T.C. KARA HARP OKULU SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI 2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ DOKTORA TEZĠ Hazırlayan Serkan YENAL Tez DanıĢmanı Prof.Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN ANKARA - 2012 TEZ TANITIM FORMU TEZĠN TARĠHĠ : 15.05.2012 TEZĠN TĠPĠ : Doktora Tezi TEZĠN BAġLIĞI : 2003 Irak SavaĢı Örneğinde Ġsrail‟in ABD Politikaları Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmesi TEZĠN YAPILDIĞI BĠRĠM : Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalı SPONSOR KURULUġ : DAĞITIM LĠSTESĠ : Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Tez Hazırlama, Onay, Dağıtım ve Muhafaza Esasları Kılavuzunda Belirtilen Yerlere TEZĠN ÖZETĠ : Bu tezde, 2003 Irak SavaĢı‟nda ve savaĢ sonrasında Ġsrail‟in politikaları ve Ġsrail‟in ABD güvenlik politikalarına olan etkisi incelenmektedir. ANAHTAR KELĠMELER : 2003 Irak SavaĢı, Ġsrail, Irak, Ġsrail‟in Güvenlik Politikaları, George W. Bush Dönemi ABD DıĢ Politikası, Büyük Orta Doğu Projesi, Irak SavaĢı Sonrasında Orta Doğu SAYFA SAYISI : 296 GĠZLĠLĠK DERECESĠ : Tasnif DıĢı T.C. KARA HARP OKULU SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI 2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ DOKTORA TEZĠ Hazırlayan Serkan YENAL Tez DanıĢmanı Prof.Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN ANKARA - 2012 KARA HARP OKULU SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Serkan YENAL’ın, 2003 Irak SavaĢı’nın Ġsrail’in Güvenliği Açısından Değerlendirilmesi konulu tez çalıĢması, jürimiz tarafından Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalında DOKTORA tezi olarak kabul edilmiĢtir. BaĢkan --------------------------------Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK Üye ---------------------------------Prof.Dr.Türel YILMAZ ġAHĠN (DanıĢman) Üye -------------------------------Prof. Dr. Çınar ÖZEN Üye ---------------------------------Prof. Dr. Canan ATEġ EKġĠ Üye ---------------------------------Doç. Dr. Haldun YALÇINKAYA ONAY Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. ... / ... / 2012 Ali IġIK Yrd.Doç.Dr.Öğ.Alb. Svn.Bil.Enst.Md. TEġEKKÜR BaĢta Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Ferit GÜLER olmak üzere Kara Harp Okulu Komutanlığı‟na ve Savunma Bilimleri Enstitüsü‟ne, bu çalıĢmanın vücuda gelmesinde engin tecrübeleri ile bana yol gösteren tez danıĢmanım Sayın Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN‟e, tezin oluĢum süreci boyunca çok kıymetli yardım ve önerilerini esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK‟a, Sayın Prof. Dr. Çınar ÖZEN‟e, Sayın Prof. Dr. Canan AteĢ EKġĠ‟ye, Sayın Doç. Dr. Haldun YALÇINKAYA‟ya; teze katkı sağlayan, değerli vakitlerini ayırarak benimle görüĢlerini paylaĢan Sayın Prof. Dr. Norman STONE‟a, Sayın Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen‟e ve Dr. Piki IshShalom‟a teĢekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Hayatım boyunca attığım her adımda beni destekleyen, bugünlere gelmemde en önemli pay sahibi olan, annem Nejla YENAL ve rahmetli babam Ertuğrul YENAL‟a; hayatıma girdiğinden beri varlığıyla bana ıĢık tutan, baĢarılarımla sevinen, üzüntülerimle üzülen eğitimim süresince bana hep destek veren, anlayıĢ gösteren sevgili eĢim Nazlı YENAL‟a, doktora eğitimim sırasında dünyaya gelen, ona daha iyi bir hayat sunabilmek adına zamanından çaldığım, bize yaĢama sevinci veren oğlum Alper YENAL‟a, bana her koĢulda destek olan, yardımlarını esirgemeyen kayınpederim ve kayınvalidem Cemal ve Olcay ÖZBEK‟e sonsuz teĢekkürlerimi sunarım. Doktora eğitimim süresince bana destek olan ve sabır gösteren amirim Sayın Emel ĠLHAN TAHAOĞLU‟na teĢekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Son olarak, gerek derslerde, gerekse tez çalıĢmamda desteklerini, ilgi ve alakalarını esirgemeyen değerli sınıf arkadaĢlarım Metin GÜNAL, Aytekin CANTEKĠN, Mehmet KURUM, ġehnaz YAġAR, Gökhan ÇAPAR, Zeynep ÜNSAL ve Mahir TERZĠ‟ye; çalıĢma arkadaĢlarım Mustafa BOZKURT, Türksev ĠNAM ve Ġnan AÇIK‟a sonsuz teĢekkürlerimi sunarım. i T.C. KARA HARP OKULU SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI ANKARA 2012 2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ DOKTORA TEZĠ SERKAN YENAL ÖZET Bu tezde, 2003 Irak SavaĢı‟nda ve savaĢ sonrasında Ġsrail‟in politikaları ve Ġsrail‟in ABD politikalarına olan etkisi incelenmektedir. Üç bölümden oluĢan çalıĢmanın birinci bölümünde Ġsrail‟in ABD Politikaları üzerindeki etkisi ve bu etkinin gerekçeleri değerlendirilmiĢtir. Ġkinci bölümde Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikaları değerlendirilmiĢ, Ġsrail‟in SavaĢ kararı alınmasına yönelik lobicilik faaliyetleri değerlendirilmiĢtir. Bölümde ayrıca Irak SavaĢı‟nın resmi gerekçeleri ve savaĢ sonrasında Irak‟taki durum incelenerek, savaĢın ilan edilen resmi gerekçelerinin ne derece geçerli olduğu değerlendirilmiĢtir. Üçüncü bölümde Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik politikaları ve ABD ve bölge ülkeleri ile iliĢkileri değerlendirilmiĢ, savaĢ sonrasında Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmelerin Ġsrail güvenliğine etkisi tartıĢılmıĢtır. ii ÇalıĢmada ayrıca Bilkent, Ahi Evran ve Kudüs Ġbrani Üniversitelerinden Türk ve yabancı öğretim üyeleri ile yapılan mülakatları içeren bir uygulama bölümü oluĢturulmuĢtur. Anahtar Kelimeler : Irak, 2003 Irak SavaĢı, Ġsrail, Güvenlik, Ġsrail‟in Politikaları, Ġsrail‟in ABD Politikaları Üzerindeki Etkisi Tez Yöneticisi : Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN Sayfa Sayısı : 296 iii T.R. TURKISH MILITARY ACADEMY DEFENSE SCIENCE INSTITUTE DEPARTMENT OF SECURITY SCIENCES ANKARA 2012 EVALUATION of the EFFECT of ISRAEL on U.S. POLICIES WITH the EXAMPLE of 2003 IRAQ WAR DOCTORATE THESIS SERKAN YENAL ABSRACT In this thesis, Israel‟s policies in and after 2003 Iraq War and the effect of Israel on U.S. policies have been examined. In the first part of the study consisting of three parts, effect of Israel on U.S.A. policies and the reasons of this effect have been evaluated. In the second part, Israel‟s policies in the Iraq War have been evaluated and Israel‟s lobby activities aimed at war decision have been examined. In this part, in addition, by examining official reasons of the Iraq War and the situation in Iraq after the war, how valid the declared reasons of Iraq War are has been evaluated. In the third part, Israel‟s security policies after the Iraq War and its relationships with U.S.A. and countries in the region have been evaluated and the effect of the developments after the war in the Middle East on Israel‟s security has been discussed. iv In addition, a workshop part consisting of interviews with Turkish and foreign lecturers from Bilkent University, Ahi Evran University and Hebrew University of Jerusalem has been constituted in the study. Keywords : Iraq, 2003 Iraq War, Israel, Security, Israel‟s Policies, The Effect of Israel on U.S. Policies Advisor : Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN Number of Pages : 296 v ĠÇĠNDEKĠLER TEġEKKÜR...................................................................................................... i ÖZET .............................................................................................................. ii ABSRACT ...................................................................................................... iv ĠÇĠNDEKĠLER ................................................................................................ vi TABLOLAR LĠSTESĠ ...................................................................................... ix ġEKĠLLER LĠSTESĠ ...................................................................................... xi KISALTMALAR LĠSTESĠ .............................................................................. xii ÖN SÖZ ....................................................................................................... xvi GĠRĠġ ............................................................................................................. 1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM ĠSRAĠL'ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE ......................................................................... 3 a. DıĢ Politika Kavramı ........................................................................... 3 b. DıĢ Politika Analizi ve Analiz Seviyesi Sorunu ................................... 4 c. DıĢ Politikada Karar Alma YaklaĢımı .................................................. 6 ç. Karar Alma Süreci ve Bu Süreçte Etkili Olan Faktörler ....................... 8 2. ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠNĠN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ ........................................ 9 a. George W. Bush Dönemi Öncesinde ĠliĢkiler ..................................... 9 b. George W. Bush Döneminde ĠliĢkiler (2001-2009) ........................... 29 c. 11 Eylül Sonrası ABD Güvenlik Politikalarının Değerlendirilmesi ..... 31 (1) Önleyici VuruĢ Doktrini ............................................................... 39 (2) Büyük Orta Doğu Projesi .......................................................... 47 (a) Büyük Orta Doğu Projesinin Siyasi Boyutu………………….53 vi (b) Büyük Orta Doğu Projesinin Ekonomik Boyutu……………..54 (c) Büyük Orta Doğu Projesinin Enerji Boyutu………………….55 (ç) Büyük Orta Doğu Projesinin Dini Boyutu…………………….55 (d) Büyük Orta Doğu Projesinin Güvenlik Boyutu………………57 3. EVANGELĠSTLER VE ĠSRAĠL ĠLE OLAN BAĞLANTILARI .................... 59 4. YENĠ MUHAFAZAKÂR ĠDEOLOJĠ VE ĠSRAĠL BAĞLANTISI .................. 62 5. ABD‟DE YER ALAN ĠSRAĠL YANLISI DÜġÜNCE KURULUġLARI ve ABD POLĠTĠKALARINA OLAN ETKĠLERĠ............................................... 67 6. ABD‟DE ĠSRAĠL‟ĠN LOBĠCĠLĠK FAALĠYETLERĠNĠN GELĠġĠMĠ ve LOBĠNĠN ABD POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ............................................... 72 a. Amerikan Siyonist Hareketi .............................................................. 76 b. Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi ........................................... 78 ĠKĠNCĠ BÖLÜM IRAK SAVAġINDA ĠSRAĠL'ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ 1. IRAK SAVAġI ÖNCESĠNDE ĠSRAĠL‟ĠN IRAK‟TAN TEHDĠT ALGISI ve BU TEHDĠDE KARġI GELĠġTĠRĠLEN STRATEJĠLER .................................. 92 a. 2003 Irak SavaĢı Öncesinde Irak‟ın Analizi ...................................... 92 b. Ġsrail-Irak Gerginliğinin GeliĢimi ...................................................... 106 c. Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle ĠliĢkileri ........................................................ 116 (1) Ġsrail Devleti Kurulmadan Önce Yahudi-Kürt ĠliĢkileri ve Irak Yahudileri ................................................................................. 116 (2) Ġsrail Devletinin Kurulması Sonrasında Yahudi-Kürt ĠliĢkileri .... 120 2. IRAK SAVAġI‟NDA ĠSRAĠL LOBĠSĠNĠN propaganda faaliyetleri ........... 128 a. Ġsrail Yanlısı Yeni Muhafazakârların Irak SavaĢı Propagandaları ... 130 b. Ġsrail Yanlısı DüĢünce KuruluĢlarının Irak SavaĢı‟na Olan Etkisi .... 134 3. IRAK SAVAġI‟NIN GEREKÇELERĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ......... 140 a. Irak SavaĢının Ġlan Edilen Resmi Gerekçeleri ................................ 144 (1) Irak‟ta Kitle Ġmha Silahları Bulunduğu Ġddiası ........................... 144 vii (2) Saddam Hüseyin Yönetiminin Uluslararası Terörizme Destek Verdiği Ġddiası .......................................................................... 157 (3) Irak‟ı DemokratikleĢtirmek, Irak Halkını ÖzgürleĢtirmek Ġddiası162 (4) Irak SavaĢının Enerji Güvenliği Açısından Değerlendirilmesi .. 184 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL'ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ 1. ĠSRAĠL‟ĠN TERÖRĠZM ALGISI ve ĠSRAĠL‟DE FAALĠYET GÖSTEREN BELLĠ BAġLI TERÖR ÖRGÜTLERĠ: .................................................... 198 a. El Fetih ........................................................................................... 199 b. HAMAS .......................................................................................... 203 c. Lübnan Hizbullah‟ı .......................................................................... 208 ç. Filistin Ġslami Cihad Örgütü ............................................................ 213 2. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠ ....................... 215 3. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-IRAK ĠLĠġKĠLERĠ ...................... 218 4. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL‟ĠN BÖLGE ÜLKELERĠ ĠLE ĠLĠġKĠLERĠ ............................................................................................ 223 a. Ġsrail Ġran ĠliĢkileri ............................................................................ 223 b. Ġsrail Suriye ĠliĢkileri ........................................................................ 230 c. Ġsrail Lübnan ĠliĢkileri ...................................................................... 233 ç. Ġsrail Mısır ĠliĢkileri .......................................................................... 235 d. Ġsrail Türkiye ĠliĢkileri ...................................................................... 239 5. ORTA DOĞU‟DA YAġANAN DEMOKRASĠ HAREKETLERĠ VE ĠSRAĠL‟E ETKĠSĠ………………………………………………………………………..250 SONUÇ……………………………………………………………………………259 KAYNAKÇA………………………………………………………………………274 EKĠ………………………………………………………………………………...296 viii TABLOLAR LĠSTESĠ Sayfa Tablo-1 : Yıllar Ġçinde Ġsrail‟e Yapılan ABD Yardımları .............................. 25 Tablo-2 : ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım Miktarları . 26 Tablo-3 : Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri ........................................ 84 Tablo-4 : Ġsrail Lobisinin ABD‟de Yaptığı BağıĢ Miktarları ......................... 87 Tablo-5 : ABD‟deki Arap Nüfus ve Gelinen Ülkeye Göre Dağılımı……….90 Tablo-6 : Bush Yönetiminde Görev Alan PNAC Üyeleri .......................... 137 Tablo 7 : Saddam Hüseyin Yönetimince Kullanıldığı Ġddia Edilen Silahlar ve Sonuçları…………………………………………………. …...145 Tablo-8 : Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar…153 Tablo-9 : Irak SavaĢı ve Sonrasında ġiddet Eylemleri ile Meydana Gelen Sivil Ölümleri.............................................................................170 Tablo-10: Irak‟ta ÇeĢitli Kaynaklara Göre Sivil Ölüm Rakamları ............. 171 Tablo-11: Ġntihar Saldırılar, Araç Bombalama Eylemleri ve Silahla Vurularak Ölen Iraklı Sivil Oranları ........................................................... 171 Tablo-12: 2003-2007 Arasında Irak‟ta Önemli Siyasi Suikastlar .............. 172 Tablo-13: ĠĢgal Sonrasında Irak‟ın Temel Göstergeleri ............................ 174 Tablo-14: Ocak 2005 Seçim Sonuçları .................................................... 179 Tablo-15: 2005 Aralık Seçim Sonuçları .................................................... 180 ix Tablo-16: Irak‟ta ÇeĢitli Grupların Milis Sayıları ....................................... 181 Tablo-17: Mart 2010 Seçim Sonuçları ...................................................... 182 Tablo 18: Dünya Çapında KanıtlanmıĢ Petrol Rezervleri ......................... 185 Tablo 19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Ġthal Edilen Petrol Miktarları ve Genel Petrol Ġthalatı Ġçindeki Yüzdeleri ..... 187 Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı………………….189 Tablo 21: 1950‟den 2006‟ya kadar Ġngiltere‟nin Petrol Ġthalat Yüzdeleri .. 193 Tablo 22: Yıllar Ġtibarıyla ABD Ġçindeki Petrol Fiyatları ............................. 194 Tablo 23: Irak Petrol Ġstatistikleri .............................................................. 195 Tablo-24: ABD‟nin Ġsrail‟e Irak SavaĢı‟ndan Bu Yana Yaptığı Yardım Miktarları……………………………………………………………218 Tablo-25: Suriye‟nin Askeri Gücü ............................................................. 232 Tablo-26: Yıllar Ġtibariyle, Türkiye-Ġsrail Ticari ĠliĢkileri.............................. 242 Tablo-27: Türkiye-Ġsrail Arasındaki Ticari AntlaĢma ve Toplantılar .......... 243 x ġEKĠLLER LĠSTESĠ Sayfa ġekil-1 : 3‟er Yıllık Dönemlerde ABD‟nin Ġsrail‟e Nakit Yardım Miktarları . 24 ġekil-2 : ABD Halkının Orta Doğu‟da Sempati Duyduğu Halklar .............. 81 ġekil-3 : ABD Parlamentosunda Ġsrail Sempatizanlığı ............................. 82 ġekil-4 : 1990-2005 Arasında Ġsrail ve Arap Lobisi Federal BağıĢları ...... 88 ġekil-5 : Körfez SavaĢı Sonrasında Irak‟ta UçuĢa Yasak Bölgeler ....... 103 ġekil-6 : Irak‟ta Dini ve Etnik Grupların Dağılımı .................................... 121 ġekil 7 : Dünya Petrol Rezervleri (2009) ................................................ 185 ġekil 8 : 1990-2009 Yılları Arası Irak Petrol Ġstatistikleri ........................ 186 ġekil-9 : Irak Kaynaklı Petrol Boru Hatları .............................................. 221 xi KISALTMALAR LĠSTESĠ AB : Avrupa Birliği ADL : Anti Defamation League (Hakaret Aleyhtarı Birlik) ALF : Arab Liberation Front (Arap Özgürlük Cephesi) AIPAC : American Israel Public Affairs Committee (Amerikan Ġsrail Kamu ĠĢleri Komitesi) AT : Avrupa Topluluğu ABD : Amerika BirleĢik Devletleri BM : BirleĢmiĢ Milletler BESA : The Begin-Sadat Center for Strategic Studies (Begin-Sedat Stratejik AraĢtırma Enstitüsü) BOP : Büyük Orta Doğu Projesi CIA : Central Intelligence Agency (Amerikan Merkezi Haber Alma TeĢkilatı) CIPAC : Christian’s Israel Public Action Campaign (Hıristiyanların Ġsrail Halk Eylem Kampanyası) CMCU : Center Muslim Religious Freedom Committee (Müslüman Dini Özgürlükler Komite Merkezi) CPA : Coalition Provisional Authority (Geçici Koalisyon Otoritesi) CSIS : Center of Strategic International Studies (Uluslararası Stratejik ÇalıĢmalar Merkezi) xii DCI : Director of the Central Intelligence Agency (Merkezi Haber Alma TeĢkilatı Yöneticisi) ECSC : European Coal and Steel Community (Avrupa Kömür ve Çelik Birliği) FDHKC : Filistin Demokratik Halk KurtuluĢ Cephesi FHKC : Filistin Halk KurtuluĢ Cephesi FKÖ : Filistin KurtuluĢ Örgütü GATT : General Agreement on Tariffs and Trade (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret AntlaĢması) HDAC : House Democracy Asistance Commission (Demokrasi Yardım Komisyonu) IAEA : International Atomic Energy Agency (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) IGC : Iraq Governing Council (Irak Yönetim Konseyi) IMF : International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu) KDP : Kürdistan Demokrat Partisi KOBĠ : Küçük ve Orta Boy ĠĢletmeler KYB : Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi MAI : Multilateral Agreement On Investment (Çok Taraflı Yatırım AntlaĢması) MCA : Millenium Challenge Account (Binyılın Mücadelesi Hesabı) xiii NAFTA : North American Free Trade Agreement (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret AntlaĢması) NATO : North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik AntlaĢması Örgütü) OECD : Organization for Economic Co-operation and Development (Ġktisadi ĠĢbirliği ve GeliĢme TeĢkilatı) OEF : Operation Enduring Freedom (Sonsuz Özgürlük Operasyonu) ORHA : Office of Reconstruction and Humanitarian Asistance (Yeniden Yapılandırma ve Ġnsani Yardım Ofisi) PNAC : Project for the New American Century (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) RAND : Research and Development (AraĢtırma ve GeliĢtirme) SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TAL : Transitional Administrative Law (Geçici Anayasa) UAEA : Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı UN : United Nations (BirleĢmiĢ Milletler) UNMOVIC : United Nations Monitoring, Verification and Inspection Commission (BirleĢmiĢ Milletler Ġzleme Değerlendirme ve Denetleme Komisyonu) UNSCOM : United Nations Special Commission (BirleĢmiĢ Milletler Özel Komisyonu) UNSCOP : United Nations Special Committee on Paletsine (BirleĢmiĢ Milletler Filistin Özel Komitesi) xiv UNDP : United Nations Development Programme (BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı) U.S. : United States (BirleĢik Devletler) WTO : World Trade Organization (Dünya Ticaret Örgütü) ZOA : Zionist Organization of America (Amerika Siyonist Örgütü) xv ÖN SÖZ Orta Doğu doğası gereği Dünyanın her tarafında araĢtırmacıların ilgi gösterdiği, bu sebeple bakıĢ açılarına göre son derece çeĢitli ve zengin bir literatürün bulunduğu bir çalıĢma alanıdır. Bölge ile ilgili çok miktarda akademik yabancı kaynağa rastlanmasına rağmen Türkiye‟ye bakıldığında, yapılan çalıĢmalar son dönemde artıĢ gösterse de, Türkiye‟nin dıĢ politikasının gerektirdiği boyutlara ulaĢabilmiĢ değildir. Literatürde Ġsrail ve ABD‟nin Orta Doğu Politikaları ile ilgili çalıĢmalar incelendiğinde, önemli miktarda sahip olunan siyasi görüĢ ya da eğilim doğrultusunda yazılmıĢ, objektiflikten uzak kaynak bulunduğu göze çarpmaktadır. ÇalıĢmaya baĢlanırken bütün ön yargılardan uzak, objektif ve bilimsel bir çalıĢma ortaya koymak amaçlanmıĢtır. Ülkemiz politikalarına ıĢık tutması ve Dünya barıĢına katkıda bulunması ümidiyle… xvi GĠRĠġ Ġsrail, bağımsızlığını ilan ettiği 14 Mayıs 1948 tarihinden itibaren dıĢ politikasını, güvenlik ve beka üzerine oluĢturmuĢtur. Ġsrail tarihi bulunduğu bölgede komĢuları ve diğer Arap Devletleri ile sürekli mücadele içinde geçmiĢtir. Bu durum, Ġsrail‟in adeta bir paranoya içerisinde hareket etmesine ve dıĢ politikasını bu politik psikoloji içinde oluĢturmasına neden olmuĢtur. Ġsrail devletini kuruluĢundan hemen sonra tanıyan ABD, Orta Doğu ile ilgili planlarında önemli bir müttefik olarak gördüğü Ġsrail‟e büyük önem vermiĢtir. Ġsrail‟in güvenliği ve varlığını sürdürmesi, ABD dıĢ politikasının birincil öncelikli konuları arasındadır. ÇalıĢmada bu durumun nedenlerine farklı boyutları ile yer verilmiĢtir. Irak, Ġsrail‟i diğer pek çok Arap ülkesi gibi halen tanımamıĢtır. Bu sebeple Irak ve Ġsrail arasında doğrudan diplomatik iliĢki kurulmamıĢtır. Ġsrail, 1. Arap Ġsrail SavaĢı‟na katılanlar arasında yer alan Irak ile savaĢ sonrasında ateĢkes antlaĢması imzalamamıĢtır. Bu anlamda iki devlet arasındaki savaĢ durumu halen sona ermemiĢtir. Ġsrail Irak‟ı özellikle 2003 Irak SavaĢı öncesinde ciddi bir tehdit olarak görmüĢ ve Orta Doğu politikalarını buna göre oluĢturmuĢtur. ÇalıĢmada, Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟ndaki politikaları ve savaĢ kararı alınmasındaki rolüne yer verilmiĢtir. Irak‟a yönelik operasyonun ilan edilen gerekçeleri arasında, Irak‟ta bulunan kitle imha silahlarının yok edilmesi ve üretim kapasitesinin sonlandırılması, Irak‟ın teröre verdiği desteğin kesilmesi ve Irak halkının özgürleĢtirilmesi bulunuyordu. ÇalıĢmada, bu gerekçelerin geçerlilikleri tartıĢılmıĢ ayrıca savaĢın arka planında yer alabilecek farklı gerekçelere değinilmiĢtir. 1 Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikalarını analiz edebilmek amacıyla Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik politikalarına ve bölge ülkeleri ile iliĢkilerine yer verilmiĢtir. Bu noktada son dönemde Orta Doğu‟da Arap Baharı olarak da nitelendirilen geliĢmeler de değerlendirilmiĢ; söz konusu geliĢmelerin Ġsrail‟in politikalarına etkisi incelenmiĢtir. ÇalıĢmaya katkı sağlamak amacıyla çalıĢmanı ekinde bir de mülakat bölümü oluĢturulmuĢtur. Bu amaçla Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Norman STONE ve Ahi Evran Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Serhat ERKMEN ile yüz yüze görüĢme yöntemi ile Kudüs Ġbrani Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Piki Ish-Shalom ile de e-posta yoluyla mülakatlar yapılmıĢtır. 2 BĠRĠNCĠ BÖLÜM ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Eski çağlardan beri her birey, her topluluk ve kurulmuĢ her devlet gibi Ġsrail için de güvenlik ve varlığını sürdürmek, her dönemde birinci öncelikli konular arasında yer almıĢtır. KuruluĢundan bu yana bulunduğu coğrafyada çok önemli sorunlarla yüz yüze kalan, etrafındaki ülkelerle defalarca çatıĢan Ġsrail, dıĢ politikasını da güvenlik ve varlığını sürdürmek üzerine kurgulamıĢtır. ABD, Ġsrail Devletinin kuruluĢundan bu yana Ġsrail‟e desteğini açık bir biçimde sürdürmüĢtür. Ġsrail ABD‟nin Orta Doğu politikalarında da çok önemli yer tutmuĢtur. Bununla birlikte Ġsrail çeĢitli unsurlar vasıtasıyla ABD politikalarını yönlendiren, karar alma süreçlerine etki eden bir ülke konumundadır. Bu bölümde öncelikle dıĢ politika, dıĢ politika analizi ve analiz düzeyleri incelenecek, ardından Ġsrail‟in ABD politikaları üzerindeki etkisinin hangi unsurlarla sağlandığı incelenecektir. 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE a. DıĢ Politika Kavramı Uluslararası iliĢkiler alanında “dıĢ politika” kavramının açık ve üzerinde uzlaĢılmıĢ bir tanımı bulunmamaktadır. Devlet aktörü açısından değerlendirildiğinde dıĢ politika kavramı, “bir devletin birbirleriyle bağlantılı iç ve dıĢ amaçlarının gerçekleĢtirilerek, kendine yönelik tehditlerin etkisizleĢtirilmesine yönelik uygulanan plan (strateji)” biçiminde tanımlanabilecektir (Aykan, 2008: 31). Diğer bir tanıma göre de dıĢ politika “belirli bir iliĢki ya da durumda devlet liderlerinin, devletlerin amaç ve çıkarları doğrultusunda uygulamayı kararlaĢtırdıkları stratejiler ve bu stratejilerin uygulanmasında gerekli araçlardır” (Kahraman, 2007: 175). Bu noktada devletlerin dıĢ politikası, belirli bir iliĢki ya da durumda devletlerin öncelikleri doğrultusunda alınan kararlar ve izlenen siyasetle ilgilidir. b. DıĢ Politika Analizi ve Analiz Seviyesi Sorunu DıĢ politika analizi, dıĢ politika kararlarını kimlerin, hangi gerekçe ile ve hangi koĢullar altında aldığıyla ilgilenmektedir (Efegil, 2012: 27). Diğer bir ifadeyle dıĢ politika analizinde karar verme sürecine ve karar vericiler üzerinde etkili olan ulusal ya da uluslararası faktörler incelenmektedir (Kalaycı ve Yetim, 2012: 103). Buna göre dıĢ politika analizi, rejim biçimi, bürokratik politikalar, çıkar grupları, sosyal ve bireysel psikoloji ve diğer pek çok bağımsız değiĢkenin devlet yönetimlerinin kararlarını nasıl etkilediğini incelemektedir (Walt [web], 2011). Bir devletin dıĢ politikasının içinde oluĢtuğu ortamı aĢağıdaki gibi incelemek mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 167): Genel Ortam: Fiziki Çevre(Coğrafi/Topoğrafik Yapı, Denizler, Mevki ve Jeopolitik, Doğal Kaynaklar; BeĢeri Çevre (Nüfus ve Nüfus Hareketleri, Etnik ve dini farklılaĢmalar), Ġçsel Ortam: Sosyo-Politik Yapı (Siyasal Rejim ve Kamuoyu), Karar Alma Süreci (Karar Alma Zemini, Karar Alıcılar), DıĢsal Ortam: Uluslararası Sistem (Güç Dengesi, Uluslararası Hukuk, Uluslararası Örgütler). 4 J. David Singer, 1961‟de dıĢ politikada analiz sorunlarına değindiği çalıĢmasında, hangi bilim dalında olursa olsun araĢtırmacının izleyebileceği farklı yöntemler bulunduğunu, araĢtırmacının parça ya da bütün üzerine odaklanma; bileĢenler ya da sistemin bütünü üzerinde çalıĢma yapma imkânı olduğunu belirtmiĢtir. Singer‟a göre genel sistem teorisinde, araĢtırmacı her zaman bir sistem, onun alt sistemleri ve kendi ortamları ile karĢı karĢıyadır ve kendisine sistem seçerken, küçük bir organizmadan, evrenin kendisine kadar geniĢ bir çevrede tercihte bulunabilir (Singer, 1961: 77). Singer, uluslararası sistem ya da ulus devletin analiz seviyesi olarak alınmasına göre ikili bir ayrıma gitmiĢtir. Buna göre, analiz seviyesi olarak uluslararası sistemin alınması durumunda, bu seviyede uluslararası iliĢkileri olduğu gibi inceleme imkânı elde edilebilir. Odaklanılan seviyeden daha aĢağıda ve daha kısmi bir seviyeye odaklandığımız zaman ise, kapsamın daralması ve gerekliliğin azalması söz konusudur. Sistem odaklı model araĢtırmacılara önemli avantajlar yanında bazı zorluklar da getirmektedir. Öncelikle, sistemin ulusal aktörler üzerindeki etkisini abartan bir yol çizer ancak tersine aktörlerin sistem üzerindeki etkisini azaltır. Buna göre sistem odaklı modelde, daha fazla ulusal otonomi ve bağımsız karar alma kavramlarından uzaklaĢarak, daha deterministik bir yöne kayma söz konusudur. Ġkinci olarak bu özel analiz seviyesi kaçınılmaz biçimde, ulusal aktörlerimizin operasyonel kodları üzerinde yüksek seviyede bir yeknesaklık gerektirir. BaĢka bir ifadeyle, bütüne odaklandığımızda, parçalardaki davranıĢ farklılığına küçük bir bölüm ayırmamız söz konusudur (Singer, 1961: 80-82). Singer, analiz seviyesi olarak ulus devletin alınmasının en önemli avantajının, uluslararası sistemde yer alan aktörler üzerinde önemli farklılıkların bulunmasına izin vermesi olduğu ifade etmiĢtir. Ulusal aktörlerde büyük benzerliklere gerek duymaması, araĢtırmacıya aktörlerin çok detaylı biçimde incelenmesine imkân tanıması diğer önemli avantajları iken, bir aktör olarak ulusa odaklanıldığında, genellikle 5 sistemik odaklanmadan kaynaklanan yanlıĢ homojenizasyonu engellememizi sağlar aynı zamanda bizi alt-sistemik aktörler arasındaki farklılıkları abartmamıza da yol açabilir. Alt sistemik odaklılık, özel çerçevesi içinde bize karar alma yaklaĢımlarının herhangi bir türünü uygulama imkânı tanır. Alt sistemik odaklılığın bir diğer belki de en önemli özelliği de hedefler, motivasyon ve ulusal siyaset amaçların anlaĢılması amacıyla yöneltilebilecek soruları artırmasıdır. (Singer, 1961: 82-85). Buradaki sorun, yapılan tasvir, açıklama ya da tahminin gerçeğe ne derecede yaklaĢtığının bilinmesidir. Nitekim dıĢ politika analizlerinde genel geçer ya da kısmi bir teoriden bahsetmek zordur. Bunun yerine, alanda farklı ve çeĢitli yaklaĢımların bulunduğunu ifade etmek daha gerçekçidir. Nitekim Singer‟in öncü çalıĢmasından sonra yapılan sınıflandırmalar yazarın klasik ikili ayrımının geçerliliğini ortadan kaldırmamıĢtır. Sonraki dönemde ortaya çıkan analiz farklılıkları, Singer‟in çalıĢması sonrasında uluslararası politikada ve bu alanda kullanılan yaklaĢımlardaki değiĢimlerle ilgili olarak sınıflandırmalara dahil edilen birey ve bölge düzeylerinin varlığıdır. Günümüzde bu düzeylerin haricinde uluslararası kuruluĢlar da bir düzey olarak ortaya çıkmıĢtır (Sönmezoğlu, 2005: 76-78). Sonuçta günümüz uluslararası politika alanında, kullanılan beĢ analiz düzeyi olduğu ifade edilebilecektir: Birey/grup, devlet, uluslararası kuruluĢlar, alt-sistem ve küresel sistem. Bununla birlikte bu düzeyleri de aktör düzeyi (birey/grup, devlet, uluslararası kuruluĢlar) ve sistem düzeyi (alt sistem, kürsel sistem) olarak iki gruba ayırmak mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 7678). c. DıĢ Politikada Karar Alma YaklaĢımı DıĢ politikada karar alma kavramı, “mevcut seçenekler arasında ulusal çıkara en uygun yolu seçmek ya da ulusal çıkara uygun mevcut 6 olanaklar çerçevesinde bir politika ve davranıĢ biçimi belirleyip uygulamak” biçiminde tanımlanmaktadır. Bütün ülkeler dıĢ politikalarında karar alırken tarihi, kültürel coğrafi, güvenlik öncelikleri, ekonomi, askeri güç ve yönetim biçimi gibi temel unsurlardan etkilenmektedir (Çakmak, 2008: 39). Karar alma sürecine iliĢkin önde gelen çalıĢmalar, Synder tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Synder‟e göre karar alıcılar, insani ve fiziksel unsurları bir arada tutan üç önemli uyarandan oluĢmaktadır: “iç çevre, dıĢ çevre ve örgütsel çevre.” Yine Synder‟in karar alma yaklaĢımında devlet temel aktör olsa da buradaki devlet tanımı, resmi karar alıcılar bağlamında bir tanımdır. Buna göre “devlet aktördür” yerine “resmi karar alıcılar aktördür” yaklaĢımı ön plandadır (Kahraman, 2007: 176-177). Bilindiği üzere, ülkelerin dıĢ politikaları alınan bazı kararların uygulanması ile gerçekleĢmektedir. Buna göre, dıĢ politika analizlerinde bazı araĢtırmacılar, ülkelerin siyasal ve hukuki yapılarına odaklanmaktadır ki bu tür analizler, uygulamada yer alan çeĢitli karar alıcıların ve bürokrasinin çeĢitli kademelerindeki görevlilerin konumlarının belirlendiği bir kurumsal yapıyı ön plana çıkarmaktadır. Bununla birlikte bu tür bir analiz, bir ülkenin dıĢ politikasına iliĢkin olarak bu kararların oluĢum ve uygulamasından çok bu kararların oluĢum ve uygulamasındaki sınırları inceleme imkânı tanımaktadır. DıĢ politikanın nasıl oluĢtuğunu anlamak içinse çeĢitli düzeylerdeki karar alıcıların ve bürokrasinin çeĢitli kademelerindeki görevlilerin de içinde yer aldığı karar alma sürecini ve bu süreci etkileyen çeĢitli faktörleri, diğer bir ifadeyle karar alma ortamını incelemek gerekmektedir. Zira dıĢ politika kararları normalde, belirli türdeki karar yapıları içinde yer alan bireylerce alınmaktadır. Bu yapılardaki farklılaĢmalar genellikle oluĢacak karar sürecini de değiĢtirmektedir. Karar süreçlerindeki değiĢiklikler de davranıĢsal sonuçlarda farklılaĢmalara yol açmaktadır (Sönmezoğlu, 2005: 209-210). 