TÜRK RESSAMLAR 1 NİSAN 2017 MAHMUT KARATOPRAK 192297 SAYI: 2017 / 04 FİYATI: 5 TL NİSAN 2017 1984 Simavi Vakf› ve ‹stanbul Belediyesi Özel Ödülleri, 1977 Kültür Bakanl›€› Özel Ödülü, 1977 ikincilik ödülü Skopje, 1973 üçüncülük ödülü Marostica-‹talya ödüllerinin sahibi Mahmut Karatoprak 1953’te Kayseri’de do€du, 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Önce Türkiye’de, sonra ‹sviçre ve Almanya’da çeflitli gazete ve dergilerde çal›flmalar yapt›. 2002’de yerleflti€i Kayseri’de bafllad›€› Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki ö€retim görevlisi çal›flmas›n› aral›ks›z sürdürmektedir. Hakimiyet Milletindir İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin ilk "Seçkin Üyelik" ödülü Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verildi Sh: 4 Tekin Özertem: Cihangir Dumanlı: Hakimiyet Milletindir Sh: 19 Demokrat Cengiz Özakıncı: Atatürk Sh: 31 Avustralya’da Necdet Pamir: Atatürk’e "Enerjinin ve Türklüğe Geleceği" Karşı Senaryoları Propaganda Sh: 67 Sh: 13 Yaşar Öztürk: Atatürk’ ten İki Söylev Sh: 43 Başkent Üniversitesi’ne 3. Uluslararası Kalite Ödülü Sh: 49 Bat›n›n bilimsel üstünlü€ünü Eski Yunan Çoktanr›c›l›€›n›n, Yahudili€in ve H›ristiyanl›€›n bir baflar›s› olarak gösterenler, Do€unun bilimsel gerili€ini tümüyle Müslümanl›€a ba€lamaktad›rlar. Oysa Müslümanlar 827-1109 y›llar› aras›nda yeryüzünde bilimin tek öncüsü durumundayd›lar; elinizdeki kitap bunun belgeleriyle dolu. Abone Olun Bütün Dünya Kapınıza Gelsin Bütün Dünya tüm okurlarına kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. Dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen okurlarımız yenilenen abonelik sistemimizle dergilerine daha kolay ulaşacak. Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla aboneliğinizi başlatın, bir yıl boyunca Bütün Dünya’nız her ay kapınıza gelsin. Öğrencilere 50 % İndirim Öğrencilerimize yönelik %50 indirimli avantaj kampanyası yeni yılda da devam ediyor. Öğrencilerimiz öğrenci belgelerinin fotoğrafını ileterek bireysel aboneliklerini başlatabilir, %50 indirimli dergilerini bir yıl boyunca her ay düzenli olarak alabilirler. Bütün Dünya Abone Servisi Tel: 0541 725 74 11 E-posta: [email protected] B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A Bütün Dünya BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI Bütün Dünya 1 N‹SAN 2017 2000 Baflkent Üniversitesi Ad›na Sahibi: Prof. Dr. Mehmet Haberal Yay›n Genel Yönetmeni: Mete Akyol Ufuk Akyol Görsel Yönetmen ve Yay›n Genel Yönetmeni Yard›mc›s› : Turgut Keskin Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü: Gülçin Orkut Akyol Teknik Yap›m Yönetmeni: Faruk Güney Yay›n Dan›flman›: Yaflar Öztürk Türk Dili Dan›flman›: Haydar Göfer Sanat Dan›flman›: Süheyla Dinç E¤itim Dan›flman›: Dr. Fatma Ataman Düzeltme Sorumlusu: Nükhet Aliciko¤lu Baflkent Üniversitesi’nin bir kültür hizmeti olan Bütün Dünya 2000, Baflkent Üniversitesi kurulufllar›ndan Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve Ticaret A.fi.’nin 1. Cadde No: 77, Bahçelievler, Ankara adresinde haz›rlanm›flt›r. Seçiciler Kurulu: Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan) Prof. Dr. Ahmet Mumcu Prof. Dr. Solmaz Do¤anca Prof. Dr. Sevil Öksüz Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu, Prof. Dr. Okay Eroskay Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu, Prof. Dr. Sedefhan O¤uz, Prof. Dr. Levent Peflkircio¤lu, Gürbüz Atabek, Kaya Karan, Ayhan Erten, ‹lhan Banguo¤lu, Ahmet Aydede, Ertan Karasu, Manuel Bilos Sürekli Yazarlar: Yahya Aksoy, Yücel Aksoy, A. Erdem Akyüz, Prof. Dr. Kemal Arı, Sabriye Afl›r, Dr. Sıtkı Aydınel, Nuray Bartoschek, Kaya Boztepe, Haluk Cans›n, Nevin Dedeo¤lu, Haluk Erdemol, Sema Erdo¤an, Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, Mümtaz ‹dil, Muzaffer ‹zgü, Nilay Karatosun, Filiz Lelo¤lu Oskay, Cengiz Önal, Cengiz Özak›nc›, Saniye Özden, Tekin Özertem, Yaflar Öztürk, Necdet Pamir, Zeki Sar›han, Sezin San Sungunay, Mete Tizer, ‹zlen fien Toker, ‹zmir Tolga, Melek fiirin Tolga, Mehmet Ünver, Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeo¤lu, Dr. Ö¤üt Yazman, Aylin Yengin, Halit Y›ld›r›m, Mustafa Y›ld›z Okur-BütünDünya Yaz›flma Adresi: [email protected] Yönetim Merkezi: 10. Sokak No: 45, Bahçelievler, Ankara Tel: (0312) 215 51 27-313 Faks: (0312) 222 90 07 ‹letiflim Adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul Tel: (0216) 456 27 27 (pbx) Faks: (0216) 456 27 29 Bask›: APA Uniprint Bas›m Sanayi ve Ticaret A.fi. Had›mköy, ‹stanbul Cad. Ömerli Mah. No:159 Arnavutköy, 34555 ‹stanbul Da¤›t›m: Yaysat Bas›m Tarihi: 24 / 03 / 2017 www.butundunya.com.tr • [email protected] 1 YIL: 18 SAYI: 226 3 Beraber Yenelim Dr. Ufuk Akyol 4 İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin İlk “Distinguished Fellowship” Ödülü Prof. Dr. Mehmet Haberal’a Verildi 9 Haberal Hocası Starzl’a Son Görevini Yerine Getirdi 13 Atatürk’e ve Türklüğe Karşı Propaganda Cengiz Özakıncı 19 Hakimiyet Milletindir Tekin Özertem 25 Erzurum Ermenilerinin Kastamonu’ya Gönderilmesi Gürbüz Evren 31 Demokrat Atatürk Dr. Cihangir Dumanlı 35 Şeyh Sait Ayaklanması ve Türk Devrimleri Cengiz Önal 40 Hakimiyeti Milliye 43 Atatürk’ten İki Söylev Yaşar Öztürk 49 Başkent Üniversitesi’ne 3. Uluslararası Kalite Ödülü 51 Atatürk, TBMM ve Sonrası A. Erdem Akyüz 54 Onlar ki Düşmanı Meydanda Koyup… Zeki Sarıhan 57 İzmir Limanı ve Bombardımanı Prof. Dr. Kemal Arı 62 Ahmet Oktay Konur Ertop 67 “Enerjinin Geleceği” Senaryoları Necdet Pamir 2 73 16. ve 17. Yüzyıllarda Ankara Yahya Aksoy 78 Demokraside Tersine Gidişler Dr. Öğüt Yazman 82 Muazzez İlmiye Çığ’dan Mektup Var 85 Yarının Büyüklerine Nuray Bartoschek 87 Elektrik Dediğin Bir Büyülü Peri!.. Sabriye Aşır 91 Pentheus Dionysos’a Karşı Haluk Erdemol 96 Ünlülerin Biyografileri 101 Kafeler Mümtaz İdil 105 İlkbaharın Umut Çiçekleri İzlen Şen Toker 108 Sporu Neden Sevmiyoruz? Metin Gören 111 Demini Alan Gider Mehmet Uhri 115 II. Dünya Savaşının Kayıp Hazine leri Aylin Yengin 119 3 Gezegen 123“Neler Olmuyor ki Dünyada Sezin San Sungunay 127 Bülbülü Öldürmek Mehmet Ünver 132 Bizi İnsan Kılan Nedir? 134 En İyi Arkadaşınız Kim? Nilay Karatosun 137 Phaistos Diski Alev Doğanca 139 Boş İnanışlar Çiçek Erdem 143 Ton Balığı ve Avokadolu Taco Yasemin Ataman 147 Muz Sennur Aburas 12 İlk Dersimiz Türkçe 30 Bilginizi Denetleyin 77 Fırçalayarak 151 Çözümler 152 Ayın Kitapları 154 Yarının Büyükleri 156 Bulmaca 158 Satranç 160 Bir Fotograf Bin Sözcük Metematik Dr. Ufuk Akyol Beraber Yenelim T anrıları kızdırmak için ne yaptıTanrıların öfkesinden nasıl koruğı hikayeden hikayeye değişinabilirdi ki? yor ama Sisifos'un cezası belli: Oysa Sisifos biliyordu tanrıların O sipsivri tepenin gazabını da, kaderini zirvesine, o yusyude yenmeyi. Bilivarlak kayayı çıkaryordu ki onun asıl tacak. Cezayı veren cezası yorgunluktan kızgın tanrılar olunca tükenmek değildi. merhamete yer yok! Umudunun tükenO yuvarlak kaya, mesiydi. Ancak o o tepenin sivri zirvezaman çökecekti sinde nasıl duracak? bedeni de ruhu da. Sisifos vücudunSisifos umudunu daki tüm gücü kullahep korudu. Bedeni narak zirveye taşısa yorgunluktan bitse bile, o kaya orada de koruduğu umudu duramayıp düşecek. onu ayakta tuttu. Sisifos umudunu Zavallı Sisifos tekrar Kaslarının biten hep korudu. aşağıya inip, yüklegücünü yeniledi. Bedeni necek kayayı, tekrar Sisifos kaderini de, yorgunluktan taşıyacak zirveye ama cezasını da, tanrıları bitse de kaya orada durmayıp da yendi. tekrar düşecek tepe- koruduğu umudu Bu yeni bahar nin eteklerine. ayı tüm umutlarımızı onu ayakta tuttu. Ta ki Sisifos'un yeşertsin, ruhumugücü, dayanıklılığı bitene, kasları za, kaslarımıza güç ve dayanıklılık parçalanana, yüreği yarılana kadar. versin, hep beraber yenelim kaderi Cezası, kaderi buydu, çekecek, de tanrıları da. • katlanacak ve kabullenecekti. [email protected] 3 BD NİSAN 2017 İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin İlk "Distinguished Fellowship" Ödülü Prof. Dr. Mehmet Haberal’a Verildi Prof. Dr. Babulal Sethia, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. Nadey Hakim Dünyanın en önemli ve saygın tıp örgütlerinden biri olan İngiltere Kraliyet Tıp Derneği, onursal üyeliklerinin en üst kademesi anlamına gelen "Distinguished Fellowship" ödülünü ilk kez, Dünya Organ Nakli Derneği’nin seçilmiş Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verdi. İ ngiltere Kraliyet Tıp Derneği, 2008 yılında oluşturulan "Distinguished Fellowship" ödülünü, dokuz yıllık bir araştırma ve değerlendirmenin sonucunda dünyada ilk kez Prof. Dr. Mehmet Haberal’a 4 verdi. 1805 yılında kurulan ve uzun değerlendirmeler sonucu derneğe kabul edilmiş, dünya genelinde 25 binin üzerinde üyesi bulunan İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin Başkanı Babulal Sethia, Londra’da BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Mehmet Haberal - Prof. Dr. Babulal Sethia başarıların ve ülkesine hizmetin yanı sıra, tüm insanlığa hizmeti de göz önünde bulundurduk. Prof. Mehmet Haberal da insanlığa hizmet eden bir bilim insanı.” Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı Ankara’da da ziyaret ettiğini ve Başkent Üniversitesi ile kurumlarını SETHIA: HABERAL, gezdiğini anımsatan Sethia, şöyle İNSANLIĞA HİZMET EDEN dedi: “Sayın Haberal’ın AnkaBİR BİLİM İNSANI ra’da temelinden İngiltere Kraliitibaren başında yet Tıp Derneği’nin bulunarak kurduBaşkanı Babulal ğu Başkent ÜniSethia, dernekleriversitesi’ni ziyaret nin ilk kez verdiği etme ayrıcalığını bu ödülü Haberal’a yaşayanlardanım. sunarken, onun tıp O yerleşke tek bir alanındaki başarıağaçtan 4 buçuk larının yanında tüm milyon ağaca ulaşinsanlığa da büyük mış durumunda. hizmetlerde bulunBaşkent Üniduğunu şu sözleriyversitesi ve le vurguladı: kurumların“Biz bu ayda, yaklaşık rıcalıklı ödülün 11 bin kişi sahibini değerlen- İlk kez Prof. Haberal'a bulunuyor ve dirirken, mesleki verilen"Seçkin Üyelik" Ödülü Wimpole Caddesi’nde bulunan dernek merkezinde geçtiğimiz ay 8 Mart günü, organ nakli konusunda bir konferans veren Prof. Dr. Mehmet Haberal’a bu ödülü bizzat takdim etti. 5 BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Babulal Sethia - Prof. Dr. Rachel Hargest - Prof. Dr. Mehmet Haberal Prof. Dr. Nadey Hakim Prof. Sethia: “Biz bu ayrıcalıklı ödülün sahibini değerlendirirken, mesleki başarıların ve ülkesine hizmetin yanı sıra, tüm insanlığa hizmeti de göz önünde bulundurduk. bunların hemen hepsinin yüzlerinin güldüğünü gördüm. Bu beni çok etkiledi. Bunu buradaki sağlık kuruluşlarında ve üniversitelerde ne sıklıkla görüyoruz? Ayrıca Dünya Organ Nakli Derneği’nin seçilmiş Başkanı Prof. Haberal, sadece sıfırdan bir üniversite kurmakla kalmadı, aynı zamanda muazzam akademik çalışmalar da yürüttü. Sayın Haberal 4’ü İngilizce olmak üzere tam 10 kitap yayımladı ve 2 bine yakın makalesi var. Kendisi gerçekten de Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde böbrek ve karaciğer nakli 6 konusunda en geniş kişisel tecrübeye sahip bir kişi.” İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nadey Hakim de, Prof. Haberal’ın uluslararası alanda bir bilim insanı olduğunu belirterek, bu ödülü Haberal’a sunmaktan mutluluk duyduklarını dile getirdi. Prof. Dr. Hakim, Haberal’ın Türkiye ve dünyada 35 tıp derneğine üye olduğunu ve tıp alanında yaptığı çalışmalar nedeniyle ulusal ve uluslararası 31 ödüle sahip olduğunu da anımsattı. HABERAL: BU ÖDÜL, ŞAHSIMDAN ÖTE ÜLKEM İÇİN ÖNEMLİ İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin Londra’daki merkezinde verdiği konferansın ardından, kendisine bu en üst düzey ödül takdim edilen BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Mehmet Haberal ise, duygularını şu sözlerle ifade etti: “Bu ödül şahsımdan öte ülkem için önemli. Türk tıbbının nerelere geldiği hangi düzeye ulaştığını gösteriyor. Ne mutlu ki ülkemiz var. Bu ülkeyi kuran Atatürk ve arkadaşları ile aziz şehitlerimizi rahmetle, şükranla anıyorum. Onlar olmasa biz bunların hiçbirini yapamazdık. Onlar bu ülkeyi bize emanet ettiler. Amacımız bu ülkeyi her zaman söylediğim gibi yüceltip yükseltmektir. Bilimde, teknikte, sanatta dünyada Atatürk’ün söyle- Prof. Haberal: “Bu ödül şahsımdan öte ülkem için önemli. Türk tıbbının nerelere geldiği hangi düzeye ulaştığını gösteriyor. ” diği gibi asrın medeniyet seviyesine ulaştı. Bu ülkemizin bayrağını en tepelerde dalgalandırıyoruz.” • İngiltere Kraliyet Tıp Derneği de, "Distinguished Fellowship" ödülünün ilk kez Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verildiğini hem üyelerine hem de tüm dünyaya bildirdi D ünyaca bilinen cerrah Profesör Mehmet Haberal, 8 Mart 2017 Çarşamba günü Kraliyet Tıp Derneği’nin ilk "Distinguished Fellowship" ile ödüllendirildi. "Distinguished Fellowship" ödülü 2008 yılında, tıp alanının gelişimine katkı sunan müstesna kişileri takdir etmek için oluşturulmuştur. Profesör Haberal bu ödülü şu sözleriyle değerlendirdi: “Kraliyet Tıp Derneği, yalnızca tıp değil tüm bilimsel alanlarda dünyanın en seçkin örgütlerinden birisidir. Bu ödülü almak ve Kraliyet Tıp Derneği’nin bir parçası olmak benim için onurdur.” Böbrek ve ka7 BD NİSAN 2017 raciğer nakilleri alanında öncü çalışmalarıyla bilinen Profesör Haberal, 1975 yılında Türkiye’de ilk kez canlı donörden böbrek naklini yapmış ve 1970’li yılların sonlarında da ilk kez kadavradan böbrek naklini uygulamıştır. Organ nakli ve yanık tedavisi alanındaki çalışmalarının yanı sıra, Başkent Üniversitesi’ni kurarak Türkiye’de özel yüksek öğretim kurumlarının da öncülerinden biri oldu. Bu üniversite, ülke genelindeki tıp fakültesi, hastaneler, klinikler ve diyaliz merkezleriyle tanınmıştır. Kraliyet Tıp Derne- ği Başkanı B. Sethia, “Profesör Mehmet Haberal’a "Distinguished Fellowship" ödülü sunmak, benim için büyük bir zevk ve ayrıcalıktır. Profesör Mehmet Haberal, olağanüstü bir uluslararası cerrahi kariyerine sahip olmasının yanında, Başkent Üniversitesi’nin kurucusu ve rektörü olarak Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden birini kurmuştur. Haberal, Orta Asya ülkelerindeki bir cerrahi lider konumuyla, kendisiyle çalışan herkes için bir ilham kaynağı olmaktadır.” dedi.• Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Haberal’a verilen bu ödülü Meclis kürsüsünden açıkladı İ ngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin dünyada ilk kez verdiği bu ödülün bir Türk cerrah, Prof. Dr. Mehmet Haberal’a sunulması, ülkemizde heyecan ve övünç uyandırdı. Türkiye Akif Büyük Millet Meclisi BaşHamzaçebi kanvekili Akif Hamzaçebi, Haberal’a verilen bu ödülü Meclis kürsüsünden açıkladı ve Haberal’ı şu sözleriyle kutladı: Dünyada ilk kez verilen İngiltere Kraliyet Ödülü’ne Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal layık görülmüştür. Bildiğiniz üzere Mehmet Haberal, kumpas olduğu anlaşılan bir dava nedeniyle 4 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalmıştır. Ve cezaevinde kaldığı bu süre içerisinde Sayın Mehmet 8 Haberal tıptan, hastalardan, onlara organ nakli yapmak gibi kutsal bir hizmeti yerine getirmekten geri kalmıştır. Çok şükür ki bugün Sayın Mehmet Haberal bu hizmetlerine yine devam etmektedir. Ancak bu ödül bize şunu gösterdi ki, güçlükler yalnızca başarının değerini artıran süslerdir. Bu vesileyle hem tıp dünyası hem de ülkemiz açısından bizi onurlandıran bu prestijli ödüle layık görülen Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı tebrik ediyor kendisine saygılarımı sunuyorum.” • CHP Grup Başkanvekili Levent Gök ile MHP Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Kamil Aydın da, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı tebrik ettiler. • BD NİSAN 2017 Haberal Hocası Starzl’a Son Görevini Yerine Getirdi P rof. Dr. Mehmet Haberal geçtiğimiz ay, 4 Mart günü 90 yaşında yaşama veda eden hocası, “transplantasyonun babası” olarak bilinen Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın cenaze törenine katıldı ve hocasına son görevini yerine getirdi. Prof. Dr. Mehmet Haberal, 1967 yılında dünyada ilk başarılı karaciğer naklini yapan Prof. Dr. Thomas E. Starzl ile 1 Ocak 1974 - 30 Haziran 1975 yıllarında Denver’de uzmanlık öğrencisi olarak birlikte çalışmıştı. Aradan geçen yıllar boyunca hocası Prof. Dr. Thomas E. Starzl ile bağını hiç koparmayan Haberal, “Akıl hocam ve öncüm” sözleriyle, Starzl’ın “yaşam boyu öğrencisi” olduğunu her 9 BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Haberal, Prof. Dr. Thomas Starzl’ın eşi Joy Starzl’a ve diğer aile bireylerine başsağlığı dileklerini iletti. (solda) Heinz Şapeli'nde yapılan cenaze töreni (sağda) ilk organ nakli ameliyatlarıyla, hem ülkemizde hem Asya ve Ortadoğu’da organ naklinin öncüsü haline gelen Prof. Dr. Mehmet Haberal, bir ilk niteliğindeki her organ nakli ameliyatı başarısının mutluluğunu ilkin hocası Starzl ile Her konuşmasında, paylaştı. Ve ilk tebrikleri “Ortadoğu’da organ de hocasından aldı. naklinin, Haberal sayesinde Starzl ile çalıştıktan sonra 1975 yılında Türgeliştiğini” vurgulayan organ naklinin Starzl, Prof. Dr. Haberal’ın kiye’de kapılarını açan ve binyalnızca meslek büyüğü lerce hastaya umut ışığı değil, aynı zamanda yakın olan Prof. Dr. Haberal’ın, hem ülkemiz hem arkadaşı ve dostuydu. Ortadoğu ülkeleri hem de dünya çapındaki her bir başarısı, hocası Prof. Dr. Thomas E. Starzl için büyük gurur kaynağı oldu. Her konuşmasında, “Ortadoğu’da organ naklinin, Haberal sayesinde geliştiğini” vurgulayan Starzl, Prof. Dr. Haberal’ın yalnızca daim dile getirdi. Tıp dünyasında “transplantasyonun babası” olarak anılan hocası Prof. Dr. Thomas E. Starzl’dan ve Amerika’daki çalışma döneminden edindiği bilgi ve deneyimle Türkiye’de gerçekleştirdiği 10 BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Mehmet Haberal, kurucusu olduğu Ortadoğu Organ Nakli Derneği (MESOT)’nin, 10-13 Eylül 2014 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen 14. Uluslararası Bilimsel Kongresi’ni, hocası Starzl’ın onuruna 55 ülkeden, 800’ün üzerinde bilim insanının katılımıyla düzenlemişti. Haberal’ın, geçtiğimiz yıl, 3-4 Kasım 2016’da Ankara’da organize ettiği Karaciğer Tümörleri ve Transplantasyonu Kongresi de, Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın 90. yaşı onuruna yapılmıştı. Bu kongrelere katılamayan Starzl, öğrencisi Haberal’ı gönderdiği videolarla kutlamıştı. meslek büyüğü değil, aynı zamanda yakın arkadaşı ve dostuydu. Prof. Dr. Mehmet Haberal Haberal, geçtiğimiz yıl 12 Mart’ta, 90. yaşına giren hocası Prof. Dr. Thomas Starzl’ın yeni yaşını kutlamak için Amerika’daydı. Bu mutlu günde Starzl ile bir araya gelen Haberal hocasına, üzerinde Starzl’ın portresi ve “Transplantasyonun babası Prof. Dr. Thomas Starzl” sözcüklerinin yer aldığı bir Türk halısı armağan etmişti. Prof. Dr. Thomas Starzl’ın cenaze töreninin yapıldığı Heinz Şapeli’ne asılan da, işte Haberal’ın bu armağanı idi. geçtiğimiz ay, 4 Mart günü yaşamını yitiren hocası Prof. Dr. Thomas E. Starzl için Amerika Birleşik Devletleri’nin Pittsburg kentinde düzenlenen cenaze törenine katıldı ve hocasına son görevini yerine getirdi. Prof. Dr. Starzl’ın ailesi, yakınları ve öğrencilerinin bir araya geldiği bu törende Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı karşılarında gören Starzl Ailesi çok duygulandı. Haberal, hiç unutmadığı ve onuruna uluslararası kongreler düzenlediği hocasının Heinz Şapeli’nde düzenlenen cenaze töreninde, Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın eşi Joy Starzl’a ve diğer aile bireylerine üzüntülerini iletti. Törenden sonra Starzl için bir anma programı da düzenlendi. Barkovizyon gösteriminde Starzl ve Haberal’a ait 50’ye yakın fotoğraf yansıtıldı.• 11 Haz›rlayan: Y‹⁄‹T EREN GÜNEY ‹lk Dersimiz: Türkçe Bu ay köflemizi dilimizde yer etmifl yabanc› sözcüklerin karfl›l›klar›na ay›rd›k. Bilginizi s›nay›n. 1 Fatura (‹ta.) a-Bindirim b-Hesap pusulası c-Derece d-Işıldak 2 Randevu (Fr.) a-Engelleme b-Duyurum c-İlke söz d-Buluşma 3 Otoban (Alm.) a-Otoyol b-Girişken c-Pilot köşkü d-Mahalli 4 May›n (‹ng.) a-Para işleri b-Tarife c-Patlayıcı madde d-Yoğunluk 5 Obje (Fr.) a-Uzunluk b-Düğme c-Yenileşim d-Nesne 6 Egzersiz (Fr.) 11 Apse (Fr.) a-Yalıtım b-Alıştırma c-Şenlik d-Sınırlamak a-Çıban b-Yumuşama c-Parçacık d-Yüklenti 7 Opera (‹ta.) 12 Barbar (Fr.) a-Müzikli tiyatro b-Hizmet c-Etkili d-Yaratımcı 8 Biberon (Fr.) a-Uygarlaşmamış b-Aşama c-Çirkin d-Nitelikli 13 C›mb›z (Rum.) a-Süzgeç b-Kavrama c-Emzikli şişe d-Büyük, geniş a-Döküm b-Gözde c-Küçük maşa d-Geçici 9 ‹stasyon (Fr.) 14 Direktif (Fr.) a-Yerel b-Yerleşke c-Engebe d-Tren durağı 10 Jüri (‹ng.) a-Tınlaşım b-Seçici kurul c-Etkin d-Saldırgan a-Andaç b-Ödenti c-Tuzak d-Talimat, emir 15 Elastik (Fr.) a-Vasıflı b-Yansıtım c-Tarafsız d-Esnek (‹ta.) ‹talyanca, (Fr.) Frans›zca, (Alm.) Almanca, (‹ng.) ‹ngilizce, (Rum.) Rumca Yan›tlar: 151. sayfada Otopsi BD NİSAN 2017 Cengiz Özakıncı Avustralya’da Atatürk’e ve Türklüğe Karşı Propaganda Türklerin 1914-1923 arası Ermenilere, Rumlara, Süryanilere soykırım uyguladığı yalanını yayan odaklar, pek çok ülkede olduğu gibi, Avustralya’da da yoğun bir çalışma içerisinde. Ö yle ki, 1994’te Yunan Parlamentosu, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 gününü Pontus Rum Soykırımını Anma Günü ilan etmiş; Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Atatürk’ü soykırımcılıkla suçlayan bu kararı tanıyan ilk kuruluş, 2013 yılında Avustralya New South Wales parlamentosu olmuştu. “Assyrian Universal Alliance”, “Australian Hellenic Council”, “Armenian National Committee” vs. adlar altında etkinlik gösteren Ermeni, Yunan, Süryani örgütleri, Avustralya parlamentosundan Türkleri soykırımcılıkla suçlayan kararlar çıkartmak amacıyla çalışıyor. Tarihçi Prof. Dr. Peter 13 BD NİSAN 2017 propagandacıların Avustralyalıları kandırmalarını önleyebilirler; ve böylece soykırım propagandalarını boşa Tarihçi Prof. Dr. Peter Stanley (solda), Ermeni Kuyumcu çıkartabiVicken Babkenian (ortada) ve birlikte yazdıkları kitap. lirler. Örneğin, 1915’de Gelibolu’da Stanley’in, Sydney’de kuyumculuk Hafif Süvari Birliği Komutanı yapan Vicken Babkenian ile ortak olarak Türklere karşı savaşmış bir kitap yazarak Ermeni Soykırımı yalanının misyonerliğini üstlenmesi Avustralyalı General Sir Granville Ryrie’nin, 1932’de Milletler ve Türkiye’yi soykırımcılıkla suçCemiyeti’nde, Türkiye’nin üyeliği layan yayınların çoğalması, Avustgörüşülürken, Avustralya temsilcisi ralya’da yaşayan Türkleri soykırım yalanlarını çürütmek üzere daha çok olarak yaptığı konuşma şöyle: “Türkiye’nin Milletler Cemiçalışmak durumunda bırakıyor. yeti’ne davet olunmasına ilişkin Avustralya’daki Türkler, geleverilen öneriye Avustralya Hükücekte 25 Nisan Anzak Günü yürümeti hararetle destek olur. Çağlar yüşlerinde, Avustralyalıları etkileboyu ulaştığı çok yüksek kültür yecek yeni sözler içeren pankartlar düzeyine ve olağanüstü ciddî ulusal taşıyarak, Ermeni, Rum, Süryani niteliğe sahip olması, Türkiye’nin en belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır. Bu nitelikler geçen yüzyıllardan çok, bugün gelişmiş bulunmaktadır. Dünya Savaşı’nın savaşçılarından ve Gelibolu, Filistin, Sina ve Suriye cephelerinde savaş alanlarında bulunmuş bir insan olarak söylüyorum: Türk askerinin savunmadaki eşsiz kahramanlığını ve hücumdaki güç ve yeteneğini hayretle görmek fırsatlarına eriştim. Gelibolu’da “Çağlar boyu ulaştığı çok yüksek kültür düzeyine ve olağanüstü ciddî ulusal niteliğe sahip olması, Türkiye’nin en belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.” 14 BD NİSAN 2017 arkadaşlarım ve ben Türklerin cesaret ve dayanıklılıkları karşısında pek çok kez hayretler içerisinde kaldık. Türk ordularının Avustralya makineli tüfeklerine karşı ve Britanya donanmasının gülle yağmuru altında korkusuzca ileri atıldıklarını gördük. Türklerin değer ve direniş güçleri hakkındaki Avustralya New South Wales’li yüksek düşünceleTümgeneral Sir Granville de rimi işte ben, böyle Laune Ryrie (1865-1937) elde ettim. Savaşın felaketlerini bu denli yakından gören bu milletin, geleceğini savaşa engel olmaya adayacağı inancı o zamandan beri diğer her hangi bir duygunun üstünde olarak bende kesin biçimde yer etmiştir. Milletler Cemiyeti’nin tuttuğu yol, savaşı yasadışı saymak ve uluslararası uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözmektir. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesi bu ülkenin geleceğini bu ülkülere adayacağını gösterir. Böyle bir olayın birinci derecede öneme sahip olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu olay ayni zamanda Türkiye’nin ulusal yaşamında yeni bir dönemin başlangıcını oluşturacaktır. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nde çalışma ortaklığı olağanüstü değerli olacaktır. Kararı büyük bir mutlulukla destekliyorum.” Gelibolu’da savaşmış Anzakların ülkelerine döndükten sonra Türklere ilişkin övgüleri, pek çok yayına konu olmuştur. Bu yayınlarda, Sir Granville Ryrie’nin Milletler Cemiyeti’nde Türkler’i öven konuşması. 15 BD NİSAN 2017 UNESCO'nun Atatürk'ün doğumunun anlayışı teşvik etmek doğrultusun100. yıldönümü anmalarına katılma kararı da çaba göstermiş olan kurucusu 27 Ekim-15 Kasım 1978. Türklerin dürüst savaşçılar olduğunu dile getiren -soykırım suçlamalarını boşa çıkaracak- pek çok tanıklık vardır . D ahası, UNESCO, Atatürk’ün 100. Doğum Günü’nün dünya çapında kutlanmasına karar verirken, onu şöyle tanımlamıştır: “(...) UNESCO'nun yetkisi içerisine giren tüm alanlarda onun olağanüstü bir reformcu” (...) “Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan ilk savaşlardan birinin önderi” (...) “İnsanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayırımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağını tüm yaşamı boyunca savunmakla, halklar arasında karşılıklı anlayış ruhu ve dünyanın ulusları arasında kalıcı barışı teşvik konusunda seçkin bir örnek” (...) “Türkiye Cumhuriyeti'nin her zaman barışı, insan haklarına saygıyı ve uluslararası 16 Atatürk.(...)” UNESCO’nun bu kararı, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Ermeni, Rum Pontus, Süryani vs. soykırımcılığı damgası yapıştırılamayacağının sayısız kanıtlarından birini oluşturmaktadır. Venizelos’un 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş olması da Pontus Rum Soykırımı yalanını boşa çıkartacak diğer bir olgudur. Venizelos’un Nobel Ödül Komitesi Başkanı’na mektubu şöyledir: Atina, 12 Ocak 1934 “Bay Başkan, Yedi yüzyıla yakın bir süre boyunca Yakın Doğu ve Orta Avrupa’nın büyük bir bölümü kanlı çarpışmalara sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ve sultanların mutlakiyetçi yönetimleri bunun başlıca nedeniydi. Hristiyan milletlerin İmparatorluğa bağlanmaları ve bundan kaynaklanan Haç’ın BD NİSAN 2017 Hilâl’e karşı yaptığı kaçınılmaz mücadeleler, kurtulma amacı ile bu milletlerce yapılan isyanlar, Osmanlı İmparatorluğu sultanların yönetiminde kaldığı sürece devamlı tehlike kaynağı oluşturan bir durum ortaya çıkarıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın muhasımlarına karşı yaptığı milli harekâtın galibiyetle sonuçlanması ardından 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, bu istikrarsız duruma son verdi. Bir milletin yaşamında bu kadar kısa bir süre içinde böylesine köklü bir değişme seyrek gerçekleşmiştir. Teokratik bir rejim içinde yaşayan, din ile hukuk kavramlarının birbirine karıştığı çökme yolundaki bir imparatorluğun yerini güç ve hayat dolu modern ve milli bir devlet almıştır. Büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hızla, mutlakiyetçi sultanlar rejimi yıkılmış ve gerçekten laik bir devlet kurulmuştur. Millet tümüyle çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için şevk ile ilerleme yolunda bir atılım yapmıştır. Barışı pekiştirme hareketi yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye Osmanlı’nın yabancı unsurlarla meskûn vilâyetlerini terk etmek konusunda tereddüt etmemiş ve antlaşmalarda belirtildiği üzere kendi milli sınırları ile samimi biçimde yetinerek Yakın Doğu’da barışın gerçek bir savunucusu olmuştur. “Barışın borçlu olduğu bu değerli katkının sahibi kişi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'dır” Kanlı mücadeleler nedeni ile uzun yıllar Türkiye ile düşman durumunda kalan biz Yunanlılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan bu ülkede vuku bulan bu köklü değişikliğin etkilerini duyan ilk kimseler olduk. Anadolu faciasının hemen ardından kendini yenileyen Türkiye’ye bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık. O, bu uzanan eli içtenlikle kabul etti. Ciddi anlaşmazlıklarla ayrılmış olan milletlerle içten bir barış örneği veren bu yakınlaşmadan sadece, 17 BD NİSAN 2017 iki ülke için olduğu kadar Yakın Doğu barışı için de yararlı sonuçlar doğmuştur. Barışın borçlu olduğu bu değerli katkının sahibi kişi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu nedenle 1930 yılında Yunan Hükümet Başkanı olarak ben Türk-Yunan Paktı’nın imzası Eleftherios Venizelos 18 February ile Yakın Doğu’da 1924 günlü Time dergisi kapağında. barışa doğru yeni bir Venizelos’un M. Kemal’i Eğer Birinci Dünya Savaşı’nda Türkler Rumlara soykırım uygulamış olsalardı, Venizelos Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterebilir miydi? Kuşkusuz, hayır. Soykırım Propagandacıları, yukarıda aktardığımız sözlerde dile getirilen gerçeklerin artık unutulmuş olmasından doğan boşluğu, dönem başlarken, Nobel Barış Ödülü için Mustafa Kemal Paşa’yı aday gösteren 3 sayfalık soykırım yalanlarıyla mektubu dolduruyor. AvusturalYüksek Nobel Barış ya vs. ülkelerde yaşayan Türkler, Ödülü için aday göstermekle şeref yalana dayalı soykırım propagandakazanırım. larını, gerçeği dile getiren bu sözleri Yüksek Saygılarımın kabulünü ortaya koyarak çürütecektir.• rica ederim, Bay Başkan. [email protected] İmza: E.K. Venizelos” 18 Kültür ve Sanat Dünyasından BD NİSAN 2017 Tekin Özertem Hakimiyet Milletindir K ‘ Saltanatı boğdu..." diye Bu yıl da 23 Nisan günü başlayan ve küçücük büyüklerin ne kadarı yüreklerimizi sevinçövünecek, kıvanç le, umutla dolduran. Kamutay sözcüğünün, duyacaklar Türkiye Büyük Millet acaba? Meclisi'ni ifade ettiğini de aç kişi hatırlıyor bilemem, ama çocukluk yıllarımın 23 Nisan'larında söylediğimiz marşın ilk dizeleri bu sözcüklerden oluşuyor. Bir başka marş daha vardı o yıllarda coşkuyla söylediğimiz; "Bugün 23 nisan / Neşe doluyor insan / Kamutay bugün doğdu / ‘ "Sevinin çocuklar / Övünün büyükler / 23 nisan kutlu olsun / Çok büyük bayram bu bayram/ Herkese kutlu olsun…” yine o çocukluk yıllarımızda öğrenmiştik. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı son yıllarda okullara hapsedilmiş olsa da çocuklar bu 23 nisan günü de sevinip, mutlu olacaklar kuşkusuz. Peki, ya büyükler? Büyükler "övünüp, kıvanç du19 BD NİSAN 2017 İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası ve açılış günü yacaklar mı? İçlerinde uyanabilecek mi geride kalan çocukluk günlerinin bayram sevinci? Haksızlık etmemek için soruyu, “Büyüklerin ne kadarı övünecek, kıvanç duyacaklar acaba bu yıl da 23 Nisan günü?” diye sorayım yeniden. Benim yanıtım: Belki birazı, belki birazdan da azı... T ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun tescillendiği 23 Nisan 1920 gününü simgeleyen “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, benim anımsadığım kadarı ile yani altmış küsur yıldır hiçbir zaman büyüklerin övünüp sevindikleri bir bayram olmadı. Olamadı. Nedeni de “büyüklerin” bu bayramlarda niçin sevinip övünmeleri gerektiğini yeterince anlayıp kavrayamamış olmaları. Dünün küçükleri olarak cicili bicili giysilerle şiirler, şarkılar, marşlar ve danslarla stadyumlarda coşkuyla kutladıkları bu bayramın hep ‘çocuk bayramı’ olarak zihinlerde yer etmiş olması. 20 Oysa, bu bayram; 1921 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından meclisin açılışı onuruna “Milli Bayram Addine Dair Kanun” ile kabul edilen ilk ulusal bayramımız. Bayramın adı da “23 Nisan Milli Bayramı.” İkinci milli bayramımız da 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılması üzerine 1 Kasım günlerinde kutlanmak üzere kabul edilmiş olan “Hakimiyet-i Milliye Bayramı”dır. Bu iki ulusal bayram, 1935 yılında “23 Nisan Hakimiyet-i Milliye Bayramı” olarak birlikte kutlanmaya başlanmıştır. Himaye-i Etfal Cemiyeti[1] de 1927 yılından başlayarak 23 nisan gününü Çocuk Günü olarak benimsemiş, yardıma muhtaç çocuklara yönelik çalışmalarını 23 nisan gününü içine alan hafta boyunca daha da yoğunlaştırmıştır: “…Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara’da ilk teşkile günü olan Millî bayram Cemiyetimizce çocuk günü olarak tespit edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir BD NİSAN 2017 tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle fedakâr gazilerin yavruları fakir ve ıstırabın evladları ve nihayet alelıtlak (genel olarak) bütün muhtac-ı himaye-i vatan çocukları namına milletin şefkatli ve alicenab hissiyatına müracaat ediyoruz…” [2] H imaye-i Etfal Cemiyeti’nin Çocuk Günü kutlamaları, henüz Cemiyet-i Akvam[3] üyesi olmasak da 1925 yılında, 54 ülkenin katılımı ile Cenevre’de toplanan ladığımız bu bayramın resmi adı o Çocukların Refahı için Dünya zamanlar “23 Nisan Milli HakimiKonferansı’nda alınan, “Yılın belli yet ve Çocuk Bayramı” idi. 1980 bir gününün Çocuk Günü olarak darbesi sonrasında “Milli Güvenlik kutlanması” kararının bir uzantısıKonseyi” tarafından "23 Nisan Uludır. 