KENTLEŞME VE GÖÇ Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın

advertisement
KENTLEŞME VE GÖÇ
Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın “avcılık ve çobanlık” evresinden “yerleşik hayata”
geçiş dönemine kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda da kentlerin ortaya çıkışı uygarlıkların doğuşu
ile özdeşleşmektedir. Nitekim uygarlık, organize edilmiş bir toplumsal yaşam olarak
tanımlandığında, bu yaşam biçimini yoğun olarak kentlerde görmek olasıdır.
Antik çağlarda bazı kent yerleşmelerinin olduğu bilinmekle beraber, bu kentlerin büyüklüklerine
ilişkin fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak M.Ö. 6. ve 4. yüzyıllarda nüfusu 100.000 den fazla
olan Babil, Syracuse, Roma, Atina gibi kentlerin olduğu bilinmektedir. Bu dönemde
yerleşimdeki en önemli etken uygun doğal koşullar olmuştur. Ortaçağda da hızlı bir kentleşme
yaşanmamıştır. Bu dönem kentlerinde ya siyasal ve kültürel işlevler ya da sadece ekonomik
işlevler egemen olmuştur. Kentleşme sürecinin hız kazanmasında en önemli etken sanayi
devrimi olmuştur. İngiltere´de başlayan sanayi devrimi belirli aralıkla, Almanya, Fransa, İsviçre,
Belçika gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Batı´da Sanayi Devrimi ile başlayan bu değişim
iki yüzyıl sürmüş, günümüzde ise bu toplumlar bir kent toplumu haline dönüşmüşlerdir.
Kentleşme, günümüz toplumlarının başlıca özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Nitekim
günümüzde toplumların kentleşme oranları gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi olarak
kullanılmaktadır. Çünkü sanayi devrimi sonrası kentleşme, sanayileşmenin bir yan ürünü olarak
gerçekleşmektedir. Bu bağlamda da kentleşme ve sanayileşme birbiriyle yakından ilişkili iki olgu
olarak kabul edilmektedir. Henri Pirenne “Ortaçağ Kentleri” adlı ünlü kitabında bu ilişkiyi şöyle
açıklar:
Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve sanayiden bağımsız olarak gelişmemiştir. Ne antik
çağda ne de modern zamanlarda bu kuralın dışında kalan bir durum olmamıştır...
Bu evrensellik, zorunlulukla açıklanmaktadır. Gerçekten, bir kent grubu, ancak yiyecek
maddelerini dışarıdan getirerek yaşayabilir. Ancak, bu dışalımın, buna denk düşen ya da
bununla eşdeğerdeki mamul ürünlerin dışsatımıyla dengelenmesi zorunludur. Böylece, kentle
çevresindeki kırsal bölge arasında sıkı bir hizmet ilişkisi kurulur. Bu karşılıklı bağımlılığın
sürdürülmesi için ticaret ve sanayi vazgeçilmez öğelerdir; sürekli alışverişi sağlamak için
birincisi, değişim amacıyla mal sağlamak için de ikincisi olmasaydı kent yok olup giderdi.
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi kentleşme sanayileşmenin bir yan ürünü olduğu kadar,
tarımsal gelişmeyle de yakından ilişkilidir. Nitekim sanayi etkinliklerin yoğunlaşması sonucu
kentlerin giderek büyümesi tarımda verim artışının sağlanması ile olanaklı olabilmiştir. XVI. ve
XVII. yüzyıllarda Batı Avrupa´da tarımsal yapıda ortaya çıkan değişmeler kentleşme ile
sonuçlanmıştır. XIX. yy. Batı Avrupa´da sanayileşme, kentleşme ve ticaretin gelişme çağı
olmuştur. XX. yy. ise gelişme halindeki ülkelerin bir çoğunda kentleşme olgusunun yoğun bir
biçimde yaşandığı yüzyılı oluşturmaktadır.
