1944`den günümüze çıkmaz sokak ımf

advertisement
TMH
1944’DEN GÜNÜMÜZE ÇIKMAZ
SOKAK IMF
Kudret ULUSOY (*)
Uluslararası borç tutsaklığının sonucu iktidardan
düşürülen (Mart 1970) Kamboçya Devlet Başkanı
Sihanouk Pekin’deki sürgünde şöyle yakınıyordu:(1)
“ABD daha doğrusu IMF yardımını kabul ederek bünyemize ulusun kan dolaşımını zehirleyen bir virüs
kabul etmiş oluyorduk... Yardımların neden olduğu
rahatsızlık sinsi sinsi ilerleyen bir felce benziyordu.
Belirtileri ortaya çıktığında bir şeyler yapmak için çok
geç kalınmıştı. Zehir işlevini yerine getirmeyi ben yardımı tümüyle kestikten sonra da sürdürdü. Ülkemiz
üst düzey yöneticileri arasında bulunan dolar tutkunları, dolarların yeniden akışını sağlamak için ihanet
etmeye ve belki de benim aldığım önlemleri engellemeye hazırdılar.” Söz konusu yardımlardan sağ-
ladıkları karlarla zenginleşen Kamboçyalı yardım
parazitleri sınıfı, Sihanouk’un bağımsızlık ve yansızlık politikasına karşı en önemli iç tehdidi oluşturuyorlardı.
IMF ile ilişki içerisinde bulunan ülkelerde seçimlere
katılan politikacıların hemen hemen tamamına yakını,
seçim kampanyalarını IMF karşıtı görüşler üzerine
yürütmelerine karşılık, seçimi kazandıktan sonra
IMF’siz yaşamanın IMF ile yaşamak kadar imkansız
olduğunu anlamışlar, seçimlerdeki sözlerini unutmuşlar ve IMF ile anlaşma yoluna gitmişlerdir.
IMF’siz bir yaşam ancak; hükümet, kamu ve özel
sektör, basın ve diğer medya kuruluşları, sivil toplum
örgütleri ve halkın tamamının katılımıyla yapılacak
zor ve uzun bir mücadele sonunda, gerekirse risklerin tüm kesimlerce adaletli ve dengeli bir şekilde
paylaşılmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü IMF, günümüz dünyasının en güçlü hükümetler üstü hükümetidir. Denetlediği kaynaklar ve kendisinden borç
alan ülkelerin iç işlerini etkileyebilme gücü, IMF’ye
Birleşmiş Milletlerin bile hiçbir zaman erişemeyeceği
kadar büyük bir güç sağlamaktadır.
IMF ve ikizi Dünya Bankasının kuruluşu 1944 yılında
New Hempshire dağlarında Bretten Woods’da yapılan bir konferansta kararlaştırılmıştır. ABD’nin savaş
(*) Ulusal Kaynakları İzleme ve Koruma Girişimi
Koordinatörü
(1) Borç Tuzağı IMF ve Üçüncü Dünya - Cheryl Payer
56
sonrasının en güçlü ve zengin ülke olması, IMF’nin
kuruluşunda bu ülkenin belirleyici rol oynamasını
sağlamıştır. IMF’nin kuruluşunun asıl amacı; ikinci
dünya savaşında yakılıp yıkılan batı ülkelerinin kısa
dönemde finansmanını sağlamaktı. Zira; bu konferansta az gelişmiş ve gelişmekte olan yani 3. dünya
ülkelerinden hiç söz edilmemişti. Çünkü o tarihlerde 3. dünya ülkelerinin çoğu zaten sömürgeydi.
Konferansta Avrupa ülkelerinin görüşünü İngiliz
İktisatçı J. M. Keynes savunmuştu.(1)
2. Dünya Savaşına neden olan 1930 bunalımı
sonucu, uluslararası ticaretin çöküşünü engellemek
isteyen ülkeler paralarının değerini düşürdüler. Her
ülke dış satım ürünlerinin fiyatını indirdi. Özellikle
fakir ülkeler dış alımlarına kısıtlamalar getirdiler. Bu
durumdan en çok ABD ve İngiltere rahatsız oldu.
Nazi Almanyasının, döviz ve dış alım kısıtlamaları,
dış satımlarını ikili anlaşmalar ile yapmaları sürtüşmeler çıkarmış, 2. Dünya savaşına neden olmuştu.
Bu savaşta Almanyanın imparatorluk rüyaları ile
İngiltere’nin uluslararası ticaretteki üstünlükleri sona
erdi. Dış ticaretin özgür bir ortamda gelişmesini
sağlamak için ülkelerin sabit döviz kur sistemi ile
iç ekonomik politikaların yönetimindeki özgürlükleri
bağdaştıracak yeni bir sistem kurulması için toplanan konferansta, çalışmaların IMF aracılığı ile
yürütülmesi kararlaştırılmıştı. Fon sözleşmesinin 8.
maddesinde:
• Fona üye ülkelerin hiç birisi fonun onayı olmadan
dış ödeme ve transferlerin yapılmasını kısıtlayamaz.
