Fritz Perls ve Gestalt Terapisi

advertisement
Fritz Perls ve Gestalt Terapisi
Geştalt terapinin kurucularından Frederick(Fritz) Perls (1893-1970)Yahudi kökenli bir Alman hekimdir. Tıp
fakültesinden sonra bir psikiyatr ve psikanalist olarak eğitimini sürdürdü. Frankfurt Üniversitesinde Kurt Goldstein’in
asistanlığını yaparken Gestalt psikolojisi üzerinde doktora çalışması yapan Laura Posner ile tanışarak
evlendi.Laura’nın asistanlığını yaptığı Goldstein insanı zihin/beden ve kültürel bağlam içersinde bütünsel olarak ele
alan “Organizmik teori” yi geliştirmiş önemli bir nörologdu ve görüşleri Laura’nın çok sonraları bir röportajında ifade
ettiği gibi Perls’in Gestalt terapisini geliştirmesinde etkili oldu.
1933 yılında Almanya’da gelişen anti-semitik hareketten kaçarak Güney Afrika’ya yerleştiler.. Perls’ün Almanya’da
bulunduğu zaman zarfında eserlerini hayranlıkla takip ettiği Freud’u sadece bir kez,o da tesadüfen tren yolculuğuna
çıkmaya hazırlanırken vagon penceresinden görebildiği bir anektod olarak anlatılır. Güney Afrika yıllarında Perls,
Jan Smuts ve onun "bütüncül alan teorisi- holizm" ile tanıştı. 1936 yılında Perls, ,Çekoslovakya’da Marienbad
şehrinde bir psikanaliz konferansına katılarak karısı Laura’nın emziren annelerin bebeklerinde gözlemlediği “oral
direnç(rezistans)” üzerine bir sunum yapmak istedi.Ancak, “klasik psikanalitik görüşlere” uygun olmayan bu bildirisi
arzu ettiği tasvibi görmedi.Bu durum Pearls açısından hayal kırıklığı oldu.
Laura Perls
1948 yılında önce Fritz ve ardından eşi Güney Afrikadan entelektüel bir Yahudi cemiyeti bulunan New York’a
taşındılar.. 1951 yılında Gestalt terapisini dünyaya duyuran ilk kitap basıldı:“Gestalt Therapy: Excitement and
Growth in the Human Personality” Fritz Perls, Paul Goodman, ve Ralph Hefferline tarafından yazılan kitabın
türkçesi “İçimizdeki Çocuk:Yenilik,Heyecan ve Büyüme”ismiyle yayınlandı.İlk Geştalt enstitüsü Perls ve Laura
tarafından New York’da kuruldu.Perls’in ilk hastalarından İsadore From daha sonra iyi bir gestalt terapisti oldu ve
ilerleyen yıllarda Gestalt terapisi konusunda bir otorite ve başlıca temsilci haline geldi.Ancak From’un iyi bir klinisyen
olmasına karşın yazın ile arası iyi değildi ve bu yüzden çalışmalarından geriye kendisiyle yapılan röportaj notları
dışında bir eser kalmadı.
Ralph Hefferline
Paul Goodman
Perls bir süre sonra New York’dan Kaliforniya’ya taşınarak , Big Sur’da Esalen enstitüsünü kurdu.Burada düzenlediği “teatral
havadaki” birkaç günlük “workshop”lar Perls’ün Gestalt terapisini bir şov haline dönüştürdüğü iddialarına neden olmuştur.New
York’da kalan ve Gestalt terapisinde gördüğü potansiyeli geliştirerek bir yaşam stili haline getiren İsadore From’da bu eleştiriye
katılanlar arasındadır.Böylece Doğu Yakası (Kaliforniya) ile Batı Yakası (New York) arasında bir ekol farkı ortaya çıkmış
oldu. Perls ise hep, “sıcak sandalye” adı verilen ve öğrencileri tarafından videoya kaydedilerek çoğaltılan gösterileri sadece
“anahtar özellikteki” kavramlara dikkat çekmek amacı kullandığını ve terapinin özünün elbette bundan ibaret olmadığını söyleyerek
kendisini savunmuştur.
Perls 1969’da Amerika’yı terk ederek Kanada,Vancouver’da bir enstitü kurdu.1970 senesinde ise Chicago’da öldü.