1924 yılında yayımlanmış olan sal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" Cenevre Çocuk Hakları Bildirgeolarak değiştirildi. si’nin altında imzası olan devlet Türkiye Büyük Millet Meclibaşkanlarından biri de Gazi Mustafa si'nin ikinci binasının başkanlık Kemal’dir. kürsüsünün arkasında Kısaca söyleyecek o yıllardan kalma "Haolursak: “23 Nisan 23 Nisan Ulusal kimiyet Milletindir" Ulusal Egemenlik Egemenlik özdeyişi hâlâ duruBayramı”, 23 Nisan Bayramı, 23 Nisan yor... Millet vekilleri Milli Bayramı, 1 oturdukları sıralardan Kasım Hakimiyet-i Milli Bayramı, Milliye Bayramı 1 Kasım Hakimiyet-i görsünler, okusunlar diye. Bu özlü sözün, ve Himaye-i Etfal Milliye Bayramı devlet gücünün bazı Cemiyetinin 23 Nisan ve Himaye-i Etfal kişilere, belli grupÇocuk Günü’nün lara değil; doğrudan iç içe geçmiş bir Cemiyetinin doğruya kendilerini sonucudur. Çocukluk 23 Nisan Çocuk orda temsilci olarak günlerimde yağmur Günü’nün iç görevlendiren ulusa/ yağmasın diye dua millete ait olduğunu ettiğim, stadyumlarda içe geçmiş bir anlayıp benimsesinler büyük çoşku ile kut- sonucudur. 21 BD NİSAN 2017 diye. Bazen düşünüyorum da keşke Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu, saltanatın kaldırılışını, hakimiyetin millete ait olduğunu; çocuk bayramı ile birlikte kutlamasaydık diyorum kendi kendime. Belki o zaman bugünümüzü borçlu olduğumuz bu iki önemli devrim çocuk bayramının gölgesinde kalmaz; daha anlamlı, daha içerikli kutlanırdı diye geçiriyorum aklımdan. O zaman çocuklar daha Atatürk 1929'daki kutlamalarda İsmet İnönü'nün oğlu Ömer İnönü ile birlikte da önemsenir, çocuk hakları da sağlıktan eğitime daha bir anlam kazanırdı yaşamımızda. Kimseden gizlim saklım yok. Günümüz yetişkinlerinin (!) çoğunun yazımın başında sözünü ettiğim, marşın ilk dizesindeki "Övünün büyükler" deyişinin anlamını kavrayamadıklarına, niçin bu bayramlarda övünmeleri gerektiğinin bilincine varamadıklarına yürekten inanıyorum. Bunu kavra22 yıp, özümseyemedikleri için sevinip övünememekteler 23 Nisan’larda. Bu bayramı hep çocuk bayramı olarak algıladıkları, “Bugünün küçüğü yarının büyüğüdür.” demekle, çocukları “makam koltuklarına” oturtmakla yetindikleri için... B ugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü binasının Genel Kurul Salonu’nda başkanlık kürsüsünün arkasında “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir.” diye yazmakta. 1808 yılında Senedi İttifak’ ile başlayan[3], 1920 yılının 23 Nisan gününe kadar süren bir düşün gerçekleştiğinin, gerçekleşebileceğinin kanıtıdır bu. Bu düş, demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin de temelidir. Ama düş henüz tam anlamı ile gerçekleştirilebilmiş değil. Durum ortada: Kuruluşundan bu yana doksan yedi yıl geçmesine rağmen ne bizi Mecliste hakkıyla temsil edeceklerine inandığımız vekillerimizi seçmemize olanak sağlayacak bir siyasi partiler yasamız ne de adil bir seçim sistemimiz var. Bunu geçen 97 yılda pekala başarabilirdik ama olmadı. Başaramadık. Nedeni de 23 Nisan'larda neden övünmemiz gerektiği gerçeğini ulusça kavrayamamış olmamız. Fransızca bilen, çağının tüm aydınları gibi 1789 Fransız Dev- BD NİSAN 2017 rimi’nden etkilenip “Özgürlük, rin oluşturduğu topluluk anlamına Eşitlik, Kardeşlik” ilkesini içtenlikle gelmekte. Yalanla dolanla bir ilgisi benimsemiş olan Mustafa Kemal’in yok... Millet Meclisi yerine Parlamento Fransızcadan dilimize aksözcüğünü tercih etmemiş olması tardığımız bir çok sözcük gibi[4] yine de en büyük tesellim. Fransızcayı iyi bildiğinin de kanıtı. Parlamento, İtalyanca “parlare/konuşma” fiilinden türetilmiş; “konuşulan yer” anlamında bir sözcük. Kimilerine göre de parlamento sözcüğü Fransızca “parler / konuşma” fiili ile “mentir / yalan söylemek” Atatürk 23 Nisan kutlamalarında fiilinin birleşiminden. Bu nedenle “yalan söylenen yer” parlamento sözcüğünü de yanlış anlamına da gelmekte. Bu komplo kullanagelmiş olabileceğimizi bir teorisini (!) ortaya atanlar “Mente” düşünsenize. Olmaz demeyin. İşte sözcüğünün Fransızcada “sayısize örnek: “Sans numero/ numarasal çokluk” anlamında kullanılan sız” sözcüğünü ses benzerliğinden “mentir” sözcüğünden geldiğini, bu “cent yani 100 numara” diye "Hela" sözcüğün 10. yüz yıldan bu yana bu anlamında kullanıyor olmamız anlamda kullanıldığını bundan. 100 sayısına iddia ediyorlar. Yani böylesine küçültücü lafı dolandırıp(!) “Çok Günümüz bir anlam yüklediğiyetişkinlerinin (!) miz gibi parlamento laf yalansız olmaz!” demeye getiriyorlar. çoğunun "Övünün sözcüğünü de pekala Vay ki vay vay! Ata- büyükler" deyişinin ”yalan söylenen yer” türk’ün, Millet Meclisi diye anlayabilir, paryerine Parlamento söz- anlamını kavraya- lamenterlere de çok madıklarına, niçin büyük bir haksızlık cüğünü yeğlememiş olmasına şükredişim ediyor olabilirdik! bu bayramlarda bundan. Çünkü bizim övünmeleri gerekti- Allah korumuş... meclis sözcüğü, bir Bayramlar, bugün ğinin bilincine vara- de gelmiş geçmiş konuyu konuşmak veya görüşmek için bir madıklarına yürek- tüm kültürlerde olduaraya gelmiş kimsele- ten inanıyorum. ğu gibi toplumların 23 BD NİSAN 2017 1935 yılında Zonguldak'ta 23 Nisan kutlamaları yaşamında önemli bir yere sahiptirler. İster dini olsunlar ister milli, bayramları bayram yapan anlamlarının toplumları oluşturan bireylerin çoğunluğu tarafından içselleştirilmiş olması. Övünç ve sevinci içeriyor olmaları da bundan. Kökleri yüzlerce, binlerce yıl öncesine uzanan dini bayramların geçmişte olduğu gibi günümüzde de kutlanıyor olmalarının nedeni bu... 18. yüzyıldan başlayarak ulusal devletlerin ortaya çıkışı ile oluşan ulusal bayramların varoluş nedenleri de üç aşağı beş yukarı aynı: Ulusların devamlılığını ve birlikteliğini sağlamak. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın “Çocuk Bayramı” olarak da kutlanması ile ilgili söyleyecek bir çift sözüm daha var: Bugüne kadar 23 Nisan günü çocuk bayramıdır diye çocukların sevindirildiğini, onlara armağan alındığını, bayram yerleri kurulduğunu ne duydum ne de gördüm. Şeker Bayramı ve Kurban Bayramı 24 gibi bayramlarda çocuklar her ailenin bütçesi elverdiğince sevindirilir de 23 nisan günleri niçin aynı şekilde sevindirilmezler? Kimi seçilmiş çocukların devlet büyüklerinin koltuklarına beş on dakikalığına oturtulmaları bir armağan ise onu bilemem. Büyüklerin övünmedikleri, çocukların sevindirilmedileri bir gün nasıl ulusal bir bayram olarak kutlanabilir anlamak mümkün değil. * u yıl 97 kez kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'mızın bundan böyle küçüklerin sevindirileceği büyüklerin de övünecekleri en büyük bayram olarak kutlanması dileği ile büyük, küçük hepimize kutlu olsun. • B [email protected] [1] Çocuk Esirgeme Kurumu'nun o yıllardaki adı. Himaye-i Etfal Cemiyeti 6 Mart 1917 tarihinde İstanbul'da kuruldu. [2] Cumhuriyet Gazetesi , 22 Nisan 1927 [3] Senedi İttifak: II. Mahmud’un onayladığı, Osmanlı padişahlarının yetkilerini sınırlayan belge. [4] Türkçemizde, bir çoğu farklı, yanlış anlamda kullanılan 6400 Fransızca sözcük var. Ulusal egemenlik, ulusun namusudur, onurudur, şerefidir. M. Memal Atatürk Evrensel Bakış Açısı BD NİSAN 2017 Gürbüz Evren Erzurum Ermenilerinin Kastamonu’ya Gönderilmesi Ermeni komitecilerinin, Rus ordusuna katılarak sivillere yönelik katliamlara girişmesi üzerine Osmanlı Devleti, Tehcir* kararı aldı. E rmenilerin ve Türklerin yaklaşık 1000 yıllık ortak tarihinde önemli bir yeri olan 1915 Olayları, her iki halk açısından büyük acılar içermektedir. Bu nedenle konuyu her zaman doğru bilgi ve belgeler ışığında, objektiflikten uzaklaşmadan ele aldım. Bu yazıda da, Erzurum Ermenilerinin Tehciri sırasında (*) Tehcir: Göç ettirme kullanılan yollara ilişkin bilgileri paylaşacağım. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ermeni komitecilerinin, Rus ordusunun saflarına katılması ve ardından sivillere yönelik katliamlara girişmesi üzerine Osmanlı Devleti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, Tehcir kararı 25 BD NİSAN 2017 Talat Paşa’nın emriyle kafileler, Malatya üzerinden yeniden Musul’a yönlendirilmiştir. Erzurum’daki Almanya Konsolosluğu, Berlin’e gönderdiği raporda, ilk kafilenin, 16 Haziran’da yola çıkarıldığını ve Harput üzerinden ehcir kapsamına alınan Ermeni- Urfa’ya ulaştığını iddia etmektedir. Erzurum’daki Fransız Misyolerin, kafileler halinde belirlenunda görevli rahibe Clemence nen hatlarda yolculuk etmelerine Beauregard ise Fransa’nın Renkarar verilmişti. Bunların önde nes kentindeki ailesine gönderdiği gelenleri, Erzurum-Malatya-Musul Hattı, Sivas-Malatya-Musul Hattı ve mektupta, farklı bir tarih vererek, Temmuz sonlarında yola çıkan Adana-Halep-Lübnan Hattı idi. ilk kafilenin hazırlıklarına nasıl İlk uygulama Erzurum-Malatyardım ettiklerini, kentteki kiliselere ya-Musul Hattının merkezi Erzutoplanan Ermenilerin ihtiyaçlarını rum’da başlamıştır. Gerek 1890 yılındaki ilk Ermeni isyanının çıkışı karşılamak üzere neler yaptıklarını gerek yoğun Ermeni nüfusu gerekse anlatmaktadır. Rahibe Clemence Rusya sınırına yakılığı Rahibe Clemence: mektubun devamında, nedeniyle Erzurum’un “...Ermenilerin “Hasankale, Narman, stratejik önemi vardı. çoğu Müslüman Oltu, Tortum, Hınıs, Yurt dışında komşularının da Aşkale, Ilıca gibi bölgeyayınlanan kitaplarda, ısrarı ve yardımı lerdeki Ermenilerin çoğu Erzurum’dan ilk kaile yerlerinde kaldı. Müslüman komşularıfilenin 10 Haziran’da (...) Rus ordusuna nın da ısrarı ve yardımı yola çıktığı iddia yardımcı olan Ermeni ile yerlerinde kaldı. edilmektedir. Oysa komitecilerin çoğu ise Sarıkamış operasyonu Erzurum Ermenilerine zaten kaçmıştı” Tehcir kararı ilk kez 26 sırasında Rus ordusuna Haziran 1915 tarihinde yardımcı olan Ermeni yani Hükümetin kararından 1 ay komitecilerin çoğu ise zaten kaçsonra duyurulmuştur. İlk kafile ise mıştı” demektedir. Ermeni komitelerinin yöneticilerinMalatya üzerinden Musul’a den ve üyelerinden oluşturularak, 31 devam edecek kafilelerin Urfa’dan Temmuz’da yola çıkarılmıştır. geçişleri sırasındaki yoğunluk Burada dikkat edilmesi gereken nedeniyle Diyarbakır yolu da kulçok önemli bir konu vardır. O da, ilk lanılmıştır. Söz konusu yoğunluk, kafilelerin Musul’a değil de, Kastasayıları 45 bini bulan Kâhta Ermemonu’ya gönderilmesidir. Bu uygu- nilerinin yola çıkması yüzünden yalamanın yanlış olduğu anlaşılınca, şanmıştır. Özellikle Kasım ayında, aldı. Doğu Anadolu’daki 6 vilayette (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas) bulunan Ermeniler, Suriye başta olmak üzere güneydeki Osmanlı topraklarına Zorunlu Göç ve İskâna yani Tehcire tabi tutuldu. T 26 BD NİSAN 2017 Diyarbakır’daki kafileler, Urfa’daki yoğunluk yüzünden Mardin’e yönlendirilmiş, buradan da Kerkük bölgesine gönderilmiştir. Erzurum’dan yola çıkan kafilelerin en önemli sorunu eşkıya ve aşiret baskınlarıdır. Erzurum-Erzincan arasında, yaklaşık 500 kişilik bir Ermeni kafilesinin Dersim eşkıyaları tarafından soyulduktan sonra katledilmesi, Kürt ile Arap aşiretlerinin hat boyunca soygun ve kız kaçırma amaçlı saldırıları yüzlerce kişinin ölümüne neden olmuştur. Bu tür haberlerin İstanbul’a ulaşması üzerine, bölgedeki vali, kaymakam ve askeri yetkililere gönderilen talimatlarda, güvenlik önlemlerinin artırılması, suçluların bulunup cezalandırılması istenmiştir. Her ne kadar kafilelerin güvenliği için jandarmalar görevlendirilse de, bunların sayısının yetersiz olması, acı olayların yaşanmasını önleyememiştir. Kafileler ancak Cizre yakınlarına ulaştığında, burada Musul vilayetinin kolluk güçlerinin korumayı devralmasıyla daha güvenli şekilde geri kalan yolu tamamlayabilmiştir. Erzurum Ermenilerine ilişkin bir başka karar ise din adamlarına yöneliktir. Ermeni din adamları, Musul’a değil Erzurum yakınlarındaki illere sevk edilmiş, gittikleri yerlerde iyi ağırlanmaları emri verilmiştir. Eşkıya baskınlarının duyulması üzerine Erzurum ve çevresindeki Ermenilerin tehcirinde ısrarcı davranılmamıştır. Bu durumu yine Erzurum’daki Fransız Misyonunda görevli Jean Monier’in İstanbul’daki Fransa Büyükelçiliğine gönderdiği rapordaki, Ermeni din adamları Musul'a değil Erzurum yakınlarındaki illere sevkedilmiş, gittikleri yerde iyi davranılmaları emri verilmiştir. “Güvenliği yeterince sağlanamayan Ermeni kafilelerinin eşkıya baskınlarına uğraması ve ölüm olaylarının artması yerel yöneticileri zor durumda bırakıyor. Olası ölümlerden sorumlu sayılmamak için birçok yetkili, Ermenilerin yola çıkmasında ısrarcı davranmıyor. Hatta bazılarının bölgede kalmasına, isteyenlerin de Kars’a doğru gitmesine göz yumuluyor” ifadelerinde görüyoruz. İ kinci hat ise Sivas-Malatya-Musul Hattıdır. Sivas vilayetindeki en önemli Ermeni merkezi Merzifon’dur. Bunun nedeni ise Merzifon’da bulunan Amerikan Kolejidir. Merzifon aynı zamanda, Hıncak komitesinin merkezi olarak da ünlenmiştir. Merzifon Ermenilerinin 27 BD NİSAN 2017 bir bölümü, Musul’a gönderileceklerini öğrenince Müslüman olmaya karar vermiştir. Bunun üzerine de, Sivas vilayetinde kalmalarına müsaade edilmiştir. Merzifon Amerikan Koleji Tehcir kararının ardından toplanma ve sığınma merkezine dönüştü. Bunun üzerine Kolejin boşaltılmasına karar verildi. Merzifon’daki Amerikan Konsolosluğunun raporuna göre, Ağustos ayının başında boşaltılma işleri tamamlanarak, kolejin kız öğrencileri ve öğretmenleri Sivas’a gönderildi. kafilelerin yaşadığı olaylar, Batılı ülkelerin gazetelerinde yer almıştır. Harput’taki Amerikan Konsolosu, kentteki Tehcirin 1 Temmuz’da başladığını bildirdiği raporunda, Urfa’ya doğru giden Ermeni kafilelerinin yol boyunca karşılaştıkları olumsuzlukları anlatarak, yetkililerle yaptığı pazarlıkları aktarmıştır. Sivas-Malatya-Musul Hattı, Trabzon, Giresun ve çevre bölgelerden, komitelerin aktif üyesi oldukları gerekçesiyle Tehcire tabi tutulan Ermeni kafileleri için de kullanılmıştır. Adana-Halep-Lübnan Hattı da, yoğunluğu ile dikkati çekmiştir. Bu hat, özellikle Ermeni komiteleri ile ilişkileri olanların sevkiyatı yapılması nedeniyle önem kazanmaktadır. O yıllarda yaklaşık 50 bin Ermeni’nin yaşadığı Adana’dan Tehcir uygulaması kapsamına alınanların sayısı 14 bindir. Bu bölgede en önemli sorun Eylül ayında yaşanmıştır. Tehcire karşı çıkan Musa Dağı Ermenilerinden 5 bin kadarı silahlı direnişe geçmiş, 600’a yakın Osmanlı askerini öldürmüştür. Uzun süren direnişin ardından Ermenilerden yaklaşık 4 bini, bölgeye gelen Fransız savaş gemisi ile Mısır’a götürülmüştür. Urfa Ermenileri Tehcir kapsamına alınmamıştı. Ancak bölgede olayların başlaması üzerine Zorunlu Göç kararı Urfalı Ermeniler için Gürün Kaymakamı Şuayip Bey, gelen şikâyetler üzerine, Ermenilere yönelik kötü tutumu nedeniyle görevden alınarak, Divanı Harbe verilmiştir. Y ine bu hat üzerinden Musul’a giden kafilelere yönelik saldırı, soygun ve kötü muamele gibi olaylar Osmanlı yönetimine bildirildiğinde, gerekli cezai işlemlerin yapılması için talimat verilmiştir. Örneğin Gürün Kaymakamı Şuayip Bey, gelen şikâyetler üzerine, Ermenilere yönelik kötü tutumu nedeniyle görevden alınarak, Divanı Harbe verilmiştir. Merzifon gibi Harput’ta da (Elazığ) bir Amerikan Koleji bulunması yüzünden, bu hat üzerindeki 28 BD NİSAN 2017 de alındı. Kararın ilan edilmesiyle birlikte Ermeniler direnişe geçti. Yaşadıkları mahallelerde yığınak yapan, hendekler kazan Ermenilerle yaşanan çatışmalar, Halep’teki Amerikan Konsolosu tarafından bizzat izlenerek rapor edilmiştir. Raporda, Ermenilerin, aralarında 8 yabancının da bulunduğu bazı kişileri rehin alarak Eylül ayının sonuna kadar direndiğini yazan Amerikan Konsolos, olaylar bitiminde 2 bin Ermeni’nin Musul’a gönderildiğini belirtmektedir. Adana’dan hareket eden Ermeni kafileleri için genellikle tren yolu kullanılmıştır. 1 Ağustos ile 30 Eylül arasında, özel hazırlanan, her biri 30 vagondan oluşan 10 trenle Halep’e taşınan Ermenilerin sayısı at arabaları ve yaya gelenlerle birlikte yaklaşık 20 bine ulaşmıştır. Sadece Adana ve Urfa’dan değil diğer bölgelerden gelenlerin bir kısmı da, Halep ile Hama çevresine yerleştirilirken, birçok kafile de, Lübnan’da ikamet ettirilmiştir. H alep’teki Osmanlı Göçmen ve İskân İşleri Dairesi’nin Ekim 1915’de İstanbul’a gönderdiği raporda, bölgeye yerleştirilen Ermeni sayısının 100 bini aştığı bildirilmiştir. Ayrıca aynı dönemde, Diyarbakır’da 120 bin, Cizre’de ise 136 bin Ermeni’nin Halep, Musul ve Lübnan’a gitmek üzere beklediği kaydedilmiştir. Tehcir sırasında kullanılan yollarda yaşananlara ilişkin Alman, Fransız, İngiliz ve Amerikan yetkililerin raporlarında ortak tespitler ve Ermenilerin Türkler tarafından korunduğunu belirten değerlendirmeler vardır. “Tehcir Yolları” konusuna bir başka yazıda devam edeceğiz. • [email protected] Titanik’in başmühendisi, kurtulmayı bile denememişti 15 Nisan 1912 gecesi bir buzdağına çarparak Atlas Okyanusu’nun sularına gömülen, döneminin en büyük transatlantiği konumundaki Titanik’te, Thomas geminin başmühendisi Andrews Thomas Andrews de eserinin ilk yolculuğuna tanıklık eden bir yolcu olarak bulunuyordu. Titanik’in inşa edildiği sırada, 64 filika konulması gerektiği uyarısında bulunmuş ancak bu uyarısı maliyet kısıtlamaları nedeniyle hayata geçirilmemişti. Titanik buzdağına çarptığında Thomas Andrews, uzun süre yolcuların can yeleği giymesi ve geminin üzerindeki 20 filikaya binerek tahliye edilmeleri için çaba gösterdi. Şok halinde koşuşturan yolcuların kurtarılmaları için uğraşan Thomas Andrews üzerine can yeleği bile giymemişti. Kurtulanlar, Thomas Andrews’in en son birinci sınıf yolcuların sigara salonunda ağlarken görüldüğünü söylemişlerdi. 29 Hazırlayan: Ş. GÜLBİN GÜZEY Bilginizi Denetleyin 1-Yarattığı “Şarlo” adlı karakterle ünlenen sinema yönetmeni ve aktör kimdir? a-Victor Fleming b-Charlie Chaplin c-Woody Allen d-James Cameron 2-Aşağıdaki illerimizden hangisinin denize kıyısı yoktur? a-Bartın b-Sakarya c-Artvin d-Gümüşhane 3-Dünyanın en yüksek noktası olan Everest tepesi hangi ülkededir? a-Nepal b-Hindistan c-Özbekistan d-Tacikistan 4-Aşağıdaki göllerden hangisi Akdeniz bölgesinde yer almaktadır? a-Salda Gölü b-Ulubat Gölü c-Sera Gölü d-Manyas Gölü 5-Amerika Basketbol Ligi’nde (NBA) oynayan ilk Türk oyuncu kimdir? a-Mehmet Okur b-İbrahim Kutluay c-Hidayet Türkoğlu d-Mirsad Türkcan 6-Dünyanın en küçük ülkesi hangisidir? a-Vatikan b-Malta c-Monako d-San Marino 7-Üç bölgede toprağı bulunan ilimiz hangisidir? a-Sivas b-Erzurum c-Konya d-Afyon 8-Roma rakamında hangi sayı yoktur? a-10 b-100 c-50 d-0 9-Aşağıda verilen illerden hangisi en son il olmuştur? a-Aksaray b-Düzce c-Osmaniye d-Karaman 10-Türkiye’de üretilen ilk yerli otomobil markası hangisidir? a-Murat b-Fiat c-Anadol d-Tofaş 11-“Fareler ve İnsanlar"ın yazarı kimdir? a-Steinback b-Gogol c-Dostoyevski d-Victor Hugo 12-Balıklı Göl’ü ile ünlü olan şehrimiz hangisidir? a-Adana b-Şanlıurfa c-Van Yanıtlar: d-Hatay 151. sayfada 30 Yılmadan Yorulmadan BD NİSAN 2017 Dr. Cihangir Dumanlı Demokrat Atatürk Atatürk bağımsızlık savaşını ve devrimleri gerçekleştirirken demokrasiye bağlılığından asla ödün vermemiş, en ağır koşullarda dahi eylemlerini ulusal egemenliğe ve TBMM’nin kararlarına dayandırmıştır. A tatürk ve demokrasi ayrı bir kitap olabilecek kadar geniş bir konudur. Bu yazının kapsamında büyük önderin demokrasiye bağlılığını gösteren bazı kesitler vereceğiz. 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıktığı zaman verdiği karar, "ulusun egemenliğine" dayalı tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı.1 O tarihte yurdun pek çok yeri işgal edilmiş ve ordu dağıtılmış, 31 BD NİSAN 2017 padişah işgalcilerle işbirliği yapmakta idi. Buna rağmen Türk ulusu Kuva-yı Milliye, Redd-i İlhak, Müdafa-i Hukuk gibi direniş örgütlerini kurarak; hem ordulaşmış hem de egemenliğine eylemli olarak sahip çıkmıştı. İşte Atatürk’ün yeni bir devlet kurmadaki çıkış noktası ve temel dayanağı bu demokratik halk örgütleri olmuştu. S amsun’a çıkıştan sonra halkla ilk ilişkisi ve kurtuluş yönündeki eylemi Havza’da yayınladığı genelgedir. Atatürk 28 Mayıs tarihli • Her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal heyetin toplanması gerekmektedir. • Bunun için her sancaktan parti farkı gözetmeksizin ulusun güvenini kazanmış üç kişinin yola çıkartılması istenmiştir.3 Görüldüğü gibi büyük önder ulusal mücadelenin başlangıcında hemen silaha sarılmamış, halkın kitlesel demokratik tepkilerini teşvik ve organize etmekle işe başlamıştır. Daha sonra yapılan Erzurum, Sivas kongreleri ve TBMM bu demokratik tepkilerin yurt çapında örgütle- Atatürk, olağanüstü koşullar (OHAL) var diyerek demokrasiyi askıya almamış, silahlı mücadeleyi başlatmadan önce ulusal egemenliğin temsilcisi olan TBMM’nin işlevselliğine öncelik vermiştir. Havza genelgesinde; Halkın işgale karşı, köylere kadar her yerde büyük ve coşkun toplantılar yapmasını, İstanbul’a telgraflar çekilmesini ve Hıristiyan halka kötü davranılmamasını istemiştir.2 Havza’dan sonraki durağı Amasya’da 22 Haziran’da yayınladığı genelge ise tam bir ihtilal bildirisidir. Buna göre: • Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. 32 mesini ve ulusun egemenliğini fiilen kullanmasını sağlamıştır. TBMM’nin açılışından önceki dönemde Kuva-yı Milliye cephelerindeki savaşlar ve her tarafta ortaya çıkan isyanlar herkesi ürkütürken, Atatürk’ün Ankara’da sükûnetle oturması ve telgraf başında başka işlerle uğraşması herkesi şaşırtmakta idi. Ona “cephelere git, ordu yap, ordu ile uğraş” diyenlere şu cevapları veriyordu: BD NİSAN 2017 “Önce meclis, sonra ordu.” “Ben kerameti mecliste görenlerdenim.” “Bir devre yetiştik ki onda her şey meşru olmalıdır.” “Orduyu yapacak olan millet fakat millete niyaben meclistir.”4 Atatürk görüldüğü gibi olağanüstü koşullar (OHAL) var diyerek demokrasiyi askıya almamış, silahlı mücadeleyi başlatmadan önce ulusal egemenliğin temsilcisi olan TBMM’nin işlevselliğine öncelik vermiştir. Ona göre güçlü bir ordu güçlü bir devlete, güçlü bir devlet de ulusal egemenliğe dayanmalıdır. Atatürk TBMM’nin açılışının ikinci gününde (24 Nisan 1920) yaptığı konuşma ile yeni devletin anayasasının temel ilkelerini ortaya koymuştur. Bu konuşma daha sonra bir önerge olarak sunulmuş ve TBMM’de kabul edilmiştir. Bir tür geçici anayasa niteliğindeki bu önergede şu esaslar çıkmakta idi: • Meclisin üstünde hiçbir gücün olmaması, • Yeni bir hükümet kurma zorunluluğu, • Meclisin seçtiği ve ona karşı sorumlu olan bir hükümet, • Meclis başkanının hükümetin de başkanı olması5 (meclis hüküme- Birinci TBMM hemen her gün genel kurul yapmış, 338 kanun çıkarmış, 76 gensoru önergesi, 625 soru önergesi vermiş, günde ortalama 24 milletvekili konuşmuştur. ti sistemi). O günkü koşullar yasama ve yürütmenin tek elde toplanmasını gerektirmekte idi (kuvvetler birliği sistemi). Atatürk tüm yetkileri kendi elinde değil, meclisin elinde toplamayı tercih etmiştir. B irinci TBMM’de serbest tartışma ve özgürlük ortamı bakımından hiçbir Osmanlı meclisiyle kıyaslanamayacak kadar geniş bir demokratik ortam vardır. Bu savaş tarihinde eşi görülmemiş bir durumdur.6 Birinci TBMM döneminin siyasal rejimi, bir savaşı demokrasi ile yönetmek, krizi demokrasi ile aşmak gibi son derece netameli bir görev üstlenmişti. Ulusal kurtuluş savaşları tarihinde bir meclis eliyle 33 BD NİSAN 2017 kuvvetler birliği sistemi içinde gerçekleştirilip başarılan ilk ve muhtemelen tek örnek budur.7 Birinci TBMM hemen her gün genel kurul yapmış, 338 kanun çıkarmış, 76 gensoru önergesi, 625 soru önergesi vermiş, günde ortalama 24 milletvekili konuşmuştur.8 üç ayda bir meclise hesap vermeyi gerekli görmüştür. TBMM’nin demokratik ortamında Aralık 1922’de Mustafa Kemal’in milletvekilliğinin düşürülmesini amaçlayan bir önerge dahi verilebilmiştir.10 1924 anayasasının hazırlanmasında TBMM, Atatürk’ün isteğine rağmen Cumhurbaşkanına meclisi fesih yetkisinin ve kanunları veto yetkisinin verilmesini ulusal egemenliğe aykırı gördüğünden kabul etmemiştir.11 Atatürk Cumhurbaşkanı seçildikten sonra CHP başkanlığını vekaleten İsmet İnönü’ye bırakmıştır.12 Bir gün Başvekil Fethi Bey (Okyar) Atatürk’e “yarın meclise gelmezseniz iyi olur” demiştir. Atatürk’ün nedenini sorması üzerine “güç mevkide kalabilirsiniz” cevabını alan Atatürk; “Ya? Güç mevkide nasıl kaldığımı ben de görmeliyim. Onun içi geleceğim” demiştir.13 Atatürk devrimleri de kararnamelerle gerçekleştirmemiş, önce halka anlatmış, sonra TBMM’den ilgili devrim kanununu çıkartmıştır. Bütün bunları dünyada demokrasinin henüz gelişmediği ve yaygın olmadığı bir dönemde yapmıştır. TBMM’nin demokratik ortamında Aralık 1922’de Mustafa Kemal’in milletvekilliğinin düşürülmesini amaçlayan bir önerge dahi verilebilmiştir. A tatürk 5 ağustos 1921’de başkomutanlık yetkisini alırken mecliste büyük tartışmalar olmuştur. Atatürk meclise olan saygısının gereği olarak meclisin tüm yetkilerini değil, “ordunun gücünün artırılması ve yönetiminin geliştirilmesi için” gerekli yetkilerini almış ve bu konudaki önergesinde “Ulusal egemenliğin gerçek bir kulu olduğumu ulusa göstermek için bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süre ile sınırlandırılmasını ayrıca dilerim” demiştir.9 Yunan ordusunun Sakarya önlerine doğru ilerlediği bu kritik günlerde dahi büyük önder meclise olan saygısının gereği, başkomutanlık yetkisini kapsam ve süre bakımlarından sınırlı olarak almış, 34 [email protected] 1-Gazi Mustafa Kemal, Söylev (Nutuk), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1981, s. 9. 2- a.g.e. s.17. 3- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt II, Remzi Kitabevi,İstanbul, 1964. S. 33. 4-a.g.e. s.236 5- Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasa Gelişmeleri,YKY Yayınları,İstanbul,1998, s.235 6- Bülent Tanör, Kuruluş, Kurtuluş, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 2003, s.119 7- a.g.e. s.121 8- Tanör, Kuruluş s.120 9- Atatürek, a.g.e. s.448 10- Aydemir, a.g.e. S.65 11- Turgut Özakman, Cumhuriyet, Türk Mucizesi, İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, S.40 12- Turgut Özakman, Cumhuriyet,İkinci Kitap Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, s17 Atatürk’ün Dünyası BD NİSAN 2017 Cengiz Önal 82 Şeyh Sait Ayaklanması ve Türk Devrimleri İ smet Paşa, yeni Bakanlar Kurulu listesini 3 Mart 1925 tarihinde Meclis’in onayına sundu. Yapılan oylama sonucunda, Meclis, hükümete güvenoyu verdi. Hükümet programında özetle, “Her şeyden önce son hadiseler süratle ve şiddetle ortadan kaldırılacak, memleket her türlü fesat hareketlerinden korunacak, huzur ve devlet otoritesinin sağlam bir şekilde yerleştirilmesi için bütün tedbirler alınacaktır.” gibi hususlar da yer alıyordu. Hükümet, mevcut durum karşısında işi sıkı tutmayı kararlaştırmıştı. Özellikle İsmet Paşa, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı ile Mudanya Ateşkes ve Lozan Barış Antlaşmaları’nın hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini çok iyi biliyordu. Atatürk ve İsmet İnönü Zaman kaybetmeden ve acilen görüşülmesi isteğiyle hazırlanan Takrir-i Sükûn (Huzurun Sağlanması) Yasası Meclis’e sunuldu. Yasa özetle; “İrtica ve isyana ve memleketin sosyal düzenini, huzur ve sükûnetini, emniyet ve asayişini bozmaya sebep olacak bütün kuruluşlar, kışkırtmalar, girişimler ve yayınları, Cumhurbaşkanı’nın onayı ile doğrudan doğruya veya idare olarak yasaklamaya hükümet yetkilidir. İşbu fiillere katılanları hükümet İstiklal Mah35 BD NİSAN 2017 kemesi’ne verebilir.” ifadelerinden oluşuyordu. M eclis’te sert tartışmalar yapıldı ve sonuçta Takrir-i Sükûn Yasası 4 Mart 1925 tarihinde kabul edildi. Yasanın en can alıcı kısmı; sıkıyönetim bölgesinde görev yapacak İstiklal Mahkemesi’ne, yetkili üst komutanın onaylaması şartıyla, idam yetkisi de verilmesiydi. Mustafa Kemal gelişmeler üzerine Türk Ulusu’na ve Orduya, 7 Mart 1925 tarihinde yayımladığı bir bildiriyle, son olayları yaratanların, kanunen suçlu bazı nüfuzlu kimselerin, din maskesi altında, yarattığı girişimler olduğunu söyledi. Hükümetin aldığı hukuki ve Şeyh Sait askeri önlemlerle güvenlik ve asayişi sağlayacağını belirtti ve sivil ve asker devlet memurlarını, her şeyden önce yüksek vazifelerini tereddütsüz, azim ve şiddetle yerine getirmeye davet etti. Bu koşullar altında Şeyh Sait Ayaklanması’nı bastırmak pek güç olmadı. Yakalanan asiler yargılandılar ve hak ettikleri cezalara çarptırıldılar. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra, ayaklanma ile ilgili kışkırtıcı yazılar yayımlayan altı gazetenin yayın hayatına, mahkeme kararıyla, son verildi. Yine bu esnada; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın dinci söylemlerde bu36 lunması ve bunun da karşı devrimci güç odakları için çekici bir durum yaratması gerekçesiyle, anılan parti, İstiklal Mahkemesi'nce, 3 Haziran 1925 tarihinde kapatıldı. İsmet Paşa; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın din sömürüsü konusunda; “Terakkiperver Fırka’nın kuruluşu zamanında, memlekette bize karşı belirli ve körüklenmiş olan dini hissiyattan bilerek istifade etmek maksadı vardır...” şeklinde açık ve net bir değerlendirmede bulundu. Takrir-i Sükûn Kanunu konusunda da yapılan çokça eleştirilere; “Bütün bu şartlar içinde Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden Cumhuriyeti, yeni rejimi korumak mümkün müdür?” şeklindeki bir soruyla cevap vererek görüşlerini aktardı. Gazi Mustafa Kemal’in kayıtsız-şartsız desteği ile İsmet Paşa’nın ortaya koyduğu kararlılığı sonucunda ortalık biraz sakinleşmeye, şartlar normale dönmeye başladı. Halk huzurla günlük yaşamına devam ederken hükümet de boş durmuyor ve büyük bir hızla her alanda yeni Devrim Yasaları çıkarıyordu. Bunlar sırasıyla: Şapka ve Kılık Kıyafet Yasası, 28 Kasım 1925 gün ve 671 sayılı, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile Türbedarlıklar ile bir kısım unvanların kaldırılması yasası, 30 Kasım 1925 gün ve 677 sayılı, • • • • Türk Medeni Yasası, 17 Şubat 1926 gün ve 743 sayılı, Uluslararası Rakamların Kabulü yasası, 20 Mayıs 1928 gün ve 1288 sayılı, Türk Harfleri’nin Kabulü ve Uygulanması, 1 Kasım 1928 gün ve 1353 sayılı, Efendi, Bey, Paşa, Hacı, Hoca, Molla, Hazretleri ve Şeyh vb gibi lakap ve unvanların kaldırılması yasası, 26 Kasım 1934 gün ve 2590 sayılı, Bazı kisve ve giysilerin giyilemeyeceği yasası, 3 Aralık 1934 gün ve 2596 sayılı, yasalar olarak sayılabilir. Ancak İsmet Paşa’nın, gerçekleştirilen bu devrimlerin uygulanması sırasında sıkıntılar yaşanabileceği hususunda endişeleri vardı. Bunun somut örneği Yeni Türk Alfabesi’nin kabulünde yaşandı. Enver Paşa’nın uygulamaya çalıştığı yeni alfabe deneyimi(Enver’iye Yazısı) uygulamasında güçlükler yaşanınca; Mustafa Kemal’in öngördüğü alfabe değişikliğine başlangıçta karşı çıktı. Bunu anılarında; “Ben önce buna mukavemet ettim. Başından beri söylediğim, -Enver Paşa harp ilan edilmeden böyle bir şeye teşebbüs etmişti. Sonra muharebenin ilanı üzerine kaldırdı, tekrar eski hale döndük; yine öyle olacak!- Atatürk’e bunları söyledim ve benim ikazım cesaretini kırdı. Harf inkılâbını iki sene ileri erteledi.” Zaman ilerliyordu ve 1928 yılına kadar gelinmişti. Artık bir Türk Al- • • • BD NİSAN 2017 Yeni Türk Alfabesi’ni ilk kullananlar Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’dır. Gazi, 4/5 Ağustos 1928 gecesi İsmet Paşa’ya yazdığı mektubu, Yeni Türk Harfleri’yle kaleme almıştı. fabesi’nin gerekliliği kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. İsmet Paşa da bu gerçek karşısında, konuyla ilgili oluşturulan komisyonlara katıldı ve zamanla da karşı görüşlerini söyledi. Y eni Türk Alfabesi’ni ilk kullananlar Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’dır. Gazi, 4/5 Ağustos 1928 gecesi İsmet Paşa’ya yazdığı mektubu, Yeni Türk Harfleri’yle kaleme almıştı. İsmet Paşa da; o günlere Malatya’da yaptığı bir konuşmada; “Gelecekte bugünkü kuşaklara gurur verecek muhteşem bir teşebbüse girmiş bulunuyoruz. Bu girişim, Türk Ulusu içinde istisnasız herkese okuyup yazmayı öğretme teşebbüsüdür. Bu kadar hayırlı ve güçlü bir tedbirin niçin bugüne kadar geri bırakıldığını geleceğin eleştirmenlerine anlatmak 37 BD NİSAN 2017 kolay olmayacaktır...” diyerek, yeni alfabeyi hararetle ve samimiyetle desteklediğini gösterdi. T ürk Dili’nin sadeleştirilmesi ve dolaysıyla da yabancı kelimelerin etkisinden, hatta pençesinden kurtarılması konusunda Mustafa Kemal’in gösterdiği bütün çabaları samimiyetle destekleyen İsmet Paşa, dilde sadeleştirmeye büyük önem Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, Türk Dili için gerekli önlemlerin alınmaması durumunda ise olabilecekleri; “Eski Doğu sözlerinin egemenliğinden kurtulmadan, yeni Batı sözlerinin düşüncesiz ve ölçüsüz dalışına uğrayacağız…” şeklindeki bir ifadeyle açıklamıştır. 