OSMANLI MEDRESELERİNDE TEFSİR DERSLERİ

advertisement
1
OSMANLI MEDRESELERİNDE TEFSİR DERSLERİ
VE KADI BEYDÂVİ TEFSİRİ
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
GİDİŞ
1299 yılında Söğüt’te Kayı aşîretinin reisi olan Ertuğrul
Gazi’nin küçük oğlu Osman Gazi tarafından kurulan Osmanlı
Devlet, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
kuruluşuna kadar 624 yıl ömür sürmüş ve îlâi kelimetü’lllâh için
dört kıtada at koşturmuştur. Her sahada olduğu gibi ilim, eğitim
ve öğretim sahasında da zirveye çıkmış ve açtığı medreselerde
dünya çapında ilim adamları yetiştirmiştir.
Sözlükte “ders okutulan yer” anlamına gelen “medrese”
kelimesi, üniversite kelimesi yerine kullanılan bir tâbirdir.
Medreselerde öğretim üyeliği yapan hocalara “müderris” unvanı
verilmiştir.
İslam âleminde ilk medreseyi kuran, Türk emirlerinden
Nisabur hâkimi Emir Nasr b. Sebüktekin’dir. Anadolu’da ilk
medreseyi Selçuklular kurmuştur. Osmanlı Devletinde ise ilk
medreseyi açan ise Orhan Gazi’dir. Orhan Gazi, saltanatının daha
üçüncü yılında fethettiği İzmit’te, daha sonra İznik’te, Bursa’da ve
diğer şehirlerde medreseler açmıştır. Diğer Osmanlı sultanları da
Orhan Gazi’nin yolundan gitmişlerdir. Medreseler, Fatih Sultan
Mehmet ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerinde önemli aşama
ve gelişmeler kaydetmiştir.
Osmanlı medreselerinde okutulan derslerin en başta gelenleri
tefsir ve tefsir usulü, fıkıh ve fıkıh usulü, hadis ve hadis usulü,
kelam ve dil dersleri idi. Bu ilim dallarında yazılan bazı eserler,
Osmanlı medreselerinde asırlarca ders kitabı olarak
okutulmuştur. Tefsir alanında okutulan kitapların başında Kâdî
Beydâvî Tefsiri gelmektedir.
2
Biz bu yazımızda, özet olarak Osmanlı medrese sistemini, bu
medreselerde okutulan dersleri ve Kâdî Beydâvî tefsirini
tanıtmaya çalışacağız.
I. OSMANLI MEDRESE İSTEMİ
Osmanlı medreseleri, ilk yıllarda “umûmi” ve “ihtisas”
medreseleri olarak iki kısma ayrılmıştır.
A) UMUMİ MEDRESELER:
Bu medreseler; devrindeki bütün ilimlerin birlikte okutulduğu
medreselerdir. Bu medreseler, müderrislere verilen yevmiyelere
göre 6 kısma ayrılmıştır.
1. Yirmili Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 20 akçe
yevmiye verilir, kelam ilim dalında Nasıruddîn (ö. 672 h) etTûsî’nin Tecrîdü’l-Kelam adlı eseri ve bu esere Seyyid Şerif
Cürcânî’nin (ö. 816 m) yazdığı haşiye (Hâşiyet’ü Tecrîdi’l-Kelâm),
belâgat ilmi ile ilgili olarak Saadettin Taftazânî’nin (ö. 793 h) elMutavval adlı eseri okutulurdu. Bu medreseye, Hâşiyet’ü Tecrîdi’lKelâm medreseleri de denirdi.
2. Otuzlu Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 30 akçe
yevmiye verilir, ders kitabı olarak; Saadettin Taftazânî’nin Şerhu
Miftâhu’l-Ulûm, Şerf Cürcânî’nin, Hâşiyet’ü Tecrîdi’l-Kelâm, elBağavî’nin (ö. 510 h), Mesâbîhu’s-Sünne, Sadru’ş-Şerî’a Ubeydullah
b. Mes’ûd’un (ö. 747 h) Tenkîhu’l-Usûl adlı eserleri okutulurdu.