I.KENTLEŞME’NİN TEMEL
ÖZELLİKLERİ
Kentleşme olgusunun temel özelliği nüfusun belirli bir alanda yoğunlaşmasıdır. Bu anlamda ve
dar bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun
artışını içerir. Bu tanımlamayla kentleşme sadece bir demografik olaydır. Bu demografik nitelikli
olay, nüfus artışı veya kırsal kesimden kentsel alanlara göç yoluyla gerçekleşir.Kentleşme olgusu
sadece basit bir demografik olay değildir. Bu olguyu yaratan nedenlerin yanısıra, bu olgunun
sonucunda ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişmeler söz konusudur. Bu neden sonuç ilişkilerini
kapsayacak biçimde ve geniş bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme aşağıdaki biçimde
tanımlanabilir:
Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin
büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve
uzmanlaşma yaratan insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir
nüfus birikim sürecidir.
Kentleşmenin bu geniş tanımından hareketle, bu olgunun bazı temel özelliklerinin saptanması
olanaklıdır. Öncelikle kentleşme bir değişimi, bir süreci içeren devingen bir kavramdır.
Kentleşmenin bu özelliği kentleşme ile kentleşme düzeyi (oranı) kavramlarının ayrı anlamlarda
kullanılmasına yol açmaktadır. Kentleşme düzeyi, bir ülke veya bölgede belirli bir anda belirli
bir tanıma göre kent sayılan yerleşme yerlerinde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranıdır. Bu
bağlamda kentleşme oranı durağan (statik) bir içerik taşımaktadır. Bu anlamda kentleşme, belirli
bir ülke veya bölgenin, belirli bir zaman diliminde kentleşme oranında meydana gelen değişme
olarak tanımlanabilir.
Kentleşme olgusunun ikinci temel özelliği, demografik bir süreci içermesidir. Bu süreç kentsel
alanlarda doğum oranlarının ölüm oranlarından fazla olmasının yanısıra, kırsal alanlardan
kentlere gelenlerle yani göçler yoluyla gerçekleşmektedir. Kuşkusuz bu demografik
hareketlenmede kırsal alanlardaki yapı değişiminin yanısıra kentsel alanlardaki gelişmenin etkisi
önemli olmaktadır.
Kentleşme olgusunun üçüncü temel özelliği ekonomik niteliklidir. Öncelikle kentleşme,
sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda da bir
yandan kırsal kesimde verimlilik artışına paralel olarak tarımsal yapı değişime uğrarken, diğer
yandan kırsal kesimden kentsel kesime nüfus aktarımı gerçekleşmektedir. Böylece de istihdam
içinde sanayi ve hizmetlerin payı artarken, tarımın payı azalmaktadır. Bu gelişime paralel
olarakda toplumlar tarım toplumundan sanayi toplumu olmaya yönelmektedirler. Böylece de
kentleşmeyle birlikte toplumların ekonomik niteliği değişmektedir.
Kentleşmenin dördüncü temel özelliği de “...insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü
değişikliklere yol açan...” bir süreç olmasıdır. Bu bağlamda da kentleşme bir toplumsal değişim
ve biçimlenme sürecini kapsamaktadır. Kentleşme tarımsal yapıdaki ve sanayideki değişmelerin
ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Ancak kentleşme aynı zamanda toplumsal değişme sürecini önemli
ölçüde etkileyen ve bazı toplumlarda hızlandırabilen bir olgudur. Bu değişim içinde insan
ilişkileri yeniden düzenlenirken, ilişkiler çıkar dengesine dayalı olarak kurulmaktadır. Ayrıca bu
ilişkilerde bireyci ve akılcı tutumlar egemen hale gelmektedir. Böylece de kırsal kesimden kente
göçenlerde bir "kentlileşme" süsüreci başlamaktadır. Kentlileşme, kentleşmenin toplumsal
değişme boyutunu yani kentleşme sürecinde yer alan insanlardaki değişmeyi tanımlar. Bu
bağlamda kentlileşme “...kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların
davranışlarında ve ilişkilerinde değer yargılarında, tinsel (manevi) ve özdeksel (maddi) yaşam
biçimlerinde değişiklikler yaratma süreci..” olarak tanımlanabilmektedir.Kentleşme süreci
içerisinde kentlileşen insan ekonomik ve sosyal açıdan iki boyutta değişime
uğramaktadır.Ekonomik açıdan kentlileşme, kişinin geçimini tamamen kentte ve kente özgü
işlerde sağlayacak duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal açıdan kentlileşme ise, kır kökenli
insanların kente özgü tavır ve davranış biçimlerini, toplumsal ve manevi değer yargılarını
benimsemesi ile gerçekleşebilmektedir.
