve fütüvvet ilkelerine bağlı, tekke ve zaviyelerdeki şeyh mürit ilişkisine benzer şekilde işyerlerinde usta çırak ilişkisi ile oluşturulan ahilik teşkilatına dayanmaktadır. Bu teşkilatların zamanla şehirlerde merkezîleşip esnaf birlikleri hâline gelmesiyle oluşan loncalar, Osmanlı Devleti’nde esnafla merkezî yönetim arasında önemli bir köprü görevi üstlenen sivil toplum potansiyeli taşıyan unsurlardandır. ** 16. yüzyıla kadar üretim kalitesini yükseltme, kalifiye eleman yetiştirme,yetişen elemanlara ustalık sertifikası verme, iş ve ticaret ahlakını geliştirme ve denetleme, işçileri koruma ve üretimi en ucuz yoldan tüketiciye ulaştırma gibi işlevleri düşünüldüğünde loncaların, devletten özerk önemli ve yaygın sivil toplum kuruluşları oldukları söylenebilir. NOT= Osmanlı’da, loncalar,devletten özerk önemli ve yaygın sivil toplum kuruluşlarıdır. **Osmanlı Devleti’nde vakıflar, sosyal adalet, sosyal refah, dengeli gelir dağılımı,sosyal güvenlik ve sosyal hizmetleri, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyet alanı içinde yerine getiren örgütlü sivil dayanışma örnekleri olarak işlev görmüşlerdir. ** Osmanlı’da Batılı anlamda ilk sivil girişimler Tanzimat’la birlikte başladığı hâlde bunların gelişmesi önemli bir engelle karşılaşmıştır. Devlet elitleri 19. Yüzyıldan itibaren devlet kurumlarının yüzünü Batı kurumlarına çevirmeye başladılar ve modernleşme çabalarının motor görevini sivil toplum kurumları değil bizzat devlet yüklendi. Seküler değerleri esas referans noktası alan bu yaklaşım, sivil toplumun giderek canlılığını yitirmesine sebep oldu. ** İlk işçi örgütlenmeleri, sendikalar ve komünist hareketler de bu dönemde başlamıştı. ** Sonuç olarak sivil toplum derken devletten ayrışmış, özel mülkiyete ve serbest piyasaya dayalı bir ekonomik alanın varlığı kastediliyorsa, Osmanlı’da böyle bir yapılanmanın olmadığı genel olarak doğrudur. Bununla birlikte sivil toplum denince devlet dışı gönüllü kuruluşlar kastediliyorsa, bunların Osmanlı’da vakıflar, loncalar, tarikatlar ve dinî cemaatler biçiminde mevcut olduğu söylenebilir. SİVİL TOPLUM KURAMLARI Sivil toplum tarihsel süreç içerisinde geçirdiği aşamalar açısından dört aşamada ele alınmaktadır. Bunlar: Klasik Aşama: Bu aşamada sivil toplum-devlet ayrılığı ortaya çıkmıştır. Devlete Karşı Aşama: Bu aşamada, toplumların bağımsızlığı savunulmaya başlanmış ve toplumların devlete karşı üstünlükleri sağlanmıştır. Devletin Güçlendiği Aşama: Bu aşamada, sivil toplum özgürlüğünün kargaşa doğuran sonuçları nedeniyle sivil topluma karşı devlet güçlenmeye başlamıştır. Bağımsız Sivil Toplum Düşüncesinin Geliştiği Aşama: Bu aşamada çoğulcu,gönüllü örgütlenmeye dayalı devletten bağımsız bir sivil toplum düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Bunun sebebi ise devletin düzenleyiciliğinin sivil toplumu boğacağı düşüncesidir. ** sivil toplum düşüncesinin gelişmesiyle birlikte toplumsal farklılaşma, toplumsal örgütlenme, gönüllü birliktelik, özerkleşme ve baskı mekanizması oluşturma kavramları da güç ve önem kazanmıştır. ** Toplum yaşamındaki etnik, kültürel, dinsel, ideolojik, siyasi, ekonomik ve cinsiyet bazındaki farklılaşmalar sivil toplumun gelişimi için öncelikli koşuldur. Bu toplumsal farklılaşmayı ifade eder. Farklılaşmış alanlarda politika üretebilecek sosyal örgütlenmelerin de olması sivil toplum için ikinci koşuldur. ** Gruplara zorlama olmaksızın girip çıkmanın serbest olması sivil toplumun bir diğer ön koşuludur. Örgütlülük, bireyin gönüllü birlikteliğini sağlayıcı nitelikte olan örgütlülüktür. Bu bağlamda, bireyin kendi rızasıyla kendisi için meşru bir hak olarak gördüğü her türlü örgütlülük bir sivil toplum oluşumudur. Bu açıklama gönüllü birlikteliği tanımlar. ** Sivil toplumun gelişmesinin son şartı ise, sivil toplum örgütlerinin demokratik yoldan bir baskı mekanizmasına yönelmesidir. Sivil toplum örgütlerinin baskı mekanizmaları olarak lobicilik, dirsek teması, sokak gösterileri, protesto, miting,grev gibi siyasi faaliyetlerden bahsedilebilir. **Günümüzdeki görünümünü alan sivil toplumun varlığı ve işlevselliği beş temel koşula dayanır: 1. Sivil toplum, devlet, aile ve yerel yaşamdan bağımsız bir toplumsal alandır. 2. Bireyler, sivil toplumu oluşturan herhangi bir dernek, işyeri veya gruba katılmaya zorlanamazlar.Bu kural Anayasa’mızda da yer almaktadır. 3. Sivil toplum, hukuk düzeninin dışında kalamaz. 4. Sivil toplum kolektif hedefler koyar ve vatandaşları temsil eder. Bu bağlamda, örgütlü sivil toplum devlet ile birey arasında aracı ve itici güç görevini üstlenir. 5. Sivil toplum ile birlikte yetki devri getirilmiştir. Devletin kendi girişimi,vatandaş açısından, yerel, bölgesel veya ulusal girişimden daha yararlıysa harekete geçmesi gerekir. NOT= Modern bir sivil toplumun varlığından bahsedebilmek için bu beş koşulu karşılamak zorunludr. ** sivil toplum koşullarını içeren üç tipte sivil toplum kuramından söz edebiliriz. Bunlar; çoğulcu sivil toplum kuramı; asgari devletçi sivil toplum kuramı ve katılımcı sivil toplum kuramıdır. Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı:Çoğulcu demokrasi kuramcıları, devlet (siyasi toplum) ile sivil toplumun birbirinden tamamen ayrı iki oluşum olduğu varsayımından hareket ederler.Çoğulcu sivil toplum kuramı, liberal sağ düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı’nın amacı, merkezî otoritenin toplumsal yaşama siyasal ve yönetsel müdahalesini en aza indirmektir. Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı’na göre, sosyal hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler doğrudan sivil toplum örgütlerinin daha etkin hâle getirilmesiyle sağlanmalı. ** Ulus devlette doğrudan demokrasi yerini, temsilî demokrasiye bırakmıştır.Temsilî parlamentoyu belirleyen seçimler dönemseldir. Buna karşılık çıkar grupları (örneğin işveren kuruluşları, işçi sendikaları) süreklidir. Temsilî demokrasinin iyi işlemesi, bu çıkar gruplarının gereksinimlerine kulak verilmesine bağlıdır. Temsilî kurumlar kural koyarken, bu çıkar gruplarının istemlerini dikkate almak zorundadırlar. ** Çoğulcu sivil toplum, toplumda devletin dışındaki baskı ve çıkar gruplarının varlığını kabul etmektedir. Siyasal yaşamda hükûmet ve meclis dışında diğer grupların da söz hakkı olmasını istemektedir. ** Çoğulcu sivil toplum yaklaşımı, ağırlıklı olarak Amerikan yaşamının ve düşüncesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu kuramda, genelde devlet tarafsız sayılır. Asgari Devletçi Sivil Toplum Kuramı: Asgari devletçi sivil toplum kuramı, çoğulcu sivil toplum kuramında olduğu gibi liberal sağ düşüncenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcu sivil toplum kuramında olduğu gibi bu kuramın amacı, merkezî devlet otoritesinin toplumsal yaşam üzerindeki etkisini en aza indirmektir. Yeni Sağ”ın ürettiği bu kuramın öncüsü Frederich Hayek’tir. Yeni Sağ, “kendi kendini üreten ya da kendiliğinden olma düzen ile örgütlü düzenin birbirinden ayrı değil,fakat yapısal ve işlevsel açıdan ve amaçları bakımından farklı oldukları” görüşünü savunur. ** Kurama göre, toplum ile devlet birbirinden tamamen bağımsız değildir ve birbiriyle ilişki içindedir. Bunun yanında, yapısal olarak ve amaçları yönünden toplum ve devlet arasında bir ayrımdan söz edilebilir. Hayek’in düşüncelerine dayanan bu yaklaşım, hükümetin toplumu biçimlendirme, bireyin davranışına karar verme pozisyonunda olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Hayek’e göre bu sivil toplum kuramı üç temel varsayıma dayanmaktadır: Baskı gruplarını kullanmayan bir hükümet olmalıdır. Yasama gücü toplumun kendi kurallarını onaylamakla sınırlı bir şekilde çalışmalıdır. Zor gücüne sahip, evrensel normlara uyulmasını gözleyen bağımsız bir yargı bulunmalıdır. ** Hayek’in tasarladığı gibi sivil toplum, yasama, yürütme ve yargı gücünün kullanımı olarak devleti asgariye indiren bir sivil toplumdur. ** Asgari devletçi sivil toplumu savunan “Yeni Sağ”, kendiliğinden olma düzenin, yerleşik adil davranış kurallarıyla, devletin düzenleyici kural koyarak,sivil yaşamın hemen her alanına müdahale etmesi arasında bir çelişki olduğunu ileri sürmektedir. Katılımcı Sivil Toplum Kuramı:Bu, iki kuramın aksine katılımcı sivil toplum kuramını liberal sağ görüşler değil, neo-marksist sol akım geliştirmiştir. Katılımcı Sivil Toplum Kuramı, devletin küçültülmesini değil, sivilleştirilmesini böylece devletin ortadan kalkarak toplumun kendi hâline gelmesini sağlamak istemektedir. ** Neomarksist sol akımın düşüncelerinden kaynaklanan “Katılımcı Sivil Toplum Kuramı” devlet ve sivil toplum iç birlikteliğine dayanmakta, devletin toplum üzerindeki yetkisine karşı çıkmak yerine bu ilişkiyi demokratikleştirme çabasını taşımaktadır. Ayrıca, halkın siyasal faaliyetlerinde daha katılımcı olması istenmektedir. ** Katılımcı Demokrasi Modeli’nin ilk örnekleri, 1871 devrimiyle kurulan Paris Komününde ve 1917 devrimiyle Çarlık Rusya’sında kurulan Sovyetler’in halk meclislerinde görülür. Katılımcı Demokrasi Modeli, doğrudan demokrasi uygulaması ile temsili demokrasi pratiğinin bir karması olarak kabul edilebilir. **Katılımcı Demokrasi Modeli’nde, tabanda doğrudan demokrasi onun üstündeki her düzeyde de temsilî demokrasi işlemektedir. Küçük gruplar, sorunları beraber tartışıp karara bağlar ve açık talimatlarla temsilciler yoluyla bir üst düzeydeki temsilî organa gönderirler. Tabandaki doğrudan demokrasi birimlerinin, seçilmiş temsilciyi her an geri çağırabilme hakkının olması mekanizmanın etkin işlemesinin ön koşullardan biridir. SİVİL TOPLUM TÜRLERİ Aile, devlet ve piyasayı temsil eden gönüllü olarak ortaya çıkan ve amacı kamu yararını artırmak olan birey, kurum ve kuruluşlarından oluşan sivil toplum kuruluşları (STK) üçe ayrılır: 1) Aktivite merkezli STK’lar (spor, kültür, rekreasyon vb. alanlarda faaliyetler gösteren örgütler), 2) Toplum merkezli STK’lar (siyasi partiler, sendikalar, çevre örgütleri, yerel toplum örgütleri vb.), 3) Refah merkezli STK’lar (sosyal hizmet, sağlık, eğitim vb. hizmeti sunan örgütler). Kâr gütmeyen kuruluş olarak tanımlanan bu kuruluşların altı benzer özelliği olduğunu ifade edebiliriz: rincisi; bu yapılar kurumsallaşmıştır. İnformel ve geçici bir şekilde insanların bir araya gelmesi, sivil toplum kuruluşu kapsamında değerlendirilemez. özel sektörde faaliyet gösteriyor olmasıdır. Dolayısıyla,bunların devletten ayrı olması zorunludur. Ancak bu husus, bu kuruluşların devletten maddi destek alamayacağı anlamına da gelmemektedir. elde edilen kârın sosyal amaç doğrultusunda dağıtılmasıdır. Yani bukuruluşlar, özel işletmelerdeki gibi kârı kurucular arasında paylaştırmazlar. bağımsız bir yönetimin varlığıdır. Kendi faaliyetlerini kendileri planlar ve uygularlar. Dışarıdan başka bir kişi yada kurum bu kuruluşlara müdahalede bulunmamaldr. gönüllü bir şekilde ortaya çıkmasıdır.Genelde yönetim kurulu gönüllüdür, ancak çalışanların bir kısmı gönüllü olmayabilir. SİVİL TOPLUMA DUYULAN İHTİYACIN NEDENLERİ &-İnsanlar sorunlarını kendi başına çözemediği için bir araya gelerek gönüllü kuruluşlar oluşturmuş, güçlerini birleştirmiştir.(neden ihtiyaç duyulduğunun temeli) &- piyasanın başarısızlığı. &- devletin başarısızlığı &- toplumdaki dayanışma ruhu UNITE 3=SIVIL TOPLUM ORGUTLERININ ISLEVLERI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SİYASAL İŞLEVLERİ Sivil toplum kuruluşlarının en önemli siyasi işlevi iktidara etki etmek ve ademimerkeziyetçi bir yapı oluşturmaktır. **Sivil toplum kuruluşlarını siyasi etki açısından ikiye ayırmak mümkündür. İlki,partiler üstü konumda olan kesimdir. Bu kesim, siyasal amaçlara bağlı olmaksızın varlıklarını sürdürürler. İşçi ve işveren sendikalarında olduğu gibi partiler üstü bir konumda üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Genellikle gücünü üyelerinin çokluğundan alan kitle, baskı grubu niteliğindedirler. **İkincisi, alt gruplardan oluşan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar, gevşek bir örgütlenme şekli gösterirler. Hizmet sağlamaktan çok kamu siyasetini etkilemeye çalışırlar. Bir kısmı gücünü üyelerinin saygınlığından, maddi kaynaklarından ve niteliklerinden alan bir baskı grubu niteliğindedir. Sivil Toplumun Yasamaya Etkileri:Yasama, devletin temel hukuki işlevidir. Yasama, siyasal toplumun birincil karar alma faaliyetini ifade etmektedir. Karar alma ile ifade edilmek istenen, devletin temel siyasetlerinin esasını belirlemektir.Sivil toplum kuruluşları, seçilmiş milletvekilleri aracılığıyla yasama alanını etkilemeye çalışmaktadır. **Sivil toplum kuruluşlarının en fazla başvurdukları ve sonuç alabildikleri yol lobiciliktir. Sivil toplum kuruluşları, siyasal sistemde kendilerini ilgilendirecek kararları alabilecek kişi ve kuruluşlarla yüz yüze ilişkiler kurarak onları amaçlarına inandırmaya çalışırlar. Sivil Toplumun Yürütmeye Etkileri:Yürütmenin temel görevi, kanunların uygulanmasıdır. Yürütme organının kanunların uygulanması görevi bir taraftan düzenleyici işlemler yapmak bir taraftan da kamu işlerini yürütmekten oluşur. **Sivil toplum kuruluşları kamuoyunu harekete geçirerek, yönetim üzerinde daha genel bir denetim işlevini gerçekleştirirler.Bu kuruluşlar, bir çıkar grubunun kendi isteklerinin kamu politikalarına egemen olmaması konusunda yürütmeyi bilgilendirir ve etkilerler. **Sivil toplum kuruluşları, çeşitli projeler üretmek, bu projelere kaynak bulmak ve bu projeleri uygulamaya geçirmek yoluyla;eğitim, sosyal refah ve istihdam gibi konularda hükûmet politikalarına paralel ya da alternatif sorumluluklar alma işlevini yürütürler. **Sivil toplum kuruluşları, bazen de yasama organına sorunlarını getirmek suretiyle yürütmeyi etkilemeye çalışırlar. Genelde yürütmedeki yönetici ve memurların dolaylı baskılara açık olması sivil toplum kuruluşlarının da dolaylı etkilerini çeşitli zamanlarda göstermektedir. Sivil Toplumun Siyasi Partilere Etkileri: Siyasi partiler demokrasinin yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Demokratik rejimlerde iktidarı etkilemenin en hızlı, en etkili ve demokratik mekanizması siyasi partilerdir. Siyasi talepleri olan sivil toplum kuruluşlarının böyle bir mekanizmadan uzak kalmaları düşünülemez. **Sivil toplum kuruluşları doğrudan politikayla ilgilenmeyi amaçlamadıkları hâlde çoğu zaman devletin ekonomik ve sosyal görevler üstlenmeleri nedeniyle politik alanla ilişki ve destek ihtiyaçlarını gözardı etmezler. **Otoriter rejimlerde ve geçiş dönemlerinde sivil toplum kuruluşları demokratik alanlar yaratmak işlevini görürler. Bu özellikleri ile sivil toplum kuruluşları demokrasi okulları olarak kabul edilebilir. NOT=Türk-İş, Hak–İş ve DİSK’in yanı sıra bazı meslek odalarının katılımıyla 1993’te oluşturulan Demokrasi Platformu ile birlikte, 1997’de dört büyük sendika (Türkİş,Hak–İş, DİSK, TİSK) ve TOBB birleşerek “Sivil inisiyatif” adı altında bir araya gelerek “sadece doğrudan temsil edilen isçilerin değil, aynı zamanda sendikasız isçinin, memurların, emekli dul ve yetimin haklarını korumak için bir araya geldikleri”ni belirtmişlerdir. Sivil Toplumun Kamuoyuna Etkileri: Sivil toplum kuruluşları kamuoyu oluşturma suretiyle bireylerin taleplerinin dile getirilmesine ve dikkate alınmasına yardımcı olurlar. Sivil toplum kuruluşları,kamuoyunu devamlı olarak aktif durumda tutarak kamuoyuna sosyo-ekonomik süreç hakkında sürekli bilgi vermek, belirli konularda uyarmak işlevini yerini getirirler. **Genellikle kamuoyunu aydınlatmak için yeni bilgiler sunmak veya elverişli ortamlar oluşturmak suretiyle belirli faaliyetleri gerçekleştirmeyi amaçlayan sivil toplum kuruluşları broşür, dergi, kitap, televizyon, internet gibi çeşitli araçlar kullanır. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ KÜLTÜREL İŞLEVLERİ Sivil toplum kuruluşlarında insanlar, birtakım ilişkiler içine girerek karşılıklı tutum ve davranışları ile birbirlerini etkilemekte ve bu ilişkiler belirli bir süre içinde gelişerek süreklilik kazanmaktadır. Çoğulcu bir toplumsal yapının oluşmasında ve çoğulculuk kültürünün toplumsal dokuya nüfuz etmesinde demokratik sivil toplum kuruluşlarının işleyiş ve örgütsel yapıları etkili olur. **Demokrasi kültürü, toplumun diğer kültürel araçlarından destek almaya ihtiyaç duymaktadır. Sivil toplum kuruluşlarına üyelik sayesinde oluşan grup üyeliği;üyelere belirli bir grup kültürünü paylaşma, ortak hareket etme ve davranışlarında diğer grup üyelerinin eylemlerini de hesaba katma alışkanlığını kazandırır. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TOPLUMSAL İŞLEVLERİ •Sivil toplumun toplumsal alandaki önemli bir işlevi, devletin karar ve uygulamalarının toplum tarafından kabul edilmesini sağlamasıdır. •Sivil toplum kuruluşlarının siyasal alana baskı yapma, demokrasiyi topluma yerleştirme, sivil toplum alanları oluşturma gibi kendine özgü birtakım toplumsal işlevleri bulunmakta. •Sivil toplum kuruluşları toplumdaki demokrasi kültürünü geliştirirler. •Sivil toplum kuruluşları, kriz dönemlerinde sosyal destek, toplu uyuşmazlık durumlarında arabuluculuk işlevini görmektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal hayata katkıları şu şekilde sıralanabilir Halk kesimlerinin kendilerini ifade edebilecekleri ve çıkarlarını tanımlayabilecekleri demokratik kalkınma alternatifleri ortaya çıkartma, Dayanışma ve ortak çalışma biçimleri yaratarak, örgüt-dışı ilişkilerde demokratik alanlar ortaya çıkarma, Yerel yönetimlerden ve ulusal yönetimlerden yola çıkarak halk alternatiflerinin tanımlanması, formüle edilmesi ve uygulanması, Halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik programları gerçekleştirmektir. NOT=Sivil toplum kuruluşlarının temel toplumsal işlevleri, sosyal hizmet alanlarında çalışmaları ve sosyal yardımda bulunmalarıdır( yoksullara çeşitli yardım).Kurs, seminer,konferans gibi etkinlikler düzenlerler. NOT= Sivil toplum kuruluşları, yaygınlık gösterdikleri toplumların sosyal bütünleşmesinde önemli roller üstlenirler. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ BİREYSEL İŞLEVLERİ Sivil toplum kuruluşları kendi içlerinde oluşturdukları katılımcı ve çoğulcu bir kültürle beslenmiş ve aynı zamanda yönetim deneyimi de edinmiş bireylerin yetişmesini sağlama işlevi görürler. ** Sivil toplum kuruluşları, bireylerin önünü açarak sorumluluk ve yaratıcılık bilincini geliştirir. ** Sivil toplum kuruluşlarında bireylerin aidiyeti, gönüllülük ilkesine dayanmaktadır.Sivil toplum kuruluşlarında bir amaç için bir araya gelen bireyler; takdir edilme, belirli bir değer ve statü atfedilme karşısında, saygı, güven ve benlik ihtiyaçlarını karşılarlar. ** Bireysel iletişimin sağlıklı gerçekleşmesinde sivil toplum kuruluşlarının ayrı bir rolü bulunmaktadır. Kişi, grup içinde kendini ve çıkarlarını topluma karşı daha kolay ve güvenle korur. ** Sivil toplum kişileri bir araya getirerek yalnızlık sorununu ve ortak sorumluluk hissini artırarak bireycilik sorununu çözer. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ EKONOMİK İŞLEVLERİ Sivil toplum kuruluşları şirketlerden farklı olarak kâr ve ekonomik kazanç amacı gütmezler. **Sivil toplum kuruluşları günümüzde ekonomik yapıda, özellikle de demokratik toplumlarda git gide daha sağlam ve daha çok yer kaplayan bir konum elde etmektedirler. Bu yüzden özellikle uluslararası arenada sivil toplum kuruluşları, artan bir saygınlık kazanmaktadırlar.Nitekim Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Avrupa Birliği gibi devletlerarası kuruluşların, sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapması bunun bir göstergesidir. ** Sivil toplum kuruluşları toplumsal grup ve örgütlerle doğrudan eylemler sürdürerek kalkınma program ve projelerinin incelenmesi,planlanması,uygulanması ve değerlendirilmesiyle uğraşırlar. Kalkınma projeleri,programları ve politikaları aracılığıyla çalışmalarını yürütürler. Örneğin, kalkınmadaişbirliği alanında ‘Kalkınmada Uluslararası İşbirliği Kuruluşu’, kalkınma amaçlı bir sivil toplum kuruluşudur. Bunlar genelde kâr amacı gütmeyen özel kurumlardır,merkezleri sanayileşmiş ülkelerde bulunur. ** Sivil toplum kuruluşları üyelere ve toplumun geneline demokratik tutum ve davranışlar kazandırır. (ÜNİTE-4)=TANIM VE KAPSAM Dernekler:Kazanç paylaşma amacı gütmeyen kişi toplulukları olarak daha çok sanayileşmenin ve kentleşmenin yabancılaştırdığı ve yalnızlaştırdığı halkın oluşturduğu örgütlerdir. **Dernekler,KÜLTÜR,YARDIM ve DAYANIŞMA örgütleridir.=>Mesleki dayanışma, yoksullara, muhtaçlara,düşkünlere yardım,spor,cami yaptırma, hemşehri,mahalleli,köylü dayanışması,toplumun yaşam standartlarının iyileştirilmesi,belirli bir kültürün,kültürel olgunun geliştirilmesi gibi pek çok amaçla dernekler kurulmakta,iş ve işlemlerini yürütmektedir. **Dernekler,bireylerin tek başına gerçekleştiremeyecekleri ideal amaçlarını uzun vadeli bir süreçte gerçekleştirmek için örgütlenme ihtiyacı hissetmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.=> Bilimsel,siyasal,yardımlaşma,estetik ve sosyal amaçlarla kurulan dernekler bu kapsamın içine girmektedir. **Modern sivil görünümlerinde dernek;ortak bir amaç,fikir veya çıkar etrafında resmî olarak örgütlenmiş insan topluluğudur. ANAYASAL TEMEL **Hukuk mevzuatımızda “Sivil toplum kuruluşu” şeklinde bir hukuki statü yoktur. **Türkiye'de Sivil Toplum Kuruluşlarını işlevsel ve niteliksel olarak karşılayabilen iki yasa çerçevesi bulunmaktadır:Dernekler Kanunu ve Vakıflar Kanunu **1982 Anayasası dernek-vakıf kurma özgürlüğü ile ilgili düzenlemeler içerirken,Türk Medeni Kanunu da dernek ve vakıflarla ilgili düzenlemeler içermektedir. **1982 Anayasası’nın en son 2001'de değiştirilen “dernek kurma hürriyeti” başlıklı 33.maddesinde derneklerle ilgili temel hükümler yer almaktadır: >>Herkes,önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir. >>Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. >>Dernek kurma hürriyeti ancak millî güvenlik,kamu düzeni,suç işlenmesinin önlenmesi,genel sağlık ve genel ahlak ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir. >>Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil,şart ve usuller kanunda gösterilir. >>Dernekler,kanunun öngördüğü hâllerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. **Bu temel hak aynı Anayasa’da 51.madde ile sendikalar için,68.maddede de siyasi partiler için öngörülmüştür. ULUSLARARASI BELGELER **Sivil toplum kuruluşları,merkezî ve yerel idarelerin yanında 3.sektör olarak yönetim yapısının yanında yer almıştır. **Türkiye’de örgütlenme ve dernekleşmeye temel teşkil eden üç uluslararası belgeden söz edebiliriz: >>İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme (11.madde) Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü ile ilgili hükümler: -Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak,dernek kurmak,ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. -Bu hakların kullanılması,demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak ulusal güvenliğin,kamu emniyetinin korunması,kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi,sağlığın,ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. >>BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (10 Aralık 1948'de ilan edilmiştir) ( 20.madde) Dernek kurma özgürlüğü ile ilgili hükümler: -Her şahıs muslihane toplanma,dernek kurma ve derneğe katılma serbestîsine maliktir. -Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz. (21. madde):“Her şahıs doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtası ile memleketin kamu işleri yönetimine katılma hakkı haizdir.” >>İnsan Haklarını Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme (Avr.konseyine üye devletler tarafından 4 Kasım 1950'de Roma'da imzalanmış ve Eylül 1953'te yürürlüğe girmiştir) Toplanma,sendika ve dernek kurma hakkı 11.maddede düzenlenmiştir. NOT:Anayasanın 90.maddesi gereğince uluslararası anlaşmalar,usulüne göreonaylandıktan sonra aleyhine Anayasa Mahkemesine iptal davası açılamayan bir kanun hükmündedir. DERNEKLER KANUNU **Türkiye’de sivil toplum örgütleriyle ilgili bugün yürürlükte olan temel yasal düzenleme, 2004’te yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanunu’dur. **Türkiye'de dernek kurma hak ve özgürlüğü ilk kez II.Meşrutiyet sonrasında 120. maddeyle Anayasa’ya girmiştir. **İlk dernekler,1856 Kırım Savaşı sonrasında kurulmuştur. **1909'da değiştirilen 120.madde ile dernek kurma hakkı tanınmış ve kurulması yasak olan dernekler tanımlanmıştır. **Derneklerle ilgili ilk düzenleme 1909 yılı "Cemiyetler Kanunu" ile yapılmıştır.=>Derneklerin yapısı ve işleyiş kuralları ortaya konmuştur. **Cumhuriyet Dönemi’nin doğrudan derneklerle ilişkili ilk düzenlemelerinden biri "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" ile getirilen sınırlamalarla 1927'de Dernekler Yasasının 12.maddesini yorumlayan kararıdır.(NOT:Bu dönemde Türk Ocakları,Türk Kadın Birliği,Muallimler Birliği ve Mason örgütleri kapatılmış ve mal varlıkları Cumhuriyet Halk Partisi’ne devredilmiştir.) **1938'de Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk cemiyetler kanunu CHP'nin tek parti yönetiminde sınırlandırıcı bir örgütlenme anlayışıyla çıkartılmıştır.=>Dernek kurmak zor olduğu gibi denetimi de iyice ağırlaştırılmıştır. **II.Cemiyetler Kanunu 1946'da çıkartılmıştır.=>1946-1995 yılları arasını dernekleşme açısından incelediğimizde 14 tip dernekten söz etmek olanaklıdır:Sosyal Yardım Dernekleri ,Spor Dernekleri ve Kulüpleri,Din Dernekleri,İşveren Sendikaları,Yabancı ve Azınlık Dernekleri,Tarım Dernekleri,İşçi Sendikaları,Kültür Dernekleri,Diğer Dernekler,Serbest Meslek Dernekleri,Kamu Personeli Sendikaları,Esnaf Dernekleri,Komünizmle Mücadele Dernekleri,Güzelleştirme Dernekleri. **1983'te,Anayasa’nın 33.maddesine dayanılarak çıkarılan,yasakçı nitelikteki 2908 sayılı yasa yayımlanmıştır.Dernek kurma,derneklere üye olma ve derneklerin diğer faaliyetlerine ilişkin esas ve usulleri düzenleyen ve Türkiye’de yaklaşık 21 yıl yürürlükte bulunan 2908 sayılı Dernekler Kanunu,AB Müktesebatına uyum çerçevesinde hazırlanan 04.11.2004'te ve 5253 sayılı Dernekler Kanunuyla yürürlükten kaldırılmıştır. **Türkiye’de sivil toplum örgütleriyle ilgili bugün yürürlükte olan temel yasal düzenleme, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’dur. **Yetişkinlerin yanı sıra,15 yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler;toplumsal, ruhsal ,ahlaki,bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor,eğitim ve öğretim haklarını,sosyal ve kültürel varlıklarını,aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilmekte veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilmektedir. **Dernekler Kanunu’na göre 12 yaşında büyük her kişi dernek üyesi olabilmektedir. **Çocuk derneklerine 18 yaşından büyükler kurucu veya üye olamamaktadırlar. **2003'te başlatılan reform çalışmaları kapsamında,İçişleri Bakanlığı’nda ana hizmet birimi olarak Dernekler Dairesi Başkanlığı kurulmuş,derneklerin iş ve işlemlerini yürütme görevi kolluk kuvvetlerinden alınarak bu Başkanlığa verilmiştir. **Dernekler Kanunu’nu işlevsel kılmak için 2005'te Dernekler Yönetmeliği yürürlüğe girmiş >>Amacı:Dernekler ile kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve bu yönetmelik kapsamına giren vakıfların tabi olacakları usul ve esasları düzenlemek olarak belirlenmiştir. >>Kapsamı:Vakıfların bazı işlemleri ile dernekler ve dernek şube veya temsilciliklerin, federasyonlar ve konfederasyonların,merkezleri yurt dışında bulunan dernekler ile dernek ve vakıf dışındaki kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube veya temsilciliklerinin kuruluşu,genel kurul toplantıları,uluslararası faaliyetleri, yükümlülükleri, izne tabi faaliyetleri, lokal açmaları,sandık kurmaları ve diğer hususlar ile ilgili iş ve işlemleri. **5253 sayılı Dernekler Kanunu,devletin derneklere yaklaşımını tamamen değiştirmiş,çok daha özgür düzenlemelerle Türkiye’de dernekleşme anlamında sivil topumun önünü açmıştır. **Türkiye’de dernekler sayısı bakımından ilk beş il sırasıyla İstanbul,Ankara,İzmir,Bursa ve Kocaeli’dir.(%42,26’sı bu beş ilimizde bulunmaktadır.) **Ankara Ticaret Odası’nın 2004'te hazırlamış olduğu “AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası”na göre Türkiye’de her 866 kişiye bir dernek düşmektedir. **Fransa ve Almanya'da her 40 kişiye 1 dernek düşmektedir.(Almanya'da 2 milyon 100 bin,Fransa'da 1 milyon 470 bin dernek bulunmaktadır.) **ABD'de 1 milyon 200 bin dernek bulunmakta ve her 15 Amerikalıdan bir tanesi bu tür kuruluşlarda çalışmaktadır. **AB ülkelerinde örn;Almanya (1 milyon),Fransa (0,8 milyon) ve İngiltere'de sivil toplum kuruluşlarının genel istihdamdaki payı %4,hizmet sektörü açısından bakıldığında ise %10, Japonya'da ise 1,4 milyon kişi sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilmektedir. MEDENİ KANUN **2001'de yürürlüğe giren,4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda derneklerin tanımına, dernek kurma hakkına ve dernek tüzüklerine ilişkin hükümler bulunmaktadır. (56.madde)=>Dernekler,gerçek veya tüzel en az yedi kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere,bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları,tüzel kişiliğe sahip kişi toplulukları olarak tanımlanmaktadır (57.madde)(Dernek kurma hakkı başlıklı)=>Herkes,önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.Derneği kuracak kişilerin yasalar önünde yetişkin (18 yaşın üstünde) ve cezai ehliyete sahip olması gerekir. (58.madde)=>Her derneğin bir tüzüğünün bulunması gerektiği belirtilmiştir. !!!Dernek tüzüğünde derneğin adı,amacı,gelir kaynakları,üyelik koşulları,organları ve örgütü ile geçici yönetim kurulunun gösterilmesi zorunludur. !!!Dernek tüzüğü,kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak düzenlenememektedir. (101.madde)=>Vakıfları da “Belirli bir amaca özgülenen mal toplulukları” şeklinde tanımlamıştır **Türk Medeni Kanunu,vakıfları temelde,Alelade Vakıflar ve Özel Vakıflar olmak üzere ikiye ayırmıştır.Özel vakıflar:Aile Vakıfları,Çalıştırılanlara ve İşçilere Yardım Vakıfları, Kamuya Yararlı Vakıflar ve Cemaat Vakıfları **Medeni Kanun’un 99.maddesinde;“Dernek gelirleri;üye ödentisi,dernek faaliyetleri sonucunda veya dernek malvarlığından elde edilen gelirler ile bağış ve yardımlardan oluşur.” **Derneklerin gelirleri genel itibari ile şu kalemlerden oluşmaktadır:Üye ödentisi,Giriş ödentisi,Bağış,yardım ve vasiyetler,Derneğe ait iktisadi işletme gelirleri ve ortaklık gelirleri, Yardım toplama hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun olarak toplanacak bağış ve yardımlar,Dernek mal varlığından elde edilen gelirler,Dernek etkinliklerinden elde edilen gelirler,Her türlü yayın,kitap,telif hakkı üzerinden elde edilen gelirler,Pullarının satışından elde edilen gelirler (Kızılay Derneği),Rozet dağıtımından sağlanan gelirler,Kurumun amaçlarını yaymak için düzenlenen kara,deniz,hava gezileri,İhtiyat ve diğer mevduatın faiz ve gelirleri,Sahibi bulunduğu veya kullanım hakkına sahip olunan imtiyazlardan elde edilen gelirler,Diğer gelirler. **Derneklerin giderleri:Genel idari hizmetin gerektirdiği giderler,Faaliyete ilişkin giderler, Vergiler ve Sosyal Güvenlik Ödentileri,Diğer Giderler DERNEK TÜRLERİ **Derneklerin türlerini sınıflandırmada temel referanslar Dernekler Kanunu ve Medeni Kanun’dur. **Türkiye’de faaliyet gösteren dernekler: 1)Yalın (Basit) Dernekler-Dernek Üst Kuruluşları:Yalın (basit) Dernekler;4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 56.maddesine göre en az 7 gerçek veya tüzel kişi ile kurulan;yine aynı kanunun 96 ve 97.maddelerinde belirtilen Federasyon ve Konfederasyon şeklinde üst kuruluş olarak kurulmamış tüzel kişilerdir. Dernek üst kuruluşları;4721 sayılı Medeni Kanunun 96 ve 97.maddelerinde belirtilen federasyon ve konfederasyonlardır. NOT:Federasyonlar:Kuruluş amaçları aynı olan en az 5 derneğin,amaçlarını gerçekleştirmek üzere üye sıfatıyla bir araya gelmeleri suretiyle kurulur. 2)Alelade Dernekler-Kamuya Yararlı Dernekler:Alelade Dernekler,imtiyaz mahiyetinde herhangi bir hak ve yetki tanınmamıştır.Kamuya yararlı dernekler,özel hükümler saklı bulunmaktadır. 3)Ticari İşletme İşleten Dernekler-Ticari İşletme işletmeyen Dernekler:Derneklerin amaçlarını gerçekleştirebilmek için ticari işletme işletebilecekleri kabul edilmektedir. Amaçlarını gerçekleştirebilmek için elde ettiği gelirleri;üyelerin aidatlarından, bağışlardan,2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’na göre düzenlenen faaliyetlerden ve Medeni Kanun’da ve Dernekler Kanunu’nda belirtilen gelirlerden ibaret olan dernekler ise ticari işletme işletmeyen dernekler grubunda yer almaktadır. **Kamuya yararlı dernekler hariç dernekler;iktisadi işletme işletmeleri durumunda tacir sıfatını alırlar. **Dernekler Kanunu 31.madde:“Ticari işletmesi bulunan dernekler,ticari işletmeleri için ayrıca Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre defter tutarlar.” **Dernek veya vakfa ait bir iktisadi işletmenin varlığından söz edilebilmesi için iktisadi İşletmenin: >>Dernek veya vakfa ait veya bağlı olması (ait olma sermaye bakımından;bağlı olma idari bakımdan bağlılığı ifade eder) >>Sermaye şirketi veya kooperatif şeklinde kurulmamış olması >>Ticari,sınai veya zirai alanda devamlı olarak faaliyette bulunması gerekmektedir. YARDIM TOPLAMA KANUNU (1983’te yürürlüğe giren,2860 sayılı) **Amacı:Yardım toplamaya yetkili kişi ve kuruluşları ve bunların hangi amaçla yardım toplayabileceklerini belirlemektir,yardımın toplanmasına,kullanılmasına ve denetlenmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. **Kanunun 3.maddesinde yardım toplayabilecek olanlar;kamu yararına uygun olarak amaçlarını gerçekleştirmek,muhtaç kişilere yardım sağlamak ve kamu hizmetlerinden bir veya birkaçını gerçekleştirmek veya destek olmak üzere gerçek kişiler,dernekler,kurumlar, vakıflar,spor kulüpleri,gazete ve dergiler olarak belirlenmiştir. MESLEK BİRLİKLERİ Meslek birliği:Ticari faaliyette bulunan ve aynı zamanda bir kamu hizmetini yerine getiren, mesleki menfaatlerin arttırılması amacı taşıyan her türlü kamu kurumu niteliğindeki mesleki kuruluşlarca oluşturulan birliklerdir.(Siyaset bilimi açısından aynı zamanda birer baskı grubudurlar.) **Türk Tabipler Birliği,Türk Eczacıları Birliği,Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği,Barolar Birliği Türkiye'deki meslek birliklerinden bazılarıdır. **Türkiye'de meslek birlikleri oda ve dernek olarak örgütlenmişlerdir. NOT:Odalar kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.Yasa ile kurulurlar,ilgili meslek alanında kamu yararını korumak amacıyla gerekli düzenleme ve denetimleri yapmayı üstlenirler **Mesleki derneklere üyelik serbest iken,odalara üyelik zorunlu tutulmuştur.Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları Anayasa’nın 135.maddesinde düzenlenmiştir. Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Üst Kuruluşları:Belli bir mesleğe mensup olanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak,mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak,mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak,meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak amacı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında,gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir. **1995'de 4121 sayılı kanunla Anayasa’da yapılan değişiklikler ile: -Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının siyasetle uğraşamayacakları;siyasi partiler,sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemeyecekleri gibi kısıtlamalara son verilmiştir. -Yerel mülki yönetim amirlerinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının organlarını geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisi kaldırılmıştır. **Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları;Ticaret odaları,Sanayi odaları,Ticaret borsaları,Tabip odaları,Eczacı odaları,Mimar odaları,Mühendis odaları,Veteriner Hekim odaları,Ziraat odaları,Esnaf ve Sanatkâr odaları,Barolar **Türkiye’de sosyal hizmet uzmanları dernek olarak örgütlenmişlerdir. (ÜNİTE-5)=TANIM VE KAPSAM **Vakıflar:Gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakların belirli ve sürekli bir amaca tahsisiyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. **Vakıflar da dernekler gibi özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptirler. **Yalnız vakıflar,kuruluş biçimi ve nitelikleri itibariyle derneklerden oldukça farklıdır. >>Vakıflarda bir malın belli bir amaca tahsisi söz konusudur. >>Dernekler kişi toplulukları iken vakıflar mal topluluklarıdır. >>Dernekler bir tüzük ile kurulabildikleri hâlde vakıflar ya resmî bir senet ya da ölüme bağlı olarak bir vasiyetname ile kurulabilirler. **Ülkemizde vakıfların kökeni İslam hukukudur.