3. Kırklı Medreseler: Bu medreselerde müderrislere 40 akçe
yevmiye verilir, ders kitabı olarak; belagatta Miftâhu’l-Ulûm,
hadiste, Mesâbîhu’s-Sünne, fıkıhta Radıyyüddîn Hasan esSağânî’nin (ö.
), Meşâriku u Envârı’n-Nebeviyye, usulü fıkıhta,
et-Tavzîh Şerhu Tenkîhu’l-Usûl adlı eserler okutulurdu.
4. Ellili Medreseler: Müderrislerine 50 akçe yevmiye verilen b
medreseler, “hariç” ve “dahil” olmak üzere iki kısma ayrılmıştı.
“Hariç” kısmında; el-Mergînânî’nin (ö. 593), el-Hidâye, el-‘Icî’nin
(ö. 756 h) el-Mevakıf adlı eserine Seyyid Şerif Cürcânî’nin yazdığı
Şerh (Şerhu Mevakıf), el-Bağavî’nin Masabîhu’s-Sünne adlı eserleri;
“Dahil” kısmında; fıkıhta, el-Hidaye, usulü fıkıhta, Taftazânî’nin et-
3
Telvîh fî Keşfi Hakâiki’t-Tenkîh, tefsirde, ez-Zamahşerî’nin (ö. 538)
el-Keşşaf ve Kâdî Beydâvî’nin Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl adlı
eserleri okutulurdu.
5.Sahn-ı Seman Medreseleri: Bu medreseler; Fatih Sultan
Mehmedi’in İstanbul’da kurduğu külliyedeki 8 medresedir.
Müderrislerine 60 ile 100 akçe arasında yevmiye verilirdi. Bu
medreselerde; fıkıhta el-Hidâye, usulü fıkıhta, et-Telvîh ve Şerhu
Mevâkıf, hadiste, Sahîhu Buhârî, tefsirde el-Keşşaf ve Kâdî Beydâvî
okutulurdu.
6. Altmışlı Medreseler: Müderrislerine günlük 60 ve daha
fazla akçe verilirdi. Ayasofya Medresesi bu medreseye dahildi.
Ayasofya medresesinde hocalık yapan ali Kuşcu’ya (ö.879), 200
akçe yevmiye verilmiştir. Bu medreselerde; fıkıhta el-Hidâye,
usulü fıkıhta, et-Telvîh , hadiste, Sahîhu Buhârî, tefsirde el-Keşşaf ,
kelamda Şerhu Mevakıf okutulurdu.
B) İHTİSAS MEDRESELERİ:
Bunlar “Dâru’l-Kurrâ”, “Dâru’l-Hadîs” ve “Dâru’ş-Şifa” şeklinde
isimlendirilen kıraat, hadis ve tıp ilimlerinde ihtisas yapılan
medreselerdi.
* Kânûnî Sultan Süleyman döneminde medreselere yeni bir
sistem getirilmiştir. Bu dönemde medreseler; 1. İbtidâî Hariç
Medreseleri, 2. Hareketi Hariç Medreseleri 3. İbtidâî Dahil
Medreseleri, 4. Hareketi Dahil Medreseleri 5. Mûsıl-i Sahn
Medreseleri, 6. Sahn-ı Seman Medreseleri, 7. İbtidâî Altmışlı
Medreseler, 8. Haraketi Altmışlı Medreseler, 9. Mûsıl-i
Süleymâniye Medreseleri, 10. Süleymâniye Medreseleri, 11.
Dâru’l-Hadis medreseleri, şeklinde 11 kısma ayrılmıştır.
Daha sonraları Osmanlı medreselerine, klasik dönemde
bulunmayan medreseler ilave edilmiştir. Bunlar; kadı yetiştiren
“Medresetü’l-Kudât”, vaiz yetiştiren “Medresetü’l-Vâizîn”, imamhatip yetiştiren “Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutabâ”, vaiz ve imamhatip yetiştiren “Medresetü’l-İrşâd”, “Tefsir ve Hadis”, “Fıkıh ve
Fıkıh Usulü”, “Kelam, Tasavvuf ve Felsefe” bölümleri bulunan ve
4
bu ilim sahalarında uzman eleman yetiştiren “Medresetü’lMütehassısîn” adlı medreselerdir.