Kentleşme sürecinin beşinci temel özelliği yönetimsel bir örgütlenme sürecini de içermesidir.
Kentleşme sürecindeki hızlanmaya paralel olarak kentlerdeki büyüme de hızlanmıştır. Hızla
büyüyen kentlerde sorunlarda hızla artış göstermektedir. Böylece artan sorunlara çözüm
bulmak amacıyla yeni yönetimsel örgütlenmelere gidilmektedir. Büyük kent yönetimi
biçimindeki örgütlenmeler bu değişimin tipik bir örneğidir. Ayrıca kentleşme sonucu nüfusun
büyük kısmının kentlerde yaşar hale gelmesi, merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin yetki
paylaşımının tartışılmasına ve bu bağlamda yerel özerkliğin arttırılması taleplerinin artmasına
yol açmaktadır.
II. KENTLEŞME SÜRECİ:
Kentleşme olgusunun temel özelliklerini saptarken de belirtildiği gibi, kentleşme bir süreçtir.
Süreç “bir birlik ve bir düzen ortaya koyan, bir sonuca yönelik olgular ve işlemler dizisidir”.
Kentleşme süreci ise, çözülme, yoğunlaşma ve akım olaylarının gerçekleştiği iki uçlu olgular
bütünüdür. Sürecin bir ucunda çözülmenin gerçekleştiği kır bulunurken, diğer ucunda ise
yoğunlaşmanın bulunduğu kent bulunmaktadır. Akım ise, bu çözülme ve yoğunlaşma olgularının
özelliklerine uygun ve bunlara bağımlı olarak kır ile kent arasında iki yönlü olarak
gerçekleşmektedir. Nitekim bu üç olgunun işleyiş biçimi ilgili ülkedeki kentleşme sürecinin
işleyiş biçimini oluşturmaktadır.
A. KIRDA ÇÖZÜLME
Herhangi bir ülkede kentleşme sürecinin başlayabilmesi öncelikle tarımda verim artışı ile
olabilmektedir. Böylece tarım kesimi tarımdışı faaliyetlerde bulunan kişilerin beslenmesi için
gerekli gıdasal ürünleri üretebilecek düzeye ulaşabilmektedir. Tarımda verim artışı; üretim
teknolojisindeki değişme, işletme büyüklüklerinin arttırılması, teknik ve sosyal altyapı sisteminin
geliştirilmesi ile sağlanabilmektedir.
Tarımda üretim teknolojisinin değişiminin en tipik örneği insangücü yerine makina kullanımıdır.
Bu değişim, emek yoğun teknolojiden makina yoğun teknolojiye geçişi içerir. Tarımda makina
yoğun teknoloji kullanımının en önemli sonucu, tarım sektöründe çalışanların sayısını
azaltmasıdır. Ayrıca tarımda makinalaşma bir yandan tarımsal işletmeleri belirli ürünlerde
uzmanlaşmaya yönlendirirken, diğer yandan tarımcıyı modern üretim tekniklerini kullanmaya
teşvik edebilmektedir.
Tarımda verim artışına yol açan etkenler, tarım kesiminde bir değişime yol açabilmektedir. Bu
değişimle birlikte kırda çözülme olgusu da başlayabilmektedir. Tarım kesimine yeni
teknolojilerin girmesi, entansif tarıma geçiş, işletme büyüklüklerinin artması veya azgelişmiş
ülkelerde olduğu gibi miras yoluyla toprakların parçalanarak işletmelerin küçülmesiyle birlikte
topraktan fiilen veya hukuken kopan bir nüfus fazlası ortaya çıkmaktadır. Bu fazlalık, hızlı nüfus
artışıyla daha da artmakta ve kırdaki çözülmenin en somut nedenini oluşturmaktadır.