26 Eylül 1941 günü Dil Bayramı münasebetiyle yayımladığı mesajında; “Eğer Türkler, bilimin her dalında yabancı diller için çalıştıkları kadar kendi öz dilleri için emek çekselerdi, Türk dili çok zamandan beri eksikliklerinden tamamıyla kurtulmuş ve uygarlık dünyasının örnek bir dili olurdu. Aynı alışkanlık bugün de bizi kolayca elde edeceğimiz çok ilerleyişten alıkoymaktadır. Ulusa söz işittiren ve okutabilen her aydınımız, dil işinde bir tek yabancı kelimenin eksik olmasını, özenmeye değer bir zevk saysa birçok sıkıntıyı hiç fark etmeden geçebiliriz…” sözleriyle anlattıklarının, bugün bile geçerliliğini korumakta olduğu görülebilmektedir. Ulus Gazetesi’nin 9 Ağustos 1953 tarihli sayısında yayımlanan başmakalesinde İsmet Paşa; “Türk dili ve Türk milleti Harf inkılâbı ile bağımsız hale gelmiştir. Yeni Harfler, Cumhuriyet’in Batı uygarlığı toplumunu kabul etmesinin de başlıca dayancı olmuştur. Yeni Harfler Türk Ulusu’nu bir kültür âleminden başka bir kültür âlemi- “Eğer Türkler, bilimin her dalında yabancı diller için çalıştıkları kadar kendi öz dilleri için emek çekselerdi, Türk dili (...) uygarlık dünyasının örnek bir dili olurdu.” vermiştir. Hatta Dil Encümeni’nin 17 Şubat 1929 tarihindeki toplantısında yaptığı bir konuşmada; “Efendiler! Acı ile anmalıyız ki, şimdiye kadar dilimiz, sınırları açık bir dil olarak kalmıştır. Bu yurdun içine girmek suçsuz bir dalıştı. Daha fena ve acıklı olan, vatan çocuklarının bu dalmayı kendilerinin arayıp özlemesidir...” sözleriyle dilimizin o güne değin yaşadığı sıkıntıları açık ve öz Türkçe bir ifadeyle belirtmiştir. 38 BD NİSAN 2017 ne taşımıştır. Hiç tereddüt etmeden söylemeliyiz ki; Türk Devrimleri’nin en önemlisi, yeni Türk Harfleri’nin kabulüdür.” açıklamasıyla Harf Devrimi’nin önemini büyük bir isabetle vurgulamıştır. Gazi Mustafa Kemal’in Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni oluşturma ve Türk Ulusu ve özellikle Türk Gençliği’nin çağdaş değerlerle yetiştirilmeleri konusunda büyük önemi haiz olan Eğitim-Öğretim ve Kültür alanındaki değişikliklerle ilgili gelişmeler ve çabalara, İsmet Paşa’nın da önemli oranda katkısı olduğu açık bir gerçektir. Konuyla ilgili olarak ilk akla gelenler arasında; Medreselerin Kapatılması, Gazi Eğitim Enstitüsü, Musiki Muallim Mektebi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Mesleki Teknik Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’nin öncüsü konumundaki Köy Öğretmen Okulları, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Ankara Konservatuarı, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Halkevleri, İstanbul Üniversitesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin açılmalarını saymak mümkündür. Bunlara ilaveten, Altı Ok olarak simgelenen Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik diye nitelenen ilkelerin, 152 milletvekiliyle birlikte ortak imza ile verdikleri bir önerge ile 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa Metni’ne eklenmesi konusundaki İsmet Paşa’nın çabaları ve desteği unutulmaması gereken önemli tarihi olaylardan birisidir. Ayrıca 1934 yılında yükseköğretim kurumlarında başlayan Devrim Tarihi derslerinin verilmesi uygulamasına büyük destek veren İsmet Paşa, İstanbul Üniversitesi’nde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara Hukuk Fakültesi’nde ise Türk İnkılâp Tarihi Kürsüsü kurulması çalışmalarında da önemli oranda destek sağlamıştır. A kabinde 20 Mart 1934 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesi Türk İnkılâp Tarihi Kürsüsü’nde verdiği ilk derste; “Türk Devrimleri, Türk Ulusu’nun Kurtuluş Savaşı olduğu gibi, kurtuluşun hedefi olarak da Türk Ulusu’nun yüksek bir toplum olmasını saptamış ve de sağlamıştır. Türk Devrimleri, diğer insan toplumlarına karşı saldırgan ve istilacı hırsları reddeder. Türk Ulusu’nun yüksek bir toplum olması hedefi, Devrimlerin devamını gerektirmektedir. Hayatımızın devrimci niteliği, toplumun saadeti ve ilerlemesi için hiçbir dogmaya körü körüne saplanmış olmamasıdır. Bu nokta, Türk Devrimlerinin, tutucu eski rejimlere karşı olduğu gibi, saptanmış bir çerçeve içinde olan yeni iddia ve rejimlere karşı da başlıca farkı ve üstünlüğüdür. Biz Türk Ulusu’nu yükseltmek için dar ve dogmatik anlayışlara kendimizi bağlamış değiliz...” sözleriyle Türk Devrimleri’nin önemine vurgu yapmıştır. • [email protected] (Gelecek Ay: Hükümetin Ekonomik Kalkınma Çabaları) 39 BD NİSAN 2017 Tecrübeler Okulu Ülkenin en yüksek gelişmelere aday olduğunu göstermek için bu karamsarlığı ve ümitsizliği yenmek gerekiyordu. E timesğut, İstanbul Boğazı, Çiftlik… Gazetelerde sıkça adı geçen bu kelimelerden anladığımız nedir? Kış-yaz burada bulunduğu günlerin bir kısmını Ankara’nın o tarafında geçiren Gazi ne yapıyor? Basit bir çiftlik, basit bir iskân yoksa basit bir su işi mi? Gerçi bu üç iş, bütün Türkiye’nin en esaslı bayındırlık unsurlarıdır. Bütün Anadolu zengin köylerle dolu olmalı, çorak topraklar işlenmeli ve ülkenin su serveti kullanılmalıdır. 40 Ankara-Eskişehir arası, işte boş, çorak ve geri bir toprak! Gazi’nin tekniği, düşmanı ve güçlükleri en yenilmez sanıldığı taraflarından vurmaktır. Gazi için, verimli ve sulak yerlerde modern bir çiftlik ve sulama ile modern bir köy yapmak, kurmak hiç de zor değildir. Fakat bu, ana hatlar yerli yerinde dururken, düşman cephesinin şurasından burasından geçici harekâtlara girişmek gibi bir şey olacaktı. Gazi'nin çalışması için herkesin “Olanaksız” dediği işi bulmak gerekti: Ankara yeşil olamaz, BD NİSAN 2017 buranın toprakları nüfus besleyemez ve dolaysıyla kalabalıklaşamaz, burası susuz bir çöldür… Beş altı yıl önce birçok insanın Orta Anadolu için verdiği karar buydu. Ülke insanının enerjisini düşürmemek, ülkenin en yüksek gelişmelere aday olduğunu göstermek için bu karamsarlığı ve ümitsizliği yenmek gerekiyordu. Ankara çölü sulanabilmeli, Ankara tepeleri yeşil olabilmeli, Ankara çoraklığında insan yaşayabilmeli ve servet üreyebilmeliydi. Bu çetin kaya kırıldıktan sonra, geriye kalan yumuşak toprak için hiçbir sorun yoktu. G eçen cuma günü çiftliğin yemyeşil ağaçları, İstanbul Boğazı’nı demir ve betonlarla O, ağaçlarını çocukları kaplayarak, yeraltı gibi sever, büyütür sularını toplamaya ve kendi okulunda olan husus, Gazi’nin çalışan makineler ve çalışma ve başarma tecrübe edinenleri, Etimesğut köyünün, yöntemidir. Gazi yığınla mahsulleri ümitsizlikleri veya burada emir verip arasından geçerken başarısızlıkları giden, verilen raporu işte bunları düşünedeniyle söküp “Evet!” diye kabul nüyordum ve bir iki atmaz. veya “Hayır!” diye saat içinde, Ankareddeden, olanı ra’nın bu tarafına olmayanı, ülke tekniğini veya “Bu verilebilecek bir isim buldum: toprağın verimi budur…” diye ölçen Tecrübeler Okulu! Bu kadar çetin tecrübeler arasın- bir insan değildir. O, her hususu en ince ayrıntısına da dövülmüş Türk enerjisinin çeliği, kadar bizzat görmek ve anlamak ülkenin bütün öbür taraflarındaki ister. Bizim tahsil görmüşlerimizin güçlükleri, olgunlaşmış ekin gibi zayıf taraflarını bildiği için, onların biçebilir. kısa ve kolay kararlarını kuşku ile Yalnız bütün bu tecrübe ve karşılar, bir su izinin peşinde bizzat başarılar arasında asıl incelenecek 41 BD NİSAN 2017 Ankara'da örnek köy, Etimesgut kurulurken dolaşır, bir elektrik trafosunun yapısının güzelliği-çirkinliği ile bizzat uğraşır. Ağaçlarını çocukları gibi sever, büyütür ve kendi okulunda tecrübe edinenleri, ümitsizlikleri veya başarısızlıkları nedeniyle söküp atmaz. Öğrenerek uyanacaklarını ve başaracaklarını düşünür. Yavaş gelişen koruları ve ürünleri gibi, insanları da sessiz yetişir. Bu yetişen insanlar için Anadolu’nun sulak ve yeşil yerlerinde başarılı olmak artık işten bile değildir. Tecrübeler Okulu’nda okuyan sadece onun sınırlı sayıdaki adamları değildir. Orada hemen her devlet kuruluşunun işi vardır, hepsi onun yüksek kontrolü altında işler. Bozulur, düzelir, düşer, kalkar. Fakat her girişim sonunda olumlu meyvesini verir. Etimesğut Köyü’nün yalnız gelişip-gelişmeyeceği değil, geldikten sonra halkın dağılıp dağılmayacağı da kuşkuluydu. Dünkü çorak Etimesğut’un köylüleri, bu yıl Anadolu köylülerinin en mutlu olanlarıdır. 42 Ankara şehri ve Ankara’nın o tarafı, Türkiye şehirlerini ve doğasını yaratacak olan genç cumhuriyetin okulu olmaktadır. Bayındırlık, buradan doğan bir güneşin ışıkları gibi dört bir yana dağılacaktır. Bu okulun tecrübeleri bittikten sonra, Anadolu için yepyeni bir karar verilecek ve bu karar, bugünkü kararların tam bir yansıması olacaktır. Gazi, Ankara’nın o tarafında, bu alanda en büyük düşmanı olan, Anadolu’nun çorak topraklarını ve Türk Milleti’nin gücü ve yeteneği hakkında bizzat bu halkın içine işletilen karamsarlığı da yeniyor. Ankara’nın o tarafı, bu korkunç düşmanın en güçlü istihkâmı, Afyon’u idi. Can evinden vurulan düşmanın elinden bütün ülkeyi ne kadar kısa sürede ve ne denli kolay kurtarmanın mümkün olduğunu, bize gene o göstermedi mi? • Hâkimiyeti Milliye Gazetesi 26 Ağustos 1929 Yakın Tarihimiz BD NİSAN 2017 Yaşar Öztürk Atatürk’ten İki Söylev Bütün Dünyaya ve Gençlere 80 yıl önce Mart ayının 17’siydi. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın onurlarına verdiği yemekten dönen Romanya Dışişleri Bakanı Victor Antonesco, eşi ve arkadaşları Ankara Palas Oteli’nde Atatürk’ün konuğu oldu. Gazeteci Ahmet Emin Yalman da oradaydı. Tarihi bir andı... 43 BD NİSAN 2017 “Atatürk’ün (konuklarına) açıklamaları o kadar akıcı bir hayat ve insanlık dersi şeklini aldı ki, yararı yalnız çevredeki bir kaç arkadaşla sınırlı kalması çok yazık olacaktı. Hiç bir sözcüğü kaçırmamaya çalışarak not tutmaya başladım. Bunların yararını sınırlı bir dairede bırakmak bencillik olacaktı. Bu güzel sözleri vatandaşlara ve dünyaya duyurmayı en doğal bir görev bildim...” diyen Yalman “Atatürk’ün bütün dünyada derin yankılar uyandıracak; insanlara yeni ufuklar ve ülkü ışıkları gösterecek büyük sözleri”ni yazdı. “Yurtta barış ve dünyada barış” özlemini yeniden dile getiren Atatürk: “Her gün gücü daha artan bir Romanya'yı bütün kalbimizle isteriz. Dostluğumuz o kadar sıkı ve emindir ki, Romanya daha kuvvetli oldukça biz de kendimizi daha kuvvetli sayarız(...) Ulusları antlaşmalardan daha çok hisler bağlar. Romanya, kalbimizde kardeşçe yer tutmuştur. Ruhlarımızın yakınlığı, birleşikliği için kadehimi kaldırıyorum.” ve şevkle karşılamak konusunda uluslarına yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu: “Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında neşe ve saadete yer bulunamaz” diyorlardı. Başka kitaplar da okudum. Diyorlardı ki, ‘Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız sürece şen ve neşeli olalım.’ Ben, kendi karakterim bakımından ikinci hayat anlayışını seçiyorum. Fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki, o adam fert sıfatıyla mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makul bir adam ancak bu suretle hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve saadet, ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken ‘Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi?’ diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar, hiz- “ Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki, o adam fert sıfatıyla mahvolacaktır.” K onuklarına bugüne de ışık olan söylevini sürdürdü, Atatürk: “Uluslar kaygı ve acı bilmemelidir. Şeflerin görevi, hayatı neşe 44 BD NİSAN 2017 metlerinin bütün kuşaklarca meçhul kalmasını yeğleyecek karakterde bulunanlardır. Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçe ile uğraşmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirendeki duygularla hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki, ülkelerine, uluslarına ve bunların geleceğine yararlı olabilirler. Bir adam ki, ülkenin ve ulusun saadetini düşünmekten daha çok kendini düşünür, bu adamın değeri ikinci derecededir. Esas değeri kendine veren ve üyesi olduğu ulus ve ülkeyi ancak şahsiyetiyle ayakta duruyor gören adamlar, uluslarının saadetine hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler uluslarını yaşamak ve ilerlemek olanaklarına eriştirirler. Kendisi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek, bir gaflettir. Şimdiye kadar bahsettiğim noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir. Fakat bütün dünya ulusları aşağı yukarı akraba olmuşlardır; ve olmakla meşguldürler. Bu bakımdan, insan, üyesi olduğu ulusun varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün dünya uluslarının huzur ve refahını düşünmeli ve kendi ulusunun saadetine ne kadar değer verirse, bütün dünya uluslarının saadetine hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu vadide çalışmakla hiç bir şey kaybedilmez. Çünkü dünya uluslarının saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini sağlamaya çalışmak demektir. Dünyada ve dünya ulusları arasında sükun, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir ulus kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime şunu öneririm: Ulusları yönlendiren ve yöneten adamlar, doğal olarak önce ve önce kendi ulusunun var olma ve saadetinin etkeni olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün uluslar için aynı şeyi istemek gerekir. Bütün dünya olayları bize bunu açıktan açığa kanıtlar. En uzakta sandığımız bir olayın bize bir gün dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir beden ve 45 BD NİSAN 2017 bir ulusu bunun bir organı saymak gerekir. Bir bedenin parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Türkiye, Romanya ve diğer dostları güçlüdürler. Hiçbir taraftan bize gelecek bir şey beklemem, beklemeye de gerek yoktur. İşte bu sükûnet içinde bütün dünyayı değer- lendirmek fırsatı bizdedir. ‘Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?..’ dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun, bu temelden şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş, insanları, ulusları ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik, şahsi olsun, milli olsun, her zaman kötü görülmelidir. Bir devlet adamının şahsiyetini mevkiinin gururu öldürebilir. Mesul bir mevkide bir siyasi adam sıfatıyla 46 bir ulusu idare edenler her şeyi uluslarıyla beraber duymadırlar. Millet fertleri kendilerine ihtarda bulunabilmeli, fedakârlıklar bekleyebilmelidir. Milli bencilliğin devlet adamlarını köreltmemeleri yalnız kendi kuşağımız için değil, gelecek kuşaklar için de gereklidir. İnsanlar binlerce bağ ile birbirine bağlıdır. Uluslar arasındaki hayatta her olay bütün uluslar üzerine karşıt etkiler oluşturur. Konuştuklarımızdan şu sonucu çıkaracağım: Doğal olarak kendimiz için bütün gerekli gelen şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile ilgileneceğiz. Kısa bir örnek: Ben askerim. Dünya Savaşı’nda bir ordunun başında idim. Türkiye'de diğer ordular ve onların kumandanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: ‘Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?’ Yanıt verdim: “Ben, bütün orduların durumunu iyice bilmezsem kendi ordumu nasıl yönlendireceğimi ve yöneteceğimi belirleyemem...” Bir devlet ve ulusu yönetme konumunda bulunanların her zaman göz önünde tutmaları gereken mesele budur. Bu nedenle sayın konuklarımıza şunu diyeceğim: Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sözü kalbimde taşımak BD NİSAN 2017 gücünde olmayan bir adamım; çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi her zaman halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar halkın beni tekzip ettiğini görmedim.” A radan 10 gün geçti. 27 Mart Cumartesi gecesi Ankara'da okuyan Bursalı gençler Halkevi'nde Celal Bayar’ın da eşlik ettiği şenlikteydi. Bayar bir telgrafla, “Gençlerin Atatürk’e sonsuz inan ve bağlılıklarını; onun ışıklı yolunu yorulmadan izleme antlarını” bildirdi. Duygulanan Atatürk sofrasındaki konuklarıyla Halkevi'ne vardı. Gençler “bir sevinç, bir minnet ve heyecan halkası” gibi Atatürk’ü sardı. Gençlerle “dil ve tarih” üzerine sohbet eden Atatürk “bütün Türk ulusunun kalbine ve dimağına işlenmesi gereken” bir söylevde bulundu: “Arkadaşlar, bu gece benim hakkımdaki derin duygularınızı Celal Bayar çok güzel ve canlı bir ifade ile bana bildirdi. Bu arada dedi ki: Siz, genç arkadaşlar, yorulmadan beni izlemeye ant içmişsiniz. İşte ben özellikle bu sözden çok duygulandım. Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat, arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni izlemektir. Yorgunluk her insan için, her yaratık için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yeni Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle mutlu olacağız.” “ Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle mutlu olacağız.” T ürkiye'de okuyan Afgan öğrenci Atatürk’e teşekkürlerini sunarken gençler hep bir ağızdan, “Dağ başını duman almış/ Gümüş dere durmaz akar/ Güneş ufuktan şimdi doğar/ Yürüyelim arkadaşlar” marşını söyledi. Atatürk, “ışıklı yüzünü bu ışığa yönelen gençliğe çevirerek” bir anısını anlattı: 47 BD NİSAN 2017 “Arkadaşlar, 1919’da Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk ulusunun asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte bu ulusal kuvvete, bu Türk ulusuna güvenerek işe başladım. Samsun'dan Anadolu içerilerine, kırık bir otomobille gidiyordum. Yanımda öteden beri yaverliğimi yapan biri bulunuyordu. Anadolu yollarında ilerlerken daima düşünür ve yaverime şimdi sizin okuduğunuz şarkıyı söyletirdim. Türk ufuklarından bir gün mutlak bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. O şarkıyı okutup tekrar ettirmekten amacım, Türk'ün bu güneşi doğunca başarılı olacağını anlatmaktı. Bu nedenledir ki, demin söylenen şarkı benim on sekiz senelik bir anımı tazeledi. Bu şarkıyı söyletmeye önayak olan genç bayana teşekkür ederim.” Salon can kulağıyla dinliyordu. Afet İnan, ardından Celal Bayar söz aldı. Bayar ailesini görmeye gittiğinde Mustafa Kemal’den “Düşman kuvvetleri önüne düşen” Anzavur'un Bursa’ya saldıracağını bildiren telgrafı dile getirdi: “Kendilerine Türk adı veren birtakım vicdansız ve namussuz adamların düşmana yol göstererek Türk vatanını yabancı ordulara teslim ettirmelerinin ne büyük bir eza ve azap olduğunu ve hayatının en büyük azabını Bursa istilasından 48 duyduğunu” anlattı ve ekledi: “Arkadaşlar; bu zamanı idrak ettiğinizden dolayı gerçekten mutlusunuz. Sizleri candan kutlarım... Atatürk de bahtiyardır çünkü o da tek bir buyruğu, tek bir işareti üzerine nefsini, hayatını, çoluğunu çocuğunu, varım yoğunu, kısaca bütün varlığını duraksamadan fedaya hazır bir ulusun şefi, ulusu, atası olduğunu ve ulusunun kendisine böyle bir inanç ve bağlılıkla bağlı bulunduğunu biliyor.” S alon alkıştan yıkıldı. “Türk gençliği Ankara Halkevi'nde güneşli bir gece geçiriyordu.” Atatürk çok heyecanlı görünüyordu. Salonda derin bir sessizlikten sonra Atatürk “güzel söz çağlayanı halinde” tekrar gençliğe seslendi: “Gençler, benim gelecekteki özlemlerimi gerçekleştirmeyi yükümlenen gençler... Gerçekten, Bayar'ın dediği gibi, bir gün bu ülkeyi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok sevinçli ve mutluyum. Buna gerçekten sevinmekteyim. Fakat beraber yaşadığımız sürece benim hedefime yürümenizi hepinizden istemek meşru bir hakkım olarak tanınmalıdır.” Mete Akyol’un yüreğinden aklından çıkmayan her fırsatta “Yılmadan, yorulmadan, umudunu yitirmeden” dillendirdiği “Muhtaç olduğumuz kudret” dediği, Bütün Dünya Dergisi’nin Kasım 2016 sayısındaki veda yazısı “Atatürk’ün varlığa dönüşen yokluğu” buydu. • [email protected] BD NİSAN 2017 Başkent Üniversitesi'ne 3. Uluslararası Kalite Ödülü Başkent Üniversitesi’ne, Almanya’nın Frankfurt kentinde düzenlenen 30. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde, “Kalite ve Teknoloji Ödülü” verildi. B aşkent Üniversitesi Kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal tarafından, Başkent’in tüm eğitim ve sağlık kuruluşları için 1994 yılında ISO 9000 Kalite Belgesi alınmasıyla ve 1995 yılında da yine Prof. Dr. Haberal’ın kurduğu “Mithat Çoruh Kalite Yönetimi Merkezi”yle başlayan Başkent Üniversitesi’nin kalite yolculuğu, üçüncü kez bir uluslararası ödülle taçlandı. Başkent Üniversitesi, yönetim kalitesi ve iş mükemmeliyetini kurma, geliştirme ve sürdürme başarısını “teknoloji ve inovasyon” konularında da gerçekleştirme girişimleri nedeniyle, Frankfurt’ta düzenlenen 30. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde elmas kategoride “Kalite ve Teknoloji Ödülü”ne layık görüldü. 49 BD NİSAN 2017 Başkent Üniversitesi'nin ödülünü, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Haberal adına Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Abdülkadir Varoğlu aldı. Ödülü Başkent Üniversitesi Kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal ve Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Haberal adına Başkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Abdülkadir Varoğlu aldı. ISO Kalite Belgesi’ni hem eğitim hem de sağlık alanında alan ilk vakıf üniversitesi olan Başkent Başkent Üniversitesi'ne Elmas Kategoride verilen "Kalite ve Teknoloji" ödülü belgesi Üniversitesi daha önce de, 2013 yılında New York’ta düzenlenen 27. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde altın kategoride “Kalite Ödülü” ve 2015 yılında Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde platin kategoride “Kalite Ödülü” almıştı. • Business Initiative Directions (BID) tarafından, her yıl farklı kentlerde düzenlenen Uluslararası Kalite Zirveleri’nde bu ödüllerin verildiği kuruluşlar, dünya çapında değerlendirme yapan ve çoğunluğu daha önce bu ödüllere layık görülen kuruluşlardan seçilen yaklaşık 300 kişilik bir grup tarafından tespit edilmektedir. Ayrıca, farklı ülkelerde online oylama, telefon anketi, mektup anketi uygulanmaktadır. Böylece, ödül verilmesi düşünülen kuruluşa resmi davet ile başvurulmaktadır. Değerlendirme, 10 başlıkta bir araya getirilen, 100 kriterli QC 100 modeline göre yapılmaktadır. Bu ödüller için en belirleyici değişken kalite uygulamalarının kuruluşun kurucusu ve/ve ya yöneticisi tarafından yaygın ve sürekli olarak Kalite vurgusu olan liderlik davranışının gösterilmesi ile karar vermede takım çalışmasının uygulanmasıdır. 50 Bilmek Gerek BD NİSAN 2017 A. Erdem Akyüz İlk Meclisin Açılışı Atatürk, TBBM ve Sonrası İ stanbul’un 13 Kasım 1918’de işgali ve milletvekillerinden bazılarının tutuklanarak sürgüne gönderilmesi, Meclis-i Mebusan’ın 18 Mart 1920’de kapanması sonrasında Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa yeniden seçim yapılmasını ve seçilecek kişilerin Ankara’da toplanmasını istedi. Ancak Ankara’da toplantının yapılacağı bir bina dahi yoktu. Yapım halindeki bir ilkokulun kiremitleri alınarak gene yapım halindeki bir bina alelacele hazırlandı. İlk Meclis binası, bir bodrum kat üzerinde yer alan birkaç oda ve genişce bir toplantı salonundan oluşmaktaydı. Meclis’in kurulmaya ve çalışmaya başladığı günlerde Türkiye’nin durumu çok korkunç ve ümitsiz bir görünümdeydi. Türkiye topraklarında işgal kuvvetlerinden 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan ve yaklaşık 100.000 kişilik Yunan askeri vardı. Doğu Karadeniz’de Rum-Pontus çeteleri, doğu 51 BD NİSAN 2017 millete devredilmiş oldu. Meclisin açılışının ertesi günü 24 Nisan 1920 tarihinde kürsüye gelen Mustafa Kemal Paşa geniş bir değerlendirme konuşması yaptı ve aynı gün Meclis Başkanı seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin; çağdaş, ulusal, demokratik ve laik bir cumhuriyet olarak kurulmasındaki önemli adımlardan bir diğeri 1.Kasım.1922 de Saltanat’ın kaldırılmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hukuku Hakimiyet ve Hükümranlık Haklarının Gerçek ve Tek Sahibi Olduğuna Dair Kararname” ile saltanat ve padişahlık kaldırıldı. Mustafa Kemal Paşa Bir başka önemli “Müslümanlığı, asır- adım 3 Mart 1924 lardan beri olageldiği tarihinde “Hilafetin üzere, bir siyaset Kaldırılması” ve şte Türkiye Büyük Millet Meclisi bu ko- aracı olarak kullanıl- “Öğrenim Birlişullar altında çalışmaya masından kurtarma- ği’nin” kabul edilmebaşladı ve Türkiye nın ve yükseltmenin sidir. Son padişah Cumhuriyeti bütün bun- elzem olduğu hakiolup halife unvanını lara rağmen kuruldu. katını görüyoruz.” koruyan VI. Mehmed Meclis binası etra- diyerek dini koru(Vahdettin) 10 Kasım fında toplanan binlerce mak için siyasetten kişi, büyük bir kalabaayrılmasının zorunlu 1922’de son Cuma lık halinde ve heyecan Selamlığı’na katılmış olduğu gerçeğini dile ancak 17 Kasım sabaiçinde açılışı beklemekte iken, İlk Meclis 23 getirmiştir. hı Boğaziçi’nde deNisan 1920’de saat 14.45’te en yaşlı mirli bulunan İngiliz zırhlısı HMS vekil olan Sinop Milletvekili Şerif Malaya ile Malta’ya sığınmıştır. Bey’in bir konuşmasıyla açıldı ve TBMM 19 Kasım 1922’de veresmen “Türkiye” kelimesi “Millet liaht Abdülmecid Efendi’yi, Halife Meclisi” ile bütünleşerek kullailan etmiş, 3 Mart 1924’de çıkarınılmış, egemenlik kayıtsız şartsız lan kanunla Halifelik makamı da Anadolu’da binlerce kişiden oluşan Fransız askerleri ve Ermeni çeteleri bulunmaktaydı. Bütün bunlara sık sık uğranılan ihanetler, gerici ve bölücü ayaklanmalar da eklenmekte idi. İ 52 BD NİSAN 2017 kaldırılmıştır. Yasanın gerekçesi, birinci maddesinde “Hakimiyetin millete ait olduğu ve millet adına TBMM tarafından temsil edileceği” şeklinde özetlenmiştir. Kanunun çıkarılmasından iki gün önce Mustafa Kemal Paşa TBMM’de yaptığı konuşmada “Müslümanlığı, asırlardan beri olageldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanılmasından kurtarmanın ve yükseltmenin elzem olduğu hakikatını görüyoruz.” diyerek dini korumak için siyasetten ayrılmasının zorunlu olduğu gerçeğini dile getirmiştir. Hilafetin 3 Mart 1924’de kaldırılması sırasında hayatını San Remo’da sürdürmekte olan son padişah Vahdettin, Ankara Hükümetinin bu kararına karşı destek istemek için ABD Başkanına hitaben bir mektup kaleme almıştır (1). Son padişah 15. Nisan 1924 tarihinde Washington’a gönderdiği mektubunda şu hususlara yer vermiştir: “Saltanat merkezinden süresiz uzaklaşmamın, babadan kalma sahip olduğum saltanat ve hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi isyancı bir fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm… Bu konuda sizin yüce kişiliğiniz ve Cumhuriyetiniz hükümeti tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur.” Bütün bunlara karşın Türk Milleti demokratik hak ve yetkilerine sahip çıkmıştır. 23 Nisan 1924’de “23 Nisan Günü’nün” Bayram olarak kutlanması- na karar verilmiş ve bu tarihden beş yıl sonra 23 Nisan 1929’da Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etmiştir. B u günün ve bütün bu çalışmaların özeti Atatürk’ün şu sözünde hayat bulmuştur: “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.” • [email protected] (1) –Mektup, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivinde 86700/1788 numarada kayıtlıdır. -Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Araştırmaları Dergisi Cilt.24, Sayı.37, Yayın tarihi.2005 www.ataturkinkilaplari.com , www.ataturk.com 53 Kurtuluş Savaşından Zeki Sarıhan Onlar ki Düşmanı Meydanda Koyup… Eşme 1919 yılı mayısında, İzmir’in işgalinin hemen ertesinde Yunan kuvvetlerini bekleyen şehir ve kasabalardaki panik insanı kara kara düşündürecek boyuttadır. E rler, silahlarını da bırakıp kaçmakta, askerlik şubeleri boşalmakta, kendilerine bir zarar gelmesin diye eşraf işgalcilere karşılayıcı çıkarmaktadır! Ne pahasına olursa olsun direnmeden yana olan üç beş fedai ise, halkı direnmek için ikna etmeye uğraşsa da ilk başlarda karşılaşılan durum insanın kanını donduracak kadar kötüdür. Söğüt’te küçük bir beyliğin 54 temellerini atıp Viyana kapılarına kadar giden, Tunus ve Cezayir’e, Azak denizi kıyılarına kadar deniz aşırı ülkeleri kendine bağlayan dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olan Türk milleti gitmiş, yerine bir avuçluk Yunanistan’dan ödleri kopan, zavallı, aciz, korkak, kendi nefsini kurtarmaktan başka bir şey düşünemeyen, bağımsız yaşama onurunu kaybetmiş bir topluluk gelmiştir. BD NİSAN 2017 önce Mestan Efe’nin Nazım Hikmet’in askeri danışmanlığına Kurtuluş Savaşı Desverilen Yüzbaşı Rahtanı’ndaki çok anlamlı mi Bey perişan bir saptamasıyla halkın vaziyette çıkagelir. düşmanı meydanda Başından geçenleri koyup evlerine kaçtığı anlatır. 100 kişilik bir dönemdir. bir kuvvettirler ve İzmir’in işgalinden yakınlardaki Yunan birkaç gün sonra dakuvvetlerini uykudayğılan askeri kuvvetleri ken yakalayacaklardır. toplamak için Harbiye Rahmi Bey, YunanNezareti tarafından 56. Bekir Sami Günsav lılara saldırmayı Tümen Komutanlığına önerirse de Mestan Efe: “Sen git, ve 17. Kolordu Kumandan Vekilbiz Yunanlılara teslim olacağız!” liğine atanan Bekir Sami Bey’in cevabını verir. Rahmi Bey Karşı Bandırma’dan başlayarak karşılaşçıksa da Mestan Efe’yi razı edemez. tığı durumu ve çalışmalarını, ayrıca o günün millet psikolojini “Miralay Üstelik adamakıllı dövülür... “Yunanlılar Padişah efendimiBekir Sami Günsav’ın Kurtuzin daveti üzerine gelmiş” inancı luş Savaşı Anıları” ve “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”nda okumak yaygındır. Gerçekten de Mestan Efe, Turgutlu’ya gidip Yunanlılara mümkündür. Yüzbaşı Selahattin, teslim olur. O ve adamları silahlarıBekir Sami Bey’in yaveridir. İkisinin anıları bu dönemde aynı olayla- nı yere bırakır ve bunlar Yunan atlara tanıklık etmektedir ve anlattıkları rı tarafından çiğnenerek parçalanır. Bekir Sami Bey “Yıllarca efe birbirini bütünlemektedir. unvanıyla dağlarda yaşamış bir insanın bu rezilane davranışı, imdi, Bekir Sami Bey’in anılaTürk’ün içinde bulunduğu perişan rından izleyelim: durumu ve etkili düşman propaAlaşehir’de yapabileceği bir gandasının sonuçlarını açıkça şey olmadığını anlayan Bekir Sami gösteriyordu.” diye yazıyor. Bey, müftünün silahlı direnişe Bekir Sami Bey, 6 saat at sırtaraftar olduğunu duyduğu Eşme’ye gitmeye karar verir. Tarih 3 Haziran tında yaptığı bir yolculuktan sonra 1919’dur. Daha önce Manisa’daki Eşme’ye ulaşır. Yolda Ödemiş’in de piyade taburunda elde kalan 14 Yunanlılar tarafından işgal edildiğisubay, 8 er ve 25 hayvanı Eşme’ye ni anlatan bir telgraf alır. Telgrafta göndermiştir. Eşme’ye gidince Ödemiş’te halka 1.500 silah dağıtılbunlardan bir kuvvet oluşturmayı dığı, ancak 120 kişinin Yunanlılarla düşünmektedir. çatışmaya girdiği bildirilmektedir. Harekete hazırlanırken daha Diğerleri silahları alıp sıvışmıştır. Ş 55 BD NİSAN 2017 Ödemiş, çatışmasız olarak Yunanlıların eline geçmiştir. Halkın morali çok bozuktur ve göçler başlamıştır. Bekir Sami Bey, Eşme’ye girerken, onu ellerinde bayraklarla bir sürü çocuk karşılar. Sevinir. Demek ki Eşme bozulmamıştır! Fakat o da ne? Çocukların ellerindeki Yunan bayrağıdır! Çocuklar Bekir Sami Bey ve yanındakileri Yunan kuvvetleri diye karşılamaya gönderilmiştir! O layın bundan sonraki kısmını Yüzbaşı Selahattin’den izleyelim: Bekir Sami Bey, hışımla kaymakamın odasına dalar. Eşme’de Rum ailesi olup olmadığını sorar. Kaymakam şaşkındır. Bekir Sami Günsav’ın Fırıncı, kasap çalışmalarını ve o ve manifaturacı günlerde milletin psikolojisini anlatan olmak üzere kasabada dört kitaplar Rum ailesinin olduğunu söyler. Yunan bayrağıyla karşılamaya çıkan çocukları da Eşme halkına zarar gelmesin diye Alaşehir Metropolitinin tavsiyesi ile gönderdiklerini söyler. Bunun yerinde bir tedbir olduğunu da savunur. Bekir Sami Bey, dört Rum aile reisinin getirilmesini emreder. Getirilirler. Onlara ne iş yaptıklarını sorduktan sonra bayrak olayının nedenini anlatmalarını ister. 56 Rumlar, son derece sakin, kendilerinden emin ve tepeden bakan bir tavırla şöyle konuşurlar: “Buralar Yunanistan olacaktır. Yunan askeri ve Hükümeti medenidir. Türk halkı da iyidir. Ama bazıları bunu kavrayamıyorlar. Yunan adaletine karşı halkı ayaklandırmaya çalışıyorlar. Halkın üzerine Yunanlıların öfkesini davet ediyorlar. Alaşehir’de kutsal peder bize talimat verdi. Eşme halkının kötü işleme uğramaması için biz yaptık. Metropolit’in şefkat ve yardımseverliğinden sizin için de istekte bulunabiliriz.” Rumların konuşması bitince Bekir Sami Bey gürler: “Şimdi Hükümet konağının önüne dört adet darağacı kuracaksınız. Buraya gelirlerse Yunan devleti muazzaması da Türklerin hepsini assın!” Emir bir saat içinde yerine getirilir. İdam edilen Rumların aileleri kafileler halinde Akşehir’e gönderilir. Yunan bayrakları toplanarak parçalanır ve yakılır. Bu olay, en çaresiz görünen yılgınlık anlarında bile birkaç cesur insanın olayların gidişini değiştirebileceğini gösteriyor. • [email protected] Kaynaklar: Muhittin Ünal, Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul, 1994, Cem Yayınevi, s. 72. İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, İstanbul, 1975, Remzi Kitabevi, s. 95. Tarih Kürsüsü BD NİSAN 2017 Prof. Dr. Kemal Arı BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İZMİR LİMANI VE BOMBARDIMANI A lmanlar’a ait iki geminin, Türk boğazlarını geçerek Rusya’nın Karadeniz’deki önemli limanlarını bombalaması üzerine, Osmanlı Devleti Sadrazam Sait Halim Paşa buna Rus donanmasının neden olduğunu belirtti. Bu amaçla İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Sait Halim elçilerine bir Paşa nota vererek; bundan böyle donanmanın Karadeniz’e çıkmamasına karar verildiğinden, Rus donanmasının da Türk sularına gelmemesini istedi1, Daha sonra Osmanlı Hükümeti’in St. Petersburg, Londra, Paris ve Roma büyükelçilikleri kanalıyla İtilaf Devletleri’ne verilen notada da aynı görüş yinelendi ve “Olay esef vericidir. Fakat Ruslar sorumludur. Dost kalmak isteriz” denildi.2 Ancak bütün bunlar çare olmadı. 