1914 yılında İstanbul Medreseleri, “Dâru’l-Hılâfeti’l-Aliye”
ismiyle yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bu düzenlemede
medreseler, “Tâlî Kısm-ı Evvel”, “Tâlî Kısm-ı Sânî”, “Âlî Kısım” ve
“Metahassısîn Kısmı” şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Bu
bölümlerin hepsinde tefsir derleri okutulmakta idi.
Osmanlı medrese sistemini bu şekilde özetledikten sonra bu
medreselerde tefsir derslerinde asırlarca okutulan Beydâvi
Tefsîrini tanıtmaya geçebiliriz.
II. KÂDİ BEYDÂVİ TEFSİRİ
Adı, Nâsıruddîn Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ali olan
Kâdî Beydâvî, 581/1189 yılı civarında Şiraz’ıd Beydâ köyünde
doğmuş, 685/ 1286 veya 691/1292 tarihinde Tebriz’de ölmüştür.
Doğduğu köye nispetle “Beydâvî”, Şiraz’da yaptığı kadılığa nispetle
“Kâdî” unvanı ile şöhret bulmuştur.
Ailesi, hayatı ve okuduğu hocalar ile ilgili yeterince bilgi
bulunmamakla birlikte ilk tahsilini babasından yapıp “icazet”
aldığı ve memleketindeki diğer hocalardan okuduğu kaynaklarda
zikredilmektedir. Beydâvî, özellikle tefsîr, fıkıh, hadis, kelam, usul,
mantık, nahiv ve belâgat ilim dallarında çok iyi yetişmiş ve bu ilim
dallarıyla ilgili olarak önemli eserler yazmıştır.
Şiraz’da “kadılık” ve “kâdı’l-kudâtlık” yapmıştır (1274-1275 m)
Bu görevden alınınca Tebriz’e gitmiş, orada vezirin de bulunduğu
bir ilim meclisine katılmış ve burada ilmi otoritesini kabul
ettirmiştir. Burada vezirden Şiraz kadılığına yeniden atanmasını
talep etmiş ve bu talebi kabul edilmiştir. Bir müddet daha Şiraz
kadılığı yaptıktan sonra
bu görevinden ayrılmış, Tebriz'e
yerleşmiş ve hayatını ölümüne kadar ilim, ibadet ve riyazat ile
geçirmiştir.
Şâfiî mezhebini benimseyen Beydâvî, kadılık görevinden sonra
Şeyh Muhammed b. Muhammed el-Kütahtâî’nin etkisi ile tasavvuf
yoluna süluk etmiştir.
5
Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Tavâli’u’l-Envâr
min Metâli’ı’l-Enzâr, Mısbâhu’l-Envâr, Minhâcu’l-Vüsûl İlâ Ilmi’lUsûl, Tuhfetü’l-Ebrar Şerhu Mesâbîhu’s-Sünne, el-Gâyetü’l-Kusvâ fî
Dirâlyeti’l-Fetvâ, Lübâbü’l-Elbâb Fî Ilmi’l-I’râb, el-İzâh Fî Usûli’dDîn ve Nizâmü’t-Târîh adlı tefsîr, kelam, fıkıh usulü fıkıh, hadis, dil,
usulü’ddîn ve tarih ilim dallarında önemli eserler yazmıştır. Bu
eserlerinin en önemlisi ve meşhur olanı tefsiridir.
“Beydâvî Tefsîri” diye şöhret bulan Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, adlı tefsiri; doğudan batıya, Hindistan’dan
Endülüs’e kadar bütün İslam dünyasında tanınmış, okunmuş ve
üzerine 250’den fazla, ta’lîk, hâşiye ve şerh yazılarak tefsir
tarihinde önemli bir yer işgal etmiştir. Osmanlı medreselerinden
ders kitabı olarak asırlarca okutulmuş ve 60 Osmanlı ilim adamı
tarafından ta’lîk, hâşiye ve şerhı yapılmıştır.