• Farklı döviz kuru uygulayamaz.
• Her ülke kendi parası için altınla ölçülebilen bir
döviz kuru belirleyecek.
• Üye ülkeler belirlenecek bu kurun %10 altında ya
da üstünde ayarlama (devalüasyondaki rekabeti
önlemek) yapabilecek.
• Bunun üzerindeki değişiklikler kesinlikle fonun
onayı ile olacaktı.
IMF, uygulamada güçlü ve zengin ülkelerin döviz
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
TMH
kurlarını desteklemek amacıyla büyük yardımlar
yapmış, ancak bunların döviz kurlarının belirlenmesine ve ticaret politikalarının tespitine müdahale edememiştir.
Söz konusu konferans, bu dev ülkelerin anlaşmazlıklarının tartışıldığı bir forum olarak kalmış, daha sonra
ise, IMF yoksul ülkeleri istediği şekilde yönlendirmiştir.
IMF, liberalizm felsefesine uygun olarak ekonomide
devlet denetimine karşı bir ideoloji geliştirdi. Bu,
aynı zamanda ABD’nin görüşlerini yansıtıyordu. IMF,
fiyat desteği, karne sistemi, yerli endüstrileri gümrük
vergileriyle koruma gibi devlet müdahalelerini “çarpıtma” olarak nitelendiriyordu. Yoksul ülkelerdeki
bu uygulamaları “çarpıtma” olarak değerlendiren
IMF, zengin ülkelerdeki benzer uygulamaları aynı
şekilde değerlendirmediği gibi bu politikalar hakkında da hiçbir şey yapamıyordu.
IMF, komünist Yugoslavya’yı batının ticaret ve yatırımlarına açan yapısal dönüşümleri gerçekleştirdiği
gibi, komünizm karşıtı faşist diktatörlükleri de kendi
bilgi ve prestijlerinden yararlandırmıştır. IMF, kuruluşundan bu yana, uluslararası teknik bir kuruluş
görüntüsü altında, yoksul ülkelerin emperyalizmin
mali disiplini altına sokulmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Bir ülkenin bağımsız kalkınma çabalarının
geleceğini, o ülkelerin IMF ile ilişkileri belirlemiştir.
IMF’nin müdahalelerine neden olan ya da ülkeleri; IMF’yi davete mecbur bırakan ödemeler dengesi bunalımına gelince:
Bilindiği üzere, döviz sunusu (arzı), bir ülkenin dışsatım gelirleri, ülkeye verilen borçlar, yapılan bağışlar
ve yabancı yatırımlardan oluşmaktadır. Döviz istemi
(talebi) de, dış alım giderleri, diğer ülkelere verilen
borçlar, yurtdışında yapılan yatırımlardan oluşmaktadır.
Bir ulusun toplam dış harcamalarının; bu ulusun
dış satım kazançlarının, dışardan aldığı borçların, geçmiş tasarruflarının ve bu ulusa hibe olarak
verilen yardımların toplamına eşit olması zorunludur.
Döviz sunusu ile döviz istemi, belli bir döviz kurunda
dengede değildir. Hükümetler döviz kurlarını merkez
bankaları aracılığı ile kendi paralarını döviz karşılığı
alarak ya da satarak korur.
Bir ülkenin döviz istemi (talebi) ile, döviz sunusu
(arzı) arasındaki dengenin bozulması yani ödemeler dengesinin bozulması, dış ödemeler dengesi
açıkları oluşturur ve bu açıkların kapatılması için de
döviz rezervleri kullanılır. Bu açıkları kapatmak için
hükümetler döviz rezervlerini kullanır. Döviz rezervlerinin bitmesi ödemeler dengesi bunalımına yol açar.
Öte yandan “ödemeler dengesi açığı” ile “ödeme-
ler dengesi bunalımı” aynı şeyler değildir. Ödemeler
dengesi bunalımı genellikle, döviz bütçesinde
zorunlu ödemelerin yapılması için ayrılan paraların
bütçenin diğer kalemlerinde ön görülen harcamaları
kabul edemeyecek düzeylere indirmeleri nedeniyle
ortaya çıkar. Bir ülkenin açıklarını, rezervlerini kullanarak kapatabildiği sürece ödemeler dengesinde
bunalım söz konusu değildir. Dış alımlarını 6 ay
süreyle karşılayabilecek rezervi bulunan bir ülkenin
dış gelirlerinde olası düşüşleri karşılayacak güvencesi vardır. Bir ya da iki aylık dış alımları karşılayacak
rezervi olan ülkeler tehlikede demektir. Rezervleri
birkaç haftalık dış alımları karşılayabilecek ülkeler
bunalıma girmek üzeredir. IMF, dış ödeme güçlükleriyle karşılaşan ülkelere borç vererek bu ülkelerin
mevsimlik dış ödemeler dengesindeki dalgalanmaları kolay atlatmalarını sağlar.
