İSLAM DÜNYASINDA TEMELLERE DİNDARLIK AHLÂKÎ DAYANMAYAN PROBLEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER DİN – AHLÂK Öğrenci: Zahide Elif ATASEVEN1 Danışman: Neriman ÇATMA2 Okul: Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi Özet Din ve ahlâk ilk bakışta farklı amaçlara hizmet ediyor gibi gözükse de ikisi aynı temelin taşlarıdır. Bu temel taşları, uyum içerisinde hareket edip insanlarla olan ilişkilerimizi düzenlemezse içinde bulunduğumuz ahlâklılık ya da dindarlık meziyetinde bir bozukluk olduğu düşünülür. Asrımızda ahlâkî zeminler üzerine kurulmayan dindarlığın olumsuz yansımaları görülmektedir. Zaman zaman dindar insanların ahlâksızca davranışlar sergilediğini görmekteyiz. Burada ifade edilmesi gereken husus, gerçek bir dindar olmak için önce ahlâklı ve erdemli davranışlara sahip bir insan olmak gerekliliğidir. İyi ve ahlâklı bir insan olmadan iyi bir dindar olmak mümkün değildir. Bu makale, öncelikle dinîn ve ahlâkın insan hayatındaki yeri ve önemini açıklayarak ahlâkî temellere dayanan bir Müslümanlık modeli çizecektir ve gerçek dindarlığın ahlâk temelleri üzerinde olabileceğini ortaya koyacaktır. Ardından İslam dünyasının içine düştüğü siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik sıkıntıların temelinde, ahlâkî temele dayanmayan dindarlık probleminden yola çıkarak çözüm yollarını işaret etmeyi amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Din, Ahlâk, Dindarlık, Seküler Ahlak(Etik), Müslümanlık, Din Eğitimi. 1 [email protected] [email protected] 2 1 Giriş Din, içerisinde inanç, ibadet ve ahlâk kurallarının yer aldığı ilahi kaynaklı bir sistemdir. Bu sistem, onu kabul eden birey ve toplumları derinden etkileyerek onların hayatına yön verir, bireyin davranışlarında ve ilişkilerinde belirleyici olur. İslâm ahlâkçılarının ortak tanımına göre ahlâk; “Nefiste yerleşmiş olan öyle bir melekedir ki bu meleke sayesinde davranışlarımız kolaylıkla ve uzun uzun düşünmeden ortaya çıkar.” (Kınalızade, 91) Bu tanıma göre ahlâk, insanda uzun süreli uygulama sonucunda alışkanlık haline gelmiş olan alışkanlık haline geldiği için de zorlanmadan davranışa dönüştürebileceğimiz huylar bütünüdür. Din-ahlâk ilişkisi mevzuunda din daha önemli gibi durmaktadır oysa dinîn üzerine kurulacağı sağlam ahlâkî bir zeminin önemi daha büyüktür. Günlük hayatta bazen dindar birinin, görüntüsü ile hiç uyuşmayan davranışlarına ya da din ile ilişkisi olmayan ve bunu kendisi de ifade eden birinin ahlâken çok olumlu davranışlarına şahit oluruz. Burada ahlâkî açıdan büyük bir çelişki vardır: Biri dindar ama ahlâkî zafiyetleri var, diğeri ise dinî kaygıları yok, ama ahlâkî duyarlılığa sahip. (Uysal, 2005; 43) Bu çalışma zikredilen bu çelişkiden hareketle ahlâkın dini doğru yaşamadaki yerini teorik ele alacak sonra dindarlığın sağlam dinî temeller üzerine oturmasında gereken ahlâkî temelli eğitimi değerlendirecektir. Konuya din-ahlâk ilişkisini ve bağlarını anlatmak ile başlamayı uygun gördük. DİN-AHLÂK İLİŞKİSİ İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır. En tabii ihtiyaçlarını gidermek, hayat şartlarını güzelleştirmek için iş birliği 2 yapmaları kaçınılmazdır. Bunun için de toplumu meydana getiren fertlerin birbirine inanması, güvenmesi şarttır. Şu halde insanlar arasında sosyal ilişkilerin başlamasından önce, bu ilişkileri düzenleyen kurallara ihtiyaç vardır. Bütün toplumlarda bulunduğu halde varlığı gözle görülmeyen bu kurallar ahlâk ilkeleridir.