B. KENTTE YOĞUNLAŞMA
Kentteki yoğunlaşma olgusu, kent olarak saptanan birim alanda oturan ve yığışım nitelikli bir
nüfus varlığını ifade etmektedir. Bu yoğunlaşmaya kırsal kesimden kopan nüfus fazlasının
göçünün yanısıra kentlerdeki nüfus artışının yüksek olması da yol açabilmektedir. Kırsal
kesimdeki nüfus fazlasının kentlere yönelişindeki temel etken kentlerde yaratılan iş olanaklarıdır.
Buna ek olarak, kentsel nüfusun gereksinim duyacağı barınma, eğitim, sağlık, ulaşım v.b.
olanaklar nüfus fazlasının kentlere akım hızını önemli ölçüde etkileyebilmektedir.
C. KIR VE KENT ARASI AKIMLAR
Kır ve kent arasındaki akım iki yönlüdür. Bir yandan nüfus ve ekonomik kaynaklar kırdan kente
akarken, farklı nicelik ve nitelikte olmakla birlikte, diğer yandan kentten kıra nüfus ve kaynak
akımının olması düşünülebilir. Nitekim bu karşılıklı akım için de bilgi birikimi, kültürel değerler
ve gereksinmelerde taşınır. Tarım kesiminden, kentsel alanlardaki sanayi ve hizmetler
kesimlerine kaynak aktarılırken, tarımda oluşan değerler tarım dışı üretimin geliştirilmesinde
kullanılır. Bununla birlikte sanayi ve hizmetler kesimlerinden de tarıma kaynak aktarılması söz
konusu olabilir.
Özetle, kentleşme süreci, kırda çözülme olayının bir sonucu olarak, kentte yoğunlaşma sonucunu
yaratan ve aynı zamanda kır ve kent arasında nüfus ve kaynak akımlarına yol açan bir süreçtir.
Nitekim bu süreç bir ülkenin ekonomik, teknolojik, siyasal ve psiko-sosyolojik yapısından
etkilenir. Diğer bir anlatım ile, kentleşme hareketine bir ülkedeki bu etmenler etki etmekte ve
kentleşmenin boyutunu belirleyici nedenleri oluşturmaktadır. Kuşkusuz bu etmenler birbirinden
etkilenen, içiçe olan etmenlerdir ve birbirlerinden ayrılmaları düşünülemez.
III. KENTLEŞME NEDENLERİ
Kentleşme sürecine ilişkin açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kentleşmeye yol açan nedenler,
kırsal kesimde ortaya çıkan fazla nüfusu buralardan iten etkenlerin yanısıra bu fazla nüfusu
kentlere çeken etkenler olmaktadır. Diğer bir anlatım ile kentleşme olgusu itici ve çekici etkenler
kapsamında gerçekleşmektedir. Ayrıca bu iki etken grubunun etkinliğini arttırıcı rol oynayan
iletici etkenlerde bulunmaktadır.
İtici etmenler, kırsal nüfusu yerleşim yerinden iten ve tarım kesiminin içinde bulunduğu olumsuz
koşullardan kaynaklanan etmenlerdir. İtici etmenler kapsamında, nüfusu kırdan iten nedenler
şöyle sıralanabilir.
-Nüfus baskısı;
-Toprak reformunun yapılmaması nedeniyle toprak yetersizliği ve dağılımın kötülüğü;
-Gizli işsizlik;
-Eksik istihdam;
-Düşük verimlilik;
-Tarım reformu ve makinalaşma;
-Mevsim dışı ekonomik etkinlik yetersizliği;
-Doğal afetler;
-Eğitim ile artan hareketlilik;
-Tarımsal politikalar;
-Tarım arazisinin özellikleri, iklim koşulları ve erozyon.
Çekici etmenler kapsamında kırsal nüfus fazlasını kente yönelten tüm nedenler yer almaktadır.
