tarihsel süreç içinde konaklama merkezleri han ve kervansarayların

advertisement
1
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE KONAKLAMA MERKEZLERİ
HAN VE KERVANSARAYLARIN
GÜNÜMÜZDE İPEK YOLU TURİZM PROJESİNE DÖNÜŞÜMÜ
GİRİŞ
Anadolu ve Mezopotamya toprakları, tarih boyunca, günümüz turizminin temel taşlarından olan
konaklama işletmeciliğinin ilk geliştiği ve en güzel örneklerinin verildiği yerler olmuştur.
Araştırma konumuz olan İpek Yolu’nun 16. yüzyılda önemini yitirmesiyle birlikte bir gerileme
yaşanmışsa da bu gerileme iletişim ve ulaşım imkânlarının hızla genişlemesi ile 1990’lardan
itibaren “İpek Yolu Turizm Projesi” kapsamında, tarihi ipek yolu olarak adlandırılan
güzergâhtaki turizm faaliyetleri, yerini yeniden gelişmeye bırakmıştır.
Avrupa ve İngiltere’de konaklama hizmetleri görevini yürüten bu konaklama tesislerinde kalan
kişi yada gurupların bugünkü turist tanımına cevap verecek nitelikte oldukları tartışılsa da,
“turizm tarihi” içinde yer alan bu grupları ve münferit ziyaretçilerin nerelere ve hangi amaçla
seyahat ettikleri konusuna kısaca değinirsek karşımıza çıkan fotoğraf şu özellikleri taşır: Turizm
olayının başlangıcı; yazıyı, parayı ve tekerleği ilk bulan ve kullanan Sümerlere, yani M.Ö 4000
yıllarına kadar geriye götürülebilir. Fenikelilerin de büyük bir olasılıkla bugünkü anlamda ilk
gezginler olduğu söylenebilir. Çoğunlukla ticaret amacıyla yola çıkan bu denizci insanlar çok ve
çeşitli yerler dolaşmışlardır. İlk çağların en ilginç seyahatlerinden biri de Güneydoğu Asya’dan
yola çıkan Polenezyalıların 10-15 metrelik küçük sandallarla 2000 milin üzerinde yol kat ederek
Tahiti ve Hawaii adalarına ulaşmalarıdır. M.Ö. 3000 yıllarında piramitler ve tapınaklar nedeniyle
Mısır’da gezginlerin ilgisini en yoğun bir biçimde çeken ülke idi. Eski Mısır’da ve Babil
Krallığı’nda gezginler için yolların güvenlik altına alındığı, konaklama ve dinlenme amacıyla
evlerin ve bahçelerin inşa edildiği bilinmektedir. Öte yandan, Nuh peygamberin dünyadaki ilk
büyük seyahat organizatörü olduğu söylenebilir. Eski Yunan’da M.Ö. 700 yıllarında Olimpiyat
Oyunlarının başlaması, dünya turizm tarihi içerisinde önemli bir olay olarak kabul edilir ve
bugünkü sportif turizmin başlangıcı sayılır. İsa’nın doğumu çağlarında Japonya ve Çin’de
seyahatlerin büyük bir zevk amacıyla ilk seyahatlerin Romalılar tarafından gerçekleştirildiği
kabul edilir (Barutçugil,1989: 39-40). Ortaçağ’da da birtakım maceracı insanların seyahatleri
görülmektedir. Ortaçağ’ın bilinen en ünlü gezgini olan Marco Polo, İran ve Afganistan’dan
geçerek Pamir Yaylası’nı ve oradan da Gobi Çölü’nü aşarak, Kubilay Han’ın konuğu olarak
Çin’de 20 yıl yaşamıştır.
İlk çağlardan bugüne kadar gerçekleştirilen seyahat faaliyetleri kültürel, dinsel, ekonomik ve
askeri amaçlarla gerçekleştirildiği için, turizm çerçevesi içerisine yerleştirmemek gereklidir.
Çünkü turizmin bir çok bilimle yakından ilişkisi olmasına rağmen, günümüzde artık ekonomik
bir olgu olduğu ortaya konmuştur.
Kalkınmada önemli bir yere sahip olan ve her geçen gün dünya ekonomisinden daha büyük pay
alarak büyüyen turizm endüstrisinin önemli bileşenlerinden birisi konaklama işletmeleridir.
Konaklama işletmelerinin tarihsel geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanır. Oteller ‘han’lardan
aldıkları bayrağı daha da yukarılara ulaştırmış, klasikleşmiş konaklama işletmeleridir.
2
Günümüzde, her işletmede olduğu gibi konaklama işletmelerinin kuruluş amacının kar olduğu
unutulmamalıdır. Dolayısıyla, konaklama işletmesi ticari bir işletmedir. Bizim yapmış
olduğumuz çalışmada konaklama hizmetti sunmuş olan “han ve kervansaray” olgusu günümüzün
bu kar amacı gütmüş bir ticari işletmeler olmadığını; bu kurumların kavramı vermiş olduğu
hizmetleri Kervansarayların fonksiyonları arasında; “askeri, iktisadi, güvenlik, sosyal dayanışma,
din eğitimi; misafirhane, istihbarat, mimari, şehirleşme ....” sayılabilir. Bizim yapmış olduğumuz
bu çalışmada konaklama hizmetti sunmuş olan “han ve kervansaray” olgusu ele alacağız.
Yukarıdaki fonksiyonlarıyla Türklerin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu ve
Maveraünnehir coğrafyasında bir "kervansaraylar medeniyeti" kurdukları söylenebilir.
Han ve kervansaraylar, beldeler arası yolculuklar ve ticarî taşımacılığın hayvanların güçlerinden
istifade edilerek yapıldığı dönemlerde ihtiyaca binaen ortaya çıkmış ve de büyük bir boşluğu
doldurmuş olan sosyal hizmet binalarıdır. Yol boylarında ve şehir merkezlerinde yer alan bu
tesisler o beldenin, ticarî hareketliliğini, devrinin mimarî özelliğini ve sosyal hayatını yansıtmak
açısından önemlidirler. Zira bir beldede mevcut olan han ve kervansarayların sayısı o yerin nüfus
oranı, iktisadî durumu ve halkın geçim seviyesini yansıtan en büyük kaynaklardır.
Farsça kökenli olan “kârban; yolcunun konduğu ve gecelediği yer, kârbansaray; tüccarın
oturduğu ve iş gördüğü yer” (Kadri, 1928: 591) anlamına gelirken, Farsça kökenli “kârbasaray”
Türkçeye Kervansaray olarak geçmiştir. Daha çok şehirler arasındaki uzak mesafeler ve ıssız
yerlerde yapılmış olan konaklama yerlerine kervansaray, meskûn yerlere yakın ve şehir içindeki
aynı vazifeyi yapan binalara da han denilmektedir.” (Çetin, 1981:180.) Bir memleketten diğerine
ticaret eşyası nakleden kafilelere kervan, gerek bu gibi ticaret kafileleri, gerekse bunlara iltihak
eden ve yahut kendi başına seyahat eden yolcular ve posta tatarları, her günkü seyahatin
akşamında hayvanlarını dinlendirmek, yemleyip sulamak ve ertesi günkü yola hazırlanmak
üzere, menzillerde geceyi geçirmek mecburiyetindeydiler.
Kervansaray inşa geleneği, Orta Asya’da doğmuş, İran’da gelişmiş ve Anadolu Selçukluları
zamanında nihai şeklini alarak zirveye ulaşmıştır. (Kazıcı, 1999: 306.) Osmanlı devrinde ise,
Anadolu siyasi birliği tamamlanmış, iç güvenlik daha düzenli bir hale getirilmiş, deniz yolları
eskiye göre daha kullanılır olmuş, yeni ulaşım yolları bulunmuş, eski yolların bir kısmı giderek
önemini yitirmiş dolayısıyla Osmanlı hanları Selçuklu hanlarına göre daha az sayıda yapılmış
ve yapılanlar da daha çok şehirlerde toplanmıştır. Osmanlılar devrinde hanlar, kıtalar arası ticaret
hizmetinden çok, imparatorluk ticaretine yarayacak (İlter, 1969: 9) şekilde düşünülmüştür.
Tarihsel süreçte; konaklama hizmeti sunan kurumların varlığına ulaşılabilindiğine göre? Bu
hizmeti alan seyyahlar( seyahat eden kişiler) de olmalıdır? Seyyahlık belki de insanlığın en eski
eylemlerinden biri. Hiç abartmadan ilk seyyahların Adem ve Havva olduğunu bile söyleyebiliriz!
Onların “yasak meyva”yı yedikten sonra Cennet’ten yeryüzüne gönderilmesi de galiba ilk
seyahati oluşturmakta!
İlkel toplumların yeni av alanları bulmak için bölgelerinin dışına çıkması da ilk seyahatları
oluşturmakta. Ancak, yeni yöreleri/ülkeleri yönetim, tarih, coğrafya gibi yönleriyle tanımak için
planlı bir şekilde yapılan seyahatler ise çok daha sonraki yıllarda ortaya çıkmıştır. W.
Löschburg’un “Seyahatin Kültür Tarihi” isimli kitabında; Eski Yunan’dan bu yana seyahatin
tarihi ana hatlarıyla anlatılmış. İnsanlık tarihinin birikimini aktaran ilk seyyahlar arasında M.Ö.
V. yüzyılda yaşamış olan Halikarnaslı Herodot’u zikreder (Löschburg, 1998:10-15). Orta
Çağ’da doğu ile batıyı birleştiren dünya ticareti iki yolla yapılmaktaydı. Bunlardan birincisi
Baharat Yolu, diğeri İpek Yolu idi. Çin’den başlayarak bütün Asya’yı geçip Anadolu ve Akdeniz
3
aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yolu olan “İpek Yolu” adı ilk kez
1877 yılında Alman coğrafyacı Ferdinand von Richthofen tarafından kullanılmıştır (Günel,
2010:133). Dünya ticaretinin büyük bir kısmını üzerinde taşıyan İpek Yolu’nun geçtiği ülkeler
döneminin en zengin ülkeleri idi.
Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü durumunda olan Anadolu, coğrafi ve jeopolitik
konumunun doğal bir sonucu olarak, tarihin ilk döneminden itibaren uluslararası ulaşımda
önemli bir rol üstlenmiş, önemli ticaret yollarının geçtiği bir merkez konumunda olmuştur.
Birçok kültür ve uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, Anadolu Selçuklularından önce zaman
içinde gelişen tarihin en eski ticari yollarına sahipti. Bunlardan Hitit, Asur ticaret kolonilerinin
yolları, Pers Kral Yolu, Roma Yolu ve Bizans yol ağı olarak bilinen askeri ve ticaret yolu
(Tuncer, 2007:4-14) daha sonra İpek Yolu adını almıştır.
Selçuklular devrinde Anadolu’da kurulan bu yol güzergâhları, Osmanlılar zamanında değişti ve
sınırlarının genişlemesi netîcesi, Anadolu’da ticâret ileri derecede önemini kaybetti. Bunun
üzerine, bu yollar da nisbeten ıssızlaştı. Meselâ Osmanlı Devleti’ne başşehir olan İstanbul’u
Suriye ve Irak’a bağlayan yol, Konya-Adana istikâmetini tâkib ettiği için, Antalya’dan Sivas’a
veya Elbistan’dan Kayseri ve Sivas’a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tâli yol
durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini
kaybetti. Fakat yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine, Osmanlılar da kervansaray
yapımına devam ettiler. Hac farizasını îfâ etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını
karşılamak üzere, İstanbul’u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlayan yol üzerinde
kervansaraylar kurdular. Osmanlı kervansarayları her yerde mahallî şartlara uygun ve aynı
zamanda çok sanatlı inşa edilmiş mükemmel mimari eserler oldu.
Bu çalışma Bakanlığın "turizmi çeşitlendirme" konusunda "Tarihi İpek Yolu " kapsamıyla hayata
geçirmek istediği projeyi, geçmişten günümüze tarihsel bağ kurarak bütünleştirmeyi
amaçlamaktadır.
Turizm Olgusu İçinde Turist ve Konaklama İşletmeleri Kavramları
İkinci Dünya Savaşının sonrasında önceleri on milyonlarca, günümüzde ise milyonlarca insan
günlük hayatlarını devam ettirdikleri yerlerden geçici süreler için başka yerlere seyahat
etmektedir. Söz konusu yer değiştirme sürecinde bireyler ulaştırma olanaklarından ve gidilen
bölgelerdeki konaklama, yeme-içme ve eğlence olanaklarından yararlanmaktadırlar. Uzmanlar
tarafından turizm olayının 20. yüzyıla özgü bir olay olarak ileri sürülmesine karşılık, gerçekte
yer değiştirme işlevi insanlık tarihi kadar eskidir.
Turizm, tarihsel bir geçmişe sahip, işletmecilik ve sosyal boyutları bakımından belirli bir
birikimi olan, milyonlarca değişim olayının yer aldığı ve milyonlarca insanın kendilerini sürekli
bir parçası olarak hissettikleri sosyo-ekonomik bir olay ya da faaliyet olarak kabul edilmektedir.
Günümüzde, iş hayatında haftalık çalışma süresinin 35-40 saate kadar düşürülmesi, artan eğitim
ve refah seviyesi, dinlenme bilinci, gelişen teknolojinin getirdiği kolaylıklar turizm faaliyetlerine
katılan kişi sayısını artırmaktadır. Daha fazla boş zamana ve ekonomik olanağa sahip olan birey
daha fazla tatile çıkma, eğlenme ve dinleme faaliyetlerine katılma yönünde istek göstermektedir.
4
İnsanoğlu yüzyıllardan beri kendi fiziksel gücünün yanı sıra değişik araçlardan yararlanarak
göçleri, savaşları ve ziyaretlerini seyahatlerle gerçekleştirmiş, geçmişte yani ilkel taşıma
araçlarının kullanıldığı dönemlerde seyahatleri sırasında kervansaraylar, hanlar yaparak
dinlenme mekanları yaratmış ve günümüz otel işletmeciliğini başlamasına yardımcı olmuştur.
Etimolojik olarakTurizm sözcüğü, Latince “tornus” kelimesinden türetilmiştir. “Tour” sözcüğü
de bu kelimeden üretilmiş olup, Yunanca’da bir daireyi anlatan araç anlamına gelmektedir.
Fransızca’da bu kelimenin anlamı dönmektir. Milletler arası Webster sözlüğüne göre “tur” ; “ilk
başlanılan yere dönülen; iş, zevk, eğitim için gezilen ve bu geziler sırasında çeşitli yerlerin
ziyaret edilmesinden ve planlı bir seyahat programından meydana gelmiş yolculuk” anlamına
gelmektedir (Dinçer, 1993:5). Ancak günümüzde ulaşım ve iletişim alanında yaşanan
gelişmelere bağlı olarak turizm kavramı; kişilerin asıl yaşadığı yerin dışında başka bir yere
çalışmak ve sürekli yerleşmek dışında çok farklı amaçlarla yaptıkları seyahatler olarak
tanımlanmaktadır. Turizm önemli bir kitlesel harekettir ve sonuçları itibariyle, ekonomik, sosyal,
kültürel ve çevresel getirileri olan, ancak iyi yönetilmese bazı maliyetleri olan bir sektördür.
Bunun yanında, turizmin insana özgü ve sosyal bir olay olma özelliği de bulunmaktadır.
Turizm olayının Tanımlanmasında gerekli bir diğer unsur, “konaklama”dır. W. Hunziker ve K.
Krapf, yer değiştirme davranışında bulunması gereken temel özellikler ve konaklama unsurunu
gibi bu iki temel özelliği göz önünde tutarak, turizm olgusunu şöyle tanımlamışlardır; sürekli
kalışa dönüşmemek ve gelir sağlayıcı hiçbir uğraşıda bulunmamak koşulu ile yabancıların geçici
süre kalışlarından doğan olay ve ilişkilerin tümü olarak tanımlamaktadır.