(Kandemir, 2015;30) Ahlâkın vazgeçilmez oluşu malumdur. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu ahlâkın toplumlar ve bireylere ne ölçüde kendini kabul ettirebildiği, din ile bir işbirliği yapmadan yaptırım gücünün olup olmadığıdır. Bu bağlamda Mehmet Kaplan şöyle diyor: “ Ferdi tek başına bırakan laik ahlâk, onu yalnızlık, tereddüt, korku hatta ferdî hayatta ihtiras ve menfaati ön planda geldiği için ahlâksızlığa sevk eder.” (Kaplan, 1969; 136) Pedagoji bilgini F.W. Förster aynı konuda şöyle demekte: “Terbiye etmek, insanı içgüdülerinden kurtarıp üstün değerlere yükseltmektir. Bunun en mükemmel yolu da imandır. Gönül rızasıyla içten benimseyerek gerçekleştirilen en sağlam itaat ve disiplinin imana dayanması gerekir. Bugün dünyanın her tarafında kanun ve kurallara titizlikle bağlılığın azalması, terbiyenin maneviyattan gıdasını almaması yüzündendir.” (Balaban, 1950; 136) İşte burada bahsedilen maneviyatın aslı din ile pişmiş ahlâkî bir sitemdir. Çünkü din ve ahlâk kavramları, birbiriyle oldukça ilişkili, adeta birbirinin tamamlayıcısı olan iki kavramdır. Din açısından baktığımızda, dinler insanların birbiriyle Allah ve toplum ile hatta insanın ilişkiye girdiği nesneler ve canlılar dünyasıyla olan ilişkilerini düzenler. Bundan dolayı, dinlerin her biri, büyük ölçüde birer ahlâk sistemine sahip olma özelliği taşır. Dinler, insanın ilişkilerini doğru biçimde düzenlemek, insanı 3 daha iyi insan yapmak için gelmiştir. Nitekim vahye dayalı dinlerin ana gayesi, ahlâklı bir toplum meydana getirmektir. (Güngör, 1995; 19-117) Peygamberlerin gönderilişi de hep toplum ve bireylerin inanç ve ahlâk sistemlerinin bozulduğu dönemlere denk gelmiştir. Bu geliş şekli, peygamberlerin ahlâkî misyonlarının açık göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 1) Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Muhammed (s.a.v.) adeta bir ahlâk abidesi olarak gösterilmiştir. (Kalem 68/4; Ahzab 33/21) Dinî emir ve yasakların hikmeti incelendiğinde, insanın şerefini koruma, onu kötülüklerden uzak tutup ahlâkını olgunlaştırma gibi bir hedefin güdüldüğünü görmek zor değildir. Nitekim ibadetlerin amacı imanı beslerken ahlâkı yüceltmektir. Bu bağlamda dinî ve ahlâkî emir ve yasakları birbirinden kesin çizgilerle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak şu farka dikkat etmek gerekir ki ahlâk bize, örneğin adam öldürmenin kötü olduğunu öğretir. Din ise hem böyle bir fiilin kötülüğünden hem de hayatın kutsallığından bahseder. Böylece inanan kişinin yaşamında, adam öldürmenin kötü olduğuna inanma ile hayatın kutsal olduğuna inanma bütünleşir. Başka bir deyişle dindar, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir de Tanrının varlığı ve kendisinin de ona inanması açısından yorumlar ve böylece yaşamında kötüye, günahı; iyiye, sevabı eklemiş olur. (Aydın, 1987; 247-248) Nurettin Topçu da dini ahlâktan veya ahlâkı dinden ayırmanın insanın iç dünyasını kendisinden ayırmakla eşdeğer olduğu görüşündedir. Çünkü ona göre “Ahlâk, dinî olgunluktan başka bir şey değildir. Hayvanî hayattan insanî hayata yöneliştir. Her 4 ikisi de içte derinleşme yoluyla sonsuzluğa yönelme ve bunda ruhun selametini arama idealidir.” Ayrıca Topçu, ahlâk prensiplerinin dinin vahyolunan esaslarından çıkarılması gerektiğini ifade eder. (Topçu, 