AİHM: "Kıyıdaki Tapulu Araziler Ancak Bedeli Ödenerek Kamuya Maledilebilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Seferihisar (İZMİR) de; kıyıdaki 75 m2'lik bir parsel için aldığı kararıyla Anayasamızın 38. maddesi ve Kıyı Kanunununa mülkiyet açısından yeni bir yorum getirdi. Ülkemizde yıllardır Anayasamız ve Kıyı Kanunu çerçevesinde; kıyı kenar çizgisinin deniz tarafındaki alanların mahkeme kanalıyla tapudan düşürülmesi işlemleri devam etmekteydi. Asliye Hukuk Mahkemelerince görülen bu tapu iptal davaları Yargıtay’ca da onaylanmakta ve bu durumdaki parseller tapu kayıtlarından düşülmekteydi. Bu vakalardan biri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitti. İzmir Seferihisar’da 2000 yılında, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan araziler hazine tarafından taranarak; söz konusu parsel için tapu iptal davası açılmış ve mahkemece tapudan düşürülmesine karar verilmiş; bu kararı Yargıtay da onaylamıştır. Bunun üzerine parsel sahiplerince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘nde açılan davada mahkeme TC devletinin tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, kararını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 41. maddesine dayandırmaktadır. Bu madde, "Hakkaniyete uygun tatmin" başlığını taşımaktadır. Bu karar, kıyılarımız hakkında Anayasa ve Kıyı Kanunu hükümlerinde bir sonuç doğurmamaktadır. Kıyıda özel mülkiyet yine olmayacaktır. Kıyılar kamu yararına kullanılabilecek ve herkesin kullanımına açık olacaktır. Ancak devlet artık bu alanları kamulaştırmak zorunda kalacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu kararının doğal sunucu olarak; hazinece açılmış bu tür davaların hepsi düşecektir. Daha doğrusu Adalet Bakanlığı veya Yargıtay’ın girişimi sonucu mahkemelere bu kararın bir şekilde bildirilmesi veya duyurulması gerekecektir. Ya da bizim sistemimizde hep olduğu gibi mağdur olan tarafın mahkemeye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu kararını ibraz etmesi gerekecektir. Belki de Yargıtay bu konuda bir içtihat kararı alır. Bu kararın ikinci önemli sonucu; Türkiye’nin; artık, kıyıdaki arazilerin kamuya maledilebilmesi için; tapu sahibine bir bedel ödemek zorunda olduğudur. Bu bedel için de ülkemizde tek yasal çerçeve Kamulaştırma Kanunu’dur. Yani devletimiz; artık bizler kıyıdan serbestçe faydalanalım diye bir bedel ödeyecektir. Bedelsiz tapu iptallerine devam eden devletimiz bu işlemi devam ettiremeyecektir. Ancak kamulaştırmayı yapacak mıdır? 2008 bütçesine bu konuda ödenek konursa bunu anlayabileceğiz. Bunu zaman gösterecek. AİHM’nin bu kararı aynı durumdaki mülkiyetler için bir içtihat oluşturmaktadır. Bu karar, idare ve mahkemelerimizce de uyulması zorunlu bir emsal karar niteliğindedir. 1952 yılında yürürlüğe giren ve ülkemizce 1954 yılında imzalanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” (AİHM sayfasındaki metin) ile ülkemiz bu kukuki sistemin içine girmiştir. AB üyesi olmasak bile bu kapsamda Avrupalıyız. Binlerce parsel için önümüzdeki yıllarda belki de çok sayıda dava açılacaktır. Ancak; bugüne kadar bir bedel ödenmeden tapudan düşürülen parsellerin ne olacağı konusunu devlet yönetimi, hukukçularımız ve mahkemeler çözecektir. Bugüne kadar, kıyıdaki alanların tapu iptal davaları nedeniyle “kıyı yönetim” sistemimizde de önemli boşluklar doğmaktaydı. Bayındırlık ve İskan Müdürlüklerince teknik olarak tespit edilerek İl İdare Kurulu Kararıyla ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı onayıyla kesinleşen Kıyı Kenar çizgisinin envanteri de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetki ve sorumluluğundadır. Ancak; ülkemiz hukuku ve idari yapısının azizliği sonucu artık kıyılarımızda ikili bir hukuk sistemi oluşmuştur. Kıyı Kanunu kapsamında Kıyı Kenar Çizgisine ilişkin davalar idare mahkemelerinde görülürken; mülkiyetle ilgili davalar hukuk sistemimiz nedeniyle Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmektedir. Mahkeme kıyı kenar çizgisini değiştirebilmektedir. Bu kararlar Bayındırlık ve İskan Bakanlığına bildirilmemektedir. Yani ülkemizde kanun koyucunun tasarladığı bir tek kıyı kenar çizgisi olması gerekirken; bugün pek çok yerde iki tür kıyı kenar çizgisi bulunmaktadır: 1. Kıyı Kanunu kapsamındaki KKÇ, 2. Mülkiyet hukuku kapsamındaki KKÇ. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ne yazık ki bu iki tür KKÇ’nin kaydını tutamamaktadır. Sadece bakanlıkça onaylanan sınırların envanteri tutulabilmektedir. Doğal olarak imar ve yapılaşma açısından Bakanlık kayıtları esas alınmaktadır. Bu kararla, kıyılarımızın statüsünde ve kullanımında, teorik olarak bir değişiklik olmamaktadır. Önümüzeki günlerde bu konuda açılmış tapu iptal davaları düşecektir. Artık Türkiye kıyıdaki bu parseller için bir kamulaştırma bedeli ödemek durumundadır. Sorun kaynak ayırmaya dayanmaktadır.