“Beydâvî Tefsîri” orta hacimde bir îcâz hârikası olup önceki
tefsirlerin bir özeti mahiyetindedir.
Tefsirini hayatının sonlarında doğru istihare sonucunda
Tebriz’de kaleme alan Beydâvî, lafızların ve terkiplerin beyanı ve
manalardan nükteler çıkarma konusunda ez-Zamahşerî’nin elKeşşâf; Kur’ânî hikmetleri, din ve fıkıh usulü kâidelerini ortaya
koymada Fahruddîn er-Râzî’nin Mefâtîhu’l-Ğayb; kelimelerin
anlam ve iştikakları konusunda Râğıb el-Isfehânî’nin el-Müfradât
Fî Garîbi’l-Kur’an adlı eserlerinden yararlanmıştır. Tefsirini ehli
sünnet çizgisini ve Şâfiî fıkhını esas alarak yazmış ve mutezîlî
görüşlere asla yer vermemiştir.
Ağırlıklı olarak bir dirayet tefsiri olan Beydâvî Tefsîri’nde; yer
yer âyetler, ilgili âyet ve hadislerle, nüzul sebepleriyle tefsir
edilmiş. Az da olsa kelimelerin anlamları için şiirlerden örnekler
getirilmiştir. Kavramların anlamları ilk geçtiği ayette verilmiş,
sözlük anlamlarının yanında terim anlamlarını da zikredilmiştir.
Zayıf görüşler “kîle” veya “ruviye” tabirleriyle ifade edilmiştir.
Tefsir ilminin aslî bir kaynağı, İslam kültür mirasının tatlı bir
meyvesi olan “Beydâvî Tefsîri, özellikle iki konuda; ifadelerinin
muğlak ve müphem olması nedeniyle anlaşılmasının zorluğu ve
surelerin fazîletleriyle ilgili zayıf ve uydurma
hadislerin
6
bulunması sebebiyle eleştirilmiştir. İfadeleri müphem olduğu için
çok sayıda şerh, hâşiye ve t’alik yazılmıştır. Şeyhül-‘l-İslam Molla
Hüsrev (ö.885), Şeyhül-‘l-İslam Molla Gürânî (ö.893), Celâlüddîn
Süyûtî (ö. 911), İbn Kemal Paşa (ö. 940) el-Kirmânî (ö. 786),
Şeyhzâde Muhammed (ö. 951), Sa’dî Çelebî (ö.945), Feyzullah
Efendi (ö.1293 h), İstanbsul Kadısı ve Anadolu Kazaskeri Geredeli
Abdülğanî Efendi (ö.995) şerh ve haşiye yazanlardan bir kaçıdır.
Kahireli Muhammed b. Muhammed (ö. 1469 m), Beydâvî
Tefsîri’ni ihtisar etmiştir. Himmetzade Muhammed b. Hasan edDimeşkî (ö. 1761 m), Tuhfetü’r-Râvî fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Beydâvî
adıyla ve Abdurrauf el-Münâvî (ö. 1621 m), el-Fethu’s-Semâvî Fî
Tahrîci Ehâdîsi’l-Beydâvî adıyla Beydâvî Tefsirindeki hadisleri
tahriç etmiştir.
Tefsir; din ilimlerinin başı ve temel kaynağıdır. Kur’an’ı tefsir
edebilmek için Arap dilini çok iyi bilmenin yanında bütün din
ilimlerinin de hazmedilmiş olması gerekir. Kâdî Beydâvî ,
tefsirinin girişinde bu hususu, açıkça dile getirmiştir: “Tefsir ilmi,
din ilimlerinin reisi ve başıdır. Şer’î kuralların kaynağı ve esasıdır.
Kur’an tefsirini ancak, bütün din ilimlerinde, Arap dili ve edebi
sanatlarında mahir olan kimse yapabilir.”
Beydâvî Tefsîri’ni tanımak açısından Nisa suresinin 59.
ayetini tefsir edişini örnek olarak zikretmekle yetineceğiz.