30 Ekim günü Ruslar Doğu Beyazıt bölgesinden Türkler’e saldırdı.3 Denizlerden geceleri gelecek tehlikelere karşı Osmanlı Hükümeti, 57 BD NİSAN 2017 hat, ardından da bu iki hatta bağlanan öteki hatlarla, Anadolu’nun en ıssız köşelerine kadar gönderilebiliyor; yine en ıssız yerlerden İzmir Limanı’na gelip yığılan mallar, dünyanın dört bir yanına dağılıyorlardı. Devletler birbirlerine karşı savaşırlarken, önemli askeri tesislerin ve mevzilerin yanı sıra; limanları ve rtık dünya büyük bir savaşın limanları çevreleyen kentleri de heiçine girmişti. O tarihlerde def almışlardı. Limanların bombaOsmanlı Devleti’nin öne çıkan lanması; tahrip edilmesi; gemi gidiş limanlarından biri de İzmir Limagelişinin engellenmesi ve böylelikle nı’ydı. Limanın bulunduğu konum mal taşımacılığının felce uğratılaçısından önemli bir jeostratejik ması; karşı tarafa vurulacak büyük bir darbe olarak görülüyordu. Daha savaşın ilk günlerinde, 1 Kasım 1914 günü bir İzmir filosu İzmir açıklarına gelerek İzmir Limanı’nı bombaladı.6 Aynı gün Akabe ve Gazze 1900'lü yılların başında İzmir Limanı de bombalanmaktaydı.7 İzmir’i önemi vardı. Beyrut, Port Said, bombalayan filonun bir kısmı Marsilya, Tulon, Trieste gibi büyük bölgede kalırken, büyük kısmı da Liman kentlerine gidip gelen büyük 3 Kasım 1914’ten sonra Çanakkale acentelere bağlı ticaret gemilerinin Boğazı’na doğru yola çıktı. yoğun biçimde uğradığı limanlardan Osmanlı Devleti savaş başladıkbiri de İzmir Limanı’ydı. Limana tan bir süre sonra İzmir Limanı’nı Anadolu’nun en kılcal damarlarına ticarete kapattı. Açık bir denize bakdek uzanan yaygın bir demiryolu ması nedeniyle, dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korunaksızdı. Sonağı bağlanmıştı. Bu demiryolunun en önemli parçaları ise İzmir Aydın radan yaşanan olayların da etkisiyle, bu durum savaş sonuna dek sürdü. ve İzmir Kasaba demiryoluydu. Limanın kapatılmış olmasıyla, Limana yığılan mallar, önce bu iki Osmanlı kıyılarındaki bütün deniz fenerlerinin söndürülmesi buyruğunu verdi.4 İngiliz Deniz Bakanı Churchill de Akdeniz Filo komutanlığına, Türkiye’ye karşı harekete hemen geçilmesi yolunda emrini verdi.5 A 58 BD NİSAN 2017 limanın çevresinde dönen ticari etkinlikler büyük bir darbe yedi. Limanın işleyişi ve ticari hareketlilik azaldı. Ticari hareketlilik, İzmir Limanından Bandırma limanına kayar gibi oldu. İzmir Limanı’ndan daha önceleri ticareti yapılan incir, üzüm gibi dış ticaret ürünlerinin taşınabilmesi için ürünler önce demiryolu ile Bandırma’ya götürülüyor; oradan gemilere yüklenerek, İstanbul’a aktarılıyordu. İstanbul’a uğrayan yabancı işletmelere ait gemilerle dışarıdaki yabancı limanlara gönderiliyorlardı. O tarihlerde İzmir Valisi ünlü İttihatçı Rahmi Bey’di. Onun kimi önlemler alma çabalarına karşın, savaşın ilerleyen aylarında da İzmir Limanı İngiliz gemi ve toplarının hedefi olmaktan kurtulamadı. 4 Mayıs 1914’te İzmir’in Yenikale istihkâmları İngiliz donanmasınca İzmir Valisi Rahmi Bey güce karşı bir varlık gösteremedi. Bu arada halk büyük bir panik içinde kenti terk ediyor; daha güvenli yerlere göç etmeye çalışıyorlardı. Bombardıman ise aralıksız biçimde günlerce sürdü. Bu geçen zaman içinde halk da büyük ölçüde sakinleşmiş; ilk günkü panik halini yitirmiş; daha durağan bir ruh haline bürünmüştü. Liman, Yenikale ve öteki mevkiler bombalanırken, bombaların aynı yoğunlukta kent merkezine düşmediği anlaşılmıştı. Bunun nedeni kentte olan Osmanlı yurttaşı olmayan yabancılar olduğu düşünüldü. İngilizler’in bu kişilerin de yaşamları tehlikeye gireceği için, İzmir’i bom- İngiliz donanmasının 4 Mayıs 1914’te İzmir’in Yenikale istihkâmlarını top atışına tutmasıyla, İzmir ahalisi büyük bir panik yaşadı. topa tutuldu. Top atışıyla birlikte, İzmir ahalisi büyük bir panik yaşadı. Yenikale önlerine yerleştirilmiş eski toplarla, İngiliz donanmasına karşı kenti korumak için atışlar yapıldı. Ancak İngiliz toplarının hem menzili çoktu hem de vuruş gücü fazlaydı. Bu nedenle artık kullanım ömrünü doldurmuş toplar, bu üstün 59 BD NİSAN 2017 bardımanda daha dikkatli davrandığı anlaşılıyordu. Gemilerden atılan gülleler karaya vurduğunda siyah renkte sütunlar yaratırcasına toprağı havaya savuruyordu. Aynı biçimde denize düşen gülleler de suları minare boyu kabartıyorlardı. Halk Kireçlikaya, Şavlaka ya da Mevlevi Tekkesi gibi yerlerden denizdeki çarpışmaları izliyordu. Bir süre sonra Avusturya’dan getirilen toplar gizlice Yenikale’ye yerleştirildi. Bu topların menzili uzun, yıkıcı gücü de fazlaydı. Bu topların devreye Kordon'da tren katarı girmesiyle İngilizler’in durumu güçleşti. Hatta bu topların ateşiyle kimi İngiliz gemileri kullanılamayacak ölçüde yara aldı. Yine İzmir’deki bombardıman sırasında, durumu görmek için Enver Paşa’nın gizlice İzmir’e gelerek, Kızlarağası Hanı’nın üst katındaki odalardan birinde misafir edildiği; bunu haber alan İngiliz donanmasının özellikle o bölgeyi hedef aldığı, ancak Enver Paşa’nın kurtulduğu yönünde söylentiler de kentte yayıldı. İngiliz filosundan Colonel Deeds, İngiliz uyruğundaki tüccar Eric 60 Whitthal aracılığıyla, İzmir Valisi Rahmi Bey’e bir haber göndererek görüşmek istediğini iletti. Deeds, İngiliz gizli servisinin de bir elamanıydı. Rahmi Bey öneriyi aldıktan sonra, onunla görüşmeyi kabul etti. R ahmi Bey’in görüşmeyi kabul ettiğini öğrenince, Deeds, Karaburun’a bir tekneyle ayakbastı. Buradan yaylı araba eşliğinde Urla’ya gidecek ve orada Rahmi Bey’le görüşecekti. Ayrıca Vilayet Yabancı İşler Müdürü Charles Karabiber ile Eric Whitthall de bir faytona binerek Urla’ya geldiler. Deeds’le Rahmi Bey Urla’da bir araya geldiler. Deeds, Rahmi Bey’e kendilerinin İzmir ve çevresine asker çıkaracaklarını, buna karşılık verilmemesini istemekteydi. Bu isteğinden sonra Deeds, Rahmi Bey’e ilginç bir öneride de bulunuyordu: Bu yapıldığı takdirde, İzmir bir Prenslik olacak, Rahmi Bey de bu prensliğin başına getirilecekti. İngilizler’in bu önerilerinin, insanların ağzına birer parmak bal sürerek, Osmanlı Devleti’nin dağılmasına gidecek yolu açmak istemekteydi. Rahmi Bey ise her şeyin farkındaydı. O, aynı oyunun İngilizler tarafından Arabistan’da da oynandığını biliyordu. Bu düşünceler içinde Colonel Deeds’e şu karşılığı verdi: BD NİSAN 2017 Vali Rahmi Bey:“İzmir’i cayır cayır yakarım da size teslim etmem. Bu davranışınızla İzmir’deki Hıristiyanların hayatlarını da tehlikeye atıyorsunuz.” “İzmir’i cayır cayır yakarım da size teslim etmem. Bu davranışınızla İzmir’deki Hıristiyanların hayatlarını da tehlikeye atıyorsunuz.” Bundan sonra kentte olağanüstü bir hazırlık dönemi başladı. Kordonboyu’na kum torbaları yerleştirildi. Bunların arasına ateşe hazır durumda toplar yerleştirildi. Kentin içindeki sivil halktan kadın ve çocuklar öncelikli olmak üzere, valinin emriyle trenler aracılığıyla yakın il ve ilçelere yerleştirildi. Yine İzmir’in yakın yerleşim alanlarında da bir yerleştirmeler yapıldı. Kentin kendi içinde, riskli yörelerden nüfus alınarak, başka yörelere yerleştirildi. Askeri yığınak yapıldı ve gereken emirler verildi. Bu günlerde halk açısından zorlukların yaşandığı yıllardı. Kuşatma altındaki İzmir’e kolaylıkla deniz yoluyla ürün gelmediği için, yokluklar başladı. En temel tüketim maddeleri bile bulunamıyordu. Halk sabahtan akşama kadar fırınların önünde ekmek bekliyordu. Ekmek yapılan hamura buğday ya da arpa unu yanında; bakla unu, palamut tozu ve süpürge tohumu gibi değişik katkı ürünleri katılmaya başlandı. Şeker bulunmuyordu. Pek- mez ve keçiboynuzundan çıkarılan ballar, şeker yerine tüketiliyordu. Bu arada İngilizler, İzmir’e yoğun biçimde yapılacak bombardıman sonucunda, Türk ve Müslümanlar kadar Hristiyanlar ve öteki cemaatlerin de zarar görebileceğini anladılar. Bunun üzerine İzmir kuşatmasından cayarak, Yenikale istihkâmlarından ayrılarak, Çanakkale’ye doğru hareket ettiler. Bu bombardımanlardan kentin tamamı olduğu gibi, liman ve çevresi de etkilendi. Bunun yanı sıra Basmane ve Alsancak garları da hedef alınıyordu. Bu bombardımanlar nedeniyle, bu bölgelerde oturan halk, buralardan göç etmişti. • [email protected] 1-Kazım Karabekir, Cihan Harbi’ne Neden Girdik Nasıl Girdik Nasıl idare Ettik, C. II, İstanbul, 1937, s. 430. 2-Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. I, Gnkur. ATASE yay., Ankara, l973, s. 89-90; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. III/I , TTK yay., Ankara, l957, s. 257. 3-Hayat Tarih Mecmuası, VI/(74), s. 42; Mufassal Osmanlı Tarihi, VI, Güven yay., İstanbul, 1963., s. 3521; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV, Türkiye yay., İstanbul, l96l, s. 420. 4- Karabekir, a.g.e., s. 428. 5-B Davıd Fromkın, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? (l914-1922), (çev. Mehmet Harmancı), Sabah yay., İstanbul, 1994, s. 63.SVB, 63 6-Selahattin Osman Tansel, “İngilizler’in Gözüyle Çanakkale Muharebeleri”, Askeri Tarih Bülteni, XII/23 (l987), s. 66; Birten Çelik, “Çanakkale Savaşı’nın ilk Evresinde İzmir Basını: 2 Ağustos l9l4-l8 Mart l915)”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, II/ 4-5 (l994-l995), s.5. 7-Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 3521-3530; Danışmend, a.g.e., C. IV, s. 420; Hayat Tarih Mecmuası, VI/(74), s. 42; Şehir ve Kasabaların Harp Bölgeleri Bombardıman İşgal ve Kurtuluş Tarihleri (l9ll-l922), GnKur. Harp Tarihi Bşk yay., Ankara, l977., s. 132; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. IV, s. 126. 61 BD NİSAN 2017 Büyük Yapıtlarımız Konur Ertop Ahmet Oktay ...ve yaşadığımız dünyayı yansıtan "Hayalete Övgü" kitabında gerçek yaşamlar, gerçek insanlar. A hmet Oktay uzun yaşamı boyunca gazetecilik yaptı, İsmail Cem yönetimindeki parlak kalkınma döneminde Tv’ye emek verdi. “Sanat ve Siyaset”, “Siyasal İslama İtirazlar”, “Zamanı Sorgulamak” gibi kitaplarıyla Türkiye’nin sorunlarına toplumcu bir aydın olarak yaklaştı. 62 BD NİSAN 2017 “Romanımıza ne oldu?”, “Anlatıların Aynası”, “Şairin Kanı” kitapları onun edebiyatı toplumcu gerçekçi anlayışla değerlendirmesinin ürünleridir. Yazık ki yarım kalan edebiyat tarihiyle “Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları” gibi çalışmaları, konunun tarihsel gelişimini aydınlatan kaynaklardandır. Ancak Ahmet Oktay gerçek kimliğini şair olarak kazandı. Ortaokul 2. Sınıfta, şiir yazmaya başladığını anlatır. Ankara’da arkadaşı Yılmaz Gruda’yla birlikte gidip geldikleri “Onbeşinci Yıl” kıraathanesinde Ahmet Arif, Enver Gökçe, Mehmet Kemal, Arif Damar gibi dönemin toplumcu şairlerini tanımışlar. Ahmet Oktay 19’undayken Türkiye Sosyalist Partisi’nin organı sayılan “Gerçek” dergisinde şiir yayınlamış, daha sonraları toplumcu gerçekçi sanatı savunan “Mavi” hareketi içinde yer almıştı. Sanat anlayışını açıklarken, “Ben Marksist bir sanata bağlı kalmaya çalıştım ömrüm boyunca,” der; “Ama bu sanatı da açık bir propagandist sanat olarak düşünmedim. Daha köklü yerlerden insani tavır alışlardan ve insani durumlardan kaynaklanarak, onları anlatarak şiire siyasi bir işlev kazandırılabileceğine inandım ve onu savundum.” Ahmet Oktay’ın şiir yolculuğunu Memet Fuat, “Toplumsalcı şiirin destan havasıyla yola çıkmış, sonradan İkinci Yeni şiir anlayışıyla bir bireşim aranışına girmişti. Zamanla 1980 sonrası yazınımızın genel eğilimine uyarak biçimi iyice öne aldı,” diye özetlemişti. 60 yılı dolduran uzun şiir yolculuğunun son aşamasına ise “Hayalete Övgü” kitabı damgasını vurmuştur. Bu yapıtta yaşadığımız Ahmet Oktay'ın dünyanın siya60 yılı doldusal, toplumsal çalkantıları gös- ran uzun şiir yolculuğunun terilmiş, ozanın kişisel anılarında son aşamasına derin izleri olan “Hayalete Övgü” kitabı damgasını gerçek olaylar, vurmuştur. gerçek kişiler canlandırılmıştır. Bu önemli aşamayı kendisi şöyle özetliyor: “Hem kendi yaşamımın parçalarına, hem arkadaşlarıma göndermeler vardır hem siyasal düzeyde göndermelere yaslanma eğilimi 63 BD NİSAN 2017 vardır. Kitabın adını doğrudan doğruya Derrida’nın “Marx’ın hayaletleri” adlı kitabından esinlenerek, borç kavramını yorumlayışından esinlenerek koydum örneğin. Böyle bir şiirle uğraşırken, hiç aklımda yokken Urfa ile ilgili bir şiir yazmaya başladım. Burada hem tematik hem biçim/biçem açısından bir sıçrama var. Böyle bir durumda ister istemez sözlüğünüz, göndermeleriniz değişiyor. Bir kimlik dönüşümünden söz edilebilir bu noktada.” Kitabın adını doğrudan doğruya Derrida’nın “Marx’ın hayaletleri” adlı kitabından esinlenerek, borç kavramını yorumlayışından esinlenerek koydum örneğin. Anlatım artık alabildiğine yalındır. Neredeyse bütün söz oyunlarının bir yana itildiği şiirle anı, öykü türleri birleşmiştir. Toplumsal sorunlar şiir serüveninde daha öncesinde de olduğu gibi ön sıradadır. “Borç” kavramı ise kolay unutulamayacak “Borçlu Öleceğim 64 Herkese” şiirinin konusudur. Kitapta 1960’lardan başlayarak Ahmet Oktay’ın çevresinde, giderek Türkiye’mizde sanata, siyasete damgasını vurmuş kişilikler canlandırılır, geniş kamuoyuna öncü düşünceler, güzellikler kazandırmış insan yüzleri birbirini izler: Kulüp 12’nin Amerikan-bar’ında 'caz müziği dinliyorum'. Keşke yanımda olsaydı Kâmuran Yüce de diye geçirirken gözlerimi kapatıyor biri. Usulca dönüyorum: Çirkin Kral; kravatsız, beyaz ceketli. Kaç yılındayız ne zaman geldik Ar Sinemasının fuayesine? Özlemle sarılırken, kolumda hissediyorum kabzayı. ‘Sana’ diyorum ‘on lira borcum var, Pasaj’da almıştım. Karlı bir geceydi hiç unutmam’. ‘Boşver’ diyor, yağmurun dindiği göğe benzeyen bir gülümsemeyle. Şaşmışımdır hep, niye öyle az güldüğünde filmlerinde Seçtiği sürgünde öldü Yılmaz hâlâ bir onluk borçluyum ona Ş iirler boyunca Mehmet Ali Aybar’dan Sevgi Soysal’a, Enver Gökçe’den Hayalet Oğuz’a, Metin Eloğlu’dan Asaf Çiğiltepe’ye türlü kişiliklerin bir araya gelerek Türkiye’nin aydınlık insan dokusunu oluşturdukları gösterilir. O aydınlanmaya katkısı olanların, aydınlıktan paylarını alanların da elbette başkalarına borçları vardır: Çok şükür borçlu öleceğim herkese. Sürülecekse bu yüzden sürülecek izim. Birkaç alacağım da -bir fikir, bir dize, bir imge- BD NİSAN 2017 kalacak elbet birilerinde ve belki onların peşine düşecek başka birileri de. Kitabıyla ilgili açıklamalarında Ahmet Oktay özellikle şu noktalar üzerinde duruyordu: “ ‘Hayalet Övgü” benim geçmişimle bir tür hesaplaşmam olarak özetlenebilir. Tabii burada geçmiş derken sadece benim kişisel geçmişim söz konusu değil, Türkiye toplumunun yakın geçmişiyle bağlantılı bir geçmiş buradaki. Türkiye son otuz yıldır bir bunalım döneminden geçiyor. Bunun birçok örneği görüldü. Ekonomik alanda, siyasal alanda. İnsanlar da bu bunalım içinde çeşitli serüvenlerden geçti. Başına birçok şey geldi. Ben de bu kitabımda kendi çevremdeki insanlardan, sanatçı arkadaşlarımdan, yazar arkadaşlarımdan bazılarına olan borçlarımı ödemek istedim. Çünkü şuna inanıyorum ki, her insanın öteki insanlara şu ya da bu oranda bir borcu var. Ve insan çok unutkan bir mahluk. İnsanlarımızı, yaşadığımız dramları, travmaları çok çabuk unutuyoruz.” “Ada Gezisi” şiirinde, darbe dönemlerinin -daha sonraları da bitip tükenmeyen- insan avına tanıklık edilmektedir: Atlıyorum Karaköy'de dolmuştan, çoktan gelmiş Oğuz'la Metin; iskelede yeni afişler, duyurular. Bakışıyoruz arananların fotoğraflarıyla: sanki ben de yeni çıkmışım güne aylardır saklandığım izbeden; içimde ölümcül bir kazanın vehmi. ‘Muhbir vatandaşlar’ deniyor duyurularda. Sözcükler alçaltıcı. Ve zaman nasıl da kirletti herkesi. “Şuna inanıyorum ki, her insanın öteki insanlara şu ya da bu oranda bir borcu var. Ve insan çok unutkan bir mahlûk.” Toplumcu ozanın gözleri, emekçilerin dünyası üzerinden hiç uzaklaşmaz. Onların çalışma koşullarını. konu edinir. Bir şiirinde, Madencinin lâmbası ve kandili Ozan'ın aydınlat yolu. dediği için bir okuru ona bir “Madenci Lambası” getirmiştir. Bu armağan belleğin kuyusunda kendi geçmişine de uzanmasına yol açacaktır: Ben de bir şaire ulaşmak için yıllar önce bir kar gecesinde binmedim mi İstanbul otobüsüne? Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum katının kapısını? Göğsümde inanılmaz bir panik.” A nlatılanların ardında,1950’lerde “Mavi” dergisi günlerinin olayları yatmaktadır: Attila İlhan’ın ilk romanı “Sokaktaki Adam” yayınlandığında Ahmet Oktay “Mavi” dergisinde 65 BD NİSAN 2017 romanın toplumcu gerçekçiliğe aykırı olduğunu öne süren bir eleştiri yayınlamıştı. Paris’ten yeni dönmüş Attila İlhan o günlerde “Bobstiller” diye andığı “Garipçiler”le, “Aktif realistler” dediği Marksist yazarlara sert eleştiriler yöneltiyordu. “Mavi” dergisine Ahmet Oktay’ı aktif realistlerin çizgisinde diye eleştiren bir yanıt gönderdi. Bu yazının ardından genç Ahmet Oktay, Ankara’dan İstanbul’a “Madenci Lambası” şiirinde konu edindiği yolculuğu yaparak “Sokaktaki Adam” yazarıyla tanıştı. Böylece “Mavi” dergisinde Attila İlhan’ın yazmaya başlamadı. 1950’lerin edebiyat dünyasında çok etkili yeni bir dönem açıldı. “Hayalete Övgü” ozanın gözleri topluma, tanıdıklarına olduğu kadar kendi varlığına, kendisinin yapıp ettiklerine de çevrilmiştir. Yayınevinde bir büyük levhaya yazar arkadaşlarıyla birlikte ondan da boyalı elini izini basarak anısını bırakması istenmiştir. “Tuhaf Yaratık” şiirinde bu olayın düşündürdüklerini buluruz: Kâğıda emdirilen acı, uykusuz geceler, onca yas ve karabasan yetmiyor demek müşteri-okura … Sadece bu parmak uçlarından kim sürebilir izimi? Aşklarım nerde, nerde hastalıklarım? ‘Ya alkol olmasaydı?’ diye soran kederli ses nerde? Kent ve ev değiştirdim elbet, ama elli yıldır aynı oyuğu oydum ısrarla. Büyük bir krater oldu çoktan. Görünmüyor ama. “Sayfada Gördümdü Kendimi” 66 şiiri yazıya adanmış, yazıyla içiçe sürüp gitmiş bir yaşamın kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır: Harflerden, sözcüklerden medet umudum bunca yıl Kerterizlerim altın ve gümüş kakmalı pusulalarım. Sandım ki seçersem doğru harfi açılacak Süleyman'ın kuşlar dili, sandım ki doğru sözcüğü bulursam aydınlanacak içinde yittiğim kristal labirentteki güzergâh. Var mıydı tutacağım bir yön, Bulacağım doğru ve düz bir yol? Bilemedim. Geliyor ve gidiyor insan.” “Envanter” şiirinde ise sanki ozan kaçınılmaz büyük yolculuğun eşiğinde, hesap defterini kapatırken içini dökmektedir: Kitaplardaki kenar notlarında kalacak benim ardımda bıraktığım iz, anonim bir kimlik olacağım; bir sahaf dükkânında yıllar sonra satılmış kitaplarımı karıştıran okur bilemeyecek satırların altını benim çizdiğimi, geçmişe ve geleceğe karışa karışa. İthaf sayfalarını da yırtmalıyım yavaş yavaş; yığınla düş kırıklığı, yanılış; yüzünü görmediklerim var, yazdıklarını sevmediklerim. Küskün ölenler oldu bana, kimlere küskün öleceğim ben acaba? Ahmet Oktay’ın geride bıraktıkları onun geniş kültürlü, gerçek bir aydın, çağının ve ülkesinin sorunlarını kavramış, iletisini çok başarılı bir biçimde dile getirmiş bir ozan olduğunu göstermektedir. • [email protected] Promete BD NİSAN 2017 Necdet Pamir "Enerjinin Geleceği" Senaryoları E nerji, ekonominin tüm sektörlerinde ve yaşamın tüm alanlarında kullanılan yaşamsal girdidir. Bu nedenle de farklı enerji kaynaklarının geleceği, geliştirilebilecek yeni kaynaklar, teknolojik gelişmeler, fiyatların olası seyri, enerji kaynaklarının bölgesel ve küresel üretim-tüketim dengeleri, ekonomik büyüme ile enerji talebi ilişkisi, küresel ısınma gibi çok sayıda parametrenin, önümüzdeki yıllarda nasıl biçimleneceği, toplumun tüm kesimlerini derinden etkileyecek olgulardır. Bu gereksinime ışık tutabilecek önemli araçlardan biri de enerji senaryolarıdır. Senaryolar, gele- cekte karşılaşabileceğimiz gelişmeleri öngörmeye çalışarak; bunlara hazırlıklı olabilmek, mümkünse ön alabilmek ve gerekiyorsa politikalarımızı yeniden düzenlemek amacıyla hazırlanır. Senaryolar belli varsayımlara dayanır. Varsayımlar ise Başta Uluslararası bugün bildikle- Enerji Ajansı olmak rimize ve kimi üzere, çeşitli kuruluşlar gelecek için, farkön yargılara bağlı olabile- lı enerji senaryoları ceğinden, hata geliştirmektedir. payı içerirler. Başta Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) olmak üzere, enerji alanında 67 BD NİSAN 2017 etkin olan çeşitli kuruluşlar, OPEC gibi karteller, enerji şirketleri ve hükümetler, önümüzdeki on yıllar için, farklı varsayımlar çerçevesinde, enerji senaryoları geliştirmektedirler. Bunların en bilineni, bir OECD kuruluşu olan UEA’nın her yıl yayınladığı “Dünya Enerji Görünümü” raporudur. Bu rapordaki senaryolar, en genel hatlarıyla, “OECD üyesi büyük devletlerin politika tercihlerini yansıtır” diyebiliriz. Raporun senaryoları arasında; “Mevcut Politikaların Devamı”, “Yeni Politikalar” ve “Karbonsuzlaştırma” senaryoları yer almaktadır. ABD Enerji Bakanlığı’nın “International Energy Outlook” raporları da benzer senaryolar içerir. Bunların yanı sıra, yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji karışımı içindeki paylarını ve enerji verimliliğini arttırmayı amaç edinen; IRENA (Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı), WWF ve Greenpeace gibi kuruluşların senaryoları da vardır. Bu grubun hazırladığı “Geleceğe Bakış” senaryolarında; başta kömür olmak üzere, fosil yakıtların enerji karışımı içindeki paylarının önümüzdeki yıllarda mümkün olan en az seviyeye düşürüldüğü politikalara bağlı sonuç ve beklentiler vardır. Yazımızda, Kasım 2016’da yayınlanan Dünya Enerji Görünümü 2016 raporunun “Referans Senaryosu”ndaki temel öngörüleri sizlerle paylaşacağız. Ancak belirttiğimiz gibi, son derece ayrıntılı analizleri ve değerli bilgileri içerse de bu ça68 lışma son tahlilde, OECD’de etkin olan devletlerin enerji alanına bakışlarından, ağırlıklı olarak etkilenen bir çalışmadır. Bu nedenle, enerji konusuna farklı bir “felsefeyle” yaklaşan ve yenilenebilir kaynaklara ve enerji verimliliğine daha çok ağırlık verilmesi için uğraşı veren Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın “Rethinking Energy-2017” raporunun öngörülerini de bir sonraki yazımızda paylaşacağız. ULUSLARARASI ENERJİ AJANSI - “DÜNYA ENERJİ GÖRÜNÜMÜ 2016” Raporu’nun Yönetici Özeti’nden: •Enerji faaliyetlerinden kaynaklanan CO2 salımları, 2015 yılında artmamıştır. Bu olumlu gelişme, küresel ekonominin enerji yoğunluğunda % 1.8 oranında iyileştirme sağlanmasından ve yenilenebilir kaynakların, enerji tüketimindeki payının artmasından kaynaklanmıştır. 2015’te fosil yakıtlara yapılan teşvikler, 325 milyar dolara “gerilerken”1 , yenilenebilir kaynaklara yapılan yatırımların hızla artması da bunda etkili olmuştur. Yenilenebilir kaynakların, elektrik üretiminde artan payları, elektrik güvenliği açısından yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu kaynakların her gün, her an emre amade olmaması; bunların sistemde, gerektiğinde nasıl yedekleneceği sorularını da beraberinde getiriyor. Geleneksel enerji güvenli- • BD NİSAN 2017 ği kaygıları ise geçerliliğini koruyor (Özellikle ulaştırma sektörünün petrole bağımlılığı sürdüğü için, petrole erişim sorunu, hala belirleyici). 2040’a kadar enerji talebinin % 30 artması beklenirken, arka planda bir yandan enerji yoksunluğu, diğer yandan kaynaklar arasında tercih değişimleri yaşanacaktır. Özellikle çoğu Sahra-Altı Afrika’nın kırsal bölgelerinde yaşayan yaklaşık yarım milyar insan (halen 1.2 milyar), çağdaş enerji kaynaklarından yaralanamıyor olacaktır. 1.8 milyar insanın (halen 2.7 milyar) pişirme yakıtı olarak, katı biyoyakıt kullanıyor olacağı ve olu- • şacak sağlıksız koşullardan dolayı, her yıl 3.5 milyon ölüm olabileceği hesaplanmaktadır. Talebi en hızlı artacak kaynaklar, yenilenebilirler olacaktır. 2014 – 2040 arasında, yenilenebilir kaynakların toplam enerji talebi içindeki payının, yılda yaklaşık % 7 artması beklenmektedir. Fosil yakıtlardan sadece, doğal gazın payının artması (2014- • • 2040 arası: % 50) beklenmektedir. Petrol talebi, 2040’da günde 103 milyon varile ulaşacaktır. Çevre kirliliği kaygılarıyla, önceki yıllarda hızla artan kömür talep hızı yavaşlarken, enerji talebindeki payı, % 28.7’den, 2040’da % 23.2’ye gerileyecektir. OECD ülkelerinin enerji talebi azalırken, küresel enerji talebinin ağırlık merkezi, hızla sanayileşen ve şehirleşen Hindistan, G. Doğu Asya ve Çin’e; ve belli ölçülerde Afrika, L. Amerika ve O. Doğu’ya doğru kaymaya devam edecektir. 2014-2040 arasında, talebin karşılanabilmesi için, 44 trilyon $ enerji yatırımına gereksinim olacaktır. Bunun %60’ı petrol, gaz ve kömür yatırımlarına giderken, % 20’si yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelecektir. Enerji verimliliğinde iyileştirmeler için, ayrıca 23 trilyon dolarlık yatırım beklenmektedir. Elektrik, nihai enerji tüketimindeki payını, % 25’lik seviyesinden, 2040’da % 40’a çıkaracaktır. OECD dışı ülkeler, elektrik talep artışının % 85’ini oluştururken, elektriğin payı OECD ülkelerinde de artacaktır. Elektrikli araç sayısı hızla artarken, konvansiyonel araçlarla aradaki maliyet • • • 69 BD NİSAN 2017 farkı daralacaktır. 2015’te 1.3 milyon olan elektrikli araç sayısının, 2025’te 30 milyona, 2040’da 150 milyona çıkacağı ve bunun, 2040 yılı petrol talebini, 1.3 milyon varil/ gün azaltacağı hesaplanmaktadır. Elektrikli araçlara teşvikler yaygınlaşır ve konvansiyonel araç yakıtlarına emisyon kısıtlayıcı önlemler sıkılaşırsa, 2040’ta elektrikli araç 2040’a kadar devreye konulacak elektrik kurulu gücünün %60’ının yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağı öngörülmektedir. sayısı 715 milyona ulaşabilecektir. Bu durumda, günlük petrol talebinde 6 milyon varillik bir azalma sağlanabilir. 2040’a kadar devreye konulacak elektrik kurulu gücünün % 60’ının yenilenebilir kaynaklar- • 70 dan sağlanacağı öngörülmektedir. Daha önemlisi, 2040’da, herhangi bir teşvik olmadan, yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretiminin büyük bölümünün, konvansiyonel kaynaklarla rekabet edeceği hesaplanmaktadır. 2040’a kadar, Güneş Fotovoltaik (FV) ortalama maliyetlerin % 40-70, karasal rüzgâr yatırımlarında % 10-25 oranında düşmesi beklenmektedir. Güneş FV’te en hızlı büyümeyi Çin ve Hindistan, gerçekleştirecektir. Çin’de yeni güneş FV teşvikleri, 2025’te % 75 azalırken, Hindistan’da güneş projeleri, hiç teşvik olmadan, 2030’da rekabet edecek maliyete düşecektir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan (küresel) teşvik, 2015’te 150 milyar dolardır. Bunun % 80’i elektrik üretimi, % 18’i ulaştırma ve % 1’i ısınma yatırımlarına verilmektedir. Yenilenebilirler, ısınma amaçlı kullanımda da paylarını arttıracaklardır. Paris Anlaşması’nda atılan imzalara karşın, hükümetlerin uygulamayı sürdürdükleri politikalarından alınan sinyaller, özellikle petrol ve gazın, küresel enerji sisteminin omurgasını oluşturmaya, önümüzdeki on yıllarda da devam edeceği yönündedir2 . Fosil yakıtlar sanayisinin, yenilene- • • BD NİSAN 2017 bilir ağırlıklı bir enerji dünyasına, daha keskin bir geçişe dayanması ve razı gelmesi, çok zordur. Kömür santrallarının hissedarları “Karbon Tutma ve Depolama” uygulamalarının maliyetleriyle uğraşırken, kömür üretiminde temel sorun, “istihdam” olacaktır. Fosil yakıt ihraç eden ülkelerse, ekonomilerinin ağırlıklı olarak bu kaynakların ihracına dayalı yapıyı değiştirmeye3 odaklanacaklardır. Petrolde, mevcut sahalardan yapılan üretimde beklenen düşüşler, talepteki düşüşten fazla olacağından, denge için yeni yatırımlar gerekecektir. 2015’te yaşanan yatırım düşüşü, 2016’da sürmüştür. Bu ortam 2017’de de sürerse, arz tarafında sıkıntı yaşanabilir. Uzun vadede petrol talebi, alternatif yakıt seçeneklerinin son derece sınırlı olduğu taşıma, havayolu ve petrokimya alt sektörlerinden beslenecektir. Petrolde arzın odağı ise gene ağırlıklı olarak Orta Doğu olacaktır. OECD petrol talebi, 2040’da günde 12 milyon varil azalsa da4 , diğer ülke taleplerindeki artış, bu azalmadan fazla olacaktır. Yakın dönemde petrol talep artışının en çok artacağı ülke olan Hindistan’ın günlük petrol talebinin 6 milyon varil artması beklenmektedir. Arz tarafında; ABD düşük geçirgenlikli sahalarından yapılacak üretimin, önceki tahminleri aşması beklenmektedir. OPEC’in ise, daha etkin bir piyasa yönetimine yöneleceği ve 2040’da küresel petrol arzının • • % 50’sini karşılayacağı tahmin edilmektedir. Bir diğer önemli öngörü ise, dünya petrol talebinin, İran ve Irak’ta hızla artan üretime, giderek daha fazla gerek duyacağı öngörüsüdür. Buna göre 2040’da İran günlük petrol üretiminin 6 milyon, Irak’ın ise 7 milyon varile erişmesi beklenmektedir. Petrol ticaretinin merkezi ise daha da fazla Asya ağırlıklı olacaktır. ABD ise 2040’da petrol ithal etmeyecektir. Doğal gaz talebi 2040'a kadar yılda ortalama %1,5 artacaktır • Doğal gaz talebi, diğer fosil yakıtlardan farklı olarak, 2040’a kadar yılda ortalama % 1.5 artacaktır. Gaz ticareti 2 kat artarken, piyasalar daha esnek hale gelecektir. Talep artışının en büyük kaynakları, Çin (tüketimde 400 milyar metreküp/yıl artış) ve Orta Doğu ülkeleri olacaktır. Gazla gaz rekabetine dayalı, esnek koşullu ve rekabetçi bir küresel gaz piyasasının gelişeceği öngörülmektedir. ABD ve 71 BD NİSAN 2017 Avustralya’da inşa halindeki LNG tesislerinin 130 milyar metreküplük ilave kapasitesi, bu “esnekliğin” nedenlerindendir. 2020’lerden itibaren, Doğu Afrika’dan da ek gaz ihracı beklenmektedir. Yüzer Küresel ısınma ve çevresel kaygılar nedeniyle, kömürün geleceği tartışmalı görünmektedir. Depolama ve Yeniden Gazlaştırma Üniteleri (FSRU), yeni ve küçük piyasaların devreye girmesine olanak sağlayacaktır. Uzun mesafeli gaz ticaretinde, 2014’de % 42 olan LNG payı, bu gelişmeler doğrultusunda, 2040’da % 53 seviyesine ulaşacaktır. En önemli risk, diğer kaynaklar karşısındaki maliyet faktörü olacaktır. Örneğin, 2025’te, gaz ithalatçısı Asya ülkelerinde, baz yük santrallarında gazın cazip olabilmesi, kömür fiyatının 150 dolar/ton olmasına bağlıdır. Yatırım maliyetleri hızla düşen yenilenebilirler, diğer rakiplerdir. Küresel ısınma ve çevresel kaygılar nedeniyle, kömürün geleceği tartışmalı görünmektedir. Çin ve ABD’deki üretim daralmaları, önemli parametreler olacaktır.6 Yüksek gelirli ekonomilerde, kömür yerine, düşük karbonlu alternatiflere geçme uygulamaları artmaktadır. • 72 Küresel kömür tüketiminin (birlikte) altıda birini gerçekleştiren AB ve ABD’de, 2040 yılındaki tüketimin, bugüne oranla % 60 azalması beklenmektedir. Hindistan gibi düşük gelirli ekonomiler ise, düşük maliyetli kömür yerine, diğer kaynaklara yönelme konusunda bu denli istekli olmayacaklardır. Çin’in 2014 -2040 arası kömür tüketiminde beklenen azalma ise % 15 düzeyindedir. Kömürün geleceği, ağırlıklı olarak karbon tutma ve depolama ile karbon tutma ve kullanma gibi, henüz maliyeti yüksek teknolojilerin geleceğine sıkı sıkıya bağlıdır. SONSÖZ YERİNE Dünyada bu senaryolar geliştirilirken, “bizim cephede” söylem ve eylemi birbiriyle uyuşmayan, “dostlar alışverişte görsün” misali raporlar yayınlanmakta, uygulamalar yapılmaktadır. Oysa un da şeker de vardır bizim köyde. “Sorunlar, onları yaratanların mantığı ile çözümlenemez” demiş Albert Einstein. • [email protected] 1-Düşüş yeterli olmasa da, bir önceki yıl bu rakam 500 milyar dolardı. 2- Bu karamsar sayılabilecek değerlendirme, ABD’de Trump’ın Başkan olmasıyla, daha da “gerçekçi bir senaryoya dönüşmektedir. 3- Suudi Arabistan’ın “Vizyon 2030” hedefleri, buna örnek gösterilebilir (İlk aşamada, 9500 MW’lık yenilenebilir kaynaklı santral inşasının hedeflenmesi, vb. gibi). 4-Bir fikir vermesi bakımından, 2015 yılı dünya petrol tüketimi, günde 95 milyon varil; OECD tüketimi 45.6 milyon varil. 5- Halen üretimin % 41.4’ünü karşılıyor. 