(Hayır,yardımlaşma,dayanışma gibi dinî düşüncelerle teşvik edilerek oluşturulmuştur.) **Bu tür kuruluşlar,bulundukları ülkelerin,eğitimine,kültürüne,ekonomisine,sosyal ve siyasal hayatlarına büyük katkı sağlamaktadırlar. **Vakıfların sahip olmaları gereken özellikler: 1.Mal varlığı olmalı 2.Anlamlı ve sürekli bir kurumsal yapıya sahip olmalı 3.Kamu sisteminin bir parçası olmayan özel bir kurum olmalı 4.Kendi kendini yönetebilmeli,özgürce karar alma ve uygulama yetkisine sahip olmalı 5.Kâr dağıtmamalı 6.Gönüllülük esasına dayanmalı 7.Kamusal amaçları destekleyici nitelikte olmalı **Vakıflar,bağımsız ve bağımsız olmayan vakıflar olarak 2 grupta değerlendirilmektedir. **Vakıflar ayrıca,birinci derecede yararlananlara göre ise 3 gruba ayrılmaktadır:Aile vakıfları,istihdam edilenlere ve işçilere yardım vakıfları ile kamuya yararlı vakıflardır. **Bir diğer sınıflandırmaya göre de vakıflar 4 kategoride değerlendirilebilir: Özel Vakıflar:Varlıklı kişi ve aileler tarafından belirli bir amaca hizmet etmek için kurulmuş vakıflardır. Kamu Vakıfları:Toplumun çeşitli kesimlerinden insanların belirli bir amaç için kurduğu vakıflar. Kurum Vakıfları:Özel vakıflar gibi işlem görürler ve bir kurum ya da şirketin yan kuruluşu gibi çalışırlar.Kurumun kârından pay alarak işlemlerini yürütürler. Devlet Vakıfları:Parlamento tarafından yasa ile kurulurlar.Kaynağını devlet bütçesinden alır. **Vakıflar Genel Müdürlüğü verilerine göre günümüzde Türkiye’de yaklaşık 5 bin vakıf bulunmaktadır. YASAL ÇERÇEVE **Osmanlı Devleti’nde vakıflar;bütün sosyal kurumları içine alan veya bütün sosyal kurumların çalıştığı bir hukuki organizasyon olarak din,eğitim,sağlık,şehircilik,bayındırlık ve sosyal hizmetler başta olmak üzere birçok alanda hizmetlerin yürütülmesini sağlamıştır.Bu kapsamda Evkaf Nezareti kurulmuştur. **Daha sonra TBMM'ce;2 Mayıs 1920'de "Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanun" çıkartılarak 11 kişilik İcra Vekilleri Heyetine Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti de alınarak vakıf işleri bu Vekâlet tarafından yürütülmüştür. **Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'nin 3 Mart 1924'te ve 429 sayılı yasa ile kaldırılmasıyla görevleri; başbakanlığa bağlı,özerk,özel bütçeli,kamuda ilk meclisli yapıya sahip Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredilmiştir. **Vakıflar İdaresi'ne ait önemli değişikliklerin yapıldığı 5 Haziran 1935'te 2762 sayılı Vakıflar Kanunu,27 Haziran 1956'te 6760 sayılı Vakıflar Umum Müdürlüğü Vazife ve Teşkilatı Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. **1970’de 1262 sayılı Kanunla Vakıflar Genel Müdürlüğünün sınai,ticari,zirai yatırımlara girmesi sağlanmıştır. ****Türkiye’de vakıflarla ilgili en önemli yasal düzenleme 2008'de yürürlüğe giren,5737 sayılı Vakıflar Kanunu’dur. **Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bugünkü mevcut yapısına ilişkin esaslar 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile belirlenmiştir.=>Kanun;vakıfların yönetimi,faaliyetleri ve denetimine, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili,muhafazası, onarımı ve yaşatılmasına,vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi;Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuruluşu ile Genel Müdürlüğün teşkilât, görev,yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesi amacıyla hazırlanmıştır. **Yeni vakıfların kuruluşunda amaçlarına göre belirlenecek asgari mal varlığı her yıl Meclis tarafından belirlenir. **Yabancılar,Türkiye’de,hukuki ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler. **Vakıflar Kanunu’nun 26.maddesinde vakıfların iktisadi işletme ve şirket kurmasına da izin verilmiştir<Vakıflar mal edinebilirler,malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler> **Türkiye’deki vakıfların denetiminden sorumlu kurum Vakıflar Genel Müdürlüğü’dür. TARİHÇE Avrupa’da Vakıflar **Antik Yunan’da ve Roma’da vakıflar tek amaca yönelikti ve vakfın gelirleri ile okullar, kitaplıklar ya da bir yerel hayır kurumu desteklenirdi. **İmparatorluk döneminde Katolik kiliselerinin giderek güçlenmesi ve etkilerini artırmasıyla hayır amaçlı ve sürekli bir yapıya sahip olan vakıflar ortaya çıkmıştır. **Alman hukukunda -->İlk olarak Ortaçağın başlarında kilise hukukuna dayanan,kilise vakıfları ortaya çıkmıştır.=>Kiliseye bağlı bir gelir kaynağı olarak manastırların,parasız yemek dağıtılan,yetimlerin bırakıldığı kurumların ya da okulların işletilmesi için kullanılmıştır. -->Yeniçağda aileyi,bireyci akımlara karşı korumak için aile vakıfları kurulmaya başlanmıştır.Bu dönemde belirli bir toprak parçasının vakfedilmesi,çoğu zaman bir gelir kaynağı olarak söz konusu toprağı,kralın ya da büyük feodal senyörün denetimi dışına çıkarıp genellikle vakfı kuran kişinin ailesi,çocukları ya da olası başka mirasçılarının yararına özelleştirmenin aracı olmuştu. NOT:Özellikle Rönesans döneminde özel vakıfların sayısı çok artmıştır. **Avr.’da 18.yüzyıl sonrasında vakıfların yaptıklarını merkezi devlet üstlenmeye başlamıştır.19.yüzyılın sonunda vakıflar yeniden önem kazanmıştır. NOT:19.yüzyıl liberalizmi,aile vakıflarını gelecek nesillerin girişim yeteneğini engelleyen tehlikeli bir kurum olarak görmüş ve bu tür vakıflar milli ekonomi yönünden zararlı sayılmıştır.Bu dönemlerde Fransa’da vakıfların kaldırılması yoluna gidilmiştir. **1804'te Fransız Medeni Kanunu’nda ve 1811'de Avusturya Medeni Kanunu’nda vakıfları düzenleyen hükümlere yer verilmemiştir. **19.yüzyılın 2.yarısından sonra hayır ve sosyal amaçlı bağımsız vakıfların kurulması düşüncesi toplumlara hâkim olmaya başlamıştır. **1.Dünya Savaşı’ndan sonra aile vakıfları giderek artmıştır.Hatta devletler teşvik yasaları çıkarmış,örn. vakıflara vergi muafiyeti tanımıştır.Sosyal yardım fonları vakfa dönüştürülmüştür Türklerde Vakıflar **Selçuklular’da sultanlar ve ileri gelen devlet adamları tarafından kurulan vakıfların önemli bir özelliği,sosyal yardım ve dayanışma bilincini canlı tutmaktır. **Vakfiyelerde yolculara yardım edilmesi,yoksulların doyurulması,cenazelerin kaldırılması, yoksul kimselerin korunması gibi sosyal hizmetlerin sağlanmasına yönelik birçok hizmet yapılmıştır **Osmanlı Döneminde vakıf eserleri arasında en bilinen ve en göze çarpanı camilerdir. **Osmanlı döneminin vakıfların desteğiyle hastaneler,okullar yapıldığı gibi kaleler tamir ettirilmiştir. **Modern Türkiye’deki vakıf sisteminin yapısı,en az üç gelenek tarafından biçimlenmiştir: (Kronolojik) =>Roma/Bizans etkisi =>Temelde İslam ilkeleri ve İslam hukuku etkisinde olan Osmanlı uygulamalarıdır. =>Aydınlanma ve Fransız devrimi sonrasında Batı etkisi **Osmanlılarda vakıflar esas itibariyle dinî bir motivasyonla kuruluyordu.Hazret-i Muhammed’in ‘’sevab ba’del mevt’ diye bilinen bir hadisine dayanmaktadır:"Bir Müslüman hayatta üç şeyi başarırsa öldükten sonra dahi sevap kazanır:İnsanlara yararlı bilgi, arkasından dua eden dinî bütün çocuklar ve hayatından sonra da süregiden hayırseverlik." **Osmanlı’da vakıf kurmak için önemli bir diğer gerekçe ise mülkiyet hakkının korunmasıydı. (Klasik dönem boyunca Osmanlı’da insanlar tam anlamıyla mülkiyet hakkına sahip olmamış ve müsadere tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır.Yönetici elit kesimin bir üyesi mülkünü ancak vakfa dönüştürerek yani Allah’ın mülkiyetine geçirerek koruyabilirdi.) **Sosyal saygınlık kazanmak da vakıf kurmak için bir diğer önemli motivasyondur. **Osmanlı Döneminde vakıfların gelişmesinde en önemli etken vakıfların bir devlet politikası olarak çok yönlü teşvik edilmesidir. **16.yy'da yapılan bir tespite göre 1453-1546 yılları arasında İstanbul’da 2515 tane vakıf vardır **Osmanlı Devleti'nde,mukataa adı verilen bazı vergi gelirleri vakıflara ayrılmıştı. Mukataa:Vakfa ait taşınmaz üzerinde bina yapmak,ağaç dikmek karşılığında mutasarrıf (tasarruf eden) her yıl arazi sahibi vakfa verilmek üzere arazi için tayin edilmiş senelik kira bedelidir. **19. ve 20. yüzyıllardaki Osmanlı vakıf sisteminde bir değişiklik olmuştur.2.Abdülhamit Döneminden itibaren daha da hızlı gelişmekte olan vakıfların hizmetlerinin merkezîleştirme uygulamaları sonucunda,18.yy'da 20 bin vakıf varken Cumhuriyet’e miras kalanların sayısı 5859’a düşmüştür. **Cumhuriyet Döneminin ilk vakıflar kanunu,2762 sayılı Vakıflar Kanunu olup 1935'te yürürlüğe girmiştir. Amacı:Vakıfları kötü kullanımdan korumak amacıyla güçlü bir denetim sistemi kurmaktır. Bu kanunla Osmanlı’dan devralınan vakıflar 3 gruba ayrılmıştı: Mazbut Vakıflar:İdaresi doğrudan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanan vakıflardır. Mülhak Vakıflar:Soydan gelenlere şart edilmiş,mütevellilerince idare ve temsil edilen tüzel kişiliğe haiz vakıflardır. Cemaat ve Esnafa Mahsus Vakıflar:Bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilir.Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetlenir. **Cumhuriyet Döneminde 1926-1967 yılları arasında ‘tesisler ’’adı altında düzenlenen hükümler çerçevesinde 73 adet vakıf tescil edilmiştir.1967 yılında Medeni Kanun’da yapılan, 903 sayılı yasa ile yapılan değişiklikten sonra vakıf tescilleri hızlanmıştır,vakıf tescil sayılarında 1990’larda büyük artış olmuştur.Bu artışın ana sebebi derneklerin tabi olduğu yasal prosedürden kaçıştır. VAKIF ÖRGÜTLENMESİNİN NİTELİKLERİ **Vakıflar,hükûmetten ve diğer kamu kurumlarından tamamıyla bağımsız olup mütevelli heyetleri tarafından yönetilirler. **Batılı sosyal siyasetçiler 16.yy Türkiye’sine vakıf cenneti demişlerdir. *****DERNEK–VAKIF FARKI***** -Dernekler kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idari amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar. -Derneklerin farkı kazanç paylaşımı ve kâr amacı gütmemesidir -Vakıfların kuruluş aşaması noterde düzenlenen senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır ancak vakfın kurulması için yetkili asli hukuk mahkemesine başvurarak tescilinin sağlanması gerekmektedir. -Bir kişinin dernek kurabilmesi için kendini aynı hizmete adamış gerçek ya da tüzel 7 kişiyi bulması gerekmektedir.Vakıfta ise böyle bir şart aranmayıp bir kişinin vakfı kurması yeterlidir. -Vakfı oluşturan en önemli unsurlardan birincisi bir mal varlığının olması ve mal varlığının kullanılacağı amaçtır. -Vakıfların genelde yardım toplamaları gerekmektedir,yardım toplaması için dernekler birimlerinden izin almaları gerekmektedir. -Vakıflar,kaynakları,esneklikleri,liderlikleri ve girişimcilikleri ile kamu yararı doğrultusunda, belirli sınırları zorlama,yeni kavramları ve yaklaşımları deneme ve ortak etkinlikleri faaliyete geçirme potansiyeline sahiptirler. **Batı’da “foundation” olarak bilinen vakıf kurumu, bütün batı ülkelerinde son yıllarda büyük bir gelişme göstermiştir. **Vakıflar sosyal adaletin gerçekleşmesi için son derece önemli kurumlardır. Bu önem günümüzde vakıfların hayır kurumu imajından çok insan hakları, demokrasi,özgürlük gibi önemli ve evrensel normlara ve haklara ilişkin konuların takipçisi ve izleyicisi olmaları ile ortaya çıkmaktadır. UNITE=6 Sendika, serbest girişim düzeni içinde, karşı koyma, sömürüyü önleme ve emeğin toplumun olanaklarından adil ölçüler içinde yararlanmasını sağlama amaçlı sınıfsal bir örgüt olarak da ifade edilmektedir.sözcüğün kaynağı Antik Yunan’a kadar uzanmaktadır. Roma ve Antik Yunan hukuk sistemlerinde kullanılan “syndic” kavramı bir birliğin (sitenin) temsilini sağlamakla yükümlü olan kişileri ifade ediyordu. “Syndicat” kavramı da, Syndic'in işlevlerini ifade etmek için kullanılmıştır.Sendika, en öz tanımı ile işçilerin birliğidir.İşçilerin dayanışma örgütü olan sendikalar; dil, din, inanç, ırk, etnik ya da ulusal farklılık ve düşünce ayrımı gözetmeksizin tüm işçilerin ortak örgütleridir.Önemli bir politik ve ekonomik güce sahip olan sendikalar, endüstrileşmiş ülkelerde özellikle çalışanlar, işverenler ve devlet olmak üzere üç grup aktörün oluşturduğu karşılıklı bağımlı bir sistemi ifade ederler. Sendikalar Kanunu’na göre işçi sendikaları; iş kolu esasına göre bir iş kolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacıyla bu iş kolundaki işyerlerinde çalışan işçiler tarafından kurulurlar. İşveren sendikaları ise, iş kolu esasına göre bir iş kolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacıyla bu iş kolundaki işverenler tarafından kurulurlar. TÜRKİYE’DE SENDİKACILIĞIN GELİŞİMİ VE NİTELİKLERİ OSMANLI DÖNEMİNDE SENDİKA=Türkiye’de sendikal örgütlenme, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılında patlak veren “Temmuz Grevleri” adıyla bilinen grevlerle canlanmaya başlamıştır. İlk sendikalar 1909’da yürürlüğe giren Dernekler Yasası çerçevesinde kurulmuştur. Sendikal faaliyetlerle ilgili ilk yasal düzenleme bu grevler sonrası 1909 yılında çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu” adı altında çıkarılan kanundur. **Tatil-i Eşgal Yasası toplam 13 maddeden oluşmuş, hükûmetten ruhsat ve imtiyaz alarak kurulan ve kamuya yönelik hizmet veren kurumlarda sendika kurulmasını yasaklamış, kuranların hapisle cezalandırılacağını belirterek, kurulmuş bulunan sendikaların da kapatılmasını uyuşmazlıkların uzlaştırma yolu ile çözümlenmesini ilke olarak benimsemiştr. **II. Meşrutiyet’in ilanına dek imparatorlukta iki sendika mevcuttur. Bunlar 1871’de kurulan Ameleperver Cemiyeti ve 1894’te kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti’dir. ***Osmanlı’da çalışma hayatına ilişkin ilk yasal düzenleme Ereğli bölgesindeki kömür madeni çalışanlarını korumak amacıyla 1865 yılında kabul edilmiştir. İLK GREV=İlk grev olayı İstanbul’daki Beyoğlu Telgrafhane işçilerinin Şubat 1872’de gerçekleştirdikleri grev olarak bilinse de, 1863’te Zonguldak’taki kömür madenindeki işçilerin grevi ilk kabul edilmektedir. Sendikalaşma hareketinin ürünü olmayan grevler 1880 yılında özellikle 1887 yılından sonra ekonomik ve siyasi koşulların etkisi ile giderek azalmış, 1885 yılında odun biçme işçilerinin,1886 yılında Beyoğlu Mağazası işçilerinin, 1906 yılında İstanbul reji işçilerinin yaptıkları grevler dışında II. Meşrutiyete kadar ülkede grevler gündeme gelmemiştir. ***ilk işçi örgütü İstanbul Tophane fabrikalarında çalışan işçiler tarafından gizlice kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti’dir. CUMHURİYET DÖNEMİ SENDİKA=1923– 1946 yılları arasında ekonomik, siyasi, hukuki ve sosyal koşullar sendikaların gelişmesi için gerekli ortamın ortaya çıkmasını engellemiştir.1923’ün önemli olaylarından biri de çeşitli işçi dernekleri tarafından tutarlı bir bütün hâlinde dile getirilen isteklerin Şubat-Mart aylarında İzmir’de yapılan İktisat Kongresi’nde tartışılarak kısmen kabul edilmesidir. Kongrede benimsenen tavsiye kararlarından şunları sayabiliriz: &-Amele yerine işçi teriminin kullanılması &-8 saatlik iş gücü &- Ücretli tatil &-Sendikalarda örgütlenme haklarının tanınması &-1909 Tatil-i Eşgal Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi &-1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak resmen kabul edilmesi **İş Kanunu’nda yapılan değişiklikle çalışma süreleri uzamış, sanayinin bazı kesimlerinde fazla mesai zorunlu hale getirilmiştir. Silâh altına alınmalar yüzünden daralan iş gücünü takviye etmek için çocuk ve kadınlar çalıştırılmıştır. Yine bu dönemde fiyatlar çok yükselmiş, karaborsacılık artmış ve ücretler düşmüştür. Ancak sermaye tarafında artış yaşanmıştır. Savaş koşulları, etkisini ilk olarak iş mevzuatında hissettirmiştir. 1936 tarihli İş Kanunu 1940’a gelindiğinde neredeyse tamamen etkisiz kalmıştır. MEVCUT YASAL ÇERÇEVE ***Türkiye’de sendikacılık, 1938 yılında çıkartılan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu’nda “Sınıf esasına dayalı cemiyet kurulamaz.” ifadesinin kanun metninden çıkarıldığı 1946 yılındaki değişiklik ile yasallık kazanmıştır. **Sendikalar Kanunu içinde, bilinmesi gereken bazı temel kavramlar tanımlanmıştır. Buna göre: İşçi: Hizmet akdine dayanarak çalışanlara denilir. İşveren: İşçi sayılan kimseleri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye ve tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarına denilir. İşveren Vekili: İşveren sayılan gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşları adına işletmenin bütününü sevk ve idareye yetkili olanlara denilir.İşveren vekilleri Sendikalar Kanunu bakımından işveren sayılırlar. İşyeri: İşin yapıldığı yere denilir. Konfederasyon: Değişik işkollarında en az beş sendikanın bir araya gelmesi suretiyle meydana getirdikleri tüzelkişiliğe sahip üst kuruluşlara denilmektedir. Buna göre sendikalar ; &-Üyeleri adına toplu sözleşme yapmak, &-İş uyuşmazlıklarında yetkili hakem kurullarına görüş bildirmek, &-İşveren veya işveren sendikaları iş arayanlara karşı ücretleri rayiçten aşağı düşürmek amacı ile birleştikleri takdirde yetkili organlara başvurmak,Hastalık, sakatlık, ölüm halleri için yardımlaşma sandıkları kurmak ve üyeler yararına sigorta sözleşmesi yapmak, &-Üyelerine hukuki yardım yapmak, &-İşçi Sigortaları Kurumu Yasası, İş ve İşçi Bulma Kurumu Yasası ve Çalışma &-Bakanlığı’nın kuruluşu hakkındaki yasa hükümlerine göre toplanan kurullara temsilci göndermek, &-Üyeleri için eğitim faaliyetleri yapmak, &-Kooperatifler kurmak ve yardım etmek, &-Ticari amaç taşımamak koşulu ile sağlık ve spor tesisi kurmak ve işletmek haklarına sahip olmuşlardır. **5018 sayılı yasa sendikaların ulusal örgütler olduğunu belirterek ulusal çıkarlara aykırı hareket etmelerini engellemiş, sendikaların uluslararası örgütlere Bakanlar Kurulu’nun izni ile katılabilmelerini öngörmüştür. Yasa sendikaların çeşitli nedenlerle mahkeme kararı ile faaliyetlerine imkân tanımıştır. Buna göre sendikalar: &-Yardımlaşma, ortak çıkarları savunma ve temsil etme amacı dışında kurulmaları &-İşçi niteliği taşımayan kişilerin sendika kurmaları veya üye olmaları &-Siyasi faaliyetlerle uğraşmaları &-Ulusal çıkarlara aykırı hareket etmeleri &-Bakanlar Kurulu’ndan izin almadan uluslararası örgütlere üye olmaları &-Gelirlerini yasa ve tüzükte belirtilen amaçların dışında kullanmaları &-Sendika yönetim kurulu üyeleri ile sendika idaresinde görev alanların iş yasasına göre suç sayılan grev lokavt fiillerine teşvikte bulunmaları veya bu fiillere teşebbüs etmeleri hâlinde, üç aydan bir seneye kadar geçici veya devamlı olarak kapatılacaktır. Yasa sendikaların Cemiyetler Yasası’nın belirli hükümleri saklı kalmak koşulu ile Çalışma Bakanlığı tarafından denetlenmesini de öngörmüştür. **Türkiye’de 1980 sonrası sendikaları ve faaliyetlerini şekillendiren en önemli gelişme 1982 Anayasası’dır. Sendikaların günümüzdeki çalışmalarını belirleyen hukuksal çerçeve, 1980’e dayanmaktadır. Bu etki, ekonomik, siyasal, hukuksal ve sendikal açıdan gerçekleşmiş ve devam etmiştir.1982 Anayasası 1961 Anayasası’na göre sendikal hakları daha ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Buna göre, 51. maddede işçilerin ve işverenlerin sendika kurmaları, çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal çıkarları korumak ve geliştirmek amacına bağlanmıştır. **Grev, işçilerin topluca çalışmamak suretiyle iş yerinde faaliyeti tamamen durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla aralarında anlaşarak veyahut bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarıdır. Lokavt ise, işyerinde faaliyetin tamamen durmasına sebep olacak tarzda, işveren veya işveren vekilinin kendi teşebbüsü ile veya bir işveren kuruluşunun verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmalarına denir. **16 yaşını doldurmuş olup da Sendikalar Kanunu’na göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilirler. 16 yaşını doldurmamış olanların üyeliği ise kanuni temsilcilerinin yazılı iznine bağlıdır. Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmama konusunda zorlanamaz. İşçi veya işverenler aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden çok sendikaya üye olamazlar. Birden çok sendikaya üye olunması halinde, sonraki üyelikler geçersiz sayılır. TÜRKİYE’DE SENDİKALAR 35 üye sendikası ile TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 17 üye sendikası ile DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 11 üye sendikası ile HAK-İŞ (Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 22 üye sendikası ile TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Bugün Türkiye’de memur sendikalarını temsil eden şu konfederasyonları sıralayabiliriz: KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) TÜRKİYE KAMU-SEN (Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu) MEMUR-SEN (Memur Sendikaları Konfederasyonu) BASK (Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu) BAĞIMSIZLAR BİRLEŞİK KAMU-İŞ (Birleşik Kamu İşgörenleri Sendikaları Konfederasyonu) HAK-SEN (Kamu Çalışanları Hak Sendikaları Konfederasyonu) DESK (Demokratik Sendikalar Konfederasyonu) UNITE=7 DEMOKRASİ=İnsanın, sırf insan olması nedeniyle kimi haklara sahip olduğunu, devlete ve feodal bir yapıda insanın insanı sömürmesi esasına dayalı bir düzenden yararlananlara kabul ettirilebilmesi kolay olmamıştır. Bu dönem büyük uğraşlar ve savaşlarla geçmiştir. Düşünsel alanda gelişen ve oluşan "İnsan Hakkı”nın, ulusal ve uluslararası düzeyde korunması ve yaşatılması için kullanılan ilk araç anayasal belgeler ve anayasalar olmuştur. Daha sonra Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler (BM) örgütleri tarafından kabul edilen uluslararası bildiriler ve sözleşmeler insan haklarının uluslararası alanda korunmasında etkili rol oynamışlardır.BM, kuruluşundan bugüne değin insan haklarının korunmasını, en önemli amaçları arasında kabul etmiştir. Genel Kurul'un 1948'de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, daha sonra kabul edilen insan haklarıyla ilgili bildirilere ve sözleşmelere temel oluşturmuştur.Yerel yönetimler, demokrasi adına insanın özgürleştirilmesinde ve insanların demokratik eğilimlerinin kuvvetlendirilebilmesinde birincil kuruluşlar olarak değerlendirilebilir. Buna bağlı olarak da demokrasinin başlıca ögelerinden olan, ancak yerel ölçekte de biraz daha farklı şekillerde değerlendirilen; yurttaş katılımı, çoğunluk ilkesi, liderlerin danışmaya önem atfetmeleri ve seçmene karşı hesap verme ihtiyacı duymaları gibi olgular, demokrasi ve yerel yönetim arasındaki ilişkiyi gösteren en önemli argümanlar olarak sıralanabilir. Demokrasi; nihai siyasi gücün halk çoğunluğunda bulunduğu, ulusun bir topluluk olarak egemen olduğu, halkın doğrudan veya seçilmiş temsilcileri aracılığıyla hükûmet çalışmalarını denetlediği bir sistem ve bir devlet örgütlenme tarzı olarak kabul görmektedir Güçler ayrılığını, bireysel hakların güvence altına alınmasını ve özel yaşamın korunmasını sağlar.Sivil toplum ve demokrasi, birbirlerinin olmazsa olmaz ön koşullarıdır. **Güçlü bir sivil toplum , demokrasinin şekillenmesini birçok yönden etkiler. Bu etkilerin neler olduğuna bakacak olursak; **Sivil toplum, devlet iktidarını sınırlayan siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki temellerin kaynağını oluşturur. **Sivil toplum içindeki farklılaşmalar, devletin azınlık bir grup tarafından ele geçirilmesini önler. **Canlı bir sivil toplumsal yaşam, siyasal partilerin uyarıcı nitelikteki siyasal katılım çabalarını destekler. **Sivil toplum, devlete istikrar sağlar. Yurttaşlar, sivil toplum sayesinde daha iyi olanaklara kavuşur ve toplumun refahı artar. **Sivil toplum aracılığıyla yeni siyasal liderler yetiştirilmesi sağlanır. **Sivil toplumun demokrasinin gelişmesine en büyük katkısı, vatandaşların moral eğitimini üstlenmesidir. Daha açık bir ifadeyle, sivil toplum bireyler arasındaki etkileşimi kamu yararına uygun hâle getirmek için gerekli vatandaşlık erdeminin kazanıldığı alandır. **Sivil toplum, demokratik kültürün unsurları olan; hoşgörü, ılımlılık, uzlaşma istekliliği, karşıt görüşlere saygı gibi değerlerin toplumun her katmanına yayılmasına aracılık eder. **Demokratik ülkelerde sivil toplum kuruluşları, iki işlevi yerine getirir. Bunlardan ilki, demokrasinin ön şartı ve güvencesi olan demokratik bir siyasal kültürün yerleşmesine katkıda bulunmaları; ikincisi ise, bu tür kuruluşların demokrasinin önemli mekanizmalarından biri olan katılımın gerçekleştirilmesini sağlamalarıdır. Demokrasi ve sivil toplum kuruluşları, birbirlerinin göstergeleri durumundadır. **Sivil toplum kuruluşlarının demokrasinin kurumsallaşmasında oynadığı roller şu şekilde özetlenebilir: &-Vatandaşlar arasında demokratik değerlerin savunulmasına yardımcı olurlar. &-Temsil edilmeyen grupların güçlendirilmesi için çaba sarf ederler. &-Katılımcı demokrasinin sağlanması için uğraş gösterirler. &-Sivil toplum kuruluşları, hükûmet ve vatandaşlar arasında arabuluculuk yaparlar. Bunun sonucu olarak sivil toplum kuruluşları farklı ilgi ve isteklere sahip aktörler arasında köprü kurarak ‘kamusal alan’ların oluşmasına yardımcı olurlar. &-Sivil toplum kuruluşları, kurum içi yapıları ve karar alma mekanizmalarının yarattığı örnekler sayesinde bir demokrasi kültürünün oluşmasını sağlarlar. İnsan Haklarının sınıflandırılması sırasında yapılan ayrımların en önemlileri şunlardır: A. Klasik insan hakları - İsteme hakları B. Bireysel haklar - Kolektif haklar C. İnsan hakları - Yurttaş hakları D. Koruyucu haklar - İsteme hakları - Katılma hakları E. Şekli haklar - Gerçek haklar F. Kişisel haklar - Siyasal haklar - Ekonomik haklar - Kültürel Haklar - Ödevler G. Birinci kuşak haklar - İkinci kuşak haklar - Üçüncü kuşak haklar Birinci Kuşak Haklar (Klasik Haklar):Klasik haklar olarak da adlandırılan birinci kuşak haklar, 17. ve 18. Yüzyıl düşünürlerince dile getirilmiş; Amerikan ve Fransız devrimleri ile büyük ölçüde uygulamaya geçirilmiştir. Klasik hakların arkasında, o dönemde ticaret yoluyla zenginleşen yeni bir sınıf olan burjuvazi vardır.Birinci kuşak hakların özelliği, negatif statü hakları (koruyucu haklar) olmasıdır. **Devleti sınırlandıran bu haklar, kişiye devletin, toplumun ve üçüncü kişilerin dokunamayacağı özel, bağımsız bir eylem alanı sağlar. Devlet, kişinin bu özel alanına giremez. Kişi bu alanda dilediğini yapar. Özgürlüğün içeriği, onu kullanan kişinin isteğine göre belirlenir. Birinci kuşak haklar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3-21. Maddeleri arasında başlıca şöyle sıralanmıştır: • Yaşama ve özgürlük hakkı • Kölelik yasağı • İşkence yasağı • Kişi olarak tanınma hakkı • Hukuk önünde eşitlik hakkı • Etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı • Keyfi tutma yasağı • Adil yargılanma hakkı • Mahremiyet hakkı • Seyahat özgürlüğü • Sığınma hakkı • Vatandaşlık hakkı • Evlenme ve ailenin korunması hakkı • Mülkiyet hakkı • Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü • İfade özgürlüğü • Toplanma ve örgütlenme hakkı • Katılma hakkı İkinci Kuşak Haklar (Sosyal Haklar):İnsan hakları anlayışı “bireyci” ve “bireysel” olduğu için, bu ilk aşamada toplu haklar tanınmadı, hatta yasaklandı. Tüm insanların doğuştan özgür ve eşit olduğu savlarına karşın, somut olarak kimi kesimler dışlandı.siyasal haklar yalnızca varlıklı, aktif yurttaşlara tanındı. Yoksul, pasif yurttaşlar ise, soyut olarak özgür ve eşitti. Gerçekte özgür ve eşit olan burjuvalardı.Doğuşunun temelinde, sanayi devrimi, bu ekonomik ve sosyal dönüşümün yarattığı ve derinleştirdiği sosyal sınıflar arasındaki sosyal eşitsizlikler ve işçi sınıfının bu eşitsizliklere gösterdiği tepki ve eylemleri vardır.Liberal, bireyci öğreti ile Marksist öğretiyi uzlaştırmaya çalışan Evrensel Bildirge sosyal hakların uluslararası düzeyde tanındığı ilk belge niteliğindedir. İkinci kuşak haklar, başlıca şöyle sıralanabilir ; • Sosyal güvenlik hakkı • Dinlenme hakkı • Eğitim hakkı • Çalışma, adil gelir ve sendika kurma hakkı • Kültürel yaşama katılma hakkı • Sağlık, beslenme ve konut hakkı • Grev ve toplu sözleşme hakkı Üçüncü Kuşak Haklar (Dayanışma Hakları):Dayanışma hakları da denilen üçüncü kuşak haklar, belli bir topluluk halinde yaşam anlayışını yansıtır.Bu haklar, insancıl bir toplum yaşamı düşüncesinin anlatımıdır.Dayanışma haklarını doğuran nedenlerin başında, bilimsel ve teknik ilerlemenin yarattığı sorunlar gelmektedir. Çevre kirliliğinin korkunç boyutlara ulaşması, nükleer silahların tüm insanlığı yok edebilecek bir savaş tehlikesine yol açması, ülkeler ya da bölgeler arasında çok büyük gelişme farklarının bulunması ilk akla gelen ciddi sorunlardır. Üçüncü kuşak haklar başlıca şöyle sıralanabilir: • Barış hakkı • Çevre hakkı • Gelişme hakkı • Halkların kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkı • Herkesin insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı İNSAN HAKLARININ HUKUKSAL ALANDA GELİŞİMİ İnsan hakları, yazılı belgelerde de düşünsel alana koşut bir gelişim göstermiştir.Anayasal belgeler, bildiriler, uluslararası sözleşmeler, ulusal ve ulusal üstü kuruluşlar (organlar) ve yargı birimleri insan hakları oluşumunun hukuksal ve etik temelini oluşturmuştur. Anayasal Belgeler ve Bildiriler İnsan hakları; 1215 tarihli Büyük Özgürlük Fermanı (Magna Carta Libertatum)'da, XVII. yüzyılda İngiltere’de Haklar Dilekçesi (1628), kişinin hâkim kararı olmaksızın tutuklanmasını yasaklayan Habeas Corpus Act (1679) ve 1689 tarihli Haklar Bildirisi'nde (Bill Of Rights); Virginia Haklar Bildirisi (1776), Amerikan Bağımsızlık Bildirisi (1976) ile Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer aldı. NOT=Osmanlı'da Gülhane Hatt-ı Hümayu’nu (1839), Islahat Fermanı bu tür belgelerdendir. A-Anayasalar:İlk anayasalar aynı amaçla ortaya çıkmıştır. 1787 tarihli Amerikan Anayasası; 1791 (1789 Bildirisi’ni anayasallaştırmıştır.), 1793 ve 1795 tarihli ilk Fransız Anayasaları; 1791 Polonya ve XIX. Yüzyıl Anayasaları (1831 Belçika, 1848 Fransız,1848 Almanya, 1848 İtalya, 1851 Prusya Anayasaları) ve daha sonraki anayasalar bu kapsam içindedir. İlk anayasalar büyük oranda doğal hukuk ve liberal hukuk öğretilerinden esinlenmişlerdir. Ancak, XIX. Yüzyıl yarısında hissedilmeye başlanan işçi sınıfının ağırlığı anayasaları da etkilemeye başlamıştı. 1848 Fransız Anayasası,ilk kez, sosyal haklara da yer veriyordu. Bu anayasada, aileye, çalışmaya, mülkiyet hakkına ve kamu düzenine dayalı bir toplumda, özgürlük, kardeşlik ve eşitlik yanında, çalışma hakkı, aile hakkı, özürlülerin, yaşlıların korunması vb. gibi bir dizi ekonomik ve sosyal hak yer almaktaydı. Bu anayasanın bir başka özelliği, ilk kez işçi sınıfının ayak seslerinin duyulmasıdır. B-Evrensel Sözleşmeler:Milletler Cemiyeti l. Dünya Savaşı’nı takiben 1919 Paris Barış Konferansı'nda kabul edilen ve Savaşı sona erdiren Versailles Barış Antlaşmasında yer alan Milletler Cemiyeti Misakı 1920'de yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Cemiyete üye devlet sıfatıyla 1932 yılında katılmıştır. Milletler Cemiyeti, insan hakları alanında önemli bir karar almamış olmasına karşın üye devletlerin bu yoldaki çalışmalarını desteklemiş ve daha sonraki bu yolda yapılacak çalışmalara esin kaynağı olmuştur. **1919 Paris Barış Konferansı ile Milletler Cemiyeti'ne bağlı bir örgüt olarak kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili alanda (iş saatleri, izin hakkı,sağlıklı ortamda çalışma hakkı, iş koşulları, iş gücü eğitimi ve kullanımı gibi konularda) önemli çalışmalar yapmaktadır. Bu kuruluş, Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla 1946'da, bu örgüt bünyesinde yer aldı. Uluslararası Çalışma Örgütü 1948 yılında, tüm çalışanlar ve işverenler açısından sendikalar kurma hakkını tanıyan "Sendika Özgürlüğü ve Sendika Hakkının Korunmasına ilişkin 87 Nolu Sözleşme"yi kabul etti. Bu Sözleşme, sendika kurma hakkı yanında, ayrıca, sendika kurmayla ilgili olarak "ayrım gözetmeme", "önceden izin almama" ve "sendika kurma ve üye olma serbestisi" ilkelerini getirdi ve düzenledi. İnsan haklarının tanınması ve korunması uzun mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. Eğer insan hakları korunmazsa şu olumsuz durumlar ortaya çıkar: • Toplumda huzur ve güven kalmaz. • Kimse başkalarının haklarına saygı göstermez. • İnsanların devlete olan güvenleri zayıflar. • Güçlü olanlar güçsüzleri ezerek, daha güçlü duruma gelirler. • Toplumdaki insanlar arasında eşitlik söz konusu olmaz. • Demokrasi, yerini baskıcı yönetime bırakır. • Toplum başka bir devletin egemenliğine girebilir. İnsan haklarının korunması, her zaman olumlu sonuçlara yol açar. Bu sonuçlar şöyle belirlenebilir: a) Toplum huzur ve güven içinde olur. Adalet sağlanır. b) Bireyler yeteneklerini geliştirebilir. c) Demokratik siyasi yaşam gelişir. d) İnsanların gelecek kaygısı azalır. e) İnsanlar vatandaş olma bilincine sahip olurlar. f) Herkes yasalara uyar. g) Vatandaşlar birlik ve bütünlük içinde yaşarlar. h) İnsanlar diğer ülkelerdeki insanların haklarının korunması içinde çaba gösterir, sonuçta yurtta ve dünyada barış sağlanır. i) Sivil toplum örgütleri rahat çalışacakları için seslerini duyurarak kamuoyu oluşturur. j) İnsanlar arasında dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce ve mezhep ayrımı yapılmaz. İnsan haklarını korumakla yükümlü devlet organları: 1-Anayasa Mahkemesi 2-Danıştay 3-Sivil toplum örgütleri 4-Yargı organları **Toplum ve medya dahi, çoğunlukla konuya milliyetçi açıdan yaklaşır; insan haklarının korunması yönündeki çalışmalar ülkenin yurt dışına jurnal edilmesi biçiminde algılanır; çalışmayı yapan "sözde insan hakları savunucusu" suçlaması ile karşılaşır. **Gerçekte savunulan, her insanın, sırf insan olmasından dolayı sahip olması gereken haklardır, savunulan, insanlık onuru ve insanlığa duyulan saygıdır;savunulan öncelikle devlet karşısında zayıf durumdaki bireyin hakkıdır. **Sivil toplum kuruluşları insan hakları ihlallerini denetlemek, saptamak, ulusal ve uluslararası düzeyde kamuoyunu bilgilendirmek, insan hakları ihlal edilen kişilerin ulusal ve uluslararası organlara başvurusunda yardımcı olmak konularında etkili işlev yüklenebilirler. ÜNİTE 8=SİVİL TOPLUM VE DEVLET DEVLET:Devlet, belli bir toprak ve toplum üzerindeki etkin otorite ve bir yönetim biçimidir. Devlet kavramının geçirdiği dönüşüm gibi, sivil toplum da ilkel toplumda kabile, Greko-Latin uygarlığında site, feodal toplumda senyörlük,modern devlette ise ulus ismini almıştır. Modern Devlet ve Sivil Toplum:Modern devlet çok eskilere uzanır ve mutlakıyetle birlikte başlamıştır. mutlakıyetin "modern devletin başlıca cisimleşmesi" olduğu ve birçok ortak yönleriyle modern devlete iyi bir geçiş biçimini ifade ettiği kabul edilir. ***Mutlakıyet, tek bir kişinin veya bir zümrenin yönetimine dayalı yönetim şekilleri için yapılan genel tanımlamadır. Monarşi ve oligarşiyi kapsar. Mutlakıyet bugün hâlen birçok ülkede uygulanmaktadır. Tarihte, mutlakıyete dayalı devlet yönetimlerine örnek olarak tarihte Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu verilebilir. ***Mutlakıyete dayalı modern devlet yönetimi sisteminin yapısal özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: (1) Sürekli bir ordu, (2) Merkezî bir bürokrasi, (3) Sistematik ve devletin tüm alanında yaygın bir vergilendirme rejimi (4) Yurt dışında sürekli elçiliklerin de bulunduğu resmi diplomatik hizmet (5) Ticari ve ekonomik gelişmeyi, teşvik edecek devlet politikaları başka bir deyişle “merkantilizm” **Devlet, bir "aygıt" ya da "mekanizma" hâlini alıp, kendisini toplumdan soyutladığında, devletsivil toplum gibi bir ayrılıktan söz edilebilmek mümkün hâle gelmektedir. Devlet toplumdan uzaklaşarak "özellikle siyasal işlevlerin ve görevlilerin" toplandığı farklı bir düzene çıkmakla kalmamış, aynı zamanda faaliyetleriyle tüm toplumu etkileyecek güce de sahip kılınmıştır. Aslında bu iki durum, günümüze kadar ulaşan devlet-sivil toplum ayrımının esas belirleyicisidir.Bu ayrımın üçüncü bir boyutunu da mutlak yönetimlerin ekonomi politikasınıoluşturan "merkantilizm" oluşturur. **17. yüzyılla birlikte mal dolaşımıyla kendisini gösteren dönem finans ve ticaret kapitalizmi dönüşüme uğrayarak dış ticaret pazarının açılması ve genişlemesi süreci (yeni sömürgecilik) ile yavaş yavaş içeride gelişen sanayi sermayesinin hizmetine girmeye başlamıştır. İthal edilen ham maddenin mamul ve yarı-mamul ürün ile değiş tokuşu, eski üretim tarzının kapitalist üretim sürecine dönüştüğü bir sürece işaret etmiştir. Bundan böyle artık dış ticaret kendiliğinden değil, ancak devlet içindeki "halkın iş gücünü harekete geçirdiği" ölçüde zenginliğin kaynağı olarak kabul edilmiştir. **Devletin aldığı önlemler, giderek kapitalist üretim tarzının yerleşmesi hedefine yönelik işlemiştir. Mesleki ayrıcalıkların yerini hükümdarlığın işyerlerini kapitalist üretime geçirme veya yeni üretim tesisleri açma yükümlülüğü de getirerek tanıdığı ayrıcalıklar almıştır. Artık üretim süreci ayrıntılarına varıncayadeğin kurallara tabi tutulmaya başlamıştır (Habermas, 1988). **Merkantilizmle, halkın iş gücünü harekete geçirme gerekliliği çok farklı bir toplumsal dönüşümü de beraberinde getirmiştir. O zamana dek ev ekonomisinin çerçevesi ile sınırlandırılmış olan faaliyetler, Evden kamuya çıkmıştır.