Diktatör rejimlerinin en önemli güçlerinden biri yargıdır. Hiçbir dikta

advertisement
Diktatör rejimlerinin en önemli güçlerinden biri yargıdır. Hiçbir dikta rejiminde
yargı bağımsız değildir. Tam aksine ölümüne diktatöre bağlı hakim ve savcılardan meydana
gelen bir infaz kurumu gibi çalışırlar. Bu nedenle bir ülkede diktatörlüğün gerçek anlamda
kurulabilmesi için yargının siyasi iradeye bağlanması şarttır. O halde şunu çok rahat
söyleyebiliriz : ”Bir diktatörün, diktatörlüğe doğru yürüdüğü yolun taşlarını hakimler ve
savcılar döşer”
Bağımsız yargı, hukuk devletinin teminatı ise siyasi yargı, diktatörlüğün teminatıdır.
Demokrasinin celladı, diktatörler değil, hukuka sahip çıkıp diktatörün karşısında dik
duramayan yargı mensuplarıdır.
Hitler dönemi yargı sistemine baktığımızda bu tezin ne kadar doğru olduğu net şekilde
görülür. Hitleri, Hitler yapan, kendisine bağlı SS ve SA birliklerinden daha çok Alman
yargısının hakim ve savcılarıdır. Hitler döneminin tüm hukuksuz kararlarının altında Alman
yargı mensuplarının imzası vardır.
Hitler Nasıl Führer Oldu?
Hitler dönemi yargısına geçmeden önce, Hitler’in nasıl Führer olduğuna kısaca değinmekte
fayda görüyorum. Çünkü tüm iktidarı boyunca elde ettiği gücün sırrı, iktidara nasıl
geldiğinde saklıdır. Öyle ki iktidara gelişiyle beraber arkasına aldığı rüzgarla çok kısa sürede
muhalifleri sindirip ülkede tek söz sahibi oldu.
Reichstag yangını Hitler’in diktatörlüğünü ilan etmesinde ilk önemli adım oldu. Yangından
sonra hiçbir soruşturma yapılmadan Komunistler suçlu ilan edildi ve ülkedeki tüm komunist
yayın yapan dergi ve gazeteler kapatıldı. Komunist parti vekilleri tutuklandı. Sadece
Komunistler değil liberaller ve Sosyal demokratlar da tutuklandı. Ülkede tek söz sahibi olan
Adolf Hitler 5 Mart 1933 tarihinde yapılan seçimlerde % 44 oy alarak iktidara geldi.
Hitler, iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra kendisine diktatörlük yetkisi veren yetki
kanununu 23 Mart 1933’te meclisten çıkarttı. Bu kanuna göre meclis, yetkilerini 4 yıl süreyle
kabineye devrediyordu ve Hitler’e tek başına kanun çıkarma yetkisi veriyordu. Hitler bu
kanuna göre Alman bütçesini istediği gibi denetleyebilir, yabancı devletlerle istediği gibi
anlaşmalar yapabilir, en önemlisi ise çıkaracağı kanunlarda anayasa dışına da çıkabilirdi.
Kısacası yetki kanunu sayesinde kanun demek Hitler demek olmuştu.
Yetki kanununun kabul edilmesinden sonra opera binasında toplanan milletvekillerine,
Hitler, yetki kanunu hakkında şu açıklamayı yapmıştır:
«Hükümet bu yetkileri çok lüzumlu tedbirlerin yürütülmesi için gerekli saydığı derecede
kullanacaktır . Ne Reichstag’ın ne de Reischsrat’ın varlıkları tehlikede değildir.