7 ç. Karar Alma Süreci ve Bu Süreçte Etkili Olan Faktörler DıĢ politikaya iliĢkin kararların ortaya çıkıĢ süreci ile ilgili olarak, literatürde farklı yaklaĢımlar olmakla birlikte, yaklaĢımların ortak özelliklerini içeren öğeleri aĢağıdaki gibi ifade etmek mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 215-222): Bilgi, Görüntü ve Algılama: Karar alma süreci, karar alınması gereken bir konuya iliĢkin bilgi ve görüntülerin, çeĢitli kiĢi (diplomatik temsilciler, istihbaratçılar vb. ) ve araçlar (kitle iletiĢim araçları vb.) vasıtasıyla, karar alıcıya ulaĢması ve karar alıcı tarafından bu bilgilerin algılanması gerekmektedir. Durumun Tanımlanması: Elde edilen bilgi ve görüntülere dayanarak gerçekleĢen doğru ya da yanlıĢ algılama sonucunda, karĢı karĢıya kalınan mevcut durumun belirlendiği aĢamadır. Tercih Yapılması: KarĢı karĢıya kalınan durumun belirlenmesi neticesinde ortaya çıkan seçenekler arasında, karar alıcının uygulanacak politikalar konusunda tercihlerin değerlendirildiği aĢamayı ifade eder. Karar Alma ve Uygulama AĢaması: Belirli bir durumda, ortadaki seçeneklerin değerlendirilmesi neticesinde alınacak kararların belirlendiği ve uygulamaya geçildiği aĢamadır. Karar alma sürecini oluĢturan aĢama ve öğeler ile devletin örgütlenme biçimi arasında önemli benzerlik bulunsa da her devlet için bire bir aynı değildir. DıĢ politika kararları, çeĢitli faktörlerin etkisi ile farklılaĢan “karar birimleri” içerisinde oluĢmaktadır. Bu yapısal farklılıklar, karar alma süreci ve nihai karar üzerinde önemli etkiye sahiptir. Karar alma sürecini etkileyen diğer bir faktör de karar alıcının özellikleridir. Buna göre karar alıcının kiĢisel özellikleri yanında inançları önemli etkiye sahiptir. Bu iki faktör dıĢında, karar alınacak konunun ve içinde bulunan durumun niteliği de karar alma davranıĢını etkileyen önemli bir faktördür. Buna göre içinde bulunulan 8 durumun genel, idari ya da kriz durumu oluĢuna göre farklı kararlar alınması mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 222-234). 2. ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠNĠN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ KuruluĢundan 11 dakika sonrasında Ġsrail‟i tanıyan ilk ülke olan ABD ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki çıkarları ve izledikleri politikalar, yakın geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de birbirlerine paralel bir seyir izlemektedir. Bu durumun farklı gerekçelerini değerlendirmeden önce, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin tarihi geliĢiminin incelenmesi yerinde olacaktır. Bu süreç, George W. Bush dönemi öncesine kadar ve George W. Bush dönemi ve sonraki iliĢkiler biçiminde incelenecek ve Irak SavaĢı‟na giden süreçte Ġsrail-ABD iliĢkilerinin savaĢa ne derecede etkili olduğu anlaĢılmaya çalıĢılacaktır. a. George W. Bush Dönemi Öncesinde ĠliĢkiler ABD‟nin Orta Doğu‟ya olan ilgisinin Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında baĢladığı ifade edilebilir. Ġkinci Dünya SavaĢı öncesinde, ABD‟nin bölge ile iliĢkisi ise, özel Ģirketler ve kuruluĢlar aracılığıyla ve ticari iliĢkiler biçiminde gerçekleĢmiĢtir (Bilgiç, 2005: 89). Balfour Deklarasyonunun ardından 1918‟de ABD Senatosu, aldığı kararla Balfour Deklarasyonu‟na desteğini açıklamıĢtır (Goldman, 2009: 603). Birinci Dünya SavaĢı bitimi öncesine kadar ABD BaĢkanı Wilson‟un ilan ettiği ilkeler çerçevesinde, ABD‟nin Orta Doğu politikası da ĢekillenmiĢtir. Birinci Dünya SavaĢı sonrasında ise ABD, Ġngiltere‟nin Orta Doğu politikasına paralel bir politika izlemiĢ ve Ġngiltere ile uyumlu adımlar atmıĢtır. Bu doğrultuda, Filistin‟in Ġngiliz mandasına girmesine de karĢı çıkmamıĢtır. Ġki savaĢ arası dönemde ise petrolün çekiciliğinin artması sebebiyle, ABD‟li 9 Ģirketlerin Orta Doğu‟ya olan ilgisi, ABD‟nin Orta Doğu politikalarını revize etmesine yol açmıĢtır (Bilgiç, 205: 91-92). Reich‟ın (1995: 8) “özel bir iliĢki” biçiminde tanımladığı ABD-Ġsrail iliĢkileri, Ġsrail‟in varlığını sürdürmesi, güvenliği, refahının sağlanması ve bağımsızlığının teminine odaklanmıĢtır. Lieber‟e göre, Ġsrail ve ABD arasındaki özel iliĢki, tarihi geçmiĢ, dini değerler, toplumsal bağlar, bölgesel istikrar hedefi ve ABD ulusal çıkarlarının bir toplamından oluĢmuĢtur (Lieber, 1998: 18). Yahudiler, iki savaĢ arası dönemde bir yandan Filistin‟e göçlerini sürdürüp toprak elde etmeye devam ederken diğer taraftan da Ġngiltere‟ye karĢı silahlı mücadele hazırlığını yürütmüĢtür. Mücadelelerini siyasi alanda da sürdürmüĢler; bu amaçla da çeĢitli toplantılar düzenlemek için çaba harcamıĢlardır. O dönemde ABD‟de yürütülen faaliyetler sonuç vermiĢ, Yahudiler, ABD‟nin de bölgeye ilgisinin artması sayesinde, mücadelelerine destek bulmuĢlardır. 1942‟de New York‟ta Biltmore Konferansı düzenlenerek, sonucunda Biltmore Programı yayınlanmıĢ; Yahudiler Dünya çapında seslerini duyurmayı baĢarmıĢtır (Yılmaz, 2009: 54-58). Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında, bölgeye ABD ilgisi daha da artmıĢtır. Henüz savaĢ sürerken ABD‟nin ilgisi, petrole yönelik çıkarları doğrultusunda Yahudilerden ziyade, Araplar yönünde idi. Ayrıca Arapların da Ġngiltere‟nin bölgedeki politikalarından memnun olmayıĢı sebebiyle, ABD‟nin bölgeye ilgisini çekmeye yönelik çabaları olmuĢtur. BaĢkan Roosevelt döneminde Suudi Arabistan Kralı Suud‟un da çabaları ile ABD dıĢ politikası Araplara daha yakın bir seyir izlemiĢtir. Sonraki baĢkan Truman döneminde kurulan komisyonlar yoluyla, soruna çözüm getirilmeye çalıĢıldıysa da getirilen öneriler, ne Yahudileri ne de Arapları tatmin etmekten uzak olmuĢtur (Yılmaz, 2009: 54-58). 10 Truman Yönetiminin Yahudilere destek olma konusunda kararsız ve temkinli tutumuna rağmen, verdiği sınırlı destek bile Yahudiler açısından hayati derecede önem taĢıyordu. 1945 Haziran‟ında ABD BaĢkanı Truman‟ın, 100.000 Avrupalı Yahudi‟nin acilen Filistin‟e göç etmesine yönelik talebi, Ġngiltere Hükümeti‟nce Arap Dünyasında hoĢnutsuzluk yaratabileceği gerekçesiyle kabul görmemiĢti (Lieber, 1998: 12). 1947‟de Ġngiltere, sonuçlandıramadığı Filistin Arap-Yahudi Mandasını, çatıĢmasının BM‟ye uluslararası devretmiĢ; bir örgüt öncülüğünde çözülmesini istemiĢti. Genel Kurul, Filistin Üzerine Özel Bir Komite (UNSCOP) kurarak Filistin‟deki çatıĢmaların sebeplerini araĢtırmayı ve mümkün olursa da çözüm getirmeyi amaçlamıĢtı (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2010b). Komisyonun bir Arap ve bir Yahudi olmak üzere iki devletli önerisi, 29 Kasım 1947‟de ABD‟nin Etiyopya, Liberya, Haiti ve Filipinlere yönelik, tasarının kabulü yönünde yoğun baskısı sayesinde, kabul edilmiĢtir (Bilgiç, 2005: 94). Bu Ģekilde ABD, Orta Doğu‟ya ve Filistin‟e yönelik ilgisini aktif bir siyaset izleyerek ortaya koymuĢtur. 14 Mayıs 1948‟de Ġsrail bağımsızlığını ilan ettikten 11 dakika sonra ABD, Ġsrail‟in bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuĢtur. Bununla birlikte, tanıma süreci ABD açısından sancılı bir süreç olarak tarihe geçmiĢtir. Zira dönemin DıĢiĢleri Bakanı George G. Marshall, BaĢkan Truman‟ın Ġsrail‟in tanınması hususundaki düĢüncesine karĢı çıkmıĢ, Ġsrail‟in tanınması durumunda, seçimlerde BaĢkan aleyhine oy kullanacağını ifade etmiĢtir. Bu dönemde ABD, bölgeye yönelik silah ambargosu uygulamamıĢ, Ġsrail‟in kredi talebi de bürokratik gerekçelerle 1949‟a kadar bekletilmiĢti (Lieber, 1998: 12). Bu durum, dönemin ABD yönetiminde Ġsrail konusunda, büyük görüĢ ayrılıkları olduğunun bir göstergesidir. 1948‟den Truman‟ın görevinin bittiği 1953‟e kadar ABD, bölgede dengeli bir politika izlemiĢtir. Arap-Ġsrail sorunlarının derinleĢerek tüm bölgeyi 11 etkileyecek bir boyuta ulaĢmasını engellemek ve bölgede istikrar sağlamak, ABD Orta Doğu politikasının temel hareket noktası olmuĢtur. Bu dönemde ABD, doğrudan müdahaleler yerine BM kanallarını sorunun çözümü yönünde kullanmaya çabalamıĢtır. Bu doğrultuda Mayıs 1950‟de ABD; Ġngiltere ve Fransa ile birlikte, Orta Doğu‟ya yönelik silah ambargosunu öngören deklarasyona katılmıĢtır (Bilgiç, 2005: 95-96). Truman‟dan sonra ABD yönetimine gelen Eisenhower döneminde ABD‟nin Orta Doğu ve Ġsrail‟e yönelik ilgisi artmıĢtır. Bu döneme özellikle DıĢiĢleri Bakanı John Foster Dulles‟ın SSCB‟yi çevreleme politikaları etki etmiĢtir. Komünizm propagandası ile Orta Doğu‟da da etkisini artırmak isteyen SSCB‟ye karĢı önlem almak isteyen Eisenhower Yönetimi, sonrasında Eisenhower Doktrini olarak da anılan politikalarını geliĢtirmiĢtir. Buna göre Eisenhower, Orta Doğu‟da SSCB tehdidi altındaki ülkelere yardım etmeyi ve bölgede iĢbirliği imkânları yaratmayı hedeflemiĢtir. Eisenhower döneminde, Ġsrail‟le kurulacak özel bir iliĢkinin temelleri atılmıĢtı. Ġlerleyen dönemde çok sıkı biçimde yürütülecek olan Ġsrail-ABD iliĢkileri, bu döneme kadar çok yavaĢ ilerlemiĢti. Hatta 1952-1957 arasında patlak veren SüveyĢ Krizi sebebiyle ABD-Ġsrail iliĢkileri önemli ölçüde gerginleĢmiĢti. Bu dönemde ABD, Ġsrail‟e iĢgal ettiği Sina Yarımadasından çekilmesi yönünde ciddi baskı yapmıĢ ve iliĢkiler durma noktasına gelmiĢti (Lieber, 1998: 13). Ġsrail ve ABD arasındaki iliĢkilerin geliĢiminde Mısır lideri Cemal Abdül Nasır‟ın politikalarının önemli yeri olduğunu ifade etmek mümkündür. Nasır‟ın Arap liderliğine soyunması ve ilerleyen dönemde SSCB ile yakınlaĢması, ABD‟yi kaygılandırmıĢ; bu sebeple Ġsrail‟in önemli bir potansiyel müttefik olarak görülmeye baĢlanmasına ve bu yönde politikalar geliĢtirilmesine neden olmuĢtur. Cemal Abdül Nasır‟ın Arap milliyetçiliği söylemi, yalnızca ABD‟yi değil; bölgede çıkarları olan devletleri de tedirgin etmiĢtir. Bu durum, 12 Ġsrail‟in Batı dünyası tarafından, bir denge unsuru olarak görülmesine ve stratejik öneminin artmasına sebep olmuĢtur. Ġlerleyen süreçte ABD‟nin Ġsrail‟e olan ilgisi ve desteğinin arttığını ifade etmek mümkündür. Önceki dönemde Araplar ve Ġsrail arasında denge politikası güden ABD, Ġsrail lehine açılımlar yapmaya baĢlamıĢtır. 1957 Suriye Krizi‟nde Ġsrail‟in müdahalesini önlemek amacıyla, askeri yardımları tekrar baĢlatmıĢtır. Yine 1958‟deki Ürdün krizinde Ġsrail; Ġngiltere‟ye hava sahasını açarak, ABD ve Ġngiltere‟nin politikasını desteklemiĢ, ABD de buna karĢılık Ġsrail‟e yaptığı askeri yardımı artırmıĢtır. Buna rağmen Eisenhower döneminde, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardımın düzenli olduğunu ifade etmek mümkün değildir (Bilgiç, 2005: 98-100). Nitekim Eisenhower Yönetimi döneminde ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardım 100 milyon doların da altında olup silah satıĢı da ısrarla reddedilmiĢtir (Çağlayan, 2010: 533). 1960‟lara gelindiğinde Cemal Abdül Nasır‟dan rahatsız olan Fransa, Ġsrail‟e silah satıĢı ve nükleer teknoloji konusunda destek vermiĢtir (Lieber, 1998: 13). Bu teknoloji ile Ġsrail, Necef‟te atom bombası üretiminde kullanılabilecek bir reaktör inĢa etmeye baĢlamıĢtır. Orta Doğu‟da nükleer silahlanmayı tehlikeli bulan ve bu durumun SSCB‟nin bölgede ağırlığını artırması için fırsat vereceğini düĢünen ABD, bu planından vazgeçirmek için, Ġsrail üzerinden baskı yapmaya baĢlamıĢtır. Aslında Ġsrail‟in peĢinde olduğu Ģey, ABD‟den Hawk uçaksavar sistemleri almak ve nükleer silahı bu konu için koz olarak kullanmaktır ki istediğini de elde etmiĢtir. Ġsrail, Necef Çölündeki Dimona Reaktörü‟nün ABD‟li uzmanlarca denetlenmesi ve mülteci sorununun çözülmesi için bir planın kabul edilmesi karĢılığında, Hawk Uçak Savar Sistemlerini elde edebilmiĢtir (Bilgiç, 2005: 100). 1960‟larla birlikte Ġsrail, Orta Doğu‟da bölgesel bir güç konumuna gelmeye baĢladıkça, ABD‟nin Ġsrail‟e olan ilgisi daha da belirginleĢmiĢtir. Bu durum, ABD BaĢkanı Kennedy döneminde hız kazanmıĢtır. Bu dönemde 13 Kennedy, Ġsrail BaĢbakanı Golda Meir‟i ABD‟ye davet etmiĢ ve nükleer silah üretme planından vazgeçilmesi kaydıyla, Ġsrail‟e karĢı olası bir saldırı olması durumunda, Ġsrail‟i destekleyeceği taahhüdünde bulunmuĢtur. Nitekim kendi döneminde, Orta Doğu‟da Sovyet etkisinin artmasının önünü alamayan, Arap-Ġsrail çatıĢmasını önleyemeyen ve en nihayetinde Nasır‟ın da Sovyetlere yönelmesini engelleyemeyen Kennedy; Ġsrail‟i Arap güçleri karĢısında yalnız bırakmak istemeyerek, Ġsrail‟e HAWK uçaksavar sistemlerinin satıĢı konusunda onay vermiĢtir. Böylece ABD Ġsrail‟e ilk kez spesifik bir silah satmıĢ ve geleceğe dönük yeni stratejik iĢbirliklerinin önü açılmıĢtır. 1962‟de Meir‟le buluĢan Kennedy; Orta Doğu‟da Ġsrail‟le ABD arasında özel bir iliĢki olduğunu ve bu iliĢkinin ancak Ġngiltere ve ABD arasındaki iliĢkilerle kıyaslanabileceğini ifade etmiĢtir (The David Project Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bu geliĢmelere rağmen Kennedy döneminde, Ġsrail-ABD iliĢkilerinin sınırlı bir çizgide ilerlediği belirtilebilecektir. Zira Ġsrail‟e silah satıĢı sadece HAWK‟larla sınırlı kalmıĢ; Kennedy‟nin Ġsrail BaĢbakanı Ben Gurion ile ABD‟deki görüĢmesi de Beyaz Saray yerine New York‟ta gerçekleĢmiĢtir (Çağlayan, 2010: 533). Lyondon Johnson dönemi, ABD-Ġsrail iliĢkilerinde adeta bir dönüm noktasıdır. Zira Johnson, dönemin Ġsrail BaĢbakanı Levi EĢkol‟le Beyaz Saray‟da görüĢerek bir ilki gerçekleĢtirmiĢtir (The David Project Ġnternet Sitesi [web], 2010). Johnson, Ġsrail‟e tank ve uçak savar satmıĢ, ancak bunlar diğer Arap ülkelerine yapılan benzer satıĢlarla dengelenmiĢtir. Bu yaklaĢım, ABD‟nin o zamana kadar sürdürdüğü, bölgede bir ülkenin diğerine üstünlük sağlamasını engellemeye yönelik politikasıyla uygundur (Çağlayan, 2010: 536). 1967‟deki Altı Gün SavaĢları ile Ġsrail‟in Araplara karĢı üstünlük sağlaması ile birlikte, ABD Ġsrail‟i Orta Doğu‟daki çıkarları için ciddi bir 14 stratejik ortak olarak görmeye baĢlamıĢtır. SavaĢta özellikle Sovyet silahlarından ele geçirilen askeri bilgiler; ABD açısından çok önemli istihbari bilgilerin elde edilmesini sağlamıĢtır. ABD, Arap Ülkeleri-Ġsrail ve SSCB arasında süren Orta Doğu‟ya silah satıĢını sınırlandırmaya yönelik görüĢmelerin bir sonuca varmayacağını görerek, Ġsrail‟e dönemin en geliĢmiĢ hava silahları arasında olan F-4 Phantom Uçaklarının satıĢını gerçekleĢtirmiĢtir. Bu durum, ABD‟yi Ġsrail‟in ana silah sağlayıcısı yapmıĢ ve Orta Doğu‟da ABD etkisinin artmasını sağlamıĢtır (The David Project Ġnternet Sitesi [web], 2010). ABD ve Ġsrail arasındaki yakın temas, ABD BaĢkanı Richard Milhous Nixon döneminde de devam etmiĢtir. Nixon, 1970‟de Suriye iĢgali ve dolayısıyla SSCB‟nin Orta Doğu‟da etkisini artırmasını engellemek ve Kral Hüseyin‟in rejimini garanti altına almak amacıyla Ġsrail‟den yardım istemiĢtir (Çağlayan, 2010: 536). Bu olay, Ġsrail‟in bölgede ne derecede önemli bir konuma geldiğinin ve bu durumun Ġsrail‟i, ABD ve batılı güçlerin Orta Doğu‟daki çıkarlarının savunulmasında güvenilebilecek bir konuma getirdiğinin bir göstergesidir. 1973 Yom Kippur SavaĢı‟nda, baĢlangıçta Arap Ordularının üstünlük sağlaması üzerine hareket geçen ABD, Ġsrail‟e önemli miktarda askeri teçhizat göndererek, Ġsrail‟in toparlanmasına ve sonrasında savaĢı kazanmasına katkı sağlamıĢtır. SavaĢın ardından da ABD DıĢiĢleri Bakanı Henry Alfred Kissinger aracılığı ile Ġsrail ve Araplar arasında arabuluculuk çabalarına giriĢilmiĢ ve sonuçta barıĢ sağlanmıĢtır. Mısır‟da Nasır‟ın yerine göreve gelen Enver Sedat, daha önce izlenen SSCB‟ye yakın politikalardan vazgeçmiĢ ve ABD‟ye yakın politika izlemeye karar vermiĢtir. Bu durum, Ġsrail‟in Mısır‟la olan iĢbirliğinin de temellerini atmıĢ ve ABD‟yi Orta Doğu‟da daha güçlü bir konuma getirmiĢtir (The David Project Ġnternet Sitesi [web], 2010). 15 Nixon baĢkanlığı döneminde ABD Orta Doğu politikasını; Mısır‟ı kazanarak Arap-Ġsrail sorununa çözüm getirmeye çalıĢmak üzerine oluĢturmuĢtur. Bu dönemde ABD, bölgede bir nükleer savaĢ çıkma olasılığından da endiĢe ediyor ve bunu önlemek için çaba sarf ediyordu. Kissinger, Ġsrail‟in etrafındaki ülkelerin yoğun tehdidi altında olması ve var olma mücadelesi vermesi dolayısıyla, resmi olarak ilan edilmese de bir nükleer programının var olduğu ve Ġsrail‟in bölgede nükleer silah kullanmaya en yakın ülke olduğu düĢüncesindeydi (Stout [web], 2007). Nitekim Sovyet desteğini ardında hisseden Arap ülkelerinin, SSCB‟den nükleer teknoloji de elde etmeleri muhtemeldi. Bu noktada nükleer tehdit atındaki bir ülke olan Ġsrail‟in de nükleer faaliyetlere giriĢmiĢ olması, olası bir durumdu. ABD‟nin, bütün Dünya için büyük bir tehdit olarak görülen nükleer bir savaĢtan, bölgeyi ve bütün Dünyayı uzaklaĢtırmak için bu dönemki Orta Doğu politikasını; bölgede kalıcı barıĢı sağlama üzerine oluĢturduğunu ifade etmek mümkündür. Nixon, Ġsrail‟i ziyaret eden ilk ABD baĢkanı olarak tarihe geçmiĢtir. Nixon, 16-17 Haziran 1974 tarihlerinde Ġsrail‟e yaptığı ziyarette, ABD‟nin Ġsrail‟i desteklemeye devam edeceğini; ayrıca Ġsrail‟le yürütülen iliĢkiler neticesinde, bu iĢbirliğinin nükleer faaliyetlerde de süreceğini; ABD‟nin bu konuda da Ġsrail‟e yardım edeceğini ve nükleer yakıt sağlayacağını ifade etmiĢtir (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2010c). Buna göre ABD‟nin, Orta Doğu dengelerini de hesaba katarak hareket ettiği ve Ġsrail‟e nükleer destek verilirken, bunun kontrolünün ABD‟nin elinde olmasını istediği ifade edilebilecektir. Nixon‟dan sonra göreve gelen Gerald R. Ford Döneminde de (19741977) ABD‟nin temel Ġsrail politikası, Filistin‟le barıĢın sağlanarak bölgede istikrar oluĢturulması üzerine inĢa edilmiĢtir. Ford döneminde de DıĢiĢleri Bakanlığı görevini yürüten Kissinger, bölgede aktif bir siyaset izlemiĢ ve mekik diplomasisi uygulayarak Araplar ve Ġsrailliler arasında temas 16 sağlamıĢtır. Bölgede nükleer bir savaĢın önlenmesi; temel öncelikler arasında yer almıĢtır. Bu noktada bölgede barıĢ oluĢturma konusunda BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararlarının referans alınması savunulmuĢtur (Teksas Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Ford ve Kissinger, görüĢmelerden sonuç alınamaması üzerine Ġsrail‟e ciddi bir baskı uygulamıĢlar ve Ġsrail‟i barıĢ görüĢmelerini çözümsüzlüğe doğru yöneltmekle suçlamıĢlardır. Bunun üzerine Ford, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin yeniden gözden geçirilmesi üzerine bir konuĢma yapacağını ilan etmiĢtir. Bu durum, ABD kongresinde Ġsrail yanlısı 76 senatör tarafından Ford‟a hitaben yazılan ve ABD‟nin Ġsrail ile iliĢkileri bozmamasını isteyen mektupla engellenmek istemiĢtir. Nitekim Ford bu olay üzerine, konuĢmasını yapmaktan vazgeçmiĢ ve gerginlik sona ermiĢtir (Blankfort [web], 2010). Bu durum ilerde daha detaylı olarak anlatılacak Ġsrail Lobisinin ABD politikaları üzerindeki etkisini göstermesi bakımından çok önemlidir. ABD BaĢkanı Ford, bölge ülkelerinin liderleri ile görüĢerek sorunların çözülmesi için çaba harcamıĢtır. Eylül 1975‟de Ġsrail ile Mısır arasında bir geçici antlaĢma yapılmıĢtır. Bu anlaĢma, ateĢkesi güçlendirmiĢ; iki ülke arasında oluĢturulan tampon bölgeyi geniĢletmiĢtir. Bu antlaĢma, Ġsrail ve bir Arap ülkesi arasında yapılan ilk antlaĢma olma özelliğini taĢımaktadır (Teksas Üniversitesi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Mısır ve Ġsrail arasındaki bu antlaĢmada, Ġsrail tarafını ikna etmek kolay olmamıĢtır. AnlaĢma bütünüyle ABD desteği ile imzalanmıĢtır. ABD bu anlaĢma karĢılığında Ġsrail‟e ekonomi, güvenlik ve enerji alanlarında destek vermeyi ve Ġsrail‟in güvenliğini sağlamayı taahhüt etmiĢtir. Bu hükümler, Ġsrail ve Mısır antlaĢması dıĢında ABD ile Ġsrail arasında resmi olarak basılmayan taahhütler biçiminde gerçekleĢmiĢ ancak daha sonra New York Times ve Washington Post gazeteleri tarafından deĢifre edilmiĢtir (Jewish Virtual 17 Library Ġnternet Sitesi [web], 2010d). Bu hükümler ABD‟nin Ġsrail‟e olan ilgisinin ve desteğinin ne kadar büyük bir boyuta ulaĢtığının bir kanıtıdır. Jimmy Carter Döneminde (1977-1981) ABD, Orta Doğu BarıĢ sürecinde son derece aktif olarak yer almıĢ; bu durum da iki ülke iliĢkilerinde, zaman zaman gerginliklere neden olmuĢtur (Policy Almanac Ġnternet Sitesi [web], 2010). Dönemin liderleri, Ġsrail BaĢbakanı Menachem Begin ve Mısır Devlet BaĢkanı Enver Sedat; ABD BaĢkanı Jimmy Carter‟ın çabaları ile tekrar bir araya gelmeyi kabul etmiĢ ve 5-17 Eylül 1978 tarihleri arasında süren Camp David görüĢmeleri neticesinde, 17 Eylül 1978‟de Mısır ve Ġsrail arasında “Camp David Çerçeve AntlaĢmaları” imzalanmıĢtır. Camp David çerçeve AntlaĢmaları, bazı Ġsrailliler tarafından iĢgal edilen bölgelerden çekilinmesi ve Mısır‟la barıĢ yapılması konusunda ABD tarafından yapılan baskıların sonucu olarak görülmüĢ ve eleĢtirilmiĢtir. Carter‟ın bir Filistin ülkesi oluĢturma konusundaki desteği de Ġsrail-ABD iliĢkilerinin gerilmesine neden olmuĢtur (Mark, 2004: 2). Ronald Reagan Döneminin (1981-1989) baĢlangıcında kadrosunda Caspar Weinberger (Savunma Bakanı) ve George Schultz (DıĢiĢleri Bakanı) gibi Arap ülkeleri ile yakın ticari iliĢkiler içinde olan Ģirketlerde görev yapan kiĢiler bulunması sebebiyle, Ġsrail-ABD iliĢkilerinin gergin devam edeceği düĢünülmüĢtü. Buna karĢın Reagan‟ın Ġsrail‟e olan kiĢisel desteği ile Ġsrail ve ABD arasındaki terörle mücadele ve güvenlik alanlarındaki iĢbirliği ve artan Sovyet tehdidine karĢı, iki ülkenin ortak hareket etme gereksinimi sebebiyle; bu dönemde Ġsrail-ABD iliĢkilerinin oldukça olumlu bir çizgide geliĢtiği ifade edilebilecektir. Bu dönemde iki ülke, savunma alanında çok sayıda stratejik iĢbirliği antlaĢması imzalamıĢtır. Ayrıca Reagan döneminde, Ġsrail‟e yapılan ekonomik ve askeri yardım, önemli oranda artmıĢ; yıllık 3 milyar dolara ulaĢmıĢtır. Ayrıca 1985‟te serbest ticaret antlaĢması imzalanarak Ġsrail 18 ekonomisine ciddi destek sağlanmıĢtır. Bu durum, Lübnan SavaĢı‟nda Ġsrail‟in ABD yapımı silahları kullanması ve Reagan BarıĢ Planını reddetmesi; ABD‟nin Filistin KurtuluĢ Örgütü ile iletiĢime geçmesi; ABD ve Ġsrail arasında Pollard Casus Krizi; Ġsrail‟in Schultz BarıĢ Planını reddetmesi gibi krizlere rağmen değiĢmemiĢtir. Bu sayede Reagan dönemi, ABD‟deki Yahudi KuruluĢlarınca en Ġsrail yanlısı yönetim seçilmiĢtir (Mark, 2004: 2). George H. W. Bush Dönemi (1989-1993), SSCB‟nin yıkıldığı döneme rastlamıĢ; bu sebeple Orta Doğu‟da SSCB etkisinin de yok olduğu, bir nevi otorite boĢluğunun yaĢandığı yıllar olarak tarihe geçmiĢtir. Bu dönemde Körfez Krizi yaĢanmıĢ ve ABD‟nin ilgisi bu yöne kaymıĢtır. Dönemin baĢında, ABD DıĢiĢleri Bakanı James Baker, Amerikan Ġsrail Kamu ĠĢleri Komitesi (American Israel Public Affairs Committee, AIPAC) Kongresinde 22 Mayıs 1989‟da yaptığı konuĢmada, Arap-Ġsrail barıĢının sağlanması için iki taraftan beklentilerini Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir (WRMEA Ġnternet Sitesi [web], 2010): “Orta Doğu‟daki mevcut durumun devamı halinde, Ģiddet artacak ve barıĢ süreci zarar görecektir. Yeni bir iletiĢim sürecinin baĢlatılarak barıĢ konusunda temiz bir sayfa açılması gerekmektedir. Arap Dünyası, Ġsrail ile iletiĢim kurmalı ve barıĢ sürecinin bir tarafı değil katalizörü olmalıdır. Bu noktada, Ġsrail‟e yönelik ekonomik ambargonun sonlandırılması, Ġsrail‟le birlikte uluslararası platformlarda yer alınması ve siyonizmi ırkçılık olarak tanımlamaktan vazgeçilmesi önemlidir. Ġsrail açısından ise, gerçekçi olmayan Büyük Ġsrail idealinden vazgeçilmesi, Batı ġeria ve Gazze‟de BM kararlarına uyulması, bu bölgelerde Yahudi yerleĢimlerine son verilmesi, okulların yeniden açılması, Filistinlileri bir komĢu olarak görmeleri ve siyasal haklarına izin verilmelidir. Filistinlilerin barıĢ için çaba sarf etmeleri ve Ģiddetten vazgeçerek Ġsraillilerle iletiĢim kurarak siyasal ve diplomatik yollardan sorunları çözme yoluna 19 gitmeleri gereklidir. Bundan da en fazla kazanç elde edecek olanlar yine Filistinlilerdir.” Bu konuĢma, Ġsrail tarafında hoĢnutsuzluk yaratırken, Filistin tarafında memnuniyet yaratmıĢtır ve Bush yönetiminin dengeli bir siyaset izleyeceğine yönelik ipuçları içermektedir. Bununla birlikte konuĢma sonrasında gerilen ABD-Ġsrail iliĢkileri, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgal etmesi ve devam eden süreçle birlikte tekrar düzelmiĢtir. Körfez SavaĢı sırasında Saddam Hüseyin, Arap liderlerini etkilemek ve taraftar kazanmak amacıyla Ġsrail‟e yönelik söylemler geliĢtirmiĢ ve Ġsrail‟e Scud füzeleriyle saldırı düzenlemiĢtir. Bu saldırılarda ciddi bir tahribat ya da yaralanma yaĢanmasa da psikolojik açıdan Ġsrail‟de etkili olmuĢtur. Ġsrail‟in bu saldırılara cevap vermek amacıyla Arap ülkelerinin hava sahasını kullanarak Irak‟a varması gerekmekteydi. Bu durumun da farklı tartıĢmalara, yeni ve daha geniĢ alana yayılmıĢ çatıĢmalara sebep olabileceği öngörüldüğünden bu provokasyona Ġsrail‟in cevap vermemesi için ABD tarafından yoğun çaba harcanmıĢtır. Tepkileri azaltmak amacıyla Ġsrail‟de füze savunma sistemleri kurulmuĢ ve Ġsrail‟in güvenliği, tekrar ABD tarafından garanti altına alınmıĢtır (Rosenau, 2001: 29-30). Bu durum, ABD açısından Ġsrail‟in vazgeçilmez bir ittifak olduğunun göstergesidir. Bush ve dönemin Ġsrail BaĢbakanı Yitzsak Shamir arasında zaman zaman sürtüĢmeler yaĢanmıĢ; bu durum ABD-Ġsrail iliĢkilerinde gerginlik yaratmıĢtır. SürtüĢmeler, özellikle Yahudi yerleĢimleri konusunda oluĢmuĢ, Bush‟un Ġsrail‟e yönelik yardımları, Yahudi yerleĢimlerinin durmasına bağlaması ile gerginlik daha da artmıĢtır. Bununla birlikte 1992 seçimlerinde Shamir‟in yenilgiye uğrayarak yerine Yitzsak Rabin‟in liderliğindeki ĠĢçi Partisi geçince gerginlik sona ermiĢtir. Rabin‟in barıĢçı tutumu, ABD‟de olumlu karĢılanmıĢ ve iliĢkiler düzelmiĢtir. Bu dönemde ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı ekonomik ve askeri yardımlarda artıĢ sağlanmıĢtır (Rubin, 1992: 18-20). 20 Bill Clinton Dönemi (1993-2000) ABD‟nin Orta Doğu‟da en aktif politika izlediği dönemlerden birisidir. Bu dönemde Filistin sorununun çözümü için yoğun çaba harcanmıĢtır. Tarafların bir araya getirilmesi ve taraflar arasında anlaĢma sağlanması amacıyla mekik diplomasisi uygulanmıĢtır. Clinton henüz seçim faaliyetlerini yürütürken, Ġsrail‟le sürdürülen iliĢkilerin devam edeceği, Ġsrail‟in ihtiyaç duyduğu kredilerin garanti altına alınacağı, demokrasinin teĢvik edilmesi amacıyla Ġsrail‟e yardım edileceğine dair sözler vermiĢti. Clinton Yönetimi, Ġsrail ve Filistin arasında barıĢ oluĢturma hususunda sonuca ulaĢmak istemekteydi ve Orta Doğu politikalarını bu hedef üzerine kurgulamıĢtı (Reich, 2008: 173). Rabin ve Clinton‟un Orta Doğu BarıĢ sürecinde olumlu katkıları olduğu ve iki liderin uyumlu politikalar izlediği ifade edilebilecektir. Rabin‟in ılımlı tutumu ve ABD‟nin çözüm konusundaki baskıları sonucunda Arafat ve Rabin, mektup değiĢimi ile birbirlerini tanıdılar. Ardından taraflar, 13 Eylül 1993‟te Clinton‟un çabaları ile Washington‟da bir araya gelerek “Ġlkeler Bildirgesini” imzaladı ve böylece Filistin‟in özerkliği, resmen ilan edilmiĢ oldu (Özkoç, 2009: 179). Rabin 1995‟te bir suikasta kurban gittikten sonra sırasıyla ġimon Peres ve Benyamin Netanyahu baĢbakan oldu. Netanyahu‟nun stratejisi daha fazla güvenlik ağırlıklıydı ve Oslo AntlaĢmalarına karĢı çıkıyordu. Ġç politikada daha güçlü olmak için iĢgal altındaki bölgelerden yeni yerleĢim alanları açmaya koyuldu. Ġsrail Kudüs‟teki Harem‟ül ġerif‟in altında arkeolojik kazılar yapılmasına izin verince, Ģiddet eylemleri artıĢ gösterdi ve barıĢ süreci ağır bir darbe aldı. ÇatıĢmaların devam etmesi üzerine, Clinton‟un baskıları ile Netanyahu geri adım attı ve Arafat‟la tekrar bir araya gelerek Batı ġeria‟dan çekilmeye hız vermeye iliĢkin Wye Nehri Memorandumu‟nu imzaladı (Özkoç, 2009: 185). 21 ABD BaĢkanı Clinton‟un baskı ve gayretleri ile Ocak 1998‟de Maryland‟de Wye Nehrinde, Netanyahu ve Arafat ile beraberindeki heyet bir araya geldi. GörüĢmeler sonucunda 23 Ocak 1998‟de Wye Nehri Memorandumu imzalandı. Memorandum, daha önce imzalanan anlaĢma koĢullarının uygulanmasının hızlandırılması için gerekli adımları içeriyordu. Buna göre Ġsrail, öncelikli olarak Oslo AntlaĢmalarında Filistin Yönetimine bırakılan toprakların %13‟ünden çekiliyordu (A Bölgesi %1 ve C Bölgesi % 12). Ayrıca antlaĢmada güvenlik konusunda Filistin Yönetiminin, “terör ve Ģiddete sıfır hoĢgörü” uygulaması gerektiği ve ayrıca güvenlik konusunda Ġsrail ve Filistin Yönetiminin iĢbirliği içinde hareket edeceği vurgulanmıĢtı (Ġsrail DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010) Memorandum ile Netanyahu iktidarı ile baĢlayan sertlik yanlısı tutumla birlikte oluĢan Ģiddet eylemlerine radikal Ġslamcı terör örgütlerinin yön verdiği düĢüncesiyle Ġsrail, Filistin yönetimine bir hatırlatmada bulunuyordu. Sonuçta Memorandum, 1996‟da tıkanan barıĢ sürecine tekrar iĢlerlik kazandırıyor olsa da, Ġsrail-Filistin arasındaki önemli anlaĢmazlıkların çözülmesinde bir aĢama kaydedemiyordu (Özkoç, 2009: 186). 3 yıllık Netanyahu iktidarında bu koĢulların yerine getirilememesi üzerine, Barak‟ın yönetimi devralmasından kısa süre sonra, Wye Nehri AntlaĢmaları ve Oslo‟daki koĢulların yerine getirilebilmesini hızlandırmak amacıyla 4 Eylül 1999‟da Mısır‟ın ġarm el-ġeyh kentinde, ġarm El-ġeyh Memorandumu imzalandı (Arı, 2007: 22). Memorandumda Nihai Durum görüĢmeleri ile ilgili olarak, taraflar; “bu görüĢmelerin BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararlarına göre yürütüleceği, 5 ay içinde Nihai Duruma iliĢkin, bir çerçeve antlaĢmasının imzalanacağı, 1 yıl içinde konu ile ilgili kapsamlı bir antlaĢma imzalanacağı ve Nihai Durum görüĢmelerinin, mahkûmların değiĢimi ve askeri çekilmelerin 22 gerçekleĢmesi sonrasında da devamı” konusunda uzlaĢmıĢtı (Ġsrail DıĢ ĠĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010) Ayrıca memorandumda, barıĢ sürecinin baĢından beri ertelenen “Yahudi yerleĢimciler, Filistinli mülteciler, Kudüs‟ün statüsü ve Filistin‟in tüzel kiĢiliği konularında yine bir sonuca ulaĢılamamıĢtı (Özkoç, 2009: 187). Sonuçta Clinton, Nihai Durumu oluĢturabilmek için tarafları 11 Temmuz 2000‟de Camp David zirvesi ile tekrar bir araya getirdi. 11-24 Temmuz 2000 tarihleri arasında süren zirvede bir araya gelen taraflar, Nihai Durumun belirlenebilmesi amacıyla görüĢtülerse de temel anlaĢmazlık konuları olan Kudüs‟ün statüsü, Filistin devletinin kurulması, bu devletin kurulması ile birlikte oluĢabilecek sınırlar, bu bölgedeki Ġsrailli yerleĢimcilerin durumu ile Filistinli mültecilerin durumu konusunda anlaĢmaya varamadılar (Yılmaz, 2009: 328). Bu anlaĢmanın ardından taraflar bir araya geldilerse de El Aksa intifadası ve devamındaki geliĢmelerle barıĢ süreci sonra erdi (Özkoç, 2009: 189). Ardından yaĢanan intifada ve sonraki geliĢmeler ile de Ġsrail Filistin anlaĢmazlığının çözümüne dair ümitler iyice azalmıĢtır. Clinton Dönemi‟ne bakıldığında, özellikle sorunların çözümüne dair ciddi çaba sarf edildiği; buna karĢın özellikle Ġsrail tarafından verilen sözlerin tutulmaması ve liderlerin iç politikaya yönelik politikaları gereği yaptıkları faaliyetler neticesinde, barıĢ sürecinin bir sonuca ulaĢtırılamadığını ifade etmek mümkündür. Ġsrail, kuruluĢundan bu yana ABD‟den ciddi oranda ekonomik yardım almıĢ, bu durum sağlam bir ekonomi oluĢturulmasında Ġsrail‟e ciddi bir destek 23 sağlamıĢtır. ġekil-1‟de 3‟er yıllık dönemlerde ABD‟den Ġsrail‟e yapılan yardım miktarı verilmiĢtir (Kraus, 2009: 10). 1 ġekil-1: 3‟er Yıllık Dönemlerde ABD‟nin Ġsrail‟e Nakit Yardım Miktarları ġekil-1‟den de anlaĢılacağı üzere, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardım tutarları, 1949-1970 arasında standart düzeyde ilerlemiĢ; 1967 SavaĢından sonra ise artıĢ trendine girmiĢtir. Bu durum, ABD politikaları gereği 1973 SavaĢı sırasında ve sonrasında da devam etmiĢtir. Ġsrail‟in ABD‟den en fazla yardım aldığı dönem de 1979-1981 yılları arasındaki dönemdir. 1979-81 arası dönemde, Ġran Ġslam Devriminin gerçekleĢtiği, SSCB-ABD çekiĢmesinin Orta Doğu‟da yoğunlaĢtığı düĢünülürse, yardım miktarındaki artıĢın gerekçeleri anlaĢılabilecektir. 1980 ve 2002 yılları arasındaki süreç değerlendirildiğinde ise, dönemsel geliĢmelerin yapılan yardım miktarını etkilediği ve özellikle 91-93 yılları sonrasında standart bir yardımın oluĢtuğu ifade edilebilecektir. Tablo-1‟de Ġsrail‟in kuruluĢundan itibaren günümüze kadar ABD‟den Ġsrail‟e yapılan yardım miktarları verilmiĢtir. Buna göre yıllar içinde, ABD‟den Ġsrail‟e ortalama 3 milyar dolarlık bir yardım yapıldığı ifade edilebilecektir (Sharp, 2009: 24). 1 Bu tutarlar silah alımı için verilen tutarlar ya da doğrudan silah yardımı gibi kalemleri içermemektedir. 24 Tablo-1: Yıllar Ġçinde Ġsrail‟e Yapılan ABD Yardımları Toplam Yardım (Milyon Dolar) Askeri Yardım (Milyon Dolar) Ekonomik Yardım (Milyon Dolar) Diğer (Milyon Dolar) 1949-1996 68.030,90 29.014,90 23.122,40 15.893,60 1997 3.121,10 1.800,00 1.200,00 121,10 1998 3.080,00 1.800,00 1.200,00 80,00 1999 3.010,00 1.860,00 1.080,00 70,00 2000 4.131,85 3.120,00 949,10 62,75 2001 2.876,05 1.975,60 838,20 62,25 2002 2.850,65 2.040,00 720,00 90,65 2003 3.745,15 3.086,40 596,10 62,65 2004 2.687,25 2.147,30 477,20 62,75 2005 2.612,15 2.202,20 357,00 52,95 2006 2.534,50 2.257,00 237,00 40,50 2007 2.500,20 2.340,00 120,00 40,20 2008 2.423,90 2.380,00 0,00 43,90 2009 2.550,00 2.550,00 0,00 3,90 2010 2.800,00 2.775,00 0,00 25,00 TOPLAM 108.953,70 61.348,40 30.897,00 16.712,20 Yıllar 2 Tablo-2‟de ABD‟nin yıllar içinde çeĢitli ülkeler yaptığı yardım miktarları verilmiĢtir (ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureu) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010a). Buna göre 2000-2007 arası dönemde ABD dıĢ yardım miktarları değerlendirildiğinde; Afganistan ve Irak‟tan sonra en fazla yardım alan ülkenin Ġsrail olduğu görülmektedir. Bu durum, ABD politikalarında Ġsrail‟in ne derece önemli olduğunu ortaya koymaktadır. 2 Diğer Yardımlar içinde Amerikan Okul ve Hastaneleri, Göçmen Politikaları ve bunlar dıĢında kalan kalemler için yapılan yardımlar yer almaktadır. 