Bu nedenlerden başlıcaları şunlardır:
-Köy ile kent arasındaki gelir farklılığı;
-Daha iyi ve ileri eğitim olanağı;
-Kentin cazibesi;
-İş bulabilme ümidi;
-Daha ileri hayat standardı;
-Çağdaş sağlık hizmetleri;
-Ulaşım olanakları.
İletici etmenler ise, itici ve çekici etmenlerin etkinliğini arttırıcı bir işlev görmektedirler. Bu
etmenler işlevlerini yerine getirirken diğer iki etmenin işleyişine bağlı kalmaktadır. Bu etmenler
içinde kır ve kent arasındaki iletişime olanak sağlayan ulaşım ve haberleşmedeki gelişmeler
sayılabilir.
.
IV. DENGELİ VE DENGESİZ
KENTLEŞME
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme süreçlerinin başlangıcı farklı zamanlarda
olduğu gibi, farklı özellikler içermektedir.Gelişmiş ülkeler geçen yüzyılda sanayileşme ile
özdeşleşen kentleşme sürecini yaşarken, günümüzün gelişmekte olan ülkeleri ise sanayileşmeden
önde giden bir kentleşme sürecini yaşamaktadır. Birinci grup ülkelerde yaşanan ve
sanayileşmeyi izleyen kentleşme sürecine “dengeli kentleşme” denilmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerdeki kentleşme sürecine ise “dengesiz kentleşme” denilmektedir.
Kentleşme sürecindeki denge kavramı kırsal kesimdeki çözülme sonucu “fazla” durumuna gelen
nüfusun kentsel alanlardaki istihdam biçimlerini tanımlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde kentleşme
süreci, nüfusun tarımdan sanayi ve hizmet sektörüne daha sonra tarım ve sanayiden hizmet
sektörüne kayarak gerçekleştiğinden bir denge unsurunu içermiştir. Oysa günümüzün gelişmekte
olan ülkelerindeki kentleşme sürecinde bu özellik kaybolduğundan fazla nüfus tarımdan doğruca
hizmet kesimine ( marjinal sektöre ) aktarılmaktadır. Böylece de bu ülkelerde, kentlerden
bazıları hızla büyürken, sanayileşmenin önünde giden dengesiz bir kentleşme süreci
yaşanmaktadır.
Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçleri arasında demografik, ekonomik ve toplumsal nitelikli
farklılıklar bulunmaktadır. Kentleşme olgusuna tarihsel gelişim içinde bakıldığında demografik
etmenlerin bu sürecin biçimlenmesinde önemli bir rol oynadığı görülmektedir.Gelişmiş ülkelerin
büyük kentlerinde XIX. yy´ın sonlarına kadar genel olarak ölüm oranlarının doğum oranlarının
üzerinde seyretmesi nedeniyle doğal nüfus artışının azaldığı görülmüştür. Dolayısıyla bu
ülkelerde kentleşme çok büyük ölçüde kırsal alanlardan kentlere olan göçün etkisini taşımıştır.
Bu bağlamda bu ülkelerdeki nüfus artışının ve köy kent arası doğurganlık farklılıklarının
kentleşmede önemli bir rol oynamadığı görülmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin kentleşme sürecini gelişmiş olan ülkelerin kentleşme sürecinden
ayıran önemli özelliklerden birincisi, XX. yüzyılın bir nüfus patlaması yüzyılı olmasıdır. Böylece
de gelişmekte olan ülkelerin kentleşmesi bir nüfus artışı baskısı altında gerçekleşmektedir.
Tıptaki ilerlemeler sonucu II. Dünya Savaşı sonrasında doğum oranları artış göstermiştir. Bu
artış gelişmekte olan ülkelerde sanılanın aksine kentlerde daha fazla olmuştur. Ayrıca kentlerde
ölüm oranlarının köylere oranla düşük olması, kentsel doğal nüfus artışının köylere oranla daha
fazla olmasına yol açmıştır. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerde kentsel nüfus artışı
göçlerden ziyade kentsel doğal nüfus artışının baskısıyla oluşmaktadır.
Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçleri arasındaki ikinci farklılık ekonomik niteliklidir. Dengeli
kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde bu süreç sanayide yaratılan istihdam olanaklarının tarımsal
işgücü fazlasını büyük kentlerde sanayide çalışmak üzere harekete geçirmesiyle gerçekleşmiştir.
Değişen ekonomik yapıyla birlikte istihdamın büyük kısmı hizmetlerde toplanmıştır. Böylece bu
ülkeler sanayileşme ile özdeş bir kentleşme sürecini yaşamışlardır. Oysa gelişmekte olan
ülkelerin kentleşme süreçleri sanayileşmeye dayanmaktan çok, sanayileşmenin önünde
gitmektedir.
Dengeli ve dengesiz kentleşmenin üçüncü farklılığı toplumsal niteliklidir. Kentleşme toplumun
ekonomik ve sosyal yapı değişiminden kaynaklanmaktadır. Ancak kentleşme daha sonra
toplumsal değişmeyi etkileyen bir unsur haline gelmektedir. Kentlerde oluşan yenilikler kırsal
alana yayılmaktadır. Böylece kentler birer yenilik merkezi haline gelmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde ise, bu değişimin geçerli olmadığı görülmektedir. Bu ülkelerde kentleşme toplumsal
gelişmeyi etkileyen bağımsız bir değişken olamamaktadır.
Dengesiz kentleşme; ekonomik yaşamdan toplumun kültür yaşamına değin bir çok alanda
tıkanmalara, darboğazlara ve toplumsal sürtüşmelere yol açabildiği görülmektedir. Bu sorunlar
ekonomik ve toplumsal sorunlar olarak iki ana grupta toplanabilir.
Ekonomik Sorunlar:
-İşsizlik ve marjinal sektörde yoğunlaşan istihdam;
-Sektörlerarası dengesizlik;
-Bölgelerarası kentleşmede dengesizlik;
-Altyapı hizmetlerinde tıkanma;
-Gecekondulaşmadır.
Toplumsal Sorunlar ise;
-Çevrenin tahribi, fiziksel plansızlık ve yerleşim düzensizliği;
-Gelir dağılımında adaletsizlik;
-Toplumsal sınıflaşmanın artması;
-Kültürel değişim ve kültür boşluğu;
-Toplum hayatında çözülmedir.
V. KENTLEŞME POLİTİKALARI
Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçlerine ilişkin açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kentleşme,
ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişme arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Dengeli
kalkınma sürecinde kentleşme, sanayileşme ile koşut gerçekleşirken ekonomik kalkınmayı
hızlandırıcı bir işlev görmektedir. Ayrıca bu tür bir süreçte kentleşme toplumsal değişme ve
gelişmenin bağımsız bir değişkeni haline gelmektedir. Dengesiz kentleşme sürecinde ise,
kentleşmenin olumsuz etkilerinin ağır basması söz konusu olabilmektedir. Böylece de bu süreci
yaşayan ülkelerde kentleşmeden kaynaklanan ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar ortaya
çıkabilmektedir. Bu sorunlara çözüm yolu bulunabilmesi ise ülkenin kentleşme sürecini olumlu
yönde değiştirmeyi amaçlayan politikaların uygulanması ile olanaklı olabilmektedir.
Kentleşme politikası “köylerden kentlere olan nüfus akınlarının hızını, biçimini, coğrafi
dağılışını, ülkenin kalkınmasına yardım edecek biçimde etkileyen eşgüdümlü politikaların
tümüdür”. Bu kapsamdaki bir kentleşme politikası tüm diğer sektörel politikalarla ilişkili
bulunmaktadır. Özellikle de bu politikalardan nüfusa, kırsal kesime ve kentsel toprak
kullanımına ilişkin politikalar önem kazanmaktadır. Makro ölçekte kentleşmeye yönelik
politikalar beş grupta toplanabilir. Bunlar;
a. Serbest piyasa düşüncesine dayalı politika;
b. Kırsal nüfusu kırda tutmaya yönelik politika;
c. Yaygınlaştırma politikası;
d. Metropol yaratma politikası: yoğun kentleşme;
e. Orta yol politikası: merkeziyetçi yaygınlaştırma politikalarıdır.