6-UEA raporu (WEO 2016) Kasım 2016’da yayınlandığından, Trump’ın ABD’de Başkan olmasıyla, kömüre ve diğer fosil yakıtlara yönelik politikalardaki olası değişiklik dikkate alınmamıştır. Düşler ve Düşünceler BD NİSAN 2017 Yahya Aksoy 16.ve 17. Yüzyıllarda Ankara Kentlerin tarihi, ülkelerin tarihine ışık tutar. K entlerin, tarihi süreçte gelişen sosyal, siyasal, ticari, ekonomik, demografik ve tarihi özellikleri incelenerek, önemli sonuçlara varılmaktadır. Tarih, coğrafya ve toplum birlikte incelenmelidir. Kadı sicilleri, Tahrir defterleri, şeriye sicilleri, devlet kayıtları gibi belgeler, geçmişin bilgilerini, kültürel değerlerini günümüze ve geleceğe taşırlar. Yapılmış olanlar yapılacaklara yol gösterirler. Os- manlı arşivlerindeki belgelerle Kent müzelerinin kurulmasında, bilgi ve belge örneklerinin burada serginmesinde büyük yarar vardır. Başlangıçta bir "kale şehir" olan Ankara, Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı medeniyetlerini görmüş ve Türkiye Cumhuriyeti ile bu günlere gelmiştir. Topografik bakımdan Ankara, Resim: Ankara'nın 17. Yüzyılda yapılmış yağlıboya tablosu (Hollanda Rijksmuseum’adır) 73 BD NİSAN 2017 ilk zamanlarda üç kapısı bulunan bugünkü Hisar’dan başlayarak, tren istasyonuna doğru gittikçe alçalan Ankara, topoğrafik açıdan, Hisar'dan bugünkü Demiryolu İstasyonuna doğru alçalan eğimli bir alan üzerinde yer almıştır. eğimli bir arazi yapısına sahiptir.İlk zamanlar kaleden ibaret olan şehir, zamanla iki bölüm halinde kale dışına taşmıştır. Kale çevresine ‘yukarı yüz’ bugünkü Anafartalar caddesi altında kalan ve Hacı Bayram camiinden Karacabey külliyesine uzanan kısma ‘aşağı yüz’ denilmiştir. Hanlar, hamamlar, kaleler, surlar, dini yapılar,köprüler, eğitim kurumları ve esnaf çarşıları, şehrin ticaret, kültür ve meslek hayatına ışık tutmaktalar: Bedesten ve hanlar: Pembe Han, Kapan Han, Kurşunlu Han, Hasan Paşa hanı, Zağfirancı Han, Tuz Hanı, Çengel Han, Bakır Hanı. Esnaf çarşıları ve pazarlar: Atpazarı Çarşısı, Koyunpazarı Çarşısı, Karaoğlan Çarşısı, Debbağhane Pazarı, Kağnı Pazarı, Uzun Çarşı, Kapan isimleriyle anılmakta. C Kurşunlu Bedesten (İç ve dış görünüş) 74 oğrafi nokta olarak 978 metre yükseklikte kurulan Hisar, iç ve dış kaleden ibaret olup, yönetim ve ticaret ağırlıklı yapılara sahiptir. Ayrıca, medreseler ve diğer dinsel yapılar da mevcut. Sicillerde yer alan hamamlar arasında Eynebey, Şengül, Tahtakale, Hasan Paşa, Karacabey, kaledibi, Tor Hasan isimleri bulunmakta. 1601 tarihli bir yerleşim çizimi üzerinde 85 mahalle ismini görmekteyiz. (Leblebici Mahallesi, Ürgüp Mahallesi, Çakırlar Mahallesi, Ahi Tura Mahellesi, Yenişehir Mahallesi vb) BD NİSAN 2017 Polonyalı gezgin Smeon Ankara için şunları yazmış: “Şehir halkı kâmilen sofçudur.* İyi cins sof buradan çıkar ve dünyanın dört yanına sevk edilir.” Bir Avrupalı ressamın çizdiği, kale ve çevresindeki yerleşimleri gösteren Ankara tablosunda, sof imalatını gösteren atölyelere de yer verilmiştir. 1640 tarihinde Ankara'yı ziyaret eden Evliya Çelbi, esnafları ve tüccarları özel olarak ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Peypazarı hakkındaki notları kısaca şöyledir: “İlk Fatihi Kütahya Beylerbeyi Yakup Şah'ın veziri Dinar Hazer’dir. Güzel bir pazar kurulur. Bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkın uğraşısı tiftik keçisi olduğundan, pazarlarda sof çok satılır. müşterisi vardır. Senede bin kadar sof ipliği satılır. Halkın çoğu bilgindir ve Oğuız taifesindendir...” Hitit ve Frigler'den sonra, Roma döneminde, İrandan Anadolu'ya uzanan Kral Yolu üzerinde önemli bir askeri ve idari merkez olan Ankara, ticari ve sosyal yönden de önemli gelişmeler göteren bir merkezdi. Ankara, 16. yüzyılda Tımar rejiminin uygulandığı bir Osmalı Ankara keçileri sof kumaş yapımı için kırkılıyor. (17. yy) Tüccarların sof ve sof kumaş almak için geldikleri pazaryeri Eyaleti idi. Tebriz İpek Yolu'nun Anadolu kolu içersinde yer alan Beypazarı, Nallıhan ve Ankara'dan geçen yollar, Çankırı, Tokat, Çorum, Amasya istikâmetinden Erzincan ve Erzurum'a ulaşmaktaydı. Anadolu'yu çaprazlama kesen Afyon, Akşehir ve Konya’dan geçerek, Halep ve Şam'a ulaşan 75 BD NİSAN 2017 ticari önem taşıyan bir yol, Ankara, Kayseri, Konya,Urfa, Hatay'dan geçmekteydi. H alk ozanımız Turnaları Yozgat, Sivas, Maraş, üzerinden Hatay’a uçurarak tarihe not düşer: Elbistan'dan kalkınca görünür Nurhak dağları / Zatından cıgallıdır oranın ağası beyi / Uğrunuza gelir de azaplı Köyü / Bir gece orada kalın turnalar / Oradan kalkınca görünür Gavur Dağları / Çıkarın karaları da bağlan ağları / Altı arap atlı da Türkmen beyleri / Amik Ovası'na inin turnalar. Kanuni Devri'ne ait “Anadolu Mufassal Defteri'ne” göre Ankara Sancağı’nda toplam olarak: 741 köy, 339 mezra, 113 çiftlik, 21 yaylak, 466 Yörük topluluğu bulunmaktaymış. Bir zamanlar, Ayaş, Çubuk, Yabanâbat, Muratzabât, Çukurcak, Şorba, Yörük ve Bacı isimleri ile 9 kaza dairesine bölünmüş Ankara, hakkında binlerce eser, makale ve araştırma bulunuyor. Geçmişi bilmek ve geleceğe plan yapmak açısından bu bilgi ve belgeler önemini ve önceliğini korumaktadır. Bu alanda önemli eserler çıkaran Ankara Enstitüsü Vakfı'nı gönülden kutluyorum. Tarih ve coğrafya bilgisi ve bilinci toplumlar ve ülkeler için çok değerlidir.• [email protected] (*) Soft; Yünden yapılan sertçe, ince kumaş. Fizikçi - Fütürist Dr. Michio Kaku'dan Gelecek Öngörüleri ‘New York’taki En Zeki 100 Kişi’ listesinde yer alan Dr. Michio Kaku, onuşmasında bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde ticari kapitalizmin sonunun geldiğini, entelektüel sermayeye dayalı ‘mükemmel kapitalizm’ sayesinde esas olarak tüketicilerin kazançlı çıkacağını söyledi.Çok değil, 20 yıl içinde hayatımızın baştan aşağıya nasıl değişeceğini anlattı. Kaku’ya göre, arabalar kendilerini kullanacak, bilgisayarlar görünmez olacak, göze takılan lensler sayesinde karşısındaki konuşmasa bile ne dediği anlaşılacak ama belki de en önemlisi demokrasi daha da yayılacak, savaşlar azalacak... Gelecek 10 yılda çiplerin bedeli yalnızca bir kuruş kadar olduğunda bilgisayarlar ve internet tıpkı elektrik gibi her yerde ve hiçbir yerde tümüyle görünmez olacak. Başka dilde konuşuyorsan, kendi dilimde çevirisini göreceğim. Çok sayıda endüstri evrilecek. Kontakt lensler birbirlerine bağlandığında diğer insanın ne dediğini görecek. Dolayısıyla insanlar konuşmadan anlaşacaklar. Akıllı duvarlar olacak. Tıp sektöründe IBM şimdiden ‘robo-doktor’ları geliştiriyor. Doktor, “MR istiyorum” dediğinde telefonunuzla yapabileceksiniz. MR’ınızı çektikten sonra duvarınız size neyin yanlış olduğunu söyleyecek. Bu, sağlık hizmetlerinin neredeyse ücretsiz olmasını sağlayacak. Hukuk alanı da ‘robo-hukukçu’larla değişecek. 76 F›rçalayarak Serdar Günbilen 77 BD NİSAN 2017 Çağdaş Düşünce Dr. Öğüt Yazman Demokraside Tersine Gidişler Son yıllarda dünya gündeminin ilk sırasında yer alan konuların başında demokrasilerin durumu yer alıyor. B ir yandan tam demokrasiye sahip bazı ülkelerde popülist ve ırkçı söylemlere dayalı siyasal görüşler, şaşırtıcı bir şekilde güçleniyor. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerin çoğunlukla zaten bozuk olan demokrasilerinde ise gittikçe artan diktatörlük hevesleri, yolsuzluk, rüşvet ve eş dost kayırma ile birlikte ülkelerindeki kalan özgürlüklerin de yok edildiğine tanık 78 oluyoruz. Halkı kutuplaştıran bu uygulamalar hoşnutsuzluk yaratmakta, artan şiddet ve kısıtlamalarla vatandaşlarına korku salan siyasal iktidarlar türemektedir. Popülizm ve diktatörlük, küresel demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına, ikili tehdit oluşturmaktadır. DÜNYADA SON 10 YIL Son araştırmalara göre dünyada- BD NİSAN 2017 ki 195 ülkeden ancak yüzde 45’ini oluşturan 87 ülkede özgürlük var. 59 ülke ise (%30) biraz (kısmen) özgür, kalan 49 ülkede ise (%25) özgürlük yoktur.(1) 75 yıllık bir geçmişe sahip bağımsız bir araştırma vakfı olan Özgürlükler Evi (Freedom House) 1972 yılından bu yana ülkelerin demokrasi düzeyini bir çok kritere göre değerlendirmektedir. KÖTÜNÜN KÖTÜSÜ Dünyanın özgürlük yoksunu 49 ülkesi var. Bunların içinde 11 tanesi ise siyasal haklar ve vatandaşlarının özgürlüğü bakımından en kötü notlara sahipler. Kötünün kötüsü bu ülkeler şunlardır: Suriye, Eritre, Kuzey Kore, Özbekistan, Güney Suriye, siyasi haklar ve özgürlükler açısından “kötünün kötüsü” ülkeler sınıfında 79 BD NİSAN 2017 Sudan, Türkmenistan, Somali, Sudan, Ekvator Gine, Merkezi Afrika Cumhuriyeti, Suudi Arabistan. TERSİNE GİDENLER LİSTESİ ve TÜRKİYE Son on yılda demokrasileri tersine giden, başka bir anlatımla demokrasilerinde bulunan hak ve özgürlükleri azaltan veya ortadan kaldırmakta olan ülkeler sıralanmıştır. Demokrasileri erozyonda olan dünyada 10 ülke daha saptanmıştır. İnsan hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu liste- alfabetik sıraylaşöyledir: Çin, Etopya, Hong Kong, Mozambik, Nikaragua, Filipinler, Polonya, Güney Sudan, Türkiye ve Zambia. TÜRKİYE DEMOKRASİSİ GERİLEMEDE 2016 DÜNYA ŞAMPİYONU Özgürlükler Evi, 2016 yılını topluca değerlendirirken toplam puanlamada demokratik kazanımları en az 3 ve daha fazla puan artan ve eksilen ülkeleri bir grafikte göstermiştir. Sıfırla gösterilen dikey 80 çizginin sağında ilerleme gösteren ülkeler yer almıştır. Diğer tarafta sıfırın altında tersine giden demokrasilerdeki gerileme gösterilmiştir. Türkiye (-15) puanla 2016’da demokrasisi en çok bozulan ülke olarak ne yazık ki dünya rekortmeni (sondan birinci) olmuştur. (Rapor s.6 ) L istede Türkiye kadar büyük sapma göstermese de demokrasisi gerileyen ülkeler arasında Merkezi Avrupa’da demir perde yıkılışı sonrası demokrasiye geçen Polonya ve Macaristan dikkat çekiyor. Diğerleri daha çok Afrika, Orta Doğu, Avrasya ve Latin Amerika’dan. “Her ne kadar, bu liderlerin hiçbiri günümüze kadar ülkelerini küresel demokrasinin tamamen dışına çıkarmamış olsa da Venezuela ve Türkiye gibi ülkelerden gelen bilgiler, başlangıçta otoriter dürtülerini kontrol eden seçilmiş popülistlerin zaman içinde politik rakiplerini bastırma ve tutuklamaya başladığını göstermekte, hükümetin askerileşmesi, basın uzerinde aşırı kontrol ve siyaset eliyle ekonominin çöküntüye sürüklendiğini düşündürmektedir.” (Rapor s.11) Günümüzde insan hakları ve demokrasinin evrensel olduğu görüşü benimsenmiştir. Eğer demokrasi eylemli biçimde tehdit ediliyorsa onu savunmak gerektiği kabul edilmektedir. İnsan hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. Bu yönüyle BD NİSAN 2017 23 NİSAN 1920’YE Bakış 1930’lu yıllara gelindiğinde Avrupa’da faşizm rüzgarları eserken Türkiye çok partili siyasal hayata geçmeyi deniyordu. ulusal egemenliklerin de üstündedir Geçen yıl dergimizdeki bir yazıda şunları yazmışım: “İnsan Hakları karnesi kötü olan devletler, kendisinden daha iyi durumda olan devletlere karşı daha çok anlaşmazlık ve çatışma durumundadır. İnsan haklarına uymayarak, bunu görmezden gelen devletlerin, diğer ülkelerle ekonomik ve siyasal ilişkilerinde güçlüklerle karşılaşmaları kaçınılmazdır. Temel hukuk kurallarına uymama bir bölgede veya bölgelerde kaosun yayılmasına neden olur.”(2) Demokrasi, özgür bir ortamda bireylerin mutluluğunu amaçlar. Yurttaşlarına korku salan bir siyasal iktidarın yönettiği bir ülkede, demokrasiden söz edilemez. Açıktır ki demokrasisi kazaya uğramıştır. Biraz kusurlu da değildir. Demokrasisi ağır yaralı, sakatlanmış bir rejimdir. 23 Nisan 2017, TBMM’nin açılışının 97. Yıldönümündeyiz. 23 Nisan 1920’de harap bir ülkede Kurtuluş Savaşı sürerken yeni bir ulus devletle açılan aydınlık yoldan Cumhuriyetin ilk ışıkları ile bugünlere geldik. 1930’lu yıllara gelindiğinde Avrupa’da faşizm rüzgarları eserken Türkiye çok partili siyasal hayata geçmeyi deniyordu. Atatürk’ün nasıl engin bir ileri görüşlülük ile nerede duracağını bilmesinin önemini bugün daha iyi anlıyoruz. Günümüz dünyasının yolsuzluklara batmış despotlarına baktıkça onun ilkelerini özümsüyor ve giderek artan bağlılığımızla onu özlem ve saygıyla anıyoruz.• [email protected] (1)Freedom House, Freedon in the World 2017, USA, 2017 (2) Öğüt Yazman, “ Demokrasi Sorunu” Bütün Dünya, Nisan 2016. “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir”, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” denilerek açılan aydınlık yoldan geçerek geldik. Cumhuriyet’in demokrasi birikiminin görmezden gelindiği bir dönemden geçiyor olabiliriz. Karşılaştığımız iç ve dış sorunlara bakarak, bunalıp karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur. Kimler geldi, kimler geçti. Kaptanlar fani, Cumhuriyet ve Demokrasi iskelesi bakidir. 81 BD NİSAN 2017 Muazzez İlmiye Çığ’dan Mektup Var Ülkemizin Saygın Bilim İnsanları ve Müzeleri Önceki yazılarımdan birinde sevgili dostum Mete Akyol’un acı kaybından ve 10 Kasım konuşması için davet edildiğim Başkent Üniversitesi ve tedavi için kaldığım Başkent Hastanesi’nden söz etmiştim. Bu kez de orada kaldığım sürede beni heyecanlandıran, hüzünlendiren bir iki olaydan söz edeceğim. B unların başında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümünden emekli, Ordinaryüs Prof. Sedat Alp’in ölümünün onuncu yılı anma töreni. 14 Kasım 2016’da ailesi, meslektaşları, öğrencileri ve dostları tarafından Erimtan Arkeoloji Müzesi'nde yapıldı. Tören ilk öğrencilerinden Prof. Aygül Süel’in konuşması ile başladı, sonra bana söz verdiler. Arkadan Prof. İlber Ortaylı ve Prof. Celal Şengör Sedat Alp’i Prof. Sedat Alp 82 arkadaş olarak, kızı Sayın Mehpare Alp onu baba olarak anlattı. Konuşmaların odak noktası Atatürk’e ve vatanımıza olan borcumuzdu. Prof. Sedat Alp, Atatürk’ün, ülkemizde açılacak yüksek okullara eğitimci yetişmeleri için Avrupa hatta Amerika’ya gönderdiği gençlerden biri. O Almanya’ya 1932 yılında Tarih Bölümü için gitmiş, fakat orada Hititoloji hocası ile tanıştıktan sonra çok yerinde bir kararla bu bölüme devam etmiş. Aynı yıl Ekrem Akurgal da özellikle Arkeoloji eğitimi alması koşulu ile gönderilmiş. Atatürk şehirlerimizin birinde gezerken oldukça harap bir kilisenin yanına gelince, sorumlu BD NİSAN 2017 atandım. 1948 de hocam “Bunu da henüz yıkamaayrılarak Amerika’ya dık” dediğinde Atataürk gitti. Yerine Sedat Alp “Yıkmak mı? Bu eser geçti. Bir taraftan öğrenhemen onarılıp eski halici yetiştirip, bir taraftan ne getirilmeli.” demiş ve da bilimsel çalışmalar Başbakan İnönü’ye “Avyaptı; alanında yeni rupa’ya Arkeoloji için buluşlara imza attı. Çabir genç gönderin”, diye lışmalarıyla dünya Hititelgraf çektirmiş. Halka tologlarına Türklerin de dönük kitaplar yazarak buluşlar yapabildiğini arkeolojiyi halkımıza Prof. Ekrem Akurgal gösteriyor, Atatürk’ün tanıttı ve sevdirdi Prof. izinden gidiyordu. Bu çalışmalarıEkrem Akurgal. na karşılık kendisine “Ordinaryus Sedat Alp doktorasını yapıp Profesör” unvanı verildi. döndüğünde ben Hititoloji ve Sedat Alp emekli olduktan sonra Sumerolojinin son sınıfında idim. O çalışmalarını sürdürdü, hatta hasta Hititoloji bölümünde asistan olarak olduğunda bile halka dönük kitaplar yeni öğrencilere ders veriyordu. Bizim hocamız Hans Gustav Güter- da yazdı. Atatürk’e ve o yoklukta bock idi. Ben 1940’da mezun olarak kendilerine bu eğitimi sağlayan devletimize olan borcunu, yurtİstanbul Arkeoloji Müzelerine dışına gönderilen diğer öğrenciler gibi, ödediğine gönülden inanıyorum. T Erimtan Arkeoloji ve Sanat müzesi oplantıdan sonra Erimtan Müzesi’ne geçtik. Kale içindeki harap binalardan biri Yüksek Mühendis Yüksel Erimtan tarafından, onarılarak Arkeoloji Müzesi haline getirilmiş. Üç katlı müzede Yüksel Erimtan’ın Anadolu topraklarından bulup topladığı eski eserler sergileniyor. Yüksel Erimtan ülkemin toprağından çıkan ülkemin malıdır, diyerek eserleri yaptığı müzede 83 BD NİSAN 2017 İsmet İnönü Evi Müzesi halkımıza tanıtıyor. Yüksel Erimtan ve eşinin rehberliğinde gezebildiğim ilk salonda eserlerin tarihsel değeri kadar maddi değerleri de çok yüksek Sayın Yüksel Erimtan’a ülkemize hediye ettiği bu muazzam eseri için ne kadar teşekkür etsek azdır. M üzeden sonra Pembe Köşk’e Özden Toker’i ziyarete gittik. Bu kez orayı ziyerete okullar da gelmişti. Özden Toker’in, ziyaretçi çocuklara Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren İnönü ailesinin giydiği elbiseleri, kullandığı eşyaları tarihsel değerleriyle bir öğretmen gibi anlatması beni son derece etkiledi. O günkü kültürümüze ait eşyaların bir müzede bugünkü kuşaklara tanıtılması çok ileri bir görüş. Kendisini rahmetle, takdirle anıyoruz. Ankara, deyince hep aklıma, Atatürk’ün halkımıza, çiftçiliği ve çiftlik ürünlerinden çağdaş şekilde nasıl yararlanıldığını göstermek için kurduğu o muazzam çiftlik aklıma gelir. Orada ayrıca Marmara Denizi’ne ve Karadeniz’e 84 benzetilerek, üzerinde sandalların gezdiği, isteyenlerin yüzdüğü, Ankara halkına su nedir, yüzme nedir göstermek, öğretmek amacı ile yapılmış havuzları bugün gibi hatırlıyorum. Nasıl hatırlamam? Öğrenci iken yoğun çalışmalar arasında vakit yaratıp çiftliğe gidip orada bir çay içmek en büyük lüksümüzdü. 80 yıl sonra oraya gitme isteğimin “Vazgeç sizin zamanınızdan ne yazık ki, bir şey kalmadı; üzülürsün.”sözleriyle karşılanması beni çok hüzünlendirdi. Anlaşılan sonradan gelen hükümetler onun bıraktıklarına ne saygı ne de vefa göstermemiş. Ankara’nın bir şehir planı olmadan gelişi güzel yapılmış estetikten yoksun binaları, yolları da ayrı bir üzüntü kaynağı oldu. Atatürk daha ilk zamanlarda en az yüz metre genişliğinde caddeler düşünmüş. Bu caddelerdeki binaların araba sesi ve kirliliğinden rahatsız olmamaları için planlar yapmış. Ne büyük bir düşünce! Etrafındakilerin aklı ermemiş buna. Üstelik açıkgözler Ankara topraklarını satın almaya başlamışlar. Yapılacak yollar, binalar satın alınan o arsalara göre uydurulmaya çalışılmış. Atatürk’ün yapmak istediği, tasarladığı onca şeye karşılık etrafında onu anlayacak kimse yoktu. Yüz yıl sonra bile onun yaptıklarını anlamayan, göremeyen aymazlara ne demeli?!!• 18 Şubat 2017 Yaşamdan Yansımalar BD NİSAN 2017 Nuray Bartoschek Yarının Büyüklerine Sevgili çocuklar, Ata’mızın armağanı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı başım dik, sizlere mutlu bir çocukluk sağlayabilmenin gururu ve onuruyla kutlamayı isterdim ama yüreğimdeki çocuk isyanlarda. B iz yetişkinler, çocuklarımıza sürekli sorumluluklarını yerine getirmelerini anımsatırken, kendi sorumluluklarımızı sorgulamayı unuttuk. Çocuklarımıza karşı en büyük sorumluluğumuzun karınlarını doyurmak ve eğitimlerini tamamlayıp bir meslek sahibi olmaları için kurstan kursa, sınavdan sınava koşturmak olduğu yanılgısına düştük. 85 BD NİSAN 2017 Aya gitmeyi başardığımız, haklarımıza sahip çıkmasını, nereteknolojide sınır tanımadığımız deyse adaleti unuttuk. Aynı evlerde, günümüzde, üzülerek belirtmeliyim ayrı dünyalarda yaşarken çocukki insanlıkta bütünlemeye kalmayı larımızın gözlerinin içine bakarak bile başaramadık. Hırslar, egolar ve konuşmayı unuttuk. doyumsuzlukların etkisiyle insanSevgili çocuklar, sizler bugünün lığımızdan uzaklaşıp yaşamın tüm küçükleri, yarının büyüklerisiniz. sorumluluklarını, Bizim unuttuklarımızı çirkinliklerini, acımasiz unutmayın. Çocukları Atatürk’ün sızlığını siz çocukgeleceğimiz olarak görüp, çocukları ların omuzlarına onlara bayram armağan olarak en büyük yükledik. eden Atatürk’ün çocukları sorumluluğunuzun olarak en büyük sorum(...) Ata’mızın luluğunuzun yurtta ve ocukların, dünyada barışı, sevgiyi, dünyanın her ye- kurduğu Türkiye Cumhuriyetini özgürlüğü, adaleti sağlarinde insanın henüz sonsuza dek kirlenmemiş, en yaşatmak saf, en masum hali olduğunu asla olduğunu unuttuk unutmayın. biz yetişkinler. Hiroşima’da yanarak ölen küçük kızla, cansız bedeni sahile vuran Aylan bebeğin, terör kurşunuyla can veren çocuklarla Afrika’da açlıktan ölen çocukların arasında hiçbir mak, milli ve insani değerlerimize fark olmadığını, çocukların bir ülkeyi, ırkı, etnik kökeni, inancı değil, sahip çıkmak, Ata’mızın kurduğu insanlığı temsil ettiklerini anlayaTürkiye Cumhuriyetini sonsuza dek madık hâlâ ne yazık ki. Birbirimizi yaşatmak olduğunu asla unutmayın. ötekileştirdikçe ötekileştik. BirbiriUnutmayın ki, yıllar sonra çomizi iteledikçe itildik, yalnız kaldık. cuklarınıza gururla, onurla, mutlu“Biz” olmayı unuturken sevgiden, lukla, başınız dik “23 Nisan Ulusal barıştan, insanlığımızdan uzaklaştık. Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Ekmek parası, yaşam kavgası, Olsun” diyebilmenin mutluluğunu beynimizi uyuşturan medya yayınla- yaşayabilesiniz.• rı derken, düşünmeyi, sorgulamayı, [email protected] Ç 86 Dünya Döndükçe BD NİSAN 2017 Sabriye Aşır Elektrik dediğin bir büyülü peri!.. C umhuriyetimizin ilk yıllarında, elektrik ve dolayısıyla elektrikli aletlerin henüz yeni yeni evlere girdiği dönemde, İstanbul Elektrik ve Tramvay Şirketleri tarafından “Ameli Elektrik” isimli bir dergi, hem Türkçe hem de Fransızca olarak yayımlanıyordu. İlk sayısı 1925 yılı Aralık ayın- da, son sayısı ise 1934 yılı Ekim ayında çıkan “Ameli Elektrik” dergisi, yayımlandığı süre boyunca elektrik kullanımını yaygınlaştırmayı amaç edinmişti. Elektrik konusunda dünyada yaşanan gelişmeler, elektrikli aletlerin kullanımı gibi konuların yanında, modadan spora, 87 BD NİSAN 2017 fıkralar ve öykülerden elektrikli alet kullanımını özendirici reklamlara, bilim ve mizah sayfalarına kadar geniş bir içeriğe sahip bu dergi, elektrik abonelerine gönderiliyordu. D erginin 1930 yılı Mayıs-Haziran sayısında, elektrik kullanımını öven ve elektriğin gündelik yaşantıyı ne denli kolaylaştırdığını anlatan ilginç bir yazıya yer verildi. “Hakiki ve Güzel Bir Hikaye” başlıklı bu yazıda, elektrikten “büyülü bir peri” olarak söz ediliyor ve elektriğin “güzellikleri” özetle şöyle anlatılıyordu: “Bu gün farzı mahal olarak varsay, Eleskürial, Vatikan, Elhamra, Kremlin veya Şambor saraylarından birini size teklif etseler bunları kabili ikamet (yaşanması mümkün) bir hale getirebilmek için en aşağı bir milyar sarf etmek iktiza eder (gerekir). Halbuki böyle ağır bir masraf altına girmeksizin her an emrinize amade sehhar (büyülü) bir perinin en ufak arzularınızı tatmin etmesi kabilinden elektriğin tatbikatı hazırasından istifade ederek ideal bir yurt tanzimi pek kolaydır. Bilcümle ev kadınlarının hizmetçi bulamamak dolayısıyla maruz kaldıkları sıkıntıları göz önüne getirelim. Kendi aralarında hasbihal ederken Münasip bir hizmetçi bulmak imkanı Dergide yer verilen elektrikli ev eşyası reklamlarından bazıları. 88 BD NİSAN 2017 kalmıyor dedikleri kaç kere işitilmiştir. Elektrik namını taşıyan peri yapılacak işin kendiniz tarafından yapılmasındaki muhassenatı (yararlılığı) vazıhan (açık bir şekilde) ispat etmektedir. Dünyanın en mükemmel müstahdemin (hizmetli) idarehanesi aynı derecede mahrem, aynı derecede emniyetli, aynı derecede namuskar, aynı derecede muti (uyumlu), aynı derecede temiz, aynı derecede muktasit (tutumlu) ve sessiz bir hizmetçi tedarik edebilir mi? Bununla münakaşaya ve dedikoduya mahal yoktur, hırsızlık “Ameli Elektrik”in 1930 yılı Temmuz-Ağustos sayısında yayımlanan bir başka yazı da, “Elektrik demokrasiye hizmet eder” başlığı kullanılıyordu. Bu yazıda da, elektriğin nasıl mucizevi olduğu, aile huzuru ve mutluluğunu berabe-rinde getirdiği vurgulanarak anlatılıyordu: “Asla yorulmayan, eziyet çekmeyen ve insanın adali (kas) kuvvetine pek çok faik (üstün) bir kudretle ve tam randımanla gece ve gündüz çalışabilen elektrik kuvveti, çalışan hem de çalıştıran sınıfın velinimetidir. Çalışanları zahmet verici ve usandırıcı işlerden kurtararak herkese mükemmelen yardım eder. Hiçbir ev işi yoktur ki elektrik ona yardım etmesin! Evini elektrikle teçhiz edebilmesi ev kadınına ve aileye sükunet ve yaşamak saadetini bahşeder.” ve iftiraların önü alınmıştır. Bu yeni hizmetçi ne dans salonlarının, ne de sinemaların müdavimidir. İaşesi hususunda hiçbir müşkülata tesadüf edilmez. Pazar günleri için hava almaya ihtiyacı yoktur. Hafta aralarında amcazadesi ile nişanlısının ziyarette bulunmaları ihtimali de mevcut değildir. E vvelce bir apartmanın temizlenmesi askerlik angaryalarını andıran üzüntülü bir iş gibi telakki edilirdi. Çok uzun süren bir sürü beden hareketlerinden sonra elde edilen netice yorgunluktan, zaman ziyasından ve tozun yerini değiştirmekten başka bir şey olamazdı. Aspiratör ve elektrikli cila makineleri bütün bu ameliyatı kolay, latif ve seri bir şekilde halletmiştir. Elektrik tenviratının (aydınlatmasının) diğer her türlü tenvirata faik (üstün) olduğunu ispat etmeye lüzum yoktur zannederim. Elektrik, en nefis ve ince yemeklerin ihzarını (ortaya çıkmasını) temin edecek vesaite (araçlara) malik olmuştur. Zira, istenilen derece hararetin her an için temini mümkündür. Elektrikle mücehhez bulunan (donanmış) bir mutbak (mutfak) temizlik, sürat, safiyet hassalarını (özelliklerini) nefsinde cemetmiştir. Böyle bir mutbak nahoş kokuların intişarına (yayılmasına) mahal vermez ve elleri de kirletmez, toz ve demir cürufu 89 BD NİSAN 2017 bırakmaz. Elektriğin istimali (kullanılması) sayesinde buzdolapları da zamanımız için lüzumlu bir eşya gibi telakki edilmektedir. Bu dolaplar sayesinde her an buz istihsal edilebildiği (elde edilebildiği) gibi soğuk meşrubat ve yemeklerin muhafazası dahi temin edilmiştir. Elektrik motorları bir ev için lüzumu olan birçok hizmetleri görmeye amadedir. Mesela etin kıyılması, patateslerin kabuklarından tecridi, bulaşıkların yıkanması, bıçakların bilenmesi ve kahvenin çekilmesi bu meyanda zikredilebilirler. 90 Velhasıl elektriğin ifa edemeyeceği hiçbir hizmet tasavvur edilemez. Su ısıtmaya mahsus aletler hiçbir nezarete hacet göstermeksizin istenilen derecede sıcak su temin eder. Banyo bir apartman için en ziyade lazım olan bir mahaldir, elektriğin en büyük zaferi burada tecelli etmektedir. Arzu edildiği takdirde banyo dairesi ile tuvalet mahalli kolaylıkla mükemmel bir hüsn (güzellik) müessesesi haline ifrağ edilebilir (çevrilebilir). Elektrik namını taşıyan peri “çamaşır makinesi” ile oldukça müşkil (zor) ve müziç (sıkıcı) olan çamaşırların en sıhhi ve latif şekilde aile arasında yıkan-ması ve elektrik ütüsü ile ütülenmesi temin edilmiştir. Elektrik, ailede bir takım eğlenceler de temin eder. Telsiz, sinema ve fonograf sizi dünyanın her tarafına götürür. Evlerinde elektrik bulunan kimseler bahtiyardır, zira bütün dünyaya tesahüp etmişlerdir (dünyaya sahip olmuşlardır).” [email protected] Mitolojiden Yansıyanlar BD NİSAN 2017 Haluk Erdemol Pentheus Dionysos'a karşı Thebai kralı Pentheus kentin kurucu kralı ünlü Cadmos’un torunuydu. Cadmos yaşlanınca tahtını torununa bırakmıştı. Pentheus’un yazgısını belirleyen kişiliğinde aile geçmişinin önemli payı olduğundan önce dedesinden söz etmemiz gerekiyor. Cadmos canavarı öldürüyor. Hendrick Goltzius (1558-1617) F enikeli Cadmos kayıplara karışan kızkardeşi Europa’yı (Bkz.BD 2012/12) aramak için diyar diyar dolaşmış, umutları tükenince danıştığı Delphoi bilicilerinin öngörülerine uyarak Yunan anakarasında en son bulunduğu yerde kalıcı olmuştu. Yurdu Fenike’ye dönememişti, çünkü babası, Europa’yı aramaya giden erkek çocuklarının onu bulmadan eve dönmelerini yasaklamıştı. Cadmos’un kenti kurması için yedi yıl geçmesi gerekmiş ve bu yılları savaş tanrısı Ares’in kölesi olarak geçirmek zorunda kalmıştı. Bu cezanın nedeni Ares’in koruması altındaki bir canavarı öldürmüş olmasıydı. Gerçi bu işi arkadaşlarının öcünü almak için yapmıştı, ama cezaya katlanması gerekiyordu. Köleliğin sonunda günahından arınıp Thebeai’yi kurduktan ve ilk kralı olduktan sonra Cadmos’un talihi gülmüş, düşlerinde bile göremeyeceği bir evlilik yapmıştı. Düğününü 91 BD NİSAN 2017 Dionysos ve çevresi şölende. Maerten van Heemskerck (1498-1574) Olympos yüceleri onurlandırmıştı, çünkü gelin Harmonia Ares ile Afrodit’in kızlarıydı. Bu evliliğin çöpçatanı Zeus olmuş, Cadmos’un mertliğini ve çalışkanlığını takdir ettiğinden, belki de beğenip kaçırdığı Europa’nın kardeşi olduğundan bir tür borçluluk duygusuyla ona böyle bir evliliği uygun görmüş, hediye etmişti. Cadmos ile Harmonia’nin dört kızı ve bir oğlu oldu. Çiftin Olympos ile olan akrabalığı beklenmedik bir olayla sürdü. Zeus sayısız gönül serüvenlerine Cadmos’un kızlarından Semele’yi de kattı ve bu birliktelikten Dionysos doğdu. Ne yazık ki Semele oğlunun bebekliğini bile göremeden öldü. Dionysos çocukluğunu uzaklarda yaşadığından Pentheus teyzeoğlunu yetişkinliğe erişip Thebai’ya gelene kadar tanımadı. Pentheus kibirli bir kraldı. Thebai ve çevresinin en güçlü adamı olmakla yetinmiyor, kendisinden başka güçlü, insan veya tanrı, hiçbir varlık tanımıyordu. Dedesinin uyarılarına kulak asmadığı gibi vaktiyle dedesine yol gösteren yaşlı kör bilici Tiresias’ı bile hor görüyor, onun kendisi hakkındaki öngörülerine gülüp geçiyordu. Bilici “Yakında Dionysos (Roma’da Bacchus) gelecek,” demişti ona, “gereken saygıyı göstermez, sunularınla onu onurlandırmazsan kötü bir sonla karşılaşacaksın. Yeşilliklere saçılmış kan izleri görüyoPentheus’un ölümü. Pompei’ deki, Vezüv’ün püskürttüğü küllerin altında kalarak korunmuş olan Casa dei Vetti’den fresk, (MS. 1.yy) 92 BD NİSAN 2017 rum.” Pentheus daha fazla dinlemeden kapı dışarı etmişti adamı. Bilicinin öngördüğü gibi Dionysos gelip beğendiği Cithaeron tepesinin yeşilliklerine yerleşince yöre şenlendi. Thebaililer gruplar halinde, çalgıları ve sunuları ellerinde Dionysos’u ziyaret etmeye başladılar. Dionysos’un yanında bedenlerini örtmede cimri kalan benekli ceylan derisinden giysileri, ellerinde onlara özgü, tepesinde çam kozalağı ve üzerinde sarmaşık dalı sarılı uzun sopaları ve başlarında asma yapraklı çelenkleriyle eşlikçi kadınlar grubu Mainad’lar duruyordu. (Yun. Mainomai: Taşkın bir coşkuya kapılmak.) Dionysos’un Roma’daki isminden dolayı klasik mitolojide Baccha’lar diye de anılan bu kadınlar Dionysos onuruna düzenlenen ayinsel şölenlerde kutsal bir ortam olarak doğanın ve başta şarap, onun ürünlerinin insanı coşturup esrikleştiren niteliklerini taşkın hareketlerle ve danslarla kendilerinden geçerek yaşayan yabanıl karakterli kadınlardı. Taşkınlıkları çılgınlığa, hayvan veya insan olduğu gözetilmeden canlıları parçalayarak öldürmeye dek gidebilirdi. Zavallı Orpheus’un sonu Baccha’ların elinden olmuştu. (Bkz. BD 2014/6.) Ayinlere katılan Dionysos gönüldeşleri de onlara ayak uydurur, kendilerini birer Baccha gibi duyumsamayı tanrısal bir kayra olarak görürlerdi. Pentheus haberciler salıp halkın Cithaeron tepesine gitmesini yasakladı. Kendisinden daha çok ilgi gören ve sayılan birinin varlığı öfke ve nefret duygularıyla doldurmuştu kalbini. “Nedir bu? Hangi çılgınlık aptallaştırıyor bu insanları?” diye soruyordu kendi kendine. “Boru sesleri, gonglar, ziller, kavallar ve birtakım sihirli oyunlar kılıç ve mızraktan korkmayan bu halkı boş tıngırtılara, kadın çığlıklarına ve şarapla coşmuş erkeklerin şamatalarına yenik düşürecek kadar güçlü olabilir mi? Gençlerimizin elinde sopa yerine silah, başlarında yapraklardan taç yerine miğfer olmasını yeğlerdim. Köklerinizi unutmayın. Cesur insanlar kurdu bu kenti. Thebai’yi işlemeli giysiler içindeki silahsız bir oğlan (Dionysos) mı ele geçirecek? Geçirecekse batsın bu yüce kent!” P entheus çalgılardan ve şamatadan söz ederken kafasında Dionysos çevresinde yaşandığını duyduğu ayinsel şölenleri ve Baccha’ların çılgınlıklarını canlandırıyor ve anlayamadığı bu şeyler öfkelendiriyordu onu. Öfkesi giderek koyulaştı ve yakalama emrine dönüştü. “Gidin, yakalayıp getirin onu bana,” diye emir verdi adamlarına. Yanlış yaptığını söyleyen dedesinin ve sarayın diğer yaşlılarının uyarıları işe yaramadı. Adamlarının “Onu bulamadık, ama yoldaşlarından birini getirdik,” diyerek karşısına çıkardıkları elleri bağlı, giysisinde kan lekeleri olan adamı öldürtmeden önce merakını gidermek için sorguya çekti. “Öleceksin ve ölümün diğerlerine ders olacak,” dedi ona, “ama önce söyle 93 BD NİSAN 2017 bakalım, kimsin, neredensin, neden o adamın peşine takıldın, ne buldun onda?” A dam korkusuz bir tavırla ismini ve yurdunu söyledikten sonra öyküsünü anlattı: “Babam yoksul bir adamdı. Bana bereketli bir tarla ve semiz sürüler bırakmadı. Ondan bana miras kalan tek şey balık tutmaktaki becerisi oldu. Ben de hepten denize döndüm yüzümü; o beceriyi geliştirmekle kalmadım, balıkçı teknelerinde dümenci oldum. Yıldızlara bakıp rotamı çizmeyi öğrendim. “Bir gün su almak için Chios adasına uğramıştık. Karaya çıkan arkadaşlar geri döndüklerinde yanlarında bir delikanlı vardı. Henüz bıyıkları bitmemiş, kız gibi güzel bir yeniyetmeydi. Arkadaşlar onu tenha bir kırlıkta bulduklarını söylediler. Delikanlı çakırkeyifti, yürürken yalpalıyordu. Dikkatle giysilerini inceledim. Bizlerden biri gibi görünmedi bana. Tanrısal izler sezdim onda. Yanlış bir iş yapmayalım diye arkadaşları uyardım, ama bana kulak asmadılar, üstelik tartakladılar beni. Yola koyulduk. Delikanlı esrik gözlerle ‘Neredeyim ben, nereye götürüyorsunuz beni?’ diye soruyordu. Arkadaşlardan biri ‘Merak etme,’ dedi, ‘nereye gitmek istersen oraya gideriz.’ Delikanlı ‘Naksos’a,’ dedi, ‘yurdum orası. Sizler de konuğum olursunuz.’ “Naksos adası sancak tarafındaydı. Dümeni o tarafa kırdım, 94 ama hemen azarladılar beni; iskele tarafına yönelmemi istediler. Dehşete kapılmıştım. Karşı çıktım. İşe yaramayınca istediklerini yapsınlar diye dümenden çekildim. Tekne aksi yöne kıvrıldı. O anda Delikanlı, artık ona Tanrı diyeceğim, kandırıldığını anlamış gibi seslendi: ‘Balıkçılar, bana verdiğiniz sözü tutmuyorsunuz. Size ne yaptım ki bana böyle oyun oynuyorsunuz? Aldatmak onursuzluk değil midir?’ Ben ağlıyordum, ama tayfalar gözyaşlarıma gülüyordu. Birden sarsıldık; tekne duruverdi. Sanki karaya vurmuştuk. O Tanrı üzerine yemin ederim ki doğru söylüyorum. Denizdeydik, ama tayfalar boşuna kürek çekiyordu. Sonra küreklere sarmaşık dallarının sarılmaya başladığını gördüm; dallar yelken direğine doğru da tırmanıyordu. Tanrı’ya baktım. Elinde sarmaşıklı bir sopa, alnında üzüm taneleri dizili asma yapraklarından bir taç, sakince oturuyordu yerinde. Tayfalar korkudan çıldırmıştı, birkaçı denize atladı. Kalanların görünümlerinde bazı gariplikler olmaya başladı. Sırtları kıvrımlaşıyor, çeneleri uzuyordu. Arkadaşlarımın hepsi başkalaşıyor, yunuslara dönüşüyordu. Son kalanlar da denize atladı. Teknede bir tek ben kalmıştım. Arkadaşlarımın çırpınmalarını görmemek için bakışlarımı denizden kaçırdım, korkudan titreyerek teknenin kenarında dizüstü çöktüm. Tanrı yanıma geldi. ‘Korkma,’ dedi, ‘ayağa kalk. Haydi, şimdi Naksos’a kır dümeni.’ “Ada’ya varınca ondan ayrılma- BD NİSAN 2017 dım, müridi oldum, ayinlerinin tutkunu oldum.” Pentheus “Bu boş sözleri duymak için mi kulak verdik anlattığın bu saçmalıklara?” dedi alaycı bir tavırla. Sonra adamı zindana götürüp işkence altında öldürmeleri için emir verdi. Fakat askerler bu emri yerine getiremediler, çünkü zincirler tutsağın kollarından kendiliğinden çözülüyor, hiçbir işkence aleti iş görmüyordu. Zindancı tanık olduğu bu gizemli olayları anlatmak için korku ve telaş içinde geldiğinde Kral’ın saraydan ayrıldığını söylediler. P entheus Cithaeron yolundaydı. Dionysos ve çevresine ilişkin duyduklarını kendi gözleriyle görmek isteğine karşı koyamamıştı. Çalgı ve çığlık sesleri kulağına geldiğinde yanındaki korumalarını geri gönderdi. Olan biteni tek başına görmek istiyordu. Sesleri izleye izleye ağaçlarla çevrili bir açıklığın kenarına geldi. Gizlenmeye gerek görmeden coşkulu kalabalığı izlemeye başladı. Her şey kafasında canlandırdığı gibiydi. Çok geçmeden gördüler onu. Bir kadın ona doğru koşmaya başladı; bir yandan arkasındaki kadına bağırıyordu. “Kardeşini de al gel; Pentheus’un ölümü. Antik ressam Douris’in yapıtı Yunan kırmızı figür vazo resmi (MÖ. 480) koşun, burada bir yaban domuzu var. Benim kurbanlığım olsun.” Koşan kalabalığın başını çeken kadınlar yaklaşınca Pentheus kaskatı kesildi. Bağıran kadın annesiydi, onu izleyenler de iki teyzesi. Baccha’lar gibi giyinmişlerdi. Pentheus artık onların gözünde kurbanlık doğa yaratıklarından biriydi ve sonu da onlarınki gibi oldu. *** Ovidius ‘Başkalaşımlar’ kitabında Pentheus’un öyküsünü böyle anlatıyor. Aynı öyküyü ‘Bakkhalar’ oyununda işleyen Euripides tutuklanan adamı bizzat Dionysos olarak, son sahnede de şölen kalabalığını bir ağaçtan gizlice izleyen Pentheus’u kadın kılığında betimliyor. Fakat Pentheus’un sonu her iki yapıtta da aynı. • [email protected] Not: Cadmos’un mitolojik kişiliği önemli bir özellikle taçlanıyor: Yurdu Fenike’den getirdiği alfabe Yunan dilinin alfabesine temel olmuştu. 95 BD NİSAN 2017 96 ÜNLÜLERİN BİYOGRAFİLERİ Tüm Zamanların En Güzel Kadını: Ne fer titi BD NİSAN 2017 D ünyanın en güzel kadını denince akla ilk gelen isim yine bir Mısır kraliçesi olan Kleopatra’dır. Ama 1912 yılının Aralık ayında, Mısır’da arkeolojik kazılar yapan ve Doğu ülkeleri uzmanı Alman Profesör Ludwig Borchardt’ın toz, kum ve arkeolojik eser kırıntıları arasında bulduğu Nefertiti büstüyle birlikte Kleopatra mı daha güzeldi, Nefertiti mi, sorusu gündeme gelmiştir. Ludwig Borchardt efertiti’nin olağanüstü güzelliği bir kulağı kırık da olsa, bulunan büstünden bile dışarıya fışkıracak kadar etkileyicidir. Üç bin beş yüz yıl öncesinden günümüze güzellik kavramının tamamen değişmesine de neden olmuş, Nefertiti’nin büstünün bulunmasıyla birlikte özellikle kadınlar açısından yepyeni bir güzellik anlayışı gündeme gelmiştir. N 97 BD NİSAN 2017 H eykelciğin bulunmasıyla birlikte Nefertiti güzelliği de dünyaya hakim olmuştur. Arkeolog Borchardt ve ekibinin Mısır harabelerinde Nefertiti’nin heykelini neredeyse hiç yıpranmamış halde bulmasıyla birlikte, bütün dünyanın gözü de Mısır ve Nefertiti üzerine çevrildi. Heykelciği bulduğu anda Profesör Borchardt şöyle bir not düştü anı defterine: bile sonradan bulunarak yerine takılabilmiştir, ancak Nefertiti’nin Berlin müzesinde bulunan büstünün bir gözü yoktur ve eksik olan göz bulunamamıştır. O dönemde, yani geçtiğimiz yüzyılın başlarında Mısır hükümeti arkeolojik kazılara, bulunan eserlerin Mısır’da kalması koşuluyla izin veriyordu. Ancak Arkeolog Borchardt, Nefertiti heykelinin ışığın geliş açısı, nem ve diğer dış etkenlerden etkilenmesinden ve bozulmasından korktuğu konusunda Mısır hükümetini ikna ederek, büstü Berlin Müzesi’ne götürmeyi başardı. 1920 yılında Nefertiti’nin büstü Berlin Müzesi’ne götürüldü ve o günden bu yana dünya Prof. Borchardt, Kraliçe Nefertiti'nin büstü ile (1912) çapında ün kazandı ve bu ününü hiç “Sanki bulduğumuz heykeleksiltmeden sürdürmektedir. Belki cikten bir yaşam fışkırıyor... Bunu onun çok tanınmışlığı nedeniyle yalnızca görmekle açıklamak sanatta parlak renkler, temiz çizgiler mümkün değil. Tarifsiz bir etkileve dekoratif sanat modası ortaya yici güç var ve heykele bakarak bu çıktı. O zamana kadar eski Mısır’ı kelimelere dökülemez.” Tutankamon’un kabarma taklitleri Nefertiti’nin büstü, günümüzden ile sfenksler ve piramitler simgeliyaklaşık dört bin yıl önce o döneyordu. min en büyük heykeltraşı sayılan Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin Tuthomosis’in atölyesinde bulunbulunan büstü doğal olarak kadınmuştur. Bulunan yalnızca Neferların büyük ilgisini çekti. Bunun titi’nin büstü değil, aynı zamanda sonucunda da Nefertiti’nin yaşamı Nefertiti’nin kızlarının ve kocası ile ilgili bilgi ve belge araştırmaları Firavun VI. Amenhotep’in (Akhebaşladı. Biyografisi çok merak edilinaton) de kabartma resimleri bulunyordu, zira birçok kadın onu kendi muştur. Heykeller o denli sağlam ve kaderiyle eşleştiriyordu. Ancak yıpranmamış olarak ele geçirilmiştir Nefertiti’nin yaşam öyküsüyle ilgili ki, bazılarında eksik olan gözler 98 BD NİSAN 2017 ne yazık ki çok fazla bilgiye ulaşılamadı ve halen çalışılmakta. Herkes kendine göre bir Nefertiti öyküsü yarattı ve onu yaşamaya çalıştı. Güzelliği nefes kesiciydi çünkü. Tarihçiler onun yaşam öyküsüne uygun çeşitli hikayeler yarattılar, ama ellerindeki en somut bilgi, en az kocası Firavun IV. Amenhotep (Akhenaton) kadar devlet işlerinde yetkili olması halkın huzursuzlanmasına neden olduğu ile sınırlıydı. Kocası kendisinden önce ölmüştü, bu biliniyordu, ama kendisinin nasıl öldüğü konusunda kesin bir şey söylenemiyordu. Büyük olasılıkla Nefertiti’ye ait olduğu öne sürülen ve harabelerde bulunan bir kadına ait kafatasının arkasında darbe izine rastlanmıştı. Bu da Nefertiti’nin ba- Akhenaton, Nefertiti ve 3 çocuğunu gösteren kabartma şına bir cisim vurularak öldürüldüğü ve bir cinayete kurban gittiği tezinin ortaya atılmasına sebep oldu. N efertiti’nin adı geleneksel olarak “güzellik” olarak anılır. Ancak yaşam öyküsüyle ilgili çok az şey bilinmektedir. III. Amenhotep III ile evli olduğu ve Mittani Trushratta’nın kızı olduğu biliniyor. Bazı araştırmacılara göre oldukça açık fikirli ve geleneksel kuralların dışında bir kadındı. İlk kocası III. Amenhotep ölünce, IV. Amenhotep ile evlendi. IV. Amenhotep, safkan Mısırlıydı ve Tia adında bir kadınla da evliydi. Hikayeye göre Nefertiti’nin kız Berlin Müzesi'nde sergilenen kardeşi, Tia’nın anNefertiti büstü nesini Coptos kentine 99 BD NİSAN 2017 çağırır ve burada Tia’nın (Tille veya Teye olarak da bilinir) Firavun III. Amenhotep’ten boşanmasını ister. Söylendiği kadarıyla Tia da çok güzel bir kadındır, ama Nefertiti’nin güzelliğinin ondan daha üstün olduğuna inanan kardeşi, sonunda III. Amenhotep’in aklını çeler, Tia’dan boşanmasını sağlar. Bu boşanmada aktif rol oynadığı da söylenir. N efertiti, M.Ö. yaklaşık 1351 yılında genç yaşta Mısır kraliçesi olduktan hemen sonra kocası Amenhotep’e, “Sevgilim,” der, “bütün Kuzey ve Güney’deki kadim toprakların tek hakimi sevgilim, ben sonsuza kadar yaşamak istiyorum. Bu yüzden benim kabartma resimlerimin Mısır saraylarının duvarlarını süslemesini istiyorum.” Nefertiti’nin en çok kabartması olan Mısır kraliçelerinden biri olması ve belki de yapılan birçok büstünden bir tanesinin sağlam olarak günümüze kadar ayakta kalmasının nedeni de budur. Nefertiti’nin yalnızca güzelliğiyle değil, aynı zamanda kocasına bağlılığı, zekâsı, özverisi ve sevgisiyle de Mısır yönetiminde etkin olduğu belirtilir. Dünya Nefertiti’yi geç tanımıştır ve onun güzelliği ve etkinliği çoğu yerde Sophia Loren veya Prenses Diana ile bir tutulur nedense. • [email protected] Nefertiti (Güzelden Gelen) Nefertiti (MÖ 14. yüzyıl), Mısır kraliçesi (MÖ 1379-62), Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankamon'un kayınvalidesidir. Adının kelime anlamı "güzellik geliyor" ya da "güzelden gelen" anlamındadır. Nefertiti Mısır'ın en güçlü kadınlarından biriydi. Çünkü Nefertiti kocası Akhenaton, yani firavunla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durum, Mısır'da alışkın olunan bir uygulama olmadığından halk ve din adamları hiç memnun değildi. Tahtta çok uzun süre kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Akhenaton saraya yayılan salgın bir hastalıktan öldü. Nefertiti de ondan sonra bir süre tahtta kaldı ve öldü. Yukarıda görülen büst en çok kopyalanmış Antik Mısır eseridir. Ünlü Mısırlı heykeltıraş Tutmose tarafından yapılmış bir eser olup atölyesinde bulunmuştu. 100 Tarihten Damlalar BD NİSAN 2017 Mümtaz İdil K afeler Kültürün Bir Başka Merkezi B ir zamanlar Fransa’da çok yaygın olan “kafeler” (hâlâ da yaygındır aslında, ama 19. yüzyıl kadar değil) birer kültür evi özelliğini taşıyordu. Belki anımsayacaksınız, Vittorio Gassman ve Elisabeth Taylor’un oynadığı bir filmde, Gassman genç bir keman virtüözünü (daha sonra ünlü olan bir keman sanatçısını) oynarken, Paris’te bir “kafe"ye girer Taylor ile birlikte. >> 101 BD NİSAN 2017 Kafe’de kimler yoktur ki: Bir yanda Balzac oturmaktadır, öteki tarafta George Sand, yanında uzatmalı sevgilisi Androis Musset, diğer köşede Chopin, arkasında Stendhal vb... Dönemin ünlü Fransız sanatçılarını "photoshop" tekniğiyle bir araya getirmiş kafe kültürünü yansıtan bir fotograf. Bu gelenek daha sonra Amerika’ya, özellikle de New York’a taşındı. Amerikalıların Fransız hayranlığı meşhurdur. Onların Paris’in ünlü Pigale’ine karşılık, Village diye bir bölge oluşturmuşlardır ve neredeyse Pigale’e ne yapılıyorsa, burada da bulmak mümkündür. Hatta çevredeki duvarlar bile kırmızı tuğla ile örülmüş, evler de Fransız tipine benzedilmiştir. Ateş yiyen adamlara bile rastlarsınız eğer giderseniz. Ancak asıl önemli olan, bu kafelerin birer kültür evi haline gelmesiydi. Türkiye’de de bir zamanlar, yine özellikle İstanbul’da bu tür kafeler vardı ve burada Orhan 102 Veli, Melih Cevdet Anday, Sait Faik Abasıyanık gibi yazarları bulmak, onların tartışmalarına ortak olmak gibi bir şans vardı. Amerika Birleşik Devletleri’nin yazar sıkıntısını ve dünya edebiyatına önemli yazarları sokmasını bu yolla aştığını belirtmek gerek. Bu kafelerde yetişen onlarca, hatta yüzlerce yazar arasından dünya edebiyatına damgasını vurmuş bir yığın yazar çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı kendine Steinbeck gibi Salinas’ta yer bulmuştur, kimisi de Saroyan gibi başka bir mekânda. Terence Williams için ne diyor Marlon Brando? “Shakespeare ve Terence Williams’ın yazdığı oyunlarda hata bulmak neredeyse olanaksız.” A rtık ne ABD’nin “kültür kentlerinde”, ne Paris’te ve Viyana’da bu tür “edebi kafeler” bulma şansı pek kalmadı. Cafe de l’Universe, Braserie Weber, Gambetta gibi kafeler artık işlevini yitirmiş durumda. Makinesinin başına oturan bir yazar adayı, bir anda dünyanın her noktasıyla iletişime geçebileceğinin farkında ve bunun keyfini çıkarıyor. Ancak ne kadar dünyayı masa BD NİSAN 2017 başında dolaşsa da, “kafelerde” edinilen kültürü yakalamaka mümkün olmuyor, zira makine üzerinde tartışma başlatsanız bile, karşınızdakinin sesi ve mimiklerinden öğrendikleriniz ortadan kalktığı için, eksik kalıyor. Bugün artık, bir zamanlar oldukça fazla olan New York, Boston ve Chicago’da eski sanat kafeleri yok. Onun yerini “barlar”, “toplessler” almış durumda. Fransa’da çok yaygın olan ve artık eskisi kadar rastlanmayan “sanat” kafelerinde belki birkaç istisna dışında dünya devi sanatçılar yetişmedi, ama yetişenler dünyanın en büyüğü olmayı başardı. Diğerleri ise müthiş bir kültür birikimi içinde kafelerden ayrıldılar, sanatçı olamadılar belki, ama daha verimli bir yaşam sürdükleri kesin. Bu konuda yazılı bir kayıt veya kural olmamasına karşın, sanat kafelerinin bir çok sanatçı yetiştirdiği açık. Ancak, birçok yazar ve sanatçı bu kafelerde yetişerek kelimelerin kendileri için neler ifade ettiğini bizzat yerinde öğrendiler. Onlar için Wittgenstein’ın “dil felsefesi” kurslarına katılma ihtiyaçları yoktu, zira her şeyi yerinde ve birinci ağızdan öğreniyorlardı. Ama bu gelenek giderek köreldi ve yok oldu. Yerine, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, emeklilerin boş zamanlarını geçirmeleri için “kişisel yetenek kursları” açıldı. Buraları dolduranlar ise artık çalışma hayatında ve aile içinden bir beklentileri olmadığından, hiç olmazsa ölünceye kadar bir “uğraş” B irçok yazar ve sanatçı bu kafelerde yetişerek kelimelerin kendileri için neler ifade ettiğini bizzat yerinde öğrendiler. içinde olmak, ucundan da olsa bir “meslek” edinmek için çabalayıp durdular. Hiçbirinden de doğru dürüst bir sonuç çıkmadığı ortada. Yazarlığın “öğretilebilir” olmadığını bizzat yaşayarak gördüler. Yazarlık veya edebi kişilik kurslarla değil, kendi başına çalışmakla ve çok okumakla, bol alıştırma yapmakla elde edilebilecek bir alan olduğunu anladılar. Sonunda da bu kursların müdavimleri azaldı, giderek de yok olmaya mahkûm. Örneğin, “Le Cheval Rouge” gibi Balzac’ın da müdavimi 103 BD NİSAN 2017 olduğu bir “kafeden” kim bilir ne kadar yetenekli ve önemli yazarlar çıkabilirdi. Le Cheval Rouge, bu tür “kültür kafelerinin” ilk örneğidir ve o kafeden yüzlerce sanat insanı çıkmıştır. Peki, Le Cheval Rouge’un bu kadar ünlü olmasının altında ne yatıyordu? Öncelikle, tam anlamıyla dört dörtlük bir “kafe” hizmeti veriyordu Le Cheval Rouge, ayrıca getirmiştir. New York’ta bir zamanlar moda olan Fransız tipi kafelerden birinde öğrencilerden bazıları, ünlü yazarların eserlerini yeniden yazmaya çalışarak, yazarlıklarını pekiştirmeye uğraşmışlardır. Örneğin Mellville’in “Moby Dick” eserini ya da Dickens’in “The Tale of Two Cities” eserini birebir ezberleyip yazma yarışına girmiş, böylelikle de üslup kapmaya çalışmışlardır. Bir yazarın belirttiği gibi, “Kafeler bir yoldur. Bazen yorucu bir yoldur. Ama bence, yalnızca güçlülerin göze alabileceği, yolculuk yapabileceği tek yoldur.” U mut edilen odur ki, bir gün yine dünyanın her köşesinde ve tabii ki ülkemizde de eski tip sanat kafeleri kurulur; okey, tavla, batak, pişti gibi zamanı boşa “Kafeler, yalnızca güçlülerin harcatan oyunlar yerine daha göze alabileceği, yolculuk verimli işlere girişilir. yapabileceği tek yoldur.” Eskiden Ankara ve İstanbul’da satranç kahveleri bir lokanta gibi servis vermeyi de vardı, hâlâ var mı bilmiyorum, ama başarmıştı (sadece günümüz “kafe” ilginin azaldığı da çok açık. anlayışında değildi yani). Satranca bulaşan bir kişinin, Bu kafelerin en önemli simalakendini diğer kültür faaliyetlerinden rından biri de Honore de Balzac’tır. soyutlaması düşünülemez. Düşünce Balzac, özellikle Le Cheval Roupenceresi bir kez açılmaya görsün, tam bir dipsiz kuyudur ve Steinge’un tarihini yazma açısından çok önemli bir hizmet vermiştir. Gozlan beck’in Patric Convici için yazdığı ve “Cennet Yolu” romanın başına da onun öğrencisi olarak bu kafelerden yararlanmış ve yazılarında ve koyduğu mektupta söylediği gibi, “kolay kolay da dolmaz.” • eserlerinde bu hizmetin kendisine [email protected] sağladığı avantajları övgüyle dile 104 Gezdikçe Gördükçe BD NİSAN 2017 İzlen Şen Toker İ LK BAHA RIN U MUT Ç İÇEK LERİ D oğanın sanki yeniden doğduğu, tomurcukların, çiçeklerin açtığı bir mevsim ilkbahar... Yapraklarını dökmüş meyve ağaçlarının dallarında büyüyen çiçeklerin mutluluk ve umut verdiği; yağmur, güneş ve hava sıcaklığına göre bize her yıl değişik manzaralar sunan bir mevsim... Tazelenmenin, yenilenmenin, umudun mevsimi... Soğuk ve karanlık kış aylarından sonra ilkbaharda güneş bulutların ardındaki yüzünü giderek daha çok göstermeye başlar. Doğaya bereket gelir, hava sıcaklıklarının artmasıyla dağlardaki karlar erir, kar suları ve yağmurlarla beslenen dereler ve göllerdeki su miktarı artar, nehirler ve çağlayanlar coşkuyla akmaya başlar. 105 BD NİSAN 2017 Günler uzar, ağaçlar ve çalılar filizlenir, hayvanlar kış uykusundan uyanır, birbirini izleyen aylar boyunca çeşit çeşit, renk renk çiçekler açar. Ö nce kardelenler zarif çiçeklerini karın içinden gökyüzüne uzatır, sonra mimoza ağaçları sapsarı canlı çiçekleriyle süslenir. Erik, kiraz, kayısı, badem gibi ağaçlar beyaz ve pembe çiçekleriyle dev çiçek buketlerine dönüşür. Kelebekler çiçekten çiçeğe uçarken, günler nergis, sümbül, leylak ve akasyaların mis gibi kokuları, lale ve erguvanların canlı renkleriyle güzelleşir. Orhan Veli Kanık’ın İmkânsız şey Şiir yazmak Aşıksan eğer; Ve yazmamak, Aylardan nisansa... dizelerini hatırlayıp, bu kez ilkbahar ile ilgili bir yazı yazmak istedim çünkü ilkbahar 106 bize yaşadığımız yerdeki kısa bir yürüyüş ile de olsa güzel bir gezi yapma imkânı veriyor. Mart ayının ilk haftasında ben de böyle bir yürüyüşle İstanbul’un merkezinde mevsimin güzelliklerine tanık olabiliyorum. Bir mimoza ağacının altında durup çiçeklerin güzel kokusunu içime çekiyorum. Toprağı yeşil ve eflatun renkleriyle örten ballıbaba çiçeklerinden birinin tatlı sıvısını emerek çocukluğuma dönüyorum. Sanki orada buluşmak için sözleşmiş gibi portakal ağacının yapraklarının arasına doluşmuş bir grup serçe kuşunun neşeli ötüşlerini dinliyorum. Minicik mavi mine çiçeklerinin narin güzelliği ile büyüleniyorum. Bir bahçenin Bir mimoza ağacının altında durup çiçeklerin güzel kokusunu içime çekiyorum. BD NİSAN 2017 kenarındaki koyu pembe bahar çiçeklerinin fotoğrafını çekerken yaşlı bir hanım yanıma yaklaşıyor. “Ne kadar güzeller değil mi? Pek çok kişinin bu güzellikleri görecek fırsatı olmuyor, herkes bir telaş içinde koşturuyor...” diyor. Sözlerini onaylayıp gülümsüyorum, o da gülümsüyor, birbirimize iyi günler dileyip yürümeye devam ediyoruz. Güneş ışıklarının parlattığı bahar çiçekleriyle kaplı meyve ağaçlarının yanından geçerken Ataol Behramoğlu’nun “Bahar Şiiri”’ni düşünerek hepimizin ilkbaharı mutlulukla yaşayabilmesini diliyorum. Bu sabah mutluluğa aç pencereni Bir güzel arın dünkü kederinden Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden Çocuğum uzat ellerini Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı Duy böyle koşturan sevinci Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor Toprak ananın kalbi Şöyle yanı başıma çimenlere uzan Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın Baharın, gençliğin ve aşkın Türküsünü söyleyelim bir ağızdan • [email protected] 107 Sporun Dünyası Metin Gören Sporu Neden Sevmiyoruz? Y üce Atatürk'ün, Türk Spor Kurumu’nun yapılanmasında katkıları büyük Alman bilim adamı Dr. Carl Diem'e, özenle hazırlattığı 3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu’nun 4. maddesi şöyle diyordu; “Gençler için kulüplere girmek ve boş zamanlarında beden terbiyesine devam etmek mecburidir.” 29 haziran 1938 yılında çıkarılan yasa, Celal Bayar tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunduğu zaman, milletvekilleri ayağa kalkarak Türk sporunun kurtuluş reçetesi olacak yenileşme hareketini dakikalarca alkışladı.Yasa tümüyle çok açıktı ama siyasi hırs108 larına yenik düşenlerin yorumları farklıydı; “Bu denli bir zorunluluk, faşist yönetimlerde ya da komünist bloklarda uygulanır. Cumhuriyet ilkeleri bunu asla kabul edemez. Ayrıca yasanın hazırlanmasında faşist Alman Dr. Diem'in katkılarının çok olduğu gözlenmiştir.” Oysa ki; Fransa’da yayımlanan ve o dönem dünyanın en Dr. Carl Diem büyük spor BD NİSAN 2017 gazetelerinden biri olan L’Auto geniş kapamlı haberinde şunları yazıyordu; “Atatürk ilk kez beden eğitimini milletine zorunlu kılan devlet adamı olmuştur. Yalnız nutuklarda ve kağıt üzerinde değil, bunu yerine getirerek, çeşitli spor alanları ve stadyumlar yaptırarak nasıl bir lider olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.” (Bkz. Metin Gören. Cumhuriyet Kazanımları kitabı) N Spor uluslararası örgütlerin plan ve programlarla yönettiği en büyük tanıtım aracıydı. Bunun bile yıllarca ayırdında olamadık. e yazık ki; Atatürk'ün,Türk gençliğini çok seven ve ülkenin kalkınmasında katkılarının büyük olacağına inandığı gençlerimizin spor eğitimleri, ayaktan ayağa dolaşan bir futbol topu oldu. Siyasilerin günümüze dek gelen akıl almaz uygulamaları, sporun dil, din, ırk ve ülke tanımlanması yapılmadan dünya mirası olduğunun ayırdında olmayanların becerileriyle beden eğitimi derslerinin orta öğretimlerden kaldırılmasına dek uzandı. Spordan soğutulan ve ülke yararına düşünülen yasayı hiçe sayanların adam sendeciliği, tüm gençliği Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şahsında sihirli kürenin peşine taktı; fanatizm denilen öfkeli bir kitle oluşturdu. Bu ülkenin gençleri yıllarca toprak sahalarda toz duman arasında sözde spor (!) yapmaya çalıştı. Oysa ki; sporun açılımı bir tek ya da birkaç branşı kapsamıyordu. Spor uluslararası örgütlerin plan ve programlarla yönettiği en büyük tanıtım aracıydı. Bunun bile yıllarca ayırdında olamadık. Futbol fanatizminin etkisi siyasileri de etkiledi. 1956 yılında Macaristan takımını o zamanki adıyla Mithatpaşa (BJK Arena) Stadında 3-1 yendiğimizde devrin başbakanı rahmetli Adnan Menderes şu şekilde bir açıklama yapmıştı: “Türk futbolu bu muhteşem galibiyetle Avrupa düzeyine ulaşmıştır.” Bunun adı güneşi balçıkla sıvamaktı. Bunun adı stat zemininin siyah beyaz fotograflara yansıyan vıcık vıcık haliydi. Futboldan biraz 109 BD NİSAN 2017 kafamızı kaldırdığımızda basketbol, voleybol gibi salon sporlarıyla tanıştı gençlerimiz. Ama alt yapı yoksulluğu, malzeme kifayetsizliği onları tribünden parkelere indiremedi. Atletizm sporu sporların anasıydı. Ama bizim ülkemizde spor ana hiç doğuramadı. Çünkü ciddi anlamda tesis, önemlisi sporcu yoktu. Ham madde yıllarca mamül hale getirilemedi. Yıllarca yetenekli bir kaç atletle bu sporun kahrını çekti. Ve ata sporumuz güreşle ve soydaşlarımız Naim Süleymanoğlu, Halil Mutlu ve yetenekleri tavan yapan sporcularla sporda egemen olmaya çalıştık ama başaramadık. 3530 sayılı kanunu hiçe sayanların madalya hırsları, Türk sporuna indirilen en büyük darbe idi. Hükümet yanlısı Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu gibi yıldızlarla sporda egemen olmaya çalıştık ama başaramadık 110 federasyon başkanlarının devşirme (yabancı ülkelerden ithal) sporcu tutkuları, birçok genç sporcuyu rekabet ortamından dışarılara fırlattı. Dünya ve olimpiyat şampiyonları da yaşlanınca, başımız döndü ateşimiz yükseldi. Siyasetin çıkar nefesleri oyun alanlarında, kulüplerde ve spor örgütlerinde hissedilince, alanlar parti bayrakları, siyasi güçlerin şenlikler yaptığı yatırım yerleri oldu. B iz Türkler sporu sevmiyoruz. Hafta sonları, profesyonel örgütlerce yaşatılan parasal gösterilerin de artık hükmü tükendi. Hayat pahalılığından vurgun yiyenler artık maçlara gitmekten korkuyorlar. Son yıllarda yükselen spor tesisleri ise devletçe geç kalınmış bir özrün beton yığınları gibi. Futbol, sanki ekonomik gücü sınırsız olanların ya başkan, ya yönetici olduğu, ya da televizyonlarda açıklama yapmaktan zevk alan cüzdanları şişkinlerin keyif alanı. Spor dünyası, 12 yabancı futbolcu, ağırlığınca para eden baş antrenörler, sporcuların egemen olduğu spor salonları ile etkinlikleri ancak parası olanın izleyebildiği bir arena. Sporu sevdiremeyen bir devlet yapısı, milyonlarca doların bir konfeti gibi dış ülkelere serpildiği bir reklam filmi. İşte; sporu neden sevmediğimizin tarihe not düşen belgeleri. • [email protected] Gözle Gönül Arası BD NİSAN 2017 Mehmet Uhri DeminiAlan K apıdan çıkarken arkamdan el sallayıp “Unutma dünya bir çayhane, demini alan gider. Sabırlı olmalısın.” diye seslendi. En iyisi baştan anlatayım… O yaşlı Azeri çaycıyı Tahran’da Firdevsi meydanına açılan çayhanede tanımıştım. Zoraki bir tanışmaydı. Meydana açılan binalardan birinin bodrum katında zamanda unutulmuş hayli eski bir çayhaney- Gider di. Hızlıca fotoğraflayıp çıkma telaşındayken elinde çaylarla geldiğini görmeyip çarpınca devrilen bardaklardan hafifçe haşlanmıştım. Söylenmeme fırsat bırakmadan kolumdan çekiştirip çay ocağına götürdü ve sıcak çayla haşlanmış olan elimi musluktan akan suyun altına soktu. Serin suyun altında elimin acısını gidermeye çalışırken onu izliyordum. Demliklerden arta kalan ıslak serin çaylardan bir avuç alıp eliyle 111 BD NİSAN 2017 şekillendirdi, tülbendin içine koyup haşlanan elimi onunla sardı. Teşekkür edip çıkmak istedim, acelem olduğunu söyledim. Eliyle omzuma bastırıp “Otur hele. Aceleye gerek yok. Bir çay iç önce.” Diye biraz da emir verircesine söylendi. Y aşını almış, saçı kaşı ağarmış, kırık da olsa Türkçe konuşan bir Azeriydi. İlerlemiş yaşına karşın 4-5 demlik ve içinde su kaynayan kocaman semaverin çevresinde fır dönüyor tek başına tüm salona yetişiyordu. Gözümün saatte olduğunu görünce elimin acısı geçmeden kalkmamam gerektiğini söyleyip boşalan çay bardaklarını yıkamaya girişti. Nereden gelip nereye gitmekte olduğumu, Tahran’da ne aradığımı, geldiğim şehri sorup bir güzel ifademi aldıktan sonra omzundaki havluya elini kurularken yaklaşıp “Aradığını Bulabildin mi? Yoksa yola devam mı?” diye sordu. Soruyu anlamamıştım. Ben de asıl mesleğini ve kaç yıldır çaycılık yaptığını sordum. 112 Hayatı boyunca çayhanede çalıştığını, küçük bir çocukken çırak olarak girdiği çaycılığı ustasının vefatından sonra devralıp sürdürdüğünü anlattı. Şaşkınlık içinde “Nasıl yani? Bir ömür bu çay ocağının başında mı geçti? Dışarıda koca bir hayat var. Hiç mi merak etmedin?” diye sorunca hafifçe bıyık altında gülümsedi. “Gençken çay ocağında ustama ‘Dünya nasıl bir yer?’ diye sorardım. O da ‘Dünya bir çayhane istersen git bak. Burada ne görüyorsan orada da onu göreceksin’ derdi. O zamanlar toydum. Böyle lafları anlamam zordu.” “Gidip baktın mı?” “Eh işte. Askerlik filan derken çıktım ortalığa ama baktım ki ustam haklıymış. Dünya her bir tarafta semaverlerin kaynadığı bir çayhaneye fena halde benziyormuş. Demini bulabilirsen ne âlâ. Yoksa öyle veya böyle posanı çıkarıp bırakıyorlar. Biraz da ürktüm sanırım. O günden beri çayhane ve çay ocağından ayrılmadım.” Sözleri ilgimi çekmişti. Bu arada el çabukluğu ile doldurduğu bardakları hızlıca masalara dağıtıp boşlarla geri döndü. İşi biten demliğin içini boşaltıp kuru çay koydu. Semaverden kaynar su ile doldurup ocağın üzerinde kenara bıraktı. Demlik- BD NİSAN 2017 leri demlenme durumuna göre yeniden sıraladı. “Söylediğine göre neredeyse bir ömür, bu bodrum katta, çayhanede geçmiş. Dünyayı tanımaya da çalışmamışsın. Dünya bir çayhane deyip çıkıveriyorsun. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” “Bu iş öyle ülke ülke gezinmeyle olsaydı, uzun yol şoförleri ermiş olurdu. Gerçi zamanında ustama ben de böyle sorular sorardım. O ise gelen giden insanları inceler ve eline aldığı kuru çay yapraklarının insana ne kadar benzediğini anlatırdı.” “Çay yaprağı mı? O kadarcık mı?” “Ben de başlangıçta öyle demiştim. Gözümün önünde koca “Ustam, gelen giden insanları inceler ve eline aldığı kuru çay yapraklarının insana ne kadar benzediğini anlatırdı.” koca demlikler olunca kendini demini alıp geçen giden demliklerden birine benzetmek daha akla uygun geliyordu. Ancak ustam haklıydı. Çay yaprağından öte değildik.” “Anladım sanırım. Çaylar da insanlar gibi çeşit çeşit. Öyle mi?” “Yok, o kadar bile değil. Ustama göre yeşil çaya benzeyenler ve siyah çaya benzeyenler olarak iki tip insan vardı. Yeşil çaya benzeyenler taze kalmakta inat edip diğerlerinden uzak duran, itilip kakılmayan, ama hep toplumun kenarında olanlardı. Onlardan çıkan çayın lezzeti olsa da kokusu çiğ ve renksiz oluyordu. Ustam için siyah çaya benzettiği insanlar daha değerliydi. Onları, her dem taze kalmak yerine kalabalıklara karışıp hayata yakın duran, diğerleri ile birlikte fermente olup yıpransalar da arkalarında 113 BD NİSAN 2017 güzel dem, koku ve lezzet bırakan insanlar olarak anlatırdı.” “Aromatik çaylar? Onlar ne oluyor bu durumda?” “Onlar için makyaj derdi. Hep, öze bakmamı isterdi. Şekerli içenle içmeyeni bile ayırmazdı.” T ekrar salona dönüp siparişleri aldı. Getirdiği boşları lavaboya koyup tekrar yıkamaya girişti. Tüm bunları çok kısa süre içinde bitirip doldurduğu çayları tepsiye dizdi ve masalara dağıttı. Yanıma gelip elime sardığı tülbendi açtı. Acısı geçmişti, kızarıklık da hafiflemiş görünüyordu. Dikkatlice baktı. “İyi olacak, merak etme” dedi. Taze bir çay doldurup uzattı. “Az önce ‘Aradığını bulabildin mi?’ diye sorarken ne demek istemiştin?” “Boynunda fotoğraf makinesi ile yalnız geldin. Kimsenin yüzüne bakmadın. Üstelik acelen var. Kimseye bulaşmadan ve hatta bir çay bile içmeden fotoğraf çekip hemen gitme niyetindeydin. Belli ki ne aradığını bilmeden dolaşanlardansın. Buralara kadar geldiğine ve muhabbete direnmediğine göre yeşil çay gibi olanlardan da değilsin.” “İyi de…” “Aradığın sana kalsın. Ama bil ki, bu işler tek başına olmaz. Tek başına bir çay yaprağı ne lezzet verecek ki? Üstelik ne kadar uzağa gidersen git aynı demliğin içindesin. Bir arada olduğun kim varsa, ardında onlarla oluşturduğun lezzet kadar anılırsın. İstediğin kadar diren. Sıcak suyu yiyince demliğin orası burası fark etmez. Buralara kadar gelip aradığın nedir bilemem, bildiğim aynı demliğin içinde olduğumuz. Bir araya gelip lezzet oluşturabildiysek, ne mutlu. Gerisi dön dön aynı hikâye.” “Sadece, bu kadar mı?” “Ne sanıyordun ya? Hepimizden geriye şu çay gibi ama acı, ama buruk bir lezzet kalacak. Bir de bazen böyle ocağın başında yaptığımız gibi muhabbetler. Hepsi bu…” Elimin haşlanan yerini tekrar kontrol etti. Boşalan çay bardağını alıp lavaboya bıraktı. Gidebilirsin dercesine eliyle bir işaret yapıp salona yöneldi. Eşyalarımı toplayıp makinemi boynuma asıp kapıya yöneldim. Çıkarken arkamdan “Unutma dünya bir çayhane, demini alan gider. Sabırlı olmalısın.”diye seslendi.• [email protected] Birbirlerine ne kadar yakın bulunurlarsa bulunsunlar, insanlar arasında her zaman bir uçurum ağzını açmış bekler; bu uçurumun iki yakasını geçici bir köprüyle de olsa yalnızca sevgi bağlayabilir birbirine. Herman Hesse 114 Geniş Açı BD NİSAN 2017 Aylin Yengin II. Dünya Savaşının Kayıp Hazineleri II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra, milyarlarca dolar değerinde mücevher, altın ve sanat eserinin kaybolduğu ya da çalındığı bildirilmişti. Yağmalanan eşyaların bir bölümü gizli bir Nazi trenine mi saklanmıştı yoksa? Bu yazıda, İkinci Dünya Savaşı’nın en gizemli kayıp hazinelerinden beşini ve onları herkesten gizlemek için üretilen bazı komplo teorilerini bulacaksınız. 115 BD NİSAN 2017 1. Nazi Altın Treni Aralık 2015’te Piotr Koper ve Andreas Richter tarafından düzenlenen bir basın konferansı, Nazi Naziler tarafından gizlendiği varsayılan hazine trenine götürecek olan tüneli bulduklarını savunuyordu. Kazıya başlanıldı, ancak hiçbir şey bulunamadığı için çalışmalar durduruldu. Acaba günün birinde, bu altın yüklü tren bulunabilecek mi? 2. Kehribar Oda Kehribar Oda, bir zamanlar St. Petersburg yakınlarındaki Tsarskoye Selo’daki Catherine Sarayı’nın Altın Treni ile ilgili iddiaları ortaya içinde bulunan, altın varaklar ve çıkardı. Ünlü hazine avcıları, bu aynalarla süslü kehribar panellerle trenin hâlâ Polonya’da gizlendiğini tasarlanmış dünyaca ünlü bir odadır. iddia ettiler ve bu şehir efsanesiAslen 18. yüzyılda Prusya’da inşa ni gerçekliğini ispat etmenin tek yolunun kazı çalışmalarına girişmek edilmişti, ancak Kehribar Oda II. Dünya Savaşı sırasında ortadan olduğunu söylediler. kayboldu. Oda kaybolmadan önce, Üç yıldan uzun süredir bu treni “Dünyanın Sekizinci Harikası” arayan hazine avcıları ekibi, kendiolarak kabul ediliyordu. lerini II. Dünya Savaşının sonunda Söylentilere göre, Kehribar Oda hâlâ Polonya’da bir yerlerde gizlenmiş duruyor. 