Dünya Turizm Örgütü (WTO) Turizmi; “para kazanma amacı olmaksızın kişilerin bir yılı
aşmamak koşuluyla belli bir dönem için boş zamanlarını değerlendirmek, eğlenmek, dinlenmek,
kültürel ya da sağlık gibi nedenlerden dolayı yaşadıkları yerlerin dışına seyahatleri” olarak
tanımlanmıştır. Avustralyalı ekonomist Herman Von Schullar, XX.yüzyılın başlarında 1910
yılında turizmin sadece ekonomik yönü üzerinde durmuş ve turizmi “ başka bir ülke , şehir veya
bölgeden yabancıları gelmesi ve geçici süre kalmaları ile ortaya çıkan hareketin ekonomik
yönünü ilgilendiren faaliyetlerin tümü” olarak nitelendirmiştir (Küçükaltan, 1999:4).
XX.yüzyılın sonlarında WTO kurucularından olan Arthur Haulot’a göre ise “ günümüzün sosyal
yaşam şekillerinden biridir” şeklindeki bir anlayış içinde tanımlamıştır. Bu iki tanınm yaklaşık
yüz yıllık bir süreç içinde turizmin ekonomik boyutu kadar, sosyal boyutunu da ön plana
çıkarmaktadır (Lanquar,1991:9.).
Yapılan tanımlar çerçevesinde, yapılan seyahatlerin turizm boyutu taşıyabilmesi için;
- Kişinin sürekli ikamet ettiği yerin dışına seyahat etmesi,
- Kişinin seyahatinin ticari ve politik bir amaç taşımaması,
- Seyahat edilen yerde 24 saat kalınması, yani en az bir gece konaklanmanın gerçekleşmesi,
- Seyahat edilen yerdeki turizm işletmeleri tarafından üretilen mal ve hizmetlerin talep edilmesi
ve tüketilmesi,
- Seyahatin zevk, spor, sağlık, dinlenme, kültürel amaçlar taşıması gerekmektedir.
İnsanların sürekli olarak yaşadıkları yerler dışında yaptıkları seyahatlerde ihtiyaç duydukları
geçici konaklama ihtiyacı, konaklama işletmelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Konaklama işletmeleri Turizm Yatırım ve İşletmeleri Nitelikleri Yönetmeliği’nde şöyle
tanımlanmaktadır: “Asıl fonksiyonları geceleme ihtiyacını karşılamak olan, bunun yanında
5
yeme-içme, eğlence ihtiyaçları içinde yardımcı ve tamamlayıcı birimleri bünyelerinde
bulundurulan tesislerdir” (Azaltun ve Kaya, 2010: 1,2).
Konaklama işletmeleri; insanların geçici süreyle bulundukları yerlerde konaklama, yeme-içme,
temizlik gibi doğal ihtiyaçlarının yanında kısmen eğlence ve diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayan
işletmelerdir. Turizmi içine alan bilimsel bir tanımla; birinci derecedeki turizm işletmeleri
arasında ilk sırayı alan, turistik mal ve hizmetlerin üretimini sağlayan, varlıkları turizm olayına
bağlı olarak ortaya çıkan ve şekillenip çeşitlenen işletmelere, konaklama işletmeleri denir
(Komisyon, Genel Turizm, MEB, 2006: 3).
Bu tanımdan hareketle, konaklama işletmelerini daha iyi anlayabilmek için şu tespitler
yapılabilir: Konaklama işletmesi öncelikle seyahat eden insanların geceleme ihtiyacını giderir,
turizm olgusunda gecelemenin vazgeçilmez olması nedeniyle konaklama işletmesi turizm
işletmeleri arasında en önde gelenidir. Konaklama işletmesi, insanların fizyolojik ihtiyaçları olan
geçici geceleme ve yeme-içme dışında eğlence, spor gibi sosyal ihtiyaçlarını da giderdiği
işletmelerdir. İlk çağlarda ve özellikle ortaçağda Anadolu’da seyahat eden insanların, barınma ve
diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayan hanlar ve kervansaraylar, ilkçağların dini nitelikli turizm
anlayışına cevap veren kurumlardır.
Geleneksel konaklama işletmelerinin tarihsel gelişimi bakımından eski çağlarda; seyahat eden
insanların konaklama gereksinimleri karşılayan hanlar özellikle ortaçağ döneminde ücretli
konaklama düşüncesiyle gelişen İngiliz hanları Avrupa otelciliğinin öncüsü durumuna gelmiş ve
1760 yılında otel terimi kullanılmaya başlanmıştır. Halbuki, tamamlayıcı konaklama işletmeleri
grubuna soktuğumuz motel, pansiyon ve diğer işletmeler 1890’larda demiryolu taşımacılığının
ve buhar gücü ile çalışan gemilerin devreye girmesi ve 1920’li yıllarda otomobil çağının
başlaması ile gelişen turizm olayı ve yarattığı gereksinimlerin karşılanması ile ortaya çıkan
işletmeler olmuştur (Aktaş, 2002: 23).
Anadolu’daki hanların ve kervansarayların gelişiminde geleneksel Avrupa ve İngiltere’deki bu
gelişimin dışında fonksiyonel olarak daha farklı zenginlikleri bünyesinde barındırdığı gibi
verilen hizmetlerde “ücret” tahsili konusunda elimizde bir bilgi yoktur. Çünkü bu hanlar ve
kervansaraylar vakfiye olarak düzenlenmiş bu mekanların hizmetlerindeki maliyet vakfiyenin
gelirlerinden karşılanmaktaydı.
Dünya’da Turizmin Tarihsel Gelişimi İçinde Konaklama Hizmeti Sunan Kurumlar Olarak
Han, Kervansaraylardan Günümüz Konaklama Tesislerine Uzanan Yolculuk
Konaklama endüstrisinin mazisi birkaç bin yıl önceye kadar gider. Çünkü, insanlar tarihin her
devrinde değişik amaçlarla seyahat ettiklerine ve seyahatleri boyunca konaklama ihtiyacı
duyduklarına göre, bir ihtiyaca cevap verebilecek basit veya gelişmiş bir konaklama tesisi
aramışlardır. Bununla beraber, en basit şekilde konaklama endüstrisi ancak, paranın kullanılmaya
başlamasından sonra doğmuştur denilebilir. İnsanların bulundukları yerin dışındaki
seyahatlerinin yayılma alanı genişledikçe geçici konaklama yeri bulmak ihtiyacı doğmuştur,
böylece ilk hanlar teşekkül etmeye başlamıştır (Olalı ve Korzay, 1989: 7-8).
6
İnsanlar tarihin her devrinde değişik amaçlarla seyahat etmişler ve bu seyahatleri sırasında
konaklayacak tesislere ihtiyaç duymuşlardır. Mezopotamya’da ve Anadolu’da otel işletmelerinin
tarihi yüzlerce yıl öncesine dayanır. Hammurabi kanunlarında ticari konaklama tesislerine ilişkin
düzenlemeler bulunduğunu belirten O’Gorman’a göre otelcilik faaliyetleri, en geç M.Ö 1800
yılında Mezopotamya’da başlamıştır (O’Gorman, 2009: 777-790). Yabancılara içki, kadın ve
kalacak yer verilen bu otellerde ikram edilen içkiler arasında hurma şarabı ve bira bulunmaktaydı
ve bunları sulandırarak hileli şekilde satmak ağır şekilde cezalandırılıyordu (Driver ve
Miles,1952:64-75.) Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu kitabeler üzerinde yaptıkları
incelemede, söz konusu kanunlarda sulandırarak içki satanlar için boğularak ölüm cezasının,
otele gelen suçluları rapor etmeyen otel sahiplerine ise ölüm cezasının verileceğinin ifade
edildiğini tespit etmişlerdir (Butler ve Russell, 2010: 4-5).
İlk çağlarda şekillenen hanlar, insanların seyahat etme ihtiyaçlarından doğmuştur. Bu konuda en
eski bilgilere Eski Yunan, Eski Roma yazılı belgelerinde ve İncil’de rastlanabilir. Han, taverna
ve daha sonra otel olarak isimlendirilen konaklama işletmeleri ticaret, seyahat ve endüstrinin
gelişimine paralel olarak gelişme göstermiştir.
Bu hanların fonksiyonel özellikleri incelendiğinde; yolcuların ve hayvanlarının yeme-içme ve
barınma gereksinimlerini karşıladığını görmekteyiz.. Günümüz otellerinin öncüsü olan bu hanlar,
sahibinin ailesiyle oturduğu kendi evi durumundaydı. Misafirler, dinlemek ve temel yiyecek
gereksinimlerini karşılamak için buralarda konaklıyor ve hiç tanımadıkları diğer yolcularla
(seyyah) aynı odayı paylaşıyorlardı (Aktaş, 2002:27). Roma imparatorluğu döneminde yaklaşık
M.Ö. 200- M.S 500) öğrenciler, sanatçılar ve tüccarlar için taverna ve hanlar yapıldığı bunların
bazılarında yolcuların konaklayacağı odaların bulunduğu ve ahırların olmadığı, bazılarında ise
tam tersine sadece ahırların bulunduğu görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde ise, seyahat
edenlere konaklama, yiyecek-içecek imkanlarının sağladığı ve Romalı rahiplerinin yönelttiği “
Roma Hospice” ler gelişmiştir (Şener, 2010:6).
Ortaçağ döneminde İngiltere’de seyahatlerin artmasıyla İngiliz hancılığı gelişme gösterdi ve
Avrupa hanlarının aksine aristokratlar yerine sıradan seyyahlara hizmet verebilecek halde
geldiler (Aktaş, 2002: 27). Bu dönemde, Hıristiyanların yolcuları ağırlamalarını düzenleyen bazı
yazılar çıkarılmıştır. Bunların en çarpıcısı, yolcunun aynı yerde 3 günden fazla kalmaması
şartıyla ücretsiz yemek yemelerini gösterebiliriz. Ancak, ağırlama olayı bu şekilde 1282 yılına
kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere ve Fransa’nın ileri gelenleri toplanarak bunun bir
ticaret haline getirilmesine karar vermişlerdir. Daha sonrada hanlara lisans vererek, şarap
satılmasına izin verilmiştir. Lisanslarını ise içinde bulundukları toprağın sahibi Lord veya
Şövalyeler veriyordu. Avrupa’da ki bu gelişmeler, 1700 yıllarının sonlarına doğru otel
işletmelerinin başlangıcı olarak görülmektedir.
1750 ve 1790 yılları arasında İngiltere’de ticaretin ve seyahatin itici gücü olan sanayi devriminin
başlamasıyla ev ekonomisi devrinden çıkılarak büyük ölçekli imalat ekonomisine geçilmiştir.
Böylece ticaretle birlikte hancılık ve özellikle de Avrupa’da ilk otel terimi kullanılmıştır. “Hotel
de Henry N” 1788’de Nontes’de o zaman için çok yüksek olan bir maliyetle (17.500 sterlin) inşa
edilen, 60 yataklı Avrupa’nın en iyi otelidir. (Şener, 2010:7)
Tarih içinde pek çok olayda yaşandığı gibi, olaylar ile sonuçları arasında yakın bir ilişki
bulunmaktadır. Turizm olayı da Endüstri Devrimi ile yaşanmaya başlayan gelişmelerle çok yakın
bir ilişki içindedir. Tarihte bilinen ilk paket turun 1841 yılında Thomas Cook tarafından
gerçekleştirilmiştir. 1865’te yine aynı kişi tarafından ilk tur organizatörlüğü ortaya çıkçıkmış;
7
izleyen yıllarda Amerika’da “American Express Company” (1848) ve 1896 yılında “Wagons Lift” isimli firmalar turizme dönük olarak çalışmalarına başlamıştır. Sonuç olarak, Endüstri
Devrimi, çağdaş turizmin doğması ve gelişmesi için gerekli altyapıyı hazırlamış ve zaman
içerisinde turizm hareketlerini hızlandıran önemli bir etken olmuştur.
Anadolu’da Tespit Edilmiş Olan Seyyahların Yol Güzergâhları
Anadolu topraklarında ise bu seyahatlerin seyir rotaları “Tarihi vesikalara göre elimizde tam bir
tarifi bulunan en eski milletlerarası yol Anadolu’nun garbında (batı) başlayıp, Efes’te sahile inen
ve bir kola ayrıldıktan sonra Anadolu’nun tam ortasından geçerek Antitoros ve Toros dağlarını
aşar. Bu yol doğuya doğru Kudüs’ü, Mezopotamya’yı geçip, Dicle’nin öte taraflarındaki
yamaçları takip ederek cenubi (güney) garbiye (batı) kıvrılır ve Babil’den 225 mil mesafedeki
Şuşa’da nihayet bulur. M.Ö. 71 tarihinde Persler Anadolu’yu istila ettikleri zaman bu yolun
üzerinde muayyen mesafelerde konaklar vücuda getirmek suretiyle bu yolu imparatorluğun posta
yolu yaptılar. Grekler de bu yola Kral Yolu derlerdi. Daha o zamanlarda bile kervanların bu yolu
yüzlerce, hatta binlerce seneden beri kullanmış olduklarını kabul etmemiz doğru olur. Çok eski
zamanlarda bu yol belki de şiddetli iklim değişiklikleri dolayısıyla yiyecek bulmak için bir
yerden diğer bir diyara göçen insan ve hayvanların arkalarında bıraktıkları izlerden meydana
gelmişti. Bir kaç tabiî kola ayrılan bu yol, zamanla muhim bir ticaret, münakale ve harp vasıtası
olmuştur.” (“Kral Yolu”, Geçit Review Dergisi, sayı: 8-9 Eylül-Ekim, 1945, s.64-65)
Kral Yolu’ndan ilk defa bahseden Herodot’tur. M.Ö.1200 senesinden sonra Etiler (Hititler)
Anadolu’da hâkimiyeti ele aldılar ve Ankara’dan takriben 100 mil mesafede bulunan ve bugün
Boğazköy adını taşıyan yerde kâin Hattuşaş şehrinde hükûmet merkezlerini kurdular. Bu devirde
Hattuşaş’dan garba doğru uzanan Kızılırmak’ı geçtikten sonra Sart’a gidiyor ve diğer bir yol da
Hattuşaş’ın 100 mil cenubi garbisinde ve Kayseri’den bir kaç mil mesafe ötede Kaneş
(Karahöyük)’e ulaşıyordu. Bu yol Kral Yolu’nun garb (batı)kısmını teşkil eder. Bu güzergahın
doğu kısmı Orta Asya, Hindistan ve Çin’e kadar giderdi.
Romalılar zamanında bu yol üzerinde M.Ö. III. yüzyılda İskender ve onun komutanları, I.
yüzyıldan itibaren ise bu ticaret yolu üzerinde Romalılar İpek İthalatı yaparlardı. XI. yüzyıla
kadar Bizans ve daha sonra ise Türkler bu ticaret yolları üzerinde önce Selçuklular, sonra
Osmanlılar döneminde bu ticaret yollarına hakim oldular. Bu ticareti canlı olduğu 16.yy. ilk
çeyreğine kadar hanlar ve kervansaraylar gerek yapım olarak gerekse verdiği hizmetler açısından
en üst düzeyde faaliyetlerini sürdürmüştü.
Karl Müller’in Kervansaraylar hakkında yazmış olduğu eserdeki görüşlerine göre; “Hanlar veya
kervansaraylar şark memleketlerinin ticari ve münakalat kültürleri kadar eski müesseselerdir.
Herodot dahi Sart-Şuşa ana yolları üzerinde mola yerleri ve sığınaklardan bahseder. Bunlar
takriben 30-40 kilometre mesafede tertiplenmişlerdir. Onun aktardığına göre bu müesseseler,
bazı mevkilerde şakilerin baskılarına karşı kuvvetli bir şekilde tahkim edilmiş ve muhafız
kuvvetleri ile de takviye olunmuşlardı.