1983; 82) Dinin en önemli gayelerinden birisi emniyetin korunmasıdır. Ahlâk da bunu hedef edinmiştir. Her ikisi insan ruhunu temizlemek, yükseltmek için çalışır. Dinin bizden istediği hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmak için bütün sefalet ve haksızlıklarımızın kaynağı olan aşağı istekler, hırslar ve iştihalardan kendimizi muhafaza etmektir. Son ilahi din İslâmiyet, insanın kendini kötülüklerden koruyarak nefsini geliştirip olgunlaştırmasını ve yüceltmesini ulvî bir gaye olarak göstermiştir. (Al-i İmran/ 14; 13 Ra’d/ 19-24; 23 Mü’minun/ 110; 87 A’la/ 14-15;91 Şems/ 9-10) Ahlâkın dindeki gerçek yerini Kur’an’ın nüzul sırasında bulabiliriz. Kur’an, kız olduğu için yavrusunu canlı toprağa gömecek kadar ahlâkî değerlerini kaybetmiş bir nesli terbiye etti. Allah Resulü onlara bir tek şey diyordu: “Ya ibadallah! Kulû la ilahe illallah, tuflihu: Ey Allah’ın kulları! Allah’tan başka tanrı yok deyiniz, kurtulunuz.” Bu çağrı yapılırken, şimdi bildiğimiz ibadetlerden namaz dışında, oruç, hac, zekât da dâhil hiçbiri ortada yoktu. Yine şimdi bildiğimiz yasaklardan hemen hiçbiri henüz yasak kılınmamıştı. O insanlar bu sözü söylemekle bundan sonra bu listeye Allah tarafından eklenecek her emir ve yasağa riayet edeceklerine dair sözü peşinen vermiş olduklarını da biliyorlardı. (İslamoğlu, 2012; 32-33) Velhasıl din ile ahlâk, hem doğuşları, hem de çevirdikleri gaye bakımından birbirleriyle bağıntılıdır. Her dinin ortaya koyduğu 5 ibadetler, bedenin ruh üzerine etkisini sağlamak suretiyle ruhun kuvvetini arttırmak için yapılır. (Topçu, 2014; 35) AHLÂKÎ YATKINLIK İnsan toplu halde yaşamak ve diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmak zorundadır. Ahlâk, insan hayatının belli evrelerini değil zaman ve mekân kaydı olmaksızın bütün hayatını kucaklar. Bir ömür boyu uyması gereken kuralları ve yapması gereken görevleri ortaya koyar. Onun Allah ile aile fertleri ve diğer insanlar ile ilişkilerini düzenler.(Köksal, 2015; 27) Ahlâkın insan yaradılışındaki önemini Erol Güngör şöyle belirtiyor: “İnsanda ahlâkın varlığı bir çeşit tabiat kanunudur. Suyun bulunduğu yerde nasıl hayat varsa, insanların bulunduğu yerde de ahlâk vardır. İnsanlara düşen ise, bu ahlâkı geliştirip mükemmelleştirmek, onu en iyi bir hale sokmaktır.” (Güngör, 1995; 20) Fârâbî de Tahsil isimli eserinde ahlâkî erdemin insanda tabii olduğunu ve irade ile teşekkül ettiğini ifade eder. Ona göre insandaki bu doğal erdem, aslanın yiğitliği, tilkinin kurnazlığı, kurdun hileciliği, saksağanın hırsızlığı türünden bir özelliktir. İnsanın doğuştan meyledeceği öyle bir eğilimi vardır ki, bu sayede herhangi bir erdemi elde etmesi, ona onun zıddını yapmaktan daha kolay gelir (Fârâbî, 1974: 36-37) AHLÂKÎ TEMELLİ DİNDARLIK “Sen yüzünü Hanîf olarak dine; Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30). İnanma konusunda ayette açıkça ifade edilen bu temellendirme ahlâk konusunda da geçerlidir. Dindarlığı “dinin, bireyin inanç, duygu, düşünce, davranış ve ilişkilerindeki 6 etkinliği” olarak tanımlarsak, dindarlığın kişinin ahlâkına da bir şekilde yansıdığını kesin ifade ediyoruz, demektir. Ama burada bizim vurgulamak istediğimiz, dinin ve dindarlığın ahlâk üzerindeki etkinliği değil, bireyde dindarlığın zeminini oluşturacak olan tabii ahlâkî alt yapıdır. (Buharî, Cenâiz 79, 80, 93, Sünnet 17, Kader 3; Müslim, Kader 22, 23, 