tesalya meselesi (1881) - Ege Universitesi Acik Erisim Sistemi

advertisement
T. C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ANABİLİM DALI
TÜRK TARİHİ BİLİM DALI
TESALYA MESELESİ (1881)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Bülent AKYAY
DANIŞMANI: Yard. Doç. Dr. Turan GÖKÇE
İZMİR-2001
YÜKSEK ÖĞRENİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ
TEZ VERİ GİRİŞ FORMU
Merkezimizde Doldurulacaktır
YAZARIN
Soyadı: AKYAY
Adı: Bülent
Kayıt No:
TEZİN ADI
Türkçe: TESALYA MESELESİ (1881)
Yabancı Dil: THE THESSALIAN QUESTION (1881)
TEZİN TÜRÜ: Yüksek Lisans
Doktora
[X]
[ ]
Doçentlik
Tıpta Uzmanlık
[ ]
[ ]
Sanatta Yeterlilik
[ ]
TEZİN KABUL EDİLDİĞİ
Üniversite: EGE ÜNİVERSİTESİ
Fakülte:
Enstitü: SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Diğer Kuruluşlar:
Tarih: 24. 09. 2001
TEZ YAYINLANMIŞSA:
Yayınlayan:
Basım Yeri:
Basım Tarihi:
ISBN:
TEZ YÖNETİCİSİNİN
Soyadı, Adı: Turan GÖKÇE
Ünvanı: Yard. Doç. Dr.
TEZİN YAZILDIĞI DİL: TÜRKÇE
TEZİN SAYFA SAYISI: X + 182
TEZİN REFERANS SAYISI: 254
TEZİN KONUSU (KONULARI): TESALYA MESELESİ (1881)
TÜRKÇE ANAHTAR KELİMELER:
1. Tesalya
2. Osmanlı Devleti
3. Yunanistan
4. Yunan Sınırı
5. 1881
Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa lütfen yazınız.
İNGİLİZCE ANAHTAR KELİMELER: (Konunuzla ilgili yabancı indeks, abstrakt ve thesaurusları
kullanınız.)
1. Thessaly
2. Ottoman State
3. Greece
4. Greek Frontier
5. 1881
Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa yazınız.
1-. Tezimden fotokopi yapılmasına izin veriyorum
2-. Tezimden dipnot gösterilmek şartıyla bir bölümünün fotokopisi alınabilir
3-. Kaynak göstermek şartıyla tezimin tamamının fotokopisi alınabilir
Yazarın İmzası:
[ ]
[X]
[ ]
Tarih: 24.09.2001
YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ
TEZ VERİ FORMU
Tez No:
Konu:
Üniv. Kodu:
Not: Bu bölüm merkezimiz tarafından doldurulacaktır.
Tezin Yazarının:
Soyadı : AKYAY
Adı
: Bülent
Tezin Türkçe Adı
: Tesalya Meselesi (1881)
Tezin Yabancı Dilde Adı
: The Thessalian Question (1881)
Tezin Yapıldığı :
Üniversite : EGE
Enstitü
: Sosyal Bilimler
Yılı
: 2001
Tezin Türü :
Yüksek Lisans
[X]
Doktora
[ ]
Tıpta Uzm.
[ ]
Sanatta Yeterlilik
[ ]
Dili
: Türkçe
Sayfa Sayısı
: X+182
Referans Sayısı : 254
Tez Danışmanlarının :
Ünvanı : Yard. Doç. Dr.
Adı
: Turan
Soyadı : GÖKÇE
Türkçe Anahtar Kelimeler
1. Tesalya
2. Osmanlı Devleti
3. Yunanistan
4. Yunan Sınırı
5. 1881
Ünvanı :
Adı
:
Soyadı :
İngilizce Anahtar Kelimeler
1. Thessaly
2. Ottoman State
3. Greece
4. Greek Frontier
5. 1881
ABSTRACT
The final outcome of the Berlin congress, the Treaty of Berlin, was the single
most important agreement for the Balkan nations during the nineteenth century. This
treaty gave Greece no territory directly. The congress directed Greece and the Ottoman
Empire to negotiate an adjustment of their frontiers in Thessaly and Epirus, and
indicated in Article 24 of the treaty that should these efforts fail the great powers would
mediate. As could be expected, the Greek government attempted immediately to
implement this decision while the Porte delayed as long as possible.
Finally, in February 1879, delegations from the two powers met at Preveza. When
they could not come to an agreement, the powers were forced to intervene. A
conference was held at İstanbul from August to November, 1879, when it broke down.
The Greek cause was aided immensely by the establishment of a Liberal ministry in
Britain in 1880 under the Philhelene William Gladstone. At a conference held in Berlin
in June of that same year, the powers awarded Greece a favorable frontier settlement.
The problem of enforcement remained. Not only did the Ottoman government object,
but here, as well as in the question of the Montenegrin frontier, the Albanian
populations affected by the border decisions resisted any changes. The powers finally
settled the question in July 1881. The Greeks received less than, they wished, but
Thessaly and a part of Epirus joined the independent kingdom. The final boundaries
were set in 1882.
ÖZET
Berlin Kongresi’nin sonucu olan Berlin Antlaşması, XIX. yüzyıl boyunca Balkan
milletleri için en önemli antlaşma olmuştur. Bu antlaşma, Yunanistan’a doğrudan hiçbir
arazi vermemiştir. Kongre, Osmanlı Devleti ve Yunanistan’ı, Tesalya ve Epir’deki
sınırlarını tashih için görüşmeye yöneltmiş ve antlaşmanın 24. maddesinde bu çabalar
akim
kalırsa
Büyük
Güçlerin
arabuluculuk
edeceklerini
belirtmiştir.Tahmin
edilebileceği gibi, Bâb-ı âlî bu durumu mümkün olduğunca ertelemeye çalışırken Yunan
Hükûmeti bu kararı yerine getirmek üzere derhal girişimlere başlamıştır.
Nihayet, Şubat 1879’da, iki ülkenin delegasyonları Preveze’de bir araya
gelmişlerdir. Bu iki devlet mutabakata varamadıklarında Büyük Güçler müdahaleye
mecbur kalacaklardı. 1879 yılı Ağustosu’ndan Kasımı’na dek İstanbul’da sonuçsuz bir
konferans toplanmıştı. İngiltere’de Yunan Dostu William Gladstone başkanlığında
Liberal hükûmetin 1880 yılında kurulmasıyla Yunan davası çok büyük bir yardım
görmüştür. Aynı yılın Temmuz ayında Berlin’de toplanan konferansta Büyük Güçler
Yunanistan’ı uygun bir sınır düzenlemesi ile ödüllendirmişlerdir. Geriye bunu Osmanlı
Devleti’ne zorla kabul ettirmek kalmıştı. Buna yalnız Osmanlı Devleti itiraz etmemiş,
fakat Karadağ sınırı meselesinde olduğu gibi, sınır kararlarından etkilenen Arnavut
nüfus da her tür sınır değişikliğine karşı çıkmıştır. Büyük Güçler nihayet 1881 yılı
Temmuz ayında meseleyi çözümlemişlerdir. Yunanlılar beklediklerinden daha azını
elde etmişlerdir ancak Tesalya, ve Epir’in bir kısmı krallığa katılmıştır. Sınırların nihaî
şekli 1882’de saptanmıştır.
KISALTMALAR
AIESEE
Association Internationale des Etudes du Sud-Est
Europeen
ATASE
Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı
AÜSBFD
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi
AÜDTCFD
Ankara
Üniversitesi
Dil-Tarih
ve
Coğrafya
Fakültesi Dergisi
BOA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
British Docs. on For. Aff.
British Documents On Foreign Affairs: Reports
and Papers From The Foreign Office Confidential
Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth Century to
the First World War, Series B, The Near and
Middle East, 1856-1914), General Eds. Kenneth
Bourne
&
D.
Cameron
Watt,
University
Publications of America, 1984.
GDAAD
Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi
İA
İslâm Ansiklopedisi
İÜEFD
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
OBİV
Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı
ORH
Osmanlı-Rus Harbi
OTAM
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve
Uygulama Merkezi Dergisi
TDVİA
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
TKAE
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
TTK
Türk Tarih Kurumu
III. Ask. Tar. Sem.
Üçüncü Askerî Tarih Semineri Bildirileri (Tarih
Boyunca Türk Yunan İlişkileri, 20 Temmuz 1974’e
Kadar), Genelkurmay ATASE Yay.
Y. EE
Yıldız Esas Evrakı
Y. A. HUS
Yıldız Tasnifi Sadaret Hususî Maruzat Evrakı
Y. A. RES
Yıldız Tasnifi Resmî Maruzat Evrakı
HR. H.
Hariciye Nezareti Hukuk Kısmı Evrakı
HR. HMŞ-İŞO
Hariciye Nezareti Hukuk Müşavirliği İstişare Odası
ÖNSÖZ
Osmanlı literatüründe “Düvel-i Muazzama” diye anılan Avrupalı Büyük Güçler,
“Şark Meselesi” çerçevesinde Osmanlı Devleti aleyhine yürüttükleri politikalarında
Yunan unsurunu amaçları uğrunda kullanmaktan geri kalmamışlardır. Yunanistan
coğrafyasının stratejik konumu, bu güçlerin dikkat ve ilgisini daima üzerinde
toplamıştır. Bunun bir sonucu olarak adı geçen güçlerin destekleri ve himayeleri altında
bağımsız bir Yunanistan dünya sahnesine çıkarılmıştır.
Bağımsızlığını elde etmesinden sonra sınırları Narda-Golos körfezleri hattının
güneyine isabet eden küçük Yunanistan Krallığı, “Megali İdea” adlı yayılmacı siyasetini
dış politikasında etkin hale getirmekte gecikmemiştir. Yunanistan, “Şark Meselesi”
zincirinin bir halkası olan bu siyasetini, kendi başına gerçekleştirmesinin asla mümkün
olamayacağını gayet iyi bildiğinden, bu amacına ulaşabilmesi için büyük devletlerden
birinin yardımı ve desteğini sağlamaya özen göstermiştir. Lâkin bu yardım ve destek
sonucunda ilgili büyük devletin bölgedeki nüfuz alanını genişleterek Avrupa dengelerini
sarsma ihtimali, daima büyük güçler arasında bir konsensusu zorunlu kılmıştır.
Dolayısıyla milletlerarası arenada bir piyon olarak kullanılan Yunanistan, Avrupalı
güçlerce asla kontrolsüz bırakılmamıştır.
Yunanistan, ancak uluslararası siyasî konjonktür izin verdiği zamanlarda dış
politika hedeflerine ulaşabilmiştir. 1875 yılında başlayan Balkan hadiseleri, 1877-1878
Osmanlı-Rus Harbi ile neticelenmiştir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin aleyhine
dönen Avrupa kamuoyu, oportünizmi dış politika ilkesi haline getirmiş Yunanistan için
beklediği fırsatı ayağına getirmiştir. Bu sayede 1853-1856 Kırım Harbi esnasında
Osmanlı idaresinde bulunan Tesalya ve Epir bölgelerine yönelik neticesiz kalmış
emellerine, nihayet ulaşabilmiştir.
Türkiye’de Çağdaş Yunanistan tarihi ile ilgili çalışmalar daha ziyade XX. yüzyıl
üzerinde
yoğunlaşmıştır.
XIX.
yüzyıldaki
Türk-Yunan
ilişkilerinin
yeterince
incelenmediği görülmüştür. Hatta XIX. yüzyıl Yunanistan’ı üzerine yapılmış çalışmalar
yok denecek kadar azdır. Bu yüzyıla ait ortaya konan araştırmalarda ise, daha çok 1821
Yunan isyanı ile Girit meselelerine ağırlık verilmiştir.
Çalışma konumuz, XIX. yüzyıl tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden 1878
Berlin Antlaşması’nın, 24. Maddesi gereğince Osmanlı-Yunan sınırının Yunanistan
lehine düzenlenmesi ve sonuçta Tesalya’nın Osmanlı Devleti’nden alınarak
Yunanistan’a verilmesidir. Bu konuyu ele alan incelememizin XIX. yüzyıl Türk-Yunan
ilişkilerinin önemli bir kesitine ışık tutacağı şüphesizdir.
Çalışmamız, Türk-Yunan ilişkilerinin tarihî evrelerinden birisini teşkil etmektedir.
Siyasî tarih kitaplarında ya da Balkanlarla ilgili yazılmış eserlerde genel olarak pek
üzerinde durulmayan veya birkaç cümle ile deyim yerinde ise geçiştirilen çalışma
konumuz hakkında Türk literatüründe yok denecek kadar az eser bulunmaktadır.
Bunların diğer eserlere kaynaklık ettikleri görülmüştür. Çalışmamızın bir nebze olsun
bu eksikliği gidereceği aşikârdır. Tezimizin amacı 1881 yılındaki Türk-Yunan sınır
düzenlemesini sebep ve sonuçları ile birlikte ayrıntılı bir şekilde incelemektir.
Söz konusu amaca ilişkin olarak;
I. Bölümde, 1881 sınır düzenlemesi ile Yunanistan’a bırakılan Tesalya ve Narda
kasabasının coğrafî, tarihî ve sosyo-ekonomik durumu incelenerek Osmanlı Devleti’nin
yitirdiği bölgeyi tespit etmek ve bu bölgenin önemi vurgulanmak istenmiştir. Tesalya ile
ilgili coğrafî, tarihî, sosyo-ekonomik ve stratejik konularda yazılmış derli toplu bir
eserin bulunmayışı, eldeki bilgiler ışığında bölgenin kapsamlı olarak incelenmesini
zorunlu kılmıştır.
II. Bölümde, 1875 Balkan buhranından 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin
bitimine kadar Balkanlarda yaşanan hadiseler ve bu hadiseler karşısında Yunanistan’ın
konumu ve tutumu ele alınmıştır.
III. Bölümde, 1878 Berlin Antlaşması ile Yunan sınırı meselesinin resmen ortaya
çıkarılması, bu yolda gerçekleştirilen müzakereler, pazarlıklar ile bu arada Büyük
Güçlerin tutum ve tavırları incelenmiş, nasıl ve hangi şartlar altında bir vatan toprağının
kaybedilme süreci aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Son olarak IV. Bölümde, Yunanistan’a ilhak olunan söz konusu bölgedeki Türk
varlığının akıbeti araştırma konusu olmuştur.
Konunun incelenmesi için özellikle öngörülen dönem 1875 Balkan buhranının
ortaya çıkmasından 1881 yılı ve sonrasına kadar olan tarihî süreci çalışma kapsamına
almamızı zorunlu kılmıştır.
Konuya dair malzeme temini aşamalarında Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi’nde çalışılmıştır.
Genelkurmay
ATASE
Arşivi’nde,
1877-1878
Osmanlı-Rus
Harbi
sırasındaki
Yunanistan’ın faaliyetlerine ait belgeler bulunarak incelenmiştir. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’ndeki çalışmalarımızda bu döneme ait bütün belge tasnifleri incelenmiş ve ilgili
belgeler fotokopi yoluyla temin edilmiştir. Ancak haritalar katalogunun revizyonda
olması sebebiyle haritalara ulaşılamamıştır. Bununla birlikte Hariciye Nezareti
Evrakı’ndan Siyasî Kısım Evrakı ile Muahedeler tasnifi araştırmacıya kapalı
olduğundan, söz konusu bu tasniflerdeki belgelere ulaşılamamıştır. Adı geçen bu
tasniflerin araştırmacıya kapalı bulunduğuna dair resmî yazışmalar, çalışmamızın Ekler
kısmına konmuştur.
Türkiye’deki mevcut şartlarda ve taşra ortamında bu türden mühim bir konuyu
incelemek, kazanılan pek çok tecrübeyi beraberinde getirmiş, “gerçekler”le bir kez daha
yüz yüze gelinmesini sağlamıştır. Çalışmamızın taşralı emsallerine nazaran “farklı”
olduğu dikkat edilirse görülecektir.
Yüksek Lisans tezimin hazırlanması esnasında, yönlendirici katkılarda bulunan
tez danışmanım Sayın Yard. Doç. Dr. Turan Gökçe’ye, Enstitüde temin ettiği rahat
çalışma ortamı ve şahsıma her zaman verdiği büyük destek sebebiyle Ege Üniversitesi
Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Sayın Prof. Dr. Fikret Türkmen’e
şükranlarımı sunarım.
Çalışmalarımızı Balkanlar sahasına yönlendiren ve özellikle de Yunanistan
üzerine yoğunlaşmamızı sağlayan, bu konuda her zaman desteklerini ve teşviklerini
gördüğüm Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr.
İsmail Aka’ya, Ege Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Ahmet
Özgiray’a, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı Sayın
Prof. Dr. Necmi Ülker’e, tezimle ilgili karşılaştığım güçlükleri aşmamda yardımcı olan
katkılarından ötürü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim
üyesi Sayın Prof. Dr. Mahir Aydın’a teşekkür ederim.
Ayrıca tezime her konuda sağladığı maddî ve manevî destekten dolayı Ege
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkan Yardımcısı Sayın Okt.
Yunus Emre Tansü’ye teşekkürü bir borç bilirim.
Bunların yanında tezime yardımlarından dolayı Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdür Yardımcısı Sayın Necati Gültepe’ye ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire
Başkanlığı mensuplarına, Genelkurmay ATASE Başkanlığı yönetici ve personeline,
Ahıska Türkleri’nden dostum Gourban Osmanov’a, Ege Üniversitesi Kütüphane ve
Dokümantasyon Daire Başkanlığı yönetici ve çalışanlarına da teşekkür ederim.
Tezimin hazırlanması sırasındaki sabırlarından dolayı aileme şükran borçlu
olduğumu da bilhassa belirtmek isterim.
Bornova, Eylül 2001
GİRİŞ
XIX. yüzyıl, bütün dünyada büyük değişimlerin yaşandığı bir asır olmuştur. Bu
dönemde, dünya tarihinin hiçbir devresinde olmadığı kadar, ülkeler arasında değişimler
meydana gelmiştir. Bir yüzyıl boyunca meydana gelen teknolojik gelişmeler, ülkeler
arasında uçurumlar oluşturmuştur. XVIII. yüzyılda “Sanayi İnkılâbı” ile önce
İngiltere’de, daha sonra diğer Batı Avrupa ülkelerinde yaşanan gelişmeler, XIX.
yüzyılda artarak devam etmiş ve bu suretle Avrupa’nın teknik üstünlüğünü tescil
etmiştir. “Şark” ise bu gelişmelerden uzak kalmış, “Batı” karşısında ezilmekten
kurtulamamış, âdeta bir “Garbzede” haline gelmiştir1.
Önceki yüzyıllarda var olmayan ya da doğum halinde bulunan çeşitli sosyal, iktisadî,
kültürel ve teknik faktörler ile bütün dünyada köklü bir şekilde değiştirici etkisini
gösteren sanayileşme, kapitalizm ve iktisadî-siyasî emperyalizm, XIX. yüzyılda
geleneğe bağlı toplumları esaslı bir değişime zorlamıştır2.
Bu geleneğe bağlı siyasî kurumlardan biri olan Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren
sürekli değişen ve gelişen bir toplum olmuş, eski Türk siyasî ve sosyal an‘anelerinden
kaynaklanarak, Doğu ve Batı medeniyetlerinin tesiriyle kendine özgü siyasî ve kültürel
bir sistem meydana getirmiş ve bu sistem dahilinde kendine göre bir değişme usûlü
bulmuştu. Özellikle XVIII. yüzyılda Avrupa’nın siyasî, iktisadî ve askerî alanlarda
Osmanlı Devleti üzerindeki tesirinin kesin bir surette hissedilir hale gelmesi, bazı askerî
ıslâhat girişimlerini zorunlu kılmıştı. Ancak bu yüzyıl sonunda “değişme” ihtiyacı çok
daha elzem olmuştur. Çünkü mesele artık, Avrupa’nın iktisadî, askerî-siyasî gücüne
karşı koymak ve bu sayede Osmanlı ülkesinin siyasî hürriyetini, sosyal ve kültürel
benliğini korumak ve sürekliliğini sağlamaktır. Bunun sonucunda “Batılılaşma”,
“Reform”, “Asrîleşme” ya da “Modernleşme” kaçınılmaz hale gelmiştir. III. Selim
(1788-1807) ile başlayan ve âkim kalan Türk modernleşme hareketi, II. Mahmud (18081839) zamanında ciddî bir mahiyet kazanmıştır. Fakat devletin en yüksek makamından
başlatılan bu tavandan tabana yönelik modernleşmenin stratejisi yanlış belirlenmiştir.
1
İlber Ortaylı, “XIX. Asır Yakın-Uzak Tarihimiz”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s.
45.
2
Kemal Karpat, “Türkler (Osmanlılar: XIX-XX. Yüzyıllar)”, İA, C. 12/2, İstanbul 1988, s. 343.
Teknolojinin esas alınarak ona bağlı teşkilâtın kabullenilmesi gerekirken, Avrupa’nın
kültürel ve sosyal hayat tarzı, modernleşmenin ilk şartı haline getirilmiştir. Bu sayede
daha başlangıç noktasında iflâs eden “Türk Modernleşmesi” devletle tebaasını bir
kültürel çelişkiler yumağına sürüklemiş, izleri bugün dahi hissedilen olumsuzlukların
temelini teşkil etmiştir3.
XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti, sürekli modernleşme çabalarına sahne olmuştur.
Bu yolda bulunan her çözüm, yeni bir çözümsüzlüğe sebep oluşturmuştur. Kısıtlı
iletişim imkânları, reformcuların deneyimsizliği, Avrupalı emperyalist güçlerin kâr etme
hırsları ve açgözlülükleri, geçmişten kalan ekonomik sorunların devamına ve hatta daha
da büyümesine yol açmıştır. Osmanlı tebaası gayrimüslimler, “Büyük Güçler”
tarafından kendi menfaatleri ölçüsünde desteklenerek bağımsızlıklarını amaçlamış ve bu
yoldaki çalışmaları devleti iyice yıpratmıştır. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının
Avrupa güç dengeleri bakımından “Büyük Güçler”in pek işine gelmemesi, bu
devletlerin kendi çıkarlarına göre Osmanlıların içişlerine çeşitli müdahaleleriyle
sonuçlanmıştır4. Zaten yanlış bir stratejiyle başlatılan “Türk Modernleşmesi”nin, bu tür
olumsuz faktörlerin de etkisiyle başarılı olması beklenemezdi. Neticede koca bir yüzyıl
boyunca dünya tarihi, trajik bir şekilde, bir devletin giderek artan bir hızda çöküşüne
şahit olmuştur.
Osmanlı Devleti, bir yandan bütün hızıyla modernleşmesi yolunda gereken adımları
atmaya çalışırken diğer yandan sürekli olarak ortaya çıkan iç ve dış sorunlar yakasını bir
türlü bırakmamıştır. Balkan milletlerinin bağımsızlık mücadeleleri, aşırı derecede
güçlenen valilerinin merkezle olan çatışmaları gibi iç meseleleri kısa sürede birer dış
mesele haline gelmiş, devletin bu gibi sorunları, XIX. yüzyılın ilk yarısına damgasını
vurmuş ve modernleşmesi için gereken huzur ortamını vermemiştir. Sırp ve Yunan
isyanları, Mısır meselesi ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan sorunlar, dış müdahaleler
ve savaşların yanı sıra bir taraftan da batılılaşma gayretleri bu asrın ilk elli yılının
neredeyse bir özeti olmuştur.
3
Karpat, a. g. m., s. 343.
Stanford J.- Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 1808-1975, çev. Mehmet
Harmancı, C. II, e Yay., İstanbul 1983, s. 9.
4
Osmanlı Devleti’nin verdiği varlık mücadelesi ve bu mücadelede başarılı olup
olamayacağı, XIX. yüzyıl diplomasisini uğraştıran konuların başında gelmiştir. Osmanlı
Devleti’nin âkıbetiyle ilgilenen İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa’ya, 1871’den
sonra birliğini tamamlayan Almanya ve İtalya da katılmıştır. Büyük Güçlerin Osmanlı
Devleti’ne yönelik siyasetlerini tespit etmede temel esas güç dengesi olmuştur. Hiçbir
gücün diğerlerinden daha fazla toprak ya da daha fazla bölge üzerinde nüfuz sahibi
olamaması, aralarındaki dengeler bakımından gerekli görülmüştür5.
XIX. yüzyıl, aynı zamanda Avrupa’nın dünya siyasetine hakim olduğu bir yüzyıldır ve
dünyanın her köşesi Avrupa’nın ilgi alanı haline gelmiştir. Jeostratejik konumu ve
Avrupa’ya yakınlığı ile giderek güçsüzleşen bir halde oluşu Osmanlı Devleti’nin de bu
ilgiden payını fazlasıyla almasına, müdahalelerden kendini uzak tutamamasına sebep
olmuştur. Balkanlarda görülmeye başlanan ve gittikçe şiddetini arttıran milliyetçilik
hareketleri, Osmanlı Devleti’nin giderek zayıflaması, Rusya ve Avusturya’nın
çekişmesi, İngiltere’nin menfaatleri ölçüsünde Osmanlı Devleti’ni destekleme siyaseti,
Avrupalı güçlerin “Şark Meselesi” diye adlandırdıkları Türk’ün kaderini belirleyen
başlıca unsurlar olmuştur6.
“Şark Meselesi” ya da “Doğu Sorunu”, bir siyasî terimdir. Büyük Güçlerin
Osmanlı Devleti’ne karşı ayrı ayrı ya da ortaklaşa yürüttükleri dış politikanın adıdır.
Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin zayıflığından kaynaklanan ve muhtemel ardılları
arasındaki rekabetten doğabilecek sorunlara verilen bir addır. Bir başka deyişle Osmanlı
Devleti’nin “kaderi”dir. İlk kez 1815 Viyana Kongresi’nde kullanılan bu terim, daha
sonra siyasetçiler ve tarihçiler nezdinde popülerlik kazanmıştır7.
5
6
7
Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri (1814-1914), Ümit Yay., Ankara 2000, s. 95.
Tuncer, a. g. e., s. 95.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, TTK Yay., Ankara 1988, s. 203; Alan Palmer, 1853-1856
Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Yay., İstanbul 1999, s. 11;
Hüner Tuncer, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815-1848), Ümit Yay., Ankara 1996, s. 37; Bayram
Kodaman, “Şark Meselesi ve Tarihî Gelişimi”, Tarihî Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları
Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), TTK Yay., Ankara 1995, s. 59; Hüner Tuncer, “Viyana Kongresi,
‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler (1815-1829)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 1517 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 63; Haluk Ülman,
“Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi, C. 1, İletişim Yay., s. 272; Mustafa Küçük, “Şark Meselesi Çerçevesinde ve İkinci
Napolyon Savaşları’ndan sonra altüst olan Avrupa’da galipler tarafından yeni bir
düzen kurmak üzere toplanan Viyana Kongresi’nde Rus Çarı Aleksander, kongre
katılımcılarının dikkatini Rum meselesine çekmek istemişse de İngiltere ve Avusturya
tarafından bu konunun görüşülmesi tasvip olunmamıştır. Fakat Rus heyeti, resmî
görüşmeler dışında kongre üyelerinin dikkatini Osmanlı tebaası Hıristiyanlara çekmek
istemiş ve bu konuda “Şark Meselesi” terimini kullanmışlardır. Bu terim, XIX. yüzyıl
içerisinde farklı siyasî anlamlar kazanmıştır. Yüzyılın başlarında bir ara Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması anlamında kullanılmış, aynı yüzyılın ikinci
yarısında Osmanlıların Avrupa’dan çıkarılması, XX. yüzyıl başlarında ise Osmanlı
Devleti’nin bütünüyle tasfiye edilerek topraklarının paylaşılmasını ifade etmiştir. Bu
bağlamda Osmanlı Devleti’nin her iç ve dış meselesi “Şark Meselesi” başlığı altında ele
alınmıştır8.
Meselenin tarihî başlangıcı ister İslâm dininin doğuşuna, ister Haçlı seferlerinin
başlamasına ya da ister Osmanlı Türkleri’nin Avrupa’ya geçişine kadar geriye
götürülsün, bir konu teşkil etmesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısında özellikle 1774 Küçük
Kaynarca Antlaşması’nın neticesinde olmuş, ve bundan sonra artık varolan bu mesele
1815 Viyana Kongresi’nde isimlendirilmiştir. XIX. yüzyıl boyunca sürekli olarak
gündemi meşgul etmiş ve XX. yüzyılın ilk yarısında 1923 yılında “Millî Mücadele”nin
ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla mesele ortadan kalkmıştır. “Şark
Meselesi” Avrupa için bir doğu sorunu olmakla birlikte Türkler için ise bir “Garp
Meselesi” olmuştur9.
“Şark Meselesi”nin bir halkasını teşkil eden Yunan isyanı ve bağımsız bir devlet
olarak ona devletler arenasında bir yer temin edilmesi işlemi Balkan Yarımadası için
olduğu kadar Avrupa için de önemli bir süreç olmuştur. Kendisinden önceki Sırp isyanı
genelde bir Balkan paşalığının kontrolünün ele geçirilmesi şeklinde izâh edilebilir.
Ancak Yunan isyanı, Yunan topraklarının Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu
Meşrutiyete Kadar Olan Dönemde Osmanlı Devleti’nin Siyasî Vaziyeti”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye
Yay., Ankara 1999, s. 51.
8
Karal, a. g. e., ss. 203-204; Tuncer, a. g. e., s. 37; Küçük, a. g. m., s. 51.
sebebiyle Yakındoğu stratejisinin temel meselelerini ön plana çıkartmış ve “Büyük
Güçleri” açık ve keskin bir mücadeleye sürüklemiştir. Oysaki Sırp isyanı gerçekten
mahallî bir hareket olarak kalmış ve Osmanlı ülkesinin kalanı üzerinde pek etkisi
hissedilmemiştir. Yunan isyanı daha yaygın olarak daha tesirli yan etkilerde
bulunmuştur. Kuşkusuz bunda Rumların tüm ülke çapında Sırplardan daha etkili ve
önemli roller oynamalarının da tesiri bulunmaktadır10.
Rumların büyük çoğunluğu, diğer Osmanlı reayası gibi, basit köylülerdir. Aynı
zamanda bir Rum tebaa vardır ki Osmanlı Devleti’nde en az Müslümanlar kadar nüfuzlu
ve aktiftirler. Bu azınlık grup, Balkan yarımadasının büyük kısmında ticareti ve Balkan
Hıristiyanları’nın bağlı bulunduğu Ortodoks kilisesinin yönetimini tamamen elinde
bulundurmuş, Balkan topraklarındaki eğitim ve kültür kurumlarının tekeline sahip
olmuş ve aynı zamanda Osmanlı bürokrasisinin en yüksek idarî ve diplomatik
görevlerini işgal etmişlerdir11.
Bütün bunlar neden Rum isyanının basit bir köylü ayaklanmasından ziyade
karmaşık bir hareket olduğunu göstermektedir. Bu karmaşıklığı anlamak için iki ayrı
Rum dünyasının varlığını kavramak gerekmektedir. Bir yanda İstanbul’daki Fenerli
idareciler ve Ortodoks ruhban, öte yanda okur-yazar olmayan, yoksul ve taşralı Rum
köylüler yer almaktadır12.
Yunanistan’ın XV. yüzyılda Osmanlı idaresine geçmesinden sonra Rum direnme
odakları ortaya çıkmıştı. Özellikle 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra Batı’ya
kaçmış bazı Rumlar, Avrupa’da, özellikle Venedik ve Napoli’de bulunanlar, Türklere
karşı Haçlı seferleri düzenlenmesi konusunda faaliyetlerde bulunmaktan geri
9
Dimitri Kitsikis, Türk-Yunan İmparatorluğu, çev. Volkan Aytar, İletişim Yay., İstanbul 1996, s. 145;
Robert Mantran, (ed.), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. II, çev. Server Tanilli, Cem Yay. İstanbul 1995,
s. 7; Karal, a. g. e., s. 204; Kodaman, a. g. m., ss. 60-62; Küçük, a. g. m., s. 51.
10
L. S. Stavrianos, The Balkans Since 1453, Holt, Rinehart & Winston, New York 1961, s. 269.
11
Misha Glenny, Balkanlar, 1804-1999: Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, Türkçesi Mehmet
Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 2001, s. 40; Stavrianos, a. g. e., s. 269.
12
Stavrianos, a. g. e., s. 269.
kalmamışlardır. XV-XVI. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlerle olan
savaşlarında Rumlar küçük çaplı da olsa ayaklanmışlardır13.
Rum köylü sınıfı, Osmanlı idaresine girdikten sonra bu yeni efendilerinin
yönetimi altında Latin kökenli efendilerine kıyasla çok daha iyi bir mevkii elde
etmişlerdir. Serbest hareket eden kiliseleri, düşük vergiler, büyük ölçüde özerk bir idarî
düzeneğe sahip olmuşlardır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde yaşanan
siyasî, ekonomik çalkantılar Rumların sosyal ve ekonomik hayatlarına da yansımıştır.
Rum çiftçi kesimi, tımar sisteminin bozularak kalıtsal çiftlik düzenini ortaya çıkışı,
iltizam ve mukataa gibi vergi toplama yöntemlerine bağlı olarak ve ağır askerî
yenilgilerin de kaçınılmaz bir şekilde sebep olduğu daha ağır bir vergi yükü altına
girmişlerdir. Dağlık bölgelerde yaşayan ve bu gelişmelerden pek etkilenmeyen
Rumların da, ovalardan ve düzlüklerden dağlara kaçan köylü Rumların gelişiyle, huzuru
kaçmıştır14.
Merkezî yönetimin zayıflaması, vergilerin artması, yerel ayânların ortaya çıkışı,
usûlsüzlükler ve yolsuzluklar gibi sair gelişmeler Rumları da olumsuz etkilemiş,
Osmanlı idaresine karşı müsbet tavırlarının değişmesine sebep olmuştur. Bu durum
Rum cemaatlerini, rahiplerin ve mahallî liderlerin çevresinde kenetlenmeye sevk etmiş,
birçok yerde de “kleft” adı verilen haydut çetelerinin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu
suretle isyanlar daha organize hale gelmiş ve önü alınamayan sürecin de başlangıcı
olmuştur. Bunların yanı sıra, yolların ve sarp geçitlerin güvenliğinden sorumlu, bazı
vergilerden muaf tutulmuş, ayrıca gerektiğinde kleftlere karşı kullanılan “martolos”15 ya
da “armatol” adı verilen yerel güvenlik güçleri ilk zamanlarda önemli hizmetlerde
bulunmuşlarsa da, daha sonraki süreçte, başlarına buyruklukları ile adeta resmî
13
Nikos Svoronos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı, Belge Yay., İstanbul 1988, ss. 1618; Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, çev. Dilek Şendil, İletişim Yay., İstanbul 1997, s. 30;
Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyutları İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit Yay., Ankara 1993,
s. 22.
14
Karal, a. g. e., s. 107; Stavrianos, a. g. e., s. 273.
15
Ayrıntılı bilgi için bkz. Milan Vasic, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Martoloslar”, İÜEF Tarih Dergisi, S.
31, Mart 1977, İstanbul 1978, ss. 47-64.
haydutlar haline gelen bu gruplar Osmanlı idaresinin içinden çıkamayacağı bir sorun
oluşturmuşladır16.
İstanbul’un fethinden sonra Fener Kilisesi’nin, tüm Ortodoksların idare merkezi
haline getirilmesi, yetkiler ve imtiyazlar tanınması, Patrikhanenin bir güç odağı haline
gelmesini temin etmiştir. Rum Ortodoks Kilisesi’nin bu ayrıcalıklı konumu Hıristiyan
tebaa için ticaret serbestliği ve Yunanca eğitim sağlamıştır. Eski Bizans soyluları
Patrikhane etrafında toplanmış, Patrikhanenin onlara sağladığı imtiyazlar ve ticaretteki
başarıları sayesinde devletin ticarî hayatında önemli bir rol oynamaya başlamışlardı.
Ticarî girişimleri, Rum burjuvazisini meydana çıkarmıştır. Bu soylular sınıfı zamanla
Osmanlı bürokrasisinde de yer almaya başlamışlardır. Tercümanlık ve Eflâk-Boğdan
voyvodalığı makamları Fenerli Rumların elinde olmuştur17.
Rumların Osmanlı idaresinden ayrılma girişimlerinde çeşitli faktörler etkili
olmuştur.
1763
yılından
başlayarak
Rus
ajanları
Balkanlarda
faaliyetlerde
bulunmuşlardır. 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’nde Rusya, Osmanlı Devleti’ni içeriden
rahatsız etmek için Balkanlardaki ve özellikle Mora’daki Ortodoksları isyana teşvik
etmiş, 1770 tarihinde Rus donanması Mora sahillerinde bulunan Koron’u kuşatmıştır.
Rusların bu deniz harekâtını yöneten Aleksi Orlof, Mora’dan Selânik’e kadar olan
bölgede bir isyan tasarlamıştı. Nitekim Rusların kışkırtmaları neticesinde isyanlar, 1770
yılı Mart ayında başlamıştır. Osmanlı Devleti donanmasını bölgeye göndermiş ancak
16
Douglas Dakin, The Unification of Greece, 1770-1923, Ernest Benn Ltd., London 1972, s. 18; J. A. R.
Marriot,, The Eastern Question: An Historical Study in European Diplomacy, Clarendon Press, 4th ed.,
Oxford 1940, s. 199; Mehmet Ali Gökaçtı, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay.,
İstanbul 2001, s. 311; Salâhi R. Sonyel, Minorities and The Destruction of The Ottoman Empire, TTK
Yay. Ankara 1993, s. 97; Glenny, a. g. e., s. 42; Svoronos, a. g. e., ss. 23-24; Clogg, a. g. e., ss. 30-31;
Gürel, a. g. e., s. 22.
17
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1789-1914, TTK Yay., Ankara 1997, ss. 166-167; Süreyya
Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul 1996, ss. 171-175; Ömer Turan, “The Role
of Russia and England in the Rise of Greek Nationalism and in Greek Independence”, OTAM, S. 10;
Ankara 1999, ss. 246-247; Hamiyet Sezer, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829)”,
Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 87; Karal, a. g. e., s. 108; Sonyel, a. g. e., ss. 77-84;
Marriot, a. g. e., ss. 199-200; Svoronos, a. g. e., ss. 19-20; Clogg, a. g. e., ss. 34-35; Gürel, a. g. e., ss. 2324.
yapılan çarpışmalardan kesin bir sonuç alınamamıştı. Çeşme Limanı’na çekilen
Osmanlı donanması yapılan bir baskınla yakılmıştır (7 Temmuz 1770)18.
1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlı Devleti ağır bir yenilgiye uğramıştır.
Küçük Kaynarca Antlaşması’nın getirilerinden yine de pek memnun olmayan Rus
Çariçesi II. Katerina bir ara, “Grek Projesi” olarak da bilinen, Osmanlı Devleti’ni
tasfiye ederek, Karadeniz ve Balkanları ele geçirmeyi, Osmanlı Devleti yerine bir Rus
prensi yönetiminde, torunu Konstantin, İstanbul merkezli “Bizans İmparatorluğu”
kurma düşüncesine sahip olmuştu19.
1768-1774 Harbi, 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Antlaşması ile neticelenmiş ve
zaten denizcilik ve ekonomide oldukça ilerlemiş Osmanlı tebaası Rumların ekonomik
anlamda daha da güçlenmesine yol açmıştır. Rus himayesi altında artık daha serbest
hareket edebilmişlerdir. Bu suretle Rum unsur, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren ticarî
faaliyetler için gittikleri Avrupa liman şehirlerinde dönemin siyasî ve sosyal fikirleri ile
birebir temasta bulunmuşlardır. “Milliyetçilik” ve “Bağımsızlık” kavramlarıyla
tanışmışlardır. Zengin Rum ticaret kumpanyaları, Akdeniz ve Karadeniz’de giderek
büyümüşlerdir. Bununla birlikte İstanbul’un Fenerli Rumları, Montesquieu, Racine,
Voltaire gibi Fransız düşünürlerin eserlerini tercüme etmişler, Rum gençlerini
Avrupa’da tahsile göndermişler ve onlar da Avrupa’daki fikir akımları ve düşünürlerle
temas kurmuşlardır. Bu dönemde Avrupa düşünce akımlarından esinlenerek eserler
18
Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yay., İstanbul 1994, s. 193; M. S. Anderson, The
Eastern Question, 1774-1923, MacMillan, New York, 1966, s. 51; M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki
Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), TKAE Yay., Ankara 1988, s. 4;
Charles-Barbara Jelavich, The Establishment of the Balkan National States, 1804-1920, A History of East
Central Europe Vol. VIII, Unv. Of Washington Press, Seattle & London 1993, 40; Nurettin Türsan,
Yunan Sorunu, Ankara 1987, s. 27; İsmet Binark, Türk-Yunan Münasebetlerinin Dünü ve Bugünü, Türk
Yurdu Yay., Ankara 1998, s. 7; Dakin, a. g. e., s. 17; Svoronos, a. g. e., ss. 32-33; Turan, a. g. m., ss. 254257; Karal, a. g. e., s. 108; Sonyel, a. g. e., s. 116; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da
Yunan Mezâlimi, C. 1, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müd. Osmanlı Arşivi Daire Başk. Yay.,
Ankara 1995, s. 10.
19
Anderson, a. g. e., ss. 8-9; Isabel de Madariaga, Çariçe Katerina: Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın,
çev. Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 1997, s. 67; Georges Castellan, Balkanların Tarihi, çev.
Ayşegül Yaraman-Başbuğu, Milliyet Yay., İstanbul 1995, s. 206; Armaoğlu, a. g. e., ss. 17-18; Türsan, a.
g. e., ss. 26-27; Turan, a. g. m., ss. 258-260; Binark, a. g. e., s. 7; Selim Sun, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi,
Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmî Yay., Ankara 1965, s. 3; Karal, a. g. e., s. 109; Arşiv
Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 11; Gürel, a. g. e., s. 27.
vermeye başlayan Rigas20 ve Korais21 gibi yazarlar, şairler ve fikir adamları ortaya
çıkmıştır. Yunan aydınlanması ile Osmanlı idaresinden ayrılma düşüncesi olgunlaşmış,
bağımsızlığın fikrî zemini hazırlanmaya başlamıştı. Avrupa’daki bahsedilen Rum ticarî
kolonileri de birer Rum lobileri haline gelerek Avrupa üzerinde çok etkili olmaya
başlamıştır22.
Türk yönetimi anlamına gelen “Turkokratia”ya karşı şair ve fikir adamı Velestinli
Rigas’ın Viyana’da 1796 yılında kurmaya çalıştığı, cemiyet anlamına gelen “eteria”,
Rigas’ın, Avusturya kolluk kuvvetlerince 1797 yılında yakalanarak Osmanlı Devleti’ne
teslimi ve 1798’de öldürülmesi üzerine maksadına ulaşamamıştır. Fakat bu âkim kalan
girişimden sonra 1800’lerin hemen başında aralarında şair Adamantios Korais’in de
bulunduğu kişilerce “Athena” adlı bir başka örgütün kurulması gecikmemiştir. Bu örgüt
hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu örgütten sonra 1813 yılında Paris’te
Fransa’nın eski İstanbul elçilerinden Comte Choiseul-Gouffieur başkanlığında Fransız
tesirinde “Hotel Grec” adlı bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetin kurucuları arasında
“Filiki Eteria”23nın kurucularından Athanasios Tsakalof da bulunmaktadır24.
1787’de Boğdan’da Osmanlı devlet görevlisi iken Rusya’ya kaçan Aleksandros
Mavrokordatos tarafından kurulan “Phoenix” cemiyeti ve meşhur “Filiki Eteria” gibi
Rus çizgisindeki cemiyetler, bu “Hotel Grec” bünyesinden çıkmışlardır. “Phoenix”
örgütü, Rusların yardımlarıyla eski Bizans’ın yeniden diriltilmesini amaçlamıştır25.
20
Yunan isyanının hazırlayıcılarından olan Velestinli Rigas için ayrıntılı olarak bkz. Millas, a. g. e., ss.
87-122. Ayrıca bkz. Clogg, a. g. e., ss. 45-47; Kitsikis, a. g. e., ss. 168-169.
21
Yunan isyanının en önde gelen, en etkili ve en ünlü Yunan aydınlarından olan Korais için ayrıntılı
olarak bkz. Millas, a. g. e., ss. 157-189. Ayrıca bkz. Clogg, a. g. e., ss. 42-43; Kitsikis, a. g. e., s. 179.
22
Anderson, a. g. e., s. 8; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ATASE Yay., Ankara 1985, s. 45;
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 4-5; Turan, a. g. m., ss. 262-263; Sonyel, a. g. e., s. 76; Castellan, a. g. e., ss. 268269; Shaw, a. g. e., s. 43; Kitsikis, a. g. e., s. 148; Clogg, a. g. e., ss. 37-40; Sezer, a. g. m., s. 87; Karal, a.
g. e., s. 108; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 11; Gürel, a. g. e., ss.
25-26.
23
Türk literatüründe bu cemiyetin adı yanlışlıkla Etniki Eteria diye zikredilir. Etniki Eteria (Millî
Cemiyet) Atina’da 1894 yılında subaylar, aydınlar ve tüccarlar tarafından kurulan bir cemiyettir. Sözde
Osmanlı idaresindeki bütün Rumları kurtarmak için kurulmuş gibi görünse de asıl amacı Makedonya
sorununa dahil olarak Bulgar komitecileriyle mücadele etmekti.
24
Millas, a. g. e., ss. 109-110; Marriot, a. g. e., s. 202; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 5-6; Turan, a. g. m., s. 263;
Sonyel, a. g. e., s. 168; Dakin, a. g. e., s. 29; Sezer, a. g. m., s. 90.
25
Dakin, a. g. e., s. 29; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 7; Turan, a. g. m., s. 263.
1821 Yunan isyanı öncesinde Rumların faaliyetleri bu kadarla da kalmamıştır.
1810 yılında Narda Metropoliti Ignatius, Bükreş’te Dil ve Edebiyat Cemiyeti anlamına
gelen “Filologiki Eteria”yı kurmuş ve 1811 tarihinden itibaren Viyana’da yayımlanan
Bilge Hermes anlamına gelen “Hermis o Logios” adlı bir dergi ile yakından ilişkili
olmuştur. Bundan başka aralarında üye olarak İngilizlerin de bulunduğu 1812’de
Atina’da kurulan Sanat Tanrıçası Dostları Cemiyeti anlamındaki “Eteria ton
Filomuson”, Yunanlıların eğitim meselelerini kendisine amaç edinmişti. Rum asıllı olan
ve Rus Çarı I. Aleksander’ın dışişleri müşavirlerinden Kapodistrias’ın daha sonra başına
getirildiği ve eğitim, sanat ve kültürle uğraştığından oldukça masumane kabul
edilebilecek bu cemiyet, şüphesiz ki, Rumlar arasında millî bir tarih ve kültür şuuru
oluşturarak sonraki yıllarda kurulacak “Filiki Eteria” cemiyeti ile 1821 isyanı için fikrî
zemin hazırlamıştır26.
İhtilâlci ve gizli Rum cemiyetlerinin en etkili faaliyetlerde bulunmuş olanı “Filiki
Eteria”dır. İsmi “Dostlar Cemiyeti” anlamına gelen bu cemiyet, 1814 yılında Rusya’nın
Karadeniz kıyısındaki Odessa şehrinde kurulmuştur. Kurucuları arasında eski
“Phoeniks” cemiyetinden Nikolaos Skufas, “Hotel Grec” üyelerinden Athanasios
Tsakalof ile Emmanuel Ksanthos adında bir mason locası üyesi de vardır. “Filiki
Eteria”, “Eteria ton Filikon” diye de adlandırılmıştır. Bu cemiyet Batı Avrupa’daki gizli
mason derneklerinin kuruluş ve işleyiş yöntemlerini benimsemiş, Rumları Osmanlı
idaresine karşı ayaklandırmak, mümkünse Balkanlardaki diğer Hıristiyan unsurları da
isyana karıştırmayı amaçlamıştır. Bu örgütün başkanının kimliği gizli tutularak
esrarengiz bir hava verilmiş hatta Çar I. Aleksander’ın başkanı olduğu ima edilmiştir.27.
26
Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 40; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 6-7; Svoronos, a. g. e., s. 36; Dakin,
a. g. e., s. 30; Turan, a. g. m., s. 264; Binark, a. g. e., s. 10.
27
Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu: Son Üç Yüzyıl, Bir Çöküşün Yeni Tarihi, çev. Belkıs Çorakçı
Dişbudak, Sabah Yay., İstanbul 1997, s. 92; Barbara Jelavich,, History of The Balkans: Eighteenth and
Nineteenth Centuries, vol. I, Cambridge Unv. Press, Cambridge 1993, s. 205 ; İlber Ortaylı,
İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 1999, s. 81; Selahattin Salışık, Tarih Boyunca
Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, Kitapçılık Ticaret Ltd. Şt. Yay., İstanbul 1968, ss. 147-152;
Anderson, a. g. e., s. 51; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 39; Turan, a. g. m., s. 265; Marriot, a. g. e., s. 203;
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 7-8; Stavrianos, a. g. e., s. 282; Sonyel, a. g. e., s. 168; Shaw, a. g. e., s. 44;
Armaoğlu, a. g. e., s. 169; Dakin, a. g. e., ss. 29-30; Glenny, a. g. e., s. 43; Castellan, a. g. e., s. 270;
Türsan, a. g. e., ss. 35-36; Kitsikis, a. g. e., s. 171; Clogg, a. g. e., s. 47; Mantran, a. g. e., s. 34; Sun, a. g.
e., s. 3; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ss. 39-40; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 109-
Bu ihtilâlci cemiyet malî gereksinimlerine çare olmak üzere büyük tüccar ve
armatörleri üye kaydetmiş, halk üzerinde etkili olabilmek için de Ortodoks din
adamlarını kullanmıştır. “Apostol” olarak adlandırılan bu görevlendirilmiş Ortodoks
papazlar tüm Balkanlara dağılarak üye ve taraftar kazanmaya çalışmışlardır. Diğer gayrı Rum unsurları da Türk idaresine karşı kışkırtmışlardır28.
Rumlar bütün bu faaliyetlerini icra ederken Avrupalılar da ortaya çıkan bu
“Yunan Meselesi” ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Yunanlılık “Rönesans” ve
“Hümanizm” hareketleriyle birlikte Avrupa’da ilgi görmeye başlamış, Avrupa’nın eski
Yunan Medeniyetinden doğduğu görüşünün yaygınlaşması Avrupalı aydınların Yunan
kültürüne sempati duymalarına sebep olmuştu. Bu sempati, Yunan hayranlığına kadar
varmıştır. Tabii ki bu durum beraberinde Türk aleyhtarlığını getirmiştir. Avrupa’da esen
bu hava aynı zamanda Avrupa siyaset adamlarını da etkilemekte gecikmemiştir29.
Rusya, Büyük Petro’dan itibaren Osmanlıların yerine Boğazlara hakim olarak
sıcak denizlere açılma plânlarının peşindeydi. İngiltere, menfaatleri gereği, Rusya’nın
aksine, Osmanlı Devleti’nin varlığını zayıf bir şekilde devam ettirmesinden yana
olmuştur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, sosyal ve etnik bakımdan Osmanlı
Devleti gibi heterojen bir yapıya sahip bulunmasından ötürü toprak ve sınır bütünlüğü
konularında hassasiyet göstermekteydi. Fakat Rusya, 1812 Bükreş Antlaşması ile
Sırbistan’a özerklik kazandırdıktan sonra özellikle Kapodistrias’ın telkinlerinin de
etkisiyle Rumları ayaklandıracak fırsatlar peşinde olmuştur30.
İsyan için aranan fırsat, 1788’den beri Yanya valisi bulunan Tepedelenli Ali
Paşa’nın İstanbul Fener Patrikhanesi ve saray arasında düzenlenen entrikalar ile II.
Mahmud’un arasının açılması ve neticede Ali Paşa’nın isyan etmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bu isyan, 1820-1822 tarihleri arasında sürmüş ve Osmanlı idaresinin Tepedelenli Ali
Paşa’yı tenkil etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu durum, aynı zamanda Ali Paşa’nın bölgede
110; Şahin, a. g. e., ss. 179-180; Tuncer, a. g. e., ss. 43-44; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve
Anadolu’da Yunan Mezâlimi, ss. 11-12; Gürel, a. g. e., s. 27; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 29.
28
Jelavich, a. g. e., s. 206; Hatipoğlu, a. g. e., s. 10; Turan, a. g. m., s. 266; Binark, a. g. e., s. 11.
29
Hatipoğlu, a. g. e., s. 12; Turan, a. g. m., s. 267; Armaoğlu, a. g. e., ss. 113-114 ve 168; Türsan, a. g. e.,
ss. 32-35; Tuncer, a. g. e., s. 45.
30
Hatipoğlu, a. g. e., s. 13.
kurduğu idareyi de ortadan kaldırarak Rum eşkıya çetelerinin tedhiş hareketlerine
başlamalarına sebep olmuştur31.
Bu müsait ortamda başlayan Yunan İsyanı iki devre halinde cereyan etmiştir. 1821-1826
yıllarını kapsayan ilk devre Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi suretinde cereyân
etmişken, 1826-1829 yıllarını kapsayan devre ise bu meselede uluslararası müdahalelerin
yaşandığı bir devre karakteri göstermektedir32.
Tepedelenli Ali Paşa’nın devlete karşı çatışmaya girdiği sırada eski Eflâk-Boğdan
beylerinden, Fenerli Konstantinos İpsilantis’in oğlu, Rus Çarı I. Aleksander’ın yaveri ve
Filiki Eteria’nın başkanı Aleksandros İpsilantis, Yaş şehri yakınlarında 3000 kişilik
kuvvetiyle ilk ayaklanmayı başlatmıştır. 6 Mart 1821 tarihinde Prut nehrini geçerek Yaş
kentine girmiş, şehrin idaresini üzerine almıştır. Harekete geçen İpsilantis 12 Nisan
tarihinde Bükreş’e varmış ve yol boyunca kendisine katılanlar olmuştur. Bunda, Rus
yardımının geleceği şeklindeki telkinlerin de etkisi olmuştur. Ancak bu sıralarda
Laibach Kongresi toplanmış ve burada meşhur Avusturya-Macaristan başbakanı
Metternich, Rus Çarını bu tür ayaklanmalar konusunda uyarmış ve neticede Rus
yardımı söz konusu olamamıştır. Bölgenin Romen ahalisi de bu isyana karşı ilgisizlik
göstermiş ve ayrıca hadiselere yetişen Osmanlı kuvvetleri de İpsilantis’in gürûhunu
bozguna
uğratmıştır.
Güçlükle
Avusturya’ya
kaçabilen
İpsilantis
burada
hapsedilmiştir33.
31
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 13-14; Turan, a. g. m., s. 269; Svoronos, a. g. e., s. 36; Sezer, a. g. m., s. 88;
Şahin, a. g. e., ss. 188-190; Clogg, a. g. e., s. 49; Castellan, a. g. e., s. 271; Binark, a. g. e., s. 11; Arşiv
Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 12; Gürel, a. g. e., s. 28.
32
Hatipoğlu, a. g. e., s. 17; Binark, a. g. e., s. 12.
33
Yücel Özkaya, “1821 Yunan (Eflâk-Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan Karşısındaki Tutumları”,
III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, ss. 114-130; Anderson, a. g. e., s. 53; Meral Bayrak, “Osmanlı Arşivleri
Işığında Rum İsyanı Sırasında Avrupa Devletlerinin Tutumu”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara
1999, s. 71; Palmer, a. g. e., s. 93; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri
Komutanlığı Yay., İstanbul 1994, s. 22; Stavrianos, a. g. e., s. 283; Dakin, a. g. e., ss. 36-39; Marriot, a.
g. e., ss. 195-197; Jelavich, a. g. e., ss. 208-214; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 17-18; Svoronos, a. g. e., s. 41;
Turan, a. g. m., ss. 270-271; Orhan Koloğlu, “Osmanlı Döneminde Balkanlar (1391-1918)”, Balkanlar,
OBİV, Eren Yay., 1993, s. 77; Armaoğlu, a. g. e., ss. 169-170; Glenny, a. g. e., s. 44; Şahin, a. g. e., s.
190; Shaw, a. g. e., s. 44; Türsan, a. g. e., ss. 37-38; C.-B. Jelavich, a. g. e., ss. 41-42; Binark, a. g. e., s.
12; Kitsikis, a. g. e., s. 170; Clogg, a. g. e., ss. 49-50; Salışık, a. g. e., s. 145; Türk-Yunan İlişkileri ve
Megalo İdea, s. 46; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., s. 112; Mantran, a. g. e., s. 35; Tuncer, a. g. e.,
ss. 43-44; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 13; Gürel, a. g. e., s.
28.
Boğdan’daki bu başarısız ayaklanmayı takiben merkezi Patras şehri olmak üzere
Mora’da yeni bir isyan başlamıştır. Boğdan’ın aksine Mora’da bu Rum isyanı için etnik
yapı uygundur. Bu durum isyanın kısa sürede büyümesini ve Rumeli ile adalara da
sıçramasını kolaylaştırmıştır. 1821 yılının Haziran ayında Aleksanros İpsilantis’in
kardeşi Dimitrios İpsilantis bu isyan hareketinin başına geçmiştir34.
Mora isyanı, İstanbul’da büyük tepki doğurmuş, Fener Patriği V. Gregorius da
Yunan isyanıyla ilgisi olduğu istihbaratı üzerine 22 Nisan 1821 tarihinde Patrikhane
kapısında resmî kıyafeti üzerinde olduğu halde asılmıştır. Avrupa’da heyecan uyandıran
bu idam, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne Eflâk ve Boğdan’dan askerini çekmesi şeklinde
bir ültimatom vermesine sebep olmuştur. “Yunan Meselesi”, Avrupa ve Rusya’yı,
Napolyon Savaşları sonrasında Avrupa’nın yeni düzeni için toplanan 1815 Viyana
Kongresi’nde her tür hürriyetçi ve milliyetçi eylemin süratle bastırılması yolunda kabul
ettikleri “Kutsal İttifak” olarak bilinen antlaşmanın ilkelerine sadık kalmak ya da
Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek arasında bir tercihe sevk etmişti. Avrupa
kamuoyunu oldukça etkileyen bu isyan hareketi, birçok gönüllünün asiler safında yer
almak üzere Yunanistan’a gelmesine sebep olmuştu. Ancak bunların çoğu kafalarında
canlandırdıkları “Uygar Hellen” hayallerinin aksine bir Rum imajına şahit olarak hayal
kırıklıkları içinde geri dönmüşlerdir. Kalanlar ise başlangıçta Rumlarca dışlanmışlardı35.
Rumlar, 22 Ocak 1822 tarihinde Epidauros yakınlarında bir “Bağımsızlık
Deklarasyonu” ve “Epidauros Anayasası” olarak da bilinen bir anayasa kabul ve ilân
etmişlerdir. Büyük Güçler, bir müddet bu gelişmelere seyirci kalmıştır. Ancak özellikle
İngilizler, geleneksel olarak Osmanlı toprak bütünlüğünden yana olan siyasetlerine
34
Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 22; Dakin, a. g. e., s. 40; Jelavich, a. g. e., s. 217;
Hatipoğlu, a. g. e., s. 18; Svoronos, a. g. e., s. 41; Turan, a. g. m., s. 272; Stavrianos, a. g. e., s. 283;
Şahin, a. g. e., s. 190; Sezer, a. g. m., s. 91; Sonyel, a. g. e., s. 174; Armaoğlu, a. g. e., s. 171; Türsan, a.
g. e., s. 38; C.-B. Jelavich, a. g. e., ss. 44-45; Mantran, a. g. e., s. 35; Tuncer, Metternich’in, s. 49;
Castellan, a. g. e., ss. 272-273; Binark, a. g. e., s. 13; Sun, a. g. e., s. 5; Karal, a. g. e., s. 112; Arşiv
Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 13; Gürel, a. g. e., s. 28.
35
Palmer, a. g. e., ss. 94-95; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 18-20; Turan, a. g. m., ss. 273-279; Glenny, a. g. e., s.
45; Şahin, a. g. e., ss. 192-200; Bayrak, a. g. m., s. 73; Sonyel, a. g. e., s. 179; Armaoğlu, a. g. e., s. 171;
Karal, a. g. e., ss. 113-114; Ortaylı, a. g. e., s. 83; Tuncer, a. g. e., s. 49; Castellan, a. g. e., s. 274; Arşiv
Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14; Koloğlu, a. g. m., s. 78; Ercüment
Kuran, “1830-1917 Arasında Türk-Yunan İlişkileri”, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, derl.
Mümtazer Türköne, TDV Yay., Ankara 1994, s. 218; Gürel, a. g. e., s. 28.
rağmen, Rusya’nın Yunanistan üzerinde nüfuz kazanması ve Doğu Akdeniz’e sarkması
tehlikesi üzerine doğu politikalarını değiştirmek durumunda kalmışlardır. Bu meselede
Rusya’ya karşı İngiltere’nin daha aktif rol oynaması gerekmiştir. Bu sebeple 1823 yılı
Mart ayında Rum asileri “muharip taraf” olarak tanımıştır. Bu tavır Fransa ve Rusya
tarafından da desteklenmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti ile sözü edilen devletlerin
arasını açmıştır. Bu suretle 1815 Viyana Kongresi’nin hükmü etkisini kaybetmiştir36.
1822 yılı başlarında Tepedelenli Ali Paşa’nın isyanı bastırılmışsa da Mora üzerine
hareket eden Osmanlı kuvvetleri Rum asilere karşı başarılı olamamıştır. II. Mahmud bu
durum üzerine, Metternich’in de tavsiyesiyle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım
istemiştir. Mehmed Ali Paşa da oğlu İbrahim Paşa’yı Mora üzerine göndermiştir. Diğer
yandan Metternich, Osmanlılara zaman kazandırmak için Petersburg’da bir uluslararası
kongre toplanmasını sağlamıştı. Osmanlı Devleti meseleyi kendi iç sorunu olarak
görmüş, İbrahim Paşa’nın da Mora’da başarılar kazanması üzerine 1825 yılında
toplanan bu kongrenin Rumlara imtiyaz talep eden ve Büyük Güçleri aracı kılan
kararlarını reddetmiştir37.
Çar I. Aleksander’ın 1825 yılında ölümünden sonra yerine Yunan sempatisi
yoğun olan I. Nikola geçmiştir. 1812 Bükreş Antlaşması ile ilgili konular üzerinde
Osmanlı Devleti’ni Akkerman’da görüşmeye çağırmış, dikkatler burada iken “Yunan
Meselesi” hakkında İngiltere ile müzakerelere girişmişti. Asi Rumlar, İngiliz himayesini
istemişlerse de henüz olumlu bir yanıt alamamışlardı. İngilizler, Ruslarla bahsedilen
Yakındoğu politikaları gereğince görüşmelere başlamışlardır. Avusturya, Prusya ve
Fransa’ya da bildirdikleri, 4 Nisan 1826 tarihli Petersburg Protokolü kararlarına göre
Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne vergi ile bağlı muhtar bir devlet haline getirilecek ve
bütün Türk unsur Yunanistan’dan çıkarılacaktı. 6 Temmuz 1827 tarihinde Londra’da bu
36
Anderson, a. g. e., s. 55; Dakin, a. g. e., s. 46; Stavrianos, a. g. e., s. 285; Marriot, a. g. e., ss. 208-210;
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 20-22; Svoronos, a. g. e., s. 42; Armaoğlu, a. g. e., s. 173, Şahin, a. g. e., s. 201;
Türsan, a. g. e., s. 209; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 45; Binark, a. g. e., s. 13; Mantran, a. g. e., s. 36; Sun, a.
g. e., s. 6; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14.