Önce ayetin Türkçe anlamını verelim: “Ey mü’minler! Allah’a
itaat edin, Rasulü’ne ve sizden olan ülü’lemre itaat edin. Eğer her
hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve Rasulü’ne
(gerçekten) inanıyorsanız onu Allah ve Rasulü’ne götürün. Bu, daha
iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir.”
Beydâvî “itaat” kavramının sözlük ve terim anlamını vermeden
ayeti tefsir etmeye “ülû’l-emri minküm” (sizden olan emir
sahiplerine) cümlesi ile başlamış ve “Allah, onlarla Rasulullah (a)
zamanındaki ve ondan sonraki müslümanların emirlerini
kastediyor. Emir sahiplerine; halifeler, kadılar ve ordu komutanları
dahildir” demiştir. Bu yorumu, ile Beydâvî, ayetteki “minküm”
(sizden) ifadesi ile müslümanların kastedildiğini beyan etmiştir.
7
Bir önceki ayette; “Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emreder...” buyrulmuştur. Beydâvî, “adalet” ile ilgili olan 50. ayet
ile “itaat” ile ilgili olan 59. ayetin ilgisini şöyle izah etmiştir: “Allah,
hak üzerinde bulundukları sürece ülu’l-emre itaat etmenin farz
oluşuna tenbîhen insanlara adaleti emrettikten sonra
emir
sahiplerine itaati emretmiştir.” Beydâvî, bu yorumu ile müslüman
emirler, hak ile emrettikleri takdirde onlara itaatin farz olduğunu
dile getirmiştir. “Hak ile emretme” şartını bir önceki ayetten
çıkarmıştır. “Hak” kavramından maksat da İslam’dır.
Yukarıda zikredilenler, Beydâvî’nin tercih ettiği ve doğru
kabul ettiği görüşlerdir. “Kîle” diyerek zayıf görüşü de şöyle
zikretmiştir: “Denildi ki ülû’lemr ile murat, İslam bilginleridir. Bu
görüşü ileri sürenler delil olarak Nisa Suresinin 83. ayetini
zikretmişlerdir. Ayette; “Onlara güven veya korkuya dair bir haber
gelse onu yayarlar. Hal bu ki onu Peygambere ve aralarında yetkiyi
kişilere (ülû’l-emri minhüm) götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü
araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delalet
ettiğini) bilirlerdi” denilmiştir.” Beydâvî, “kîle” ile zikrettiği bu
görüş sahiplerini bildirmemiştir. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân an
Te’vîli Ayi’l-Kur’an adlı tefsirinde bu görüş sahiplerinin; Mücahid,
İbn Ebî Necih, İbn Abbas, Ata ibn es-Saib, Hasan el-Basrî ve Ebu’lAliye olduğunu bildirmiştir. Nisa Suresinin 83. ayetini delil olarak
zikreden de Ebu’l-Aliye’dir. Taberî, ülu’lemr konusunda İslam
bilginlerinin ihtilaf ettiklerini bildirmiş ve bu görüşleri “ümerâ”,
“bilginler” ve “ashab-ı Muhammed” olarak sıralamış ve kendisi
birinci görüşü tercih etmiştir. Beydâvî de Taberî’nin görüşünü
almıştır.
“Fein tenâza’tüm” cümlesinin tefsirinde, “siz ve sizden olan
emir sahipleri” demekle yetinmiştir. “Fe in tenâza’tüm” fiilini
anlamlandırmamıştır. Nesefi ve Hazin, bu fiili, “ihteleftüm”
(anlaşmazlığa düşerseniz) fiili ile tefsir etmişlerdir.
“Fî şey’in” (her hangi bir şeyde) ifadesini “min umûriddîn” (din
işlerinden) cümlesi ile tefsir etmiştir. Beydâvî, “Fein tenâza’tüm
fî şey’in” (din işleriyle ilgili bir konuda ihtilaf ederseniz)
cümlesinin, “ülû’l-emr” ile maksadın, “emirler” olduğu görüşünü
8
teyit ettiğini, “ve hüve yüeyyidü’l-veche’l-evveli” cümlesi ile ifade
etmiş ve bunu şöyle delillendirmiştir: “Mukallid, verdiği hüküm
konusunda müctehide muhalefet edemez, onunla bu konuda
tartışamaz. Hal bu ki reislerle konu tartışılabilir. Ancak ülu’lemr’e
hitap iltifat tarîkı ile yapılmıştır denirse (ikinci görüş söz konusu
olabilir).