25 Tablo-2: ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım Miktarları 2000 2004 2005 2006 2007 Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Afganistan 54 2.032 2.252 3.740 5.816 Cezayir 72 59 43 54 40 ÜLKELER Angola 105 116 67 52 48 Ermenistan 104 80 76 321 82 Azerbaycan 55 60 64 56 57 BangladeĢ 78 93 84 82 93 Bolivya 241 183 162 224 181 Bosna Hersek 181 85 47 53 52 Bulgaristan 49 43 44 39 43 Burundi 7 49 59 50 38 Kamboçya 27 93 98 71 74 Çad 4 59 63 82 98 Kolombiya 1.169 758 824 1.348 497 Kongo 33 117 121 171 149 Ekuador 77 91 87 76 66 Mısır 2.076 1.958 1.563 1.787 1.972 El Salvador 35 70 59 68 513 Eritrea 39 86 133 6 3 Etiyopya 278 436 694 323 470 Georgia 112 124 105 409 98 Gana 67 73 72 104 621 Guatemala 72 77 96 102 84 Haiti 88 163 224 243 210 Honduras 42 66 285 88 65 Hindistan 188 190 209 174 159 Endonezya 242 161 587 269 244 Irak 1 8.673 7.773 9.851 8.193 Ġsrail 3.864 2.722 2.713 2.544 2.508 Jamaika 22 41 66 36 36 Ürdün 448 638 683 562 560 Kazakistan 53 78 66 110 105 Kenya 94 187 263 390 522 Kosova 260 53 43 51 93 Kırgızistan 47 43 49 45 49 26 Tablo-2: ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım Miktarları (Devamı) 2000 2004 2005 2006 2007 Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Milyon Dolar Liberya 22 138 148 152 260 ÜLKELER Makedonya 63 50 48 45 38 Madagaskar 27 47 155 55 67 Malavi 44 53 85 74 107 Mali 44 58 54 64 535 MarĢal Adaları 41 42 44 51 48 Meksika Mikronezya (Fed. Devletler) Fas 44 94 98 184 88 81 95 94 100 100 51 35 55 53 88 Mozambik 88 114 127 161 261 Namibya 16 31 50 64 89 Nepal 23 55 72 60 81 Nikaragua 34 62 95 248 58 Nijerya 113 133 151 188 338 Pakistan 24 441 757 957 977 Peru 204 273 191 338 165 Filipinler 82 238 167 213 168 Polonya 85 37 93 34 32 Romanya 46 49 63 53 38 Rusya 709 941 1.584 1.529 1.594 Randa 39 59 83 103 120 Senegal Sırbistan ve Mont. Güney Afrika 37 53 48 67 70 424 172 133 4 - 57 130 187 263 393 Sri Lanka 11 39 160 49 44 Sudan 51 482 1.043 908 1.180 Tacikistan 37 50 64 48 34 Tanzanya 44 100 137 187 253 Türkiye 5 50 54 23 30 Uganda 76 219 291 280 370 Ukrayna 199 132 149 154 167 Özbekistan West Bank/Gaza Zambiya 34 43 42 45 17 122 139 350 274 165 35 103 144 197 201 Zimbabwe 21 33 61 30 140 TOPLAM 13.317 24.547 26.851 30.836 31.255 27 Sonuçta George W. Bush dönemine kadar ABD-Ġsrail iliĢkilerine dair genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; ABD‟nin özellikle 2. Dünya SavaĢı sonrasında Orta Doğu‟ya ve özellikle de Ġsrail‟e olan ilgisinin arttığı; bu dönem öncesinde dıĢ politikada Ġsrail‟e yönelik kayda değer bir politika oluĢturmadığı ifade edilebilecektir. ABD 1948‟de Ġsrail‟i ilk tanıyan ülke olmuĢ ve bu tarihten sonra Ġsrail‟e ve Orta Doğu‟ya yönelik aktif bir siyaset izlemeye çalıĢmıĢtır. Soğuk SavaĢ döneminde, Arap ülkeleri ile yakın iliĢkiler içinde olan ve bu doğrultuda bölgede etkisini artırmaya çalıĢan SSCB‟ye karĢı, Orta Doğu‟da müttefik arayan ABD‟nin, Ġsrail‟i potansiyel bir ortak olarak gördüğü; bu doğrultuda süreç içinde bazı gerginlikler yaĢansa da genelde Ġsrail‟i destekleyen bir politika içinde olduğu ifade edilebilecektir. ABD, bölgeye yönelik silah satıĢlarında denge gözetmeye çalıĢsa da Ġsrail‟in teknolojik silah taleplerini belli tavizler karĢılığında genellikle olumlu karĢılamıĢ; bu durum Ġsrail‟e bölgede üstünlük sağlamıĢtır. Soğuk SavaĢ sonrası dönemde de SSCB‟nin Orta Doğu‟daki etkisinin kaybolması sonucunda ABD‟nin tek aktör olarak, çıkarları doğrultusunda hareket ettiği; bu amaçla oluĢturulması ve ülkeler arasında çatıĢmaların bölgede istikrar engellenmesine dair politikalar ürettiğini ifade etmek mümkündür. Bu dönemde ABD‟nin ĠsrailFilistin sorununun çözümüne yoğunlaĢtığı ve Arap ülkeleri ile Ġsrail arasında bir çatıĢmanın yaĢanmamasının hedeflendiği söylenebilecektir ABD 1948‟den itibaren Ġsrail‟e, askeri ve ekonomik yardımda bulunmuĢ; bu yardım özellikle 1967 Arap-Ġsrail SavaĢıyla birlikte artarak devam etmiĢtir. Zaman içinde Ġsrail, ABD‟den en çok yardım alan devlet konumuna gelmiĢ; bu durum yakın dönemde dek sürmüĢtür. Halen Ġsrail ABD‟den en fazla yardım alan ülkeler içinde yer almaktadır. 28 b. George W. Bush Döneminde ĠliĢkiler (2001-2009) George W. Bush döneminin baĢlangıcında, Bush ve Ġsrail BaĢbakanı Ariel Sharon arasındaki terörle mücadele, ekonomik yardımlar gibi hususlarda paralel giden politikalar, Ġsrail‟in Gazze‟de yeni yerleĢimleri, iĢgal edilen bölgelerden çekilme ve teröre karıĢtığı iddia edilen Filistinlilere suikastlar düzenlenmesi konularında, yerini anlaĢmazlığa bırakmıĢtır (Mark, 2004: 4). Bu durumda da Ġsrail iç politikasının etkili olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira Ġsrail‟de halkın önemli bir kısmı, iĢgal edilen bölgelerin tarihi Ġsrail‟in bir kısmı olduğunu düĢünmektedir. GeçmiĢte bu bölgelerden çekilme hususundaki çabalar, Ġsrailliler arasında yoğun tepkilere neden olmuĢtur ve hâlihazırda da olmaktadır. Bu durum, Ġsrail‟in iĢgal ettiği bölgelerden çekilme gibi konularda Ġsrail hükümetini zor durumda bırakmaktadır. Bush‟un baĢkanlığı öncesinde gerçekleĢen El Aksa Ġntifadası, Ġsrail‟e yönelik terörist faaliyetlerde önemli bir artıĢa neden olmuĢ ve bunun üzerine Ġsrail daha sert güvenlik politikaları oluĢturmuĢtur. Bu dönemde Ġsrail‟in teröre karıĢtığını iddia ettiği Filistinlilere ani suikastlar düzenlemesi, tüm dünyada tepkilere neden olmuĢ; bu durum Ġsrail-ABD iliĢkilerinde de sorun yaratmıĢtır. 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD‟nin Orta Doğu politikaları, daha da belirginleĢmiĢ ve ABD bölgede daha aktif bir dıĢ politika izlemeye baĢlamıĢtır. Bu dönemde ABD‟nin Ġsrail Filistin sorununun çözümüne yönelik baĢlattığı çalıĢmalar da bu nedenle sekteye uğramıĢtır. Zira Ġsrail‟de terörist faaliyetler artmıĢ; Yaser Arafat‟ın terörle iliĢkili olduğuna dair görüĢlerin etkisiyle, ABD Filistin‟e verdiği desteği durdurmuĢtur. Ardından Afganistan ve Irak SavaĢları süresince ABD‟nin bölgede destek arayıĢları Filistin-Ġsrail barıĢ çabalarında ABD‟nin rolünü azaltmıĢtır (Freedman, 2005: 1). Bu dönemde ABD‟nin önce Afganistan; ardından Irak‟la uğraĢması ile oluĢan süreç, Ġsrail‟e daha rahat hareket edebileceği bir ortam sağlamıĢtır. Ġsrail bu dönemde terörle 29 mücadele faaliyetlerinde önleyici vuruĢ doktrinine referans vererek pek çok saldırı gerçekleĢtirmiĢ ve uluslararası toplumun tepkisini çekmiĢtir. Bu dönemde, ara sıra gerçekleĢen sürtüĢmelere rağmen, ABD ve Ġsrail arasında yoğun bir iĢbirliği olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu ittifak aslında tarihi açıdan, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin geliĢimi ile de açıklanabilecektir. Bush döneminde, Ġsrail-Filistin barıĢı konusunda; “aktif çalıĢma” yerine arabuluculuk faaliyetleri yürütme üzerine bir politika benimsenmiĢtir. Bunda da ABD‟nin, 11 Eylül saldırıları ve sonraki süreçte yaĢadığı geliĢmelerin etkili olduğunu ifade etmek mümkündür. Nitekim dönemin ABD DıĢiĢleri Bakanı Powell, pek çok kez bölgedeki grupların sorunun çözülmesinde sorumluluğu bulunduğunu vurgulamıĢtır (Freedman, 2005: 2). Bu durum, asıl çabanın Ġsrail ve Filistin taraflarında gerçekleĢeceğini ve daha önceki ABD BaĢkanlarının aksine, sorunun çözümünde kiĢisel çabaların birincil önceliğe alınmayacağını göstermiĢtir. Temmuz 2002‟de Bush, iki devletli bir çözümden yana olduğunu ifade etmiĢ ve 3 yıl içinde, Ġsrail‟in yanında kurulabilecek demokratik Filistin‟den bahsetmiĢtir. ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve BM tarafından; Filistin‟in terörist faaliyetleri desteklemekten yerleĢimleri durdurması, vazgeçmesi, 2005‟te Ġsrail‟in aĢamalı Filistin Ģekilde topraklarında Filistin Devletinin kurulmasını içeren Orta Doğu BarıĢ Planı (Yol Haritası) oluĢturulmuĢtur. 4 Haziran 2003‟te, ABD BaĢkanı George Bush ile Ürdün‟ün Akabe Kentinde buluĢan iki lider “yol haritasını” kabul etmiĢtir (Bileydi Koç, 2006: 254-256). Bununla birlikte ilerleyen dönemlerde verilen sözlerin tutulmaması üzerine bu süreç de sonuçlandırılamamıĢ ve yol haritası rafa kalkmıĢtır. Bu dönemde Suriye ile süregelen Golan Bölgesi ve Ġsrail iĢgali altındaki bölgeler konusunda ABD, Ġsrail‟in bu faaliyetlerini uluslararası hukuk ihlali olarak görmekle beraber, Ġsrail‟e karĢı baskıcı bir tutum takınmamıĢ ve 30 sorunların çözümünde aktif bir politika izlememiĢtir (Migladovitz, 2009: 2728). Ayrıca 2006 Filistin seçimlerinde HAMAS‟ın iktidara geliĢi ABD tarafından kınanmıĢ ve Filistin‟e yönelik ABD yardımları kesintiye uğramıĢtır. Bu geliĢme de Bush döneminde ABD politikalarının Ġsrail‟le paralel yürütüldüğünün bir göstergesi sayılabilecektir. Bu dönemde Ġsrail‟e yapılacak yardımlar da herhangi bir koĢula tabi tutulmamıĢtır. Tablo-1 ve Tablo-2‟de de ifade edildiği üzere Ġsrail, ABD yardımlarından önceki dönemlere yakın oranlarda yardım almıĢtır ki bu durum, Bush döneminde de ABD‟nin Ġsrail‟e yardım politikasında bir değiĢiklik olmadığını göstermektedir. c. 11 Eylül Sonrası ABD Güvenlik Politikalarının Değerlendirilmesi 11 Eylül 2001 saat 8:46‟da 11 sefer sayılı American Airlines Havayolu Ģirketine ait bir uçak, Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesine çarptığında, pek çok insan, bunun pilot hatasına bağlı bir kaza olduğunu düĢünmüĢ, merakla kulenin etrafında toplanmıĢtı. Bu defa saat 9:02‟de United Airlines Ģirketine ait 175 sefer sayılı ikinci bir uçağın süzülerek, güney kuleye çarpması ise Amerika'nın büyük bir saldırı altında olduğunu netleĢtirmiĢti. Saldırıların yarattığı Ģok sürerken, saat 9:37‟de American Airlines Ģirketine bağlı 77 uçuĢ numaralı baĢka bir uçak, Pentagon‟u hedef almıĢ; United Airlines ġirketine bağlı 93 sefer sayılı bir diğer uçak ise muhtemel hedefine varmadan, Washington D.C. yakınlarında, içindeki yolcuların mücadelesi ile düĢürülmüĢtü. Ardından Amerikan hava sahası tamamen kapatılmıĢ, yasağa uymayanların düĢürüleceği ilan edilmiĢti (Wisegeek Ġnternet Sitesi [web], 2010). Saldırıların bilançosuna bakıldığında, üç binin üzerinde kiĢi ölmüĢ, milyarlarca dolarlık maddi kayıp oluĢmuĢtu. 31 11 Eylül sonrasında artık hiçbir Ģey eskisi gibi olmayacaktı. 11 Eylül‟ün sarsıcı etkisi ile Dünya devletlerinin güvenlik algısında da radikal değiĢimler yaĢanmıĢtır. Bu noktada 11 Eylül saldırılarının hedefinin ABD oluĢu, “neden ABD?” sorusunu gündeme getirmektedir. KuĢkusuz bu konuda çalıĢmamızın kapsamını aĢacak ve yeni bir tez konusu olacak boyutta söylenecek çok söz vardır. Çok fazla ayrıntıya girmeden 11 Eylül saldırılarının hedefinin ABD oluĢunun nedenlerinden en belirginlerini aĢağıdaki Ģekilde ifade edebiliriz (Crenshaw, 2003: 160-172, Juergensmeyer, 2003: 185-193): Her Ģeyden önce ABD, SSCB‟nin yıkılıĢı sonrasında tek hegemon güç olarak, çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda tüm Dünya siyasetini yönlendirmekteydi. Bu noktada doğal olarak mevcut Dünya sistemini değiĢtirmek isteyen radikal unsurların da somut muhatabı konumundaydı. KüreselleĢme ve teknolojinin geliĢimi ile birlikte, zengin ve fakir ülkeler arasındaki gelir adaletsizlikleri ve Batı ülkelerindeki insanların yaĢayıĢları, internet gibi kitle iletiĢim araçları vasıtasıyla dünyanın her yerinden izlenebilir hale geldi. Dolayısıyla bu imkânlardan yararlanamayan ve zor koĢullarda yaĢayan bireylerde bu durum, bir nefrete dönüĢtü. Bu nefretin muhatabı da Batı Dünyasının ve Batı kültürünün sembolü ABD idi. Soğuk SavaĢ Döneminde, SSCB‟yi çevreleme politikası gereğince ABD, gizili/açık Ģekilde, SSCB ve komünizm karĢıtı radikal unsurları destekledi. Bu unsurlar arasında radikal Ġslamcı terör örgütleri de vardı. Bu örgütler zamanla ABD kontrolünden çıkarak, tüm Dünya Müslümanlarını birleĢtirerek, Ģeriatla yönetilen bir Dünya devleti kurmak gibi hedefler peĢinde koĢmaya ve bu hedeflerin karĢısında da Batı dünyası ve ABD‟yi görmeye baĢladılar. Bu noktada adlarını duyurmak ve destek sağlamak için sansasyonel terör eylemleri gerçekleĢtirmeye, bunda da bir sembol olarak gördükleri ABD‟ye saldırmaya baĢladılar. 11 Eylül, bu saldırıların adeta tepe noktası idi. 32 Saldırılara hedef olan Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon; ABD ile bütünleĢmiĢ, kapitalizmin, küreselleĢme ve ABD‟nin tek süper güç olarak tüm Dünya‟da yürüttüğü askeri operasyonların sembolik merkezleri idi. Bu sembolik hedeflere gerçekleĢtirilen saldırılar, adeta bir meydan okumaydı ve Küresel Terörizm olarak ifade edilen yeni model terörizmin de adeta ilanıydı. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda, var olan herhangi iki devlet arasında bir savaĢ ilanı olmaksızın, askeri silah ya da araçlar kullanılmadan, daha da vahimi sivillere yönelik büyük Ģiddet eylemleri gerçekleĢtirilebileceğini ve artık Dünyada hiçbir yerin, terör tehlikesine uzak olmadığının ilanı gerçekleĢmiĢti. Sonuçta bilinen tarihin en büyük terör saldırısı ile karĢı karĢıya kalan ABD, 11 Eylül sonrasında güvenlik algısında önemli değiĢimler gerçekleĢtirdi. Bu değiĢimlerin uluslararası anlamda önemli yansımaları oldu ve pek çok devlette benzeri geliĢmeler yaĢanmaya baĢladı. 11 Eylül 2001‟deki saldırıların ardından 26 Eylül‟de Kongre‟deki mesajında Bush, “Ya bizimlesiniz ya da bizim karĢımızda teröristlerle” derken, Soğuk SavaĢ sonrasında Dünyayı tekrar ikili bir ayrıma tabi tutuyor ve kendi gibi düĢünmeyen ve yapılanlara destek vermeyen ülkeleri teröristlerle iĢbirliği içinde gösteriyordu. Bu kapsamda, ABD tarafından Ģer ekseni olarak nitelenen ve teröre destek verdiği belirtilen ülkeler listesinde, Afganistan, Ġran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore bulunmaktaydı (Arı, 2004: 495). Bush yönetimi, dıĢ politikasını belirgin Ģekilde tek taraflı ve militarist bir söylem üzerine kurdu. Bu politikada, ABD askeri gücü, ABD çıkarlarını korumak ve jeopolitik hegemonyasını sürdürmek için birincil önemde kullanılıyordu (Kellner [web], 1). Bush, BaĢkanlık döneminin baĢlangıcından itibaren, ABD‟nin çıkarları gereği Dünya hegemonyasını sürdürmesi gerektiğini vurguladı. Bush‟a göre 33 ABD, evrensel değerleri sembolize ediyor ve “özgürlük” kelimesi ile bütün bu değerleri özetliyordu. ABD, özgürlüğe karĢı bütün tehditleri ortadan kaldırmalıydı (Ryn, 2007: 63). Nitekim 11 Eylül saldırıları, ABD‟de ve bütün Dünyada, ABD‟ye ve onun temsil ettiği özgürlüğe karĢı bir hareket olarak lanse edildi. ABD bundan sonraki süreçte ilan ettiği “Teröre KarĢı SavaĢ” söylemini de özgürlük temeline oturttu. ABD, özgürlüklerin savunucusu söylemiyle, terörle savaĢın liderliğini üstlendi. 11 Eylül Saldırıları sonrasında 17 Eylül 2002 tarihinde BaĢkan Bush, ABD‟nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisini açıkladı. Buna göre, yeni güvenlik stratejisi Ģu düĢüncelerle oluĢturulmuĢtu (Eslen [web], 2002): ABD‟nin sahip olduğu gücün eĢi benzeri yoktur ve ekonomik ve politik nüfuza sahiptir. Küresel güç dengelerini sağlamak da bu gücün sorumluluğundadır. Küresel terörle kitle imha silahlarının yayılması, ABD‟nin müttefiklerinin ve dostlarının güvenliğini tehdit etmektedir. ABD‟nin yeni güvenlik stratejisi, insan haysiyetinin gereği olan emelleri savunmayı, küresel terörle mücadeleyi, bölgesel çatıĢmaları yatıĢtırmayı, kitle imha silahlarına karĢı güvenliğin sağlanmasını, küresel ekonomide yeni bir büyüme baĢlatılmasını, kalkınma sahasının geniĢletilmesini, küresel gücün diğer ana merkezleri ile iĢbirliğinin geliĢtirilmesini ve güvenlik kurumlarının yeniden yapılandırılmasını amaçlamaktadır. ABD terörle savaĢta, uluslararası desteği sağlamak için mücadele edecektir. Ancak gerektiğinde tek baĢına hareket etmek için tereddüt etmeyecektir. Serseri devletlerin (rogue states) ve teröristlerin kitle imha silahlarıyla potansiyel saldırılarına karĢı, proaktif yayılmayı önleme ve teröristlerin, serseri devletlerin lojistik imkânlarından 34 ve teknolojilerinden faydalanmaları önlenmeye çalıĢılacaktır. Kitle imha silahlarını kullanmaları durumunda ise, özel tedbirler yönetimi uygulanacaktır. MeĢru müdafaanın gereği olarak, “önleyici vuruĢ” (preemptive strike) ile potansiyel tehditler yok edilerek ülkenin ve ABD vatandaĢlarının zarar görmesi önlenecektir. Yine kitle imha silahlarıyla mücadelede de potansiyel tehditlerin önlenmesinde aynı yöntem kullanılacaktır. NATO, yeni koĢullara uygun olarak geniĢletilecek, yeniden yapılandırılacak ve yeni yeteneklerle donatılacaktır. Ayrıca potansiyel büyük güçler olarak kabul edilen Rusya, Hindistan ve Çin‟le iliĢkiler geliĢtirilecektir. Davet olmasa dahi, bölgesel krizlere karĢı kararlı mücadele edilecektir. Enerji güvenliğini sağlamak için, Batı Yarımkürede, Afrika‟da, Orta Asya ve Hazar Bölgesinde enerji kaynaklarının ve çeĢitlerinin artırılması planlanmaktadır. Buna göre ABD‟nin yeni güvenlik stratejisi incelendiğinde her Ģeyden önce, ABD yönetiminin en iyi rejim olduğuna vurgu yapıldığı, ABD‟nin sahip olduğu güç sebebiyle Dünya hegemonyası söyleminin devam ettirildiği ortaya çıkmaktadır. Buna göre bu görüĢler, ilerde detaylı olarak incelenecek olan yeni muhafazakâr ve evangelist görüĢlerle paralellik arz etmektedir. Mevcut güvenlik yapılanmasının yeterli olmadığına dair tespiti ile bir yeniden yapılanmayı amaçladığı görülmektedir. Ġkinci olarak, ABD‟nin gücünün eriĢilemez ve rekabet edilemez olduğu vurgulanmıĢ bu noktada ABD karĢıtlarına bir nevi gözdağı verilmek istenmiĢtir. Üçüncü olarak, kendi güvenliği ve çıkarları söz konusu olduğunda ABD‟nin tek baĢına hareket etmekten çekinmeyeceği açıklanmıĢtır. Buna göre, ABD tek süper güç olarak Dünya üzerinde, kendi çıkarları doğrultusunda istediği gibi hareket edebileceğini ilan etmektedir. Nitekim 11 35 Eylül öncesinde, özellikle seçim propagandalarında milliyetçi söylemleri kullanan Bush, 11 Eylül saldırıları gerçekleĢtikten sonra, yalnızca ABD için değil tüm Dünyaya yönelik söylemler geliĢtirmiĢtir. Buna göre, ABD‟yi bir Dünya imparatorluğu gibi görenler, Bush‟un stratejisi ve terörle savaĢ söylemi için “Ġmparatorluk Ġdeolojisi” deyimini kullanmaya baĢlamıĢtır (Ryn, 2007: 64). Ġmparatorluk ideolojisi ile kast edilen, Bush‟un, ABD‟yi bütün Dünya üzerinde hegemonyasını sürdürmeyi hedeflediği, bunu da askeri güç temeli üzerine inĢa ettiği politikalarıdır. Buna göre 11 Eylül Saldırıları, Bush‟a ABD çıkarları doğrultusunda tüm Dünya üzerinde askeri güç kullanma ve bunu bir anlamda meĢru kılma imkânı tanımıĢtır. Ryn, Bush dönemi ABD politikalarını destekleyen seçkinlerin düĢüncelerini, 1789 Fransız Ġhtilali dönemindeki seçkinlerin düĢüncelerine benzetmekte, her iki grubun da, evrensel “özgürlük” söylemi içinde buluĢtuklarını belirtmektedir. Ġki grup da kendisini “erdemli” görmekte, ġeytani ve kötü olan tarafın karĢısında savaĢan iyi taraf olarak nitelendirmektedir. Bush‟un destekçisi olan seçkinler, ABD‟nin sahip olduğu askeri gücün, “tarihte özgürlük için kurulmuĢ en büyük güç” olduğu inancıyla hareket etmekte, bu noktada Rousseau‟nun “siyasal doğrunun tarafında olmayanların özgür olmaları için zorlanabilecekleri” söylemiyle kesiĢmektedir. “Yeni Seçkinler” olarak da nitelendirilen bu kesim, bir Ģemsiye terim olarak kullandıkları “demokrasiyi”, bütün Dünyada uygulanan tek siyasal rejim olarak görmek istemeleri ve henüz demokrasi ile yönetilmeyen rejimlere de, demokrasi getirmenin ABD dıĢ politikasının ana hedefi olması gerektiğini düĢünmektedir. Bu söylem “demokratizm” olarak da ifade edilmektedir (Ryn, 2007: 65). Wilson‟a göre (2006: 10); “Teröre karĢı savaĢ devam etmektedir. Bu savaĢ bir hayat boyu devam edecektir. ABD terörist saldırılara gelecekte de maruz kalacaktır. ABD‟nin 36 kendisini korumak için mantıklı adımlar atmaya hazırlıklı olması gerekmektedir. Anayasa, ABD‟li hukukçuların da belirttiği gibi bir intihar sözleĢmesi değildir. Fakat öte yandan idari tasarruflar için de bir gerekçe olarak kullanılamaz. ABD Kongresi, ülkeyi teröre karĢı korumak için alınacak önlemlerin sınırı konusunda yönlendirici olmalıdır” Bu ve benzeri görüĢler pek çok Amerikalı tarafından dile getirilmiĢ ve hızla reform yapılma sürecine girilmiĢtir. 11 Eylül sonrasında ABD‟de üç temel reform hayata geçirilmiĢtir. Bunlar “Ġç Güvenlik TeĢkilatının (Homeland Security) kurulması, PATRIOT kanununun çıkarılması ile 2004 Ġstihbarat Reformu ve terörizmin Engellenmesi kanununun kabul edilmesidir”. Bu reformlarla terör örgütlerinin ortadan kaldırılarak, üyelerinin mahkeme karĢısına çıkarılma sürecinin hızlandırılması hedeflenmiĢtir. Yine bunlara ilaveten 11 Eylül öncesinde ve esnasında yapılan hataların tekrarını önleme isteği de bu reformların yapılmasını teĢvik etmiĢtir. Fakat öte yandan, bu reformların bürokrasiyi arttıracağı ve terörle mücadele eden kurumların hızını yavaĢlatacağı seklinde düĢünenler de vardır (Bal, 2006: 184). Bunların yanında ABD senatosunda kabul edilen yeni istihbarat kanunu, ABD‟nin 11 Eylül sonrasında geliĢtirdiği ve terörizmle mücadeleyi esas alan yeni güvenlik stratejisi çerçevesinde istihbarat birimlerinde değiĢikliklere neden olmuĢtur. Bu temel denilebilecek değiĢiklikler arasında; DCI-Merkezi Ġstihbarat Direktörü‟nün yetkilerinin arttırılması; Ġstihbarat alarm sistemi için yeni bir çerçevenin oluĢturulması; Ġstihbarat elde etmede yeni metotların ortaya konulması; Ġstihbarat imkânlarının istismarının önlenmesi ile Her çeĢit kaynak analizinin geliĢtirilmesi yer almaktadır (Yılmaz, 2007: 420). 37 Belirtilen düzenlemeler sayesinde ABD‟de kurumlar arası bilgi paylaĢımında önemli geliĢmeler meydana gelmiĢtir. Bu doğrultuda, bilgi paylaĢımını kolaylaĢtıran PATRIOT Kanununa istinaden suçla mücadele eden birimler (FBI vb.) ile istihbarat birimleri arasındaki bilgi paylaĢımı serbest hale gelmiĢtir. 11 Eylülden bu yana 20 bin istihbarat raporu, kurumlar arasında paylaĢılmıĢtır (Mueller, 2006: 434). 11 Eylül Komisyonunun tavsiyeleri doğrultusunda ABD‟de, 15 istihbarat örgütünün Ulusal Ġstihbarat Direktörlüğü adı altında toplanmalarını sağlayacak detayları aĢağıda belirtilen yeni bir kanun çıkarılmıĢtır (Bal, 2006: 188): Ulusal Ġstihbarat Direktörlüğü, ülkede faaliyet gösteren tüm istihbarat kuruluĢlarının bütçesini yönetmekle görevli olacak, Ulusal Terörle Mücadele Merkezi kurulmasının yanında, Gizlilik ve Sivil Özgürlükler Takip Örgütü ismiyle kurulacak, baĢka bir kurum vasıtasıyla da devlet kuruluĢlarının insan haklarına saygılı bir çerçevede hareket edip etmedikleri kontrol edilecek, Ġç Güvenlik TeĢkilatına verilen yetkiyle, sınır güvenliğinden sorumlu personelin sayısı arttırılarak ülkeye illegal giriĢler engellenecek, Son olarak bu kanunla tüm istihbari bilgiler bir yerde toplanacak ve değerlendirilecek; böylece 11 Eylül saldırısı öncesinde yaĢanan iletiĢim eksikliğinden kaynaklanan istihbarat zafiyeti giderilecektir. 11 Eylülden önce, hiçbir Amerikan kurumunun, ABD‟yi içerden gelecek saldırıları önlemeye yönelik olarak öncelikli görevi bulunmamaktaydı. Bu durum 2002 yılında Ġç Güvenlik TeĢkilatının (Department of Homeland Security) kurulmasıyla değiĢmiĢtir. Bu kurum, 11 Eylül saldırıları ile gündeme gelen problemlerin (sınır güvenliği, ulaĢımın güvenli hale getirilmesi, acil müdahalenin düzenlenmesi, özel sektörle birlikte çalıĢarak zafiyetlerin tespiti, 38 vb.) çözümü bakımından büyük önem arz etmektedir (11 Eylül Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2004: 427). 2002 yılında kabul edilen kanunla kuruluĢuna onay verilen teĢkilat, ancak 2003 yılında faaliyete geçmiĢ, 22 kurumu çatısı altına almıĢ ve yaklaĢık 180 bin kiĢiyi personel olarak bünyesinde çalıĢtırmaya baĢlamıĢtır. TeĢkilatın stratejik planına göre; ilk olarak, ABD sınırları içerisinde bir daha terör saldırısına izin vermemek ve daha güvenli bir ortam oluĢturmak; ikinci olarak ABD‟yi terör saldırılarına kapalı hale getirmek ve son olarak da verilen zararları azaltmak ve diğer kurumlara bu tür saldırıların beklenmedik etkilerine karĢı stratejik destek sağlamak yeni kurulan bu birimin görevleri arasındadır. ABD‟ye giren herkesin fotoğraf ve parmak izlerinin alınması da bu yeni örgütle birlikte getirilen uygulamalardandır (Bal, 2006: 185). Bütün bu önlemler, ABD‟nin kendine yönelik tehditlere karĢı, 11 Eylül sonrasında geliĢtirdiği güvenlik stratejilerini yansıtmaktadır. Bu kısımda, Bush döneminde, ABD politikalarının Ģekillenmesine etki eden temel politikalar değerlendirilecektir. (1) Önleyici VuruĢ Doktrini 1 Haziran 2002‟de George W. Bush, Westpoint‟de yeni bir doktrin ilan etmiĢti. Buna göre ABD, düĢmanlara karĢı, düĢmanların saldırısı beklenmeden ilk vuruĢu gerçekleĢtirecekti. Daha sonra ABD askeri politikasında bir değiĢim de belirgin hale geliyordu. Soğuk SavaĢ doktrini, önleyici vuruĢ söylemi ile birlikte değiĢiyordu (Kellner [web], 1). Önleyici VuruĢ Doktrini yeni güvenlik stratejisinde en dikkat çekici kısımdı. Önleyici VuruĢ doktrini, en basit ifadesiyle bir tehdit unsuruna henüz saldırıya geçmeden, sadece saldırı potansiyeli bulunması nedeniyle 39 müdahale etmeyi ifade etmektedir. Buna göre öncelikle “önleyici vuruĢ” doktrinini uluslararası hukuktaki, meĢru müdafaa kavramı açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Uluslararası hukukta, kuvvet kullanma hususu ile ilgili olarak BM AntlaĢmasına referans verilebilecektir. Buna göre, BM AntlaĢması aĢağıda belirtilen 2/4 maddesi ile üye devletlerin birbirlerine karĢı kuvvet kullanmasını ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunmasını yasaklamıĢtır (UNIC Resmi Ġnternet Sitesi [web], 1945): “Tüm üyeler, uluslararası iliĢkilerinde gerek herhangi bir baĢka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karĢı, gerek BM‟nin Amaçları ile bağdaĢmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına baĢvurmaktan kaçınırlar.” Bu eylemler teamül hukuku prensiplerince de yasaktır. Böyle eylemlerde bulunan devletler de güç kullanmıĢ kabul edilmektedir (Kaya, 2005: 173). BM de kuvvet kullanımına aĢağıda belirtilen hallerde izin vermiĢtir ancak bu maddelerin son ikisi geçici hükümler olup günümüzde kullanılmamaktadır (Pazarcı, 2007: 512-518): MeĢru müdafaa halinde kuvvet kullanımı (Madde 51) Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımı (VII. Bölüm) Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden önce beĢ sürekli üyenin kuvvet kullanımları (Madde 106) 2. Dünya SavaĢı boyunca „düĢman‟ güçlere karĢı kuvvet kullanımı. (Madde 107) 40 Günümüzde kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunma yasağının istisnasını meĢru müdafaa gereği ve Güvenlik Konseyi kararları dahilinde kuvvet kullanımı oluĢturmaktadır. MeĢru müdafaa hakkı, BM antlaĢmasının 51. maddesinde düzenlenmiĢtir (UNIC Ġnternet Sitesi [web], 1945): “Bu AntlaĢmanın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meĢru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meĢru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey‟in iĢbu AntlaĢma gereğince uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” Bu maddede hangi tür eylemlerin silahlı saldırı sayılacağına yönelik herhangi bir açıklama getirilmemiĢtir. BaĢka bir hukuki belgede de yapılmayan tanım, uluslararası hukukta uzun süre bir belirsizliğe neden olmuĢ, bu belirsizliği ortadan kaldırmak için; 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 sayılı Saldırının Tanımına ĠliĢkin BM Genel Kurul Kararı çıkarılmıĢtır (Acer, 2005: 15-16). Buna göre 1. maddede saldırı (tecavüz) tanımı Ģu Ģekilde verilmiĢtir: (UNIC Ġnternet Sitesi [web], 1974): “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karĢı veya iĢbu tanımda belirtildiği üzere, BM AntlaĢması ile bağdaĢmayan diğer herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanılmasıdır. (Not: Bu tanımda “Devlet” terimi, a) Tanıma veya bir Devletin BM‟nin üyesi olup olmamasına halel getirmeyecek bir Ģekilde kullanılmıĢtır. b) Yerine göre, “Devletler Grubu” kavramını da kapsar.” 41 3. maddede Kararda silahlı saldırı olarak kabul edilebilecek saldırgan fiil olarak sayılan fiiller Ģunlardır (UNIC Ġnternet Sitesi [web], 1974): a- Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya hücumdan ileri gelen herhangi bir askeri iĢgal veya kuvvet yoluyla baĢka bir devletin ülkesinin veya bir bölümünün ilhakı; b- Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, baĢka bir devletin ülkesini bombardıman etmesi veya bir devletin diğer bir devletin ülkesine karĢı herhangi bir Ģekilde silah kullanması; c- Bir devletin liman veya kıyılarının diğer bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına alınması; ç- Bir devletin silahlı kuvvetleriyle baĢka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması; d- Bir devletin baĢka bir devlette sonuncusuyla yapılan bir anlaĢmaya göre bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaĢmada öngörülen hükümlere aykırı Ģekilde kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerinin varlığının bu ülkede anlaĢmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi; e- Ülkesini baĢka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete karĢı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi; f- Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karĢı yukarda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karıĢılması. Yine 51. maddede belirtilen MeĢru müdafaa hakkının kullanılması bazı Ģartlara tabidir. Bunlar; meĢru müdafaanın silahlı bir saldırıya karĢı gereklilikten kaynaklanması, aciliyet ve orantılılıktır. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür. 42 Gereklilik Ģartı; meĢru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleĢtirilen kuvvet kullanımının haklı olup olmadığını belirlemede ön koĢul olup saldırıya uğrayan devletin kuvvet kullanmak dıĢında baĢka seçeneği olmamasını ifade eder. BM AntlaĢması da devletlerin kuvvet kullanmaya baĢvurmadan önce barıĢçı yollara baĢvurması gerektiğini öngörmektedir. AntlaĢmanın 2/3. maddesi aĢağıdaki gibidir (UNIC Resmi Ġnternet Sitesi, [web], 1945): “Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki uyuĢmazlıklarını, uluslararası barıĢ ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düĢürmeyecek biçimde, barıĢçı yollarla çözerler. UyuĢmazlıkların barıĢçı yollarla çözümünü öngören ve uzaması uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunmasını tehdit edebilecek nitelikte bir uyuĢmazlıkta taraf olanlar, bu uyuĢmazlığın çözülmesini her Ģeyden önce görüĢme, soruĢturma, ara bulma, uzlaĢma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teĢkil veya anlaĢmalarına baĢvurarak veyahut kendi seçecekleri baĢka barıĢ yollarıyla aramalıdırlar.” Yukarıdaki hükümde de belirtildiği gibi BM AntlaĢması, üyelere, uyuĢmazlık durumlarında öncelikle barıĢçı yolları kullanarak çözmeyi önermekte, mümkün olduğunca güç kullanmaktan uzak durmaları gerektiğini ifade etmektedir. Aciliyet ġartı, saldırı fiili ile buna karĢı yapılan karĢı fiil arasındaki zaman boyutunu ifade eden koĢuldur. MeĢru müdafaanın, amacı gereği silahlı saldırı ile meĢru müdafaa hakkının baĢvurulması arasındaki gereksiz bir sürenin bulunmamasını ve karsı eylemin saldırıdan hemen sonra veya makul bir süre içinde kullanılmasını öngörmektedir. Kabul edilemeyecek bir süre geçtikten sonra meĢru müdafaa hakkına baĢvurulması, saldırı ile yanıt arasındaki zaman bağlantısının kopmasına ve karĢı eylemin meĢru müdafaa olmaktan çıkararak zararla karĢılık niteliği kazanmasına sebebiyet verir (BaĢeren, 2003: 135-137). 43 Orantılılık Ģartı ise, meĢru müdafaaya sebebiyet veren silahlı saldırı ile meĢru müdafaa fiili arasında orantı olmasını ve kullanılan kuvvetin mevcut tehlikeyi önlemeye yetecek kadardan fazla olmamasını ifade eder. MeĢru müdafaada mevcut hukuka aykırı fiilden dolayı karĢı tarafa bir ceza verme ya da gelecekteki muhtemel saldırıları önleme amacı yoktur. Amaç sadece hukuka aykırı fiili durdurmaktır ve karĢı fiilin de orantılılık ölçüsünü bu amaç tayin etmektedir (BaĢeren, 2003: 137). Tehdidin ortadan kalkmasının ardından meĢru müdafaa fiilinin sona erdirilmesi gerekmektedir. KarĢı eylemin savunma amacının dıĢına çıkması durumunda meĢruiyeti kalmayacaktır. Güvenlik Konseyine Bilgi Verme Zorunluluğu açısından BM AntlaĢmasının 51. maddesi, meĢru müdafaa hakkını kullanan devletin aldığı önlemleri zaman geçirmeden Güvenlik Konseyine bildirme zorunluluğunu öngörmekte olup bununla birlikte meĢru müdafaa hakkının kullanılması için önceden Güvenlik Konseyi‟ne bir bildirim ve bir karar çıkartmak suretiyle izin almaya gerek yoktur. Ancak, meĢru müdafaa önlemlerinin acilen Güvenlik Konseyine bildirilmesinin akabinde Konsey BM AntlaĢmasının 7. bölümü çerçevesinde aldığı kararlar varsa bu kararlara uyulması zorunluluk teĢkil etmektedir (Pazarcı, 2007: 515). Bu duruma iliĢkin hüküm, uluslararası düzene iliĢkin amir bir hüküm olmayıp; usule iliĢkindir ve açıklayıcı bir hüküm niteliği taĢımaktadır. Kurala aykırı davranıĢlar; alınan önlemlerin meĢru müdafaa niteliğini ortadan kaldırmamaktadır (BaĢeren, 2003: 139). Bununla birlikte, Konseye bildirimde bulunmama durumunda eylemin haksız bir eylem olduğu yönünde oluĢabilecek görüĢlere meĢruiyet kazandırılmıĢ olacaktır. Bu sebeple uygun koĢullar olduğu durumlarda, Konsey ve dolaylı olarak uluslararası camiaya müdahalenin haklılığıyla ilgili kanıt sunmak faydalı olacaktır. 