Polster çifti
Güney Kaliforniya’da bir enstitüde çalışan Miriam ve Erving Polster çifti Gestalt terapinin “temas” üzerine odaklanan bir
versiyonunu geliştirdiler.
Terapinin etkilendiği kaynakların gözden geçirilmesi
Geştalt Terapisi 1960’li ve 70’li yıllardan itibaren Almanya’dan başlayarak başta Geştalt psikolojisi olmak üzere psikanaliz ,
varoluşçuluk ve fenomenoloji konulu felsefe çalışmaları,Zen Budizm ve Tao öğretisi gibi uzak doğu kökenli mistik öğretiler, Holistik
görüş ,tiyatro çalışmaları gibi disiplin ve etkinliklerden esinlenerek şekillendirilmiş bir psikoterapi akımıdır.1970’lerde ve 80’li yılların
başında dünya çapında yayılan Gestalt terapisi enstitüleri pek çok terapist yetiştirdi.1980’lerden sonra ise psikolojide ibrenin
“kognitif (bilişsel) psikoloji” yönüne dönmesi ile Geştalt psikoterapisinin popülaritesinde azalma görüldü.
Holistik görüş:
(Jan Smuts Holism and evolution)Biirey çevreyle birlikte var oldukları kültürel ve fiziksel alan dahilinde değerlendirilmelidir.Alan bir
bütündür ve tüm parçaları birbiriyle ilişki içindedir. Birey yalıtık bir varlık olarak değil bütün içinde varlığıyla incelenmelidir.
Spekülasyon, yorum ve sınıflandırma yerine tanıma ve gözlem yapılmalıdır.(Sübjektif yerine kişinin dışarıdan kendisi ve çevresine
baktığı objektif görüş)
Fenomenoloji ve varoluşçuluk:
Genel geçer görüşlerin kuklası olmamak; yaşanılan şu anın, gereksinimlerinin ve sorumluluklarının farkına varmak ;içsel özgürlüğe
ve kendi değerler sistemine sahip olmak,dışardan aldıklarını yutmayıp, çiğneyerek özümsemek, beğenmediklerini kusmak,
seçimleriyle kendi özünü yarattığının farkına varmak…
Dünyayı kendi gözleriyle görmek,yaşanan ana odaklanmayı gerektiren “burada ve şimdi” anlayışını geliştirmek. Olması
gerekenlerden ibaret,geleneksel ve klişe görüşlerden uzaklaşarak, kişinin algı kapılarını ve yorumlarını sübjektif yaşantısı ve
gereksinimlerine açmak.Seçimler yaptığının,başına gelenlerin kurbanı değil, hazırlayıcısı ve sorumlusu olduğunun,hayata yaptığı
seçimler ile anlam katabileceğinin farkına varması dolayısıyla hayatı ve başkalarını suçlamaktan vaz geçmesi amaçlanır
Terapi ortamında fenomenolojik yaklaşım üç basamaktan oluşan bir prosedüre bağlı kalınmasını gerektirir.
1.Askıya alma:İlk adımda danışan ve terapist birbirleri hakkında önyargı taşımadan karşı karşıya gelmelidirler.
2.Tanımlama:Birbirleri ile konuşan terapist ve danışan “izah eden-yorumlayan-yargılayan” cümleler yerine olguları ve hissedilenleri
tanımlayan cümleler kurmaya özen gösterirler.
3.Ardışıklık:Algılar ve deneyimler hissedildikleri sıra ile dile getirilir.Örneğin danışan terapiste şöyle bir şey söyleyebilir:”konuşmanız
esnasında çenemde bir gerilme hissettim ve sonra gözlerimi sizden uzaklaştırmak arzusunu duydum.”
Varoluşçuluğun terapi ortamına getirdiği başlıca katkı; terapist ve danışanın kendilerini saklamaya gerek duymadan, oldukları
halleri ile Martin Buber’in ego merkezli “ben-o” ilişkisi yerine önerdiği “ben-sen” ilişkisi temelinde otantik bir ilişki kurmalarına
dayanır. Otto Rank’ın bir terapi modeli haline getirdiği “burada ve şimdi” çalışmaları yaşanan an üzerine odaklanılmasına ve
varoluşun yaşantılanmasına yardım eder.Diğer bir önemli terapötik faktör ise danışan ve terapist arasında gelişen diyaloğun
akışına bırakılması,ilişkiyi kontrol etme çabasının önlenmesi yolu ile spontanitenin sağlanması ve dinamik-yaratıcı bir ilişkinin
sürdürülmesidir.