Yine bunlar posta işinin düzenini temin için birer üs vazifesini de görüyorlardı. Herodot,
Suriye’deki yollar üzerinde de Keyhüsrev tarafından tesis edilen aynı şekillerde binalara
rastlamıştır. Romalılar devrinde ve Roma hâkimiyeti altındaki bölgelerde yollar boyunca 75 km
mesafede tertiplenmiş “Mansiones Veredariorum” adı verilen tesisler vardı. Seyyahlar buralarda
ikamet ederler, posta hizmetinin değiştirme hayvanları da buralarda hazır bulundururlardı.
8
Bunlar ilk zamanlarda resmi devlet binaları hâlinde olup bilhassa Roma İmparatorluğu
idarecilerinin emniyetli bir tarzda dolaşmalarını sağlarlar ve bununla beraber Julia kanunlarına
göre buralardan ücret alınmazdı. Diğer seyyahlara da para mukabilinde buralarda yer gösterilirdi.
Kervansaraylar yalnız Akdeniz bölgeleri ile Avrupa’nın doğu memleketlerinde değil, Moğol
bölgelerinde de vardı ki bunları da Çin’den almışlardır. C. D’ohsson, Moğollar Tarihi cilt I,
s.6’da Cengiz Han’ın, Çinlileri örnek alarak ana yollar üzerinde posta istasyonları
kurdurduğundan ve bu surette memurların, postaların ve elçilerin seyahatlerinin
kolaylaştırdığından bahsedilmektedir. Çin’de bu gibi yerlere hâlâ Tchan denilmektedir.
Türkler Anadolu’yu ele geçirince bu hususta yeni bir şey meydana getirmek ihtiyacı karşısında
kalmamışlardır, yalnız daha evvelki düşünceleri devam ettirmişlerdir. Türkler emniyetli
barınakların mevcudiyetine ve bunlar sayesinde güvenilir ticari itibarlarının sağlanmasının büyük
önemini kavramak hususunda dirayet göstermişler ve yalnız mevcutları muhafaza ile
yetinmeyerek, her tarafta yeni yeni müesseseler vücüda getirmişlerdir. Bilhassa en muhteşem
kervansaraylar Selçuklular tarafından vücuda getirilmiştir ki bunlar içinde en güzeli I.
Keykubad’ın (1219-1236) inşa ettirdiğidir. Bu sultan ilim ve fenne çok âlâka gösterdiğinden,
Moğollardan kaçan İranlı âlimleri ve sanatkârları himayesine almıştır. Bütün nüfuzunu kullanan
bir hükümdar olarak şâkîlerin harekatına son vermek maksadı ile yurt içinde muhkem mevkiler
yaptırmıştır ki buralarda kıtalar bulundurur ve yolcular da iskân ettirilirdi. Bu suretle ticaretin
gelişim sağlandığı gibi limanlarla irtibat sayesinde ticaret daha bir canlık kazanarak, hükûmet
merkezi olan Konya’daki muhtelif hanlardan ve memleket içindeki diğer hanlardan başka
meşhur Sultan Han’da onun zamanında inşa edilmiştir. Anadolu Selçukluları, Anadolu’yu yurt
edinmesi sonrasında devletin gelişmesi ve kalkınması amacıyla ülkenin dört bir yanında imar
faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu faaliyetler doğrultusunda, ekonomik alanda ticareti canlandırmak
ve devamlılığını sağlamak için ticaret yolları üzerinde kervansaraylar inşa ettirmişlerdir.
Anadolu Selçuklularının, ekonomi alanındaki bu anlayışı, diğer ülkelerle olan ticari ilişkileri
yanında siyasal ve kültürel ilişkilerinin de gelişmesine yol açmıştır.
Anadolu’da bu gelişmeleri kısaca özetlersek, sonuç olarak ; Anadolu’da çok erken dönemlerde
başlayan otelcilik faaliyetleri Antik Yunan’da, Roma’da, Bizans’ta devam ederek onlardan
Selçuklu ve Osmanlılara geçmiştir. Orta Asya’dan getirdikleri “Moyanlık” kültürü (Göksel,
1985: 50) ile İran ve Anadolu’nun binlerce yıllık konaklama kültürlerini harmanlayan
Selçuklular, konaklama işletmeciliğinin en güzel örneklerini vermişler, Anadolu’yu baştanbaşa
kervansaray ve hanlarla donatmışlardır. Böylece Orta Asya’da doğan kervansaray inşa ve işletme
geleneği, İran’da gelişmiş ve Anadolu Selçukluları zamanında nihai şeklini alarak zirveye
ulaşmıştır (Kazıcı, 1999: 306). Romalı ve Bizanslılardan kalan köprü, yol ve konaklama
tesislerini daha da geliştiren Selçuklular, Anadolu coğrafyasının Türk-İslâm kolonizasyon
sürecini hızlandırmak, fetih ve savaşlarla geçen dönemde harap olan kırsal ve kentsel
yerleşmeleri yeniden iskâna açmak ve fetihler döneminde duran milletlerarası transit ticaret
yollarını yeniden faaliyete geçirebilmek için bir yandan sistemli bir yerleşim politikası izlemişler
diğer yandan da ticaret yolları üzerinde hanlar ve kervansaraylar inşa etmişlerdir (Koca,
1996:465 -484), (Köymen, 1986:614-620), (Cahen 2001: 132–143).
Anadolu ve Avrupa dışındaki gelişmelerde Amerika’da ise ilk hanlar XI. ve XIII. yüzyıllar
arasında, İngiltere’dekine benzer şekilde inşa edildi. Amerika’da ilk otel 1794 yılında New
York’ta “City Hotel” olarak inşa edildi. Bu otel aslında 73 odası ile hanların kapasite olarak
büyütülmesinden ibaretti. Gerçek anlamda günümüz otelciliğinin başlangıcını temsil eden ve
9
1829 yılında Boston’ da inşa edilen “Tremont House” oteli olmuştur. Bu otelde, tek ve iki kişilik
oda, kilitlenen kapılar, odalarda su tasları ve sürahiler, sabun, yolcuların eşyalarını taşıyan
personel ve oda-resepsiyon arasında haberleşme gibi özellikler bulunuyordu. Ancak, bu otelde
devamlı akan su, ısıtma ve özel banyo gibi olanaklar yoktu ve yirminci yılında demode olarak
modernleştirme amacıyla kapatıldı. Amerika’nın ekonomik yapısındaki süratli değişiklik
karşısında Elsworth M. Statler otel endüstrisini dikkatli bir biçimde inceleyerek o zamana kadar
işitilmemiş yenilikleri bulunduran oteli 1908 yılında Buffalo şehrinde “Buffalo Statler” otelini
hizmete soktu. Statler, otelcilik sektörüne otel zinciri kavramını sokan kişi olma özelliğini de
taşımaktadır. İkinci dünya savaşı yıllarında otelcilik sektörünü en verimli yıllarını yaşadı ve
özellikle 1900 ve 1960 yılları arasında çeşitli gereksinimlere cevap veren ticari otel, ikametgah
otel, lüks otel ve tatil otel gibi türleri ortaya çıktı (Aktaş, 2002:28).
Ülkemizde ise, modern anlamda ilk otel olan 'Pera Palas Oteli 120' odalı ve 200 yataklıdır. “Pera
Palas Otel”nin 1872 yılında İstanbul’da işletmeye açılmasının ardında Orient Express’in
İstanbul’a kadar süren seferlerine başlaması İstanbul’da otel ihtiyacını doğmuş olmasından
kaynaklanmıştır. Birçok ünlü Türk ve yabancı misafiri ağırlayan klasik bir mimari yapıya
sahiptir.
Bu otel 1974’ten bu yana İstanbul Otelcilik ve Turizm Ticaret A.Ş tarafından
işletilmektedir. Pera Palas Oteli ile 1914 yılında yapılan Tokatlayan Oteli Avrupa’nın ve
Ortadoğu’nun o dönem içinde en lüks otelleri olarak görülmektedir (Şener, 2010:10).
Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemlerde ağır ağır gelişmeye başlayan yerli
ticaret
burjuvazisinin konaklama gereksiniminin karşılanması amacıyla İstanbul’da Park Oteli’nin 1931
yılında hizmete girdiği görülmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’de Hilton Oteli’nin de 1955
yılında kurulmasının ardından da yurtdışı ilişkilerinin yoğunlaşması dolayısıyla ülkeye gelen
yabancıların konaklama gereksinimlerinin karşılanması amacı yatmaktadır.
Hilton’un zincirine Türkiye’de bir otel katılmasının Türk otelciliği açısından önemli sonuçları
olmuştur. Öncelikle belirtilmelidir ki Hilton, daha sonra başka otel işletmelerinde yöneticilik
yapacak, nitelikli personel yetiştiren bir okul olmuştur. 1980’li yıllara kadar geçen sürede bir
takım münferit otel yatırımlarının gerçekleştiği görülse de, Türkiye’de otelciliğin gerçek
anlamda gelişmeye başladığı dönem, 1983 yılı sonrasına rastlamaktadır.
Günümüzde, sadece modern ve Günümüzde, sadece modern ve büyük otel işletmeleri değil,
konaklama işletmelerinin diğer türleri de çok gelişmiş olup, yüksek standartlarda hizmet
sunmaktadır. Hatta, bu işletmeler turizm sektörünün dışında faaliyet gösteren işletmelerle
müşterek çabalar içerisinde bulunmak suretiyle daha da güçlenerek Pazar paylarını arttırma
yoluna gitmektedirler (Şener, 2010:8).
TÜRKLERDE ORTA ASYADAN ANADOLUYA UZANAN SÜREÇTE KONAKLAMA
(RİBATLAR- HANLAR- KERVANSARAYLAR)
Türklerde en eski ulaşabildiğimiz belgeler “han ve kervansarayları” konaklama hizmeti veren
kurumlar olarak ortaya koyar. “Türk Tarihi ve Kültürü” konusunda önemli eserler arasında yer
alan Orhun Kitabelerinde Orhun Kitabeleri’nde (6.yy) “Moyanlık” denilen konaklama
yerlerinden bahsedilmektedir. Moyanlık aslında Türklerin “hayır ve yardım yurdu" olarak
kurdukları bir konaklama, geceleme tesisleridir (Göksel, 1985: 50). Moyanlık ile bugünkü
“Otel” olarak adlandırılan konaklama işletmelerinin kaynaklar açısından ulaşabildiğimiz en eski
konaklama kurumunu oluşturur. Anadolu Coğrafyasında Selçuklular döneminde ticaret yolları
10
üzerinde bu kez bu işlevi yerine getiren kurumlar hanlar ve kervansaraylar olarak karşımıza
çıkar.
Araştırmacılara göre Garb (batı) İslam dünyasında son cihad sahası olan Endülüs'de, hudud
boylarında Ribatlar tesis edilmiş olduğu tahmin edilebilir. İlk kervansaray 1019 – 1020 yıllarında
Rıbat-ı Mahi adıyla Gazneli Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’nun Kervansaray
ananesinin (geleneğinin) ise; yakın şarkta (doğu)inkişafı Selçukluların ve ondan doğan Türk
Devletlerinin eseridir. Fakat bu husustaki faaliyetlerin en çok inkişaf ettiği saha Selçuk
Türkiye'sidir… şeklinde görüşleri vardır. "Karatay Kervansarayı Selçuk orduların doğu ve balı
hareketlerinde konakladığı bir yer olduğu gibi Memluklar Sultanı Baybars'da Anadolu'ya
gelirken ordusu ile burada misafir olmuştur.
Moğol kumandam Baycu'nun Eyyuphisar civannda bulunan Kılıçarslan ribatın'da (yanında)
kışladığı Kongurta)"ın aynı havalideki Pervane Ribatı etrafında karargah kurduğu hakkındaki
kayıtlar kervansarayların ordunun emniyeti ve ihtiyaçlarını sağlaması bakımından gördükleri
hizmetle ilgilidir. Kervansarayların bu klasik konaklama anlayışı dışında askeri amaçlarla da,
seferler sırasında konaklama faaliyetleri gördüğünü Özellikle sınır boylarına yakın
kervansaraylar savaş zamanlarında eski sınır bölgelerinde kurulmuş olan ribatların vazifesini
üstendiğini tarihsel belgelerle ortaya koyar. (Turan, 1964:491.)
Türk-İslam dünyası kervansarayları askeri bakımından haiz oldukları ehemmiyetin dışında, çok
önemli bir ticari işleve de sahiptirler. O da; zengin ticari emtia nakleden kervanlara hudut
civarların da düşman saldırıları, göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak
yerleri sağlamaktır. Bundan dolayıdır ki, bu kervansaraylar müstahkem surlarla çevrilmiş ve bu
surlar üzerinde kule ve burçlar inşa edilmiş, kapılan demirden yapılmış ve bu suretle her türlü
tehlikelere karşı koyabilecek bir müdafaa tertibatıyla teçhiz edilmişlerdir.
Özünü yardımlaşma ve insanlık duygusundan alan, vakıf sistemi sayesinde günümüze kadar
oluşan kervansaraylar, yollar üzerinde kurulan ve kamu yararına çalışan ticaret yapılarıdır.
Kervansaraylar genellikle yaya yürüyüşü ile 8-10 saatlik (35–40 kilometrelik) uzaklıklarda
kurulurlardı.
Selçuklular döneminde; II.Kılıçaslan, Gıyaseddin, Keyhusrev, İzzeddin Keykavus ve Alaeddin
Keykubad gibi bu devrin büyük ve geniş görüşlü sultanları, bu umumi şartların İktisadi ve ticari
faaliyetleri artırmak için çeşitli vasıtalara, bir çok koruyucu ve teşvik edici tedbirlere
başvurduklarını görüyoruz. Onlar fetihlerini, ticaret yollarını emniyet altında bulundurmak,
iktisadi gayeleri ilk plana almak suretiyle yapmış ve ona göre ayarlamışlardır. Sultanlara ait ilk
kervansaray, Aksaray civarında “Sultan Hanı” olarak inşa ettirmiştir (plan:1) Bu hadise bu
sultanın Aksaray şehrini kurarak burada büyük binalar, saraylar, medreseler inşa ettirmesi oraya
Azerbaycan ve Orta Asya’dan Müslüman halkı, gaziler, alimler, tüccarlar getirterek
yerleştirmesiyle alakalıdır". Bundan sonra ayni sebepler dolayısıyla kervansaray inşası süratle
ilerler ve bu dönemin diğer önemli yapısı olarak XIII. Asrın ikinci yansına kadar devam eder.
(Turan, 1964;476-477.) ve (Merçil, 1985;175-181.) Yapılan son araştırmalara göre XI.
yüzyıldan sonra Anadolu Selçuklu Dönemi ve Beylikler döneminde, Anadolu’da iki yüz yetmiş
civarında kervansaray yapıldığı ortaya çıkmıştır. Yolların Anadolu’da bu kadar yayılmasının
nedeni, yolların güvenliği, merkezi otoritenin kuvvetliliği ve zamanın sultanlarını da misafir
edebilecek hizmeti veren kervansaraylarının bulunmasıydı (Günel, 2010:140.)
11
PLAN:1- SULTAN HAN
Bugün İpek Yolu Projesinde değerlendirilen Sultan Han planı incelendiğinde; kulelerle
desteklenen kalın duvarlar, yapıya bir kale görünümü vermektedir. Hanın giriş kapısından iki
yönden revakla çevrili bir avluya girilir Sağdaki revaklı bölüm arabalar ve hayvanlar içindir. Sol
tarafta ise odalar ve bir hamam vardır. Giriş kapısının iki yanında bekçi ve yönetici odaları
görülmektedir.