37
Anderson, a. g. e., s. 57; Palmer, a. g. e., ss. 97-98; Marriot, a. g. e., ss. 210-212; Jelavich, a. g. e., ss.
219-221; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 22-23; Turan, a. g. m., s. 283; Bayrak, a. g. m., ss. 74-75; Svoronos, a. g.
e., s. 43; Stavrianos, a. g. e., s. 286; Şahin, a. g. e., ss. 202-203; Armaoğlu, a. g. e., ss. 174-175; Shaw, a.
g. e., s. 46; Türsan, a. g. e., s. 209; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 46; Clogg, a. g. e., s. 57; Sun, a. g. e., s. 7;
Petersburg Protokolü’nü teyid eden ayrı bir protokol imzalanmıştır. Buna göre Osmanlı
Devleti, Petersburg kararlarını kabul ederse derhal asilerle Osmanlı Devleti arasında
mütareke yapılarak bir Yunanistan devletinin kurulması, ancak kararların reddi halinde
bu protokolü imzalamış İngiltere, Fransa ve Rusya’nın asilere yardım etmesi ve
Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaları öngörülmüştü38.
Osmanlı Devleti, ileri sürülen bu şartları kendi içişlerine müdahale olarak kabul
ettiğinden İngiltere, Fransa ve Rusya harekete geçerek Mora ile Çanakkale Boğazı’nı
ablukaya almışlardır. Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan takviye göndermesine engel
olabilmek için Navarin’de demirlemiş Osmanlı-Mısır birleşik donanmasını, 20 Ekim
1827 tarihinde imha etmişlerdir. Osmanlı Devleti bu olaydan sonra tazminat talebinde
bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu üç devletle diplomatik olarak da arası bozulmuş
ve elçileri İstanbul’u terk etmişti. İngiltere ve Fransa daha fazla bir harekette bulunmaya
pek istekli değilken, 1828 yılı Nisan ayında Rusya, Osmanlı Devleti’ne harp ilân
etmiştir. Bu savaşta başarı gösteremeyen Osmanlı Devleti mütareke istemek zorunda
kalmıştır. 2-14 Eylül tarihleri arasındaki müzakereleri takiben 14 Eylül 1829 tarihinde
Ruslarla Edirne Antlaşması imzalanmıştır39.
Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 56; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., s. 115; Tuncer, a. g. e.,
s. 52; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 14; Gürel, a. g. e., s. 28.
38
Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev. Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul 1999, s. 57 ve s. 60; Anderson, a. g. e., ss. 65-66; Turan, a. g. m., ss. 284-285; Palmer, a. g. e., s.
107; Dakin, a. g. e., ss. 54-57; Marriot, a. g. e., ss. 212-219; Jelavich, a. g. e., ss. 226-227; Hatipoğlu, a.
g. e., ss. 23-24; Svoronos, a. g. e., ss. 43-44; Stavrianos, a. g. e., s. 288; Bayrak, a. g. m., ss. 75-76; Sezer,
a. g. m., s. 91; Tuncer, a. g. m., s. 67; Castellan, a. g. e., s. 275; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 48; Armaoğlu,
a. g. e., ss. 176-179; Türsan, a. g. e., s. 209; Clogg, a. g. e., s. 58; Shaw, a. g. e., s. 58; Binark, a. g. e., s.
14; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 22; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 116117; Tuncer, a. g. e., s. 53; Mantran, a. g. e., s. 40; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da
Yunan Mezâlimi, ss. 14-15; Gürel, a. g. e., s. 28.
39
Palmer, a. g. e., ss. 108-109; Anderson, a. g. e., ss. 67-79; Dakin, a. g. e., ss. 57-60; Marriot, a. g. e., ss.
220-223; Stavrianos, a. g. e., ss. 289-290; Turan, a. g. m., ss. 286-287; Sezer, a. g. m., s. 92; Jelavich, a.
g. e., ss. 226-228; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 24-25; Svoronos, a. g. e., s. 44; Poole; a. g. e., ss 62-63 ve s. 66;
Sonyel, a. g. e., ss. 184-185; Clogg, a. g. e., s. 59; Glenny, a. g. e., s. 49; Bayrak, a. g. m., ss. 79-83;
Tuncer, a. g. m., ss. 67-68; Şahin, a. g. e., ss. 203-205; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 49; Armaoğlu, a. g. e.,
ss.180-182; Türsan, a. g. e., s. 210; Binark, a. g. e., s. 15; Shaw, a. g. e., ss. 59-60; Tuncer, a. g. e., ss. 5559; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 23; Castellan, a. g. e., ss. 275-276; Sun, a. g. e., s.
8; Karpat, a. g. m., s. 352; Karal, a. g. e., ss. 118-119; Mantran, a. g. e., s. 40; Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 16; Koloğlu, a. g. m., s. 78; Gürel, a. g. e., s. 28; Tuncer,
19. Yüzyılda, s. 31.
Osmanlı Devleti’nin imzaladığı en ağır şartlara sahip antlaşmalardan biri olan bu
Edirne Antlaşması’na göre Yunanistan’la ilgili olarak, Fransa’nın da tasvip ettiği,
İngiltere ve Rusya arasında imzalanmış 4 Nisan 1826 tarihli Petersburg Protokolü
tanınmıştır. Bu antlaşmadan 5 ay sonra 3 Şubat 1830 tarihinde İngiltere, Fransa ve
Rusya arasında imzalanan yeni Londra Protokolü ile bağımsız bir Yunanistan devletinin
kurulduğu ilân edilmiştir. Bu protokol ile Yunanistan’ın yönetim şekli, sınırları ve
uluslararası arenada bağımsızlığı tanınmıştır40.
Burada belirtilmesi gereken bir husus vardır. Rumlar isyan etmiş, Büyük Güçlerin
de yardım ve desteğiyle bağımsızlıklarını kazanmışlardır ancak isyanın daha başlarında
XIX. yüzyılın en büyük katliamlarından biri, hatta bir soykırım yaşanmıştır. Bu, Türk
soykırımıdır. Rumlar 1821 yılı baharında Mora’da yaşayan 25.000 Müslümanı, erkek,
kadın,
çoluk
çocuk
demeksizin
katletmişlerdir.
Çok
azı
bu
katliamlardan
kurtulabilmiştir. Erkekler istisnasız öldürülmüş, kadın ve çocuklar ya köle olarak
satılmış ya da fuhuş amaçlı olarak kullanılmışlardır. Mora’da tarihin şahit olduğu en
büyük imha hareketlerinden birisi yaşanmış, 1822 yılı geldiğinde 50.000 civarında
insanın hayatına son verilmiştir. Üstelik Yunanlılar, gayet lâkayd bir şekilde Mora’daki
Türk varlığı ile ilgili olarak “Türkleri ay yuttu” şeklinde alaycı ifadelerde bulunmaktan
da geri kalmamışlardır41.
Osmanlı Devleti 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımıştır.
Yunanistan’ın başına önceleri Sachsen-Koburg hanedanına mensup Prens Leopold
getirilmek istenmişse de 1828 yılından itibaren Yunanistan’ın idaresini “başkan”
sıfatıyla elinde tutan Kapodistrias, Leopold’ün bu teklifi geri çevirmesini sağlamıştır.
Fransa, Osmanlı yönetimi zamanında olduğu gibi Yunanistan’daki Katoliklerin
himayesini sürdürmek istemiş, Kapodistrias da buna karşılık olarak Sisam ve
40
Anderson, a. g. e., s. 74; Dakin, a. g. e., s. 61; Marriot, a. g. e., s. 223; Jelavich, a. g. e., ss. 228-229;
Hatipoğlu, a. g. e., s. 25; Turan, a. g. m., ss. 286-287; Glenny, a. g. e., s. 52; Stavrianos, a. g. e., ss. 290291; Armaoğlu, a. g. e., ss. 184-185; Tuncer, a. g. e., s. 31; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 50; Türsan, a. g. e.,
s. 211; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 24; Sun, a. g. e., s. 9; Türk-Yunan İlişkileri ve
Megalo İdea, ss. 15-16; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 16;
Kuran, a. g. m., s. 217; Gürel, a. g. e., s. 28; Bayrak, a. g. m., s. 83; Mantran, a. g. e., s. 40.
41
Sonyel, a. g. e., ss. 174-180; Koloğlu, a. g. m., s. 81. Bir örnek teşkil etmesi bakımından Asi
Yunanlıların Tripoliçe kuşatması ile ilgili vahşetleri için bkz. La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, Belge
Yay., İstanbul 1986, s. 299.
Kandiye’nin de Yunanistan’a verilmesini talep etmiştir. Bu talep sonuçsuz kalmıştır.
Kapodistrias, Yunanistan içinden de muhalefete uğramıştır. Mora’daki Maynot Rumları,
anarşi yaratmışlardır. İsyanın önde gelen isimlerinden Mavromihalis’in de bulunduğu
gruplar, Kapodistrias’a karşıydılar. Nitekim Kapodistras, 9 Ekim 1831 tarihinde
öldürülmüştür. Bu hadiseden sonraki iki yıl boyunca Yunanistan siyasî ve sosyal
karışıklıklara sahne olmuştur. Dış destekli siyasî fikirlere sahip partiler ülkedeki
karışıklığı arttırmıştır. Öyle ki partilerin adları da dış tesirlerin birer kanıtıdır: “Gallikon
Komma (Fransız Partisi)”, “Anglikon Komma (İngiliz Partisi)”, “Rossikon Komma
(Rus Partisi)”42.
İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’daki siyasî kaosu sona erdirmek için 1832
yılı Mayıs ayında Bavyera Wittelsbach hanedanından Bavyera Kralı I. Ludwig’in oğlu
Prens Otto’yu Yunan tahtına geçirmek üzere aralarında anlaşmışlardır. Yeni kral 6
Şubat 1833 tarihinde Yunanistan’a gelmiş ancak henüz 17 yaşında olduğu için ülke
1835 yılına kadar Bavyera niyabet heyetince katı bir mutlakiyetle yönetilmiştir. 1835’de
Otto, krallığı resmen devralmasına rağmen Bavyera hizbi ağırlık ve etkisini korumuştur.
Bu durumdan kaynaklanan halk arasındaki memnuniyetsizlik, Bavyeralıların işgalci
olarak algılanmasına ve halk desteğinden yoksun olmalarına sebep olmuştur. Sonunda
1843 yılı Eylül ayında bir halk darbesi ile Otto, Bavyeralıları yönetimden uzaklaştırmak
ve bir anayasa hazırlatmak zorunda kalmıştır. Böylece 1844 yılında meşrutiyet idaresi
Yunanistan’da hakim olmuştur43.
Meşrutiyet idaresi de Yunanistan’a istikrar getirmemiştir. Yunan siyasîleri iç
meselelerin hallinden ziyade dış meseleler ile uğraşmışlardır. Bu dış meselelere verilen
ad ise “Megali İdea”44 ya da “Büyük Ülkü” olarak da bilinen meşhur siyasî düşüncedir.
42
Turan, a. g. m., ss. 287-288; Stavrianos, a. g. e., s. 291; Anderson, a. g. e., ss. 75-77; Dakin, a. g. e., s.
63; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 25-26; Svoronos, a. g. e., ss. 44-45; Glenny, a. g. e., s. 53; Clogg, a. g. e., ss.
60-63; Armaoğlu, a. g. e., s. 186; Ortaylı, a. g. e., s. 82; Türsan, a. g. e., ss. 214-215; C.-B. Jelavich, a. g.
e., ss. 50-51; Sun, a. g. e., s. 10; Kuran, a. g. m., s. 217; Castellan, a. g. e., ss. 276-277.
43
Palmer, a. g. e., s. 110; Turan, a. g. m., s. 288; Dakin, a. g. e., ss. 63-64; Marriot, a. g. e., s. 224;
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 27-29; Svoronos, a. g. e., ss. 49-50 ve ss. 54-55; Stavrianos, a. g. e., s. 293;
Glenny, a. g. e., s. 53; C.-B. Jelavich, a. g. e., s. 51; Armaoğlu, a. g. e., s. 186; Kitsikis, a. g. e., s. 189;
Clogg, a. g. e., s. 65.
44
Bu deyim Türkiye’deki pek çok araştırmada “Megalo İdea” şeklinde yanlış olarak kullanılmaktadır.
Yunanca dilbilgisi kuralına göre “idea” kelimesi dişi bir kelime olup, bu kelimeyi niteleyen sıfat olan
mega- da dişil son ek alarak “megali” olmaktadır.
“Megali İdea” Yunan ırkının geçmişte yaşamış olduğu iddia edilen toprakları ele
geçirerek, merkezi Konstantinopel (İstanbul) olan, eski Bizans’ın tekrar ihyasıyla iki
kıtalı (Avrupa ve Asya), beş denizli (Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz
ve İyon Denizi) büyük bir Yunanistan kurmak şeklinde tasavvur edilen bir fikirdir.
Kilise ve XIX. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan milliyetçilik cereyanı bu düşüncenin
şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir45.
Osmanlı idaresi altında imtiyazlı bir konuma sahip Rum-Ortodoks Kilisesi,
kendisini siyasî bir varlık olarak addetmiş, Rum unsurunun sosyal ve kültürel bakımdan
himayesinde büyük role sahip olmuştur. Osmanlı Devleti bünyesinde Balkanlardaki
diğer gayr-ı Rum Ortodokslar üzerinde dinî ve kültürel bir baskı kurmuş olan bu kilise,
uzun vadede Osmanlı yönetimini de bürokratik yollardan ele geçirmeyi ve böylece
Bizans’ı diriltmeyi amaç edinmiştir. Diğer yandan XVIII. yüzyıl sonlarında Rumların
Avrupa ile ticarî yakınlaşmasından doğan, 1789 Fransız İhtilâli ile hız kazanan ve 1821
Yunan İsyanı’na neden olan Yunan milliyetçiği, Yunan varlığı ve kültürünün, yalnızca,
ayrı ve bağımsız bir Yunan millî devletinin ortaya çıkmasıyla var olacağı ve
genişleyeceği fikrindedir. Bu her iki düşüncenin ortak hedefi İstanbul’dur. Ancak
kurulacak “Büyük Yunanistan”ın hangi tarihî sınırlara göre kurulacağı belirsizdir46.
Yunan milliyetçiliği zamanla ve uygulamalarla, Kilise görüşüne üstün gelmiştir.
Sadece Rumları değil tüm Balkan Hıristiyanlarını isyana katmaya çalışan Aleksandros
İpsilantis’in isyanı başarısız olurken, Mora’daki isyan etnik homojenlikten ötürü “millî”
bir özellik göstererek başarılı olmuştur. Bu durum, millî birliğin ve millî bağımsızlığın
tamamlanması düşüncesini doğurmuş ve “Megali İdea” kavramı Yunan siyaset
düşüncesindeki yerini almıştır47.
Büyük devletlerin desteği ile bağımsızlığa kavuşturulmaları, Yunanlılarca millî
hareketlerinin ilk aşaması olarak değerlendirilmiştir. Kurulan Yunanistan devleti
45
Süleyman Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi, Bayrak Yay., İstanbul 1984, ss.
87-88; Hatipoğlu, a. g. e., s. 29; Svoronos, a. g. e., s. 52; Stavrianos, a. g. e., s. 294; Clogg, a. g. e., ss. 6667; Sonyel, a. g. e., ss. 185-186; Binark, a. g. e., s. 17; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve
Anadolu’da Yunan Mezâlimi, s. 17; Gürel, a. g. e., s. 30.
46
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 29-30.
47
Hatipoğlu, a. g. e., s. 30.
sınırları haricindeki Rumca konuşan nüfusun, üzerinde yaşadığı topraklarla birlikte
Yunan krallığına katılması fikrinden hareketle “Megali İdea”ya ulaşmaya çalışmışlardır.
“Megali İdea”nın köklerini 1204 yılında IV. Haçlı Seferi sonucunda İstanbul’un Lâtin
hakimiyetine girmesine, dolayısıyla İstanbul’u tekrar geri almak düşüncesine bağlayan
hatta bu düşüncenin milliyetçi fikrin temeli ve ilk millî mücadelenin bu olduğu şeklinde
bazı görüşler de var olmuştur48.
Yapılan ilk seçimleri kazanan Fransız Partisi’nin başkanı Kolettis 1844 yılı Ocak
ayında meşrutî anayasa hazırlanırken yaptığı bir konuşmada “Megali İdea” programının
çerçevesini kabaca çizmiştir. Konuşmasında Yunanistan Krallığı’nın “Yunanistan”ın
sadece en küçük ve en fakir bir parçası olduğunu, Yunanlının da sadece krallık tebaası
olmadığını Yanya’dan Trabzon’a, Edirne’den Girit’e, tüm buralarda yaşayanların ve
tarihin herhangi bir döneminde ve hangi topraklarda yaşamış olursa olsun Yunan ırkına
mensup herkesin Yunanlı olduğunu belirtmiş, Elenizm’in iki merkezinden, Atina’nın
kraliyetin başşehri olduğu, İstanbul’un ise tüm Yunanlıların sevinci ve ümidi olan
büyük başkent olduğunu açıklamıştır. Bu sınır tanımaz yayılmacı görüş “Megali
İdea”nın iskeleti olmuş, Yunan dış siyasetinin istikrarlı bir politikası haline gelmiştir49.
“Megali İdea”, temelde XIX. yüzyılda görülen yayılmacı milliyetçilik
hareketlerinden biri olarak gelişmiş, “Şark Meselesi”nin önemli bir parçası hatta önemli
bir piyonunu teşkil etmiştir. “Megali İdea”ya, Büyük Güçler arasındaki güç dengesi
dahilinde, ancak onların kontrolü ve himayeleri altında bir hareket serbestliğine izin
verilmiştir. Bir anlamda bu siyasî akım, ortaya çıkışıyla birlikte Büyük Güçlerin “Şark
Meselesi”nde iyi bir hamle yapma aracı olmuştur.
48
Türsan, a. g. e., s. 28; Hatipoğlu, a. g. e., s. 31; Svoronos, a. g. e., s. 12.
M. Murat Hatipoğlu, “Elefterios Venizelos’un 1910 Yılında İktidara Gelmesiyle Megali İdea’nın
Kazandığı Yeni Karakter”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 456; Yücel Aktar, “Yunanistan’ın
Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelik Geleneksel Politikasında Temel Yaklaşımlar”, III.
Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 2; Kâmran İnan, “Türk-Yunan İlişkilerinde Dinamikler”, III. Ask. Tar.
Sem., Ankara 1986, s. 93; Türsan, a. g. e., s. 29; Hatipoğlu, a. g. e., s. 31-32; Svoronos, a. g. e., s. 56;
Binark, a. g. e., s. 18; Kitsikis, a. g. e., s. 154.
49
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHÎ GELİŞİM SÜRECİNDE TESALYA’NIN GENEL
DURUMU
A-) COĞRAFÎ DURUM
Tesalya, Balkan yarımadasının güneyinde, bugünkü Yunanistan sınırları
içerisinde yer alan bir bölgedir. Tesalya, kuzeyde Makedonya, doğuda Ege Denizi,
güneyde Golos ve Zeytun körfezleri ve Otris dağları, batıda Epir ile çevrilmiştir.
Tesalya, Makedonya’dan Olimpos dağları ve bu dağlardan Pindos sıradağlarına uzanan
bir sıradağ kütlesi, Epir’den de Pindos sıradağları ile ayrılmıştır. Tesalya’nın
yüzölçümü, yaklaşık olarak 13.000 km2’dir.
Tesalya, Yenişehir, Tırhala ve Çatalca dolaylarındaki ovalar hariç tutulursa,
etrafını kuşatan ve doğal hudutları olan dağlar sayesinde genelde dağlık bir bölge olma
özelliği göstermektedir. Buradaki geniş ve bereketli ovalar, bölgeyi ziraî ve ekonomik
anlamda çok önemli bir yere sahip kılmaktadır50.
1-) Dağlar
Tesalya’da Pindos ve Olimpos dağ kütleleri vardır. Özellikle Pindos sıradağları
her yana kollar salarak bölgeyi kaplamıştır. Bu yüzden bölge, aşılması zor ve sarp bir
arazi ile kaplı bulunmaktadır.
Alplerin, “Alp Dinarik” olarak adlandırılan ve güneydoğu kolu olan Pindoslar,
Balkan Yarımadası’nın batısında ve Makedonya ile Arnavutluk arasında kuzeyden
güneye doğru bir hat halinde Korint Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. Bu sıradağlar iki
kısımdan oluşmaktadır. Meçova doğusundaki Zigos Geçidi’nin kuzeyinde kalan kısmı
Kuzey Pindos’tur. Bu kısım “Gramos Dağları” adı ile de anılmaktadır. Yunanistan
50
Sun, a. g. e., s. 29; Şemsettin Sami, “Tesalya”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası, İstanbul 1306,
s. 1652; Bayram Kodaman, 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), TTK Yay., Ankara 1993, ss. 8990; Mahir Mehdi, Bedraka-yı Zafer yahud Tesalya ve Yenişehir, Yuvanaki Panayotidis Matbaası,
Dersaadet 1314, ss. 9-10.
içinde uzanan kısmı, Güney Pindos’tur. Bu kısma ayrıca “Agrafa Dağları” adı da
verilmektedir. En yüksek yerleri 2000 metreyi aşan bu dağlar, doğu-batı yönünde olmak
üzere, ancak bir iki yerinden, patikalar vasıtasıyla zorlukla geçilebilmektedir. Başlıca
geçit yeri, Grebene ile Meçova arasındaki Zigoş (Cankurtaran) Gediği’nden geçen
patikadır. Bu suretle doğudaki Tesalya, batıdaki Epir’den tümüyle ayrılmıştır.
Pindos Sıradağları, kuzeyden güneye doğru uzanırken doğu ve batıya doğru bir
çok kollar vermektedir. Bu dağ kolları da, gayet sarp olup, kuzey-güney yönlerinde
belirli bazı yerlerden aşılabilmektedir. Bunların başlıcaları, Hasya ve Otris dağlarıdır.
Hasya (Klasiya) ve Kamvunya dağları, Pindosları, İncekarasu (Aliakmon)
vadisi boyunca Güneyden Olimpos dağları ile birleştirmekte ve Tesalya’yı
Makedonya’dan ayırmaktadır.
Otris dağları, Pindoslardan Zeytun ve Golos Körfezleri arasına doğru
uzanmaktadır. Bu dağlar, Atina istikametini Tesalya’ya karşı kapamaktadır.
Selânik Körfezi’nin Batı kıyılarını bir kütle halinde dolduran Olimpos dağları,
Vodina’dan (Edesa) Golos Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. En yüksek yeri 2985
metreye kadar varan ve Olimpos Dağı adı ile anılan bu dağların özellikle orta kısmı
geçit vermemektedir. Ancak kuzey-güney istikametindeki dağ eğimlerinden doğu-batı
yönünde geçilebilmektedir.
Tesalya’nın doğusunu çevreleyen Ossa, Karadağ ve Pelion dağları olarak da
bilinen dağ silsilesi, Ege Denizi kıyıları boyunca uzanarak deniz tarafından bölgeyi
kapamaktadır51.
2-) Nehirler ve Göller
Tesalya’da büyük nehirler bulunmamaktadır. Belli başlı nehir ise, Güney
Pindoslar’dan doğan Köstem (Salambriya=Pinion) nehridir ve Tesalya ovasını sulayan
diğer ırmakların da katılımıyla sularını Olimpos ve Ossa dağları arasından Ege
Denizi’ne ulaştırmaktadır. Denize dökülmeden önce bataklık sahalar meydana
51
Sun, a. g. e., s. 30; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, Αγκυρα, Αθηνα 1976, s. 18.
getirmektedir. Köstem nehrine katılan belli başlı kollar ise şunlardır: Olimpos
Dağı’ndan doğan ve yine bu dağdan gelen kolların birleşmesiyle Titarisios, Hasya
dağlarından doğan Liteos, Otris dağlarından doğan ve Farsaliotis ile birleşen Epineas,
Güney Pindoslardan doğan Karditsiotikos ve Sofaditikos. Pindoslar batısında ise Narda
(Arta) nehri akmaktadır. Diğer akarsular, ki adı geçen nehirlerin kollarını teşkil
etmektedirler, yazın kuruyarak birer dere halini almaktadırlar. Fakat bunlar, suların
kabardığı mevsimde yataklarından taşmaktadırlar.
Nehirler, orta kısımlarına kadar ve hatta denize döküldükleri yerlerde bile dar
boğazlardan geçmektedirler. Bu sebeple bölgedeki yollar, tabiî bir güzergâh olan nehir
vadilerini çok defa takip edemeyerek iki yandaki dağlara saparak ulaşım ve ulaştırmayı
güçleştirmektedirler.
Makedonya’daki
İncekarasu
(Aliakmon),
Tesalya’daki
Köstem ve
Orta
Yunanistan’daki Sperhiyos nehirleri genel olarak birbirine paralel bir konumdadırlar ve
aralarında yüksek dağ kitleleri vardır. Narda nehri, Epir ve Tesalya arasında sınır teşkil
etmektedir.
Tesalya’da birçok küçük göl bulunmakla birlikte bunlar arasında dikkate değer bir
büyüklükte olanı, Karadağ ve Pelion dağlarının doğusunda kalan ve Golos’un kuzey
taraflarında bulunan Karyas veya Proin Karla (Volvi) adlı göl olup, 75.6 km2’lik bir
alana sahiptir52.
3-) Ovalar
Genel olarak Köstem nehri ve onun kollarıyla sulanan Tesalya havzası, bugünkü
Yunanistan’ın ikinci büyük düzlüğünü meydana getirmektedir. Tesalya’da büyük,
bereketli ve mahsûl bakımından zengin ovalar bulunmaktadır. Bu durum, aynı zamanda
“buğday ambarı”53 olarak da adlandırılan Tesalya’nın en önemli özelliğidir. Başta
52
Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 5; Sun, a. g. e., s. 31; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s.
1652; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, ss. 18-19.
53
Castellan, a. g. e., s. 347.
Yenişehir ovası olmak üzere bölgede, Tırhala, Kardiçe, Ermiye, Çatalca ovaları yer
almaktadır54.
4-) İklim
Yunanistan’da genel olarak Akdeniz iklimi hakim olmakla birlikte coğrafî
yapısına uygun olarak farklı coğrafî bölgelerde iklim değişmeleri görülmektedir.
İklimin ana özelliği bir mevsimden diğerine yumuşak geçiştir. Tesalya’da ise ılıman bir
iklim yapısı hakimdir. Bununla birlikte bölgenin denize kıyı kesimlerinde ve ovalık
sahalarında klasik Akdeniz iklimi yaşanmakta, dağlık ve yüksek iç kesimlerinde ise
kara iklimi hakimdir. Yıllık ortalama yağış, 500 milimetre kadardır55.
5-) Bitki Örtüsü
Bu bölgede Akdeniz tipi bitki örtüsü görülmektedir. Denizden 200-250 metre
yükseklikten itibaren orman ve fundalık başlamaktadır. Pindos dağlarında meşe ve
kestane boldur. Hakim bitki türü makilerdir. Başlıca maki türleri; yabanî zeytin,
zakkum, çilek, defne meşe ve ardıçtır. Bölgede ayrıca yaprağını döken ağaç cinsleri de
bulunmaktadır. Ekonomik getirisi olan zeytin ve çeşitli meyve ağaçları da mevcuttur56.
6-) Ulaşım
Bölgede ulaşım sınırlı ve güçlük arz eden bir durumdadır. Tesalya’da yollar
sayıca az ve çoğu patika halindedir. Deniz yolu ile ulaşım, bölgenin denize tek çıkış
noktası olan Golos’taki liman vasıtasıyla yapılmaktadır. Ayrıca bölgede incelenen
dönem itibarıyla henüz demiryolu bulunmamaktadır. Ancak sonraları, bölge Yunan
idaresine geçtikten sonra, Golos’tan biri Yenişehir’e, diğeri Çatalca üzerinden
Tırhala’ya uzanan iki demiryolu hattı tesis edilmiştir57.
54
Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 6; Sun, a. g. e., s. 32; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s.
1652; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, ss. 18-19.
55
Raif Yaşar – Hüseyin Kabasakal, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi, Osmanlı Devri (19121913), III. Cilt 2. Kısım, Garp Ordusu Yunan Cephesi Harekâtı, Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara
1993, s. 40; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 4; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652;
Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, s. 18.
56
Yaşar – Kabasakal, a. g. e., ss. 4-5; Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, ss. 4-5.
57
Sun, a. g. e., ss. 32-35; Şemsettin Sami, a. g. e, C. 3, s. 1652.
B-) TARİHÎ DURUM
1-) Tarihin En Eski Devirlerinden Bizans Dönemine Kadar Tesalya
Yunanistan’da yapılan kazılar sonucunda ele geçen Neolitik döneme ait
buluntular, bu ülkenin çok eski bir kültüre sahip olduğunu ortaya koymuştur. Tesalya’da
ise, Yenişehir ve Golos arasında önemli bir Neolitik kültürler grubuna rastlanmıştır58.
Yunanistan’ın Tunç Çağı’na daha yeni girdiği M.Ö. 2600’lerden itibaren
Anadolu’dan ve Kuzeyden gelen Hint-Avrupa kökenli “Aka”ların göçü yaşanmıştır.
Bölgede yaklaşık M.Ö. 2000’den M.Ö. 1200 yıllarına dek “Aka” hakimiyeti
kurulmuştur59. Tarihlerde “Ege Göçleri” veya “Deniz Kavimleri Muhacereti” olarak
bilinen ve Ön Asya dünyasını alt üst eden büyük kavimler hareketi M.Ö. XII. yüzyılın
başlarında meydana gelmiştir. Bu göçlerin neticesinde Balkan Yarımadası’nın
güneybatısındaki “İlliryalılar”la birlikte “Epirotlar” bugünkü Epir’e girerek buradaki
“Tesal”leri Doğuya yani bugünkü Tesalya’ya sürmüşlerdir. “Tesal”ler ise bu durumda
Akaların elindeki Pinios vadisini ellerine geçirmişlerdir. Söz konusu “Tesal” kavmi
Tesalya’ya ismini vermiştir. Bu Trakya ve İllirya kavimlerinin aralarındaki kaynaşma
Yunanistan’ın Kuzeyindeki “Dorlar”ı Güneye sürmüş ve onlar da “Aka”ların siyasî
üstünlüklerine son vererek Yunanistan’a hakim olmuşlardır60.
Siyasî ve kültürel alanlarda merkezî eğilimler gösteren şehir devletleri arasında
düzenli hukukî münasebetler bulunmamakla birlikte ortak dinî inançlar bu şehirlerin
bazı durumlarda birleşebilmelerini mümkün kılmıştır. Bu bağlamda Tesalya
şehirlerinden birçoğunu kapsayan dinî bir birlik mevcut olmuştur61.
Tarih öncesi uygarlıklarının önemli bir merkezi olarak bilinen Tesalya, kapsadığı
iki geniş ova sebebiyle bir tarım bölgesi olarak kalmış, fakat ovaların kenarında ve dağ
eteklerinde çoğu kez ise “Aka” yerleşim alanlarının üzerinde kurulan birkaç şehre sahip
58
Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Yay., Ankara 1999, ss. 12-13.
Mansel, a. g. e., ss. 59-87.
60
Mansel, a. g. e., ss. 87-95.
59
olabilmiştir. Tesalya, antik dönemde beş bölge olarak kabul edilmiş, bu bölgelerden
Magnesia, Golos’un kuzeyinde deniz sahilinden, Phthiotis, Golos ile Zeytun körfezleri
arasındaki Ermiye ve Dömeke taraflarından, Thessaliotis, bölgenin ortalarındaki Çatalca
ve Kardiçe taraflarından, Pelasgiotis, Yenişehir, ve son olarak Histiaeotis, Tırhala
taraflarından oluşmuştur62.
Yunan tarihinin Orta Çağı olarak adlandırılan dönemde (M.Ö. 1000-700)
Tesalya’da şahsî mülkiyet yerine kollektif mülkiyet anlayışı bulunduğundan tam
manasıyla bir aristokrasi hiçbir zaman ortaya çıkamamıştır. Daha sonraki dönemlerde
Tesalya tarihinde daima büyük çiftliklere sahip büyük aile grupları görülmüştür. Bu
aileler bir savaş durumunda birleşmişler, kayd-ı hayat şartıyla “tagos” adında bir prens
seçerek, ordunun sevk ve idaresini ona bırakmışlardır. Bu feodal teşkilât, Tesalya’da
uzun süre yaşamıştır63.
Yunan tarihinin klasik çağında (M.Ö. V. yüzyıl) Pers harpleri sırasında
Yunanistan’da bir millî birlik bulunmayıp, Tebai, Sparta’nın düşmanı Argos ve Tesalya
beyleri Perslerin tarafını tutmuşlar ve hatta Pers ordusu saflarında yer almışlardır64
M.Ö. IV. yüzyıl siyasî alanda Makedonyalıların ortaya çıktığı bir dönem
olmuştur. M.Ö. 356 yılında Delfi tapınağı hadiseleri Yunanistan’ı ikiye ayırmıştı.
Tesalya’daki Aleudların Fokislilere karşı Makedonya’dan yardım istemeleri üzerine
Makedonya Kralı II. Filip (M.Ö. 359-336), Tesalya’ya girmiş (M.Ö. 354) bir dizi
savaşlar neticesinde, Fokislileri Tesalya’dan çıkarmıştır. Filip, Tesalya birleşik
ordusunun başına geçmiş ve stratejik öneme sahip yerlere askerlerini yerleştirerek
Tesalya’ya bilfiil hakim olmuştur. Böylece Tesalya’da Makedon hakimiyet dönemi
başlamıştır. Hatta 344 yılında Filip, Tesalya birliğinin başkanı olmuştur. Filip’in
öldürülmesinden sonra kral olan İskender (M.Ö. 336-323) de, Tesalya birliği başkanı
seçilmiştir. Makedonya ve Tesalya’daki Yunan şehirleri, Makedonya kralına tâbi
olmakla beraber özel idare şekillerine ve otonomilere sahip olmuşlardır65.
61
Mansel, a. g. e., ss. 104-105.
Mansel, a. g. e., s. 107; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653.
63
Mansel, a. g. e., s. 107.
64
Mansel, a. g. e., s. 278 ve s. 290.
65
Mansel, a. g. e., s. 400, s. 403, s. 437 ve s. 492; P. L. İnciciyan – H. D. Andreasyan, “Osmanlı Rumelisi
Tarih ve Coğrafyası I”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974, s. 61.
62
İskender’in ölümünden sonra (M.Ö. 323) devlet parçalanmış ve Hellenizm
krallıkları devri başlamıştır. Bu devirde İskender’in generallerinden Antigonos’un oğlu
Demetrios (M.Ö. 294-287), bir dizi mücadelelerden sonra Makedonya kralı olmuş ve bu
suretle Makedonya ve Tesalya’ya hakim olmuştur66.
Kartacalı Hannibal (M.Ö. 247-183), Doğu devletlerini de İtalya savaşına katmaya
çalışmak suretiyle Roma ile olan mücadelesine bir dünya savaşı karakteri kazandırmak
istemiştir. Ancak Mısır ve Suriye, Roma’ya karşı böylesi bir oluşuma girmemişlerdir.
Fakat Makedonya kralı V. Filip (M.Ö. 222-179), Romalıların Cannae’de Hannibal’e
ikinci kez yenilmeleri üzerine, M.Ö. 215 yılında Kartacalılarla ittifak yapmıştır. Bu
suretle başlayan I. Makedonya Harbi (M.Ö. 215-205) sonucunda Romalılar, Bergama
krallığından başka Aitolya Birliği, Atina, Sparta, Elis ve Mesenya’yı kendi taraflarına
çekerek Yunan âlemini birbirine düşman iki bloka ayırmışlardı. Makedonya Kralı V.
Filip’in harekete geçmesi üzerine Bergama kralı, Makedonya baskısına karşı Roma’dan
yardım istemişti. M.Ö. 202 yılında Zama savaşı neticesinde Kartacalı Hannibal ile olan
mücadelesini başarıyla sona erdirmiş Roma, Doğu’daki dengenin bozulmaması için
Makedonya’ya savaş ilân etmiştir. Böylece meydana çıkan II. Makedonya Harbi’nde
(M.Ö. 200-197) Bergama ve Rodos Yunan bağımsızlığının savunucusu suretinde ortaya
çıkan Roma’nın yanında yer almışlardır. Başlangıçta tarafsız kalmış olan Aitolia ve
Akhaia, Roma başarıları üzerine Roma’nın yanında savaşa girmişlerdir. M.Ö. 197
yılında Tesalya’da meydana gelen savaşta Romalılar Makedonyalıları mağlup
etmişlerdir. Bu mağlubiyet üzerine Tesalya, Makedonya’dan ayrılmış ve Olimpos Dağı,
eskiden olduğu gibi, Makedonya sınırı olmuştur. Sonuçta Romalılar, Makedonya’nın
yerine Yunanistan’ın himayesini üstlenmiş oldular67.
M. Ö. 179 tarihinde Filip’in yerine geçen oğlu Perseus’un (M.Ö. 179-168),
Makedonya lehine Yunanistan’da faaliyetlere girişmesi Romalıların III. Makedonya
Harbi’ni (M.Ö. 171-168) başlatmalarına sebep olmuştur. Bu savaş neticesinde
Makedonya krallığı Romalılarca ortadan kaldırılmıştır. Yunanistan’daki karışıklıklar
Roma aleyhtarı bir vaziyet alınca ve Andriskos adında birinin Perseus’un oğlu olduğu
66
67
Mansel, a. g. e., s. 467.
Mansel, a. g. e., s. 482; Demircioğlu, a. g. e., ss. 279-296 ve ss. 296-319.
iddiasıyla ortaya çıkması, Roma’nın tekrar harekete geçmesini zorunlu kılmıştır. İsyân
sonunda bastırılmış ve Tesalya, Makedonya, İllirya ve Epir ile birlikte bir Roma eyaleti
durumuna getirilmiştir (M.Ö. 148)68.
2-) Bizans Döneminde Tesalya
Roma tarihinin yeni bir devresi olan Bizans Dönemi, Roma devlet tarzı, Grek
kültürü ve Hıristiyanlık inancının bir sentezi olmuştur. Erken Bizans devresinde
imparatorluk gerçekten hâlâ bir Roma devleti olmakla birlikte müteakip devrelerde eski
Roma hayat formları yavaş yavaş kaybolmuş, devlet Romalı temellerinden uzaklaşmış
ve Grekleşme ile Kiliseleşme gittikçe artmış, iktisadî, sosyal ve siyasî alanlardaki
gelişme ve değişmelerin de etkisiyle Orta Çağ’da artık yeni bir idare düzenine sahip
yeni bir devlet tarzı ortaya çıkmıştır69.
İmparator Diokletianus (M.S. 284-305), Roma’nın içinde bulunduğu krizler
ortamı ve M.S. III. yüzyıla özgü şartlar neticesinde bir dizi büyük reformlar
gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Tesalya, bu reformların sonucunda, merkezi Larissa
(Yenişehir) olan bir eyalet haline getirilmişti70.
Hunların Avrupa içlerine doğru harekete geçmeleri, önlerinde bulunan kavimlerin
de daha batıya doğru hareketlenmeleri Kavimler Göçü’nü başlatmıştı (M.S. IV. yüzyıl).
Avrupa’nın etnik yapısını değiştiren ve Batı Roma’yı mahveden bu göç dalgasından,
Balkanlar da nasibini almış, Doğu Roma da zor anlar yaşamıştır. Ancak asıl tehlikeli
göç dalgası VII. yüzyılda Avarlar öncülüğünde Slavlar tarafından meydana getirilmiştir.
Tehlike, Balkanlara akan Slavların araziye sahip çıkma ve kuvvetle yerleşmesi
neticesinde oluşmuştur. Bu Slav akınları, Balkanların etnik yapısında önemli ölçüde
değişikliklere yol açmıştır71.
VIII. ve IX. yüzyıllarda Bizans’ı Bulgarlar Kuzeyden, Araplar da Doğudan tehdit
eder olmuşlardı. Bulgarlar’ın Bizans arazisine düzenledikleri akınlara Tesalya da hedef
68
Mansel, a. g. e., s. 487; Demircioğlu, a. g. e., ss. 353-395.
Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara 1995, ss. 25-26.
70
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 30-32.
71
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 86-87.
69
teşkil etmiştir. X. yüzyıl başlarında Doğuda Araplar sadece Akdeniz’e değil etrafı
Bizans toprakları ile çevrili Ege denizine de hakim olmuşlardır. Bu sebeple, ardı ardına
adalar, Mora ve Tesalya kıyıları tahrip edilmiştir72.
960’lı yıllarda Bulgar Çarı Samuel (976-1014) önce Güneye yönelmiş, Serez ve
Selânik üzerine yapılan saldırıları Tesalya’ya yapılan akınlar izlemiştir. Larissa, 986’da
Bulgarların eline geçmiştir. Selânik’e kadar Makedonya’yı, Tuna ve Balkan sıradağları
arasındaki eski Bulgar sahasını, Arnavutluk’un bir kısmını, ve Tesalya’yı hakimiyeti
altına almıştı. Fakat imparator II. Basileos (976-1025), 1001’de başarılı Bizans karşı
saldırısını başlatmış ve Tesalya’da Bizans hakimiyeti süratle yeniden tesis edilmiştir73.
Buna rağmen Tesalya için yeni bir tehdit ufukta belirmekte gecikmemiştir. Bu
dönemde Bizans’a yönelik Batıdan, İtalya ve Sicilya üzerinden, Norman tehlikesi
belirmiştir. Normanlar, Epir, Makedonya ve Tesalya’yı aşarak Larissa’yı kuşattılarsa da
İtalya’da çıkan karışıklıklar geri çekilmelerine sebep olmuştur74.
IV. Haçlı Seferi, amacından saparak Latinlerin 1204 yılında İstanbul’u ele
geçirmeleri ve Bizans ülkesini kendi aralarında paylaşmaları ile neticelenmiştir.
Paylaşım sırasında Boniface de Montferrant kendisine önerilen Anadolu arazisini
istememiş ve şiddetli çekişme ve mücadelelerden sonra Selânik’i ele geçirerek
Tesalya’yı da kapsayan bir krallık kurmuştur75.
Bizans erkânı, Latin işgali altındaki bölgeleri terk ederek henüz Latinlerin eline
geçmemiş Bizans topraklarına kaçmışlar ve yerel halkın da desteğini alarak Bizanslılığı
yok olup gitmekten kurtaran yeni devletçikler kurmuşlardır: Laskaris (1204-1222)
idaresinde İznik, Mikhail Angelos (1204-1215) idaresinde Epir. Kısa bir zaman önce
72
Ostrogorsky, a. g. e., s. 157 ve ss. 239-240.
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 279-281 ve ss. 286-287.
74
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 330-331.
75
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 390-392; Nikos Svoronos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı,
Belge Yay., İstanbul 1988, s. 11.
73
ise, İstanbul’un ele geçirilmesinin bir yan etkisi olmaksızın Karadeniz kıyısında
Trabzon Rum İmparatorluğu meydana gelmişti76.
Epir devletinin başına Mikhail Angelos’un yerine 1215’de kardeşi Theodoros
(1215-1224) geçmiştir. Uzun bir kuşatmadan sonra Selanik’i ele geçiren Theodoros,
Makedonya’nın büyük bir kısmı ve Tesalya’yı içeren bir araziyi ele geçirmiş oldu.
Bulgar Çarı II. İvan Asen’e (1218-1241) karşı İstanbul’a yönelik mücadeleyi kaybeden
Thodoros esir olup gitmişti. Yerine basiretsiz kardeşi Manuel (1237) geçmiş, Selânik,
Epir ve Tesalya’da hakimiyeti elinde tutabilmişse de İstanbul’a aday olan Batı Grek
Devleti artık ortadan çekilmişti77.
İznik imparatoru Vatatzes (1222-1254), 1246’da Bulgarlar ve Batı Grek
Devleti’ne karşı kesin bir zafer kazanmıştır. Ancak Selânik’i zapt ettiyse de Batı Grek
Devleti, Epir ve Tesalya’da bağımsızlığını korumaya devam etmiştir. Hatta İznik
imparatorluğu, İstanbul’u geri aldıktan ve Bizans’ı tekrar ihya ettikten sonra bile bu Batı
Grek Devleti hakimiyeti altında bulunan Epir ile birlikte Tesalya da bu birleşmeye
katılmamış ve Bizans’a karşı düşmanlık beslemeye devam etmiştir78.
Batı’nın fetih gayretlerine karşı savunma mücadelesinde Bizans başarılı olmuş,
fakat Eski Bizans topraklarındaki mücadele de ise çok daha az başarılı olabilmiştir.
Epir, Akarnania, Aitolia ve Tesalya, Batı Grek Devleti hakimiyetinde olup inatla
Bizans’a karşı koymuştur. Palaiologosların, eski Bizans arazisini tekrar elde etme
girişimleri hiçbir yerde bu ayrılıkçı Grek devletinde olduğu kadar başarısız kalmamıştır.
Bizans imparatorlarının restorasyon faaliyetlerine karşı mücadelenin merkezi, Grek
büyük toprak sahiplerinin ülkesi Tesalya olmuştur79.
1318 yılına gelindiğinde hem Epir’de hem de Tesalya’da Angelos hanedanı sona
ermiştir. Tesalya’da II. Ioannes’in (1303-1318) ölümünden sonra ülkenin devlet olarak
varlığı kaybolmuştur. Tesalya’nın kudretli asilleri bağımsızlıklarını kazanıp kendilerine
76
Ostrogorsky, a. g. e., s. 393; Svoronos, a. g. e., s. 12; K. Süssheim, “Arnavutluk”, İA, C. 1, İstanbul
1965, s. 583.
77
Ostrogorsky, a. g. e., s. 403 ve s. 406; Süssheim, a. g. m., s. 583.
78
Ostrogorsky, a. g. e., s. 407 ve s. 417.
79
Ostrogorsky, a. g. e., s. 441; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 202, Süssheim, a. g. m., s. 583.
beylikler kurmaya gayret etmişlerdir. Bu dönemde Arnavut göçleri başlamış ve Tesalya
da bu göçlerden nasibini almıştır80.
Bizans İmparatorluğu, 1333 yılında Tesalya yerel güçlerinin en kuvvetlisi olan
Melissenos’un ölümünden sonra ülkenin karışıklık içine düşmesini değerlendirerek
ilhak etmiştir. 1337 yılında ise Epir’in ilhakı sağlanmıştır81.
1341 yılında İmparator III. Andronikos’un (1328-1341) ölümü ve Kantakuzen’in
Bizans tahtını ele geçirmeye yönelik mücadeleleri sırasında, Tesalya onu imparator
tanımıştır. Bu büyük arazi sahipleri ülkesi, Bizans aristokrasinin başkanına katılmıştı.
Kantakuzen, bu bölgenin idaresini eski dostu Ioannes Angelos’a kayd-ı hayat şartıyla
vermiş, ve o da yarı bağımsız bir surette ancak efendisine sadık bir şekilde hüküm
sürmüştür. Fakat yaşanan Bizans iç savaşı, Sırbistan’ın işine yaramış ve Duşan önce
Epir’i ve ardından Tesalya’yı 1348 tarihinde ele geçirmiştir82.
3-) Osmanlılar Döneminde Tesalya
Bizans’ın çöküşün eşiğinde bulunduğu XV. yüzyılda artık Osmanlı Türkleri,
Bizans kudretinin çözülmesiyle Balkanlarda ortaya çıkan boşluğu doldurmaya
başlamışlardır. Bizans’ın mirasına konma şansı en yüksek olanlardan Sırp kralı Stefan
Duşan 1355’de ölünce Sırp devleti dağılmıştır. Bu suretle Balkanlarda ilerlemekte olan
Osmanlılar karşısında mücadele edebilecek, güç sahibi bir devlet kalmamıştı. Bu arada
Epir’in tahtından indirilmiş hükümdarı II. Nikephoros (1335-1340), kaybettiği baba
mirasını tekrar elde etmek düşüncesiyle harekete geçmiş, Epir ve Tesalya’da büyük
başarılar kazandıysa da 1358 tarihinde Arnavutlarla olan mücadelesinde hayatını
kaybetmiştir83.
1379’da Navarro Birliği, Tesalya’yı Katalan hakimiyetinden kurtarmıştı. Atina
Dükü ölünce Bizans imparatoru Theodoros Palaiologos’un (1384-1407) Atina’yı ele
80
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 459-460.
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 468-469; Süssheim, a. g. m., s. 583.
82
Ostrogorsky, a. g. e., s. 476 ve ss. 481-482.
83
Ostrogorsky, a. g. e., s. 491.
81
geçirmeye çalışması, Kefalonya kontu ile arasını açmış ve onun da Osmanlılardan
yardım istemesi Evrenos Bey’in Mora’ya girmesiyle sonuçlanmıştır (1387)84.
Yıldırım Bayezid (1389-1402) zamanında Osmanlılar, Makedonya ve Selânik’in
fethiyle birlikte Tesalya ovasına uzanmış ve 1393 yılında Evrenos Bey Tesalya’ya
hakim olmuş ve müteakıben Osmanlılar Yunanistan üzerine harekete geçmişlerdi.
Buradaki iktidar mücadeleleri Türkler için ortamı müsait kılmıştı. Larissa, Türkleşerek
Yenişehir adını almış, bütün bir eyalet de Evrenos Bey’e tımar85 olarak verilmişti. Bu
dönemde beş Latin devletçiği Attika ve Mora’da hüküm sürmekteydi86. Navarro Birliği
Başkanı tarafından, Mora’daki Bizans Mistra despotluğuna karşı yardımı istenen
Osmanlı hükümdarı I. Bayezid, bütün vasallarını Siroz’da 1394’de bir araya toplamıştı.
Mora’ya gönderilen Evrenos Bey, 1395’de Veligosti ve Akova’yı yağmalamış, Sultan
da güneye doğru ilerleyerek Tırhala, Dömeke, Çatalca, Zeytun (İzdin), Neopatras ve
Salona’yı almıştır. Boudonitsa, vergi vermek şartıyla kurtulmuştur. 1397’de yapılan son
büyük akında Venedik’e ait Argos yıkılmış, Bizanslılar Leondari’de yenilmiş ve Modon
ve Koron’a kadar bütün Mora yakılıp yıkılmıştır87.
Fetret Devri diye adlandırılan 1402 Ankara Savaşı sonrası Osmanlı tahtını elde
etmek için şehzadelerin giriştikleri mücadele döneminde Süleyman Çelebi (1402-1410),
gerek Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerin kontrolünün temini ve gerekse de kendisine en
azından bir müttefik haline getirmek bakımından Bizans İmparatoru II. Manuel (13911425) ile 1403 yılında Gelibolu Muahedesi’ni yapmıştır. Evrenos Bey’in itirazına
rağmen bu antlaşma uyarınca Selânik, Tesalya ve bazı yerler Bizans’a bırakılmıştır.
Süleyman Çelebi’yi bertaraf eden Musa Çelebi (1411-1413), 1411 yılında Tesalya’yı ve
diğer bazı yerleri Bizans’tan geri almıştır. Çelebi Mehmed (1413-1421) hükümdar
84
Ostrogorsky, a. g. e., ss. 506-507; Donald Edgar Pitcher, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel
Coğrafyası, çev. Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999, ss. 74-75; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 294.
85
Herhangi bir toprak parçasının veya birden fazlasının yılda 20.000 akçeden az olan gelirinin belirli bir
görev ve hizmet karşılığında bir kimseye belli şartlarla tahsisi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Zeki
Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, MEB Yay., İstanbul 1983, ss. 497-507;
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, ss. 338-339.
86
Bunlar, 1388’den beri Floransalıların idaresindeki Atina Dükalığı, Latin Navarro Birliği yönetimindeki
Akhaia Prensliği, Amphissia’da Salona Kontluğu, tarihî Termopil geçidini elinde tutan Boudonitsa
Markizliği ve Tesalya’da Pteleon adasında bulunan Venedik kolonileri ile Mora’daki Modon ve Koron
şehirleridir.
87
Pitcher, a. g. e., ss. 81-82; Uzunçarşılı, a. g. e., s. 270 ve ss. 293-294.
olunca aralarındaki antlaşma gereğince bu yerleri tekrar imparatora geri vermiştir.
Bunun karşılığında imparator, Süleyman Çelebi’nin oğlu Orhan’ı sınır dışı etmiştir.
Tesalya, II. Murad’ın (1421-1451) 1431 yılında Selânik’i Venediklilerden aldığı sırada
tekrar ve kesin olarak ele geçirilmiştir. Tesalya’nın fethi, idare ve imarında Gazi
Turahan Bey ve oğlu Ömer Bey’in büyük rol ve hizmetleri olmuştur88.
Osmanlıların Makedonya’yı aşarak Tesalya bölgesinde göründükleri zaman
karşılaştıkları manzara sıradan görünümlü küçük şehirler ile savaşlardan yılmış yoksul
insan toplulukları olmuştur. Osmanlıların gelişine kadar Tesalya, Yunanistan’ın diğer
bölgelerine nazaran oldukça geri kalmıştı. Tesalya halkı, Latin ve Katalan kökenli
beyler tarafından ezilmiş ve yağmacı Ulahlardan bezmişti. Osmanlı hakimiyeti ile
bölgede kurulan sosyal, ekonomik ve siyasî düzen sayesinde, Tesalya kısa süre zarfında
gelişmiştir89. 1821 Yunan isyânına kadar da Osmanlı idaresinin bir parçası olarak
kesintisiz bir barış dönemi yaşamıştır.
C-) İDARÎ, SOSYAL VE EKONOMİK DURUM
1-) İdarî Yapı
Osmanlılar, Rumeli’ye geçişlerinden sonra Balkanlardaki fetih hareketleriyle bu
topraklar üzerinde hakimiyet kurmuşlar ve burada da kendi idarî teşkilâtlarını tesis
etmişlerdir. Bu idarî teşkilâtın temel birimi, bir “sancak beyi (mirlivâ)” yönetiminde
“sancak (livâ)” adını taşıyan, askerî anlamda yükümlülükleri bulunan ve bölgenin
kendine has siyasî, idarî ve ekonomik özelliklerine göre şekil verilen idarî birim
olmuştur. Bu idarî düzende sancakların birleşmesi ile bir beylerbeyi yönetiminde
“eyâlet” adı verilen daha büyük idarî bir birim oluşturulmuştur. Bir eyalet dahilinde
beylerbeyinin oturduğu sancak “paşa sancağı” olarak anılmıştır. Sancaklar birkaç köy,
kale ya da kasabalardan oluşan “nahiye”lere bölünmüştü. Bu arada sancak ile nahiye
88
Uzunçarşılı, a. g. e., s. 328, s. 340 ve ss. 347-348; Robert Mantran, (ed.), Osmanlı İmparatorluğu
Tarihi, C. 1, çev. Server Tanilli, Cem Yay. İstanbul 1995, s. 71 ve ss. 85-88; Franz Babinger, “Tırhala”,
İA, C. 12 ksm. 1, İstanbul 1965, s. 249.
89
Mehmet Ali Gökaçtı, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay., İstanbul 2001, s.
405.
arasında “kaza” veya “kadılık” olarak adlandırılan, sadece Müslüman nüfusun
bulunduğu yerlerde var olan ve idarî yetkisi de bulunan bir “kadı” tarafından yönetilen
adlî birimler mevcut olmuştur90.
Batılılaşma faaliyetlerinin damgasını vurduğu XIX. yüzyıla gelindiğinde ise
Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra (1826) II. Mahmud’un reformları dahilinde
vilayet idaresinde merkezî modele göre bir yapılanmaya gidilmiş, eyaletlerin
küçültülerek vilâyet adını almaları gibi birtakım düzenlemeler yapılmış ve taşrada
otoriteyi ele geçiren derebeyleri ile nüfuz grupları sindirilmiştir. Ancak asıl taşra idarî
düzeninde değişiklik, iç karışıklıklar ve dolayısıyla dış müdahalelere de bir set
çekebilme düşüncesi ile, 1864 yılında “Vilâyet Nizamnâmesi”nin, Fransız idare
sistemine ait “departman” yönetmelikleri ya da özetlerinden hareketle kaleme alınarak
yürürlüğe konmasıyla başlamıştır. Yeniden düzenlenen eyaletin adı “vilâyet” olarak
değiştirilmiş, vilâyetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere ve nahiyeler
de karyelere (köyler veya en az 50 hanelik kasaba mahallesi) ayrılmıştı. İlk uygulama
Midhat Paşa’nın valiliği altında Tuna Vilâyeti’nde yapılmıştır. Vilâyet kanunu 1867’de
bazı küçük değişikliklerle gözden geçirilmiştir. Bu uygulamanın başarılı olması üzerine
1871 yılında “İdare-yi Umumiye-yi Vilâyet Nizamnâmesi” hazırlanarak vilâyet sistemi
Osmanlı ülkesi çapında yürürlüğe sokulmuştur91.
a-) İdarî Bölünme
Tesalya, Osmanlılar döneminde, fethinden itibaren Tırhala livâsı adlı sancak
dahilinde bir bölge olmuştur. Tırhala’nın ilk mirlivâlarından biri II. Murad devrinde
sonradan Rumeli Beylerbeyi olan Sinan Bey idi. II. Bayezid (1481-1512) devrinde
90
Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, TTK Yay.,
Ankara 1995, ss. 83-87; Nikolai Todorov, The Balkan City, 1400-1900, University of Washington Press,
Seattle-London 1983, ss. 22-23. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 200.
91
Ortaylı, a. g. e., s. 149 ve s. 154; Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876,
çev. Osman Akınhay, C. 1, Papirüs Yay., İstanbul 1997, s. 168 ve s. 178; Enver Ziya Karal, Osmanlı
Tarihi, C. VII, TTK Yay., Ankara 1988, ss.152-158; İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî
İdareleri (1840-1880), TTK Yay., Ankara 2000, ss. 53-64.
Tırhala mirlivâlığı önemli bir idarî makam konumu arz etmiştir. Kanunî Sultan
Süleyman devri başlarında Tırhala livâsı 9 kazadan oluşmaktadır. Bu kazalar92:
1- Tırhala, Mirlivâ Mehmed Şah Bey tasarrufunda olup, hâsılı 131.019 akçedir. 22
mahallede 265 Müslüman hanesi, 8 mahallede 343 zımmî93 hanesi ayrıca 17 akıncı, 6
kürekçi ile 181 Yahudi hanesi bulunmakta ve Tırhala zeametleri94 arasında Mahmud
Çelebi’nin oğlu Karaca Paşa’nın zeameti de bulunmaktaydı.
2- İnebahtı, hass-ı humayundur95 (hâsıl 212.837 akçe).
3- Badracık, hass-ı humayundur (hâsıl 107.293 akçe).
4- Alasonya, Mustafa Paşa tasarrufundadır (hâsıl 38.021 akçe).
5- Çatalca, Sadrazam İbrahim Paşa hassıdır (hâsıl 39. 912 akçe).
6- Dömeke, eski sadrazamlardan Pîrî Paşa tasarrufundadır (hâsıl 60.293 akçe).
7- Yenişehir, mirlivâ hassıdır (hâsıl 113.078 akçe).
8- Fenar, bir subaşı96 elindedir (hâsıl 60.495 akçe).
9- Agrafa, bir zaim97 tasarrufundadır (hâsıl 42.994 akçe).
Bunlardan başka yerler de bu sancağa kayıtlıydı, fakat İnebahtı sonradan bir livâ
olarak Kaptan Paşa eyâleti adıyla da bilinen, Ege Denizi adalarını içeren Cezayir-i
Bahr-i Sefîd eyâletine bağlandığında ona bağlı bir kısım nahiyeler de bu yeni eyâlete
bağlanmıştı. XVIII. yüzyıl başlarında Tırhala livâsında 36 zeamet ve 439 tımar
92
M. Tayyib Gökbilgin, “Kanunî Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti, Livaları, Şehir ve
Kasabaları”, Belleten, XX/78, Ankara 1965, s. 258; Babinger, a. g. m., s. 249; Halil İnalcık, “Rumeli”, İA,
C. 9, İstanbul 1964, ss. 771-772; Todorov, a. g. e., s. 25.
93
Cizye (baş vergisi) vermekle yükümlü Hıristiyan tebaa.
94
Yıllık geliri 20.000 ilâ 100.000 akçe arasında olan dirliklere verilen addır. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. III,
s. 649; Sertoğlu, a. g. e., ss. 372-373.
95
Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan dirliklere verilen isimdir. Sancak beyleri, Beylerbeyler,
Vezirler, Hareme mensup kadınlar ve hükümdarlara mahsustur. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. II, ss. 751-752;
Sertoğlu, a. g. e., s. 139.
96
Şehir ya da kasabaların inzibat amiri. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 318.
97
Zeamet sahibi. Bkz. Sertoğlu, a. g. e., s. 372.
bulunmaktaydı. Evliya Çelebi’ye göre bu livâ, bir sefer vaktinde 3000 tımarlı ve
cebelü98 çıkarmaktaydı99.
Bir başka eserde, Osmanlı kayıtlarına göre bir vezir nezareti altında Tırhala’nın,
Yenişehir-i Fenar, Alasonya, Velestin, Çatalca, Platamana, Tumnik, Ermiye’den oluşan
8 adet kadılığa ayrılmış olduğu ifade edilmektedir100.
Tanzimat döneminde, 1864 yılında vilâyet düzenine geçildikten sonra Tesalya,
Tırhala merkezli olarak Tırhala Sancağı adıyla önce Selânik Vilâyeti’ne bağlanmış daha
sonraki düzenlemelerde Yanya Vilâyeti’ne dahil edilmiştir. Yanya Vilâyeti idarî
taksimatı şu şekildedir101:
YANYA VİLAYETİ
Sancaklar
Kazalar
BERAT
ERGİRİ
PREVEZE
TIRHALA
YANYA
Berat
Ergiri
Preveze
Tırhala
Yanya
Avlonya
Delvine
Narda
Yenişehir
Koniçe
Timurice
Permedi
Parga Fener
Golos
Grebene
Esferabar
Tepedelen
Margıliç
Kardiçe
Aydonat
Çatalca
Filan
Balibogun
Ermiye
98
Tımar ve zeamet sahiplerinin harp zamanlarında maiyetinde götürmeye mecbur oldukları silâhlı süvari.
Bkz. Pakalın, a. g. e., C. I, ss. 264-265; Sertoğlu, a. g. e., s. 62.
99
Gökbilgin, a.g. m., s. 277; Babinger, a. g. m., s. 250.
100
İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 61.
101
Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, Matbaa-yı Amire, İstanbul 1296, ss. 177-179; M. Tayyib
Gökbilgin, “Selânik”, İA, C. 10, İstanbul 1964, s. 346.
Alasonya
Tırhala sancağının idarî taksimatı ise şu şekildedir102:
TIRHALA SANCAĞI
Kazalar
Tırhala Yenişehir
Nahiyeler
Golos
Tırnova
Velestin
Yenice
BülbülceAdası
Kardiçe
Çatalca Ermiye Alasonya
Rendine Dömeke
Derelü
b-) Şehirler
Tesalya şehirleri, bölgeye Osmanlıların hakim olmalarıyla birlikte her bakımdan
canlanmış ve gelişmişlerdir. Tanzimat Dönemi, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi
Tesalya’da da şehirleşme bakımından modernleşme yolunda etkisini göstermiştir. 18391870 yılları arasında kentlerin nüfusu artmış ve özellikle Gayr-ı Müslimler arasında
büyük ölçüde inşaat faaliyetleri başlamıştır. Bu dönemde, şehirlerde nüfus
yoğunlaşırken, geleneksel yerleşim alanları dışındaki yerleşimlere de izin verilmiştir.