Psikanaliz:
Perls ve Laura’nın psikanalitik kuramdan etkilendikleri bilinmektedir.Perls,”Ego,açlık ve agresyon” (1944) isimli eserinde “dişsel
veya oral agresyon” kavramı üzerinde durur.Bebeğin dişlerinin gelişimi besinleri parçalayıp çiğneyebilmesini sağlar.Böylece
besinler ,süt bebekliği döneminde sütün “olduğu gibi yutulmasından” farklı olarak tadına bakıldıktan sonra reddedilebilmekte
(kusulmakta) ve ya çiğnenip-parçalanarak “asimile” edilebilmektedir (özümsenmektedir) Perls burada besinlerin özümsenmesi ile
deneyimin-bilginin özümsenmesi arasında analoji kurar.Gestalt terapisinde danışanın bilgi ve deneyimlerinin tadına bakması
önce “oral saldırganlık “ile saldırması,ya kusarak reddetmesi veya çiğneyip parçaladıktan sonra yutarak özümsemesi
beklenir.O yüzden terapist fazla yorum yaparak ,bu yorumların “introjekte” edilmesini(yutulmasını)
istemez.Projeksiyon(yansıtma), retrofleksiyon (geriye döndürme) ve olduğu gibi içe alma(introjeksiyon) alışkanlıklarının
değiştirilmesi için danışan cesaretlendirilir.Bu savunma mekanizmaları kırıldıktan sonra “tamamlanmamış geştaltlar”
sağlanabilir ya da başka bir deyişle “bitmemiş işler” tamamlanabilir. Örneğin ifade edilememiş duygular retrofleksiyonlar
(geriye döndürmeler) kaldırıldığında artık ifade edilebilir.Yapılmak istenen ama geriye döndürülmüş-iptal edilmiş yaşam projeleri
hayata geçirilebilir. Amaç danışanın daha geniş bir bilişsel farkındalığa ulaşması , takılıp kaldığı blokaj noktalarından
kurtularak tüm potansiyelini kullanabilmesi ve yeni deneyimleri özüne katarak sağlıklı biçimde büyüyebilmesidir.Bütün bu
işlemlerin deneysel ve yaratıcı bir terapi ortamında gerçekleştiği ve psikanalizin klasik yorumlama tekniklerinin
kullanılmadığı hatırlanmalıdır.
Psikodrama:
Sosyal yaşamımızda ana-baba, çocuk, öğretmen ,patron , eş, arkadaş gibi çeşitli rolleri oynamak durumundayız
.Psikodramaya dayanan terapinin iddiası çeşitli rollerin kaçınılmaz olarak birbirleriyle çatışmasıyla sorunların ortaya çıktığı
görüşüne dayanır.Sosyal rolleri aşırı benimsemenin katılığının giderilmesi, tarafların neler duyup-düşündüğünü anlaşılmasının
sağlanabilmesi başlıca amaçtır.Psikodrama danışanın değişik rolleri oynayarak yeni duygu ve düşünceleri deneyimlemesi ve olayın
taraflarca nasıl yaşandığını anlaşılabilmesi için geliştirilmiş bir tedavi biçimidir. Rol oynamanın davranışları nasıl belli kalıplar
içersine hapsettiği ve spontaniteyi kaldırdığı gösterilir.Oynanan tek bir rolün terk edilmesi ile empati yeteneğinin gelişmesini sağlar.
Gestalt terapisi “deneysel “ bir terapidir. Psikodramanın etkisi özellikle terapistin sadece “konuşmak”-“planlamak” yerine doğrudan
“yapmak” “icra etmek” ile ilgilenmesi ile ortaya çıkar.Örneğin bir danışanın babası hakkında konuşmak yerine Geştalt terapisti
“baba” rolüne girmeyi ve hastadan onunla “babası ile konuşuyormuş gibi” konuşmasını tercih edebilir.
Geştalt terapisti “anlam ve içerikten” daha çok neyin “nasıl olduğu (süreç)” ve “biçimi” ile ilgilenir.Sözcükler yerine
eylemler-davranışlara daha çok önem verilir. Bedensel duruş ,konuşulanlar esnasında mimik ve jestlerdeki değişimler
terapi konusu olabilir.