3. Yamashita'nın Altını Yamashita’nın altını ya da hazinesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Japon ordusu tarafından Güneydoğu Asya’dan çalındığı ve sonrasında Filipinler’deki mağaralarda, tünellerde ve 116 BD NİSAN 2017 Tomoyuki Yamashita yeraltı dehlizlerinde saklandığı iddia edilen savaş yağmalarına verilen addır. Hazine, “Malaya Kaplanı” lakabıyla bilinen, kötü şöhretli Japon Generali Tomoyuki Yamashita’nın ismiyle anılmaktadır. Dünyanın dört bir köşesinden hazine avcıları, 50 yıldan uzun süre Filipinler’e akın etseler de, hazinenin varlığı pek çok uzman tarafından reddedildi. Sözü geçen altın, 1988’de Hawaii Eyalet Mahkemesinde, eski Filipin Başkanı Ferdinand Marcos ile Filipinli hazine avcısı Rogelio Roxas’ın da dâhil oldukları karmaşık bir davanın konusu oldu. 4. Alpine Kalesi Alpine Kalesi, SS Genel Sekreteri Heinrich Himmler’in, Kasım ve Aralık 1943’te Almanya hükümeti ile silahlı kuvvetlerinin çekilecekleri bir üs olarak planladığı ulusal bir inzivaydı. “Batı Avusturya üzerinden, Bavyera’nın Güneyinden Kuzey İtalya’ya” kadar uzanıyordu. Bu plan, Adolf Hitler tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla desteklenmedi ve faaliyete sokulması için ciddi bir girişimde bulunulmadı. Oysa müttefikler, Nazilerin savaşı sürdürmek için Alpine Kalesi’ne çekileceklerinden ve II. Dünya Savaşının sonunda, oradan önemli güçleri farklı yönlere çekeceklerinden emindiler. Söylentilere göre, üssün kurulum aşamasında çok önemli hazineler bölgeye taşınmış ve burada gizlenmişti. 3. Awa Maru Awa Maru, Japonya’nın Nagazaki kentinde, 1941-1943 yılları arasında inşa edilmiş bir Japon transatlantikti. Aslında yolcu gemisi 117 BD NİSAN 2017 Geminin, platin, elmas, altın ve değişik stratejik malzemelerden oluşan yaklaşık 5 milyar dolar değerinde bir hazine taşıdığına dair hikâyeler de anlatıldı. olarak tasarlanmıştı, ancak savaş patlak verince Japon Deniz Kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Mahsur kalmış yüzlerce deniz ticaret subayı, askeri personel, diplomat ve sivili Awa Maru ile Singapur’dan geri getiriyordu. Geminin, platin, elmas, altın ve değişik stratejik malzemelerden oluşan yaklaşık 5 milyar dolar değerinde bir hazine taşıdığına dair hikâyeler de anlatıldı. G emi 28 Mart 1945’te Singapur’dan ayrıldı, ancak 1 Nisan gecesi geç saatlerde Tayvan Boğazı’nda USS Queenfish (SS-393) adlı Amerikan denizaltısı tarafından durduruldu. Queenfish’ten fırlatılan torpidolar transatlantiği batırdı ve içindeki 2.004 yolcu ve mürettebattan yalnızca biri hayatta kaldı. İçinde olduğu varsayılan hazine de onunla birlikte denizin dibini boyladı. • [email protected] Sınırsız Enerjinin Bulunmasına Çok Az Kalmış Olabilir! ABD’de bir grup bilim adamı tarafından yeni bir nükleer enerji rekoru kırıldı. En son yapılan plazma basıncı testlerinde, eski testleri katlayan bir sonuca ulaşıldı. Bilim adamları, nükleer füzyonu, temiz ve sonsuz bir enerji kaynağı gibi görmeye başladılar. Bu, aslında güneşin enerji üretme mantığını taklit eden bir yöntem. Manyetik alan ve basıncı kullanarak ısı verildiğinde atom çekirdeğindeki bazı parçalar birbirleri ile birleşerek büyük bir enerji açığa çıkarıyorlar. Bilim insanları hidrojen atomunu parçalayarak helyum ve çok miktarda temiz enerji ortaya çıkaracak. Bu da bizim fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı azaltacak. MIT’nin Alcator-C Mod Tokamak reaktörü kullanılarak yapılan ilk çalışmada, güneşin iki katı kadar sıcaklık olan 35 milyon derece şartları oluşturularak başarıya ulaşıldı. 118 BD NİSAN 2017 3 Var Olmaması Gereken Gezegen İnsanoğlu, başını kaldırıp gökyüzüne baktığından bu yana gök bilimiyle ilgileniyor. Yazan: Alexandra Panzer T Çeviri: Sabriye Aşır gerekiyordu! üm bu süreçte, Güneş SisteBunlardan biri olan ve Amerimi’nin ötesindeki evren ve kan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin diğer yıldızların yörüngesindeki (NASA) Kepler Uzay Teleskobu exoplanetler (Güneş Sistemi dıtarafından keşfedilen Kepler-78b şındaki gezegenler-ötegezegenler) isimli gezegen, Kepler-78 yıldıhakkında çok şey öğrendik. Ancak zının yörüngesinde ve Dünya’dan halen, bilim insanlarının çözemediyaklaşık 400 ışık yılı ği de pek çok şey var. Oldukça kısa süre önce Nasa'nın Uzay Teleskobu uzaklıktadır. Gök KEPLER bilimciler, Kepler-78b yapılan exoplanet keşifisimli gezegenin Dünleri, araştırmacıları tam ya’dan yarıçap olarak anlamıyla bir çıkmaza 1,2 kat, kütle olarak soktu. Çünkü bugüne ise 1,7 kat büyük kadar edindiğimiz olduğunu hesapladılar. astronomi bilgilerine Kepler-78b Dünya ile göre, bu exoplanetlerin benzer bir öz kütleye hiç var olmamaları 119 BD NİSAN 2017 olduğu yıldıza inanılmaz ölçüde yakın olması nedeniyle, bu gezegen yıldızının çevresindeki turunu 8,5 saatte tamamlıyor. Yani Kepler-78b’de bir yıl 8,5 saat sürüyor. Bilim insanları, bu DÜNYA KEPLER 78-B gezegenin nasıl var 1 Dünya Kütlesi 1,7 Dünya Kütlesi olabildiğini çözebilmiş 1 Dünya Yarıçapı 1,2 Dünya Yarıçapı değiller. Çünkü bilinen Kepler-78 yıldızının etrafında dönen hiçbir gezegen oluşumu teorisiKepler-78b, Dünya’dan yarıçap olarak ne uymuyor. Yalnızca yıldızına 1,2 kat, kütle olarak ise 1,7 kat büyükinanılmaz ölçüde yakın olduğu tür. Bilinen gezegen oluşum teorileri, biliniyor. Yani şöyle söyleyelim, hiçbir gezegenin yıldızına bu denli yakın Kepler-78b’nin gaz ve tozdan bir konumda oluşamayacağını söylüyor. oluşan protogezegensel diskten gezegen haline dönüşmesi sırasında, Kepler-78b, yıldıetrafında döndüğü yıldızı çok daha zının çevresindeki büyüktü. Dolayısıyla, eğer bugünkü turunu 8,5 saatte yörüngesinde olsaydı, yıldızı olan tamamlıyor. Yani Kepler-78’in içinde oluşmuş olması Kepler-78b’de bir gerekirdi, ki bu mümkün değildir. Bir diğer seçenek ise, bugünkünyıl 8,5 saat sürüyor. den daha uzak bir noktada oluşmuş olması ve gittikçe yıldızına yaklaşsahip olduğu için, araştırmacılar bu mış olmasıdır. Ama bilim insanları, gezegenin yapısının da tıpkı Dünya gibi büyük ölçüde kaya ve demirden bunun da mümkün olamayacağını düşünüyorlar. Kepler-78b, yörünmeydana geldiğini düşünüyorlar. gesinde dönmeye devam ederek Ancak Kepler-78b ile Dünya’nın muhtemelen yıldızıyla çarpışacak. benzerliği bununla sınırlı. Şu an için, Kepler-78b gizemini Çünkü Kepler-78b kendi koruyor. Kepler-78b hakkında bilyıldızına, Dünya’nın Güneş’e olan diğimiz en önemli şey, 3 milyar yıl uzaklığından 100 kat daha yakın ve civarında bir süre daha var olmaya bu gezegenin yüzeyindeki sıcaklık devam edeceğidir. Yıldızın kütleçe2800 dereceyi bulabiliyor. Yani kim gücü onu parçalara ayırana dek, aslında, Dünya’nın cehennem gibi sıcak bir versiyonu olarak düşünebi- etrafında döndüğü yıldıza yaklaşmayı sürdürecek. liriz. Kepler-78b’nin yörüngesinde 120 B ir diğer gizemli gezegen ise, yine Kepler Uzay Teleskobu’yla saptanan ve Dünya’dan 560 ışık yılı uzaklıkta olan Kepler-10c isimli gezegen. Dünya’dan 2 kat büyük olmasına karşın 17 kat daha ağır olan Kepler10c, bildiğimiz gezegen oluşumu kuramlarına uymuyor. Onu farklı kılan ise, Dünya’dan yarıçap olarak 2,3 kat büyük olması değil. Bilim insanları ilk olarak, boyutları nedeniyle Kepler-10c’nin (onu mini bir Neptün kılacak) kalın ve gaz özellikli bir atmosferi olduğunu öngörmüşlerdi. Bunun yerine, Dünya’dan 14-17 kat daha büyük bir kütleye (yoğunluğa) sahip, yoğun bir biçimde kayadan oluşan ve hemen hemen hiç atmosferi olmayan bir gezegenle karşı karşıya kaldılar. Bu büyüklükteki bir gezegenin böylesine bir yoğunluğa sahip olması, daha önce duyulmamış bir şeydi ve bu nedenle gök bilimciler ona “Mega Dünya” dediler. Gezegenlere dair bugüne kadar öğrendiklerimize bakılırsa, böylesi- BD NİSAN 2017 ne devasa bir gezegenin atmosferi olmadan var olabilmesi mümkün değil. Teorik olarak, Kepler-10c’nin oluşurken, çok büyük yer çekimsel gücüyle yakınındaki hafif gazları toplaması ve Jüpiter gibi bir gaz devine dönüşmesi gerekirdi. Ama muhtemelen hiç atmosferi olmadı çünkü eğer olsaydı, yer çekimsel gücü atmosferi oluşturan gazları tutmayı sürdürürdü. Yani bugün bilim insanları, uzay boşluğunda yer alan ve açıklayamadıkları devasa bir kayayla karşı karşıyalar. S onuncu ama bir o kadar önemlisi, Hubble Uzay Teleskobu ve Şili’deki Macellan Teleskobu’nun verileriyle keşfedilen, Jüpiter’in 11 katı büyüklüğünde, HD 106906 b isimli bir gaz devimiz var. Bu gezegen, Dünya’dan 300 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın yörüngesindedir. Bu sistem yalnızca 13 milyon önce oluşmuştur. Fakat onu tuhaf kılan bu değil. HD 106906 b, yörüngesinde olduğu yıldıza 650 astronomik birim uzaklığındadır. Bu mesafe ise, (Güneş’e en uzak gezegen olan) Neptün’ün Güneş’e olan uzaklığının 20 katından fazladır. Yıldızına bu denli uzakta olması nedeniyle HD 106906 b’yi, böylesine bir büyüklüğe ulaştırmak için yeterli gaz ve 121 BD NİSAN 2017 HD 106906 b ile çevresinde döndüğü HD 106906 yıldızı arasındaki mesafe, Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin 650 katı. Böylesine bir mesafede, gezegenin oluşumu için (yıldızının çevresinden) yeterli gaz ve toz özellikli maddeleri alamamış olması gerekirdi. kaya benzeri yapıların olmaması gerekirdi. Özellikle de, diğerlerine göre daha kısa bir süre içinde. Her nasıl olduysa, var oldu. B azı araştırmacılar, yörüngesinde olduğu yıldızı çevreleyen toz ve kalıntı halkasının içinde oluşmuş ve daha sonra uzaklaşmış olabileceğini düşünüyorlar ancak halen emin değiller. Yakın tarihli bir araştırma bu görüşü destekliyor Jüpiter'de iniş yapılabilecek katı bir yüzey JÜPİTER bulamazsınız! Jüpiter, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşan bir gaz devidir... 122 ve HD 106906 b’nin toz özellikli maddeleri kendisine çekmiş olabileceğini öne sürüyor. Fakat bu elbette, gök bilimciler daha fazla bilgi edinene dek bir varsayımdan öteye gidemiyor. HD 106906 b, halen tam bir muamma. Bu üç gezegen, evrenimiz için yalnızca devede kulak gibi kalıyor ve biliyoruz ki halen öğreneceğimiz çok şey var. Gök bilimi muhteşem kılan da bu tuhaf keşifler. Ne zaman bir şeyi öğrendiğimizi düşünmeye başlasak –tıpkı gezegen oluşumu gibi, önümüze hayret verici sürprizler çıkıyor. • Alexandra Panzer - SciShow Space (3 Planets That Shouldn’t Exist) VENÜS Karbondioksitten oluşan atmosferi, 500 derece yüzey sıcaklığı, şiddetli asit yağmurları, aktif volkanları ve dev lav nehirleriyle Venüs, adeta cehennemi andırır. Neler Olmuyor ki Dünyada BD NİSAN 2017 Sezin San Sungunay 1 İsimsiz Mezarlar çevesinde askerlerin kimlik tespiti için çalışmalara başladı. Askerlerin naaşlarından DNA örnekleri alınarak kimlik tespiti gerçekleştirilecek. Kimlikleri belirlenen askerlerin isimleri mezar taşlarına yazılacak. 2 Robot Tehlikesi Robotlar, insan nüfusu için tehlike mi yaratacak? Japon telekomünikasyon ve internet şirketi Softbank'ın Genel Müdürü Masa- İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland savaşında hayatını kaybeden Arjantinli askerlerin mezarları için harekete geçildi. 25 yıl önce hayatını kaybeden Arjantinli askerlerin mezarları Darwin askeri mezarlığında bulunuyor. Ancak aileleri, yakınlarının hangi mezarda olduğunu yıllardır bilmiyor. Uluslararası Kızılhaç Komitesi de iki ülke arasında imzalanan anlaşma çer123 BD NİSAN 2017 yoshi Son, İspanya'nın Barcelona kentinde düzenlenen Dünya Mobil Kongresi'nde konuştu. Son, gelecek 30 yılda ayakkabılarımızda bulunan çiplerin bile beynimizden daha akıllı olacağını; bazı robotların uçacağını ve yüzeceğini söyledi. Son, robotların süper zekâlarının doğru kullanılmaması halinde bir risk oluşturacakları uyarısında bulundu. daki çocukların, sistematik şekilde şiddet ve cinsel istismara maruz kaldığını ortaya çıkardı. UNICEF, "Çocuklar İçin Ölümcül Yolculuk" başlıklı raporunda, çocukların insan kaçakçılarının ve resmi görevlilerin istismarına maruz kaldığı, birçok vakanın tutuklanma ve sınır dışı edilme korkusuyla adli mercilere bildirilmediği belirtildi. Lüks Dünyanın En Eski 3Japonya'da 5 Tren Yaşam İzi Dünyanın en konforlu trenlerinden Twilight Express, Japonya'da kamuoyuna tanıtıldı. Sunduğu konfor nedeniyle trene Japonlar “tekerlekli otel” de diyor. Trende 2 yataklı bir kompartımanın gecelik fiyatı, 2 bin 400; lüks kompartmanlar ise 10 bin dolar. Haziran 2017'de sefere başlayacak olan trenin ilk üç ayı için tüm biletler çoktan satıldı. 4Mülteci Çocuklar Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF’in araştırması, Akdeniz üzerinden Avrupa'ya ulaşmaya çalışan mülteciler arasın124 Dünyadaki en eski yaşam izlerine, Kanada'nın Quebec (KEBEK) eyaletinin kuzeyinde yürütülen bir bilimsel araştırmada BD NİSAN 2017 rastlanıldığı açıklandı. Uluslararası bir bilim heyeti, bölgedeki "bantlı demir oluşumları" olarak da bilinen Greenstone Belt kayalıklarında yürüttükleri bilimsel araştırmalarda 3,8 milyar yıllık demir cevheri örneklerinde fosilleşmiş bakterilerin izlerini tespit etti. Kayalıklarda bulunan fosillerin en eski yaşam izine sahip olduğu belirtildi. Güneş Sistemi'nin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğu hatırlatılan açıklamada, önceki araştırmalarda en fazla 3,7 milyar yıla kadar hayat izlerinin tespit edilebildiği vurgulandı. 6Sefere Fare Rötarı British Airways'in Londra-San Francisco seferini yapması planlanan uçuşunda, ilginç bir nedenle 4 saat gecikme yaşandı. Sabah 10.40'ta ayrılması planlanan uçağın yolcuları kalkış için beklerken, kabin ekibi, "sıra dışı bir durum" nedeniyle gecikme yaşandığı duyurusu yaptı. Yolcuların ısrarlı soruları üzerine, Kabin ekibi, uçakta fare görüldüğünü ve bu nedenle kalkış yapılamayacağını, başka bir uçağın ayarlanacağını bildirdi. Ancak farenin yakalanmasının ardından uçak dört saatlik bir gecikmeyle seferi gerçekleştirdi. Zorunlu 7İsveç'te Askerlik İsveç, gönüllü asker sayısındaki azalma nedeniyle zorunlu askeri hizmet uygulamasına geri dönme kararı aldı. Uygulama, 1999 yılı ve sonrasında doğan erkek ve kadın vatandaşları kapsayacak. İsveç, zorunlu askerliği 2010'da bırakmıştı. Savunma Bakanı Peter Hultqvist, "Rusya, Kırım'ı ilhâk etti, Ukrayna'da saldırılar yaşanıyor. Komşularımızda çok fazla hareketlilik olan bir dönemde ulusal güvenliğimizi artırma kararı aldık" diye konuştu. 2013'te Rus savaş uçaklarının İsveç hava sahasına girerek atışlı tatbikatı yapması ve İsveç askerlerinin hazırlıksız yakalanması, endişe yaratmıştı. Kirliliğinin 8Deniz Nedenleri Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından yapılan bir araştırma, deniz 125 BD NİSAN 2017 Milletler İnsani Yardım Sekreterliği'nden Sorumlu Genel Sekreter Stephen O’Brien, ülkede koruma altındaki vahşi yaşam bölgelerinin de tehdit altında olduğunu söyledi. kirliliğinin sebeplerine ilişkin çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Denizlere bırakılan plastiğin kaynağı yüzde 15 ila 31 arasında değişen oranlarla, tekerlekler ve elbiseler. Tekerleklerde kullanılan mikroplastikler yollarda aşınarak denizlere ve okyanuslara akıyor. Aynı şekilde sentetik kumaşlardaki mikro plastiklerde çamaşır yıkamayla dünyadaki su kaynaklarını ciddi bir şekilde kirletiyor. Kozmetik ürünlerindeki mikroplastiklerin deniz kirliliğini artırdığı yönündeki raporların ardından ABD'de kişisel bakım ürünlerinde mikroplastiklerin kullanımı yasaklanmıştı. Kuraklık 9Kenya'da Tehlikesi Kenya kuraklık alarmı veriyor. Ulusal afet ilan edilen ülkede 3,7 milyon kişi kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya. Birleşmiş Milletler "Kuraklığın felakete dönüşebileceği" uyarısında bulunuyor. Birleşmiş 126 Yaşındaki 10 81 Yazılımcı Masako Wakamiya 81 yaşında. 60 yaşından sonra bilgisayar kullanmaya başlaması ve 81 yaşında ilk mobil uygulamasını yazması ile haberlere konu oldu. Geliştirdiği Hinadan adlı oyun, Japon bez bebek dizme sanatından esintiler taşıyor. Oyun, 12 bebeğin doğru yerlere dizilimi ile kazanılıyor. Wakamiya, gelişen dijital dünya ile yaşlılıkta nasıl baş edileceği yönünde konuşmalarıyla da tanınıyor. • [email protected] İnsanlar Yaşadıkça BD NİSAN 2017 Mehmet Ünver İlham Kitabım: Bülbülü Öldürmek Bugün kitapları basılan ve belirli bir okur kitlesine sahip olan bir yazar durumuna geldiysem bunu ergenlik yaşlarımda, yazar Harper Lee’nin, unutulmaz “Bülbülü Öldürmek” romanını okumuş olmama borçluyum. N e yazık ki, bu büyük yazarı geçtiğimiz ay kaybettik. Seksen dokuz yaşındaydı. Pulitzer ödüllü romanıyla kuşakları etkilemiş, altmışlı yılların başında Amerika’nın, Alabama gibi tutucu bir eyaletinde olanca acımasızlığıyla süre giden siyah-beyaz ayrımını son derece sürükleyici bir dille anlatmıştır. Bülbülü Öldürmek öylesine etkileyici bir romandı ki, Harper Lee, 1960 yılında yayımladığı bu romanının ardından devam niteliğindeki ikinci romanını yazana kadar tam elli beş yıl beklemiş Harper Lee ve “Tespih Ağacının Gölgesinde” ismini verdiği ikinci kitabını 2015 yılında yayımlamıştır. “Bülbülü Öldürmek” yetmişli yıllarda, Milli Eğitim Bakanlığının tavsiye kitabı olarak Marif Kolejlerinde İngilizce olarak okutulmuştur. 127 BD NİSAN 2017 “Bülbülü Öldürmek” ...kasaba halkı önce yayımlandığı yıldan bu yana çocuklara, ardındansa yediden yetmişe milyonlarca insanın başucu kitabı olmuşcanla başla o siyahi tur. Annemin, pırıl pırıl açık erkeği savunmaya mavi bir cildi olan kitabı evimize getirdiği geceyi dün çalışan babalarına gibi anımsıyorum. “Aman tepkiler göstermeye çocuklar bu kitabı muhakkak okumalısınız” demişti. Sonrabaşlar. ki günlerde kardeşimle nöbetleşe, bahçemizdeki dev ceviz ağacının çatal dalları arasında, yıllar ile birlikte yaşamaktadırlar. Olayönce rahmetli babamın yapmış lar Alabama eyaletinin Maycomb olduğu ağaç evde oturup okumaya ismiyle tanıtılan kasabasında geçer. başladık. İlk okuyan bendim. Henüz Romanın başlarında her şey gayet dörtte birini geçtiğimde kitabın o güzel ve huzur içinde yaşanmakgüne kadar okuduklarımdan çok tadır. Sakin bir kasabada yaşayan daha etkileyici ve ustaca yazılmış bu üç kafadar çocuk, komşu evde bir eser olduğunu anladım. oturduğunu bildikleri ve yıllardır bir kez bile kapı dışarı çıktığını görmeoman, yazarın 1936 yılında dikleri bir adamın neye benzediğini yaşadığı trajik bir olayı teçok ama çok merak etmektedirler. mel alarak yazılmış. Kitabın En büyük çabaları o adamı kısa bir ana kahramanları olan Scout Finch, süreliğine dışarı çıkartıp onunla ağabeyi Jeremy Finch ve yakın tanışmaktır. arkadaşları Dill Harris’in gözünOysa kasabada o gizemli adam den anlatılır olaylar. Jeremy on üç ve ailesi hakkında pek çok söylenti yaşında, Scout vardır. Senelerdir ortalıkta göründokuz, Dill ise meyen adamın bir katil, bir sapık yedi yaşındadır. hatta akıl hastası olduğu söylenKardeşlerin mekte, büyük, küçük herkes buna anneleri yıllar inanmaktadır. Kasabada yaşanan önce ölmüş, faili meçhul pek çok şiddet olayıavukat olan nın sorumlusu olarak Boo Radley babaları Atticus adındaki o adam gösterilmektedir. Finch ve evin Hatta güvenlik güçlerinin gerçek aşçısı Calpurnia faillerini bulduğu suçlar bile yine Bülbülü Öldürmek de onun üstüne kalmaktadır. Bazı kasabalı kadınlar, Boo Radley’in adlı kitabın geceleri gizlice evinden çıkıp İngilizce baskısı R 128 BD NİSAN 2017 kendilerini gözetlediğini iddia etmektedirler. Bazıları ise onun bir hayalet hatta vampir olduğa inanırlar. Bizim kafadarlarınsa tek derdi, onu bir kez görebilmektir. Bu nedenle akla hayale gelmez planlar yaparlar, onu dışarı çıkartabilmek için bazıları son derece tehlikeli olan girişimlerde bulunurlar ve tatilleri bu sayede unutulmaz heyecanlar içinde geçer. Romanın bu bölümlerini defalarca olmak üzere, kışları soba başında, yazlarıysa çardağımızda ya da ağaç evimizde okuduğumu anımsıyorum. Scout’ı, Jeremy’yi ve Dill Harris’i kafamda kendime göre canlandırmış, onları bizim sokağın çocukları olarak görmeye başlamıştım. Bir süre sonra hiç beklenmedik tatsız olaylar yaşanmaya başlar. Maycomb kasabası, o sıralar, ırkçılığın ciddi bir şekilde sürdüğü Alabama eyaletinde yer almaktadır. Çocukların avukat olan babası, üstüne işlemediği bir suç atılmış olan siyahi bir erkeğin savunmasını almıştır. Bu durumun ortaya çıkmasından sonra önemli miktarda ırkçıyı barındıran kasaba halkı önce çocuklara, ardındansa canla başla o siyahi erkeği savunmaya çalışan babalarına tepkiler göstermeye başlar. Giderek tek amacı, masum olduğunu ısrarla söyleyen yoksul bir insanın savunmasını yapmak olan avukata hakaret etmeye vardırırlar işi. Siyahi erkek, beyaz bir kıza tecavüz etmekle suçlanmaktadır çünkü. Oysa o, ısrarla böyle bir suç işlemediğini söylemektedir. Başrolünü Gregory Peck’in oynadığı 1962 yapımı, “Bülbülü Öldürmek filminden bazı sahneler (üstte ve yanda) 129 BD NİSAN 2017 Siyahları ikinci sınıf insan sayan pek çok kasaba sakini, daha yargılanması başlamamış olan sanığı çoktan suçlu ilan etmişler ve bir an önce idam cezasına çarptırılmasını talep etmektedirler. Onlara göre siyah bir insanın yargılanmasına bile gerek yoktur, ne de olsa suçludur. Hele ki mağdur beyaz bir kızsa savunma yapılmasına bile gerek yoktur. Oysa sanık kendisine atfedilen suçu hiçbir şekilde işlemediğini, tüm suçlamaların bir iftira olduğunu ısrarla söylemektedir. Ne yazık ki, avukatı Atticus Finch dışında ona inanan çok az insan vardır. Mahkeme günü yaklaştıkça avukat ve romanın ana kahramanları olan çocuklarına karşı yükselen tepki ve hakaretler giderek ciddi tehditlere dönüşür. O güne kadar çocukluklarının pembe günlerini yaşamakta olan Scout ve Jeremy bir anda yaşamın çirkin ve ırkçı yanıyla tanışırlar. Kısa bir süre öncesine kadar son derece sakin ve medeni görüşlü sandıkları insanların 130 içlerindeki ırkçılık damarının bir anda nasıl kabarıverdiğini, adetin işleyişinin nasıl birdenbire yaralanıverdiğini görürler. Okuldaki arkadaşları ve bazı öğretmenleri bile babaları bir zenciyi savunuyor diye çocuklara karşı son derece ön yargılı davranmaktadırlar artık. En sık duydukları hakaret: “Zenci dostudur”. Sanki zenci dostu olmak çok yüz kızartıcı bir suçmuş gibi sık sık bu hakarete maruz kalırlar. Bu yüzden ara sıra soğukkanlılıklarını kaybedip arkadaşlarıyla kavga dövüş ettikleri bile olur. Son derece ciddi bir şekilde savunmaya hazırlanan babalarıysa onları sürekli olarak soğuk kanlı olmaları ve hakaretlere aldırış etmemeleri konusunda uyarır. Ona göre gerçek, mahkemede ortaya çıkacak ve müvekkilinin suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılacaktır. O güne kadar en küçük bir suça ve şiddete karışmamış olan müvekkili son derece mazbut bir aile babası ve iyi bir vatandaştır. Bu nedenle onunla sık sık görüşür, hatta bir linçe kurban gitmesini engellemek için hapishane hücresi önünde nöbet bile tutar. Tek amacı, onu mahkemeye yargıç karşısına sağ salim çıkartabilmektir. Duruşma gününde yaşananlar romanda özel bir yer tutar. Avukat BD NİSAN 2017 Atticus Finch, adeta bir hukuk dersi verircesine, siyahi erkeğin kendisine tecavüz ettiğini iddia eden kızın alkolik bir baba ve çok sayıda kardeşle birlikte kasaba çöplüğüne yakın bir yerde ve çok zor şartlar altında yaşadığını ortaya çıkartır. Ardından ustalıkla sorduğu sorularla kızın ne denli yalnız ve yoksul olduğunun, hiç eğitim almadığının, dahası alkolik babasından sürekli şiddet gördüğünün tüm jüri üyeleri tarafından anlaşılmasını sağlar. Daha sonra sanık sandalyesinde bulunan siyahi erkek ifade vermek için hakimin önüne geldiğinde beyaz kızın yalan söylediğini, cinsellik teklifinin ondan geldiğini ve bunun üzerine korkarak oradan kaçtığını anlatır. Duruşmanın gidişatı adaletin gerçekleşeceği ve suçsuz olan siyahi erkeğin beraat edeceği şeklindedir. Ne yazık ki, otuzlu yılların Amerika’sında böylesi bir adalet beklentisi yalnızca bir hayaldir. Nitekim jüri üyeleri, tüm lehteki delillere karşın sanığı suçlu bulur. Bundan sonraki üzücü gelişmeleri anlatmak istemiyorum. Yalnızca “Bülbülü Öldürmek” romanının benim gibi milyonlarca insanın yaşam çizgisinin belirlenmesinde, adalet ve insana saygı duygusunun gelişmesinde çok ama çok büyük bir önemi olduğunu bir kez daha tekrarlayayım. Eğer hâlâ okumamış olan varsa ilk iş olarak bu kitabı okumaya başlamalıdır.• [email protected] Güneş Tutulması Albay, binbaşıya: “Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir şey değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı görsünler. Ben de orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri, üstü kapalı talimgâha götürürsün.” der Binbaşı, yüzbaşıya emri: “Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimgâhta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır.” diye anlatır. Yüzbaşı, teğmene: “Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır. Şayet yağmur yağarsa ki bu durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.” der. Teğmen, başçavuşa: “Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak. Kapalı talimgâhta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak. Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir.” Basçavuş, askere anladığını nakleder: “Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgâhta Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.” Askerler kendi aralarında şöyle konuşurlar: “Yarın sabah bizim başçavus Albayı tutuklayacakmış. 131 BD NİSAN 2017 Bizi İnsan Kılan Nedir? H Yeryüzündeki en zeki tür olduğumuzu düşünmek isteriz. Ancak zeka derken neyi kastettiğimize dikkat etmek gerek. 132 ayvan zekâsı üzerinde düşünürken ilk olarak, düşükten yükseğe doğru seyreden bir zekâ basamaklandırması olduğu ve hayvanların buna göre derecelendirildiği fikrinden sıyrılmamız gerekir. Çünkü durum aslında bundan daha karmaşıktır. Farklı türdeki hayvanlar, farklı zekalara sahiptirler. Yeryüzündeki en iyi ezberciler, yemişlerini farklı noktalara saklayan sincaplar ve kuşlardır. Ve bizden çok daha fazlasını, onlarca farklı yiyecek noktasını hatırlarlar. BD NİSAN 2017 Maymunlar söz konusu olduğunda da, fiziksel dünyadaki pek çok şeyi kavrama noktasında çok iyi olduklarını biliyoruz. Araç-gereç kullanımında neyin neyi hareket ettireceği gibi mekan ve nedensel ilişkileri anlamada çok iyiler. Ve aslında bu tip kavrama kabiliyetinde, bir çocuktan farklı değiller. Gerçekte bizi farklı kılan, hiçbirimizin tek başına yapamayacağımız şeyleri kafa kafaya vererek başarabilmektir. Hiçbirimizin tek başına bulamayacağı çareleri yaratabilmektir. Bizi insan kılan, iletişim kurmamız, işbirliği yapmamız ve birlikte çalışabilmemizdir. Bir çocuğu hiçliğin ortasında, yani sosyal iletişimden ve öğrenmeden, her türlü insani ilişkiden uzakta büyütmeye kalksanız; bir yetişkin olduğundaki zekâsı, maymunlarınkiyle çok benzer olacaktır. Biraz farklı olacak ama… İnsanlar diğerlerinden öğrenmeye, diğerleriyle iletişim kurmaya, diğerleriyle işbirliği yapmaya evrilmiştir. Ve eğer kimse yoksa, kültür yoksa, dil ve araç-gereç yoksa, doğuştan gelen insan zekâsı gelişme gösteremeyecektir. Balık suya doğar. Yüzgeçleri ve solungaçları vardır. Balık suya, insan ise kültüre doğar. İnsan olmanın özü kültürdür. Ve kültürümüzle var olan, işbirliği yapabilme kabiliyetimizdir. Yazan: Michael Tomasello Çeviri: Sabriye Aşır (Kaynak: Inspiration Journey) Ağaçlardan Önce Köpek balıkları Vardı Y erküremiz üzerinde ağaç olarak sınıflandırılan ve soyu tükenmiş en eski tür Archaeopteris, bundan 350 milyon yıl önce, bugün Sahra Çölü’nün bulunduğu topraklar üzerindeki ormanda yaşıyordu. Ancak yerküremizin en eski sakinlerinden olan köpekbalıkları ise, 400 milyon yıldır varlıklarını sürdürüyorlar. Eğer insanoğlunun pahalı çorbalar hazırlamak için yaptığı kıyımdan kurtulabilirlerse, yaşamlarını uzunca bir süre daha devam ettirebilirler. • Kaynak: Smithsonian.com (Respect: Sharks are Older than Trees) 133 BD NİSAN 2017 Anne Babalarla Başbaşa Nilay Karatosun n iyi arkadaşınız hayatınızın Eliktedir. tüm aşamalarında sizinle birİyi anlarınızda sevincinizi, heyecanınızı paylaştığınız, tüm zor zamanlarınızda ise size en büyük desteği veren kişidir. Son dönem söylemi ile en iyi arkadaş “can”dır. Öyleyse çocuğunuza en iyi arkadaşının kendisi olduğunu öğretmeye ne dersiniz? 134 BD NİSAN 2017 Sonsuza kadar en iyi arkadaş Çocuğunuza kendi kendisinin en iyi arkadaşı olmasını öğretmek belki öğretebileceğiniz en önemli becerilerden biridir. Bu beceri öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir beceridir. Bunu öğretmenin kilit noktası kendi kendiyle konuşmalarını olumlu konuşmaya dönüştürmesine yardımcı olmaktır. Kendi kendine konuşma hepimizin sürekli ve farkında olmadan alışkanlık olarak yaptığı konuşmadır. Bir an sessizce durun. “Ne konuşması?” dediğinizi duyar gibiyim. İşte tam da bu konuşma. Bazen düşüncelerimizde konuşuruz, bazen yüksek sesle konuşuruz. Farkında olsak da olmasak da her zaman bir şey hakkında düşünürüz ve kendimize bir şey söyleriz. Her gün, her saat hatta her dakika... Bu söylemler bizi yüceltebildiği gibi yerin dibine de batırabilir. Aslında çoğu zaman kendimize gönderdiğimiz mesajların farkında bile değilizdir. de iki çeşit kendi kendinle konuşma, “iç ses” vardır; Gerçek iç sesimiz, olumlu konuşma ve karşı olan iç sesimiz, olumsuz konuşma. Karşı olan iç ses, olumsuz konuşmalar; yargılama, olumsuz eleştiri cümleleridir ve bunlar iç huzursuzluklar yaratarak kişinin hedefinden vazgeçmesine sebep olur. Olumsuz konuşma çeşitlerine bir kaç örnek verecek olursak; “Ben yapamam.” “Bu sınavda başarısız olacağım.” “Kimse benden hoşlanmıyor ve arkadaşlık yapmak istemiyor.” “Sıkıldım.” Karşı olan iç ses, olumsuz konuşma, kendinden şüphe duymana sebep olur ve yavaş yavaş özgüven ve özsaygını tüketir. Herkesin içinde bir cevher vardır; özümüzden gelen “gerçek içses.” Netliğin, kesinliğin, olumlu düşüncenin ve umudun kaynağı “gerçek iç ses”tir. “Gerçek iç ses” aslında her zaman bizimledir. Her an ve her dakika onu dinlemeyi seçebiliriz. “Gerçek iç ses”i takip etmek olumlu konuşma yaratmakla mümkün olur. Çocuğunuza yaşam yolculuğunda güçlendiren ve Çocuklarınıza sonsuza kadar en iyi arkadaşlarının kendileri olduğunu öğretin. Çocuğunuz da aynı şeyi yapıyor! Hepimizin için- 135 BD NİSAN 2017 Çocuğunuza “gerçek iç ses”ini dinlemesi için kendi kendiyle olumlu konuşma yapmasını öğretmek çok önemlidir. yüreklendiren “gerçek iç ses”ini dinlemesi için kendi kendiyle olumlu konuşma yapmasını öğretmek çok önemlidir. Olumlu konuşma için bir kaç örnek verecek olursak; “Ben yaparım.” “Bu sınavda başarılı olacağım.” “Harika hissediyorum.” “Ben iyi biriyim.” “Kolayca arkadaşlık kurarım.” K endinle olumlu konuşma olumlu enerji yaratır. Ve bunu dile getirmek ve paylaşmak önemlidir. Çünkü paylaşımın gücü çok fazladır ve daha fazlasına ulaşmak için yer açar. Çocuğunuzun kendisi ile konuşma tarzının, duyguları, ruh halleri, özsaygısı, özgüveni ve davranışları 136 üzerinde doğrudan etkisi vardır. Dolayısıyla yaratmak ve yaşamak istediği hayatı biçimlendirir. Kendi kendine olumlu konuşmayı hayatına geçiren çocuk, başkalarının kendisine ne söylediğinden çok, kendi kendine ne söylediğini önemser. Bu alışkanlık onu hayatında güçlendirir. Mutlu, tatmin ve coşkulu bir yaşama ulaşmanın kapılarını aralar. Kendisiyle olumlu konuşma becerisini çocuğunuza öğrettiğiniz zaman, kendine ne söylediğinin farkına varan kişi haline gelir. Durumlar karşısında kendi ile konuşmalarını sürekli olarak olumlu konuşmaya dönüştürme alışkanlığı geliştirir. Bu şekilde yaşamı boyunca yanında olacağı onu destekleyen en iyi arkadaşını seçmiş olur. Kendisi! • [email protected] Dört bin yafl›ndaki gizemli tablet: Phaistos Diski 3 Temmuz 1908’de Girit’te, ‹talyan arkeologlar taraf›ndan keflfedilen ve henüz tam anlam›yla gizemi çözülemeyen Phaistos Diski, arkeolojinin en büyük bilmecelerinden biri olma özelli¤ini koruyor. Girit’te, Festos (Phaistos) flehrindeki Minos saray› kal›nt›lar›nda bulunan Phaistos Diski’nin MÖ 19 ile 17. yüzy›ldan kalma oldu¤u belirtiliyor. Üzerindeki yaz›lar bilinen hiçbir alfabeye benzemeyen kilden yap›lm›fl ve 16 santimetre çap›ndaki Phaistos Diski, Bronz Ça¤›’n›n en önemli ve ayn› zamanda en ünlü kal›nt›lar›ndan biri kabul ediliyor. Uzmanlar, diskin üzerinde spiral biçiminde s›ralanm›fl 240’tan fazla fleklin, M›s›r hiyeroglif Yazan: ALEV DO⁄ANCA yaz›s›n› and›rd›¤›n› dile getiriyorlar. Hangi ifadeleri tafl›d›¤›n› çözmeye yönelik say›s›z giriflim ve okudu¤unu iddia eden pek çok arkeolo¤un iddialar› nedeniyle hakk›ndaki tart›flmalar bitmek bilmeyen ve araflt›rmalara devam edilen Phaistos Diski’nin, Hitit, Semitik, Luvi, Yunan, M›s›r ya da Dr. Gareth Owens 137 BD N‹SAN 2017 ‹yonik kökenli olabilece¤i düflünülüyor. Disk üzerinde uzun süredir çal›flan Girit Teknolojik E¤itim Enstitüsü Araflt›rmac›s› ve Dilbilimci Dr. Gareth Owens, Phaistos Diski’ni “Minos Uygarl›¤›’ndan miras kalan, ilk CD-ROM” olarak isimlendiriyor. Araflt›rmalarda gelinen aflamada, diskin üzerindeki 45 birbirinden farkl› ve toplamda say›s› 240’› aflan flekillerin aras›nda “Yarat›c›” ve “Tanr›ça” gibi anlamlara sahip ifadeler yer ald›¤› aç›kland›. G ünümüzdeki CD’lerden binlerce y›l önce, eski insanlar›n da CD biçimindeki diskleri bilgileri kaydetmek için kulland›klar›n› anlatan Dr. Gareth Owens, diskin yarat›c›ya, eski bir dil kullan›larak yap›lm›fl ve kaydedilmifl bir dua nitelikleri tafl›d›¤›n› anlatt›. Diskin iki taraf›n› da kaplayan sarmal biçimindeki bu resim yaz›lar›n›n yarat›c›ya adanm›fl bir dua yaz›t› oldu¤unu savunan Dr. Owens, “En çok tekrarlanan sözcük ‘yarat›c›’ ve özellikle Minos Uygarl›¤›’ndaki ‘tanr›ça’ ifadesi.” dedi. Diskin bir yüzündeki üç parçadaki flekillere, 138 grupland›rma yöntemiyle bakarak bu teoriye ulaflan Dr. Owens, diskin bir yüzünde tanr›ça anlam›na gelen “I-QE” ifadesini, di¤er yüzünde ise hamile kad›n anlam›na gelen “AKKA” ifadesini tespit etti¤ini anlat›yor. Oxford Üniversitesi’nden John Coleman’la birlikte diskin gizemini çözmek için alt› y›l boyunca çal›flan Dr. Gareth Owens, kil diskin Rosetta Tafl›’na en yak›n buluntu oldu¤unu söylüyor. Bir sonraki aflaman›n diski bütünüyle okuyabilmek oldu¤unu ifade eden Dr. Owens, yine de bu diskin bir dini yaz›t oldu¤u iddias›n› sürdürdü¤ünü dile getiriyor. Phaistos Diski’ni bilgilerin kaydedildi¤i bir CD-ROM’a benzeten Owens, Minos uygarl›¤›n›n Avrupa’ n›n ilk okuryazar toplumu olmas› nedeniyle yaz›t›n büyük önem tafl›d›¤›n› vurguluyor. Baz› Türk araflt›rmac›lar da Phaistos Diski’ni çözdüklerini iddia ediyorlar. Bunlardan biri olan Nurihan Fattah, Tanr›lar›n ve Firavunlar›n Dili isimli kitab›nda, Tatar Türkçesiyle Sümer dili aras›nda ba¤lant› kurarken, diski okudu¤unu da belirtiyor. Resim yaz›s›n› Tatar Türkçesiyle çevirdi¤ini belirten Fattah, diskin, evlilik ba¤› kuracak genç k›z›n, tanr›lara ve tanr›çalara ba¤l›l›¤›n› ifade ederek, yeni ailesine bir tür sadakat yemini etmesi anlamlar›n› içerdi¤ini yaz›yor.