44 Buraya kadarki incelemelerden yola çıkarak BM AntlaĢmasının 51. maddesindeki meĢru müdafaa hakkının vukuu bulabilmesi için silahlı saldırının gerçekleĢmesinin gerekli olduğu ve bu hakkın da ancak yukarda belirtilen Ģartların bulunduğu durumlarda kullanılabileceği anlaĢılmaktadır. ĠĢte Bush Doktrininin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bush Doktrini olarak da ifade edilen önleyici vuruĢ teorisine göre; meĢru müdafaa hakkını kullanabilmek için mutlaka bir silahlı saldırının gerçekleĢmesine gerek yoktur. Uluslararası hukuk, saldırı gerçekleĢtirme potansiyeli bulunan hedeflere karĢı müdahaleyi de bu kapsamda değerlendirmelidir. BM AntlaĢmasının 51. maddesi iki farklı yorumu ortaya çıkarmaktadır. Ġlk yorum, devletlerin sadece silahlı saldırıya karĢı kuvvet kullanabileceklerine iliĢkindir. Ġkinci yorum ise, meĢru müdafaa hakkının doğal bir hak oluĢu sebebiyle, 51. maddenin BM AntlaĢması öncesinde de örf adet hukukunda yer alan geniĢ bir meĢru müdafaaya onay verdiği iddiasındadır. Bu iki farklı yorum literatürde sınırlandırıcı ve geniĢletici yorum biçiminde incelenmektedir. GeniĢletici yorumu benimseyen Murswiek‟e göre; sadece silahlı saldırının olmasını beklemek gerçekçi bir yaklaĢım değildir. Ġlk vuruĢu gerçekleĢtiren her zaman saldırgan olmak zorunda değildir. Hiçbir devletten geri dönülmesi imkânsız sonuçlara yol açabilecek bir saldırının sonuçlanmasını, hiçbir önlem almadan beklemesini istemek mantıklı değildir. MeĢru müdafaa hakkı, var olmalarının ve ülkeleri üzerindeki egemenlik haklarının bir yansımasıdır. BM AntlaĢmasının 51. maddesinin özünde bu durum vardır (Murswiek, 2003: 6). GeniĢletici yorum, özellikle, kitle imha silahları gibi kısa sürede çok sayıda insanın ölebileceği ve maddi anlamda da büyük zararlar verebilecek silahları kullanabilecek devletlere karĢı müdahale etmenin gerekliliği ile 45 iliĢkilidir. Zira bu devletlerin bir saldırıda bulunmasını beklemek, saldırı vukuunda, telafisi imkânsız zararlara yol açabilecektir. Sınırlandırıcı yorumu benimseyenlere göre ise, meĢru müdafaa hakkının geniĢ yorumu, uluslararası güvenliğe zarar verebilecektir (TaĢdemir, 2006: 240-241). Devletler kendilerini güvensiz hissettikleri her durumda, düĢmanları olarak gördükleri ya da saldırı potansiyeli olan devletlere karĢı saldırıya geçebilecekler, bu noktada kendilerini engelleyici bir uluslararası yaptırım mekanizması da olmayacağından uluslararası sistemin düzeni bozulacak, anarĢi durumu ortaya çıkabilecektir. Bush doktrinini farklı kılan husus, “gereklilik” kriterini esnetme isteğidir. BaĢka bir anlatımla, Bush yönetimi, kitle imha silahları ve terörizm tarafından ortaya çıkarılan yeni tehditler karĢısında, “vukuu muhakkak” tehdit kriterinin yetersiz kalacağını ifade etmektedir (TaĢdemir, 2006: 240). Bu durum önleyici meĢru müdafaa hakkından yola çıkarak, bu bahsi geniĢletme eğiliminde olan bir görüĢtür. Nitekim önleyici vuruĢ teorisi, potansiyel tehdidi vurmak boyutunu aĢarak, savaĢ boyutuna varacak derecede geniĢ bir meĢru müdafaa anlayıĢına dayanmaktadır. Önleyici vuruĢ, 11 Eylül‟le ortaya çıkan bir kavram değildir. 11 Eylül‟den önce de çok sayıda örneği yaĢanmıĢtır. Özellikle, 1962-1963 Küba Füze Krizi, 1967 Arap Ġsrail SavaĢı ve 1981 Osirak Nükleer Reaktörü‟nün bombalanması olayları, bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, BM AntlaĢması sonrası dönemde, özellikle de “önleyici meĢru müdafaa” ile ilgili kavramlara onay veren, uluslararası bir örf adet kuralının doğduğunu ifade etmek mümkün değildir (TaĢdemir, 2006: 8486). 11 Eylül Saldırıları incelendiğinde, bu saldırıların uluslararası toplum tarafından ABD‟ye karĢı bir silahlı saldırı olduğu konusunda bir konsensüs 46 oluĢtuğu ifade edilebilir. Nitekim bu saldırı, bir devletin hava kuvvetleri tarafından verdirilebilecek zayiata eĢdeğer boyuttadır. Ayrıca uluslararası toplum bu saldırıları, 1993‟te Dünya Ticaret Merkezi, 1998‟de Nairobi ve Kenya‟daki ABD elçiliklerinin bombalanması, 2000‟de Yemen‟de US Cole gemisine saldırı gibi ABD‟ye yönelik devam eden saldırı kampanyasının bir devamı olarak görmüĢtür (Rowe: 2002: 2-3; TaĢdemir, 2006: 168). Bu noktada saldırıların ağır sonuçlar doğurması ve yarattığı psikolojik etki sebebiyle, uluslararası toplumun 11 Eylül‟ü bir silahlı saldırı olarak görmesi sonucunda ABD‟nin bundan sonraki eylemlerini meĢru müdafaa kapsamında değerlendirmesi ve meĢru müdafaa kapsamının da ABD çıkarları doğrultusunda, Bush Doktrini gereklerince belirlenmesinin önü açılmıĢtır. Bush, seçim döneminden baĢlayarak ABD‟nin askeri gücünü ön plana alan söylemler geliĢtirmiĢ, 11 Eylül sonrasında da bu söylemlerini daha net bir Ģekilde ortaya koymuĢtur. Önleyici vuruĢ hususunda da saldırılarının, 11 Eylül bir anlamda Bush‟a uzun süredir oluĢturduğu politikalarını, yasal zeminde uygulama fırsatı verdiği söylenebilecektir. (2) Büyük Orta Doğu Projesi Tüm dünyayı sarsan 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD, terörizme ve terörizme destek verdiğini düĢündüğü “haydut devletlere” yönelik yoğun bir propaganda yürütmüĢ ve Dünya kamuoyunun önemli bir desteğiyle önce Afganistan‟a, ardından da Irak‟a müdahalede bulunmuĢtur. Bütün bunlar gerçekleĢirken, aslında temellerini çok önceden attığı ancak dünya kamuoyunun 2004‟te öğrendiği, resmi ifadesi ile “GeniĢletilmiĢ Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile MüĢterek bir Gelecek ve Ġlerleme için Ortaklık (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa)” Projesi, Türkiye‟de yankı bulan ismiyle Büyük Orta Doğu Projesi gündeme gelmiĢtir. 47 ABD yönetimleri ve CIA‟ye stratejik Ar-ge hizmeti veren ilerde detaylı olarak incelenecek; “RAND” adlı düĢünce kuruluĢu tarafından “Sivil Demokratik Ġslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” baĢlıklı, kapsamlı bir rapor hazırlanarak Bush yönetimine sunulmuĢtu. “Ġslam ve Müslümanlar, Batı demokrasisi değerlerine ve küresel düzene uyumlu hale getirilemezse, medeniyetler çatıĢması olasılığının yüksek olduğu” tezinden yola çıkarak hazırlanan bu alınabileceğine raporda; dair Ġslam coğrafyasının stratejiler öneriliyordu. nasıl Ayrıca denetim altına raporda dünya Müslümanları; köktendinciler, gelenekçiler, modernler (ılımlı Ġslam) ve laikler Ģeklinde dörde bölünmüĢtü (Günal, 2004: 158). Söz konusu raporda, Ġslam‟ı kontrol altına alma projesi Ģu stratejileri içermekteydi (Benard, 2003: 47-48): Önce modernistler desteklenmelidir. Duruma göre sekülerler desteklenebilir. Seküler temeldeki yapı ve kültürel kurum ve programlar desteklenmelidir. Gelenekçilere kökten dincilerle mücadele etmeye yetecek kadar destek verilmelidir. Ġki grup arasında iĢbirliği imkânları aranmalıdır. Gelenekçiler içinde modern sivil toplumun gereksinimlerini karĢılayacak kiĢileri seçmek gereklidir. Örneğin, bazı Ġslami hukuk okulları, bizim adalet ve insan hakları anlayıĢımıza, diğerlerine nazaran daha uyumludur. Son olarak, kökten dincilerle, onların kırılgan Ġslami ve ideolojik duruĢlarına saldırarak enerjik olarak mücadele etmek gerekir. Bunu yaparken de onların, ne hedef kitleleri arasındaki genç idealistleri ne de dindar gelenekçilerin aksini kanıtlayabileceği, hataları, acımasızlıkları, cahillikleri, Ġslami uygulamalarındaki yanlı bakıĢları ve açıklamalarındaki hataları, liderlik ve hükümet beceriksizliklerine vurgu yapmak yerinde olacaktır. 48 etmedeki Aynı raporda yukarıdaki stratejileri uygularken bazı ek faaliyetlerin uygulanmasının, hedefe ulaĢmada avantaj sağlayacağı belirtilmekteydi. Bunları da Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür (Benard, 2003: 48): Kökten dinci ve gelenekçilerin Ġslam‟ın yorumlanması ve açıklanması üzerindeki tekellerinin kırılmasına yardımcı olunması; Modernist aydınlara, modernist Ġslami hukuk kuralları ve günlük yaĢam uygulamaları ile ilgili sorulara cevap verebilecek bir internet sitesi oluĢturulması için destek verilmesi; Yorumlayıcı kitaplar basılmalı ve bunlar sübvanse edilerek en azından köktendinci yazarların kitapları kadar yaygınlaĢmasının sağlanması; Modernist aydınlara, metinler ve müfredatlar hazırlanması hususunda destek verilmesi; Radyo gibi popüler bölgesel medya organları kullanılarak, Ġslam‟ın ne anlama geldiği ve ne anlama gelebileceğine dair modernist Müslümanların görüĢlerinin yayılması sağlanabilir. George W. Bush, Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) amacını Ģu Ģekilde anlatmaktadır (Freeworldacademy Ġnternet Sitesi [web], 2009): “Bu ülkelerde kadın hakları bulunmamaktadır. Kadınların okula gitmesi engellenmektedir. Bütün dünya ilerlemekteyken Orta Doğu toplumları yerinde saymaktadır. Orta Doğu, özgürlüğün yeĢermediği bir yer olarak kaldığı sürece, bölgede durgunluk, gücenme sürecek ve Ģiddet, ihraç edilmek üzere her zaman var olacaktır.” Dick Cheney ise BOP‟un ana fikrinin “bütün bölgeye demokrasi yayarak bölgede geliĢmeyi ve barıĢı garantilemek olduğunu” söylemektedir. Cheney‟e göre (Freeworldacademy Ġnternet Sitesi [web], 2009):…… 49 “Demokrasiye giden yol haritası kesinlikle değerlidir. Proje kapsamında kadınların durumuyla da ilgilenmek gerekmektedir. Bölgenin sorunlarının çözümü, demokratik süreçlerin yaygınlaĢmasına bağlıdır.” Bu söylemlerden hareketle BOP‟un Amerikan resmi ideolojisindeki amacının, “ABD‟nin, özgür olmayan geri kalmıĢ olarak tanımladığı bölgelere demokrasi getirmek” olduğu anlaĢılmaktadır. Bununla birlikte BOP‟un arka planına inildiğinde böyle büyük bir alanı ilgilendiren projenin sadece demokrasi getirme vaadiyle planlandığı iddiası zayıf kalmaktadır. Proje, derinlemesine incelendiğinde, konunun enerji boyutunun da olduğu görülmektedir. Bugün, dünyadaki enerji kaynakları arasında fosil yakıtlar halen ağırlığını korumaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerin enerji ihtiyaçları incelendiğinde, bunun önemli bir kısmının Orta Doğu‟dan karĢılandığı bilinmektedir. Buradan hareketle Orta Doğu‟nun geliĢmiĢ ülkeler için öneminin ne derece büyük olduğu ortaya çıkmaktadır. BOP‟un arka planına bakıldığında, konuyu SSCB‟nin yıkılıĢına kadar götürmek mümkündür. SSCB‟nin dağılması sonrasında Balkanlar‟da Avrasya Bölgesi ve diğer bölgelerde oluĢan jeopolitik boĢluk alanları, yerel ve bölgesel güçler tarafından Ģiddet kullanılarak doldurulmaya çalıĢıldı. Buna örnek olarak Soğuk SavaĢ‟ın resmen sona eriĢinin ardından Saddam Hüseyin‟in Basra Körfezinde oluĢtuğuna inandığı boĢluğu Kuveyt‟i iĢgal ederek kendi lehine çevirmeye çalıĢması gösterilebilir (Demiray ve ĠĢcan, 2008: 153). Diğer bir bakıĢ açısıyla, SSCB‟nin yıkılması ile uluslararası arenada tek süper güç olarak kalan ABD; kendi hedefleri doğrultusunda kurmayı düĢündüğü “Dünya Egemenliğinin” Orta Doğu ayağını BOP ile Ģekillendirdiği düĢünülebilecektir. BOP, ABD resmi belgelerinden ziyade, genelde DüĢünce KuruluĢları Raporlarında ve gayrı resmi toplantılarda kendini göstermekteydi. Bununla 50 birlikte projenin taslak haliyle, 1995 tarihli, Institute For National Strategic Studies (ABD Ulusal Stratejik Ġncelemeler Enstitüsü) ve National Defence University (Ulusal Savunma Üniversitesi) tarafından çıkarılan National Force Quarterly (Üç Aylık Ulusal Güç) dergisinin Sonbahar sayısındaki “The Greater Middle East” (Büyüyen Orta Doğu) makalesinde formüle edildiği ifade edilmektedir. (Akar, 2004: 21‟den akt. Tangülü, 2006: 97). Bush, ilk olarak Haziran 2002‟deki Harp Okulu mezuniyetinde yaptığı konuĢmasında değindiği “Ġslam ülkelerinin de demokrasiye layık olduğu” söylemini daha sonra pek çok kez yinelemiĢtir. Aynı konuda o dönem Bush‟un güvenlik danıĢmanı Condelezza Rice ise; 7 Ağustos 2003‟te The Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming the Middle East (Orta Doğuyu DeğiĢtirmek)” baĢlıklı yazısında, Bush‟un söylediklerini teyit etmiĢ ve dönüĢümün 22 ülkeyi kapsayacağını belirtmiĢtir (Tangülü, 2006: 98). 12 Aralık 2002 tarihinde dönemin ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell, “ABD-Orta Doğu Ortaklık GiriĢimi”nden bahsetmiĢti. Söz konusu giriĢimin temel noktaları aĢağıda ifade edilmektedir (Yılmaz, 2006: 184-185): Arap ülkelerinde giriĢimcilik ve serbest piyasa ekonomisinin teĢvik edilmesi; Kadın haklarında (özellikle eğitim düzeylerinin artırılması konusunda) iyileĢtirmeler yapılması; Siyasal özgürlüklerin artırılması; Bölgede diktatörlükler yerine demokratik rejimlerin oluĢturulması; Sivil toplumun güçlendirilmesi. 8 Nisan 2004‟de ABD Senatosunda “2004 Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Yasası (Greater Middle East and Central Asia Development Act of 2004)” kabul edilmiĢtir. Söz konusu yasada yer alan aĢağıdaki hükümler 51 dikkat çekicidir (ABD Kongre Kütüphanesi (The Library of Congress) Ġnternet Sitesi [web], 2011): “Tanımlar: Yasada, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya kavramı ile Arap Ligi‟ne üye, 22 ülke (Cezayir, Bahreyn, Komor Adaları, Cibuti, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Libya, Moritanya, Fas, Umman, Filistin, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Suriye, Tunus, BirleĢik Arap Emirlikleri ve Yemen), Afganistan, Ġran, Ġsrail, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan kast edilmektedir. Yasanın Amacı: Bu yasanın amacı; Büyük Orta Doğu ve Orta Asya‟da özellikle özel sektör giriĢimlerinin geliĢtirilmesi yolu ile siyasal özgürlük ve ekonomik kalkınmanın desteklenmesidir. Bu amaçla Kongre söz konusu yasa ile; Demokrasi Vakfı, Kalkınma Vakfı ve bir Kalkınma Bankasından oluĢan 3 yeni oluĢuma destek olma ve katılım sağlama konusunda yetki vermektedir. Yasanın Verdiği Yetkiler: BaĢka bir yasa hükmü ile düzenlenmemiĢ olsa da, ABD BaĢkanı, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya‟ya yönelik, ekonomik ve siyasal özgürlüklerin geliĢtirilmesi, serbest ticaret ve özel sektörün desteklenmesi amacıyla, aĢağıdaki paragraflarda yer alan programları da içeren yardımlar sağlama hususunda yetkilendirilmiĢtir. ABD’nin desteği ve üyeliği ile gerçekleĢecek Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Bankası OluĢturulması: BaĢkan, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya tanımında belirtilen ülkelerde yer alan baĢka “üye”ler ve Temsilcilerle çalıĢarak, Özel sektörün, iç ticareti de kapsayan ticaretin geliĢtirilmesi ve bölgedeki yatırımların geliĢtirilmesi için yetkilendirilmiĢtir. Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Vakfı OluĢturulması: BaĢkan, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya tanımında belirtilen ülkelerde yer alan baĢka üyeler ve Temsilcilerle çalıĢarak, çok taraflı Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Vakfı oluĢturulması konusunda yetkilendirilmiĢtir. Demokrasi Vakfı Kurulması: BaĢkan, diğer üyeler, özel sektör yöneticileri ve hükümet dıĢı örgütlerle birlikte, bir çok taraflı özel-kamu iĢbirliği ile yürütülen, 52 demokrasi vakfı oluĢturulması hususunda yetkilendirilmiĢtir. Burada amaç, bölgede sivil toplumun oluĢturulması, demokratik reform, iyi yönetiĢim uygulamalarının temellerinin atılmasıdır. Programın Bütçesi: DıĢiĢleri Bakanlığınca kullanılmak üzere 2005‟ten 2009‟a kadarki süre içerisinde her mali yıl için 1 Milyar Dolar tahsis edilecektir. ” Söz konusu yasa, Büyük Orta Doğu Projesinin alt yapısının hazırlanmasında önemli rol oynamıĢtır. Büyük Orta Doğu Projesinin farklı boyutları bulunmaktadır. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür : (a) Büyük Orta Doğu Projesinin Siyasi Boyutu BOP‟un resmi olarak deklare edilen amaçları içinde en çok vurgulanan; “ABD yönetiminin iyi yönetilmediğini düĢündüğü bölge ülkelerine demokrasi getirme” arzusu içinde olduğudur. ABD eski BaĢkanı Bush konuĢmalarında pek çok kez ABD‟nin temel amacının dünyada demokrasiyi yaygınlaĢtırmak olduğunu ifade etmiĢtir (Quotation Page Ġnternet Sitesi [web], 2012). Bölge ülkelerine bakıldığında, seçimle yönetildiği iddia edilen pek çok ülkede bile seçimlerin göstermelik yapıldığı; iktidarı ele geçirmede çoğunlukla askeri darbeler vb. yöntemlerle kullanıldığı görülmektedir. ABD, demokrasi söylemini kullanarak, bu görünümdeki bölge ülkeleri üzerinde yaptığı ve yapacağı operasyonları haklı çıkarma gayesi içindedir. ABD‟ye göre; “Dünyada en iyi yönetim biçimi olan demokrasiyi yaĢamak, bölge ülkelerinin de hakkıdır.” 53 Bu bağlamda ABD, BOP kapsamında, siyasal alanda uygulama amacında olduğu reformları Ģu Ģekilde sıralamaktadır (Orta Doğu Ortaklığı GiriĢimi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2009): Demokratik tecrübeleri, seçim sistemlerini siyasal partileri ve parlamenterleri de içerecek Ģekilde güçlendirmek, Siyasal süreçte demokratik seslerin rahatlıkla duyulabildiği geniĢ bir kamu alanı oluĢturulmasını desteklemek, sivil toplumu güçlendirmek, Özgür ve bağımsız medyanın toplum içindeki rolünü güçlendirmek, Hukukun üstünlüğünü desteklemek, hesap verilebilir, etkili yönetim ve yargı kurumları oluĢturulmasını desteklemek. (b) Büyük Orta Doğu Projesinin Ekonomik Boyutu Büyük Orta Doğu Projesi resmi söyleminde, ekonomik açıdan geri kalmıĢ bölge ülkelerinin kalkındırılması amacıyla bazı reform planları da yer almaktadır. Bu planlardan en önemlileri aĢağıda sıralanmıĢtır (Orta Doğu Ortaklığı GiriĢimi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2009): Ekonomik açıdan güçlenme diğer alanlarda da bölge ülkelerinin geliĢmesine katkıda bulunabilir. Bu sayede; serbest ticaret, serbest pazarlar, yeni iĢ alanları açılması, milli gelirin artması ile desteklenen ekonomik geliĢme, Dünya barıĢına da katkıda bulunabilir. Çünkü ekonomik açıdan geri kalmıĢ ülkelerde bulunan bazı gruplar, terör faaliyetlerine girerek, bu durumda olmalarına sebep olarak gördükleri geliĢmiĢ ülkelerden „öç almak‟ istemektedir. Büyük Orta Doğu Projesi ile bölge ülkelerinde dıĢ ve iç giriĢimciler desteklenerek, yatırımların artırılması ve dolayısıyla istihdam ve gelirin artırılması KOBĠ‟lerin güçlendirilmesi, özel sektöre üretim ve iĢ 54 üretmede kolaylık sağlanması, ticarette Ģeffaflık sağlanması amaçlanmaktadır. (c) Büyük Orta Doğu Projesinin Enerji Boyutu Daha önce de belirtildiği üzere Orta Doğu petrolleri, Dünyanın petrol ihtiyacının önemli bir miktarını karĢılamaktadır. Bu doğrultuda enerjinin güvenli bir biçimde çıkarılarak, ihtiyaç olan bölgelere yönlendirilmesi, diğer geliĢmiĢ ülkeleri ilgilendirdiği kadar ABD‟yi de ilgilendirmektedir. Zira bölgede enerji üretiminde meydana gelebilecek herhangi bir aksama tüm dünyada büyük krizlere sebep olabilmekte; enerji sektöründeki sorun dolaylı olarak bütün sektörleri etkilemektedir. BOP ile ABD‟nin, gerek enerji yollarını güven altına alma gerekse, petrolü bir silah olarak kullanma potansiyeline sahip ülkeler üzerinde baskı kurarak, onları denetimi altında tutma düĢüncesi içinde olabileceği ifade edilebilecektir. (ç) Büyük Orta Doğu Projesinin Dini Boyutu Bush yönetimiyle birlikte baskın hale gelen yeni muhafazakâr görüĢ; dinin toplum üstündeki etkisini iyi analiz ederek, dini görüĢ ve söylemleri önemli ölçüde kullanmıĢtır. Gerek resmi söylemlerinde gerekse gayri resmi toplantılarda yapılan konuĢmalarda dinin etkisini görmek mümkündür. Örneğin, Bush Washington Times‟a verdiği aĢağıdaki röportajında dine verdiği önemi Ģu sözlerle açıklamıĢtır (Radikal Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2005): “Tanrı ile iliĢkisi olmayan birinin nasıl baĢkan olabileceğini anlamıyorum...Amerika, din ve inançlar açısından çok göze çarpan bir yer. Mitinglerimize gelen birçok kiĢi „sadece sana dua etmek için buradayım' 55 diyordu. Ben de buna Ģükran duyuyorum...Yine de herkesin haklarını koruma sorumluluklarımız bizi Taliban'dan farklı kılmaktadır.” Yine Texas‟ta bir konuĢmasında Bush, “Amerika‟nın özgürlüğü yaymak için Tanrı tarafından seçilmiĢ bir ülke olduğunu” belirtmiĢtir (Belgraviadispatch Ġnternet Sitesi [web], 2009) Bush iktidarı süresince geçmiĢ 8 yılı değerlendirdiği konuĢmasında da aĢağıdaki ifadeleri kullanmıĢtır (New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2009): “Ordularımız tarafından gerçekleĢtirilen çatıĢmalar, dramatik olarak farklılaĢmıĢ iki farklı sistem arasında, geniĢ bir alana yayılan mücadelenin bir parçasıdır. Bir tarafta, kadını körü körüne itaate mahkûm eden ve iman etmeyenleri ölümle tehdit eden zalim bir ideolojiye bütünüyle itaat eden, küçük bir grup fanatik bulunmaktadır. Diğer sistem ise, özgürlüğün „her Ģeye kadir olan Tanrı‟ tarafından bahĢedilen, evrensel bir hediye olduğuna inanıĢ üzerine temellenmiĢtir ve bu hürriyet ve adalet barıĢa giden yolu aydınlatmaktadır.” Bu sözleriyle Bush, ABD‟nin yürüttüğü savaĢların Tanrı tarafından hediye edilen bir olgu olduğunu ve barıĢın da ancak hürriyet ve adaletle sağlanabileceğini belirtmiĢ; ABD ordusunun da zalim bir sisteme karĢı, Tanrısal amaçlarla savaĢtığı vurgusunu yapmıĢtır. Sonuç olarak BOP‟u haklı gerekçelere dayandırmak için dini öğelerin de kullanıldığı, ABD‟nin bu projesinde adeta kendini; „demokrasiyi yaymak adına kutsal bir görev verilmiĢ; Tanrı adına savaĢ veren bir ulus‟ gibi gösterme gayesi içinde olduğu söylenilebilecektir. 56 (d) Büyük Orta Doğu Projesinin Güvenlik Boyutu ABD için günümüzde en büyük tehdidin dini terörizm olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Büyük Orta Doğu Projesinin de bu amaçla özellikle Orta Doğu kaynaklı terörü kontrol altına almak istediği açıktır. ABD resmi söyleminde, terörle mücadele konusundaki amaçlar Ģöyle ifade edilmektedir (ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2009): Terör ideolojisine uzun dönemde bir panzehir olabilmesi için, etkili demokrasileri desteklemek; Terörist ağların saldırılarını önlemek; Kitle imha silahlarının haydut devletler ve terörist yandaĢlarının eline geçmesini engellemek; Teröristlerin, haydut devletlerin destek ve sığınması altına girmesini engellemek; Teröristlerin herhangi bir milleti, ya da toprak parçasını terör üssü olarak kullanmasını engellemek; Terörle savaĢta kullanılacak teçhizatın ve gerekli ikmalin gerçekleĢtirilebilmesi için uygun imkânın sağlanabilmesi için kurum ve kuruluĢlar oluĢturmak. Buna göre, Büyük Orta Doğu Projesinin de resmi söyleminde; özellikle yeni muhafazakârlar tarafından da Orta Doğu ve Kuzey Afrika‟da yaygın olan ve “kötü yönetilen ve dünyayı tehdit eden” biçiminde ifade edilen otokrasi ve teokrasiye dayalı yönetimlere demokrasi getirme amacıyla oluĢturulmuĢ bir proje olduğu ifade edilebilecektir. 57 ABD‟nin 11 Eylül sonrasında gündeme gelen diğer strateji kavramları ise; “ikna yoluyla vazgeçirme (dissuasion) ve inkâr yoluyla caydırma (detterrence by denial)” olarak ifade edilmektedir . Buna göre “Ġkna yoluyla vazgeçirme” anlamında (deterrence)” sözcüğünün kullanılan Fransızca “disuasion”; karĢılığı aslında olup; “caydırma ABD Savunma Bakanlığı‟nca yayınlanan “Dört Yıllık Savunma Ġncelemeleri Quadrennial Defense Review” adlı raporda, bu terim özel bir anlamla kullanılmıĢ ve daha sonra da sözcük bu anlamda kullanılmaya devam etmiĢtir. Kısacası “dissuasion”, günümüzde diğer güçleri; ABD ile bir silah yarıĢına veya askeri yeteneklerde bir rekabete giriĢmekten bile kaçınmaya ikna etmek anlamına gelmektedir. Resmi strateji belgeleri bu terimi, düĢmanı gerek genel anlamda gerekse nükleer silahlar veya avcı uçakları veya saldırı denizaltıları gibi askeri gücün belirli bir sınıfında ABD ile rekabete girmenin hiç bir iĢe yaramayacağına inandırmak olduğunu belirtmektedir. Amaç düĢmanın askeri yetenekler edinimi konusunda rekabete girmenin hiç bir yararı olmayacağı sonucuna varmasını sağlamaktır (Yost [web], 2003). Donald Rumsfeld bu kavramın mantığını Ģu Ģekilde örneklendirmiĢtir (Rumsfeld [web], 2002): “Biz öyle değiĢik yeni varlıklar geliĢtirmeliyiz ki, sırf bunlara sahip olmamız bile düĢmanı rekabete giriĢmekten alıkoysun. Örneğin, bizim etkili füze savunması konuĢlandırmamız karĢı tarafı balistik füze satın almak için harcama yapmaktan vazgeçirebilir çünkü bu füzeler onlara istediklerini, yani ABD ve müttefiklerinin Ģehirlerine karĢı nükleer Ģantaj yapabilme imkânını sağlamayacaktır.” Ġkna yoluyla vazgeçirme yönteminin iĢe yaramaması durumunda silah yarıĢı ve çatıĢmalar gerçekleĢebilecektir. Bu durumda hedef; “saldırganlık ve zor kullanmaktan vazgeçirmek” olacaktır. ABD‟li strateji uzmanları, yıllardır Soğuk SavaĢ dönemine hakim olan “caydırıcılık” yönteminin; “cezalandırma” tehdidiyle caydırma ve inkâr yoluyla caydırma yöntemiyle desteklenmesi 58 gerektiğini savunmuĢlardır. Ġnkâr yoluyla caydırma; düĢmanı yapacağı saldırının yenilgiye uğrayacağına inandırarak yani operasyonel hedeflerine ulaĢabilme olasılığını inkâr ederek; saldırmaktan caydırmak anlamına gelmektedir (Yost [web], 2003). Ġnkâr yoluyla vazgeçirme teorisi; bir düĢmanın hedefine ulaĢmakta baĢarısını önleyebilecek her yeteneğe uygulanabilir. Buna örnek olarak; “kimyasal ve biyolojik silahlara karĢı korunmada kullanılan arındırma teçhizatı, kıyafet ve maskeler gibi pasif savunma donanımına sahip olmanın, düĢmanı bu tür silah kullanmamaya ikna edebileceği görüĢüne dayanmaktadır (Yost [web], 2003). 3. EVANGELĠSTLER VE ĠSRAĠL ĠLE OLAN BAĞLANTILARI ABD‟deki Yahudi lobisinin, ABD politikaları üzerinde etkili olmasına yardımcı olan önemli unsurlardan birisi; ABD‟li Hıristiyanların özellikle de Evangelistlerin Yahudilere daha fazla sempati ile bakmasıdır. ABD‟de yaklaĢık 50 milyon Evangelist Hıristiyan vardır ve bu kiĢilerin çoğu Ġsrail yanlısı bir tutum içinde bulunmaktadır (Bard, 2009: 78). Kaderci bir dünya görüĢüne sahip olan Evangelistler, özgür iradenin Tanrı tarafından oluĢturulan kaderin dıĢına çıkamayacağını öngörmekte ve bu kaderi hızlandırmak için Hıristiyanların ellerinden gelen çabayı göstermeleri gerektiğini savunmaktadırlar (Erdinç [web], 2004). Evangelistlerin inancına göre, Armageddon‟un gerçekleĢmesinin ilk ve anahtar geliĢmesi, bütün Yahudilerin Ġsrail‟e dönmesidir. Bu durum, Ġsrail‟in 1948‟de kuruluĢunda en az Yahudiler kadar Evangelist Hıristiyanlarda da heyecan yaratmıĢtı. Ġkinci aĢamada Deccal gelecek ve bu kötü ruhlu lider, Dünyaya barıĢ getireceğini herkese inandırarak hakim olacak ve hemen 59 ardından iyilik ve kötülük arasındaki nihai savaĢ olan Armageddon gerçekleĢecekti. (Ġsrail‟de Celile bölgesinde yer alan Megiddo Tepesi-Har Megiddo‟nun bu savaĢın yaĢanacağı yer olacağına inanılmaktadır). Sonuçta kötüler yenilecek ve Ġsa Mesih tekrar dünyaya inecektir. Bu senaryo sonucunda Yahudiler yaĢanan savaĢta büyük kayıp verecek en nihayetinde Ġsa Mesih geldiğinde Hıristiyanlığı kabul etmeyenler, diğer inançsızlar gibi ölecektir (Çağlayan, 2010: 276). Yahudiler, bu senaryoda kendilerine düĢen payın yok olmak olduğunu bilseler de bu durum Evangelistlerle ittifak yapmaya engel teĢkil etmemektedir. Zira iki grubun da inancı, temel noktalarda uyuĢmaktadır. Bu ittifak Yahudilere, Ġsrail‟i savunmada güç kazandırmaktadır (Çağlayan, 2010: 277). Yapılan araĢtırmalar, ABD‟de Evangelizmin önemli boyutlara ulaĢtığını göstermektedir. Gallup tarafından 2004‟te yapılan bir araĢtırmada ABD halkının %41‟inin kendilerini “yeniden doğmuĢ” ya da Evangelist olarak tanımladığını ve bu oranın 2003 yılında da %42 olduğu düĢünüldüğünde, bu oranlarda yıllar içinde büyük değiĢimler olmadığını ortaya koymuĢtur. Aynı araĢtırmada, ankete katılanlar içinde Cumhuriyetçilerin %52‟si, Demokratların %36‟sı ve bağımsızlara oy verenlerin ise %32‟si Evangelist olduklarını ifade etmiĢtir (Winseman [web], 2005). AraĢtırmanın da ortaya koyduğu üzere; ABD halkının yarıya yakınının kendilerini Evangelist olarak nitelendirmesi, dolaylı olarak bu kiĢilerin Ġsrail‟e sempati ile baktığını da göstermektedir. ABD‟de Evangelistler tarafından kurulmuĢ CIPAC (Christian’s Israel Public Action Campaign-Hıristiyanların Ġsrail Halk Eylem Kampanyası) adlı örgüt, ABD Kongresinde, Ġsrail için lobicilik faaliyetleri yürütmektedir. CIPAC‟ın savunduğu görüĢleri aĢağıdaki gibi sıralamak mümkündür (CIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010): 60 CIPAC, güncel terörizme karĢı ABD-Ġsrail iliĢkilerinin güçlendirilmesi gerektiğini savunur. CIPAC, Ġsrail Devleti ve halkının Ġncil‟de yer alan kehanetler içinde yer aldığına inanmıĢtır ve CIPAC, Yahudi ve Hıristiyanların ABD ve bütün dünyadaki temsilcisidir. Ġsrail‟in varlığını sürdürmesi için Filistin Devleti kurulması sakıncalıdır. Bu durum aynı zamanda, ABD‟nin güvenliği için de gereklidir. CIPAC, Ġsrail yanlısı bir komite olmasına rağmen, iki devletli çözüme karĢı çıkmaktadır. CIPAC‟a göre, ABD‟nin Ġsrail‟e olan desteği, ABD‟nin çıkarına olmakla beraber aynı zamanda Hıristiyanlar için görev ve sorumluluktur. CIPAC, ABD Kongresinde ABD-Ġsrail iliĢkilerinin güçlü olması gerektiğini savunan kayıtlı tek lobidir. CIPAC, aynı zamanda diğer seküler tabanlı Ġsrail yanlısı lobi kuruluĢlarından farklı olarak Kutsal Kitap ekseninde faaliyet göstermektedir. Kayıtlı lobi olması, Ġsrail için resmi olarak lobicilik faaliyeti yürütülmesine imkân tanımaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi en temel argümanları tek devletli Ġsrail‟dir. Filistin Devletinin kurulmasına karĢı çıkmaktadır ve Kongre ve ABD BaĢkanlarına bu yönde baskı yapmaktadır. Ġsrail-Filistin sorununun çözümünde bağımsız bir Filistin Devleti yerine dıĢ iĢlerinde bağımlı ve ordusu olmayan özerk bir Filistin oluĢturulması gerektiğini savunmakta; ayrıca, FKÖ‟ye yönelik ABD yardımının kesilmesini ve Ġsrail‟e BM‟de tam temsil hakkının verilmesini talep etmektedir (Çağlayan, 2010: 282-286). Sonuç olarak Evangelistlerin Ġsrail‟e kutsal kitaplarda yer alan hükümler doğrultusunda bir yakınlık duyduğu ve sahip oldukları kaderci anlayıĢ sebebiyle bu hükümlerin gerçekleĢmesi için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini ifade etmek mümkündür. ABD‟de 50 milyonu aĢkın Evangelist bulunduğu düĢünüldüğünde, bu rakamın ABD politikalarını etkilemede ve Ġsrail yanlısı politikalar izlemede yeter boyutta olduğu ortadadır. Ayrıca 61 CIPAC örneğinde Evangelist kuruluĢların, lobicilik faaliyetleri ile de ABD-Ġsrail iliĢkilerinin Ġsrail‟in çıkarları doğrultusunda yürütülmesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. 4. YENĠ MUHAFAZAKÂR ĠDEOLOJĠ VE ĠSRAĠL BAĞLANTISI Yeni muhafazakârlık var olan siyasi eğilimlere göre çok farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bunda da yakın dönem ABD politikalarının yeni muhafazakârlıkla iliĢkilendirilmesinin etkisi büyüktür. En genel ifadelerle yeni muhafazakârlık; ABD‟nin, demokrasi ve liberal değerlerin yaygınlaĢtırılması, ABD hegemonyasının devamı ve bunun gibi gerekçelerle askeri güç kullanımını da içeren yöntemlerle, çıkarlarının ve ahlaki değerlerinin muhafazasını ve geliĢtirilmesini ifade etmektedir (Kagan, 2008: 14-15). Bu anlamda yeni muhafazakârlığın ahlaki değerlere yaptığı vurgu sebebiyle idealist, askeri güce verdiği önem sebebiyle de realist görüĢleri bünyesinde barındırdığı; iki görüĢü de harmanladığı söylenebilir. Ayrıca bu görüĢlerin ABD dıĢ politikasında aslında çok da yeni bir kavram olmadığı önceki dönemlerde de etkili olduğunu söylemek mümkündür. Henüz BM AntlaĢması imzalanalı iki yıl olmuĢken, BaĢkan Harry Truman, 12 Mart 1947‟deki konuĢmasında “Bu antlaĢmanın, ABD‟nin dıĢ baskılar ya da silahlı azınlıklar tarafından sindirilmiĢ durumdaki özgür halklara destek politikası olması gerektiğine inanıyorum” sözleriyle ifade ettiği Truman Doktrini ile Sovyet baskısı altında kalan halklara destek olacağını müjdeliyordu. Nitekim bu kapsamda Yunanistan ve Türkiye‟ye yardımda bulunmuĢtu. Kennedy döneminde de benimsenen bu görüĢ, özellikle Batı yarımkürede uygulanmaya devam edilmiĢtir. Aynı Ģekilde, Reagan Doktrini de Breznev‟in Komünist propagandasını ve totalitarizmi reddetmektedir. Reagan Doktrini, diktatörlük ve Sovyet rejimlerine karĢı güç kullanımı ile baskı altındaki rejimlere, soykırım ve iĢgale karĢı da ABD yardımını onaylamıĢtır (Kirk Patrick ve Gerson, 1991: 20-26). Buna göre demokrasinin 62 yayılması ve baskıcı rejimlere karĢı mağdur olan halklara yardım etme vurgusu noktasında, yeni muhafazakârlığın, geçmiĢten gelen ABD dıĢ politikasının devamı olduğunu söylemek mümkündür. Basit ifadeyle yeni muhafazakârlar, uluslararası iliĢkileri iyi ve kötünün mücadelesi olarak görmektedir. Buna göre, ABD ve müttefikleri iyi tarafı, diktatörlükler ise kötü tarafı sembolize etmektedir. Reagan, SSCB‟yi kötülüklerin baĢı ilan etmiĢ bu sebeple de yeni muhafazakârların da en takdir ettiği baĢkan olmuĢtur. Soğuk SavaĢ sonrasında, o döneme kadarki en önemli tehdit olan Sovyet unsuru ortadan kalkmıĢ ancak yeni ve tehlikeli tehditler ortaya çıkmıĢtı. Buna göre, demokrasi ve insan hakları gibi Amerikan değerlerini benimsemeyen diktatörlükler, ABD‟ye yönelik en büyük tehditti. Söz konusu tehditlerin ABD‟yi etkisi altına almaması için, bu diktatörlükler devrilmeli ve demokrasi için mücadele etmeye devam edilmeliydi. Bu görüĢ yalnızca, yeni muhafazakârlarca değil aynı zamanda diğer siyasi görüĢlere sahip politikacılarca da paylaĢılmakta idi. Buna göre, yeni muhafazakârlığın temelinde, ABD‟yi diğer büyük devletlerden farklı görme anlayıĢı bulunduğu ifade edilebilecektir (Tunç, 2004: 65-66). Burada dikkat çekici olan konu, yeni muhafazakârların görüĢlerinin Evangelist Hıristiyanların görüĢleri ile paralel oluĢudur. Evangelizmde de Dünya, iyi ve kötünün mücadele alanıdır ve Hıristiyanlık tek ve iyi din olarak, Armageddon sonrasında tüm dünyada hakim kılınacaktır. Ġsa Mesih‟in tekrar Dünyaya dönüĢü ile birlikte, Hıristiyanlığı benimsemeyenler yok olacaktır (Çağlayan, 2010: 276). Yeni muhafazakâr ideolojide de Hıristiyanlığın misyonunu ABD‟nin üstlendiğini ve iyinin ve düzenin sembolü haline geldiğini ifade etmek mümkündür. Yeni muhafazakârlık kelimesinin, ilk olarak sosyalist yazar Michael Harrington‟un “Diğer Amerika (The Other America)” (1962) adlı eserinde, özellikle Yahudilerden oluĢan solcu arkadaĢlarını tanımlamak için kullanıldığı 63 ifade edilmektedir (Taube [web], 2000). Bu durum, Yeni muhafazakârlık ve Yahudi bağlantıları iddialarının çok öncelerde de tartıĢıldığını göstermektedir. Sniegoski‟ye göre baĢlangıçta, yeni muhafazakârlar neredeyse tamamıyla, Liberal Demokratlardan ve biraz da Marksist ve Trotskistlerden oluĢuyordu. Yeni muhafazakârların sağ ideolojiye yakınlaĢması, 1960 ve 1970‟lerde Demokrat Parti‟nin savaĢ karĢıtı sol kesime kaymasıyla baĢladı. Yahudiler ve Ġsrail‟e olan ilgileri değiĢimlerinde önemli pay sahibi oldular. Bu dönemde SSCB‟nin Orta Doğu‟da Ġsrail düĢmanı rejimleri desteklemesi üzerine, Sovyet-karĢıtı bir ideolojiyi sahiplenmiĢlerdir (Sniegoski, 2007: 82). Bu noktada, yeni muhafazakârların baĢlangıçtan beri dolaylı da olsa Ġsrail‟in güvenliğini, kendileri için önemli bir amaç olarak benimsediklerini ifade etmek mümkündür. Yeni muhafazakâr ideoloji, 1960‟lardaki eĢitlikçi liberal görüĢlere tepki olarak ABD‟de Irving Kristol, Norman Podhoretz, Samuel Huntington, Daniel Bell, Jeane Kirkpatrick, Seymour Martin Lipset, Daniel Patrick Moynihan, Nathan Glazer ve James Q. Wilson gibi yazarların etkisi ile geliĢmiĢtir (Özen ve TaĢdemir, 2006: 14). Yeni muhafazakârlığın beslendiği bir takım siyasal ve felsefi görüĢler vardır. Bunlardan en önemlisi, ABD‟li akademisyen Leo Strauss’tur. Strauss, “Politika Felsefesi Nedir?” adlı eserinde, yeni muhafazakâr akımın temelini oluĢturmuĢtur. Strauss‟un geliĢtirdiği, “mutlak iyi düzen” kavramı, ABD‟nin “var olan en iyi yönetim” olduğu düĢüncesine dayanır. Strauss, iyi yönetim için güçlü demokrasinin gerekli olduğunu; aksi takdirde, tiranlığa karĢı direnmenin mümkün olmayacağını ifade etmiĢtir. Ġkinci olarak, Albert Wohlstetter’in görüĢleri, etkili olmuĢtur. Wohlstetter, nükleer güç dengesinden vazgeçilerek, yerine “akıllı silahlara” dayalı yeni “sınırlı savaĢ” oluĢturma stratejisinin mimarıdır. Reagan‟ın “Yıldız SavaĢları” ve Bush‟un “Füze Kalkanı” projesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Üçüncü olarak, 64 Alan Bloom, literatürdeki, “politically correct-siyaseten uygunluk” düĢüncesini eleĢtirmiĢtir. “Closing of The American Mind (Amerikan DüĢüncesinin KapanıĢı)” adlı kitabında, evrensel değerlere karĢı kültürel göreliliği öne çıkaran yeni eğilimin, ABD ve modern dünyada yıkıma ve ABD iç ve dıĢ politikasında güçsüzlüğe yol açtığını ve ABD dıĢ siyasetinin, kötü ve iyinin mutlaklığı üzerine yeniden biçimlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Ġnsel, 2003: 14-15‟den akt. Erler, 2007: 128). Yeni muhafazakârların değiĢmeyen temel çıkarları, Amerikan askeri gücünün ve ideallerinin, ABD‟nin düĢmanlarını yenecek biçimde geliĢmesiydi. Soğuk SavaĢ döneminde, düĢman SSCB iken; Bush döneminde Soğuk SavaĢ sonrasındaki boĢluğu terörizm ve serseri devletler (rugue states) dolduracaktı (Mann, 2004: 460). Walt ve Mearshimer‟a göre (2009: 154-155); yeni muhafazakâr hareket, 1970‟li yıllardan bu yana Amerikan entelektüel ve siyasi hayatının önemli bir parçası haline gelmiĢtir. 