Zen Budizm:
Zen görüşü,hırsların,takıntıların “ben” olmaktan,”benim” demekten kaynaklandığını ileri sürer.Ben kavramını kaldırmak,sadece
“şimdi ve burada”yı yaşamak, yorulunca uyumak, acıkınca yemek yemek, spontan hareket etmek, ününe,unvanına, eşyalarına,
başarıya,varılacak noktaya bağlı olmadan hayat sürmek yaratıcılığa ve kişiliğin gelişmesine yardım eder.
Beden terapisi:
Bu terapi ,Wilhelm Reich’in insanın duygusal anılarını ve bu anılarla ilgili savunmalarını taşımakla kalmayıp aynı zamanda bunları
kaslarında ve içrel organlarında taşımaya devam ettikleri şeklindeki gözlemine dayanmıştır.Reich savunmaların sonunda bir
“karakter zırhı” oluştuğunu ileri sürüyordu.Çözümlenemeyen bir travmatik yaşantı bedende fizyolojik bir enerji yükü olarak
taşınmaya devam ediyordu.Geştalt terapisi sertleşen kasların gevşetilmesi ile (geriye döndürme) bu enerjinin açığa çıkarılmasını
hedefler.
Perls’in eşi Laura, Esalen enstitüsünde “dans ve beden eğitimi” ile ilgili çalışmalar yapmıştır.
Geştalt terapisinde ilk adım "özün" keşfedilmesidir.Öz keşfedilmeli ve bastırılan yönleriyle benliğe katılmalıdır.Böylece
benliğin bütünleşmesi sağlanmış olacaktır.
Özün Keşfedilmesi
Kendi ve öz kavramlarını farklı kullanır Gestalt psikoterapi yaklaşımı.Kendi denilen ,bir yerde Ego’ya karşılık gelir.Öz ise farkında
olunmayan-bastırılan kısımları ile kendi’nin üstünde onu da kapsayan bir kavramdır.Gestalt terapisinin hedefi özün açığa
çıkartılması-büyüme ve bütünleşmedir.
Gestalt terapisinin varsayımlarından birisi “özün kısmen” görünürdeki “bütünlük-tutarlılık” yanılsamasını sağlamak için bastırılmış
olduğu yönündedir. Bastırma toplumsal yaşamın getirdiği bir zorunlulukta olsa özün bastırılan yönü kişinin toplumla karşıt düşme
pahasına büyüme-gelişmesini engeller.
Önce özün kendini zaman ve mekan içinde dolaysız algılaması,doğal eğilimleri-içinde barındırdığı zıtlıklar-kutuplaşmalar,çevresi ile
temasının doğası serimlenmelidir.Biyolojik yapısının gerektirdiği gibi yaşayıp yaşamadığı ,yani yiyip içmediği,cinselleşemediği bir
başka önemli sorundur.
Özün keşfedilmesi için konuşmak yetmez.Geştalt terapisi teorik zemini pratik uygulamalarla ete kemiğe büründürmek
ister.
Özü fark etmek üzere özün kendisiyle ve çevreyle temas kurması alıştırmaları:
1.Burada ve şimdi alıştırmaları:
Burada yapılması arzu edilen kişinin geçmiş ve gelecek ile dolu zihninin bu anı yaşayan özünü fark edebilmesidir.Burada
ve şimdi ekzersizlerinde yaşanılan ana odaklanılır.Mekan ve zaman sözcükler ile tanımlanır ve böyle bir farkındalığın yol açtığı
duygular eksprese edilmeye çalışılır.
“Şimdi ben ,soluk alıp veren bedenimle,burada sandalyede oturuyorum,sandalye odanın içinde ,oda da bu sokakta-şimdi öğleden
sonra,yirmi birinci yüzyılın bu belirli gününde-ben şimdi ve burada şunu yapıyorum”
Birkaç dakika boyunca, hemen şu anda neyin bilincinde olduğunuzu anlatan cümleler söylenir.Her bir cümle “şimdi” “şu anda” ya
da “burada ve şimdi” sözcükleri ile başlar.
Alıştırmayı takip ederek tepkiler alınır.Duygular-duyumsayamamalar ele alınır ve kişinin herhangi bir biçimde ve tamamen kendine
özgü biçimde tepki verdiği gerçeği ortaya konur.