24, 25) Bu ahlâkî alt yapıda “…Herkes ‘şâkile’sine uygun olarak davranışta bulunur.” (İsrâ 17/84) mealindeki ayeti de hatırlamak yerinde olacaktır. Şâkile; huy, seciye, karakter ve tabiat anlamlarına geldiğine göre (Yazır, 2000; c.V, 3196) herkes kendi karakteri ve tabiatı (doğal yapısı) doğrultusunda hareket eder, demektir. İnsanî/ahlâkî dediğimiz erdemler, eğer İslâmî/dinî erdemlerle tamamlanmıyorsa eksik kalmakta, İslâmî/dinî erdemler de tabanında insanî/ahlâkî erdemleri barındırmıyorsa zemini boş olduğundan adeta askıda kalmaktadır. Öyleyse yukarıdan itibaren yapmaya çalıştığımız felsefî temellendirmelere de dayanarak açıklıkla söyleyebiliriz ki: İyi Müslüman olmanın/dindarlığın yolu öncelikle iyi insan olmaktan geçer. İyi insan olmadan insanlığın gerektirdiği ahlâkî değerler kuşanılmadan iyi Müslüman/dindar olmak mümkün değildir. Eğer biri “dindar” olduğunu iddia ediyor ama ortalama bir insanın bile sahip olması gereken ahlâkî değerlere sahip olmadığı görülüyorsa ya da ortalama bir insanın bile yapmaması gereken yanlışları yapıyorsa, onun öncelikle insanlığında, ahlâkî yapısında bir problem var demektir. Böyle bir ahlâkî/insanî zemin eksikliği olan bazı kişilerin, bu eksikliklerini gizlemek amacıyla, kimi zaman dinî pratiklerini övünerek öne çıkardıklarına tanık oluruz. Oysa bu bir avunma ve insanî ilişkilerdeki zâfiyetini “örtme, gizleme” psikolojisidir. İnsanlarla ilişkilerimizdeki ahlâkî eksikliği, tamamen Allah ile aramızda olan (ve üstelik ahlâken olgunlaşmamıza da vesile olması 7 gereken) ibadetler ile övünerek kapatmaya çalışmak, avunmaktan ya da kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Din bağlamındaki ilişkilerimizi şemada şöyle ifade edebiliriz: *Uysal, E. (2005). “Dindarlığın Ahlâkî Temeli Üzerine Bazı Düşünceler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 1, 2005, s.41-59 Şemada da görüldüğü gibi Allah ile bağı güçlü olan kişinin, insanlarla tabiat ve eşya ile de ilişkileri iyi olur. Allah ile bağı güçlü görünüyor ama yaratılmışlarla ilişkilerinde problemlerinin olduğu müşahede ediliyorsa, o zaman Allah ile ilişkisinin mahiyeti ciddi bir sorgulamayı gerektirir. Yaratıcıyla güçlü gibi görünen bağın, söz konusu birey için gerçek olmadığı ortadadır. Çünkü üst ilişkinin alt ilişkilere yansımalarının “iyi” olmadığı söz konusudur. Bu noktada Allah’ın, huzuruna kul hakkı ile gelinmemesini istediğini hatırlamak gerekir. (Buhârî, Mezâlim 10; Müslim, Birr 60; Tirmizî, Kıyâme 2) Zikredilen hadislerden de insanın başkalarıyla olan ilişkilerinde dinin işaret ettiği ahlakın çok önemli olduğu sonucu çıkartılmalıdır. Bu bir ölçüde, insanlarla, tabiatla vb. olan ilişkilerimizdeki mükemmelliğin, 8 ibadetlerimizdeki mükemmellikten daha fazla önemsendiğinin ifadesi olarak yorumlanabilir. Tabi böyle bir yorum, ibadetleri ve ibadetlerdeki ciddiyeti önemsememeyi içermez. "İnsanî/ahlâkî – İslâmî/dinî erdem" ayırımına geri dönersek, bu ayrımın bilincinde olmayanlar için, “insanlık”taki ahlâkî problem pekâlâ “Müslümanlık”ta ya da “dindarlık”taki problem gibi görülebilir. Ama bu doğru bir teşhis değildir. Kanaatimizce doğru teşhis şöyle ifade edilebilir: O bireyde “dinî” diye tasvir edilen erdemlerin/değerlerin zemini boştur. Ve adeta havada duran bu değerler hiç umulmadık bir anda yere düşüvermektedir. Biz de onların düşüş nedenini anlamakta haklı olarak- sıkıntı çekeriz. Müslüman