Özelleşmiş iktisadi faaliyet, kamusal düzenleme ve gözetim altına sokulur. Bütün bunların gerçekleştiği iktisadi koşullarda sermaye sahibi girişimciler, ev ekonomisinin sınırları dışına taşarak ilk kez "genel çıkar”ın konusu hâline gelmiştir. Sonuçta kamunun özel alanla modern ilişkisi güçlenmiş ve sivil toplumun önemi ortaya çıkmıştır. SİVİL TOPLUM – SİYASAL TOPLUM sivil toplumun temelinde öncelikle devlet kavramı vardır. Devletin olduğu yerde hem onunla birlikte hem de ona alternatif hizmetler sunan sivil toplumun varlığından söz edilir. Bu noktada devletolgusuna daha ayrıntılı bakmamızda yarar vardır. Devletin ortaya çıkmasının ve gelişmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: -Bireylerle toplumsal kümeler arasındaki çıkar çatışmalarını düzenleyebilenve “genel çıkar”ı temsil eden bir üst otorite ihtiyacı vardır. -Bir sınıfın diğer sınıfları bağımlı hâle getirerek egemenliğini kurması yoluyla gerçekleşen iç farklılaşma sonucunda, bir egemenlik aracı olarak devlet ortaya çıkmıştır. Devlet-sivil toplum ayrımı çerçevesinde,sivil toplum kavramının üç farklı bağlamda kullanıldığını belirtilr İlki, doğal hukuk geleneğindeki doğa hâli karşıtlığına dayalı, sivil toplum ile siyasal toplum ya da devlet özdeşliği,İkincisi, devlet karşıtlığı bağlamı, diğer ifadeyle, sivil toplum-devlet dikotomisi, Üçüncüsü ise, devlet sonrası bağlam, yani siyasal iktidarın çözülmesinden kaynaklanacak devletsiz ideal bir toplum olarak sivil toplumdur. **Günümüzde ise sivil toplum, devlet müdahalesi dışında kalmış ve bireylerin kendilerini yönlendirebildikleri bir alan olarak ifade edilmektedir. **Sivil toplum devletin dışında bir alanda kendisini ifade etmekte ve devletin zıddı bir konumda yer almaktadır. Sivil toplumun amacı devletin kültürel, ekonomik ve siyasal anlamda kapsamının daraltılmasıdır. Buna rağmen amaç devletin varlığının tamamen ortadan kaldırılması değildir. Çünkü devlet, hem sivil toplumu kendi bünyesinde toplar hem de toplum içinde bir alan işgal eder. Ayrıca devlet, içinde hareket edilecek alanın çerçevesini belirler ve grup örgütlenmesine ait kurallarını düzenler. Bununla birlikte siyasi toplumun, sivil toplum ve devlet arasındaki aracırolü ne kadar kaçınılmazsa, siyasi toplumun sivil toplum ile olan ilişkisinin de okadar kaçınılmaz olduğu söylenebilir. ETKİLİ SİVİL TOPLUM İÇİN DEVLETİN NİTELİKLERİ Bir toplumda sivil toplumun etkin roller üstlenebilmesi için devletin bazı temel özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: &-Devlet, sosyal olmalıdır. &-Devlet, sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır. &-Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı, bir kısım güç ve yetkiler yerel yönetimlere devredilmelidir. &-Devlet, halk egemenliğine dayalı bir kurum olmalıdır. &-Devlet, özel teşebbüslere daha iyi ve etkin bir şekilde sunabilecekleri hizmet üretmelidir. &-Devlet, evrensel kurumlara sahip bir kurum olmalıdır. &-Devlet, katılıma dayalı bir kurum olmalıdır. **Sivil toplum, devletin içinde doğmuştur ve ancak etkin bir devletin olduğu yerde gelişebilmektedir. Kamu sektörü ve özel sektörden sonra üçüncü birsektör olarak sivil toplum kuruluşları da sayılabilir. Ayrıca sivil toplum kuruluşları,devlet-aile-özel sektör arasında dengeleyici bir unsurdur ve bir aracı rolü görür. Devlet–sivil toplum ilişkisinin üç türde şekillendiği söyleyebiliriz: Bunlardan birincisi “yardımcı”, ikincisi “tamamlayıcı”, üçüncüsü ise “sınırlı müdahaleci” ilişkidir. Birinci tür olan yardımcı ilişkide, devlet tarafından yerine getirilmeyenhizmetler sivil toplum tarafından gerçekleştirilir. İkinci devlet–sivil toplum ilişkisi türü olan tamamlayıcı ilişkide, sivil toplum örgütleri hizmet üretiminde devletin paydaşıdır ve genel olarak görevi, büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilen hizmetlerin dağıtımının yerine getirilmesine yardımcı olmaktır. Üçüncü tür olan sınırlı müdahaleci ilişkide ise, sivil toplum örgütleri hizmet üretimi ve kamu sorumluluğunun yerine getirilmesi amacıyla devleti sürekli teşvik etmektedir. **Refah devletinin sorgulandığı ve devletin sosyal yükümlülüklerinin azaltılmaya çalışıldığı içinde bulunduğumuz bu dönemde STK’lar, sosyal politika sağlayıcısı olarak devletin yanında yeni “tamamlayıcı” paydaş olarak dikkat çekmeye başlamıştır. **STK’ların kamu sektörü ve özel sektörün yanında üçüncü bir sektör olarak yer alması durumu son 30 yıldır en fazla ABD’de görülmektedir. Bunun sebebi STK’ların bürokrasiden uzak, esnek bir yapıya sahip olmaları, buna bağlı olarak da kamu sektörüne oranla yüksek verimlilikte çalışmalarıdır. **ABD’de uygulanan sosyal politikalara bakıldığında 60’lı yılların sonundan itibaren başta istihdam, meslek edindirme, sağlık ve rehabilitasyon gibi alanlarda özelleştirme yapıldığı görülmektedir. **Merkezî yönetim tarafından üretilen bu politika yerel yönetimlerce uygulanmaya başlanmış ve her yıl yerel yönetimlerin sosyal harcamalarının belirli bir kısmı ile STK’lardan sosyal hizmetler satın alınmakta veya STK’lara maddi destek verilmektedir. Başka bir deyişle sosyal yardım ve hizmetlerin birçoğunu yerel yönetimler, yerel STK’lar aracılığıyla, bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda yapmaktadır. Ne var ki Türkiye’de sosyal hizmetlerin tamamı merkezî ve yerel yönetimlerin elinde toplanmıştır.Türkiye’de ise STK’ların toplum içindeki ve devletin karşısındaki rolü, ABD modelinden ziyade Avrupa’daki “daha az müdahaleci” modeline daha yakındır. KAMUSAL ALAN Kamusal alan,sokaktır, caddedir ve vatandaşların ortak yaşam ve görüş alanıdır. Sivil toplum da kamusal alandaki etkinlikleriyle var olmaktadır.Kamusal alanın olduğu yerde kuşkusuz bir de özel alanın varlığından söz etmemiz gerekecektir. Kamusal alan – özel alan ilişkisi, devlet-sivil toplum ayrımını belirlemede anahtar sayılmaktadır.Eğer somut ve güncel bir ayrım gerekirse, bir tarafa ekonomik, öznel ve kamusal alanı yani sivil toplumu, diğer tarafa ise siyasal alanı (devleti) koymak olanaklıdır. Sivil Toplum ve Sivil İtaatsizlik:Sivil itaatsizlik yasaların ya da hükûmet politikalarının değiştirilmesini amaçlayan ve kamuya açık bir tarzda gerçekleştirilen, şiddetsiz, vicdani ve aynı zamanda siyasi nitelikli, yasaya aykırı bir eylemler setidir. Sivil itaatsizlik genel olarak hukuk düzenine karşı değil, hukuk düzeni içerisinde var olan ya da ortaya çıkabilecek haksızlıklara ve hukuk düzeninin bozulması tehlikesine karşı bir araç olarak kabul edilebilir. Sivil itaatsizlik devlet gücünün,üçüncü kişilerce de açıkça görülebilir ve anlaşılabilir derecede, haksızlık olarak kabul edilen bir eylemine karşı, kaba güç kullanılmadan ve kamuya açık olarakgerçekleştirilen bir protesto eylemidir. Bir eylemin sivil itaatsizlik sayılabilmesi için: Yasadışı olması; sivil itaatsizlik, haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yollar denendikten sonra girişilen yasadışı bir eylemdir. Aleni olması; sivil itaatsizlik yasadışı olmasına rağmen açık ve aleni bir eylemdir. Hesaplanabilir olması; eylemin seyri ve sonuçlarının eylemin başında söylenenlere uygun olması, Politik ve hukuki sorumluluğun üstlenilmesi,Şiddetin reddedilmesi,Sivil itaatsizliğin, ortak adalet anlayışına, kamu vicdanına yönelik bir çağrıolması,Sivil itaatsizlik eyleminin, sistemin geneline değil, tekil haksızlıklara karşıortak bir eylem olması,Son olarak sivil itaatsizlikte, haksızlıklara karşı çifte standartkullanılmaması gerekir. **Demokratik hukuk devletlerinde, oturma, işgal, genel greve çağrı, imza toplama, siyasi grev, boykot, bildiri dağıtma gibi sivil itaatsizlik eylemleri görülür. **Sivil itaatsizliğin öncülerinden biri, devlete ve yasaya karşı itaatkâr bir yurttaş olan Sokrates’tir. **Sivil itaatsizliğin bir diğer öncüsü ise, “insanı haksız yere hapse atan bir yönetim altında dürüst bir insanın asıl yeri cezaevidir” diyen David Thoroeau’dur. **Sivil itaatsizliğin son öncülerinden biri, ırk ayrımcılığına uğrayan yerli toplulukların haklarını savunan Mahatma Gandi’dir. **Sivil direnişin önderi sayılan Gandi’nin bir ölçüde dünyada sivil toplumunun, insan haklarının ve demokrasinin gelişmesi için öncülük ettiği söylenebilir. ÜNİTE 9=ULUSLAR ARASI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ TANIM VE KAPSAM Uluslararası sivil toplum kuruluşu (USTK), devletlerarası antlaşma ile kurulmayan, devletten bağımsız hareket edebilme yetisine sahip, kâr amacı gütmeyen, en az iki ülkede faaliyet gösteren, belirli bir misyonu olan ve bu misyonu gerçekleştirmek için bir kurumsal yapı altında toplanmış, kişi ve/veya kişi gruplarından oluşan yapılanmadır. Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının ortak özelliklerini şöyle ifade edebiliriz: Kurucu Antlaşma: Hükûmetler arası örgütler, uluslararası hukukun çizdiği çerçeve içinde, devletler arasında imzalanan antlaşmalarla kurulurken uluslararası sivil toplum kuruluşu bir devletin iç hukukuna tabi kişiler, kişi grupları ya da birlikler tarafından kurulurlar. Devletler arası bir antlaşma ile kurulan bir örgüt kesinlikle bir uluslararası sivil toplum kuruluşu olarak nitelendirilemez. Uluslararası örgütlerle uluslararası sivil toplum kuruluşları arasındaki temel fark budur. **Devletlerle ilişkilerini üst düzeyde tutan uluslararası sivil toplum kuruluşlarına “Melez uluslararası sivil toplum kuruluşları” (Hybrid INGOs) denilmektedir Kurumsal Yapı: Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının bir merkezinin ve demokratik usullerle seçilmiş bir başkan ya da yürütme biriminin, diğer ifadeyle temel bir örgütsel yapısının olması gereklidir Yasallık, Amaç ve Faaliyetlerde Uygunluk: Uluslararası sivil toplum kuruluşları uluslararası iş birliğini ve dünya barışı ile ilgili politikaları ve çabaları desteklemektedir. Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının amaçları ve faaliyetleri,BM Antlaşması’nda belirtilen prensiplere, diğer uluslararası kuruluşların ve uluslararası hukukun genel ilkelerine aykırı olmamalıdır.gerilla grupları, uluslararası mafya ve suç örgütleri, ulusal kurtuluş hareketleri, hem yasa dışı, hem de şiddete başvurmaları gibi sebeplerden ötürü bir uluslararası sivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilmemektedir. Kâr Amacı Gütmeme: Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin ve politikalarının kâr amaçlı olmaması temel koşullardan biridir. Uluslararası sivil toplum kuruluşları hedeflerini yerine getirirken ve politikalarını uygulamaya koyarken üyelerinin yaptığı bağışlar sayesinde gerekli finansal desteği sağlar. Devletlerin İç İşlerine Karışmama İlkesi: Uluslararası sivil toplum kuruluşları belirli amaçları yerine getirmek için kurulmuş ve hükûmetlerden bağımsız olarak faaliyette bulunan kuruluşlardır. Ancak bu kuruluşların temel hedefi faaliyette bulunduğu konu, coğrafya ve sorunlar üzerinde mümkün olan en iyi duruma erişebilmektir. Üyelik ve Faaliyet: Bir hükûmet dışı kuruluşun, uluslararası sivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilebilmesi için en az birden fazla farklı ülkeleri kapsayan üyeleri, fon kaynakları ve faaliyetleri olmalıdır. TEMEL İŞLEVLERİ Sivil Toplum Kuruluşlarının gerek ulusal gerekse uluslararası düzlemde üstlendikleri işlevleri genel olarak üçe ayırabiliriz: 1. Kamuoyu oluşturma 2. Çoğulcu toplum yapısının oluşturulması:uluslararası sivil toplum kuruluşları aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik farklı çözüm yollarını savunan bireyleri bir araya getirmeleri nedeniyle toplumsal dokularda çoğulculuk kültürünün yerleşmesine katkıda bulunmaktadırlar. 3. Koruyucu tampon oluşturma: Uluslararası sivil toplum kuruluşları gerek devletin gerçekleştirdiği uygulamalara gerekse serbest pazar ekonomisinin dayattığı bazı mekanizmalara karşı koruyucu tampon işlevini görmektedirler.Devletin uygulamalarına karşı tampon olma işlevi iki kanaldan yürümektedir. FAALİYETLERİ Sivil toplum kuruluşları, dernek, vakıf vb. görünümlerle günlük hayatımızın her alanda karşımıza çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarını devletlerden ve resmî organizasyonlardan ayıran en önemli özellik; esnek bir yapıya sahip olmaları gündemlerini kendilerinin belirlemeleri, uzman ve popüler kişileri bünyelerinde barındırmalarıdır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları devletlerin resmî kanaldan yapamadıklarını bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkarmaktadır. Uluslararası sivil toplum kuruluşları kavramı genelde;İnsani yardım (Sınır Tanımayan Doktorlar), Sosyo-ekonomik kalkınmaya katkıda bulunma (OXFAM – Oxford Açlıkla Savaş Komitesi), İnsan hakları (Uluslararası Af Örgütü),Çevre (Greenpeace) konularını içerdiğini belirtebiliriz. **İnsani Yardım Sağlanmasındaki Rolleri:İnsani yardım kapsamındaki sivil toplum kuruluşlarına; kiliselerden eğitim, sağlık kurumlarına kadar çok geniş bir yelpazeye sahip sivil toplum kuruluşları girmektedir. sivil toplum kuruluşlarının yardımları ulaştırma yolları:Doğrudan yiyecek, giyecek, ilaç gibi insani yardım malzemeleri sağlama,Eğitim, araştırma, nüfus kontrolü sağlamagibi yardımlarda bulunarak gerçekleştirilmektedir İnsan Hakları Korunmasındaki Rolleri:Sivil toplum kuruluşlarının da büyük çabalarıyla kabul edilen 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, sivil ve politik haklar,işkenceyi önleme, ekonomik, sosyal ve eğitim hakkı, sosyal güvenlik, eşit işe eşit ücret gibi çeşitli haklar sivil toplum kuruluşları sayesinde kabul görmüştür. **İnsan hakları alnında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının birinci görevlerinin hükûmetlerin insan hakları ihlallerini önlemek için denetleme yapmakta ve BM’ye rapor sunmaktadırlar. Ayrıca bu sivil toplum kuruluşları herhangi bir uluslararası antlaşmalarla belirlenmemiş durumlarda insan hakları ile ilgili yeni normlar, standartlar oluşturmaktadır. **Çevrenin Korunmasındaki Rolleri:1973 yılında yapılan “Yok olma tehlikesi içinde olan bitki ve hayvan türlerinin uluslararası ticareti” ile ilgili konvansiyon çevreci sivil toplum kuruluşlarına gözlemci statüsü vermiştir. Bununla beraber 1992’de Rio’da yapılan Dünya Zirvesi’nde de “Agenda 21” (Yerel Gündem 21) ile çevreyi korumak için sivil toplum kuruluşlarının konumları daha da kuvvetlendirilmiştir. Aynı zamanda bu konferans sonunda Kızıl Haç benzeri çevre felaketleriyle ilgilenen ve adı “Yeşil Haç” olan bir örgütün kurulması kararlaştırılmıştır. Barışı ve Güvenliği Korumadaki Rolleri:Bu konudaki en büyük başarı kara mayınlarının yasaklanması olmuştur. Barışın Sağlanması:Çatışmaların önlenemediği durumlarda sivil toplum kuruluşları tarafları barış masası etrafında toplamaya çalışmakta ve arabuluculuk rolleriyle barış için gerekli yardımları her iki tarafa da yapabilmektedir. **1991 yılında BM barış çalışmaları kısmında 600 sivil toplum örgütünün katıldığı ve barış girişimleriyle ilgili tecrübelerin karşılıklı olarak aktarıldığı bir çalışma sonucunda BM Genel Sekreteri bunlardan 400 Sivil Toplum Örgütüne “Barış Elçisi” unvanı vermiştir. **Sivil toplum kuruluşlarının barışın sağlanmasında ve antlaşmaların imzalanmasında bahsedilen avantajlarından başka sahip olduğu üstünlükler; Barış masasındaki tarafların kültürlerini çok iyi tanıma özelliğine sahip olmak, Barış masasındaki tarafların kültürlerini çok iyi tanıma özelliğine sahip olmak, Taraflarla iyi iletişim kurabilmek Tarafsız olmak (Taraflardan herhangi bir menfaat beklememeleri), Uzun süre sabırla çaba göstermektir. Barışı Koruma:Barışı koruma görevi genellikle kuvvet gerektirdiğinden BM Barış Gücü tarafından yapılmaktadır. BM Barış Gücü’nün bulunduğu ortamlarda sivil toplum kuruluşları ile yoğun bir iş birliği yapılmaktadır. UYGULAMA YÖNTEMLERİ Sivil toplum kuruluşlarının kamusal yarar gözeten amaçlarına ulaşmak için genelde kullandığı dört yöntemden bahsedebiliriz: &-Gündem oluşturma, &-Sonuca yönelik pazarlık yapma, &-Meşruiyet kazandırma, &-Çözümleri uygulama. &-Gündem Oluşturma Bir konu hakkındaki sorunları ortaya koyarak karar vericileri etkilemek için dikkatlerini bu sorunlara çekmeye, kısaca gündem oluşturmak denilmektedir. Sivil toplum kuruluşları özellikle medyayı ve interneti kullanarak kamuoyu gündemi oluştururlar. Sivil toplum kuruluşlarının asıl varlık sebeplerinden biri de gündemi belirleyerek halkı bu konuda bilinçlendirmektir.Geniş katılımlı miting ve konferanslar resmî gündemi oluşturmak kullanılmaktadır. Pazarlık Yapma:1979’da kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi, 1987’de ozonu delen maddelerin yasaklanması ile ilgili Montreal Protokolü, 1989’da Çocuk Hakları Konvansiyonu, 1997’de kara mayınlarının yasaklanması, 1998’de Uluslararası Suçlar Mahkemesinin kurulması ve çok taraflı yatırım antlaşmalarının gizli olarak yapılmamasında olduğu gibi BM’nin imzaladığı antlaşmaların şekillenmesinde etkili olmayı başarmışlardır. Meşruiyet Kazandırma:Sivil toplum kuruluşları sadece uluslararası antlaşmaların kabul edilmesinde deği,l aynı zamanda kabul edilen devletlerin ve uluslararası kuruluşların bu antlaşmalara uyup uymadıklarını da denetleyebilmektedir.Sivil toplum kuruluşlarının devletleri ve uluslararası kuruluşları denetlemesi aynı zamanda doğru uygulamalar yapan hükûmetlerin ve kuruluşların icraatlarını da meşrulaştırmaktadır. Devletlerin ve devletler arası kuruluşların uyguladıkları politikaların sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenmesi veya aleyhinde tavır alınması bunun en iyi göstergesidir. **Çözümleri Uygulama Sivil toplum kuruluşları tek bir konuya bağlı çalıştıkları için uzmanlaşır ve güçlenirler. Bu bakımdan, çok çeşitli sorunlara cevap vermek, çare bulmak zorunda olan resmî kuruluşlara ve devletlere karşı avantajlı durumdadırlar. Sivil toplum kuruluşlarının devletlere göre sorunları çözmede bazı üstünlükleri şöyle sıralanmaktadır: &-Amaçları sorunları çözmek olduğundan enerjilerini sadece bu noktaya yönlendirebilmeleri, &-Halkın en alt tabakalarına kadar kolaylıkla ulaşabilmeleri, &-Geniş kitlelere seslenebilmeleri ve bu nedenle yüksek motivasyonlu bir kitle desteğini arkalarına alabilmeleri, &-Halkın ihtiyaçlarına daha esnek ve pratik çözümler bulabilmeleri, &-Yerel kurumlarla birlikte çalışabilmeleri, &-Devlete göre daha etkin çalışabilmeleri, &-Uzmanlık alanlarındaki sorunların çözümünde tecrübelerinin daha fazla olması, &-Sorunların içinde bulunduklarından verimli çalışmanın yanında teorikten çok uygulamalı olarak sorunlara yaklaşabilmeleri, &-Bazı sorunlarda devletlerin üzerine eğilmeye çekindikleri projeleri çözebilmeleridir. (seks işçilerinin, çingenelerin özel haklarıyla ilgilenmek gibi) **Sivil toplum kuruluşları siyaset üstü bir konuma sahiptirler. Hangi siyasi görüşten olursa olsun, bütün insanların ortak ilkelere sahip olduğu varsayımından yola çıkarlar.Sivil toplum kuruluşlarının, partilerden ayrıldıkları bir başka nokta ise, iktidar olmayı hedeflememeleridir. ÜNİTE 10=AVRUPA BİRLİĞİ VE SİVİL TOPLUM AVRUPA BİRLİĞİ (AB)’NİN KURULUŞU AB’nin Kısa Kuruluş Tarihçesi •1951: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, altı kurucu üye tarafından kuruldu. •1957: Roma Antlaşması ile bir ortak pazar kuruldu. •1973: Topluluk, dokuz üye ülkeye çıktı ve ortak politikalar geliştirildi. •1979: Avrupa Parlementosu'na ilk doğrudan seçimler yapıldı. •1981: Akdeniz’i içine alan ilk genişleme gerçekleşti. •1993: Tek Pazar sonuca ulaştı. •1993: Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği kuruldu. •1995: AB büyüyerek 15 üyeye çıktı. •2002: Euro banknotları ve madeni paraları dolaşıma sunuldu. AB’nin Kuruluş Nedenleri •Sürdürülebilir bir refahı ve barışı tesis etmek •Sovyet tehdidine karşı bir bütünleşme •Dünyada üçüncü kutup haline gelmek •Siyasi birlik kurmak •Almanya-Fransa arasındaki sorunları kalıcı çözüme kavuşturmak •Marshall Yardımlarının etkin bir biçimde dağıtımını sağlamak •II. Dünya Savaşı sonrası yıkımı ortadan kaldırmak AVRUPA BİRLİĞİNİN İŞLEYİŞİ I. Karar Alma Üçgeni yasalar, genel AB politikalarının yanı sıra (ulusal hükûmetleri temsil eden) Konsey, (vatandaşları temsil eden) Avrupa Parlamentosu ve (ortak Avrupa çıkarlarını gözeten, AB hükûmetlerinden bağımsız organ) Avrupa Komisyonu’nun oluşturduğu kurumsal üçgen tarafından alınan kararların sonucunda oluşturmaktadır. **A. Avrupa Birliği Konseyi:Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyi olarak da bilinen Avrupa Birliği Konseyi, AB’nin temel karar alma organıdır. AB üyesi devletler altı aylık dönemlerde Konsey Başkanlığı’nı sırayla yürütürler. Her Konsey toplantısına her AB ülkesinden bir bakan katılır. Hangi bakanın toplantıya katılacağı gündemdeki konulara bağlıdır; dış işleri, tarım,endüstri, ulaştırma, çevre gibi. Konseyin, ‘ortak karar usulü’ içinde Avrupa Parlamentosu’yla paylaştığı yasama yetkisi var. Buna ek olarak Konsey ve Parlamento, AB bütçesinin kabulünde de eşit sorumluluk taşırlar. Konsey ayrıca Komisyon tarafından müzakere edilmiş uluslararası anlaşmaları da sonuca ulaştırır. •Üye devletleri temsil eden Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, AB’nin ana karar alma organıdır. Devlet Başkanı ya da Hükûmet düzeyinde toplandığı zaman, önemli konularda AB’ye politik güç sağlama