Bu alıştırmayı ve bundan sonrakileri kendinizde uygulayarak deneyimlerinizi kaydedebilirsiniz.
2.Özün içindeki "karşıt -eğilimlerin" fark edilmesi:
Çocuklardan farklı olarak erişkinler belirli dirençlerle donatılmıştır. Çocuklardan bir şey yapmaları istenildiğinde bunlara kendi
coşkularından başka türlü bir direnç göstermeyecektir. Oysa erişkinler “neyin doğru-neyin yanlış” olduğuna ilişkin oldukça gelişmiş
bir anlayışa sahiptir. Bu anlayış bazı şeylerin doğru olduğunu öne sürerken kimi şeyleri yanlış olduğu rekçesi ile “öz”ün
alanının dışına iter(kusar) Terapötik alıştırmaların “dirençlerin”(rezistans) varlıklarını bulmaya-bize ait olduklarını idrak
etmeye dayanır.
Beyaz bir zeminin üstüne konulan beyaz bir cisim fark edilemez. Ancak renklerdeki ve tonlardaki farklılıklar cisimlerin zeminden
ayırt edilmesini sağlayabilir.Aynı şekilde bir bisikletçi de dengesini sağlamak için bisikletin düşmeye eğilimli olduğu yönün zıddına
ağırlığını vererek bisiklet sürmeyi başarabilir.Bu iki örnek benzeri verilebilecek pek çok örnek gibi farklılıkların (farklı güçlerin)
mevcut olması halinde bir varlığın-etkenin diğerinden ayrılabileceğini gösterir. Karşıtı olmadığında pek çok olay kendi
başlarına var olamaz.(diyalektik)
“Başlangıç ve son arasında orta”,”geçmiş ve gelecek arasında şimdiki zaman” , “arzulama ve tiksinme arasında umursamazlık” yer
alır.Bir aracın ileri ve geri vitesleri arasında boşta olduğu “rölanti” pozisyonu vardır.Eyleme geçme noktasında iki farklı gücün
etkisi altında “nötr” bir durumda bulunan araç bir tarafa verilen ağırlık ile hareket edecektir.
İnsan da içinde farklı güçler tarafından etkilenmektedir. Bu güçlerin bir kısmı kişiyi bir yöne diğer kısmı ise diğer yöne
sevketmektedir. Farklı güçler eğer birbirini dengelemişse kişi herhangi bir yöne hareket etmekte isteksiz olmaktadır.İnsanın
yönlerden birisine doğru hareket etmesi ancak karşıt güçlerden birisinin diğerine hafif bir üstünlük kazanması ile mümkün
olmaktadır.
Kişiliğimizin içinde böyle birbirine karşıt konumlanmış güçler bulunur.Yapmaya doğru meyil edilen şey ile onu engelleyen şey
arasında bir çatışma mevcuttur.Bir şeyi yapmaya engel olan güce “direnç-rezistans” denir.
Ancak yapılmak istenene karşı koyanı “dışsallaştırmamak” gerekmektedir bu noktada.Zira pek çok kez aldatıcı biçimde
yapılmak isteneni engelleyen şeyin dış bir güç olduğunu düşünürüz.Oysa dış güçler çoğu kez içselleştirilmişlerdir. Yani
Gestaltçı deyimle “yutulmuş-introjekte edilmişlerdir”
Kişiliğe özümsenecek (asimilasyon) denli işlenmemiş halde içe atılıp kişiliğe dahil sayılmışlardır. Bu durumun kaçınılmaz sonucu
özümsenip kişiliğe entegre olmayan “dış güçler-değerlerin içsel temsilleri” ile kişiliğin “özümsenmiş-kendine özgü”
yönleri arasındaki çatışma-uyumsuzluktur.O halde bu yabancı madde gibi duran değerler önce çiğnenmeli(tahrip edilmeli)
sonra bünyeye dahil edilmelidir(asimilayon-özümseme)
Öze dahil farklı güçleri ayırt etmek üzere bir alıştırma
“Bir takım gündelik durumları,nesne ya da etkinlikleri onlar sizin alışageldiğinizin tam karşıtlarıymışçasına ele alın.
