KENTLEŞME VE GÖÇ Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın “avcılık ve çobanlık” evresinden “yerleşik hayata” geçiş dönemine kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda da kentlerin ortaya çıkışı uygarlıkların doğuşu ile özdeşleşmektedir. Nitekim uygarlık, organize edilmiş bir toplumsal yaşam olarak tanımlandığında, bu yaşam biçimini yoğun olarak kentlerde görmek olasıdır. Antik çağlarda bazı kent yerleşmelerinin olduğu bilinmekle beraber, bu kentlerin büyüklüklerine ilişkin fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak M.Ö. 6. ve 4. yüzyıllarda nüfusu 100.000 den fazla olan Babil, Syracuse, Roma, Atina gibi kentlerin olduğu bilinmektedir. Bu dönemde yerleşimdeki en önemli etken uygun doğal koşullar olmuştur. Ortaçağda da hızlı bir kentleşme yaşanmamıştır. Bu dönem kentlerinde ya siyasal ve kültürel işlevler ya da sadece ekonomik işlevler egemen olmuştur. Kentleşme sürecinin hız kazanmasında en önemli etken sanayi devrimi olmuştur. İngiltere´de başlayan sanayi devrimi belirli aralıkla, Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Batı´da Sanayi Devrimi ile başlayan bu değişim iki yüzyıl sürmüş, günümüzde ise bu toplumlar bir kent toplumu haline dönüşmüşlerdir. Kentleşme, günümüz toplumlarının başlıca özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Nitekim günümüzde toplumların kentleşme oranları gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi olarak kullanılmaktadır. Çünkü sanayi devrimi sonrası kentleşme, sanayileşmenin bir yan ürünü olarak gerçekleşmektedir. Bu bağlamda da kentleşme ve sanayileşme birbiriyle yakından ilişkili iki olgu olarak kabul edilmektedir. Henri Pirenne “Ortaçağ Kentleri” adlı ünlü kitabında bu ilişkiyi şöyle açıklar: Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve sanayiden bağımsız olarak gelişmemiştir. Ne antik çağda ne de modern zamanlarda bu kuralın dışında kalan bir durum olmamıştır... Bu evrensellik, zorunlulukla açıklanmaktadır. Gerçekten, bir kent grubu, ancak yiyecek maddelerini dışarıdan getirerek yaşayabilir. Ancak, bu dışalımın, buna denk düşen ya da bununla eşdeğerdeki mamul ürünlerin dışsatımıyla dengelenmesi zorunludur. Böylece, kentle çevresindeki kırsal bölge arasında sıkı bir hizmet ilişkisi kurulur. Bu karşılıklı bağımlılığın sürdürülmesi için ticaret ve sanayi vazgeçilmez öğelerdir; sürekli alışverişi sağlamak için birincisi, değişim amacıyla mal sağlamak için de ikincisi olmasaydı kent yok olup giderdi. Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi kentleşme sanayileşmenin bir yan ürünü olduğu kadar, tarımsal gelişmeyle de yakından ilişkilidir. Nitekim sanayi etkinliklerin yoğunlaşması sonucu kentlerin giderek büyümesi tarımda verim artışının sağlanması ile olanaklı olabilmiştir. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Batı Avrupa´da tarımsal yapıda ortaya çıkan değişmeler kentleşme ile sonuçlanmıştır. XIX. yy. Batı Avrupa´da sanayileşme, kentleşme ve ticaretin gelişme çağı olmuştur. XX. yy. ise gelişme halindeki ülkelerin bir çoğunda kentleşme olgusunun yoğun bir biçimde yaşandığı yüzyılı oluşturmaktadır. I.KENTLEŞME’NİN TEMEL ÖZELLİKLERİ Kentleşme olgusunun temel özelliği nüfusun belirli bir alanda yoğunlaşmasıdır. Bu anlamda ve dar bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artışını içerir. Bu tanımlamayla kentleşme sadece bir demografik olaydır. Bu demografik nitelikli olay, nüfus artışı veya kırsal kesimden kentsel alanlara göç yoluyla gerçekleşir.Kentleşme olgusu sadece basit bir demografik olay değildir. Bu olguyu yaratan nedenlerin yanısıra, bu olgunun sonucunda ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişmeler söz konusudur. Bu neden sonuç ilişkilerini kapsayacak biçimde ve geniş bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme aşağıdaki biçimde tanımlanabilir: Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim sürecidir. Kentleşmenin bu geniş tanımından hareketle, bu olgunun bazı temel özelliklerinin saptanması olanaklıdır. Öncelikle kentleşme bir değişimi, bir süreci içeren devingen bir kavramdır. Kentleşmenin bu özelliği kentleşme ile kentleşme düzeyi (oranı) kavramlarının ayrı anlamlarda kullanılmasına yol açmaktadır. Kentleşme düzeyi, bir ülke veya bölgede belirli bir anda belirli bir tanıma göre kent sayılan yerleşme yerlerinde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranıdır. Bu bağlamda kentleşme oranı durağan (statik) bir içerik taşımaktadır. Bu anlamda kentleşme, belirli bir ülke veya bölgenin, belirli bir zaman diliminde kentleşme oranında meydana gelen değişme olarak tanımlanabilir. Kentleşme olgusunun ikinci temel özelliği, demografik bir süreci içermesidir. Bu süreç kentsel alanlarda doğum oranlarının ölüm oranlarından fazla olmasının yanısıra, kırsal alanlardan kentlere gelenlerle yani göçler yoluyla gerçekleşmektedir. Kuşkusuz bu demografik hareketlenmede kırsal alanlardaki yapı değişiminin yanısıra kentsel alanlardaki gelişmenin etkisi önemli olmaktadır. Kentleşme olgusunun üçüncü temel özelliği ekonomik niteliklidir. Öncelikle kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda da bir yandan kırsal kesimde verimlilik artışına paralel olarak tarımsal yapı değişime uğrarken, diğer yandan kırsal kesimden kentsel kesime nüfus aktarımı gerçekleşmektedir. Böylece de istihdam içinde sanayi ve hizmetlerin payı artarken, tarımın payı azalmaktadır. Bu gelişime paralel olarakda toplumlar tarım toplumundan sanayi toplumu olmaya yönelmektedirler. Böylece de kentleşmeyle birlikte toplumların ekonomik niteliği değişmektedir. Kentleşmenin dördüncü temel özelliği de “...insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan...” bir süreç olmasıdır. Bu bağlamda da kentleşme bir toplumsal değişim ve biçimlenme sürecini kapsamaktadır. Kentleşme tarımsal yapıdaki ve sanayideki değişmelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Ancak kentleşme aynı zamanda toplumsal değişme sürecini önemli ölçüde etkileyen ve bazı toplumlarda hızlandırabilen bir olgudur. Bu değişim içinde insan ilişkileri yeniden düzenlenirken, ilişkiler çıkar dengesine dayalı olarak kurulmaktadır. Ayrıca bu ilişkilerde bireyci ve akılcı tutumlar egemen hale gelmektedir. Böylece de kırsal kesimden kente göçenlerde bir "kentlileşme" süsüreci başlamaktadır. Kentlileşme, kentleşmenin toplumsal değişme boyutunu yani kentleşme sürecinde yer alan insanlardaki değişmeyi tanımlar. Bu bağlamda kentlileşme “...kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde değer yargılarında, tinsel (manevi) ve özdeksel (maddi) yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma süreci..” olarak tanımlanabilmektedir.Kentleşme süreci içerisinde kentlileşen insan ekonomik ve sosyal açıdan iki boyutta değişime uğramaktadır.Ekonomik açıdan kentlileşme, kişinin geçimini tamamen kentte ve kente özgü işlerde sağlayacak duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal açıdan kentlileşme ise, kır kökenli insanların kente özgü tavır ve davranış biçimlerini, toplumsal ve manevi değer yargılarını benimsemesi ile gerçekleşebilmektedir. Kentleşme sürecinin beşinci temel özelliği yönetimsel bir örgütlenme sürecini de içermesidir. Kentleşme sürecindeki hızlanmaya paralel olarak kentlerdeki büyüme de hızlanmıştır. Hızla büyüyen kentlerde sorunlarda hızla artış göstermektedir. Böylece artan sorunlara çözüm bulmak amacıyla yeni yönetimsel örgütlenmelere gidilmektedir. Büyük kent yönetimi biçimindeki örgütlenmeler bu değişimin tipik bir örneğidir. Ayrıca kentleşme sonucu nüfusun büyük kısmının kentlerde yaşar hale gelmesi, merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin yetki paylaşımının tartışılmasına ve bu bağlamda yerel özerkliğin arttırılması taleplerinin artmasına yol açmaktadır. II. KENTLEŞME SÜRECİ: Kentleşme olgusunun temel özelliklerini saptarken de belirtildiği gibi, kentleşme bir süreçtir. Süreç “bir birlik ve bir düzen ortaya koyan, bir sonuca yönelik olgular ve işlemler dizisidir”. Kentleşme süreci ise, çözülme, yoğunlaşma ve akım olaylarının gerçekleştiği iki uçlu olgular bütünüdür. Sürecin bir ucunda çözülmenin gerçekleştiği kır bulunurken, diğer ucunda ise yoğunlaşmanın bulunduğu kent bulunmaktadır. Akım ise, bu çözülme ve yoğunlaşma olgularının özelliklerine uygun ve bunlara bağımlı olarak kır ile kent arasında iki yönlü olarak gerçekleşmektedir. Nitekim bu üç olgunun işleyiş biçimi ilgili ülkedeki kentleşme sürecinin işleyiş biçimini oluşturmaktadır. A. KIRDA ÇÖZÜLME Herhangi bir ülkede kentleşme sürecinin başlayabilmesi öncelikle tarımda verim artışı ile olabilmektedir. Böylece tarım kesimi tarımdışı faaliyetlerde bulunan kişilerin beslenmesi için gerekli gıdasal ürünleri üretebilecek düzeye ulaşabilmektedir. Tarımda verim artışı; üretim teknolojisindeki değişme, işletme büyüklüklerinin arttırılması, teknik ve sosyal altyapı sisteminin geliştirilmesi ile sağlanabilmektedir. Tarımda üretim teknolojisinin değişiminin en tipik örneği insangücü yerine makina kullanımıdır. Bu değişim, emek yoğun teknolojiden makina yoğun teknolojiye geçişi içerir. Tarımda makina yoğun teknoloji kullanımının en önemli sonucu, tarım sektöründe çalışanların sayısını azaltmasıdır. Ayrıca tarımda makinalaşma bir yandan tarımsal işletmeleri belirli ürünlerde uzmanlaşmaya yönlendirirken, diğer yandan tarımcıyı modern üretim tekniklerini kullanmaya teşvik edebilmektedir. Tarımda verim artışına yol açan etkenler, tarım kesiminde bir değişime yol açabilmektedir. Bu değişimle birlikte kırda çözülme olgusu da başlayabilmektedir. Tarım kesimine yeni teknolojilerin girmesi, entansif tarıma geçiş, işletme büyüklüklerinin artması veya azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi miras yoluyla toprakların parçalanarak işletmelerin küçülmesiyle birlikte topraktan fiilen veya hukuken kopan bir nüfus fazlası ortaya çıkmaktadır. Bu fazlalık, hızlı nüfus artışıyla daha da artmakta ve kırdaki çözülmenin en somut nedenini oluşturmaktadır. B. KENTTE YOĞUNLAŞMA Kentteki yoğunlaşma olgusu, kent olarak saptanan birim alanda oturan ve yığışım nitelikli bir nüfus varlığını ifade etmektedir. Bu yoğunlaşmaya kırsal kesimden kopan nüfus fazlasının göçünün yanısıra kentlerdeki nüfus artışının yüksek olması da yol açabilmektedir. Kırsal kesimdeki nüfus fazlasının kentlere yönelişindeki temel etken kentlerde yaratılan iş olanaklarıdır. Buna ek olarak, kentsel nüfusun gereksinim duyacağı barınma, eğitim, sağlık, ulaşım v.b. olanaklar nüfus fazlasının kentlere akım hızını önemli ölçüde etkileyebilmektedir. C. KIR VE KENT ARASI AKIMLAR Kır ve kent arasındaki akım iki yönlüdür. Bir yandan nüfus ve ekonomik kaynaklar kırdan kente akarken, farklı nicelik ve nitelikte olmakla birlikte, diğer yandan kentten kıra nüfus ve kaynak akımının olması düşünülebilir. Nitekim bu karşılıklı akım için de bilgi birikimi, kültürel değerler ve gereksinmelerde taşınır. Tarım kesiminden, kentsel alanlardaki sanayi ve hizmetler kesimlerine kaynak aktarılırken, tarımda oluşan değerler tarım dışı üretimin geliştirilmesinde kullanılır. Bununla birlikte sanayi ve hizmetler kesimlerinden de tarıma kaynak aktarılması söz konusu olabilir. Özetle, kentleşme süreci, kırda çözülme olayının bir sonucu olarak, kentte yoğunlaşma sonucunu yaratan ve aynı zamanda kır ve kent arasında nüfus ve kaynak akımlarına yol açan bir süreçtir. Nitekim bu süreç bir ülkenin ekonomik, teknolojik, siyasal ve psiko-sosyolojik yapısından etkilenir. Diğer bir anlatım ile, kentleşme hareketine bir ülkedeki bu etmenler etki etmekte ve kentleşmenin boyutunu belirleyici nedenleri oluşturmaktadır. Kuşkusuz bu etmenler birbirinden etkilenen, içiçe olan etmenlerdir ve birbirlerinden ayrılmaları düşünülemez. III. KENTLEŞME NEDENLERİ Kentleşme sürecine ilişkin açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kentleşmeye yol açan nedenler, kırsal kesimde ortaya çıkan fazla nüfusu buralardan iten etkenlerin yanısıra bu fazla nüfusu kentlere çeken etkenler olmaktadır. Diğer bir anlatım ile kentleşme olgusu itici ve çekici etkenler kapsamında gerçekleşmektedir. Ayrıca bu iki etken grubunun etkinliğini arttırıcı rol oynayan iletici etkenlerde bulunmaktadır. İtici etmenler, kırsal nüfusu yerleşim yerinden iten ve tarım kesiminin içinde bulunduğu olumsuz koşullardan kaynaklanan etmenlerdir. İtici etmenler kapsamında, nüfusu kırdan iten nedenler şöyle sıralanabilir. -Nüfus baskısı; -Toprak reformunun yapılmaması nedeniyle toprak yetersizliği ve dağılımın kötülüğü; -Gizli işsizlik; -Eksik istihdam; -Düşük verimlilik; -Tarım reformu ve makinalaşma; -Mevsim dışı ekonomik etkinlik yetersizliği; -Doğal afetler; -Eğitim ile artan hareketlilik; -Tarımsal politikalar; -Tarım arazisinin özellikleri, iklim koşulları ve erozyon. Çekici etmenler kapsamında kırsal nüfus fazlasını kente yönelten tüm nedenler yer almaktadır. Bu nedenlerden başlıcaları şunlardır: -Köy ile kent arasındaki gelir farklılığı; -Daha iyi ve ileri eğitim olanağı; -Kentin cazibesi; -İş bulabilme ümidi; -Daha ileri hayat standardı; -Çağdaş sağlık hizmetleri; -Ulaşım olanakları. İletici etmenler ise, itici ve çekici etmenlerin etkinliğini arttırıcı bir işlev görmektedirler. Bu etmenler işlevlerini yerine getirirken diğer iki etmenin işleyişine bağlı kalmaktadır. Bu etmenler içinde kır ve kent arasındaki iletişime olanak sağlayan ulaşım ve haberleşmedeki gelişmeler sayılabilir. . IV. DENGELİ VE DENGESİZ KENTLEŞME Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme süreçlerinin başlangıcı farklı zamanlarda olduğu gibi, farklı özellikler içermektedir.Gelişmiş ülkeler geçen yüzyılda sanayileşme ile özdeşleşen kentleşme sürecini yaşarken, günümüzün gelişmekte olan ülkeleri ise sanayileşmeden önde giden bir kentleşme sürecini yaşamaktadır. Birinci grup ülkelerde yaşanan ve sanayileşmeyi izleyen kentleşme sürecine “dengeli kentleşme” denilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme sürecine ise “dengesiz kentleşme” denilmektedir. Kentleşme sürecindeki denge kavramı kırsal kesimdeki çözülme sonucu “fazla” durumuna gelen nüfusun kentsel alanlardaki istihdam biçimlerini tanımlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde kentleşme süreci, nüfusun tarımdan sanayi ve hizmet sektörüne daha sonra tarım ve sanayiden hizmet sektörüne kayarak gerçekleştiğinden bir denge unsurunu içermiştir. Oysa günümüzün gelişmekte olan ülkelerindeki kentleşme sürecinde bu özellik kaybolduğundan fazla nüfus tarımdan doğruca hizmet kesimine ( marjinal sektöre ) aktarılmaktadır. Böylece de bu ülkelerde, kentlerden bazıları hızla büyürken, sanayileşmenin önünde giden dengesiz bir kentleşme süreci yaşanmaktadır. Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçleri arasında demografik, ekonomik ve toplumsal nitelikli farklılıklar bulunmaktadır. Kentleşme olgusuna tarihsel gelişim içinde bakıldığında demografik etmenlerin bu sürecin biçimlenmesinde önemli bir rol oynadığı görülmektedir.Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde XIX. yy´ın sonlarına kadar genel olarak ölüm oranlarının doğum oranlarının üzerinde seyretmesi nedeniyle doğal nüfus artışının azaldığı görülmüştür. Dolayısıyla bu ülkelerde kentleşme çok büyük ölçüde kırsal alanlardan kentlere olan göçün etkisini taşımıştır. Bu bağlamda bu ülkelerdeki nüfus artışının ve köy kent arası doğurganlık farklılıklarının kentleşmede önemli bir rol oynamadığı görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin kentleşme sürecini gelişmiş olan ülkelerin kentleşme sürecinden ayıran önemli özelliklerden birincisi, XX. yüzyılın bir nüfus patlaması yüzyılı olmasıdır. Böylece de gelişmekte olan ülkelerin kentleşmesi bir nüfus artışı baskısı altında gerçekleşmektedir. Tıptaki ilerlemeler sonucu II. Dünya Savaşı sonrasında doğum oranları artış göstermiştir. Bu artış gelişmekte olan ülkelerde sanılanın aksine kentlerde daha fazla olmuştur. Ayrıca kentlerde ölüm oranlarının köylere oranla düşük olması, kentsel doğal nüfus artışının köylere oranla daha fazla olmasına yol açmıştır. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerde kentsel nüfus artışı göçlerden ziyade kentsel doğal nüfus artışının baskısıyla oluşmaktadır. Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçleri arasındaki ikinci farklılık ekonomik niteliklidir. Dengeli kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde bu süreç sanayide yaratılan istihdam olanaklarının tarımsal işgücü fazlasını büyük kentlerde sanayide çalışmak üzere harekete geçirmesiyle gerçekleşmiştir. Değişen ekonomik yapıyla birlikte istihdamın büyük kısmı hizmetlerde toplanmıştır. Böylece bu ülkeler sanayileşme ile özdeş bir kentleşme sürecini yaşamışlardır. Oysa gelişmekte olan ülkelerin kentleşme süreçleri sanayileşmeye dayanmaktan çok, sanayileşmenin önünde gitmektedir. Dengeli ve dengesiz kentleşmenin üçüncü farklılığı toplumsal niteliklidir. Kentleşme toplumun ekonomik ve sosyal yapı değişiminden kaynaklanmaktadır. Ancak kentleşme daha sonra toplumsal değişmeyi etkileyen bir unsur haline gelmektedir. Kentlerde oluşan yenilikler kırsal alana yayılmaktadır. Böylece kentler birer yenilik merkezi haline gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, bu değişimin geçerli olmadığı görülmektedir. Bu ülkelerde kentleşme toplumsal gelişmeyi etkileyen bağımsız bir değişken olamamaktadır. Dengesiz kentleşme; ekonomik yaşamdan toplumun kültür yaşamına değin bir çok alanda tıkanmalara, darboğazlara ve toplumsal sürtüşmelere yol açabildiği görülmektedir. Bu sorunlar ekonomik ve toplumsal sorunlar olarak iki ana grupta toplanabilir. Ekonomik Sorunlar: -İşsizlik ve marjinal sektörde yoğunlaşan istihdam; -Sektörlerarası dengesizlik; -Bölgelerarası kentleşmede dengesizlik; -Altyapı hizmetlerinde tıkanma; -Gecekondulaşmadır. Toplumsal Sorunlar ise; -Çevrenin tahribi, fiziksel plansızlık ve yerleşim düzensizliği; -Gelir dağılımında adaletsizlik; -Toplumsal sınıflaşmanın artması; -Kültürel değişim ve kültür boşluğu; -Toplum hayatında çözülmedir. V. KENTLEŞME POLİTİKALARI Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçlerine ilişkin açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kentleşme, ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişme arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Dengeli kalkınma sürecinde kentleşme, sanayileşme ile koşut gerçekleşirken ekonomik kalkınmayı hızlandırıcı bir işlev görmektedir. Ayrıca bu tür bir süreçte kentleşme toplumsal değişme ve gelişmenin bağımsız bir değişkeni haline gelmektedir. Dengesiz kentleşme sürecinde ise, kentleşmenin olumsuz etkilerinin ağır basması söz konusu olabilmektedir. Böylece de bu süreci yaşayan ülkelerde kentleşmeden kaynaklanan ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunlara çözüm yolu bulunabilmesi ise ülkenin kentleşme sürecini olumlu yönde değiştirmeyi amaçlayan politikaların uygulanması ile olanaklı olabilmektedir. Kentleşme politikası “köylerden kentlere olan nüfus akınlarının hızını, biçimini, coğrafi dağılışını, ülkenin kalkınmasına yardım edecek biçimde etkileyen eşgüdümlü politikaların tümüdür”. Bu kapsamdaki bir kentleşme politikası tüm diğer sektörel politikalarla ilişkili bulunmaktadır. Özellikle de bu politikalardan nüfusa, kırsal kesime ve kentsel toprak kullanımına ilişkin politikalar önem kazanmaktadır. Makro ölçekte kentleşmeye