Yapının Güney kısmında ise yolcuların konakladığı ve eşyalarının konulduğu büyük bir salon
vardır. Salona sivri kemerli bir kapıdan girilir. Sütunlarla üç bölüme ayrılan salonun üzerinde
aydınlatma fenerli bir kubbe vardır. Sultan Hanın avlusunun ortasında kemerlerle yükseltilmiş
bir köşk mescit bulunmaktadır. (Resim:1)
Resim:1: Köşk Mescit
Restorasyon sonrası dekoratif taş işlemeler
12
RESİM:2 SULTAN HAN (AKSARAY) RESTORE EDİLMİŞ HALİ
Selçuklu döneminin diğer önemli yapısı ise; Antalya yakınlarındaki Evdir Han’dır. (plan2)
Plan:2- Evdir Hanı
İpek Yolu Projesi kapsamında yer alan diğer yapı Evindir Han; Antalya - Isparta yolu üzerinde I.
İzzeddin Keykâvus tarafından yaptırılmıştır. Plan olarak incelendiğinde Yazlık olarak yapılmış
bir kervansaray olduğunu, sivri kemerli taç kapısını görebiliriz.. Planda görüldüğü gibi kapıdan
hole, oradan da avluya geçilir. Avlunun etrafında sivri kemerli revaklar vardır. Revakların
arkasında çeşitli gereksinimleri karşılayacak odalar bulunur.
13
RESİM-3: EVİNDİR HAN BUGÜNKÜ HALİ (GİRİŞ KAPISI)
II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında hükümdarın zayıf bir şahsiyet olmasına rağmen ticari
zaruretler ve iktisadi gelişmeler dolayısıyla, babası Keykubad, zamanındaki gibi kervansaray
yapma geleneği bütün hızıyla devam etmiştir. Anadolu'da bu büyük kervansayların hepsinin
XIII. yüzyıla ait olması bu devrin iktisadi ve ticari vaziyetinin ne kadar ehemmiyet arz ettiğini
ortaya koyması açısından önemlidir. (Kafesoğlu, 1966:401-403.) ve (Turan, 1964, 475-476.)
Kervansaraylar sadece askeri ve ticari fonksiyona sahip kurumlar değillerdir. Onların çok güçlü
bir sosyal dayanışma, yardımlaşma ve toplumsal bütünleşme (entegrasyon) fonksiyonları vardır.
Nitekim "Büyük yollar üzerinde genellikle Selçuklu sultanları ve devlet adamları adına yapılan
bu muazzam kervansaraylar vakıf statüsünde yapılanmıştır. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları
nispetinde de zengin vakıflara maliktiler. Bu suretle bu kervansaraylara inen tüccar ve sair her
türlü yolcu, zengin olsun fakir olsun, orada her türlü ihtiyacını meccanen (hiçbir ücret ödemeden
/parasız olarak bedava) görebilirdi. Sonuç olarak; Batı’da han, Doğu’da kervansaray olarak
doğan konaklama tesisleri arasında işletme gayesi bakımından önemli bir fark vardır. Batı’da
hanlar, ticari bir amaçla açılıyor, işletiliyor, Doğu’da ise kervansaraylar ticari amaçla açılmadığı
için konaklama dahil, misafirlerin her türlü ihtiyacı ücretsiz karşılanıyordu. (Olalı ve Korzay,
1989:8-9).
Kervansarayların hedef aldığı diğer gaye de, yolcuların kondukları veya geceledikleri yerlerde,
her türlü ihtiyaçlarını temin etmek idi. Gerçekten bu maksatla kervansaraylarda vücuda getirilen
tesisler dikkate şayandır. İçlerinde yatakhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarı, ticari eşyayı koyacak
depoları, yolcuların hayvanlarım koyacak ahırları, samanlıkları, yolcuların namaz kılmaları için
mescitleri, misafirlerin yıkanması için hamamları, şadırvanları, hastaneleri ve hatta kayıtlardan
çıkarabildiğimize göre, eczaneleri, yolcuların ayakkabılarını tamir ve fakir yolculara yenisini
yapmak için ayakkabıcıları, hayvanları nallamak için nalbantlara varıncaya kadar her ihtiyaca
karşılayacak teşkilat ve tesisleri ve bütün bunları, bunlara dar gelir ve masrafları idare edecek
divan (büro) ve memurları vardı" (Öztuna, 1977:146.)
Bu durum da göstermektedir ki; kervansaraylar son derece köklü bir hizmet geleneği olan
kurumlardır. Kervansaraylara bir diğer açıdan yaklaşan Fuad Köprülü'ye göre aslında; "Büyük
yollar üzerinde, bozkır veya dağ mıntıkalarındaki tehlikeli yerlerde yolcuları ve kervanları
14
barındıran ve koruyan ribatlar ise, sonradan "kervansaray, han, menzil" gibi isimlerle adlanan
hayır ve emniyet müesseselerinden başka bir şey değildi. Buradan da anlaşıyor ki; kervansaraylar
ve benzeri kurumlar sayesinde Türk-İslam toplumunun fakir-zengin, erkek kadın bütün
fertlerinin barınma, beslenme masrafları dahil bütün masraflar kervansaraylarca
karşılanmaktaydı. Günümüz tabiriyle han ve kervansaraylarda kalanların ayrıca malları da,
sigorta kapsamı altına alınmış bulunmaktadır. Konaklayan kişilerin hiçbir ücret ödemeden
hizmet alması nasıl sağladığını; han ve kervan sarayların kuruluşu vakfiye sistemine bağlı
olmasıdır. Bu sisteme göre bu kurumların ayakta kalarak hizmet vermesini sağlayan; evler,
dükkânlar, fırınlar, hanlar, hamamlar, bağ-bahçe ve tarlalar, araziler, çiftlikler ve köyler gibi
akarlara (gelir kaynakları ve mülkler) sahiptirler.
Kervansarayların en karakteristik fonksiyonlarından biri de misafirhane olarak hizmet
sunmalarıydı. Aslında bu fonksiyonu kervansaraylar zaviye, kanekah, imaretı han ve ribat
adlarıyla karşımıza çıkan kurumlar yardımıyla yerine getiriyordu. Misafirhane işlevleri konu
edilince ilk akla gelen kervansaraylar Türkistan'dakiler olurdu. Türkistan'da çok köklü ve güçlü
bir kervansaray geleneği ve kültürü oluşmuştu. Bilinen tarihi seyir içinde, "İslam hudutlan daha
ileri ülkelere gittikleri zaman tabiatıyla bu ribatlar askeri mahiyetini kaybederek vakıfları ve eski
teşkilatıyla yolculara mahsus bir kervansaray halini aldı.
"Semerkand ve Merv çevresinde, Maveraünnehir'in çeşitli yerlerinde VIII-IX. yüzyıllarda askeri
amaçlı ribatların yapımı sürmüş, fakat IX.yüzyılın sonlarına doğru Müslümanlığın yayılmasıyla
sınır boyunca yapılan ribatların işlevi değişerek hankaha ve özellikle ticaret yolu üzerinde
olanlar kervansaraya dönüşmüştür. Ribatların nitelik değiştirmesiyle Mısır, Suriye ve Filistin'de
ribat kelimesi "dervişlere mahsus zaviye hankah yolcuları, kimsesizleri, hacıları barındıran
misafirhane" anlamında kullanılmış, Maveraunnehir ve İran'da ise XI. yüzyıldan itibaren
kervansarayla aynı manayı ifade etmeye başlamıştır." (Akalın, 2002; 299.)
Görülüyor ki, bütün hayır işlerinde olduğu gibi, askeri gayeler dışında, yolcuların meccanen
yemek ve yatmaları için kervansaray (ribat) inşası geleneği İslam aleminde en fazla Türkistan'da
inkişaf etmiş idi. Selçuklular birçok ananelerle birlikte bu kervansaray geleneğini de
Türkistan'dan getirmişler ve İslam aleminde, her sahada olduğu gibi bu hususta da takip ettikleri
devletçilik zihniyetiyle, imparatorluklarının her tarafına yaymayı devletin menfaati icabı
saymışlardı. Selçuklu veziri Nizam’ül-mülk, kervansaray inşa edilmesini, kanal açmak, köprü
kurmak, köyleri imar, şehir ve kaleler inşa etmek, talebeler için medrese vücuda getirmek gibi
işlerle birlikte, Selçuk padişahlarının vazifeleri arasında sayar." (Nizamü'I-Mülk,
“çev.Köymen” 1999, s.5-10.) Bu anlayışın hemen aynı Osmanlı'ya da tevarüs ettiği söylenebilir.
Osmanlı İmparatorluğunun şayanı dikkat bir maharetle tatbik ettiği devletçilik, Selçuklularla
başlayan bir hareketin gelişmesinden başka bir şey değildir. Osmanlı İmparatorluğu 16.yüzyılın
başlarına kadar İpek ve Baharat yollarının geçtiği bir coğrafi alanda yer alan Anadolu’nun bu
konumu gereği, özünde ticari amaçlı seyahatleri kolaylaştırmak için kurulan kervansarayların
işlevleri, farklı alanlara -özellikle dini amaçlı yapılan haç ziyaretlerinde yolculuk yapan hacılara
hizmetlerini 19. yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür.
Osmanlı’nın sahip olduğu ipek ve baharat yolu Avrupa’da ortaya çıkan keşifler(XVI..yy)
çağında, yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına
devam ettiler. İstanbul’u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlayan yol üzerinde hacıların
her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular. Kervansaraylarda yatakhane ve
yemekhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, ahırlar, samanlıklar, mescitler, kütüphaneler,
hamamlar, şadırvanlar, hastane ve eczaneler, yatak ve yemek takımları, ayakkabılarının tamiri ve
15
fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu
teşkilât ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan ve memurları
bulunmaktaydı.
Misafirleri kabul etmek için İbd Batüta'nın Anadolu'daki Ahiler hakkında dediği gibi, birbirleri
ile münazaa bile ettiklerini, başka İslam Ülkelerinde zenginlerin çoğu malını zevklerine
mezmum işlere sarfettiği halde, buradaki servet sahiplerinin mallarını hayır ve cihad uğrunda
harcadıklarını, yolları imar ve tenha yollarda ribatlar vücuda getirdiklerini, Bunlarda ekserisinde
yolcuların meccanen (ücretsiz) yiyip yattıklarını, hayvanlarını yemlediklerini söyler. Hatta o,
Semerkant mıntıkasında bulunan bir menzile çok defa yüz, iki yüz yolcu hayvanlarıyla birlikte
konup meccanen yiyip yattıklarını, sahibinin bundan üzülmek değil memnun olduğunu, burasının
yüz yıldan fazla kapısının kapanmadığını hayretle zikreder". (Sönmez, 2007; 309.) ve Turan,
1964;489.)
Osmanlı Kervansarayları hakkında XV. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı topraklarına gelen Fransız
elçisi Bertranden de la Brocgulere, kervansaray sistemi karşısında şaşırmış ve hayranlık
duymuştur. Kim olursa olsun bedava misafir eden, kendisini ve hayvanlarını üç gün müddetle
yedirip-içiren, yatıran, bütün ticâret mallarını emniyet ve devlet himâyesi altına alan kervansaray
sistemi, Fransız elçisini hayretler içinde bırakmıştı. Fakirlerin nasıl iyi muamele ile kabûl
edildiği, daha fazla ikrâm olunamadığı için özür dilendiği, yollar üzerine serpiştirilmiş bu
müesseseler, onun görmediği yepyeni bir şeydi. Zira Avrupa’da asiller, fakirleri aşağı görür ve
kötü muamele ederlerdi. Osmanlı Devleti’nde devlet otoritesinin güçlü olması sebebiyle hiç
kimsenin kervansaraya tecâvüzü mümkün değildi.
Yine bir Fransız sefiri olan Ricaut da, on yedinci asırdaki Türk han ve kervansarayları hakkında;
“Osmanlı Türkleri bu çeşit yapılarda fevkalâde ihtişam göstermişler, devletlerin eyâletlerini
böyle hanlarla doldurmuşlardır” demektedir.
Osmanlı dönemi kervansarayları hakkında en kapsamlı bilgiler Evliya Çelebi’nin
seyahatnamesinde genişçe şekilde yer alır. bilgilere dayanır. Evliya Çelebi gittiği yerlerde bazen
şehrin eşrafına misafir olmuş bazen de hanlarda kalmıştır. O, kalsa da kalmasa da yolcuların
konakladığı seyahatin önemli bir parçası olarak kervansaraylardan bahsetmiştir. Onun
kervansarayı, bedava yatak, bedava yiyecek ve içeceklerin yanı sıra bir seyyah için gecenin
şerrinden, güneşin hararetinden sığınılan, yorgunluk atılan, diğer yolcularla tanış olup sohbetler
edilen bulunmaz bir sosyal mekân; hamamı, ahırı, haremliği, mescidi ve hatta mezarlığı ile yola
ve yolcuya ait bir küçük kent gibidir.
Evliya Çelebi, Kudüs’te Ermeni kilisesini anlatırken kilisedeki misafirhane ve kervansaryadan da
bahseder. Yolcuların üç konakladığı bu kervansarayda misafirlere yapılan izzet ve ikramdan
övgüyle söz eder ve “matbah-ı Keykâvus”dan daha bol nimete sahip olduğunu söyler. Müslüman
veya gayri Müslim olduğuna bakılmaksızın kervansaraya gelenlere cömert sofralar kurulduğunu
belirten yazar kuş sütü bile istesen hemen getirdiklerini ifade ederek misafirlere verilen hizmeti
anlatmaya çalışır (Evliya Çelebi, 2005: 248-249).
Kervansarayların işlevsel özellikleri hakkında Evliya Çelebi; Vardar (Balkanlarda)
Yenicesi’ndeki kervansarayla ilgili ise daha geniş bir izah yapmıştır. Şehirde Evranos Bey’in
yaptırdığı bir adet kervansaray olduğunu söyleyen Evliya, burada gündüz gece beşer altışar yüz
atlının konakladığını ve kervansarayın vakfından her ocak başına birer bakır sini ile yemek
sunulduğunu, ayrıca adam başına birer ekmek, birer mum, birer şamdan ve her at başına birer
16
yem torbası verildiğini yazmıştır. Ona göre yolcular kimseye minnet etmeden kervansarayda
kalmakta, yiyip içmekte ve vakıf sahibine dua ederek yollarına devam etmekteydiler. (Evliya
Çelebi, 2003a: 77.)
Evliya Çelebi, Bükreş’te Müslüman yolcu ve misafirler için bey tarafından yaptırılmış özel
bir kervansaraydan bahsetmektedir. Şehrin hemen dışında yapılmış olan bu kervansarayın
elli odası ve bir mescidinin bulunduğunu belirten yazar, geniş ve müreffeh bir bahçeye
sahip olduğunu söylediği kervansaraydaki tüm hizmetlerin de gayri Müslimler tarafından
ifa edildiğini ifade eder. (Evliya Çelebi, 2003: 183.)
Belgrat’taki altı kervansaraydan en büyüğü olan iki katlı ve yüz altmış odası bulunan
Sokullu Mehmet Paşa kervansarayını anlatırken önemli bir bilgi sunar. Diğer kervansaraylarda
olup olmadığı hakkında bilgi vermese de bu kervansarayda ailece kalınabilen haremlik kısmının
bulunduğunu söyler. (Evliya Çelebi, 2002: 197)
XVII. asırda İstanbul’da 12, Üsküdar’da 11 kervansaray olduğunu Evliyâ Çelebi kaydetmektedir.
Kervansaraylara büyük ehemmiyet veren Osmanlı sultanları, bunların düzenli işletilmesi için,
hüküm ve yasak nameler ihtiva eden Kervansaray kanunnameleri yayınlamışlardır.