rolü olan Avrupa Birliği Konseyi olur. •Halkı temsil eden Avrupa Parlamentosu, yasama ve bütçe erkini Avrupa Birliği Konseyi ile paylaşır. •AB’nin ortak çıkarlarını temsil eden Avrupa Komisyonu, ana yönetim organıdır. Mevzuat önerileri yapma hakkı vardır ve AB politikalarının doğru olarak uygulanmasını temin eder. **Antlaşmalara göre Konsey’in kararlarını, karar alınacak konuya göre basit çoğunlukla, ‘nitelikli çoğunlukla’ ya da oybirliği ile alması gerekir. Antlaşmalarda değişiklik yapılması, yeni bir ortak politikanın başlatılması ya da yeni bir ülkenin Birliğe katılması gibi önemli konularda Konsey’in oybirliğiyle karar alması gerekir.Diğer birçok alanda nitelikli çoğunluk oyu yeterli olur. Bu da bir Konsey kararının belirli minimum sayıdaki oyun lehte kullanılmasıyla alınabileceği anlamına gelir. Her bir AB ülkesine tahsis edilen oy sayısı, kabaca o ülkenin nüfus hacmini yansıtır. **Avrupa Konseyi yılda dört kez toplanır. Başkanlığı, o sırada Avrupa Birliği Konseyi başkanlığını yürütmekte olan ülkenin başbakanı ya da başkanı üstlenir.Avrupa Komisyonu Başkanı tam üye olarak katılır. **Avrupa Konseyi, Maastricht Antlaşması’yla Birliğin önemli politikalarının resmî öncüsü olmuş ve Avrupa Birliği Konseyi’nde toplanan bakanların anlaşmaya varamadığı zorlu konuların çözüme kavuşturulması hususunda yetkilendirilmiştir. Avrupa Konseyi aynı zamanda ortak dış ve güvenlik politikası aracılığıyla uluslararası meselelerde baskı yaparak AB’nin diplomatik konularda tek sesle oluşabilmesine olanak sağlamaktadır. B. Avrupa Parlamentosu:Avrupa Parlamentosu, AB vatandaşlarını temsil eden seçilmiş bir organdır. AB’nin etkinlikleri üzerinde politik gözetimde bulunup yasama sürecinde yer alır. 1979 yılından bu yana Avrupa Parlamentosu üyeleri, her beş yılda bir doğrudan genel oy kullanma hakkıyla seçilmektedir. Avrupa Parlamentosu genel kurul oturumlarını Strasburg’da ve ek oturumları da Brüksel’de gerçekleştirir. **Genel kurul oturumları için hazırlık çalışmalarını yürüten 20 komitesi ve genellikle Brüksel’de toplanan birkaç politik grubu bulunmaktadır. Genel Sekreterlik Lüksemburg ve Brüksel’dedir. Parlamento, AB’nin mevzuat çalışmalarına üç düzeyde katılmaktadır: •Avrupa Parlamentosu, 1987’de Avrupa Tek Senedi’nin yürürlüğe koyduğu ‘iş birliği’ usulü altında, Avrupa Komisyonu tarafından önerilen yönerge ve tüzük taslakları üzerinde görüş bildirir; Komisyon’dan, Parlamento’nun görüşlerini dikkate alması için önerilerinde değişiklik yapması istenebilir. •1987’den beri Avrupa Parlamentosu’nun Komisyon tarafından müzakere edilmiş uluslararası anlaşmalara ve Avrupa Birliğinin büyümesiyle ilgili herhangi bir öneriye vermesi gereken onayı kapsayan bir ‘onay’ usulü vardır. •1992 tarihli Maastricht Antlaşması’nın ortaya koyduğu ‘ortak karar’ usulü de,işçilerin serbest dolaşımı, iç pazar, eğitim, araştırma, çevre, Avrupa içi ağlar,sağlık, kültür, tüketicinin korunması dâhil tüm önemli konular dizisiyle ilgili yasamada Parlamento’yu AB Konseyi ile eşit düzeye getirmektedir. **Parlamento üyelerinin mutlak çoğunluğunun Konsey’in ‘ortak tavrı’na karşı oy kullanması hâlinde Avrupa Parlamentosu bu alanlarda önerilmiş mevzuatı reddetme yetkisine sahiptir. **Avrupa Parlamentosu, AB bütçesinin benimsenmesinde Konsey ile eşit sorumluluk taşır.Önemli bir diğer nokta da Avrupa Parlamentosu’nun Birlik üzerinde demokratik gözetim uygulamasıdır. Bir gensoru ile Komisyonu azletme yetkisi bulunur. Bunun için üçte iki çoğunluk gerekir. **Parlamento ayrıca Komisyon ve Konsey’e yazılı ve sözlü sorular yönelterek AB politikalarının günlük yönetimini denetler. **Avrupa Konseyi Başkanı, Konsey’in aldığı kararları Parlamento’ya bildirir. C. Avrupa Komisyonu:Üyeleri, Avrupa Parlamentosu’nun onayına bağlı olarak üye devletler arasındaki bir anlaşmayla beş yıllık bir süre için atanır. Komisyon,Parlamento’ya karşı sorumludur ve eğer Parlamento kendilerine karşı bir gensoru yöneltirse tüm Komisyon’un istifa etmesi gerekir. 2004 yılından bu yana Komisyonu, her üye devletten bir Komisyoner oluşturmaktadır. **AB’nin yönetici organı olan Komisyon, Konsey tarafından alınan Ortak Tarım Politikası gibi kararları uygulamaya koyar. Komisyon,araştırma ve teknoloji, yabancı yardımlar, bölgesel gelişme gibi AB’nin ortak politikalarını yönetmede geniş yetkilere sahiptir. Komisyona, esas olarak Brüksel ve Lüksemburg’da bulunan, 36 Genel Müdürden oluşan bir sivil hizmet birimi yardımcı olmaktadır. II. Diğer Kurumlar ve Organlar A. Adalet Divanı:Lüksemburg’da bulunan Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, her AB ülkesinden bir yargıç ve onlara yardımcı sekiz umumi vekilden oluşmaktadır. Bunlar, üye devletlerin hükûmetlerinin ortak anlaşmasıyla, altı yıllık yenilenebilir bir süre içinvatanırlar. Bağımsızlıkları güvence altında bulunur. Divan’ın rolü, AB yasalarınavuyulmasını ve Antlaşmaların doğru biçimde yorumlanarak uygulanmasını temin etmektir. B. Avrupa Sayıştayı:Lüksemburg’da bulunan Sayıştay 1977’de kuruldu. Her bir AB ülkesinden bir üye, Avrupa Parlamentosu’na danışıldıktan sonra üye devletler arasındaki anlaşma gereği altı yıllık bir süre için atanır. Sayıştay, Avrupa Birliği içindeki gelirlerin toplanmasını, tüm harcamaların yasalara uygun ve düzenli bir şekilde yapılmasını ve AB bütçesinin iyi idare edilmesini denetler. C. Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi:Belirli politik alanlarda karar alınacağı zaman Konsey ve Komisyon, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’ne danışır. Toplu olarak ‘örgütlü sivil toplumu’ oluşturan çeşitli ekonomik ve sosyal çıkar gruplarını temsil eden üyeleri, Konsey tarafından dört yıllık bir süre için atanırlar. D. Bölgeler Komitesi:Avrupa Birliği Antlaşması altında kurulan Bölgeler Komitesi, üye devletlerin önerdiği ve Konsey’in dört yıllık bir süre için atadığı bölgesel ve yerel hükûmet temsilcilerinden oluşur. Bölgelerle ilgili konularda Konsey ve Komisyon’un Antlaşma uyarınca Bölgeler Komitesi’ne danışması gerekir; Komite, kendi inisiyatifiyle de görüş belirtebilir. E. Avrupa Yatırım Bankası:Lüksemburg’da bulunan Avrupa Yatırım Bankası, borç verir ve Avrupa’nın daha az gelişmiş bölgelerine ve ticaretin daha rekabetçi olmasına yardımcı olmayı garantiler. F. Avrupa Merkez Bankası:Frankfurt’ta bulunan Avrupa Merkez Bankası, Euro’nun ve AB’nin para politikasının yönetiminden sorumludur. TÜRKİYE - AB İLİŞKİLERİ Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, 31 Temmuz 1959 yılında, Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) ortaklık başvurusu ile birlikte başlamıştır. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde dönüm noktaları olarak; •12 Eylül 1963 yılında, AET ile Ankara Antlaşmasının imzalanması, •23 Kasım 1970 yılında, Brüksel’de Katma Protokol’unun imzalanması, •14 Nisan 1987 yılında, Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna (AT) tam üyelikbaşvurusu, •1996’daki Gümrük Birliği Antlaşması, •3 Ekim 2005’teki, katılım müzakerelerinin başlaması kabul edilebilir. AB’DE SOSYAL POLİTİKALARIN GELİŞİMİ Avrupa’nın benimsediği ve Avrupa’ya özgü “toplum modeli”nin genel ilkeleri bulunmaktadır.Bu ilkeler şunlardır: •Demokrasi ve katılım ile şekillenen ekonomik zenginlik ve sosyal birlik •Uzlaşı arayışı: Siyasetin/devletin etkin ve uzlaşma sağlayıcı bir rol oynaması •Nispeten eşitlikçi ücret ve gelir dağılımı •Piyasa organizasyonuna sınırlama •Dayanışma, hakkaniyet ve evrensel kapsama: Tüm vatandaşları kapsayan kapsamlı temel sosyal güvenlik •Fırsat eşitliği •İnsana ve çalışma haklarına saygı ve çalışma yoluyla elde edilen yaşamın sosyal refah devletin temeli olduğuna olan sağlam inanç •Toplumsal çıkar grupları arasındaki çatışmaların demokratik yoldan çözümlenmesini esas alması •Yüksek derecede koordineli ücret pazarlığı ve çıkar organizasyonu •Her iki temel taraf (emek-sermaye) arasında toplumsallaşma ve siyasallaşma açısından belirli bir güç dengesinin sağlanması, böylelikle ekonomi politikalarıyla sosyal politikaları birbirine yakınlaştıran bir anlayışın hâkim olması önemlidir. AB sosyal politika unsurları ise şu şekildedir;işsizlikle mücadele, sosyal birlik, cinsiyet eşitliği ve AB Finansman Mekanizmaları. Avrupa’nın 21. yüzyıldaki Misyonu: •Halkları için barış, zenginlik ve istikrar sağlamak; •Kıtadaki bölünmelerin üstesinden gelmek; •Halkların güvenlik içinde yaşamalarını sağlamak; •Dengeli ekonomik ve sosyal gelişmeye katkıda bulunmak; •Küreselleşmenin getirdiği güçlükleri alt etmek ve avrupa halklarının ceşitliliğini korumak; •Sürdürülebilir kalkınma ve sağlıklı çevre, insan haklarına saygı ve sosyal piyasa ekonomisi gibi avrupalıların paylaştığı değerleri korumaktır. SİVİL TOPLUM VE AB Sivil toplum dört işlevi yerine getirmektedir. Bunlar: •Devlet gücünü meşrulaştırma aracı olma işlevi, •Despotizme karşı güvence olma işlevi, •Demokrasiye geçişi kolaylaştırıcı bir etken olma işlevi, •Son olarak uygarlığı barbarlıktan ayıran bir ölçüt olma işlevidir. Sivil toplum kuruluşlarının temel özellikleri 6 başlık altında toplanabilir: •Toplumsal sorunların çözümü için çalışmak, •Toplumsal sorunların çözümünde devletle iş birliği yapmak, •Devlet yönetiminin etkili, verimli, sorumlu, şeffaf bir hal alması için çalışmak, •Herkesin aktif vatandaş olarak yönetime katılmasını sağlamak, •Herkesi demokratik ve şeffaf bir yönetim anlayışı etrafında toplamak, •Toplum devlet-birey ilişkilerinde hak ve sorumlulukların adaletli dağılımına yardımcı olmaktır. Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Türleri Türkiye’de sivil toplum kuruluşu niteliğinde olan örgütlenmeler beş kategoride incelenebilir. Bunlar; cemaatler, vakıflar, dernekler, sendikalar ve mesleki örgütlenmelerdir. **Türkiye’de hâlen 80.757 dernek faaliyet göstermektedir. 38 kamuya yararlı dernek, 4 bin 915 vakıf, aralarında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), Noterler Birliği, Barolar Birliği,Eczacılar Birliği gibi kuruluşların yer aldığı 14 kamu kuruluşu niteliğinde meslek kuruluşu vardır. **Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları federasyonlar, yerel birlik ve kooperatifler, ticaret birlikleri, işveren kuruluşları,profesyonel federasyonlar, hizmet ve üretim birlikleri, yerel yönetimlerin bir araya gelerek kurdukları örgütler, politik ilgi grupları, dinsel ilgi grupları ve öğrenci birlikleri girmektedir. **Avrupa Birliği anlayışına göre sivil toplum kuruluşları, örgütlenmiş vatandaşların yaşadıkları ülkenin toplumsal ve ekonomik yönden kalkınmasında etkili olan kuruluşlardır Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde herkes üzerine düşen görevi yerine getirmektedir. Bu noktada Türkiye’de sivil toplum kuruluşları, Avrupa Birliği hakkında halkı bilinçlendirme işlevi görmektedirler. Bu işlevi yerine getirirken,kitapçık bastırmak, TV programları hazırlamak, bildiri hazırlamak, dış kamuoyuna sanatçılar yoluyla, yapılacak olan reformları duyurmak gibi yollar kullanılmaktadır. **AB-Türkiye İşbirliği Derneği, Avrupa Öğrenci Forumu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi kuruluşlar çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. HAK-İŞ, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) gibi işçi ve işveren sendikaları, üye ülkelerin işçi ve işveren sendikaları ile görüşerek Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde gösterdiği çabaları aktarmışlardır. **Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), TÜSİAD, Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD), İKV, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) gibi kuruluşlar Avrupa Birliği ülkelerine yönelik ziyaretlerde bulunmuşlardır. Avrupa Birliği ve Aday Ülkeler Arasında Sivil Toplum Diyaloğu Avrupa Komisyonu 29 Haziran 2005’te, “Avrupa Birliği ve Aday Ülkeler Arasında Sivil Toplum Diyalogu” adı altında bir tebliğ hazırlamıştır.Tebliğ metninde, sivil toplumun tanımı kapsamlı bir biçimde yapılmıştır. Diyalog; Avrupa Birliği üyeleri ve Avrupa Birliğine aday ülkelerde bilgi eksikliğinin giderilmesi, tarafların birbirini iyi tanıması, vatandaşlar ve farklı kültürler ile ekonomik ve siyasi sistemlerin yakınlaşmasına katkıda bulunma amacını taşımaktadır. ÜNİTE 11=SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN SOSYAL POLİTİKAYA KATKILARI SOSYAL POLİTİKANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ sosyal politika terimi ilk defa, 19. yüzyılın ilk yarısında Riehl tarafından kullanılmıştır.Sosyal çatışmaları önlemeye yönelik tedbirler bütünlüğü olarak nitelendirilen sosyal politika bilimsel anlamda ilk kez 1870’lerde,Bismarck yönetimindeki Almanya’da uygulamaya konmuştur. **Geniş anlamda sosyal politika, toplumun bütün sınıf ve zümreleri arasındaki karşıtlık ve mücadeleleri ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Sosyal Devlet ve Sosyal Politikanın Dönüşümü Sosyal devlet, “vatandaşların sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı ödev bilen” devlet diye tanımlanmaktadır.Refah devleti en genel anlamda piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ve yetersizliklerini ortadan kaldırma amacını gütmektedir ve müdahaleci, düzenleyici, yeniden dağıtıcı ve girişimci bir devlet anlayışıdır. **Günümüzde sosyal devletin işlevinin 1970’li yıllara oranla önemli oranda azalmış olması devletin sosyal politika üretme görevini sivil toplum örgütleriyle paylaşması sonucunu doğurmuştur. **Gönüllülüğün, katılımın ve sivil toplumun gelişmesi bir demokrasi ve gelişmişlik göstergesi olmakla birlikte sürecin arka planında sosyal devletin gerilemekte olduğu da unutulmamalıdır. SİVİL TOPLUMUN SOSYAL POLİTİKAYA KATKILARI sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri, kalkınma yaklaşımlarının dış müdahaleleri öngören yaklaşımları doğrultusunda, az gelişmiş yapılacak yardımların doğrudan toplumun yoksul kesimlerinin temel ihtiyaçlarına yönelik projelerle sınırlı kalmaması, bu ülkelerin kendi ihtiyaçlarını kendi kaynakları ile karşılayacak biçimde hareket etmeleri gereğini kavramalarına yönelik olmuştur. **Sivil toplum kavramının şekillenme sürecine paralel olarak sivil toplum kuruluşları da değişen koşullarda gerek dar anlamda sosyal politikanın bir aktörü olarak (sendikalar), gerekse geniş anlamda sosyal politikanın aktörleri olarak (dernekler, vakıflar ve bunların oluşturduğu üst kuruluşlar) yerlerini almışlardır. Sivil Toplum Örgütlerinin Sosyal Politika Alanlarındaki İşlevleri **Sosyal politikaya katkı ve etkide bulunan ilk sivil toplum örgütü sendikalardır. **Sanayi devriminin ortaya çıkardığı elverişsiz yaşam şartlarını kendi kendine yardım suretiyle düzeltmek için kurulan, faaliyetleri belli bir amaca yönelmiş meslek teşekkülleri olan sendikalar önemli sivil toplum örgütleri olarak göze çarpmıştır.Önemli bir sivil toplum örgütü olan sendikaların kurulup faaliyete geçebilmeleri için ekonomik ve demokratik hakların gelişmiş olması gerekir. **Sivil toplum örgütlerinin amaçları birçok yönden sosyal politikanın amaçlarıyla benzerlikler gösterir. Sivil toplum örgütü hem gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde sosyal hayata ve sosyal değişime önemli katkılar sağlamaktadırlar.Sivil toplumun, işlevleriyle bağlantılı olarak sosyopolitik amaçlarını şu şekilde sınıflandırabiliriz: •Demokrasi, •Sosyal barış, •Sosyal refah, •Sosyal adalet. Demokrasi Amacı:yarı-doğrudan demokrasi, yani temsilciler yoluyla,bireylerin etkisinin asgari düzeyde olduğu demokratik yöntemler, yerini, doğrudan demokrasiye bırakmaya başlamıştır. Bu doğrudan-demokrasi eğiliminde, bireyler demokratik istek ve eylemlerini, kendi kurdukları sivil toplum örgütleri yoluyla dile getirmektedirler.Diğer bir ifadeyle demokratik yöntem ve eylemler, sivil toplum kuruluşlarının eksenine kaymaktadır. Sosyal Barış Amacı:Sosyal barış kavramı, refah devleti döneminde özellikle dar anlamda sosyalpolitika kavramının aktörleri olan işçi, işveren ve devlet arasındaki ilişkilerin çatışmalardan ve hukuk düzenini tehdit eder konumdan uzak olması amacını ifade etmek için kullanılagelmiştir. Bu dönemde, işçi sendikaları ile işverenler arasındaki sözleşmelerin barışçıl ortamda ve süreçte oluşumunu ifade eden kavram, sosyal barış kavramı olmuştur. Sosyal Refah Amacı:sosyal refah, toplum içinde insanların yaşam standartlarının, ihtiyaçlarının ne kadarını karşılayabilecek durumda olduklarıyla ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında sosyal refahı gerçekleştirmek, sosyal politikaların temel amacıdır. Sosyal Adalet Amacı:Sosyal adalet kavramı genellikle sosyal refahın eşit dağılımı ve fırsat eşitliğini ifade etmektedir. İnsanların sosyo-ekonomik eşitsizliklerin yarattığı olumsuzluklar nedeniyle özgür bireyler olarak ortaya çıkamamaları ve toplumsal özgürlük ve gelişim sürecinde bireysel olarak yer alamamaları bu insanların bazı mekanizmalar tarafından korunması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. **Bir diğer bakışla, bireylerin sosyal hayatta daha üst gelir seviyesinde olanlar karşısında daha aktif rol alabilmesi sosyal adalet kavramıyla ilişkilidir. **Sivil toplum kuruluşları sosyal adalet amacını, kişilerin kolektif güç olarak sosyal hayata katılımını sağlayarak ve sosyal refahtan pay almalarını sağlayarak hayata geçirmektedir. UNITE 12=GÖNÜLLÜLÜK VE SİVİL TOPLUM Gönüllü; "Önemli bir İşi yapmayı, hiçbir yükümlülüğü olmadığı hâlde isteyerek üstlenen kişi" olarak tanımlanır. Karşılığında maddi çıkar sağlanmaksızın herhangi bir şekilde yardım edebilmeye gücü olanların, yardıma ihtiyacı olanlar için yaptıkları çalışmaya ise "gönüllü çalışma" denilmektedir. GÖNÜLLÜLÜĞÜN NEDENLERİ Gönüllü etkinlikler, zaman ve yoğun emek isteyen işlerle uğraşmayı ve çaba harcamayı gerektirmektedir. Gönüllülük bir dernek, vakıf veya bir diğer sivil toplum oluşumunda görev almaktan, yardım ve bilinçlendirme kampanyalarında çalışmaya kadar çeşitlilik göstermektedir. Bazı gönüllüler, bir yerlerde ihmal edilmiş olan nüfus gruplarını toplumun görmesi ve anlaması için çaba harcamaktadr. Diğer bir kısmı, çevreci olarak doğanın temiz ve sağlıklı kalması için uğraşmakta, bazıları ise aşevleri, kanser hastası çocuklar, afet mağdurları vb. için yardım toplamaktadır. **Toplum içindeki kişilerin ve grupların gönüllü etkinlikler içinde yer alma istek ve motivasyonlarının nedenlerini bilmek gereklidir. Bu bilgi toplumdaki gönüllülük bilincini ve potansiyel gönüllü sayılarını artıracaktır. Birçok psikososyal neden birarada insanları gönüllülüğe yönlendirici rol oynar. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. 