Yangına dayanıklı inşaat malzemelerinin ortaya çıkışı, şehirlerde yangınlara karşı daha
dayanıklı binaların inşasını mümkün kılmıştır. Şehirleşmenin ekonomik ve işlevsel
102
Kemal H. Karpat, Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social Charasteristics, The
University of Wisconsin Press, Madison 1985, s. 118; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s.1653; Babinger, a.
g. m., ss. 250-251; Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, 1296, s. 177; Tevfik Süleyman, Tesalya’da
Bir Cevelân ve Dört Aylık Seyahatim, Mahmud Bey Matbaası, Dersaadet 1315, ss. 166-167.
getirileri, bu dönemde idarî ve sosyal açıdan siyasî yönlerinin önüne geçerek geleneksel
şehir yapısının yerine modern anlamda bir şehirleşmeyi söz konusu kılmıştır103.
Yunanistan ile sınır düzenlemesine yönelik müzakereler sonucunda 24 Mayıs
1881 tarihli İstanbul Antlaşması ile, idarî taksimata göre Tırhala sancağına ait bulunan
Alasonya kazası Osmanlı Devleti’nde kalmış ancak Preveze sancağına bağlı Narda
kazasının merkezi olan Narda şehri Yunanistan’a bırakılmıştır. Burada, Alasonya şehri
herhangi bir şekilde Osmanlı sınırları dışında kalmadığı için bu şehir yerine Narda şehri
hakkında bilgi verilecektir.
i- Tırhala
Tesalya’nın Yenişehir’den sonra en büyük ve en ünlü şehridir. Yenişehir’in 130
km batısında ve Yanya’nın yaklaşık 200 km doğusunda, Köstem nehrine akan bir çayın
üzerinde, geniş bir ovanın kenarında ve denizden 150 metre yükseklikte dağ eteğinde
kurulmuştur104.
Kent, 1395 tarihinde Yıldırım Bayezid zamanında fethedilmişse de Fetret
Devri’nde siyasî bir takım düşüncelerle, Tesalya bölgesinin Bizans’a bırakılmasıyla
Tırhala da Osmanlı idaresinden çıkmıştır (1403). II. Murad zamanında, Selânik’in
Venediklilerden alındığı sırada Gazi Turahan Bey tarafından tekrar Osmanlı
topraklarına katılmıştır (1431). Fethi müteakiben Anadolu ve Rumeli’nin diğer
yerlerinden gelen Türk nüfus Tırhala’ya yerleştirilmiştir. İlk Osmanlı hükümdarları
burada, Turahanoğlu akıncı ailesine geniş temliklerde105 bulunmuşlardır. Tırhala ve
çevresindeki verimli arazi ilk andan itibaren tımar olarak Tahrir defterlerine
kaydedilmiştir. 1485-1490 yıllarında Hıristiyan tebaadan alınan cizye (baş) vergisi 9845
akçe idi. Serez, Drama, Karaferye gibi burada da çeltik mukataası öşrü bulunmaktaydı
103
Alexandra Yeralimpos, “Tanzimat Döneminde Kuzey Yunanistan’da Şehircilik ve Modernleşme
(1839’dan 19. yüzyıl sonuna)”, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, ed. Paul Dumont – François
Georgeon, çev. Ali Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1996, ss. 34-36.
104
Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, “Tırhala”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası,
İstanbul 1306, s. 1637; Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yay., İstanbul 1985, s. 398; İnciciyanAndreasyan, a. g. m., ss. 61-62.
105
Mülk olarak verme.
ve 1486’da bu mukataa106 diğerlerinden ayrılarak üç yıllığı 20.000 akçeye verilmişti.
Tırhala, başlangıçtan itibaren Rumeli eyaletine bağlı bir livâ olmuştur. XVII. yüzyılda
Kâtip Çelebi’nin meşhur Cihannüma adlı coğrafya eserine göre Tırhala’ya tâbi o
dönemde 5 nahiye vardır. Arnavut ve Ulahların bir kısmının İslâm dinine girmeleriyle,
kentte Gayr-ı Müslim nüfus azınlığa düşmüştür. Evliya Çelebi, 16 Müslüman, 8 Rum
mahallesi olmak üzere 24 mahalleden bahsetmiştir. Aynı zamanda kentin su
kaynaklarının bolluğuna da işaret etmiştir. Bir çok camii bulunan şehir, banileri olan
Gazi Turahan Bey ve diğer şahısların tayin etmiş oldukları vakıflarla bir çok medrese ve
mektepler idare edilmiştir. Şehirde Gazi Turahan Bey’in türbesinin de aralarında
bulunduğu bazı şeyh ve baba türbeleri vardır. XVII. yüzyılda 34 adet camiinin varlığı
bilinirken günümüzde sadece Kanunî Sultan Süleyman’ın eniştesi olan Osman Paşa’nın
yaptırmış olduğu Osmanşah Camii ayakta kalmıştır107.
Gerek Tırhala kazasında ve gerekse Tırhala şehir merkezinde Hıristiyanların
büyük çoğunluğunu Ulahlar teşkil etmektedir. Bu insanlar, yazları yaylalara
çıktıklarından ancak kışları şehir nüfusu daha kalabalık olmaktadır. Akarsuları ve kentin
çevresinde bağ, bahçe ve bostanları çoktur. Nem oranının yüksek ve kent mevkiinin
basık oluşu sebebiyle Tırhala’da yaz ayları boyunca dayanılmaz ve boğucu bir sıcak
hava hakimdir. Şehirde ve civarında velence (velense) diye bilinen kaba fanilalar, aba
ve yün döşekler ile sahtiyân108 üretilirdi. Tırhala çevresinde yetişen ziraî ürünler
hububat çeşitleri ile pamuk ve tütündür. Hayvancılık yaygın olduğundan yağ, kaşkaval
peyniri, yapağı, deri gibi hayvanî ürünler de bulunmaktaydı109.
1881 tarihinde Yunanistan’a terk edilişinden önce 1/3’ü Müslüman olan yaklaşık
12.000 kadar bir nüfusa sahip bulunmaktaydı. Bu Müslüman halkın çoğu Tırhala
Yunanistan sınırları dahilinde kalınca Osmanlı ülkesine göç etmiştir. Şehrin
106
Hazineye ait herhangi bir gelirin belirli bir bedel karşılığında kiralanması. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. II,
s. 578; Sertoğlu, a. g. e., s. 229.
107
Gökaçtı, a. g. e., ss. 406-407; Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1637-1638;
Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398; Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, TTK Yay., Ankara 2000, s.
330; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., ss. 61-62; Mehmet Ali Gökaçtı, “Tesalya’da İki Önemli Merkez
Tırhala ve Meteora”, Tarih ve Toplum, XXXI/182, Şubat 1999, ss. 34-35.
108
Serpilenerek boyanmış ve cilâlanmış deri.
109
Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1637-1638; Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398.
Yunanistan’a bırakılmasından sonra Yenişehir üzerinden Tesalya’nın liman şehri
Golos’a bir demiryolu hattı ile bağlanmıştır110.
ii- Yenişehir
Tesalya’da, Köstem nehrinin sağ kenarında yer almaktadır. İlk yerleşimin izleri
M.Ö. 6000’li yıllara kadar uzanmaktadır. İlk olarak mitoloji kahramanı Herakles
soyundan geldiğini iddia eden Aleuas klanının merkezi olmuştur. Yenişehir, Teutamius
tarafından kurulmuş fakat bu sülâleden Larissus, bu kenti oğlu için yeniden imar
ettiğinden Larissa olarak isimlendirmiştir. Ünlü hekim Hipokrat bu kentte ölmüştür.
Şehir, M.Ö. III. yüzyılda gerilemeye başlamış ve bu tarihten sonra Makedonya
hakimiyetine girerek imparatorluk bünyesindeki Tesalya Birliği’nin merkezi olmuştur.
Sırasıyla Roma, Bizans, Bulgar, Sırp, Frank ve Ulahların eline geçmiştir. Devamlı
olarak yaşanan göç ve işgaller kentin gelişimini etkilemiştir. M.S. IX. yüzyıldan itibaren
piskoposluk merkezi olmuştur111.
1393 yılında Türk akınlarıyla karşılaşan şehir, 1444 tarihinde II. Murad devrinde
fethedilmişse de onun ölümüyle elden çıkmış ve Fatih Sultan Mehmet zamanında Gazi
Turahan Bey tarafından Osmanlı idaresine katılmıştır. Bu sıralarda oldukça küçük ve
harap olan Yenişehir kalesi, Gazi Turahan Bey tarafından yıktırılmış ve taşları şehirde
yapılan inşaatlarda kullanılmıştır. Yenişehir Osmanlılar tarafından adeta yeniden
kurulduğu için şehrin adı da “Yenişehir” olarak kaydedilmiştir. 1506 yılı tahrirlerinde
kentte 700 hane Müslüman ve 78 hane Gayr-ı Müslim varlığı tespit edilmiştir. O
zamanlar Rumeli eyaletine bağlı bir sancak merkezi olan Yenişehir’in idarî ve askerî
yapılandırılması, 1457 yılında Mora seferi sebebiyle şehre uğrayan Fatih Sultan
Mehmet tarafından bizzat yerine getirilmiştir. Ahalisinin çoğunluğunu Anadolu
Yürükleri teşkil etmekteydi112.
110
Babinger, a. g. m., s. 251; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1637-1638; Pars Tuğlacı, a. g. e., s. 398.
Gökaçtı, a. g. e., ss. 411-412; Şemsettin Sami, “Yenişehir”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası,
İstanbul 1316, ss. 4803-4804; Kodaman, a. g. e., ss. 92-93; Mahir Mehdi, a. g. e., s. 35; Tuğlacı, a. g. e.,
s. 407; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 62.
112
Gökaçtı, a. g. e., s. 412; Yusuf Halaçoğlu, “Tesalya Yenişehiri ve Türk Eserleri Hakkında Bir
Araştırma”, GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974, s. 90; Tuğlacı, a. g. e., s. 407.
111
Şehrin bir mahallesi nehrin öte yakasında idi ve Yenişehir’de yılda bir defa 18
Ağustos tarihinde panayır kurulmaktaydı. Kent, Tesalya hatta bütün Yunanistan’da
ikinci sırada bulunan Rum metropolitlik (başpiskoposluk) makamı olup, kendisine tâbi
9 piskoposluk bulunmaktaydı. Şehir, aynı zamanda 500 akçeli bir kadılık olup taht
kadılığı konumunda idi.113.
Yenişehir, Evliya Çelebi tarafından “dar-ı tüccar” şeklinde isimlendirilmiştir.
Bununla birlikte şehirde, 22 camii, 5 hamam, 10 tekke, 4000 kâgir ev ile 800 dükkânın
varlığından bahsetmektedir. Ancak Yenişehir’deki Osmanlı dönemi camiilerinden
hiçbiri günümüze ulaşamamıştır. Ayakta kalabilmiş az sayıdaki Osmanlı eseri de 1941
yılındaki büyük depremde yıkılmıştır. Aralarında Gazi Hasan Bey Camii, Ömer Bey
Camii, Turahan Bey Camii, Bayraklı Camii ve Burmalı Camii olmak üzere sayıları 24
kadar olan camiinin yanı sıra, XVIII. yüzyılda kentte 8 adet medrese ile tekke ve
zaviyeler bulunmaktadır. Tekke ve zaviyelerin sayısı tasavvuf hayatının gayet gelişmiş
olduğuna işaret etmektedir. Başta Şeyh Nazif Efendi Mevlevihanesi, Etmekçizâde
Ahmed Paşa Zaviyesi, Sâdiyye Tekkesi ve Rukiye Hatun Tekkesi olmak üzere toplam
14 tasavvufî yapıdan başka 1 adet han ve 1 adet bedesten de kentte yer almaktaydı114.
Yunan idaresine geçtikten sonra 13.170 kişilik bir nüfusu, camiileri, medreseleri,
tekkeleri, Köstem Nehri üzerinde güzel bir köprüsü, etrafında pek çok bağ ve
bahçeleriyle, verimli ovaları, büyük çarşısı ve bir hayli istihkâmları bulunan kentin
Osmanlı idaresi zamanındaki nüfusu 25.000’i aşmaktaydı. Bu nüfusun ¾’ü
Müslümanlardan ibaret olup kalanlar Rum ve Yahudilerden oluşmaktaydı. Ancak
Yenişehir’in Yunanistan’a bırakılmasından sonra Müslüman halkın göç etmeye
başlaması sebebiyle kentte İslâm nüfusun azalmasıyla mamuriyet ve ticaret bakımından
da şehirde bir gerileme yaşanmıştır. İsmini Anadolu’da bulunan Yenişehir’den ayırt
edebilmek için bu kentin yakınlarında bulunan Fenar kasabasının adına izafeten bu
şehre “Yenişehir-i Fenar” da denilmektedir115.
113
İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 62.
Gökaçtı, a. g. e., ss. 412-413; Tuğlacı, a. g. e., s. 407; Çam, a. g. e., s. 385; Halaçoğlu, a. g. m., ss. 9394.
115
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4803-4804; Halaçoğlu, a. g. m., s. 97; Kodaman, a. g. e., ss. 92-93;
Mahir Mehdi, a. g. e., s. 15.
114
Yenişehir, Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakından sonra Yunanlılarca bu bölgede
oluşturulan eyâletlerden biri haline getirilmiştir. Bu eyâletin yüzölçümü 6540 km2 ve
nüfusu 168.034 kişi kadardı. İdarî taksimat bakımından Yenişehir, Tırnova, Aya, Golos,
Ermiye ile Dömeke’yi içeren 6 adet kazadan oluşmaktaydı116.
iii- Golos
Bugünkü adının antik dönemdeki Iolkos’tan türediği kabul edilmektedir.
Tesalya’nın deniz kenarında bulunan tek şehri olan Golos, Tesalya’nın yegâne iskelesi
olup, aynı adı taşıyan körfezin kuzeyinde bir koy içerisinde ve Yenişehir’in 50 km
güneydoğusunda yer almaktadır117.
Deniz kenarında bir tepenin üzerinde kurulu, dükkânları ve birkaç deposu ile
1840’ların başında 150 kadar Türk ailesinin yaşadığı küçük bir kale kenti olan Golos,
tarihi boyunca küçük bir yerleşim birimi olarak varlığını idame ettirmiş ve asıl
gelişmesini 1830’lardan sonra yaşamıştır. Mülklerinin değerinin düşeceğinden endişe
eden Türk dükkân sahiplerinin muhalefetlerine karşın kentin Doğu kıyısında, Pelion
Tepesindeki köylerde oturan Rum tüccarların girişimleriyle şehirleşme süreci
başlamıştır. Şehirleşme konusunda Rumlar, 1839’da Gülhane Hatt-ı Humayûnu’nun
ilânından sonra padişaha dilekçe vermişlerdir (1841)118. Bu dilekçe aynı zamanda Gayrı Müslimlerin Tanzimat’ın getireceği modernleşmenin günlük hayatlarına ve meslekî
gelişimlerine getireceği fırsatlardan hemen faydalanmak istediklerini göstermektedir.
Ayrıca bu kişiler, yeni bir şehir kurmak için resmî bir izin isterken, geleneksel yerleşim
düzeninin katı kurallarından uzak ve serbestçe ticaret yapmanın, deniz kenarındaki bu
basit yerin, yeni yerleşimlere açılmasıyla modern bir liman şehri haline gelmesinin
Osmanlı maliyesine ne kadar büyük getirilerde bulunacağı fikrini ileri sürmekteydiler.
116
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4803-4804.
Gökaçtı, a. g. e., s. 416; Şemsettin Sami, “Golos”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 5, Mihran Matbaası, İstanbul
1314, s. 3284; Tuğlacı, a. g. e., s. 347.
118
Yerolimpos, a. g. m., s. 54.
117
Bu tarihten sonra şehir plânlı bir şekilde imara açılmış, Rum ve Yunanlı tüccarların
yerleşmesiyle kent, Selânik’ten sonra Osmanlıların Ege Denizi kıyılarında bulunan
ikinci önemli iskelesi haline gelmiş ve 1860’lı yıllarda başlayan gemi seferleri ile
denizden Selânik’e bağlanmıştır119.
Golos, XIX. yüzyılın son çeyreğinde 4000 kadar bir nüfusa sahip olmuştur.
Osmanlı döneminde 3 cami, 1 mektep ve 1 köprü bulunmakla birlikte günümüze
hiçbirisi ulaşamamıştır. 1920’li yıllara kadar şehirde birkaç Türk ailesi yaşamış ve onlar
da daha sonra Türkiye’ye göç etmişlerdir. Golos, yazları fazlasıyla sıcak bir havaya
sahip bulunmaktadır Sağlam bir limana sahip olmasından ötürü ticaret merkezi
konumundaki kent, Yunanistan’a bırakılmasından sonra, bu şehirden başlayarak biri
Yenişehir’e ve diğeri Tırhala ve Kalambaka’ya kadar uzanan iki demiryolu hattı
döşenmiştir120.
iv- Kardiçe
Tesalya’da, Tırhala’nın 25 km Güneydoğusunda ve Köstem nehrine akan Kalıncı
Çayı üzerinde kaza merkezi bir şehir olup 4505 kişilik bir nüfusa sahipti. 1839 yılı
öncesinde
sadece
Müslümanların
yaşadığı
Kardiçe’ye,
padişah
fermanıyla
Hıristiyanların da yerleşmesine izin verilmiş ve 1840-1845 yılları arasında onlar için bir
varoş kurulmuştur121.
v- Çatalca
Tesalya’da, Yenişehir’in 40 km Güneybatısında ve Tırhala’nın 60 km
güneydoğusunda bir şehirdir. Çatalca oldukça eski bir tarihe sahip olup, antik devirlerde
Farsala adında bağımsız bir şehir devleti idi. Bu şehrin etrafında antik dönemlerden
kalma eski eserler yoğun olarak bulunmaktadır. Osmanlı idaresi zamanında 5000 kişilik
bir nüfusa, 6 camiye, ve 1 medreseye sahip olmuştur. Çatalca’da, yılda bir kez olmak
119
Yerolimpos, a. g. m., s. 39; Gökaçtı, a. g. e., s. 416; Tuğlacı, a. g. e., s. 347; İnciciyan-Andreasyan, a.
g. m., s. 63.
120
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 5, s. 3284; Tuğlacı, a. g. e., s. 347; Gökaçtı, a. g. e., s. 417; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 50; Kodaman, a. g. e., s. 90; Mahir Mehdi, a. g. e., s. 10.
121
Şemsettin Sami, “Kardiçe”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 5, Mihran Matbaası, İstanbul 1314, s. 3509;
Yerolimpos, a. g. m., s. 36.
üzere 20 Ağustos’ta panayır kurulmaktaydı. Ortodoks mezhebinin idarî yapılanması
dahilinde İstanbul Patriği’ne bağlı bir başpiskoposluk makamı olmuştur. Nüfusunun
çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte Yunanistan’a bırakılmasından sonra bu
Müslümanların çoğu Osmanlı ülkesine göç etmişlerdir. Dömeke nahiyesini de içeren 91
köyden oluşan bir kazanın merkezi olan bir şehirdir. Bu kazada bir çok camii, mescid,
ve
tekke
bulunmakta,
tekkelerinin
en
büyüğü
Durbalî
Baba’nın
türbesi
bitişiğindeki birçok vakıfları da bulunan Bektaşi tekkesidir. Çatalca şehri, mevkii olarak
Tırhala’nın ilerisine kadar uzanan geniş ve son derece verimli bir ovanın kenarında
olup, akarsuları, bağ ve bahçeleri gayet fazladır. Ancak sıcak ve bunaltıcı bir havası
vardır. Kazada çok miktarda hububat ve tütün yetiştirilmekteydi122.
vi- Ermiye
Tesalya’nın Güneydoğu taraflarında, Golos körfezinin Batı yakasında ve deniz
sahilinden 1 saatlik bir mesafede bulunan bir şehirdir. Osmanlı idaresi zamanında kaza
merkezi olup, nüfusunun çoğu Müslümanlardan oluşmak üzere 2500 kadar bir nüfusa, 5
camiiye, 2 medreseye, ve etrafı istihkâmlı bir kışlaya sahipti. Su kaynakları bol ve
kaliteli olduğu gibi meteorolojik açıdan nisbeten yumuşak bir havaya sahip
bulunmaktadır. Ermiye’nin, 1881 yılında Yunanistan’a ilhakı üzerine Müslüman halkın
çoğu Osmanlı ülkesine göç etmesi sebebiyle gerek şehrin, gerekse de kazanın nüfusu ve
mamuriyeti azalmıştır. Şehirde Semerkandlı Şeyh Ali’nin meşhur Barbaros Hayreddin
Paşa tarafından inşa ettirilmiş türbesi bulunmaktaydı123.
vii- Narda
Narda’nın eski bir şehir olduğu muhakkaktır. Ancak şehrin kimler tarafından ne
zaman kurulduğu hakkında birkaç görüş bulunmaktadır. Şemsettin Sami Kamûsu’lA‘lâm adlı eserinde kentin Ambrakia ismiyle Korentliler tarafından kurulmuş bir ticaret
kolonisi olduğunu ve şehir halkının etrafındaki Pelasglara vergi verdiğini yazmıştır124.
122
Şemsettin Sami, “Çatalca”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 3, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 1867; İnciciyanAndreasyan, a. g. m., s. 64.
123
Şemsettin Sami, “Ermiye”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 2, Mihran Matbaası, İstanbul 1306, s. 841; Tuğlacı, a.
g. e., s. 377.
124
Şemsettin Sami, “Narda”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası, İstanbul 1316, s. 4542.
Bir başka eserde ise kentin M.Ö. IV. yüzyılda Epir Kralı Pirhos tarafından kurulduğu
belirtilmiştir125.
Yanya’nın 60 km güneyinde ve aynı adı taşıyan nehrin sol kenarında olarak bu
nehrin Narda körfezine döküldüğü yerden 20 km yukarıda ve 1881 yılı sınır
düzenlemesi sonrasında Osmanlı Devleti’nde kalan verimli bir ovanın kenarında yer
almaktadır. Hıristiyanlık döneminde şehir kiliselerle donatılmıştır. Uzun bir müddet
suskunluk devresi geçiren kentin yıldızı Epir despotluğu zamanında yeniden parlamıştır.
Yanya’nın Osmanlılarca fethinden sonra 1448 yılına kadar vergi ödemek karşılığında
İtalyanların idaresinde kalan kent bu tarihten itibaren kesin bir şekilde Osmanlı
hakimiyetine girmiştir. Evliya Çelebi’nin ziyareti sırasında üçü Müslüman, dördü
Yahudi ve onu da Rum mahallesi olmak üzere toplam 17 mahalleden ibaret olan şehirde
ayrıca 2000 hane, 6 camii, 1 medrese, 3 tekke ve 1 han bulunuyordu. Narda’da mirî126
olan işlek bir dalyan vardı ki buradan balık ihraç olunmaktaydı127.
XIX. yüzyıl sonlarında 8000 kadar bir nüfusa sahip bulunan Narda, çevresiyle
birlikte coğrafî taksimata göre Epir’den sayılmıştır. Portakal ve limon bahçeleri ve
ziraat arazisinin nehrin sağ tarafında bulunmasından ötürü buralar 1881 yılındaki sınır
düzenlemesi gereğince Osmanlı idaresinde kalmıştır. Sınır hattı yerini tutan nehir
üzerinde kârgir bir köprüsü128 vardır129.
Epir’in güneyinde yer alan Narda şehri, Berlin Konferansı’nın kararlarıyla
Yunanistan’ a terk olunmuş ve Yunan idaresi tarafından ancak bir kaza oluşturabilecek
kadar araziye sahip olmasına karşın ayrıca bir vilâyet merkezi haline getirilmiştir.
Şehrin Yunanistan’a terkinden önce nüfusunun 1/3’ü kadarı Müslüman olup, bunlar
ilhaktan sonra Osmanlı ülkesine göç etmişlerdir130.
125
Gökaçtı, a. g. e., s. 398.
Mülkiyeti devlete ait.
127
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377; Gökaçtı, a. g. e., s. 400;
İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 82; Tuğlacı, a. g. e., s. 377; Çam, a. g. e., ss. 213-214.
128
Bu köprü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Semavi Eyice, “Arta Köprüsü”, TDVİA, C. 3, İstanbul 1991,
ss. 413-414.
129
Şemsettin Sami, a. g. e., C 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377.
130
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 6, ss. 4542-4543; Tuğlacı, a. g. e., s. 377.
126
2-) Sosyal Yapı
Tesalya’nın demografik verileri farklılıklar arz etmektedir. Sosyal yapıyı
oluşturan etnik gruplar bellidir ve değişmemektedir. Ancak bu etnik grupların nüfusları
konusu önemli bir mesele oluşturmaktadır. Türk nüfusun miktarının toplam nüfusa
oranla daha az olduğu bir gerçektir. Türklerin nüfus oranı kaynaklara göre üçte bir ilâ
on sekizde bir arasında değişmektedir. Bu oranlar arasında böylesi büyük farklılık
bulunması bölgedeki Türk varlığı meselesinin önemini gözler önüne sermektedir. Bu
nüfus verilerine aşağıda değinilecektir.
a-) Toplumsal Yapı
i- Müslümanlar
Tesalya Müslümanları dört etnik gruptan müteşekkil bulunmaktaydı131:
Türkler, Konya’dan geldikleri için “Konyar” olarak da adlandırılmaktaydılar.
Tesalya’nın ticarî ve idarî merkezlerinde oturmuşlar ve sadece Müslümanların meskûn
oldukları köylerde yerleşmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıp bu işlerde Arap ve
Habeşistanlı köleler kullanmışlardır.
Karadeniz Kuzeyinden gelen Türklerin Balkanlara göçü devam ederken IX.-XIII.
yüzyıllarda Bizans idarecileri bir yandan Slavların diğer yandan Latinlerin Trakya ve
Makedonya’ da ciddî bir hakimiyet tesis etmelerini önlemek için Anadolu’dan, özellikle
de Konya taraflarından birçok Türkmen kabilelerini oldukça tavizkâr tekliflerle buralara
iskân ettikleri bilinmektedir. Batı Trakya, Rodoplar, Makedonya ve daha çokçası da
Tesalya’da varlıklılarını hissettirmiş ve Bizans kayıtlarında “Vardarlı Türkler” olarak
geçen bu Türk toplulukları Konya civarından buralara yerleştirildiklerinden ötürü
“Konyar Türkleri” olarak da bilinmektedirler. Vergi muafiyeti, din ve kültür serbestliği
vb. ayrıcalıklar tanınmış olan bu Türkler, Osmanlı Türklerinin Balkanlara geçişleri
öncesinde Bizans tarafından ileri karakol kuvvetleri olarak kullanılmışlardır. Batılı
tarihçiler, bu Türklerin 1065 yıllarından itibaren Makedonya ve Tesalya’da yerleşmiş
131
Aleksandre Popoviç, Balkanlar’da İslâm, İnsan Yay., İstanbul 1985, s. 304.
olduklarını belirtmektedirler. Bu dönemde 55 ilâ 60 bin kişilik bir topluluk oluşturan bu
Türk grubu Bizans kroniklerinde de teyit edilmektedir132.
Osmanlılar döneminde ise, Rumeli’de Türk unsurların iskânı siyaseti dahilinde
Tesalya’da yerleşmiş olan Türklerden Selânik Yürükleri taifesi, önemli bir yer
tutmaktadır. 1543 tarihli deftere göre Tesalya’da en çok Yenişehir (117 Ocak), Fenar
(23 ocak) ve Çatalca’da (60 ocak) yerleşmişlerdir133.
Yürüklerle birlikte aynı defterlere kaydedilmiş ve aynı hukukî statü ile aynı malî
yükümlülüklere sahip bulunan ancak daha az sayıdaki Tatar zümreleri de mevcut
olmuştur. Bunlardan Tırhala Tatarları Selânik yürükleri zeametine dahildiler ve
Yenişehir’de 8, Çatalca’da 4 ocak yazılmışlardır134.
Arnavutlar, düzen sağlayan kolluk kuvvetleri vazifesini yerine getirmişlerdir.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte Osmanlı ülkesinde ortaya çıkan
Bektaşilik aleyhtarı akım sebebiyle nüfus ve iktisadî açıdan bir gerileme içine
girmişlerdi.
Tatarlar, 1854 ve 1875-1876 yıllarındaki Rusya’dan Osmanlı Devleti’ne yapılan
göç hareketleri dahilinde bölgeye getirilerek 125 hane halinde iskân edilmişlerdir.
Çerkesler ise, 1867 ve 1875-1876 yıllarında Tesalya’ya gelerek, Ermiye,
Yenişehir, Balabali, Velestin taraflarına yerleşmişlerdi.
Kırım’dan ve Kafkasya’dan gelen Tatar ve Çerkez göçmenler hakkında Muhacirîn
idaresi tarafından Tırhala Sancağı’nda 5-6 bin hane göçmen yerleştirilebilecek kadar
arazinin varlığı Sadarete bildirilmişse de Sadaret, bu göçmenlere arazinin taksimi
esnasında bir göçmen hanesi başına düşecek arazi miktarının azalacağı düşüncesiyle bu
sayıyı çok bulmuştur. Muhacirlere verilen arazi mirî arazi idi ya da sahiplerince çeşitli
132
M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihân, İÜEF Yay., İstanbul 1957, ss.
9-10; Hüseyin Memişoğlu, Bulgaristan’da Türk Kültürü, TKAE Yay., Ankara 1995, ss. 19-21.
133
Gökbilgin, a. g. e., ss. 74-75.
134
Gökbilgin, a. g. e., ss. 86-87.
sebeplerle terk edilmiş arazilerdi. Neticede Tırhala Sancağı dahilinde 200 ilâ 400 hane
kadar muhacir yerleştirilmesiyle yetinilmiştir135.
Müslümanların bir kısmı, kırsal kesimde yaşamışlar ve büyük çiftliklere sahip
olmuşlardır. Tesalya’nın, sık sık Yunanistan tarafından siyasî maksadına uygun olarak
isyâna sevki ve bölge coğrafyasının eşkıya faaliyetlerine münasip durumu köylerde ve
çiftliklerde
Müslümanların
genellikle
tahkim edilmiş
kule
tipindeki
evlerde
oturmalarına vesile olmuştur. Ancak Müslümanların büyük kısmı şehirlerde, İslâm
şehircilik geleneğine uygun olarak Gayr-ı Müslimlerden ayrı olan mahallelerde
yerleşmişlerdir. Müslümanlar nüfus bakımından örnek vermek gerekirse, Yenişehir’in
%54’ünü,
Velestin’in
oluşturmaktaydılar
136
%87’sini,
Çatalca’nın
%55’ini,
Alasonya’nın
%75’ini
.
Yenişehir’de 27 camii ve kentteki yapıların dörtte üçüne sahip 10.800 Müslüman
bulunmaktadır. Tırhala’da 7 camii ve 3000 Müslüman, Golos’da kalenin çevresinde
oturan 1400 Müslüman, büyük bir tarım merkezi olan Kardiçe’de toplam nüfusun %48’i
olan 2385 Müslüman barınmaktaydı. Ayrıca 1858 tarihli bir kaynakta, hemen hemen
bütün Tesalya Müslümanlarının kendi dillerine ilâve olarak Rumca bildiklerini ve
Rumca konuştuklarının ifade edildiği belirtilmektedir137.
ii- Hıristiyanlar
Tesalya Hıristiyanları Ortodoks mezhebine mensup olup iki etnik gruptan
oluşmaktaydılar.
Rumlar, Osmanlı fetihleri sonucunda Osmanlı hakimiyeti altına alınmışlardır.
İstanbul Patrikliğine bağlı olarak Osmanlı millet sistemi dahilinde yer alarak Osmanlı
idaresine bağlanmış olan Rum milleti, etnik kökenleri faklı olmalarına karşın
Yunanlılardan başka diğer Balkanlı Ortodoks inanca sahip milletleri de, Sırp, Bulgar,
Ulah gibi, kapsayan bir anlam ifade etmiştir. Etnik manadaki Rum unsur, Patrikhane,
135
Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri, 1856-1876, TTK Yay., Ankara 1997, ss. 169-170.
Popoviç, a. g. e., ss. 304-305.
137
Popoviç, a. g. e., s. 305.
136
kutsal sinod138 ve Ortodoks dinî hiyerarşisi desteğinde bu millet sistemi dahilinde önde
gelen ve hakim unsur olmuştur. Etnik Rumlar Osmanlı bürokrasisinde İslâm dinine
geçmeden, önceleri tercüman daha sonra ise 1711-1821 arası dönemde Fenerliler olarak
da bilinen Eflâk ve Boğdan yöneticileri olarak yüksek makamlara getirilmişlerdir. Aynı
zamanda bu etnik Rumlar, denizcilik ve ticaret yoluyla Avrupa kapitalist sistemine ilk
katılan ve bu sistemden ilk faydalanan Osmanlı tebaası olmuşlardır139.
Tesalya bölgesi arazisinin mirî yani hazineye ait olması dolayısıyla çeşitli devlet
görevlilerine has, zeamet, tımar şeklinde verilmiş olan bu topraklar üzerinde yaşayan
Gayr-ı Müslimlerin statüleri de şahsî durumlarına göre değişiklik arz etmiştir. Bu
bölgedeki Rumların çok azı kiracı konumunda olup, önemli bir bölümü topraksız
köylülerden müteşekkildi ve bu arazileri sadece ekip biçmişlerdir140.
Ulahlar: Valahlar olarak da bilinen bu Romen asıllı topluluk çobanlıkla ve ilkel
seviyede tarımla uğraşmışlardır. Balkanlara yayılan bu Ulah topluluklarından bazıları
XII. yüzyılda Makedonya ve Tesalya dağlarına yerleşmişlerdir. Burada, Güney ve Orta
Pindosları ve Makedonya’nın bir kısmını içine alan bağımsız bir Valahya devleti
kurmuşlardır. 1204’de İstanbul’un Latinlerce işgalini müteakip ortaya çıkan Epir
despotluğu içinde bu devlet erimiş ve sonra Sırplar tarafından ilhak edilmiştir. Daha
sonra ise bölgeye Osmanlıların gelişiyle Türk idaresine girmişlerdir. Tesalya’da etnik
yapıyı oluşturan en önemli grup olan Ulahlar, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine
mensupturlar. Kırsal ve göçebe özellikler taşımaktadırlar. Tesalya’da Tırhala, Aspro
Potamo ve dağlık yerlerde meskûn olan Ulahlar, bir ara Rumlaşma hevesine
kapılmışlarsa da sonradan kendi dil ve kültürlerine sahip çıkmışlardır141.
iii- Yahudiler
Osmanlı idaresinin son günlerinde Tesalya’da aşağıdaki nüfus tablosundan da
görüleceği üzere sayıları az da olsa Yahudi nüfus bulunmaktadır. Bu Yahudilerin 650’si
138
Patrikhanenin en yetkili organı olan 8 ilâ 12 metropolitten oluşan meclis.
Karpat, a. g. e., s. 46; Sonyel, a. g. e., s. 24.
140
Gökaçtı, a. g. e., s. 310.
141
Hugh Poulton, Balkanlar: Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1983, s.
116 ve ss. 228-229; Şemsettin Sami, “Yunan”, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 6, Mihran Matbaası, İstanbul 1316,
4824; Ostrogorsky, a. g. e., ss. 373-373.
139
Golos’ta, 3.000 kadarı Yenişehir’de, 400 kadarı Tırhala’da ve 40 tanesi de Kosterisi’de
ikamet etmekteydi142.
b-) Demografik Yapı
Tesalya’nın 1878’lerdeki nüfusu, özellikle İslâm ahalinin nüfusu, kaynakların
verdiği bilgiler ışığında farklılıklar arz etmektedir. Aşağıdaki tablolar bu durumu ortaya
koymaktadır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden önceki Yanya Vilâyeti genel nüfusu
şöyledir143:
YANYA VİLAYETİ
Berat
102.570
Ergiri
283.101
Yanya
327.675
Preveze
211.710
Tırhala
179.100
TOPLAM
1.796.156
Tablodan da takip edilebileceği üzere Tırhala Sancağı’nın toplam nüfusu 179.100
kişidir.
Dönemin Türk gazetelerinde yayımlanmış (1878 yılı) Osmanlı Devleti’nin nüfus
istatistiklerinden 1881 Yunan sınır düzenlemesi göz önüne alınarak Yanya Vilâyeti’nin
Tırhala Sancağı ve ayrıca Preveze Sancağı’na dahil Narda’nın köy sayıları ve
nüfuslarına ait verilere göre Yunanistan’a terk olunan mahallerin nüfusu aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir144:
142
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Βρανειο Ακαδηµιας Αθηνων, Τοµος ΙΓ, Αθηνα 1980, s. 396.
British Docs. on For. Aff., vol. 5, s. 386.
144
British Docs. on For. Aff., vol. 5, s. 390.
143
Tırhala Sancağı
Köy
Müslim
Gayr-ı Müslim
Tırhala
128
1.866
42.668
Yenişehir
124
12.934
36.392
Golos
112
852
36.688
Çatalca
90
4.500
8.690
Kardiçe
111
788
11.031
Toplam
565
20.940
135.469
Narda
135
3.750
22.000
TOPLAM
700
24.690
157.469
Preveze Sancağı
Bu tablodan anlaşıldığı üzere Müslüman nüfus, Hıristiyan nüfusun yaklaşık olarak
altıda biri nisbetindedir.
Yunanistan Askerî Bakanlığı tarafından hazırlanan çalışmaya dair bir başka veriye
göre, Osmanlı idaresinin son günlerinde, Tesalya’nın nüfusu 330.000 kadardı ve bu
sayının 40.000 kadarı Müslüman, 4000 kadarı da Yahudi idi. 1878 yılındaki bir sayım
sonucunda aşağıdaki tablo elde edilmiştir145.
Kaza
Ermiye
Hristiyanlar
Müslümanlar
Yahudiler
7240
1731
Golos
71.985
2675
650
75.310
Velestin-Tırnova
26.580
16.445
3000
43.025
118.875
8435
400
127.310
Tırhala-Dereli-AlasonyaYenişehir
145
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396; Popoviç, a. g. e., s. 304.
-
Toplam
8971
Kardiçe-Çatalca-Dömeke
Toplam
60.021
10.106
40
70.127
284.701
39.392
4.090
324.093
Bu tabloda, Müslümanların toplam nüfusun yaklaşık sekizde biri kadar olduğu
görülmektedir. Oysa bu döneme çağdaş bir Osmanlı kaynağı olan Kamûsu’l-A‘lâm’da
nüfusun tabloda belirtilen sayıya yakın bir şekilde 300.000 civarında olduğu ancak
çoğunluğu Rum ve Ulah unsurların teşkil etmesine rağmen Müslüman halkın, toplam
nüfusun üçte birini oluşturduğu belirtilmiştir146.
1857 yılında Tesalya nüfusunun etnik açıdan dağılımına göre şu tablo ileri
sürülmüştür147.
Rum
293.000
Çingene
5.000
Ulah
21.000
Asyalı
20.000
Yahudi
8.000
Habeşistanlı
8.000
TOPLAM
355.000
Görüldüğü üzere, diğer verilerle kıyaslandığında Yunan kaynaklı bu tabloda,
Asyalı olarak nitelenen Türkler toplam nüfusun yaklaşık %6’sı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu sayı ayrıca, Tesalya’daki Türk varlığının Yunan kaynaklarınca çok az
gösterilmeye çalışıldığının bir kanıtıdır.
Yunanlıların “Megali İdea” ülküsünün etkisiyle de bir propaganda aracı olarak
Rum varlığının olabildiğince çok gösterilmesi bakımından önem arz eden bu nüfus
konusu çeşitli sayım denemelerini de beraberinde getirmiştir. Yunan çevreleri tarafından
ilk resmî nüfus sayımı çabası Yenişehir ve Golos’daki Yunan konsolosları tarafından,
Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın emriyle 1876 yılında gerçekleşmiştir. Buna göre Rum
146
147
Şemsettin Sami, “Tesalya”, s. 1652.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396.
nüfus 354.230, Türk nüfus 38.730, Yahudi nüfus 3.650, Ulah nüfus ise 30.000 olarak
belirtilmiştir148.
c-) Kültürel Yapı
i-) Eğitim
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde özellikle eğitim
alanında önemli gelişmeler kaydedilmiş, Avrupa tarzı eğitim veren okullar açılmıştır.
Tırhala Sancağı dahilinde de bu tür okullar faaliyet göstermiştir. Yanya Vilâyeti’nde
toplam 445 sıbyan mektebi hizmet vermiştir. Tırhala, Yenişehir ve Kardiçe’de birer
“Rüşdiye”149 faaliyet göstermiştir150.
Tesalya’nın, Müslümanlar için eğitim alanında, İslâm nüfusun az oluşu sebebi ile
de, yetersiz bir okullaşma içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak Tesalya, Rumlar
açısından Türk yönetimi zamanında eğitim hareketlerinde büyük bir varlık göstermiştir.
Rumlarla meskûn tüm Osmanlı ülkesi dahilinde 1867 yılında “Rodokanakia” adı verilen
sınavın sonuçlarına göre oluşturulan listeye bakılırsa 24 okul ile birinci sırada yer
almaktadır. Eğitim faaliyetlerinde, Mısır gibi yurt dışında bulunan Tesalya kökenli
zengin Rumların katkıları büyük olmuştur. Bunların maddî destekleri okulların sayısını
oldukça arttırmış ve hatta bu dönemde 11 adet kız okulu da kurulmuştur. Bu sayede
Tesalya Rumlarının gerek okur yazarlık oranı ve gerekse eğitim kaliteleri daha yüksek
bir seviyede olmuştur151.
ii-) Din
Tesalya’da, çalışmamızın konusunu teşkil eden dönemde üç ilâhî dinin mensupları
var olmuşlardır. İslâm dini, Türkler tarafından bu bölgenin fethiyle birlikte gelmiştir.
Türkler yerleştikleri şehir, kasaba ve köylerde camiiler, tekkeler, zaviyeler, medreseler,
vakıflar tesis ederek din alanında varlık göstermişlerdir. Türklerden başka, Arnavutlar,
Tatarlar, Çerkezler İslâm cemaatini oluşturmuşlardır.
148
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 396.
Günümüzdeki ortaokullara denk olan eğitim kurumu.
150
Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, 1296, s. 179.
149
Rumlar ve Ulahlar, Hıristiyan dininin Ortodoks mezhebine mensupturlar. Tesalya,
din alanında İstanbul Fener Patrikhanesine bağlı olan metropollerin idaresi, yetki ve
sorumluluğunda olmuştur. Yenişehir ve Çatalca metropollük merkezleri olmuş ve
kendilerine bağlı piskoposluklar ile bölgede faaliyette bulunmuşlardır. Tırhala’ya 20 km
mesafedeki Meteora’da dağlar ve kayalıklar üzerinde Ortodokslarca kutsal sayılan bir
Manastırlar grubu vardır152.
Bölgede
sayıları
4.000
kadar
olan
Yahudiler
de
Musevî
cemaatini
oluşturmuşlardır.
3-) Ekonomik Yapı
1810-1820 yılları arası dönemde krizde olan Tesalya ekonomisi Yunan isyânının
sona ermesinden sonra çökmüştü. Fakat kısa sürede tekrar toparlanmış ve özellikle
tarım ve hayvancılıkta eski durumuna gelmiş ve hatta eski seviyeyi geçmiştir153.
Tesalya’da ziraî ekonomi hakim olmuştur. Bölgede görülen sanayi de tarım ve
hayvancılığa dayalıdır.
a-) Tarım
Tesalya dahilindeki geniş ve bereketli ovalar verimli bir toprağa sahiptir. Tesalya
ovalarının en temel ürünü buğday, arpa, çavdar ve mısır gibi tahıllardır. 1861-1865
Amerikan İç Savaşı sebebiyle fiyat artışlarından dolayı ihracatı desteklenen pamuğun
üretimi yaygın hale gelmiştir. Ayrıca 1865 yılından sonra Tesalya’da ipek böcekçiliği
artmıştır. Buna bağlı olarak dut üretimi de artmıştır. En çok kâr getiren ürün tütün
olmuştur. En iyi tütün Kardiçe ve Farsala ovalarında yetiştirilmektedir. Pelion
taraflarında zeytincilik yoğun olarak yapılmıştır. Burada ayrıca elma, armut, kiraz,
narenciye, ve incir ihraç edilmek üzere üretilmiştir. Zagora kestanesi İstanbul, Selânik
151
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 402-403.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 402; Gökaçtı, a. g. m., ss. 37-41.
153
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398.
152
ve İzmir’e ihraç olunurdu. Tesalyalı çiftçiler, zeytinyağının ihracından ötürü, yağ
ihtiyaçları için susam yetiştirmişlerdir. XIX. yüzyıl sonlarında Tesalya’nın dağlık
yörelerinde patates üretimine başlanmıştır. Yaygın olarak yetiştirilen ürünler, hububat
ve çeşitli zahireler ile pamuk, susam, tütündür. Zeytin ve ipek üretimi de yapılmıştır.
Tesalya’nın ürün zenginliği yabancı gezginleri etkilemiş ancak kullanılan eski üretim
yöntemleri de hayrete düşürmüştür. Oysa ki Gayr-ı Müslim çiftliklerindeki hayat şartları
Türklerinkinden çok daha iyi olmuştur. Bu Hıristiyan çiftlik sahipleri ziraat
mühendislerinin tavsiye ettiği üretim yöntemlerini uygularlar ve buharlı makineler
kullanmışlardır.154.
1839 Tanzimat Fermanı ve 1858, 1868 ve 1871 yıllarındaki arazi ve tarım
yasalarıyla, mülkiyet güvence altına alınmış ve bunun sonucunda zengin Rum tüccarlar,
Tesalya’da ucuza satılan emlâk arazilerinden satın almaya başlamışlardır. 1863 yılında
Yunanistan’ın Yenişehir konsolosu devletin 68 çiftlik için açık arttırma ilânından
bahsetmektedir. Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı kesinleşince Müslüman ahali mülkünü
satışa çıkarmış ve böylesi fırsat ortamında Odigos Zografos adlı tüccar çok büyük ve
geniş arazilere sahip olmuştur. Sıradan Rum çiftçiler de Türk emlâkinden satın
almışlardır155.
b-) Hayvancılık
Tesalya, coğrafyası itibarıyla hayvancılık yönünden de çok zengin ve uygun bir
bölge olmuştur. Hayvancılık da Tesalya’nın temel gelir kaynaklarından birisini teşkil
etmektedir. Köylülerin besledikleri koyun, keçi, domuz ve kaz dışında öküz, at, sığır ve
hergele156 bölge hayvancılığını oluşturmuştur. Sığırları büyük cüsseli ve oldukça
kuvvetli bir yapıya sahip olmuştur. Eski zamanlarda ise atlarının meşhur olduğu ve hatta
en önce İran atlarını yetiştiren ve eğitenin Tesalyalılar olduğu rivayet edilmektedir.
Antik devirde Tesalya’ya yetiştirdiği cins atların bolluğundan ötürü “Atistan” denmişti.
154
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1652; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 62; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165.
155
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 398.
156
Eşek sürüsü.
Keza Larissa sikkelerinin alâmeti at resmi olmuş, Tesalya askerleri de genellikle süvari
olarak betimlenmiştir. Kışın ovalarında görülen ılıman havası ve sayıca çok olan
meraları sebebiyle Yukarı Arnavutluktan yani Kosova ve Manastır vilâyetlerinden pek
çok koyun sürüleri Tesalya’ya inerek kışlamıştır. Arnavut beylerinin Tesalya’da bir çok
çiftliklerinin var olduğu bilinmektedir Hayvancılık göçebeler tarafından özellikle
Ulahlar tarafından yapılmıştır. Haftalık pazarlarda peynir, tereyağı, yün ve kuzu derisi
gibi ürünlerini satarlardı. Peynircilik sektörü gelişmiştir. Hayvanlar yıllık pazarlarda
özellikle Yunanlı tüccarlara satılmış ve büyük kâr getirmiştir157.
c-) Sanayi
Tesalya’da mahallî sanayi zamanına göre hayli ileri bir durum arz etmektedir.
Bölgedeki zengin tüccarlar ihracat için yetiştirilen pamuğun daha iyi ve daha hızlı
temizlenmesini sağlayan çırçır makinelerini bazı kentlere yerleştirmişlerdir. Tesalya’da
bulunan ormanlardan kereste üretilir ve ihraç edilmiştir. Ulah köylerinde dokunan ve
velence (velense) diye tabir olunan kaba fanila, aba, bir tür kumaş olan şayak, kilim gibi
yün dokumalardan başka, pamuktan bez ve alaca, ipekten bazı kumaşlar da
dokunmuştur. Bölgedeki mevcut hayvancılıktan ötürü tabakhaneler de önemli bir sanayi
kolunu oluşturmuştur. Aya’daki 9 derici yılda 16-17 bin deri işlemiştir. Bölgedeki
pamuk ziraati beyaz ip üretimini ve ihracatını sağlamıştır. Zarkos’ta az beyaz pamuk ve
renkli pamuk karışımından özel Zarkos kumaşı dokunmuştur. Tesalya’da çok miktarda
meşin, sahtiyân ve kösele imal edilmiştir. Yunanistan’a ilhaktan önceki yıllarda
Tesalya’da ilkel sayılabilecek seviyede fabrikalar kurulmuştur. Golos’ta bütün
Tesalya’ya yönelik bir sabun fabrikası ve bir halı fabrikasının varlığından
bahsedilmektedir. Bir İsviçre ticarî kuruluşu, 1872 yılında ipekli dokuma fabrikası ile
makarna fabrikası ve birkaç yıl sonra da bir şarap fabrikası kurmuştur. 1866 yılında
Aya’da ihracata yönelik bir kiremit fabrikası var olmuştur158.
157
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 399; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, ss. 1652-1653; YaşarKabasakal, a. g. e., s. 62; Tevfik Süleyman, a. g. e., s. 165; İnciciyan-Andreasyan, a. g. m., s. 61.
158
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 399-400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653; Tevfik
Süleyman, a. g. e., s. 165.
d-) Madencilik
Tesalya’nın maden varlığının ne kadar olduğu ve XIX. yüzyıl boyunca ne kadar
bir kapasitede işletildiği hakkında tam ve kesin bilgiler azdır. Tesalya’da krom, kurşun,
bakır, manganez ve kömür gibi madenler bulunuyorsa da bu madenlerden pek azı ihraç
edilmektedir. Yenişehir civarında ayrıca mermer yatakları bulunmaktadır. İngiliz
konsolosu Longworth raporunda işletilmekte olan demir, bakır, kömür, kurşun ve
katrandan bahsetmektedir. Ayrıca İngiltere’nin Golos konsolos yardımcısı Stuart’ın
1859 yılında Zagora’daki kurşun ve gümüş ocaklarını ziyaret ettiği hakkında raporu
bulunmaktadır159.
e-) Avcılık
Bölge avcılık bakımından da müsait bir konumdadır. Gerek Köstem nehrinde ve
gerekse mevcut diğer küçük göllerde ve özellikle Karla gölünde çok miktarda balık
avlanmakta ve dağlarda çeşitli türlerde av hayvanları bol miktarda bulunmaktadır160.
f-) Ticaret
XIX. yüzyılda tarımın gelişmesi dış ticaretin de gelişmesini sağlamıştır. Golos,
Tesalya’nın iskelesi konumundadır. Bütün bölgenin fazla olan ürünleri buraya getirilir
ve bu limandan çok büyük miktarda buğday, arpa, ipek kozası, ipek, pamuk, yapağı,
deri, zeytin ve zeytin yağı, kereste gibi bölge ürünleri ihraç olunmuştur. 1840 yılında
Golos’ta önemli miktarlarda tahıl ve ipek ticareti gözlemlenmiştir. Burada 1837 yılında
yerleşmiş Fransız tüccar temsilcileri bulunmuştur. 1852 yılında Golos limanında yapılan
iç ve dış ticaretin maddî değeri 1.800.000 Frank’a ulaşmıştı. Aynı yıl bu şehirde
Avusturya buharlı gemi şirketi “Lloyd”un bir temsilciği açılmıştır. Bu sebeple
Golos’taki ticaret Avusturya ile daha yoğun yapılmıştır. 1856 yılında İngiliz ve Fransız
ticarî temsilcilikleri kurulmuştur. Fransız “Fraissinet” kumpanyasının temsilcilik
açmasından sonra Fransız gemileri Golos limanına daha sık demirlemişlerdir161.
159
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653; Tevfik
Süleyman, a. g. e., s. 165; Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, s. 41.
160
Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653.
161
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400; Şemsettin Sami, a. g. e., C. 3, s. 1653.
Selânik Konsolosu Ed. Guys’ın verdiği bilgilere göre, Tesalya’dan Yunanistan’a
hububat ve hayvan, Avrupa’ya ipek, deri, mum, Mısır’a tütün ve yağ ihraç edilir,
Osmanlı ülkesi dahiline ise hububat, kereste ve tütün sevk edilirdi. Koza, meyve,
dokuma ürünleri de ihraç ürünleri arasındaydı. Bölgeye yapılan ithalat ise özellikle
Avusturya’dan baharat, kahve, şeker, pirinç, demir, Fransa’dan işlenmiş deri,
İngiltere’den cam ve farklı kumaş çeşitleri idi162.
Golos’ta kurulan ilk ticarî kuruluşlar özellikle ipek ticareti ile ilgilenmişlerdir.
Şehre yerleşen Yunan vatandaşı tüccarların sayısında önemli bir artış olmuştu. 1876
yılında İngiliz konsolos Longworth raporunda ithalâtın 101.360 Sterlin, ihracatın
340.080 Sterlin değerinde olduğunu belirtmiştir.
İç ticaret Yenişehir, Tırhala, Ermiye, Çatalca ve Kardiçe’de yoğunlaşmıştı.
Özellikle 1856’da Islâhat Fermanı ile gayr-ı müslim tebaanın mülkiyetinin devlet
garantisi altına alınmasından sonra Tesalya iç ticareti daha bir canlanmıştır. Haftalık
pazarlar yanında aynı zamanda dinî mahiyet taşıyan yıllık pazarlar da kurulmuştur. 23
Nisan’da Tırnova pazarı, 2 Mayıs’ta Moskoluri pazarı, 15 Ağustos’ta Çatalca’da
kurulan hububat pazarı, 23 Ağustos’ta Klokotos’ta kurulan pamuk pazarı, 1 Eylül’de
Aziz Antonyus yortusunda Aya’da kurulan pazarlar bölgenin önemli bazı yıllık
pazarlarıdır. Türk idaresinin son döneminde ise haftalık pazarlardan önde gelenleri
Yenişehir, Velestin, Tırhala, Çatalca, Portaria, Dömeke, Kardiçe ve Zarkos pazarlarıdır.
Tesalya’da iç ticareti etkileyen iki temel olumsuz etken mevcut olmuştur.
Bunlardan birincisi ulaşım ve ulaşım araçlarının yetersizliğidir. Tepedelenli Ali Paşa
zamanında yapılmış yollar kaderine terkedilmiş ve sefil bir vaziyetteydi. Mallar
neredeyse sadece katırlar tarafından taşınmıştır. Nadiren, dar, yetersiz ve çamur yollarda
arabalara rastlanmıştır. Bir atlı Yenişehir’den Golos’a 13,5 saatte, Tırhala’ya 12 saatte,
Yanya’ya ise 39 saatte ulaşabilmiştir. 1878’de Konsolos Longworth Tesalya yollarının
yetersizliğinden bahsetmekle birlikte bazı yeni yol ve köprülerin onarımda bulunduğunu
belirtmiştir163.
162
163
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 400.
Tesalya’da ticaretin gelişmesine olumsuz tesir eden ikinci etken ise eşkıyalıktır.
Bölgede yaşanmış önceki isyânların kaçakları, gırtlağına kadar borçlu çiftçiler,
Yunanlılar, Arnavutlar, Ulahlar ve bazı Türkler çeteler oluşturarak dağlık yerlerde tam
anlamıyla eşkıyalık ve hırsızlık yapmakta, düzenli olarak haraca bağladıkları
çevrelerindeki köylerin nüfusunun göç etmelerine sebep olmuşlardır. En önemli
hedefleri, mallarını Tesalya pazarlarına götüren tüccarlar, zengin beyler ve Rum
“kocabaşı”lar teşkil etmiştir164. Arnavutlar bölgede güvenlik amaçlı kullanılmışlardır.
1862 yılında yerlerine devletin jandarma güçlerinin ikamesi memnuniyetsizliklerine
sebep olmuş ve onlar da çeteler oluşturarak dağlara çıkmışlardır. Bununla birlikte
Yunanistan’dan ayaklama için gönderilen paralarını alamamış yedek askerler de
eşkıyalıktan geri kalmamıştır165.
Tesalya ekonomisini baltalayan bu etkenler yanında salgınlar, seller, kuraklık, çöl
rüzgarları ve özellikle Yunanistan’ın desteklediği isyânlar da büyük olumsuz etkilerde
bulunmuştur. 1854 İsyânı 200 köyün yok olmasına sebep olmuştur. Şüphesiz ki Türk
beyleri ve Rum kocabaşılar sermayelerini tefecilik yerine yatırımlara aktarmış olsalardı
bölgenin ekonomik durumunun çok daha farklı olma ihtimali yüksektir. 1878 yılında
Longworth, Tesalya’nın, ya da Tırhala Sancağı’nın, Yanya vilâyetine, toplamda
629.000 lira gelir getiren vilâyet sancakları arasında 296.000 lira ile en fazla geliri
sağladığını ifade etmiştir. Aynı zamanda Tesalya’nın, toplam olarak 140.000 lira olan
Yanya vilâyeti gideri içinde 42.000 lira ile en az gidere sahip olduğunu belirtmiştir. Bu
durumda Tesalya’nın hazineye 254.000 lira net gelir getirdiği ortaya çıkmaktadır166.
164
Rumeli Hıristiyan köylerinin muhtarı konumundaki kişi. Devletin halkla ilişkilerinde aracılık
etmişlerdir. Tahsildarların tayinine kadar vergi toplama işine de bakmışlardır. Pakalın, a. g. e., C. II, s.
285.
165
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 400-401.
166
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 402.
İKİNCİ BÖLÜM
TESALYA MESELESİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI
A-) 1875-1878 YILLARINDA BALKANLAR
1-) Balkanların Genel Durumu
Balkan uluslarının bağımsızlıklarına ulaşmaları yolunda ilk hareketler, Sırplar ve
Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunların elde ettikleri başarılar, Osmanlı
idaresi altındaki diğer Hıristiyan tebaayı da kendi bağımsızlıkları için mücadeleye sevk
etmiş ve XIX. yüzyılın Balkanlarda birbirini takip eden yılları, Balkan Hıristiyanları’nın
isyanları ile dolu olmuştur167.
Bulgar millî uyanışı, diğer tüm Balkan halklarından daha sonra yaşanmıştır.
Bulgaristan’ın İstanbul’a yakınlığı ve Bulgar halkının Batı ile ilişkilerinin diğer
Hıristiyan toplumlara oranla daha az olması sebebiyle bu dönemde Avrupa halklarını
kasıp kavuran ihtilâlci, milliyetçi ve liberal fikirlerden daha az etkilenmişlerdir. Millî
edebiyatlarının canlandırma çabalarının sonucunda ortaya çıkan eğitim faaliyetleri,
Bulgarlarda millî bilinci uyandırmıştır. İlk olarak Rum ruhanî üstünlüğüne karşı tepki
ve mücadele verilerek, neticede bağımsız Bulgar millî kilisesi kurulmuştur. Bu arada
yetişen genç Bulgar nesilleri, büyük ölçüde Rusların maddî ve manevî desteği ile, millî
arzularının heyecanıyla Bulgaristan’ın tam bağımsızlığını amaç edinen komiteler
kurmuş ve isyanlar çıkarmışlardır168.
1829 Edirne Antlaşması ile Eflâk ve Boğdan eyaletleri Rus himayesi altında idarî
özerklik elde etmişlerdi. 1856 Paris Antlaşması bu eyaletleri Avrupa garantisi altına
167
Mihailo D. Stojanovic, The Great Powers and The Balkans, 1875-1878, Cambridge Unv. Press,
London 1939, s. 2; Karpat, a. g. m., ss. 351-352.
168
Bulgarların millî bilincinin oluşma süreçleri ve Bulgar isyanları için ayrıntılı olarak bkz. Mahir
Aydın, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, Kitabevi, İstanbul 1996, ss. 17-124; Ayrıca bkz.
Bilâl N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Belgeler, C. II, TTK. Yay., Ankara 1989, ss. XXXI-XXXIV,
ss. XXXVIII-XLIII ve ss. LXI-LXXXVI; Castellan, a. g. e., ss. 323-328; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 83-98;
Stojanovic, a. g. e., s. 4; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 128-140.
almıştır. 1868 yılında bu iki eyaletin aynı kişiyi prens seçmeleri sonucunda Fransa’nın
da büyük desteğiyle, Romanya adı altında birleştirilmişlerdir. Romanya’nın millî
menfaatleri, diğer Balkanlı devletlerle benzerlik taşımamış, fakat coğrafî konumu
onlarla işbirliği yapmasını zorunlu kılmıştır169.
Karadağ ismen Osmanlı idaresi altında olmasına karşın dahilî bir özerkliğe sahip
olmuştur. Sırbistan ile çok yakın hatta ayrılmaz ilişkilere sahip bu devlet, XIX. yüzyılda
defalarca isyan etmiş ve gerektiğinde Osmanlı Devleti ile bir savaşa girişmekten
kaçınmamıştır170.
Balkan ulusları arasında Osmanlı idaresine karşı ilk ayaklanan Sırplar,
soydaşlarının bağımsızlığa kavuşmasını ve bunun için de mücadele etmeyi tarihî bir
görev olarak algılamışlardır. Sırbistan, Balkan halklarının bağımsızlıklarını ancak
birlikte hareket ettikleri takdirde kazanabileceklerini düşünmüş ve çabalarını,
birbirinden ayrı gelişen millî hareketleri birleştirerek Osmanlı Devleti’ne karşı genel bir
savaş organize etmek üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu amaçla 1860’ların sonunda
Sırbistan, Yunanistan, Karadağ, Romanya ve Bulgar İhtilâl komitesi arasında bir Balkan
ittifakı kurmuştur171.
Bununla birlikte Balkanlı uluslar, gerek bağımsızlıkları için mücadelelerinde
gerekse bağımsızlıklarını elde ettikten sonra sahip oldukları bölgesel genişleme
arzularında yalnız Türkiye’yi değil, Osmanlı Devleti’nin bekasında ya da taksiminde bir
çıkarı bulunan Avrupalı Büyük Güçleri de hesaba katmak zorunda kalmışlardır172.
2-) Rusya ve Panslavizm
Tatarlar ve Lehler ile olan uzun mücadelelerinden sonra Büyük Petro idaresindeki
Rusya, İslâm’a karşı Habsburgların liderliğinde Avrupa’nın güvenliği için oluşturulmuş
“Kutsal İttifak”a katılmıştır. XVIII. yüzyılda Avusturya ile ittifak halinde Osmanlılara
169
Stojanovic, a. g. e., s. 4; Shaw, a. g. e., ss. 181-182; Glenny, a. g. e., ss. 73-75; Castellan, a. g. e., ss.