1970‟lerde bu durum, ABD‟nin Ġran ġahı ile Komünizme karĢı iĢbirliği yapmasını gerektirmiĢti. 1980‟lerde Filipinler‟deki Ferdinand Marcos‟un desteğinin çekilmesi de aynı amaca hizmet ediyordu. Zira Marcos‟un baskıcı rejimi, komünist bir devrime yol açarsa bölgede iki büyük tesisi bulunan ABD‟nin çıkarları tehlikeye girecekti (Mann, 2004: 460461). Bu görüĢe göre yeni muhafazakâr ideoloji, adeta bir savunma mekanizması gibi ABD önemli bir tehditle karĢı karĢıya geldiğinde ortaya çıkıyor ve ABD çıkarları neyi gerektiriyorsa onun gerçekleĢtirilmesi için ne gerekiyorsa yapılması için çaba harcıyordu. Bu durum kimi zaman baĢka bir ülkenin rejimini değiĢtirmeyi bile gerektiriyordu. 11 Eylül saldırıları ise yeni muhafazakârların tekrar gündeme gelmesini sağlamıĢtır. Zira Buchanan‟ın belirttiği üzere 11 Eylül, yeni muhafazakârlara Soğuk SavaĢ‟ın bitiĢi ile anlamsızlaĢan yeni muhafazakâr görüĢlerin tekrar anlam kazanması için gereken fırsatı vermiĢtir. 11 Eylül 65 sonrasında, ABD hegemonyası ve Ġsrail‟in ezeli düĢmanları olan “Arap ve Ġslamcı serseri devletlerin” yok edilmesine imkân tanınmıĢtır (Buchanan [web], 2003). Yeni muhafazakârların görüĢleri doğrultusunda Bush yönetimi, eĢi benzeri olmayan Dünya gücü ile ABD‟nin Soğuk SavaĢ‟tan zaferle çıkan tek süper güç olduğunu ilan etmiĢtir. Yeni muhafazakârlara göre, ABD bu gücü çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemeli ve bu gücün kullanılmasını engelleyebilecek bütün unsurları da yok etmelidir. Bush yönetiminin, Kyoto Protokolü, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Anti-balistik Füze AntlaĢması‟ndan çekilmesi, Ulusal Füze Savunma Sistemi‟nin kurulma çalıĢmalarının baĢlatılması ve Çin‟le giderek gerginleĢen bir siyaset izlemesi, yeni muhafazakâr görüĢlere paralel bir politika izlendiğinin göstergesidir. Bush yönetimi, yeni muhafazakârların görüĢlerine benzer olarak, Dünyada sadece barıĢ ortamının varlığını yeterli görmemiĢ; ABD‟nin adaletli bir barıĢı tesis etmek için mevcut barıĢ ortamına müdahale edebileceği düĢüncesinde olmuĢtur (Özen ve TaĢdemir, 2006: 34-35). Yeni muhafazakârlar ile Ġsrail arasında yakın bağlantılar bulunduğu iddia edilmektedir. Bu görüĢü savunanlar arasında Patrick J. Buchanan‟ın görüĢleri ön plandadır. Buchanan, yeni muhafazakârlığın Ronald Reagan‟ın BaĢkanlığı ile güç kazandığını ifade etmiĢtir. Buchanan‟a göre, yeni muhafazakârların temel karakteristiği, Ġsrail‟in yoğun bir biçimde desteklenmesini istemeleridir (Buchanan [web], 2003). Bu noktada yeni muhafazakârlık ve Evangelizm arasında da bağlantı olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira Evangelizmde de Ġsrail‟in korunmasına ve varlığını sürdürmesine yardımcı olmak önemlidir. Yeni muhafazakârların Orta Doğu politikalarında da Ġsrail yanlısı bir tutum içinde olduğu ifade edilebilecektir. Zira yeni muhafazakârlar, Ġsrail‟in Arap düĢmanlarının zayıflatılması ve bu ülkelere dıĢ desteğin kesilmesi, 66 Filistin nüfusunun Ġsrail‟i tehdit edecek boyutta artması gibi sorunların çözülmesine yönelik hedefleri ile özellikle Ġsrail‟in sağcı Likud Partisi ile paralel görüĢlere sahiptir (Sniegoski, 2007: 84). Yeni muhafazakâr ideolojiyi benimseyenlerin önemli bir kısmının Yahudi ya da Evangelist olduğu düĢüncesinde olan Tanner; 90‟lı yıllarda, ABD‟deki Hıristiyan sağcıların, ani bir kararla Ġsrail‟deki Likud Partisi (ĠĢçi Partisi) ile ortak davayı benimsediğini ve Mesih‟in ortaya çıkıĢı ve bu geri dönüĢ öncesinde birleĢik “Kudüs Krallığı”nın yeniden kuruluĢu inancında birleĢtiğini ifade etmektedir. Buna göre, Büyük Ġsrail hedefini ve bu doğrultuda Ġsrail‟in Batı ġeria‟daki yerleĢimlerini desteklemeyen çok fazla yeni muhafazakâr bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla George W. Bush yönetimi de bu çizgiyi sürdürmüĢ ve Ariel Sharon‟un da ifade ettiği gibi, “Bush, o güne dek Ġsrail‟in Beyaz Saray‟daki en iyi dostu” olmuĢtur (Tanner, 2005: 316). ABD’DE YER ALAN ĠSRAĠL YANLISI DÜġÜNCE KURULUġLARI 5. VE ABD POLĠTĠKALARINA OLAN ETKĠLERĠ DüĢünce kuruluĢları, günümüzde ülkelerin iç ve dıĢ siyasetlerini etkilemede önemli bir yer edinmiĢtir. Siyasal bir baskı unsuru olarak ifade edilebilecek düĢünce kuruluĢlarının, diğer baskı unsurları olan çıkar grupları ve lobiler gibi kuruluĢlarla benzer yöntemleri kullanmaları, diğer unsurlardan ayırt edilmelerini güçleĢtirmektedir. Buna karĢın düĢünce kuruluĢlarını, “bağımsız, çıkar amacı gütmeyen, özel uzmanlığa dayalı fikirler üreterek siyasal süreçlere destek sağlamak ya da bu süreçleri etkilemek amaçlı örgütler” olarak tanımlamak mümkündür. Rich, bu Ģekilde tanımladığı düĢünce kuruluĢlarının aĢağıda belirtilen özelliklere sahip olduğunu ifade etmektedir (Rich, 2004: 11-12): DüĢünce kuruluĢları, nüfuzlarını artırmaya önem verirler. Bu durum da bağımsızlıklarının ne oranda artırdıkları ile ilintilidir. Bu noktada, bir 67 düĢünce kuruluĢunca gerçekleĢtirilen araĢtırmanın ciddiyeti, finansal olarak bağımsız olup olmaması ile ölçülür. Fiiliyatta, düĢünce kuruluĢlarının belli bir ideolojiye mensup kiĢilerce desteklendiği düĢünülürse, bu kuruluĢların, dar bir ideolojik gruba bağımlı kalmamaya çalıĢtıklarını ifade etmek mümkündür. DüĢünce kuruluĢları siyasal destek arayıĢındadır. Buna göre, düĢünce kuruluĢları, araĢtırmaları ile farklı toplulukları etkilemeyi hedeflemektedir. Ancak günümüzde çoğunlukla hedefleri; rapor yazmaktan çok, araĢtırmalarına dikkat çekmek ve siyasi karar alıcılarla iletiĢim kurarak onları etkilemektir. ABD‟de genellikle dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan düĢünce kuruluĢlarında; eski dıĢiĢleri memurları, akademisyenler, istihbarat yönetici ve personelleri, seçkin Ģirketlerin yöneticileri görev almaktadır. Bu kuruluĢlar, genelde Ģahıs ve Ģirket bağıĢlarıyla, bir kısmı da kamu fonları ile gelir elde etmekte ve isteyen herkes için bağımsız araĢtırmalar yapmaktadır. DüĢünce kuruluĢları, tarafsız çalıĢabileceği gibi, siyasi lobilerle bağlantılı olarak da çalıĢabilir (Yılmaz, 2007: 396-397). Bilgi ve pratik arasında köprü kuran, bu noktada akademik dünya ile devlet arasındaki boĢluğu dolduran bu kuruluĢların geliĢim süreci ABD‟nin bir süper güç olma süreci ile doğru orantılı olarak geliĢmiĢtir (Haass [web], 2002). Buna göre düĢünce kuruluĢlarının ABD‟deki geliĢim sürecini üç aĢamada incelemek mümkündür: Birinci aĢama düĢünce kuruluĢları, politik olmayan Devlet AraĢtırma Enstitüsü (1916), Brookings Enstitüsü (1927) gibi devlet destekli kuruluĢlardı. Bu kuruluĢlar haricinde dıĢ politika ile ilgili ilk düĢünce kuruluĢu olan Carnegie Uluslararası BarıĢ için BağıĢ Vakfı (Carnegie Endowment for International Peace) bulunmaktaydı (Haass [web], 2002). 68 Ġkinci aĢama düĢünce kuruluĢları, 1945 sonrasında, SSCB ile birlikte ABD‟nin süper güç olarak ortaya çıkması ile oluĢtu ve bu dönemde ABD, özgür dünyanın koruyucusu söylemini oluĢturdu. Bu dönemde ABD hükümetlerinin desteği ile pek çok düĢünce kuruluĢu oluĢturuldu. Bunlar arasında RAND (Research And Development-araĢtırma ve geliĢtirme) Projesi önemli bir geliĢim kaydetmiĢtir. (Haass [web], 2002). BaĢlangıçta Douglas Havacılık ġirketi tarafından ABD Hava Kuvvetlerinin geliĢtirilmesi için araĢtırmalar yapan kuruluĢ, 1948‟de, Douglas ġirketinden ayrılarak RAND ġirketi adıyla bağımsız, kar amacı gütmeyen, bilimsel, eğitimsel ve hayır iĢlerini yürüten bir örgüt halini almıĢtır. Ġlerleyen dönemde bütün dünyaya yayılarak pek çok ülkede faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır. Günümüzde 50‟yi aĢkın ülkeden 1600 çalıĢanı ile faaliyet göstermektedir ve ABD dıĢında Avrupa ve Orta Doğu‟da da ofisleri bulunmaktadır. Akademik çalıĢmalar, davranıĢsal bilimler, ekonomi, devlet, siyaset, endüstri ve ilaç gibi alanlarda araĢtırmalarda bulunmaktadır (RAND ġirketi Ġnternet Sitesi [web], 2011). Üçüncü aĢamada; 1970 sonrasında özellikle siyasal kararları etkileme fonksiyonunu ön plana alan taraflar, örgütler kurulmaya baĢladı. Bu örgütler içinde muhafazakâr Miras Vakfı (Heritage Foundation) ve Liberal Siyaset ÇalıĢmaları Enstitüsü (The Liberal Institute for Policy Studies) en önemli örnekler arasındadır. 2000‟li yılların baĢında ABD‟de 1200‟ün üzerinde düĢünce kuruluĢu bulunmaktaydı. Bunlar arasında Brookings Enstitüsü gibi kuruluĢlar gelirlerinin tamamına yakınını bağıĢlardan sağlamakta, devlet yardımı kabul etmemekteyken; RAND ġirketi gibi kuruluĢlar ise gelirlerini, devletsel-özel giriĢim farkı gözetmeksizin yürüttükleri araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerinden elde etmektedir (Haass [web], 2002). Buna göre RAND gibi kuruluĢların devlet politikalarını eleĢtirmekten çok, devlet politikaları ile uyumlu araĢtırmalar yaparak gelirlerini artırma olanağı bulunmaktadır. Bu durum, bu tür düĢünce kuruluĢlarının nesnel araĢtırma yapmalarını engellemektedir. Zira devlet destekli bir düĢünce kuruluĢu, o anki hükümetin izlediği dıĢ politikayı öven, hükümetin ulaĢmak istediği hedeflerle doğru 69 orantılı araĢtırma ve raporlar yayınlayarak hükümet yanlısı bir seyir izleyebilecektir. Bu durumun etik bir davranıĢ olmayacağı ve söz konusu düĢünce kuruluĢunun güvenilirliğini zedeleyeceğini ifade etmek mümkündür. 1970 ve 1980‟li yıllarda, düĢünce kuruluĢlarının sayıları arttıkça, bu kuruluĢların yarıya yakını; araĢtırma ve görevlerinde ideolojik bir görüntü arz etmeye baĢladılar. Bu ideolojik düĢünce kuruluĢlarının önemli bir çoğunluğu muhafazakâr ideolojiye sahipti ve devletin sınırlandırılması, serbest giriĢim, bireysel özgürlük gibi konularda çalıĢmalar yapıyorlardı. Bu süreçte düĢünce kuruluĢlarının yaptıkları çalıĢmalar dikkat çekmeye baĢladı (Rich, 2004: 10). Bulut ve Akkan Güngör, yukarda sayılanlara ek olarak ABD‟de dördüncü nesil düĢünce kuruluĢlarından bahsetmektedir. Buna göre, bu kuruluĢlar, eski ABD baĢkanlarının düĢünce ve etkilerini devam ettirmek amacıyla kurulmuĢlardır. 1982‟de kurulan Carter Merkezi (Carter Center) ve 1994‟te kurulan, Nixon BarıĢ ve Özgürlük Merkezi (Nixon Center for Peace and Freedom) bu türün en önemli örnekleri arasındadır (Bulut ve Akkan Güngör [web], 2011). ABD‟deki düĢünce kuruluĢlarının beĢ fonksiyonu bulunduğu ifade edilmektedir. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür (Haass [web], 2002): Fikir Fabrikası: DüĢünce kuruluĢları, karar alıcılara yeni fikirler üreterek onların bakıĢ açılarını değiĢtirmektedir. Bunu da; ABD ulusal çıkarlarının tespiti, önceliklerin belirlenmesi, sorunlar için yol haritaları çıkarılması, bürokratik ve siyasal koalisyonlar oluĢturulması ve kurumların düzenlenmesi yöntemlerini kullanarak yapmaktadır. Buna göre düĢünce kuruluĢları, karar alıcıları etkilemek için makale-kitap yazarak, paneller düzenleyerek, siyasilerle görüĢmeler yaparak fikirlerini pazarlamaktadırlar. 70 Yetenek Kazandırma: DüĢünce kuruluĢları ayrıca, yeni yönetim ve kongre kadrolarına hizmet edecek kadroların yetiĢtirilmesi fonksiyonunu da üstlenmektedir. Yeni yönetimler oluĢturulurken, eski yönetimin orta düzey uzmanları değiĢtirilmektedir. Bu durumun devlet sisteminin iĢleyiĢinde sorun yaratmaması için, bu kuruluĢlar önemli rol üstlenmektedir. Örneğin Jimmy Carter, Brookings Enstitüsü ve DıĢ ĠliĢkiler Konseyinden pek çok kiĢiyi yönetim kadrosuna almıĢtır. Ardılı Reagan ise, Heritage ve Hoover Enstitüleri ve Amerikan GiriĢimcilik Enstitüsünden uzmanları tercih etmiĢtir. Profesyonelleri BirleĢtirme: DüĢünce kuruluĢları, karar alıcılar arasında uyum oluĢmadığı durumlarda, fikir üreterek ve görüĢler sunarak, konsensüs sağlama fonksiyonunu da gerçekleĢtirmektedir. Toplumu Eğitme: DüĢünce kuruluĢları çalıĢmaları ile karar alıcılara destek sağladığı gibi aynı zamanda ABD halkını da eğitme görevini yürütmektedir. Farklı GörüĢleri BirleĢtirme: DüĢünce kuruluĢlarının diğer önemli rollerinden biri de daha aktif bir siyaset izleyerek, aralarında çatıĢma bulunan farklı görüĢlere sahip partiler arasında iletiĢim imkânları sağlayarak, anlaĢmazlık bulunan konularda çözüm sağlamaktır. Günümüzde ABD dıĢ politikasında etkili olan en büyük ve önemli düĢünce kuruluĢlarını Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Porter [web], 2011): Brookings Enstitüsü (Brookings Institute) DıĢ ĠliĢkiler Konseyi (Council on Foreign Relations) Miras Vakfı (Heritage Foundation) Carnegie Uluslararası BarıĢ için BağıĢ Vakfı (Carnegie Endowment for International Peace) RAND ġirketi (RAND Corporation) Amerikan GiriĢimcilik Enstitüsü (American Enterprise Institute) Amerikan Kalkınma Merkezi (Center for American Progress) 71 ABD‟de bu kuruluĢlar haricinde, devlet tarafından kurulmuĢ, raporlama amaçlı; Uluslararası Stratejik ÇalıĢmalar Merkezi (Center of Strategic International Studies-CSIS), DıĢiĢleri Bakanlığına bağlı Uluslararası Dini Özgürlükler Komitesi (International Religious Freedom Comittee) ile Orta Doğu Forumu (Middle East Forum), Washington Enstitüsü (Washington Institute), Özgürlük Merkezi (Freedom House), Müslüman Dini Özgürlükler Komite Merkezi (Center Muslim Religious Freedom Comittee-CMCU) ve ABD BarıĢ Enstitüsü (United States Institute for Peace) gibi yarı resmi merkezler de düĢünce kuruluĢu olarak nitelendirilmektedir. Nitekim bu kuruluĢların görüĢ ve raporlarına ABD yönetimi tarafından büyük önem atfedilmektedir (Yılmaz, 2007: 398). ABD‟deki etkili olan düĢünce kuruluĢlarından daha önce de belirtildiği üzere, ABD BaĢkanları ve hakim partinin ideolojileri doğrultusunda, ABD yönetim kademesine uzman transferi gerçekleĢtirilmektedir. Buna göre özellikle yeni muhafazakâr ve Ġsrail yanlısı ideolojiye sahip uzmanlardan oluĢan düĢünce kuruluĢlarının ABD politikalarının belirlenmesinde etkili oldukları ifade edilebilecektir. Bu noktada ilerde daha detaylı olarak açıklanacak olan özellikle Clinton ve Bush döneminde yönetim kadrosunu oluĢturan kiĢilerin çoğunlukla Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarında görev yapmıĢ olmaları bunun bir göstergesidir. 6. ABD’DE ĠSRAĠL’ĠN LOBĠCĠLĠK FAALĠYETLERĠNĠN GELĠġĠMĠ VE LOBĠNĠN ABD POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ Lobicilik faaliyetlerini, bir devletin yasama süreçlerini ya da yasa metinlerini etkilemek, belirli standartların getirilmesinin kabulü ya da reddi için baskı yapmak, belirli bir kiĢi ya da partinin oy toplama ya da karalama kampanyalarını yürütmek gibi amaçlarla oluĢturulan ve belirli bir grubun çıkarlarını savunan organize toplulukların faaliyetleri olarak tanımlamak mümkündür. 72 Literatürde lobicilik faaliyetleri dört kategoride incelenmektedir. Bunları Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Lehman ve Bosche, 2003: 3): Hizmet Fonksiyonu: Kendi üyeleri için özel hizmetler tahsis etmek (Ör. Bilgi toplamak) Yasama Fonksiyonuna DıĢarıdan Katılma: Karar alım süreçlerine parlamento dıĢından katılma (Ör. Parlamento üyeleri ile iletiĢim kurma, toplantılara katılma) Yasama Fonksiyonuna Ġçerden Katılma: Karar alanların seçim süreçlerinde aktif rol oynayarak, grup çıkarlarına uyan kiĢilerin seçilmesinde etkili olma Yürütme Fonksiyonu: Siyaset uygulamalarında yer alma (Ör. Siyasi programların uygulanmasında idari görevler alma). Alkan (2007: 132-133), lobicilik faaliyetlerini üç Ģekilde incelemektedir. Buna göre, Doğrudan Lobicilik, kongre içi faaliyetlerdir ve doğrudan karar alma sürecindeki yetkili kiĢi ya da örgüt temsilcileriyle gerçekleĢtirilir. Dolaylı Lobicilik, siyasal imaj oluĢturma ve kamuoyunu etkileme amaçlı örgüt temsilcilerinin halkla iliĢkiler Ģirketleri ile yürüttükleri iliĢkilerdir. Kolektif Lobicilik yönteminde de lobi grupları birbirleriyle uzlaĢarak, iĢbirliği yapmakta ve amaçları doğrultusunda kongre üyeleri ya da örgüt temsilcileri ile iletiĢime geçmektedir. Günümüz demokrasilerinin karar alım süreçlerinde, karar alan kiĢiler ya da kurumlar kadar; kararın alınmasına etki eden faktörlerin de büyük önemi bulunmaktadır (Canöz, 2009: 158). Lobicilik faaliyetleri de günümüz demokrasilerinde karar alma süreçlerine etki eden en önemli faktörler arasında yer almaktadır. Lobiler, devlet politikalarının belirlenmesinde etkili olmak amacıyla, genellikle yürütme ve yasa üyelerine baskı uygulamak ve önemli bir pozisyon 73 için yasaların lobicilik faaliyetleri doğrultusunda oluĢmasına yönelik çalıĢan kurumsal yapılardır (Alkan, 2007: 130). ABD‟deki lobicilik faaliyetleri, 1938 tarihli “Foreign Agents Registration Act (DıĢ Temsilcilerin Tespiti AnlaĢması)”, 1946 tarihli “Federal Regulation of Lobbying Act (Lobicilikle Ġlgili Federal Düzenlemeler AntlaĢması)” ve bu hükümlere değiĢiklik getiren, 1976 tarihli “Lobbying Disclosure Act of 1976 (Lobiciliğin Açıklanması AntlaĢması)” ve “Lobbying Ethics (Lobiciliğin Ahlaki Kuralları)” hükümleri çevresinde yürütülmektedir. 1979 yılında profesyonel lobicilik faaliyetlerini düzenlemek üzere “American Lobbyist League (Amerikan Lobicilik Ligi)” kurulmuĢtur. ABD‟de lobicilik faaliyetleri ile ilgili olarak en son düzenleme ABD eski BaĢkanı Clinton döneminde yapılmıĢtır. Walt ve Mearshimer‟a göre (2009: 134-135) Ġsrail Lobisi, ABD dıĢ politikasını, Ġsrail‟in çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için çalıĢan Ģahıs ve kurumlardan oluĢan, gevĢek bir koalisyonu ifade etmektedir. Buna göre, açık bir biçimde faaliyet gösteren bu lobi tek bir merkezden yönetilmemekte ve birbirinden bağımsız kararlar alabilmektedir. Ġsrail lobisi, pek çok yazara göre ABD‟deki en güçlü lobiyi oluĢturmaktadır. Petras‟a göre, ABD politikalarının Ģekillendirilmesinde, Ġsrail lobisi çok baĢarılı olmuĢtur. Buna göre, daha önceki tablolardan da anlaĢılacağı üzere Ġsrail, ihtiyaç duyduğu kredi ve hibelere lobicilik faaliyetlerinin sayesinde rahatlıkla ulaĢabilmekte, ABD dıĢ politikasını çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedir (Petras, 2006: 13). Özellikle 1948‟de Ġsrail‟in kurulmasından sonra, Dünya çapında pek çok ülkedeki Yahudiler, Ġsrail‟e göç ederken; diğer ülkelerle karĢılaĢtırıldığında, daha az sayıda Amerikan Yahudisi, Ġsrail‟e göç etmeyi tercih etmiĢtir. Bu durum, dönemin Ġsrailli liderleri tarafından eleĢtirilse de burada kalan Yahudiler için Ġsrail‟e sadakat; kimliklerinin bir parçası 74 durumuna gelmiĢ ve bir cemaat haline gelen bu topluluk, ilerleyen dönemde Ġsrail‟in çıkarları için çok önemli olan lobicilik faaliyetlerinin temsilcileri olmuĢlardır (Walt ve Mearshimer, 2009: 138-139). Bu noktada ABD‟deki Yahudilerin, Ġsrail‟e destek vermeyi adeta yaĢamlarının bir parçası haline getirdiklerini ve Ġsrail‟in bekasını sağlamak ve çıkarlarını gözetmek için önemli çaba harcadıklarını ifade etmek mümkündür. Ġsrail lobisinin, “Ġsrail yanlısı cemaat, Ġsrail‟e yardım hareketi” olarak da ifade edilebileceğini belirten Walt ve Mearshimer‟a göre, Ġsrail lobisinin faaliyetleri, normal olabilmek, Amerikan lobicilik dıĢ faaliyetlerini politikasını aĢmaktadır. Ġsrail‟in Lobiye çıkarları mensup doğrultusunda yönlendirebilmek için aktif çalıĢmayı gerektirmektedir. Ġsrail lobisi de büyük ölçüde, bu amaca hizmet eden Amerikalı Yahudilerden oluĢmaktadır. Lobinin faaliyetleri arasında, Ġsrail yanlısı adaylara oy vermenin dıĢında, politikacılara ya da haber programlarına mektup yazmak, Ġsrail yanlısı adaylara maddi yardım sağlamak gibi faaliyetler de yer almaktadır (Walt ve Mearshimer, 2009: 135-137). Yahudiler, lobicilik faaliyetlerini Dünya çapında düzenli bir Ģekilde yürütebilmek amacıyla pek çok örgüt kurmuĢtur. Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Organization), adeta bir Ģemsiye örgüt biçiminde bu örgütlerin koordinasyonunu yürütmektedir. Örgüt, Birinci Dünya Siyonist Kongresinde, Theodore Herzl tarafından oluĢturulmuĢ ve 1922‟de de liderlik Amerikan Siyonist Örgütü‟ne verilmiĢtir. Örgüt kongreleri, Ġsrail Devleti kurulduktan sonra Kudüs‟te toplanmaya baĢlamıĢtır (Bayramoğlu, 2006: 57). Dünya Siyonist Örgütü‟nün 1959-1960 yılları arasındaki kongrelerde oluĢturulan tüzüğüne göre yerel Siyonist organizasyonlar, Dünya Siyonist Örgütü‟nün doğal üyesi konumundadır (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992). 75 Amerikan Yahudileri, lobicilik faaliyetlerini yürütebilmek ve Amerikan politikalarında etkili olabilmek amacıyla pek çok örgüt kurmuĢtur. Bunlardan belli baĢlılarını incelemek yerinde olacaktır. a. Amerikan Siyonist Hareketi Amerikan Siyonist Hareketi (American Zionist Movement-AZM) Siyonist gruplar ve bireyler tarafından oluĢturulmuĢ bir birliktir. Dünya Siyonist Örgütünün Amerika temsilcisidir. Örgütün kuruluĢ tüzüğünde, kuruluĢ amaçları Ģu Ģekilde belirtilmektedir (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992): Amerikan Yahudilerini Siyonist prensipleri kabul etmeleri için motive etmek (Dünya çapında Yahudiler, ortak bir tarih, gelenek ve kadere sahiptir ve Ġsrail, Yahudilerin yaĢam merkezidir.), Siyonist ve Yahudi ideallerini ABD‟deki Yahudilere benimsetmek ve Amerikan Siyonist Hareketi‟nin faaliyetlerine katılmaları için teĢvik etmek, Amerikan Yahudiliği ve Siyonizmin tarihini, sosyal ve kültürel yaĢantısını, baĢarıları ve sorunlarını, Dünya çapında Yahudilerle paylaĢmak, Yahudi anayurdunun savunması ile ilgili bilgi toplamak ve bunları yaymak, Yahudi haklarını her yerde savunmak, “Aliyah”ı (Yahudilerin Ġsrail‟e göç etmesi) Siyonistlerin en önemli hedefi olarak görmek ve Yahudilere Ġsrail‟de yerleĢmeleri için destek sağlayan kuruluĢlarla iĢbirliği yapmak, Siyonizm, Ġbranilik ve Yahudilik ile ilgili eğitim kurumlarının ve Yahudi kültürünün geliĢtirilmesine destek sağlamak, Siyonist düĢünce ve hedeflerle ilgili çalıĢma, tartıĢma ve araĢtırmalara destek sağlamak, 76 Amerikan Yahudi gençliğinin Siyonist aktivitelerde bulunmasını desteklemek ve teĢvik etmek, gençlerin Amerikan Siyonist Hareketine katılmalarında onlara cesaret vermek, BirleĢik Yahudi Cemaatleri, BirleĢik Ġsrail Hedefi, Yahudi Ulusal Fonu, Yahudi Refah Fonu gibi fon sağlayan kuruluĢlar ve federasyonlar ile Siyonist eğitim ve gençlik programlarının faaliyetlerini desteklemek. Bu kuruluĢun amaçları incelendiğinde, Yahudi kuruluĢlarının çok ciddi çalıĢmalar içinde olduğu ve ABD‟deki Yahudilerin kendi amaçları doğrultusunda çalıĢmaları için önemli teĢvikler sunduğu ve Yahudiler arasında birliktelik sağladığını ifade etmek mümkündür. Amerikan Siyonist Hareketi bünyesinde bulunan kuruluĢları Ģu Ģekilde sıralamak mümkündür (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992): Siyonist ĠĢçi Birliği, BaĢarılı Yahudi Çocuklarına Destek Örgütü, Amerikalı Reformist Siyonistler Birliği, Baltimore Siyonist Alanı, Bnai Siyonist Örgütü, YeĢil Siyonist Birliği, Herut, Yahudi Yeniden ĠnĢacı Federasyonu, Amerikan Muhafazakâr Hareketi, Ġsrail Ġnsan Hakları ve BarıĢ Hareketi, Siyonist Kadın Hareketi, Ġsrail‟in RusAmerikan Yahudileri Birliği, Amerika‟nın Dindar Siyonistleri Hareketi ve Amerikan Siyonist Örgütü Bunlar içinde en etkili örgütlerden birisi Amerika Siyonist Örgütü‟dür. (Zionist Organization of America-ZOA). 1897‟de kurulmuĢtur. KuruluĢ amaçları; Yahudilerin desteklenmesi ve Ġsrail Devletinin kurulmasıdır. ABD‟de yaklaĢık 30.000 üyesi bulunmaktadır. BaĢkanlığını Morton A. Klein yürütmektedir. ZOA, bugün, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin eğitim faaliyetleri, kamusal faaliyetler vb. ile güçlendirilmesi, Ġsrail karĢıtı yayınlarla mücadele gibi alanlarla uğraĢmaktadır. ZOA‟nın üniversite öğrencileri arasında propaganda faaliyetleri yürüten Kampüs Mücadele Ağı, mahkemelerde ve yasal süreçlerde Ġsrail ve Yahudilere destek sağlama amaçlı kurulmuĢ; Hukuk ve Adalet Merkezi gibi organları bulunmaktadır (ZOA Ġnternet Sitesi, [web], 77 2010). KuruluĢun yayınları ve çalıĢmaları incelendiğinde, Ġsrail‟in çıkarları doğrultusunda periyodik rapor ve dergiler hazırladıkları görülmektedir. Bu yayınlarda ana tema, kamuoyunda Ġsrail‟e desteğin artırılmasıdır. KuruluĢ, yayınlarında, bağımsız Filistin kurulmasına karĢı çıkmakta, HAMAS‟ı ve Filistinli yöneticileri katı Ģekilde eleĢtirmektedir. Amerikan faaliyetlerinin Siyonist Örgütünün yürütülmesinde haricinde, Amerikan-Ġsrail ABD‟deki Kamu ĠĢleri lobicilik Komitesi (American-Israel Public Affairs Comittee -AIPAC) en önemli kuruluĢlardan birisidir. Bu sebeple özel olarak incelenmesinde fayda görülmektedir. b. Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi Ġsrail‟in kuruluĢundan 3 yıl sonra, I.L. “Si” Kenen tarafından Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi (American Zionist Committee for Public Affairs-AIPAC) kuruldu. Daha sonra 1954‟te yine Kenen tarafından bu komitenin adı, Amerikan-Ġsrail Kamu ĠĢleri Komitesi (American-Israel Public Affairs Comittee -AIPAC) olarak değiĢtirildi (Yuravlivker, 2010: 5). Pek çok yazara göre AIPAC, Ġsrail lobisi içinde en bilinen kuruluĢtur. ABD politikaları üzerindeki etkisi sebebiyle pek çok lobi tarafından örnek alınmıĢtır (Lewis [web], 2009). AIPAC, ABD‟de 10 bölgesel bürosu ve dokuz uydu ofisi ile faaliyetlerini sürdürmektedir. ġu anda 100.000‟e ulaĢan üye sayısı ile önemini artırmıĢtır. AIPAC, yerel bir lobi olarak tescil ettirilmiĢtir ve özel giriĢimlerce finanse edilmektedir. Örgüt, Ġsrail‟den, ulusal bir örgütten ya da yabancı bir gruptan destek almamaktadır. AIPAC‟a yapılacak bağıĢlar vergiden muaftır (AIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010). 78 Siyasal kararları etkileme; AIPAC‟ın hedeflerine ulaĢmasında en etkin kullandığı yöntemdir. ÇalıĢmaları arasında iki ülke arasındaki stratejik iĢbirliğinin sürdürülmesi, ABD‟nin anti-terör politikalarına destek verilmesi, ülke savunmalarına dair teknik ve teknolojik iĢbirliği sağlanması, Ġran gibi ülkelerin kitle imha silahı üretmesinin engellenmesi için yürütülen faaliyetler yer almaktadır. ABD Kongresi ile yakın çalıĢmakla birlikte AIPAC, ayrıca Ġsrail‟in geleceğinde ve Orta Doğu‟daki ABD politikalarında etkili olabilecek Federal Büro, Beyaz Saray, Pentagon ve Bakanlıklarda çalıĢacak personeller ve diğer siyasetçi adaylarının aktif olarak eğitimini sağlamakta ve bu kiĢilerle birlikte çalıĢmalar yürütmektedir (AIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010). Yahudi lobilerinin ABD‟deki etkisine dair pek çok araĢtırma yapılmıĢtır. 1997‟de Fortune dergisi tarafından yapılan araĢtırmada Kongre üyeleri ve çalıĢanlarından ABD‟deki en güçlü lobileri sıralamaları istenmiĢ ve AIPAC, pek çok güçlü örgütü geride bırakarak American Emeklileri Birliği (AARP)‟den sonra 2. sırada gelmiĢtir (Birnbaum [web], 1997). Aynı Ģekilde, Fortune Dergisinin 2001‟de yaptığı araĢtırmada bu defa AIPAC, 4. sırada yer almıĢtır (Birnbaum ve Newell [web], 2001). 2005 yılında National Journal Dergisi tarafından yapılan araĢtırmada da AIPAC, Amerikan Emekliler Derneği ile birlikte en güçlü lobiler sıralamasında 2. sıraya yerleĢmiĢti (Walt ve Mearshimer, 2009: 140). Bu sonuçlar, AIPAC‟ın ve dolayısıyla Ġsrail Lobisinin, ABD Kongre üyeleri üzerindeki etkisinin ne derecede etkileyici olduğunu göstermektedir. Yıl boyunca düzenlemekte ABD‟de ayrıca AIPAC, karar alıcılara üniversite öğrencilerine yönelik eğitimler yönelik çalıĢmalar yürütmektedir. Üniversite kampüslerinde yürütülen çalıĢmalarla öğrencilere lobicilik faaliyetleri konusunda eğitimler verilmekte, Ġsrail‟in gereksinimlerinin karĢılanması için nasıl destek verebilecekleri anlatılmaktadır. AIPAC‟ın diğer bir faaliyeti de ülke geneline yayılmıĢ Sinagoglarda AIPAC faaliyetleri ile ilgili bilgiler vermektir. AIPAC ayrıca, diğer dinlere mensup toplum liderleri 79 vasıtasıyla ABD-Ġsrail bağlantısını güçlendirmeye yönelik faaliyetler yürütmektedir (AIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010). AIPAC gibi teĢkilatların sahip oldukları nüfuz birden bire oluĢmamıĢ, zaman içinde artarak devam etmiĢtir. Siyonizmin oluĢmaya baĢladığı yıllarda hatta Ġsrail kurulduktan sonra da Ġsrail adına lobicilik faaliyetleri büyük bir gizlilik içinde yürütülmüĢtür. Bunda da yıllar içinde artan Yahudi düĢmanlığı (Anti-Semitizm) gerekçe olarak gösterilebilecektir (Walt ve Mearshimer, 2009: 140). AIPAC‟ın avantajı, statükoyu sürdürmeyi istemesidir. Bu durum, onu diğer lobiler arasında öne çıkarmakta ve etkisini artırmaktadır (Paul ve Paul, 2009: 15). Nitekim AIPAC, ABD ve Ġsrail arasında süregelen iliĢkileri sürdürmek ve ilerletmek istemektedir. Bu durumu değiĢtirmeye yönelik bir çaba içinde değildir. Bu durum, var olanı değiĢtirmeye yönelik kuruluĢlar karĢısında AIPAC‟a üstünlük sağlamaktadır. AIPAC ve Ġsrail lobisi, kuruluĢundan itibaren, Yahudi önderler ve onların Yahudi olmayan sempatizanları tarafından yürütülen yakın iliĢkilere dayalı lobicilik faaliyetlerinin dıĢına çıkmıĢtır. Amaçlarını Ġsrail‟deki Yahudilere yardım olarak belirlememiĢler, kendilerini ABD ve Ġsrail‟in çıkarları ve ahlaki değerlerinin ortak olduğunu savunan faaliyetlere yöneltmiĢlerdir (Walt ve Mearshimer, 2009: 143). AIPAC‟ın etkili olmasında, ABD halkının Ġsrail‟e gösterdiği sempatinin de büyük önemi vardır. AIPAC, karar alıcılara ne derecede etkili olursa olsun, halkı ikna edemez ise baĢarı elde edilmesi zordur. Bu durum halkın düĢünceleri ve halkın oy alıĢkanlıkları üzerinde çalıĢma yapmaları ve etkili olmalarını gerektirmektedir (Bard, 2009: 76-77). 80 ABD halkının önemli bir kısmının Ġsrail‟e karĢı sempati duyduğunu ifade etmek mümkündür. Gallup araĢtırma Ģirketi tarafından yapılan bir çalıĢmada, ABD halkının Ġsrailliler ve Filistinlilere karĢı ne ölçüde sempati duyduğu araĢtırılmıĢtır. Buna göre 1.025 yetiĢkin üzerinde yürütülen çalıĢmanın sonuçları ġekil-2‟de verilmektedir (Saad [web], 2010): 3 ġekil-2: ABD Halkının Orta Doğu‟da Sempati Duyduğu Halklar Buna göre 1988-2010 arası dönem incelendiğinde, ABD halkının Filistinlilere yönelik sempatisi %15-%20 seviyelerinde devam etmekte ve yıllar içinde önemli bir değiĢiklik göstermemektedir. Buna karĢın halkın Ġsraillilere yönelik sempatisi 1988‟de %37 iken 2010‟a gelindiğinde %63‟e ulaĢtığı görülmektedir. Grafikten anlaĢılacağı üzere ABD halkının Ġsrail‟e yönelik sempatisi, 1991 Körfez SavaĢı ve 11 Eylül 2001 sonrasında artıĢ göstermiĢtir. Bu durum, Orta Doğu‟da meydana gelen sorunların Ġsrail‟e olan sempatiyi artırdığını ortaya koymaktadır. 3 Hata Payı +/-%4 olarak belirlenmiĢtir. 81 Aynı Ģekilde aynı Ģirket tarafından ABD‟li siyasetçiler arasında benzer bir araĢtırma yapılmıĢ ve siyasiler arasında Ġsrail ve Filistinlilerden hangisine daha çok sempati duydukları araĢtırılmıĢ ve ġekil-3‟te belirtilen sonuçlar elde edilmiĢtir. Buna göre aĢağıda verilen sonuçlar yıllar içinde ABD‟deki siyasi partiler içinde Ġsrail‟e sempati duyan siyasetçilerin yüzdelerini vermektedir (Saad [web], 2010): ġekil-3: ABD Parlamentosunda Ġsrail Sempatizanlığı ġekil-3 incelendiğinde en fazla Ġsrail sempatizanı siyasetçinin Cumhuriyetçi Parti içinde yer aldığı ve bu durumun 2001‟den 2010 yılına kadarki süreçte % 60‟dan % 85‟e çıkarak önemli bir artıĢ gerçekleĢtirdiği görülmektedir. Özellikle 2001-2003 yılları arasında yaĢanan hızlı artıĢın, 11 Eylül ve sonraki süreçte siyasilerin Ġsrail‟i kendilerine daha yakın bir ülke olarak görmelerinden kaynaklandığı ifade edilebilir. Aynı durum, Bağımsızlar arasında da görülmekte ve 2001 yılında % 42 olan sempatizan oranının, 2010‟a kadar iniĢli çıkıĢlı bir süreç izlemekle 82 beraber, 2010 yılına gelindiğinde % 60‟a ulaĢtığı görülmektedir. Bağımsızlar arasında da en önemli artıĢın aynı gerekçelerle 2001-2003 yılları arasında gerçekleĢtiğini ifade etmek mümkündür. Demokratlar arasındaki görüĢler değerlendirildiğinde ise Ġsrail ve Filistinlilere eĢit mesafede durdukları söylenebilecektir. Bununla birlikte geçen on yıl içinde sempatizan sayısında küçük de olsa bir azalma meydana geldiği ifade edilebilecektir. Ġsrail‟de ABD‟nin nasıl görüldüğüne dair araĢtırmalar da yapılmıĢtır. BESA (Begin-Sedat Stratejik AraĢtırma Enstitüsü-The Begin-Sadat Center for Strategic Studies) ve ADL (Hakaret Aleyhtarı Birlik-Anti Defamation League) tarafından yapılan bir araĢtırmada, Ġsraillilerin ABD-Ġsrail iliĢkilerine bakıĢı incelenmiĢtir. 