Dış ödemeler açığının kapatılması amacıyla Fondan
alınan borçların üç beş yıl içinde yeniden ödenmesi
gerekmektedir. Bir ülkenin borçluluğu arttıkça koşullar da ağırlaşır. Fondan borç alan ülke, aslında kotası
kadar borçlanmakta, yani fondaki kotası kadar dövizi
kendi parası ile alarak bir yerde çekme hakkını kullanmaktadır. 3. dünya ülkeleri, temel ve gerçek ihtiyaçlar yerine, genellikle lüks tüketim malları dış alımı
yaptıklarından, döviz rezervleri tükenmekte ve bu
nedenle de sık sık ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. IMF’nin “ödemeler
dengesi krizleri”nin çözümü amacıyla öne sürdüğü
değişmez reçete ise devalüasyon, deflasyonist para
ve maliye politikalarından oluşur. IMF, reçetelerini
uygulayan ülkelere yeni ve cömert krediler vererek,
eski borçları erteleyerek onları ödüllendirir.
3. dünya ülkelerinde, savaştan sonra döviz rezervlerinin tükenmesi ve ihraç malları hammadde fiyatlarının düşmesi üzerine, dış ödemeler dengesinde
önemli açıklar meydana gelmeye başladı. Bunun
üzerine ülkeler, dış alımlarını kısıtladılar. Uluslararası
ticaretin engellenmesine neden olan bu kısıtlamaların kaldırılması için, ödemeler dengesi açıkları, IMF
tarafından bir araç olarak kullanıldı.
Öte yandan, IMF, politikalarını destekleyecek kadar
döviz rezervine sahip olduğundan, bu rezervi, dış
ticaretin çok uluslu gelişmesinin sağlanması ve dış
ödemeler dengesine ilişkin sorunların ikili ve ulusal
önlemlerle çözümlenmesini önlemek amacıyla kullanmıştır.
Bir ülkenin iflası yani borçlarını ödememesi hali,
olağan ticaretin sürdürülmesi, yaşamsal önem taşıyan kredilerin kesilmesi, ticari boykota uğranılması
gibi ağır sonuçlar doğuracaktır. Kambiyo denetimlerinin neden olduğu yolsuzluklar döviz kurunun
serbest bırakılmasıyla ortadan kalkabilir. Kambiyo
denetimlerinin kaldırılması, hükümetlerin yurtdışından nelerin alınması ya da alınmaması gerektiği
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
57
TMH
konusunda tüm karar yetkilerinden vazgeçme anlamına gelmektedir. Ülke iflasları ile birlikte denetimlerin kaldırılması, suç olarak görülen fiilleri
yasallaştırmaktadır.
IMF, ilişki içerisinde bulunduğu ülkelerde çalışmaları stand-by anlaşmaları çerçevesinde yürütmüştür. IMF’nin stand-by anlaşmaları tekniği, 1950’lerde
Güney Amerika ülkelerine verilen borçlar çerçevesinde geliştirilmiştir. Buna göre fondan kredi alan bir
ülkenin belirli bir süre içinde yerine getirmesi gereken mali ve ekonomik koşullar “stand-by” anlaşmaları ile belirlenmekteydi. IMF ile yapılan stand-by
anlaşmasının koşullarını ilgili ülkenin en üst düzey
mali yetkilileri ile ülkeye gelen bir grup IMF yetkilisi
müzakere eder. Bu görüşmeler genellikle çok
çetin ve güç geçer. IMF’yi temsil eden görüşmeciler Washington’dan ayrılmadan önce söz konusu
ülkeyle ilgilenen tüm IMF yetkilileri ile ve bu
arada ABD’yi temsil eden yönetici ile görüşürler.
Bu görüşmeciler tam yetkilidirler. Verdikleri kararlar
Washington’da hemen hemen hiç değiştirilmez.
Görüşmeler tamamlandığında ilgili ülke yetkilileri
IMF’den borç alabilmek için yerine getirecekleri
koşulları içeren bir niyet mektubu yazarlar. Niyet
mektubunda; genellikle döviz kuru uygulamaları, dış
alım kısıtlamaları, bütçe açığının denetimi, banka
kredilerinin kısıtlanması ve yabancı sermayeler ile
ilgili konular ve nicel hedefler belirlenir. Niyet mektubunda yer alan koşulları yerine getirmeyen ülkelerin
kredileri askıya alınır. Kesinlikle ödenmez. Bu koşullar küçük değişikliler dışında tüm ülkeler için aynıdır.