294-295; A. H. Ongunsu, “Abdülaziz”, İA, C. 1, İstanbul 1965, s. 58; Karpat, a. g. m., s. 361; Karal, a. g.
e., C. VI, ss. 42-63; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 7-13.
170
Stojanovic, a. g. e., ss. 4-5; Karal, a. g. e., C. VI, ss. 70-75; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 3-6.
171
Stojanovic, a. g. e., ss. 5-6; Stavrianos, a. g. e., ss. 394-396.
karşı savaşlara giren Rusya, Büyük Petro ile başlayan Batılılaşma faaliyetleri
neticesinde giderek güç kazanmış ve Avrupa’nın doğusunda önemli bir “güç” haline
gelmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile
neticelenmiştir173. Bu antlaşma Osmanlı ve Rusya tarihleri için olduğu kadar aynı
zamanda dünya tarihinde de bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Zira Rusya, takip eden
yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en tehlikeli ve en ciddî rakibi olacaktır. Bu rakibin tek
düşüncesi, Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmek suretiyle onun yerini almak şeklinde
özetlenebilir. Rusya’nın tüm çabalarına rağmen Avrupa güç dengeleri, Osmanlı
Devleti’nin bir yüzyıldan biraz daha fazla bir süre ayakta kalmasına müsaade etmiştir.
1875 yılında başlayan Balkan karışıklıklarının arkasındaki önemli bir faktör
“Panslavizm” hareketidir. Bu hareket, Rusya tarafından kışkırtılmış ve Rus
yayılmacılığının bir aleti haline getirilmiştir. “Panslavizm” terimi ile Rusya’nın
liderliğinde bütün Slav kavimlerinin siyasî dayanışması ve ittifakını temine yönelik bir
hareket kastedilmiştir. “Panslavizm”, Rus millî hedeflerinin önüne çıkan ülkelere
yöneltilmiş, sistematik olmayan çeşitli ve çelişkili görüşler bütününe Avrupa’nın
verdiği bir addır. Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti, bünyelerindeki Slav
unsurlar sebebiyle bu hareketten en çok etkilenen ülkeler olmuşlardır. Panslavizm,
başlangıçta bir kültür hareketi olarak belirmiş, fakat 1789 Fransız İhtilâli’nin ürünü olan
milliyetçilik akımının Slavlar üzerinde tesirini göstermesiyle bu hareket, siyasî anlamlar
da ifade etmeye başlamıştır. “Panslavizm”, 1856 Kırım Savaşı ile gücü budanan
Rusya’nın işine bu tarihten sonra çok yaramış ve siyasî anlamda yoğun olarak
kullanılmıştır. 1856 sonrasında Osmanlı Devleti’nin Avrupa bloku koruması altında
olması, zaten askerî ve siyasî kudreti zedelenmiş Rusya’ya herhangi bir şekilde
doğrudan harekete geçme imkânı tanımadığından, dolaylı bir müdahale aracı olarak
“Panslavizm” Balkan ulusları üzerinde çok iyi bir hamle aracı olmuştur174.
172
Stojanovic, a. g. e., s. 6.
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917 Yılına Kadar, TTK Yay., Ankara 1993, ss. 252255 ve s. 290.
174
Panslavizm hakkında geniş bilgi için bkz. Akdes Nimet Kurat, “Panslavizm”, AÜDTCFD, 11/2-3-4,
Ankara 1953, ss. 241-276; Ayrıca bkz. B. H. Sumner, Russia and The Balkans, 1870-1880, Clarendon
Press, Oxford 1937, ss. 56-80; Kurat, a. g. e., ss. 332-334 ve ss. 343-344; A. J. Grant – Harold
Temperley, Europe in the Nineteenth and Twentieth Centuries (1789-1950), Longmans, London 1959, ss.
173
3-) XIX. Yüzyılda “Büyük Güçler”in Balkanlara Yönelik Siyasetleri
Osmanlı Devleti’nin bir gün ortadan kalkması durumunda, Balkanların akıbetinin
ne olacağı Avrupa başkentlerinde sürekli olarak zihinleri kurcalamıştır. Büyük Güçler,
bölgede patlak veren her krize, kendileri için olabildiğince fazla menfaat elde etme
düşüncesiyle yaklaşmışlardır. Bu güçlerden bazen biri ya da diğeri bölgede çıkan isyanı
desteklemiş, bazen ise çıkarları, statükonun devamından yana olmalarını gerektirmiştir.
“Şark Meselesi”nin diplomasisi, Balkan halklarının isteklerine genelde aldırış
edilmeden uygulanmıştır.
XIX. yüzyılda “Büyük Güçler” altı devletten ibaret olmuştur: Rusya, İngiltere,
Fransa, Avusturya-Macaristan, Almanya ve İtalya. Bu güçlerden bazıları Balkanlara
olan ilgilerini açık bir şekilde belli etmişlerdir. Fakat bölgede bir kriz ortaya çıktığında,
istisnasız bu devletlerden her biri, kendi millî güvenlikleri ve savunma ihtiyaçlarına
göre hareket etmişlerdir. Büyük Güçlerin uzlaşmaya varabilmeleri, “denge”nin taktik
değerine olan inançlarından ziyade önceden tahmini zor olan bir savaşın çıkma riski ve
olasılığı karşısında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda bu güçler, kendilerine tanıdıkları
savaş ve barış meselelerini halletme hakkı olarak tanımlanan “Avrupa Uyumu” (Concert
of Europe)175 dahilindeki konumlarını yitirme korkusuyla da uzlaşabilmişlerdir. Bu
yıllarda Avrupa’nın fazlasıyla dikkatini çeken ve mahallî sebeplerden ötürü tekrar tekrar
ortaya çıkan Balkan krizlerinde söz konusu güçlerin ürettikleri politikalar, genellikle
gerçek adresini bulamamıştır.
a-) Rusya
Rusya’nın Balkan politikasının hedeflerinden biri bölgedeki Slav devletlerinin
kontrol edilmesi olmuştur. Balkanlardaki Ortodoks Hıristiyanlara karşı Rus politikası
296-297; Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s. 75; Yuluğ Tekin
Kurat, “XIX. Yüzyılda Rusya’nın Balkanlardaki Panslavizm ve Panortodoks Politikası Karşısında
Osmanlı Diplomasisi”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997,
Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s. 173 ve s. 175; Yuluğ Tekin Kurat, “1877-78
Osmanlı-Rus Harbi’nin Sebepleri”, Belleten, XXVI/103, Ankara 1962, ss. 570-572; İ. Halil Sedes, “18771878 Osmanlı Rus Savaşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 34, Aralık 1987, ss. 6566; Şimşir, a. g. e., ss. XXXIV-XXXVIII, ve ss. XLIII-XLVIII; Ülman, a. g. m., ss. 278-279; Karpat, a.
g. m., s. 361; Tuncer, 19. Yüzyılda, s. 50; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 55-58; Armaoğlu, a. g. e., ss. 489-494.
175
Hüner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yay., Ankara 1995, ss. 41-42.
etnik, dinsel ve kültürel bağların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Diğer yandan St.
Petersburg, diğer Avrupalı güçler karşısında daha etkili politikalar üretemeyip aciz
kaldığında, Balkanlı dostlarını kaderlerine terk etmiştir. Balkan coğrafyasında otonom
veya bağımsız Hıristiyan bir devlet ortaya çıktığında, Sırbistan’ın Avusturya nüfuzuna
girmesi örneğinde olduğu gibi, Ruslar desteklerini Bulgaristan gibi Sırbistan’ın mahallî
bir rakibine çevirmişlerdir. Bu yüzden Rus siyaseti, bölgede güvenilir ve alternatif bir
tâbi devlet bulma ihtiyacı sebebiyle zorluklar yaşamıştır. Rusya, Romanya gibi Panslav
bağları olmayan devletlere, üzerlerinde hakimiyet kurmak düşüncesiyle yaklaşmıştır176.
Rusya’nın Balkan politikasının ikinci hedefi, Akdeniz’e açılma niyetlerini
gündemde tutmak ve fırsat bulduğunda gerçekleştirmektir. Rusya, diğer devletlerin
donanmalarının Karadeniz’e açılmalarına karşı çıkarken, yalnız savaş gemileri için değil
ticarî deniz filoları için de Boğazlardan geçiş konusunda tam kontrole sahip olmak
istemiştir. Ancak Rusya, ticarî gemilerin Karadeniz’de serbest dolaşımı konusunda
diğer Avrupalı güçler karşısında, uzlaşmayı kabul etmek durumunda kalmıştır177.
Balkanlara yönelik Rus politikasının üçüncü hedefi, ilk iki amacının bir
birleşimidir. Bu da İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın tamamen fiziksel hakimi
olmaktır. Buraların olası bir işgali, boğazlardan geçişi garantileyecek ve Balkanlı tâbi
devletleri gereksiz kılacaktı. Öte yandan Osmanlı idaresindeki Balkan topraklarının
bütünüyle paylaşımı, diğer güçler tarafından hiçbir zaman kabul edilemez bir fikir
olmuştur. Bu fikir, 1807 yılında Rus Çarının Napolyon ile Tilsit görüşmesinde gündeme
gelmiş, I. Dünya Savaşı esnasında tekrar canlanmıştır. Osmanlı hakimiyetindeki Balkan
topraklarının sınırlı bir paylaşımı, özellikle Avusturya ile, Balkan görüşmelerinin
esasını oluşturmuş, fakat bu görüşmeler hiçbir vakit somut bir sonuca ulaşamamıştır.
Avrupalı hiçbir güç olası bir paylaşımda Ruslara arslan payını kaptırmaya niyetli
değildi178.
176
Alan Bodger, “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve
Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 88.
177
Mim Kemal Öke, “‘Şark Meselesi’ ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları (1876-1909)”, Osmanlı
Araştırmaları, III, İstanbul 1982, s. 250; Ülman, a. g. m., s. 272; Bodger, a. g. m., s. 88 ve s. 90; Tuncer,
19. Yüzyılda, s. 98.
178
Bodger, a. g. m., s. 88; Öke, a. g. m., s. 250; Tuncer, a. g. e., s. 97.
Rus yayılmacı siyasetine en büyük darbe, 1853-1856 Kırım Savaşı ile
vurulmuştur. 1856 Paris Antlaşması, Rusya’nın o zamana dek Balkanlarda elde
ettiklerinin çoğunu kaybettirmiştir. Rus savaş gemileri Karadeniz’de bulunmaktan men
edilmiş ve bu deniz, bütün devletlerin ticarî gemilerine açılmıştır. Rusya, Balkanlardaki
özel statüsünü kaybetmiş, diğer bütün Avrupalı Güçler, Balkan Hıristiyan devletlerinin
garantörü haline gelmişlerdir. Kırım Savaşı’nı kaybetmek, Rusya’nın Avrupa’da
dışlanmasına sebep olmuştur. 1856 yılından sonra Rusya, Paris Antlaşması’nın bu güç
şartlarını değiştirmeye ve tam üye olarak “Avrupa Uyumu”ndaki statüsünü restore
etmeye yönelik faaliyetler üzerinde yoğunlaşmıştır179.
b-) İngiltere
1815-1878 döneminde ve hatta 1907’ye kadar İngiltere, Balkanlarda nüfuz
tesisinde Rusya’nın en tutarlı rakibi olmuştur. İngiliz çıkarları, Osmanlı Devleti’ne
değişken bir destek sağlamıştır. 1820’lerde Yunan İsyanı sırasında, “Yunanseverlik” ve
Rus nüfuzunu engelleme düşüncesiyle Türklere karşı müdahalede bulunmuş, fakat
1853’de Rus gücünü engellemek üzere Osmanlı Devleti’nin yanında Rusya’ya karşı
savaşa girmiştir. İngiltere’nin Balkanlara ilgisi, Doğu Akdeniz çıkarlarından türemiştir.
İngiltere, Hindistan deniz yollarını güven altına almaya ihtiyaç duymuştur. Bu deniz
yolları, bir zamanlar sadece ismen Osmanlı hakimiyetinde olan yerlerden geçmişti.
Osmanlılar, aynı zamanda bu deniz rotası için bir tehdit oluşturamayacak kadar güçsüz
bir durumdaydı. Fransa, Rusya veya Almanya zayıf Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz
kurar göründüğünde İngiliz siyaseti karşılarına çıkmakta gecikmemiştir180.
Bununla birlikte İngiltere, Avrupa’daki en gelişmiş temsilî hükûmet sistemine
sahip olup İngiliz kamuoyu da Balkanlar üzerinde hümanist bir ilgi göstermiştir. Londra
kabineleri, Osmanlı idaresi, kötü yönetimi yüzünden Balkanlar’da isyana sebep oldukça
kamuoyunun baskısına maruz kalmışlardır. İngiltere’nin stratejik ve hümanist ilgisi,
179
Teyfur Erdoğdu, “1856 Paris Kongresi-1878 Berlin Kongresi Arasında Osmanlı Dış Politikası”,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler,
TTK Yay., Ankara 1999, s. 151; Ülman, a. g. m., s. 278; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Karpat, a. g. m., s. 362;
Tuncer, a. g. e., s. 51; Grant – Temperley, a. g. e., ss. 293-294, Kurat, a. g. e., ss. 74-75; Sedes, a. g. m., s.
64.
180
Öke, a. g. m., s. 250; Ülman, a. g. m., s. 273; Tuncer, a. g. e., s. 49 ve s. 100.
Osmanlı Balkanları’nda Bâb-ı Âlî ile çatışmaya eğilimli olmuştur. 1876 yılında Türk
düşmanlığıyla ünlü İngiliz Liberal Partisi’nin lideri William Gladstone, Balkan isyanını
bastırırken Türklerin yaptığı sözde katliamı kınamak üzere “Bulgar Mezalimi ve Doğu
Sorunu” adlı risaleyi yazdıktan sonra hiçbir İngiliz kabinesi Osmanlı Devleti’ne tam bir
destek vermemiştir. 1853 yılında Balkanlarda büyüyen Rus nüfuzunu görmektense
savaşa girmiş olan İngiltere, 1877-1878‘de Ruslar, Osmanlıları bozguna uğratıp İstanbul
önlerine gelene kadar öylece hareketsiz ve duyarsız kalmıştır. Çünkü İngiliz liderler,
Hindistan deniz yolları konusunda artık yeni bir politika belirlemişlerdi. Bunun bir
sonucu olarak 1878’de İngiltere, Kıbrıs’ın kontrolünü eline almış, 1882’de Mısır ve
Süveyş’i işgal etmiştir. Bundan sonra İngiltere’nin, Boğazlar üzerindeki Rus niyetlerine
dikkat etme ve Yunanistan’ı kollama siyaseti dışında Balkan anakarasına müdahale
etme düşüncesi söz konusu olmamıştır181.
c-) Fransa
Fransa, XVIII. yüzyılda İngiltere ile yaptığı savaşlar sonucunda dünyanın çeşitli
köşelerinde bulunan sömürgelerini bu devlete kaptırmıştır. Bu kayıplardan sonra Fransa,
gücünün dünyanın uzak köşelerine değil, ancak kendisine yakın olan bölgelere yettiğini
kavramış ve bu sebeple Akdeniz havzasını kendisine nüfuz alanı olarak seçmişti182.
İngiltere gibi Fransa’nın da Balkanlarda siyasî ve ekonomik çıkarları mevcut
olmuştur. 1815 yılına gelindiğinde Fransa, Avrupa’daki siyasî ve askerî etkisini
kaybetmiştir. Bu tarihten sonra, 1856 yılı akabindeki Rusya örneğinde olduğu gibi
“Avrupa Uyumu”nda Fransız nüfuzunu tekrar kurmayı amaç edinmiş ve bu amaç
Fransız politikasını diğer devletlerle işbirliği yapmaya sevk etmiştir183.
1800’lerde Fransız ekonomik çıkarları siyasî olanlardan daha ağır basmıştır.
Fransa, Osmanlı ülkesinde 1600’lerdeki kapitülasyon antlaşmalarından başlayan ticarî
181
Ülman, a. g. m., s. 280; Şimşir, a. g. e., ss. LXXIX-CXXXIII; Tuncer, a. g. e., s. 70 ve s. 100; Kurat,
a. g. m., s. 579.
182
Ülman, a. g. m., s. 272.
183
Armaoğlu, a. g. e., s. 285.
imtiyazlara sahiptir. Fransa’nın en işlek limanı olan Marsilya yoğun bir şekilde Osmanlı
hakimiyetindeki Doğu Akdeniz ile ticaret yapmaktadır184.
1820’lerde Fransa, kısmen ticarî çıkarlarını korumak, kısmen “Yunansever”
sempati, kısmen bölgede muhtemel İngiliz-Rus ortak nüfuzunu önlemek ve kısmen de
1815 bozgunundan sonra dünya sahnesindeki yerini tekrar elde etme düşüncesiyle
Yunan asileri namına İngiltere ve Rusya ile birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı
müdahaleye katılmıştır185.
III. Napolyon idaresinde Fransa, milliyetçiliği destekleme politikası izlemiş ve bu
da Balkanlardaki Osmanlı karşıtı ayaklanmaları desteklemek anlamını taşımıştır.
Fransa, Romanya’ya karşı özel bir ilgi duymuştur. Pek çok Romen lider, Fransız eğitimi
almıştır. Romen dilinin Latin kökenli oluşu, Romanya’yı Slav denizinde Latin
kültürünün ileri bir karakolu yapmıştır. Bu kültürel bağlar, Romenlerin ülkesini
Fransa’nın doğal ilgi alanı haline getirmiştir186.
Fransız yatırımcılar, Balkan politikasında da rol oynamışlardır. 1875-1878 kriz ve
savaş döneminde Osmanlı Devleti iflâs etmiştir. Fransız tahvil sahipleri böyle bir
durumda potansiyel olarak en büyük kaybeden kitleyi oluşturmuştur. Bu sebeple Fransa,
Türkiye’de muhafazakâr malî politikaların takipçisi olmuştur. Osmanlı devlet
finansmanını denetleyen Duyun-ı Umumiye kurulduğu vakit burada Fransız yöneticiler
önemli roller üstlenmişlerdir187.
d-) Avusturya-Macaristan
Bir zamanlar Avusturya, Osmanlı hakimiyeti için ana tehdit unsuru idi. Daha
sonra Rusya, Avusturya’nın yerini almıştır. XIX. yüzyılda, önceki yüzyıllara göre
Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı ilgisi farklı olmuştur. Balkanlar, Macaristan’a
184
Tuncer, a. g. e., s. 99.
Armaoğlu, a. g. e., ss. 179-180.
186
Marriot, a. g. e., ss. 294-295; Erdoğdu, a. g. m., s. 165.
187
L. Bruce Fulton, “Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve
Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 165; Donald
C. Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa Malî Denetimi, çev. Ali İhsan Dalgıç, İstanbul 1979, ss.
12-13, s. 87, ss. 97-98 ve ss. 100-101.
185
komşu olduğundan Viyana, bölgede zayıf Osmanlılar yerine güçlü bir Rusya ya da Rus
tesirindeki Sırbistan ve Bulgaristan gibi devletleri görmek istememiştir188.
Osmanlı Devleti’ni yıkmaya ya da paylaşmaya yönelik plânlar, Osmanlı
ülkesindeki etnik azınlıkların bağımsızlığı etrafında dönüp durmuştur. Avusturya da bir
“milletler imparatorluğu” olduğundan, Osmanlı Devleti’ne uygulanacak plânlar,
Habsburglar için de bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu yüzden Avusturya’nın Balkanlara
ilgisi Rusya’ya benzemiş olsa da Habsburg diplomatları Balkan arazisinin paylaşımı ve
ilhakı konularında çok değişik sonuçlara varmışlardır. Avusturya, Batı Balkanları
ekonomik kaynak ve potansiyel pazar olarak görmüştür. Adriyatik Denizi boyunca
kıyıların kontrolü, Avusturya’nın dış ticareti için bir anahtar teşkil etmiştir.
İmparatorluk, bölgenin düşman bir Büyük Gücün ya da büyüyen bir Balkan milletinin
kontrolüne girmesine izin veremezdi189.
Batı Balkanların paylaşımı ve ilhakı Rus ve Alman diplomatlarca sık sık
Avusturya’ya teklif edilmiş bile olsa, ciddi bir seçenek olarak göz önüne alınmamıştır.
Avusturya Almanları’nın ve 1867’den sonra Macarların, bölgenin Slavları ile hiçbir
etnik ve din bağı yoktur. Avusturya’nın ekonomik zenginliği, Kuzey İtalya ve Bohemya
gibi bölgelerde toplanmıştır. 1866’da Bismarck Prusyası’na yenilinceye kadar Viyana,
Alman federasyonu dahilinde ekonomik ve siyasî liderliğini geliştirmeyi ummuştu.
Balkanlardaki Slavlarla meskûn sahaları ilhak etmekte Avusturya için çok daha az
oranda menfaat bulunmaktaydı190.
1866 yenilgisinden sonra Almanya, Orta Avrupa’nın lideri olmuştur. Bu durumda
sadece Güneydoğu Avrupa, Viyana’nın güç denemeleri için bir harekât alanı olma
seçeneği sunmuştur. Aynı zamanda 1867 yılında Macarlarla birleşme, Slav bölgeleriyle
birleşmeyi daha az çekici kılmıştır. Macarlar, güçbela Macaristan nüfusunun %50’sini
oluşturmuşlar ve daha fazla Slav veya Romen’i bir azınlık unsur olarak ülkeye katmaya
188
F. R. Bridge, “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu, 1900-1918”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul 1999, s. 36; Ülman, a. g. m., s. 272; Tuncer, a. g. e., s. 96.
189
Tuncer, a. g. e., s. 96; Kurat, a. g. m., s. 576.
190
Ülman, a. g. m., s. 281; Karal, a. g. e., C. VII, s. 77.
ilgi duymamışlardır. Avusturya Almanları, zaten Slav kökenli Çeklerden yeterince
şikâyet dinlemektedir. Hakim etnik grupların hiçbiri, Balkan arazisi ilhak etmek
istememiştir. Stratejik nedenlerden ötürü Avusturya-Macaristan, 1878’den sonra BosnaHersek’i işgal etmiş ve yönetmiştir. Fakat üzerinden ancak 30 yıl geçtikten sonra kesin
olarak burayı ilhak etmiştir191.
Çok uluslu imparatorluğun hakimi olan Habsburg hanedanı, diğer bir çok uluslu
imparatorluğu parçalayarak talihsiz bir örnek yaratmak istememiştir. Çünkü Avusturya,
Balkanları zaptedemeyecek kadar güçsüzdür. Bu koşullar altında Osmanlı Devleti’nin
siyasî varlığının devamından yana olmuştur. Ancak siyaseten Osmanlılar hakkındaki
niyetleri ne kadar olumlu olursa olsun askerî zayıflıkları ve ülkedeki büyük Slav unsur
sebebiyle Bâb-ı Âlî’yi destekleyebilecek herhangi bir harekete de girişemeyecek
haldedir. Bu durum, Rus karşıtlığını ve Avusturya’nın 1853-1856 Kırım Savaşı’ndaki
ve sonrasındaki Almanlarla olan ittifaklarını açıklamaktadır192.
Avusturya, hakimiyetindeki Slav ve Romen azınlıklar için ciddi sorunlar doğuran
Sırbistan ve Romanya gibi yeni türeyen devletlerin yaratılmasını önleyemeyecek kadar
güçsüz bir haldedir. Viyana, irredentizm193 meselelerini boğmak için, siyasî ittifaklar ve
ekonomik antlaşmalar yoluyla bu iki Balkan devletini kontrol altında tutmaya
çalışmıştır. Rus işgalinden korkan Bükreş, doğal olarak Avusturya ittifaklarını kabul
etmiştir. Daha az düşmanı bulunan Sırbistan ise, Avusturya isteklerine karşı daha az
boyun eğme dürtüsü göstermiştir. Sırpların Obrenoviç hanedanı, Avusturya karşıtlığının
sembolü haline gelmiş dahilî rakibi Karayorgo hanedanına karşı Avusturya’nın
desteğini kabul etmiştir194.
191
Shaw, a. g. e., s. 201; Tuncer, a. g. e., s. 69; Tuncer, a. g. e., s. 97; Karal, a. g. e., C. VII, s. 77.
Ülman, a. g. m., s. 281; Bridge, a. g. m., ss. 36-37.
193
Kendi ulusundan olup yabancı hakimiyetinde yaşayanların kurtuluşunu amaçlayan siyasî akım.
Kelime, XIX. yüzyılın son çeyreğinde İtalyan topraklarının yabancı idaresinden kurtarmayı hedefleyen
İtalyan yurtseverlerine verilen “irredentista” adından türemiştir. İtalia irredenta, kurtarılmamış İtalya
demektir. Aynı şekilde Graecia irredenta, kurtarılmamış Yunanistan’ı ifade etmektedir. Başlangıçta
irredentizm, İtalyan’ın siyasî birliği hedefini ifade etmişken daha sonra Balkanlı milletler başta olmak
üzere benzer siyasî amaçları güden devletlerin politikaları için de kullanılmaktadır. Bkz. Feridun Ergin,
Uluslararası Politika Stratejileri, İÜ İktisat Fakültesi Yay., İstanbul ?.
194
Bridge, a. g. m., s. 37.
192
e-) İtalya
1859 yılına kadar birleşik bir İtalya ortada yoktur. Avusturya’ya karşı başarılı
1859 ve 1866 yıllarındaki savaşlardan sonra Piyemonte Krallığı, İtalyan yarımadasını
birleştirerek yeni bir Büyük Gücü ortaya çıkarmıştır. Böylece İtalya, “Avrupa
Uyumu”nun bir üyesi olurken, ekonomik ve askerî kudret bakımından diğer güçlerin en
arkasında yer almıştır195.
İtalya, kendi doğal nüfuz alanı olarak gördüğü Batı Balkanlarla, özellikle de
Arnavutluk ile ilgilenmiş ve İtalyan liderler, bölgeyi Osmanlı hakimiyetinden koparma
fırsatlarını gözlemişlerdir. Bu bölgede İtalya, Avusturya ile rekabet etmiştir. İtalyan
azınlığın yaşadığı gerekçesiyle tüm Dalmaçya kıyılarını Avusturya’dan çekip alma
hayali, söz konusu rekabeti keskinleştirmiştir. İtalya’nın Balkan ihtirasları yalnız
Osmanlı Devleti için değil Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan için de bir tehdit
oluşturmuştur. Bu devletler de, İtalyan ihtirasının hedefi olan bölgeleri ele geçirmeyi
arzulamışlardır196.
Genel olarak İtalya, hedefleri konusunda fırsatçı bir siyaset izlemiştir. 1878 yılına
dek İtalya, Balkanların herhangi bir yerini ele geçiremeyecek kadar güçsüz bir haldedir.
Ancak 1911-1912 yıllarına gelindiğinde 12 Ada’yı işgal edebilecek bir güce
ulaşabilmiştir197.
f-) Almanya
Almanya, İtalya gibi “Büyük Güç” statüsüne sonradan ulaşmıştır. Prusya Krallığı,
Avrupa’da mühim bir mevkiiye sahipti ancak gerçek anlamda bir güç olarak ortaya
çıkışı, 1871 yılında Bismarck’ın Alman Birliği’ni kurmasından sonra mümkün
olmuştur198.
195
196
Armaoğlu, a. g. e., ss. 296-297 ve s. 299.
R. J. Bosworth, “İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve
Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, ss. 65-66 ve s.
74.
197
Bosworth, a. g. m., s. 61.
198
Armaoğlu, a. g. e., s. 326.
Askerî ve ekonomik kudreti İtalya’dan çok daha fazla olmasına rağmen
Almanya’nın Balkanlarla doğrudan bir ilgisi bulunmamıştır. Bismarck, bölge
hakkındaki düşüncesini “Hiçbir Pomeranya askerinin kemiklerine değmez” sözleriyle
açıklamıştır. Yeni Alman İmparatorluğu için Balkanlar, yalnız ekonomik bir çıkış
noktası olarak ilgi görmüştür. Dahası Almanya’nın güçlü ittifakların başına geçerek
Avrupa kıtasına uzun vadede hakim olma çabalarında bir sorun kaynağı olarak
algılanmıştır. 1866’da Avusturya’yı yendikten sonra Bismarck, bu devletle aralarında
anlaşmazlık konusu kalmadığından Avusturya-Macaristan’ı ittifak sisteminin köşe taşı
yapmıştır. Almanya, Habsburg sadakatinin sürmesini temin için Balkan mevzularında
Avusturya’yı desteklemiştir. 1890’lardan sonra Berlin’in Balkan politikası Avusturya’yı
desteklemekle, Osmanlı ülkesindeki ekonomik ve askerî yatırımlarının bir karışımı
olmuştur 199.
4-) 1875 Balkan Krizi
1875 Balkan krizi, Hersek’te çıkan ayaklanma ile başlamıştır. Bosna’ya bağlı bir
sancak olan Hersek, Sırbistan ve Karadağ gibi iki Slav devletine komşu bulunmaktaydı.
Ahalisinin çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşmakta fakat Müslümanlar ekonomik ve
sosyal bakımdan üstün konumdaydılar. Tarım arazilerini oluşturan çiftlikler,
Müslümanların mülkiyetindeydi ve Hıristiyanlar, buraları icar usûlü ile işlemekteydiler.
Toprak sahibi Müslüman ağalar ile toprağı işleyen Hıristiyan ahali arasındaki
münasebetler, Osmanlı vergi sisteminin bozulması ve bu durumun vergi toplayan
mültezimlerce suistimal edilmesiyle gerginleşmiştir200.
199
Yavuz Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), ATASE Yay., Ankara 1993, ss. 7-9; F.A.K.
Yasamee, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”, Çağdaş Türk Diplomasisi:
200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, s.
228; İlber Ortaylı, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”, Çağdaş Türk
Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay.,
Ankara 1999, s. 216; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (III)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 35, Ocak 1988, s. 66; Ülman, a. g. m., s. 281; Kurat, a. g. m., s. 577.
200
F. A. K. Yasamee, Ottoman Diplomacy: Abdülhamid II and the Great Powers, 1878-1888, The Isis
Press, İstanbul 1996, s. 13; Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi
Üzerine Bir Deneme, AÜSBF Yay., Ankara 1987, s. 156; Sumner, a. g. e., ss. 137-142; Stojanovic, a. g.
1875 yılı Haziranında Hersek’e bağlı Nevesin kazası Hıristiyanlarının bir kısmı
“ağnam” vergisini vermemek için komşu Karadağ’a sığınmışlar ve Karadağ prensi de
meseleye Rusya’yı karıştırınca bu basit Hersek ayaklanması, bir Avrupa meselesi haline
gelmiştir. Kısa sürede genişleyen bu ayaklanma, Panslavizm tesirindeki Slavlarda
büyük heyecan uyandırmıştır. Osmanlı kuvvetleri, dağlık arazide gerilla savaşı yapan
asilerle baş edemeyerek bir türlü ayaklanmayı bastıramamıştır. Bunun üzerine Avrupa
devletlerinin isteği üzerine Bâb-ı Âlî, Server Paşa’yı asilerin dileklerini öğrenmek üzere
Hersek’e göndermiştir. Avusturya, Rusya ve Almanya konsolosları da asilerle
görüşmüşler, fakat bir sonuç alamamışlardır. Asiler, Bosna-Hersek’in bir Hıristiyan vali
yönetiminde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir şekilde özerk olmasını ve bu istekleri
gerçekleşinceye kadar da büyük devletlerin garantisini talep etmişlerdir. Talepleri kabul
edilmeyince meseleyi bir Slav ihtilâli haline dönüştürmek için ayaklanmayı
genişletmişlerdir201.
Bütün bunlar yaşanırken Bulgarlar da hareketlenmeye başlamışlardı. Osmanlı
Devleti, 2 Ekim 1875 tarihinde “Adalet Fermanı” adını alan bir irade yayınlayarak
Hıristiyanlara yeni hak ve imtiyazlar tanımayı öngörmüştür. Rusya ve Almanya bu
fermana itibar etmemişlerdir. Balkanlardaki bu karışıklıklardan en az Osmanlı Devleti
kadar rahatsız olan Avusturya, Almanya ve Rusya nezdinde harekete geçmiştir.
Avusturya Başbakanı Andrassy, bir reform programı hazırlamıştır. “Andrassy Notası”
adını alan bu program, 30 Aralık 1875 tarihinde Osmanlı Devleti’ne tebliğ edilmiştir.
İngiltere bu programa itiraz etmemiş, sadece Bâb-ı Âlî’ye bir az süre tanınmasını, eğer
İstanbul tarafından bu nota reddedilirse de, ilgili devletlerin Osmanlı Devleti’ne
yapacakları baskıları onaylamayacağını ima etmiştir. Fransa ve İtalya ise bu notayı
e., ss. 12-27; Stavrianos, a. g. e., ss. 397-399; Marriot, a. g. e., ss. 318-321; Shaw, a. g. e., s. 200;
Anderson, a. g. e., ss. 178-179; Mantran, a. g. e., s. 129; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Karpat, a. g. m., s. 363;
Karal, a. g. e., C. VII, ss. 72-74; C-B Jelavich, a. g. e., s. 144.
201
Mahmud Celâleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkat, haz. İsmet Miroğlu, Berekât Yay., İstanbul 1983, ss. 5162; İsmail Hakkı Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972,
ss. 246-249; Baltalı, Kemal, “1875 Hersek Ayaklanmasının Uluslararası Bir Nitelik Kazanması”,
Belleten, LI/199, Ankara 1988, s. 205; Sumner, a. g. e., ss. 142-143; Marriot, a. g. e., s. 322; Shaw, a. g.
e., s. 201; Karpat, a. g. m., s. 362; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 74-76 ve s. 79; Armaoğlu, a. g. e., ss. 495496; Kurat, a. g. m., s. 569; Kurat, a. g. e., s. 79; Sedes, a. g. m., S. 34, s. 66; Kurat, Rusya Tarihi, s. 354.
kabul etmişlerdir. “Andrassy Notası”202, bir özerkliği değil, bir takım mahallî yetkilerin
genişletilmesini ve ilâve tedbirleri öngörmüştü. Bâb-ı Âlî, 11 Şubat 1876 tarihinde
verdiği cevapta vergilerin yerinde harcanması maddesi haricinde notayı kabul ettiğini
açıklamış ve 13 Şubat 1876 Fermanı’nı yayınlamıştır203.
Asiler, gerek “Andrassy Notası”na gerekse 13 Şubat Fermanı’na itibar etmeyerek
ayaklanmaya devam etmişlerdir. Bu sırada Sırbistan silahlanmaya başlamış ve Karadağ
ile ittifak yapmıştır. “Andrassy Notası”nın başarısız olması insiyatifi Rusya’ya
geçirmiştir. Bunun bir sonucu olarak statükonun korunması taraftarı olan Avusturya,
politikasını değiştirerek ayaklanan bölgeleri kendi kontrolüne almaya karar vermiştir.
Bu politika Avusturya’yı Rusya ile beraber hareket etmeye sevk etmiştir204.
Osmanlı Devleti’nin Hersek ayaklanması ile başa çıkamamış olması Balkanların
diğer halklarını da derinden etkilemiştir. 1876 yılı Mayıs ayında Bulgar isyanı
başlamıştır. Gerçek bir savaş halini alan bu isyan, Osmanlı Devleti tarafından
bastırılmıştır. Ancak hemen arkasından “Selânik Olayı” yaşanmış, Fransız ve Alman
diplomatların öldürülmesi, Avrupa kamuoyunu heyecanlandırmıştır. Rus Şansölyesi ve
Dışişleri Bakanı Prens Gorçakof, Berlin’e giderek Osmanlı Devleti’ne baskı yapılması
konusunda Bismarck’ı ikna etmiştir. Yapılan görüşmelere Avusturya da katılmıştır. Bu
görüşmelerin sonunda “Berlin Memorandumu”205 adını alan ve 13 Mayıs 1876 tarihinde
Osmanlı Devleti’ne tebliğ edilen belge ortaya çıkmıştır. Ültimatom niteliğindeki bu
belgede, alınması istenen tedbirler yerine getirilmezse başka hareketlere de
başvurulacağı yolunda Bâb-ı Âlî’ye bir tehdit savrulmuştur. Bu belgeye, Fransa ve
İtalya da önce iştirak etmişler, fakat İngiltere, belgeyi onaylamayınca desteklerini
çekmişlerdir. İngiltere, Rusya liderliğinde “Üç İmparatorlar Ligi”nin Osmanlı Devleti’ni
202
Andrassy Notası hakkında geniş bilgi için bkz. David Harris, A Diplomatic History of the Balkan
Crisis of 1875-1878: The First Year, Archon Books, California 1969, ss. 132-287.
203
Stojanovic, a. g. e., ss. 28-56; Sumner, a. g. e., ss. 151-153; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 7176; Yasamee, a. g. e., s. 14; Stavrianos, a. g. e., s. 400; Baltalı, a. g. m., ss.206-207; Kurat, a. g. m., ss.
577-578; Danişmend, a. g. e., ss. 250-251; Shaw, a. g. e., ss. 201-202; Marriot, a. g. e., ss. 322-324;
Anderson, a. g. e., s. 182; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C. 1 (Osmanlı
İmparatorluğu Antlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., Ankara 1953, s. 374; Mantran,
a. g. e., s. 130; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Tuncer, a. g. e., s. 69; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 80-82; Armaoğlu,
a. g. e., ss. 497-499; C-B Jelavich, a. g. e., s. 147; Sedes, a. g. m., s. 66.
204
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 77-80; Tuncer, a. g. e., s. 70; Armaoğlu, a. g. e., s. 500.
tasfiye edeceğinden endişe etmiştir. İngiltere’nin “Berlin Memorandumu”na karşı çıkışı
İstanbul çevrelerinde İngilizlerin Osmanlı tarafında olduğu izlenimine kapılmalarına
sebep olmuştur206.
Yaşanan tüm bu sıkıntılar Osmanlı ülkesinde büyük heyecan uyandırmıştır. Bu
sırada 31 Mayıs 1876 tarihinde Abdülaziz tahtından indirilmiş, V. Murad tahta
geçirilmiştir. Bu durum Sırbistan ve Karadağ’ı cesaretlendirmiş, silahlanmalarını
arttırmışlardır. Bâb-ı Âli, 9 Haziran 1876 tarihinde bu devletlere bir nota vererek
silahlanmanın sebebini sormuş, Rus desteğine güvenen Sırbistan ise verdiği cevapta
Hersek’te ahalinin Slav olması sebebiyle Osmanlı askeri yerine Sırp askerî kontrolünün
kurulmasını teklif etmiştir. Teklifinin reddedilmesi üzerine Sırbistan 1 Temmuz’da,
arkasından da Karadağ 2 Temmuz’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmiştir207.
Rusya’da heyecan uyandıran bu olay Avusturya’yı endişeye sevk etmiştir. Çünkü
hem Balkanların statükosu bozulacak hem de sınırlarının yanı başında Slav tehlikesi
büyüyecekti. Rusya da Avusturya’nın endişelerini bildiği ve Osmanlı Devleti yanında
hareket etmesinden çekindiği için çareyi Avusturya ile uzlaşmakta bulmuştur. 8
Temmuz 1876 tarihinde her iki devletin imparatoru, Reichstadt kentinde bir araya
gelerek sözlü olarak Balkanları paylaşmışlardır208.
Sırplar ve Karadağlılar, Osmanlı orduları karşısında hezimete uğrayınca başta
İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ni mütarekeye zorlamıştır.
Osmanlıların, Sırbistan ve Karadağ için belirlediği mütareke şartları Büyük Güçler
205
Berlin Memorandumu hakkında ayrıntılı olarak bkz. Harris, a. g. e., ss. 288-376.
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 81-91; Stavrianos, a. g. e., s. 400; Sumner, a. g. e., ss. 163-164;
Marriot, a. g. e., s. 325; Shaw, a. g. e., ss. 203-205; Stojanovic, a. g. e., ss. 58-74; Anderson, a. g. e., s.
183; Baltalı, a. g. m., ss. 212-214; Kurat, a. g. m., s. 578; Danişmend, a. g. e., ss. 251-253 ve ss. 255-256;
Mantran, a. g. e., s. 130; Ongunsu, a. g. m., s. 58; Erim, a. g. e., ss. 374-375; Karpat, a. g. m., s. 362;
Tuncer, a. g. e., s. 70; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 98-101; Armaoğlu, a. g. e., ss. 501-502; Sedes, a. g. m.,
S. 35, s. 64; Şimşir, a. g. e., ss. LXXXVI-CXVII.
207
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 101-116 ve 137-154; Marriot, a. g. e., s. 325; Shaw, a. g. e., s.
209; Stojanovic, a. g. e., ss. 183-208; Anderson, a. g. e., ss. 184-185; Danişmend, a. g. e., ss. 256-283;
Mantran, a. g. e., s. 133; Karpat, a. g. m., s. 362; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 108-109; Karal, a. g. e., C.
VIII, ss. 14-16; Armaoğlu, a. g. e., ss. 503-505; Sedes, a. g. m., ss. 66-67; İ. Halil Sedes, “1877-1878
Osmanlı Rus Savaşı (IV)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 36, Şubat 1988, s. 69.
208
Sumner, a. g. e., ss. 174-176; Stavrianos, a. g. e., s. 404; Shaw, a. g. e., s. 209; Stojanovic, a. g. e., ss.
74-77; Anderson, a. g. e., s. 185; Kurat, a. g. m., ss. 580-581; Karpat, a. g. m., s. 362; Tuncer, a. g. e., s.
71; Karal, a. g. e., C. VIII, s. 18; Armaoğlu, a. g. e., ss. 505-506; C-B Jelavich, a. g. e., s. 147.
206
tarafından ağır bulunmuş ve hafifletilmesi istenmiştir. Sırp hezimeti, Rusya’da paniğe
sebep olmuş, Mayıs ayındaki Bulgar isyanının, sözde şiddetle bastırılması ise İngiliz
kamuoyunu Türkler aleyhine döndürmüştür. İngiltere, 21 Eylül tarihinde diğer güçlerin
de onayını alarak Bâb-ı Âlî’ye yeni bir program ve mütareke şartları sunmuştur. Bu
şartları Sırplar ve Karadağlılar kabul etmemişler, bu işe Avrupa’yı karıştırmak
istemişlerdir. Bu sebeple 25 Eylül 1876 tarihinde Sırplar, tekrar savaşa başlamış fakat
yine yenilgiye uğramışlardır. Bu sıralarda Ruslar da askerî hazırlıklara başlamışlardır.
Rus elçisi İgnatyef, Bâb-ı Âlî’ye bir nota vererek savaşı durdurmasını istemiştir209.
Bu arada İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ıslahat yapması konusunda 4
Kasım tarihinde İstanbul’da bir konferans toplanmasına diğer devletleri ikna etmiştir.
Bu konferansa 1856 Paris Antlaşması’nı imza eden devletler katılacaktı. Rusya,
Osmanlı Devleti’nin İstanbul’daki bu konferansa katılmasına karşı çıkmıştır.
İngiltere’nin önerisiyle önce Avrupalı güçler toplanarak alacakları kararları Osmanlı
temsilcilerine bildirecekler ve sonra onlarla müzakere edeceklerdi. İngiltere, zorlayıcı
kararlar alınması halinde, bu kararlara katılmayacağı konusunda Bâb-ı Âlî’ye teminat
vermiştir210.
Bu sırada V. Murad’ın aklî dengesinin bozuk olduğunun anlaşılması üzerine 31
Ağustos 1876 günü II. Abdülhamid, Osmanlı tahtına geçmiştir. 23 Aralık günü Tersane
Konferansı başlarken Meşrutiyet ilân edilmiştir. Lâkin konferansa katılan delegeler
tarafından meşrutiyet ilânı, diplomatik bir manevra olarak algılanmış ve soğuk
karşılanmıştır. Tersane Konferansı’nda şaşırtıcı bir şekilde İngiltere verdiği teminata
209
Stojanovic, a. g. e., ss. 78-94; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 171-191; Mantran, a. g. e., s. 134;
Erim, a. g. e., s. 376; Karpat, a. g. m., s. 363; Tuncer, a. g. e., s. 71; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 18-24;
Armaoğlu, a. g. e., ss. 509-510; Danişmend, a. g. e., s. 291; Kurat, a. g. m., s. 582; Sedes, a. g. m., s. 70;
Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 81.
210
İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (V)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 37, Mart 1988, s. 59; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 192-201; Palmer, a. g.
e., s. 162; Shaw, a. g. e., s. 218; Stojanovic, a. g. e., ss. 95-131; Anderson, a. g. e., s. 190; Tuncer, a. g. e.,
s. 71; Armaoğlu, a. g. e., s. 511; Kurat, a. g. e., s. 81.
rağmen Ruslarla benzer fikirleri ileri sürmüştür. 20 Ocak 1877 tarihinde Osmanlı
Devleti, konferans tekliflerini reddetmiştir211.
Savaş ihtimali kaçınılmaz olarak ortaya çıktığında Rusya ve Avusturya, Peşte
Antlaşması ile Balkanlardaki niyetlerini yazılı olarak belirlemişlerdir. Buna göre
Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i almış, karşılığında ise Rusları Balkanlarda
serbest bırakmıştır. Böylece Rusya, Almanya ve Avusturya’nın tarafsızlığını
sağlamıştır212.
31 Mart 1877 tarihinde Londra’da altı devletin onayı ile “Londra Protokolü”
kabul edilmiştir. İngiltere, Bâb-ı Âlî tarafından bu protokolün reddi halinde kendisini bu
protokole bağlı saymayacağını bildirmiştir. Bundan cesaret alan Osmanlı Devleti 3
Nisan 1877 günü bu protokolü reddetmiştir. Bunun üzerine Rus Çarı, 12 Nisan’da
ordularının sınırı geçme emrini vermiştir213.
5-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi
İstanbul’daki Rus maslahatgüzarı, 23 Nisan tarihinde Bâb-ı Âlî’ye verdiği notayla
Rusya’nın Osmanlı Devleti ile mevcut tüm diplomatik ilişkilerini kestiğini bildirmiştir.
Aynı gün Gorçakof, St. Petersburg’daki Osmanlı sefirine savaş halinde olduklarını
211
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 159-163 ve ss. 206-220; A. H. Ongunsu, “ Abdülhamid II”, İA,
C. 1, İstanbul 1965, s. 76; Sumner, a. g. e., ss. 229-254; Stojanovic, a. g. e., ss. 132-144; Kemal Beydilli,
“Balkanlar’da Dönüm Noktası: 93 Bozgunu ve Sonrası”, Berlin Antlaşması’ndan Günümüze Balkanlar,
10 Mayıs 1997, derl. Mustafa Bereketli, Rumeli Vakfı Kültür Yay., İstanbul 1999, s. 28; Yasamee, a. g.
e., s. 16; Ülman, a. g. m., s. 282; Stavrianos, a. g. e., ss. 405-406; Marriot, a. g. e., ss. 332-333; Anderson,
a. g. e., s. 191; Armaoğlu, a. g. e., ss. 514-513; Danişmend, a. g. e., ss. 291-296; Mantran, a. g. e., s. 135;
Palmer, a. g. e., s. 164; Erim, a. g. e., s. 376; Karpat, a. g. m., ss. 363-364; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 2834; C-B Jelavich, a. g. e., s. 148; Kurat, a. g. e., ss. 81-82; Sedes, a. g. m., ss. 59-61; Kurat, Rusya Tarihi,
s. 354; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 41, Temmuz 1988, s. 61; Şimşir, a. g. e., ss. CXXXVIII-CLXI.
212
Sander, a. g. e., s. 158; Anderson, a. g. e., ss. 193-194; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 37-38; Armaoğlu, a.
g. e., s. 515; Kurat, a. g. m., s. 590.
213
Sumner, a. g. e., ss. 255-271; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 258-272; Marriot, a. g. e., ss. 333334; Stavrianos, a. g. e., s. 406; Yasamee, a. g. e., s. 17; Palmer, a. g. e., s. 166; Erim, a. g. e., s. 377;
Karpat, a. g. m., s. 364; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 39-40; Armaoğlu, a. g. e., s. 516; Kurat, Türkiye ve
Rusya, s. 82; İ. Halil Sedes, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VII)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 42, Ağustos 1988, ss. 55-58; Şimşir, a. g. e., s. CLXI.
bildirmiştir. Böylece resmen başlayan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi214 üzerine
Osmanlı Devleti, 1856 Paris Antlaşması gereğince bu antlaşmada imzası bulunan
devletlerin aracılığını talep etmişse de bir netice alamamıştır. İngiltere, savaş karşısında
Rusya’ya bir nota vererek tarafsızlığını ilân etmiştir. Avusturya-Macaristan da benzer
tutumu takınmıştır215.
Rus askerî plânına göre Tuna nehri aşılarak Edirne üzerine bir harekât
öngörülmüştür. Bu plâna uygun bir şekilde Rusya, 16 Nisan tarihinde Osmanlı
Devleti’ne bağlı Romanya prensliği ile anlaşarak Tuna’yı aşmıştır. 22 Mayıs tarihinde
Romanya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ederek Rusya’nın yanında yer almıştır.
Savaşın başlamasıyla birlikte Sırbistan ve Karadağ da Osmanlı topraklarına
saldırmışlardır216.
Bundan önceki Türk-Rus savaşlarında da âdet olduğu üzere savaş, Rumeli217 ve
Kafkaslar olmak üzere iki cephede cereyan etmiştir. Rus ilerlemesi Plevne’de Gazi
Osman Paşa tarafından durdurulmuştur218. Lâkin birkaç aylık kuşatmadan sonra 10
Aralık tarihinde Plevne’deki Osmanlı askeri teslim olmak zorunda kalmıştır. Kafkas
cephesinde ise saldırıya geçen Ruslar Kağızman, Ardahan ve Beyazıt’ı ele geçirmişler,
Kars’ı kuşatmışlardı. Kafkas cephesi komutanı Ahmet Muhtar Paşa, Kars şehrini
214
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin eleştirisi için bkz. Kaçırılan Fırsatlar: 1877 Osmanlı-Rus Savaşı
Hakkında Eleştiriler ve Askerî Düşünceler, ATASE Yay., Ankara 1997.
215
Stojanovic, a. g. e., s. 151; Yasamee, a. g. e., s. 17; Marriot, a. g. e., s. 334; Mantran, a. g. e., s. 138;
Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 40-41; Danişmend, a. g. e., ss. 299-300; Armaoğlu, a. g. e., s. 516; C-B
Jelavich, a. g. e., s. 148 ve s. 150.
216
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 322-326; Yasamee, a. g. e., s. 17; Shaw, a. g. e., s. 229; Marriot,
a. g. e., ss. 334-335; Anderson, a. g. e., s. 194; Danişmend, a. g. e., ss. 300-308; Palmer, a. g. e., s. 166;
Erim, a. g. e., s. 378; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 46-47; Armaoğlu, a. g. e., ss. 517-518; C-B Jelavich, a. g.
e., s. 151; Kurat, a. g. e., s. 83.
217
1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nin Rumeli’de cereyan eden safhaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.
Hikmet H. Süer, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, ATASE Yay., Ankara 1993.
218
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 446-494; Ayrıca Plevne muharebeleri hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. Albay Talat, Plevne Savunması, çev. Talat Yalazan, ATASE Yay., Ankara 1997; Ayrıca bkz.
Ayşenur İslam– Ali Atalay, “Plevne Müdafaası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S.
22, Aralık 1986, ss. 31-40; F. W. von Herbert, Plevne Müdafaası (Bir İngiliz Subayının Hatıraları), çev.
Nurettin Artam, Yüksel Yay., İstanbul 1944; Enver Behnan Şapolyo, Gazi Osman Paşa ve Plevne
Müdafaası, Türkiye Yay., Ankara 1959; Turhan Şahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1988; Nail Uçar, Gazi Osman Paşa ve Plevne, Orkun Yay., İstanbul
1978.
kurtarmışsa da Kasım ayında Ruslar bu kenti ele geçirerek Erzurum üzerine yürümeye
başlamışlardı219.
Plevne’nin düşmesinden sonra Ruslar, Balkan dağlarını aşarak Edirne üzerine
hareket etmişlerdir. Ruslar, 4 Ocak 1878 tarihinde Sofya’ya, 20 Ocak tarihinde de
Edirne’ye girmişlerdir. Bu sırada Sırplar, Niş’i zaptetmişler ve Sofya’yı almış olan
Ruslarla doğrudan temasa geçmişlerdi. Osmanlı Devleti, Rusların Edirne üzerine
yürüdüğü sırada, 22 Ocak tarihinde, mütareke teklif etmek durumunda kalmıştır. Ruslar,
mütareke için oldukça ağır şartlar ileri sürmüşlerdir. 31 Ocak tarihinde Edirne’de iki
belge imzalanmıştır220. Birinci belge sulh tutanağı olup Ayastefanos Barışı’nın esasını
oluşturmuştur. Diğer belge ise askerî anlamda bir mütareke sözleşmesidir221.
Rusların Edirne’ye girmeleri ve İstanbul kapılarına dayanmaları İngiltere’yi
heyecana sevk etmiştir. İngilizler, İstanbul’a bir donanma göndermeye karar vermiş
bunun üzerine Ruslar da İstanbul’a asker sevkine kalkmışlardır. Bu kriz, Osmanlı
Devleti’nin girişimleriyle giderilmiştir. Sonuçta Rusya, kuvvetlerini Çekmece
önlerinde, İngilizler de donanmalarını Mudanya önlerinde bulunduracaklardı222.
219
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 335-371, ss. 382-411 ve ss. 415-433; Yasamee, a. g. e., s. 17;
Marriot, a. g. e., s. 335; Palmer, a. g. e., s. 166; Shaw, a. g. e., ss. 230-231; Anderson, a. g. e., ss. 196197; Mantran, a. g. e., s. 138; Erim, a. g. e., s. 378; Sander, a. g. e., s. 158; Karpat, a. g. m., s. 364; Karal,
a. g. e., C. VIII, ss. 49-51 ve ss. 52-56; Armaoğlu, a. g. e., ss. 518-519; Kurat, a. g. e., ss. 83-84; Kurat,
Rusya Tarihi, ss. 354-355.
220
Edirne Mütarekenamesi’nin şartları için bkz. Erim, a. g. e., ss. 381-385.
221
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 500-553 ve ss. 563-568; Sumner, a. g. e., ss. 340-364;
Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, haz. Bekir Sıtkı Baykal, TTK Yay., Ankara
1957, ss. 42-45; Shaw, a. g. e., s. 231; Yasamee, a. g. e., s. 18; Marriot, a. g. e., ss. 335; Anderson, a. g.
e., s. 198; Erim, a. g. e., s. 378; Danişmend, a. g. e., s. 309; Mantran, a. g. e., ss. 138-139; Palmer, a. g. e.,
s. 169; Tuncer, a. g. e., s. 73; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 51-52; Armaoğlu, a. g. e., ss. 519-520; Beydilli,
a. g. m., s. 28; Kurat, a. g. e., s. 355; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 84.
6-) Ayastefanos Antlaşması
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, temel ilkeleri daha Edirne’de kabul edilmiş
olan barış antlaşması, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos’ta imzalanmıştır223. 29
maddelik bu antlaşmaya göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını
kazanmış ve toprakları genişletilmiştir. Bununla beraber, büyük bir Bulgaristan
Prensliği kurulması antlaşmada yer almıştır224.
Ayastefanos Antlaşması, ön barış antlaşması olmaktan öteye gidememiştir. Başta
İngiltere ve Avusturya’nın Rusya’nın “Şark Meselesi”ni tek taraflı olarak kendi
açısından halletmesinden kaynaklanan rahatsızlıkları ve barışın ancak bir Avrupa
kongresinde düzenlenebileceği yolundaki itirazları karşısında Rusya’nın da bu duruma
razı olması Ayastefanos’u geçici bir barış antlaşması hüviyetine sokmuştur225.
B-) 1875-1878 YILLARINDA BALKANLAR VE YUNANİSTAN
1-) XIX. Yüzyılda Yunanistan
Yunanistan devleti kurulduktan sonra birtakım meselelerle uğraşmak zorunda
kalmıştır. En başta ele alınması gereken sorun Yunan kamuoyuna hakim bulunan
irredentizmdir. Yunanistan’ın kuzey sınırı, Golos-Narda körfezleri hattını izleyen
222
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 554-561; Palmer, a. g. e., ss. 170-171; Karal, a. g. e., C. VIII, ss.
61-63; Armaoğlu, a. g. e., ss. 520-521; Kurat, a. g. e., s. 85.
223
Ayastefanos Antlaşması’nın şartları için bkz. Erim, a. g. e., ss. 387-400; Mahmud Celâleddin Paşa, a.
g. e., ss. 575-581; Türkgeldi, a. g. e., ss. 45-56.
224
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 569-574; J. H. Kramers, “Ayastefanos”, İA, C. 2, İstanbul 1961,
s. 55; Stojanovic, a. g. e., ss. 209-233; Sumner, a. g. e., ss. 399-424; Marriot, a. g. e., ss. 335; Yusuf
Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 1 ksm. 1, TTK Yay., Ankara 1983, ss. 1-2; Shaw, a. g. e., ss. 235236; Ülman, a. g. m., s. 282; Armaoğlu, a. g. e., ss. 520-522; Anderson, a. g. e., ss. 201-204; Danişmend,
a. g. e., ss. 311-312; Mantran, a. g. e., s. 140; Palmer, a. g. e., s. 172; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Sander, a.
g. e., s. 158; Karpat, a. g. m., s. 364; Tuncer, a. g. e., s. 73; Kurat, a. g. e., ss. 85-86; Karal, a. g. e., C.
VIII, ss. 64-67; Yasamee, a. g. e., s. 18 ve ss. 55-56; Beydilli, a. g. m., ss. 28-29. Ayrıca İngiltere’nin
İstanbul’daki meşhur “Büyük Elçi”si Lord Stratford Canning’in görüşleri için bkz. Stratford de Redcliffe,
The Eastern Question, John Murray, Albarmarle Street, London 1881, ss. 38-44; Kurat, Rusya Tarihi, s.
355.
225
Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Mantran, a. g. e., s. 141; Palmer, a. g. e., ss. 172-172; Sander, a. g. e., s.
158; Tuncer, a. g. e., s. 74; Karal, a. g. e., C. VIII, ss. 67-69; Grant – Temperley, a. g. e., ss. 302-303;
Beydilli, a. g. m., ss. 29-30; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 88.
Osmanlı sınırıydı. Bu hudut ile yaklaşık 800.000 Yunanlı, krallık nüfusunu oluşturmuş,
bunun üç katı bir Rum nüfus ise Osmanlı ülkesinde ve İngiltere idaresindeki Yedi
Ada’da bulunmuş oluyordu. 1923 Lozan Antlaşmasına kadar olan yaklaşık bir asırlık
süreçte yabancı hakimiyetindeki Rumların, yaşadıkları bölgeler ile birlikte yeni Yunan
devletinin sınırları içine alınması, Yunanistan’ın enerjisini harcadığı en önemli sorunu
teşkil etmiştir. Yunanistan’ın diğer ciddi bir problemi Büyük Güçlerin ülkedeki bölücü
nüfuzlarıdır. Bu güçlerin birbiriyle çatışan menfaatleri ve politikaları Atina’yı üç
müttefik gücün diplomatik merkezi haline getirmiştir. Bu şartlar altında diğer küçük
devletler gibi Yunanistan’ın bağımsızlığı aslında sözde kalan bir durumdu.
Yunanistan’da yaşanan bir başka sorun siyasî idi. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın
monarşi tesisi yolundaki kararları ülkenin siyasî geleneğine ters düşmekteydi226.
Genç Kral Otto’nun Bavyeralı naiplerinin ülkedeki icraatları halk arasında
hoşnutsuzluklara sebep olmuştur. Başlangıçta kral naiplerine yönelen memnuniyetsizlik
zamanla kralın şahsına yönelmiştir. Bu genel hoşnutsuzluk 1843 darbesini yaratmış,
darbe sonucunda Bavyeralı hâmiler işbaşından uzaklaştırılmış ve 1844 yılında anayasa
ilân edilerek ülke meşrutî monarşi haline gelmiştir227.
İngiltere’nin, Kırım Savaşı’nda, Yunanistan’ın tarafsız kalması şartıyla 1815
yılından beri idaresinde bulunan İyon adalarını Yunanlılara devretme teklifi, Kral Otto
tarafından reddedilmiştir. Bu durum zaten kraldan öteden beri memnun olmayan Yunan
halkını kral aleyhine döndürmüştür. Artan muhalefet yüzünden 1862 yılında Nauplio’da
bir isyan çıkmış, isyanların yayılmasıyla Kral Otto, Yunanistan’ı süresiz terk etmiştir.
İki yıl kralsız kalan Yunanistan’a, büyük devletler sonunda, Danimarka krallık
hanedanından Prens George’u, “Yorgo” adıyla ve “Elenlerin Kralı” sıfatıyla Yunan
tahtına oturtmuşlardır228.
226
Stavrianos, a. g. e., ss. 292-293.
Svoronos, a. g. e., ss. 54-55; Stavrianos, a. g. e., s. 293; Castellan, a. g. e., s. 348; Clogg, a. g. e., s. 71;
La Gorce, a. g. e., ss. 322-325; Karal, a. g. e., C. VI, ss. 79-80; Jelavich, a. g. e., s. 263; Dakin, a. g. e., ss.
75-79; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 75-76.
228
Svoronos, a. g. e., ss. 66-67; Dakin, a. g. e., ss. 87-96; Stavrianos, a. g. e., s. 295; Marriot, a. g. e., s.
370; Hatipoğlu, a. g. e., ss. 33-34; Castellan, a. g. e., ss. 307-308; Clogg, a. g. e., ss. 78-79; La Gorce, a.
g. e., ss. 335-343; Jelavich, a. g. e., s. 263; Kuran, a. g. m., s. 221; C-B Jelavich, a. g. e., ss. 81-82; Grant
– Temperley, a. g. e., s. 220.
227
İngiltere, görünüşte yeni kralın şerefine, gerçekte ise Yunanistan’ı kendisine
müteşekkir ve bağımlı kılmak için “Yedi Adalar Cumhuriyeti” diye adlandırılan İyon
adalarını devretmiştir. Bu suretle Yunanistan’ın yüzölçümü 2.236 km2 daha
genişlemiştir. 1867 yılında Kral, Rus Çarı’nın yeğeni ile evlenerek doğan çocuklarını
Ortodoks olarak vaftiz ettirmiştir. Dış siyasî arenada iyi bir görüntü çizen Yunanistan,
içeride ise 1863-1871 yılları arasında sık kabine değişiklikleri ile istikrarsız bir tablo
sergilemiştir. Buna rağmen Kral Yorgo dönemi Yunanistan’ın en istikrarlı dönemidir.
1864 yılında yeni bir anayasa kabul edilerek seçim, basın, eğitim alanlarında halka geniş
hak ve özgürlükler sağlanmış, bir dereceye kadar ülkenin temel sorunlarından biri olan
rüşvete engel olunabilmiştir229.
2-) XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Yunanistan İlişkileri
Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkileri başlatmak yolundaki ilk hamle
Yunanistan’dan gelmiştir. 1834 yılında Yunanlı diplomat Zografos İstanbul’a
gönderilmiştir. Yunanistan ile bir ticaret sözleşmesinin imzalanmasından sonra 1840
yılında Kostaki Musurus Efendi, Atina’ya Orta Elçi olarak atanmıştır. Bu suretle
başlayan diplomatik ilişkiler takip eden yüzyıl boyunca inişli çıkışlı bir seyir
izlemiştir230.
Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği irredentist siyasetin, Tanzimat
Dönemi’nde Ege adaları, Girit, İşkodra, Yanya ve Selânik bölgelerine yönelik olduğu
görülmektedir. Bu bölgelerde propaganda ve siyasî örgütlenmeler vasıtasıyla
faaliyetlerde bulunmaya başlamış, Balkanlardaki diğer etnik unsurlarla da çatışmakta
229
İlber Ortaylı, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, III. Ask. Tar. Sem.,
Ankara 1986; s. 164; Cengiz Orhonlu, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne Karşı Takip Ettiği Siyaset
(1866-1885)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, I/6, Haziran 1980, s. 5; Beria Remzi Özoran,
“Tesalya Savaşı”, Türk Kültürü, TKAE Yay., S. 110, Aralık 1971, s. 101; Svoronos, a. g. e., ss. 67-68;
Hatipoğlu, a. g. e., ss. 35-36; Dakin, a. g. e., ss. 100-103; Marriot, a. g. e., ss. 372; Castellan, a. g. e., ss.
345-346; Clogg, a. g. e., ss. 80-82; Gürel, a. g. e., s. 31; Binark, a. g. e., s. 18; Şahin, a. g. e., ss. 206-207;
Kuran, a. g. m., s. 221; C-B Jelavich, a. g. e., s. 82; La Gorce, a. g. e., ss.341-344; Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 18; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, s. 18; TürkYunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, s. 41; Sonyel, a. g. e., s. 186; Kocabaş, a. g. e., s. 91.
230
Ortaylı, a. g. m., s. 166; Kuran, a. g. m., s. 219.
gecikmemiştir. Yunanistan’ın sürekli olarak Osmanlı vatandaşı Rumları ayaklanmaya
kışkırtması, Osmanlı sınırını geçen Yunan çeteleriyle yaşanan muharebe ve çatışmalar
dönemin karakteristik özellikleridir231.
Yunanistan’da görülen eşkıyalık, yüzyıllardan beri süregelen bir geleneğin
ürünüdür. Ülkede Osmanlı idaresi zamanında da etkili olan eşkıyalık faaliyetleri,
Osmanlılar tarafından “martolos” teşkilâtının kurulmasıyla giderilmek istenmiş, fakat
bu teşkilâtın üyeleri de fırsat buldukça haydutluk yapmaktan geri kalmamışlardı. 1821
Yunan isyanında aktif olarak yer almaları onlara millî bir hava vermiş, başkanları
bağımsızlık sonrasında da ülke yönetiminde etkili olmuşlardır. Bu eşkıyalar, aynı
zamanda Yunan devletini de rahatsız eden bir iç sorun kaynağı oluşturmuştur. Yunan
hükûmetlerinin eşkıyalıkla mücadelelerine rağmen pek başarılı oldukları söylenemez.
Eşkıyalar yeri geldikçe Yunanistan’ın millî hedefleri doğrultusunda kullanılmışlardır.
Bu çeteler, Yunanistan için Girit isyanlarında ya da Tesalya, Epir ve Makedonya’da
dolaylı olarak kullanılan bir gerilla gücünü teşkil etmişlerdir. Yunanistan’ın dış
meselelerinde aktif olarak kullandığı bu eşkıyalar, ne var ki barış zamanlarında Yunan
iç güvenliğini tehdit etmişlerdir. İki ucu ateşten bir değnek misali Yunan eşkıyalığı,
hem kendisini yakmış hem de başta Osmanlı Devleti olmak üzere diğer Balkanlı
unsurları yakmıştır232.
Yunanlılar, “Büyük Güçler” arasındaki çekişmelerden, kendi menfaatleri için
yararlanma yolundan geri kalmamışlardır. Yunanistan, 1853 yılında başlayan Kırım
Savaşı’nda Rusya ile Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya gelmesini Tesalya ve Epir
üzerindeki emelleri bakımından bir fırsat olarak görmüştür. Yunanlılar, Rusya’yı
desteklediklerini açıklamış, hatta bazı Yunanlı gönüllüler Kırım’da bizzat savaşa dahi
katılmışlardır. Tesalya ve Epir’deki Rumlara silah, mühimmat ve ajanlar gönderilmiş,
Yunan çetecileri sınırı geçerek buralarda faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kısa zamanda
231
Ortaylı, a. g. m., s. 168.
Yunanistan’da eşkıyalığın sebepleri, gelişimi ve irredentizm yolunda kullanılmaları hakkında ayrıntılı
olarak bkz. John S. Koliopoulos., Brigands with a Cause: Brigands and Irredentism in Modern Greece,
1821-1912, Clarendon Press, Oxford 1987, ve yine aynı yazarın şu makalesine müracaat edilebilir:
“Brigandage and Irredentism in Nineteenth Century Greece”, Modern Greece: Nationalism and
Nationality, Atina 1990, ss. 67-102; Yunan eşkıyalığının farklı bir değerlendirmesi için bkz. La Gorce, a.
g. e., ss. 362-376; Clogg, a. g. e., s. 86.
232
Yanya vilâyetini oluşturan Tesalya ve Epir’de isyanlar ve kargaşa hakim olmuştur.
Ancak Yunanistan, bu savaşta İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin yanında yer
aldığını hesaplayamamış ve onların müdahalesiyle karşılaşmıştır. İngiliz ve Fransız
donanmaları tarafından Pire ve Atina denizden ablukaya alınmış ve diplomatik
kanallardan Yunanistan mağlup edilmiştir. Sınırdaş olduğu Yanya vilâyetindeki
kışkırtıcı faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır233.
Bu dönem Osmanlı-Yunan ilişkilerinde Girit önemli bir yer işgal etmiştir.
Yunanistan’da iç ve dış siyasî ortam karışık bir haldeyken Girit Rumları 1866 yılında
Osmanlı yönetimine karşı isyân ederek Yunanistan ile birleşme düşüncesiyle adadaki
Türkleri katletmişlerdir. Yunanistan’ın tam destek veremediği bu isyan, Osmanlı
kuvvetlerince bastırılmıştır. Ancak 1868 yılında Rusya’nın kışkırtmasıyla çıkan ikinci
isyan bu sefer büyük devletlerin araya girmesiyle büyümeden bastırılmış, ancak
Osmanlı Devleti, Girit’e göreceli bir özerklik tanımak zorunda kalmıştır234.
Girit meselesinde istediği neticeyi alamayan Yunan siyasî düşüncesi yeni bir şekil
almıştır. 1856 Paris Antlaşması sonrasında Büyük Devletlerin Osmanlı Devleti’ni
kollayan siyasetleri devam ederken Yunanistan “Megali İdea” hedeflerini elde
edemeyeceğini anlamış ve 1871 yılından itibaren Bâb-ı Âlî ile çatışmaktan kaçınan bir
politika izlemeye başlamıştır. Osmanlı yönetimi de buna olumlu karşılık vermekte
gecikmemiştir. Londra’da 1871 yılı Ocak ayında Karadeniz meselesi hakkında bir
konferans toplanmış, Yunan Başbakanı Kumunduros, eşkıyalığın önlenebilmesi için
Osmanlı-Yunan sınırında bir takım düzenlemeler yapılmasını teklif etmişse de
233
Svoronos, a. g. e., ss. 57-58 ve ss. 69-70; Dakin, a. g. e., ss. 82-84; Stavrianos, a. g. e., ss. 294-295;
Marriot, a. g. e., ss. 363-364; Castellan, a. g. e., s. 307; Clogg, a. g. e., ss. 74-75; Sonyel, a. g. e., s. 196;
Sun, a. g. e., ss. 10-11; La Gorce, a. g. e., ss. 327-333; Kuran, a. g. m., s. 220; C-B Jelavich, a. g. e., ss.
78-79.
234
Ayşe Nükhet Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TTK Yay. Ankara
2000, ss. 21-27; Erdoğan Yeğen, “XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Girit Olayları ve Osmanlı-Yunan ve
Büyük Devletlerin İlişkileri”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986, s. 278; Cemal Tukin, “Girit”, İA, C. 4,
İstanbul 1964, s. 796-798; Dakin, a. g. e., ss. 118-120; Orhonlu, a. g. m., s. 6; Sumner, a. g. e., ss. 107108; Marriot, a. g. e., ss. 375-377; La Gorce, a. g. e., ss. 346-351; Sun, a. g. e., ss. 11-14; Hatipoğlu, a. g.
e., s. 36; Svoronos, a. g. e., ss. 68-69; Castellan, a. g. e., s. 348; Anderson, a. g. e., ss. 159-161; Karpat, a.
g. m., s. 361; Kuran, a. g. m., s. 221; Binark, a. g. e., ss. 118-119; Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea,
ss. 24-25; Mantran, a. g. e., s. 116 ve ss. 128-129; Sander, a. g. e., s. 156; Özoran, a. g. m., ss. 101-102;
Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, ss. 18-20; Salışık, a. g. e., ss. 127128; Kocabaş, a. g. e., ss. 90-96; Karal, a. g. e., C. VII, ss. 18-38.
konferans 1856 Paris Antlaşması’nın Karadeniz’e dair kısıtlayıcı hükümlerini resmen
yürürlükten kaldırma amaçlı toplandığından Büyük Güçler bu teklife sıcak
bakmamışlardır. Böylece ilişkiler, Yunan demiryollarını Avrupa demiryolu hatlarına
Tesalya üzerinden bağlamak ve sınırlardaki eşkıyalığı önlemek gibi pratik sahalara
kaymıştır. Bu dönemde Osmanlılar ile ilişkilerin gelişmesi, diğer Balkan devletleriyle
olan ilişkileri zayıflatmıştır. Sırbistan ile Yunanistan’ın 1867 ittifakı kâğıt üzerinde
kalmış, Slavların Panslavist eğilimleri Yunanlıları Balkan işbirliği konusunda bir kez
daha düşünmeye sevk etmiştir235.
3-) 1875 Balkan Krizi ve Yunanistan
Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia eden tek millet
Yunanlılar değildir. Muhtar Sırbistan ve Karadağ devletleri, Tuna eyaletlerinin
birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan Romen devleti, bağımsızlıkları peşinde koşan
Bulgarlar, Yunanlıların Balkanlara yönelik hedefleri konusunda diğer rakiplerini
oluşturmuştur. Tüm bu devletlerin dış politikaları “Şark Meselesi”nin birer uzantısını
teşkil etmiştir236.
Yunan politikalarının uygulanıp uygulanamayacağı İngiltere’nin tutumuna göre
şekil almıştır. Yunanistan’ın garantörlerinden biri olan, Yunan ekonomisini elinde
bulunduran İngiltere aynı zamanda Doğu Akdeniz’e hakimdi. Fransa ve Rusya’nın
Yunanistan üzerindeki nüfuzları sürekli olamamıştır. İngiltere’nin Bâb-ı Âlî’ye
menfaatleri gereği verdiği destek, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış hadiseler karşısında
gücü yetmediğinde, tersine dönmektedir. Balkanlarda Slav ve Yunan faktörü daima
önemini korumuştur. Slavların millî çıkarları hiçbir zaman Rus siyasetine ters
düşmemiştir. Ancak, Yunan taleplerinin İngiltere’nin Doğu politikası ile ters düştüğü
anlar olmuştur237.
235
Orhonlu, a. g. m., s. 7; Dakin, a. g. e., ss. 123-124.
Svoronos, a. g. e., s. 68; Sun, a. g. e., s. 15.
237
Svoronos, a. g. e., ss. 76-77.
236
1875 yılında Balkan Slavları, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıkları vakit Slav
tehlikesini öne süren Yunanistan’a, İngiltere yakın bir gelecekte Balkanlarda
Yunanlılara bir üstünlük kazandıracağını vaat etmiştir. Bu vaatler karşısında
Yunanistan, zaman kazanmak için İngiliz yanlısı bir siyaset izlemiştir. 1875, hatta 1876
yılında Sırbistan’ın, 1867 tarihli Sırp-Yunan ittifakını yenileme tekliflerini de, bu
düşünceyle kabul etmemiştir. İngiltere, Balkanlardaki Slav emellerinin önüne Yunan
piyonunu sürmeye karar vermişti238.
Balkanlarda meydana gelen kriz, hiçbir Yunan Hükûmeti’nin kaçınabileceği
cinsten değildi. Yine de Atina, Slavlarla meskûn bölgelerde meydana geldiği için
Hersek isyanına karşı fazla bir ilgi duymamıştı239. Yunanlılar, Hersek meselesine karşı
ilgisiz kalmalarının Osmanlı Hükûmeti tarafından takdir edilmesini ve bu münasebetle
Bâb-ı Âlî’nin iki ülke arasındaki sorunların çözümüne yönelik olumlu yaklaşımlarda
bulunmasını beklemişlerdir240. Sırbistan ve Karadağ, Osmanlı Devleti’ne savaş
açtıklarında her iki devlet ve Rus Panslavistler, Yunanistan’ın onları destekleyeceğini
beklemişlerdir. Rusya, Rus-Yunan ilişkilerini geliştirmeyi ve mümkünse Yunan-Sırp
ittifakını canlandırmayı amaçlamıştır. Temmuz ayında Belgrad’daki Rus temsilcisi
Yunan elçisine 1867 Sırp-Yunan ittifakının hâlâ geçerli olup olmadığını sormuştur.
Rusya, bu arada Atina nezdinde de girişimlerde bulunmaya başlamıştı. Kısa süre sonra
Çar, Grandük Alexis’i Kral Yorgo ile görüşmeye göndermiş, Ekim ayında da Sırp
Prensi
Milan
Yunanistan’a
bir
heyet
göndererek
Sırp-Yunan
dayanışmasını
canlandırmayı arzulamıştı. Rusya, Yunan Hükûmeti’ne ortaya çıkabilecek fırsatları
değerlendirebilmeleri için hazırlanmayı ihmal etmemelerini tavsiye etmekten geri
kalmamıştır241. Yunanistan Başbakanı Kumunduros, olası bir Balkan ittifakına temelde
sıcak bakmakla beraber gerek İngiliz vaatleri karşısında, gerekse Osmanlı Devleti ile o
anki mevcut iyi ilişkilerini bozmak istemediğinden, Şubat 1876 tarihinde Yunanistan’ın
henüz bir savaşa hazır olmadığı şeklinde Sırplara yanıt vererek bu tür bir ittifaktan
kaçınmıştır. Bununla birlikte, muhtemelen Kral ve Dışişleri Bakanı’nın haberi olmadan,
238
Svoronos, a. g. e., s. 77.
Malet’ten Derby Kontu’na, 20 Ağustos 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 71.
240
Malet’ten Derby Kontu’na, 12 Eylül 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 91.
241
Elliot’tan Derby Kontu’na, 30 Aralık 1875, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 160.
239
Yunan ve Sırp milliyetçi dernekleri arasında yapılan gizli görüşmelerle bağlantısını
sürdürmüştür242.
Yunanistan’ın Savaş eski Bakanı Grivas, büyük nüfuzunun bulunduğu Kuzeybatı
Yunanistan’da Epir bölgesinde isyan çıkarmaya yönelik birtakım hazırlıklarda
bulunmuştur243. Bunun sonucunda da Epir’de huzursuzluklar gözlemlenmiştir. Hatta
Epirli Rum işbirlikçiler, Yanya Rus Konsolosundan isyan hareketinin zamanını tayin
etmesini istemişlerdir. Rus Konsolos durumu İgnatyef’e bildirmiş, o da sakin kalınması
yönünde cevap vermiştir244.
Yunan ve Sırp milliyetçi dernekleri arasındaki görüşmeler, Makedonya eşkıya
reisleri ve Rusya’nın İstanbul büyükelçisi İgnatyef ve bir Sırp ordusu subayı ile
bağlantıda olan Yunanlı politikacı Leonidas Vulgaris aracılığıyla sürdürülmüştür.
Vulgaris, Sırp politikacısı Garaşanin ile Mart 1876’da bir araya gelerek Tesalya, Epir ve
Makedonya’da ayaklanmalar çıkarılması hakkında plânlar ortaya atılmıştır. Vulgaris’in
o anda Kuzeyde elinde bulunan az sayıdaki harekât imkânı ile faaliyete geçmişse de,
Yunanistan’ın bu harekâtı uygunsuz ve yersiz bulması üzerine, Selânik konsolosu
aracılığıyla Olimpos dağındaki çetelerine harekete geçmemeleri konusunda talimat
gönderilmiştir. Mayıs 1876’da Hükûmet tarafından Yunan elçiliklerine gönderilen
yazıda Yunanistan’ın tarafsız kalma niyetinde olduğu ve gerekirse arabuluculuk
yapabileceği açıklanmıştır. Osmanlılar karşısında Haziran ayında zor duruma düşen
Sırplar, 1867 ittifakı gereğince Yunanlılardan yardım istemişlerse de Yunanlılar,
yenilenmediği için bu ittifakın geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bununla beraber,
Yunanistan hiç olmazsa bu kargaşa ortamdan bir yarar sağlama düşüncesiyle Bâb-ı
Âlî’den Tesalya, Epir ve Makedonya’ya Çerkez göçmen iskân etmemesini talep etmiş,
Yunan demiryolu ağını Avrupa demiryollarına bağlama için Osmanlı Devleti’nden bir
242
Stojanovic, a. g. e., ss. 81-82; Orhonlu, a. g. m., s. 8; Dakin, a. g. e., s. 126; C-B Jelavich, a. g. e., s.
152.
243
Elliot’tan Derby Kontu’na, 15 Şubat 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 168.
244
Stuart’tan Derby Kontu’na, 19 Şubat 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 168.
onay elde etmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti de Tesalya ve Epir dahil olmak üzere
Yanya vilâyetine Çerkes göçmen yerleştirmeyeceğini Yunanistan’a vaad etmiştir245.
Yunan Kralı, 1876 yılı Mayıs ayında Berlin’de Almanya, Rusya ve Avusturya’nın
Balkanlarda yaşanan hadiselelerle ilgili olarak yaptıkları görüşmeler sırasında gündeme
gelen Rus tekliflerinden rahatsızlık duyduğunu ifade etmiştir. Kral, bu kargaşa
ortamında Yunanistan’ın tarafsız kalması gerçeğinin göz ardı edilerek yalnızca Sırbistan
ve Karadağ arazilerinin genişletilmesine yönelik birtakım tekliflerin ortaya atılmasının
haksızlık olduğunu ve Yunan isteklerine de dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir246.
Sırpların hezimetlerinden ders almayan bazı Yunan çevreleri, Rusya’nın yakında
savaşa girmesiyle Slavların savaşı kazanarak zaferin tüm meyvelerini toplayacakları
endişesine kapılmış ve bir an evvel Osmanlı Devleti’ne savaş açılmasından yana
olmuşlardır. 1 Ekim’de Akropol yakınında toplanan göstericiler Yunan Hükûmeti’ni
yeterli savaş hazırlıkları yapmamış olmakla suçlamışlardır. Bu ve bu türden baskılara
Kumunduros boyun eğme düşüncesindeyken, Trikupis, Zaimis ve Deliyorgis gibi diğer
Yunanlı siyasetçiler, bir maceraya atılmaktansa tarafsız kalınması halinde, 1868 Girit
meselesinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya gibi ilgisiz kalmalarının neticede onlara
siyasî getiri sağladığını hatırlatarak, İngiltere’nin Yunanistan’ı ödüllendireceği fikrini
ileri sürmüşlerdir. Fakat İngiltere’de Gladstone’un, “Bulgar mezalimi” risalesi ile
başlayan, Balkanlarda Slavlar için otonom devletler kurulması yolundaki açıklamalar,
Yunanistan’da savaşa pek hevesli olmayan grupları da şüphelere sevk ederek
ateşlemiştir247.
Yunan Dışişleri Bakanı Kontostavlos, bir konuşmasında Yunanistan’da yaşayan
Yunanlıları “hür Yunanlılar”, Osmanlı idaresinde bulunan Rumları da “esir Yunanlılar”
sözleriyle ifade etmiştir. Bu ifadeler Türk diplomatlarca protesto edilmiştir. Yunanlı
Bakan, bu sözleriyle Batılı güçlerin dikkatini Yunan isteklerine çekerek Yunanistan’ın
dış politikasının icabını yerine getirmek istemiştir. Bu dönemde Slavların durumu
245
Dakin, a. g. e., ss. 126-127; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152; Şimşir, a. g. e., C. I, ss. 211-212.
Buchanan’dan Derby Kontu’na, 8 Mayıs 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 2, s. 193.
247
Orhonlu, a. g. m., s. 9; Dakin, a. g. e., s. 127; C-B Jelavich, a. g. e., s. 152.
246
Atina’ya büyük sıkıntı vermiştir. Rus ya da Slavların Balkanların güneyindeki
bölgelerle ilgilenmeleri Yunan Hükûmeti’ni alarma geçirmiştir248.
Bu sıralarda Rus ordusunun eski subaylarından olup Sırp ordusu erkânı arasında
bulunan Albay Becker, Yunanistan’a gelerek bazı inceleme ve gözlemlerde
bulunmuştur. Becker, Yunanistan’ın Sırbistan’a yardım etme ihtimalinin mevcudiyetine
yönelik bu ziyaretinin sonucunda askerî hazırlıkların yetersizliğine ve Sırp davasına
karşı pek sempati beslenmediğine şahit olarak Atina’dan ayrılmıştır249.
Yunan Dışişleri Bakanı, İstanbul Konferansı sırasında İgnatyef’in, Selânik dahil
olmak üzere Rumların yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri de Bulgarların yaşadıkları
bölgeler arasına katarak Bulgar sahalarını geniş tutmaya çabaladığından şüphe ettiğini
belirtmiştir. Buna ilâveten konferansta bulunan İngiliz murahhasların bu türden
niyetlere karşı çıkmaları ve Rumların Slavlarla eşit konumda tutulmaları için gayret
göstermeleri durumunda Yunanistan adına minnettar kalacağını ifade etmiştir250.
Sırbistan ve Karadağ, İstanbul’da toplanan konferansa temsilci göndermek
istemişlerse de reddedilmişlerdir. Buna rağmen Belgrad Hükûmeti, konferansa iki
muhtıra göndererek ayaklanan eyaletlerde radikal reformlar yapılmasını istemiştir. Bu
örneğe bakarak Yunanistan da Osmanlı ülkesindeki soydaşları için Slavlara
uygulanacak benzer haklar talep etmiştir. İngiltere ve Avusturya, Slavlara karşı bir
denge unsuru olarak bu istekleri desteklemişlerse de konferans yalnız ayaklanan
bölgeler için toplanmış olduğundan bu istekler kabul edilmemiştir251.
Temmuz ayında Rusya’nın Balkan krizine el koyarak savaşa hazırlanması,
Yunanistan’da askerî hazırlıkların başlamasına sebep olmuştur. Yunan Başbakanı
Trikupis, bir İngiliz orta elçisinin Yunanistan’ın barışçı niyetleri hakkındaki sorularına,
bağımsız bir devletin her şart altında tarafsız kalamayacağı yanıtını vermiştir. Bu arada
248
Stuart’tan Derby Kontu’na, 4 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, ss. 172-173.
Stuart’tan Derby Kontu’na, 6 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, s. 173.
250
Stuart’tan Derby Kontu’na, 17 Aralık 1876, British Docs. on For. Aff., vol. 3, s. 174.
251
Stojanovic, a. g. e., s. 144; Orhonlu, a. g. m., ss. 9-10.
249
Yunanlılar, Osmanlı sınırı yakınındaki Lamia kentinde 35.000 asker toplamışlardı. Bu
sırada Yunan eşkıya çeteleri de Tesalya ve Epir’e akınlar düzenlemekteydiler252.
İstanbul’daki Yunan Büyükelçisi Kunduriyotis, İngiliz Büyükelçisi Layard’ı
ziyaretinde Rusya’nın Slavlar lehine olduğu sürece Türkiye politikasına karşı olduğunu,
Tesalya ve Makedonya’da Slavlara karşı kararlı bir politika izleyeceklerini,
Balkanlardaki Rum nüfusun Slavlar tarafından adeta yutulmasını engellemenin hayatî
bir mesele oluşturduğunu belirtmiştir. Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’a dair hiçbir
kaygı taşımaması yolunda güvence vermiştir. Bununla birlikte yine de Bâb-ı Âlî’nin
Yunanistan’ın kendi politikalarına ve isteklerine sahip olduğunu hatırlamasını isteyerek
eğer Türk orduları Ruslar karşısında yenilecek olur ve Osmanlı idaresi altındaki Rum
unsur da ayaklanacak olursa hiçbir Yunan Hükûmeti’nin Yunanlıları kardeşlerine
yardıma koşmaktan alıkoyamayacağını söylemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin savaşta
yenilmesi durumunda, Tesalya, Epir ve Makedonya’nın Yunanistan’a ilhakı konusunda
ısrarcı olacaklarını belirtmiştir. Ayrıca Girit meselesinde Bâb-ı Âlî’nin yerli halka
birtakım ayrıcalıklar tanımamaya devam etmesi halinde adada isyan çıkmasının
kaçınılmaz olduğunu ve çıkacak bir isyanda da Yunanlıların ada halkına yardım
edeceklerini ifade etmiştir253.
4-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ve Yunanistan
Yunanistan Rusya’ya ittifak önerisinde bulunmuş fakat Rusya gelecekteki Yunan
kazanımları için resmî antlaşmaya yanaşmadığından bu teşebbüs bir netice vermemiştir.
Rusya’nın Balkanlı devletlerin ittifak tekliflerini reddetmesinin ardında savaşın kısa
süreceği inancını taşıması yatmaktadır254.
Atina’daki
Rus
maslahatgüzarı
Saburov,
Tesalya
ve
Epir’de
isyanlar
çıkartılmasını desteklemiştir. Rus dışişleri, bu faaliyeti desteklemekle beraber,
252
Dakin, a. g. e., ss. 128-129.
Layard’dan Derby Kontu’na, 28 Nisan 1877, British Docs. on For. Aff., vol. 4, ss. 6-7.
254
Stojanovic, a. g. e., s. 152.
253
Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş açması halinde, herhangi bir vaat vermekten
kaçınmıştır. 1877 yılı Nisan ayında Yunanistan’ın da savaşa girmesi Rus cephesinin
yükünü hafifleteceğinden faydalı görülmüştür. Fakat Rus Çarı’nın 12 Nisan tarihli savaş
beyanatı üzerine Gorçakof, Yunanistan’ın kendi tutumunu tayin etmesinde serbest
olduğunu, ilhak politikasına bir itirazının olmadığını belirterek Saburov’un çalışmalarını
durdurmuştur255.
Selânik Yunan konsolosu Vatikiotis, hükûmetinin talimatlarına uygun olarak,
ihtilâl komitelerini dizginlemeye çalışmakla birlikte onları silahlandırmayı ihmal
etmemiştir. Bu arada Yunanistan’dan, aralarında ünlü Panayotis Kalogeros ve
Karapatakis gibi eşkıyaların Tesalya ve Olimpos’a gelişleri devam etmiştir. Bu gelişler
Atina’daki “Millî Güvenlik”, “Fereos”, “Kardeşlik” gibi yurtsever cemiyetlerin ve
Rusya’dan malî destek gören, Kumunduros ile yakın teması bulunan Vulgaris’in
çalışmalarının bir sonucudur. Haziran 1877 tarihinde Kanaris kabinesi, üzerlerinde bir
kontrol kurmak ve yeterince hazırlanmadan erkenden kendi başlarına harekete
geçmemeleri için bu komiteleri Kalligas başkanlığında merkezî bir çatı altında
toplamıştır. Öte yandan Vulgaris, Salamis’te bir kamp kurarak gönüllüleri askerî
eğitime tabi tutmaktaydı. Tesalya, Epir ve Makedonya bu komitelere bağlı eşkıya
akınlarından nasibini fazlasıyla almıştır256.
Savaşın ilk üç ayı Ruslar açısından başarılı geçtiğinden Yunanlıları unutur gibi
olmuşlardı. Bu tavır Atina’da üzüntü yaratmıştır. Osmanlı topraklarındaki Yunan
isteklerinin İngiltere tarafından desteklenmesi teklifi reddedilmiş, Bâb-ı Âlî’nin
yapacağı ıslâhatlarla yetinilmesi belirtilmiştir. Bu durum Yunan rotasını tekrar
Rusya’ya çevirmiş, iki devlet arasında bir ittifak imzalanması konusu görüşülmüştür257.
Rusların Plevne önünde duraksamaları, Yunan Hükûmeti’nin Vulgaris’in
çabalarına karşı bir nebze ilgisinin azalmasına sebep olmuştur. Bu arada Rusya,
Yunanistan’a savaşa girmesi yolunda çağrıda bulunmuş, Yunanlılar savaş sonrası
255
Yuluğ Tekin Kurat, Henry Layard’ın İstanbul Elçiliği, 1877-1880, AÜDTCF Yay., Ankara 1968, s.
35.
256
Orhonlu, a. g. m., s. 10; Dakin, a. g. e., s. 129.
257
Kurat, a. g. e., s. 36.
kazanımlarının yazılı olarak belgelenmesi taleplerinde ısrarlı olmaları, Gorçakof’un
Tesalya ve Epir’in Yunanistan’a ilhakına yönelik ifadelerinin sözden öteye gidememesi
üzerine bu girişim sonuçsuz kalmıştır. Rusların nihayet Plevne’yi düşürmeleri,
Sırbistan’ın tekrar savaşa girmesi, Girit’te bir isyana ortam hazırlamıştır. Bu sırada,
birliklerini denetleme gezisine çıkmış olan Yunan Kralı, bir Fransız orta elçisine eğer
ülkesi bu krizden bir kazanç elde edemeden çıkarsa tahtını bırakacağını ifade etmiştir. 7
Ocak 1878 tarihinde Yunanistan’da 10.000 yedek silah altına çağırılmıştır. Kanaris
Hükûmeti’nin istifasının ardından 26-28 Ocak tarihlerine gelindiğinde Atina’da savaş
yanlısı büyük gösteriler yapılmış, politikacılar korkaklıkla suçlanarak evleri taşlanmış
ve göstericiler Kral’dan Batı Yunanistan’daki başıbozukların lideri Grivas’ı
başbakanlığa atamasını istemişlerdir. Bu gösteriler sebebiyle mi yoksa Ruslarla
Osmanlıların mütarekeye gitmelerinden midir bilinmez, Kumunduros yeni hükûmeti
kurduğunda meclisten Tesalya’yı işgal etme yetkisini almıştır (31 Ocak 1878)258.
2 Şubat 1878 tarihinde soydaşlarını koruma bahanesiyle 24 top, 400 süvari ve
25.000 askerden oluşan Yunan ordusu sınırı geçerek Tesalya’ya girmiştir. Aynı
zamanda Girit ihtilâl komitesi Yunanistan ile “enosis”i ilân etmiştir. Büyük Güçler, bu
hareketleri protesto etmişler, Yunan ordusunun Tesalya’yı boşaltmasını istemişlerdir. 3
Şubat tarihindeki Türk-Rus ateşkesinin imzalandığı ve Türk donanmasının Yunan
kıyılarına saldırı için serbest kaldığı haberinin Atina’da duyulması üzerine 6 Şubat
tarihinde Tesalya’daki Yunan ordusu geri çağırılmıştır. Buradaki askerlerden bazıları
geri dönmeyi reddederek çetelere katılmışlardır. Yunanlılar, bu şekilde Büyük Güçler
tarafından ödüllendirileceklerini ummuşlardır. Bununla beraber Makedonya’daki ihtilâl
teşviklerine el altından devam etmişlerdir259.
258
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 330; ATASE, ORH, 54/54; Sumner, a. g. e., ss. 369-370;
Svoronos, a. g. e., s. 77; Dakin, a. g. e., ss. 129-130; Stojanovic, a. g. e., s. 153; Marriot, a. g. e., s. 364;
C-B Jelavich, a. g. e., s. 152; Kurat, a. g. e., ss. 36-37; Orhonlu, a. g. m., s. 11; Özoran, a. g. m., s. 104;
Kocabaş, a. g. e., s. 97; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Şahin,
a. g. e., s. 207.
259
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 330-332; Dakin, a. g. e., s. 130; Marriot, a. g. e., s. 364;
C-B Jelavich, a. g. e., s. 153.
5-) 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Sırasında Yunanistan’ın Osmanlı Devleti
Sınırları İçindeki Faaliyetleri
Tesalya, Yunanlıların teşvik ettiği her isyan eyleminin temel çıkış noktasını
oluşturmuştur. Yunan sınırında bulunması silah ve birlik sızdırılmasını ve isyan için
gerekli diğer tüm hazırlıkları kolaylaştırmıştır. Tesalya’nın dağlık bölgeleri ihtilâlci
grupların harekât alanını teşkil etmiştir260.
1876 Osmanlı-Sırp Harbi yaşanırken iki küçük ihtilâlci grup, Tesalya dağlarında
faaliyetlere başlamışlardı. 1877 yılı ortalarında Yunan Hükûmeti’nin asilere verdiği
gayr-ı resmî destek sonucu Atina’dan Tesalya’ya giden komite temsilcileri isyan için
bölgeyi hazır bulmuşlardır. Arnavutların başına buyruklukları, Rum nüfusu zaten paniğe
sevk etmişti. Tesalya’ya varan ilk silahlı güç, denizdeki fırtına sebebiyle Makedonya
yerine Pelion dağı eteklerine çıkmak zorunda kalan Vulgaris’in adamlarıdır. Pelion
dağlarında yerli asilerle birleşen komiteciler, geçici bir hükûmet ilân etmişlerdir261.
Osmanlı
kuvvetleriyle
ilk
çatışmalar
çetecilerin
lehine
sonuçlanmıştır.
Kumunduros’un evinde Trikupis ve merkez komite üyelerinin de katıldığı toplantıda
Tesalya isyanlarını üstlenmek üzere Yüzbaşı İshomahos’un Lamia’ya yola çıkması
kararlaştırılmıştı. Yüzbaşı, Ermiye ve Tesalya’daki isyanları düzenledikten sonra
Makedonya’ya, Grebene ve Kastorya’ya ilerleyecekti. Fakat hadiselerin gelişimi onun
Tesalya dağlarında kalarak buradaki kumandayı üstlenmesini gerektirmiştir262.
Ocak ayının ortalarında Ermiye bölgesindeki hazırlıklar tamamlanmış, silahlı
gruplar, bölgenin politik lideri İkonomidis komutasında sınırı geçerek yerli asilerle
birleşmişlerdir. Pelion ve Ermiye’deki isyan hazırlıklarının temel amacı düzenli Yunan
ordusunun harekâtlarına katkıda bulunmaktı263.
Tesalya’da dört güçlü isyan bölgesinin ortaya çıkmasına, bol techizata ve
ekonomik desteğe rağmen tecrübeli ve yetenekli liderlerin eksikliği sebebiyle elde
260
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
262
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
261
edilen sonuçlar tatmin edici olmamıştır. İlk önemli başarısızlık Aya kıyısındaki Ossa’da
yaşanmıştır. Bunun üzerine Vulgaris, yeni grupları bu bölgeye sevk etmiştir. Aya’yı
işgal girişimlerinde ciddi kayıplar vererek geri püskürtülmüşlerdir. Bu arada Osmanlı
donanmasından bazı gemiler Pelion kıyılarına ve Golos’a gelmişlerdi. Pelion’daki isyan
sonuçta Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırılmıştır264.
Tırhala bölgesindeki asiler, o zamana kadar önemli başarılar kaydetmişler,
Türklere ağır kayıplar verdirmişler, bölgedeki Türk çiftliklerini yakmışlardır. Osmanlı
birliklerinin sayısının artması sonucunda Pindos dağlarına çekilmek zorunda
kalmışlardır. Fakat Avrupa kongresi toplanana kadar Tesalya isyanı devam etmiştir265.
Epir’de Yunan millî cemiyetlerinin temsilcileri, bazı Arnavut haydut grupları ve
askerlerle Yunan Hükûmeti’nden bağımsız olarak Arnavutluk’un siyasî geleceği adına
temas kurmuşlardır266. Korfu’da bazı Arnavut şahıslarla anlaşmalara varmışlardı ancak
karşılıklı şüpheler isyanın başlangıç anında bir işbirliğine izin vermemiştir. Edirne
mütarekesi, Yunan-Arnavut yakınlaşma plânlarını tersine çevirmiştir. Arnavutlar,
Osmanlı Devleti’ne sadık kalarak Yunan asilerin Epir’den kovulmalarına çaba
harcamışlardır267.
Atina’daki hükûmetin kararsızlıkları, Tesalya’da olduğu gibi Epir’de de başarıyı
engellemiştir. İhtilâlci merkez komite, Epir’in Yunan sınırına yakın olan şehirlerinde
başarılı
bir
komite
ağı
kurabilmiştir.
Yanya
isyan
komitesiyle
iletişimde
bulunulmaktadır. Merkez komite, Korfu ve Yanya komiteleriyle anlaşarak isyanı
Kuzeye, Delvine, Grebene ve Meçova’ya kaydırmayı plânlamıştır. Merkezdeki
tereddütler, bunu da engellemiştir. Yunan sınırında Epir’e sızan gruplar, Osmanlı
263
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
265
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 339.
266
Yunanlılar, Arnavutları Osmanlı Devleti aleyhine isyana sevk edebilmek için hususî komiteler
kurmuşlardır. Gerek basın yoluyla gerekse de para temini sayesinde Arnavutları kendi yanlarına çekmeye
çalışmışlardır. Arnavutların aslen Yunan ırkından oldukları ve sonradan İslâm dinine girdikleri şeklinde
propagandalar yapmışlardır. Bkz. ATASE, ORH, 89/48.
267
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, ss. 337-338.
264
kuvvetleriyle çatışmışlardır. Ayastefanos Antlaşması imzalandığı sırada tekrar burada
harekete geçen gruplar, sonuçta Yunanistan’a sığınmak zorunda kalmışlardır268.
Korfu adası üzerinden Aya Saranda’da Epir kıyılarına çıkan komiteciler iç
bölgelere ilerlemişlerdi. İbrahim Paşa kuvvetleri, bu grubu bozguna uğratmıştır.
Denizdeki Osmanlı savaş gemileri, kaçış ihtimalini ortadan kaldırdığından kayıpları
korkunç olmuştur. Bu felâket, Atina’yı ve ihtilâlci Epirlileri sarsmıştır269.
Aralık 1877 tarihinde Plevne’nin düşmesinin ardından Selânik Yunan Konsolosu
Vatikiotis, Manastır logoteti, Selânik metropoliti ile Kitros ve Ierrisos piskoposları,
Atina’da ortaya atılan plâna uygun olarak mahallî çabaları koordine etmeye
başlamışlardır. Bu plâna göre Olimpos-Katerini havalisine denizden eşkıya çeteleri
çıkarılacak ve yerel savaşçıların da katılımıyla Aliakmon nehri geçildikten sonra Veria,
Naousa ve Edessa yakınlarında isyan çıkarılacaktı. Diğer bir grup Halkidikya’ya, bir
başkası Struma nehrinin denize döküldüğü yerde karaya çıkarak mahallî çeteler ile
birleşecekti. Başka gruplar da Tesalya üzerinden Makedonya’ya sızacaktı. Bu amaçlara
uygun olarak tüm lojistik ve istihbaratî teşkilâtlar, Selânik merkezli olmak üzere tesis
edilmiş bulunmaktadır. Bu plâna göre harekete geçilmiş, 3 Mart 1878 tarihinde asiler,
Litohoro’da Makedonya Geçici Hükûmeti’ni ilân etmişlerdir. Ancak Asaf Paşa
komutasında harekete geçen Osmanlı kuvvetleri, tüm bu girişimleri bertaraf etmiştir.
Ayrıca Kosova üzerinden Osmanlı birlikleri Olimpos ve Tesalya’ya üzerine yürümeye
başlamışlardır270.
Yunanlıların Osmanlı topraklarına yönelik bu girişimleri yaşanırken Osmanlı
idaresinin söz konusu Yunan ihtilâl komitelerinin tertiplediği ve kışkırttığı isyan
faaliyetlerine karşı almaya çalıştığı tedbirlere kısaca değinmek gerekmektedir.
Osmanlı yetkilileri Yunanistan tarafından yerli Rumlara silâh ve cephane sevk
edildiği gerçeğinin farkında olmuştur271. Yunan eşkıyasının sürekli olarak sınırı tecavüz
268
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 338.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος ΙΓ, s. 338.
270
Dakin, a. g. e., ss. 130-131.
271
ATASE, ORH, 1-7/138.
269
ederek geçmesini önlemeye çalışmış, bu hareketleri Yunan Hükûmeti’nin hiçbir şekilde
engelleyemediğini Yunan konsoloslarının ifade etmelerine karşın buna pek inandırıcı
gözle bakmamıştır272.
Yunan eşkıyasının baskınlarından ve talanlarından korunmaları için ahaliye silâh
dağıtılması düşünülmüştür273. Stratejik öneme haiz bazı kaza ve nahiyelerde asker
bulundurulması gerekmesine rağmen eldeki birlikler sayıca yetersiz olduğundan bu
gerçekleştirilememiştir274. Eşkıyanın Müslüman köylerini basarak katliam yapmaları
üzerine seyyar askerî kollar teşkil edilmiştir275.
Tesalya ve Epir’de mevcut askerî birliklerin talimsiz oluşu ve neferatın
köylerindeki ailelerinin akıbeti hakkında endişeye düşmeleri moral bakımından askeri
olumsuz etkilemiştir276. Taburlarda bulunan birliklerin cephanelerinin çok az oluşu da
ayrı bir sorun teşkil etmiştir. Eşkıyanın tenkili için yeter sayıda askerî birliğin bölgede
bulunmamış olması, cephane azlığının yanı sıra, silâhların yetersiz ve eski oluşu, sürekli
olarak İstanbul’dan acele silah, malzeme ve asker gönderilmesi isteklerine sebep
olmuştur277. Yaşanan silah, cephane, ve malzeme sıkıntısı, eşkıyaya karşı koyma
imkânlarını oldukça kısıtlamıştır278. Ayrıca bölgedeki asker azlığı halkı korkuya,
heyecana ve tedirginliğe sevk etmiştir279. Asker yetersizliğine bir çare olarak Arnavut
yedekler silah altına çağırılmıştır280. Bununla birlikte Müslüman halkın, emniyeti
açısından Yenişehir, Tırhala gibi müstahkem mevkiilere toplanmalarına çalışılmıştır281.
Atina sefaretinden Hariciye Nezareti’ne, Yunanistan dahilindeki Osmanlı
şehbenderlerinden282 gelen, Yunanistan’ın ve ihtilâl komitelerinin savaş hazırlıklarına
272
ATASE, ORH, 1-7/529.
ATASE, ORH, 1-7/775-778, 8/1, 5/155.
274
ATASE, ORH, 5/115, 5/185.
275
ATASE, ORH, 25/3, 1-6/445.
276
ATASE, ORH, 18/28.
277
ATASE, ORH, 5/145, 5/148, 5/169, 14/76, 6/70, 63/56, 63/103.
278
ATASE, ORH, 63/69.
279
ATASE, ORH, 6/66, 6/68.
280
ATASE, ORH, 16/67, 1-6/420.
281
ATASE, ORH, 13758, 16/81, 22/54.
282
Konsolos. Bkz. Pakalın, a. g. e., C. III, s. 316.
273
dair uyarılar iletilmiştir283. Yaşanan savaş ortamı, bu uyarıların gereğinin tam olarak
yerine getirilmesini güçleştirmiştir.
Bölgeye Preveze üzerinden gönderilen Osmanlı malzemelerine Korfu adasındaki
Yunanlıların el koyması, hiç olmazsa engellemesi sebebiyle nakliyatın Golos üzerinden
yapılması istenmiştir284. Sahillerin muhafazası için İstanbul’dan donanma gönderilmesi
istenmiştir285. Bahriye Nezareti Yanya vilâyeti sahillerinin muhafazası için 6 gemiyi
bölgeye sevk etmiştir286. Preveze Boğazı’nda ve Narda Körfezi’nde seyrüsefer
yasaklanmış ve doğal olarak Yunan hükûmeti bu uygulamaya karşı çıkmıştır287. Golos
Limanı’nın önemli noktalarında tabyalar inşa edilmesine girişilmiştir288. Bu arada
Preveze ve Golos limanlarında gemiler için gerekli olan kömürün bile sıkıntısı
yaşanmıştır289.
Yunanistan’ın Rumları isyan ve ihtilâle teşviklerini önlemek, mevcut eşkıyaların
da bir an önce tenkil edilmelerini sağlamak üzere 1877 yılı Ağustos ayının sonlarında
Yanya ve Tırhala sancaklarında örfî idare ilân ve icra edilmiştir290. Yunan eşkıyalarının
meydana gelen çatışmalarda yenilerek Yunanistan’a kaçmaları üzerine, onlara katılmış
bir kısım yerli Rumlar pişman olarak af dilemişlerdir. Padişahın genel af çıkarması
üzerine köylerine geri dönmüşlerdir291. Diğer kısım Rumlar sınır boyunda eşkıyalık
faaliyetlerine devam etmişlerdir292.
283
ATASE, ORH, 18/33, 32/42, 1-7/1157, 1-7/1158, 1-6/109, 108/222, 22/47, 56/109, 63/49.
ATASE, ORH, 4/75, 4/76, 6/65.
285
ATASE, ORH, 14/105, 14/132, 1-6/324, 12/42, 12/10, 22/54, 39/89, 63/59.
286
ATASE, ORH, 1-6/324, 14/112, 25/27, 62/148.
287
ATASE, ORH, 106/197, 1-6/361, 13/102, 16/60.
288
ATASE, ORH, 1-6/397, 16/71.
289
ATASE, ORH, 41/98, 63/100.
290
ATASE, ORH, 32/79, 1-6/372, 12/57, 22/38, 39/45, 41/76.
291
ATASE, ORH, 69/183, 90/117, 82/204, 70/37.
292
ATASE, ORH, 70/15.
284
6-) Ayastefanos Antlaşması ve Yunanistan
Ayastefanos Antlaşmasının şartlarını Yunanlılar öğrendikleri zaman İngiltere’nin
desteğinin onlar için hayatî önem taşıdığı kanaatine varmışlardır. Çünkü bu antlaşmadan
Yunanistan için hiçbir kazanım çıkmamıştır. Ayrıca kurulan Büyük Bulgaristan,
Yunanistan’ı fazlasıyla rahatsız etmiş, adeta bir şoka sürüklemiştir. Yunanlıların da
yayılmacı hedefleri arasında bulunan Edirne, Trakya hatta Makedonya’nın büyük bir
kısmı bu yeni oluşturulan Bulgaristan’a verilmişti. Bu, Yunanistan için asla kabul
edilemez bir durumdur. Antlaşmada yer alan Tesalya ile ilgili hüküm ise mahallî
ihtiyaçlara göre 1868 yılında Girit için kabul edilen idarî nizamnamenin Tesalya ve
Epir’de de uygulanacağı şeklinde yer almıştır. Kuşkusuz bu hüküm, Yunan hırsını
tatmin edemeyecek kadar yetersizdir293.
Yunanlılar için Ayastefanos, Rus vefasızlığının ve dönekliğinin bir kanıtı
olmuştur. Neyse ki bu antlaşma sadece Yunanistan’ı değil Sırbistan’ı ve özellikle diğer
Büyük Güçleri de rahatsız etmişti. Yeniden tespit edilecek barış şartları için toplanacak
Avrupa konferansı sebebiyle Yunanistan, Girit, Epir ve Tesalya meselelerinde
umutlanmaktan geri kalmamıştır294.
293
Türkgeldi, a. g. e., ss. 51-52; Stojanovic, a. g. e., s. 232; Ortaylı, a. g. m., s. 170; Özoran, a. g. m., s.
104; Orhonlu, a. g. m., s. 12; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Grant – Temperley, a. g. e., s. 302.
294
Dakin, a. g. e., s. 133; C-B Jelavich, a. g. e., s. 153.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TESALYA MESELESİ’NİN GELİŞİMİ
A-) 1878 BERLİN ANTLAŞMASI
1-) Berlin Kongresi Öncesinde Genel Siyasî Durum
1878 yılı Mart ayında Balkanlar üzerinde Rusya’nın elde ettiği kazanımlar,
İngiltere ve Avusturya’yı son derece rahatsız etmiştir. Savaş ihtimali Londra ve
Viyana’yı da tehdit eder hale gelmiştir. Edirne Mütarekenamesi’nin şartlarının
öğrenilmesi, Rusya’nın 8 Temmuz 1876 tarihli gizli Reichstadt Antlaşmasını ihlâl
ettiğini ortaya çıkarmıştır. Sırbistan ve Karadağ için istenen topraklar, Avusturya’nın
güneyinde yer alan bu Slav devletlerini güçlendirmekteydi ki bu durum Avusturya’yı
son derece rahatsız etmiştir. Sonuçta Rusya’nın Balkanlardaki askerî ve siyasî başarısı,
Avusturya ve İngiltere’yi birbirine yakınlaştırmıştır295.
Rusya, Avusturya’nın karşısında yer almasından çekinerek İgnatiyev’i Viyana’ya
göndermiştir. 24-26 Mart tarihlerindeki görüşmelerde Avusturya Şansölyesi Andrassy,
şartlarını ortaya koymuştur. Buna göre, mevcut ihtilâf bir İngiliz-Rus savaşına sebep
olması halinde, Avusturya tarafsız kalabilmesi için Bosna-Hersek’i işgalinin kabulünü
talep etmiştir. Fakat Viyana görüşmeleri bir neticeye varamamıştır296.
Rusya, İgnatyev ödünsüz ve katı politikasına devam ettiği müddetçe İngiltere ve
Avusturya’yı birbirine yakınlaştıracağının farkına varmıştır. Bu yüzden 2 Nisan’da
Rusya, Avusturya’nın Bosna-Hersek’in işgalini kabul edeceğini bildirmiştir. Fakat
Avusturya’nın istediği Yeni Pazar konusuna değinilmemiştir. Ancak Rusya’nın
295
Kurat, a. g. e., ss. 107-108; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Karal, a. g. e., s. 68; Karpat, a. g. m., s. 364;
Grant- Temperley, a. g. e., s. 303; Gül Tokay, “Ayastefanos’tan Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu
(Mart-Temmuz 1878)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997,
Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999, ss. 190-191.
296
Kurat, a. g. e., ss. 108-109; Tokay, a. g. m., s. 194.
Avusturya’yı İngiltere’den ayırıp kendi saflarına katma politikası yine de sonuç
vermemiştir297.
Ayastefanos Antlaşması’nın Londra’da uyandırdığı tepkiler sonucunda İngilizRus ilişkileri son derece gerginleşmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, Slav
baskısının Rumları, Rusya’nın boğazları, Süveyş Kanalını ve Basra Körfezi’ni tehdit
ettiğini belirterek antlaşmanın gözden geçirilmesini talep etmiştir. İngiltere’nin
Ayastefanos Antlaşmasına itirazı şu maddelerden ibaretti: Bulgaristan’ın Ege Denizi’ne
açılması, Balkanlarda Slav olmayan toplulukların hayat şartlarının tehlikeye girmesi ve
Bâb-ı Âlî’nin hakimiyetinin Rusya’nın arzusuna bağlı kalmış olması298.
Rusların Doğu Anadolu’daki kazanımları İngiltere için stratejik açıdan rahatsız
edici olmuştur. Bu sayede Anadolu kapıları Ruslara açılmış, Mısır ve Basra Körfezi Rus
tehdidi altına girmişti. 23 Mayıs tarihinde İngiltere, Osmanlı Devleti’ne 48 saat süreli
bir ültimatom vermiştir. Ültimatomda İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne olan
dostluğunun sürmesi adına Kıbrıs adasının işgal ve idaresinin İngiltere’ye bırakılması
istenmiştir. 25 Mayıs’ta Osmanlı Devleti bu ültimatomu içinde bulunduğu ağır şartlar
gereği kabul etmek zorunda kalmıştır299. Kıbrıs’a dair antlaşma da 4 Haziran 1878’de
İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmıştır300.
Rusya, İngiltere ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmıştır. Yapılan görüşmeler
sonucunda İngiltere, Kıbrıs ile stratejik güvenliğini garanti altına aldıktan sonra Rusya
ile 30 Mayıs tarihinde iki memorandum ve 31 Mayıs’ta da bir memorandum
297
Kurat, a. g. e., s. 109.
Kurat, a. g. e., ss. 109-111; Armaoğlu, a. g. e., s. 524; Sumner, a. g. e., ss. 638-640; Karal, a. g. e., ss.
68-69.
299
Armaoğlu, a. g. e., s. 534; Karal, a. g. e., ss. 71-73; Sander, a. g. e., ss. 160-161; Shaw, a. g. e., s. 238;
Selim Deringil, “II. Abdülhamid’in Dış Politikası”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.
2, İletişim Yay., s. 305; Mantran, a. g. e., s. 141; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Kurat, Türkiye ve Rusya, ss. 8889.
300
Erim, a. g. e., 401-402; Armaoğlu, a. g. e., s. 535; Karal, a. g. e., s. 71; Danişmend, a. g. e., ss. 313314; Ülman, a. g. m., s. 283; Sander, a. g. e., s. 161; Grant- Temperley, a. g. e., s. 304; Shaw, a. g. e., s.
238; Kurat, a. g. e., s. 89; Tokay, a. g. m., s. 195.
298
imzalamıştır301. Rus İmparatorluk Konseyi, Rusya’nın içinde bulunduğu şartları da göz
önüne alarak, Ayastefanos Antlaşması’nın Avusturya ve İngiltere’ye karşı savaş
tehlikesi yarattığını ve izlenecek en iyi yolun Ayastefanos’ta elde edilen kazançların bir
kısmından Rus millî haysiyetini sarsmayacak şekilde vazgeçmeyi kararlaştırmıştır. Bu
sebeple Rusya, Ayatefanos’un en önemli hükmü olan büyük Bulgaristan fikrinden
vazgeçmiştir302.
Londra’nın yürüttüğü gizli diplomasi kongre arefesinde İngiltere’ye büyük
faydalar sağlamıştır. Bununla beraber 30 Mayıs protokolündeki maddelerin konferans
masasında kesinleşmesi ve bunun için de İngiltere’nin bir destekçi bulması gerekmiş ve
bu destekçi de doğal olarak Avusturya olmuştur. Yeni Pazar ve Hersek’in Avusturya’ya
ilhakını engellemeyi öngören Rus politikası, Viyana’nın ayağını Balkanlar’dan kesmeyi
amaçlamıştır. Bu yüzden Andrassy, Bosna-Hersek ve Karadağ konularında İngiltere
tarafından desteklenecek olursa, Londra’ya destek vermeyi taahhüt etmiştir303.
2-) Berlin Kongresi Öncesinde Osmanlı Devleti-Yunanistan İlişkileri
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin, Osmanlı Devleti aleyhine gelişme göstermesi
üzerine Yunanistan, bu fırsattan yararlanmak için harekete geçmiştir. Yunanistan,
Edirne Mütarekesi’nden az önce Osmanlı Devleti’ne savaş açarak Tesalya’ya askerini
sokmuştur. Fakat Edirne Mütarekesi’nin 31 Ocak 1878 tarihinde yapılması ve Rus ileri
harekâtının durması üzerine, yalnız başına Osmanlı Devleti ile savaşmaya cesaret
edememiştir. Yunanistan, Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek üzere toplanacak olan
barış konferansına katılarak tezleri konusunda söz sahibi olmak istemiştir. Bu arada da
Tesalya ve Epir’de çıkartmış olduğu isyanları sürdürmeye ve Yanya’yı işgal etmek
üzere askerî hazırlıklarına devam etmiştir. Osmanlı Devleti de, Yunanistan’ın bu
durumunu Büyük Güçlere şikâyet etmiş ve gerekirse donanmasını harekete geçireceği
301
Armaoğlu, a. g. e., s. 534; Karal, a. g. e., s. 70; Kurat, a. g. e., s. 88; Tokay, a. g. m., s. 194; Bu
memorandumların metinleri için bkz. Sumner, a. g. e., ss. 646-649; 1 ve 2 numaralı memorandumlar için
bkz. Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 618-620; Türkgeldi, a. g. e., ss. 334-336.
302
Kurat, Henry Layard, ss. 111-112; Armaoğlu, a. g. e., s. 524-525; Karal, a. g. e., s. 69.
303
Kurat, a. g. e., s. 112; Armaoğlu, a. g. e., s. 523; Karal, a. g. e., s. 68; Tokay, a. g. m., s. 195.
uyarısında bulunmuştur. Olası bir Türk-Yunan savaşı halinde kamuoyunun Atina’yı
tutacağı gerçeğinden hareketle İngiltere, Bâb-ı Âlî’yi yumuşatmaya çalışmıştır304.
Yunanistan’ın sergilediği tavır ve davranışlar 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi
sonrasında
bir
Osmanlı-Yunan
mücadelesini
doğurmuştur.
Osmanlı-Yunan
uyuşmazlığının, sonuçta Osmanlı-Rus ittifakını gündeme getirme ihtimali sebebiyle,
Rusya’nın işine yarayacağından çekinen Avrupa devletleri, Yunanistan’a savaş girme
konusunda engel olmaya çalışmışlardır. Bu sebeple, devletler arasındaki görüşmelerde
Rumeli’nin genel durumu söz konusu olduğu zaman Yunanistan’ın da menfaatlerinin
dikkate alınacağı yolunda Yunanlılara güvence verilmiştir. Londra, Bâb-ı Âlî’ye taviz
verdirmeye çalışmıştır. İngiltere’nin baskısıyla donanmasını kullanamayan Osmanlı
Devleti, Epir ve Tesalya’da düzenli ordusunu da harekete geçiremediğinden başıbozuk
çeteler kurmuştu. Bu durum ise, Yunanlıların eline davalarını haklı kılmak için bir fırsat
vermişti305.
İngiliz elçisi Henry Layard, Sadrazam Sadık Paşa’nın ağzından ileride Yunanistan
için uygun bir sınır düzenlemesinin yapılabileceğine dair resmî olmayan sözlü vaat
almıştır. İngiltere, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında bir ittifak kurulmasını dahi
düşünmüştü. Sadık Paşa, aynı zamanda Türk-Yunan ittifakı fikrini uygun karşılamıştı.
Yerine geçen Mehmed Rüşdü Paşa, hem bu fikre ve hem de toprak tavizi verilmesine
karşı çıkmıştır. Yunanlılar amaçlarına ulaşmak için ittifak arayışlarından geri
kalmamışlardır. Yunanistan’ın İstanbul elçisi Kunduriyotis, 3 Haziran tarihinde
Hariciye Nazırı Saffet Paşa’yı sadrazam olmadan iki gün önce makamında ziyaret
etmiştir. Görüşmede Kunduriyotis, ittifaktan bahsederek bunun Panslavizme karşı çok
iyi bir engel teşkil edeceğini ifade etmiştir. Herhangi bir Rus saldırısında Yunanistan’ın
Osmanlı safına 50.000’den fazla asker verebileceğini söylemiş, İngiltere’den gelecek
malzeme ve para ile bu sayının daha da artacağını eklemiştir. Yunanistan’ın işbirliğine
304
Kurat, a. g. e., s. 115; Rıfat Uçarol, “1878 Berlin Antlaşması’na Göre Yunanistan Sınırının
Düzenlenmesi Sorunu ve Yunanistan’a Toprak Verilmesi (1878-1881)”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986,
s. 211; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; M. Murat Hatipoğlu,
“1897 Osmanlı-Yunan Harbi ve Yunanistan’ın Makedonya Politikası (1897-1913)”, Osmanlı, C. 2, Yeni
Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 306; Rıfat Uçarol, Gazi Ahmet Muhtar Paşa: Bir Osmanlı Paşası ve
Dönemi, Milliyet Yay., İstanbul 1976, s. 139.
305
Uçarol, a. g. m., s. 212; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22.
karşılık Osmanlı tarafının Tesalya ve Epir’i bu ülkeye terk etmesi istenmiştir. Saffet
Paşa, bazı toprakların Yunanistan’a verilmesini uygun görmekle birlikte, bunun Berlin
Kongresi’nde alınacak kararlara bağlı olduğunu söylemiştir. Ona göre, Ayastefanos
Antlaşması ile Sırbistan ve Karadağ’a verilemesi düşünülen yerlerin ancak Berlin’de
azaltılması halinde, buralarda kazanılacak yerlere mukabil Yunan taleplerini
inceleyeceğini belirtmiştir. Bu suretle hem Balkanlar’da denge sağlamak istemiş, hem
de Ruslara karşı Yunanlılarla müttefik olmayı tasarlamıştır. Bu durum aynı zamanda
Berlin’de olumsuz bir sonuç alınırsa Yunan taleplerinin karşılanamayacağı anlamını
taşımıştır. Böylece Osmanlı-Yunan ittifak girişimlerinden bir netice alınamamış ve
konu hassasiyetini korur bir şekilde Berlin’e intikal etmiştir306.
3-) Osmanlı-Yunan Sınırı Meselesinin Kongre Gündemine Alınması
Berlin Kongresi 13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında toplanmıştır.
Kongre toplanıp, görüşmeler başladığında İngiltere, Osmanlı sadrazamının sözlü
vaadini, resmî bir vaat sayarak Yunanistan’ın Kongre’ye katılması yolunda çalışmalara
başlamıştır307.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, Kongre’de resmî bir konuşma yaparak,
Slavların Rusya himayesi altında kendilerini geliştirecek yeni bir konuma
kavuşacaklarını, bu bakımdan Yunanlıların da onlarla dengeyi sağlayabilmeleri için
Kongre’ye katılmalarını, hiç olmazsa Rum menfaatlerinin görüşüleceği toplantılarda
Yunan temsilcilerinin hazır bulunması gerektiğini belirtmiştir. İngiltere’nin bu isteği
Fransa tarafından desteklenmiş ve İtalya ve Avusturya da bu teklifi kabul etmişlerdir.
Yalnız Gorçakof, Yunanlıların kongreye katılmalarına karşı çıkmıştır. Bunun üzerine
Bismarck araya girmiş ve Yunanlıların tezinin göz önüne alınmasını fakat mutlaka
uygulanması gibi bir yola gidilmemesi şeklindeki açıklamasıyla meseleyi halletmiştir.
306
Türkgeldi, a. g. e., s. 168; Kurat, a. g. e., ss. 115-116; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve
Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., s. 628.
307
Uçarol, a. g. m., s. 212; Karal, a. g. e., s. 112; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g.
e., s. 628.
Böylece Yunanistan’ın sınırdaş olduğu bölgelerin durumu görüşülürken, Kongrede
hazır bulunması kararlaştırılmıştır308.
Bunun üzerine Yunanistan’ın temsilci olarak atadığı Yunan Dışişleri Bakanı
Deliyannis, Berlin Kongresi’nin 29 Haziran 1878 tarihinde yaptığı dokuzuncu
toplantısına katılmıştır. Deliyannis, bu toplantıda Yunan hükûmetinin Rum unsurun
bulunduğu bütün Osmanlı topraklarının Yunanistan’a verilmesini arzu ettiğini, ancak
şimdiki halde Tesalya, Epir ve Girit’i istediğini bildirmiştir. Gerçekte Deliyannis, bu
konudaki isteklerinin hepsini elde edemeyeceğini bilmekteydi ve Tesalya ile Epir’de
yapılacak bir sınır düzenlemesine razıydı309.
Girit’in Yunanistan’a terki isteğine İngiliz delegeler şiddetle karşı çıkmıştır.