505 yetiĢkin Ġsrailliye yöneltilen sorular sonrasında Tablo-3‟te belirtilen sonuçlar elde edilmiĢtir (Anti Defamation League Ġnternet Sitesi [web], 2010b) 4 Tablodaki sorulara verilen cevaplar değerlendirildiğinde; Ġsrail halkının önemli bir kısmının ABD ile sürdürülen iliĢkilerden memnun olduğu ve Orta Doğu‟da ABD ve Ġsrail politikalarının uyumlu Ģekilde yürüdüğünü düĢündüğü görülmektedir. Yine Ġsraillilerin, ABD‟ye güvendiği ve bir kriz sırasında kendilerine ABD tarafından yardım edileceğine inandığı görülmektedir. Sonuçlardan yola çıkarak Ġsraillilerin önemli bir kısmının; ABD‟deki Yahudilerin, Ġsrail açısından önemli olduğu ve Ġsrail açısından önemli iĢler gerçekleĢtirme potansiyelleri olduğunu düĢündüğü ifade edilebilecektir. Bu sonuçlar, iki devletin dıĢ politikada geliĢtirdikleri stratejileri önemli ölçüde tabana kabul ettirdiklerini göstermeleri bakımından önemlidir. Bu durum aynı zamanda AIPAC‟ın elde ettiği baĢarıda da etkilidir. 83 Tablo-3: Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri Konu Sonuç 1 Sonuç 2 Ġsrail ABD‟nin Temel Müttefikidir % 65 Hem fikir/ Kesinlikle hemfikir %11 Olumsuz Ġsrail ABD iliĢkileri iyi ya da çok iyidir %64 Hem fikir %8 Olumsuz Ġsrail zor durumda kalırsa ABD Ġsrail‟e her zaman yardım edecektir %80 Hem fikir %20 Olumsuz Ġsrail‟in ABD‟nin stratejik ortağı olması 48% ABD‟li Yahudilerin siyasal rolü 30% Demokratik gelenekler ve Ortak değerler 17% ABD ile Ġsrail‟in yakın iliĢkilerinin nedeni nedir? 4 ABD-Ġsrail arasındaki yakın iliĢki Ġsrail güvenliği açısından gereklidir. %91 Hem fikir Bush‟un Ġsrail‟e bakıĢı dostaneydi. %73 Hem fikir ABD ve Ġsrail‟in Orta Doğu çıkarları benzerdir. %60 Hem fikir Hata oranı %4,7 olarak alınmıĢtır. 84 %36 Çıkarlar Farklıdır Tablo-3: Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri (Devamı) Konu Sonuç 1 Sonuç 2 ABD, yakın zamanda Ġsrail-Filistin sorununu çözebilir %51 hem fikir %43 Hemfikir değil. ABD‟nin bu sorunu yakın zamanda çözeceğine inanmıyor. Uluslararası diplomatik çabalar iĢe yaramazsa ABD Ġran‟ın nükleer faaliyetlerini önlemek için güç kullanmalıdır. %71 Hem fikir ABD Irak‟ta savaĢa girme konusunda haklıydı %59 Hem fikir %36 Hemfikir değil ABD‟li Yahudilerin Ġsrail‟e yaptığı yardım yeterli midir? %52 Yeterli %33 Yetersiz ABD‟li Yahudiler Ġsrail‟i ve Ġsrail politikalarını açıkça eleĢtirme hakkına sahiptir ve bu serbesti Ġsrailli Yahudilerin neredeyse 2 katına karĢılık gelir. ABD‟li Yahudiler hızla asimile olmaktadır ve yok olma tehlikesi altındadır %49 Hem fikir Her ABD‟li Yahudi Ġsrail‟i ziyaret etmelidir. %69 Hem fikir ABD‟li Yahudiler Ġsrail KarĢıtı bir baĢkan ya da kongre üyesi adayına oy verebilir. %57 Hem fikir %38 Bu durumu reddediyor. ABD‟de anti-semitizm var mıdır? Vardır fakat belirgin değildir. % 54 Vardır ve belirgin bir sorundur % 36 85 Ġsrail Lobisinin gücünü artıran en önemli faaliyetlerinden birisi, nüfusun % 2‟sini oluĢturmalarına rağmen, her iki partinin adaylarına da yüklü miktarlarda bağıĢta bulunmalarıdır (Walt ve Mearshimer, 2007: 36). Bu durum, söz konusu adayların Ġsrail‟e sempati ile bakmasını sağlayabileceği gibi, bu bağıĢlar, belirli sözler alınarak veriliyorsa, Ġsrail‟in ABD politikalarını etkilemesine de olanak sağlayabilecektir. Ġsrail lobisi, Amerika‟da nüfuz kullanma konusunda önemli avantajlara sahiptir. Amerikan Yahudileri genel nüfusla kıyaslandığında daha zengin ve daha iyi eğitimlidirler. Ayrıca, lobi içinde yer alan önemli Yahudi teĢkilatlarının ciddi maddi gelirleri ve uzmanlaĢmıĢ bir kadrosu bulunmaktadır (Walt ve Mearshimer, 2009: 169). Amerikan seçim sistemi incelendiğinde, bireylerin, adaylara yapabileceği bağıĢ tutarı bir seçim dönemi içinde kiĢi baĢına en fazla 2.000 ABD doları olabiliyorken; bu durum bağıĢ yapan bir siyasal hareket komitesinde (political action comitee) 10.000 ABD Doları olabilmektedir. Aynı durum, kiĢi tarafından tüm adaylara yapılan bağıĢları 25.000 ABD Doları ile sınırlarken, siyasal hareket komitelerinde bu rakamın herhangi bir sınırı yoktur (Curtiss, 2000: 16). AIPAC ve diğer Ġsrail yanlısı örgütler de, Amerikan Kongre ve BaĢkanlık seçimlerinde adaylara yüklü bağıĢlar yapmaktadır. Bu noktada AIPAC, resmi olarak bir adayı desteklemese de, adayların pozisyonu hakkında bilgi edinme, oy potansiyelini araĢtırma ve seçmenlerin kararlarına etki etme konularında uzmandır (Bard, 2009: 79). Tablo-4‟de, Ġsrail lobi örgütleri tarafından Federal seçimlerde adaylara yapılan yıllık bağıĢ miktarları verilmektedir (Opensecrets Ġnternet Sitesi [web], 2010). 86 Tablo-4: Ġsrail Lobisinin ABD‟de Yaptığı BağıĢ Miktarları Yıllar Demokratlar (ABD Doları) Cumhuriyetçiler (ABD Doları) Toplam BağıĢ (ABD Doları) 1998 1.272.579 830.327 2.102.906 2000 1.125.715 776.189 1.901.904 2002 1.807.300 918.389 2.725.689 2004 1.967.830 1.173.664 3.141.494 2006 1.623.101 1.246.599 2.869.700 2008 1.714.676 1.421.251 3.135.927 20105 1.442.269 908.914 2.351.183 Toplam 10.953.333 7.275.333 18.228.803 Bu rakamlardan yola çıkarak 1998‟den bugüne kadarki yapılan bağıĢlar incelendiğinde; toplamda 18 milyon doları geçen bağıĢ yapıldığı anlaĢılmaktadır. Tabloda yer alan rakamlardan Ġsrail yanlısı örgütlerin hem demokratlara hem de cumhuriyetçilere önemli oranlarda bağıĢ yapıldığı anlaĢılmaktadır. Buna göre, Lobi‟nin siyasi görüĢe bakmaksızın, Ġsrail‟e daha yararlı olacağını düĢündüğü adaylara bağıĢta bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Tabloda yer alan rakamlardan, Ġsrail lobisinin Demokrat adaylara daha fazla yardımda bulunduğu görülmektedir. ġekil:3‟te de görülebileceği üzere, Cumhuriyetçi Parti mensupları Ġsrail‟e daha fazla sempati ile bakmaktadır. Buna göre, Demokrat Parti adaylarının Ġsrail‟e yönelik desteğini artırmak amacıyla, daha fazla yardım yapıldığı ifade edilebilecektir. 5 2010 rakamları eriĢim tarihine kadarki süreçte oluĢan rakamları ifade etmektedir. 87 Edward Said‟e göre; ABD‟nin Orta Doğu politikası ele alındığında, Ġsrail lobisi benzersiz bir üstünlüğe sahiptir. Bu lobi ABD‟nin yasama erkini, eski senatörlerden Jim Abourezk‟ın deyimiyle “tam olarak Ġsrail iĢgali altındaki bölgeye” çevirmiĢtir. Bu lobi karĢısında ise, biraz olsun etkin biçimde iĢleyen bir Arap lobisini bulmak mümkün değildir (Said, 2005: 248). ABD‟deki Yahudiler, ABD siyasetine en bonkör bağıĢ yapanlar arasında gösterilmektedir. Buna örnek olarak 1992 yılında Clinton‟un adaylığı sırasında, bireylerden gelen bağıĢların %60‟ının Yahudilerden gelmesi verilebilir. 1990‟dan 2005‟e kadarki süreçte de Yahudi bağıĢçılar, adaylar ve partilere toplam 56,8 milyon dolar bağıĢta bulunmuĢtur. Aynı dönemde Arap ve Müslümanların yaptığı 297.000 dolar tutarındaki bağıĢla karĢılaĢtırıldığında ne kadar yüksek olduğu ortadadır (Uslaner, 2007: 307). AĢağıdaki grafikte, bağıĢlar konusunda, Ġsrail lobisi ve Arap/Müslüman lobisinin karĢılaĢtırması yer almaktadır (ġekil-4):6 60 50 40 ĠSRAĠL LOBĠSĠ 30 ARAP LOBĠSĠ 20 10 0 1990-2005 ġekil-4: 1990-2005 Arasında Ġsrail ve Arap Lobisi Federal BağıĢları 6 Grafik 1990-2005 arasında Ġsrail Lobisinin Toplam 56,8 Milyon ABD Doları, Arap/ Müslüman Lobisinin ise 297.000 ABD Doları harcadığını dikkate almıĢtır. 88 Grafik, iki lobinin de lobicilik faaliyetlerine ne derecede önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Rakamlar arasındaki büyük farklılık, Ġsrail Lobisinin daha baĢarılı olması ve Arap Lobisi karĢısında daha etkili olmasında önemli bir faktördür. ABD‟deki Yahudi nüfusu, 6 milyonu bulmaktadır. Bu oran toplam oy verenler arasında % 4‟e tekabül etmektedir. Bu nüfusun büyük çoğunluğu BaĢkanlık seçiminde önemli oy potansiyeline sahip, üniversitesi olan eyaletlerde yaĢamaktadır. Bu durum, Yahudi oylarının önemini artırmaktadır. Aynı Ģekilde burada yaĢayan Yahudiler, federal seçimlerde Yahudi yanlısı tutum takınabilecek adaylara bağıĢlarda bulunarak ve onlardan sözler alarak, bu adayların gelecekte Yahudi çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini sağlayabilmektedir. ABD‟deki Arap nüfus, California, Florida, Michigan, New Jersey ve New York gibi Yahudi nüfusun da kalabalık olduğu bölgelerde yaĢamaktadır. Bu noktada Yahudi nüfus, Arap nüfusu politik olarak bastırmaktadır (Bard, 2009: 78). ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau) rakamlarına göre 2000 yılı itibariyle ABD‟de yaĢayan yaklaĢık 1,2 milyon Arap olduğu tahmin edilmektedir. Tablo-5‟te ABD‟de yaĢayan Arap nüfusun geldiği ülkelere göre dağılımı verilmektedir (ABD Ġstatistik Kurumu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Buna göre Tablo 5‟e bakıldığında yaklaĢık 1,2 milyon Arap nüfusun toplam nüfusun % 0,42‟sini oluĢturduğu görülmektedir. Bu rakam Yahudi nüfusun oldukça altındadır. Ayrıca bu nüfusun önemli bir yüzdesini de çoğunluğu Hıristiyan olan Lübnanlılar oluĢturmaktadır. Bu istatistikler, Yahudi lobisi ile karĢılaĢtırıldığında Arap lobisinin daha zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. 89 Tablo-5: ABD‟deki Arap Nüfus ve Geldikleri Ülkeye Göre Dağılımı (2000 Yılı) Toplam ABD nüfusu 281.421.906 Toplam Arap Nüfusu 1.180.308 (%0,42) ARAP NÜFUSUN GELĠNEN ÜLKEYE GÖRE DAĞILIMI ÜLKELER TOPLAM ARAP NÜFUSU Lübnan Suriye Mısır Filistin Ürdün Fas Irak Yemen Cezayir Suudi Arabistan Tunus Kuveyt Libya Berberi Diğer Araplar 7 440.729 142.897 142.832 72.112 39.734 38.293 37.714 11.683 8.752 7.419 4.735 3.162 2.979 1.327 1.462 ABD‟deki Arap gruplar, kendi aralarında bölünmüĢtür ve ortak bir hedefleri bulunmamaktadır. Buna karĢın Ġsrail lobisi üyeleri Ġsrail‟e destek verme ülküsü etrafında birleĢmiĢlerdir (Uslaner, 2007: 307). Nitekim konu ile ilgili yapılan araĢtırmalar, bu durumu doğrular niteliktedir. 1998 yılında Susan Pinkus tarafından yapılan bir araĢtırmaya göre, ABD‟de bulunan Yahudilerin 7 Diğer Araplar içinde sayıları 1000‟in altında olan Umman, Katar, Bahreyn gibi ülkelerde yaĢayan Araplar ve Bedeviler, Rio de Oro, Alhuceman gibi topluluklar yer almaktadır. Ayrıca çalıĢmada ABD‟de yaĢayan Kürtler Araplar arasında sayılmıĢ, Tablo oluĢturulurken Kürtlerin sayısı Arapların toplam nüfusundan çıkarılarak yazılmıĢtır. 90 %86‟sı, Ġsrail‟de neler olduğunun kendileri için önemli olduğunu ifade etmiĢtir. Yine araĢtırmaya katılanların %58‟i kendilerini Ġsrail‟e yakın hissettiklerini belirtmiĢlerdir (Pinkus [web], 1998). ABD halkı, genel olarak Arapları stratejik ortak olarak görmemektedir. ABD‟li Araplar da ABD‟nin toplumsal ve siyasal yapısına uyum sağlayamamıĢtır. Bu durum ABD‟nin Orta Doğu politikalarına, ABD‟li Arapların uzak oluĢunu doğurduğu gibi aynı zamanda, Arapların siyasal olarak pasif kalmalarına da neden olmuĢtur (Uslaner, 2007: 308). Sonuç olarak ABD‟de yer alan Arap ve Ġsrail lobileri karĢılaĢtırıldığında, Ġsrail lobisinin pek çok açıdan Arap lobisine karĢı üstün olduğunu ve bu durumun, ABD politikalarını etkileme konusunda Ġsrail lobisine önemli avantajlar sağladığını ifade etmek mümkündür. Buradan hareketle Ġsrail lobisinin ABD politikalarını önemli ölçüde etkilediği hatta ABD‟nin Orta Doğu politikalarının belirlenmesinde Ġsrail lobisinin en belirleyici unsurlar arasında olduğunu ifade etmek mümkündür. 91 ĠKĠNCĠ BÖLÜM IRAK SAVAġI’NDA ĠSRAĠL’ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Bu bölümde Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikaları ve Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri değerlendirilecektir. 1. IRAK SAVAġI ÖNCESĠNDE ĠSRAĠL’ĠN IRAK’TAN TEHDĠT ALGISI VE BU TEHDĠDE KARġI GELĠġTĠRĠLEN STRATEJĠLER a. 2003 Irak SavaĢı Öncesinde Irak’ın Analizi 1920 yılında Irak, Osmanlı denetiminden ayrılarak Ġngiltere himayesine girmiĢ ve 1921‟de de Mekke ġerifi Hüseyin‟in oğlu Faysal, Irak‟ın ilk kralı olarak tahta geçmiĢtir. Daha sonrasında 3 Ekim 1923‟te de Irak‟ın bağımsızlığını ilan etmiĢtir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2004). Irak, monarĢi döneminde Bağdat Paktına üye olması ve Batı dünyası ile yakınlaĢan iliĢkileri sebebiyle, diğer Arap ülkeleri tarafından Batı taraftarı olmakla suçlanmıĢ ve adeta Arap dünyasından tecrit edilmiĢtir (Kürkçüoğlu, 2010: 128). Bu durumun bölge coğrafyasında, bir yandan Batı aleyhtarlığını artırdığı diğer taraftan da Arap milliyetçiliğinin geliĢimini etkilediğini ifade etmek mümkündür. 14 Temmuz 1958‟de Tümgeneral Abdülkerim Kasım ve YüzbaĢı Abdülselam Muhammed Arif liderliğinde gerçekleĢtirilen darbe ile kral devrilerek cumhuriyet ilan edilmiĢtir. Kasım devlet baĢkanlığını üstlenirken, Arif baĢbakan olmuĢtur. Daha sonra Kasım‟ın iktidarı da 8 ġubat 1963‟de, Arap Sosyalist Baas Partisi‟nce düzenlenen darbeyle son bularak yerine Arif geçmiĢtir. 18 Kasım 1963‟te, Arif bir grup subayla birlikte, Baas Partisi Hükümeti‟ni ortadan kaldırmıĢtır. Arif‟in 1966‟da ölümünden sonra yerine ağabeyi General Abdülrahman Muhammed Arif geçmiĢ ancak 2 yıl sonra 17 Temmuz 1968‟de Baas Partisince gerçekleĢtirilen darbe ile General Ahmed Hassan El Bakr devlet baĢkanı olurken yardımcılığına 31 yaĢındaki Saddam Hüseyin getirilmiĢ; sonraki süreçte de Hüseyin, 1979‟da Devlet BaĢkanı Bakr‟in istifası üzerine Irak yönetimini devralmıĢtır (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2004). O döneme damga vuran en önemli geliĢmelerden birisi de Ġran Ġslam Devriminin gerçekleĢmesi idi. O döneme kadar batı yanlısı bir politika içinde olan, ABD ve Ġsrail‟le önemli iliĢkiler geliĢtiren, Ġran‟da gerçekleĢtirilen devrim sonrasında, Batı dünyası özellikle de ABD, Orta Doğu politikalarını ve stratejilerini yeniden yönlendirmek zorunda kalmıĢtır. Devrimle birlikte, Batıya sırtını dönen, ABD ve Ġsrail‟i düĢman ilan eden, rejim ihracı stratejisini yürüten Ġran; Irak‟taki Baas rejimini de tehdit etmekteydi. O dönemde Ġran, Arapların liderliğine soyunan ve Arap milliyetçiliği söylemi üzerinde hareket eden Saddam Hüseyin için, önemli bir tehdit konumuna gelmiĢti (AltınkaĢ, 2005: 138). Bu dönemde gerginleĢen ve en nihayetinde sekiz yıl süren Ġran-Irak SavaĢının temelleri de bu dönemde atılmıĢtı. Ġran-Irak SavaĢının, dini sorunlar, sınır sorunları ve siyasal farklılıklardan kaynaklanan çok sebepli ve karmaĢık gerekçeleri bulunmaktadır (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010b). Bu gerekçelerden en önemlileri aĢağıda sıralanmaktadır: 1970‟li yıllarda, Orta Doğu‟da iki önemli güç bulunmaktaydı, Bunlar, 1968‟de iktidara gelen Baas Partisi yönetimindeki Irak ve ġah Rıza Pehlevi yönetimindeki, petrol zengini Ġran Irak, SSCB ile dostluk antlaĢması imzalayıp, Irak petrol Ģirketini millileĢtirirken Ġran, Batı; özellikle de ABD ile iĢbirliği sayesinde hızla güçlenmekteydi (Yılmaz, 2009: 257). Bu dönemde iki ülkenin Orta Doğu‟da bir hegemonya oluĢturma mücadelesi içinde olduğu söylenebilecektir. Ġki ülke arasındaki sorunlar, aslında 19. yüzyıldan beri devam eden ġatt-ül Arap su yolu sorunu sebebiyle uzun bir süredir devam etmekteydi. Ġran‟ın Körfez‟de stratejik açıdan önemli olan Hürmüz 93 boğazındaki adaları iĢgal etmesi üzerine Irak, Huzistan bölgesinde yaĢayan Arapları, Ġran aleyhine kıĢkırtmaya baĢladı. Ġran ise, Irak‟ın kuzeyindeki Kürtlere silah ve cephane sağlayarak Irak‟ın Huzistan‟daki Araplarla birleĢmesini önlemeye ve ġatt-ül Arap konusunda Irak‟ı zor durumda bırakmaya çalıĢıyordu (Yılmaz, 2009: 258-259). 1975‟e gelindiğinde, Cezayir AntlaĢması ile Irak, Thalweg hattını kabul ederek, ġatt‟ül Arap‟ın doğusunu Ġran‟a bırakmıĢ; Ġran ise, Irak‟ın kuzeyinde bulunan Kürtlere verdiği desteği kesmeyi taahhüt etmiĢti. Bu antlaĢmadan güçlenerek çıkan Irak, hızla silahlanmaya baĢladı. Bu süreçte, Mısır‟ın Camp David antlaĢması ile Arap Dünyasından tecridi ile birlikte, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Arap Dünyası üzerinde, liderlik planları yapmaya baĢlamıĢtı. Bu dönemde Ġran‟da ġah‟ın devrilmesiyle birlikte, Humeyni‟nin ġii rejimi, devrim ihracı stratejisi ile çevre ülkeler açısından önemli bir tehdit konumuna gelmiĢti. Bu durum, özellikle önemli bir ġii nüfusa sahip Irak‟ta ciddi endiĢe uyandırmıĢtı (Arı, 2004: 372-374). Humeyni Rejimi, aynı zamanda Irak‟ın Pan-Arabist olarak nitelendirilebilecek ideolojisi ve Arap Dünyası üzerindeki liderlik planlarının karĢısında bir tehdit konumundaydı (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010b). Saddam Hüseyin, Arap Dünyası üzerinde liderlik planları yaparken, bölgede önemli ağırlığı bulunan ABD ile iliĢki kurmaya çalıĢıyordu. Bu durum ABD‟nin de iĢine geliyordu. Zira Ġran Devrimi, ABD‟nin Orta Doğu politikalarını da tehdit eder konuma gelmiĢti. ABD, Ġran‟ı Irak ile dengelemek istemekteydi (Yılmaz, 2009: 260). 17 Eylül 1980‟de Cezayir AntlaĢmasını tanımadığını ve ġatt‟ül Arab‟ın Irak‟a ait olması gerektiğini ilan eden Hüseyin, 22 Eylül 1980‟de Ġran‟a savaĢ ilan etmiĢtir (AltınkaĢ, 2005: 138). SavaĢ, baĢlangıcından itibaren Saddam Hüseyin‟in planlarına aykırı biçimde geliĢmiĢti. Buna göre Saddam Hüseyin, karıĢıklık içinde olan Ġran‟ın kısa sürede yenileceğini düĢünmüĢ ancak Ġran kısa sürede istikrarı 94 sağlayarak, üstünlüğü ele geçirmiĢtir. Aynı Ģekilde Hüseyin, Huzistan bölgesindeki Arapların desteğini elde edeceğini düĢünmüĢ ancak burada da beklediği desteği bulamamıĢtı. SavaĢla birlikte, Irak‟ın petrol gelirlerinde de önemli oranda azalma olmuĢ; bu durum da Irak ekonomisine, savaĢ giderleri ile birlikte önemli zarar vermiĢtir (Arı, 2004: 389). SavaĢın ilerleyen dönemlerinde, Ġran‟ın tekrar gücünü kazanması ve Irak‟a karĢı üstünlük sağlamaya baĢlaması; gerek Arap ülkelerinde gerekse Batılı devletlerde endiĢe yarattı. Bu durum sebebiyle, Arap ülkeleri ve Batılı ülkeler; özellikle de ABD, Irak‟a yardım etmeye baĢladı. Bu süreçte Sovyetler Birliği‟nin de Irak‟a silah sevkiyatını artırdığı dikkat çekmekteydi. Uluslararası platformda giderek yanlızlaĢan Ġran, BM Güvenlik Konseyinin 20 Temmuz 1987 tarihli; tarafları ateĢkese ve savaĢ öncesi sınırlara çekilmeye çağıran kararını, kabul etmeyince, BM tarafından da ambargoya uğradı. Artan iç ve dıĢ baskılar üzerine ise 3 Temmuz 1988‟de BM Güvenlik Konseyinin kararını kabul etmek durumunda kaldı (Yılmaz, 2009: 264). SavaĢ sonunda iki ülkenin de zararı büyük oldu. Ġki ülke de savaĢ sonunda, baĢladıkları konuma gelirken, uğradıkları zararların telafisi uzun yıllar mümkün olmadı. Uzun süren savaĢtan çıkan Irak, zayıflayan ekonomisi, savaĢ sırasındaki yoğun borçlarının ağırlığı altında zor durumda iken; 1988-1990 yılları arasında Saddam Hüseyin, Irak‟ın bölgesel gücünü artırmak ve Arap Dünyasında liderlik rolünü elde etmek için uğraĢ veriyordu. Ġlk olarak, nükleer bir güç olmak amacıyla, nükleer çalıĢmalara giriĢmiĢ, ardından Suriye‟deki Baasçı rakibi Hafız Esad‟ı hedef seçmiĢti. Esad‟ı Ġran‟ı desteklemek ve Ġsrail‟e karĢı olan mücadeleden uzaklaĢmakla suçlamıĢ, bu noktada Esad muhalifi olarak gördüğü Lübnanlı Hıristiyanların ayaklanmalarına destek vermeye baĢlamıĢtı. Bununla birlikte, Suriye‟nin ABD ile iĢbirliği yapması ve Hıristiyanların kendi içlerinde bölünmelerini hesaplayamaması, hedefine ulaĢamamasına sebep oldu (Harris, 2000: 55). 95 Irak tarihi açısından diğer bir önemli geliĢme, 1990‟da Kuveyt‟in iĢgali oldu. Aslında Irak, Kuveyt‟in Irak‟ın bir parçası olduğu iddiasını, Kuveyt henüz bir Osmanlı eyaleti iken de dile getirmekteydi. 1899-1961 yılları arasında Ġngiliz himayesinde bulunan Kuveyt, bağımsızlığını ilan ettikten sonra da Irak‟ın iddiaları ile karĢı karĢıya kalmıĢtı. 1963‟ten itibaren, Arap Birliğince tanınması ve BM üyeliğine kabulü ile birlikte, Irak da bu iddialardan vazgeçmiĢti (Yılmaz, 2009: 295-296). Bununla birlikte Ġran-Irak SavaĢı sonrasında yaĢanan bir dizi geliĢme ile birlikte Irak, Kuveyt üzerindeki iddialarını yeniden gündeme getirdi. Her Ģeyin baĢında Irak, Sovyetler Birliği‟nin yıkılması sonrasında, 1980‟lerdeki ABD, Ġngiltere ve Fransa gibi batılı güçlerle iyi olan iliĢkilerine güvenerek, batı dünyasının Irak‟ın bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasına göz yumacağını düĢünmekteydi. Ancak, Irak‟ın göz ardı ettiği konu, büyük güçlerin, özellikle de SSCB‟nin yıkılması ile tek süper güç haline gelen ABD‟nin, Körfez petrolünü tek bir gücün hâkimiyetine bırakmayacağıydı (Harris, 2000: 55). Ġran-Irak SavaĢının borç yükü altında ezilen Irak, yeni bir kaynak arayıĢına giriĢmiĢti. Bu noktada Ġran‟la savaĢarak, “Arapları Ġranlı mollalardan koruduğu ve Ġran‟ı Arap düĢmanı olarak gördüğü, Ġran ve Ġsrail‟e karĢı büyük bir ordu beslediği için, bu ordunun masraflarının tüm zengin Araplarca karĢılanması gerektiği” iddialarıyla, Kuveyt‟ten borçlarını silmesini istedi, ancak bu istek kabul görmedi. Ardından, Kuveyt ve BirleĢik Arap Emirliklerinin, kendilerine ayrılan OPEC kotasının üzerinde petrol satarak Irak‟ı zarara uğratması ve Irak‟ın petrol fiyatının artırılmasını talep etmesinin ardından Irak, Kuveyt sınırına asker yığmaya baĢladı. Bu geliĢmeler sonrasında Irak, Kuveyt‟i, aralarında ihtilaflı olan Rumeyla bölgesinden anlaĢmalara aykırı Ģekilde petrol çalmakla suçladı ve tazminat istedi, ancak olumlu yanıt alamadı (Yılmaz, 2009: 297-300). Bu geliĢmeler, zaten bir süredir yığınak yaptığı ve kendisi açısından önemli bir stratejik bölge olan Kuveyt‟in iĢgaline zemin hazırlamıĢtı. Irak, Kuveyt‟i 2 Ağustos‟da iĢgale baĢladı ve ardından, 8 Ağustos‟da Kuveyt‟i ilhak ettiğini açıkladı. 96 ĠĢgal, Saddam Hüseyin‟in beklediğinin aksine Batı Dünyası ve Araplardan destek bulamadı. Bu doğrultuda, BM Güvenlik Konseyinin de iĢgalin durdurulması konusunda yoğun çabası görüldü. Bir dizi karar alınarak, (660-661-662-664-665-666-667-669-670-674 sayılı kararlar) Irak‟ın koĢulsuz olarak hemen çekilmesi ve sorunun görüĢmelerle çözülmesi yolunu istemiĢ ancak bu çabalar da baĢarıya ulaĢamamıĢtı. Bu kararlardan baĢlıcalarını Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür (Öztürk, 2010: 4): 2 Ağustos tarihli, Irak‟ın Kuveyt‟ten çıkarılmasına iliĢkin 660 sayılı karar, 6 Ağustos tarihli, 660 sayılı karara uyulmadığının tespiti halinde meĢru müdafaayı ve ekonomik yaptırımları öngören 661 sayılı karar (Bu karar, BM Kurucu AntlaĢması 41. md. çerçevesinde alındığı için bağlayıcılığı olan bir karardı ve Türkiye 7 Ağustos‟ta Yumurtalık boru hattını bu karara uyarak kapatmıĢtır.) 25 Ağustos tarihli deniz ablukasını öngören 665 sayılı karar, Hava ablukasını öngören 670 sayılı karar. BM, 29 Kasım 1990‟da Irak‟a karĢı güç kullanılmasına imkân tanıyan 678 sayılı kararı kabul etmiĢtir. Söz konusu karara göre; Irak‟a 678 sayılı kararın alınması öncesinde çıkarılan kararlara uyması konusunda son bir Ģans tanınıyor ve 15 Ocak 1991‟e kadar Irak‟ın BM kararlarına uymaması halinde, BM AntlaĢmasının 7. Bölümünde ifade edilen, üye devletlere, BM kararlarının uygulanmasının sağlanması, uluslararası barıĢ ve güvenliğin tahsisi amacıyla her türlü yöntemi kullanma yetkisi veriliyor ve bunun için de tüm üye devletlerin desteğinin istenmesi kararlaĢtırılıyordu (FAS Ġnternet Sitesi [web], 1990). Buna rağmen, Irak‟tan olumlu bir yanıt alınamadığı gibi, diplomatik çabalardan da sonuç alınamayınca, 17 Ocak 1991 tarihinde, ABD öncülüğünde Irak‟a BM müdahalesi gerçekleĢtirilmiĢtir. BM güçleri karĢısında fazla direnemeyen Irak, 27 ġubat‟ta BM kararlarına uyacağı ve Kuveyt üzerindeki iddialardan vazgeçerek Kuveyt‟ten tamamıyla çekileceğini açıkladı. Ardından ABD BaĢkanı George Bush, 28 ġubat 1991‟de savaĢın sona erdiğini açıkladı (Yılmaz, 2000: 66). 97 BM Güvenlik Konseyince alınan 2 Mart 1991 tarihli 686 sayılı karara göre de ateĢkes yürürlüğe girdi. Söz konusu kararda, Irak‟ın daha önceki BM Kararlarına uyması; Kuveyt iĢgalini en kısa sürede sona erdirmesi istenmiĢ ayrıca “Irak‟ın üye devletlere yönelik füze saldırıları ve savaĢ uçaklarınca gerçekleĢtirilebilecek uçuĢlar yoluyla düĢmanca ya da provokatif faaliyetlerden kaçınması gerektiği” belirtilmiĢtir (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 1991). Bu madde ile Irak hava kuvvetlerine bağlı uçakların Irak hava sahası üzerinde uçuĢları yasaklanmakta idi. BM Güvenlik Konseyi, 3 Nisan 1991‟de 687 sayılı kararı alarak, Irak‟ın statüsünü belirlemek ve süregelen ihtilaflara son vermek istemiĢtir. Bu karar, Irak‟ın BM müdahalesinden 2003 Irak SavaĢı‟na gelene kadarki statüsünü belirlemesi ve 2003 Irak SavaĢının dayanakları arasında gösterilmesi açısından önemlidir. Bu sebeple detaylı olarak incelenmesinde fayda görülmektedir. Buna göre alınan kararları aĢağıdaki gibi özetlemek mümkündür (Amerikan Bilim Ġnsanları Federasyonu Ġnternet Sitesi [web], 2010): Dokuz bölüm ve otuz dört maddeden oluĢan kararın birinci bölümünde, Irak ve Kuveyt sınırının belirlenmesi konusu ele alınmaktadır. Buna göre, iki devlet arasındaki sınır; iki devletin 4 Ekim 1963 tarihinde imzaladığı Bağdat AntlaĢması hükümleri doğrultusunda belirlenecekti. Ayrıca BM Genel Sekreteri‟nin, Irak ve Kuveyt arasında yürütülecek görüĢmelerde gözetmenlik yapması ve bu sınırların muhafazasında da BM AntlaĢması hükümlerinin dikkate alınması gerektiği belirtilmekteydi. Ġkinci bölümde, kararın Irak sınırında 10 km‟lik, Kuveyt sınırında da 5 km‟lik bir alanda askerden arındırılmıĢ bir bölge oluĢturulacağı, bu bölge ve Khor Abdullah bölgesini gözlemlemek amacıyla bir BM biriminin bölgede konuĢlandırılacağı ve bu birimin herhangi bir ülkenin barıĢı tehdit eden bir giriĢimini rapor edeceği ifade edilmekteydi. 98 Üçüncü bölümde, Irak‟ın biyolojik ve kimyasal silah kullanımını önlemek amaçlı tedbirlere yer verilmiĢtir. Buna göre, uluslararası bir komisyonun denetiminde, bu silahların yok edilmesi, kaldırılması ya da etkisinin azaltılması sağlanmalıydı. Bu kapsamda, 150 km üstü menzile sahip füzeler ve bunların üretim ve bakım merkezleri de aynı madde kapsamında değerlendirilecekti. Irak bu silahlar ve üretim merkezleri ile ilgili yaptığı değiĢiklikleri komisyona ivedilikle bildirmeliydi. Aynı Ģekilde bu silahların üretilmesi ve geliĢtirilmesi ile ilgili çalıĢmalar da yasaklanıyordu. Üçüncü bölümde yer alan bir diğer hüküm de Irak‟ın nükleer faaliyetleri ile ilgili idi. Buna göre, nükleer silah üretimi, geliĢtirilmesi ve nükleer silah yapımında kullanılan materyalin üretimi yasaklanıyordu. Ayrıca, Irak‟ın nükleer, biyolojik ve kimyasal araĢtırma merkezlerinin yerlerini belirten bir listenin 15 gün içerisinde BM Genel Sekreteri ve Uluslararası Atom enerjisi Kurumu (IAEA) Genel Direktörüne sunulması isteniyordu. Bu Ģekilde Irak‟ın 1925 Cenevre SözleĢmesi, 1968 Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmaları hükümlerine uyması isteniyordu. Dördüncü bölüm, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgali sırasında ele geçirdiği bütün binaların ve menkullerin iade edilmesi ve bu konuda da Genel Sekreterin, Güvenlik Konseyine geliĢmelerle ilgili rapor sunması istenmekteydi. BeĢinci bölümde Irak, iĢgal sebebiyle ortaya çıkan uluslararası hukuk ihlali, üçüncü devletlere yönelik zararlar, çevresel ve doğal kaynaklara yönelik zararlar ile uluslararası Ģirketlere verilen zararlardan sorumlu tutulmakta ve Irak‟ın tazminat ödemesi gerektiği belirtilmektedir. Bu konuda da bir tazminat komisyonu kurulması, bu komisyonun belirleyeceği tazminatın ödenmesi için de bir tazminat fonu kurulması öngörülmüĢtür. Fon ise, Irak‟ın dıĢ ticaret gelirlerinden özellikle de petrol gelirlerinin belirli bir yüzdesinin kesilmesi ile oluĢacaktı. Fonun idaresi BM Genel Sekreterine verilmekte ve bu fon, tazminat ödemeleri ile birlikte, BM‟nin silahsızlanma ve sınır tespit 99 masraflarının karĢılanması ve insani amaçlarla izin verilen Irak‟ın gıda ve ilaç ihtiyaçlarının karĢılanmasında da kullanılabilecekti. Altıncı bölümde, Irak‟a uygulanacak iktisadi ambargo hükümleri belirlenmekteydi. Bu doğrultuda, Güvenlik Konseyinin 661 sayılı kararı doğrultusunda uygulanan ambargonun temel gıda maddeleri konusunda hafifletilmesi söz konusu olmuĢ, diğer hükümlerde bir değiĢiklik olmamıĢtır. Bu hususlar, Irak‟ta ciddi ölçüde gıda, ilaç vb. gibi temel ihtiyaç maddelerinin karĢılanmasında sorunlara yol açmıĢtır. Yedinci bölümde, Kuveyt ve diğer üçüncü ülke vatandaĢlarının ülkelerine dönmesi konusunda, liste yapılması ve bu konuda yapılacak araĢtırmalarda Uluslararası Kızılhaç Komitesi personeli ile iĢbirliği yapılması gerektiği belirtilmektedir. Sekizinci bölümde, Irak‟ın uluslararası terörist faaliyetler içinde yer almayacağı ve bu faaliyetler içinde olan grupları, kendi ülkesinde barındırmayacağı ve bu faaliyetlere destek vermeyeceğine dair güvence vermesi istenmiĢtir. Dokuzuncu ve son bölümde ise, karar hükümlerinin onaylandığının Irak tarafından Genel Sekreterliğe tebliği ile birlikte Irak-Kuveyt ve 678 sayılı karar doğrultusunda Kuveyt‟le iĢbirliği yapan BM üyesi devletler arasında resmi ateĢkesin yürürlüğe gireceği ve bölgede kalıcı barıĢ ve güvenliğin sağlanabilmesi için daha baĢka adımların atılabileceği belirtilmiĢtir. Körfez SavaĢı, sonuçları itibariyle incelendiğinde, savaĢ öncesinde büyük ve güçlü bir ordusu bulunan Irak‟ın askeri anlamda önemli oranda zayıfladığı, nükleer tesisleri ve diğer kimyasal ve biyolojik silah üretim tesislerinin çoğunluğunun yok edildiği görülmektedir. Resmi kayıtlara göre Irak ordusu 100.000 kayıp ve 300.000 yaralı vermiĢ; buna karĢın koalisyon güçlerinin kayıp miktarı 148 ölü ve 467 yaralı olarak ifade edilmiĢti (United States History Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bu rakamlardan da görüldüğü gibi 100 Irak, Körfez SavaĢında ordusunun neredeyse tamamını yitirmiĢti. Ağır ekonomik ambargolar ve borçlar sebebiyle, petrol gelirleri de adeta ipotek altına alınmıĢ; Irak, ekonomik olarak da oldukça zayıflamıĢtı. Bundan sonraki süreçte Irak‟ta ayaklanmalar ve iç karıĢıklıklar yaĢandı. ABD BaĢkanı Bush, ġubat 1991‟deki konuĢmasında Irak halkını ayaklanmaya çağırmıĢtı. Burada asıl hedef, Sünnilerin Saddam‟a karĢı ayaklanması iken, bu açıklamadan Kuzeyde Kürtler, güneyde ise cesaret alan Kürtler ve ġiiler oldu. ġiiler ayaklandı. Saddam Yönetimi, ayaklanmalara sert Ģekilde müdahale etti. Kısa zamanda kuzeyde Kürtlerin denetiminde bulunan Ģehirler (Erbil, Süleymaniye, Zaho) ele geçirildi ve bölgede yaĢayan çok sayıda Kürt, Ġran ve Türkiye‟ye sığındı (Yılmaz, 2009: 306-307). Bölge ülkeleri; özellikle de Türkiye açısından büyük risk olarak ifade edilen bu durum, Türkiye‟nin de çabaları ile BM‟ye taĢındı ve 688 sayılı kararın alınması söz konusu oldu. 688 sayılı karar ile Irak‟ın sivil halka karĢı yaptığı baskılar kınanarak, bu baskıların sonlandırılması isteniyor ayrıca, insani yardım örgütlerinin ülkenin her tarafında ihtiyaç duyanlara yardım etmesine, Irak yönetiminin izin vermesi gerektiği ifade ediliyordu (FAS Ġnternet Sitesi [web], 1991). Bu karar, sadece insani yadımla ilgili hükümleri içermekteydi. Asıl sorun olan Irak‟lı mültecilerin durumu ve özellikle Irak‟ın kuzeyinde bulunan Kürtlere karĢı Saddam Yönetimi‟nin operasyonlarını durdurabilmek amacıyla Irak‟ta oluĢturulabilecek bir güvenli bölge konusuna değinmiyordu. Bu sebeple, Irak‟da bir güvenli bölge oluĢturulması için farklı çabalara girilmesi gerekiyordu. 688 sayılı karar, Kürtler açısından önemli bir karar olarak tarihe geçti. Zira bu kararda, Milletler Cemiyeti‟nin 1925 tarihli Musul Kararı sonrasında, ilk defa bir uluslararası metinde “Kürt” sözcüğü geçiyor ve böylece de Kürtler, uluslararası toplum tarafından ayrı bir etnik grup ve bölge aktörü olarak tanınıyordu. Ayrıca bu karara dayanarak ABD öncülüğünde gerçekleĢtirilen “Huzur Operasyonu” ile 36. Paralelin Kuzeyi, uçuĢa yasak bölge ilan edildi. Ardından ABD‟nin “Kürtlerin güvenlikleri garanti edilene kadar, bölgeden çekilmeyeceğini“ açıklaması ve Temmuz 1991‟de 2. Huzur Operasyonu 101 çerçevesinde Çekiç Güç‟ün Türkiye‟de Ġncirlik Üssünde konuĢlanması ile Kürtler, önemli bir garanti elde etmiĢ oluyordu (KurubaĢ, 2003: 37). Ülkenin % 55-60‟ını oluĢturan ġiiler, yaptırımlardan en çok etkilenen topluluk olmuĢtu. Zira Irak‟ın kurulduğu 1921‟den beri, azınlıkta kalan Sünni elitler tarafından yönetilmekteydiler. Bu durumda, Arap dünyasının özellikle de Suudi Arabistan‟ın ġiiliği dinden sapma olarak görmesi ve Sünnilerce yönetilen bir komĢunun kendilerine daha rahat bir ortam sağlayacağı düĢüncesi de etkili oldu (Nakash, 2005: 16). Bu durumun, ġiilerin baskı altında kalmalarına ve Körfez SavaĢı sonrasında da BM yaptırımlarını en ağır Ģekilde hisseden topluluk olmalarına neden olduğu ifade edilebilir. Nakash (2005: 17); Irak‟ta Sünniler ve ġiiler arasındaki sorunun, etnik olmadığını; zira ġiilerin çoğunluğunun 19. yüzyılda göçebe Arapların yerleĢik hayata geçmesiyle ġiiliği benimsediğini ifade etmekte ve Sünni-ġii mücadelesinin de etnik ya da kültürel olmaktan ziyade, Irak‟taki iktidar mücadelesinden kaynaklanan siyasi bir sorun olduğunu ifade etmektedir. Nakash‟a göre, Irak ġiiliği, Ġran ġiiliğinden, resmi doktrin bağlamında olmasa da ekonomik ve siyasi etkileĢim açısından farklılaĢmaktadır. ġiilere karĢı uluslararası toplum, Kürtlere gösterdiği ilgiyi göstermemiĢti. Bunda da ġiilerin, etnik bir grup olmaktan ziyade dini bir topluluk oluĢu ve Irak toprak bütünlüğünü tehdit eden bir tavır içinde olmayıp, yalnızca sisteme karĢı ayaklanmaları etkili oldu. ġii ayaklanması dağınık, zayıf ve birlikten yoksundu. Bununla birlikte Irak‟lı ġiilerin Ġran‟a yakınlığı dolayısıyla Irak‟ın da Ġran etkisinde bir ġii devleti haline gelebileceği endiĢesiyle Batılı devletler özellikle de ABD, Irak ġii ayaklanmasında temkinli davrandılar ve ayaklanmanın büyümesine destek vermediler (Arı, 2004: 469470). 1992‟ye gelindiğinde koalisyon güçlerinin baskıları ile aĢağıdaki haritada da belirtildiği üzere (ġekil-5), Irak topraklarında 32. paralelin güneyi ve 36. paralelin kuzeyi uçuĢa yasak bölge ilan edildi. Bu sayede Saddam 102 yönetiminin kuzeyde Kürtler, güneyde ise ġiilere yönelik hava operasyonları engellenmek istenmiĢti (Historyguy Ġnternet Sitesi [web], 2010). ġekil-5: Körfez SavaĢı Sonrasında Irak‟ta UçuĢa Yasak Bölgeler (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010) Irak‟ın 1994‟te Kuveyt‟in sınırlarını ve bağımsızlığını tanıması sonrasında Nisan 1995‟te BM güvenlik Konseyi, 986 sayılı kabul ederek “Petrol KarĢılığı Gıda“ programını baĢlattı. 