“Feruddûhü ilâ’llâhi ve Rasûlihî” cümlesini; “İhtilaf ettiğiniz
şeyi Allah’ın kitabına, sağlığında sorarak, ölümünden sonra
sünnetine müracaat ederek O’nun elçisine götürün” şeklinde tefsir
etmiş ve şu bilgileri vermiştir. “Kıyası inkar eden kimse bu ayeti
görüşüne delil olarak getirmiş ve, “Allah, ihtilaf edilen şeyin kıyasa
değil kitaba ve sünnete götürülmesini farz kılmıştır,” demiştir. Buna
şöyle cevap verilmiştir: “İhtilaf edilen şeyin Kitap ve Sünnete
götürülmesi ancak temsil ve üzerine bina etmekle olur ki bu da
kıyastır. Allah ve peygambere, itaatten sonra ülu’l-emr’e itaatin
emredilmesi, bunu teyit eder. Çünkü bu, ahkamın üç şekilde; Kitap,
Sünnet ve ikisine kıyas yoluyla götürmekle tespit edildiğine delalet
eder.”
“İn küntüm tü’minûne billâhi ve’l-yevmi’l-âhiri” (eğer
Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, böyle yapın) çünkü iman
böyle yapmayı gerektirir. “Zalike”(bunu) yani; ihtilaf edilen şeyi,
Allah’ın Kitabına ve peygamberin Sünnetine götürmek “hayrun”,
sizin için daha hayırlıdır ve “ahsenu te’vîlen” (yani), sonuç
bakımından daha güzeldir veya ihtilaf ettiğiniz şeyi, Allah ve
Rasulüne götürmeksizin yaptığınız te’vilden daha hayırlıdır.”
Beydâvî, bu yorumu ile “te’vîlen” kelimesinin “sonuç” anlamına
geldiğini veya cümlede hazif bulunduğunu, bu hazfin de “min
te’viliküm bila reddin” cümlesi olduğunu beyan etmiştir.
Bu ayetin tefsirinde de görüldüğü gibi Beydâvî, konuyu
uzatmadan özetle ama detayına da işaret ederek ayetleri tefsir
etmektedir.
Osmanlı döneminde Beydâvî Tefsîri ile Nesefî’nin Medâriku’tTenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, el-Hazin’in, Lübâbü’t-Te’vî Fî Meânî’tTenzîl ve Fîrûzâbâdî’nin, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs
adlı tefsi Amire Matbaasında Hicri 1317 yılında İstanbul’da
9
basılmıştır. Dört tefsir çok güzel bir şekilde dizayn edilmiş, bir
ayetin tefsirine aynı anda dört tefsire aynı sayfada bakabilme
imkanı sağlanmıştır. Adına “Kitabü Mecmûatün Mine’t-Tefâsir”
denilmiştir. 6 ciltli bu dört tefsir, daha sonra ofset olarak da
tarafından ofset baskı yapılmıştır.
BİBLİYOĞRAFYA
* Baltacı Cahit, Osmanlı Eğitim Sistemi. Osmanlı Ansiklopadisi, Ağaç Yay. İst.
1993.
* Bilmen Ömer Nasûhi, Büyük Tefsir Tarihi, s. 350-357. Ankara, 1960
* Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, II, 295-314. DİB Yay. Ankara, 1988.
* Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II,
436-439. MEB Yay. İst. 1971.
* es- Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyye, VIII, 157-158. Mısır.
* et-Taberî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l-Beyan an Te’vîli Ayi’lKur’ân, IV, 5/147-150, Beyrut, 1988
* Yavuz Yusuf Şevki, TDV, İA. VI, 100-101, İst. 1992.
Download