Bunun üzerine Fransa ve İtalya temsilcileri, Girit hariç olmak üzere, ayrıntıların
Kongre’den sonra Osmanlı-Devleti ile Yunanistan arasında kararlaştırılmak üzere bir
sınır hattı tayin ederek bunu Kongre’ye teklif olarak sunmuşlardır310:
“Kongre, Bâb-ı Âlî’ye Tesalya ve Epir bölgelerinde sınır çizmek için Yunan
hükûmeti ile uzlaşmaya davet eder. Bu çizilecek sınırın Salamiryas ve Kalamas
vadilerini takip etmesini uygun bulur. Kongre, ilgili devletlerin aralarında uyuşacakları
düşüncesinde olup, bununla birlikte devletler, görüşmelerde başarı sağlanması için
taraflar nezdinde doğrudan arabuluculuk teklifine de hazırdırlar”
Bu suretle Yunanistan temsilcisinin kabulü, dinlenmesi ve ardından yapılan bu
teklif ile Yunan istekleri Berlin Kongresi’nin gündemine girmiştir. Kongre’de bundan
308
Türkgeldi, a. g. e., ss. 73-74 ve ss. 168-169; Kurat, a. g. e., s. 120; Uçarol, a. g. m., s. 212; Armaoğlu,
a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112; Glenny, a. g. e., s. 133; Clogg, a. g. e., s. 90; Hatipoğlu, a. g. m., s.
306; Uçarol, a. g. e., s. 140; Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., s. 628; Tokay, a. g. m., s. 198.
309
BOA, Y.EE, 43/211; Türkgeldi, a. g. e., s. 169; Kurat, a. g. e., s. 120; Uçarol, a. g. m., ss. 212-213;
Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da
Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 306; Uçarol, a. g. e., s. 140.
310
Roderic H. Davison, “The Ottoman-Greek Frontier Question, 1876-1882, From Ottoman Records”,
Symposium Historique International, La Derniere Phase de la Crise Orientale et L’Hellenisme (18781881), Volos 27-30 Semptembre 1981, Actes, AIESEE, Athenes 1983, s. 188; Türkgeldi, a. g. e., s. 169;
Uçarol, a. g. m., s. 213; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 112.
sonra yapılan görüşmelerde, Fransız temsilcisinin ısrarları sonucunda söz konusu
teklifin Kongre’nin 13 numaralı protokolüne aynen yazılması kararlaştırılmıştır311.
4-) Berlin Kongresi Sırasında Tesalya’nın Durumu
Bu sıralarda ise Tesalya ve Epir’de ortam gerginliğini muhafaza etmiştir. 1878 yılı
Şubat ayında isyana katılmış olan Çatalca şehrinin Rum ahalisi Yunanistan’daki Surbi
şehrine sığınmışlardı. Osmanlı Devleti, çıkan isyanlar üzerine genel af ilân etmiştir.
Topraklarına geri dönecek Rum mültecilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanacağını
bildirmiştir. Rumlar geri dönmek istemişlerdir fakat bu istekleri Çatalca’daki ekinlerini
kaldırıp Surbi’ye getirmek üzere olmuştur. Bu iş sırasında da şehir civarındaki Osmanlı
askerlerinin de garnizonlarından ayrılmamalarını şart koşmuşlardır. Bu talep genel af
sınırları dışında bulunduğundan Osmanlı tarafınca kabul edilmemiştir. Bu arada bazı
Rumlar geri dönmüşlerse de Yunanistan’daki ihtilâl komiteleri Berlin Kongresi’nde
Tesalya ve Epir’in Yunan idaresine bırakıldığına dair sahte haberler yayarak,
mültecilerin
Osmanlı
ülkesine
dönmelerine
engel
olmaya
çalışmışlardır312.
Yunanistan’da bulunan 13.500 kadar olan Tesalya ve Epirli göçmenlerin sayılarını 3035.000 kadar göstermişlerdir313. Ayrıca geri dönüşlerde Yunan makamları güçlük
çıkarmışlardır314.
Osmanlı yönetiminin Tesalya’da Rumları yatıştırmak için gösterdiği bütün çabalar
sonuç vermemiştir. Yunanistan’daki ihtilâl komiteleri sınır üzerindeki ve Osmanlı
toprakları içerisindeki asilere silâh ve cephane yardımında bulunmaya devam
etmişlerdir. Asilerin faaliyetleri ve Osmanlı kuvvetleriyle çatışmalar devam etmiştir.
Olimpos dağı ise asiler ve eşkıyalar ile kaynar bir halde idi315.
311
Türkgeldi, a. g. e., s. 74 ve s. 169; Uçarol, a. g. m., s. 213; Karal, a. g. e., ss. 112-113.
Kurat, a. g. e., s. 120.
313
Şimşir, a. g. e., s. 477.
314
Şimşir, a. g. e., s. 472.
315
Kurat, a. g. e., s. 121.
312
Yunanistan Tesalya, Epir ve hatta Makedonya’yı ele geçirebilmek için mevcut
isyan faaliyetlerini sürdürmüş ve isyanı daha büyük bir hale getirmek için faaliyetlerinin
şiddetini arttırmıştır. Atina, Berlin’de diplomasi vasıtasıyla amacına ulaşamadığı
takdirde silâh gücüne başvurmayı tasarlamıştır. Bu sıralarda Yunan ajanları, İstanbul’un
sözünü tutmadığı, reformları yapmadığı şeklinde bir propagandayı Rumlara aşılamış ve
Osmanlı idaresini küçük düşürmeye çalışmıştır316.
5-) Berlin Kongresi’nin Yunan Meselesine Dair 13 Numaralı Protokolü
Berlin Kongresi’nin Yunanistan ile olan sınırın düzenlenmesi meselesine dair
toplantısı 5 Temmuz 1878 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıya Almanya tarafından
Prens Bismarck, Bülow ve Prens Hohenlohe Schilingstfurst, Avusturya-Macaristan
tarafından Kont Andrassy, Kont Karolyi ve Baron Haymerle, Fransa tarafından
Waddington, Kont St. Vallier ve Deprez, İngiltere tarafından Kont Beaconsfield, Marki
Salisbury ve Lord Russel, İtalya tarafından Kont Corti ve Kont De Lannay, Rusya
tarafından Kont Shuvalov ve Dubril, Osmanlı Devleti tarafından ise Aleksander
Karateodori Paşa, Mehmed Ali Paşa ve Sadullah Bey katılmışlardır. Toplantı saat
15:30’da başlamış ve hemen daha önce görüşülmüş bulunan 11 numaralı mazbata kabul
olunmuştur317.
Meclis başkanı, meclise sunulmuş arzuhallerin fihristini okuduktan sonra
Ayastefanos Muahedesi’nin Girit’te uygulanan idarî nizamnamenin Tırhala ve
Rumeli’nin diğer yerlerinde de uygulanmasına yönelik olan 15. Maddesinin
görüşüleceğini bildirmiştir. Bu sırada Fransa birinci delegesi Waddington, müzakereden
önce söz alarak, Bâb-ı Âlî’nin, Yunanlıların isteklerini tatmin edecek bir tedbir almazsa
sınır boyundaki isyan hareketlerinin eksik olmayacağını ve bir miktar arazinin
Yunanistan’a terkinin hayırlı olacağını söylemiştir. Bu konuyla ilgili olarak Bâb-ı
Âlî’nin Yunanlılarla sınır düzenlemesi görüşmelerinden kaçınmayacağı zannında
olduğunu eklemiştir. İsyan hareketlerinin devam etmesinin Osmanlı Devleti’nin servet
316
317
Kurat, a. g. e., s. 122.
Berlin Kongresi Protokolleri, fi 5 Recep 98 ve fi 21 Mayıs 97, Matbaa-yı Amire, İstanbul, s. 164.
kaynaklarını tüketerek zarara uğrattığını da ifade etmiştir. Yunanistan ile ilgili olarak
Kongre’nin Yunan taraftarlarının ifrata varan eğilimlerini desteklemek istemediği
bilinse de Osmanlı idaresinde bulunan Rum halkın Yunanistan’a katılması gerektiği
kanaatinde olduğunu beyan etmiştir318.
Waddington, 1830 yılında Yunan tahtına oturtulmak üzere seçilmiş fakat sonradan
başka bir devletin kralı olan prensin Yunanistan ile ilgili düşüncelerini nakletmek
suretiyle Yunan krallığının o zaman için belirlenen sınırlar dahilinde kalması halinde ve
Arta-Volos körfezlerine bitişik arazilere sahip olmazsa bu devletin bekasının mümkün
olamayacağı şeklindeki sözlerini kongrede tekrarlamıştır. Bahsedilen prensin bu
sözlerinin tecrübeyle ispatlanmış olduğunu söylemiştir. Bu sözlere ilaveten Yunan
sınırları dahilinde artık refah ve kalkınmanın mümkün olmadığını, bu sebeple sınır
boylarında her zaman meydana gelebilecek olan çatışmaları Yunanistan’ın önlemeye
gücünün yetmediğini belirtmiştir. Waddington Kongre’nin, Osmanlı Devleti’nin
hükümranlık haklarına bir halel getirmeksizin Yunanistan’a terk olunacak yerleri genel
bir surette belirlemesini teklif etmiştir. Bu teklifiyle her iki tarafın da menfaatlerine
hizmet ettiği kanaatinde olduğunu söylemiştir319.
Waddington, Kongre’nin her iki devlet üzerinde manevî nüfuzunu kullanmak
suretiyle Osmanlı Devleti’nin sınır düzenlemesi için bazı uygun fedakârlıklara razı
olmasını ve Yunanistan’ın da ifrata varan bir takım taleplerinden kaçınması gerektiğini
ifade etmiştir. Sınır düzenlemesi konusunda amaca ulaşabilmek için kabul edilmesi
imkânsız birtakım fedakârlıkların istenmemesinin ve Yunanistan’ın ölçülü isteklerinin
göz önüne alınmasının lâzım geldiğini ilâve etmiştir. Osmanlı Devleti ile Yunanistan
arasında sınır düzenlemesine yönelik görüşmelere esas olmak üzere Osmanlı tarafına
Avrupa devletlerinin niyet ve düşüncelerini, Yunan tarafına da daha ileri gidilmesi hoş
karşılanmayacak genel bir sınır hattının belirlenmesinin çok uygun olacağını
318
319
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 164-165.
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 165.
söylemiştir. Kendisinin İtalya birinci delegesi Corti ile fikir birliği içinde olduğunu
belirterek kongreye şu yazıyı okumuştur320:
“Kongre, Osmanlı Devleti’ne Yanya ve Tırhala’da sınır düzenlemesi için
Yunanistan ile uzlaşmasını teklif eder. Bu sınır düzenlemesinin ‘Salamirya’ vadisinden
Adalar Denizi’nin eteğine ve Venedik Denizi’nden ‘Kalamas’ vadisine kadar
olabileceği düşüncesinde bulunur. Her iki tarafın bu konuda uzlaşmalarına güveni var
ise de devletler, müzakerelerin sonuçlarını kolaylaştırmak için her iki taraf nezdinde
arabuluculuğa hazırdırlar.”
İtalya birinci delegesi Corti, Waddington tarafından açıklanan görüşleri ve okunan
bu teklifi Avrupa barışı adına gerekli saydığını belirterek birkaç cümle eklemek
istemiştir. Kongre’nin kabul edeceği esasların devamlı olabilmesi için gelecekte ortaya
çıkması mümkün olan çekişmeleri mümkün mertebe önlemek gerektiğini söyleyerek
son zamanlarda Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasında yaşanan hadiselerin sebeplerini
bahsetmenin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Önemli olanın gelecekte bu türden
çekişmelerin başlangıç sebeplerini önlemek gerektiğini ve bunun da diğer devletlerden
ziyade Osmanlı Devleti’nin yararına olduğunu söylemiştir. Balkanlarda meydana gelen
üzüntü verici olaylar üzerine Osmanlı Devleti’nin samimi bir biçimde barışı arzulaması
gerektiğinden hareketle Yunanistan’ın istediği kadar araziyi terk etmeden Osmanlı ve
Yunan tarafları arasında gerçek anlamda bir ittifakın meydana gelmesinden şüphe
olunamayacağını ifade ettikten sonra İtalya kralıyla İtalyan milletinin bu meselede özel
menfaatleri bulunduğundan, Osmanlı delegelerine Kongre’ye sunulan bu teklifi bir dost
uyarısı şeklinde algılamalarını söylemiştir321.
Meclis başkanı bu teklifin Ayastefanos Antlaşması’nın 15. Maddesiyle birlikte
görüşüleceğinden dokuzuncu toplantıda müzakere edilen bend oylandıktan sonra bu
teklifin de oylanacağını ifade etmiştir322.
320
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 166.
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 166-167.
322
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 167.
321
Osmanlı birinci delegesi Karateodori Paşa, önceki toplantıların birinde Yunan
delegeleri tarafından okunan lâyiha hakkında aşağıdaki görüşleri okumuştur:
“Kongre, Yunan delegelerini dinledikten sonra yalnız Deliyani’nin açıklamasını
kabule karar vermişti. O zamandan beri Osmanlı delegeleri, adı geçen lâyihanın
içerdiği maddeleri müzakere ve tedkik ettiklerinden, Yunanistan’ın Kongre nezdinde
Osmanlı Devleti aleyhinde şikâyette bulunmadığı gibi Avrupa devletleri nezdindeki
girişimlerinde de iki bağımsız devlet arasındaki ilişkilerin dayandığı hukuk
meselelerinden hiçbir mesele öne sürerek bir esas kabul edilmemiştir. Yunan delegesi,
Yunanistan’a komşu Osmanlı vilâyetlerinde doğmuş kimselerden pek çoğu bugün
Yunanistan’da ikamet ettiğinden, hem Avrupa’nın ve hem de Osmanlı Devleti’nin
menfaatlerine uygun bulunan arzu ve talepleri yerine getirildiği takdirde, bu
vilâyetlerde Yunan devletinin fazlasıyla tesiri bulunarak çıkan her iki memleket
arasında mübayeneti gereken hareketlerin bertaraf edileceği beyan edilmiştir.”
Osmanlı delegeleri, iki devletin ilişkilerine göre cereyan etmesi gereken durum
hakkında Deliyani’nin düşüncelerine katılmakla beraber görünüşte bu amaçla kabul
edilen düşüncelerden feragat edilmedikçe istenen sonucu veremeyeceği kanaatinde
bulunmuşlardır. Meydana gelen isyan hareketlerine Osmanlı Devleti’nin siyaseti
sebebiyet vermemiş olup, 1854 yılı ihtilâli Kırım Savaşı sırasında ortaya çıkmış olduğu
gibi bu seferki isyan hareketi de yaşanan Rus Harbi sırasında zuhur etmiştir. 1861
yılındaki Girit isyanının da iki devlet arasındaki diplomatik ve ticarî ilişkilerin
kesilmesinden sonra hangi şartlar altında bastırıldığı bilinmektedir. Bu isyanlar
Osmanlı Devleti’nin arzusu dışında ortaya çıktıkları halde yine Yunan devletiyle olan
resmî ilişkilerini, bu devletin isteklerine direnmenin doğurabileceği heyecanlardan
korumaya çalışmıştır.”
Osmanlı heyeti, Yunan delegelerinin taleplerinin Kongre’nin amacına uygun
olmadığını isbata çalışmanın lüzumsuzluğundan söz ederek Yunanistan’ın etrafını
çeviren denizler sayesinde ekonomik açıdan fazlasıyla gelir sağlayabileceğinin aşikâr
olduğu halde kendisinin nüfusu oranında araziye sahip olmadığını iddia etmenin ve
sınırdaş
bir
ülkenin
topraklarından
Yunanistan’a
arazi
verilmesinin
kabul
edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin de, halkı kendisine bağlı
olup, 15, 19 ve 23 numaralı arzuhallerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere
Yunanistan’a katılması düşüncesiyle dehşete kapılan memleketleri muhafaza etmek
düşüncesinde sabit olduğunu belirtmişlerdir323.
Osmanlı delegeleri, meclis başkanının, toplantının genel asayişi bakımından diğer
bir hükûmet delegesinin dinlenme hakkı münasebetiyle Yunan isteklerinin önemli
olduğunu açıklamasına karşın Yunan delegesinin dinlenmesine izin verilmesi
maddesinin zihinlerde edebileceği etkiyi hatırdan çıkarılmaması gerektiğini belirterek
bu düşünceye gerçekten önem verdirecek pek çok işaretler bulunduğunu ifade
etmişlerdir. Yunanistan’ın, askerî hazırlıklara ve borçlanmaya girişmesiyle, Osmanlı
delegeleri, Büyük Güçlerin Yunan devletine Osmanlı Devleti ile olan iyi ilişkilerine
devam etmesini icab ettirecek şekilde gerekenleri yapacakları ümidini taşıdıklarını
söylemişlerdir324.
Meclis başkanı, Ayastefanos Antlaşması’nın 15. Maddesini okumaya başlayarak
bu maddenin her fıkrası hakkındaki görüşlerin açıklanmasını istemiştir. 1 ve 2 numaralı
fıkralar itirazsız kabul edilmiştir325.
Lord Salisbury, özel komisyonların yerli halk tarafından pek çok sevileceğini
beyan ederek 3 numaralı fıkradaki “özel komisyonlar” ibaresine “Bâb-ı Âlî tarafından
teşkil olunacak” cümlesinin eklenmesi hakkındaki teklifi kabul edilmiştir326.
Meclis başkanı, önceki toplantıların birinde Kongre’nin söz konusu fıkrada
“Rusya Devleti” cümlesinin “Avrupa Komisyonu” ibaresiyle düzeltilmesine karar
vermiş olduğunu ihtar etmiştir. 15. Madde bu suretle düzeltildikten sonra kabul
edilmiştir327.
323
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168.
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168.
325
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 168.
326
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 168-169.
327
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169.
324
Daha sonra Fransa ve İtalya delegelerinin teklifleri gündeme alınarak Kont
Andrassy bu teklifi desteklediğini söylemiştir328.
Lord Beaconsfield, Kongre’nin bu önemli mesele hakkında karar vermeden önce
Yunan delegelerine ait beyannamenin ortaya çıkarması muhtemel bir hatayı önlemek
için bazı düşüncelerini açıklamak arzusunda bulunduğunu belirterek söz almıştır.
İngiltere’nin asayişi ihlâl ile Kongre’nin toplanmasına sebep olan bir kavmin nüfuzuna
karşı koymak için iyi ilişkilerini korumak üzere Yunanistan ve Osmanlı Devleti
nezdinde aralıksız yaptığı girişimleri her iki taraftan da olumlu karşılanmışsa da 1831
yılında belirlenen sınır hattının noksan ve kusurlu bulunmasının iki devlet için de büyük
güçlüklere sebep olan bu sınır, komşu vilâyette sürekli isyan çıkmasına neden
olduğundan mevcut sınırın gerek Osmanlı Devleti ve gerekse de Yunanistan için sorun
teşkil ettiğini ifade etmiştir. Bu durumun diplomatlar nezdinde gayet iyi bilindiğini ve
son savaşın başlangıcında sınır boyundaki nahiyeler halkının heyecana kapıldıkları
sırada Bâb-ı Âlî’nin İngiltere tarafından yapılan tebligatı kabul etmişken Atina’da
muhalefetin bu tebligatın kabul edilmemesi bazı büyük sıkıntılara sebep olduğunu
söylemiştir329.
Yanya ve Tırhala’da ortaya çıkan isyanın Yunanistan tarafından çıkartılmasından
başka İngiltere’nin tebligatını müteakıben isyanın teskinine gayret ettiğini ve hatta
Yunanistan’ın arazi genişletmesi fikrinden vazgeçmesi yolunda Yunan hükûmeti
nezdinde
nasihatlerde
bulunduğunu
açıklamıştır.
Beaconsfield
ayrıca
Yunan
hükûmetinin bu hareketinin Ayastefanos Antlaşması’nın imzalanmasından sonra
Kongre’nin kabul edeceği gidişat hakkında ortaya çıkan yanlış düşüncelerden doğmuş
olması gerektiğini eklemiştir. Bu yanlış düşüncenin de Kongre’nin barışın devamı için
elzem saydığı eski bir devletin esasını teyid ve tahkim değil belki bölüşülmesine
başlanacağı düşüncesinden kaynaklandığını söylemiştir. Büyük bir savaştan sonra arazi
kaybetmenin yalnız Osmanlı Devleti’ne özgü bir durum olmadığını, İngiltere’nin de
değerli saydığı bazı topraklarını kaybettiğini belirtmiştir. Ancak Yunanistan’a arazi
terkine bir bölüşme adının verilemeyeceğinden bu durumda Yunanlıların Avrupa
328
329
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169.
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 169.
nazarında aldandıklarını eklemiştir. Bu vesile ile Bosna ve Hersek hakkında Kongre’nin
kararlarına da bölüşme anlamı veren bazı gazetelerin yazılarını da kabul etmemiştir330.
Yunanistan’ın istikbalinden kimsenin bir şüphesinin olmadığını söyleyerek sınır
düzenlemesine girişmekle Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki nefretin
savuşturulacağından sürekli bir barışın temin edileceğini ifade etmiştir. Bu amaca
ulaşabilmek için hiçbir surette tehdit icrasını tavsiye etmediğini ve Padişah’ın, sınır
düzenlemesinin her iki devletin refah ve saadetine büyük katkılarda bulunacak bir
politika gereği açık surette beyanı için fırsatı kaçırmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu
cümleden olarak Fransa birinci delegesi Waddington’un teklif ettiği sınır hattını
incelemesi gerektiğini söylemiş, fikirbirliği her şeyden önce geldiğinden diğer
devletlerin bu konuda ittifak halinde verecekleri karara itiraz etmeyeceğini açıklamıştır.
Dolayısıyla bu sınır meselesinin kesin bir şekilde Padişah’ın bir hal yoluna koyacağı
inancında bulunduğunu beyan ederek sözlerini bitirmiştir331.
Prens Gorçakof, Lord Beaconsfield ve Waddington tarafından Yunan Krallığı’nın
sınırının ıslahı maddesi hakkında bir ittifaka varmanın kaçınılmaz menfaatler gereği
olduğunun kabul ve itiraf edilmesinden sonra Fransa delegesinin teklifi ile Lord’un
ortaya koyduğu deliller arasında esasen bir zıtlık görmediğini belirterek, sınırın ayrıntısı
haricinde, aralarında ihtilâftan ziyade amacın bir olduğunu gördüğünü ve kendisinin de
bu teklifi kabul ettiğini söylemiştir332.
Kont Şuvalof, İngiltere birinci delegesi Lord Beaconsfield’in konuşması üzerine
bazı görüşlerini açıklamak isteyerek söz almıştır. Rusya’nın Yunanistan hakkında olan
muhabbetinin daha önce Prens Gorçakof tarafından açıklandığını söyleyerek Rusya’nın
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin iyi bir şekilde gerçekleşmesini
arzu etse de Lord Beaconsfield tarafından Avrupa’nın güvenliği ihlâl ederek Kongre’nin
toplanmasına sebep olan bir milleti yani Slavları engellemek için Yunanlılar ile Türkler
arasında ittifak sağlanmasının gerekli olduğuna dair hakkında beyan olunan görüşlere
katılamayacağını ifade etmiştir. Avrupa’nın Slavların can, mal ve saadetlerini temin
330
331
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 170.
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 170-171.
edecek şekilde düzenlemeler etmesi halinde söz konusu halkın asayişi ihlâl etmeyeceği
hakkında güvence vereceğini açıklamıştır. Avrupa güvenliğinin Türkler ile Yunanlılar
arasında
Slavlar
aleyhinde
bir
ittifak
kurmakla
değil
ancak
bu
surette
gerçekleşebileceğine dair olan kanaatini belirtmiştir333.
Fransa ve İtalya delegelerinin tekliflerinin oylamaya sunulmasıyla Karateodori
Paşa, teklif edilen sınır düzenlemesi meselesine Osmanlı matbuası tarafından muvafakat
edildiğine dair kendisinin herhangi bir bilgisi olmadığından bahsederek Bâb-ı Âlî’nin
bu mesele hakkında düşünme ve karara varma hakkını muhafaza edeceğini ifade
etmiştir334.
Meclis başkanı, Osmanlı delegelerinin bu mesele hakkında oy vermekten
kaçınarak yeniden İstanbul’dan talimat almaya hakları olduğunu söyleyerek bu konuda
oylama ve düşünme haklarını muhafaza etmiştir. Ancak diğer tüm devlet temsilcilerinin
bu teklifi oybirliğiyle kabul ettiklerini de sözlerine eklemiştir335.
Fransız delegesi Kont St. Vallier, Avusturya ve Fransa delegeleri adına şu teklifi
sunmuştur. “Mirdita336 ahalisi öteden beri sahip oldukları muafiyet ve imtiyazlardan
eskiden olduğu gibi yararlanacaklardır”337.
Lord Salisbury, zaten yolsuz bir şekilde konmuş olan imtiyazları onaylamak ve bir
takım teamülleri devletlerin garantisi altına almanın daha sonra gündeme gelmesini
söylemiştir338.
Kont St. Vallier, öteden beri Osmanlı Devleti ile Mirditalılar arasındaki ilişkilerin
bazı muafiyet ve imtiyazlar esasına dayandığını söyleyerek kendisinin bunların
332
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 171.
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 171.
334
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 171-172.
335
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
336
Kuzey Arnavutluk’ta bir şehir.
337
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
338
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
333
korunmasından başka bir düşüncesinin olmadığını söyleyerek Avusturya ve Fransa’nın
teklifinin eski durumunu hiçbir şekilde tadil etmediğini belirtmiştir339.
Mehmed Ali Paşa, Padişah’ın icrasını düşündüğü ıslahatın bu türden istisnaî
imtiyaz ve muafiyetlerin devamına yer bırakmayacağından bu değişikliklerin de doğal
olarak yerine getirileceğinden statükonun bir süre daha devam edeceğini fakat ıslahat
yapıldıktan sonra da imtiyazların süresiz uzatılmasının sözkonusu olamayacağını
söylemiştir340.
Avusturya-Macaristan delegesi Baron Haymerle, Kongre’nin özerk idarelere açık
olduğunu ve Mirditalıların da kongre heyetinin ilgisine sahip olduklarını söyleyerek
eskiden beri var olan özerkliğin sürmesinden başka bir amaca dayanmayan teklifin
kabulünde ısrar etmiştir341.
Mehmed Ali Paşa, Arnavut kabilelerinin sahip oldukları imtiyazlardan doğan
sakıncaların ortadan kaldırılması gerektiğinde ısrar etmekle Kont St. Vallier’in Balkan
yarımadasında
büyük
değişimlerin
yaşandığı
sıralarda
Avusturya
ve
Fransa
delegelerinin Mirdita halkının durumuna yönelik teklifine karşı statükonun sürmesinin
gerekli olduğunu tekrar etmiştir342.
Sadullah Bey, Kongre’nin bu teklifi kabul etmesinin ıslahatı yapmayı içeren 15.
Madde hükümlerine karşı bir hareket demek olacağını ileri sürerek statükonun
sürdürülmeyerek kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiğini söylemiştir343.
Bu teklif hakkında Osmanlı delegeleri ile Kont St. Vallier arasında bir hayli
konuşmadan sonra Osmanlı delegeleri, Bâb-ı Âlî’nin Mirdita dağı hakkında şimdilik bir
değişiklik yapmayacağını söylemişlerdir. Meclis başkanı ve diğer delegelerin de
Osmanlı ifadelerini onaylamalarından sonra Avusturya ve Fransa delegeleri tekliflerinin
mazbataya eklenmesini amaçları için yeterli addettiklerini söylemişlerdir.
339
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
341
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 172.
342
Berlin Kongresi Protokolleri, ss. 172-173.
343
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 173.
340
Toplantı, 6 Temmuz ertesi günü Anadolu arazi meseleleri ve Boğazlar hakkında
görüşmek üzere saat 5’de son bulmuştur344.
6-) Berlin Antlaşması’nın İmzalanması ve Yunan Sınırı Düzenlemesinin
Antlaşmada Yer Alması
Yunanistan’ın sınır değişikliği ile ilgili istekleri, Kongre’nin kararıyla protokole
geçirilmiş, ancak antlaşmada yer alması düşünülmemiştir. Yunan delegeleri bunun
antlaşma maddeleri arasına alınmasını istemişlerdir. Bu isteğe de Osmanlı temsilcileri
şiddetle karşı çıkmışlardır. Kongre Başkanı Bismarck şu sözlerle Osmanlı heyetini
yatıştırmıştır345:
“Böyle bir maddenin antlaşmaya yazılması ortaya çıkan bir isteği bildirmekten
ibaret olup, mutlaka yerine getirilmesi zorunluluğu yoktur.”
Bunun üzerine Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesi şu şekilde kabul edilmiştir346:
“Osmanlı Devleti ile Yunanistan Berlin Kongresi’nin 13 numaralı protokolünde
bildirilen sınır çizilmesi konusunda, anlaşmaya varamadıkları takdirde Almanya,
Fransa, Avusturya, İngiltere, İtalya ve Rusya devletleri görüşmeleri kolaylaştırmak için
kendilerinde arabuluculuk teklif etme hakkını korurlar.”
13 Haziran 1878 tarihinde toplanan Berlin Kongresi, bir aylık çalışmadan sonra
13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile sona ermiştir347.
344
Berlin Kongresi Protokolleri, s. 173.
Türkgeldi, a. g. e., s. 169; Kurat, a. g. e., s. 125; Davison, a. g. m., s. 189; Uçarol, a. g. m., s. 213;
Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 113; Hatipoğlu, a. g. m., s. 306; Uçarol, a. g. e., s. 140.
346
Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., ss. 213-214; Davison, a. g. m., s. 189; Armaoğlu, a. g. e., s.
543; Salışık, a. g. e., s. 128; Kocabaş, a. g. e., s. 98; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da
Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol, a. g. e., s. 141.
347
Karal, a. g. e., ss. 76-77; Karpat, a. g. m., s. 364; Shaw, a. g. e., ss. 238-239; Mantran, a. g. e., s.
141;Beydilli, a. g. m., ss. 30-31; Tuncer, a. g. e., ss. 75-76; Ongunsu, a. g. m., s. 77; Deringil; a. g. m., s.
304; Berlin Antlaşmasının metni için bkz. Erim, a. g. e., ss. 403-424; Sumner, a. g. e., ss. 658-669;
Mahmud Celâleddin Paşa, a. g. e., ss. 684-698; Danişmend, a. g. e., ss. 315-316; Kurat, Türkiye ve Rusya,
ss. 89-91.
345
Bu şekilde Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesi gereğince Yanya, Tırhala, Preveze
ve Golos taraflarında Yunanistan’a sınır düzenlemesi adı ile bir miktar arazi terki,
Osmanlı Devleti’nin de rızası alınarak kararlaştırılmıştır348.
Yunanistan’ın “Megali İdea” çerçevesi içinde yayılmacı arzularının bir parçası
olarak ortaya atmış olduğu Tesalya, Epir ve Girit’i elde etme düşüncesi, İngiltere’nin
uluslararası rekabet ve çıkarları sebebiyle bu düşünceye sahip çıkması ve başta Fransa
olmak üzere diğer devletlerin de bu düşünceye destek vermeleri sonucunda Berlin
Konferansı gündemine girerek, uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bundan sonra bu
Yunan ihtirası Berlin Antlaşması’nın maddeleri arasına konularak, Osmanlı Devleti’nin
uygulaması gerektiği siyasî bir yükümlülük haline sokulmuştur349.
B-) OSMANLI-YUNAN SINIRININ DÜZENLENMESİ MESELESİ
1-) Meselenin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
Yunan Hükûmeti, Büyük Güçlerin Berlin Kongresi’ndeki tutumlarından,
Yunanistan’ı destekleyecekleri konusunda emin bir halde, Berlin Antlaşması’nın 13
Temmuz 1878 tarihinde imzalanmasından hemen sonra, 16 ve 19 Temmuz 1878
tarihlerinde Bâb-ı Âlî’ye gönderdiği notalarla, antlaşmanın 24. Maddesi gereğince yeni
Osmanlı-Yunan
sınırının
düzenlenmesine
yönelik
faaliyetlere
girişmek
üzere
müzakerelere başlanmasını ve bu amaçla Osmanlı Devleti’nin görüşmeler için kendi
komiserlerini belirlemesini istemiştir350.
Bu
sıralarda
İstanbul’da
bu
mesele
konusunda
tam
bir
fikirbirliği
bulunmamaktadır. Sadrazam Saffet Paşa’nın Yunanistan ile antlaşmaya taraftar
348
Kurat, Henry Layard, s. 125; Uçarol, a. g. m., s. 214; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karpat, a. g. m., s.
366; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 141.
349
Uçarol, a. g. m., s. 214.
350
BOA, Y.EE, 43/210; Uçarol, a. g. m., s. 214; Armaoğlu, a. g. e., s. 543; Karal, a. g. e., s. 113; Arşiv
Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol,
a. g. e., s. 141.
olmasına karşın, Padişah sık sık fikir değiştirmekte ve hükûmet üyelerinin çoğu da
Yunanistan’a arazi bırakılmasına taraftar olmamışlardır. Osmanlı Hükûmeti, 20
Temmuz 1878 tarihinde yaptığı bir toplantıda Yunanistan’a bir karış bile toprak
verilmemesi kararını almıştır351.
Sadrazam ve Hariciye Nazırı Saffet Paşa, alınan bu karar üzerine Avrupalı Büyük
Güçlere genel bir bildiri göndermiştir. Bu bildiride, Yunanistan’ın Kongre’de açıklamış
olduğu taleplerini reddederek bu durumda doğabilecek sakıncaları izah etmiş, Yunan
sınırının genişletilmesi hakkında Kongre’nin gösterdiği eğilimden ötürü, Bâb-ı Âlî’nin
Büyük Güçlere başvurmak zorunda olmadığını, ayrıca Avrupalı devletlerin Yunan
Hükûmeti’ne itidal ve ihtiyat tavsiyesiyle kanaatlerini değiştirebilecekleri ümidinde
bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Yunanistan’a verilmesi gereken cevabı da
Büyük Güçlerden bu konuda gelecek cevaba kadar geri bırakmıştır352.
Bu suretle Saffet Paşa, Yunanistan’ın teklifini reddetmiş ve Büyük Güçlerin de
arabuluculuk yaparak meseleye dahil olmalarını önlemeye çalışmıştır. Fakat Avrupalı
devletlerden gelen cevapta Kongre kararı gereğince Saffet Paşa’nın bu bildirisini kabul
etmedikleri yanıtını vermişlerdir353.
Yunan Hükûmeti bu sıralarda Berlin Kongresi’nin tavsiyesine gerektiği gibi
uyarak Osmanlı Devleti ile pek de samimi bir antlaşma yapmak niyetinde değildi. Bu
durumu Atina’daki Osmanlı Elçisi Fotiyadis Bey, İstanbul’a bildirmiş, Saffet Paşa’da
konuyu İngiliz Elçisi Henry Layard’a aktarmıştır. Buna göre, Yunanistan, Osmanlı
Devleti’ni tahrik ederek savaşa sürüklemek niyetindeydi. Böyle bir savaşta Yunanistan
Avrupa’nın sempatisini kazanacağını tasarlayarak savaşın sonunda Tesalya ve Epir’den
başka Makedonya’yı da elde edebilmenin hesapları içerisinde olmuştur. Bunun içinde
askerî hazırlıklarına devam etmekte ve bir fırsatını bularak savaşı başlatmanın suçunu
Osmanlı Devleti’ne yüklemenin peşinde olmuştur. Yunanlılar Krupp toplarıyla
351
Kurat, a. g. e., ss. 125-126; Uçarol, a. g. m., ss. 214-215; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve
Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22; Uçarol, a. g. e., s. 141.
352
Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., s. 215; Uçarol, a. g. e., s. 141; Davison, a. g. m., s. 190.
353
Uçarol, a. g. m., s. 215; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22;
Uçarol, a. g. e., s. 142.
donatılmış 10 batarya ve 30.000 kişilik bir öncü kuvveti hazırlamışlardır. Bu kuvvetin
sınırı geçmesi düşünülmüş, ancak görevinin Osmanlı-Yunan sınırını düzenleme
komisyonunun bir organı sıfatıyla alınan kararları uygulamak şeklinde olacağı şeklinde
bir kılıf hazırlanmıştır. Buna göre Yunanlıların sınırı düşman kuvveti olarak
geçmedikleri fikrini dünyaya yaymak suretiyle olası tepkiler hafifletilecekti. Doğal
olarak yabancı bir ordunun Osmanlı topraklarında faaliyet göstermesine izin
verilmeyecek ve bu durumda savaş kendiliğinden başlayacaktı354.
Bütün bunlar yaşanırken, yeni Osmanlı-Yunan sınırını çizecek komisyon sözü
edilmesine rağmen hâlâ kurulmamıştı. Sadrazam, bu durum karşısında vatan
topraklarını savunmak zorunda olduklarını ve Tesalya’daki zayıf Osmanlı ordusuna 16
tabur takviye gönderileceğini açıklamıştır. Ancak Osmanlı Hükûmeti, Yunanistan’a
saldırmayı aklından bile geçirmemiştir355.
Bu sıralarda İngiltere’nin İstanbul’daki elçisi Layard, iki devlet arasında savaş
çıkmasını önleyecek bir zemin hazırlama talimatı almıştır. Layard, yetkilerinin dışına
çıkarak mevcut Yunan sınırında bir değişiklik yapılmaksızın Girit adasının
Yunanistan’a terkine ne diyeceğini sadrazama sormuştur. Fakat Bâb-ı Âlî’nin bir karış
toprak vermemek yolundaki kararı elçiye tekrar edilmiştir. Layard, Yunanistan’ın Girit
adası karşılığında Tesalya ve Epir’deki iddialarından vazgeçeceğini beklemekte ve
Salisbury’nin de bu seçeneği Atina’ya kabul ettirmesi halinde mevcut sınır krizinin son
bulacağını sanmıştır. Oysa ki Yunanistan adalardan önce kendi yarımadasını ön plânda
tutmuştur. Girit adasını zaten Tesalya ve Epir’e ilâve olarak istemişlerdi356.
Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Büyük Güçlere sunduğu teklifin kabul
edilmemesi üzerine, Fransa’nın teklifiyle, Bâb-ı Âlî’ye Avrupalı devletlerin ortak baskı
yapmaları kararlaştırılmıştır. İngiltere, bu konuda Osmanlı ve Yunan taraflarının
doğrudan görüşmeleri yolunda ısrar etmiştir. Osmanlı Devleti, İngiltere’nin artan
baskısı karşısında sınır düzenlemesi konusunu görüşmeye yanaşmak zorunda kalmıştır.
354
Davison, a. g. m., s. 189; Kurat, a. g. e., s. 126; Uçarol, a. g. m., s. 215; Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 22.
355
Kurat, a. g. e., s.126; Uçarol, a. g. m., s. 215; Davison, a. g. m., s. 189.
356
Kurat, a. g. e., ss. 126-127.
Bu amaçla toprak ve nüfus bakımından en az kayıpla sınırın düzenlenmesi için Erkân-ı
Harbiye Başkanlığı’na direktif verilmiştir357.
Osmanlı komuta heyeti, Kongre tarafından öngörülen Kalamas ve Köstem
sınırlarının askerî açıdan stratejik önemini göz önüne alarak sınır değişikliğine karşı
çıkmışlardır. Erkân-ı Harbiye Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa da sınır değişikliğine
şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştır. Paşa’nın düşüncesine göre olabilecek en iyi
sınır zaten 1830’da çizilmiş olan Narda-Golos hattıdır. Bu sınırın değişmesi durumunda
Osmanlı Devleti, doğal sınırlar bulmak bakımından Tesalya ve Epir’de daha fazla arazi
bırakmak zorunda kalacaktı. Bu bakımdan Berlin Kongresi’nin aldığı karara
uyulmaması gerekmektedir. Paşa, bu düşüncelerini hükûmete ve İngiliz elçisine
bildirmiştir358.
Osmanlı Devleti, sınır düzenlemesinden bir süre daha kaçınmıştır. Bu arada
Yunanistan’da fırsatları değerlendirmek için uğraş göstermekten geri kalmamıştır. Bu
suretle sınır değişikliği meselesi 1878 yılının yaz ayları boyunca hem Osmanlı-Yunan
hem de uluslararası bir mesele olarak kalmıştır. Ekim ayına gelindiğinde savaş tehlikesi
her zamankinden fazla belirmiştir. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından
işgali, Yunanistan’da sınır meselesinin kendi lehlerine çözümlenmesi fikrini daha da
geliştirmiş ve güçlendirmiş olduğu kadar, Osmanlı tarafının da toprak vermeme azmini
kamçılamıştır359.
Avrupalı arabulucu devletler, Yunanistan’ın savaş ilân ederek “Şark Meselesi”ni
yeniden canlandırmasına taraftar olmamışlardır. Bu sebeple, Atina’ya harbe girecek
olursa hiçbir destek beklememesi ve bu tür bir hareketin kendisine faydadan çok zarar
getireceği uyarısında bulunmuşlardır. Fakat Yunan Hükûmeti hâlâ Avrupa’nın
sempatisini kazanmak için Osmanlıların Tesalya ve Epir’de başıbozuk çeteleri ve
düzenli ordusu ile Rumlara baskı uyguladığı iddialarında bulunmayı sürdürmüştür360.
357
Türkgeldi, a. g. e., s. 170; Uçarol, a. g. m., s. 216.
Kurat, a. g. e., s. 127; Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142.
359
Kurat, a. g. e., s. 127; Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142.
360
Kurat, a. g. e., s. 127.
358
Sınır değişikliği meselesi Türkler ve Yunanlılar arasında sorun olmaya devam
ederken 1878 yılının Sonbahar aylarında Arnavutlar, Kalamas-Köstem hattının
kuzeyinde kalan Yanya’nın Yunanistan’a ilhakına karşı olduklarından, bu durumun
gerçekleşmemesi için çalışmalara başlamışlardır. Yunanlılar da bu şehri elde edebilmek
için mücadeleye girişmişlerdir361.
Osmanlı Hükûmeti, Yanya ve civarının bu karışık durumundan ötürü önem
kazanması üzerine, bölgede meydana gelebilecek hadiseleri önlemek üzere birtakım
önlemler almayı gerekli görerek buralara “muktedir” komutan göndermeye karar
vermiştir. Bölgedeki olayları önlemek üzere, 26 Kasım 1878 tarihinde, özel bir görevle
Girit’te bulunan Erkân-ı Harbiye Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı Yanya, Ahmed
Hamdi Paşa’yı da Selânik komutanlığına atamıştır362.
Osmanlı Devleti bölgede etkili önlemler alırken, diğer yandan da Büyük Güçlerin
ve özellikle de İngiltere’nin bir an önce doğrudan Türk-Yunan görüşmelerine
başlanması için sürekli olarak yaptıkları baskı ile karşılaşmıştır. Bu baskılar neticesinde
Bâb-ı Âlî, Yunanistan ile görüşmelerde bulunma fikrine yanaşmaya başlamıştır363.
Kasım ayına gelindiğinde artık Padişah II. Abdülhamid ve Hükûmet’te Yunan
sınırının düzenlenmesi meselesi, Berlin Kongresi’nin 24. Maddesinde yer almış
bulunduğundan, esasen bunun reddedilmesinin imkânsız olduğu kanaâti oluşmuştur. Bu
sorunun daha fazla sürüncemede bırakılması, diğer devletlerin itirazlarına sebep olabilir,
büyük ihtimalle de bu devletlerin fiilî müdahalesi sonucunu doğurabilirdi. Bu sebeple
meselenin bir an önce sonuçlandırılması gerekmektedir. Sonuçta Osmanlı Devleti,
Yunanistan ile iki tarafın tayin edeceği komiserler arasında, Preveze şehrinde bir
görüşmenin yapılmasına, Büyük Güçlerin girişimleri ve uyarıları üzerine karar vermek
durumunda kalmıştır364.
361
Uçarol, a. g. m., s. 216; Uçarol, a. g. e., s. 142.
Uçarol, a. g. m., ss. 216-217; Uçarol, a. g. e., s. 143.
363
Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., s. 217.
364
Davison, a. g. m., s. 192; Uçarol, a. g. m., s. 217; Uçarol, a. g. e., s. 143.
362
2-) Meselenin Çözümlenmesi Çalışmaları
a-) Preveze Görüşmeleri
Osmanlı Hükûmeti, Yunanistan ile görüşmeye karar verdikten sonra, 18 Aralık
1878 tarihinde yaptığı bir toplantıda gerçekleştirilecek görüşmelerde Osmanlı Devleti’ni
temsil etmek üzere Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı birinci komiserliğe, Adliye müsteşarı
Vahan Efendi’yi ikinci komiserliğe atamıştır. Bunlara ilâveten Miralay Cevdet Bey ve
lisan bildiğinde ötürü de Abidin Bey görevlendirilmiştir. 19 Ocak 1879 tarihinde Gazi
Ahmed Muhtar Paşa’nın emrine Türkçe ve Fransızca bilen iki kâtip ile kendisi ve
Abidin Bey’in masrafları için 35.000 kuruşluk bir ödeneğin verilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu suretle Yunan temsilcileriyle görüşmelerde bulunacak Osmanlı müzakere heyeti
kurulmuştur365.
Osmanlı Hükûmeti’nin 18 Aralık 1878 tarihinde aldığı karar uyarınca Komiserler,
Yunan komiserleriyle müzakerelere başladıkları zaman, daha önceden Erkân-ı Harbiye
Dairesi tarafından hazırlanmış haritalar üzerinde tespit edilmiş üç sınır hattından, toprak
ve nüfus bakımlarından en azı olan birinci sınır hattını Yunanlılara teklif ederek bu
hattın kabul ettirilmesine çalışacaklardı. Yunan tarafı eğer bu hattı kabul etmez ise,
İstanbul’dan talimat alarak yeni hareket tarzını tespit edeceklerdi366.
Osmanlı heyeti ile Doğu ordusu komutanı General Soutso, Yunan Harbiye
Bakanlığı Genel Kâtibi Zinopulos ve kral yaverlerinden Binbaşı Kolokotronis’in
oluşturduğu Yunanlı üç komiserden teşekkül eden Yunan heyeti arasında görüşmeler, 6
Şubat 1879 günü Preveze şehrinde başlamıştır. Bu arada Osmanlı heyetinde yer alan
Vahan Efendi’nin yerine Bosna vilâyeti müsteşarı Kostan Paşa tayin edilmiştir367.
Bu sıralarda Osmanlı ülkesine göç etmiş Bulgaristan muhacirlerinin iskânı
meselesinde Yunanlılar faaliyette bulunmaktan geri kalmamışlardır. Bulgaristan
365
BOA, Y.EE, 111/1; Davison, a. g. m., s. 192; Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., ss. 217-218;
Uçarol, a. g. e., ss. 143-144.
366
Uçarol, a. g. m., s. 218; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23.
367
Türkgeldi, a. g. e., ss. 171-172; Davison, a. g. m., s. 192; Kurat, a. g. e., s. 128; Uçarol, a. g. m., s. 218;
Armaoğlu, a. g. e., s. 544; Karal, a. g. e., s. 113; Uçarol, a. g. e., s. 144.
göçmenlerinin Makedonya’ya yerleştirilmemeleri için İngiltere nezdinde teşebbüs
yapmışlardır368. Preveze taraflarına bu göçmenlerden iskân edilmesine ise Fransa itiraz
da bulunmuş ve Yunanistan ayrıca durumu protesto etmiştir369.
Osmanlı ve Yunan heyetleri arasında yapılan Preveze görüşmelerinde daha açılış
toplantısından hemen sonra her iki taraf komiserleri arasında anlaşmazlık çıkmıştır.
Gazi Ahmed Muhtar Paşa, sınır değişikliği talebinin Yunan tarafından gelmesi
sebebiyle önce Yunanlıların bir sınır hattı göstermelerini istemiştir. Yunanlılar ise bu
isteğe şiddetle karşı çıkarak Berlin Kongresi’nde çizilen hattan başka bir esas üzerinde
görüşmeye girişmeyeceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı heyeti, Berlin
Kongresi’nde çizilmiş sınır hattının Osmanlı Devleti tarafından uygulanmasının bir
zorunluluk olmadığını belirtmiştir. Kongre’de belirlenen hattın bir dilekten ibaret
bulunduğunu söylemiş, Yunan heyeti ise bu durumun aksini iddia etmiştir. Meseleye bu
şekilde iki tarafın farklı yaklaşımı, daha müzakerelerin başında uzun tartışmalara
sebebiyet vermiştir. Neticede iki taraf da hükûmetlerinden yeni talimatlar almak üzere
görüşmelere ara vermişlerdir370.
Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Osmanlı Hükûmeti’nden yeni aldığı talimat üzerine,
Osmanlı Devleti’nin sınır meselesinde başlıca üç noktayı esas aldığını Yunan heyetine
bildirmiştir. Bu noktalardan birincisi, gerek Osmanlı Devleti gerekse Yunanistan
açısından büyük öneme sahip bulunan Arnavutluk meselesidir. İkinci nokta, Tesalya’nın
Osmanlı idaresinde kalacak kısmı için denize bir çıkışın sağlanması gerektiği olmuştur.
Üçüncü nokta ise, stratejik nedenlerden dolayı, belirlenecek sınırın Golos Körfezi’nde
Çatalca ve Golos şehirleri arasında bir yerden başlayarak Stroponamos vadisinin uygun
bir noktasında sona ermesidir. Bu esaslar kabul edildiği takdirde her iki devletten
arazinin durumuna vâkıf subaylar sevk edilerek sınır hattının geçeceği noktaların
yerinde belirlenmesi teklif edilmiştir371.
368
Şimşir, a. g. e., s. 128.
Şimşir, a. g. e., s. 131 ve s. 133.
370
Türkgeldi, a. g. e., ss. 172-173; Davison, a. g. m., s. 193; Uçarol, a. g. m., s. 218; Arşiv Belgelerine
Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., ss. 144-145.
371
Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Uçarol, a. g. m., s. 219.
369
Osmanlı heyetinin ileri sürdüğü bu sınır hattı, Berlin Kongresi’nin 13 numaralı
protokolünde yer alan sınıra uygunluk göstermemiştir. Buna göre, Yunanistan ile olan
sınır, önemsiz derecede düzeltilerek Narda ve Golos körfezlerindeki limanlar Osmanlı
Devleti dahilinde kalmaktadır. Bir başka deyişle yeni sınır, Golos ile Halimiros arasında
geçecek surette çizilmiştir. Fakat Yunan tarafı, Berlin Antlaşması’na dayanarak
Kalamas ve Salamiryas vadileri üzerinde ısrar etmişlerdir372.
Bunun üzerine Osmanlı Hükûmeti, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’ya gönderdiği
talimatta sınır düzenlemesi meselesinin bir an önce sonuçlandırılmasının zorunluluk arz
ettiğini, eğer birinci sınır hattı kesin olarak kabul ettirilemezse, ikinci sınır hattının
Yunanlılara teklif edilmesini istemiştir. Ancak bu ikinci sınır hattından fazla fedakârlık
yapılmaması ve mutlaka önemli noktaların elde tutulmasına çalışılması gerektiği
bildirilmiştir373.
Osmanlı heyetinin başkanı olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, hükûmetten gelen bu
yeni talimata binaen müzakereleri sürdürmek istemiştir. Fakat Yunan komiserleri,
Berlin Kongresi’nin gösterdiği hattın dışında bir sınır için görüşmeye Yunanistan’ın
kendilerine izin ve yetki vermediğini belirterek, bu müzakerelere artık son vermek
zorunda bulunduklarını ve bu konuda bir protokol düzenlenmesini istemişlerdir. Buna
karşılık olarak, Osmanlı heyeti de görüşmelerin kesilmesi konusunda karar vermeye
yetkili olmadıklarını ve hükûmetlerinden yeni talimat almaya mecbur olduklarını
belirterek bu teklifi reddetmişlerdir374.
Preveze
toplantıları
sırasında
Türk
delegeleri
Yunanistan’a
bırakılacak
topraklardan göç edecek kimselerin mal ve emlâk meselesinin halledilmesini istemişler,
Yunan bağımsızlığının ilânı sırasında göç etmiş olan halkın emlâk işlerinin hâlâ
halledilememiş olduğunu belirtmişlerdir. Halka sınır düzenlemesini kabul ettirebilmek
için önceden emlâk meselesinin çözülmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Ancak
Yunanlılar bu konuda yetkili olmadıklarını, ayrıca Yunan kanunlarının herkesin hakkını
372
Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145.
Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145.
374
Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Uçarol, a. g. m., s. 219; Uçarol, a. g. e., s. 145.
373
koruyacak kadar liberal olduğu iddiasında bulunmuşlardır375. Bu vesile ile Avrupa
nezdinde Türklerin mülkiyet haklarına Yunanistan’da her zaman saygı gösterildiği
iddialarında bulunmuşlardır376.
Bu şekilde, Osmanlı ve Yunan komiserleri arasında yapılan görüşmeler bir
çıkmaza
girmiştir.
Bunun
üzerine,
müzakerelerden
istedikleri
sonucu
elde
edemeyeceklerini anlayan Yunan heyeti, 18 Mart 1879 tarihinde Preveze şehrinden
ayrılmışlardır. Bu suretle Preveze görüşmeleri sona ermiştir377.
Osmanlı komiseri Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Berlin Kongresi’nde Yunanistan’a
verilmesi öngörülen toprakları tamamen kaybetmemek için, Preveze görüşmelerini asıl
hedeflerinden saptırmak suretiyle, müzakereleri bir usûl mücadelesi haline sokmuştur.
Paşa, uyguladığı bu taktik ile, Yunan komiser heyetinin görüşmelerden çekilmesine
sebep olmuştur. Bu şekilde müzakerelerden bir netice alınamadan komisyon dağılmak
durumunda kalmıştır378.
Preveze görüşmelerinin bu surette neticesiz olarak sona ermesi üzerine
Yunanistan Dışişleri Bakanı Deliyanis, 29 Mart 1879 tarihinde Büyük Güçlerden Berlin
Antlaşması’nın 24. Maddesi gereğince arabuluculuk yaparak meseleye müdahale
etmelerini istemiştir. Bu istek, Osmanlı-Yunan sınırının düzenlenmesi meselesini
diplomatik bir mesele haline getirmiştir379.
Bu olaylar yaşanırken Osmanlı Hükûmeti, 3 Nisan 1879 tarihinde aldığı bir
kararla, Yunan komiserlerinin Preveze görüşmelerinden çekilmeleri sonucunda
meselenin çözümünün Büyük Güçlerin arabuluculuğuna kaldığını gördüğü için, bu dış
müdahaleyi önlemek adına Yunanistan’a bir miktar daha toprak verilmesini uygun
bulmuştur. Padişah da bu karara katılmış, fakat Yunanlıların bu durumdan daha da
375
Şimşir, a. g. e., ss. 137-141.
Şimşir, a. g. e., s. 186-188.
377
BOA, Y.A. HUS, 160/74; Türkgeldi, a. g. e., s. 173; Davison, a. g. m., s. 193; Kurat, a. g. e., s. 128;
Uçarol, a. g. m., s. 220; Armaoğlu, a. g. e., s. 544; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da
Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 146.
378
Uçarol, a. g. m., s. 220.
379
Uçarol, a. g. m., s. 220; Uçarol, a. g. e., s. 146.
376
cesaret alarak daha fazla toprak talep etmemeleri için hükûmetten gerekli tedbirleri
almasını istemiştir. Yine de bu sıralarda Yunan sınırı meselesi, Osmanlı Devleti’ni bir
kez daha Büyük Güçlerin müdahalesi ile karşı karşıya bırakmıştır380.
Bu kez Yunan taleplerini en çok destekleyen ülke Fransa olmuştur. Fransız
Dışişleri Bakanı Waddington’un Berlin’den Fransa’ya hiçbir şey kazandıramadan eli
boş olarak dönmekle itham edilmesi, onu Yunan meselesini benimseyerek Fransa’yı
Şark Meselesi’nde lider yapmak suretiyle prestij sağlama düşüncesine sevk etmiştir.
Fransa’nın hürriyet ve milliyet ilkelerinin hamisi sıfatıyla Waddington bu konuda
Yunan isteklerini benimsemiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury ise mevcut Yunan
sınırının çok kötü bir şekilde çizildiği ve bölge coğrafyasının da eşkıyalık hareketlerine
çok müsait olduğunu, bu sınırın Padişah için bir kuvvet kaynağı değil ancak bir zaafiyet
kaynağı olduğu şeklinde bir propagandaya başlamıştır381.
Preveze görüşmelerinin sonuç vermemesi üzerine Waddington, İstanbul’da bir
konferans toplanmasını istemiştir. Ayrıca Kalamas ve Köstem vadilerinin kuzey
yamaçlarının da Yunanistan’a bırakılması fikrini savunmaya başlamıştır. Bu suretle
Tırhala ve Yanya dahil Güney Arnavutluk Yunanistan’a verilecekti. Bâb-ı Âlî’nin bu
teklifi kabul etmesi beklenemezdi. Çünkü Berlin Kongresi’nde Yanya ve Güney
Arnavutluk’un adı bile geçmemiştir382.
Sultan Abdülhamid bu düşünceyi eleştirmiştir. Ona göre Yanya sancağı hiçbir
işgale uğramamıştı ve sırf Rus harbinde zor durumdaki Osmanlı Devleti’ne savaş
açmadığı için Yanya’yı Yunanistan’a vermeyi hukuk ve adalet kurallarına ve iki ülke
arasındaki dostluk ilişkilerine aykırı bulmuştur.383
Gerçekte Sultan Abdülhamid’i endişelendiren husus, Arnavutların böyle bir sınır
değişikliği karşısında başkaldıracakları ve bu durumda bölgedeki otoritesinin sarsılarak
devletin tekrar bir yıkılma tehlikesi karşısında kalacağı gerçeği olmuştur. Nitekim,
380
Uçarol, a. g. m., s. 220; Uçarol, a. g. e., s. 146.
Kurat, a. g. e., s. 129.
382
Kurat, a. g. e., s. 129.
383
Kurat, a. g. e., s. 129.
381
Kuzey Epirli Arnavutlar siyasî faaliyetlere girişmişlerdir. Arnavutlar, Yanya’nın
Yunanistan idaresine geçtiğini görmektense savaşıp ölmeye hazır oldukları yolundaki
bildirileri İngiltere’ye göndermişlerdir384.
Padişah, ayrıca zengin Müslüman toprak sahiplerinin yaşadığı Yenişehir’e büyük
önem vermiştir. Diğer yandan doğal liman ihtiyacını karşılayan Narda Körfezi’nin hiç
olmazsa kuzey kısmı Osmanlı tarafında kalması gerekmekteydi. Preveze, Bâb-ı Âlî için
çok mühimdi. Arnavutluk’ta herhangi bir karışıklık olursa, duruma Osmanlı kuvvetleri
deniz yoluyla bu limana gelerek ve buradan hareket ederek müdahale edebilirlerdi385.
İstanbul, Yanya konusunda İngiltere’nin desteğini beklemiştir. Diğer taraftan
Waddington ve İstanbul’daki Fransız elçisi Fournier Yunan tezine o kadar kendilerini
kaptırmışlardı ki, Fournier Atina’nın Epir konusundaki taleplerine destek vermek için
Fransa’nın
açıklamıştır
Güney
386
Arnavutluk
kıyılarına
donanma
göndereceğini
pervasızca
.
b-) Birinci İstanbul Konferansı
Büyük Güçler, Avrupa’nın barış ve güvenliği açısından Yunan sınırı meselesinin
halledilememesinden dolayı bölgede ortaya çıkan huzursuzlukları kesin olarak bir
sonuca bağlamak istemişlerdir. Yunanistan’ın 29 Mart 1879 tarihli başvurusu üzerine,
Fransa’nın teklifiyle İstanbul’da Avrupalı devletlerin elçilerinin arabuluculuk
yapabileceği yeni bir Osmanlı-Yunan konferansının toplanması kararlaştırılmıştır. Daha
sonra bu karar, Bâb-ı Âlî’ye bildirilerek bu konferans için temsilciler seçmesi
istenmiştir387.
Büyük Güçlerin baskısı karşısında, Osmanlı Devleti görüşmelerin tekrar
başlamasını kabul etmiştir. Konferansa katılmak üzere Hariciye Nazırı Saffet Paşa,
384
Kurat, a. g. e., ss. 129-130.
Kurat, a. g. e., s. 130.
386
Kurat, a. g. e., s. 130.
387
Türkgeldi, a. g. e., ss. 173-174; Uçarol, a. g. m., ss. 220-221; Armaoğlu, a. g. e., s. 544.
385
Tophane Müşiri Ali Saib ve Hariciye müsteşarı Sava Paşalar temsilci olarak atanmıştır.
Yunanistan
da
İstanbul
ve
St.
Petersburg’daki
elçilerini
temsilci
olarak
görevlendirmiştir388.
Layard, bu konferanstan bir sonuç alınacağını sanmadığını belirtmiştir.
Waddington da, elçiler aralarında bir fikirbirliğine varamazlarsa görüşmelerin neticesiz
kalacağını ifade etmiştir. Bu durum da Fransa ve Almanya birlikte hareket edecekler,
İtalya da İngiltere tarafına kayacaktı. Kont Zichy Yanya’nın Yunanistan’a bırakılmasını
şahsen istemekle beraber, henüz Viyana’dan herhangi bir talimat almamıştı. Buna
rağmen Salisbury, Avusturya’nın Fransa tarafına kayacağını hesaplamıştır389.
Osmanlı-Yunan temsilcileri arasında ilk toplantı, 22 Ağustos 1879 tarihinde
Kanlıca’daki Saffet Paşa’nın yalısında yapılmıştır. Yunan temsilcileri bu görüşmelerde
de Berlin Kongresi’nin 13 numaralı protokolünün temel alınmasını istemişlerdir.
Osmanlı temsilcileri de bu protokolde yer alan sınır hattının bir dilekten ibaret olduğunu
tekrarlamışlardır. İstanbul Konferansı’nda da görüşmeler yine uzun müddet Preveze’de
olduğu gibi protokolün niteliğinin tartışılması ile geçmiştir. Asıl mesele olan sınır
hakkındaki görüşmelere ancak 17 Kasım 1879 tarihinde geçilebilmiştir. Atina, Berlin
hattını esas alarak Yanya, Meçova ve Yenişehir’i de talepleri arasında zikretmiştir.
Ayrıca sınırı Köstem ve Kalamas vadilerinin kuzey sırtlarından geçirerek asıl Berlin
hattına göre sahayı 9000 km2 daha büyütmüşlerdir. Osmanlı temsilcileri buna derhal
itiraz etmişlerdir. Osmanlı tarafı sınırı, adı geçen üç şehir dışarıda kalmak üzere
vadilerin güneyinden geçirilmesi, aynı zamanda Golos ve Narda limanlarının da
karadan güvenliğini sağlayacak şekilde teklif etmişlerdir390.
1880 yılı Ocak ayına kadar devam eden İstanbul Konferansı da meseleye bir
çözüm getiremeden sona ermiştir. Bu durum Büyük Güçleri arabuluculuk yapmak üzere
388
BOA, Y.A. HUS., 161/66; Davison, a. g. m., s. 195; Uçarol, a. g. m., s. 221.
Kurat, a. g. e., s. 131.
390
Kurat, a. g. e., ss. 131-132.; Davison, a. g. m., s. 195; Uçarol, a. g. m., s. 221; Armaoğlu, a. g. e., s.
544; Karal, a. g. e., s. 113.