1996‟da ise aralarında çatıĢmakta olan Kürt gruplardan, Barzani liderliğindeki KDP‟nin davetiyle, Irak askeri güçlerinin, Ağustos 1996‟da yasak bölgeye girerek Erbil‟i alması sonucu, ABD, kuzeydeki uçuĢa yasak bölgeyi 33. paralele kadar indirmiĢti (Aydın ve diğerleri, 2007: 19). Bundan sonraki süreçte, Irak‟ta yaĢanan diğer bir önemli geliĢme de Irak‟ın BM silah denetçileri ile yaĢadığı krizdi. Nisan 1991‟de kurulan 103 UNSCOM, yaĢanan gerilimler sonrasında 1998‟de Irak‟tan ayrıldıktan ve denetimler durduktan sonra, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, “Çöl Tilkisi Operasyonu“ ile yoğun hava bombardımanında bulunarak Irak‟ı, BM ile iĢbirliği yapmaya zorladılar. 1999‟da BM Ġzleme Değerlendirme ve Denetleme Komisyonu (UNMOVIC) kurularak, denetlemeler tekrar baĢladı (Aydın vd. 2007: 19, Yılmaz, 2009: 315). Genel olarak Körfez SavaĢı sonrasında, Irak‟ın yapısı hakkında, Ģu unsurlar ön plana çıkmaktadır: Irak halkı, üst üste yaĢadığı iki büyük savaĢ sonrası, tüm yaĢananlara rağmen, Saddam Hüseyin rejimine olan desteğini tamamen kesmemiĢti. ABD öncülüğünde, gerçekleĢtirilen saldırılarda pek çok sivilin ölmesi, halkın sefalet içinde yaĢaması, pek çok yerin harabeye dönmesi sonrasında Saddam Hüseyin, politik söyleminde bu saldırıların Irak‟ı ele geçirme amaçlı saldırılar olduğunu her fırsatta dile getirmekteydi. Halk biraz da Hüseyin rejiminin hala içerde güçlü oluĢu ve yarattığı korku rejimiyle, Saddam Hüseyin rejimine sadık kalmıĢtı. Ülke genelinde Saddam Hüseyin, rejimini devam ettirse de kuzeyde Kürtler güneyde ise ġiiler ayaklanmıĢ, yaĢanan olaylarda pek çok kiĢi yaĢamını yitirmiĢti. BaĢlangıçta Hüseyin, ayaklanmaları güç kullanarak bastırmıĢ, BM kararındaki açıklıktan faydalanarak, uçuĢa yasak bölgelerde, savaĢ uçağı yerine helikopter kullanarak, özellikle Kürtlere yönelik saldırılar gerçekleĢtirmiĢti. Sonraki süreçte ABD tarafından uçuĢ yasakları geniĢ bir biçimde uygulanmaya baĢlamıĢtı. Bu süreçte ilgi çeken nokta, ABD ve diğer Batılı devletlerin, Kürt ayaklanmasına destek verirken ġii ayaklanmasına ilgi göstermemeleriydi. Bunda da ġiilerin etnik bir topluluk olmaması, Ġran‟la yakınlaĢarak Irak‟ı bir ġii devleti haline getirme olasılığı gibi faktörlerin etkili olduğu ifade edilebilecektir. Sonuçta, ABD ve Batılı ülkeler, Türkiye gibi ülkelerin de hassasiyetlerini de göz önüne alarak, Irak‟ın toprak bütünlüğünün korunması 104 gerektiği söylemini sürdürdüler. Bu anlamda, Saddam Hüseyin‟in her Ģeye rağmen ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasında baĢarılı olduğu gerçeği dikkate alındığında, Körfez SavaĢının hemen sonrasında Batılı Devletler ve ABD tarafından alternatifi oluĢturulmadan devrilmek istenmediği görüĢü ileri sürülebilecektir. Irak ekonomisi, Körfez SavaĢı öncesinde, sekiz yıl süren Ġran-Irak SavaĢı‟nda yeterince zayıflamıĢtı. SavaĢın ardından tam anlamıyla toparlanamadan Kuveyt‟in iĢgali ve iĢgal sonrası yaĢanan Körfez SavaĢı ülke ekonomisini çökme noktasına getirdi. Buna bir de BM tarafından uygulanan yoğun ambargo ve ülkenin borçları sebebiyle petrol gelirlerinin önemli bir kısmının kesilmesi eklenince, ülke ekonomisi iyice zayıfladı. Ġlerleyen dönemde, halkın yaĢadığı sıkıntılar, açlık ve salgın hastalıklar sebebiyle, ambargonun hafifletilmesi de sorunlara çözüm getirmemiĢti. Dünya kamuoyunun genel kanısı, Irak‟a uygulanan ambargonun amacını aĢtığı, masum insanları cezalandıran bir mekanizma haline geldiği Ģeklindeydi. Ayrıca, Saddam yönetiminin el altından petrol satarak gelir elde ettiğine yönelik iddialar bulunmaktaydı. Sonuçta bu ambargolar, Irak halkını giderek fakirleĢtirirken, Irak hükümeti üzerinde fazla bir etki doğurmuyordu. Bu durum, BM üyeleri üzerinde de görüĢ farklılıklarına sebep oluyordu. GeliĢmeler ambargonun da devamı konusunda delinmesine sebep olabiliyor; ambargonun tartıĢmalar yaĢanabiliyordu. Nitekim 2001 yılına gelindiğinde, Irak‟a seyahat ambargosu fiilen kalkmıĢ durumdaydı (Arı, 2004: 490-492). Askeri açıdan bakıldığında, Dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilen Irak ordusunun, önce Ġran-Irak SavaĢı ardından Körfez SavaĢı ile büyük bir darbe aldığı ve çok sayıda kayıp vererek, gücünü önemli ölçüde yitirdiği söylenebilecektir. Uzun süren savaĢlar sonrasında alınan ambargo kararları ve Irak hava sahasının önemli bir bölümünün askeri uçuĢlara yasaklanması ile Irak hava kuvvetleri de önemli ölçüde zayıflamıĢtı. Zira elinde az sayıda uçak bulunuyordu ve eğitim imkânları kısıtlanan pilotların 105 baĢarı göstermesi beklenemezdi. Buradan yola çıkarak, Irak‟ın çevre ülkeler ve Batılı Devletler açısından Körfez SavaĢı sonrasında ciddi konvansiyonel bir tehdit sergilediği söylenemeyecektir. b. Ġsrail-Irak Gerginliğinin GeliĢimi Irak Ġsrail‟i diğer pek çok Arap ülkesi gibi halen tanımamıĢtır. Dolayısıyla Irak ve Ġsrail arasında doğrudan bir diplomatik iliĢki kurulmamıĢtır. Reich‟a göre Ġsrail ve Irak, teknik olarak Birinci Arap-Ġsrail SavaĢı‟nda, Irak‟ın Ġsrail‟e karĢı düĢmanca davranıĢlar içinde yer almasından beri savaĢ halindedir. Irak, bu savaĢa katılanlar arasında, ateĢkes antlaĢması imzalamayan tek devlettir8. Irak, ayrıca Ġsrail‟e karĢı Altı Gün SavaĢları ve Yom Kippur SavaĢı‟nda da yer almıĢ, Enver Sedat‟ın 1977-1978‟de Ġsrail ile barıĢ çabalarına karĢı çıkan Arap Devletlerine liderlik etmiĢ ve 1979‟da MısırĠsrail BarıĢ AntlaĢmasına karĢı çıkmıĢtır. Irak, Filistinli terörist grupları desteklemiĢ ve onlara barınma imkânı sağlamıĢtır (Reich, 2008: 158). Irak‟ın Arap-Ġsrail savaĢlarında yer aldığı durumlarda Arap ülkelerine desteği sembolik düzeyde kalmamıĢtır. 1973 SavaĢında Irak‟ın gücünün üçte birini cepheye gönderdiği ifade edilmektedir. Irak-Ġsrail iliĢkileri, genel ArapĠsrail çatıĢması bağlamında değerlendirildiği gibi aynı zamanda, bazı iki taraflı durumları da bünyesinde barındırması sebebiyle, ikili iliĢkiler bağlamında da değerlendirilebilir. Zira Irak, Ġsrail‟e karĢı tek baĢına, bir koalisyona gerek duymaksızın, düĢmanca davranıĢlar geliĢtiren tek devlettir (Bengio, 1998: 33). Bunun örneği detayları ilerde anlatılacak olan Körfez SavaĢında yaĢanmıĢ ve Irak, kendisine müdahalede bulunan güçler içinde yer almasa da Ġsrail‟e füze saldırısında bulunmuĢtur. Irak, bulunduğu coğrafyada yalnızca Ġsrail‟e karĢı değil; diğer ülkelere karĢı da saldırgan bir tutum içinde bulunmuĢtur. Bunda, Irak‟ın önemli bir 8 Irak, 1948 SavaĢı‟na katılan diğer devletlerden farklı olarak 1949 AteĢkes AntlaĢmasını imzalamamıĢ ve BM Genel Kurul kararlarından 242 ve 338‟i de kabul etmemiĢtir (Erdemli, 2000: 219). 106 petrol üreticisi olmasına rağmen denize çok küçük bir noktadan ulaĢıyor olmasının da etkisi bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Irak‟ın jeopolitik konumu Irak‟a farklı bir avantaj daha sağlamıĢtır. Ġsrail‟e uzak bir konumda oluĢu ve Ġsrail‟le ortak bir sınırının bulunmaması sebebiyle, hiçbir bedel ödemeden, Ġsrail‟e karĢı düĢmanca davranıĢlar içinde yer alabilmiĢtir. Irak, neredeyse bütün Arap-Ġsrail savaĢlarında yer almıĢ olsa da, çatıĢma hiçbir zaman kendi ülkesi üzerinde gerçekleĢmemiĢ ve Ġsrail‟e karĢı hiç toprak kaybı yaĢamamıĢtır (Bengio, 1998: 33). Buna göre Ġsrail, Arap-Ġsrail savaĢlarına katılan ve kendisine karĢı düĢmanca faaliyetler içinde olan Irak‟a karĢı politikalarını oluĢtururken bu realiteyi göz önüne almıĢtır. Ġsrail‟in bulunduğu coğrafya itibari ile pek çok Arap ülkesinin saldırılarına hedef olabilecek konumda olması, tehdit algıladığı ülkelere karĢı daha saldırgan bir tutum içine girmesine yol açmıĢtır. Ġsrail‟in en çok çekindiği durumların baĢında Orta Doğu‟da bir nükleer savaĢın çıkması ve kendisine karĢı bir kitle imha silahının kullanılması olasılığı olmuĢtur. 1960‟lı yılların baĢından itibaren Orta Doğu, hızlı biçimde nükleer faaliyetlere giriĢilen, diğer bir ifadeyle nükleerleĢen bir bölge konumuna gelmeye baĢlamıĢtır. Bu tarihe kadarki süreçte, yeni devletlerin bağımsızlığını kazanması, artan ulusal coĢku, Arap-Ġsrail çatıĢmasının yarattığı silahlanma yarıĢı, bu bölgedeki nükleerleĢmenin temel nedenleri arasında yer almaktadır. O dönem için, nükleer bir silaha sahip olmak, dünya dengeleri ve bölgesel silahlanma yarıĢına doğrudan etki eden bir unsurdu ve geliĢmekte olan bir ülke için modernliği temsil eden batı ülkeleri ile “eĢit güce sahip olmayı” sembolize etmekteydi (Shaked, 1982: 184-185). Bu durum baĢlangıçta sadece geliĢmiĢ ve yeterli ekonomik imkânı bulunan ülkelere nükleer teknolojiden yararlanma imkânı sağlarken, geliĢen teknoloji ile birlikte küçük bir bütçeye sahip bir ülkenin bile nükleer tesis kurabilmesi mümkün olabilmiĢtir. Bu noktada Ġsrail‟in özellikle Orta Doğu‟da kendisi aleyhine geliĢebilecek nükleer faaliyetlerden çekindiği ve Orta Doğu‟da herhangi bir 107 ülkenin nükleer silaha sahip olmasını engellemeye yönelik politikalar geliĢtirdiği ifade edilebilecektir. 1960‟ların baĢında Orta Doğu‟da sadece Ġsrail ve Mısır, nükleer teknolojinin müĢterileriydi. Dönemin Soğuk SavaĢ politikalarının da gereği olarak SSCB Mısır‟a; Fransa ise Ġsrail‟e bu teknolojileri tedarik ediyordu. O dönemde Ġsrail, Orta Doğu‟da nükleer silaha sahip olduğunu ilk lanse eden ülke olmamaya” yönelik politikalar geliĢtiriyordu. 1967 ve 1973 Arap-Ġsrail SavaĢları sonrasında, Arap ülkelerinin petrol gelirleri sebebiyle, çok pahalı silahları bile alabilecek güçte olduklarının, bu noktada nükleer teknolojiyi de kolaylıkla elde edebileceklerinin ortaya çıkması sebebiyle, daha önceki politikadan vazgeçilerek, ikinci ülke olmamaya yönelik politikalara giriĢilmiĢtir (Shaked, 1982: 185). Mısır ve Ġsrail arasında yürütülen barıĢ görüĢmeleri ve sonrasındaki süreçle, Ġsrail‟e karĢı Mısır‟dan herhangi bir nükleer saldırı riski bulunmasa da Mısır‟ın yarattığı boĢluk Irak tarafından doldurulmuĢtu. Saddam Hüseyin Yönetimindeki Irak, bu boĢluktan yararlanarak Arap Liderliği hesapları gütmeye baĢlamıĢ ve muhtemelen geleneksel olarak Arap liderliğine oynayan diğer liderler gibi, ilk olarak Ġsrail‟i hedefe koyarak Araplar arasında adını duyurmak ve taraftar toplamak istemiĢti. Irak, baĢlangıçta barıĢçı amaçlarla nükleer teknoloji elde etmek istediğini belirtmiĢti. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢması (Nonproliferation Treaty)‟na üye olduğunu belirtse ve çalıĢmalarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency (IAEA)) bünyesinde yürüteceğini ilan etmiĢ olsa da Ġsrail‟i tedirgin etmekteydi. Ayrıca Irak, bu faaliyetleri yürütürken bu çalıĢmalara önemli ölçüde kaynak ayırmıĢ aynı zamanda, 500-600 adet bilim adamını eğitime almayı hedeflemiĢti. Bu rakamlarla Irak, adeta Arap Dünyasının nükleer merkezi konumuna gelecekti. Irak‟ın bu çabaları, ülkedeki diğer sektörlere ayrılan kaynak ile kıyaslandığında son derece büyük boyuttaydı. Bu dönemde Irak, Fransa‟dan satın almak istediği teknoloji ile Bağdat yakınlarında bir reaktör inĢa etmek istemekteydi. Bu reaktörde kullanılan teknoloji elektrik enerjisi üretmek için yetersizdi ancak önemli miktarda plütonyum üretme imkânı 108 sağlamaktaydı. Bu koĢullarda bir reaktör nükleer silah üretme kapasitesine her zaman sahipti (Vandenbroucke [web], 1984). Bütün bu iĢaretler, Irak‟ın barıĢçı amaçlarla nükleer faaliyetlere giriĢtiği iddiasını zayıflatmaktaydı. 1970‟lerin sonuna doğru, Fransa ile müzakerelerde istediği, plütonyum üretme imkânına sahip ve Fransa‟nın nükleer silah programında kullandığına benzer bir reaktör inĢa etme amacına ulaĢamadı. Irak, bu müzakerelerde ayrıca reaktörde kullanılan plütonyumu tekrar kullanabilecek bir geri dönüĢüm teknolojisi de istemiĢti. Irak‟ın bu talepleri Fransa tarafından reddedildi. Ardından Fransa bir araĢtırma reaktörü inĢa etmeyi kabul etti. Irak Fransa‟nın desteği ile Bağdat yakınlarında El-Tuvaitha Nükleer Santralini inĢa etti. Fransa bu reaktörde kullanılan uranyumun da önemli bir kısmını temin ediyordu. Reaktöre, Mısır Ölüm Tanrısı Osiris‟ın ismi verilmiĢ ardından içinde Irak kelimesi geçmesi için, ismi “Osirak” olarak değiĢtirilmiĢti. Irak ise, Baas rejiminin iktidara geldiği Temmuz 1968‟e referansla, reaktörü “Temmuz” olarak adlandırmıĢtı (FAS Ġnternet Sitesi [web], 2000). Fransa ve Irak anlaĢma sağladıktan sonra iki ülke, bilim adamı değiĢimi gibi programlar yürüterek Irak‟ın teknik bilgisini geliĢtirmeye çalıĢtı. 1977 ve 1979 arasında yürütülen çalıĢmalarla Osirak reaktörünün altyapısı tamamlandı. Irak nükleer çalıĢmalarını, Ġtalya ile de bir antlaĢma yaparak geniĢletti. Ġtalya ile yapılan antlaĢmada, nükleer yakıt yeniden üretimi ve uranyumu kullanılmayan maddelerden ayrıĢtırma amaçlı bir hücre sağlanmasını içeriyordu. Bu dönemde Portekiz ve Nijerya ile de doğal uranyum sağlanması; Brezilya, Hindistan, Pakistan ve Libya ile nükleer iĢbirliği konularında antlaĢmalar yapıldı (Shaked, 1982: 188). Bütün bu geliĢmeler, Irak‟ın Orta Doğu‟da ciddi bir nükleer güç olmak istediğinin ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki nükleer tekelinin kırılması için ne oranda çaba sarf ettiğinin göstergesiydi. Bu dönemde Ġsrail ve ABD‟nin Fransa ve diğer ülkelere Irak‟ın nükleer zenginleĢtirme faaliyetlerine dair endiĢelerini bildirmeleri ve baskı yapmaları 109 bu ülkelerin Irak‟la iĢbirliği konusunda temkinli davranmalarına neden oldu. 9 Irak‟la yapılan antlaĢma gereği 1980‟in sonunda reaktörü aktif hale geçirmek için gerekli olan 1. parti zenginleĢtirilmiĢ uranyumu teslim etti. Aynı dönemde Ġran-Irak SavaĢı patlak verdi (Shaked,1982: 188). Ġran-Irak SavaĢı sırasında, 30 Eylül 1980‟de Osirak reaktörü, Ġran jetleri tarafından bombalanmıĢ fakat az bir zayiat görmüĢtü (Amerikan Bilim Ġnsanları Federasyonu (FAS Ġnternet Sitesi [web], 2000). Ancak bu geliĢme, Irak‟ın nükleer faaliyetlerinin devamını engellememiĢti. Ġsrail, bu dönemde kendisi aleyhine geliĢebilecek bir nükleer saldırıdan çekinmekte ve Irak‟ın nükleer faaliyetlerini kendi ülkesi için ciddi bir tehdit kaynağı olarak görmekteydi. Ġsrail, ayrıca Saddam Hüseyin‟in Ġran‟a karĢı açtığı savaĢta baĢlangıçta elde ettiği baĢarılardan da cesaret alarak, Arap ülkelerini etkilemek amacıyla Ġsrail‟e karĢı bir nükleer silah üreterek kullanabileceğini düĢünmekte ve bu çalıĢmaları önlemek için planlar yapmaktaydı. 7 Haziran 1981‟de Ġsrail BaĢbakanı Menachem Begin‟in emriyle 16 Ġsrail jeti Osirak Reaktörüne ani bir baskın yaparak reaktörü bombaladı. Ġsrail savaĢ uçakları Arap coğrafyası üzerinden uçarak hiçbir sınırı bulunmadığı bir ülkeyi vurarak beklenmeyen bir saldırı gerçekleĢtirdi (Kufner, 2008: 53). Aylar boyu süren hazırlıkların ardından, Amerikan yapımı F-15 ve F-16 savaĢ 9 Bu dönemde, Irak, Fransa, Ġngiltere, ABD ve SSCB‟nin sahip olduğu ve nükleer silah üretme kapasitesine sahip “gasgrafit (Gas-graphite)” reaktörler, zenginleĢtirilmemiĢ uranyumla çalıĢabilmekte olup, özellikle atom bombası yapımında kullanılan materyalleri üretebilmektedir. Bu reaktörlerin soğutulması ve ısı transferinde gaz kullanılmaktadır. Irak, reaktör istemiĢ ancak Fransa bu reaktörleri artık üretmediklerini belirtip, geleneksel teknolojiye sahip hafif su reaktörü (light water reactor) olarak adlandırılan ve bomba üretme yeteneği daha az olan bir reaktör önermiĢ, ancak bu teklif Irak tarafından reddedilmiĢtir. Ardından Irak, elektrik enerjisi üretmek amacıyla araĢtırmalarda bulunmuĢ ve nükleer silah üretebilmeye daha yakın teknoloji üretme kapasitesine sahip Osirak Reaktörünün inĢasına baĢlamıĢtır. Bu dönemde de Fransa tarafından Irak‟a nükleer silahlarda kullanılan yakıtlarını Fransız bilim adamlarınca yeni üretilen, nükleer yakıtlarda kullanılmayan tür yakıtla değiĢtirme teklifinde bulunulmuĢ ancak yine Irak tarafından reddedilmiĢtir (Ministry of Foreign Affairs and Atomic Energy Commission, The Iraqi Nuclear Threat: Why Israel Had to Act (Jerusalem, 1981), s. 9. ve Steve Weissman and Herbert Krosney, The Islamic Bomb: The Nuclear Threat to Israel and the Middle East (New York: Times Books, 1981), 91-93, 256-57‟den akt. Vandenbroucke [web], 1984). 110 uçakları ile Suudi Arabistan‟ın kuzey batı sınırı, Ürdün‟ün güney ve güneydoğu sınırından geçilerek yaklaĢık 2.000 km‟lik bir mesafe kat edilmiĢ ve 2 dakika süren bombalama sonrasında nükleer reaktöre büyük ölçüde zarar verilmiĢti. Uçaklar muhtemelen hiç fark edilmemiĢ ve hiçbir hasar görmeden Ġsrail‟e dönmüĢlerdi (Shaked, 1982: 194-195). Ġsrail‟in bu saldırıyı gerçekleĢtirmesinde, Irak hava kuvvetlerinin Arap ülkeleri üzerinden bir saldırı beklememesinin etkili olduğu söylenebilir. Daha öncesinde Ġran‟ın reaktörün yakınına kadar gelerek reaktöre zarar verebilmesinin de Ġsrail‟i cesaretlendirdiğini ifade etmek mümkündür. Ġsrail BaĢbakanı Begin, 8 Haziran‟da Kudüs Radyosu‟na verdiği mülakatta, Osirak‟ın, Irak‟ın Ġsrail‟e bir nükleer saldırı gerçekleĢtirmek amacıyla inĢa edilmekte olan bir reaktör olduğu ve bu sebeple vurulduğunu ifade etmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464). Saldırı bu anlamda önleyici vuruĢ (preemptive strike)‟nın da önemli bir örneği konumundadır. Osirak Saldırısı uluslararası literatürde önleyici vuruĢ bahsinde sürekli referans verilen örnek bir olaydır. Saldırıya uluslararası toplumun tepkisi büyük olmuĢ ve saldırı sert bildirilerle kınanmıĢtır. Saldırının gerekçesi, gerekliliği ve yapılıĢ biçimi tartıĢmalara neden olmuĢtur (Shaked, 1982: 195). Reagan Yönetimindeki ABD, Ġsrail‟le geliĢtirilen yakın iliĢkilere rağmen saldırıyı sert biçimde kınamıĢtır. Fransa, saldırıyı “kabul edilemez” görmüĢ; Ġngiltere, “uluslararası hukukun ağır bir ihlali” olarak nitelemiĢtir (Kristof [web], 2002). Ġlerleyen süreçte BaĢkan Reagan; “Saldırıda ABD-Ġsrail arasında imzalanan 23 Temmuz 1952 tarihli Savunma Yardımı AntlaĢmasına aykırı olarak F-16 uçakları kullanıldığını, bu sebeple de Ġsrail‟e yönelik F-16 satıĢlarının durdurulduğunu” açıklamıĢtır. Saldırı, Orta Doğu‟da da geniĢ yankı uyandırmıĢtır. Buna göre, Mısır Hükümeti, yayınladığı bir bildiri ile saldırıyı Ģiddetli biçimde kınamıĢ, diğer Arap ülkelerinde de yoğun protestolar gelmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464-465). Aynı Ģekilde Arap Birliği de, saldırı sonrasında Irak‟ın çağrısı üzerine yapılan toplantıda, BM‟ye; Ġsrail‟e karĢı ambargo uygulaması gerekliliğini belirtmiĢ, 111 ABD‟nin Ġsrail‟e desteği sayesinde, Ġsrail‟in agresif ve yayılmacı politikaları için cesaret bulduğunu, ABD‟nin bu tutumundan vazgeçmesi gerektiğini ifade etmiĢtir. Arap Birliğinin bu kararları değerlendirildiğinde, beklenenin aksine yumuĢak bir karar olarak nitelendirilebilecektir. Zira bu kararların bir petrol ambargosu, askeri önlemler içermemesi ve Ġsrail‟in BM‟den ihracına iliĢkin herhangi bir karar alınmaması bu görüĢü doğrular niteliktedir (Shaked, 1982: 203-204). Arap Birliğinin bu çok da sert olmayan yaklaĢımının ardında, yeni bir Arap-Ġsrail çatıĢmasından çekinme, Mısır‟ın Ġsrail‟le yürüttüğü barıĢ görüĢmelerinin sekteye uğratılmama çabaları ve genel olarak Irak‟a komĢu olan ülkelerin Saddam Hüseyin‟in nükleer faaliyetlerinden rahatsızlık duymaları gibi gerekçelerin bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Ġsrail saldırısına tepki gösterenler arasında, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da yer almıĢtır. Ajansın Genel Direktörü 9 Hazirandaki demecinde, Irak‟ın, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasına (NonProliferation Treaty) taraf olduğunu ve nükleer faaliyetlerinin Ajans kontrolünde olduğunu belirtmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464-465). Saldırı sonrasında BM Güvenlik Konseyi‟nin 487 sayılı kararıyla, “Ġsrail‟in saldırısının, BM AntlaĢmasının 2/4 maddesine aykırı olduğu” ifade edilmiĢ ve saldırı Ģiddetle kınanmıĢtır. Kararda ayrıca, “Irak‟ın nükleer faaliyetlerini, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı kontrolünde sürdürdüğü ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasına taraf olduğu buna karĢın Ġsrail‟in aynı antlaĢmayı imzalamadığını ve nükleer santrallerini UAEA kontrolüne açmadığı” belirtilmiĢtir. Kararın sonuç bölümünde ise aĢağıda belirtilen hükümler yer almıĢtır (Undemocracy Ġnternet Sitesi [web], 2010): Ġsrail, açık bir Ģekilde BM AntlaĢmasını ve uluslararası hukuku ihlal etmiĢtir. Ġsrail‟e gelecekte bu ve benzeri davranıĢ ve tehditlerde bulunmaması çağrısı yapılmıĢtır. Bu saldırı, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasının kurumsal göstergesi olan UAEA‟ nın kontrol rejimini tehdit etmektedir. 112 Irak dahil tüm milletlerin, ülkelerini kalkındırmak için barıĢçıl nükleer ve teknolojik araĢtırmalarda bulunabilme hakkı bulunduğu belirtilmiĢtir. Ġsrail‟den nükleer faaliyetlerini UAEA kontrolünde yürütmesi istenmiĢtir. Irak‟ın Ġsrail‟den tazminat alma hakkı bulunduğu belirtilmiĢtir. Buna göre, BM Güvenlik Konseyi‟nin Ġsrail saldırısını hoĢ görmediği ve uluslararası toplumun hemfikir olduğu görüĢler doğrultusunda bir karar aldığını ifade etmek mümkündür. Ġsrail‟de baskın haberi, kamu oyunun tüm kesimleri ve siyasal partiler arasında coĢku ile karĢılandı. Sonraki süreçte ise, uluslararası toplumdan gelen tepkiler, olası bir Arap Koalisyonu ya da Irak cevabi saldırısı, yaklaĢan Ġsrail seçimleri ve Güney Lübnan krizinin çözülememiĢ olması Ġsrail‟de büyük tartıĢmalara neden oldu. Ancak bu tartıĢmalar uzun sürmedi ve doğal geliĢen süreçte toplumun saldırıya ilgisi azaldı. Saldırının Ġsrail açısından sonuçları, Ġsrail‟in Orta Doğu‟da nükleer üstünlüğünün ve caydırıcılığının artması, Irak‟ın yeni bir reaktör inĢa edene kadar geçecek sürede, Ġsrail‟in kendi kabiliyetlerini geliĢtirme imkânına sahip olması Ġsrail açısından avantajdı. Bununla birlikte, Araplar arasında Ġsrail‟e karĢı nefretin artması da, saldırının, Ġsrail açısından bir dezavantajı olarak ifade edilebilecektir (Shaked, 1982: 199-203). Saldırının ardından uzmanlar, Irak‟ın saldırıyı sineye çekeceği ve yeni bir Arap-Ġsrail savaĢının çıkmasını önlemek için karĢı saldırıya geçmeyeceğini belirtmekteyken, Irak farklı bir yol seçerek, yok olan reaktörü yeniden inĢa etmek için uluslararası arenada lobi ve baskı yapmaya baĢladı. Bu çabaları özellikle Arap Ligi ve BM nezrinde yürüttü. Bu durum, ne olursa olsun Irak‟ın nükleer faaliyetlerden vazgeçmeyeceğini göstermekteydi. Nitekim Saddam Hüseyin, 23 Haziran‟da Irak kabinesine yaptığı ve Bağdat Radyosunda da yayınlanan konuĢmasında “Araplar nükleer bomba elde etmeli ki Ġsrail‟in nükleer bombasına karĢı durabilsinler. Bu, barıĢın gerçekleĢmesini sağlayacaktır…” demiĢti. Bu durum Saddam Hüseyin‟in Orta Doğu barıĢı için Arapların Ġsrail‟le bir güç dengesine ulaĢması gerektiğini ve 113 bu doğrultuda Irak‟ın nükleer bir silah geliĢtirmesi görüĢünde olduğunu göstermektedir (Shaked,1982: 199-203). Ġlerleyen süreçte, Irak‟ın bölgesel bir güç olarak ortaya çıkması; Ġran ve Irak‟ın Arap komĢuları ile birlikte Ġsrail‟i de tedirgin etmiĢtir. Ayrıca, Irak‟ın geliĢen askeri endüstrisi iki ülke arasında yeni bir sürtüĢmeye imkân tanımıĢtır. Zira Irak, silah endüstrisini geliĢtirdiğinde ilk olarak Ġsrail‟e yönelmiĢtir. Bu durum Ġran-Irak SavaĢı‟nda da kendini göstermiĢtir. Kamuoyunun ve askerlerin dikkati, Ġran‟dan Ġsrail‟e çekilerek, Ġran‟la olan tansiyon düĢürülmeye çalıĢılmıĢ; ana düĢman, Ġran yerine Ġsrail olarak lanse edilmiĢtir. Saddam Hüseyin ayrıca, Filistinlilere yardım ederek ve Ġntifada süreçlerini destekleyerek Dünya kamuoyunun dikkatini baĢka yöne çekmek istemiĢtir (Bengio,1989: 372-413). Bu noktada Irak‟ın Ġsrail‟le olan gerginliği sıcak tutarak Arap Dünyası içinde saygınlık kazanmak istediği ve Saddam Hüseyin‟in kendi planları doğrultusunda dünya kamuoyunun ve Irak halkının dikkatini yönlendirmeye çalıĢtığı ifade edilebilecektir. Osirak Saldırısı sonrasında Körfez SavaĢı‟na kadar Irak ve Ġsrail arasında herhangi bir askeri çatıĢma yaĢanmamıĢ; Irak bu saldırıya karĢılık vermemiĢtir. Bununla birlikte Irak, yukarda belirtilen Ġsrail aleyhine faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiĢtir. Körfez SavaĢı baĢladığında Irak‟a yapılan uluslararası müdahale sırasında, Ġsrail‟e 39 scud füzesi ateĢlemiĢ, saldırı sonucu 2 kiĢi ölmüĢ 200 kiĢi yaralanmıĢtır (Overend [web], 2002). Saldırılarda Ġsrail‟in Tel Aviv ve Hayfa kentleri isabet almıĢtır. Arap-Ġsrail çatıĢması boyunca tarihte ilk kez Tel Aviv vurulmuĢtur (BBC Ġnternet Sitesi [web], 1991). Saddam Hüseyin‟in bu saldırısı sembolik bir saldırı olarak nitelendirilebilecektir. Nitekim Hüseyin, bu saldırısı ile Ġsrail‟i hedef seçerek, Arap Dünyası‟nın desteğini almak istemiĢ, mücadelesinin Ġsrail ve müttefiki ABD‟ye karĢı olduğunu ima ederek Arap toplumunda taraftar toplamak istemiĢtir. Aynı zamanda bu saldırı ile bir anlamda Osirak saldırısının intikamının da alınmak istendiğini ifade etmek mümkündür. 114 Saldırı sonrasında Ġsrail tarafından, Irak‟ın füze bataryalarına yönelik bir saldırı yapılması yönünde plan yapılsa ve saldırının cezasız kalmayacağı belirtilse de herhangi bir faaliyette bulunulmamıĢtır. Dönemin ABD BaĢkanı Bush, bu saldırının provokasyon amaçlı yapıldığını ifade etmiĢtir. Bush‟un, ayrıca Ġsrail‟in olası bir karĢı saldırısının bölgede daha büyük sorunlara yol açabileceğini düĢünmesi sebebiyle, Ġsrail baskı altında tutulmuĢ, Ġsrail‟e karĢı yapılabilecek herhangi bir saldırıda Ġsrail‟e savunma garantisi sağlanmıĢ ve Ġsrail‟in, karĢı saldırıda bulunulmaması kararında etkili olunmuĢtur (BBC Ġnternet Sitesi [web], 1991). Irak‟ın scud füze saldırısının, bir diğer amacının da Ġsrail‟in bu saldırıya karĢılık vermesi için provoke edilmesi olduğu ifade edilebilecektir. Ġsrail‟in yeni bir saldırı ile Irak‟ı vurması, Arap ülkelerini kıĢkırtacak ve Saddam lehine kamuoyu desteği artabilecekti. Sonuçta Irak‟a müdahale sırasında destek veren Müslüman ve Arap ülkelerin desteği kesilecek; ittifak üyelerinin Müslüman ülkelerle birlikte hareket etme planı suya düĢecekti. Irak‟ın Ġsrail‟e füze saldırısı pek çok açıdan önemlidir. Ġsrail ve Irak arasındaki belirsizliklerle dolu on yıl sona ermiĢtir. Irak‟ın intikamını almasının yönetim ve halk üzerinde moral artırıcı etkisi olmuĢtur. Ġsrail kentlerini 1948‟den sonra ilk defa vurarak Saddam Yönetimi, genel olarak Arap halkları; özel olarak da Filistin üzerinde propaganda yapma imkânı bulmuĢtur (Bengio, 1998: 36). Bu durumun Arap-Ġsrail çatıĢmasını körüklemesi ve antiSiyonizmin artması yönünde bir sonuca yol açması beklenirken sonuçta, ilerleyen süreç içinde, beklenilenin aksine Arap-Ġsrail barıĢı yönünde mesafe katedilmiĢtir. Körfez SavaĢı sonrası döneme bakıldığında Irak‟ın askeri kapasitesinin önemli bir kısmı yok edilmiĢ, Irak hava sahası da üçe bölünerek Irak‟ın kontrol mekanizması kısıtlanmıĢtı. Bu durum Ġsrail‟in Irak‟tan konvansiyonel anlamdaki tehdit algısını azaltsa da Irak‟ın kitle imha silahları edinmesini engellemek, Ġsrail‟in temel politikalarından birisi olmuĢtur. 115 c. Ġsrail’in Iraklı Kürtlerle ĠliĢkileri Ġsrail ve Kürtler arasında yakın iliĢki bulunduğu iddia edilmektedir. Bu iliĢki, Ġsrail Devletinin kuruluĢundan sonra Ġsrail‟in Arap ülkeleri ile çevirili olması sebebiyle, kendisine müttefik arayıĢları sonrasında ortaya çıkmıĢ gibi görünse de aslında bu iliĢki çok öncelere dayanmaktadır. Burada Yahudilerin Kürtlerle olan iliĢkilerinin kısa geçmiĢi verildikten sonra, günümüzde Ġsrail‟in Kürt politikası değerlendirilecektir. (1) Ġsrail Devleti Kurulmadan Önce Yahudi-Kürt ĠliĢkileri ve Irak Yahudileri Yahudilerin, bugünkü Kürtlerin yaĢadıkları bölgelere yerleĢmesi ve Yahudiliğin buraya yayılması konusu, antik çağlara kadar götürülebilmektedir. Ġncil‟de anlatıldığı kadarıyla, Ġsrail Krallığının Ġsa‟dan önce 722‟de Asur Kralı 3. Salmanzar tarafından yenilgiye uğratılması sonrasında, bir kısım Yahudi, Med Ülkesi ve Mezopotamya‟ya yerleĢtirilmiĢtir. Medler ile iĢbirliği yapan 2. Nebuhadnezar ise, Asurluları yenmiĢ ve pek çok Yahudi‟yi Babil ve çevresine yerleĢtirmiĢtir. Ġlerleyen dönemde, Ermeni Kralı 2. Tiran‟ın Ġ.Ö. 83-71 yılları arasında Filistin‟i iĢgali sırasında, pek çok Yahudi Kuzey Mezopotamya‟ya yerleĢtirilmiĢtir. Bu süreç boyunca Hahamların misyonerlik faaliyetleri sebebiyle Yahudilik, bölgede yerel halklar arasında hızla yayılmıĢ ve geniĢ bir kitle tarafından kabul edilmiĢtir. Yahudiler, Ġsrail Devleti kurulana dek varlıklarını Bu bölgedeki sürdürmüĢtür. Bu Yahudilerin çoğunluğu Sinagoglarda ve kendi aralarında Aramca (Aramaic); kamusal yaĢamda ise Kürtçe konuĢmaktadır (Minasian, 2007: 16-17). Buraya kadar anlatılanlara bakıldığında, bölgedeki Yahudiliğin 3 bin yıla yakın bir süredir var olduğunu görmek mümkündür. Bölgede pek çok devletin hüküm sürmesine, bir çok uygarlığın yıkılıp yeniden kurulmasına rağmen, bu bölgedeki toplulukların halen varlıklarını sürdürmeleri dikkat çekicidir. Bununla birlikte, bölgenin karmaĢık etnik yapısı gereği, bütün yerel halkların birbirleriyle iletiĢimde olduğu ve etkilendiklerini ifade etmek mümkündür. Minasian‟ın belirttiği üzere, kendi aralarında Aramca konuĢan halkın, 116 kamusal alanda Kürtçe konuĢması, bölgede pek çok halkın bir arada yaĢaması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Ġlerleyen süreçte, Yunan, Roma, Selçuklu, Sasani idaresinde geçen yüzyıllar boyunca, Irak Yahudileri, kendi benliklerini korumayı baĢarmıĢlardır. Bu dönem boyunca pek çok mücadele ve çatıĢmaya sahne olan Filistin‟de yok olma tehlikesi altındaki Yahudilerin durumu dikkate alındığında, diasporadaki Yahudiler, Yahudiliğin ve Yahudi hayat tarzının devamı için çok önemli hale gelmiĢlerdir (Rejwan, 2004: 211). Yeni Çağda Kürtler ve Irak‟taki yerel Yahudiler arasındaki yakın iliĢkilerin, 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın baĢı olarak ifade edilen dönemde, birkaç Kürt aĢiretinin ġah Abbas tarafından, Ġran sınırını korumak üzere Horasan bölgesine yerleĢtirilmesi ile baĢladığı ifade edilmektedir. Bu dönemde bölgede bulunan Yahudiler de bu aĢiretlerle birlikte bölgeye yerleĢtirilmiĢ ve birlikte yaĢamaya baĢlamıĢtır. Bu dönemde, bölge Yahudileri arasında ilk defa yine bir haham olan Samuel Barzani‟nin kızı Asenath Barzani 10, hahamlık unvanı alan ilk kadın olarak tarihe geçmiĢtir (Minasian, 2007: 17-18). 1534‟te Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethinin ardından bir süre Ġran hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1638‟de tekrar Osmanlı Hâkimiyetine geçen ve 1917‟ye dek Osmanlı hâkimiyetinde kalan bölgede Yahudilerin durumu durağan olmuĢtur (Rejwan, 2004: 214). Geleneksel Osmanlı politikası gereği, bu bölgedeki Yahudilerin sosyal ve dini yaĢantısına dokunulmamıĢ, bölge büyük bir baskıya maruz kalmamıĢ, böylece bu dönemde de benliklerini korumalarına imkân tanınmıĢtır. Zira 19. yüzyılda Osmanlı‟da gerçekleĢtirilen pek çok reformla da Osmanlı bünyesindeki azınlıklıklar ve farklı dini görüĢe sahip topluluklar gibi Irak Yahudileri de önemli sosyal haklara sahip olmuĢlardır. 10 Samuel Barzani ve Asenath Barzani‟nin günümüzde Irak‟ın Kuzeyindeki Barzani aĢireti ilebağlantısına dair herhangi bir belge bulunamamıĢtır. Bu sebeple çalıĢmada iki grup birbiriyle ilintilendirilmemiĢtir. 117 Irak Kürtleri ile Ġsrail arasında, tarihi sürecin getirdiği stratejik iĢbirliği dıĢında, bazı tarihsel bağların da bulunduğu ifade edilmektedir (Özdağ, 1999: 225). Antik dönemde baĢlayan ve pek çok Yahudi‟nin, Ģu andaki Kürtlerin yaĢadıkları bölgelere yerleĢmesi ile sonuçlanan süreçte, Yahudiler doğal olarak bölge halkları ile yoğun iletiĢime geçmiĢtir. Bu noktada, bölgede yerleĢik Kürtlerle de iletiĢim kurmuĢ olmaları muhtemeldir. Ayrıca bu süreçte, Yahudiliğin de bölge halkları arasında yayıldığı ifade edilmektedir. Osmanlı Ġmparatorluğunun dağılmasını izleyen süreçte Iraklı Kürtler, hem Ġngiliz politikalarının kıĢkırtmaları hem de Wilson ilkelerinde yer alan, self-determinasyon ilkesinin kendilerinde oluĢturduğu duygu ve düĢüncelerle, aĢiret temeline dayalı ancak ulusal talepler içeren, ayrı bir devlet olmak amacıyla bir hareket baĢlatmıĢtı. Bu süreçte aĢiret temeline dayalı politikaları, belirsiz hedefleri ve amaçlarına ulaĢmada yabancı devletlerden aldıkları desteklere bağımlı kalmaları, silahlı mücadele ve ayaklanmayı temel yöntem olarak belirlemeleri hareketin temel özellikleri olarak belirdi. Kürt hareketi, bünyesinde barındırdığı farklı görüĢler ve aĢiret yapısı sebebiyle dağınık vaziyette sürdürülmüĢtü (KurubaĢ, 2003: 21). Iraklı Kürtler, Irak‟ın Osmanlı‟dan ayrıldığı 1922‟den itibaren Bağdat rejimini uğraĢtırmıĢ ve merkezi yönetimle çatıĢmalar her dönemde var olmuĢtur. Bu süreçte büyük güçler kadar bölge devletleri de Kürtleri kullanarak Irak‟ı baskı altında tutma politikası gütmüĢtür. Bu doğrultuda Ġsrail, Ġran ve Suriye, Iraklı Kürtlere yönelik politikalar geliĢtirmiĢtir (Erdemli, 2000: 221). Bu devletler Kürtler konusunda tek taraflı politikalar geliĢtirdiği gibi zaman zaman da ittifaklar halinde politikalar üretmiĢtir. 