bir insanda görülen eksiklikler, yanlışlıklar elbette ki inandığı dinden kaynaklı değildir. Ondaki eksiklik kendisinden kaynaklıdır. Bu eksiklik onun ahlâkî yapısı ile ilgilidir. Yetişme şekli yukarıda bahsettiğimiz “şakile”sinin şekillenmesiyle alakalıdır. Bu bağlamda, din eğitiminde bireylere dinî değerlerin öğretilip kazandırılmasından önce, onlara “karakter” eğitimi, “ahlâk” eğitimi vermenin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü verilen dini değerler şakilesi düzeltilmeyen, davranış zikzakları çizen, daha ileri boyutunu söylersek; “bozuk” bir karakter üzerinde etkilidir, zemin sağlam değildir, dini değerler(ibadetler) dolayısıyla düşme eğiliminde, iğreti bir vaziyette duracaktır. Sağlam bir karakter üzerinde ise uyumlu ve mükemmel bir görüntü verecektir. Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisine vahiy gelmeden önce de “özünde, sözünde ve işinde, her yönüyle güvenilir insan” anlamında “el-emîn” olarak bilinmesi, onun sağlam karakterinin ve peygamberlik öncesi ahlâkî olgunluğunun ifadesidir. Din ve dinin getirdiği değerler, bu sağlam karakter ve yüksek ahlâkî zemin üzerine bina edilmiştir. (Şeriati, Ali, 1995; 35-36) 9 İSLAM DÜNYASINDA AHLÂKIN İKİ YÜZÜ Ahlâkın ve dinin açıklamalarımızdan hayatımızdaki sonra etkileri günümüz konusundaki İslam dünyasına baktığımızda ahlâkî yapı iki yanlış şekil üzere bulunmaktadır: Birinci şekil, Müslüman âlemi, Batının seküler ahlâkı ya da daha doğrusu ‘etik’ kavramı ile karşı karşıya kaldı ve ahlâk olarak İslâm’a dayanan ahlâkı bırakıp bu seküler ahlâkı benimsedi. İkinci şekil ise Müslümanlar Kur’an’ı yorumlarken peygamberimizin hayatını ve sünnetini arka plana atarak gerçek İslâm ahlâkını kaybettiler, dinde ifrat tefrite düştüler. SEKÜLER AHLÂK SİSTEMİ: ETİK İlk olarak seküler ahlâk sistemini ele alacak olursak seküler ahlak kavramını tanımlamamız gerekir. Seküler ahlâk, dinî olan tüm değer ve ilkeleri bireysel ve toplumsal yaşamın dışına iten, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul ederek, ahiretle ilişkiyi koparma temeline dayalı, insan merkezci düşünme ve yaşama biçimini ifade eder. (Aydın, 2011; 9) Bu bağlamda kendi dinimizin ve kültürümüzün gerçek ürünü olan İslâm ahlâkından uzaklaşıp bahsettiğimiz seküler ahlâka ya da günlük hayatta etik kavramına sarılıyor olmamız, İslam dünyasında ahlâkın yozlaşmasına sebep olmaktadır. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz dini temele dayanmayan bir seküler ahlâk sisteminin hayatın her köşesini kapsayıp ferdî ve içtimaî boyutta bir onarıcı olması beklenemez. Bunun en açık örneğini günümüz Batı toplumunda görmekteyiz. Mesela Batı bugün İslam’ın büyük bir günah olarak kabul ettiği eşcinselliği insan hakları etiği kapsamında normal bir hak olarak görüyor. Hukukî ve sosyal hayatında bu sapkın yaşayışa yer açıyor, onu kabul ediyor. Müslüman ülkelerde de bunun bugün insani bir hak olarak dile getirilmeye başlanması Müslümanları, Batının ortaya 10 koyduğu bu etik anlayışı kabul etmeye zorluyor. 