• Bofl ‹nan›fllar ve Öyküleri Yazan: Ç‹ÇEK ERDEM Ünlü ‹spanyol ressam Pablo Picasso, yata¤›n›n üzerine flapka b›rak›lmas›n› “birinin ölümüne iflaret” sayard› ve çok k›zard›... lar” ise eklenmemifl!.. “Bat›l” sözcü¤ü Arapça’dan geliyor ve “do¤ru ve hakl› olmayan, çürük, temelsiz, gerçe¤e uymayan” gibi anlamlar tafl›yor. Bat›l inanc›n Türkçe karfl›l›¤› ise “boflinanç”. Ço¤u uzman, “abart›lmad›¤›” apolyon Bonaparte içinse ay›n sürece boflinançlar›n bireye zarar 17’si sanki yoktu. Çünkü 17 vermeyece¤i görüflünde. Dahas›, kimi say›s›n›n u¤ursuzboflinançlar›n insanlar lu¤una inan›rd›. aras›ndaki olumlu iletiFransa’da yap›lan bir flimi sa¤lamas› aç›s›ndan araflt›rman›n sonuçlar›na yararl› oldu¤unu savugöre dünya genelinde ‹nsanlar›n günlük nanlar da var. Boflinançinsanlar›n günlük yaflamlar›n yüzlerce y›ld›r yaflamlar›nda lar›nda “uygulad›klar›” kuflaktan kufla¤a büyük 500 bin ayr› bat›l inanç bir “ba¤l›l›k” ile aktar›luygulad›klar› var. Bunlara Napolyoise bafll›bafl›na bir 500 binden fazla mas› n’un ya da Picasso’nunki araflt›rma konusu. Carl bat›l inanç var. Gustav Jung’un gibi “kiflisel bat›l inanç- N 139 BD N‹SAN 2017 korkusu yer al›r. Hem Do¤u dünyan›n toplu bilinçalt› ve hem de Bat› inan›fllar›nda yaklafl›m›na göre ele al›n›rsa, boflinançlar›, bir Eski Roma’da soluk ile ruh özdefl tutulur. Eski Roma’da bu inanç insanl›k kal›t› (miras›) bir insan do¤rultusunda, bir insan olarak de¤erlendirmek olas›. Daha dar anlamda hapfl›rd›¤›nda hapfl›rd›¤›nda solu¤un durdu¤una ve ruhun bedenden ise, insanlar›n giderek ruhun beden- kaç›p gitti¤ine inan›l›rd›. daha az güvenlikli ortamden kaç›p Yine eski Romal›lar, gece larda yaflamlar›n› sürdürmek zorunda kal›fllar›; gitti¤ine yar›s›ndan ö¤leye de¤in hapfl›rmay› u¤ursuz sayarlard›. yabanc›laflma duygusuinan›l›rd›. Yedinci yüzy›lda ise Avrupa’ nun bireyleri ve toplumda salg›n bir hastal›ktan binlar› büyük bir h›zla sarmas› karfl›s›nda bireyin son derece “insani” lerce kifli ölünce, bu hastal›¤›n hapfl›rbir savunma güdüsüyle, kötülüklerden makla bulaflt›¤›na inan›ld› ve yüzy›llar boyunca hapfl›rmak ve uzun yaflamaya korunma ve iraded›fl› davran›fllarla iliflkin iyi dilek sözcükleri birbirinden yaflama tutunmaya çal›flmas›n›n bir baflka biçimi olarak da aç›klamak söz ayr›lmad›. konusu. B‹R K‹BR‹TLE ÜÇ S‹GARA fi imdi de, dünya üzerinde hergün milyonlarca kiflinin milyonlarca kez yineledi¤i flu “dolu” olmayan kimi inançlar›n ne zaman ve nas›l do¤duklar›na bakal›m. ÇOK YAfiA! Dünyan›n neredeyse her yan›nda, hapfl›ran birisine hemen böyle ya da “iyi yafla”, “sa¤l›kl› yafla” denilir. Eski Roma’ya de¤in uzanan bu davran›fl›n kökeninde ölüm Ayn› kibritle üç kiflinin birden sigaras› yak›l›rsa, bu üç kifliden özellikle genç olan›n›n ölece¤ine inan›l›r. Bu inan›fla konu olan öykü ise ülkemizden çok uzaklarda, Güney Afrika’da do¤mufltur. 1899’daki Boer Savafl› s›ras›nda, ‹ngiliz askerleri, geceleri siperlerinde sigaralar›n› yakmak için bir kibriti üç kifli aras›nda dolaflt›rm›fllard›. Bu tedbirsizlik ise yerlerini belli etmifl ve Güney Afrikal›lar taraf›ndan öldürülmelerine yol açm›flt›. MERD‹VEN‹N ALTI Bir merdiven, ister iki ayakl› biçimde aç›lm›fl olsun, ister duvara dayal› 140 BD N‹SAN 2017 olsun, asla onun alt›ndan geçilmemelidir derler. U¤ursuzluk getirdi¤ine inan›lan bu davran›fl›n geçmifli iki nedene dayan›r: Aç›k ya da kapal› bir merdiven üçgen biçimini oluflturur. Üçgen ise Do¤u ve Bat› inanç sistemlerinde kutsall›¤› simgeler. Bu üçgenin içerisine bir biçimde giren kiflinin, orada olufltu¤una inan›lan kutsall›¤› bozdu¤una inan›l›r. Merdiven alt›ndan geçmemenin bir di¤er gerekçesinin kökeninde ise ölümü ça¤r›flt›rma vard›r, ki bu da insanlar›n alanlarda idam edildikleri dönemlere de¤in uzan›r. Aç›k merdiven, idam sehpas›n› ça¤r›flt›r›r. TAHTAYA ”TIK TIK” Dünyan›n hemen hemen her yan›nda, anlat›lan herhangi bir olumsuz olay›n kiflinin bafl›na gelmemesi için hemen, parmaklar›n büklümüyle vurulacak bir tahta aran›r. Kimi yerlerde buna ek olarak kulak memesinin çekildi¤i ya da tahta bulunamad›¤› zaman herhangi bir sert yüzeye “t›k t›k” yap›ld›¤› da görülür. Tahta, yani kökeni olan a¤aç, insanl›¤›n en eski ça¤lar›ndan buyana kutsal olarak kabul edilegelmifl ve tüm inanç sistemlerinde büyük bir önem tafl›m›flt›r. Kökleri topra¤›n derinliklerinde, dallar› ve yapraklar› gö¤e do¤ru... Hem “yukar›”dan güç al›r afla¤›ya verir, hem “afla¤›”dan güç al›r yeryüzüne, insanlara yaflam verir. Bu nedenle insan tan›k oldu¤u herhangi olumsuz bir olay›n kendi bafl›na gelmemesi için, kutsal kabul edilen a¤ac›n ürünü olan tahtayla bir biçimde temas etmek, ondan güç almak gereksinimi duyar. AYNA KIRMAMAK GEREK Ço¤u kültürde ayna k›rman›n u¤ursuzluk getirece¤ine inan›l›r. K›r›lan aynan›n parçalar› en k›sa sürede evden ç›kar›lmal› ve topra¤a gömülmelidir!.. Bu davran›fl›n kökeninde de ekonomik ve dinsel inançlar yatmaktad›r. ‹nsan kendini ilk kez parlak yüzeylerde, durgun su yüzeylerinde gördü. Ve su yüzeyindeki dalgalanmalar görüntünün bozulmas›na neden oluyor, bu da kötülüklerin yak›nda oldu¤u anlam›na geliyordu. Görüntünün bozulmamas› için eski M›s›rl›lar ve Yunanl›lar, pirinç, bronz, alt›n ya da gümüfl gibi parlat›labilen metallerden yap›lm›fl ve 141 BD N‹SAN 2017 y›l boyunca felaket getirece¤i k›r›lamayacak nesneler söylenerek gözleri korkutukullan›yorlard›. Bu oldukBabil’de lurdu. Sonraki yüzy›llarda ça pahal› ve yap›m› emek çok daha ucuz aynalar üreisteyen nesnenin k›r›lmayeme¤e tilmesine karfl›n bu inan›fl s›yla, tanr›lar›n, ona sahip davetsiz gelen art›k geri dönülmez biçimde olan kiflinin görüntüsünü 13. kifli tüm Avrupa’ya yay›lm›fl yok etti¤ine, yani ölümün bulunuyordu. yak›n oldu¤una inan›l›rd›. tanr›lar›n Birinci yüzy›lda Rouyar›s› olarak U⁄URSUZ 13 mal›lar bu inan›fl› kendikabul edilirdi Bugün dünyada kimi otellerde lerine uyarlad›lar. Eski 13’üncü kat, 13 numaral› oda, Roma’da insan yaflam›13 numaral› masa bulunmaz. n›n yedi y›ll›k dönemler biçiminde sürdü¤ü kabul edilirdi. Ve Kimi uçaklarda ve trenlerde 13 numabir ayna k›r›l›rsa, yedi y›ll›k bir k›tl›k ral› koltuk yer almaz. Hatta kimi hastanelerde 13 numaral› oda ve yatak döneminin bafllad›¤›na inan›l›rd›. Onbeflinci yüzy›lda Venedik’te bugün da bulunmaz. Yöneticileri böyle bildi¤imiz aynalar üretilmeye baflla- davranmaya yönelten neden insanlar›n n›nca, ayna k›rmama inanc› baflka bir yayg›n ve kararl› biçimde 13 say›s›n›n biçim ald›. Arkas› s›rl› ince camdan u¤ursuzlu¤una inanmalar›d›r. Oniki üretilen bu aynalar çok pahal› oldu¤u say›s›na dünyan›n gelmifl geçmifl tüm için hizmetçilere ayna k›rman›n yedi uygarl›klar›nda çok büyük bir önem yüklenirdi. fiu ya da bu nedenle 12’nin bir fazlas› yani 13 olumsuzluk belirtisi olarak kabul edilirdi. Babil’de konuk olarak yeme¤e ça¤r›lan kifli say›s›n›n 12’yi aflmamas› gerekirdi. E¤er bir 13’üncü kifli davetsiz biçimde gelirse, bu tanr›lar›n bir uyar›s› olarak kabul edilirdi. 13 say›s›na yüklenilen olumsuz anlam, ‹sa Peygamber’in 12 havarisinden birinin kendisine ihanet etmesi öyküsüyle daha da yerleflik bir biçime dönüflmüfl ve tüm dünyada 13 say›s› ölümle özdefl tutulur duruma gelmifltir.• 142 BD NİSAN 2017 ‚ Yasemin Sef’den Bu Ay Ton Balığı ve Avokadolu Taco M Taze Yazan: YASEMİN ATAMAN eksika mutfağı lanıldığı son derece lezBaharatlı zetli bir mutfak olduğu dünyada varolan hem en köklü, hem de Limon Sosu için çok geniş bir kitlenin en popüler mutfaklardan damak zevkine hitap eder İle biridir. Güney ve Kuzey ve bu sebeple dünyanın Amerika'nın tamamı, her ülkesinde muhakkak İspanyol gemiciler sayebir Meksika restoranına sinde de Güney Avrupa rastlanılır. mutfaklarından etkileÜlkemizde de özelliknerek şekillendiği için le 2000'lerin başında bu mutfak çok büyük bir bir furya olarak başlacoğrafyanın malzemeyan Meksika mutfağı lerinden ve tariflerinden restoranları her ne kadar oluşur. şimdi yerini ve popülerliğini bir Bu kadar fazla toprak ve külmiktar steakhouse'lara kaptırmış türden etkilendiği için olsa gerek, olsa da, quesadilla gibi, nachos gibi bol baharatlı, taze sebze-meyve ve Meksika yemekleri çoğu restoran ve deniz ürününden çok kaliteli kırmızı cafe'nin menüsünde yerini korumuşetlere kadar her türlü proteinin kultur. 143 BD NİSAN 2017 2 Kişilik Ton Balığı ve Avokadolu Taco Taze Baharatlı Limon Sosu ile •Hazır taco 1 paket (tacoları kendiniz yapmak isterseniz tarifin sonuna yapılışını ekliyorum) 200 gr süzülmüş ton balığı 1 adet salatalık (küçük küp doğranmış) 5 cherry domates (4'e bölünmüş) 1 adet kırmızı kapya biber (küçük küp doğranmış) 1 avuç maydonoz (doğranmış) 1 adet taze soğan, (ince doğranmış) 3 kaşık mayonez 1 çay kaşığı acısos 1 diş dövülmüş sarımsak 1 avuç taze kişniş, (doğranmış tercihinize bağlı olarak koymayabilirsiniz) 1 adet misket limonu (lime) veya limon, kabuğu rendelenmiş, suyu sıkılmış 1 adet avokado (soyulmuş ve dilimlenmiş) 1 bağ roka (veya tercih edeceğiniz yeşillik) 1 tutam tuz • • • • • • • • • • • • • • 144 BD NİSAN 2017 M eksika mutfağı temelde mısır, mısırdan yapılan "tortilla hamuru", fasulye ağırlıklı bakliyatlar, et ve sostan oluşur. Türk damak tadına da baharatlı oluşundan dolayı çok uyumludur ve ülkemiz insanları tarafından da sevilerek tüketilir. "Taco", bu bahsettiğim mısır unundan yapılan bir çeşit ekmektir ve hem hafifliği, hem çıtırlığı ile yemesi çok keyifli ve de içine konabilecek malzeme açısından sınırsız olduğu için sıklıkla tüketilebilecek bir hamurdur. Geleneksel olarak değirmende öğütüleren kurutulmuş mısır ve suyla hamur haline getirdikten sonra elle açılarak daire haline getirilir ve kendine has "C" şeklini vermek için bir oklava üzerine asılarak ya kurutulur ya da fırınlanır. Günümüzde hemen hemen her markette bu mısır "tortilla"ları veya "taco"lar sıklıkla bulunmaktadır, ama bulunamadığı zaman birazdan anlata- cağım tarif için sevdiğiniz bir beyaz undan yapılmış lavaş kullanabilir, ya da daha sağlıklı ve değişik alternatifler için kepekli veya ıspanaklı lavaş tercih edebilirsiniz. Sos için mayonez, sarımsak, acısos, maydonoz, kişniş, lime kabuğu ve suyunu tuz ile beraber karıştırın. Bu sosun yarısını daha sonra taco'ları batırmak için ayrı bir sos kasesine alın ve kalan yarısını ton balığı, salatalık, kapya biber ile karıştırın. Taco'larınızın içerisine once yeşillikler, daha sonra ton balığı karışımını ve en son olarak da cherry domates ve avokado'ları dizerek sosununla beraber servis edin. Afiyet olsun! Not: "Taco"larınızı kendiniz yapmak isterseniz, lavaş ekmeklerinizi bir çorba kasesi kullanarak daire şeklinde kesin ve fırın telinizin iki teline ortası gelecek şekilde kenarlarını aşağı sarkıtın. 180 derece fırında 4-5 dakika pişirin ve çıkarın. Soğuduğu zaman geleneksel "taco" hamuru ile aynı şekilde olacaktır. • 145 BD NİSAN 2016 Sen yoksun. Ve ben, bir şeye yaramayı boşu boşuna bekleyen boş posta kutusu gibi tozlanıp duruyorum burada. Şimdi: Üzünç. Şimdi, geçmiş gitmiş bir trenin hiç de uzaklaşmak istemeyen o doyulmaz kokusu güzel güzel girmiş olsun aramıza. Evet ama, niçin bir tren?.. Akasya ile tren kokusuna benziyor çünkü yoksunluk. Kalmış akasya. Gitmiş tren kokusu... B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A XXX BD N‹SAN 2017 kl› › l ¤ a S En ve: Mey Muz Pek çok insan, muzun sa¤l›kl› bir at›flt›rmal›k ve besleyici bir meyve oldu¤unu bilir. Ancak muz, çok sa¤l›kl› bir yiyecek olmas›n›n ötesinde, ayn› zamanda pek çok sa¤l›k sorununu çözmede de iflimize yar›yor. Yazan: SENNUR ABURAS Muzun pek çok rahats›zl›¤›n giderilmesinde yard›mc› olacak etkileri var. 147 BD N‹SAN 2017 uz; sakaroz, fruktoz ve lif ile birleflmifl glikoz gibi üç do¤al fleker içeriyor. Oldukça ucuz bir meyve olan muzun, buzdolab›nda saklanmamas› gerekiyor. Bir muz tüketmeniz, uzun süre devam edecek önemli bir enerjiyi h›zl› biçimde elde etmenizi sa¤l›yor. Araflt›rmalar, yaln›zca iki muzun, bir buçuk saatlik yorucu bir çal›flma için gereksinim duydu¤unuz enerjiyi karfl›lamada yeterli oldu¤unu gösteriyor. Ancak muzun sa¤l›¤›m›z için yarar›, yaln›zca enerji sa¤lamakla da s›n›rl› de¤il. Günlük beslenmemize ekledi¤imizde, pek çok rahats›zl›¤›n üstesinden gelmemize yard›mc› olacak etkileri var. M Depresyon: Depresyon tan›s› konulmufl kifliler aras›nda k›sa süre önce yap›lan bir ankette, birço¤unun bir muz yedikten sonra kendilerini daha iyi hissetmeye bafllad›klar› belirlendi. Bunun nedeni ise muzun, triptofan isimli bir proteini içermesidir. Triptofan vücut taraf›ndan, rahatlat›c›, daha iyi ve mutlu hissettiren seratonine dönüfltürülmektedir. Premenstrüel sendrom (Adet öncesi sendromu): ‹laçlar› unutun ve bir muz yiyin. Muz içerdi¤i ve kan flekerini düzenleyici B6 vitaminiyle, kendinizi daha iyi hissetmenizi sa¤layacakt›r. Anemi: Demir bak›m›ndan zengin olan muz, kandaki hemoglobin 148 üretimini destekleyerek, anemi durumunda da yard›mc› oluyor. Tansiyon: Yüksek potasyum ve oldukça az tuz içermesi de bu eflsiz tropikal meyveyi, tansiyonu yenmede mükemmel hale getiriyor. Hatta ABD G›da ve ‹laç ‹daresi, muz üreticilerinin bu meyvenin tansiyon ve felç riskini azaltt›¤›n› resmi olarak aç›klamalar›na izin verdi. Beyin gücü: ‹ngiltere’deki bir okulda yap›lan araflt›rmada 200 ö¤renci, s›navlar› süresince kavrama yeteneklerini art›rabilmek amac›yla kahvalt›da, molada ve ö¤le yeme¤inde muz tükettiler. Araflt›rma, potasyum içeren muzun ö¤rencileri daha zinde tuttu¤unu ve BD N‹SAN 2017 ö¤renmeye yard›mc› oldu¤unu gösterdi. s›ndan flikâyetçiyseniz, yat›flmas›na yard›mc› olmas› için bir muz yemeyi deneyin. Kab›zl›k: Müshile baflvurmadan bu sorunun üstesinden gelmek ve ba¤›rsaklar›n›z›n çal›flmas›n› normal hale getirmek için günlük beslenmenize yüksek lif içeren bir muzu ekleyebilirsiniz. Akflamdan kalma durumu: Akflamdan kalma durumundan toparlanman›n en iyi yolu balla tatland›r›lm›fl muzlu bir milkshake yapmakt›r. Muz midenizi rahatlat›rken, bal kan flekerinizi düzenlerken ve süt ise vücudunuzun s›v› dengesini sa¤lamaya yard›mc› olur. Sabah bulant›s›: Ö¤ün aras›nda muz yemek kan flekeri düzeyinizi dengede tutar ve sabah bulant›lar›n› önlemeye yard›mc› olur. Sinek ›s›rmas›: Bir muz kabu¤unun iç k›sm›n›, cildinizde sine¤in ›s›rd›¤› bölgeye sürmeyi deneyin. Mide yanmas›: Muzun vücut üzerinde do¤al bir antiasit etkisi vard›r. Bu nedenle e¤er mide yanma- Sinir: Muz, sinirleri yat›flt›rmay› sa¤layan B vitaminleri aç›s›ndan zengindir. Muz, sinirleri yat›flt›rmay› sa¤layan B vitaminleri aç›s›ndan zengindir. Fazla kilo: Avusturya Psikoloji Enstitüsü taraf›ndan yap›lan çal›flmalar, iflyerindeki stresin çikolata ve cips gibi g›dalar› tüketmeyi tetikledi¤ini gösteriyor. 5 bin hasta üzerinde yap›lan çal›flmada 149 BD N‹SAN 2017 araflt›rmac›lar, en çok kilo sorunu yaflayanlar›n yüksek stresli ifller yapt›klar›n› ortaya koydular. Araflt›rma sonucuna göre, stresin neden oldu¤u yiyecek krizlerini önlemek için, her iki saatte bir kan flekerini dengeleyecek yüksek karbonhidratl› bir at›flt›rmaya gereksinim duyuluyor. zengindir. Stresli oldu¤umuz anlarda metabolizma h›z›m›z yükselir ve potasyum düzeyimiz düfler. Bir muz tüketmeniz, vücudunuzun azalan potasyum de¤erini düzenlemede yard›mc› olur. Ülser: Muz yumuflak dokusu nedeniyle ba¤›rsak bozukluklar› s›ras›nda beslenmede de kullan›l›r. Ayr›ca afl›r› asitli¤i ve mide tahriflini azalt›r. Atefl kontrolü: Pek çok kültürde muz, özellikle anne adaylar› için ‘atefl düflürücü’ bir meyve olarak bilinir. Mevsim geçiflleri: Muz, mevsimsel duygudurum bozuklu¤u yaflayanlar›n kendilerini daha iyi hissetmelerini sa¤layacak triptofan içermektedir. Tütün kullan›m›: Muz sigaray› b›rakman›za da yard›mc› olabilir. ‹çerdi¤i B6, B12 vitaminleri, potasyum ve magnezyum ise nikotinin kötü etkilerinden vücudunuzu ar›nd›rmaya yard›m eder. Stres: Muz, kalp ritmini düzenleme, beyine oksijen iletimini art›rma ve vücudun su dengesini sa¤lama konusunda çok önemli bir mineral olan potasyum bak›m›ndan 150 Felç: ‹ngiltere’de yap›lan bir araflt›rmaya göre, günlük beslenmeniz içinde muz tüketmeniz felç riskini yüzde 40 azalt›yor. Si¤iller: Cildinizdeki si¤iller konusunda da muz ifle yarayabiliyor. Bir si¤ili yok etmek istiyorsan›z, bir parça muz kabu¤u al›n ve iç k›sm› cildinize gelecek flekilde si¤ilin üzerine koyun. Bir yara band› yard›m›yla yap›flt›rarak bir süre bekletin. ek çok rahats›zl›k için do¤al bir ilaç niteli¤inde olan muz, bir elma ile k›yasland›¤›nda; dört kat daha fazla protein, iki kat fazla karbonhidrat, üç kat daha fazla fosfor, befl kat A vitamini ve demir, iki kat daha fazla di¤er vitamin ve mineralleri içerir. Potasyum bak›m›ndan da zengin olan muz, en de¤erli besinlerden biridir. • P BD N‹SAN 2017 N‹SAN AYI ÇÖZÜMLER SAYFASI 1-(b) Hesap pusulas› 6-(b) Al›flt›rma 11-(a) Ç›ban 2-(d) Buluflma 7-(a) Müzikli tiyatro 12-(a) Uygarlaflmam›fl 3-(a) Otoyol 8-(c) Emzikli flifle 13-(c) Küçük mafla 4-(c) Patlay›c› madde 9-(d) Tren dura¤› 14-(d) Talimat, emir 5-(d) Nesne 10-(b) Seçici kurul 15-(d) Esnek “Bilginizi Denetleyin” Kare Bulmaca 1-(b) Charlie Chaplin 2-(d) Gümüflhane 3-(b) Hindistan 4-(a) Salda Gölü 5-(d) Mirsad Türkcan 6-(a) Vatikan 7-(a) Sivas 8-(d) 0 9-(b) Düzce 10-(c) Anadol 11-(a) Steinback 12-(b) fianl›urfa 151 Bize Gönderilen Kitaplardan Dersaadet’te Bir Acem Kitapç›: Kitap-fürufl Hac› Hüseyin A€a Filiz D›¤›ro¤lu Turkuaz Yay›nlar› F oto¤raflanmak için üzerinde z›play›p durduklar› Büyük Valide Han ya da önünde özçekim yap›lan eski hanlar f›s›lday›p duruyor insanl›¤a... Bugünün AVM’leri ömür tüketirken bu hanlar yaflam› üretiyorlard›. Güllü Y›ld›z ile birlikte “Dersaadet’te Acem Sahaflar”›n pefline düflen Filiz D›¤›ro¤lu Tebriz’den kalk›p ‹stanbul’a gelen Hac› Hüseyin Efendi’nin izini sürerken yolu “Kirli Ç›k›” Sahaflar›n Piri Emin Nedret ‹flli’ye düflünce bu kitap do¤du. “Elindekiler bende olsa zengin olurdum” dedikleri ‹flli, enginleflerek insanl›¤› zenginlefltiriyor. Hac› Hüseyin Efendi’nin torunlar›ndan edindi¤i belgeleri her zaman oldu¤u gibi cömertçe araflt›rmac›larla paylaflan ‹flli, bir kez 152 daha tarihe ›fl›k tutulmas›na destek oluyor. Sabri Koz’un editörlü¤ünü yapt›¤› kitap, bir yurttafl›n, bas›mc›l›k, kitap ve kitapç›l›¤›n tarihi olman›n d›fl›na tafl›yor. ‹ran-Türk kültürel ve ekonomik iliflkileri, ‹stanbul’daki acem varl›¤›, okul, hastane, mezarl›klar›na var›ncaya kadar yeni ufuklara yolculuk yapmaya yönlendiriyor. Y›llar önce hangi kitaplar›n bas›ld›¤›, yay›nc›lar›n hangi kitaplar› ye¤ledi¤i, kitap tirajlar› ve hangilerinin satt›¤›, sansür, yasak kitaplar, aramalar, el konulan yap›tlar, gizli bas›lanlar, korsan yay›nc›l›k, köprülerde elde kitap sat›c›lar›, ‹stanbul’dan dünyan›n dört bir yan›na yollanan yay›nlar, Osmanl› ülkesinde genifl bir da¤›t›m a¤› kuran Arakel Efendi ve onun illerdeki sat›c›lar›, kitap katalo¤u ve posta pulu karfl›l›¤›nda kitap gönderimi... (...) Ebu Ali Sînâ Hikayesi Seyyid Ziyaeddin Yahya Büyüyenay Yay›nlar› B ütün zamanlar›n en önemli düflünürlerinden BD N‹SAN 2017 ve âlimlerinden biri olan ‹bn Sînâ’n›n hayat› birçok hikâyeye konu oldu, oluyor. Anadolu halk tasavvurunda onun hayat›na iliflkin maceralar genellikle Ebû Ali Sînâ Hikâyesi olarak kaleme al›nd›. Bunlar›n en yetkini Seyyid Ziyaeddin Yahya’n›n Ebû Ali Sînâ’s›d›r. Ziyaeddin Yahya eserini ‹stanbul’dan bir kad› olarak atand›¤› Larende’ye (Karaman) giderken Üsküdar’da yazmaya bafllad›¤›n›, nihayet Larende’ye girerken 1629 ‘da tamamlad›¤›n› söylemektedir. Eserin yaz›ld›¤› devirden bafllayarak, 1906’ya kadar çok çeflitli yazmalar›n›n ve matbu nüshalar›n›n oldu¤unu Arapçaya çevrildi¤ini kaynaklar söylemektedir. Eser neredeyse hiçbir esere nasip olmayacak flekilde oldukça çok bask› yapm›flt›r. Anadolu halk›n›n ‹bn Sînâ hakk›ndaki tasavvurlar›n›n bir roman halinde ustaca bir derlemesi olan bu eser adeta fantastik bir edebiyat flöleni. ‹bn Sînâ, Seyyid Yahya’n›n Ebû Ali Sînâ Hikâyesi ile halk›n hayat, kader ve aflk gibi büyük insani meseleler karfl›s›nda duydu¤u endiflelere cevap veren bir kahraman haline gelmifltir. 17. yüzy›l›n hayalle hikmeti buluflturan dünyas› bu romanla, zengin bir kültürün örneklerinden biri olarak kültür dünyam›za yeniden kat›l›yor. Mustafa Kirenci’nin yönetiminde, Prof. Dr. Ahmet Atefl’in sunuya dönüflen yaz›s› ve Aytekin Y›ld›z’›n güzel çevirisiyle halk›n gönüllünde yücelterek yaflatt›¤› ‹bn Sînâ. ‹bni Sînâ’n›n Talebesi Hekim Noah Gordon Yurt KitapYay›n 9 yafl›nda annesini ve babas›n› yitiren Rob ve kardeflleri evlatl›k verildi. Bir berber-cerraha ç›rak oldu. T›p ›fl›¤›n›n Do¤u’da bütün görkemiyle dünyay› ayd›nlatt›¤›n› duydu. Ustas› ölünce Hekimlerin Hekimi ‹bni Sînâ’n›n ç›ra¤› olmak için Londra’dan ‹sfahan’a yolculu¤a ç›kt›. 4 y›lda “Hekim” oldu. Bilimin ›fl›¤› çevreyi ayd›nlat›rken savafl atefli her fleyi yak›p y›k›p kül ediyordu. ‹bni Sînâ seslendi: “Kar›m hasta. Onu muayene edersen sevinirim.” Rob e¤ilerek selamlad› hocas›n›. Anlayamam›flt›. ‹bni Sînâ’n›n kar›s›n› muayene etmekten onur duyacak seçkin meslektafllar› vard› ama Rob insan›n ellerine bakt›¤›nda ölüp ölmeyece¤ini tahmin edebiliyordu. Yafll› kad›n samandan bir yatak üzerinde yat›yordu. ‹bni Sînâ yata¤›n kenar›nda dizlerinin üzerine çöktü ve efline seslendi: “Reza!”... Kör bir orakç› olan ölüm ‹bni Sînâ’n›n eflini, iflini, kentini, ülkesini ve co¤rafyas›n› biçmeye bafllad›... (...) 153 BD N‹SAN 2017 YARININ BÜYÜKLER‹ Gönderi adresi: Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul e-posta: [email protected] (e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla olmamas›na lütfen özen gösteriniz.) Efe Alp Yazman, Londra Ayfle Naz Çolak, Trabzon Efe Ünalan ve Elif Aylin Çakır, Ankara Kayra Öz, Alanya 154 Yusuf Kayra Sansür, ‹stanbul Eylül Yavafl, Ankara Nilüfer Tunaz, Antalya BD N‹SAN 2017 Ali Batu Aymayan, Ankara Aras K›r›ktafl, Ankara Nisa Duru Bozkurt, Alanya Ka¤an Efe Ay, ‹zmir Bora Gündüz, Ankara Kadir Güney, Ankara Aras Can, ‹stanbul Ka¤an Bozo¤lan, ‹zmir Kayra Tarıkçı, ‹stanbul Zübeyde Nil Kalay, Antalya Zeynep Ünalan ve ‹rem Deveci, ‹stanbul 155 BD N‹SAN 2017 Bulmacan›n çözümü 151. sayfadadır. 156 Bulmaca Filiz Lelo¤lu Oskay SOLDAN SA⁄A:1-‘..... ..... Arsoy’ (‘Pandora’nın Kutusu’,‘Tereddüt’ ,‘Güneşe Yolculuk’ gibi filmlerinden tanıdığımız fotografta görülen sinema yönetmenimiz.) 2-Takım.- Eski Mısır’da güneş tanrısı.Köpek.- Anlama yeteneği. 3-Müzikte kullanılan bir anahtar.-Bir kimseyi veya bir yeri koruyan kimse.-Muğla’nın bir ilçesi. 4-Sermaye.- ‘Perihan .....’ (edebiyatçımız). 5-Okul öncesi ve ilkokul çocuklarının sergilediği müzikal gösteri.-Serbest bırakma.-Basit şekerlerin ortak adı.Uzaklık işareti. 6-İşaret.- Askeriyede yarbaydan sonra gelen rütbe.-Soğuk veya sıcak hava vererek kapalı bir yerin havasını değiştiren elektrikli araç. 7-İlişkin, ilgili.Bir haber ajansının simgesi.-Sıkıntı verme.Büyüme, gelişme. 8-Rahat, sakin ve huzurlu yer.- Acılı bir meze türü.- Vilayet. 9-Sahip.Iğdır’ın bir ilçesi.- Eski dilde bağırsaklar. 10-Avrupa’da bir ada ülkesi.- Yara kenarlarını birleştirmede kullanılan, metalden yapılmış malzeme. 11-Belirli bir ereğe ulaşmak ya da belirli bir eyleme girişmek için duyulan güçlü ve sürekli tepi.- ‘Nazik ....’ (Aziz Nesin’in bir yapıtı).’ ..... Garbo’ (İsveç asıllı ünlü aktrist). 12-Satrançta bir taş.- Kapı kolunun altına monte edilen metal parça. 13-Hayata küsmüş kimse.Sakarya’nın bir ilçesi. 14-Karadeniz’de bir iç deniz.- Gemilerde yemek pişirilen yer. 15-Bazı spor dallarında iki takım, iki kişi, iki taraf arasında yapılan karşılaşma.- İrlanda’da bir nehir.- Belirti, nişan. 16- Yargılar, hükümler.-Saha, meydan. 17-Pekin’de bulunan ünlü meydan. 18-Radyumun simgesi.- Tarım alanları için 100 m değerinde yüzey ölçü birimi. Koyun, at ve deve gibi hayvanlara bakan kimse. 19-Avrupa Birliği’nin eski adı.- ‘...... Hemingway (ABD’’li Nobel ödüllü ünlü edebiyatçı). 20-Yabancı bir uzunluk ölçüsü birimi. YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1- ‘Menekşe Gözler Hülyalı’, ‘Adalardan Bir Yar Gelir Bizlere’ adlı besteleri ile tanıdığımız bestekarımız.- Karadeniz’de imal edilen bir tür balıkçı teknesi. 2-İnsanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü.- Kutlu, uğurlu. Neşet Ertaş’ın bir bestesi. 3-Yaban gülü.-Talyumun simgesi.- Litrenin kısa yazılışı.-Trabzon’un bir ilçesi.-Boru sesi. 4-Dokuma maddelerinin bükülmüş liflerinden yapılan bağ.Maden Tetkik Arama Enstitüsünün kısa adı.-Yergi niteliğinde olan.- Valide. 5-Radyumun simgesi.-Otto Preminger’in 1944 yapımı ünlü filmi.- Müstahkem yer.-İpucu, iz. 6-Tümör.- Efelek.- Azerbaycan halkından olan.-Bir nota. 7-Katışıksız, saf.-Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi.-Başkaları.Güney Doğu Anadolu’da bir petrol bölgesi. 8-Emay ile kaplanmış olan.-Bir gıda maddesi.- Henri Chariere’nin sinemaya da uyarlanmış ünlü yapıtı. 9- Ödenek.- İslamiyetin farzlarından biri.-Fuzuli’nin bir kasidesi- Şişman ve iri deve.10-Padişah çadırı.- Eti lezzetli bir kümes hayvanı.Sonbahar mevsimi.- Limited şirketin kısa yazılışı. 11-Örnek alınan, çok hayranlık duyulan kimse.- Hastanelerde ölülerin belirli süre için saklandıkları soğuk ortam.Kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çeviren araç. 12-Lityumun simgesi.- Çanakkale’nin bir ilçesi.- Kuzey Afrika’da yetişen ve kozmetik sanayiinde kullanılan bir bitki. 13-‘...... Mehmet’ (Türkiye’de taşkömürünü ilk defa bulan kişi).- Kuzu sesi.- Zeybek.Rutubet. 14-Bir renk.- Genelge, sirküler. ‘..... Mahal’ ( Hindistan’ın Agra şehrinde Babür Şah tarafından yaptırılmış ünlü anıt mezar. 15-Cezayir’de bir liman kenti.- Çorum’un bir ilçesi.- Arka, geri. [email protected] 157 Satranç Mustafa Y›ld›z TÜRK‹YE’DE VE DÜNYA’DA KADIN SATRANÇ B‹R‹NC‹L‹KLER‹ 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü’nün yayg›nlaflmas› nedeniyle satranç dünyas›nda kad›n kategorisi yar›flmalar› art›k mart ay›nda yap›l›yor. Türkiye Kad›nlar fiampiyonu Betül Cemre Y›ld›z Betül Cemre Yıldız 6-11 Mart 2017 tarihlerinde Antalya’da 104 sporcunun kat›l›m›yla düzenlenen Arzum Türkiye Satranç Birincili¤ini WGM Betül Cemre Y›ld›z ve Ebru Kaplan 9/7,5 efl puanla 1. ve 2. bitirdiler. Eflitlik bozma karfl›laflmalar›nda Kaplan’› yenen Y›ld›z, 12. kez Türkiye fiampiyonu olarak k›r›lmas› zor bir rekorun da sahibi oldu. Betül Cemre Y›ld›z - Ebru Kaplan, Arzum Türkiye Kad›nlar fiampiyonas›, 5. Tur, Antalya, 2017 Beyaz materyal olarak önde ama sonuç getiren bir stratejiyi nas›l uygulamal›? Siyah›n flah kanad›ndaki zay›f piyonlar› hedef al›narak sonuca gidilebilir. Bu amaçla 35.Vd4 Kf8 Siyah, piyonu korumak zorunda. 36.Vh4! Vb6 As›l tehdit gözden kaç›r›l›yor. Oyunu kurtaracak bir savunma hamlesi de görünmüyor. 36…Kf7 37.Axd5 Vxd5 38.Ke8+ ve beyaz üstün. 37.Ag6+ fig7 38.Axf8 ve siyah terk etti. 1-0 Betül Cemre Y›ld›z – Zeynep fieyma ‹ncecik, Arzum Türkiye Kad›nlar fiampiyonas›, 3. Tur, Antalya, 2017 Siyah at açmazda, beyaz at› al›rsa 2 hamlede mat olur. 30…Axd5 31.Vxg7+ fie8 32.Vg8+#) Oyundaki devam yolunda görüldü¤ü gibi e7 filini korumak da ç›kar yol de¤il. 30…Ke8 31.Axe7 Kxe7 (31.Kxe7 de olabilirdi.)32.Vd6 Ag8 Tek hamle ama yetersiz. 33.Kxe7 Axe7 34.Vxd7 1-0 Bafla dönelim: 30…Vg5! ile veziri de¤iflmeye zorlamak etkili oyun olurdu. 31.Vxg5 hxg5 32.Axe7 Ke8, figür geri al›n›rd›. 158 BD N‹SAN 2017 DÜNYA KADINLAR fiAMP‹YONU Ç‹NL‹ ZHONGYI TAN ‹ran’›n baflkenti Tahran’da eleme yöntemiyle yap›lan Dünya Kad›nlar Satranç fiampiyonas›’nda zorlu ve çekiflmeli maçlar›n sonunda ipi gö¤üsleyen Çin Halk Cumhuriyeti’nden turnuvaya kat›lan Zhongyi Tan oldu. Ülkemizi turnuvada temsil eden Avrupa fiampiyonu yar›flmac›m›z Ekaterina Atal›k ilk turda elendi. Geçen y›l›n flampiyonu Hou Yifan eleme sistemini protesto ederek flampiyonaya kat›lmad›. Zhongyi Tan(2502) – Anna Muzychuk(2558), Final Karfl›laflmas›, 5. Oyun, 2017, Tahran Avrupa ve Dünya fiampiyonluklar› tatm›fl Ukraynal› Anna Muzychuk, bu kader maç›nda, herhalde vezir kanad›ndaki serbest geçer piyonunun vezire yükselmesi umuduyla beraberlik flans› tafl›yan 39.fig8 devam yolunu yeterli bulmay›p riskli bir yola sap›yor. 39…fih6?? oynuyor. Satranç dünyas› için yeni bir isim olan Çinli Tan, bu ölümcül hatay› affetmiyor: 40.g4! Siyah flah›n etraf› dikenli tellerle örülüyor. (41.g5+ ve mat tehdidi.) 40…f6 Tehlikeyi teninde duyumsam›flças›na aniden karfl›s›nda aslan gören ceylan gibi veziri sapt›rmaya çal›fl›yor siyah ama art›k çok geç! 40…Ka5 Yarars›z bir yard›mc› kuvvet. 41.h4! Tel örgü tamamland›, g5 karesinden piyon mat› önlenemez. Siyah terk etti. 1-0 (41.Vf8+ fig5 42.Vf4+ fih4 43.g5+ fih3 44.Vg2+ mat yolu da vard›.) Zhongyi Tan(2502) – Dronavalli Harika (2539), Yar› Final, 1.Oyun, 2017, Tahran Bafltan sona beyaz›n bask›s› alt›nda geçen bu oyunda satranç dünyas›n›n yeni y›ld›z› Tan, a¤›r figürleri ile f7, g7,h7 ve h6 karelerini hedef alarak rakibini bunalt›yor. Oyunun sonu, artistik bir kale fedas› ile belirleniyor. 44.Kxh6 Siyah terk etti. 1-0 (Çünkü, 44…Vxh6 45.Vxh6+ gxh6 46.Ff6+ Kg7 47. Kc7 Beyaz kazan›r veya 44…gxh6 45.Ff6+ Kg7 46.Kf8+ Vg8 47.Vh6+#) Yeni flampiyon, en zorlu maç›n› herhalde Hint Harika ile yar› finalde yapt›. Çok çekiflmeli geçen karfl›laflmay› Tan, 5-4 kazand›. [email protected] 159 Bir Fotograf Bin Sözcü¤e Bedeldir Gönderi: DEMET ERDEM, ‹ZM‹R 160 Bat›n›n bilimsel üstünlü€ünü Eski Yunan Çoktanr›c›l›€›n›n, Yahudili€in ve H›ristiyanl›€›n bir baflar›s› olarak gösterenler, Do€unun bilimsel gerili€ini tümüyle Müslümanl›€a ba€lamaktad›rlar. Oysa Müslümanlar 827-1109 y›llar› aras›nda yeryüzünde bilimin tek öncüsü durumundayd›lar; elinizdeki kitap bunun belgeleriyle dolu. Abone Olun Bütün Dünya Kapınıza Gelsin Bütün Dünya tüm okurlarına kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. Dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen okurlarımız yenilenen abonelik sistemimizle dergilerine daha kolay ulaşacak. Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla aboneliğinizi başlatın, bir yıl boyunca Bütün Dünya’nız her ay kapınıza gelsin. Öğrencilere 50 % İndirim Öğrencilerimize yönelik %50 indirimli avantaj kampanyası yeni yılda da devam ediyor. Öğrencilerimiz öğrenci belgelerinin fotoğrafını ileterek bireysel aboneliklerini başlatabilir, %50 indirimli dergilerini bir yıl boyunca her ay düzenli olarak alabilirler. Bütün Dünya Abone Servisi Tel: 0541 725 74 11 E-posta: [email protected] B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A Bütün Dünya TÜRK RESSAMLAR 1 NİSAN 2017 MAHMUT KARATOPRAK 192297 SAYI: 2017 / 04 FİYATI: 5 TL NİSAN 2017 1984 Simavi Vakf› ve ‹stanbul Belediyesi Özel Ödülleri, 1977 Kültür Bakanl›€› Özel Ödülü, 1977 ikincilik ödülü Skopje, 1973 üçüncülük ödülü Marostica-‹talya ödüllerinin sahibi Mahmut Karatoprak 1953’te Kayseri’de do€du, 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Önce Türkiye’de, sonra ‹sviçre ve Almanya’da çeflitli gazete ve dergilerde çal›flmalar yapt›. 2002’de yerleflti€i Kayseri’de bafllad›€› Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki ö€retim görevlisi çal›flmas›n› aral›ks›z sürdürmektedir. Hakimiyet Milletindir İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin ilk "Seçkin Üyelik" ödülü Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verildi Sh: 4 Tekin Özertem: Cihangir Dumanlı: Hakimiyet Milletindir Sh: 19 Demokrat Cengiz Özakıncı: Atatürk Sh: 31 Avustralya’da Necdet Pamir: Atatürk’e "Enerjinin ve Türklüğe Geleceği" Karşı Senaryoları Propaganda Sh: 67 Sh: 13 Yaşar Öztürk: Atatürk’ ten İki Söylev Sh: 43 Başkent Üniversitesi’ne 3. Uluslararası Kalite Ödülü Sh: 49