Cumhurbaşkanının durumu ve hakları olduğu gibi kalacaktır… Federal devletin ayn
durumlarına dokunulmayacaktır. Kiliselerin haklan azaltılmayacak ve devletle olan
ilişkileri değiştirilmeyecektir. Böyle bir kanuna başvurulmasını gerektirecek iç durumlar
aslında pek azdır.» (William Shirer – Nazi İmparatorluğu Cilt 1 Ağaoğlu Yayınevi 1970
s.317)
Kanunlara bağlı kalacağına, kişi hak ve özgürlüklerine dokunmayacağına söz veren Hitler’in
sözünde durması 5 dakika bile sürmedi. Sosyal Demokratların lideri Otto Wells, yetki
kanununa muhalif olduğunu ve hiçbir kanunun fikirleri susturamayacağını söyleyince çılgına
dönen Hitler, ayağa kalkarak Otto Wells’e şunları söyledi:
«Çok geç anladın, ama anladın!… Arlık sizlere ihtiyacımız yok… Almanya’nın yıldızı
yükselecek, sizinki de batacak, ölüm çanınız çalmıştır… Sîzlerin oylarınızı istemiyorum.
Almanya özgürlüğüne kavuşacak, ama sizin gösterdiğiniz yoldan değil! ” (William Shirer –
Nazi İmparatorluğu Cilt 1 Ağaoğlu Yayınevi 1970 s.317)
Bu sözler, Nazi dönemi politikasının da özetiydi ve kısa bir süre içinde Nazi partisi dışındaki
tüm siyasi partiler ya kendini fesh etmek zorunda kaldı ya da kapatıldı. Ayrıca Nazi partisine
karşı bir siyasi partinin kurulması kanunla yasaklandı. Parti kurmaya teşebbüs edenler 1
yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı.
Hitler’in Yargıyı Adım Adım Ele Geçirmesi
Yasama ve yürütmeyi ele geçiren Hitler’in yargıyı ele geçirmesi de fazla uzun sürmedi. 7
Nisan 1934 tarihinde çıkarılan Hükümet hizmetleri kanunu yargı mensuplarına da
uygulanarak Yahudi ve Nazi partisine bağlılığından şüphe edilen tüm savcılar görevlerinden
uzaklaştırıldı. Onların yerine Nazi iktidarına sadık hakim ve savcılar atandı. Böylece Weimar
anayasasının 109. maddesine göre sadece anayasaya bağlı olan hakimler ve savcılar
kanunsuz bir şekilde Hitler’e bağlandılar.
Yargıyı Yahudilerden ve Nazi olduğu şüphe edilenlerden temizleyen Hitler, Reichstag
davasında 4 komunist hakkında beraat kararı verilmesi üzerine 24 Nisan 1934’te çıkarılan
kanunla Yüksek mahkemenin vatana ihanet suçlarında karar verme yetkisi yeni kurulan Halk
mahkemelerine (Volksgerichtshof) devredildi. Halk mahkemelerinin verdiği kararlar
tartışılamaz, temyize gidilemezdi. Böylece Hitler döneminde cellatlık mahkemeleri olan Halk
mahkemeleri kuruldu.
Alman Yargıçlar Hitler’in önünde Nazi selamı vererek Hitler’e ve Almanya’ya bağlılık andı
içiyor, Berlin, Devlet Opera Evi
Devletin tüm organlarını tek tek ele geçiren Hitler, 1 Temmuz 1934’te kendisine muhalif
olan SA Generallerini idam ettirdikten sonra 13 Temmuz 1934’te Reichstag’da yaptığı
konuşmada kendisini ”Almanya’nın en yüksek yargıcı” ilan ederek yargının kendi emri
altında olduğunu şöyle ifade etmiştir:
«Eğer beni normal adalet yollarına başvurmamakla suçlayanlar ya da bana bunu soranlar
olursa onlara söyleyeceğim tek söz şudur: O anda Alman halkının kaderinden sorumlu
olan bendim ve bundan ötürü Alman halkının en yüksek yargıcı ( oberster Gerichtsherr)
ben oldum.Gelecekte herkes şunu iyi bilmelidir ki, devlete el kaldıracak olan kimsenin
payına düşecek şey ölümdür!”(William Shirer – Nazi İmparatorluğu Cilt 1 Ağaoğlu Yayınevi
1970 s.360)
Yargının Hitler’e bağlığını olduğunu söyleyen tek kişi Hitler’in kendisi değildi. İç işleri bakanı
Hermann Goering 12 Temmuz 1934 tarihinde Prusya savcılarına ”Kanun ve Führer’in iradesi
aynı şeydir.” demiştir. Goering’in savcılara söylediği bu sözler, Hitler döneminde yargının
olmadığının da ilanıydı.