2015 senesi Ramazan ayında Türkiye’nin en başarılı devlet üniversitelerinden birinin organizasyonuyla yüz kişilik büyük bir LGBT korosunun İstanbul’a gelip konser vermesi bu zorlayışın bir işaretidir. Bu örnekte görüldüğü üzere dinin olmadığı bir ahlâkî anlayış toplumları büyük bir ahlâkî sapmaya götürecektir. Bu durumda Müslüman toplum, inandığı gibi yaşamayı terk edip, yaşadığı gibi inanmaya başlayacaktır. İşte bu nokta da seküler ahlâkın en temel ilkesi olan dünyevileşme sürecinin gerçekleştiği görülür. Konuyu daha basit, daha ferdi bir misalle açıklayalım: Bugünün modern dünyasında “Etik”in ahlâk yerine kullanıldığını ifade etmiştik. “Çalışan bir memur mesleki etiğe bağlı kalmalıdır.” Bu ifade bu memuru ahlâkî davranmaya sevk edecek bir güce sahip midir? Memuru çıkar amaçlı hareket etmekten alıkoyacak güç bu cümle olabilir mi? Oysa bu söz dine dayalı bir bakış açısıyla şöyle söylense “Çalışan bir memur ’Bizi aldatan bizden değildir.’ düsturunca çalışmalıdır.” (Müslim, Îmân 164, Fiten 16) Şüphesiz ki artık memurun kalbinin köşesine bir vicdan polisi nöbete oturtulmuş olur. KUR’AN’A AYKIRI AHLÂK İkinci cephe olan, İslâm’ı iyi anlayıp yaşamına aktaramamış, yanlış anlamış ve tabii olarak İslâm Ahlâkı ile donanamamış Müslüman modeli çıkıyor. Bu kesinlikle yukarıdaki sekülerlik meselesinden çok daha can alıcı ve yıpratıcı bir etkidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) veda hutbesinde son kez Müslümanlara seslendiğinde “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız sürece, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Malik, “Muvatta”, Kader kitabı, 3) buyurmuştur. Hz. Muhammed’in bu sözü Müslümanlara bir vasiyetti. Müslümanlar zamanın 11 meselelerine çözüm yararlanamamışlardır. bulmada Kur’an’da bu vasiyetten bir insan gereğince haksız yere öldürülemez ahlâkî ilkesi çok kat’i bir şekilde ifade edilir. Resûlullah bu emirden hareketle gazaya giderken sahabelerine elinde silah olmayan kişiye, savaşma gücü olmayan ihtiyar, kadın ve çocuklara dokunmayınız demişti, hatta sözlerini ekili tarlalara, evlere, hayvanlara zarar vermeyiniz, diye devam ettirmişti. Kur’an’ın ve Peygamberimizin emri bu kadar açıkken İslam için cihad ettiğini söyleyen bir Müslüman elinde silahı olmayan insanları hunharca öldürüyorsa bu insanda ahlâka dayalı bir din yoktur. Bugün Ortadoğu’da, Suriye’de Irak’da Afganistan’da Afrika’da İslam adına bu şekilde cihad yapan insanların Kur’an ahlâkını ve dolayısıyla peygamber ahlâkını arka plana atarak, reddederek bir dindarlık ortaya koymaları İslam dünyasına onulmaz yaralar açmaktadır. Ramazan ayında dahi hız kesmeyerek mezhep kavgaları sebebiyle her gün onlarca Müslümanın öldürülmesi ciddi bir ahlâkî zafiyettir. Çünkü Hz. Muhammed’in “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” (Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Müsned, 2/381) düsturu bu davranışlarla asla yan yana konamaz. İslam dünyasının ahlâkî temele dayanmayan daha birçok ferdi ve sosyal problemleri vardır. Mesela ferdi bir ahlâkî problemden bahsetmek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Çevresinde, aile hayatında, ibadetleriyle, şekli özellikleriyle ve de konuşmalarıyla dindar olduğu görülen bir Müslüman ticaret adamının, iş ilişkilerinde gayri meşru yoları kullanması “yalan söylemek, aldatmak, haksız kazanç sağlama gibi” tuhaftır. Bu insanın ticaretinde tuttuğu yanlış yol onda dini duygularını besleyen ahlâkî bir erdemin olmadığını gösterir. Ondaki ahlâkî eksiklik dindar görüntüsüyle zıt bir özellik arz etmektedir. 