• Döviz ve dışalım denetimlerinin kaldırılması ya da
gevşetilmesi.
• Döviz kurunun devalüasyonu
• Enflasyonunun önlenmesi için banka kredilerinin
kısıtlanması
• Faiz hadlerinin ve bankaların rezervlerinin yükseltilmesi
• Devlet harcamalarının kısılması
• Vergilerin ve kamu ürünlerinin fiyatının yükseltilmesi
• Sübvansiyonların kaldırılması
• Bütçe açıklarının kapatılması
• Fiyat denetimlerinin kaldırılması
• Yabancı sermayeye uygun koşulların sağlanması
gibi tedbirlerdir.
Fon 1950 yıllarında Yugoslavya’nın katlı kur uygulamasına geçmesini alkışlarken, aynı yıl Brezilya ve
Endonezya’nın katlı kura geçmesini kınamıştır. Daha
sonra dalgalı kuru savunmuştur.
IMF, sokaktaki insanın refah seviyesinin düşmesine
58
kayıtsız kalmakla yetinmez, parayı yurttaşların elinden alarak devlete aktaran vergi artışlarını olumlu
ve zorunlu görür. IMF kendi düşünceleri ile enflasyona karşı duyulan düşmanlığı özdeşleştirir. Ancak
bu düşünce enflasyonun dış kaynaklı yatırımlara
zarar vermesinden kaynaklanır. Çünkü, istikrarlı ülkelerde kolaylıkla saptanan maliyet ve gelirler, enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde saptanamaz. Bu
belirsizlikten de büyük yatırımcılar zarar görür. Fon,
ödemeler dengesi açıklarının özel yabancı sermaye
akımları ile kapatılmasını savunurken (fon sermaye
ihraç eden ülkelerce denetlenmekte), yabancı yatırımcıların önündeki engellerin ve kar transferi önündeki engellerin kaldırılmasını istemekte; aslında
yabancı kaynaklı yatırımların kar transferinin artması
ödemeler dengesi açıklarını artırmaktadır. Bu, fonun
iki yüzlü politikasıdır. Çünkü fon, bir taraftan ödemeler dengesindeki açıkların yabancı sermaye ile
kapatılmasını istemekte, diğer taraftan yabancı sermayenin dışarıya kar transferinin önündeki yasakların kaldırılmasını istemektedir.
Dış ticaret ve döviz kısıtlamalarının kaldırılması
Fonun istikrar programının temelidir.
IMF’ye göre enflasyon bir ülkedeki para hacmi ile
mal ve hizmetlerin alım satımındaki dengesizlikten
kaynaklanır. Enflasyonu önlemek için para hacminin büyümesi kısıtlanmalı yani bütçe açığı kapatılmalı ve banka artışı önlenmelidir. IMF’nin istikrar
önlemleri, yabancı sermayeye ve yabancı satıcılara
zarar verecek önlemler alınmasını engellemektedir.
Fon ödemeler dengesi açıklarının yabancı sermaye
ile kapatılmasını önermekte ise de tam tersi olmaktadır. Çünkü; yabancı sermayenin kar transferi ödemeler dengesi açıklarını artırmaktadır. IMF dış yardımı
savunur. Dış yardımlar borç alan ülkeyi IMF’nin istikrar programını uygulamaya teşvik ettiği gibi programın başarısı da bu dış yardıma bağlanır.
IMF yetkilileri kendilerini doğru döviz kuru ve uygun
para arzını bir takım karışık formüllerle saptamaya
yetkili yüksek düzeyde eğitimli uzmanlar olarak
görürler. En doğruyu kendilerinin yaptığına inanırlar.
Yaptıkları işin politik yönünü yadsırlar, inkar ederler.
Yaptıkları işin başka türlü yapılamayacağına inanırlar. Kamu oyunda tartışmazlar. Diğer taraftan,
Batı ülkelerinde ekonomi eğitimi gören ve uluslararası ekonomi kuruluşlarında görev alan teknokratlar ülkelerine döndüklerinde aralarında özel bir grup
oluştururlar. Bunlar Batının liberal kalkınma ideolojisini benimsemiş kimselerdir. IMF’nin teşhislerini
ve çözüm önerilerini destekleme eğilimindedirler.