Sonuç olarak değerlendirdiğimizde; Ortaçağ’da Türk kavimlerinde de turizm hareketlerinin
yaygınlık kazanmaya başladığı görülmektedir. Özellikle, Anadolu Selçuklu Devleti, seyahat
edenlerin hizmetine dönük olmak üzere kervansarayları inşa ederek, çağdaş turizm tesislerinin
ilk örneklerini hizmete sunmuştur. Develerle yapılan seyahatlerde her gün batımının olduğu
yerde inşa edilen kervansaraylar, seyahat halindeki insanların konaklama ve yiyecek-içecek
gereksinimlerini karşılayacak şekilde yapılanmışlardı. Daha sonraları aynı kervansaraylar
Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Osmanlılar egemenlikleri altına aldıkları geniş topraklar
üzerinde seyahat edenlerin kullanımına başta yollar ve köprüler olmak üzere pek çok olanak
sunmuşlardır. Bu dönemde yaşamış olan Evliya Çelebi, o yıllarda çağdaş turizmin ilk örneklerini
vermiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, döneminin toplumlarının kültürleri hakkında
oldukça ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Öte yandan, Türk kavimlerinin Müslümanlığı kabul
etmelerinden sonra, Müslüman Türklerin hac görevlerini yerine getirebilmeleri için gerek
Anadolu Selçuklularının gerekse Osmanlıların birtakım düzenlemeler getirdikleri bilinmektedir.
KERVANSARAYLAR VE HANLARIN PLANSAL ÖZELLİKLERİ
Şehirlerarasında yolların kavşak noktalarında kurulan kervansaraylar, çoğunlukla iki katlı ve
revaklı bir avluya sahiptir. Kervansaraylarda, şehir hanlarından farklı olarak hamam, çarşı, ahır
gibi mekânlar bulunmaktadır. Anadolu Türk mimarisinde önemli birer sanat ve mimarlık anıtı
olan bu yapılar; plan, form ve süsleme açısından Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçukluların
yaptıkları ribatların daha gelişmiş biçimidir.
Bu dönemde hanlar, ıssız yollar üzerinde kuruldukları için yolcuların can ve mal güvenliğini
sağlamak amacıyla kaleyi andıran bir görünümde inşa edilmişlerdir. Kervansaraylarda,
hayvanlara ayrılan küçük bir avlu ile servis bölümleri, yolcuların konaklama bölümünden ayrı
olarak tasarlanmıştır. Konaklama mekânlarında her yolcu için yatma alanı bulunmaktadır. Servis
bölümünde ise, iç taraftan bir cephesini konaklama mekânlarının kapsadığı, diğer üç cephenin
ahır, hamam gibi servis kısımları ile çevrelendiği dikdörtgen avlulu mekân bulunur. Giriş tektir
17
ve kapalı kısım esas giriş aksındadır. Anadolu Selçuklu sultanları ve onların vezirleri tarafından
yaptırılan kervansaraylar; anıtsallıkları, planları ve süsleme düzenleri açısından dikkat çekicid
Kervansarayların mimarisi, bölgelerin coğrafi ve güvenlik koşullarına göre dikdörtgen, kare veya
“U” şeklinde yapılmıştır. Her kervansarayda büyük su sarnıçları (su deposu), şadırvan (fıskiye),
mescit, hamam, revir, bakkal dükkânları, aşhane, kiler, depolar, ahırlar gibi mekânlar nalbant,
demirci, arabacı, ayakkabı tamircileri ve zanaatkârların işyerleri bulunurdu. Kervansaraylarda
insanlar konaklar, hayvanlar barınır ve araçlar onarılırdı. Ayrıca, at ve araba değiştirilmesi de
mümkündü.
Kervansaraylar ister ticari, ister askeri, ister dini, ister bu amaçların hepsine birden hizmet
veriyor olsunlar, hepsinin temel görevi geceleyenlerin emniyetini ve gecelemek için gerekli
koşulları sağlamaktadır. Korunma-savunma boyutu yukarıda incelenen koşullarla, barınma
boyutu ise bu inceleme çerçevesinde “barınak" olarak tanımlanan, hayvan-yolcu-yük üçlüsünün
ihtiyaçlarına cevap veren mekân veya mekân dizileri ile karşılanmaktadır. Barınak her
kervansarayda muhakkak bulunan asgarî müşterektir. Bu güne kadar yapılmış olan yayınlarda
"ahır", "hol", "kapalı kısım", "kışlık kısım" olarak tanımlanan barınak kısmının vazgeçilmez
olduğu, birçok kervansarayda yalnız bu kısmın bulunmasından, servisleri avlu etrafında
toplanan birçok kervansarayda ise barınak kısmının ilk aşamada, servis kısmının ikinci aşamada
inşa edilmesinden de anlaşılmaktadır. (Özergin, 1965:144.)
Barınağın asgari koşulları hayvanların çözülmesi, yüklerin indirilmesi, hayvanların beslenmesi
ve bağlanması işlevselliği yanında yolcuların yatmasıdır. Örneğin Karatay Han gibi teşkilatlı bir
kervansarayda yolculara yiyecek verildiği bilinmekle birlikte yine de bu kervansarayda mutfak
olabilecek mekanlar bulunmamaktadır. Bu nedenle daha mütevazi hanlarda ve servis kısımlan
olmayanlarda yolcuların yataklarının yanı sıra, kendilerinin ve hayvanlarının yiyeceklerini
yanlarında taşıdıkları varsayılabilir ( Yavuz, 1992:261). Kervansaraylarda asgari müşterek olan
savunma ve barınma işlevlerine cevap veren mekân ve mimari öğelerin sadelik ve yalınlıktan
ayrıntılıya giden esnek bir çerçevede, rasyonel bir çeşitlilik içinde, ihtiyaçlara cevap verece
biçimde tasarlandığını göstermektedir.
Kervansaraylar, iki temel fonksiyonu yerine getirmek amacıyla inşa edilmişlerdir. Bunlar:
I. Kıymetli ticari mal taşıyan kervanları sınır yakınlarındaki düşmanlardan, yağmacılardan,
göçebe ve eşkıya baskınlarından korumak,
II. Yolcuların her türlü ihtiyacını temin etmektir.
Bugün bir kısmı harap, bir kısmı oldukça iyi durumda bulunan kervansarayların sayısı yüzü
aşmaktadır. Çok eski devirlerde yapılmış olan kervansaraylardan bir kısmı bugün otel olarak
kullanılmaktadır. Örneğin; Kuşadası’ndaki Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı,(resim:4.)
Edirne’deki “Rüstem Paşa Kervansarayı” (resim:5.) bu gün turizmin hizmetinde olan tarihsel
yapılardır.
18
Resim:4- Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı (Kuşadası)
Bu yapı 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır ( resim:4). Kalın ve
yüksek duvarların çevrelediği dikdörtgen avlunun etrafında iki katlı, revaklı kapalı mekan vardır.
Moloz taş ve devşirme taş malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Küçük bir iç kale görünümünde
olan kervansarayda, geniş avlu etrafında sıralanmış odalar vardır. Çeşitli dönemlerde restorasyon
görmüş ve sağlam durumdadır. Kuzeybatı ve güneydoğudaki köşelerde arkadan üst kata çıkan iki
merdiveni bulunmaktadır. Kervansarayın girişi kuzeyde olup, mermer kapı boşluğu kemerle
örülmüştür.
Kuzeybatı köşesinde dışa çıkıntılı biçimde ele alınan bölümler iki katta da mazgallı olarak
düzenlenmiştir. Bunlardan temizlik birimi olduğu düşünülen batı yönündeki bölüm ince uzun
dikdörtgen planlı olup her iki katta koridora bağlanmakta, ayrıca alt katta da küçük bir kapı ile
dışa açılmaktadır. Kuzeydeki birim ise köşe odalarına açılan birer mekândır. Avlunun ortasında
vaktiyle bir şadırvanın bulunduğunu, bunun üstünde de fevkanî bir mescidin olduğunu Evliya
Çelebi bildirmektedir (Güreşsever,1974:214-217). 1964 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından başlatılan restorasyon çalışmalarından sonra yapı turistik otel olarak kullanılmaya
başlanmıştır.
19
Resim:5 RÜSTEM PAŞA KERVANSARAYI (EDİRNE)
Rüstem Paşa Kervansarayı, kent merkezinde Eski Cami'nin hemen arkasındadır. Kanuni Sultan
Süleyman'ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından,1561'de Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Avlulu bir
handır. Dikdörtgen avlunun çevresinde iki kat halinde 102 oda yer alır. Katların avluya bakan
yüzleri revaklıdır. Uzun kenarında karşılıklı olarak yukarı çıkan merdivenleri vardır. Üst kat
pencere ve kapı kemerlerindeki tuğla ve süsleme ilginçtir. Sivri kemerli pencerelerin sonradan
dört köşe hale getirilmesi, doldurulması ya da yeni pencere açılması yapının görünümünü
bozmuştur. Ön cephelerde 21 adet dükkân bulunur. Bu dükkânlar Kervansaray'a gelir getirmek
amacıyla yapılmıştır.
Kervansaray ortasındaki alanda yine bir zamanlar Mimar Sinan tarafından yapılan Şadırvan ve
Mescit bulunmaktaydı. 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Edirne'yi işgal eden Ruslar bu
mescidi yıkmışlardır. Yakın geçmişte Edirne ve çevresinde üretilen ipekböceği kozaları burada
pazarlanmaktaydı. 1972 yılında Otel haline getirilmiştir. Bu restorasyonda gösterilen başarı
nedeniyle de Ağa Han Mimarlık Ödülü kazanılmıştır.
Osmanlı dönemi şehir hanlarının genel özellikleri; Osmanlı şehir hanlarında, kervansaraylara
göre daha gelişmiş bir plan şeması vardır. Han artık iki katlı olmuş, zemin katlar depo, ahır,
tamirhane gibi servis kısımlarına ayrılmış, üst kat tamamen yolcuların konaklaması için
kullanılmıştır. Her iki katın önünde avluyu çevreleyen revaklı bir galeri dolaşır. Avlu geleneksel
kare veya dikdörtgendir.
Özellikle XVIII. yüzyılda kervansarayları finanse eden vakıfların ekonomik yönden
zayıflamaları nedeniyle kervansaray yapımı azalmıştır. Bunun sonucu olarak sosyal nitelikli
kervansaray yapımının XIX. yüzyılda Tanzimat’tan sonra terk edilmesiyle gelir sağlama amacına
yönelik şehir hanlarının yapımına başlanmıştır. Hanlar, kervansarayların bulunmadığı yol boyu
20
yerleşim birimlerinde kurulan tek konaklama tesisleridir. Hanlarla kervansarayları birbirinden
ayıran en önemli iki özellik şunlardır.
a) Hanlar özel teşebbüse ait ticari konaklama tesisleridir. Kervansaraylar ise vakıflarca işletilen
hayır kuruluşlarıdır.
b) Kervansaraylarda yatma odaları kapalı değildir. Mahremiyeti yoktur. Buna karşılık hanlarda
aileler için özel odalar bulunmaktadır.
PLAN:3- BÜYÜK VALİDE HAN (İSTANBUL) İKİ KATLI BİR PLAN ÜZERİNE İNŞA
EDİLMİŞ OLUP TOPLAM 210 ODALI BİR YAPIDIR.( 1. KATTA:153 2.KATTA: 57 ODA
MEVCUTTUR)
Sonuç olarak; Bu kurumlar Osmanlılar döneminde Anadolu Selçuklular ve Osmanlılarca en
mükemmel düzeye ulaşmıştır (Anadolu Selçuklular dönemin de 13. yy’ın ilk yarısında,
Anadolu’nun kervan yollarında yapılmış olan kervansaraylar, çok önemli bir mimari özelliği
yansıtmaktadır. Bugün bir kısmı harap, bir kısmı oldukça sağlam durumda bulunan
kervansarayların sayısı yüzü aşmaktadır. Yolların uğrak ve kavşak noktalarında kurulan
kervansaraylar, seyahat eden insanların hayvanlarıyla birlikte konaklayabileceği, gerektiğinde
hayvanlarının değiştirilebileceği, saldırılara ve olumsuz doğa şartlarına karşı mukavemetli,
çoğunlukla su ve ormana yakın yerlerdir. Kervansaraylarda insanlar konaklar, hayvanlar barınır
ve araçları onarılırdı (Şener,2010:9).
XIII. yüzyılda Anadolu kervan yolları, önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlarken, başkent
Konya’da düğümleniyor, böylece başkentin her yöne ilişkisini sağlıyordu. XI. yüzyıldan itibaren
Anadolu’yu ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev (XI. yy.), Marco Polo (1271-95), William of Rubruck,
(1255), İbn Bibi (1280), Rahip Odoric (1318), Francesco Balducci Pegolotti (1330- 40), Hamd
Allah Al-Mustavfi (1340), Ruy Gonzales de Clavijo (1404) gibi yabancı gezginlerden
Anadolu’nun İpek Yolu güzergâhını öğrenmekteyiz. Özellikle Marco polo, İbni Batuta,
Pegolotti, Clavijo gibi Orta Çağ’ın ünlü gezginleri eserlerinde İpek Yolu’nu daha detaylı
tanıtmışlardır. Gittikleri yol güzergahları, konakladıkları han kervansaraylar hakkında
21
bilgilerimizi ve bugünkü ipek yolu rota araştırmacıları için bu gezginlerin “seyahat notları”
kaynak teşkil etmiştir. Bugün turizm içinde “gurme turizmi” gittikçe önem kazanırken geçmişte,
bu konuda bizlere Anadolu’da yemek kültürünün izleri hakkında bilgi aktaran İbn Battûta’dır.
“1302’de Tanca’dan yola çıkan İbn Battûta pek çok yöreyi dolaştıktan sonra Lazkiye üzerinden
Anadolu’ya ayak basar. XIV. yüzyılın bu büyük gezgininin ilk izlenimleri oldukça etkileyicidir.
Şöyle der; “Elverişli bir rüzgarla on günlük bir seyahatten sonra Anadolu’nun ilk şehri olan
Alâyâ[Alanya]’ya ulaştık. Yolculuğumuz sona erince gemi sahibibizden “navl” almadı.
İkramdan saydı bu yolculuğu…
Rum diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi! Allah Teâlâ güzellikleri
öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış! Dünyanın en güzel insanları,
en temiz kıyafetli halkı burada yaşar.” Ve ekler “en leziz yemekler de burada pişer” (İbn.
Battûta; “Çev: Aykut”, 2000:400.).
İbn Battûta’nın verdiği bilgilere göre Alanya civarında haftada bir gün bütün haftanın ihtiyacına
karşılayacak kadar ekmek pişirilmektedir (İbn. Batuta, 2000:400).
Seyahatnamesinde özet olarak; Anadolu’da yenen yemeklerden bahsederken “tirit”in adını
anıyor, halkın “yufka” ya da “bazlama” türü bir çeşit ekmeği ürettiğini, misafirler için koyun
kesildiğini anlatıyor, Anadolu’daki yemeklerin iyi olduğu bildiriyor ve kendisinin iyi
beslendiğini, karnının doyduğunu da kaydediyor! Anadolu’da başta ahilik kurumunun ve diğer
eşrafın misafirperverliği hakkında çok geniş bilgiler vermektedir.
Bu tür seyahatlerin “özne”sini oluşturan olgulardan birisi de “beslenme” (yeme- içme)”
hakkında, İbn Battûta’nın, Anadolu’da dolaştığı dönemde yemekler ve ikram konusunda verdiği
bilgiler, “Gurme Turizmi” konusunda araştırmacılara önemli kaynak teşkil etmektedir. Bugün
Anadolu İnsanın “misafirperverliği, konuklarına ikram anlaşışının” bekli de Anadolu’da
geçmişte yaşamış olan bu insanların, günümüz insanlarına genetik bir zenginlik ! olarak geçmiş
olduğunu düşünebiliriz. Batuta’nın seyahati sırasında “neler yediğini, gezdiği yörelerdeki
beslenme kültürü ile ilgili olarak verdiği bilgileri” daha detaylı çalışma ile Anadolu’nun gurme
turizmi için envanter teşkil edeceğini düşünmekteyiz.
.