Nazi dönemindeki yargı sistemini ve yargıçların görevlerini en net şekilde ifade eden
kişilerden biri Adalet Müşaviri ve Alman Hukuk Lideri Dr. Hans Frank’tır. 1936’da yargı
mensuplarına hitaben yaptığı konuşmada Nazi döneminde yargının nasıl işlediğini ve
yargıçların görevlerini şöyle açıklamıştır:
”Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda ünce
kendinize şunu sorunuz: «Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?» Her kararda
şunu söyleyiniz: «Bu karar Alman halkının Nasyonal sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu?»
İşte o zaman. Nasyonal Sosyalist halk devletinin birliğine karışmış ve Adolf Hitler
iradesinin ölümsüzlüğünü tammış olarak Üçüncü Alman İmparatorluğunun otoritesini
kendi karar alanınızda her zaman İçin sağlayacak bir temel buldunuz demektir.”(William
Shirer – Nazi İmparatorluğu Cilt 1 Ağaoğlu Yayınevi 1970 s.426)
Berlin Ceza Mahkemesinin üyeleri 1 Ekim 1936’da Nazi selamı veriyorlar.
Nazi dönemi yargılamaları tek kelimeyle cinayetten başka bir şey değildi. Tek amacı
muhalifleri susturmak olan halk mahkemeleri (Volksgerichtshof) bir askeri mahkeme
niteliğindeydi. Çünkü yargıçların çoğu Alman ordusuna mensup komutanlardı. Diğerleri ise
Nazi partisi üyeleriydi. Kısacası halk mahkemesi yargıçlarının hiçbiri gerçekte yargıç değildi.
Yargılamalar genelde 1 gün sürüyor ve mahkemenin verdiği kararlara itiraz hakkı yoktu
Halk mahkemeleri (Volksgerichtshof) dışında siyasi davalara bakmakla görevli olan özel
mahkemeler (Sondergericht) vardı. 21 Mart 1933’te kurulan özel mahkemelerin görevi
hükümete karşı girişilen gizli saldırı olaylarına bakmaktı. Bu mahkemenin üyeleri de
tamamen Nazi partisi üyelerinden seçiliyordu. Jüri yoktu. Mahkemenin verdiği tüm kararlar
Nazi memurları tarafından onaylanıyordu.
Hitler’e bağlı olan bu mahkemeler arada bir hukuka bağlı kararlar da verebiliyordu. Bu
yüzden Hitler’in yardımcısı Rudolf Hess’in ”az ceza aldığını düşündüğü sanıklara”
”merhametsizce harekete geçme’‘ yetkisi vardı. Hess, cezasını az bulduğu sanıkların
cezalarını istediği şekilde arttırabilirdi. İstediği mahkumu toplama kamplarına yollama ya da
idam cezasına çarptırma cezası verebilirdi. Anlayacağınız yargı Hitler’e bağlı olsa bile verdiği
kararlar sadece formaliteydi. Son karar Hitler’e aitti.
Halk Mahkemesi yargıçları Hitler’e selam verirken
Yargının tamamen siyasallaştığı Hitler döneminde 1936 yılında ceza kanununda yapılan bir
değişiklikle tüm ceza kanunları rafa kaldırıldı. Yapılan değişiklikle ”sağlıklı milli şuur” kriteri
ceza hukukuna eklendi. Bu kritere göre Nazi iktidarını tehdit eden, dolayısıyla milli kabul
edilmeyen her kişi, ceza kanununa göre bir suç işlememiş olsa bile cezalandırılabilecekti. Bu
değişiklikle pratikte zaten uygulanmayan ceza kanunları yerini tamamen yargıçların
keyfiyetine bırakıldı. Yargıçlar, milli şuur kriterine göre istediği kişiyi gayri milli ilan ederek
cezalandırabilirdi ve kimin milli kimin gayri milli olduğu tamamen yargıçların
inisiyatifindeydi.