yönelik politikalar beş grupta toplanabilir. Bunlar; a. Serbest piyasa düşüncesine dayalı politika; b. Kırsal nüfusu kırda tutmaya yönelik politika; c. Yaygınlaştırma politikası; d. Metropol yaratma politikası: yoğun kentleşme; e. Orta yol politikası: merkeziyetçi yaygınlaştırma politikalarıdır. A. SERBEST PİYASA DÜŞÜNCESİNE DAYALI POLİTİKA Bazı ülkeler, kentleşmenin hızını ve biçimini arz ve talep yasalarının etkilerine açık tutmak eğilimindedirler. Nitekim böyle bir uygulamada temel görüş olarak kentleşmenin hızını ve biçimini etkilemenin güç ve maliyetli olduğu savunulmakta ve kentleşme sürecine müdahale edilmemesi öne sürülmektedir.Günümüzde, birçok toplumsal ve ekonomik politikalar alanında olduğu gibi, kentleşme konusunda da “bırakınız yapsınlar” felsefesi artık geçerli değildir. Nitekim kamu otoriteleri kentleşme sürecine çeşitli araçlarla müdahale ederek, sürecin ekonomik yararlarını arttırma ve toplumsal sakıncalarını giderme yollarını aramaktadırlar. B. NÜFUSU KIRDA TUTMAYA YÖNELİK POLİTİKA Bazı ülkeler kentleşme hızını kesmeyi ve kentlere akın eden nüfusun bir kısmını köylere geri çevirmeyi denemişlerse de bu çabalar başarısız olmuştur. Bunun yerine köy kalkınması toprak ve tarım reformu gibi önlemlerle köylünün köyde kalmasına çalışan ülkelerde bulunmaktadır. Toprak ve tarım reformu, geniş anlamda toprak ile onu işleyenler arasındaki tüm ilişkileri iyileştirmek amacıyla devletçe alınan her türlü önlem ve yapılan uygulamalardır. Bu önlem ve uygulamalar, köylerde yaşayanların sosyo-ekonomik değişimler yolu ile refah düzeylerinin arttırılmasını kapsamaktadır. Bu nedenle, kırsal nüfusun belirli bir tarım alanının sahibi yapılarak yaşam güvencelerinin sağlanmasının yanısıra, bu kesimin konut, sağlık, eğitim, ulaşım, v.b. gereksinmelerinin uygun bir düzeyde karşılanması önem kazanmaktadır. Kırsal nüfusun kentlere göçünün durdurulabilmesi için, tarıma dayalı sanayilerin gelişmesinin teşvik edilmesi, emek yoğun sanayilerin kırsal kesimde kurulmasının teşvik edilmesi gerekmektedir.Ayrıca kırsal kesimde el sanatlarının geliştirilmesiyle gelir getirici projelerin desteklenmesi yoluna gidilebilir. Böylece kırsal kesimde tarım dışındaki alanlarda da iş bulabilen fazla nüfus için kırın iticiliği azalacağından kente yöneliş azalabilecektir. C. YAYGINLAŞTIRMA POLİTİKASI Bu politika, nüfusun bir veya bir kaç büyük kentte yağılması yerine bütün yurt düzeyine dağılmasını ve yerleşme yapısına dengeli bir biçim vermeyi amaçlayan bir politikadır. Bu politika ile ekonomik ve insan kaynaklarının bütün coğrafi bölgelere dağılmasına çalışılmaktadır. Köy, kasaba ve küçük kentlerin sanayileştirilmesi; büyük metropollerin yeni sanayilere kapatılması, hatta bazılarının buralardan uzaklaştırılması bu politika uygulamasının örneklerindendir. Hindistan, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin bu yönde kentleşme politikaları uygulamışlardır. Kentlerin, büyümesinin yarattığı yaşam zorluklarının azaltılması ve hizmet maliyetlerini düşürmek amacıyla “Bahçe Kentler” düşüncesi öne sürülmüştür. Ebenezer Howard´ın bahçe kentler düşüncesi İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere´de “Yeni Kent” adıyla uygulamaya konulmuştur. 