TURİZM AÇISINDAN İPEK YOLU PROJESİ
-Tarihi İpek Yolu Hakkında Genel Bilgiler
İpek Yolu, Orta Çağ’da, Çin’in Xian (Şian) kentinden başlayıp, bir kolu Özbekistan’ın Kaşgâr
kentine, oradan Doğu Türkistan, Moğolistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,
Türkmenistan’ı geçip Hazar Denizi’ne; diğer kolu Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden
Anadolu’ya ulaşıyordu. Anadolu’ya girmeden bir kol Suriye’nin Lazkiye Limanı’na ulaşır, diğer
bir büyük kolu ise Anadolu topraklarına girerdi (Acun, 2007:14).
İpek dokumacılığı insanlığın en önemli buluşlarından birisidir. Çin ipeğin ilk vatanı olarak kabul
edilir. Çin imparatoru Huang –ti’nin baş cariyesi Lei –tsu ipeğin dokuma metotlarını keşfetmiş
ve doğunun bütün kumaşlarından üstün bir dokuma elde ettiği anlaşılmıştır. İpek dokumacılığı
Çin’e büyük bir zenginlik kazandırmıştır. Hem ürün, hem de teknoloji bakımından önemli bir
ilerlemedir. Bu yüzden ipek böceği yetiştirme ve ipek dokuma teknikleri çok gizli tutulmuştur.
Dışarıya çıkaranlara ölüm cezası verilmiş, ancak bunu göze alanlar çıkarabilmiştir. Bu kaliteli ve
22
görkemli dokuma Çinelilere hem üstünlük, hem de zenginlik sağlamıştır. Yalnız bu ürünlerin o
günün şartlarında bilinmeyen ülkelere ulaştırılması ve oralarda satılması önemli problemdir. İşte
ipek yolunun önemi burada ortaya çıkmaktadır. O zamanlarda Roma da en görkemli dönemlerini
yaşamaktadır. Hatta lüks ve sefahat had safhaya ulaşmıştır. İpek Romalıların doymak bilmez
lüks düşkünlüklerine cevap verecek en güzel ürünlerden birisidir. (Bekin,1981:15) Dolayısıyla
doğudan gelecek her türlü lüks eşyanın batıda iştahlı alıcıları vardır ki, bu da ticaret yollarının
gelişmesini etkilemiştir.
Çinlilerin İpek, Hintlilerin baharat üretimi tarihteki en önemli ticaret yollarının doğmasına sebep
olmuştur. O dönemin güçlü ülkeleri Mısırlılar ve Romalılar milattan yüzyıllar önce doğudan ipek
ve baharat gibi değerli ürünler satın almaları, bu malların ulaştırılmasında kervanların belli
güzergâhları kullanmaları, yolların gelişmesine ve bu yollarda yeni kültürlerin gelişmesinde
önemli katkı sağlamıştır. Bu ana yol güzergahı birçok fonksiyonu birlikte yerine getirmiştir.
Sonradan İpek Yolu adı verilen bu tarihi yol ticaret yolu olmanın ötesinde binlerce yıldır bölgede
yaşayan kültürler arasında köprü rolü oynamıştır. Bu yol sayesinde farklı toplumlar ve kültürler
birbirini tanıma fırsatı bulmuş, birçok yeni kültür unsuru yaratılmış, birçok geleneksel kültür
unsuru taşınmıştır. Bu yol güzergahı insanlığın gelişimine katkı sağlayan din, felsefe, bilim ve
teknoloji gibi insanlığı geliştiren birikimlerin paylaşılmasına büyük katkı sağlamıştır.
Yukarı’daki satırlarda Anadolu topraklarından geçen “İpek Yolu” yolu hakkında bilgiler sunan
seyyahların dışında genel olarak İpek Yolu’nun varlı M.Ö. X. yüzyıldan itibaren çeşitli Çinli
Budist rahip ve askerler tarafından bilinmektedir. Batıdan Çin’e gelen ve bu yolu kullanan,
Dominiken papaz ve Moğolistan’ın Papalık elçisi Longjumeau’lu Andrew (1245-1247, 12491251), Ascelinus ve San Quentin Simon (1245- 1248), Papa İnnocent IV’ün Moğol elçisi
Fransizken Papaz John Plano Carpini (1245 1247), Fransizken misyoner William of Rubruck,
(1253-1255), Ermeni Kral Hayton I (1254-1255), Marco Polo’nun amcaları Niccolò Polo (12601269) ve Maffeo Polo (1271-1295), ünlü gezgin Marco Polo (1271-1295), Fas-Tanca’lı gezgin
İbn Battuta (1325-1354), Papalık elçisi Fransizken rahip John Marignolli (1339-1353), Floransalı
tüccar Francesco Balducci Pegolotti (1340), İspanya Kralı III. Henry’nin Timur elçisi Ruy
Gonzales de Clavijo (1403-1406), Fransız tüccar Jean Baptiste Tavernier (1629-1675)3 gibi
batılı gezgin, tüccar ve çeşitli ülkelerin elçileri bu yoldan uzak doğuya gidip gelmişler, yazdıkları
eserlerinde yolculuklarını anlatmışlardır. Bunlar gibi daha bilmediğimiz tüccarlar, hacılar,
misyonerler üç bin yıldan beri bu yolu kullanarak Çin ve Hindistan gibi uzak doğu ülkelerinin
İran ve Akdeniz ülkeleriyle olan ticari ve kültürel bağlarını kurmuşlardır (Günel, 2000:134).
Anadolu, Çin' den başlayıp, Orta Asya'yı kat ederek Avrupa' ya uzanan tarihi İpek yolu' nun en
önemli kavşak noktalarından birini oluşturmuştur... İpek endüstrisi, eski çağlardan beri birçok
milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuş; Uzak Doğudan gelen ipek ve baharat, Bat dünyası
için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek, ayrıca, Doğu kültürünün Batı
tarafından tanınmasını da sağlamıştır.
Doğunun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret
yolların oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Xi’an kentinden hareket
ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler; burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek
Afganistan ovalarından Hazar Denizine; diğeri ile de Karakurum Dağlarını aşarak İran üzerinden
Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya
giderlerdi.
23
Tarihi ipek yolunun rotaları konusunda bilim adamlarının farklı tespitleri vardır. Döneme veya
şartlara göre kullanılan rotalar sürekli değişmiş ve aynı güzergahta bir yollar ağı kurulmuştur.Bu
yüzden tek bir ipek yolu rotasından bahsetmek mümkün değildir. Ancak genel özellikleri
üzerinden konuşulabilir. Bu bakımdan da ipek yolunun, Çin’den başlayarak Orta Asya ve Güney
Asya üzerinden Avrupa’ya uzanan yollar bütünü olduğu söylenebilir. Bu yollar farklı
güzergâhlardan bir ağ gibi uzanır. 4000 kilometrelik bölümü Çin topraklarında olmak üzere
yaklaşık 7000 kilometrelik uzunluğa sahiptir. (Diyarbekirli, 2008:12) Eski Çağlarda ticaret
kervanları, Çin'in eski başkentlerinden Xian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar
kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar
Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum Dağları'nı aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı.
Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa'ya giderlerdi. Doğudan
batıya doğru gelişen bu ticari harekette daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan yol
şebekelerinden yararlanılmıştır.
Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette, daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan
bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli
taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce
kilometre uzunluğundaki kervan yolları, zaman içinde ''İpek Yolu'' olarak adlandırılmıştır.
İpek Yolu, Anadolu’ya üç koldan; Güney’de Cizre - Hasankeyf, ortada Doğubayazıt - Erzurum,
Erzincan, Sivas, kuzeyde de Kars - Trabzon yoluyla giriyordu. Anadolu Selçukluları döneminde
kuzeyden giden kol Erzurum, Erzincan, Tokat, Amasya, Sinop ve Kastamonu yönünden
Karadeniz’de limanlara; güneyden giden kol ise Bitlis, Malatya, Kayseri, Kırşehir, Konya,
Isparta, Antalya üzerinden Akdeniz limanlarına ulaşmaktaydı. Güney kolun en uç noktası ise
bugün Denizli vilayeti sınırları içerisinde bulunan Akhan’dı. Akhan’dan çıkan kervanlar 20 -30
kilometre sonra Menderes Nehri’ne, buradan da Ege limanlarına ulaşıyordu.
İpek Yolu, Anadolu Selçuklu döneminde doğu-batı, kuzey-güney yönünde Anadolu’yu hiçbir
ülkede olmadığı kadarıyla bir ağ gibi dolaşır, doğuda Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya’da
düğüm oluşturan bu yollar kuzeyde Sinop, güneyde Antalya’ya kadar uzanırdı (Günel,
2000:135).
Marco Polo, İbni Batuta, Pegolotti, Clavijo gibi Orta Çağ’ın ünlü gezginleri eserlerinde İpek
Yolu’nu tanıtmışlardır.
İpek Yolu Projesi'nin, 1994 yılında Dünya Turizm Örgütü (DTÖ) tarafından kabul edildiği ifade
edilerek, 1994 yılında Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te, 1996 yılında Çin'in Xian kentinde, 1997
yılında ise İran'ın başkenti Tahran'da ve Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te Dünya Turizm Örgütü
(DTÖ)'nün düzenlediği, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) ile
İpek Yolu'nun geçtiği ülkelerin temsilcilerinin katıldığı uluslararası toplantılarda, projenin ilgili
tüm çevrelerce dikkate alınması mesajı verildiği, dünya mirasının önemli halkasını oluşturan
eserlerin korunmasında uluslararası işbirliğinin gereğinin vurgulandığı ve bu güzergah
üzerindeki turizm aktivitelerinin çeşitlendirilmesinin önerildiği kaydedildi.
İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri
bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihi ve
kültürel zenginlik sunmaktadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını
kazanmalarından sonra, İpek Yolunun hem bir ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak
24
yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan
yapıların, yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır.
Bugün dünya tarihini anlamanın, kültür tarihini öğrenmenin, medeniyetleri analiz etmenin yolu
ipek yolundan geçer. Son yıllarda Asya’daki ekonomik değerlerin dünyaya sunulması açısından
da ipek yolu dünyanın cazibe merkezindedir. İpek yolundan dünyada herkes kendisine bir pay
çıkarabilir. Bu payın adaleti bakımından Türkler hak ettiklerini alabilmek için konuya duyarsız
kalmamalıdırlar.
İpek Yolu Projesinin Hayata Geçirilişi ve Turizm Açısından Önemi
Dünya Turizm Örgütü'nün (DTÖ), 17-24 Ekim 1997 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan 12.
Genel Kurulu kapsamında gerçekleştirilen İpek Yolu Toplantısı'nda, projenin gelişimine yönelik
konuların tartışıldığı, ayrıca DTO'nün bastırdığı, güzergahtaki tüm ülkelere ait tanıtıcı bilgilerin
yer aldığı İpek Yolu Broşürü'nün dağıtıldığı belirtildi. 1994 yılında İzmir-Kayseri arasında
bakanlıkça düzenlenen İpek Yolu tanıtım etkinliğinin, 1998'de İstanbul-Kayseri-NevşehirÜrgüp-Aksaray-Konya-Antalya güzergahında gerçekleştirildiği vurgulanarak, DTÖ'nün
Kazakistan ve Gürcistan'da düzenlemiş olduğu uluslararası İpek Yolu toplantılarında, turizm
faaliyetlerinin çeşitlendirilmesi, gençlik turizmine önem verilmesi, kervansarayların turizm
amaçlı kullanımı, yöre mimarisine uygun "Kültür Evleri"nin kurulması konuları üzerinde
durulduğu bildirildi. Açıklamada ayrıca, Kültür Bakanlığı tarafından bu yıl Denizli Doğubeyazıt güzergahında bulunan 34 Selçuklu kervansarayının dünya miras listesine dahil
edilmesi için UNESCO'ya müracaatta bulunulduğu da kaydedildi
Çeşitli uygarlıkların beşiği olan Anadolu'da, Selçuklular ve Osmanlılar döneminden günümüze
kadar varlıklarını sürdürebilmiş değişik türde ve çok sayıdaki mimari eserler arasında en ilginç
olanları, hiç şüphesiz han ve kervansaraylardır.
Coğrafi konumu nedeniyle, eski çağlardan beri doğu ile batı arasında bir köprü işlevi gören
Anadolu, İpek Yolunu en önemli kavşak noktalarından biri olmuştur. Orta Çağ’da, İpek Yolları
Çin’den başlayıp Orta Asya’da birden fazla güzergahı izleyerek ve Anadolu’yu geçerek Trakya
üzerinden Avrupa’ya uzanmıştır. Ayrıca, Ege kıyılarında Efes ve Milet, Karadeniz’de Trabzon
ve Sinop, Akdeniz’de Alanya ve Antalya gibi önemli limanları kullanarak deniz yolu ile de
Avrupa’ya ulaşmıştır.
Anadolu’da binlerce yıl boyunca uygarlıklar arasındaki ilişkileri sağlayan bağlantılar olan bu
yolları ticaret kervanları ve ordular kullanmıştır. Anadolu’daki bu yollar, geçtiği bölgenin coğrafi
koşullarının olanakları nispetinde doğal güzergâhları ve geçitleri izlemiştir (Ökse, 2005:19).
Anadolu’da İpek Yolu Güzergahları;
Kuzeyde : Trabzon, Gümüşhane, Erzurum, Sivas, Tokat, Amasya, Kastamonu,
Adapazarı, İzmit, İstanbul, Edirne,
Güneyde : Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş, Kayseri,
Nevşehir, Aksaray, Konya, Isparta, Denizli, Antalya merkezlerini izlemektedir.
25
Ayrıca, Erzurum, Malatya, Kayseri, Ankara, Bilecik, Bursa, İznik, İzmit, İstanbul güzergahının
da kullanıldığı bilinmektedir.
Bu klasik ipek yolu güzergahı hakkında son yıllarda yapılmış olan kapsamlı çalışmalar ışığında
ortaya çıkarılmış olan güzergah; M. Kemal Özergin’in hazırladığı doktora tezinde, yeniden
belirlenmiştir. Bu çalışma içinde ortaya konmuş olan ipek yolu, Çin’den başlayıp İran’a oradan
Anadolu’ya geçen İpek Yolu güzergâhları ve merkezler şunlardır:
l ) a. Tebriz - Bargiri - Erciş - Malazgirt - Hınıs -Erzurum - Tercan Erzincan - Sivas – Şarkışla - Kayseri - Aksaray - Konya - Adana - Ayas.
b. Tebriz - Nahcivan - Iğdır - Pasinler - Erzurum - Tercan - Erzincan
- Sivas -Şarkışla - Kayseri - Aksaray - Konya - Adana - Ayas.
2) Tebriz - Erzurum - Sivas - Kayseri - Aksaray - Konya - Antalya Alanya.
3) a. Tebriz - Erzurum - Bayburt - Gümüşhane – Trabzon.
b. Tebriz - Erzurum - Erzincan - Trabzon.
4) Tebriz - Erzincan - Zara - Sivas -Tokat - Amasya - Samsun - Sinop.
5) Tebriz - Sivas - Yozgat - Yerköy - Kırşehir veya Yahşihan üzerinden - Ankara - İstanbul.
Bağdat’tan Malatya ve Sivas’a bağlanıp sonra güneye, kuzeye ve batıya uzanan ana yol
güzergâhları ve merkezler şunlardır:
6) a. Bağdat - Musul - Mardin - Amid - Ergani - Gölcük - Harput – İzoli - Malatya - Ankara.
b. Bağdat - Harput - Pertek - Çemişkezek - Eğin -Divriği - Zara veya
Buzbel dağlarını aşarak - Sivas.
7) Sinop - Kastamonu - Çankırı - Ankara - Konya - Beyşehir – Seydişehir - Antalya – Alanya.
8) Samsun - Havza - Merzifon - Amasya - Aksaray - Konya – Ayas -Amasya – Aksaray arasında
güzergâhlar:
a. Amasya - Sivas - Kayseri - Aksaray.
b. Amasya - Zile - Kırşehir - Aksaray.