12 Müslüman kişinin bu durumu elbette ki Müslüman toplumu fesada uğratacaktır. Dindar insana güven duygusunun zedelenmesine sebep olacaktır. Bu gün ahlâkî terbiyeye dayanmayan bu iki cepheden etkilenmiş İslâm toplumları elbette ki büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Son derece sınırlı verdiğimiz bu iki misalden hareketle ortaya şu problem sorusu çıkıyor: “İslam dünyası ahlâkî değerlerden yoksun bir dindarlık probleminden nasıl kurtulabilir?” Bu sorunun basit, açık, tek bir cevabı vardır: Sağlam bir Kur’an ve Peygamber ahlâkı modelli ahlakî eğitimle nesil yetiştirmek. Ne yazık ki çoğu zaman günümüzde din eğitimi sadece teorik bilgilerden ve somut bir eğitimden ibaret kalıyor. Başta bahsettiğimiz gibi İslâm önce gönüllerde inşa olmuş sonra teorik ve pratik uygulamaları tamamlanmış bir dindir. Nasıl İslâm doğarken kalplere doğdu ve ahlâkları düzeltmekle işe başladı ise bu gün de her doğan çocuğu yeni bir din mensubu olarak görmek ve onu ilk olarak İslâm ahlâkı ile tanıştırmak gerekir. İşte Müslümanlar olarak yüz yüze kaldığımız ahlâk probleminin altında da bu yatmaktadır. Zaten ahlâk evresini aşamayan bir Müslüman, başta din kardeşi olmak üzere bütün yaratılmışlara saygı duyması gerektiğini bilmez. Bu cehaletin sonucudur ki günümüzde DAEŞ, Boko-Haram, Taliban gibi Kur’an’a aykırı örgütler doğmaktadır. Bundan başka gerek ferdi gerek aile içi gerekse toplumsal olarak yukarıda verilen örneklerde görüldüğü üzere büyük çatışmalar yaşamaktayız. Bu iki cephenin de çözümü Kur’an’ın özüne dönmektir. Yani Batının ‘Etik’ inden kurtulmanın yolu da İslâm ahlâkında, İslâm’ı tam manâsı ile öğrenememiş toplumun sorunlarına çözüm de yine İslâm ahlâkındadır. Peki bu İslâm ahlâkına dönüş nasıl olmalıdır? Sorusunu tekrarlarsak. Cahilliğin ve yanlış bir 13 dindarlığın çözümü şüphesiz doğru bir“tâlim” iledir, yani eğitimledir. İslâm ahlâkı üzerine düsturlarını kuran bir toplum olma yolunda ilk adım dinî eğitimdir ve dini eğitimde ahlâkî ilkeler yukarıdaki bütün açıklamalarımızdan hareketle ilk basamaktır. Bu açıklamalarda görüldüğü gibi ahlâk ve dinin birbirine olan hizmetleri ikisinin bir arada anlam kazandığı gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor. SONUÇ Çalışmanın bu kısmından itibaren bu sorunun cevabını İslam ülkelerinin en önemli ülkesi olan Türkiye üzerinden vermek istiyorum. Ülkemizde pek çok insan yukarıda iki cepheden anlatmaya çalıştığımız ahlâkî eksiklik içerisinde bir İslâmî hayat yaşıyor. Hayatının pek çok yönü İslam’a uzak veya İslâmî kaidelere aykırı özellik gösteriyor fakat kendisini dindar zannediyor. Burada aslında ahlâkî bir kişilikten uzak olduğunu söylemek doğru olur. Ahlâktan bu kadar uzak kalışının birçok sebebi vardır. En başta ahlâkın kaynağı olan sağlam bir din eğitiminin zayıf veya geri planda kalmasıdır. Bu bağlamda İmam-Hatip Liseleri’nin önemini vurgulamak gerekir. İmam-Hatip Liseleri, saf ve sağlam Kur’an, Hadis ve Fıkıh temeline oturtulmuş liselerdir. Bu okullarda okuyan öğrenciler Kur’an’dan ve Hadislerden hareketle dünya hayatını ahlâk eksenli bir hayat olarak yaşamayı öğrenirler. Bu öğrenme, kavrayış, beşinci sınıftan on ikinci sınıfa kadar yavaş yavaş fakat sağlam bir nüfuz etme şeklindedir. İmam-Hatip Lisesinden mezun olan bir insan Peygamberin tamamlamakla görevlendiği ahlâk düsturlarını kendisine yol edinir. Ahlâkî temellere dayanacak bir dindarlığın oluşmasında İmam-Hatip Lisesi eğitimi kesinlikle 14 sağlam bir zemindir. Ancak memleketin her bir ferdi önemlidir ve her genç İmam-Hatip Lisesinde okumamaktadır, ahlâka dayalı bir din