A. SERBEST PİYASA DÜŞÜNCESİNE DAYALI
POLİTİKA
Bazı ülkeler, kentleşmenin hızını ve biçimini arz ve talep yasalarının etkilerine açık tutmak
eğilimindedirler. Nitekim böyle bir uygulamada temel görüş olarak kentleşmenin hızını ve
biçimini etkilemenin güç ve maliyetli olduğu savunulmakta ve kentleşme sürecine müdahale
edilmemesi öne sürülmektedir.Günümüzde, birçok toplumsal ve ekonomik politikalar alanında
olduğu gibi, kentleşme konusunda da “bırakınız yapsınlar” felsefesi artık geçerli değildir.
Nitekim kamu otoriteleri kentleşme sürecine çeşitli araçlarla müdahale ederek, sürecin ekonomik
yararlarını arttırma ve toplumsal sakıncalarını giderme yollarını aramaktadırlar.
B. NÜFUSU KIRDA TUTMAYA YÖNELİK POLİTİKA
Bazı ülkeler kentleşme hızını kesmeyi ve kentlere akın eden nüfusun bir kısmını köylere geri
çevirmeyi denemişlerse de bu çabalar başarısız olmuştur. Bunun yerine köy kalkınması toprak ve
tarım reformu gibi önlemlerle köylünün köyde kalmasına çalışan ülkelerde bulunmaktadır.
Toprak ve tarım reformu, geniş anlamda toprak ile onu işleyenler arasındaki tüm ilişkileri
iyileştirmek amacıyla devletçe alınan her türlü önlem ve yapılan uygulamalardır. Bu önlem ve
uygulamalar, köylerde yaşayanların sosyo-ekonomik değişimler yolu ile refah düzeylerinin
arttırılmasını kapsamaktadır. Bu nedenle, kırsal nüfusun belirli bir tarım alanının sahibi yapılarak
yaşam güvencelerinin sağlanmasının yanısıra, bu kesimin konut, sağlık, eğitim, ulaşım, v.b.
gereksinmelerinin uygun bir düzeyde karşılanması önem kazanmaktadır.
Kırsal nüfusun kentlere göçünün durdurulabilmesi için, tarıma dayalı sanayilerin gelişmesinin
teşvik edilmesi, emek yoğun sanayilerin kırsal kesimde kurulmasının teşvik edilmesi
gerekmektedir.Ayrıca kırsal kesimde el sanatlarının geliştirilmesiyle gelir getirici projelerin
desteklenmesi yoluna gidilebilir. Böylece kırsal kesimde tarım dışındaki alanlarda da iş bulabilen
fazla nüfus için kırın iticiliği azalacağından kente yöneliş azalabilecektir.
C. YAYGINLAŞTIRMA POLİTİKASI
Bu politika, nüfusun bir veya bir kaç büyük kentte yağılması yerine bütün yurt düzeyine
dağılmasını ve yerleşme yapısına dengeli bir biçim vermeyi amaçlayan bir politikadır. Bu
politika ile ekonomik ve insan kaynaklarının bütün coğrafi bölgelere dağılmasına çalışılmaktadır.
Köy, kasaba ve küçük kentlerin sanayileştirilmesi; büyük metropollerin yeni sanayilere
kapatılması, hatta bazılarının buralardan uzaklaştırılması bu politika uygulamasının
örneklerindendir. Hindistan, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin bu yönde kentleşme politikaları
uygulamışlardır.