Kendinizi,içinde bulunduğunuz durumun-her zamankilere taban tabana zıt eğilim ve isteklere sahip olduğunuz-karşıtı bir durumda
farz edin. Nesneleri,imgeleri ve düşünceleri sanki onların işlev ya da anlamları sizin algılamaya alıştığınızın karşı savlarıymışçasına
gözlemleyin. Ayrıca,onlarla bu şekilde yüz yüze gelerek,iyi ya da kötü, çekici ya da imkansız şeklindeki her zamanki
değerlendirmelerinizi askıda tutun. (fenomenolojik yöntem) Onların arasında-ya da ,daha iyisi,onların üzerinde-sıfır noktasında
,karşıtlığın her iki yanına da ilgi duyarak ama hiçbir yanı tutmadan durmakla yetinin.”
“Bu karşıtlık tersine çevirme alıştırmalarını sanki bir oyun oynuyormuşçasına yapın.İşlevleri tersine çevirin,bir sandalyenin
yemek yenmek ve masanın oturulmak için kullanıldığını düşünün.Teleskopla aya bakacağınıza aydaki adam teleskopla size
baksın.Devinimleri tersine çevirin.Bir dalgıç sudan çıkarak tramplene tırmansın.”
3.İlgi duyma-heyecanları tanıma ve konsantre olma:
Gestalt psikoterapisi konsantrasyon problemlerini kişiliğin birbirinden farklı yönlerde hareket eden güçlerine bağlar. İnsan kültürel
etki ile çocukluğundan itibaren kişiliğinin hoşlanılmayan yönlerini bastırmaya alışmıştır.Zorlanımlı konsantrasyon çabası
esnasında bastırılan yönün harekete geçmesi engellenmeye çalışılır. Bu ekstra harcanan çaba-enerji canlı bir ilgi ve
odaklanmanın oluşumuna engel olur.
Kişinin enerjisi üçe bölünmüş durumdadır.
1.Kişi bir kısım enerjisi ile konsantre olunan eyleme ilgi duymakta-yapmak istemektedir.
2.Diğer bir yan ise bu eylemle çatışmakta,dikkat çelici yönlere doğru kaçmak istemekte
3Üçüncü bir bölüm ise bu çatışmanın ortasında zorlanımlı bir eylem sürdürmeye çalışmaktadır.
Oysa gerçek konsantrasyon zorlanımlı bir çaba ile değil, çekim-ilgi-büyülenme ve kendini verme ile tanımlanır.
Gestalt psikologlarının ortaya koyduğu önemli kavrayışlardan birisi algının figür/zemin diyalektik ilişkisi üzerinden
gerçekleştiğidir.Dikkat zengin uyaran selinin (zemin) içinden “ilgi çeken-gereksinimlere uyan” birisi-birileri üzerine (figür)
odaklanır.Ancak durağan biçimde bu noktada kalmayabilir ve zemin içinde dikkat çeken bir başka uyaran figür konumuna
yükselirken eskisi zeminde doğru çekilebilir.
Gestalt psikolojisi “anlamlandırma –anlamın tamamlanması” üzerinde özel bir vurgu yapar.Uygun bir “figür/zemin ilişkisi”
kurulması halinde algılanan şey anlamlandırılabilecektir.
Zorlanımlı konsantrasyon esnasında figüre yöneltilen ilgi yeni bir ilginin (figürün) içeri girmesine izin vermeyecek şekilde fazlaca
sabit tutulabilir.
Diğer yandan eğer art alan-zemin oluşumuna izin vermeyen durumlarda kaotik bir algılama hali ortaya çıkar. Burada pek çok figür
öne çıkmakta ve algının “anlamlandırılması-gestalt’a ulaşılması” mümkün olmamaktadır.Böylesi kaotik hallerin ortaya çıkmaması
diğer yandan figürün zemin içerisinde serbestçe dolaşabilmesinin yolu gestalt psikologlarına göre içinde dolaşılan bağlamı
kaybetmeden zorlanımlı dikkati gevşetebilmektir.