Ayrıca IMF, ilgili ülkelerin Merkez Bankası ve Maliye
Bakanlığı görevlilerini eğitmek üzere kurduğu enstitüde eğittiği görevlileri dünyanın dört bir tarafına
göndererek fonun ilkelerini savunan bir ağ oluşturmuştur. IMF güçlü ve zengin ülkelere döviz kurlarını
desteklemek amacıyla büyük yardımlar sağlamakta
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
TMH
iken, bu ülkelerin döviz kurlarının ve ticaret politikalarının saptanmasında belirleyici rol oynamamakta,
buna karşılık IMF’nin gücü ve sözü yalnız yoksul ve
zayıf ülkelere geçmektedir. Çünkü; Fonun denetleyemediği tam tersi fonu denetleyen ABD, Japonya ve
belli başlı Avrupa ülkeleri, kendilerinden dolayısıyla
fondan kredi almak zorunda kalan yoksul ülkelere
karşı yine fon çerçevesinde birlik oluşturmaktadırlar.
IMF dış ödeme güçlükleri olan ülkelerin dışalım kısıtlamalarını önlemek amacıyla bunlara borç vererek,
dış ticaret dalgalanmalarını kolaylıkla atlatmalarını
sağlar. Esasen fondan borç alan bir ülke gerçekte
borçlanmamakta, fondaki kotası kadar dövizi kendi
parasını vererek satın almaktadır. Çekme hakkını
kullanılmaktadır. Son yıllarda bu kotalar aşılmıştır.
Her ülke kotasının dörtte birini altın, kalanını da
kendi parasıyla ödemektedir. Fondaki çekme hakkını ödemeler dengesindeki güçlükler nedeniyle kullanmak isteyen ülkeye, altın kotası karşılığı döviz
hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan ödenir. Altın kotasını kullanan ülke her biri toplam kotasının dörtte
birine eşit olan dört çekme hakkını daha kullanabilir.
Altın kotasından sonra gelen birinci kredi diliminin
kullanılması, ülkenin sorunlarını çözmek amacıyla
tutarlı çabalar göstermesine bağlıdır. Birinci dilimi
izleyen diğer üç kredi dilimini kullanmak isteyen
ülkenin döviz kurunu gerçekçi bir düzeyde tutmayı
amaçlayan program uygulamasını zorunlu kılar.
Tutarlı gibi görünen bu ilke gerçekte ödemeler dengesinin kurulmasını engeller niteliktedir. Zira; Bir
ülke ne döviz kurunu ve ödemeler sistemini tümüyle
değiştirmek zorunda bırakılmalı, ne de ödemeler
dengesi sürekli açık veren bir ülkeye sürekli borçlanma olanağı sağlanmalıdır.
IMF’nin koyduğu zorunlulukları kabul eden ülkeler,
mal ve hizmet ödemelerini hiçbir biçimde kısıtlayamazlar. Bu nedenle dış yatırımlar garanti altına alınmış olur. Yani yabancı bir şirketin bir ülkede elde
ettiği karlarla finanse ettiği yatırımlardan elde edilen
kalemler bu hesaba girmektedir. Özel, resmi ya da
Dünya Bankası gibi uluslararası hiçbir banka, IMF
önerilerini uygulamamakta direnen bir ülkeye kredi
vermez. IMF’nin önemi tüm kapitalist dünya hükümetleri ve sermaye piyasalarının bu kuruluşa verdikleri yetkiden kaynaklanmaktadır. IMF, kuruluşundan
başlayarak uluslararası teknik bir kuruluş görüntüsü
altında yoksul ülkeleri emperyalizmin mali disiplini
altına sokmanın aracı olarak kullanılmıştır. Üçüncü
dünyanın bağımsızlığına doğal olarak karşı olan ve
bu bağımsızlığı ezmek amacıyla gerekli kaynakları
bir araya getirenler genellikle uluslararası şirketler
ve kapitalist ülke yönetimleridir.
1950’lerin sonlarına doğru yapılan yardımların niteliğinde önemli değişiklikler oldu. Proje yardımları
yerine program yardımlarına öncelik verilmeye başlandı. Ancak; proje yardımından, bütçe ya da ödemeler dengesi desteği adlarıyla bilinen program
yardımlarına geçiş yavaş oldu. IMF her konsorsiyumun ya da danışma grubunun içinde yer alarak,
söz konusu ülkenin kredi verilebilir olup olmadığını,
yani başta ABD olmak üzere kredi veren ülkelerin
o ülkeye borç verip vermeyeceklerini saptıyordu.
Konsorsiyumda eşgüdümü sağlıyordu. IMF ‘kredi
verilebilir’ damgasını vurarak yeşil ışık yakıyordu.
Fon artık süper bir güç haline gelmişti.
İkinci dünya savaşını izleyen on yıl içinde ABD dış
yardım veren tek ülke idi. IMF ve Dünya Bankası;
dünya ticaretinin yeniden canlanması için ABD’nin
uygun gördüğü kaynakların dağıtılmasında yetersiz kalıyordu. Bu
nedenle ABD, IMF dışında ikili
yardım programları düzenleyerek
ABD mallarının alımında kullanılacak dolarların dağıtımını kendisi
üstlendi. Bu yardımlar sayesinde
ABD kendisine dünya çapında
askeri, politik ve ekonomik üstünlükler sağladı. Bu yardımlar o yıllarda hiçbir ön koşula bağlı değildi.