eğitimi niçin sadece İmam Hatip Liselerine hapsolsun? Kuran, Sünnet ve Fıkıh eğitimi her Müslüman gencin hakkı değil midir? Bütün okullara bu eğitimin iyi bir planlama içerisinde verilmesi Müslüman bir Türkiye toplumunun selameti açısından önemlidir. Bütün İslam dünyası böyle bir eğitim modeliyle karşılaşmalıdır. Seküler dünyanın etik anlayışından, Kur’an ve sünnetten uzak Müslümanlıktan ancak bu eğitim modeliyle kurtulabilir. Buradan hareketle başından beri anlatmaya çalıştığımız, insan doğasındaki ahlâkî yatkınlık ve bu yatkınlıkla birlikte gelişen bir din/inanma duygusu insanın duygu, düşünce ve hayat tarzında büyük bir yere sahiptir. Dindarlık dediğimiz olguyu da ahlâk ve din olguları birlikte inşa etmektedir. Din ya da ahlâkın bozukluğu o kişiyi hakikî bir dindar olmaktan alıkoyar. Dinin ahlâkî bir amaç üzere hizmet ettiği gerçektir ama çoğu kez dindar vasfındaki bir bireyin ahlâksız ve hatta din ile alakası olmayan birine bile yakışmayan davranışlar içinde olduğuna tanık oluruz. İşte bu yüzden dinî değerler ve ibadetler, tabanında ahlâkî bir zemine ihtiyaç duyar. Bu zemin olmadığı takdirde bir taraftan dinî erdemleri içselleştirmemiş olmasına rağmen dindar diye adlandırdığımız kişi bazen büyük ahlâkî/insanî zararlar verebilir. Bir taraftan da dindardaki ahlâkî eksiklikler sebebiyle başkaları dini eksik olarak algılayabilir yani Müslüman’ın dindarlığındaki ahlâkî eksiklikler sebebiyle din suçlanabilir, bu gün Batının İslâm’ı terörizmle eşleştirmesi gibi. Böyle zafiyetlere ve yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına ilk adımda ahlâkî temellere dayanan ve ahlâkî temeller üzerine kurulan bir din eğitimi tercih edilmeli ve dindar bireyin davranışları ahlâkî ve dinî bir bakışla sorgulanmalıdır. Bu ahlâk 15 temelli dinî eğitimin şekli bütün bir nesil için İmam Hatip eğitim şekli olmalıdır. Kur’an ve Hz. Muhammed’in ahlâkı çerçevesinde bir nesil yetiştirmek olmalıdır. Yararlanılan Kaynaklar Aydın, İbrahim Hakkı. (2011) “Seküler Ahlâk Bağlamında DinAhlâk İlişkisi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 35, yıl: 2011 Aydın, Mehmet. Din Felsefesi, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 1987. Balaban, M. Rahmi. İlim Ahlâk İman, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1950. Güngör, Erol. Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul, Ötüken Yayıncılık, 1995. Fârâbî. Tahsîlu’s-Saâde, Haydarabad 1345. Türkçe çevirisi: Mutluluğu Kazanma, Çev. Hüseyin Atay (Fârâbî’nin Üç Eseri İçinde), Ankara, 1974. İslamoğlu, Mustafa. Ahlâk Yazıları, İstanbul, Düşün Yayıncılık, 2012. Kandemir, Mehmet Yaşar. Özlenen Gencin Örnek Ahlâkı, İstanbul, Tahlil Yayınları, 2015. Kınalızâde, Ali Efendi. Ahlâk, İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser. 16 Köksal, M. Asım. İman İbadet Sohbetler, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2015. Kur’an Yolu Meali. Ankara, D.İ.B. Yayınları, 2014 Şeriati, Ali, Muhammed’i Tanıyalım, Fecr Yayınevi, Ankara 1995. Topçu, Nurettin. Sosyoloji, İstanbul, İnkılâp ve Aka Kitabevi, 1983. Topçu, Nurettin. Ahlâk, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2014. Uysal, Enver. (2005) “Dindarlığın Ahlâkî Temeli Üzerine Bazı Düşünceler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, 2005 s. 41-59 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dinî Kur’an Dili, İstanbul, Emir Yayınları, 2000. 17