Hitler Yargısının Mağduru: Martin Niemöller
Nazi döneminde yargı sisteminin nasıl işlediğini Niemoeller davasına bakarak net şekilde
anlayabiliriz. Martin Niemoeller bir din adamı… Bekennende Kirche kilisesinin yöneticisi ve
Dünya Kiliseler Konseyi Başkanı… Birçok insanın bildiği şu söz Martin Niemöller’e aittir:
“Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim.
“Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim.
“Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim.
“Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim.
“Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı.”
Martin Niemöller
Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi Niemöller, Nazilerin kendisiyle aynı düşüncede
olmayan herkesin tutuklanmasına sessiz kalmıştı. Çünkü o bir Nazi destekçisiydi ve Hitler
iktidara geldiğinde destek vermişti. Ancak protestan kilisesinin Nazilerle iş birliği yapması ve
Hitler’in dine karışması üzerine Nazi iktidarına muhalif oldu. Tutuklanmadan önce 27
Haziran 1937 de Dahlem kilisesindeki son ayininde şöyle konuştu:
Eski azizlerin zamanında olduğu gibi, hükümet makamlarının elinden kurtulmak için zor
kullanmayı bugün de düşünmüyoruz. Tanrı bize konuşmamızı emrederken insanların
emrine uyarak susacak değiliz. Çünkü insana değil Tanrıya boyun eğmek zorundayız ve
Ona boyun eğmeliyiz. (William Shirer – Nazi İmparatorluğu Cilt 1 Ağaoğlu Yayınevi 1970
s.380)
Niemöller, bu konuşmasından çok kısa bir süre sonra 1 Temmuz 1937 tarihinde tutuklandı
ve 2 Mart 1938 tarihinde özel mahkemede hakim karşısına çıkarıldı. Suçu devlete isyandı
ancak isyan ettiği açıkça ispatlanamayınca vaaz kürsüsünü kötüye kullanmak suçundan 2000
Mark para cezası ve 7 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, tutukluluk döneminde
cezasından fazla yattığına karar vererek beraatine karar verdi. Ancak mahkeme çıkışında
Gestapolar tarafından tutuklandı ve 1938 – 1945 yılları arasında Sachsenhausen ve Dachau
toplama kamplarında esir olarak yaşadı. Niemöller davasından da anlaşılacağı gibi Nazi
iktidarında mahkeme beraat kararı verse bile esir kamplarına yollanmanıza engel değildi.
Hitler’in Ölüm Makinası Yargıcı: Roland Freisler
Tüm diktatörlerin iktidarları boyunca, yanlarından ayrılmayan ve diktatöre ölümüne sadık
kişiler olmuştur. Bu kişiler, diktatörlüğün gerçek mimarlarıdır ve tarihe dikta rejimlerinin
sembol isimleri olarak geçerler. Nazi diktatörlüğünün sembol yargıcı da Roland Freislerdi.
Hitler’in ölümüne kadar onun yanında olan ve Nazi ideolojisine ölümüne bağlı olan bir
yargıçtı. Peki Roland Freisler kim?
Roland Freisler
Freisler bir hukuk adamı ama sandığınız hukukçulardan değil… Hitler’in yargı tetikçisi. Nazi
ideolojisiyle ilk kez 1925 yılında tanışıyor. O yıllarda genç bir avukat. 1. Dünya savaşında bir
dönem Marksizm’e de sempati duymuş, Ekim devrimini desteklemiş gel gitler yaşayan biri…
1933 yılının Şubat ayında Prusya Adalet Bakanlığı daire başkanlığı görevine getirildi. Hitler
iktidar olduktan kısa bir süre sonra ise Prusya Adalet Bakanlığı Devlet sekreterliğine atandı
ve 1934-1942 yılları arasında Reich Adalet Bakanlığı Devlet sekreterliği görevini yaptı.