Çünkü verilen yardımlar kendiliklerinden Amerikan mallarına dönüyordu. Verilen yardımların çoğunu
Avrupa ülkeleri aldı. Fakir ülkelere
daha çok, okul, baraj, sağlık gibi
somut projeler veriliyordu. Verilen
bu yardımlar arasında eşgüdüm ve
denetim sağlanması için Ekonomik
İşbirliği Yönetimi, Karşılıklı Güvenlik
Ajansı, Uluslararası İşbirliği gibi
düzenlemeler yapıldı.
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
59
TMH
Yardım yöntemleri şöyle belirlendi:
• Bağlı yardımların yaygınlaşması
• Ağırlığın proje yardımından program yardımına
verilmesi
• Konsorsiyum tekniğinin geliştirilmesi
• Yardım programlarının stand-by anlaşmaları ile
yönlendirilmesi
• IMF kotalarının artırılması (%50)
• Dünya Bankasına bağlı olarak ticari borçtan
çok uygun koşullarda borç (yumuşak) veren
“Uluslararası Kalkınma Birliği”nin kurulması.
ABD, konsorsiyum tekniğini, Avrupa ülkelerinin
yardım yükünü paylaşmalarını sağlamak için kullandı. (Birden fazla ülkeye borçlu olan bir ülkenin
borcunun alacaklı ülkelerce borcu hep birlikte ve
aynı koşullarda ertelemesi)
Proje yardımı, belli bir proje için verilen kredidir.
Program kredisi, bütçe ya da ödemeler dengesi
açıklarını kapatmak için verilen kredidir. Program
yardımı bir yönetimi hem desteklemek hem de bağlı
kılmak amacıyla kullanılmıştır. IMF her konsorsiyumun ya da danışma gurubunun kuruluşuna katılıyordu. Böylece ilgili ülkenin borç verilebilir olup
olmadığına bakıyor, eğer onaylarsa, borç veriliyordu.
Bazı küçük değişiklikler dışında IMF politikaları hep
aynı olmuştur. Bunlar;
• Döviz ve dışalım denetimlerinin kaldırılması ya da
gevşetilmesi
• Döviz kurunun devalüasyonu
• Enflasyonun önlenebilmesi için banka kredilerinin
kısıtlanması
• Faiz hadlerinin yükseltilmesi
• Bankaların rezerv zorunluluğunun yükseltilmesi
• Devlet harcamalarının kısılması
• Kamunun ürettiği malların fiyatının yükseltilmesi
• Sübvansiyonların kaldırılması
• Bütçe açığının mümkün olduğunca kapatılması
• Fiyat denetimlerinin kaldırılması
• Yabancı sermayeye uygun koşulların sağlanması
gibi politikalardır.
Bu reçeteleri uygulayan ülkelere genellikle yeni ve
cömert krediler verilerek ya da eski borçlar ertelenerek ödüllendirilmiştir.
Bu politikaların üretim ve toplumun refahı açısından
olumsuz etkileri yadsınamaz. Özellikle, döviz ve
dışalım denetimlerinin kaldırılması demek, dış ödemeler dengesindeki açığı kapatmak için döviz birikimini sağlamaya yönelik tedbirleri yok saymak
60
demektir. Dolayısıyla Fonun amacı borç verdiği az
gelişmiş ülkeleri kalkındırmak değil, uluslararası ticaretin ve yatırımların yani borç veren zengin ülkelerin
önünü açmaktır. Döviz ve dış ticaret denetiminin
tamamen kaldırılması, dövize olan talebi artıracak
bu da döviz fiyatının yükselmesine dolayısıyla devalüasyona neden olacaktır. IMF’nin makro para kuramına göre, enflasyon bir ülkedeki para hacmi ile mal
ve hizmetlerin alım satımındaki dengesizlikten kaynaklanır. Enflasyonu önlemek için, para hacminin
büyümesi kısıtlanmalı yani bütçe açığı kapatılmalı ve
banka artışı önlenmelidir. IMF sokaktaki insanın refah
düzeyine kayıtsız kalmakla yetinmeyerek, parayı
yurttaşların elinden alıp, devlete aktaracak olan vergi
artışlarını olumlu ve zorunlu bir önlem olarak benimser. IMF düşünürleri kendi amaçlarını enflasyona
karşı duyulan yaygın düşmanlıkla özdeşleştirmeye
çalışırlar. IMF’nin görüşleri insanların temel gereksinmelerine ters düşer. Bu nedenle IMF’nin ekonomik
programlarının uygulanması politik açıdan mümkün
değildir. Fon’un enflasyona karşı düşmanlığı, enflasyonun dış yatırımlara zarar vermesinden kaynaklanır. Çünkü enflasyonist ülkelerde, dış yatırımcılar
maliyetleri kolaylıkla belirleyemez, önünü net bir
şekilde göremez. Bu belirsizlikten de en büyük zararı
büyük dış yatırımcılar görür. Dış yatırımlar iç yatırımdan daha az güvencelidir. Yüksek oranlı bir enflasyon yabancı yatırımcıyı kaçırır.