1940´lı yıllarda nüfusu 10 milyonu bulan Londra´ya olan göçü önlemeyi amaçlayan ve sayıları 10´u bulan yeni kentler Londra´nın civarında kurulmuştur. Bugün sayıları 40´a yaklaşan ve çoğunda nüfusun 100 bin kişiyi aşmadığı (ortalama 40-50 bin kişilik) kentlerde; kentlerin teknik ve ekonomik olanakları ile kırın huzuru, sessizliği, yeşilliği, v.b. olanakları biraraya getirilmiştir. Günümüzde ayrıca “genişletilmiş kentler” (expended towns) uygulamasına da geçilmiştir. Bu uygulama ile büyük kentler çevresindeki köy veya küçük yerleşme merkezleri geliştirilerek, büyük kentlere nüfus akımının durdurulması amaçlanmaktadır. Yeni kentlere benzer bir diğer uygulama ise “uydu kent” veya “yatakhane kent”lerdir. Bu kentlerde yaşayanlar, çalışma ve alışveriş etkinlikleri için ana kente bağımlıdırlar. Yatakhane (uydu) kent ise oturma işlevi için kullanılmaktadır. D. METROPOL YARATMA POLİTİKASI (YOĞUN KENTLEŞME) Bu politika da, yaygınlaştırma politikasının tersine, kentleşme büyük kentlere yöneltilerek büyük metropoller yaratılması amaçlanmaktadır. Nitekim böyle bir politikanın uygulandığı azgelişmiş ülkelerde, kentleşme süreci birkaç büyük kentin ülkenin tüm kaynaklarını ve nüfusun büyük bir kısmını bünyesinde toplamasına yol açmaktadır. Tek Büyük Kent Yasası´na uygun olarak oluşan bu kentleşme biçimi, kalkınmanın ilk aşamasında (kalkış aşamasında) bazı ekonomik üstünlükler sağlamakla birlikte, daha sonraki aşamalarda bölgesel dengesizlikleri arttırabilmekle ve toplumsal sorunlar yaratabilmektedir. E. ORTA YOL POLİTİKASI (MERKEZİYETÇİ YAYGINLAŞTIRMA) Son yıllarda bazı ülkelerde, kentleşme sürecinde yaygınlaştırma ve merkezileştirme (metropolitenleşme) arasında üçüncü bir yol izlenmektedir. Orta yol politikası ile, bir yandan ekonomik rasyonellik sağlanmaya çalışılırken, diğer yandan toplumsal adalet ilkeleri yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda da, yaygınlaştırma gereği benimsenmekle birlikte, kalkınma için büyük kentlerin varlığı da zorunlu kabul edilmektedir. Böylece de ekonomik etkinliklerin ve nüfusun, en büyük kent dışındaki bazı kent merkezlerinde yoğunlaştırılmasına çalışılmaktadır. Lloyd Rodwin´in “ Merkeziyetçi Yaygınlaştırma” adını verdiği politika; ekonomik ve toplumsal kalkınmada kentleşmeden yararlanmayı olanaklı kılacak çekim veya büyüme merkezleri düşüncesiyle benzer bir düşünceyi taşımaktadır. SONUÇ Herhangi bir ülkede uygulanacak kentleşme politikasının ve bu bağlamda göçe yönelik politikaların hangisi olacağı kuşkusuz o ülkenin kendi özel koşullarına bağlıdır. Nitekim bu konuda her ülke için ve her zaman geçerli reçeteler sunmak olanağı yoktur. Ancak az gelişmiş ülkelerde; tüketime dayalı kentleşmenin yarattığı dev kentlerin, yerleşme yapısına çarpık ve dengesiz bir biçim verdiği söylenebilir. Bu ülkeler için, çeşitli büyüklüklerde kentlerden oluşan ve ülkenin tüm üretim güçlerini harekete geçirebilecek dengeli kentsel kademelemeyi yaratabilecek bir kentleşme politikasının, gereksinmeleri daha iyi karşılayan ve uygun bir politika olacağı söylenebilir. Bu bağlamda kentlere olan göçü önleyebilmenin anahtarının başta toprak reformu olmak üzere, kırsal kesime yönelik iyileştirici poltikalarda olduğu unutulmamalıdır.