Can sıkıntısı dikkatin ölçünmeli (zorlanımlı) olarak bir şeye yöneltilmesi ve bu esnada daha ilgi çekecek olan şeylerden
uzak kalınmaya çalışılması esnasında ortaya çıkar. Bu durumun doğal sonucu “yorgunluktur”. Zira yorgunluk genellikle enerjinin
tükenmesinde çok önce “ilgi eksikliğinin” bir sonucu olarak ortaya çıkar.Reseptör denilen organizma üzerindeki uyarı alıcılar ile
yapılan çalışmalar uyaranın sabit şekilde uzun süreli tatbiki halinde reseptörlerin verdiği cevapta azalma görüldüğünü ortaya
koymuştur.Bu algılanan görüntü-ses gibi modalitelerdeki uyarıcı figürün canlılığını yitirmesi ve zemine karışması demektir.Tam
olarak hipnotik deneyime uyan bu duruma karşı gestalt psikoterapisi figürün heyecanlara uygunluğu ölçüsünde
seçilmesini önermektedir.
Bu heyecanların zemin içinde hangi uyaranlara yöneleceğinin tanınabilmesi kişinin bu konuda artan duyarlılığına bağlıdır.
Bu duyarlılığı geliştirmek üzere önerilen ekzersizlerden birisinde şöyle denmektedir.
“Dikkatinizi bir nesneden,o nesnedeki-ve coşkularınızdaki-figürle zemini göz önünde tutarak bir başkasına kaydırın.Her defasında
coşkularınızı “bundan hoşlanıyorum” ya da “bundan hoşlanmıyorum” diyerek sözlerle ifade edin.Ayrıca,bir nesnein parçalarını ayırt
edin:”Bu nesnein hoşlandığım yanı budur,ama şu yanında hoşlanmıyorum” Son olarak,bu kadarını yapmak size doğal gelmeye
başladığında,coşkularınız da şöyle ayırt edin: “şundan iğreniyorum” ya da “bundan nefret ediyorum” vb.Bu alıştırma esnasında
karşılaşabileceğiniz dirençler utangaçlık,sıkılganlık,aşırı sert,kibirli kaba olma duygusu ya da ola ki dikkatinizi vermek yerine dikkati
çekme isteğidir.Şayet temasta olduğunuz kişi açısından bu dirençler dayanılmayacak ve alıştırmayı yarıda bırakacak kadar
güçlüyse bir süre sadece hayvanlarla ya da cansız nesnelerle çalışın.
4.Farklılıkların algılanması ve birleştirilmesi
Çevreyle iyi bir temas gerçekleştirildiğinde figür zeminden iyice ayrılmış ve figürün ayrıntıları iyice netleşmiştir.Ayrıntıları keşfetmek
ve bütün içerisindeki birliklerini görmek figürü netleştirir ,teması kuvvetlendirir ve çoskusal bir esrime sağlar.Bu keskinliği
sağlayabilmek için gestalt psikoterapisinde önerilen bir alıştırma üzerine odaklanılan bir nesnenin ayrıntılarına serbest bir ilgi
yöneltmektir.
“Bu alıştırmayı,beğendiğiniz bir tablo üzerinde yaptığınızı varsayalım.Resimdeki çizgileri ve fırça darbelerini,resmedilen nesnelerden
ve renklerinden ayrı olarak görmeye çalışın;başlıca figürlerin ana hatlarını izleyin ve oluşturdukları örüntüleri gözlemleyin.Başlıca
nesnelerin ana hatları arasındaki boş alanların meydana getirdiği örüntüyü inceleyin.Herhangi bir rengin ayrı ayrı oluşturduğu
örüntüyü görün-mavi,sarı kırmızı alanları soyutlayın.Şayet resim üç boyutluluk izlenimi veriyorsa,uzaklaşan düzlemleri-ön planda
orta-planda ,arka-planda –izleyin.Resimdeki nesnelerin görüntülerinin fırça darbelerinin dokusuyla nasıl belirlenmiş olduğuna dikkat
edin.En sonunda da,resmedilen öyküye ya da sahneye bakın,zira insanların çoğu bir resmin bu öğelerine bakmakla başlarlar ve
orada donup kalırlar.Şayet bu önerdiklerimizi yaparsanız ve zaten o tabloyu daha başlangıçtan beri beğenmekte iseniz,onun
ansızın size doğru yepyeni bir güzellik ve büyüleyicilikle akmaya başladığına tanık olacaksınız.Resmin bölümleri arasında her
türden yepyeni ilişkiler birden “önlenemez” ve “pek isabetli” olarak beliriverecektir.Sanatçının yapıcı sevinçlilik esrimesine bir ölçüde
siz de katılmaya başlayacaksınız. ”
Gestalt psikoterapisinde önemli noktalardan birisi algılanan nesnede bütünün parçaları ile olan ilişkisi ve öznenin bu
ilişkide oynadığı rolün önemidir.Eğer bütün önce parçalara ayrılmaz olduğu gibi alınmak istenirse gerçek anlamda kişiye
ait olamaz.