Fon tarafından verilen krediler ilk yıl ödemeler dengesi açığının kapatılmasında yararlı olmakla birlikte
daha sonraki yıllarda, zorunlu kılınan geri ödemelerde bu defa ödemeler dengesi açıklarının daha
fazla açık vermesine neden olur. Dış yardım aynı
zaman da dış borçtur. Üçüncü dünya ülkelerinin dış
ödemelerinde önemli bir yük olan dış borçları kınayan IMF, aynı zamanda dış yardımların ödemeler
dengesindeki açıkların kapatılmasında kullanılmasını savunur. IMF, dış yardımı; hem borç alan ülkeyi
istikrar programı uygulamaya teşvik etmek amacıyla
ve hem de programın başarısını sağlamak amacıyla
zorunlu görür. Bunun nedeni, dış ticaret denetimlerinin kaldırılmasının, programın vazgeçilmez bir diğer
unsurunu oluşturmasıdır. IMF programlarının uygulanması sonucu programı uygulayan ülke vatandaşları tarafından kurulmuş olan işler, yabancı rakipler
tarafından satın alınır.Yerli kapitalistler istikrar programının uygulanmasıyla birkaç yönden sıkışırlar.
Programın neden olduğu ekonomik durgunluk satışları büyük ölçüde düşürür. Devalüasyon, üretim için
gerekli olan dış alımların yerli para ile maliyetini yükseltir. Durum, banka kredilerinin kısılmasıyla günlük
işlerin görülmesi için dahi gerekli kredinin bulunamaması nedeniyle ağırlaşır. Dış alımların serbest
bırakılması yerli üreticilerin alışageldikleri korunmacı
pazarlardan yoksun bırakır. Bundan en çok kendi
şirketlerinin yurt dışı kollarından hammadde, makine
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
TMH
ve yedek parça alan uluslararası şirketler yararlanır.
Sonuçta yerli şirketler iflas eder, işçi çıkartır, işyeri
kapatır. Bu şirketlerin işleri yabancılar tarafından
devralınır. Ana firmaları tarafından kredi desteği ile
beslenen yabancı firmalar, dışarıdan döviz dahi getirmeden yerli bankacılık sisteminden yararlanarak firmaları satın alır. Ulusal kaynaklar yabancıların eline
geçer. Diğer taraftan satın alınan yerli firmaların
sahipleri fazla zarar görmez. Çünkü, bunlar eski firmalarının yönetiminde yüksek ücretlerle görevlendirilir. Gerçek kaybedenler ise yoksul üreticiler ve
tüketicilerdir. Yani halktır. Diğer taraftan tüketici sübvansiyonlarının ve fiyat denetimlerinin kaldırılması
sonucu, IMF’nin ekonomik düzeyin altındaki elektrik, doğalgaz, su ve ulaşım gibi temel maddelerin
fiyatları artırılır. Bu durum ülke halkının yaşam düzeyini bir devrim olmaksızın düzeltilemeyecek şekilde
bozar. Ulusal kaynaklar yabacıların eline geçer.
Dışarıdan para gelse dahi bu kısa dönemde ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasında kullanılmakla
birlikte uzun dönemde yabancı yatırımın kar transferi nedeniyle ödemeler dengesi daha fazla açık
verir. Yabancılara şirketi satanlar fazla zarar görmez
bunlar eski şirketlerinde iş bulur, en çok zararı çalışanlar ve halk görür.
IMF’nin temel amacı dış satıma ayrılabilecek malları
artırmak amacıyla iç tüketimin kısılmasını istemektir.
Böylece içerdeki fiyat yükselir. Bu fiyatlardan daha
düşük fiyatla dışarı mal satılır. IMF ekonomik bulduğu düzeyin altındaki elektrik, su, gaz ve ulaşım
fiyatlarının sürekli artırılmasını ister. IMF, bazı ülkelere diğerlerinden daha hoşgörülüdür. IMF, sağ
ve Amerikan yanlısı güçlü muhalefetle karşılaşan
yönetimlere daha sert (darbelerden önce Brezilya,
Arjantin, Endonezya) solcu ve ulusçu muhalefetle
karşılaşan yönetimlere daha yumuşak ve hoşgörülü
davranır.
IMF programları bir ülkenin yurttaşlarının çoğunluğu
için sıkıntı ve güçlük yaratırken, bu programların
uygulanmasından rant sağlayan belli bir azınlık tarafından destekleyici propagandası ve kulisleri yapılır.