Kentlerin, büyümesinin yarattığı yaşam zorluklarının azaltılması ve hizmet maliyetlerini
düşürmek amacıyla “Bahçe Kentler” düşüncesi öne sürülmüştür. Ebenezer Howard´ın bahçe
kentler düşüncesi İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere´de “Yeni Kent” adıyla uygulamaya
konulmuştur. 1940´lı yıllarda nüfusu 10 milyonu bulan Londra´ya olan göçü önlemeyi
amaçlayan ve sayıları 10´u bulan yeni kentler Londra´nın civarında kurulmuştur. Bugün sayıları
40´a yaklaşan ve çoğunda nüfusun 100 bin kişiyi aşmadığı (ortalama 40-50 bin kişilik) kentlerde;
kentlerin teknik ve ekonomik olanakları ile kırın huzuru, sessizliği, yeşilliği, v.b. olanakları
biraraya getirilmiştir. Günümüzde ayrıca “genişletilmiş kentler” (expended towns) uygulamasına
da geçilmiştir. Bu uygulama ile büyük kentler çevresindeki köy veya küçük yerleşme merkezleri
geliştirilerek, büyük kentlere nüfus akımının durdurulması amaçlanmaktadır. Yeni kentlere
benzer bir diğer uygulama ise “uydu kent” veya “yatakhane kent”lerdir. Bu kentlerde yaşayanlar,
çalışma ve alışveriş etkinlikleri için ana kente bağımlıdırlar. Yatakhane (uydu) kent ise oturma
işlevi için kullanılmaktadır.
D. METROPOL YARATMA POLİTİKASI (YOĞUN
KENTLEŞME)
Bu politika da, yaygınlaştırma politikasının tersine, kentleşme büyük kentlere yöneltilerek büyük
metropoller yaratılması amaçlanmaktadır. Nitekim böyle bir politikanın uygulandığı azgelişmiş
ülkelerde, kentleşme süreci birkaç büyük kentin ülkenin tüm kaynaklarını ve nüfusun büyük bir
kısmını bünyesinde toplamasına yol açmaktadır. Tek Büyük Kent Yasası´na uygun olarak oluşan
bu kentleşme biçimi, kalkınmanın ilk aşamasında (kalkış aşamasında) bazı ekonomik üstünlükler
sağlamakla birlikte, daha sonraki aşamalarda bölgesel dengesizlikleri arttırabilmekle ve
toplumsal sorunlar yaratabilmektedir.
E. ORTA YOL POLİTİKASI (MERKEZİYETÇİ
YAYGINLAŞTIRMA)
Son yıllarda bazı ülkelerde, kentleşme sürecinde yaygınlaştırma ve merkezileştirme
(metropolitenleşme) arasında üçüncü bir yol izlenmektedir. Orta yol politikası ile, bir yandan
ekonomik rasyonellik sağlanmaya çalışılırken, diğer yandan toplumsal adalet ilkeleri yerine
getirilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda da, yaygınlaştırma gereği benimsenmekle birlikte,
kalkınma için büyük kentlerin varlığı da zorunlu kabul edilmektedir. Böylece de ekonomik
etkinliklerin ve nüfusun, en büyük kent dışındaki bazı kent merkezlerinde yoğunlaştırılmasına
çalışılmaktadır. Lloyd Rodwin´in “ Merkeziyetçi Yaygınlaştırma” adını verdiği politika;
ekonomik ve toplumsal kalkınmada kentleşmeden yararlanmayı olanaklı kılacak çekim veya
büyüme merkezleri düşüncesiyle benzer bir düşünceyi taşımaktadır.
SONUÇ
Herhangi bir ülkede uygulanacak kentleşme politikasının ve bu bağlamda göçe yönelik
politikaların hangisi olacağı kuşkusuz o ülkenin kendi özel koşullarına bağlıdır. Nitekim bu
konuda her ülke için ve her zaman geçerli reçeteler sunmak olanağı yoktur. Ancak az gelişmiş
ülkelerde; tüketime dayalı kentleşmenin yarattığı dev kentlerin, yerleşme yapısına çarpık ve
dengesiz bir biçim verdiği söylenebilir. Bu ülkeler için, çeşitli büyüklüklerde kentlerden oluşan
ve ülkenin tüm üretim güçlerini harekete geçirebilecek dengeli kentsel kademelemeyi
yaratabilecek bir kentleşme politikasının, gereksinmeleri daha iyi karşılayan ve uygun bir
politika olacağı söylenebilir. Bu bağlamda kentlere olan göçü önleyebilmenin anahtarının başta
toprak reformu olmak üzere, kırsal kesime yönelik iyileştirici poltikalarda olduğu
unutulmamalıdır.
Download