Dolayısıyla özümsenmek istenen (asimilasyon) nesne önce parçalarına ayrılmalıdır(de-structured).Bu yıkıcı-saldırgan bir süreç gibi
görünür ve kültürel bakımdan saldırganlığa biçilen olumsuz değer açısından bakıldığında kabul edilmesi güçtür.
Ancak insan organizması düşünüldüğünde dışarıdan alınan hiçbir katı gıda maddesi çiğnenmeden-parçalanmadan bünyeye
katılamamaktadır. Ancak sıvı maddeler bünyeye bu şekilde katılabilirler.Gestalt psikoterapisi bu gerçekten hareketle aynı şeyin
duyumlar ve anlamlar açısından da geçerli olduğunu düşünür.Bir olgu ya da nesne önce çiğnenmeli-parçalarına ayrılmalı sonra
öze katılmalıdır.Sıvı maddelere benzer şekilde çiğnenmeden “yutulan” bilgi ve deneyimlerin kişiye ait olmayacağı-kişi
içerisinde yabancı madde gibi kalacağı öngörülür.
Yaşantısal Geştalt
1.Tamamlanmamış işlerin tamamlanması:
Kişinin geçmişinde dağınık ve eksik parçaları anlamlı bütünler haline getirme eğilimini tanımlar.. Örnek olarak kızgınlık ve kavga ile
biten yada vedalaşamadan gerçekleşen ayrılıkların yarattığı tamamlanmamışlık duygusu verilebilir. Bir dönemin bitip yeni bir
dönemin başladığı durumların kabullenilmesi geçmişte bitmemiş görünen işlerin tamamlanmasına,duygusal hesaplaşmanın
yapılmasına bağlıdır.
Bu gibi durumlarda kişi kendi bünyesinde kabul etmekte zorlandığı,bastırarak uzaklaşmaya çalıştığı duygularıyla karşılaşır.
Kırgınlığıyla, yerine gelmeyen beklentileriyle,kendi talepkârlığıyla yüzleşir, Çoğunlukla kırgınlığın yarattığı bir etkiyle sorunlu ilişki ve
kişi değersizleştirilip ,kişinin önemli hayat olayları listesinin dışına itilmiş ya da hala liste içinde kalmayı başarmışsa listenin alt
sıralarına yerleştirilmiştir.
Artık yapılacak bir şey kalmamasının getirdiği ilişkideki noktalanmışlık duygusu samimi bir yaklaşımın ortaya konabilmesini sağlar.
O zamana dek devam eden beklenti ve gereksinmelerin arkasına gizlenmiş olduğu hayal kırıklığı ve öfke duygularının da
yansıtılmasına artık lüzum kalmamıştır. Artık kişi ayrıldığı insanı kendisi için önemli ve değerli bir figür olarak hatalarıyla,
sevaplarıyla değerli anılar galerisine dahil edebilir. Bağışlamanın ardından tamamlanmış işe dair enerji yüklenmesi serbest kalır ve
daha faydalı işler için kullanılmaya başlanır. Çoğu insan için anne babasıyla ve kardeşleriyle olan ilişkilerinde tamamlanmamış
işler,duygusal alacaklar ve borçlar bulunur. Yine boşanılan eski bir eş ya da ayrılmış bulunulan eski bir sevgili,tamamlanamayan bir
okul, devam ettirilemeyen bir iş,zamanında terk edilen topraklar insanın içindeki tamamlanmamışlık duygusuyla ilişkili olabilir.
Sorular:
1.Hiç sizi etkileyen ayrılık veya ölüm gibi olaylar yaşadınız mı?Buna karşı tepkiniz ne oldu?Şu an bunların etkisinden tam olarak
kurtulmuş hissediyormusunuz?İmkan olsa ayrıldığınız kişiye bu gün neler söylemek isterdiniz?
2.İsteyip de hiç başlayamadığınız ya da başlayıp da bitiremediğiniz işleriniz oldu mu?Neden bitiremediniz?Pişmanlık duyuyor
musunuz?Mümkün olsa yeniden başlamak ister miydiniz?Mümkün değilse nedeni nedir?
Download