389
harekete geçirmiş ve sorun artık daha geniş boyutlu uluslararası mesele haline
gelmiştir391.
c-) Berlin Konferansı ve Sınır Çizme Komisyonu
İstanbul Konferansı’nın da bir sonuç alamadan dağılması üzerine Fransa tekrar bir
teklif getirerek Büyük Güçleri arabuluculuk yapmaya davet etmiştir. Fransa’nın
arabuluculuk esnasında temel alınmasını istediği teklife göre Yanya ile Kalamas’ın
güneyinde Müslümanların oturduğu mahallerin Osmanlı Devleti’ne bırakılmasına
karşılık Tesalya tarafında, Salamiryas’ın kuzeyinde kalan yerler Yunanistan’a
bırakılacaktı. Bu teklif, İngiltere dışında, diğer devletler tarafından kabul edilmiştir.
Buna karşılık, İngiltere, Bulgaristan’da olduğu gibi, tekrar bir sınır çizme
komisyonunun kurulmasıyla, uygun bir şekilde sınırın belirlenmesi fikrini ileri
sürmüştür392.
İngiltere ve Fransa aralarında gerçekleştirdikleri görüşmelerde, sınır çizme
komisyonunun Osmanlı Devleti’nde toplanmasına, buna Osmanlı Devleti’nin karşı
koyması durumunda, Bâb-ı âlî’nin muvafakatini beklemeden Büyük Güçlerin elçilerinin
Paris ya da Berlin’de bir konferans için bir araya gelmelerine karar vermişlerdir. Bu
konferansın alacağı kararları uygulamak ve sınırı yeniden belirlemek üzere bir
komisyonun gönderilmesini ileri sürmüşlerdir. Neticede konferansın Berlin’de
toplanması diğer büyük devletler tarafından da uygun bulunmuştur393.
Bismarck,
Berlin’de
konferans
akdi
üzerine
Yunanistan’ın
1830’larda
Bavyera’dan almış olduğu borçları gündeme getirmiştir. Bu kritik ortamda böyle bir
sorunun ortaya atılması Yunanistan’ı oldukça rahatsız etmiştir. Büyük Güçlerin,
özellikle
Almanya’nın,
sempatisini
yitirme
olasılığı
Yunan
Hükûmeti’ni
endişelendirmiştir. Çünkü Yunanistan için bu sırada önemli olan sınır meselesidir. Bu
391
Türkgeldi, a. g. e., ss. 174-175; Kurat, a. g. e., s. 132; Uçarol, a. g. m., s. 221.
Türkgeldi, a. g. e., s. 176; Uçarol, a. g. m., s. 221; Armaoğlu, a. g. e., s. 544.
393
Uçarol, a. g. m., ss. 221-222; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s.
23.
392
yüzden Yunanistan, Bavyera ile borçların ödenmesi konusunda derhal bir anlaşmaya
varmıştır394.
16 Haziran 1880 tarihinde Berlin’de İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İtalya temsilcileri, Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesinde yer
alan arabuluculuk görevini yerine getirmek için toplanmışlardır. Bu toplantı sonucunda
aldıkları karara göre, Yanya ve Çamlık taraflarıyla birlikte, askerî bakımdan öneme haiz
Meçova ile halkının çoğunluğu Müslüman olan Yenişehir’i Yunanistan’a bırakacak
şekilde yeni bir Osmanlı-Yunan sınırı belirlemişlerdir. Doğal olarak Osmanlı
Devleti’nin aleyhinde olan bu kararlarını ortak bir nota ile Bâb-ı Âlî’ye
bildirmişlerdir395.
Osmanlı Hükûmeti, verilen bu ortak nota üzerine 23 Temmuz 1880 tarihli
toplantısında Büyük Güçlerin bu ortak isteklerinin dikkate alınması gerektiğini, aksi
durumda gelecekte yapılacak hareketleri tehlikeye düşüreceği sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte, Büyük Güçlerin aldıkları karara göre, söz konusu yerlerin
Yunanistan’a terk edilmesinden doğacak sorunların, bu devletlere iletilerek konferansın
aldığı bu kararların değiştirilmesine bir çare bulmayı düşünmüştür396. Kesin sınır
hattının tayini ve meselenin ayrıntıları için Bâb-ı Âlî ile ortaklaşa bir karar verebilmek
için İstanbul’daki elçilerine yetki verilmesinin istenmesi kararlaştırılmıştır397.
Osmanlı Hükûmeti, bu kararını 27 Temmuz 1880 tarihinde arabulucu devletlere
bildirerek Berlin Konferansı kararlarının değiştirilmesini istemiştir. Fakat Büyük
Güçlerin İstanbul’daki elçileri, 25 Ağustos 1880 tarihinde Bâb-ı Âlî’ye verdikleri ortak
bildiride, Berlin Konferansı kararlarının değiştirilmesine ve tekrar görüşmelere
394
Georgia Ioannidou-Bitsiadou, “The Bavarian Loans and Chancellor Bismarck’s Intervention in the
Greek-Turkish Dispute Over Greece’s Borders (1878-81)”, Balkan Studies, 34/1, Thessaloniki 1993, ss.
74-82.
395
Davison, a. g. m., s. 197; Uçarol, a. g. m., s. 222; Armaoğlu, a. g. e., s. 545; Karal, a. g. e., s. 113.
396
BOA, Y.EE, 111/15.
397
Türkgeldi, a. g. e., ss. 177-180; Uçarol, a. g. m., s. 222.
başlanmasına
razı
olmayacaklarını
uygulanması tavsiyesinde bulunmuşlardır
belirterek
398
Berlin
Kongresi
protokolünün
.
Osmanlı Hükûmeti, bu durum üzerine, Yanya, Çamlık, Yenişehir ve Meçova’nın
Yunanistan’a bırakılmasının doğuracağı sakıncaları bir askerî heyete inceleterek,
hazırlattığı yeni haritaları ve sakıncaların gerekçelerini 3 Ekim 1880 tarihinde Büyük
Güçlere bildirmişse de devletlerden bu konuda bir yanıt alamamıştır399.
Diğer yandan bu sıralarda Yunanistan, savaş hazırlıklarına başlamış, Yunan
haydut çeteleri de sınır boylarında hadiseler çıkartmaya ve Osmanlı topraklarına tecavüz
etmeye başlamıştır400.
Yaşanan bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, 14 Kasım 1880 tarihinde Büyük
Güçlere başvurarak Yunanistan’ın giriştiği savaş hazırlıklarından vazgeçmesini ve sınır
meselesinin bir an önce çözüme kavuşturulması için yeni verilen haritada belirtilen sınır
hattı esas olmak üzere Yunanlıların Osmanlı Devleti ile tekrar görüşmelere başlamasını
talep etmiştir. Fakat Osmanlı Hükûmeti’nin bu ve bundan sonraki diplomatik girişimleri
bir sonuç vermemiştir. Büyük Güçler, kararlarını değiştirmemişler ve tersine baskılarını
arttırmışlardır.401.
1881 yılı başlarından itibaren Büyük Güçlerin baskısı ile Yunan sınırı meselesi
yine ön plâna çıkmıştır. 8 Şubat 1881 tarihinde toplanan Osmanlı Hükûmeti,
Yunanistan’a toprak verilmesini prensip olarak kabul etmiştir. Bu maksatla, devletin
menfaatleri sebebiyle Epir ve Tesalya’dan bir karış toprak verilmemesi şartıyla Girit
adasının Yunanistan’a terk edilmesine eğer bu sayede de amaca ulaşılamaz ise Girit
adası civarında bulunan Gavdos, Kaşot ve Kerpe adalarının da verilerek meselenin hal
yoluna koyulmasına fakat şimdilik bu teklifin gizli tutulmasına karar vermiştir402.
398
Türkgeldi, a. g. e., s. 180 ve ss. 398-402; Davison, a. g. m., s. 199; Uçarol, a. g. m., s. 222.
Davison, a. g. m., s. 199; Uçarol, a. g. m., s. 222.
400
Uçarol, a. g. m., s. 223.
401
Türkgeldi, a. g. e., s. 181 ve ss. 402-404; Uçarol, a. g. m., s. 223.
402
Türkgeldi, a. g. e., ss. 181-185; Uçarol, a. g. m., s. 223; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve
Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 154.
399
Osmanlı Devleti’nin bu yeni aldığı kararla birlikte Yunan sınırı meselesi
konusunda üç seçeneği bulunmuştur. Bunlardan birincisi, Yunanistan’a hiçbir surette
toprak vermeyerek savaş açmak, ikincisi Tesalya ve Epir’de Yunanistan’ın istediği sınır
değişikliğini yapmak ve üçüncüsü Girit adasını, olmazsa Girit ile beraber civar birkaç
adayı da Yunanistan’a vermek olmuştur403.
Bu kararlardan da anlaşılacağı üzere, Osmanlı devlet adamları, bu sıralarda
Yunanistan’a savaş ilânını bir kenara bırakarak, toprak terkini temel almışlardır. Fakat
toprak terki söz konusu olduğunda Tesalya ve Epir’den toprak vermektense, bir sorun
kaynağı olan Girit’i Yunanistan’a vermeyi uygun bulmuşlardır. Girit’in terki görüşünün
savunucusu Evkaf Nazırı Subhi Paşa olmuş, 24 Şubat 1881 tarihinde Padişah’a sunduğu
raporunda bu görüşünün sebeplerini İngiltere, Fransa, Rusya ve Yunanistan açısından
değerlendirerek açıklamıştır404.
Elçiler ile yapılacak olan konferansa 1881 yılı Ocak ayında komiser olarak
atanmış olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Girit’in Yunanistan’a terk edilmesi fikrini
paylaşmamıştır. Paşa’nın Girit’in önemine dair bir konuşmasından sonra diğer bazı
nedenlerle birlikte Girit’in terkinden vazgeçilmiştir. Bu sıralarda İngiltere, Girit’e
dair gizli
kalması gereken Osmanlı
kararını öğrenir öğrenmez Girit’in başka bir
devlete bırakılmasını asla kabul edemeyeceğini açıklamıştır. Ayrıca Yunanistan’ın da
Tesalya yerine Girit’i kabule yanaşmayacağı işitilmiştir. Bu durum üzerine Tesalya ve
Epir yeniden gündeme gelmiştir405.
Bu son gelişmeler üzerine, 16 Haziran 1880 tarihli Berlin Konferansı’nda altı
büyük devletin elçisi ile Osmanlı Devleti arasında yapılmasına karar verilen İstanbul
görüşmelerine başlanmıştır406.
403
Uçarol, a. g. m., s. 223.
BOA, Y.EE, 111/36, 111/39, 111/40; Türkgeldi, a. g. e., s. 411; Uçarol, a. g. m., s. 223; Uçarol, a. g.
e., s. 155.
405
Uçarol, a. g. m., s. 224; Karal, a. g. e., s. 114; Uçarol, a. g. e., s. 155.
406
Uçarol, a. g. m., s. 224.
404
d-) İkinci İstanbul Konferansı
Yunan sınırının düzenlenmesi meselesinde, Büyük Güçlerin artan baskıları
neticesinde II. Abdülhamid, Avrupa devletlerinin önerdiği görüşmelere katılmayı kabul
etmiş ve bu konuda hükûmete gerekli talimatı vermiştir. Bu suretle harekete geçen Bâbı Âlî, 4 Mart 1881 tarihinde görüşmelere katılacak temsilcileri görevlendirmiştir. Bu
temsilciler Islahat-ı Askeriye Teftiş Komisyonu Reisi Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Şurayı Devlet Reisi Server Paşa ile Müşir Ali Nizami Paşa’lardır. Sonradan Hariciye
Nezareti müsteşarı Artin Efendi de bu heyete katılmıştır. Müzakere heyetine Bâb-ı Âlî
görevleriyle ilgili geniş bir talimat ve Sadrazam Said Paşa da konferansta okunmak
üzere bir beyanname vermiştir407.
Konferansa katılacak Osmanlı heyetine verilen talimatta, görüşmelerde öncelikle
Köstem nehrinin kesin sınır olarak ileri sürülmesi, eğer kabul edilirse Padişah’ın
onayına sunulması; bunun kabul edilmemesi durumunda ise bu nehrin ilerisinde Tırhala
ovasına bakan dağlar üzerinden sınır hattının geçirilmesine razı olunması; eğer bu da
mümkün olmaz ise, Preveze limanının Osmanlı tarafında kalması şartıyla Meçova’nın
da terkinin kabulü istenmiştir. Bunlara ilâveten eğer gerekirse daha önce alınmış karar
gereğince Girit ile civarındaki adı geçen adaların Yunanistan’a verilmesi de konu
edilebilecekti. Bu kıstaslara göre Osmanlı heyeti, uygun bulduğu şekilde görüşmeleri
yapabilecekti. Ancak heyetin kesin bir yükümlülük altına girmeyerek öncelikle Bâb-ı
Âlî’nin onayını aldıktan sonra hareket etmesi kararlaştırılmıştı408.
Osmanlı-Yunan sınırı meselesini kesin olarak sonuçlandırmak üzere Osmanlı
temsilcileri ile İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın
İstanbul elçileri arasında görüşmeler, 8 Mart 1881 günü Alman elçilik binasında
başlamıştır409.
407
BOA, Y.EE, 111/41; Türkgeldi, a. g. e., s. 185 ve ss. 411-418; Uçarol, a. g. m., s. 224.
Uçarol, a. g. m., ss. 224-225.
409
Türkgeldi, a. g. e., s. 185; Uçarol, a. g. m., s. 225; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Karal, a. g. e., s. 114;
Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 156.
408
Görüşmelerde Osmanlı temsilcileri, aldıkları talimata uygun olarak ve hatta
Girit’in Yunanistan’a bırakılması yolundaki teklifi dahi yapmışlardır. Fakat İngiltere
elçisi Girit’in bırakılması teklifine hemen itirazda bulunmuştur. 23 Mart 1881 tarihinde
yapılan altıncı oturumda Girit tekrar gündeme gelmişse de elçilerin bu teklifi kabul
etmedikleri kesin olarak anlaşılmıştır. Bunun üzerine Osmanlı heyeti daha önce ileri
sürmüş oldukları birinci sınır hattının da reddedilmesi üzerine, ikinci sınır hattının kabul
edilmesini istemişlerdir. Ne var ki bu teklif de elçiler tarafından reddedilmiştir410.
Görüşmeler, bu şekilde birtakım tekliflerin ileri sürülmesi sonucunda tartışmalı bir
ortamda devam ederken, altı devlet elçisi, 19 Nisan 1881 tarihinde Bâb-ı Âlî’ye ortak
bir nota vermişlerdir. Bu notalarında Osmanlı Devleti’nin fazlasıyla aleyhine olan bir
sınır hattı teklif etmişlerdir. Bu notaya göre, Punta Yunanistan’a bırakılacak, Punta ve
Preveze yönünden Narda Körfezi’nin girişine hakim olan istihkâmlar silahlardan
arındırılacak ve Narda Körfezi’nde deniz ulaşımı serbest olacaktı. Bu sayede yeni
Yunan sınırı Salamiryas ve Platamona arasındaki bir yerden başlamakta ve Narda
nehrine kadar uzanmaktadır411.
Bu nota üzerine, 21 Nisan 1881 tarihinde toplanan Osmanlı Askerî Heyeti, bu
teklifi ayrıntılarıyla inceleyerek, bir rapor hazırlamış ve bunu Padişah’a takdim etmiştir.
Bu raporda teklifin reddedilmesi halinde bir savaşa sebep olursa, buna Osmanlı
Devleti’nin neden olduğu şeklinde bir durumun ortaya çıkacağı yer almıştır. Bu
durumda da, Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti’nin karşısında, Yunanistan’ın yanında
yer alacakları kanaatine varılmıştır. Meydana gelecek savaşın şiddeti ve sonucu önceden
tahmin edilemeyeceğinden askerî hazırlıkların buna göre yapılması gerektiği sonucu
çıkarılmıştır.412
II. Abdülhamid ve Osmanlı Hükûmeti, bu ihtimalleri göz önüne alarak ortaya
çıkması muhtemel sonuçları önlemek için mecburen Büyük Güçlerin teklifinin kabul
410
BOA, Y.EE, 111/43; Uçarol, a. g. m., s. 225.
BOA, Y.EE,, 111/34; Türkgeldi, a. g. e., ss. 186-187; Uçarol, a. g. m., s. 225; Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 156.
412
Uçarol, a. g. m., s. 226; Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23;
Uçarol, a. g. e., s. 156.
411
edilmesine karar vermiştir. Padişah, 30 Nisan 1881 tarihli iradesinde Bâb-ı Âlî’den
gerekli çalışmaları başlatmasını istemiştir413.
Osmanlı Hükûmeti, 8 Mayıs 1881 tarihinde yaptığı toplantıda, Padişah’ın
iradesine uygun olarak, Berlin Konferansı kararlarının yerine ikame edilen ilgili
devletlerin yeni kararı temel olmak üzere bir sözleşmenin düzenlenmesini uygun
bulmuştur. Bu amaçla, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Server Paşa, Ali Nizami Paşa ve
Artin Efendi’ye tekrar Büyük Güçlerin elçileriyle görüşme yetkisini vermiştir414.
Osmanlı Devleti, altı büyük devletin baskılarına daha fazla direnememiş,
Yunanistan ile de bir savaşı göze alamadığından verilen notadaki teklif üzerine
Yunanistan sınırının düzenlenmesini kesin olarak kabul etmiştir415.
3-) Osmanlı-Yunan Sınır Düzenlemesi Çalışmalarına Tepkiler
Önce Ayastefanos Antlaşması daha sonra ise Berlin Antlaşması ile Arnavutların
yaşadıkları coğrafyada Karadağ ve Yunanistan tarafından sınır düzenlemesi yoluyla
arazi kazanımına gidilmesine Arnavut unsur çok büyük tepki göstermiştir.
Ayastefanos Antlaşması sırasında Osmanlı Devleti, Karadağ’ın Arnavutluk’tan
herhangi bir toprak almasını engellemek için, Arnavutları tahrik ve teşvik etmiş ve
bunlar da Karadağ’ın herhangi bir hareketine karşı 1878 yılı Temmuz ayında Arnavut
Ligi ya da Prizren Birliği adlı bir teşkilât kurmuşlardır416.
Yanya Vilâyetine gönderilen komiser, Sadaret’e yazdığı 18 Ağustos 1878 tarihli
raporda Hıristiyan Arnavutların bile herhangi bir toprak terkine muhalif olduklarını,
413
Türkgeldi, a. g. e., s. 188; Uçarol, a. g. m., s. 226; Uçarol, a. g. e., s. 157.
BOA, Y.EE, 111/51; BOA, Y.A. RES., 11/19; Uçarol, a. g. m., s. 226; Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 23; Uçarol, a. g. e., s. 157.
415
Uçarol, a. g. m., s. 226; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Karal, a. g. e., s. 114.
416
Armaoğlu, a. g. e., s. 540; Karal, a. g. e., s. 68; Anderson, a. g. e., s. 221; Glenny, a. g. e., s. 141.
414
Osmanlı idaresinde kalmak istediklerini ve gerekirse silâhla karşı koyacaklarını
belirtmiştir417.
Arnavut mebuslar, 18 Temmuz 1879’da Arnavut halkının haklarının korunması
gerektiği aksi halde Arnavutların silâhla karşı koyacakları yolunda bir muhtıra
vermişlerdir418. 27 Ağustos 1879’da ise Arnavutların karşı koyacaklarına dair
Zeynelabidin Bey tarafından bir lâyiha sunulmuştur419.
İngiliz Yarbay James Baker hazırladığı muhtırada, Müslüman ve Hıristiyan
Arnavutlar arasında Yunanistan’a karşı güçlü bir antipati gözlemlemiştir. Preveze’de
nöbetçiliğini
Arnavutların
yaptığı
cephanelikte
20.000
Martini-Henry
tüfeği
bulunduğunu ve Yunanlıların ilk hareketinde bu silahları kullanacaklarını bildirmiştir.
Arnavutların yaklaşık 200.000 savaşçı çıkarabileceğini tahmin eden Baker, bu gücü
sindirebilmenin zorluğuna dikkat çekmiştir. Arnavut kabileleri arasında birlik
sağlandığını belirtmiştir. Arnavut halkının arzusunun otonomi ya da bir Büyük Gücün
vasiliğinde himaye olduğunu ifade etmiştir. Arnavutların esasen önceleri Osmanlı
idaresinde yarı bağımsız yaşamak istediklerini ancak 1878 Rus yenilgisi ile Osmanlı
hakimiyetinin sarsılmasından sonra anarşi ortamında yaşadıkları düşüncesinde
bulunduklarını kaydetmiştir420.
27 Mayıs 1880’de Arnavutlar, Karadağ ve Yunanistan’a sınır düzenlemesi yoluyla
arazi verilmesine razı olmadıklarını ve Osmanlı idaresinde kalmak istediklerini resmen
İstanbul’a bildirmişlerdir421.
Yunan sınır meselesinin halli için Berlin’de konferans toplanması üzerine “Yanya
Cemiyet-i İttihadiyesi” adı altında bir takım kimseler 22 Haziran 1880’de Büyük
Güçlerin elçiliklerine telgraflar çekmişlerdir422.
417
BOA, Y.EE, 42/103.
BOA, Y.EE, 43/212.
419
BOA, Y.EE, 43/215.
420
Yarbay James Baker’ın Türk İlişkilerine Dair Muhtırası, British Docs. on For. Aff., vol 5, ss. 18-20.
421
BOA, Y.EE, 9/25.
422
BOA, Y.A. HUS., 164/131.
418
Görüşmeler sırasında Yanya, Yenişehir ve Çamlık’ın Yunanistan’a bırakılacağı
şayiaları halkı heyecana sevk etmiş, bunun üzerine Osmanlı Devleti bir beyanname
yayınlayarak devletin söz konusu yerlerde arazisi olanlara başka yerlerde arazi
göstereceği ya da arazilerin bedelini ödeyeceğini ve Arnavut ahaliye, devleti zor duruma
düşürmemeleri için sakin olmaları çağrısında bulunmuştur423.
Berlin Antlaşması’nın Gosine ve Plava’yı Karadağ’a vermesi Arnavutlar arasında
büyük bir memnuniyetsizlik yaratmıştır. Büyük Güçler arasından bir sponsor
bulamayan Arnavutların komplo ve gerilla savaşından başka bir çareleri kalmamıştı.
Arnavutlar Karadağ’a karşı hazırlıklara girişmişler ve Karadağ birliklerine silahlı
direniş göstermişlerdir. Berlin Antlaşması ile Arnavutların yaşadıkları sahalara Karadağ
ve Yunanistan tarafından göz konması Müslüman ve Hıristiyan Arnavutları birleştirmiş
ve Arnavut milliyetçiliği duygusunu uyandırmıştır424.
Tesalya’da ise, Tesalya Müslümanları ileri gelenleri, Tesalya’nın Yunanistan’a
terk edilmesine karşı Bâb-ı Âlî’ye bir dilekçe sunmak üzere Bedreddin Bey
başkanlığında İstanbul’a heyet göndermişlerdir. Tesalya Müslümanları Sadrazama
hitaben yazdıkları dilekçelerinde Tırhala Sancağı ahalisi olarak Türk idaresinden
memnun bulunduklarını, yaşadıkları yerlerin Yunanistan’a verileceği haberinin yarattığı
endişeyi ve Yunan idaresine girmek istemediklerini belirtmişlerdir. Vatanlarının
yabancılara teslim edilmemesi ve kendilerinin vatanlarından uzaklaştırılmamaları için
Padişah’a ve Hükûmet’e yalvarmışlardır. Tesalya’nın terki kaçınılmaz ise, göç edecek
Müslümanların emlâkinin bir sözleşme imzalanarak güvence altına alınmasını
istemişlerdir425.
423
BOA, Y.EE, 4/9.
Glenny; a. g. e., s. 143; Armaoğlu, a. g. e., ss. 540-542.
425
Şimşir, a. g. e., ss. 263-265.
424
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TESALYA MESELESİ’NİN ÇÖZÜMÜ
A-) TESALYA MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ
1-) Osmanlı Delegeleriyle Arabulucu Devletler Elçilerinin Görüşmeleri
Görüşmelerin birinci toplantısı 10 Mayıs 1881’de Server Paşa başkanlığında
gerçekleştirilmiştir. Toplantıda öncelikle konferansın usûl ve hareket tarzıyla ilgili
meseleler halledilmiştir. Buna göre arkası arkasına verilecek kararları senet kabul etmek
suretiyle yetinileceği ve başkanlığın nöbetleşe olarak Osmanlı birinci delegesinden
başlayarak elçilerin en kıdemlisine geçmesine karar verilmiştir426.
Osmanlı delegeleri Yunanistan’a bırakılacak arazide bulunan emlâkin güvenliği,
ibadet ve mezheb serbestliği ve şer‘-i şerifle olan rabıtalarla ilgili olup,
mukavelenamenin yerine getirilmesinden sayılacak birtakım bendleri konferansa teklif
etmişlerdir. Elçiler yazılı olduğu gibi ibraz edilen varakayı inceleyerek bir sonraki
toplantıda bu konudaki görüşmelere girişmeye hazır olacaklarını belirtmişlerdir.
Osmanlı delegeleri de gelecek toplantıda diğer maddelerle ilgili bazı yeni bendler teklif
edeceklerini açıklamışlardır427.
Ertesi günü, 11 Mayıs tarihinde, İngiliz elçiliğinde ikinci toplantı yapılmıştır.
Osmanlı delegeleri konferansa dört madde daha teklif etmişlerdir. Elçiler aralarında
yaptıkları istişareden sonra bu bendlerden üçü ve önceki toplantıda sunulmuş bendlerin
ikisini, görüşmelerin dışında olduğu gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini söylemişlerdir.
426
Devlet-i Aliyye Murahhaslarıyla Düvel-i Mutavassıta Süferası Tarafından Tanzim ve İmza Kılınan
Mazbata-yı Umumiye’nin Tercümesidir, fi 5 Receb 1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı Amire, İstanbul,
s. 297.
427
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 297.
Bunun üzerine tekrar görüşmelere başlanmış ve Osmanlı delegeleri söz konusu bendleri
savunmuşlardır428.
Yunan anayasasının Yunanistan’ın devlet görevlerinin icrasına engel olması
sebebiyle bu görevlerin ortaya konamamasıyla ilgili olan şarta gelince; Osmanlı
delegeleri, Yunanlıların öteden beri devlet görevlerini defalarca ihlâl etmelerinden
dolayı bu şarta lüzum görüldüğünü göz önüne aldıklarını, ancak Yunanistan’ın bağımsız
bir devlet olduğu için zaten devlet kanunlarına daima hareketlerini uydurmak zorunda
bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu yüzden Osmanlı heyeti, antlaşmada bu mecburiyetten
bahsetmenin yersiz ve usûle tamamen aykırı olduğu cevabını vermiştir429.
Osmanlı
delegeleri,
Golos
şehrinin
silahtan
arındırılması
maddesini
desteklemişlerdir. Ancak elçiler, bu şartın mümkün olmadığı cevabını vermişler ve
diğer üç bend de görevlerinin büsbütün dışında kaldığından bu konuda görüşmekten
kaçınmışlardır. Bunun üzerine Osmanlı heyeti, gelecek toplantıda cevap vereceğini
belirtmiştir430.
Üçüncü toplantı, 15 Mayıs’ta gerçekleştirilmiştir. Osmanlı delegeleri, elçilerin
reddettiği beş bendle ilgili henüz kesin kararlarını bildirecek durumda olmadıklarını
fakat diğer maddelerle ilgili görüşebileceklerini açıklamışlardır. Elçiler, söz konusu beş
bendin kabul edilmemesine dair kesin kararlarını yinelemişler ve bu beş bend geri
alınmadıkça diğer maddelerle ilgili görüşmeyeceklerini bildirmişlerdir431.
Dördüncü toplantı, 16 Mayıs’ta yapılmıştır. Osmanlı delegeleri, elçilerin itiraz
ettiği beş bendi konferansta görüşmekten vazgeçtiklerini açıklamışlardır. Bunun üzerine
antlaşmanın diğer maddeleri üzerine görüşmelere geçilmiştir. Mukaddime, elçilerin
lâyihasında yazılı olduğu şekilde kabul olunmuştur. Daha önceden kararlaştırılmış
bulunan sınır hattına dair bir ve ikinci maddeler her iki tarafça kabul edilmiştir432.
428
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 297.
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 297-298.
430
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298.
431
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298.
432
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298.
429
Emlâk, ibadet ve mezhep serbestliği hakkındaki maddelerle ilgili olarak uzun
görüşmelerden sonra bu konularda çoğunluğun destek verdiği maddeler kabul edilmiş,
haklarında fikir birliği oluşmayanlar bir sonraki toplantıda görüşülmeye bırakılmıştır433.
Terk olunacak arazinin tahliyesi maddesinin antlaşmaya eklenerek aynı hükmün
başka bir yazı ile halledilmesi kararlaştırılmıştır434.
Osmanlı Duyûn-ı Umûmiyesi’nden Yunanistan’a ait olacak payla ilgili meselede
Osmanlı delegeleri kendi tekliflerini sunmuşlardır. Elçiler bu payın ne kadar olacağına
dair henüz herhangi bir bilgileri olmadığını belirterek Yunanistan’a düşecek payın
ileride Bâb-ı Âlî ile elçiler arasında tayin edilmesine karar verilmiştir435.
Beşinci toplantı, 17 Mayıs’ta gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda, bir önceki
toplantıda muallâkta kalmış olan maddelerin üzerinde tam olarak anlaşmak mümkün
olabilmiştir. Ertesi günkü toplantıda antlaşma hükümlerinin icrasıyla ilgili ayrıntıları
içeren mazbatanın incelenmesi ve görüşülmesi kararlaştırılmıştır436.
Altıncı toplantı, 19 Mayıs’ta yapılmıştır. Bu toplantıda gerek Osmanlı delegeleri
ve gerekse elçiler tarafından sunulmuş iki yazı okunmuştur. Bölgelerin tahliye edilmesi
için belirlenecek süre hakkında uzun görüşmelerden sonra uzlaşmaya varılmıştır. Daha
sonra Osmanlı heyeti, yeni sınır hattının Kritiri ile Zarkos’un kuzeyinde kalan tepeler
arasında kalan kısmını gereği gibi tayin etmek için bazı hususları netleştirmek
istemişlerdir. Elçiler bu istek karşısında, sınır hattının her iki tarafın da kabul ettiği
şekilde çizileceğini belirtmişlerdir. Ancak sınırın bu kesimini daha iyi bir şekilde tayin
etmek lüzumunu takdir ettiklerini ifade ederek sınır düzenleme komiserlerine, Osmanlı
delegelerinin bu kesime yönelik teklifinin bir nüshasını vermeyi ve Ekserakis nehrinden
başlayarak Zarkos’un kuzeyinde yer alan tepelere kadar mümkün olduğunca dağ
433
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 298.
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 298-299.
435
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 299.
436
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 299.
434
yığınlarını belirlemelerini tavsiye etmeyi üzerlerine almışlardır. Görüşmede daha sonra
diğer konularda da ittifak sağlanmıştır437.
Yedinci ve son toplantı, 24 Mayıs tarihinde gerçekleştirilmiştir. Antlaşmaya
eklenecek askerî yazı ile ilgili bazı maddelerle bu yazının kesin terkibi belirlenerek bu
konuda da ittifak sağlanmıştır. Antlaşma ile ona ekli yazı okunduktan sonra, aralarında
Server, Ahmed Muhtar, Ali Paşalar ile Artin Efendi, elçiler Hatzfeldt, Kalis, Tisyo,
Goschen, Corti ve Nevikof’un bulunduğu bütün delegeler tarafından imzalanmıştır.
Daha sonra ilk harfleri okunarak tasdik edilmiştir438.
2-) 1881 İstanbul Antlaşması
Bir yandan Padişah II. Abdülhamid, diğer yandan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin
Antlaşması’nın 24. Maddesinde yazılı olan arabuluculuğu yerine getirmek üzere
Almanya
İmparatoru,
Avusturya
İmparatoru
ve
Macaristan
Kralı,
Fransa
Cumhurbaşkanı, İngiltere Kraliçesi, İtalya Kralı ile Rus Çarı, Osmanlı Devleti ve
Yunanistan sınırının düzenlenmesiyle ilgili meseleyi, Avrupa’nın asayiş ve düzenine
sahip çıkmak için halletmek arzusu içinde bir antlaşmanın hazırlanması ve
imzalanmasına karar vermişlerdir. Bu amaçla, Osmanlı Padişahı’nı temsilen Server,
Gazi Ahmed Muhtar ve Ali Nizami Paşalar ile Artin Efendi, Almanya İmparatoru’nu
temsilen Büyükelçi Kont Hatzfeldt, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı’nı
temsilen Büyükelçi Baron Kalis, Fransa Cumhurbaşkanı’nı temsilen Büyükelçi Tisyo,
İngiltere Kraliçesi’ni temsilen Büyükelçi Goschen, İtalya Kralı’nı temsilen Kont Corti,
Rus Çarı’nı temsilen Büyükelçi Nevikof olağanüstü delege tayin edilmişler ve tam
yetkili olarak İstanbul Antlaşması’nın aşağıdaki maddelerini kararlaştırmışlardır439:
1. Madde: Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki yeni sınır hattı aşağıdaki
gibi belirlenmiştir:
437
438
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, ss. 299-300.
Mazbata-yı Umumiye Tercümesi, s. 300.
Yeni sınır hattı “Salamirya” ve “Platamona” nehirlerinin denize döküldükleri yer
arasında “Karalık Derbend” geçidi yakınından ve Platamona’nın güneyinde yaklaşık 4
kilometre mesafede bulunan bir noktadan başlayarak dağların zirvesinden geçerek
batıya doğru gider. İlk önce “Kranya” ve “Ovarniçe” ve daha sonra “Nezeros” ve
“Aganepsis” arasından geçerek “Kodaman Dağı” tepesine ulaşır. Oradan “Olimp”
tepesinden geçerek güneye doğru iner ve “Kokkino Petra”nın zirvesine kavuşur. Bu
noktadan itibaren bu zirveyi terk etmeksizin batıya doğru uzanarak “Ligara” ile “Deruni
Meluna” arasından geçer ve “Kritiri Dağı” tepesine ulaşır.
Sınır hattı, batıya doğru giderek “Ekserakis” nehrinin sahiline ulaşır. Güneybatıya
doğru hat, nehirden ayrılan suları takip ederek “Zarko” köyünün kuzeyinde bulunan
tepelere ulaşır ve daha sonra kuzeybatıya ve “Deminiçe” yönüne doğru dönerek
nehirden ayrılmış suları takibe devam ederek “Alefterehoryon” köyünü Osmanlı
Devleti’ne bırakır. Sınır hattı “Deminiçe”ye ulaşmazdan önce bu yerden yaklaşık 18 mil
mesafede yine adı geçen nehirden ayrılmış sulardan batıya doğru dönerek “Filamuresti”,
“Gavranon” ve “Corciçe” köylerinde geçerek “Karaçova Dağı”nın tepesine çıkar. Daha
sonra Körtepe’den güneye doğru giderek “Zigos”, “Dokimi” ve “Pristeri” dağları
tepelerinden geçer ve yağmur sularını en kısa yolla “Pristeri” zirvesinden Narda nehrine
götüren ırmağı takip ederek “Kalarites” ve “Mihaliçi” köyleri yakınından geçmesiyle
Narda nehrine ulaşır. Bu son noktaların ötesinde Narda nehrinin denize döküldüğü yere
kadar izler.
Bu sınır, altı büyük devlet ve ilgili iki devlet memurlarından oluşturulacak
komisyon tarafından yerinde belirlenecektir.
Sınır düzenleme komisyonu kararlarını, çoğunluk usûlü ile alacak ve her devlet
yalnız bir oya sahip olacaktır. Komisyon, çalışmalara başlamak için işbu antlaşmanın
onaylandığı tarihten itibaren sekiz gün zarfında ve mümkünse daha önce toplanacaktır.
2. Madde: Punta, 1 Temmuz 1832 tarihinde İstanbul’da imzalanan antlaşmanın
birinci maddesinde belirlenen arazisi ile birlikte Yunanistan’a terk olunacaktır. Gerek
439
Yunan Meselesine Dair Mukavelename-yi Aslî, fi 5 Receb 1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı
Amire, İstanbul, ss. 301-307; Armaoğlu, a. g. e., s. 546.
Preveze ve gerek Punta taraflarında Narda Körfezi girişine hakim bulunan bütün
istihkâmlar işbu antlaşmanın imzalandığı tarihten itibaren üç ay zarfında silahtan
arındırılarak iki taraf barış içinde bulundukça bu halde kalacaktır.
3. Madde: Yunanistan’a bırakılan yerlerde oturan ve Yunan idaresinde kalacak
halkın can, mal, namus, din ve adetlerine bütünüyle riayet edilecek ve halk diğer Yunan
tebaası gibi medenî hukuk ve politikadan aynı şekilde yararlanacaktır.
4. Madde: Yunanistan’a bırakılacak yerlerde ferman, hüccet, tapu, diğer senetlerle
ya da Osmanlı kanunları gereğince fertlerin tasarrufunda bulunan çiftlik, mera, çayır,
kışlak ve ormanlarla, her tür arazi ve diğer emlâk temlik hakkı Yunan Hükûmeti
tarafından onaylanacaktır. Camiiler, medreseler, mektepler ve hayratların idaresine ait
emlâkin hüccetleri de onaylanacaktır.
5. Madde: Padişah varidatı, kendileri veya hanedan hesabına tahsil edilen emlâk-ı
humayûn eskiden olduğu gibi, kullanılabilecektir. Bu emlâkin mahiyeti ve tahsis
olunmuş yerleri hakkında ihtilâf çıkması durumunda işbu antlaşmanın dokuzuncu
maddesinde kurulması belirtilmiş olan komisyonun incelemesine ve gerekmesi halinde
yine ilgili madde gereğince arabulucu devletlerin kararına başvurulacaktır.
6. Madde: Kanunen belirlenmiş, icabında lâyıkıyla ortaya çıkacak menfaatler için
tazmin edilmedikçe hiç kimsenin emlâki elinden alınmayacaktır. Emlâk sahiplerinin
hiçbiri emlâkini satmaya veya emlâkini terk etmeye zorlanamayacağı gibi
Yunanistan’ın her tarafında geçerli olacak genel bir kanun çıkarılmadıkça emlâk sahibi
ile alıcı ilişkilerinde değişiklik yapılmayacaktır. Yunanistan dışında ikamet edip terk
olunan arazide emlâki bulunanların emlâkini iltizama vermeye veya diğer kimselere
idare ettirmeye yetkileri olacaktır.
7. Madde: Yunanistan’a terk edilen araziye yakın olan eyâletler halkından olup,
öteden beri sürülerini buralardaki çayır, mera ve çiftliklere göndermeyi alışkanlık
edinmiş kişiler bu duruma eskiden olduğu gibi devam edeceklerdir.
8. Madde: Yunanistan’a bırakılan yerlerde yaşayan Müslüman halka ibadet ve
mezhep serbestliği ile icrası temin olunmuştur. Bugün var olan ve ileride ortaya
çıkabilecek olan İslâm cemaatinin muhtariyetine, hiyerarşiye göre düzenine ve onlara
ait gelir getiren emlâkin idaresine devam edeceklerdir. Ayrıca İslâm cemaati, mezhep
işleri bakımından ruhanî reisleriyle olan ilişkilerine asla engel olunmayacaktır. Mahallî
şer‘î mahkemeler din konularında hüküm vermeyi sürdüreceklerdir.
9. Madde: Mirî emlâkle ilgili bütün konuları ve bu konularda ilgisi olacak fertlerin
menfaatlerine dair meseleler iki yıl zarfında halledilmek üzere Osmanlı ve Yunanlı
üyelerden kurulu bir komisyon oluşturulacaktır. Bu komisyon, Osmanlı Hükûmeti’nin
malı olan ve senelik gelir sağladığı anlaşılacak emlâk için Yunan tarafından Osmanlı
Devleti’ne
ödenmesi
gerekecek
tazminatı
kararlaştıracaktır.
Hakkında
ittifak
gerçekleşmeyen meseleler arabulucu devletlerin kararına bırakılacaktır.
10. Madde: Yunan Hükûmeti kendisine bırakılan arazinin gelirlerine uygun olmak
üzere Osmanlı Duyûn-ı Umûmiyesi’nden bir pay alması gerekeceği için bu pay ileride
Bâb-ı Âlî ile İstanbul’daki arabulucu devletler elçileri arasında kararlaştırılacaktır.
11. Madde: Müslüman halkın silahlarının toplanması hakkında özel ve istisnaî
olarak hiçbir tedbir alınamayacaktır.
12. Madde: Yunan Hükûmeti, eşkıyanın takibine ait 1856 yılında imzalanan
antlaşmanın yenilenmesi için Mebusan Meclisi’ne bir kanun lâyihası sunacaktır.
13. Madde: Aslen Yunanistan’a terk olunan arazi halkından olup veya bugün bu
arazide ikamet edip, Osmanlı uyruğunda kalmak isteyenlerin ilgili daireye önceden bir
beyanname vermek üzere işbu antlaşma onaylarının karşılıklı değiştirilmesi tarihinden
itibaren üç yıl zarfında ikametgâhlarını Osmanlı ülkesine nakletmek yetkisine sahip
olacak ve bu şekilde Osmanlı tebaası sıfatını koruyacaklardır.
Üç yıl mühlet zarfında göç edecekler işbu antlaşmanın 6. Maddesinin 3.
Fıkrasında Yunanistan dışında ikamet eden emlâk sahipleri lehine şart koşulmuş
faydalardan eskiden olduğu gibi yararlanacaklardır.
İşbu üç yıl mühlet zarfında Müslüman halk askerlik hizmetiyle yükümlü
kılınmayacaktır.
14. Madde: Hazırlanmış antlaşmanın 9. Maddesi gereğince kurulacak komisyon,
Yunanistan’a bırakılan arazide Osmanlı Hükûmeti’nin talebi olan vergi bakayasına ait
konularla yıllık vergilerin tahsil edilmesinden meydana gelebilecek meseleler en az
müddet zarfında halletmeye memur olacaktır.
15. Madde: Tahliye emrine ve terk olunan arazinin teslimine ait maddeler bu
antlaşmaya eklenecek ve ayrıca bir varaka ile kararlaştırılacaktır. Bu varaka antlaşmanın
bir maddesi gibi hüküm ve kuvvete sahip olacaktır.
Osmanlı askeri Yunanistan’a terk olunan araziyi bu varakada belirlenen süre
zarfında boşaltmaya mecbur olacaktır. Osmanlı Devleti bu süreyi mümkün olduğunca
kısa tutmaya çalışacaktır.
16. Madde: Arabulucu devletler, arazi terkine ait işlemlere nezaret etmek için
komiserler atamak yetkisini muhafaza ederler.
17. Madde: Bu antlaşmadan önce ortaya çıkan siyasî hadiselere karışmış
kimselerin veya zanlıların hepsine Osmanlı Devleti ve Yunanistan tarafından genel af
çıkarılacaktır.
18. Madde: Osmanlı Padişahı ile Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa,
İngiltere, İtalya ve Rusya kral, kraliçe ve cumhurbaşkanları arasında imzalanan
antlaşmayı takiben yine bu antlaşmanın hükümlerini içeren bir antlaşma Padişah ile
Yunan Kralı arasında imzalanacaktır.
19. Madde: İşbu antlaşma onaylanacak ve onayları üç hafta zarfında ve
mümkünse daha erken İstanbul’da karşılıklı olarak değiştirilecektir.
24 Mayıs 1881’de imzalanan bu antlaşma, daha sonra 2 Temmuz 1881 tarihinde
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında Yunanlı Bakan Kunduriyotis ve bir Osmanlı
yetkilisi tarafından ikili bir antlaşma olarak imzalanmıştır440.
24 Mayıs antlaşması ile verilen arazi, ne Yunanistan’ın talep ettiği kadar, ne de
Büyük Güçlerin tekliflerinde yer aldığı kadardır fakat Osmanlı Devleti’nin kaybetmeyi
arzuladığından daha fazladır. Bu arazi yaklaşık 12.400 km2dir. Sınır düzenlemesi
Yunanistan’ın toplam arazisini %35 kadar arttırmıştır. Osmanlı Devleti Yanya ve
Meçova’yı elinde tutmayı başarmıştır. Ancak yoğun Müslüman nüfusa sahip Yenişehir
kaybedilmiştir441.
İngiltere’nin İstanbul elçiliği görevinde bulunmuş olan meşhur Lord Stratford de
Redcliffe, 1880 yılı yazında Yunanistan’ın sınır düzenlemesi vasıtasıyla arazisini
genişletme iddiaları hakkında bir muhtıra kaleme almıştır. Yunanlıların, Osmanlı
Devleti’nin Rusya ile olan savaşında tarafsız kalmaları esasına dayandırdıkları
iddialarını temelsiz ve değersiz bulmuştur. İngiltere’nin ve diğer Büyük Güçlerin
Yunanistan adına sınır düzenlemesi için Bâb-ı Âlî’ye dayatma ve baskılarını haksız
olarak nitelemiştir. Mevcut Türk-Yunan sınırının ise en uygun sınır olduğu kanaâtini
taşımıştır. Ayrıca Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ni güçten düşürmemesi gerektiği
fikrindedir442.
Ne var ki, Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu maddî ve manevî zaafiyet
ortamında sınır düzenlemesine karşı çıkacak gücü kendisinde bulamamıştır.
440
Danişmend, a. g. e., s. 318; Davison, a. g. m., s. 200; Armaoğlu, a. g. e., s. 546; Anderson, a. g. e., s.
222; Svoronos, a. g. e., s. 78; Orhonlu, a. g. m., s. 12; Sonyel; a. g. e., s. 238; Hatipoğlu, a. g. e., s. 37;
Tuncer, a. g. e., s. 76; Sun, a. g. e., s. 16; Kocabaş, a. g. e., s. 100; Öke, a. g. m., s. 259; Arşiv Belgelerine
Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 24; Hatipoğlu, a. g. m., s. 307; Uçarol, a. g. e., s.
157.
3-) Arabulucu Devletler Elçilerinin Beyannamesi
Arabulucu devletlerin elçileri beyannamelerinde, imzalanan antlaşmanın birinci
maddesi gereğince teşkil edilecek sınır düzenleme komisyonuna, hattın “Kritiri” ile
“Zarkos”un kuzeyinde bulunan tepeler arasındaki kısım için Osmanlı Devleti delegeleri
tarafından yapılan teklifin metnini vermeyi ve sınırın “Ekserakis” nehri ile “Zarkos”un
kuzeyinde kalan tepeler arasında mümkün olduğunca dağ yığınlarını izlemesi
tavsiyesinde bulunmayı taahhüt etmişlerdir443.
B-) OSMANLI-YUNAN SINIRININ ÇİZİLMESİYLE GÖREVLİ
AVRUPA KOMİSYONUNUN ÇALIŞMALARI
1-) Komisyonun Oluşumu
13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nın 24. Maddesinde belirtilen Büyük
Güçlerin arabuluculuğunu yerine getirmek üzere 24 Mayıs 1881 tarihinde Almanya,
Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya delegeleri ile Osmanlı
delegeleri arasında İstanbul’da bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 1. maddesi
gereğince Osmanlı Devleti ile Yunanistan sınırının düzenlenmesi meselesi kesin bir
şekilde halledilmiştir444.
Sınır hattının antlaşmanın hükmüne uygun olarak tayin edilmesi için Büyük
devletler ile ilgili iki taraf memurlarından oluşan bir komisyon oluşturulmuştur. Bu
komisyona Almanya tarafından Yüzbaşı Engelbrecht, Avusturya tarafından Yüzbaşı
Canic, Fransa tarafından Yarbay Miot, İngiltere tarafından Binbaşı Ardagh, Yüzbaşı de
441
Davison, a. g. m., s. 201.
Redcliffe, a. g. e., ss. 60-62; Türkgeldi, a. g. e., 431-433; Poole, a. g. e., s. 21.
443
Düvel-i Mutavassıta Süferası Tarafından İta Olunan Beyannamenin Sureti Tercümesidir, fi 5 Receb
1298 ve fi 21 Mayıs 1297, Matbaa-yı Amire, İstanbul, s. 307.
442
Wolski ile Teğmen Liverson, Yunanistan tarafından Albay Metaksas, Yüzbaşı Likudis
ile Yüzbaşı Purnaras, İtalya tarafından Binbaşı Boselli, Rusya tarafından Albay
Sollogub, Osmanlı Devleti tarafından Albay Tahir Bey, Yarbay Salih Bey, Binbaşı
İshak Bey ve Yüzbaşı Münir Bey komiser olarak atanmışlardır445.
2-) Komisyon Toplantıları
Avrupa komisyonu 6 Temmuz 1881 tarihinde çalışmaları sırasında takip
edecekleri yöntem ile ilgili olarak görüşmek üzere Narda şehrinde toplanmışlardır.
Öncelikle komiserlerin devletleri tarafından kendilerine verilen ruhsatnamelerin
kontrolü gündeme gelmiş, ancak bazı komiserler ruhsatnamelerini yanlarında
getirmediklerinden vakit kaybetmemek için bir sonraki toplantıda ibraz edilmesi
kararlaştırılmıştır446.
Toplantının başkanlığı Rusya komiseri Albay Sollogub’a verilmiş olup, başkanlık
hakkında uygulanacak kesin yöntemin incelenmesi ve görüşülmesi de bir sonraki
toplantıya bırakılmıştır. Komisyon, topografya bakımından yapılacak işlemlerin
plânının düzenlenmesi ve gelecek toplantıda komisyona sunulması için İngiltere
komiseri Binbaşı Ardagh ile bir Yunanlı ve bir Osmanlı subayından oluşan bir heyetin
teşkil edilmesine karar vermiştir. Başkan, bir sonraki toplantının 8 Temmuz günü
yapılacağına ve bu toplantıda ruhsatnamelerin kontrol edileceğini, başkan ile yazı
heyetinin seçilmesini, hazırlanacak topografya plânının incelenmesini ifade etmiştir447.
İkinci toplantı 8 Temmuz 1881’de Narda şehrinde yapılmıştır. Başkanlık
konusunda daimi bir başkan seçilmesi ya da her devlet komiserinin sırayla başkan
olması seçenekleri görüşülerek oylamaya sunulmuştur. Komisyon, daimi bir başkan
seçimini kabul etmesi üzerine yine oylama sonucunda Fransız komiser Yarbay Miot
444
Memalik-i Devlet-i Aliyye ile Yunanistan Beyninde Vaki Hudud-ı Cedidenin Tahdidine Memur Avrupa
Komisyonunun Tanzim Eylediği Mazbatalar ile Beyanname ve Reddiyelerin Tercümeleri, Ceride-i
Askeriye Matbaası, İstanbul 1883, s. 1.
445
Avrupa Komisyonu, ss. 1-2.
446
Avrupa Komisyonu, s. 2.
toplantıların başkanı seçilmiştir. Avusturya komiseri Yüzbaşı Canic kâtip olarak
atanmıştır. Bu arada Binbaşı Ardagh hazırlanan topografya plânını komisyona
sunmuştur448.
Komisyon, sınırın belirlenmesine yarayacak arazi şekillerini anlamak üzere sınırın
geçmesi düşünülen hat için tahminen 5 km genişliğindeki bir alana dair bir müsvedde
harita düzenlenmesinin yeterli olacağına karar vermiştir. Albay Sollogub, sınır hattının
belirlenmesinde en etkili ve en seri işlemlerin nelerden ibaret olacağı hakkında
görüşülmesini teklif etmiştir. Bu konuda komisyon, sınırın olabildiğince açık ve
ayrıntılı bir tarifini, sınırın her iki tarafı için yeter bir genişlikte harita düzenlenmesini
ve tartışmaya meydan verebilecek belirsiz noktaları tayin etmek için sınır boyunda
işaretler konmasını kabul etmiştir. Sınır taşı ya da kazık dikmek gibi işaretler
konmasının ilgili devletlere ait olmasını kararlaştırmıştır449.
Üçüncü toplantı 11 Temmuz 1881 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıdan itibaren
Osmanlı heyetine Yüzbaşı Münir Bey’in yerine Binbaşı Rauf Bey komiser atanmıştır.
Başkan, halktan gelen Narda nehrinin sağ tarafında emlâki kalanların durumunun göz
önüne alınmasını isteyen dilekçeyi komisyona sunmuştur. Komisyon, 24 Mayıs 1881
İstanbul Antlaşması’nın 9. maddesi uyarınca bu konuların, kurulacak Osmanlı-Yunan
komisyonunun görevi dahilinde kaldığını belirtmiştir. Daha sonra komisyon, sınırın
Narda nehrinin denize döküldüğü yerle Narda şehri köprüsü arasında kalan sahayı
inceleyerek sınırın nehrin denize döküldüğü noktadan Narda köprüsüne kadar nehrin
yatağını izlemesine karar vermiştir450.
Osmanlı komiseri, karardaki “nehrin yatağı” ibaresine “şimdiki” kelimesinin
eklenmesini ve dolayısıyla komisyon kararının da bu şekilde değiştirilerek kaleme
alınmasını istemiştir. Bu talep oy çokluğu ile reddedilmiştir. Komisyon, Narda
447
Avrupa Komisyonu, ss. 2-3.
Avrupa Komisyonu, ss. 4-5.
449
Avrupa Komisyonu, s. 5.
450
Avrupa Komisyonu, s. 7.
448
köprüsünden “Kalarites” deresinin nehirle birleştiği noktaya kadar olan nehir yatağını
keşfetmek ve incelemek üzere 13 Temmuz’da Narda’dan ayrılmaya karar vermiştir451.
Dördüncü toplantı, 15 Temmuz 1881 tarihinde Yanya’da yapılmıştır. Bu
toplantıya Osmanlı heyetine Hariciye Nezareti tarafından bundan sonrası için yardımcı
olarak atanan Onnik Mineciyan Efendi de katılmıştır. Komisyon, Narda köprüsüyle
Kalarites deresinin nehre kavuştuğu nokta arasındaki sınır hattı konusunda bu bölgedeki
nehir yatağının oldukça açık ve belirli olmasından ötürü bir tereddüde mahal
bırakmadığından sınırın bu nehir yatağını izlemesini kabul etmiştir. Daha sonra
Kalarites deresinin nehirle birleştiği yerden “Peristeri” tepesine kadar olan sınır hattını
görüşmüştür452.
24 Mayıs 1881 tarihli İstanbul antlaşması hükmüne göre sınır hattı, bu tepeden
yağmur sularını en kısa yolla Narda nehrine ulaştıran ırmağı izlemiştir. Komisyon
yaptığı incelemede bölgedeki yağmur sularını taşıyan ırmaklardan bazılarının sularını
“Aspro Potamo”ya ve diğerlerinin “Meçova” ırmağına ulaştırdığını, sadece bir tanesinin
adı geçen Peristeri tepesinden akan yağmur sularını Narda nehrine boşalttığını
keşfetmiştir. 24 Mayıs tarihli antlaşmada belirtilen şartı yalnız bu ırmağın taşıması
üzerine başkan, Peristeri tepesinden Narda nehrine uzanan sınırın bu ırmağı izlemesi
teklifini oylamaya açmıştır453.
Osmanlı komiseri Albay Tahir Bey, bu arada Hidayet Paşa’dan gelen Kalarites’in
doğusunda akan “Kalota” ırmağının sınır kabul edilmesi teklifini içeren yazıyı
komisyona sunmuştur. Komisyon, bu teklifi bir oya karşı reddetmiştir. Tahir Bey, bu
durumda Kalarites’in batısında akan ırmağın sınır kabul edilmesiyle ilgili oylamaya
katılmayacağını ifade etmiştir. Daha sonra bu konuda oylamaya geçildiğinde Tahir
Bey’in oyu hariç buraya ait sınır hattı ittifakla kabul edilmiştir454. Bu durum Osmanlı
tarafı için bir rahatsızlık yaratmış, komisyon çalışmaları durma noktasına gelmiştir.
Ancak Hidayet Paşa’dan gelen ve kış mevsiminin yaklaşmasından ötürü sınır
451
Avrupa Komisyonu, s. 8.
Avrupa Komisyonu, ss. 9-10.
453
Avrupa Komisyonu, ss. 10-11.
454
Avrupa Komisyonu, s. 12.
452
düzenleme işlerine tekrar başlanmasına dair yazı üzerine çalışmalara yeniden
başlanmıştır455.
Beşinci toplantı 11 Ağustos 1881 tarihinde Yanya’da yapılmıştır. Toplantıda sınır
düzenleme işlerine devam etmek üzere 15 Ağustos günü heyet halinde Meçova’ya
gidilmesini ve özel encümenin de sınır haritası işlerine tekrar başlamak için 13
Ağustos’ta Peristeri’ye hareketini kararlaştırmıştır. Osmanlı komiserleri komisyon ve
encümenin güvenliği için maiyetlerine yeter sayıda jandarma askerinin verilmesini
taahhüt etmişlerdir456.
Osmanlı heyeti, komisyon tarafından Narda nehrinin denize döküldüğü yerde her
iki tarafa işaretler konmasını ve bu iki işaretin yerlerinin haritada gösterilmesini beyan
etmişlerdir.
Bunun
üzerine
komisyon,
nehrin
bölünmeksizin
ve
bir
delta
oluşturmaksızın birden denize döküldüğü için sahilin denizle buluştuğu yerin gayet açık
ve belirgin olmasından dolayı işaretler konmasına gerek görmemiştir457.
Altıncı toplantı, 17 Ağustos 1881 tarihinde Meçova’da yapılmıştır. Toplantıda
“Dokimi” ile “Peristeri” yükseltileri arasında yeni sınır hattını yerinde belirlemek ve
sınır işaretleri konmasına başlamak üzere 18 Ağustos günü Dokimi dağına gitmeye
karar vermiştir458.
Yedinci toplantı, 18 Ağustos 1881’de Dokimi dağında yapılmıştır. Burada,
komisyonun yaptığı incelemeler neticesinde “Dervendiçe” vadisinin batısından geçerek
belli bir güzergâhı izleyerek Dokimi dağına ulaşan bir ırmak kolunun sınır hattı kabul
edilmesini ve sınır işaretleri konmasını kararlaştırmıştır459.
Sekizinci toplantı, 19 Ağustos 1881’de Zigos Boğazı yakınında yapılmıştır.
Komisyon, Dokimi dağının kuzeyinde bulunan tepelerden biri üzerine giderek bu
tepenin Meçova ile Tırhala yoluna geçit veren Zigos Boğazı’na kadar olan sınır hattını
455
Avrupa Komisyonu, s. 13-16.
Avrupa Komisyonu, s. 16.
457
Avrupa Komisyonu, s. 17.
458
Avrupa Komisyonu, s. 20.
459
Avrupa Komisyonu, ss. 21-22.
456
kabul etmiştir. Zigos geçidinin Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında ortak
kullanılması kararlaştırılmıştır460.
Dokuzuncu toplantı, 23 Ağustos 1881’de Baltinon’da gerçekleştirilmiştir.
Komisyon, kuzeydeki Zigos Boğazı’na hakim olan tepeden başlayarak Baltinon
köyünün güneyindeki dağ silsilesine kadar olan sahayı incelemiştir. Zigos Boğazı’ndan
bir tepe üzerindeki Binbaşı Türbesi’ne kadar sınırı belirlemiştir. Binbaşı Türbesi
Osmanlı tarafında, diğer bir tepe üzerinde bulunan Kıbti kilisesi de Yunanistan’a
bırakılmıştır. Hat boyunca gerekli sınır işaretleri konmuştur461.
Onuncu toplantı, 4 Eylül 1881 tarihinde Zarkos’ta yapılmıştır. Komisyon, Binbaşı
Türbesi’nin bulunduğu tepeden Zarkos’un kuzeyinde yer alan tepelerin zirvesine kadar
sahayı kontrol etmiştir. Daha sonra bu iki nokta arasındaki belirlenen güzergâha binaen
sınır hattı tayin edilmiş ve sınır işareti olarak piramitler konulmuştur. 1881 İstanbul
Antlaşması gereğince hattın “Flamuristi”, “Gavranon” ve “Corciçe” köylerinden
geçmesi lâzım gelirken, bu ilk iki köy belirlenen sınırdan 5 km güneyde bulunduğu için
Yunanistan’da kalmış diğer köy ise 5 km kuzeyde bulunduğu için Osmanlı Devleti’nde
bırakılmıştır462.
On birinci toplantı, 8 Eylül 1881’de Beydeğirmeni’nde gerçekleştirilmiştir. Sınır
komisyonu, Zarkos tepesi ile “Ekserakis” nehrinin sağ kıyısı arasında çizilecek sınır
hattını yerinde incelemiştir. Bu iki nokta arasındaki sınırın güzergâhı belirlenmiştir.
Belirlenen sınır hattı biri Osmanlı komiserinin diğeri Yunan komiserinin olmak üzere
iki protestoya sebep olmuştur. Osmanlı protestosunda sınır güzergâhı ile Alasonya
nahiyesi arazisine tecavüz edilmesi ve Damassi köyünün, su kaynağından mahrum
bırakılmasına itiraz edilmiştir. Ancak gerek Osmanlı ve gerek Yunan komiserlerinin
itirazları kabul edilmemiş, yalnız iki tarafa ait protesto yazıları toplantı protokolüne
eklenmiştir463.
460
Avrupa Komisyonu, ss. 23-24.
Avrupa Komisyonu, ss. 25-26.
462
Avrupa Komisyonu, ss. 27-29.
463
Avrupa Komisyonu, ss. 30-34.
461
On ikinci toplantı, 9 Eylül 1881’de Kaynak (Mati) ordugâhında yapılmıştır.
Komisyon, “Kevrede” tepesiyle “Derveni Meluna” Boğazı arasındaki sınır hattının
güzergâhını belirlemiştir. 1881 İstanbul antlaşmasında yer alan metinde gösterilen hatta
ait belirsizlik sebebiyle Kritiri adı verilen tepeyi bulmayı güçleştirdiğinden heyet,
Ekserakis nehri ile Meluna Boğazı arasındaki araziyi iki defa dolaşmaya mecbur
etmiştir. Kritiri tepesini bir türlü belirleyememiş olan komisyon, bunun yerine uygun
gördüğü benzer bir sınır hattını kabul etmiştir. Belirlenen sınır hattı oy çokluğuyla kabul
edilmiştir464.
Yunan komiseri, güzergâhın “Papalivado” ile boğaz arasındaki kesimini kabul
etmişse de Kevrede tepesi ile Papalivado arasındaki kesimini reddetmiştir. Yunan tarafı,
sözkonusu güzergâhta yer alan son tepenin Kritiri tepesi olduğunu iddia etmiştir.
Komisyon, Yunan komiserinin sınır hattı güzergâhına yönelik olarak ileri sürdüğü
iddiaları asılsız ve dayanaksız bularak komisyonun belirlediği hattın zaten Yunan
teklifiyle paralellik gösterdiğini ifade etmiş ve Yunan teklifini ciddiye almamıştır.
Bunun üzerine Yunan komiseri bir protestoname vereceğini söylemiştir465.