Bunlar genellikle devalüasyon sonrası büyük karlar
sağlayan kesimlerdir. Bu kesimler IMF reformları
lehinde kulis yapacak güçlü bir beşinci kol oluştururlar. IMF’nin önerdiği politikalar bir ülkenin yurttaşlarının çoğunun sıkıntı ve kriz yaşamasına neden
olurken, belli kesimlere yarar sağlar. Fonun her ülkedeki en candan bağlaşıkları devalüasyon sonrası
karlarının artmasını bekleyen dış satımcılardır. Yerli
dış satımcılar IMF lehine kulis yapan beşinci koldur.
IMF borçlarına bağlı koşulların kabul edilip edilmemesi konusunda çeşitli çıkar çatışmaları içinde
bulunan kamu görevlileri arasında çekişmeler olur.
Toplumsal tepkilere yol açan huzursuzluklar bu kamu
görevlilerini de etkiler. Demokratik ülkelerde toplumsal huzursuzluklar daha etkili hissedilir. İMF’nin
istikrar programının çekiciliği devlet bütçesinin yeni
vergi konmadan IMF fonları ile desteklenmesinden
gelir. Kamu görevlileri kabul edilmesi çok güç koşulları sırf bu nedenle kabul ederler.
İstikrar programının kabul edilmesinde belirleyici
rolü, devlet bütçesinin yeni vergilerle desteklenmesine gerek bırakmayan IMF fonlarının çekiciliğidir.
Bu fonların çekiciliği ile kabul edilemeyecek koşullar ileri süren görüşmeler bir türlü kesilemez. IMF
programlarının halk tarafından benimsenmemelerinin somut nedeni yerli üretimin ve gerçek gelirlerinin
düşmesine yol açmasıdır. IMF’ye verilen niyet mektubundaki koşullara uymaya çalışan bir hükümet, ilk
demokratik seçimde görevden uzaklaşır. Koşulları
yerine getirmeyen anlaşmaya yanaşmayan hükümetler ise, dış alım kredilerinin kesilmesi, ülke
içinde dışalım ürünlerinin bulunmaması nedenleriyle
kamuoyunun tepkisiyle karşılaşarak büyük ihtimalle
bu defa darbelerle uzaklaştırılır.
Fon, kendine başvuran ülkelere kendi iki ayakları
üzerinde nasıl duracaklarını değil, daha büyük
tutarlarda yeni yardımların nasıl alınabileceğini
öğretmektedir. IMF’ye boyun eğen bir ülkenin ne
ekonomisi gelişmekte, ne de yurttaşlarının yaşam
koşulları düzelmektedir. Olan sadece güncel ödemeler dengesi sorunlarının geçici bir süre için rahatlamasıdır. IMF çok ağır borç yükü olan ülkeye
yakınlık gösterir. Ülkenin pişmanlık göstermesi ve
ekonomik politikaların gelecekte IMF’nin saptamasını kabul etmesi koşuluyla borç erteleme toplantıları
düzenlenir. Borçlu ülke için borç ertelenmesi; borç
veren ülkeden mal alımına bağlı olması nedeniyle,
değeri azalan yeni borç alımından daha değerlidir.
Ancak ertelenen borcun ileride faizi ile birlikte
geriye ödeneceği unutulmamalıdır. IMF programı,
emperyalist ekonomik sistemin sürmesini ve yardımın hiçbir zaman tam olarak geriye ödenmemesini
sağlar. Yoksul ülkeler, IMF programları aracılığı ile
aynı yaşam düzeyini sürdürebilmek için daha fazla
borçlanmak aynı yerde durmak için daha fazla
koşmak zorunda bırakılmaktadır.
Bu sistem bireysel düzeyde tefecilikle karşılaştırılabilir. Tefecilikte, ya da borç tutsaklığında işverenin
verdiği borca gereksinimi olan işçi sözde özgürlüğünü işi bırakmak için kullanamaz. İşveren alacağını ne bir defada ister ne de onun açlıktan ölmesini
ister. İşçisini sürekli borçlandırmak suretiyle kendine bağlı tutar. Aynı sistem uluslararası düzeyde
de yürürlüktedir. Az gelişmiş ülkelerin cari dış ödemelerini yapmak için dahi dış yardıma gereksinim
duymaları ve daha önceden birikmiş borçları, sözde
bağımsız ülkeleri sımsıkı dizginlerle borç veren ülkelere bağlar. IMF tarafından köleliğe, başkaları için
ucuz üretmeye zorlanan bu ülkeler kendileri için
üretim yapmaktan alıkoyulmaktadırlar. Bu uluslararası borç tutsaklığıdır.
TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 425 - 2003/3
61
Download