9) Trabzon ve Samsun’dan - Sivas - Konya - Beyşehir veya Gelendost’dan – Burdur Denizli Alaşehir - Foça - İzmir - Efes.
10) a. Trabzon - Sivas - Malatya - Bağdat.
b. Trabzon - Sivas - Malatya - Antep - Halep.
11) a. Sinop - Vezirköprü - Amasya veya
b. Sinop - Vezirköprü - Samsun - Amasya - Sivas - Malatya – Bağdat veya Halep.
12) Halep - Gaziantep - Göynük - Elbistan - Kayseri - Hacıbektaş Kırşehir - Lalahan – Ankara - Afyon - Kütahya - İstanbul.
26
13) Antalya - Burdur veya Denizli üzerinden Dinar - Afyon - İstanbul.
14) Ayas - Konya - Lâdik - Ilgın - Akşehir - Çay - Afyon - Kütahya –İstanbul. (Özergin,
1965:20)
Kültürel mirasımızın en önemli unsurlarından olan bu yapıların, doğanın ve diğer çevresel
etkenlerin tahribatına karşı korunması, bir koruma - kullanma dengesi içinde yaşatılarak tarihi
İpek Yolunun canlandırılması amacıyla, turizm olgusu kapsamında değerlendirilmesi
hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda, öncelikle tur güzergahı üzerinde olan han ve
kervansaraylara turizm amaçlı hizmetleri sunabilecek "Mola Noktası" fonksiyonu verilmesi
çalışmaları başlatılmıştır.
İlk etapta, ana tur güzergahı ile çakışan İpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen Han ve
Kervansaraylara ilişkin ön etütler, Bakanlık ile Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği çerçevesinde
yapılmış ve 11 adet kervansaray belirlenmiştir.
Bunlar;
1- Sultan Hanı (Aksaray -13. yy.)
2- Saruhan (Nevşehir / Ürgüp -13. yy.)
3- Şarapsa Han (Alanya -13. yy.)
4- Akhan (Denizli / Merkez -13. yy.)
5- Ağzıkara Han (Aksaray -13. yy.)
6- Alara Han (Antalya / Alanya -13. yy.)
7- Çardak Hanı (Denizli / Çardak -13. yy.)
8- Susuz Han (Burdur / Bucak -13. yy.)
9- İncir Han (Burdur / Bucak -13. yy.)
10-Alay Han (Aksaray -13. yy.)
11-Silâhtar Mustafa Paşa Hanı (Malatya / Battal Gazi -16. yy.)
27
RESİM:6- SİLAHTAR MUSTAFA PAŞA HANI (MALATYA)
İpek yolu Projesi kapsamındaki bu hanın iki kitabesi vardır. Birincisi Alacakapı Camiinde
saklanan Cevri mahlasını kullanan Divan-ı Hümayun kâtiplerinden İbrahim Çelebi’ye ait olduğu
anlaşılmaktadır. Bu kitabe Hanın giriş kapısı için yazılmış olduğu belirtilmiştir. İkinci kitabe ise
kapalı alan kapısı üzerinde halen de mevcut olan kitabedir ki Şeyhülislam Yahya Efendi
tarafından yazılmıştır. Hanın inşaatına 1636 senesi martında başlanmış ve 1637 yılı sonunda
bitiğine dair bilgiler mevcuttur.
Hanın cephesinde yontma taştan yapılmış kemer kapının iki yanında altışar kargir kemer dükkân
bulunmaktadır. Hanın giriş kapısı demirdendir, bunun iç taraflarında her iki yanda birer oda
vardır. Bu giriş kısmını (kapının ) üst tarafında, duvar içindeki kargir merdivenle çıkılan bir
mescit bulunmaktadır. Bu mescit halen bulunmamakla beraber, yakın zamana kadar
mevcudiyetini muhafaza etmiş olmalıdır ki, halk arasında “altı yol,üstü cami” şeklinde
hafızalarda yer etmiştir.Mescidden bir diğer merdivenle hanın zemin katına inilmektedir. Hanın
avluya bakankapının her iki tarafında altışar oda vardır. Bunlardan en baştaki bir ocak ve altı
dolap yerini, diğerleri birer ocağı vardır.Her odanın birer demir penceresi vardır. Eskiden Hanın
avlusunda büyük bir su havuzu bulunmakta idi. Han restore edilip ziyarete açılmıştır.
28
İpek Yolu Projesi kapsamında restore programına alınan diğer bir han ise; Susuz Han adı ile
anılan kervansaraydır. Selçuklu döneminde Akdeniz Ticaret yolu üzerinde inşa edilmiştir
(resim:7).
RESİM:7 SUSUZ HAN (BURDUR)
Anadolu Selçuklu devri XIII.yy. kervansaraylarındandır. Bucak İlçesi Susuz Köyündendir.
Susuzhan kareye yakın dikdörtgen bir plana sahiptir. Beş neflidir. Orta nef yüksekçedir.
Ortasında bir kubbe vardır. Hanın göze batan önemli yeri batı tarafındaki cephede tak şeklinde
giriş kapısıdır (Resim:7). Kapı katının yan söve kanatları çeşitli geometrik desenlerle boş yer
bırakılmaksızın bezenmiştir. Mukarnaslı giriş nişinin üzerinde geometrik oyma süslü iki
kabartma rozet motifi vardır. Bu nişin iki yanında yalancı sütunlar üzerinde yükselen ve kemer
şeridinde yılan tasvirleri bulunan iki küçük niş daha vardır. Bunların alınlığında ise iki ejder başı
vardır. Hanın beden duvarları dıştın payelerle desteklenmiştir. Tonoz örtü sistemi kesme
taşlardan sivri kemerler üzerine yani tonoz kaburgaları üzerine oturtulmuştur. Hanın içinin
ışıklandırılması dıştın içeriye genişleyen dikdörtgen pencerelerle sağlanmıştır. Mülkiyeti
vakıflara aittir. Antalya-Burdur yolu üzerinde Evdir Han, Kırk göz Han’dan sonra Susuz Han
üçüncü, İncir Han da dördüncü konaklama yeridir.
Susuz Han ile ilgili en eski bilgileri, 1890-1892’de Pamfilya ve Pisidya antik bölgesindeki
araştırma gezisi sonuçlarını iki cilt halinde yayınlayan K.G. Lanckoronski vermiştir.
Lanckoronski eserinde, Antalya’dan Ağlasun güzergâhındaki yolculuğu sırasında Selçuklu yapısı
üç han adından söz eder. Bunlar; Evdir Han, Susuz Han ve İncir Han’dır. Susuz Han’da
konakladıklarından bahseder (Lanckoronski,1890:187-188).
1890’da V. Cuınet, 1895’de F. Sarre, 1940’da F. Erten ve R. Riefstahl gibi yöreyi gezen
araştırmacılarda hanla ilgili bilgiler verir. Bu bilgilerin hiç biri hanı tam olarak tanıtmaz. Han’ın
tam olarak incelenmesi ve tanıtılması, 1953’den aralıklarla 1960 yıllarına kadar Anadolu’yu
dolaşan, Türkiye’de yer alan kervansaraylar üzerine araştırma ve incelemeler yaparak bunu bir
yayın haline getiren Kurt Erdmann adlı araştırmacı olmuştur (Erdmann,1961:1-13). Bu
dönemden sonraki çalışmalar, ikinci el kaynak niteliğinde, yapı üzerindeki sanat tarihi ve mimari
yönden ele alan çalışmalar olmuştur.
29
Yapının en son kullanımıyla ilgili bilgiler mevcut değildir. Ancak, yapı ile aynı dönemde inşa
edilen ve aynı bölgede yer alan İncir Han ve Kırkgöz Han ile ilgili bilgilerin mevcudiyeti, Susuz
Han ile ilgili bilgilerin de zamanla ortaya çıkmasını sağlayacaktır (Ünal,1993:404).
Plan:4 BURDUR SUSUZ HAN
İpek Yolu Projesi kapsamında restore edilerek turizm amaçlı hayata geçirilen bir diğer eser,
Nevşehir'in Avanos ilçesinin 5km. güney doğusunda Ürgüp'ün ise 6km. kuzeyinde, Damsa
vadisinde yer alan Saruhan Kervansarayıdır. Yapı, Doğu-Batı bağlantısındaki AksarayKayseri güzergâhındadır. II. İzzettin Keykavus zamanında 1249 yılında yaptırılan Saruhan 2000
m²'lik bir alanı kaplamaktadır.
Saruhan'da yapı malzemesi olarak sarı, kırmızımsı pembe ve açık kahverengi, oldukça düzgün
kesme taşlar kullanılmıştır. Gerek anıtsal portalin, gerekse iç portalin kapı kemerlerinde iki
renkli taşlar kullanılmış, böylece dekoratif bir görünüm sağlanmıştır.
Üst kısımları kısmen yıkılmış olan dış portalde diğer sultan hanlarında olduğu gibi daha çok
geometrik süslemeler tercih edilmiştir. Kubbeli köşk mescidi ise diğer kervansarayların aksine
anıtsal portalin üzerine yapılmıştır. Avluya bakan mescit kapası mukarnaslı tromplarla süslüdür.
Geniş avlunun solunda çeşmeli bir revak, sağında ise konaklama ve hamama ait mekanlar yer
alır. Revaklarda kullanılan bazı taşların üzerindeki küçük çizgiler taş ustalarının özel
işaretleridir. Hayvanların ve seyislerin konakladığı holü Aksaray Sultan Hanı ve Ağzıkarahan
holünün benzeridir. Pandantifler üzerine oturan aydınlık kubbesi oldukça sadedir.
30
Üst kısımları yer yer yıkılan Han, 1991 yılında restorasyonu tamamlanarak orjinal haline
getirilmiştir (resim:8) . Sultan Hanların en son örneklerinden olan Saruhan'dan sonra Selçuklu
sultanları han yaptırmamışlardır.
Resim:8 Saruhan Kervansarayı
Restorasyon sonrası hali
Bu tarihi yapıların ''Restore et - İşlet - Devret'' modeli çerçevesinde yatırımcılara tahsisi için
çalışmalar sürdürülmektedir. Kervansarayların restore edilmesinden sonra, kısıtlı konaklama
imkanı tanıyan, daha çok günübirlik kullanıma yönelik işlev verilerek turizme kazandırılması ile,
hem dünyada eşi olmayan ve zaman içerisinde yavaş yavaş yok olmaya mahkum bu eserlerin
kullanılarak korunmalar sağlanmış olacak, hem de geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, ülke
ekonomisine katkıda bulunmaları temin edilecektir. Bu kervansarayların turizm amaçlı
kullanılabilmelerine olanak sağlayacak bir işbirliği protokolü, Başbakanlık Vakıflar Genel
Müdürlüğü ile Bakanlığımız arasında 22.02.1993 tarihinde imzalanmıştır.
Söz konusu protokole göre, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edilen eski eser nitelikli
han ve kervansaraylar, adı geçen Genel Müdürlük tarafından 2886 sayılı Devlet İhale Kanununa
göre ve Bakanlığımız işbirliği ile ihale edilerek ''Restore et - İşlet - Devret'' modeli çerçevesinde
turizme kazandırılacaktır. Protokol esasları gereği, yatırım projeleri Kültür Bakanlığınca
onaylanacak ve Bakanlığımızdan Turizm Yatırım Belgesi alacaklardır.
Turizm sektörü, diğer yatırım sektörleri arasında öncelikli bir konumdadır. Eski eserlerin
restorasyonu suretiyle yapılacak turizm yatırımları, Hazine Müsteşarlığınca belirlenen ''Öncelikli
31
Tür Turizm Yatırımları'' arasında yer almaktadır. Bu kapsama giren yatırımlar, her yıl yayınlanan
teşvik kararnameleri çerçevesinde ayrıcalıklı teşviklerden yararlanabilmektedir. Bu eserlerin
kullanımı için, Bakanlığımızdan Turizm Yatırım Belgesi alınması halinde ve adı geçen
Müsteşarlık tarafından Teşvik Belgesi ile desteklendiğinde, tüm teşvik tedbirlerinden
yararlanabilmektedirler.
Restorasyonun bitiminden sonra, işletme aşamasına gelindiğinde, Bakanlığımızdan Turizm
İşletme Belgesi alınması gerekmektedir.
Protokolün imzalanmasını takiben Eylül 1994'te bir ihale yapılarak, Nevşehir'deki Sarı Han
turizm amaçlı kullanılmak üzere kiraya verilmiştir. Haziran 1998’de 7 kervansaray (Denizli-Ak
Han ve Çardak Han, Burdur-Susuz Han ve İncir Han, Antalya-Alara Han, Aksaray-Alay Han,
Malatya-Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı) için açılan ihalede de Antalya’daki Alara Han,
günübirlik tesis olarak restore edilmek ve kullanılmak üzere, bir yatırımcıya tahsis edilmiştir. İki
han 2001 yılında Turizm İşletme Belgesi alarak hizmete açılmışlardır.
Protokolde yer alan diğer kervansarayların turizm amaçlı değerlendirilmelerini sağlamak üzere
zaman içerisinde yeniden ihaleleri planlanmıştır.
SONUÇ:
Anadolu’da ticaretin eski önemini kaybetmesi sonucu Selçuklular zamanındaki kervan yolları da
zamanla ıssızlaştı. Önceleri Beylikler Dönemi’nde bu yollar üzerinde daha küçük hanlar yapıldı.
Sonra bu hanlar da terk edildi. Yapmış olduğumuz bu çalışmada Osmanlı Döneminde Ticaret
yollarının değişmesi üzerine eski canlılığını kaybeden Anadolu üzerindeki hanlar ve
kervansaraylar, Osmanlı döneminde dinsel amaçlı “hac yolu” hizmetlerini sunmuş olsa da; bu
hizmet yılın bir döneminde; hac farizası yılın belli ayında (Kurban Bayramı arifesi ve bayram
sırasında ) yapıldığı için Selçuklu döneminde ve Osmanlı da, 16 yüzyılın başlarına kadar devam
eden ticaret yollarının önemi ile yılın on iki ayına yayılan bir hanlar ve kervansarayların
işlevsellinde yoğunluk kalmamıştı. Dün “Ulu Yol” olarak adlandırılan İpek Yolu başka yollara
kayınca bu yollar üzerinde bulunan muhteşem kervansaraylar da kendi haline terk edilip,
kullanılmaz oldu. Bugün ıssız dağ başlarında, koyaklarda temel kalıntılarını gördüğümüz
kervansaray kalıntıları bile o günün heybetiyle vakur bir şekilde yıkık viran kalmıştır. Bugünün
yolları da artık bu yolların yakınlarından geçmez olmuş, insanlar da uğramaz olmuştur. Binlerce
kilometre uzaklıktan aylarca süren yolculuk sonucunda kapısına gelen kervanlar da gelmez
olmuştur. Onları ayakta tutan vakıfların da akarları gelmez olunca ayakta kalmaları iyice
imkânsızlaşmıştır. Bu büyüklükte kervansarayları onarmak, tekrar eski günlerine döndürmekte
artık çok zordu. Onun için yüzyıllarca kullanılmayan bu kervansaraylar zamana yenik düştü.
1980’li yıllarda “İpek Yolu Projesi” kapsamında İpek Yolu yeniden canlandırılmak istenmiş,
bunun için öncelikle kullanılabilecek durumda, kent merkezlerine yakın ve merkezlerin içinde
bulunan kervansaraylar onarılmış ve işlev verilmiştir.
Bu proje ile, Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan tarihi ticaret yolu İpek Yolu'nun yeniden
canlandırılması için, "Restore et-İşlet-Devret" modeli uygulamaları çerçevesinde, dünya
mirasının önemli halkasını oluşturan eserlerin korunmasını ve turizm aktivitelerinin
çeşitlendirilmesini amaçlanmıştır.