1. Toplumsal, dinî ve vicdani değerler nedeniyle yardım etme isteği 2. Serbest zamanlarını yararlı bir iş yaparak değerlendirme amacı 3. Toplumda çeşitli sosyal ilişkiler geliştirme, tanınma ve sosyal statü kazanma eğilimi 4. Gönüllü çalışmaları eğlenceli ve zevkli bulma nedeni 5. “Bizlik duygusu” ya da “ait olma duygusu” ile içinde yaşanan toplumun gelişmesi, iyileşmesi için bir şeyler yapma, sorumluluk üstlenme isteği 6. Profesyonel hizmetlerin eksik kaldığı veya bulunmadığı toplumlarda “kendi kendilerine yardım” yoluyla sorunlara çözüm bulma amacı 7. Kişilerin belirli bir sorun alanında sahip oldukları bilgi, beceri veya inanç nedeniyle o sorunlarla mücadele etme isteği **Buraya kadar sıraladığımız nedenlerden en az birisi dahi kişileri yoğun emek isteyebilecek gönüllülüğe yönlendirecek kadar etkili olmaktadır. GÖNÜLLÜLÜĞE YÖNELİK ELEŞTİRİLER Gönüllülük sayesinde yoksulluk, bakıma muhtaçlık, sağlık hizmeti alamama gibi birçok sosyal sorunun önlenmesi veya hafifletilmesi mümkün hâle gelmektedir. Bununla birlikte,toplumda ve özellikle kamu görevlilerinde zaman zaman gönüllülere ve yaptıkları işlere yönelik bazı eleştiriler ve endişeler belirtilmekte ve bu tür çalışmalara karşı olumsuz tepkiler gösterilmekte veya gönüllü uğraşlar görmezden gelinebilmektedir. Gönüllü çalışmalara yönelik eleştiri ve endişe niteliğindeki bu görüşleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Gönüllülerin içten gelen çalışma arzuları, canlılığı, sıcak samimiyetleri ve özel katkıları olmakla beraber genellikle yeterli bilgi ve becerileri bulunmadığından, yani birer profesyonel olmadıklarından bu tür elemanların yerini alamazlar. Bu nedenle gönüllülerin profesyonel kişilerce sürekli olarak denetlenmeleri gerekir. 2. Gönüllüler yararlı olabilir. Ancak bunun için çok iyi organize edilmelidirler. Aksi hâlde karışıklık, keyfilik, kaynak ve zaman kaybı ortaya çıkmaktadır. 3. Gönüllü çalışmalar genellikle sınırlı bir alanda, küçük bir yarar yaratmaktadır. Oysa sorunların boyutları artık çok büyümüştür. Sorunlar bu tür küçük katıklarla çözülmez. 4. Bir alanda gönüllü çabaların varlığı devletin o alandaki sorunlara daha kayıtsız kalmasına yol açmaktadır. "Nasıl olsa bu işlerle uğraşan gönüllü kuruluş ve kişiler var" düşüncesiyle önemli işler geciktirilmektedir. 5. Gönüllüler ve bu kişilerin içten çalışma İstekleri kuruluşlardaki profesyoneller tarafından kötüye kullanılabilmektedir. 6. Gönüllüler tam zamanlı çalışmadıklarından hizmetlerde kopukluklar,düzensizlikler ortaya çıkmaktadır. 7. Gönüllüler bağımsız olduklarından ve kendi istekleriyle çalıştıklarından dolayı sıklıkla keyfi davranışlar göstermekte, İş disiplinine uymamaktadırlar. Bu da otoriteyi ve işleyişi aksatıcı sonuçlar yaratmakta. 8. Gönüller kuruluşlarda görevleri dışında her işe karışma eğiliminde olmaktadırlar. Bu bakımdan kuruluşların birtakım eksikliklerini,zayıflıklarını dışarı taşımakta, ilgili, ilgisiz herkese aktarmaktadırlar. Budurum ise kurumların gönüllülerle olan ilişkilerini bozmakta, ayrıca toplumda kuruluşlar hakkında olumsuz tepkiler oluşabilmektedir. 9. Gönüllü kuruluşlar ve kişilerden bazılarının çalışma amaçları ve görevleri dışında zarar verici amaçlar taşıdıkları, bu kötü niyet ve amaçlarını gerçekleştirmek için gönüllü faaliyetlere girdikleri de eleştiri olarak belirtilmektedir. GÖNÜLLÜLÜĞÜN ORGANİZASYONU Gönüllü kişilerin ve grupların sosyal hizmetlere katkı ve katılımlarını sağlayan gönüllü çalışmaların organizasyonunu bireysel gönüllüler ve gönüllü kuruluşlar olmak üzere iki boyutta ele alabiliriz. Bireysel Gönüllerin Organizasyonu:Bireysel gönüllüler, herhangi bir kuruluşa üye olmayan, ancak boş zamanları bulunan ve ilgisi veya becerisi nedeniyle çocuk yuvaları, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, hastaneler, çocuk eğitim evleri vb. sosyal hizmet kuruluşlarında gönüllü olarak çalışmak isteyenler kişilerdir. **Bireysel gönüllü ihtiyacının belirlenmesi, gönüllü potansiyelinin motive edilmesi ve ortaya çıkarılması, eğitimi, yerleştirilmesi ve izlenmesi faaliyetlerini kapsayan bu organizasyonda sırasıyla şu adımlara göre hareket edilmektedir: 1. Gönüllüye ihtiyaç duyan kuruluşlar ile bu kuruluşlarda görev alması istenen gönüllülerin nicelik ve niteliklerinin saptanır. 2. Toplumda gönüllü çalışmaları tanıtıcı ve özendirici çalışmalar yapılır. 3. Başvuruda bulunan gönüllülerin kaydedilir ve becerileri belirleyen mülakatlar yapılır. 4. Gönüllülerin seçimi ve eğitimi yapılır. 5. Gönüllüler kuruluşlara yerleştirilir. 6. Gönüllülerin çalışmaları izlenir ve değerlendirilir. **Birleşmiş Milletler 2001 yılını Uluslararası Gönüllü Yılı seçmiştir. Ayrıca yine Birleşmiş Milletler tarafından her yılın 5 Aralık günü de Uluslararası Gönüllülük Günü olarak belirlenmiştir. Gönüllü Kuruluşların Organizasyonu Çağımız "katılım ve organize yardımlaşma” çağıdır. bu nedenle gönüllü çabaların organizasyonu olan derneklerin ve vakıfların toplumda sağlayacağı birçok önemli yararları bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Gönüllü kuruluşlar demokratik sistemlerin, vazgeçilmez bir gereğidir. 2. Gönüllü kuruluşlar, ilgilendikleri sorun alanında faaliyet gösteren kamu kuruluşlarını eleştirici ve yönlendirici bir işlev yerine getirirler. 3. Gönüllü kuruluşlar devletin çabalarına vatandaşların da katılmalarını sağlama aracıdırlar. 4. Devlet hizmetlerindeki bürokrasi nedeniyle yeni bazı hizmetlerin başlatılması veya hizmetlerin yeni koşullara uydurulması güç olmakta ve zaman almaktadır. Gönüllü kuruluşlar bu boşluğu doldurabilmkte 5. Gönüllü kuruluşlar insanların sosyal refah sorunları ve hizmetleri yönünden kendilerini yetiştirdikleri, bilgi ve beceriler geliştirdikleri ortamlardır. 6. Gönüllü kuruluşlar, İnsanlara serbest zamanlarını daha yararlı birtakım işlerde kullanmaları olanağını sağlar. 7. İnsanların kendi ortak sorunlarının çözümü için girişimde bulunmalarıyla oluşan gönüllü kuruluşlar, toplum içinde zamanla daha da gelişen bir hareketlilik yaratır. 8. Gönüllü kuruluşlar insanlara iş birliği içinde çalışma alışkanlığını ve becerisini kazandırır. 9. Birer toplum örgütü olarak gönüllü kuruluşlar toplumdaki önderlerin belirmesi ve yetişmesine de yardımcı olur. **Burada belirttiğimiz tüm yararlarına karşın, gönüllü kuruluşların toplumda etkili olabilmeleri için onları özendirici ve geliştirici bazı düzenlemelerin yapılması da zorunludur.Gönüllü kuruluşların karşılaştıkları güçlükleri aşabilmeleri ve sosyal hizmetlere daha etkin ve verimli bir şekilde katılabilmeleri için aşağıdaki koşulların oluşturulması gereklidir. 1. Gönüllü kuruluşlarla kamu kuruluşları arasında etkili bir iş birliği sağlanmalıdır. Etkili bir iş birliği için her şeyden önce iki tarafın karşılıklı istek ve girişimleri gerekir. Gönüllü kuruluşlara kamu kuruluşları tarafından yapılacak yardımlarda toplum yararı ön planda tutulmalı, kişisel düşünceyle, politik veya bölgesel kayırma amaçlarıyla hareket edilmemelidir. Yardım yaparak gönüllü kuruluş üzerinde egemenlik kurmaya çalışılmamalıdır. 2. Gönüllü kuruluşlar kendi aralarında yatay ve dikey olarak örgütlenmelidirler. Özellikle birbirine benzer amaçlarla kurulmuş birçok dernek önce federasyon ve sonra da konfederasyona bağlanmalıdır. 3. Gönüllü kuruluşlar amaçlarını ve bu yönde yaptıkları çalışmalarını topluma en iyi şekilde duyurmalıdır. Bunun için toplumla ilişkilere önem vermeli ve kitle iletişim araçlarından da yararlanmalı. Gönüllü kuruluşları besleyen ve yaşatan toplumdur. Bu nedenle toplumda gönüllülüğü özendirici, insanların katılım ve desteklerini artırıcı çabalar içinde bulunulmalıdır. 4. Kamu kuruluşları başarılı olan ve topluma yararlı çalışmalarda bulunan gönüllü kuruluşları tanıtmada yardımcı olmalı, onlara destek olarak toplumda güçlenmelerine yönelik imkânlar yaratmalıdır. 5. Gönüllü kuruluşlarda üyeler arasında anlayış, hoşgörü, iyi niyet, dürüstlük ve çalışkanlığa önem verilmeli, politik çatışmalara yer verilmelidir. 6. Gönüllü kuruluşlarda iç denetim sistemi iyi çalıştırılmalıdır. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE GÖNÜLLÜLÜĞE ELEŞTİREL BAKIŞ Sivil toplum kuruluşları en temelde siyasi kararlar üzerinde etki yapmak olanağını bulamamış bireylere bu olanağı vererek toplumsal nitelikteki bir hak veya haksızlık iddiasının kamuoyunda akılcı gerekçeler aracılığıyla temellendirilerek kabul görmesi ve genel kanı hâline getirilmesi için uğraşılan örgütlenmelr. **1980’li yıllardan sonra sivil toplum kuruluşları özellikle eğitim, sağlık ve sosyal yardım alanlarında artan oranda hizmet üretmeye başlamıştır.Ulus devletlerin sosyal politikaya ayırdığı kaynakların azalması, yoksulluğun artması, temel eğitim ve sağlık hizmetlerinin aksaması, sosyal güvenlik sisteminin zayıflayarak kuşaklar arası dayanışma işlevini yitirmesinin bunda etkili olduğunu belirtilmektedir. Fakat bu süreçte sivil toplum kuruluşlarının, merkezî ve yerel yönetimlerin politikalarını etkilemeye, bu konulara ayrılan kaynakları artırmaya ve izlemeye yönelik savunuculuk faaliyetleri yapmak yerine, sadece sosyal hizmetleri yerine getirmekle yetindikleri de savunulmaktadır. Bu durumda sosyal hizmetlerin tamamen devletin hizmet alanı dışına taşınarak, sivil toplum kuruluşları tarafından yapılabileceği anlamına gelebileceğini ve sosyal devletin çözülme sürecini hızlandıracağını ortaya koymaktadır. **Sivil toplum kuruluşlarının sağlık, eğitim, sosyal yardım gibi alanlarda artan oranda hizmet vermeye yönelmesiyle devlet ve vatandaş arasında hak temelli olarak kurgulanan sosyal devlet sözleşmesinin zarar görmesi söz konusudur. **Temelde sosyal devletin sorumluluğunda olan bu hizmetlerin sivil toplum kuruluşları tarafından yerine getirilmeye çalışılması, devletin yurttaşlarının asgari insani gereksinimlerini karşılaması için belirli görevler yüklenmesi gerektiğini unutturup kamu bütçesinin bütünüyle sermayenin gereksinimleri doğrultusunda işlevlendirilmesine yol açmaktadır. **Neoliberal dönemin refah yönetişimi anlayışıyla birlikte toplumların gelişimi için öneminin altı çizilen sivil toplum kuruluşları faaliyetlerinin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmanın da yaygın olarak kabul edildiği görülmektedir. **Sosyal devlet anlayışının insanları tembelliğe alıştırdığı ve sorumluluk almaktan uzaklaştırdığı bunun yerine insanların bu hizmetlerin sağlanışında sorumluluk almaları gerektiğinin önemi vurgulanarak gönüllü yurttaşlar üzerinden işleyen yeni refah anlayışı böylece pekiştirilmektedir. **Bugün bahsedildiği anlamıyla organize olmuş bir yapı içerisinde gerçekleştirilen gönüllülükle ilgili ilk çalışmaların başlangıcı ve kurumsallaştırılarak yaygınlaşması,Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası zarar görmüş bölgelerin yapılandırılması ve yenilenmesi sürecinde gerçekleştirilen faaliyetlerle gerçekleşmiştir. **Savaş sonrası dönemde zorunlu askerlik hizmetinin kaldırmasıyla birlikte vicdani retçi gönüllülerden sosyal refahın sağlanmasında yararlanılmaya başlanması ise gönüllülük söyleminin ve gönüllü çalışmanın tartışılmaya başlamasını sağlamıştır. **Gönüllülük söyleminin dayandığı neoliberalizmin, sosyal devlet anlayışının piyasa ve toplumun özgün işleyiş dinamiklerini tahrip ettiği saptamasından yola çıkarak tüm toplumsal varoluş alanlarını piyasa modeline göre yeniden düzenlenmek için özel ve güçlü bir siyasi müdahale gerçekleştirdiği görülmektedir.Böylece neoliberal dönemde derinleşen birçok sosyal sorun hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü bireyler ekseninde oldukça karmaşık yeni yönetim stratejileri ve projelerle aşılmaya çalışılmaktadır. **Gönüllülük bu farklı konumlanışlarıyla iki taraflı bir ayna gibi düşünülebilir. Bir yanı sosyal hak alanını erozyona uğratan, bireylerin yaptıkları faaliyetlere yabancılaşmasını ve ucuz işgücüne dönüşmelerini sağlayan bir yansıma yaratmaktadır. Diğer yanı ise bireylerin haklarını talep edebilir aktif yurttaş olmalarını sağlayan bir yansımadır. İkinci yansıma, bireyleri sosyal haklarını savunmaları için bilinçlendirmekte ve güçlendirmekte, dahası mevcut ekonomik ve sosyal yapının yarattığı sorunların ve doğurduğu eşitsizliklerin sorgulanmasına olanak tanımaktadır. **Türkiye’de yoksulluk ve sosyal hizmet temelinde faaliyetler gösteren diğer sivil toplum kuruluşlarının sayısı son 10 yılda önemli bir artış göstermiştir. Bu sivil toplum kuruluşlarının genelde orta ve üst sınıftaki, kimi zaman dinî referansları temel alan, kimi zaman da yurttaşlık duygusuyla hareket eden gönüllüleri ve bağışçıları aracılığıyla yoksullara geçici yardımların yapıldığı apolitik nitelikte yapılardan oluştuğunu belirtebilir. Bu yapılar gönüllülüğün önemli örnekleridir. Fakat tam bir sivil toplum işlevi görüp görmedikleri tartışmalıdır. Zira devlete alternatif olma ve tam özerkliğe sahip olma sivil toplumun önceki bölümlerinde söz ettiğimiz temel özellikleri iken bu kuruluşların özerk ve alternatif yapılar olup olmadığı tam bilinmemektedir. **Sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren gönüllülüğe dayalı birçok sivil toplum kuruluşu devletle yakın bağlantı hâlindedir, hatta birçoğu devlet tarafından çeşitli şekillerde desteklenmektedir. Bu destek devletin bu kuruluşlar üzerinde etki sahibi olması olasılığını artırabilir. Bu etki kuruluşların sivil toplum olma özelliğini ortadan kaldırabilir. UNITE 13=SOSYAL HİZMET SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ Sosyal hizmet mesleği, uygulamalarını yürütürken sivil toplumun desteğini almak durumundadır. Bu destek onun alandaki gücünü ve etkililiğini artırır. SOSYAL HİZMET-SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ Sosyal hizmet mesleğinin tarihsel gelişimi incelendiğinde, gönüllü kişilerin daha iyi hizmet sunabilmesi için açılan kursların profesyonel sosyal hizmet eğitiminin temeli olduğu görülmektedir. Sosyal hizmet mesleğinin temelinde yer alan bu gönüllülük ruhu ile profesyonel elemanlar olarak toplumdaki sivil toplum örgütlerine yol gösterici olmak, onların daha etkili bir güç olmalarını sağlamak önemli mesleki görevlerimizden biridir. Bu örgütlerle yapılacak mesleki çalışmalar en genel anlamı ile toplumsal refaha katkıda bulunacaktır. Nihai amaç olarak gördüğümüz toplumun kendi kendine yeterli olmasına da yardımcı olacaktır. **İnsana yönelik olarak yapılan bütün bu çalışmalarda yerel/ulusal/uluslararası sivil toplum örgütleri ile yakın iş birliği ne girilmesi ve dezavantajlı grup ve topluluklara yönelik projelerin hem planlama ve hem de uygulama aşamalarında hedef gruplarının işin içine katılmaları ve böylece katılımcı toplum kalkınması modelinin uygulanmasının sağlanması yararlı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır. **Ülkemizde özellikle son yıllar içinde bu yaklaşımın kabul gördüğünü görmekteyiz. Sivil toplum örgütlerinin üyeleri, çalışanlar ve gönüllüleri sosyal hizmet kurumlarında pek çok faaliyeti düzenleme konusunda onlara yardımcı olmaktadır. **Sivil toplum örgütleri ile kamuda çalışanlar birbirlerinin rakibi değil, aynı ekip içinde çalışan kişiler olarak takım ruhu oluşturabilmelidirler. Kamu kurumlarının temsilcileri de sivil toplum örgütleri tarafından yapılacak eleştirileri ve önerileri dikkate almalı ve uygulamayı birlikte şekillendirebilmelidirlr. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Sosyal Hizmetler ve Yardımlar Özel İhtisas Komisyonu raporunun öneriler bölümünde konu ile ilgili şu görüşlere yer verilmiştir: •Mevcut kaynaklara en verimli şekilde işlerlik kazandırmak ve güç birliği oluşturmak amacıyla, sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında koordinasyon ve iş birliği tesisi bir sistem dâhilinde gerçekleştirilmelidir. •Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (Mülga),Emniyet Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün iş birliği nde,sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri arasında iyi organize olmuş ve etkili çalışmalarda bulunanların belirlenmesi sağlanarak onların desteklenmesi ve teşvik edilmesi yolları aranmalıdır. •Sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri etkili bir çalışma içinde olmalarını ve hizmetlerini daha da geliştirmelerini sağlamak amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (Mülga) 2828 sayılı amir hükümleri doğrultusunda yol gösterici, görüş vetavsiyelerde bulunucu görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilme yollarını aramalı, bu yönde bir sistem geliştirmelidir. Dokuzuncu kalkınma planında da gönüllü kuruluşlarla iş birliği adı altında sosyal hizmet sivil toplum ilişkisine değinilmiştir: •Sosyal hizmet ve yardımlardan yararlanacak kişi ve grupların tespiti için sağlıklı kriterler oluşturulması çalışmalarına başlanmıştır. Ancak, sistemde kurumlar arasındaki iş birliği eksikliği ve nitelikli personel sıkıntısı nedenleriyle gerçek ihtiyaç sahiplerine istenen düzeyde hizmet sunulamamaktadır.Ayrıca, sosyal hizmet ve yardımlarda gönüllü kuruluşlarla iş birliği nin geliştirilmesi ihtiyacı sürmektedir. **Görülmektedir ki Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında belirlenen sivil toplum örgütleriyle iş birliği yapma ihtiyacı, 9. Kalkınma planında da gündeme gelmiştir.Bu durum, iş birliği nin kurulmasında hâlâ yetersizlik olduğunu göstermektedir. SOSYAL HİZMET-SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİNDE ETİK Etik, sosyal hizmet mesleğinin ana odaklarından biri olarak uygulamaların da çerçevesini oluşturur. Sivil toplum çalışmalarında ise etik konusu daha fazla önem kazanmaktadır. **Sosyal hizmet çalışmaları yürüten sivil toplum örgütlerinin sosyal hizmet mesleğinin ilke ve prensiplerini tam anlamıyla çalışmaları yansıtamadıkları açıktır.Özellikle sosyal yardım veren sivil toplum örgütleri, iş akış süreçlerini hak,adalet ve eşitlik gibi temellere oturtarak planlamalıdır. **Sivil toplum örgütlerinin ideolojik duruşu hizmet sürecine yansıdığında önemli etik problemlerin ortaya çıktığı görülmektedir. **Sivil toplum örgütleri sosyal hizmet sağlayan kuruluşlar oldukları için meslek etiği odağında sosyal hizmet bilim ve mesleğinin etik değer ve ilkelerini önemsemelidir. SOSYAL HİZMET ALANINDA FAALİYET GÖSTEREN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDEN ÖRNEKLER Çocuk ve Gençlik Refahı Alanındaki Sivil Toplum Örgütleri Çocuk refahı alanındaki sivil toplum örgütleri, kendi çalışmaları bağlamında farklı uzmanlaşma süreçlerine girmişlerdir. Bunların her biri sosyal hizmet mesleğinin uygulama düzeyleri ile yakından ilişkilidir. Bu ilişki, sivil toplum örgütlerinin çalışmaları aktarılırken daha net anlaşılacaktır. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF):Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), çocuk haklarının uygulanmasını destekleme konusunda uzmanlaşmış Birleşmiş Milletler kurumudur.UNICEF çocuk haklarını, Birleşmiş Milletler Şartı’nda ve Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde de öngörüldüğü gibi beşerî kalkınmanın vazgeçilmez bir bileşeni olarak görmektedir. NOT=Gelişmiş ülkelerde 36 UNICEF Milli Komitesi bulunmaktadır. **Türkiye gibi büyük bir ekonomiye ve güçlü kurumlara sahip olan ülkelerde UNICEF çocuk ve ergenlere doğrudan hizmet vermemekte, bunun yerine çocuklarla ilgili politikaların oluşturulmasına ve bu politikaların uygulamaya konmasına yönelik mekanizmaların tasarlanmasına ve hayata geçirilmesine yoğunlaşmaktadır. **UNICEF ve ortakları, çocuk haklarını hayata geçirmek ve korumak için destek toplamayı, tamamlayıcı çabaları teşvik etmeyi ve hak sahiplerinin ve görev sahiplerinin becerilerini arttırmayı amaçlamaktadır. Uluslararası Çocuk Merkezi:Uluslararası Çocuk Merkezi (UÇM), UNICEF ve Fransız Hükûmeti tarafından 1949 yılında Paris'te Centre International de l'Enfance ismi ile kuruldu. Merkez 1999 yılına kadar özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocuk hekimleri ve sağlık çalışanlarına, çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında kurslar düzenledi ve yayınlar hazırladı. **Uluslararası Çocuk Merkezi, çocuk haklarının farklı alanlarında hizmet sunan bir örgüttür. Daha çok çocuk sağlığı alanında hizmet veriyor gibi gözükse de aslında savunuculuk ve katılım bağlamında da önemli çalışmalar yürütmektedir. İyi bir uzman ekibe sahip olan örgüt, çocuk hakları alanında ilk akla gelen yapılanmalardan biridir. Gündem Çocuk: Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma,Uygulama ve Uygulamaları İzleme Derneği **Gündem Çocuk, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tüm toplumda yaygınlaşmasını ve benimsenmesini sağlayarak evrensel bir insan hakları kültürünü geliştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çalışmalarını sürdüren bir sivil toplum örgütüdür. **Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelindeki paradigmanın değişmesi, savunuculuk, ağ çalışmaları ve katılım programları altında, öncelikli çalışma arkadaşları olan çocuklarla birlikte sürdürür.Bu amaçla; •Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ilke olarak benimser ve bu sözleşmenin tüm toplumda hayata geçirilmesini temel hedef olarak belirler. •Topluma, çocuk ve insan hakları konusunda bilinç ve duyarlılık kazandırmaya çalışır. •Çocuğa yönelik -doğrudan ya da dolaylı- çalışmalar yürüten kişi ve kurumlar ile çocukları hedef kitle olarak kabul eder ve onlarla iş birliği yapar. •Dernek, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen maddeler konusunda tanıtma, yaygınlaştırma, uygulama ve yapılan uygulamaları izleme konusunda çeşitli etkinlikler düzenler. •Çocukların haklarının bilincinde bireyler olarak yetişmelerini sağlar. •Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun politikaların üretilmesi, bunların yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi; bu politikalara uygun mevzuatlar geliştirilmesi ve mevzuatların etkili ve verimli bir şekilde uygulanması konusunda tüm kamuoyunun dikkatini çeker. •Çocuk ve insan haklarına yönelik var olan ulusal ve uluslararası çalışmalarla yeni iş birliği olanaklarını araştırır ve geliştirir. Böylelikle kültürel diyaloğun arttırılmasına, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün geliştirilmesine katkıda bulunur. •Çocuk hakları konusunda daha fazla bilgi kaynağı yaratır, bu kaynağın yaratılmasını destekler. Gündem Çocuk, çocuk hakları alanında savunuculuk odaklı çalışan başlıca sivil toplum örgütüdür. Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği:Derneğin amacı bireyin doğum öncesinden başlayarak tüm gelişim evrelerinde sağlıklı bir biçimde yetişmesini sağlamak, fiziksel, duygusal ve cinsel istismarını önlemek için" Çocuk İstismar ve İhmali" ile ilgili: a) Bilimsel yöntemlerle bilgi elde etmek ve üretmek, b) Çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi ile ilgili bilgileri yaymak, c) Çocukla ilgili alanlarda çalışanların bilgilerini ve deneyimlerini birbirlerine iletebileceği ortamı sğlamk d) Gerektiğinde çocukla ilgili alanlarda çalışanlara çocuk istismarı ve ihmalinin önlenmesi, istismar ve ihmal edilen çocukların tedavisi konusunda danışmanlık yapmaktır. Bu amaçla dernek: •Çocuk istismarı ve ihmali konusunda disiplinler arası kongre, konferans,seminer ve benzeri toplantılar düzenler. •Çocuk istismarı ve ihmali konusunda yayın yapar veya bu alanda yayın yapan kişi veya kuruluşlarla iş birliği sağlar. •Çocuk istismarı ve ihmali ile ilgili çalışma ve bilimsel araştırmaları destekler, amaçları doğrultusunda gerek ulusal, gerekse uluslararası kuruluşlarla ve gerçek ve tüzel kişilerle iş birliği yapar. •Çocuk istismarı ve ihmalini önleme konusunda kamuoyu yaratmak amacıyla kitle iletişim araçlarından yararlanmak için ilgili kuruluşlarla iş birliği yapar. •Çocukların yetişmesi eğitilmesi ile ilgilenen kişilerle bu alanda hizmet veren kuruluşlarda çalışanlara gerektiğinde danışmanlık yapar. •Çocukların haklarını koruyan kuruluşlarla iş birliği yapar. Çocuk Vakfı:Çocuk Vakfı’nın kuruluş amacı şu şekildedir: •Çocuğun sosyal, kültürel ve eğitim bakımından gelişmesine katkıda bulunmak •Çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmek •Çocuk psikolojisi, sağlığı, eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılmasına ortam hazırlamak •Aile, çocuk, okul ve çevre ilişkilerinin düzenlenmesinde benzer kurum ve kuruluşlarla iş birliği ni sağlamak •Beden ve ruh sağlığının kazanılmasında, özel ilgi gerektiren çocuklara yönelik çalışmalara öncülük etmek •Çalışan çocukların sorunlarına sosyal açıdan çözümler sağlayıcı öneriler geliştirmek •Aile ve çocuk konulu sosyal araştırmaların sonuçlarını kamuoyuna duyurmak •Çocukları olumsuz yönde etkileyen uyarıcılar karşısında koruyucu tedbirler almak •Çocuk haklarının savunulmasında ısrarlı ve kararlı olmak •Çocuklarımızın sevgi ortamı içinde büyümelerini temin etmek amacıyla ailenin değerini benimsetici çalışmaları özendirmek •Çocukları toplum gerçeklerinden soyutlamadan, yaşadıkları dünyanın bilincine ulaşmalarına yardımcı olmak. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı:Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı; suça sürüklenerek yasalarla sorun yaşayan çocuk ve gençlerin toplumsal yaşama aktif ve üretken bir biçimde katılmalarına destek olmak amacıyla kurulmuştur.Vakfın kurucusu aynı alanda çalışan Dostlar Dayanışma Derneği'dir. **Dernek;düşük gelirli sosyal sınıflar için ek gelir sağlama ve onların çeşitli sorunlarına çözüm üretme amacıyla kurulmuştur. Düzenlediği "El Emeği Pazarlarına cezaevinde yaptıkları boncuk işleri ile katılan iki hükümlüyle kurulan ilişki sonucu suça itilmiş çocuklara yönelik çalışmalarına başlamıştır. Vakfın daha ayrıntılı ifade edilmiş hedefleri ise şu şekildedir: •Çocuk suçluluğunun önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, •Tutuksuz yargılanmakta olan çocukların kendine yeterli, donanımlı ve sosyal yaşama üretken şekilde katılmalarına destek olmak, •Adalet Bakanlığının gözetimi altında bulunan çocukların toplumsal yaşama üretken biçimde katılmalarına destek olmak, •Yargılama sonrası kalacak yeri olmayan gençler için "Özgür Eğitim Köyü"nü kurmak, •Çocuk suçluluğu konusunda kamuoyu bilinçlendirme çalışmaları yapmak, •Özelde çocuk suçluluğu, genelde çocuk hakları konusunda bilgi ve belge merkezi kurmak, •Konuya ilişkin bilimsel çalışmaları desteklemek, •Bu alanda çalışan kurum ve kuruluşlarla ulusal ve uluslararası düzeyde iş birliği yapmak, Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği:Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği (ÖZ-GE DER) “Derneğin Amacı” başlığında açıklanan amaçlar doğrultusunda, 1993'ten beri bu alanda bireysel olarak çalışan kurucu üyeler tarafından 1999 yılında kurulmuş bir sivil toplum örgütüdr. **Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği (Öz-Ge Der), risk altındaki çocuk ve gençleri desteklemek ve bu anlamda toplumsal farkındalık ve duyarlılığı geliştirmek hedefiyle kurulmuş öncü ve bağımsız bir sivil toplum örgütüdür. UNITE 14=SOSYAL HİZMET ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDEN ÖRNEKLER KADIN HAKLARI ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Ülkemizde kadın hakları alanındaki sivil toplum örgütleri, daha çok kadına yönelik şiddet ve kadın istihdamı konularında ve savunuculuk bağlamında çalışmalarını sürdürmektedir. Kadın Merkezi Derneği (KAMER):Merkezi Diyarbakır'da bulunan Kadın Merkezi Derneği, kadınların bireysel,kültürel, yasal, ekonomik, toplumsal, politik anlamda güçlenmelerine katkıda bulunmak; kadınların ikincil konumdaki statülerini değiştirip yükseltmelerini sağlamak; uzun vadede kadınlar için istihdam sağlayıcı alanlar oluşturmak; okul öncesi eğitime yönelik çalışmalar yapmak gibi amaçlar taşımaktadır. Faaliyetleri •Toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddet üzerine farkındalık çalışmaları yapmak. •Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddetin ortadan kalması için gerekli politikaların geliştirilmesi ve uygulanması için savunuculuk ve lobi çalışmaları yapmak. •Yaşadığı şiddeti fark edip bu şiddetle mücadele etmek için destek talep eden kadınlara ihtiyaç duydukları desteği sunmak. •Yaşadığı şiddeti fark edip hayatlarını değiştirmek isteyen kadınların ekonomik yönden güçlenmelerini sağlayacak girişimcilik insiyatifleri geliştirmek ve desteklemek. •Her türlü ayrımcılık ve şiddeti reddeden, çocukların toplumsal cinsiyet ve diğer baskıcı kalıplardan bağımsız, özgürce gelişmesini destekleyecek alternatif erken çocuk gelişimi modellerinin uygulanmasını sağlamak. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı:Kadın hareketinde 1987 yılının ayrı bir önemi var.Türkiye'de kadınların erkek şiddetine karşı ilk başkaldırısı bir grup feminist tarafından bu yıl içinde örgütlendi. Çankırı'da bir yargıç, "Kadının sırtından sopayı,karnından sıpayı eksik etmemek gerekir." diyerek bir kadının boşanma talebini reddetmişti. Bu karar bir dizi eylemin de başlangıcı oldu. **Şiddetle yüz yüze olan kadınlarla dayanışmayı sürdürmek, aile içindeki şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak amacıyla 1990'da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu. **Vakıf, kadının statüsünün yükseltilmesi ve kadına yönelik şiddet konularında faaliyet gösteren başlıca sivil toplum örgütlerinden biridir. Kadın Dayanışma Vakfı:Vakfın kökeni 1987 yılında bir grup aktivist kadın tarafından oluşturulmuş olan “Kadın Tartışma Grubu”na dayanmaktadır. **Kadın Dayanışma Vakfı, kadın dayanışması yoluyla, kadına yönelik her türlü şiddet, özellikle aile içi şiddetle mücadele etmeyi amaçlayan bağımsız bir kuruluştur. Vakıf, kamuoyuna ve medyaya yönelik çalışmaları ile kadının insan hakları konusunda baskı oluşturarak kadına yönelik şiddetin meşruiyetini sona erdirme yönünde toplumsal değişime katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli eğitim programlarıyla aile içinde kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda, Danışma Merkezine gelen kadınlara, Vakıf gönüllülerine ve meslek elemanlarına yönelik bilinç yükseltme çalışmaları yapmaktadır. Uçan Süpürge:Kuruluş amacı; kadın kuruluşları ve kadın hareketine duyarlı kişiler arasında iletişim, iş birliği ve dayanışmayı arttırmak, onların deneyimlerini genç kuşaklara aktarmak, ulusal ve uluslararası bir iletişim ağı oluşturmaktır.Uçan Süpürge; •Yerel ve uluslararası ağlarını her yıl geliştirmekte, •Türkiye’de ve dünyadaki kadın gündemini takip etmekte, •Kadınların, kadın emeğinin ve kadın sorunlarının görünür olması için tüm iletişim kanallarını etkin biçimde kullanmakta, •Kadının insan haklarının içselleştirilmesi için çalışmalar yapmakta ve faaliyetlerini Türkiye’nin tamamına yaymaktadır. YAŞLI REFAHI ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Türk Geriatri Derneği:Ankara Üniversitesi, Başkent Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültelerinden "Yaşlanma" ve "Yaşlı Sağlığı" konularında birikim ve deneyim sahibi öğretim üyeleri tarafından 2003 yılında Ankara'da kurulmuştur. Amacı; geriatri konusundaki gelişmeleri yakından izleyerek üyelerini bilgilendirmek, ilgili uzmanlık dallarındaki hekimlere "yaşlıların sağlık sorunları" konusunda eğitim vermek, bu amaçla seminer, panel, sempozyum ve kongreler düzenlemek, araştırmalar yapmak, projeler geliştirmek ve uygulamak, üyelerine destek sağlamak, bilimsel yayınlar yapmak ve toplumun "Sağlıklı Yaşlanma" konusunda bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapmaktır. Alzheimer Derneği:Dernek, alzheimer hastalığı hakkında bilincin geliştirilmesi, hastalığın toplumda tanınmasının sağlanması, hastaların ve yakınlarının desteklenmesi, kendi kendilerine yardım için zemin hazırlanması, daha iyi bilgilenme ve bakım sağlanması, bu konudaki bilimsel çalışmaların arttırılması ve desteklenmesi amacını gütmektedir. Türk Geriatri Vakfı:Türk Geriatri Vakfı, 16 Nisan 2001 tarih ve 24360 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ilan ile kurulmuş, 2003 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla başına “Türk” ibaresini almıştır. **65 yaş ve üzeri nüfusa sağlık yardımı yapmak üzere hastaneler,dinlenebilecekleri ve yaşamlarını güven ve huzurla sürdürebilecekleri bakımevleri,dinlenme ve rehabilitasyon merkezleri kurmak, imkânları ve güvenceleri olmayanlar için de her türlü desteği sağlamak, başta yaşlılar olmak üzere toplumun daha sağlıklı yaşaması ve yaşlanması amacıyla çalışmalarda bulunmak, ülke genelinde yaşlı sağlığı ve geriatri konularında eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapmak vakfın temel amacıdır. ENGELLİLİK ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Engellilere yönelik sivil toplum örgütleri, ülkemizde faaliyet yönünden güçlü yapılanmalar olarak görülebilir. Aşağıda bu örgütlerin en çok bilinenleri yer almaktadır: Türkiye Sakatlar Derneği:1958 yılında İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde başlayan ilk hazırlıkların ardından 1960 yılında Derneğin kuruluşu tamamlanmıştır.Uzun yıllar elindeki kıt olanaklara rağmen tüm engellilere hizmet sunmaya,tüm engellilerin sorunları için çaba göstermeye çalışmış ve yıllar içerisinde çeşitli il ve ilçelerde açtığı şubelerle çalışma alanını genişletmiştir. **Daha sonradan yapılan düzenlemeler ile engelliler 4 ana gruba (ortopedik,görme, işitmekonuşma ve zihinsel) ayrılınca, Türkiye Sakatlar Derneği, ortopedik engellilerin en büyük ve en yaygın kitle örgütü olarak alanını belirlemiştir. NOT=Türkiye Sakatlar Derneği’nin bugün ülkenin hemen her köşesine yayılmış 68 şubesi bulunmakta. **Dernek Türkiye Ortopedik Özürlüler Federasyonu’na da üyedir. Derneğin ana amacı; hareket organlarından kol, bacak, omurgalarından sakat olan kişilerin toplum yaşamına özgür, üretken bireyler olarak katılıp katkıda bulunmalarını sağlamaktır.Bu ana amaca erişmek üzere; 1. Engellilerin hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi, bu hakların kullanılabilir hâle getirilmesi, 2. Engellilerin günlük yaşama ve çalışma koşullarına uyumunun sağlanması için gerekli rehabilitasyon ve rehberlik çalışmalarının sağlanması, 3. İstihdam, eğitim, sağlık hizmetlerinden eşit ve tam olarak yararlanabilmeleri için engellere yardımcı olunması, gerekli hâllerde diğer meslek birlikleriyle iş birliğine gidilerek destek verilmesi, 4. Çeşitli kurs ve seminerlerle engellilerin mesleki ve kişisel gelişimlerine katkı sunulması, 5. İhtiyaç sahibi engellilere ulusal ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği çerçevesinde tekerlekli sandalye, koltuk değneği başta olmak üzere tıbbı araç ve gereç temin edilmesi gibi çok çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Altı Nokta Körler Derneği:Altı Nokta Körler Derneği görme engellilerin kendine yeterli, üretken ve toplumla kaynaşabilen bireyler olarak yetişmelerini sağlamak, sosyal, eğitsel kültürel ve mesleki sorunlarına çözüm yolları üretmek amacıyla 1950 yılında kurulmuş köklü bir dernektir. 1958 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla, "Kamu Yararına" statüsünü kazanmıştır. Görme engellilerin eğitim olanaklarından eşit düzeyde yararlanmalarının son derece önemli olduğuna inanan Altı Nokta Körler Derneği, 1950’li yıllarda ülkemizde körler okullarının açılması yönündeki çalışmalara önemli katkılarda bulunmuştur. Özürlüler Vakfı:Vakfın kurucusu Hüseyin Ören, 1956 yılında İstanbul’da doğmuş, 1974 yılında geçirdiği bir kaza sonucu hayatının geri kalanını “quadropleji” (omurilik felçlisi) olarak sürdürmüştür. Kaza sonrası ikinci hayatında, yüz yüze geldiği sorunları başkalarının yaşamaması için; birçok özürlü grubunun aynı çatı altında olması gerekliliğine inanarak vakıf kurma çalışmalarına başlamıştır. NOT=Özürlüler Vakfı 16 Ocak 1998 tarihinde, Hüseyin Ören ve yedi kurucuyla birlikte kurulmuştur. SAĞLIK ALANINDA FAALİYET GÖSTEREN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Sağlık alanında faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum örgütleri bulunmaktadır. Bu bölümde Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV) ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti ele alınmıştır. Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV):LÖSEV'in amacı; lösemili ve kan hastası çocukların, sağlık ve eğitim başta olmak üzere her türlü ihtiyaçlarının sağlanmasına yardımcı olmak, bunun yanı sıra,kalıtsal ve edimsel kan hastalıkları konusunda ulusal düzeyde tedavi, eğitim ve araştırma kurumları kurmak ve işletmektir. Türkiye Yeşilay Cemiyeti:Derneğin amacı, yurdumuzda ahlaki ve kültürel bir kalkınma atmosferi içinde içki, uyuşturucu ve sigara bağımlılığı gibi toplum ve gençliğin beden ve ruh sağlığını tahrip eden bağımlılıklar yanında, kumar, fuhuş, internet ve ekran bağımlılığı gibi gençliğe ve topluma zarar veren bütün zararlı alışkanlıklarla mücadele etmek, millî kültürüne bağlı nesiller yetiştirmek amacı ile kuruldu.Hedef, içki, uyuşturucu madde sigara tüketimini ve diğer kötü alışkanlıkları,devlet organları ve sivil toplum kuruluşları ile de iş ve gönül birliği yaparak asgariye indirmektir. YOKSULLUK VE SOSYAL YARDIM ALANINDAKİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Bu başlık altında Türkiye’de yoksulluğun azaltılmasına ve sonuçlarının hafifletilmesine yönelik sivil toplum örgütleri yer almaktadır. Türkiye Kızılay Derneği:Kızılay'ın amacı, her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı,dostluğu saygıyı, iş birliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın, ıstırap anında eşitliğin, savaşın en kızgın anında insancıllığın,tarafsızlığın ve barışın simgesidir. **Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi, kâr amacı gütmeyen,yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur. Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği:Derneğin amacı; Yurt içinde ve yurt dışında dil, din, ırk, cinsiyet gibi hiçbir ayırım gözetmeden yardıma muhtaç insanların ihtiyaçlarını karşılamak, insanların sosyal sorumluluk bilincini, yardımlaşma ve dayanışma duygusunu geliştirmek, toplumların sosyoekonomik düzeyini yükseltmek, insanlığın evrensel değerlerinin korunmasına ve tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapmak, insanlar ve ülkeler arasında köprü görevi üstlenmektir. Deniz Feneri Derneği:Türkiye'nin dört bir yanında hayata geçirdiği gıda, eğitim, sağlık, barınma alanlarındaki projeleriyle; kurduğu misafirhaneler, aşevleri, giyim mağazaları,yürüttüğü meslek edindirme programları ile ihtiyaç sahiplerine kapsamlı bir hizmet sunmaktadır.