1942 yılında Nazi iktidarının sembol yargıcı olarak hatırlanacağı Reich halk mahkemelerinin
baş yargıcı görevine getirildi. Göreve geldikten sonra Hitler’e yazdığı mektupta şu satırlar
yazılıydı:
“Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı
siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar
vermeye çalışacaktır”
Freisler, Hitler’e verdiği sözü fazlasıyla tuttu ve yargıçlığı döneminde halk mahkemeleri
duruşmaları Freisler’in şovuna dönüştü. Duruşmalarda sanıklara en ağır hakaretleri ediyor
küfrediyor yüksek sesle aşağılıyordu. 1944 yazında Hitler’e karşı gerçekleştirilen suikast
girişiminin sanıklarının duruşmasında o kadar yüksek sesle bağırmıştı ki duruşmayı
kameraya kaydeden teknisyenler, sesini alçatmasını istemek zorunda kaldılar.
Roland Freisler, Hitler’e suikast girişiminde bulunan sanıkların idam cezasını okurken
1942 yılından, ABD uçaklarının 1945 yılında Berlin’i bombalaması sırasında öleceği güne
kadar Freisler, bir ölüm makinası gibi çalıştı. 5000 kişiden fazla insanı idam cezasına çarptırdı
ve kararlarının %90 ı idamdı. Buna rağmen dünyaya Nazi rejimini hoş göstermek için
tiyatrolar düzenlemekten de geri kalmıyordu. İdam cezası vermeyeceği davalara dış
ülkelerin temsilcilerini ve gazetecileri de çağırıp duruşmaları izletiyordu. Ancak bu parodi
onun tarihe Hitler’in kanlı yargıcı olarak geçmesine engel olamadı.
Hitler’i Hitler yapan önce Alman halkı, sonra Alman yargısıydı. 1933 yılında ülkeyi içinde
bulunduğu bunalımdan kurtarma vaadiyle bir kurtarıcı olarak iktidara geldi ve arkasında
büyük bir halk desteği vardı. Bu destek öyle bir sevgiydi ki Sovyet ordusu Berlin’e
dayandığında bile Alman halkı Hitler için ölüme hazırdı. Tabii her zaman yanında olan ve ona
sahip olduğu gücü veren hakim ve yargıçları da…
Eğer Alman yargısı mensupları en baştan Hitler’e karşı dik durabilseydi Hitler sahip olduğu
güce ulaşabilir miydi? Hitler’e bağlılık yemini edip ”Kanun demek Hitler demektir” diye
övünmek yerine Anayasa’ya bağlılıktan vazgeçmeselerdi bu kadar insan hayatını kaybeder
miydi? Cevap: ”Kesinlikle Hayır!..”
Nazi zulmünün mimarları Alman hakimleri ve savcılarıydı. Freisler gibi ruh hastası yargıçlar
sayesinde Hitler, kendisine karşı tüm muhalifleri yok etti. Rudolf Hess gibi merhametsizce
ceza verme yetkisine sahip bakanlar sayesinde iktidarını sağlamlaştırdı. Hans Frank gibi
yargıçlara ”Hitler, kanun demektir” diyen propaganda hukukçuları sayesinde yargıçları
zihnen kontrolü altına aldı fakat tarih, Freisler’i ve onun gibi zalim yargıçları değil Martin
Niemöller gibi adaleti savunduğu için mağdur edilen hak savunucularını yazdı
TIBBIYELİ HİKMET
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category istihbarat]
[tags YARGI & ADLİYE DOSYASI, Nazi Dönemi, Alman Yargısı, Hitler’in
Yargıçları]
Download