32
"İpek Yolu Üzerinde Bulunan Kervansarayların (Hanların) Turizme Kazandırılması" projesi
kapsamında, kültürel mirasın en önemli unsurlarından ve çoğu tabiata ve çevre şartlarına yenik
düşmüş olan kervansarayların korunması ve bir koruma-kullanma dengesi içerisinde yaşatılarak
tarihi "İpek Yolu"nun canlandırılmasını ivedili olarak sağlanacaktır.
İpek Yolu'nun bugün de olağanüstü tarihi ve kültürel zenginlik sunduğu unutmadan, "Bu yol,
Orta Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldır bölgede yaşayan
kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini sürmeye yardımcı olacak bir turizm olgusudur.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolu'nun hem
ticaret yolu, hem de tarihi ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması için öncelikle; tur
güzergahları ile çakışan İpek Yolu üzerinde değerlendirilmesi düşünülen kervansaraylara dair ön
etüdlerin yapılarak, ilk etapta turizm amaçlı değerlendirmek üzere bu rotadaki kervansaraylar
belirlenerek hayata geçirilecek büyük bir kültürel turizm projesi kapsamında bir harekettir.
Bu proje Çin Hükümeti tarafında büyük bir destek görmektedir. Çin’inTarihi İpek Yolu’nun
başlangıç noktası, Xi’an kenti. İpek Yolu ticaretinin gözdesi olarak Tang Hanedanlığı
Döneminde bu kent Çin Hükümdarlığına başkentlik yapmıştır. Tarihsel kökleri sebebiyle bugün
Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki, Shanxi Eyaleti’nin Başkenti Xi’an’da Tang Hanedanlığı Kültür
Endüstrisi Yatırım Şirketi Başkanı Lu Jianzhong ve beraberinde bir heyet 29 Mart 2011 tarihinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile iletişime geçerek¸ 2011 yılında iki ülke arasında diplomatik
ilişkilerin kuruluşunun 40. yıldönümü nedeniyle çeşitli kültürel faaliyetlerin
gerçekleştirilmesinin temellerini atmışlardır. Bunun bir sonucu olarak “2012 Türkiye’de Çin
Yılı”, “2013 Çin’de Türkiye Yılı” ilan edilerek, bu yıllar arasında yapılan faaliyetler kültür –
turizm ilişkileri üzerine yoğunlaşarak Türkiye turizm pazarında Çinli turist sayılarında yükseliş
aşamasına geçilmiştir.
Bugün gelinen noktada; “Tarihi İpek Yolu Pazar” kalıntıları üzerinde, İpek Yolu’nun yeniden
canlandırılması amacıyla hazırlanan bu proje Çin Hükümeti tarafından da desteklenmektedir. Bu
projenin diğer paydaşları olarak; Bu proje çerçevesinde İpek Yolu üzerindeki 12 ülkeye ait
(Japonya, Kore, İran, Türkiye, İtalya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan vb.) stantlar
oluşturulacaktır. Bu stantlarda, ülkelerin mimari özelliklerini yansıtan binalar inşa edilerek,
geleneksel el sanatları ürünlerinin, özgün kültürel değerleri yansıtan eserlerin, turistik eşyaların
pazarlanmasına imkan verilecektir. Türkiye için ayrılan alanda inşa edilecek yapı, burada
pazarlanabilecek eserler, Türk Kültürü’nün tanıtımı için yapılacak çalışmalar hakkında yerinde
incelemelerde bulunulması da mümkün olabilecektir.
Söz konusu projenin ülkemizin kültür ve turizm açısından tanıtımına büyük fayda sağlayacağı
düşünülmekte, “Türkiye” adının yaşatılacağı bina ile ilgili proje hazırlanması aşamasından
itibaren Bakanlığımızca görevlendirilecek uzmanların da çalışmalara katılmasında yarar
görülmüştür.
İpek yolu hem tarih, hem de kültür bakımından dünyanın en zengin mirasıdır. Bu mirasın
gelişmesinde birçok medeniyet ve millet katkı sağlamıştır. Bu yol dünyaya kültürleri ve
medeniyetleri açan ve büyük bir etkileşim meydana getiren bir yoldur. Dünyanın en önemli
mücadeleleri ve gelişmeleri bu yoldan mülhem meydana gelmiştir. Bilim ve felsefe alanında İbni
Sina’nın ve Farabi’nin batı dünyasını etkilemesini somut örnek olarak verebiliriz. İbni Sina tıp
alanında hekimlerin öncüsü, Farabi düşünce tarihinde Aristo’dan sonra muallimi-sanidir.
Yaşadıkları yer bugünkü Özbekistan’dır ve dışa açılmaları ipek yolunun işlevselliği sayesindedir.
33
Orta Asya bölgesi, uzun yıllar kapalı bir sistemin egemenliği altında kalmıştır. Dünya için bu
bölgedeki insanlar ve kültürler adeta bir sır durumundadır. Türkler için işin vahameti daha
büyüktür. Bu bölgedeki farklı boylardan olsa da birbiriyle soy ve kültür akrabalığı olan
topluluklarla bağlar tamamen kopmuştur. Küreselleşmenin açmış olduğu kapılarla Türk
toplulukları birbirinden haberdar olabilmiş ve birbiriyle yeni iletişime geçebilmiştir. O yüzden
bölgede yoğun bir nüfus ağırlığına sahip olan Türk Dünyası için bu dönemin imkanları iyi
değerlendirilmelidir. Bunun için ipek yolu bağlamında hazırlanacak çok yönlü projeler
geliştirilmelidir. Mevcut projelere mutlaka iştirak edilmeli, özellikle turizm gibi bir olgu
toplumları kaynaştıran ve toplumlar hakkında ön yargıları ortadan kaldırılmasında en etkili
unsurların başında gelmektedir. İpek yolu projesini hayata geçmesi ile Türkiye ile diğer Türk
Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları arasına yeni setler engellenmelidir.
Orta Asya kadim uygarlıkların beşiğidir. Geçmişte; Çin, Hint, İran, Arap ve Türk kavimlerinin
muazzam birikimleri burada toplanmıştı. Batı buradan bu (teknoloji, bilim, felsefe ve dini-mistik
öğretiler) birikimlere sahip olmak için tarihte, Büyük İskender’in meşhur seferinden, Marco
Polo’nun seyahatine kadar pek çok ilginç girişim yapılmıştır. Bugün de; İpek yolu bir kültür ve
turizm yolu olarak, bölgedeki zengin kültür mirasının ve yaşayan insanların dünyayla etkileşime
geçmesine uygun bir zemin oluşturacaktır. Selçuklu Türklerinin doğuya ulaşmasında en önemli
rehber bu yol güzergâhları olmuştur. Cengiz Han’ın seferinde kullandığı da tarihi ipek yoludur.
Burada milletler ve imparatorluklar karşılaşmış, yükselmişler ve çökmüşlerdir. Dinler, felsefeler
doğmuş ve buradan dünyanın değişik yerlerine yayılmışlardır. Büyük İpek Yolu tarihin en büyük
tanığıdır.
Türkiye’de ipek yolu projesi dendiğinde ilk karşımıza çıkan Selçuklu kervansarayları ve
hanlarının restore edilerek turizme ipek yolu adıyla kazandırılması çalışması
çıkmaktadır.“Anadolu İpek Yolu Hanları Turizm Projesi” adı verilen bu çalışma, Anadolu’nun
değişik yol güzergâhlarında Selçuklu ve Osmanlı zamanında yaptırılmış ve kullanılmış
kervansarayları aslına uygun restore edip turizmin hizmetine sunmayı hedeflemektedir.
Günümüzde, Bunların bir kısmı restore edilerek turizm amaçlı olarak hizmete sunulmuştur.
İpek yolu bağlamında atılan önemli adımlardan birisi Demir İpek Yolu projesi olmuştur. Türkiye
Demir İpek Yolu projesiyle ipek yolunun yeniden canlandırılmasına önemli katkı sağlayacaktır.
İpek yolunda kara taşımacılığının yanı sıra demiryolu taşımacılığının önemi ön plana çıktı ve bu
konuda bazı adımlar atıldı. 2005 yılında Pekin’den çıkan ve Brüksel’e 20 günde varan İpek Yolu
kervanı, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bu tarihi yolun önemini tekrar açığa çıkarmıştır
(UND.RAPOR-1 2008) . Geçtiğimiz yüzyıllarda bölgedeki istikrarsızlıklar ve geri kalmışlık
nedeniyle derin bir uykuya dalan İpek Yolu, artık 21. yüzyılın dinamik, global ve teknoloji
odaklı ticaretinde yeniden yükselen bir yıldız olarak eski cazibesine kavuşacaktır. Türkiye de
geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi bu yolun Avrupa ile Asya bağlantı noktasında bir cazibe merkezi
olma konumunu sağlamlaştırmak durumundadır.
34
KAYNAKÇA:
Osman Turan, Selçuklu Kervansarayları, T.T.K Belleten, Cilt:X, sayı:39. 1964.
Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1985.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular. İslam Ansiklopedisi, Cilt:X, MEB. Basımevi,
İstanbul,1966.
Yılmaz Öztuna, Osmanlı İmparatorluğu, Türk Ansiklopedisi. (26. ciltten ayrı basım)
MEB. Basımevi, Ank.1977.
Burhan Göksel, “Turizmin Tarihi ve Türkler”, Turizm Yıllığı, Ankara: T.C. Turizm
Bakanlığı Yayınları, 1985.
Şebnem Akalın, “Kervansaray”, Diyanet Vakfı, İ.A. .Cilt.25., Ankara, 2002.
Nizamü'l-Mülk, Siyasetname, (Çev.M.A.Köymen), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara,
1999.
Sönmez, Selami Sönmez, “Ortaçağ Türk ve İslam Dünyasında Kervansarayların( HanlarRibatlar) Fonksiyonları”, KKEFD/JOFKEF, Sayı:16, 2007.
Nejat Diyarbekirli, “Sunuş: İpek Yolu Üzerine”, Dünden Bugüne İpek Yolu (Ed. Taşağıl ve
diğerleri), Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008.
UND.RAPOR- 1 2008, “Tarihi İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılması ve Uluslararası
Lojistik”, www.und.org.tr/lojistik/TURKIYE_IPEKYOLU_US.doc
Oliver Wild“TheSilkRoad”,U.T.20.09.2010,http://www.mostang.com/mw/iss04/silk.html
Hakkı Acun (Ed.), Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ankara, 2007.
Gökçe Günel, “Anadolu Selçuklu Dönemi’nde Anadolu’da İpek Yolu - Kervansaraylar –
Köprüler”, Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi, (ISSN 1300-2864)
Ankara, sayı:29, 2010.
Winfried Löschburg; Seyahatın Kültür Tarihi, (Çeviren, Jasmin Traub)
Ankara-1998.
Dost yay.,
Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî; İbn Battûta Seyahatnâmesi, cilt:I, (çeviriinceleme-notlar: A. Sait Aykut), YKY yayını, İstanbul-2000.
Tuba Ökse, “Kızılırmak ve Fırat Havzalarını Birbirine Bağlayan Eski Kervan
Yolları”, Bilig, Yaz / 2005, Sayı 34, s. 19.
35
Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kervan Yolları, Ankara, 2007.
M. Kemal Özergin, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, İstanbul Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 20, İstanbul, 1965
Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, MEB. Yayını, Cilt: 2, Ankara, 1972.
M. Azaltun , E.Kaya, Konaklama İşletmelerinde Muhasebe Uygulamaları, Detay
Yayıncılık, 3. Baskı, Ankara, 2010
A. Aktaş, Turizm İşletmeciliği ve Yönetimi, Azim Matbaa Fatih Ofset San. Tic. Ltd. Şti, 2.
Baskı, Antalya, 2002.
A. Aktaş,” Otelciliğin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’deki Otelcilik”, Turizm Dünyası, Mart1991.
H. Olalı, M. Korzay, Otel İşletmeciliği, Yön Ajans, İşletme Fakültesi Yayın No: 214,
İstanbul,1989.
B. Şener, Modern Otel İşletmelerinde Yönetim ve Organizasyon, Detay Yayıncılık, 5.
Baskı, Ankara, 2010.
S. İ.Barutçugil, Turizm İşletmeciliği, Beta Basım A.ş, 3. Baskı, İstanbul,1989
Mithat. Zeki Dinçer, Turizm Ekonomisi ve Türkiye Ekonomisinde Turizm; Filiz Kitapevi,
İstanbul, 1993.
Derman Küçükaltan,‘Bir Alternatif Turizm Türü Olarak Kırsal Turizm ve Türkiye’de
Kırsal Turizm İşletmeciliği’(Basılmamış Doçentlik Takdim Tezi), 1999.
Robert Lanquar, (Çev. Gülser Öztunalı Kayır), Turizm-Seyahat Sosyolojisi; İletişim
Yayıncılık Cep Üniversitesi, Sayı: 49; İstanbul, 1991.
“Kral Yolu”, Geçit Review Dergisi, sayı: 8-9 Eylül-Ekim, 1945, s.64-65.
M. Baron C. D'ohsson, Moğol Tarihi, (Çevirenler: Ekrem Kalan ve Qiyas Şükürov), IQ
Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006
Kevin D. O’Gorman,"Origins of the Commercial Hospitality Industry: From The Fanciful
to Factual", International Journal of Contemporary Hospitality Management, 21 (7), 2009.
Goldfrey R. Driver, ve John C. Miles, Code of Hammurabi in English and Akkadian: The
Babylonian Laws, Oxford: Clarendon Press, 1952.
BUTLER, Richard Butler, (Eds.) Russell, Roslyn Russell, Giants of Tourism. Cambridge:
CABI, 2010.
36
Ziya Kazıcı, (1999). İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul: Kayıhan Yayınevi,
1999.
Salim Koca, (1996). “Türkiye Selçuklularında Ekonomik Politika”, Erdem Dergisi, Sayı:8,
1996.
M. Altan Köymen, (1986). “Türkiye Selçukluları Devleti’nin Ekonomik Politikası”,
Belleten Dergisi, Sayı:198, 1986.
Claude Chan, The Formation of Turkey; The Seljukid Sultanate of Rum: Eleventh to
Fourteenth Century, London: Pearson Education Limited Press, 2001.
Ayşıl Tükel Yavuz, . "Anadolu Selçuklu Kervansaraylarında Mekan-İşlev İlişkisi İçinde
Savunma ve Barınma." Vakıf Haftası Dergisi, Ankara, 1992,
Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügatı, II, İstanbul,1928.
Osman Çetin, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul 1981.
İsmet İlter, Tarihi Türk Hanları, KGM matbaası, Ankara 1969.
Evliya Çelebi. (2005). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat
306, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa 462, Süleymaniye Kütüphanesi Hacı
Beşir Ağa 452 Numaralı Yazmaların Mukayeseli Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: S. A.
Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff) 9. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005.
Evliya Çelebi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308
Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: S. A. Kahraman, Y. Dağlı, R. Dankoff),
8. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003a.
Evliya Çelebi. (2003). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat
308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: Y. Dağlı, S. A. Kahraman, R.
Dankoff), 7. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003.
Evliya Çelebi (2002), Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Revan
1457 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, (Haz: Y. Dağlı, S. A. Kahraman) 6.
Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.
Karl Grafen Lanckoronski, Staedte Pamphiliens und Pisidiens II., Prag-Wien ,1890-1892.
Kurt Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts, Teil 1, Berlin 1961 ve
Kurt Erdmann-Hanna Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts,
Teil I1-III, Berlin 1976.
Rahmi Hüseyin Ünal, “Burdur-Bucak İncir Han’ında, Temel Araştırmaları ve Temizlik
Çalışmaları (Eylül 1992)”, X.Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1993.
Gönül Güreşsever, Anadolu’da Osmanlı Devri Kervansaraylarının Gelişmesi (İ.Ü.Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü) Doktora Tezi, 1974.
Download