türk loj*st*k sektörünün ülke dı* t*caret*ne katkıları

advertisement
DEĞİŞEN DÜNYA, DEĞİŞMEYEN İNSAN..
Dünya değişiyor, ülkemiz değişiyor. Teknoloji çağı ve tüketim merakı hızını hiç kaybetmiyor.
İnsanların her şeyin en iyisine sahip olma merakı ise hiç bir şekilde değişmiyor. Ülkeler
arasındaki siyasi durum her ne olursa olsun, halklar ve endüstriler buna direniyor ve tüketimin
ve ticaret engel tanımıyor. Aslında dünya ekonomisini belirleyen en önemli faktörün,
tüketenlerin ihtiyaçları ve beklentileri olduğu gerçeği bu sonucun ortaya çıkmasına neden
oluyor. 21.yüzyılda güç, ne coğrafi büyüklük, ne de nüfusun kalabalıklığı olarak tanımlanıyor,
artık gücün tek tarifi ekonomik büyüklük ve istikrar. Ülke ekonomisini daha iyi hale
getirebilmek ve güçlü bir ülke konumuna ulaşabilmek için izlenebilecek pek çok yol var
şüphesiz; ama bakıldığında tüm güçlü ekonomilerin temelinde güçlü bir devlet politikası ve
dinamik bir reel sektör olduğunu gözlemleriz. Ülkelerin dış ticaret dengesini pozitif yönde
tutmak ve bunun için de üretim ve ihracatı desteklemek belki de güçlü ülke olabilmenin en
önemli anahtarı.
Ülkemizi incelediğimizde, coğrafi avantajı ile lojistikteki başarı ve gücünü birleştirmeyi
başarabildiği ve bunu yönetebildiği taktirde milli gelirini önemli ölçüde arttırabilecek bir
potansiyele sahip olduğunu görüyoruz. Pek çok aktöre önemli roller düşüyor. Lojistik
firmalarına, gümrük müşavirlerine, bankalara, sigorta şirketlerine ve elbette devletin pek çok
organına. Tüm bu birimler ülkemizin dış ticaretinin gelişmesinde, hacmin artmasında önemli
bir role sahipler. Gümrük Müdürü ile, armatörüyle, nakliyecisiyle, forwarder’ı ile, gümrük
müşaviriyle, ihracatçısı-ithalatçısı ile, antrepo işletmecisiyle, şoförüyle, liman işçisiyle, ve
hizmet alanları ile birlikte ortak paydaların bulunması konusunda çaba harcamak gerekiyor.
Ülkemizde yıllardır bahsedilip halen tam anlamı ile oluşmamış lojistik master planı öncelikler
arasında yer alıyor. Lojistiğin ülke dış ticaretine katkısını arttırabilmek elbette yalnızca
farkındalığı arttırmak ile olmayacaktır, bunun için, mevzuatlarımızı daha kolay hale getirmek,
sektörü teşviklerle desteklemek, modernize etmek ve eğitimleri yaygınlaştırmak kısa vadede
yapılabilecekler. Teknoloji çağının hızlı gelişimi, lojistiği ve dış ticareti son derece
hızlandırırken, bu hızlı tempo ülkeler arasındaki ilişkilerin de çok daha hızlı gelişmesine neden
oluyor. Ancak aynı hız, sermayenin de zaman zaman el değiştirmesine ve dolayısı ile ülkeler
arası rekabetin artmasına, rollerin de değişmesine neden olabiliyor. Değişen dünyayı iyi takip
etmek, değeri yüksek ürünlerin üretimine yönelmek, yakın coğrafya ile ticareti geliştirebilmek;
kısaca değişime ayak uydurmak. Bunlar artık yaşamımızın olmazsa olmazları.
Değişen dünyada ülkelerin rol kapabilmeleri ve belli roller üstlenmezleri kaçınılmaz bir durum.
Almanya’nın başta otomotiv ve beyaz eşya olmak üzere teknoloji ürünleri ile mühendis rolünü
üstlenmesi, Çin’in emek yoğun her tür ürünü üretebilir olması, Uzakdoğu ülkelerinin Çin’e
rakip ve alternatif olma çabası, Kore’nin elektronik ve otomotivde önemli bir pazara sahip
olması, ABD’nin, pek çok konuda dünya üzerinde öncü rol oynaması. Tüm bu rolleri alan
ülkeler, güçlerini yarattıkları markalar sayesinde sürdürülebilir ve genişleyebilir hale
getiriyorlar. Neredeyse hayatımızda bir markaya ihtiyaç duyduğumuz ürün kalmadı gibi. Diğer
bir deyişle, markalar dünyayı yönetiyorlar, yönlendiriyorlar. 2016’durum böyle iken, elli yıl
sonra ne olacak, kestirebilmek zor. Kabul etmeliyiz ki, eski dünya yok, dünya değişiyor. Değişen
dünya, değişmeyen ise insan.
Download