Bu sırada Osmanlı komiseri de, 1881 antlaşması gereğince Osmanlı topraklarında
kalması gereken Karaçova (Krizobeli) köyünün kabul edilen sınır güzergâhı sayesinde
Yunanistan’a bırakılması karşısında komisyona bir protesto mektubu vermiştir. Osmanlı
protestosunda bu köy halkının 20 dakika mesafede bulunan Osmanlı köylerinden su
tedarik ettiğine ve ayrıca sınır hattının bu köyün batısında bulunan tepeden değil de
köyün doğusundaki tepeden geçmesi gerektiğine yer verilmiştir. Komisyon, bu iddialara
verdiği cevapta, kimin nereden su tedarik ettiğinin gayet bilindiğini ve köy halkının
daha uzak olan Osmanlı köylerinden değil de Yunanistan’da kalan Kaynak’tan (Mati)
su ihtiyacının karşılandığını belirtmiştir. Ayrıca sınır hattına dair Osmanlı iddiasını da
hattın köyün doğusunda bulunan tepeden geçmesini 1881 antlaşması ahkâmına aykırı
464
465
Avrupa Komisyonu, ss. 35-36.
Avrupa Komisyonu, ss. 37-39.
bularak reddetmiştir. Sonuçta Osmanlı tarafının da protestosu yeterli delile sahip
bulunmamış ve komisyon belirlediği sınır hattını kabul etmiştir466.
On üçüncü toplantı, 14 Eylül 1881 tarihinde Derbina’da gerçekleştirilmiştir.
Komisyon Meluna derbendi ile Ege denizi arasındaki yeni sınır hattını oluşturacak
yükseltilerin sırtlarını incelemiş ve belirlediği sınırı Osmanlı komiseri haricinde
oybirliğiyle kabul etmiştir467.
Osmanlı komiseri, belirlenen güzergâhın “İstroti Gulça” ile “Metamorfosis”
tepeleri arasındaki hattı protesto etmiştir. Osmanlı komiseri, komisyonun 1881
antlaşmasında da yer alan “Analipsis” tepesi yerine bu tepe zannettiği başka bir tepeden
sınırı geçirerek Osmanlı ülkesinde kalması gereken “Nezeros” gölü ve köyünü
Yunanistan’a bırakmasını eleştirmiştir. Ayrıca Analipsis tepesi olduğu zannedilen
tepenin adının “Paleo Ulaho” olduğunu belirtmiştir. Komisyon, bu iddiaya itiraz ederek
kendilerine yardımcı olan bütün kılavuzların Nezeros kuzeyinde bulunan tepeyi haritada
göstererek söz konusu tepeyi Analipsis olarak adlandırdıklarını ve Osmanlı komiserinin
zikrettiği tepe ismini hiçbirinin duymadığı yanıtını vermiştir. Bunun üzerine Osmanlı
komiseri, tepenin adı konusunda yöre halkına başvurulmasını istemiştir. Komisyon bu
teklifi uygun bularak Nezeros köyü halkını getirtmek isteyince komiser, buna karşı
çıkarak 6 km mesafedeki Karye köyü halkının şahitliğine başvurulmasını talep etmiştir.
Komisyon, bu isteği reddederek belirlemiş olduğu sınır güzergâhını kabul etmiştir468.
Osmanlı komiseri, ayrıca “Agani” köyünün doğusunda yer alan “İstefani”
kayalarından denize kadar uzanan sınır güzergâhına da karşı çıkmıştır. Bu güzergâh
Kara Ali derbendinin çok uzağından geçtiğinden başka bir sınır güzergâhı teklif
etmiştir. Komisyon, Osmanlı tarafının teklifinin sınırın denize ulaştığı nokta olan
Platamona’dan 9 km uzak olduğunu oysa ki teklif edilebilecek hattın 5 km mesafeyi
geçemeyeceği gerekçesiyle bu teklifi reddetmiştir469.
466
Avrupa Komisyonu, ss. 39-41.
Avrupa Komisyonu, s. 43.
468
Avrupa Komisyonu, ss. 45-47.
469
Avrupa Komisyonu, ss. 47-48.
467
3-) Komisyon Çalışmalarının Sona Ermesi
Komisyon, on dördüncü ve son toplantısını 17 Kasım 1881 tarihinde İstanbul’da
yapmıştır. Bu toplantıda komisyona iletilen protestoların tekrar incelenmesine gerek
görülmemiştir470.
Yunan komiseri, komisyona iki ayrı protestoname sunmuştur. Protestolar yeni
Osmanlı-Yunan sınırının “Tripmeni” ile “Sidero Paluki” zirveleri arasında kalan kısmı
ile ilgilidir. Komisyon, kendisinde bulunan haritaya göre “Ayos İlyas” adıyla gösterilen
“Tripmeni”den, yine kendi haritasında “Kevrede” adıyla yer alan “Sidero Paluki”
hattının zaten reddedilmiş bulunan Papalivado hattına bir kısım olması hasebiyle
komiserin bütün bir hattı reddettikten sonra yine bu hattın bir kısmını görüşmeye
açmaya hakkı olmadığı yanıtını vererek protestoyu incelemeye gerek görmemiştir.
Ancak protokole eklenmesine karar vermiştir471.
Ayrıca komisyon, Selânik’ten hareket etmek üzere iken Osmanlı komiserinin 13
Eylül tarihiyle İsrefani kayalıklarıyla ilgili Çayağzı’nda sunduğu yeni sınır güzergâhı
teklifini, zaten komisyonun o sırada şifahen reddetmiş olduğu gerekçesiyle kabul
etmemiştir. Daha sonra toplantı sona ermiştir472.
Büyük Güçlerin arabuluculuğu neticesinde kurulan Avrupa komisyonun
çalışmalarıyla yeni Osmanlı-Yunan sınırı çizilmiştir. Narda’dan Platamona’ya kadar
olan yeni sınır hattı, karış karış gezilerek ve incelenerek tesbit edilmiştir. Sınırın tesbit
edilmesi işinde komisyon, gerek Osmanlı ve gerek Yunan tekliflerine ya da tepkilerine
aldırış etmeden kendi doğru bildiği yolda hareket etmiştir. Yeni sınırın çizilmesi
işlemini bir an önce sona erdirmek arzusuyla her iki tarafın isteklerine herhangi bir
hassasiyet de gösterilmemiştir. Sonuçta düzenlenen Osmanlı-Yunan sınırı ile Epir
bölgesine ait Narda kasabası ile Tesalya bölgesi Yunanistan’a bırakılmıştır.
470
Avrupa Komisyonu, s. 51.
Avrupa Komisyonu, s. 51.
472
Avrupa Komisyonu, s. 51.
471
Tesalya’nın Osmanlılar tarafından boşaltılması ve Yunanlılar tarafından işgali
işlemleri, üç yıl süren sınır tahdidi görüşmelerinden çok daha çabuk bir şekilde
gerçekleştirilmiştir. Tesalya, altı bölüme ayrılmıştı. 6 Haziran 1881’de Osmanlı
birlikleri Narda civarını içeren 1 numaralı bölümü boşaltmış ve Yunanlılar da işgal
etmiştir. 14 Kasım 1881 tarihinde Golos civarını içeren 6 numaralı bölüm, Büyük
Güçler komiserlerinin gözetiminde Osmanlılardan Yunanlılara geçmiştir. Tartışmalı 4
sınır noktası 1882 yılı Kasım ayında Yunanistan’a verilmiş ve 1883 yılı Ocak ayında
bütün sınır düzenlemesi işi tamamlanmıştır473.
C-) TESALYA’NIN YUNANİSTAN’A DEVREDİLMESİ VE
SONRASI
1-) Tesalya Müslümanlarının Durumu
Tesalya’nın ilhakından sonra Yunanistan’ın Müslüman toplumu yaklaşık 45.000
kişi artmıştır. Ancak daha önce başka yerlerde de yaşandığı üzere Tesalya’da da
Müslümanların
kitlevî
göçü
yaşanmıştır.
Bu
göç,
çeşitli
safhalar
halinde
gerçekleşmiştir. İlk büyük kitle Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılmasıyla birlikte
Osmanlı ülkesine göç etmiştir. Aşamalı gerçekleşen bu göç hareketleri sonucunda 1911
yılına gelindiğinde bölgede 3000 kişiden biraz fazla Müslüman nüfus kalmıştır474.
1883 yılı Aralık ayında Yenişehir Türkleri, Osmanlı ülkesine göç etmek üzere
kendilerine tanınan üç yıllık sürenin uzatılmasını talep etmişler, Yenişehir ileri
gelenleri, Yunan meclisinde Türk milletvekili Şerif Bey aracılığı ile dilekçe sunmuşlar
ve İstanbul’a da bir heyet göndermek istemişlerdir475.
1884 yılında Osmanlı vatandaşlığında kalacak Tesalya ahalisine Osmanlı ülkesine
göç etmek için tanınan üç yıllık mühletin uzatılması için Osmanlı Devleti tarafından
473
Davison, a. g. m., s. 201.
Popovic, a. g. e., s. 305.
475
Şimşir, a. g. e., s. 571.
474
Büyük Güçler nezdinde girişimlerde bulunulmuştur476. Tesalya Müslümanlarının
istedikleri zaman Osmanlı memleketine göç edebilecekleri konusundaki Yunan
Başbakanının demeci Yunanistan’da gazeteler ve genelgeler ile ilgililere duyurulduğu
bildirilmiştir477.
30 Ağustos 1881’de Narda’dan gelen Müslüman muhacirlerin çok fakir olanların
iskânı hakkında Yanya vilâyetine gereken talimatlar verilmiştir478.
Osmanlı Devleti, 26 Eylül 1883 tarihinde Yunanistan’a terk olunan yerlerden
göçerek gelen ahalinin askerlikten 10 yıl muafiyetini kararlaştırmıştır479.
Yeni Osmanlı-Yunan sınırı ile birlikte Yunanistan’da kalan çiftliklerin kiracıları
“Yimoro” denilen kira bedelini ödemeyi reddetmişlerdir480.
1881
yılından
1913
yılına
kadar
olan
dönem
boyunca
Yunanistan
Müslümanlarının hukukî durumunun temelini 1881 tarihli İstanbul Antlaşması
oluşturmuştur. Bu antlaşma, “Müslüman Toplulukların Manevî Liderleri Hakkında” adı
altında 22 Haziran 1882 tarihinde 1038 numaralı kanun ile Yunan meclisi tarafından
onaylanmıştır. Bu kanun, şeriat mahkemeleri hakkında hiçbir şey öngörmemiştir ve
Müslümanların ruhanî lideri olarak müftüyü tanımıştır. Bu suretle Yunanistan,
Yenişehir, Çatalca, Tırhala ve Golos’ta oturan 4 müftüyü Müslüman toplulukların
ruhanî lideri olarak tanımış ve nüfusu 40.000’den fazla olan bölgelerin ruhanî liderlerini
bir kraliyet kararnamesiyle kabul etmiştir481.
Kabul edilen yasaya göre, müftüler, mahallî Müslüman cemaatler tarafından
önerilmiş, fakat Yunan eğitim-din işleri ve adalet bakanlarının teklifiyle Kraliyet
kararnamesi ile atanmış ve azledilmişlerdir. Müftüler diğer kamu idaresi memurları gibi,
kendi dinlerinin yöneticisi önünde yemin ederek vazifeye başlamışlardır. Müftüler,
476
Şimşir, a. g. e., ss. 587-589.
Şimşir, a. g. e., s. 594.
478
BOA, Y.A. HUS., 168/40.
479
BOA, Y.A. RES., 21/39.
480
BOA, HR. H., 30/21.
481
Popovic, a. g. e., ss. 305-306.
477
Müslümanların aile ve miras hakları konusunda istişarî bir yetkiye sahip olmuşlardır.
Dinî vakıfların mallarını yönetmişler ve Müslüman okulların komisyonlarına başkanlık
etmişleridir. Kanun, bütün dinî-resmî Müslüman törenlerine izin verme yetkisine sahip
Yenişehir müftüsüne bir üstünlük tanımıştır. Bu arada, 1910 yılına doğru Yunanistan’da
bir başka deyişle Tesalya’da beşinci bir müftülük olarak Kardiçe müftülüğü mevcut
olmuştur. Bu tarihte Yunan dinler servisi aracılığıyla devlet bütçesinden Yenişehir
müftüsü ayda 250 drahmi, diğer dört müftü ise ayda 150 drahmi maaş almışlardır.
Sonuçta bütün hukukî konularda bir karara varabilmek kraliyet mahkemelerinin
yetkisinde olmuş ve müftüler sadece istişarî bir yetkiye sahip olmuşlardır482.
1911 yılında Venizelos tarafından gerçekleştirilen anayasa değişikliği din alanında
Müslümanlar açısından hiçbir değişiklik getirmemiş, Ortodoks Hıristiyanlık hakim din
olarak kalmıştır.
Müslümanlara ve vakıflara ait arazilerin düzenlenmesi konusunda esas alınan yine
1881 İstanbul Antlaşması’dır. Buna göre, Yunan Hükûmeti, çiftlikler, otlaklar, kırlar,
araziler ve binalar hususunda sahiplenme hakkını tanımak ve düzenlemeleri mal sahibi
topluluklara karşı Osmanlı kanunlarına göre gerçekleştirmek zorunda olmuştur.
Antlaşmada, camiilerin, okulların ve diğer dinî vakıfların bakımı için kullanılan
mülklerin edinme hakları tanınmıştır. Ayrıca çiftliklerin istimlâki yasaklanmıştır. 1910
yılına doğru Osmanlı Sultanına ait topraklar her zaman Osmanlı hazinesi yararına
işletilmiştir. Özel mülkiyete ait Müslüman mülkleri hakkında ise 1881 yılında hemen
hemen bölgedeki 264 çiftlikten tamamına, ancak 1907 yılında 54, 1910 yılında ise 43
tanesinin kontrolüne sahip olmuşlardır483.
Müslüman vakıf mallarıyla ilgili olarak üç ek kanun 1881 yılından sonra
oylanmıştır. 17 Ağustos 1884 tarihli ve 1183 sayılı birinci kanun, bu kurumların
idaresinden sorumlu bir komisyonun oluşturulmasını öngörmüştür. Komisyon, beş
kişiden, eyaletin merkez şehrinin belediye reisi ki genelde Müslüman değildir, müftü ve
her üç yılda bir Müslüman topluluk tarafından seçilen üç Müslüman, meydana gelmiştir.
482
483
Popovic, a. g. e., s. 306.
Popovic, a. g. e., s. 306.
Bu kanun 12 Şubat 1885 tarihinde bir krallık kararnamesi ile yürürlüğe girmiştir. 12
Şubat 1889 tarihli ve 1806 sayılı ikinci kanun ile belediye başkanının yetkisi alınarak,
söz konusu komisyon başkanlığı müftüye bırakılmıştır. Bu kanun ile aile vakıfları da
dahil olmak üzere, bütün vakıfların korunması öngörülmüştür. Son olarak, 29 Mart
1891 tarihli ve 1941 sayılı üçüncü kanun bu komisyonun yapısını biraz değiştirmiştir484.
Ancak Yunanistan Tesalya’daki emlâk, vakıf ve çiftliklere karşı taahüdlerini
yerine getirmediği de olmuştur. Bu konudaki yüzlerce şikâyet XX: yüzyıl başlarından
itibaren Osmanlı Hariciye Nezaretine intikal etmiştir485.
1881-1912 yılları arasında Tesalya Müslüman topluluğu ile ilgili en önemli
gelişme, Osmanlı ülkesine yapılan toplu göçtür. İlhaktan itibaren ve hatta ilhaka yönelik
iki devlet arasındaki görüşmeler sırasında İslâm toprağına göç edilmesini teşvik etmek
üzere İstanbul’dan gelen hoca taifesinin de etkisiyle, Tesalya beyleri ve Müslüman
küçük mal sahipleri, topraklarını ve arazilerini satarak bölgeyi terk etmişlerdir.
Tesalya’nın 1878 yılında 40.000 olan Müslüman nüfusu, 1907 yılında 3516’ya ve 1911
yılında 2895’e düşmüştür. 1911 yılındaki sayıya göre Müslüman nüfusun dağılımı
şöyledir486:
Golos
645.....(74’ü şehirde)
Ermiye
92
Yenişehir
Aya
73
Tırnova
261
Çatalca
118
Kardiçe
375.....(108’i şehirde)
Tırhala
263.....(80’i şehirde)
Kalabaka
484
Popovic, a. g. e., ss. 306-307.
BOA, HR. HMŞ-İŞO, 30/1.
486
Popovic, a. g. e., s. 307.
485
941.....(271’i şehirde)
27
Nüfusu 2895 kişiyi bulan Tesalya Müslümanları yerleşik olanlar ve olmayanlar
şeklinde iki kısımdan oluşmuştur. Bu nüfus içerisinde büyük yer tutan Çingenelerin bir
kısmı önemli merkezlerde otururken, demircilik, hamallık ve sepetçilik yapmışlar,
kalanlar ise göçebe bir hayat sürerek hayvancılıkla uğraşmışlardır. 1907 sayımından
sonra Çingenelerin nüfusu 1060 civarında olmuştur.
El emeğinin önemini kaybetmesinden itibaren, Müslümanların Osmanlı ülkesine,
Hıristiyanların da Amerika’ya göç etmesinin sonucu olarak bazı Hıristiyan toprak
sahipleri
tekelleşmek
maksadıyla
arazilerini
ortak
çalıştırmaktan
vazgeçerek
Makedonya’dan ve Epir sınırındaki Grebene’den gündelikli Müslüman işçiler
getirtmişlerdir. Sadece Rumca konuşan bu işçiler, ailelerini bırakarak gelmişlerdir.
Yaklaşık 200 kadar olan ve velâdeler487 adıyla bilinen bu işçilere özellikle Yenişehir,
Çatalca ve Kardiçe’de rastlanılmıştır.
Yerleşik ve sabit Müslümanların sayısı 2895’den (1060+200) 1635’e düşmüştür.
Bu nüfus mal sahiplerini, din adamlarını, konsolosluk personelini, birkaç dükkân ve
kahve sahibini içermiştir. Müslüman nüfusun geri kalan kısmı Ossa dağlık bölgesinde
yaşayan 228 kişidir. Burada kaliteli bir tütün çeşidi üretmişlerdir. Kır kesimindeki 789
Müslüman nüfus 54 Müslüman çiftliğine giderek burada çalışmıştır.
Tesalya’nın Yunanistan’a bırakıldığı zaman bölgede 198 köy mevcut idi.
Bunlardan 57’sinde göç eden Müslümanlar yaşamışlardır. Bu köylerin sayısı, büyük
mülklerin parçalanması sonucu 322’ye çıkmıştır. Bütün bu köyler Hıristiyanlar
tarafından kullanılmıştır.
Tesalya Müslümanları, kendileri için yararlı olabilecek antlaşma şartlarını
kullanmakta aceleci davranmışlardır. Başlangıçta Yenişehir’in 3 Müslüman milletvekili
ve bir belediye başkanı olmuştur. Seçme ve seçilme konularında ve diğer çıkarlarının
korunmasında Türk konsolosuna başvurmaktan kaçınmamışlardır. Yunan Hükûmeti, bu
çifte milliyetçiliğe müsamaha göstererek Müslümanlarla ihtilâfa düşmekten sakınmıştır.
Hükûmet, kraliyet kararnameleri ile 1881 antlaşmasında yer alan askerlikten muafiyeti
487
Rumlaşmış Müslüman. Bkz. Popovic, a. g. e., s. 356, n. 16.
ile ilgili süreyi uzatmıştır. 1911 yılı itibarıyla Tesalya Müslümanları özel bir vergiye
tâbi tutulmadan bu yükümlülükten muaf olmaya devam etmişlerdir.
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 1886 ve 1896 yıllarında yaşanan gergin
siyasî ortama rağmen Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir husûmet yaşanmamıştır.
Topraklarında kalmaya devam eden birkaç büyük Müslüman toprak sahibi çok iyi
şartlarda yaşayarak komşuları ve Rum görevliler ile iyi ilişkiler içinde bulunmuşlardır.
Resmî nikâh Yunanistan’da Müslümanlar için gerekli tutulmamıştır. Doğumların
belediyeye bildirilmesi gerekirken genelde bu konuda başvurular müftüye yapılmıştır.
Sadece ölümler düzenli olarak bildirilmiştir. Müslümanlar çocuklarını Rum okullarına
göndermemişlerdir. Tesalya’da 5 Müslüman okulu faaliyet göstermiştir. Yenişehir’deki
okul personelinin maaşını Yunanistan ödemiştir. Golos, Tırhala, Kardiçe ve
Çatalca’daki diğer okullarda, müftüler tarafından Kuran ve Türk dili eğitimi verilmiştir.
Yunan Hükûmeti, bu okullarda kontrol hakkı olmamasına rağmen bunu hiçbir zaman
dikkate almamıştır. Bu okullar yabancı okullarla aynı kefeye konmuştur.
Tesalya’daki
camiilerin
büyük
kısmı,
Müslümanların
Tesalya’dan
göç
etmelerinden sonra harabe halinde bulunmuşlardır. Yunanistan’ın geri kalanında olduğu
gibi camiiler, başka kamu hizmetleri için kullanılmamışlardır. Golos’ta 1, Tırhala’da 1
ve Yenişehir’de 3 camii kullanılmıştır. Birçok Tesalyalı Müslüman Mekke’ye giderek
hacı olmuştur. Ancak sayılarının azlığından dolayı bu gidişler sessiz ve gösterişsiz
yapılmıştır. Çatalca yakınlarında Skutari bucağında Bektaşi tarikatına mensup Arnavut
dervişlere ait İrini tekkesi mevcut olmuş, 68 Müslüman bu tekkenin personelini
oluşturmuştur.
1912-1923 yılları arasındaki dönemde küçük Tesalya Müslüman topluluğu
hakkında herhangi bir şey bilinmemektedir. Yalnızca bu dönemde Yunanistan’ın bütün
Müslümanlarının sorunlarına yönelik çıkarılmış bazı karar ve kanunlar bulunmaktadır.
14 Kasım 1913 İstanbul Antlaşması ile Yunanistan ülkedeki Müslümanların
korunmasını üstlenmiştir. 1913 tarihinden sonra ilhak edilen bölgelerin idaresi ile ilgili
çok sayıda kanun çıkarılmıştır. 1914 tarihinden sonra terk edilmiş topraklarla bu
toprakların satın alınmasına dair kanunlar çıkarılmıştır. 1 Şubat 1914 tarih ve 147 sayılı
kanun Müslümanların evlenme ve boşanmalarını düzenlemiştir. 12 Ocak 1915 tarihli ve
568 sayılı kanun Müslüman okullarda Yunan dilinin öğretilmesini içermiştir. 1919
yılında 1242 sayılı kanun Müslüman okullarda Yunan dili öğretimini mecbur kılmıştır.
7 Ocak 1919 tarihli ve 1627 sayılı kanun Müslüman okullar için müfettişler tayinini
öngörmüştür. 24 Haziran 1920 tarihli ve 2345 sayılı kanun Atina’da ikamet edecek bir
başmüftülük kadrosunun açılmasına yönelik olmuştur. Ancak bu başmüftü hiçbir zaman
atanmamıştır. Aynı kanunda Müslüman okul komisyonlarının mahallî Müslüman
topluluk tarafından seçilmesi yer almıştır488.
1923 yılında Tesalya’da yaşayan birkaç Müslüman aile Türkiye ile Yunanistan
arasındaki nüfus mübadelesi gereğince mübadeleye dahil edilmişler ve Türkiye’ye
gelmişlerdir489.
2-) Tesalya’nın İlhakından Sonra Yunanistan’ın Durumu
Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı ile birlikte yaklaşık 12.400 km2lik bir arazi
parçası Yunan idaresine geçmiştir. Sınır düzenlemesi Yunanistan’ın toplam arazisini
üçte bir oranında arttırmıştır. Yunanistan’ın yüzölçümü, 1864 yılında İyonya adalarının
İngiltere tarafından Yunanistan’a bırakılmasıyla 50.211 km2’ye ulaşmıştı. 1881 yılında
ise Tesalya’nın da katılmasıyla Yunanistan, yüzölçümünü 63.606 km2ye çıkarmıştır490.
Diğer yandan Tesalya’nın Yunanistan’a katılması, Yunanistan’a yeni Yunanlı
vatandaşlar da kazandırmıştır. Tesalya’nın 1881 yılında Yunan nüfusu 254.744 olarak
kaydedilmiştir491.
1881-1895 yılları arasındaki dönemde Yunan toplumunun önüne Tesalya ve
Narda bölgelerindeki büyük tarım mülkiyeti sorunu çıkmıştır. O zamana kadar
Yunanistan, küçük mülkiyet ve aile üretimini uygun görmüştü. 1871 yılında
488
Popovic, a. g. e., ss. 327-328.
Popovic, a. g. e., s. 328.
490
Nikos Svoronos, Yunanistan Nüfusu ve Yunanistan Nüfus Sayımları, çev. M. Galib, Başvekâlet
İstatistik Umum Müd., Neşriyat No: 67, Tedkikler Serisi No: 38, Aydınlık Basımevi, İstanbul 1935, s. 12.
489
Aleksandros Kumunduros, çiftçilere çiftlik dağıtımını sağlayan tarım reformunu ilân
etmiş ve bu suretle daha Yunanistan’ın yeni kurulduğu zamanlardaki Kapodistrias’ın
niyet ve çabaları doğrultusunda bir sonuca ulaşılmıştır. 1880 yılından önce Yunan
tarımının genel özelliğini, aile üretimine dayalı kâr amaçlı ve yüksek yatırımlara bağlı
kuru üzüm, tütün, zeytin yağı, incir, dut, incir gibi tarım ürünleri oluşturmuştur.
Ortakçılık düzenindeki tarım, adacıklar gibi Eski Yunanistan’ın bazı yerlerinde devam
etmiştir. Çok az sayıda çiftlik 1833 yılına doğru Yunanistan’da kurulmuştu. Çiftlik
hakları, bir bölgede mahkemeler tarafından kabul edilirken diğer bölgede devletin
ekonomi politikası sebebiyle karşı çıkılmıştı492.
Tesalya’nın ilhakından sonra benzer gelişmeler yaşanmıştır. Ortakçının
hayvanlarını otlatması geleneksel bir emlâk yasası ve miras hakkı kabul edilmişti. Türk
yönetimine göre çiftçi toprağa bağımlıydı. Bu durum Yunan hukuku tarafından bir
mülkiyetin derebeylik sınırlaması olarak varsayılmıştır. Yunan devleti sadece tam
mülkiyeti emlâk yasası olarak kabul etmiştir. Bunun sonucunda yüzyıllardır toprağa
bağlı ortakçı çiftçi, bir anda topraksız ve mülksüz sayılmıştır. Çiftçinin hayvanlarını
otlatması emlâk ve miras niteliğini kaybederek basit bir kontratla borç hukukuna
dönüşmüştür. Böylece, 300 yıl önce İngiltere’de görülen, bilinen bir yöntem olan temel
biriktirme biçimi Yunanistan’da da tekrarlanmıştır493.
Devletin çiftlik mülkiyetine karşı hasmâne tutumu 1871 yılında Kumunduros’un
reformuyla da sürdürülmüştür. Fakat ilk kez Trikupis Hükûmeti, büyük toprak
mülkiyetine göz yummuştur. Bu değişimde istisnaî bir durum söz konusudur:
Tesalya’daki çiftlik hak sahipleri artık kocabaşılar değil, diasporada bulunan Yunan
bankerleri idi494.
Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasındaki yeni sınır antlaşmasından sonra bütün
Osmanlı mülk sahiplerinin ve küçük mal sahiplerinin emlâki, kelepir fiyata satılmıştır.
İstanbul borsasında toptan alım satımlar yaşanmıştır. 1880, 1881, 1882, 1883 ve 1884
491
Svoronos, a. g. e., s. 18.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, ss. 69-70.
493
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70.
494
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70.
492
yıllarına kadar bütün Tesalya’da küçük emlâkin alım satımında tanımlanamaz bir
canlılık gözlemlenmiştir. Bu toprak aktarımının sonucunda Tesalya’da kalan az sayıdaki
Osmanlı beylerinin yanı sıra yurt dışından birçok zengin yeni çiftlik sahibi ortaya
çıkmıştır. Buna paralel olarak Andreas Singros, bu bölgedeki çiftlik alım satımını ve
toprak mülkiyeti oluşumunu kolaylaştırmak için devletin verdiği imtiyaz ve yetkisiyle
“Epir-Tesalya Bankası”nı kurmuştur. Yunan Hükûmeti, Tesalya’da büyük tarım
mülkiyetine karşı kesin bir politika uygulamada aciz kalmıştır. Trikupis, Tesalya’nın
çiftliklendirilmesi için zengin vatandaşlarının bütün girişimlerini hukukî ve adlî yönden
olduğu kadar ekonomik politika yönünden de desteklemek zorunda kalmıştır. Bir
yandan şehirlerdeki aşırı talepleri olan vatandaşlarını tatmin edip diğer yandan onlara,
kır alanlarında savaş açmak Trikupis’e akıllıca gelmemiştir. Nihaî amacı yurtdışındaki
Yunanlıların sermayelerinin Yunanistan’da kalması ve onları yatırıma sevk etmek
olduğundan, Tesalya konusunda onları küstürmek söz konusu olamazdı. Tesalya’da tam
mülkiyetin oluşumu, ortakçıların reddi sonucuna varan yeni bir durum oluşturmuştur495.
1881-1896 yılları arasında bütün Yunan hükûmetleri, bu program üzerinde ortakçı
haklarının bastırılması ve çiftliklerin mutlak mülkiyetinin desteklenmesi konusunda
çalışmışlardır. 1881 yılından sonra ortakçılar, hükûmetin de yardımıyla zengin
vatandaşlar tarafından benimsenmişlerdir. Sanayileşme arzusunun büyük toprak
mülkiyetiyle uzlaşması mümkün değildi. Sanayi arazisinin rantı, ziraî kazanç miktarını
azaltmıştır. Bu suretle Tesalya konusu, sanayileşme sürecinde ciddî bir engel
oluşturmuştur496.
Tesalya çiftlikleri, bölgenin toplam yüzölçümünün yarısını ve çiftlik alanlarının
da %64’ünü teşkil etmiştir. Bu alanlarda yaklaşık %50 oranında tarım nüfusu var
olmuştur. Çiftliklerin temel ürününü %90 oranında buğday ve tahıllar oluşturmuştur.
Diğer gelir kaynağı, bazı çiftlik arazilerinin göçebe hayvancılık için, küçük baş
hayvanlar, otlak olarak kiralanmasıyla elde edilmiştir. Yurt dışındaki Yunanlı
495
496
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70.
bankerlerin ani bir biçimde büyük toprak mülkiyeti tesis etmesi, Trikupis’i çiftlik
ekonomisi için tam bir ekonomik düzen kurmaya mecbur etmiştir497.
Başlangıç olarak Trikupis, Kumunduros’un politikasına karşıt olarak 1884 yılında
ithalat ve ihracat vergisini, ithal edilmiş tahıl fiyatının beş katı yapmıştır. Zaten yüksek
olan gümrük vergisini %1600’e çıkarmıştır. Yabancı buğday ithalatını sınırlandırarak
yerli buğday fiyatını arttırıp çiftliklerin rantını yükseltmek istemiştir498.
Bununla birlikte Trikupis, Tesalya’daki yeni çiftlik sahiplerine iki hediye daha
sunmuştur. Birincisi toprak vergisinin toplam gelirinin %70’ini ve devlet bütçesinin
toplam gelirinin %12’sini temsil eden tahılla ilgili aşar vergisini kaldırmıştır. Bu
verginin yerini, hayvan otlatma vergisi, çift sürme vergisi alarak devlet gelirinin üçte
birini sağlamıştır. İkincisi Türk-Yunan sınırında görülen göçebe hayvancılık hareketini
kolaylaştırmak için Tesalya gümrük vergisini kaldırmıştır. Bu sayede halk 300.000
drahmi zarar etmiştir. Fakat çiftlik sahiplerine arazilerini otlak olarak vermeleri için
imkân vermiş ve kiraların artmasına sebep olmuştur499.
Tesalya çiftlik sahipleri, devlet koruması altında daha mütecaviz hale
gelmişlerdir. Tahılın suni fiyatını mahallî pazarlarda yükseltmişler ve göçebe
hayvancılıktan daha çok kâr edebilmek maksadıyla tarım alanlarını %42’ye
düşürmüşlerdir. Oysa ki Yunanistan’da hububat açığı devam etmekteydi. Yerli
buğdayın fahiş fiyatı tarım topraklarının sürekli olarak artışına sebep olmuştur. 18801917 yılları arasında tarım topraklarının fiyatı 6 kat arttırılmıştır500.
Çiftliklere verilen önem sebebiyle şehirlerde gelişmeler durmuştu. 1896 yılında
mecliste Deliyannis’in verdiği yasa tasarısı, Yunanistan’ın kuzeyinde, Tesalya’da, bir
toprak mülkiyeti sorunu olduğunun resmen kabul edilmesi anlamına gelmiştir501.
497
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 70.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71.
499
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71.
500
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 71.
501
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Τοµος Ι∆, s. 72.
498
SONUÇ
1821 yılında önce Eflâk’ta daha sonra Mora’da Rumlar tarafından başlatılan isyan
hareketleri bağımsız bir Yunanistan devletinin kurulmasıyla neticelenmiştir. Gerek
Yunan topraklarının Doğu Akdeniz’de sahip olduğu stratejik konum, gerek Avrupalı
önde gelen devletlerin bu stratejik topraklarda kurulacak devlet üzerinde nüfuz sahibi
olma hesapları ve gerekse de XVIII. yüzyılda hız kazanarak antik Yunan’a duyulan
sempatiden kaynaklanan Yunan hayranlığı, sonuçta Büyük Güçlerin dikkatini bölgeye
sevk etmiştir. Bu dikkat ve ilgi neticesinde Rusya, İngiltere ve Fransa, ortaklaşa olarak
bağımsız Yunan devletinin siyasî arenaya çıkmasını sağlamışlardır.
Yunanistan’ın bağımsızlığı konusu “Şark Meselesi”nin önemli bir dönüm noktasını
teşkil etmiştir. Rum isyanının başarılı olması, Osmanlı ülkesi dahilindeki bulunan diğer
etnik unsurlar için de bir emsal oluşturmuştur. Bu durum, XIX. yüzyılda dağılma
sürecine giren Osmanlı Devleti’nin çözülmesini ve parçalanmasını hızlandırmıştır.
Yunanistan Krallığı, hukuken bağımsız bir devlet olarak gözükmekle birlikte fiilen
Büyük Güçlerin denetimi ve gözetimi altında kalmıştır. Doğu-Batı çelişkisi yaşayan
Yunanistan, iç meselelerini bir türlü çözüme kavuşturamamışken dikkatini dış
meselelere yöneltmiş ve “Megali İdea” olarak bilinen yayılmacı siyasetini ortaya
çıkarmıştır. Bütünüyle Osmanlı Devleti aleyhinde bir genişleme ve yayılma anlamı
içeren bu siyasî ülkü, Yunan halkından da destek görerek Kral da dahil olmak üzere tüm
Yunanlı siyasetçilerin bir amacı haline gelmiştir.
“Megali İdea”nın ortaya çıkmasında Yunanistan’ın kendi özel şartları da etkili olmuştur.
Yunan
Krallığı,
Narda-Golos
körfezleri
hattının
güneyinde
Mora
ve
Orta
Yunanistan’dan oluşmuş, arazi ve nüfus bakımından yetersiz bir durum arz etmiştir. Bu
suretle ekonomik ve demografik açılardan genişleme lüzumu hissetmiştir. Bu genişleme
ihtiyacının bir sonucu olarak Tesalya, Epir ve Girit ilk hedefler arasında yer almıştır.
Sahip olduğu gücün farkında bulunan Yunan dış siyasetine fırsatçı zihniyet hakim
olmuştur. 1853-1856 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Rusya ile savaşa girişmesini,
beklenen fırsat olarak algılayan Yunanistan, Tesalya’ya yönelik ilk ciddî girişimini
gerçekleştirmiştir. Tesalya’da büyük bir isyana sebep olan küçük Yunanistan, kartlarını
yanlış oynamış ve İngiltere ile Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldığını
hesaplayamamıştır. Sonuçta bu iki devletin baskısıyla Tesalya’ya yönelik Yunan
girişimi başarısız olmuştur.
1875 Hersek isyanı ile Balkanlarda baş gösteren kriz ortamı, 1877-1878 Osmanlı-Rus
Harbi ile neticelenmiştir. Bu kriz ortamı, kuzeye doğru yayılabilmesi için fırsatçı Yunan
dış siyasasına yeni bir hamle yapma imkânı sunmuştur. Batılı Büyük Güçler tarafından
Slavlar karşısında Elenlerin bir denge unsuru olarak kabul edilmesi, Yunan dış
politikasına, amaçları konusunda destek ve güç kazandırmıştır. Bu destek, bir harbe
girmeksizin Yunanistan’a, Tesalya’yı ele geçirme imkânını vermiştir.
Yunanistan, Kuzey yönünde genişleyerek Tesalya’yı elde etmesi sonucunda 12.400
km2lik bir arazi kazanmış ve nüfusunu da yaklaşık 250.000 kişi arttırmayı başarmıştır.
“Megali İdea”nın hedefleri arasında yer alan Tesalya, Yunanistan açısından ekonomik
ve siyasî anlamlara sahip bir bölgedir. Dağların ortasındaki geniş ve oldukça verimli
ovalarında yoğun bir şekilde tarım ve hayvancılık yapılan Tesalya, adeta bir ekmek
sepeti olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeple Tesalya’nın küçük Yunanistan için
ekonomik değeri gayet açıktır.
Siyasî bakımdan Tesalya, “Megali İdea”nın bir hedefidir ve diğer bir hedef olan
Makedonya yolu üzerinde yer almaktadır. Tesalya’ya sahip olmak, Makedonya’ya
komşu olmak demektir. Bilindiği üzere Makedonya, Yunanistan dahil Sırbistan ve
Bulgaristan gibi diğer Balkanlı güçlerin de hedefi konumunda olmuştur. Selânik şehri,
bu bölgenin adeta sembolüdür. Nitekim, 1912 Balkan Harbi’nde Sırbistan, Bulgaristan
ve Yunanistan arasında bu şehri ele geçirmek konusunda bir yarış yaşanmıştır. Sonuçta
bu yarış az bir farkla Yunanistan tarafından kazanılmıştır. Bir an için düşünülmelidir ki,
tarih biliminde faraziyeye yer olmamasına rağmen, Balkan Harbi’nde Yunanistan,
Selânik’e doğru ileri harekâtına Tesalya yerine Narda-Golos hattından başlamış olsaydı
muhtemelen bu yarış kazanılamayacaktı. Bu durumda, Balkanların siyasî haritasının
günümüzdekinden
daha
farklı
olacağı
aşikârdır.
Tesalya’nın
elde
edilmesi
Yunanistan’ın yayılmacı plânları bakımından önemli bir basamak teşkil etmiştir.
Yunanistan’ın Tesalya’yı ele geçirmesinde en büyük pay, hamisi olan Büyük Güçlere
aittir. Bununla beraber Tesalya’nın kaybı, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu maddî
ve manevî çöküşün bir sonucudur. 1875 yılında malî bakımdan iflâs eden Osmanlı
Devleti, 1877-1878 Rus Harbi ile de ağır bir hezimete uğramıştır. Bâb-ı Âlî,
Yunanistan’a arazi terk edilmesine hiçbir zaman sıcak bakmamış, hatta bir vatan toprağı
olan Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılması yolunda yapılan görüşmeleri sürüncemede
bırakmaya çalışmış ve direnmişse de, Osmanlı devlet ricâlinin yeni bir savaşı göze
alamaması ve en önemlisi Büyük Güçlerin her an müdahale ederek meseleye dahil olma
gerçeğinden doğan korkuları, Tesalya’yı kaybettirmiştir.
Tesalya meselesinin diğer bir sonucu Arnavutlar ile ilgilidir. 1878 Berlin Antlaşması ile
Arnavutların yaşadıkları sahalara, sınır düzenlemesi vesilesiyle Karadağ ve Yunanistan
tarafından göz konması Müslüman ve Hıristiyan Arnavutları birleştirmiş ve Arnavut
milliyetçiliği duygusunu uyandırmıştır.
Çalışmamızda değinildiği üzere, Osmanlı Devleti, Yunanistan’a hukuken hiçbir şekilde
toprak vermek zorunda değildir. Büyük Güçlerin bu konudaki dayatma ve baskıları da
haksız ve uluslararası siyasete aykırı olmuştur. Ayrıca Yunanlıların 1877-1878
Osmanlı-Rus Harbi’nde tarafsız kaldıkları için bu tür bir talepte bulunmaya hak iddia
etmeleri de hiçbir temele dayanmamaktadır. Ne var ki, Osmanlı Devleti, bahsedildiği
üzere bu duruma karşı çıkacak gücü kendisinde bulamamıştır.
Tayin edilen yeni Osmanlı-Yunan sınırı, Osmanlı Devleti açısından bir bakıma
diplomatik bir zafer sayılabilir. Bir an için göz önüne getirilecek olursa, hem 1878
Berlin Antlaşması’nda yer alan sınır hattının güzergâhı, hem Yunanlıların talep ettikleri
sınır hattı ve hem de 1880 Berlin Konferansı’nın kararı olan sınır hattına oranla, 1881
yılında kabul edilen sınır ile daha az toprak feda edilmiştir. Bu sınır hattı Yunanistan’ı
tam olarak tatmin etmemişse de Osmanlı Devleti için hem daha az kayıp hem de
meselenin kapanması anlamını taşımıştır.
Tesalya’nın Yunanistan’a bırakılmasıyla Osmanlı Devleti, geliri giderinden fazla olan
bir sancağını kaybetmiştir. Tesalya, bu yönüyle Osmanlı Devleti için ekonomik bir
kayıp olmuştur.
Tesalya’nın Yunanistan’a ilhakı, aynı zamanda Balkanlar coğrafyasında Türklüğün ve
İslâm’ın gerileyişi bakımından da zincirin bir halkasını teşkil etmiştir. Bölge
Müslümanları, aşamalı bir şekilde yerlerini yurtlarını bırakarak Osmanlı ülkesine göç
etmişlerdir.
Tesalya, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda yaşadığı gerileme sürecinde, yüzölçümü
bakımından yarımada da kaybedilen memleketlere kıyasla küçük bir bölgedir ve
dolayısıyla nisbeten küçük bir kayıptır. Ancak Tesalya, Yunanistan için arazi
bakımından bir kazanım olmakla birlikte demografik, ekonomik ve siyasî açılardan da
çok büyük bir kazanç olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA
ARŞİV BELGELERİ
1-) ATASE BAŞKANLIĞI ARŞİVİ
OSMANLI-RUS HARBİ (1877-1878) KOLLEKSİYONU (ORH)
(Kutu Nu./ Gömlek Nu.) 4/75, 4/76, 5/115, 5/155, 5/145, 5/148,
5/169, 5/185, 6/65, 6/66, 6/68, 6/70, 8/1, 12/10, 12/42, 12/57, 13/58,
13/102, 14/76, 14/105, 14/112, 14/132, 16/60, 16/67, 16/71, 16/81,
18/28, 18/33, 22/38, 22/47, 22/54, 25/3, 25/27, 32/42, 32/79, 39/45,
39/89, 41/76, 41/98, 54/54, 56/109, 62/48, 63/49, 63/56, 63/59, 63/69,
63/100, 63/103, 69/183, 70/15, 70/37, 82/204, 89/48, 90/117, 106/197,
108/222.
(Kutu-Defter Nu./Belge Nu.)
1-6/109, 1-6/322, 1-6/324, 1-6/361,
1-6/397, 1-6/420, 1-6/445, 1-7/138, 1-7/1157, 1-7/1158, 1-7/529, 17/775-778.
2-) BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ
YILDIZ ESAS EVRAKI (Y.EE)
(Dosya Nu/Gömlek Nu)
4/9,
9/25,
42/103,
43/210,
43/211,
43/212, 43/215, 111/1, 111/15, 111/34, 111/36, 111/39, 111/40,
111/41, 111/43; 111/51.
YILDIZ TASNİFİ SADARET HUSUSÎ MARUZAT EVRAKI
(Y. A. HUS)
(Dosya Nu/Sıra Nu) 160/74, 161/66, 164/131, 168/40.
YILDIZ TASNİFİ SADARET RESMÎ MARUZAT EVRAKI
(Y.A. RES)
(Dosya Nu/Sıra Nu) 11/19, 21/39.
HARİCİYE NEZARETİ HUKUK KISMI EVRAKI (HR. H)
(Dosya Nu/Gömlek Nu) 30/21.
HARİCİYE NEZARETİ HUKUK MÜŞAVİRLİĞİ İSTİŞARE
ODASI
(HR. HMŞ. İŞO)
(Dosya Nu/Gömlek Sıra Nu) 30/1.
YAYIMLANMIŞ BELGELER VE DİĞER KAYNAKLAR
Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi,
C. I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi
Daire Başkanlığı Yay., Ankara 1995.
Berlin Kongresi Protokolleri, fi 5 Recep 98 ve fi 21 Mayıs 97, Matbaa-yı Amire,
İstanbul.
British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The
Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth
Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East,
1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 2,
The Ottoman Empire: Revolt in the Balkans, ed. David Gillard, University
Publications of America, 1984.
British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The
Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth
Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East,
1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 3,
The Ottoman Empire: Diplomacy of The Powers, 1876-1878, ed. David
Gillard, University Publications of America, 1984.
British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The
Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth
Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East,
1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 4,
The Ottoman Empire and War With Russia, 1877-1878, The Powers and
the Treaty of San Stefano, 1878, ed. David Gillard, University Publications
of America, 1984.
British Documents On Foreign Affairs: Reports and Papers From The
Foreign Office Confidential Print (Part 1, From The Mid-Nineteenth
Century to the First World War, Series B, The Near and Middle East,
1856-1914), General Eds. Kenneth Bourne & D. Cameron Watt, Vol. 5,
The Ottoman Empire in the Aftermath of Berlin Settlement, 1878-1883, ed.
David Gillard, University Publications of America, 1984.
Memalik-i Devlet-i Aliyye ile Yunanistan Beyninde Vaki Hudud-ı Cedidenin Tahdidine
Memur Avrupa Komisyonunun Tanzim Eylediği Mazbatalar ile Beyanname ve
Reddiyelerin Tercümeleri, Ceride-yi Askeriye Matbaası, İstanbul 1883.
Salnâme-yi Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye, Matbaa-yı Amire, İstanbul 1296.
Şimşir, Bilâl N., Rumeli’den Türk Göçleri, Belgeler, C. I-III, TTK.
Yay., Ankara 1989.
ARAŞTIRMALAR – İNCELEMELER
Adıyeke, Ayşe Nükhet, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TTK
Yay. Ankara 2000.
Aktar, Yücel, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelik
Geleneksel Politikasında Temel Yaklaşımlar”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986.
Albay Talat, Plevne Savunması, çev. Talat Yalazan, ATASE Yay., Ankara 1997.
Anderson, M. S., The Eastern Question, 1774-1923, MacMillan, New York 1966.
Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1789-1914, TTK Yay., Ankara 1997.
Aydın, Mahir, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, Kitabevi, İstanbul 1996.
Babinger, Franz, “Tırhala”, İA, C. 12 ksm. 1, İstanbul 1965.
Baltalı, Kemal, “1875 Hersek Ayaklanmasının Uluslararası Bir Nitelik Kazanması”,
Belleten, LI/199, Ankara 1988.
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. 1 ksm. 1, TTK Yay., Ankara 1983.
Bayrak, Meral, “Osmanlı Arşivleri Işığında Rum İsyanı Sırasında Avrupa Devletlerinin
Tutumu”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999.
Beydilli, Kemal, “Balkanlar’da Dönüm Noktası: 93 Bozgunu ve Sonrası”, Berlin
Antlaşması’ndan Günümüze Balkanlar, 10 Mayıs 1997, derl. Mustafa Bereketli, Rumeli
Vakfı Kültür Yay., İstanbul 1999.
Binark, İsmet, Türk-Yunan Münasebetlerinin Dünü ve Bugünü, Türk Yurdu Yay.,
Ankara 1998.
Blaisdell, Donald C., Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa Malî Denetimi, çev. Ali İhsan
Dalgıç, İstanbul 1979.
Bridge, F. R., “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu, 1900-1918”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.
Bosworth,
R.
J.,
“İtalya
ve
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
Sonu”,
Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.
Bodger,
Alan,
“Rusya
ve
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
Sonu”,
Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.
Castellan, Georges, Balkanların Tarihi, çev. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, Milliyet Yay.,
İstanbul 1995.
Clogg, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, çev. Dilek Şendil, İletişim Yay., İstanbul
1997.
Çam, Nusret, Yunanistan’daki Türk Eserleri, TTK Yay., Ankara 2000.
Dakin, Douglas, The Unification of Greece, 1770-1923, Ernest Benn Ltd., London
1972.
Danişmend, İsmail Hakkı, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Yayınevi,
İstanbul 1972.
Davison, Roderic H., Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, çev. Osman
Akınhay, C. 1, Papirüs Yay., İstanbul 1997.
_________________, “The Ottoman-Greek Frontier Question, 1876-1882, From
Ottoman Records”, Symposium Historique International, La Derniere Phase de la Crise
Orientale et L’Hellenisme (1878-1881), Volos 27-30 Semptembre 1981, Actes, AIESEE,
Athenes 1983.
Demircioğlu, Halil, Roma Tarihi, C. 1, TTK. Yay., Ankara 1998.
Deringil, Selim, “II. Abdülhamid’in Dış Politikası”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi, C. 2, İletişim Yay.
Erdoğdu, Teyfur, “1856 Paris Kongresi-1878 Berlin Kongresi Arasında Osmanlı Dış
Politikası”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997,
Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999.
Erim, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C. 1 (Osmanlı
İmparatorluğu Antlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., Ankara 1953.
Eyice, Semavi, “Arta Köprüsü”, TDVİA, C. 3, İstanbul 1991.
Fulton, L. Bruce, “Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Fethi, ed. Marian Kent, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.
Γεωγραφικος Ατλαντας Ελλαδας, Αγκυρα, Αθηνα 1976.
Glenny, Misha, Balkanlar, 1804-1999: Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, Türkçesi
Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 2001.
Grant, A. J. – Temperley Harold, Europe in the Nineteenth and Twentieth Centuries
(1789-1950), Longmans, London 1959.
Gökaçtı, Mehmet Ali, Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan, İletişim Yay.,
İstanbul 2001.
__________________, “Tesalya’da İki Önemli Merkez Tırhala ve Meteora”, Tarih ve
Toplum, XXXI/182, Şubat 1999.
Gökbilgin, M. Tayyib, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihân, İÜEF Yay.,
İstanbul 1957.
__________________, “Selânik”, İA, C. 10, İstanbul 1964.
__________________, “Kanunî Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti,
Livaları, Şehir ve Kasabaları”, Belleten, XX/78, Ankara 1965.
Gürel, Şükrü S., Tarihsel Boyutları İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ümit
Yay., Ankara 1993.
Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı,
TTK Yay., Ankara 1995.
______________, “Tesalya Yenişehiri ve Türk Eserleri Hakkında Bir Araştırma”,
GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974.
Harris, David, A Diplomatic History of the Balkan Crisis of 1875-1878: The First Year,
Archon Books, California 1969.
Hatipoğlu, M. Murat, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin
101 Yılı (1821-1922), TKAE Yay., Ankara 1988.
_________________, “Elefterios Venizelos’un 1910 Yılında İktidara Gelmesiyle
Megali İdea’nın Kazandığı Yeni Karakter”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986.
_________________, “1897 Osmanlı-Yunan Harbi ve Yunanistan’ın Makedonya
Politikası (1897-1913)”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999.
Herbert, F. W. von, Plevne Müdafaası (Bir İngiliz Subayının Hatıraları), çev. Nurettin
Artam, Yüksel Yay., İstanbul 1944.
İnalcık, Halil, “Rumeli”, İA, C. 9, İstanbul 1964.
İnan, Kâmran, “Türk-Yunan İlişkilerinde Dinamikler”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara
1986.
İnciciyan, P. L. – Andreasyan, H. D., “Osmanlı Rumelisi Tarih ve Coğrafyası I”,
GDAAD, S. 2-3, İstanbul 1973-1974.
Ioannidou-Bitsiadou, Georgia, “The Bavarian Loans and Chancellor Bismarck’s
Intervention in the Greek-Turkish Dispute Over Greece’s Borders (1878-81)”, Balkan
Studies, 34/1, Thessaloniki 1993.
İslam, Ayşenur – Atalay, Ali, “Plevne Müdafaası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 22, Aralık 1986.
Ιστορια Του Ελληνικου Εθνους, Βρανειο Ακαδηµιας Αθηνων, Τοµος ΙΓ-Ι∆, Αθηνα
1980.
Jelavich, Barbara, History of The Balkans: Eighteenth and Nineteenth Centuries, vol. I,
Cambridge Unv. Press, Cambridge 1993.
Jelavich, Charles-Barbara, The Establishment of the Balkan National States, 1804-1920,
A History of East Central Europe Vol. VIII, Unv. of Washington Press, Seattle &
London 1993.
Kaçırılan Fırsatlar: 1877 Osmanlı-Rus Savaşı Hakkında Eleştiriler ve Askerî
Düşünceler, ATASE Yay., Ankara 1997.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V-VIII, TTK Yay., Ankara 1988.
Karpat, Kemal H., Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social
Charasteristics, The University of Wisconsin Press, Madison 1985.
________________, “Türkler (Osmanlılar: XIX-XX. Yüzyıllar)”, İA, C. 12/2, İstanbul
1988.
Kitsikis, Dimitri, Türk-Yunan İmparatorluğu, çev. Volkan Aytar, İletişim Yay., İstanbul
1996.
Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi, Bayrak Yay.,
İstanbul 1984.
Kodaman, Bayram, 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), TTK Yay., Ankara 1993.
_______________, “Şark Meselesi ve Tarihî Gelişimi”, Tarihî Gelişmeler İçinde
Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), TTK Yay., Ankara 1995.
Koliopoulos, John S., Brigands with a Cause: Brigands and Irredentism in Modern
Greece, 1821-1912, Clarendon Press, Oxford 1987.
_________________, “Brigandage and Irredentism in Nineteenth Century Greece”,
Modern Greece: Nationalism and Nationality, Atina 1990.
Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Döneminde Balkanlar (1391-1918)”, Balkanlar, OBİV, Eren
Yay., İstanbul 1993.
Kramers, J. H., “Ayastefanos”, İA, C. 2, İstanbul 1961.
Kuran,
Ercüment,
“1830-1917
Arasında
Türk-Yunan
İlişkileri”,
Türkiye’nin
Batılılaşması ve Millî Meseleler, derl. Mümtazer Türköne, TDV Yay., Ankara 1994.
Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990.
________________, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917 Yılına Kadar, TTK Yay., Ankara
1993.
________________, “Panslavizm”, AÜDTCFD, 11/2-3-4, Ankara 1953.
Kurat, Yuluğ Tekin, Henry Layard’ın İstanbul Elçiliği, 1877-1880, AÜDTCF Yay.,
Ankara 1968.
_______________, “1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin Sebepleri”, Belleten, XXVI/103,
Ankara 1962.
_______________,
“XIX.
Yüzyılda
Rusya’nın
Balkanlardaki
Panslavizm
ve
Panortodoks Politikası Karşısında Osmanlı Diplomasisi”, Çağdaş Türk Diplomasisi:
200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay.,
Ankara 1999.
Küçük, Mustafa, “Şark Meselesi Çerçevesinde ve İkinci Meşrutiyete Kadar Olan
Dönemde Osmanlı Devleti’nin Siyasî Vaziyeti”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara 1999.
La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, Belge Yay., İstanbul 1986.
Madariaga, Isabel de, Çariçe Katerina: Çağının Sınırlarını Zorlayan Kadın, çev.
Mehmet Harmancı, Sabah Yay., İstanbul 1997.
Mahir Mehdi, Bedraka-yı Zafer yahud Tesalya ve Yenişehir,Yuvanaki Panayotidis
Matbaası, Dersaadet 1314.
Mahmud Celâleddin Paşa, Mir‘at-ı Hakîkat, haz. İsmet Miroğlu, Berekât Yay., İstanbul
1983.
Mansel, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Yay., Ankara 1999.
Mantran, Robert (ed.), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. I-II, çev. Server Tanilli, Cem
Yay. İstanbul 1995.
Marriot, J. A. R., The Eastern Question: An Historical Study in European Diplomacy,
Clarendon Press, 4th ed., Oxford 1940.
Memişoğlu, Hüseyin, Bulgaristan’da Türk Kültürü, TKAE Yay., Ankara 1995.
Millas, Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yay., İstanbul 1994.
Ongunsu, A. H., “Abdülaziz”, İA, C. 1, İstanbul 1965.
____________, “ Abdülhamid II”, İA, C. 1, İstanbul 1965.
Orhonlu, Cengiz, “Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne Karşı Takip Ettiği Siyaset (18661885)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, I/6, Haziran 1980.
Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 1999.
__________, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK Yay.,
Ankara 2000.
___________, “XIX. Asır Yakın-Uzak Tarihimiz”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara 1999.
___________, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, III. Ask.
Tar. Sem., Ankara 1986.
___________, “Osmanlı İmparatorluğu ve Alman Diplomasisi: ‘Drang nach Osten’”,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma
Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999.
Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara 1995.
Öke, Mim Kemal, “‘Şark Meselesi’ ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları (18761909)”, Osmanlı Araştırmaları, III, İstanbul 1982.
Özgüldür, Yavuz, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), ATASE Yay., Ankara 1993.
Özoran, Beria Remzi, “Tesalya Savaşı”, Türk Kültürü, TKAE Yay., S. 110, Aralık
1971.
Özkaya, Yücel, “1821 Yunan (Eflâk-Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan
Karşısındaki Tutumları”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I-III, MEB
Yay., İstanbul 1983.
Palmer, Alan, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral
Gaspıralı, Sabah Yay., İstanbul 1999.
__________, Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç Yüz Yıl: Bir Çöküşün Yeni Tarihi, çev.
Belkıs Çorakçı Dişbudak, Sabah Yay., İstanbul 1997.
Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, çev. Bahar
Tırnakçı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999.
Poole, Stanley Lane, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev. Can Yücel, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.
Popovic, Aleksandre, Balkanlarda İslâm, İnsan Yay., İstanbul 1985.
Poulton, Hugh, Balkanlar: Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Sarmal Yayınevi,
İstanbul 1983.
Redcliffe, Stratford de, The Eastern Question, John Murray, Albarmarle Street, London
1881.
Sander, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir
Deneme, AÜSBF Yay., Ankara 1987.
Salışık, Selahattin, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya,
Kitapçılık Ticaret Ltd. Şt. Yay., İstanbul 1968.
Saydam, Abdullah, Kırım ve Kafkas Göçleri, 1856-1876, TTK Yay., Ankara 1997.
Sedes, İ. Halil, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 34, Aralık 1987.
_____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (III)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 35, Ocak 1988.
_____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (IV)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 36, Şubat 1988.
_____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (V)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Dün/Bugün/Yarın, S. 37, Mart 1988.
_____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 41, Temmuz 1988.
_____________, “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (VII)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, Dün/Bugün/Yarın, S. 42, Ağustos 1988.
Sertoğlu, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986.
Sezer, Hamiyet, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829)”, Osmanlı,
C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999.
Shaw, Stanford J.- Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 1808-1975,
çev. Mehmet Harmancı, C. 2, e Yay., İstanbul 1983.
Sonyel, Salâhi R., Minorities and The Destruction of The Ottoman Empire, TTK Yay.
Ankara 1993.
Stavrianos, L. S., The Balkans Since 1453, Holt, Rinehart & Winston, New York 1961.
Stojanovic, Mihailo D., The Great Powers and The Balkans, 1875-1878, Cambridge
Unv. Press, London 1939.
Sumner, B. H., Russia and The Balkans, 1870-1880, Clarendon Press, Oxford 1937.
Sun, Selim, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi
Resmî Yay., Ankara 1965.
Süer, Hikmet H., 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, ATASE Yay., Ankara
1993.
Süssheim, K., “Arnavutluk”, İA, C. 1, İstanbul 1965.
Svoronos, Nikos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, çev. Panayot Abacı, Belge Yay.,
İstanbul 1988.
_____________, Yunanistan Nüfusu ve Yunanistan Nüfus Sayımları, çev. M. Galib,
Başvekâlet İstatistik Umum Müd., Neşriyat No: 67, Tedkikler Serisi No: 38, Aydınlık
Basımevi, İstanbul 1935.
Şahin, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul 1996.
Şahin, Turhan, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,
Ankara 1988.
Şapolyo, Enver Behnan, Gazi Osman Paşa ve Plevne Müdafaası, Türkiye Yay., Ankara
1959.
Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A‘lâm, C. 1-6, Mihran Matbaası, İstanbul 1306-1316.
Tevfik Süleyman, Tesalya’da Bir Cevelân ve Dört Aylık Seyahatim, Mahmud Bey
Matbaası, Dersaadet 1315.
Todorov, Nikolai, The Balkan City, 1400-1900, University of Washington Press,
Seattle-London, 1983.
Tokay, Gül, “Ayastefanos’tan Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu (Mart-Temmuz
1878)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997,
Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999.
Tuğlacı, Pars, Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yay., İstanbul 1985.
Tukin, Cemal, “Girit”, İA, C. 4, İstanbul 1964.
Tuncer, Hüner, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815-1848), Ümit Yay., Ankara
1996.
____________, 19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri (1814-1914), Ümit Yay., Ankara
2000.
____________, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yay., Ankara 1995.
____________, “Viyana Kongresi, ‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler (1815-1829)”,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma
Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999.
Turan, Ömer, “ The Role of Russia and England in the Rise of Greek Nationalism and
in the Greek Independence” OTAM, S. 10, Ankara 1999.
Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yay.,
İstanbul 1994.
Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, ATASE Yay., Ankara 1985.
Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, haz. Bekir Sıtkı Baykal, TTK
Yay., Ankara 1957.
Türsan, Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara 1987.
Uçar, Nail, Gazi Osman Paşa ve Plevne, Orkun Yay., İstanbul 1978.
Uçarol, Rıfat, Gazi Ahmet Muhtar Paşa: Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi, Milliyet Yay.,
İstanbul 1976.
__________, “1878 Berlin Antlaşması’na Göre Yunanistan Sınırının Düzenlenmesi
Sorunu ve Yunanistan’a Toprak Verilmesi (1878-1881)”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara
1986.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. 1, TTK Yay., Ankara 1988.
Ülman, Haluk, “Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimattan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İletişim Yay.
Vasic, Milan, “Osmanlı İmparatorluğunda Martoloslar”, İÜEF Tarih Dergisi, S. 31,
Mart 1977, İstanbul 1978.
Yasamee, F. A. K., Ottoman Diplomacy: Abdülhamid II and the Great Powers, 18781888, The Isis Press, İstanbul 1996.
_______________, “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II (1878-1908)”,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma
Sunulan Tebliğler, TTK Yay., Ankara 1999.
Yaşar, Raif – Kabasakal, Hüseyin, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi,
Osmanlı Devri (1912-1913), III. Cilt 2. Kısım, Garp Ordusu Yunan Cephesi Harekâtı,
Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara 1993.
Yeğen, Erdoğan, “XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Girit Olayları ve Osmanlı-Yunan ve
Büyük Devletlerin İlişkileri”, III. Ask. Tar. Sem., Ankara 1986.
Yeralimpos, Alexandra, “Tanzimat Döneminde Kuzey Yunanistan’da Şehircilik ve
Modernleşme (1839’dan 19. yüzyıl sonuna)”, Modernleşme Sürecinde Osmanlı
Kentleri, ed. Paul Dumont – François Georgeon, çev. Ali Berktay, Tarih Vakfı Yurt
Yay., İstanbul 1996.
Download