1897‟de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresinde, Modern Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl, “Nil‟den Fırat‟a Ġsrail Devleti” hedefini iĢaret etmiĢti ve bu hedef doğrultusunda Kürtlerle de temas kurmuĢtu. Herzl, Kürtleri çok önemli görmekte ve iletiĢimin sürdürülmesi gerekliliğine inanmaktaydı (Söylemez [web], 2003). Bu amaçla Yahudiler ve Kürtler arasındaki en önemli iliĢki, 1930‟lu yıllarda Yahudi terör örgütü olan HAGANAH üyesi, 118 Reuven ġiloah (Zoslanski) tarafından kuruldu. Ben Gurion tarafından görevlendirilen ve ilerde Ġsrail gizli servisi MOSSAD‟ın baĢına geçecek olan ġiloah, Orta Doğu‟nun siyasi ve demografik yapısını incelemek; potansiyel tehditler ve ittifak yapılabilecek kiĢi ve gruplar hakkında bilgi toplamakla görevlendirilmiĢti. Bu görevi sırasında Irak‟ı gezmiĢ ve Irak‟ın kuzeyindeki dağlık bölgede Kürtlerle tanıĢma fırsatı bulmuĢtu. ġiloah, Arap olmayan ve Araplarla sorunları bulunan bu grupla ittifakın, Ġsrail Devleti için çok önemli olabileceği sonucuna varmıĢ ve bu yönde planlar hazırlamıĢtı (Eroğlu, 2003: 81-82). ġiloah çalıĢmaları ile bir ajanlar ağı oluĢturmuĢ ve Irak‟ın dağlık ve Kürt nüfusunun yaĢadığı bölgelerinde bağlantılar edinmiĢti. Bu bağlantıları, Iraklı Yahudilerin Filistin‟e, Irak‟ın kuzeyinden, Türkiye ve Ġran yolu ile götürülerek yerleĢtirilmesi için çok faydalı olmuĢtu (Minasian, 2007: 22). Bu dönemde, Irak Kürtleri arasındaki milliyetçi hareket içinde Barzani AĢireti sivrilmeye baĢladı. Irak Kürtleri, aĢiretler halinde örgütlenmiĢ iki ayrı siyasal görüĢ etrafında kümelenmeye baĢladı. Dağlık kesimde yaĢayan Kürtler, aĢiretler halinde Kürt milliyetçiliği ve kendi sahip oldukları topraklar üzerindeki egemenlik hakları için mücadele etmekte ve düzensiz bir görünüm arz etmekteydi. ġehirdeki Kürtler ise, dağlık kesimde yaĢayan Kürtlerin aĢiret biçimindeki yaĢantısını kabul etmiyor; Kürt milliyetçiliğine odaklanmayı ve Kürtlerin self-determinasyon hakkına sahip olmasını istiyorlardı. Ġki görüĢün de ortak noktası Irak merkezi yönetimine karĢı olmalarıydı. Bu ortam içinde iki görüĢü de birleĢtiren Molla Mustafa Barzani, Kürt Demokrat Partisini (Sonradan Kürdistan Demokrat Partisine dönüĢmüĢtür) 16 Ağustos 1946‟da kurdu (Stansfield, 2006: 2-3). Bu tarihten sonra Barzani aĢireti Irak‟ta Kürt isyanları ve ayrılıkçı hareketlerin liderliğini üstlenmiĢtir. Yahudilerin (Yahudi Kürtler dahil) Irak‟ın kuzeyinde yaĢadıkları bölgelerden Filistin‟e göç etme süreci de 16. yüzyılda baĢlamıĢ ve bu göç, dönemin en önemli dini merkezlerinden birisi olan Galile‟deki Safed‟e yönelmiĢtir. Ondan sonraki üç yüzyıl boyunca herhangi bir göç bilgisi 119 kaydedilmemiĢtir. Daha sonra ise 1900-1926 arasında 1.900, 1935‟te ise 2.500 Yahudi Filistin‟e göç etmiĢtir (Brauer, 1993: 17). Sayıları 1988 rakamlarına göre 180.000 olduğu düĢünülen bu topluluğun büyük bölümü, Ġsrail Devleti kurulduktan sonra Ġsrail‟e göç etmiĢtir (Özdağ, 1999: 225). 1949-1952 yılları arasında, “Ezra ve Nehemiah Operasyonları” ile gerçekleĢtirilen bu göçle birlikte yaklaĢık 100.000 kiĢinin göç ettirildiği belirtilmektedir (Farrell, 2008: 2). Bu topluluğun, Ġsrail‟e götürülmesinde, Yahudilerin tarihi vatanına dönme ülküsü ile birlikte Ġsrail‟in kurulması ile artan Arap-Ġsrail gerginliği ve akabinde geliĢen Arap-Ġsrail savaĢları ile birlikte, Iraklı Yahudilerin de baskı altında kalması ve hayatlarının tehlikede olmasının da etkili olduğunu ifade etmek mümkündür. Sonuç olarak Yahudiler ve Kürtler arasındaki iletiĢimin antik çağlardan beri gerçekleĢtiğini ve Irak‟ın kuzeyinde tarihi sürecin bir sonucu olarak dikkate değer miktarda Yahudi‟nin bulunduğunu; bununla birlikte Ġsrail Devleti kurulduktan sonra bu Yahudilerin neredeyse tamamının Ġsrail‟e göç ettiğini ifade etmek mümkündür. (2) Ġsrail Devletinin Ġsrail Devleti Kurulması Sonrasında Yahudi-Kürt ĠliĢkileri kurulmadan önceki geliĢmeler dikkate alındığında Ġsrail Devletinin kurulduktan sonra, Araplarla sorun yaĢayacağı ve hatta bu sorunların çatıĢmaya yol açacağını tahmin etmek zor değildi. Zira Ġsrail, Arap Devletleri ile kuĢatılmıĢ bir coğrafyada kurulmuĢ ve bu durum da kendisinde adeta bir paranoya yaratmıĢtır. Ġsrail bu politik psikoloji içinde, Arap olmayan ya da Araplara muhalif devlet ve topluluklarla iletiĢim kurma ve ittifak yapma politikasını geliĢtirmiĢ; bu politikayı da bölge içinde dengelerin değiĢtiği 1979‟a dek sürdürmüĢtür (Özdağ, 1999: 224-225). Ġsrail‟in bu politikası, “Çevre Stratejisi (Periphery Strategy)” olarak adlandırılmıĢtır. Nitekim Ġsrail‟in Türkiye ile iliĢkileri ve ġah Dönemindeki Ġsrail-Ġran iliĢkileri, bu doğrultuda değerlendirilebilecektir. 120 Ġsrail Irak‟ı, Ġsrail‟e karĢı düĢmanca yaklaĢımı sebebiyle her dönemde tehlikeli bir ülke olarak görmüĢ, bu amaçla gerek Arap-Ġsrail çatıĢmasında bir müttefik arayıĢı içinde olması gerekse Irak‟tan doğrudan tehdit algılaması sebebiyle, Irak‟ı zayıflatmak üzerine politikalar geliĢtirmiĢtir. Bu politika doğrultusunda Irak‟ın karmaĢık ve provokasyona açık yapısından faydalanarak, Irak‟ı kendi iç sorunları ile angaje etmek en önemli Ġsrail stratejileri arasında yer almıĢtır. ġekil-6‟da Irak‟ın etnik yapısını gösteren haritada da Irak‟ın ne derecede karmaĢık ve provokasyona açık bir etnik yapıya sahip olduğu görülmektedir (Rollins Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011): ġekil-6: Irak‟ta Dini ve Etnik Grupların Dağılımı 121 Haritadan da anlaĢılacağı üzere Irak‟ta çoğunluk kesimi oluĢturan topluluklar Araplar ve Kürtlerdir. Bununla birlikte, iki grup arasında mezhepsel açıdan da farklı topluluklar bulunmakta; bu farklılıklar sebebiyle ayrı birer etnik grup biçiminde örgütlenilmektedir. Bu gruplar tarihsel süreç içinde asimile olmamıĢlar ve kendi benliklerini sürdürmüĢlerdir. Nitekim aynı özelliklere sahip toplulukların genelde aynı coğrafyada yaĢamayı tercih ettiği, gruplar arasında kaynaĢmanın ve bir arada yaĢamanın yalnızca belirli bölgelerde gerçekleĢtiğini ifade etmek mümkündür. Haritada da görülebileceği üzere; Iraklı Yahudilerin, günümüzde sadece Bağdat çevresinde yaĢadığını ve yerleĢimlerinin küçük olması dolayısıyla çok küçük bir nüfusa sahip olduklarını ifade etmek mümkündür. 1958‟de Ġngiliz yanlısı monarĢinin General Kerim Abdül Kasım‟ın önderliğinde devrilmesiyle birlikte, Ġsrail açısından doğu kanadı, tehdit halini almıĢtır. Ġlerleyen dönemde, Suriye‟de (1963) ve Irak‟da (1968) Baas Partisinin iktidara gelmesi ve bu iki rejimin Mısırla “Üçlü Birlik AntlaĢmasını” imzalaması üzerine Ġsrail‟in stratejisi, Kürtleri kullanarak, Irak‟taki rejimi zayıflatmak olmuĢtur (Erdemli, 2000: 220-221). Kasım, iktidara sahip olduğunda, SSCB‟de sürgünde bulunan Molla Mustafa Barzani‟yi Irak‟a davet etmiĢ ve bu davetle birlikte, Merkezi hükümetle Kürtler arasında bir barıĢ havası hakim olmuĢtur. Bununla birlikte kısa süre sonra bu olumlu hava dağılarak, iki grup arasında daha kanlı çatıĢmalar yaĢanmaya baĢlamıĢtır. ÇatıĢmalar bazen de Barzani AĢiretinin sahip olduğu güçlerle Hükümet yanlısı Kürt aĢiretler arasında yaĢanmıĢtır. Bu süreçte Kasım güçlerinin, bir yıl içinde (1958-1959) 500 Kürt Köyü‟nü yok ettiği, 80.000 kiĢiyi evsiz bıraktığı ifade edilmektedir (Cooley, 2005: 81). Bu rakamlar, Irak Merkezi hükümeti ile Kürtler arasındaki sorunun hafife alınamayacak kadar büyük olduğunu göstermektedir. Bu süreçte Ġsrail, Iraklı Kürtlerin merkezi hükümete karĢı mücadelelerinde temel destek unsuru olmuĢtur. Ġsrail‟in bu desteği, silah 122 sağlama ve Kürtlerin eğitimini gerçekleĢtirme biçiminde gerçekleĢtirilmiĢtir. Pek çok durumda, Ġsrail ajanları ve askeri unsurları, Irak‟ın Kuzeyinde örgütlenerek örtülü operasyonlar gerçekleĢtirmiĢtir (Minasian, 2007: 22). Bu durum Ġsrail açısından Kürtlerin önemini artırmıĢ; Kürtler Ġsrail politikalarında önemli yer edinmiĢtir. Irak Kürtleri, 1961‟de Kasım Rejiminin sert ve asimilasyona yönelik politikaları sonucunda Barzani AĢireti liderliğinde ayaklandı. ĠniĢ ve çıkıĢlarla 1975‟e kadar süren bu ayaklanmanın, dıĢ ülkelerde geniĢ yankıları oldu. Bölgede çıkarları olan ve nüfuz elde etmek, Irak‟ı kontrol altına almak isteyen; ABD, Ġran ve Ġsrail gibi güçler bu ayaklanmada Kürtlere destek sağladılar (Eroğlu, 2004: 82). Ġsrail, Irak‟tan tehdit algısı sebebiyle, rejim muhalifi Kürtlerin, önemli bir koz olduğunu çok öncelerde fark etmiĢti bu anlamda ayaklanan Kürtlerle de ilk temas kuran devlet olmuĢtur. Ġran ve ABD ise, konjonktürel olarak Kürt ayaklanmasına çıkarları doğrultusunda destek vermiĢ ve bu ayaklanmanın 1975‟e kadar sürmesinde pay sahibi olmuĢlardır. Ayrıca Kürtlerle iĢbirliği konusunda Ġran-ABD ve Ġsrail‟in dönem dönem birlikte hareket ettiğini de ifade etmek mümkündür. Ayaklanan lider Molla Mustafa Barzani ile Ġsrail arasındaki ilk temas 1963 yazında Ġran Ġstihbarat TeĢkilatı “SAVAK” aracılığı ile gerçekleĢti. MOSSAD ve SAVAK, Ġsrail‟in Iraklı Kürtlere silah yardımında bulunması konusunda anlaĢmıĢ Ġran desteği ile bu yardım gerçekleĢtirilmiĢtir (Baram, 1996: 149). Ġsrail ve Iraklı Kürtler arasında en önemli temas; 1964‟te ġimon Peres‟in Savunma Bakan Yardımcısı olduğu dönemde, Peres ile 1940 ve 50‟lerde Ġsrail ile teması olan Dr. Ali Bedirhan arasında gerçekleĢmiĢtir. Bu görüĢmede bir grup peĢmergenin Ġsrail‟de eğitim alması için anlaĢma sağlanmıĢ ve 1965‟te Merved (Halı) Operasyonu ile bu peĢmergeler 3 ay süreliğine Ġsrail‟e getirilerek burada eğitim görmüĢtür. Yine üç askeri istihbaratçı, Irak‟ın kuzeyine giderek peĢmergeleri eğitmeye baĢlamıĢtır. Bu 123 dönemde Barzani, Ġsrail desteği ile Irak ordusuna karĢı büyük bir saldırı gerçekleĢtirmiĢtir (Özdağ, 1999: 225). Ġsrail‟in Kürtlerle iliĢkileri, Ġsrail‟e Irak ordusu hakkında birinci elden istihbarat da sağlıyordu. Bu istihbarat sayesinde Ġsrail‟in Irak ordusu hakkında önemli bilgilere eriĢmesi mümkün olmuĢtu. 1967 SavaĢı öncesinde, MOSSAD‟ın en önemli baĢarılarından biri olarak nitelendirilen; pilotu ile birlikte bir Mig uçağının kaçırılması eyleminin, bu istihbaratlar sayesinde gerçekleĢtirildiği iddia edilmiĢtir (Black ve Morris, 1991: 185). Uçak kaçırma eylemi, Körfezde güç dengelerini değiĢtirebilecek bir hamleydi zira bu eylem sayesinde Mig uçakları üzerinde detaylı inceleme fırsatı bulan Ġsrail ve ABD‟li yetkililer, savunma teknolojilerini buna göre planlama fırsatı elde etmiĢ ve bu uçakları elinde bulunduran ülkelere karĢı önemli bir avantaj sağlanmıĢtır. Gizli Ģekilde yürütülen Ġsrail-Kürt iliĢkileri süresince, Molla Mustafa Barzani‟nin Ġsrail‟e pek çok kez gittiği ifade edilmektedir. Bu seyahatleri süresince, Siyonizm ve sosyalizmin birleĢimi ile oluĢturulan felsefi Kibbutzim Turları‟na katıldığı, gazete editörleri ve aralarında Menachem Begin‟in de yer aldığı politikacılarla bir araya geldiği ve bu iliĢkilerin tamamen gizli tutulduğu ifade edilmektedir. Yine bu dönemde, MOSSAD ve SAVAK‟ın, Barzani idaresindeki Kürtlere, “Parastin” adı verilen bir Kürt istihbarat TeĢkilatı oluĢturulmasında destek verdiği belirtilmektedir (Cooley, 2005: 83). Ġsrail‟in isyancı Kürtlere, teknik destek dıĢında 500.000 dolarlık bir mali yardım sunduğu ve bunun karĢılığında da bazı hedeflere saldırıda bulunmasını istediği iddia edilmiĢtir (Özdağ, 1999: 226). Buna göre Ġsrail, Irak hakkında aldığı istihbari bilgiler karĢılığında, Iraklı Kürtlere lojistik destek ve eğitim vermekle yetinmemiĢ ayrıca onlara maddi yardımda da bulunarak, adeta bir taĢeron olarak kullanmıĢ; Irak ordusunu yıpratmaya ve stratejik hedeflerin vurulmasına yönelik saldırılarda bulunmasını istemiĢtir. Irak ve Ġran arasında 1975‟de imzalanan Cezayir AntlaĢması ile Ġran, ġatt‟ül Arab Nehri‟nin eĢit kullanılması karĢılığında; sınırlarını kapatmayı ve 124 Kürtlere verdiği desteği kesmeyi taahhüt etmiĢtir. Böylece, Kürtlerin Ġsrail‟den yardım alma imkânı kalmamıĢ ve Ġsrail-Kürt iliĢkilerinin etkin biçimde sürdürülmesi imkânı azalmıĢtır (Bölme [web], 2008). Cezayir AntlaĢması sonrasında Irak Kürtleri, gelen yardımların kesilmesi nedeniyle Irak merkezi yönetimine karĢı savunmasız kalmıĢ ve KDP hareketi, Saddam Hüseyin‟in isyanı bastırmak üzerine gerçekleĢtirdiği saldırıyla birlikte ağır kayıplar vererek isyana son vermek zorunda kalmıĢtır. Bu olay sonrasında KDP lideri Mustafa Barzani, Ġran‟a sürülmüĢ ve orada ölmüĢtür. Ardından Kürtler arasındaki birlik sona ermiĢ ve 1960‟lardan beri KDP‟ ye karĢı örgütlenen Celal Talabani liderliğinde Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi (KYB) kurulmuĢtur (Stansfield, 2006: 5). Bu dönemden sonra Kürt hareketi kendi içinde bölünmüĢ, Irak merkezi yönetimine karĢı mücadeleden ziyade kendi içinde liderlik mücadelesine baĢlamıĢtır. 1979‟da Ġran Ġslam Devrimi gerçekleĢtiğinde Ġsrail‟i düĢman ilan eden yeni rejimle birlikte, Ġsrail ve Ġran arasında Irak Kürtleri ile beraber sürdürülen stratejik iĢbirliği de sona ermiĢtir. Bu sebeple Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle olan bağlantısı da kesilmiĢ ve iĢbirliği imkânları kısıtlanmıĢtır. Buna rağmen Ġsrail‟in Iraklı Kürtleri her zaman irtibata geçilebilecek bir müttefik olarak gördüğü ve bu sebeple de irtibatı koparmadığını ifade etmek mümkündür. Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle olan iletiĢimi ve istihbarat paylaĢımı sayesinde Irak‟ın önemli stratejik bilgilerine sahip olması muhtemeldir. Buna göre, Ġsrail‟in Osirak nükleer reaktörüne saldırısında da Kürtlerin istihbari bilgilerinin önemli rolü olabileceğini ifade etmek mümkündür. Ġsrail 1991‟deki Körfez SavaĢı‟na dek iĢgal ettiği toprakların, Arap Dünyasına karĢı kendisine stratejik avantaj sağladığını düĢünmekteydi. Bu noktada kendisine doğudan herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda, iĢgal ettiği toprakları kullanarak önemli avantaj sağlayabilirdi. Aynı zamanda bu topraklar Ġsrail‟in elinde bulunduğu müddetçe, Arap ülkeleri ile sorunlarda bu 125 kozu kullanarak, tartıĢmalara bir adım önde baĢlama imkânına sahip olmaktaydı. SavaĢ sırasında Saddam Hüseyin‟in Ġsrail‟i hedef alan scud füzesi saldırısı, Ġsrail kentlerinde ciddi bir hasara yol açmasa da, Ġsrail Ģehirlerinin de vurulabileceği algısını tüm dünyaya ve doğal olarak da Orta Doğu‟ya göstermiĢtir. Bu durum, Ġsrail‟in de tehdit algısını bu doğrultuda oluĢturmasına neden olmuĢtur. Buna göre, Ġsrail doğudan algıladığı tehditte Irak‟ı ön plana koymuĢ ayrıca Irak konusunda BM yaptırımlarını destekleme kararı almıĢtır. Ġsrail bu dönemde Kürtlerle tekrar iletiĢime geçerek, Irak rejimini zayıflatma stratejisine devam etmiĢtir (Erdemli, 2000: 228). Ġsrail‟in Körfez SavaĢı sonrasında Irak‟ın kuzeyinde etkinliğini artıran ve giderek özerk yapıya bürünen Kürtlere yaklaĢımı geçmiĢten gelen iliĢkilerin de bir sonucu olarak sıcak olmuĢtur. Bunda Körfez SavaĢı sonrasında Saddam Hüseyin rejiminin zayıflamıĢ da olsa varlığını sürdürmesi ve Ġsrail‟e yönelik tehditlerine devam etmesi etkili olmuĢtur. Ġsrail‟in, Irak‟ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti ile tarihi iliĢkileri ile birlikte iyi iliĢkiler geliĢtirebileceği, Orta Doğu‟da yeni bir müttefik bulacağı düĢünülebilecektir. Bu devlet ile bünyesinde Kürt nüfusu barındıran Ġran ve Suriye kurulacak Kürt Devletine uzun süre angaje olacağından Ġsrail‟in Orta Doğu politikalarında daha rahat hareket etmesi söz konusu olabilecekti. Bu durum Ġsrail‟in Suriye ve Ġran‟dan tehdit algısını da bir süreliğine azaltacaktı. Bununla birlikte bu durum en çok Türkiye‟de rahatsızlık yaratmıĢtır. Zira Türkiye, PKK terör örgütü ile uzun süredir mücadele etmiĢ ve Körfez SavaĢı ve sonrasındaki süreçte, ülke içinde PKK eylemlerinde artıĢ yaĢanmıĢtır. Irak‟ın kuzeyinde yaĢanan otorite boĢluğu ve bölgenin coğrafi yapısı sebebiyle, teröristler bu bölgede rahatlıkla barınma ve eğitim yapma fırsatı elde etmiĢtir. Irak‟ın kuzeyinde kurulabilecek bir Kürt devleti fikri doğal olarak, Türkiye‟de rahatsızlık yaratmıĢtır. Böyle bir devlete Ġsrail tarafından destek verilmesi durumunda, Türkiye-Ġsrail iliĢkileri büyük zarar görecekti. 126 Diğer bir açıdan, Irak‟ın parçalanması sonrasında, Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin Kürt devleti ile angaje olması, Arap-Ġsrail sorununun çözümüne yönelik enerjilerini kaybetmelerine neden olacak; Ġsrail, Arap Devletleri karĢısında bu coğrafyada daha da yalnızlaĢabilecekti. Irak parçalandığında kuzeydeki Kürtler gibi güneyde de ġiiler ayrı bir devlet kurmak isteyebilecekti. Bu durumda, yoğun tehdit algıladığı Ġran‟la ittifak yapabilecek olan Iraklı ġiiler, Ġsrail için ayrı bir tehdit kaynağı olabilecekti. Bu gerekçelerle Ġsrail‟in, 1. Körfez SavaĢı sonrasındaki süreçte Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına resmi olarak destek vermekten çekindiğini ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte bundan sonraki süreçte de Ġsrail‟in, Kürtlerle olan iliĢkilerine devam ettiğini ifade etmek mümkündür. Ġsrail, Saddam Hüseyin‟den yoğun bir tehdit algılasa ve Irak‟ın askeri ve kitle imha silahlarına sahip olmasından endiĢe duysa da Saddam Hüseyin rejiminin Körfez SavaĢı‟nın hemen sonrasında devrilmesini istemediği ileri sürülebilecektir. Bu durumu, Irak‟a saldıran müttefik güçlerin de istemediği düĢünüldüğünde, konunun Irak‟ta bir kaos oluĢmasının engellenmesi, Saddam Hüseyin‟in Irak‟ın toprak bütünlüğünü sağlayabilen bir güç ve o dönemde Ġran‟a karĢı bir denge unsuru olarak görülmesi sayılabilecektir. Hem Ġsrail‟in hem de ABD‟nin zayıf ve kontrol altında tutulabilecek bir Irak‟ı kabul edilebilir gördüğünü ifade etmek mümkündür. Körfez SavaĢı sonrasında Barzani ve Talabani, Ġsrail‟le doğrudan olmasa da dolaylı yollarla diyalog kurmuĢtur. Körfez SavaĢı sonrasında Amerikan güdümlü Çekiç Güç operasyonu ile Kürtlerin özerliği yönünde önemli bir adım gerçekleĢmiĢti. Ġsrail, Saddam Hüseyin‟in uluslararası baskılara karĢın, kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve ilerde de bunu kullanabileceğini düĢünmüĢ ve Körfez SavaĢı sonrasında, Irak‟a yönelik ambargoların kaldırılmasına karĢı çıkmıĢtı. Bu Ģartlar dahilinde, Ġsrail‟in bağımsız bir Kürt Devletinden ziyade özerk bir Kürt devletini desteklediği ifade edilebilecektir (Baram, 1996: 152-154). Kaldı ki Saddam Hüseyin Yönetimindeki Irak, Kürtler ve Ġsrail arasındaki iletiĢime de uygun ortamı 127 sağlamaktaydı. Bu sayede Ġsrail, Orta Doğu politikalarında Kürtleri dilediği doğrultuda kullanabilecekti. Ġsrail‟in Körfez SavaĢı sonrasındaki politikası, Kürtleri olabildiğince özerkleĢtirerek Irak merkezi yönetiminden bağımsızlaĢtırmak ve stratejik bir ittifakla Irak‟ın kuzeyinde Ġsrail yanlısı bir yapı elde etmekti. Bu durum Irak parçalanmadan ve güneyde Ġsrail aleyhtarı ġii Devleti kurulmadan ancak var olan yönetimin korunması ile gerçekleĢtirilebilirdi. Iraklı Kürtlerin 2003 Irak SavaĢında da önemli rol oynadığını ifade etmek mümkündür. Irak SavaĢı‟nda ABD‟ye önemli istihbarat sağladığı gibi, Irak SavaĢı sonrasında kurulan Irak hükümetinde de KYB Lideri Celal Talabani, devlet BaĢkanlığını üstlenmiĢtir. Aynı Ģekilde Irak‟ın kuzeyinde bir bölgesel yönetim oluĢturulması ve bu bölgesel yönetimin liderliğini Mesut Barzani‟nin üstlenmesi söz konusu olmuĢtur. KuĢkusuz bu süreçte ABD ve Ġsrail; verdikleri sözlerin de etkisi ile Kürtlere destek çıkmıĢ, sürecin bu Ģekilde ilerlemesinde pay sahibi olmuĢtur. Ġsrail halen, Iraklı Kürtlere firma ve örgütler vasıtasıyla, yarı-resmi olarak ve fakat sürekli biçimde Irak‟ın kuzeyindeki Kürt nüfusun yaĢadığı bölgelerde, askeri ve siyasal ağırlılığını hissettirmekte ve bölgede faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu faaliyetler içinde çok yoğun ve pahalı yatırımlar da yer almaktadır ki Erbil‟e geniĢ ve modern bir havaalanı inĢa etmeleri bunun bir örneğidir. Bu sayede Ġsrail, Ġran‟ın nükleer faaliyetlerinde kendi aleyhine bir değiĢiklik söz konusu olduğunda Kürt kaynaklarını kullanarak hızlı biçimde, müdahale imkânına sahip olacaktır (Minasian, 2007: 27). 2. IRAK SAVAġI’NDA ĠSRAĠL LOBĠSĠNĠN PROPAGANDA FAALĠYETLERĠ Bush‟un yeni muhafazakâr görüĢe sahip yönetim kadrosu, göreve geldiğinde, bu duruma en çok sevinenler arasında Ġsrail lobisi yer alıyordu. Görevlere atandıktan sonra Ġsrail‟de ve ABD‟de pek çok basın organı 128 tarafından da bu durum dile getirildi (Mearshimer ve Walt, 2009: 293). KuĢkusuz bu durumda, yeni muhafazakârların Ġsrail‟in desteklenmesine yönelik düĢünceleri ve yaptıkları yayınların etkisi olmuĢtur. Zira yeni muhafazakâr ideolojiye mensup bu kiĢilerin daha öncesinde Reagan yönetiminde de etkili konumlarda bulundukları, Clinton ve Bush yönetimine, Irak‟a bir harekât düzenlenmesi ve Ġsrail‟in desteklenmesine yönelik, kamuoyunda da geniĢ yankı uyandıran mektuplar yazmaları önemli yankı uyandırmıĢtı. Bush yönetiminin neredeyse bütün önemli görevlileri yeni muhafazakâr düĢüncelerin temsilcileriydi. Belki de bu gerekçe ile ABD‟de lobicilik faaliyetleri yürüten önemli kuruluĢların da hedefinde yer alıyorlardı. Bush‟un savaĢ kabinesi olarak da nitelendirilen bu ekibin, kendi görüĢlerinin Ġsrail‟i desteklemeyi bir görev addetmesi dolayısıyla Ġsrail lobi grupları ile yakın iletiĢim halinde olduklarını ifade etmek mümkündür. Kaldı ki Irak‟a savaĢ hakkında oluĢturulan lobi sadece yeni muhafazakârlardan oluĢmuyordu. Belli baĢlı Ġsrail yanlısı kuruluĢların da Irak SavaĢı‟nın desteklenmesinde önemli rolleri olduğunu ifade etmek mümkündür. Irak SavaĢı‟nın önemli destekçileri arasında daha önce de sözünü ettiğimiz AIPAC‟ın bulunduğunu ifade etmek mümkündür. AIPAC‟ın özellikle savaĢın desteklenmesi hususunda çalıĢmalar yaptığı ve yürüttüğü lobi faaliyetleri ile Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında uzlaĢma sağlayarak, Bush yönetiminin savaĢın finansmanında ihtiyacı olan paranın bulunmasına yardımcı olduğu ifade edilmektedir (Mearshimer ve Walt,2007: 295-298). Buna göre, Irak SavaĢı‟nın gerek planlama aĢamasında gerekse savaĢ kararı alınmasında etkili olan politikacıların seçim sürecinde etkili olan Ġsrail lobisinin Ġsrail‟in önemli bir güvenlik sorununu çözmesi açısından, Irak SavaĢı‟nın finansmanında da önemli faaliyetler yürüttüğünü ifade etmek mümkündür. 129 a. Ġsrail Yanlısı Yeni Muhafazakârların Irak SavaĢı Propagandaları Yeni muhafazakârlık, George W. Bush dönemi ABD dıĢ politikasına hakim olmuĢtur. Yeni muhafazakârlar, askeri anlamda ABD‟nin çok güçlü bir devlet olduğuna ve Dünya üzerinde hiçbir devletin ABD‟nin günümüzde sahip olduğu kadar güce eriĢemediğine inanıyordu. ABD, bu güce dayanarak, kendi çıkarları doğrultusunda Dünyayı yeniden Ģekillendirebilirdi. Bu durum, Bush döneminde askeri gücün diplomasiye üstün tutulmasına ve tek taraflı politikalar geliĢtirilmesine neden olmuĢtur (Mearshimer, 2005: 1). Yeni muhafazakârlar arasında Irak‟ı iĢgal etme düĢüncesi, yeni bir proje değildi. Yeni muhafazakârlar bu düĢünceyi, 2003 Irak SavaĢı‟nın çok öncesinde de savunmaktaydı. ABD‟nin Orta Doğu politikaları ve çıkarları için Ġsrail‟in desteklenmesi gerektiğini ve Saddam Hüseyin yönetiminin, otokratik yapısı ile geçmiĢte kullandığı kitle imha silahlarına da referans vererek, Ġsrail‟in güvenliği ve ABD‟nin politikaları için tehdit olmaya devam ettiği konusunu defalarca vurgulamıĢlardı. Mann, Irak‟ın iĢgal projesinin yeni muhafazakârlığın etkin olduğu 30 yıllık bir süreçte oluĢtuğunu ve bu süreçte yeni muhafazakâr ideolojinin, iĢgal kararını almada 5 temel görüĢe dayandığını ifade etmektedir. Bunları Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Mann, 2004: 470-473): Birinci görüĢ; Vietnam yenilgisinden sonra ABD‟nin askeri gücünü ve üstünlüğünü tekrar inĢa etmektir. ABD, bu sayede fazla zorlanmadan Orta Doğu‟da tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bir askeri güç bulundurma imkânı elde etmiĢ oldu. Ġkinci görüĢ, yeni muhafazakârların ABD‟nin, Dünyanın iyiliği için çalıĢtığına olan inancını göstermektedir. Bu görüĢlerinin diğer bir ifadesi de 130 Büyük Orta Doğu Projesinin bir yansıması olan, Irak‟ın Orta Doğu‟ya demokrasi yayma giriĢiminin ilk aĢaması olarak görülmesiydi. Üçüncü görüĢ, yeni muhafazakârların ABD‟nin askeri gücünü olağan üstü bir Ģekilde büyük görmeleriydi. Buna göre, 1970 sonrasında ABD‟nin gerilemeye baĢladığı yönündeki iddialara karĢı çıkan bu ekip, ABD‟nin çok büyük bir güce sahip olduğuna inanmakta ve bunu tüm Dünyaya göstermek istemekteydiler. Dördüncü görüĢ, yeni muhafazakârların, ABD‟nin bir ülkeye müdahale etme kararı aldıktan sonra, bu kararı uygularken müttefik aramaya ihtiyacı olmadığına yönelik düĢünceleriydi. ABD‟nin tek baĢına Dünyanın her yerinde askeri harekât yapabileceğine inanan bu ekip, Irak SavaĢı öncesinde de müttefik arama konusunda isteksiz davranmıĢ, hatta ABD‟nin bu harekâtının uluslararası hukuka uygun olduğunu göstermek üzere önleyici vuruĢ (preemptive strike) teorisini geliĢtirmiĢti. BeĢinci görüĢ ise, yeni muhafazakârların, Pentagon çalıĢanları tarafından hazırlanan ve ABD‟nin Soğuk SavaĢ sonrasında kendi gücüne eriĢebilecek baĢka bir gücün oluĢmasını engelleme stratejisine destek vermesiydi. Bu durum da kuĢkusuz ABD‟nin kendisine tehdit olarak gördüğü terörizmle mücadele etmeyi gerektiriyor ve ABD‟ye yönelik terörün de kaynağı Orta Doğu olarak görüldüğünden, bu bölgede siyasal ve sosyal bir değiĢimi gerektiriyordu ve doğal olarak Orta Doğu‟daki en önemli müttefiki olan Ġsrail‟in desteklenmesi ve korunması da bu politikanın birincil öncelikleri arasında yer alıyordu. Irak SavaĢı‟nın desteklenmesinde, yeni muhafazakârların önemli çaba sarf ettiğini ifade etmek mümkündür. Henüz 1982‟de Dünya Siyonist Örgütü „nün düzenli yayını olan Kivunim (Yönler) isimli dergideki, “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties (80‟lerde Ġsrail için Bir Strateji)” isimli makalesinde Oded Yinon, Ġsrail‟in varlığını sürdürebilmesi, bulunduğu bölgede daha güçlü olması, hedeflerine ulaĢabilmesi için bir strateji ortaya 131 koymuĢtu. Yinon makalesinde 80‟lerdeki Orta Doğu‟nun analizini yapmıĢ, dönemin Müslüman Arap Dünyasını, “orada yaĢayanların beklenti ve taleplerine dikkat edilmeden yabancılar (Fransa ve Ġngiltere) tarafından 1920‟lerde bir araya getirilmiĢ kâğıttan evlere” benzetmiĢti. Yinon Arap ülkelerinin, birbirine düĢman azınlık ve etnik grupların birleĢtirilmesiyle meydana getirilmiĢ, petrol geliriyle güçlenen azınlıkların otokrasi ile yönetimlerinden oluĢan 19 devletten oluĢtuğunu ifade etmiĢ, sosyal patlamanın ve iç savaĢın her zaman mümkün olduğunu belirtmiĢtir. Makalede Irak hakkında, o dönemde Irak‟ı ġii çoğunluğa rağmen, ülkenin %20‟sini oluĢturan Sünnilerin yönettiğini, kuzeydeki Kürt azınlığın ayrı bir güç olma potansiyeli bulunduğu, ġiilerin ise Ġran‟daki Humeyni rejiminin güçlenmesiyle, onu bir doğal lider olarak görebileceğini ifade etmiĢti. Dolayısıyla, Orta Doğu‟daki diğer ülkeler gibi, Irak da istikrardan uzak, ekonomik açıdan da her an yıkılabilir “kâğıttan evlere” benzetilmiĢti. Yinon Irak‟ı, kısa vadede Ġsrail için en büyük tehdit olarak ifade etmiĢ ve Irak‟ın parçalanmasının Ġsrail açısından önemli bir hedef olarak belirlenmesi gerektiğinin altını çizmiĢti, bu amaçla, Ġran-Irak SavaĢını bir fırsat olarak görmekte ve Irak‟taki kutuplaĢmayı daha da artıracağını ifade etmekteydi. Sonuçta Yinon‟a göre, Irak, Ġsrail‟in güvenliği için, Basra, Bağdat ve Musul etrafında oluĢturulacak üç ya da daha fazla devlete bölünmeliydi (Yinon [web], 1982). Buna göre Yinon, Irak‟ı Ġsrail açısından çok önemli bir tehdit olarak görmüĢ, bölgedeki diğer devletlerde olduğu gibi karıĢık ve uyumsuz etnik ve mezhepsel yapının kullanılarak iç çatıĢmaların desteklenmesi ve Irak‟ın parçalanması gerektiğinin altını çizmiĢti. Bush yönetiminin yeni muhafazakâr yöneticileri, Ġsrail‟e olan desteklerini açıkça belirtmekteydiler. Zira yeni muhafazakârlar için Ġsrail‟in desteklenmesi ahlaki bir sorumluluk olmakla beraber aynı zamanda ABD‟nin Orta Doğu‟daki çıkarları için gerekli bir strateji olarak nitelendirilmekteydi. Bu noktada Ġsrail‟e yönelik tehditlerin de bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bu doğrultuda ABD politikaları için Ġsrail‟e yönelik en önemli tehditler arasında yer alan Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması gerekliydi. 132 Mann (2004: 436-437); Bush yönetimindeki yeni muhafazakârların, Saddam Hüseyin yönetimini devirmek için üç strateji geliĢtirdiğini belirtmektedir. Buna göre; Birinci strateji, “Bölme Stratejisi”ydi. Sonraları Bush yönetiminde yer alan Wolfofitz ve Khalilzad‟ın savunduğu bu strateji, Irak‟ın bölünerek kuzeygüney ve merkez olarak üçlü bir yapı oluĢturulması ve ABD‟nin de bu yapıyı yasal kabul ederek Irak‟lı muhalifler aracılığı ile rejimi devirmesini ifade ediyordu. 1990‟lı yıllarda denenen bu stratejiden, daha önce Ġsrail-Kürt iliĢkileri bahsinde de değindiğimiz baĢka riskleri barındırması sebebiyle vazgeçilmiĢti. Ġkinci strateji, “Darbe Stratejisi”ydi ki bu seçenek de yine 1990‟larda CIA tarafından denenmiĢ ancak baĢarısızlıkla sonuçlanmıĢtı. Üçüncü seçenek ise “Irak‟ın ĠĢgali Stratejisi”ydi ve geriye kalan son strateji olan bu strateji etrafında birleĢen yeni muhafazakârlar, Bush‟a ve kamuoyuna bu yönde propaganda yaparak planlarını ortaya koydular ve Irak SavaĢı‟nın gerçekleĢmesinde çok önemli pay sahibi oldular. Mearshimer ve Walt‟a göre (2007: 306); yeni muhafazakârlar ve ittifak yaptıkları kiĢi ve gruplar, savaĢı teĢvik etmek amacıyla, Ġsraillilerle ortak bir dil kullandılar. Buna göre Ġsrail ve ABD, “uluslararası terörizm” adı altında ortak bir düĢmana karĢı birleĢmiĢti ve Irak da Dünya‟da terörizme destek veren ülkelerin baĢında yer alıyordu. Daha önce de belirtildiği üzere Straussçu felsefeden yoğun biçimde etkilenen yeni muhafazakârlar, “aldatmanın siyasette bir norm” olduğu varsayımını benimsemiĢ ve yalanı, sadece düĢmanı yanıltmak için değil, vatandaĢların kendilerini iyi hissetmeleri için de kullanılabilecek bir araç olarak görmüĢlerdir. Özellikle ilerde de detaylı olarak inceleneceği üzere Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri de bu düĢünce ile yeni muhafazakâr mantık 133 doğrultusunda bilinçli olarak üretilmiĢtir ve aldatma stratejisinin parçasıdırlar (Özen ve TaĢdemir, 2006:36-37). Buraya kadarki değerlendirmelerden yola çıkarak, yeni muhafazakâr görüĢü destekleyenler tarafından Irak SavaĢı‟nın yoğun ve açık biçimde desteklendiğini ve savaĢ kararı alınmasında yeni muhafazakârların önemli etkisinin olduğunu ifade etmek mümkündür. b. Ġsrail Yanlısı DüĢünce KuruluĢlarının Irak SavaĢı’na Olan Etkisi Özellikle 11 Eylül saldırısı sonrasında, tüm dünyada olduğu gibi ABD‟deki düĢünce kuruluĢları da bu saldırıyı referans alarak çok sayıda araĢtırma ve makale yayınlamıĢtır. Bu çalıĢmalarda 11 Eylül‟ün nedenleri, arkasında yatan güçler, bu saldırının neden ABD‟yi hedef aldığı ile ilgili araĢtırmalar vardı. Bununla birlikte, Irak SavaĢı öncesinde de düĢünce kuruluĢlarının, Irak‟a saldırı kararı alınması konusunda, Bush Yönetimini etkilemeye yönelik yoğun çalıĢmaları olduğunu ifade etmek mümkündür. Bunlardan bazıları aĢağıda belirtilmiĢtir. 1996‟da Uzman Stratejik ve Siyasal ÇalıĢmalar Enstitüsü (IASPS-The Institute for Advanced Strategic and Political Studies) bünyesinde çalıĢan ve Bush döneminde, Savunma Politikaları Kurulu BaĢkanı olan Richard Perle, Savunma MüsteĢarı Douglas Feith gibi isimlerin de aralarında bulunduğu bir grup tarafından hazırlanan “Temiz Bir Mola: Bölge Güvenliği Ġçin Yeni Bir Strateji (A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm)” baĢlıklı rapor; Orta Doğu‟nun yeniden Ģekillendirilmesi ve Ġsrail‟in güvenliğini sağlama amaçlı tavsiyeler içeriyordu. Raporda Ġsrail‟e Saddam Hüseyin‟in devrilmesi için bölgesel ittifaklar yapması ve bu doğrultuda çaba harcaması tavsiye ediliyordu (IASPS Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu rapor, Ġsrail açısından çok önemli sonuçlar doğurmamıĢ olsa, belki de Ġsrail Yönetimince dikkate bile alınmamıĢ olsa da, ilerleyen dönemde ABD yönetiminde önemli konuma 134 gelecek olan Perle, Feith gibi politikacıların görüĢlerini içermesi açısından önemlidir. Buna göre 1997 yılında Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (Project for the New American Century (PNAC)) adlı kuruluĢ tarafından, dönemin ABD BaĢkanı Clinton‟a; “ABD‟nin küresel liderliği” ile ilgili görüĢler içeren, bir mektup gönderilmiĢtir. Mektupta, BM ile sürdürülen görüĢmelerde radikal bir değiĢiklik yapılması ve Saddam Hüseyin yönetimine son verilmesi istenmiĢtir. Mektupta, Saddam Hüseyin‟den “ABD‟nin, Ġsrail‟in ve Arap ülkelerinin düĢmanı” olarak bahsedilmiĢ ayrıca Saddam Hüseyin‟in Dünya petrol rezervlerinin önemli bölümüne karĢı bir tehlike unsuru olduğu belirtilmiĢtir. Raporun devamında ise Ģu ifadeler kullanılmıĢtır (Kingston [web], 2003) 11: “… Bu durum, kısa vadede, askeri harekâta hazır olmak ve diplomasiden medet ummamak gerektiği; uzun dönemde ise, Saddam ve rejiminin silahsızlandırılması gerektiği anlamına gelmektedir. Biz, ABD‟nin var olan Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda, gerekli adımları atma hakkı bulunduğuna inanıyoruz ki bu haklar Körfezdeki çıkarlarımız doğrultusunda SavaĢ dahil gerekli adımların atılmasına imkân tanımaktadır. Hiçbir koĢulda, Amerikan politikaları, oy birliği konusunda Güvenlik Konseyinin yanlıĢ ısrarı sebebiyle sakatlanmamalıdır...” Buna göre PNAC‟ın, Clinton yönetimine; Saddam Hüseyin‟in mutlaka devrilmesi ve bu hedefe giderken savaĢın dahi göze alınması gerektiğini ifade ettiği anlaĢılmaktadır. Mektupta geçen ifadelerden de, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak‟ın; Arap ülkelerine, Ġsrail‟e ve ABD‟ye karĢı bir tehdit olarak gösterildiği; yine Hüseyin‟in kitle imha silahlarına sahip olduğu ve dünya petrol rezervleri karĢısında da ciddi bir tehdit unsuru olduğunun ifade edildiği anlaĢılmaktadır. Clinton, bu mektupta dile getirilen taleplere olumlu bir cevap vermemiĢ, Orta Doğu ve Irak politikalarında da herhangi bir değiĢiklik 11 Mektubun Tam metni için bkz. (Yeni Amerikan Yüzyılı Ġnternet Sitesi [web], 2011). 135 yapmamıĢtır. Clinton‟un kendi taleplerine olumlu yanıt vermemesi üzerine PNAC yöneticileri, bu defa Kongre üzerinde çalıĢmalar ve lobi faaliyetleri yürüterek 31 Ekim 1998‟de “Irak’ı ÖzgürleĢtirme Yasası (Iraqi Liberation Act)” adı altında bir yasa çıkarılmasına etki ettiler (Gözen, 2006: 38). Söz konusu yasada, Saddam Hüseyin rejiminin kronolojik olarak yaptıkları tespit edilmiĢtir. Buna göre Saddam Hüseyin yönetiminin; Ġran‟ı iĢgali ve Ġran‟a karĢı kimyasal silah kullanması, Halepçe saldırısı, Kuveyt‟i iĢgali, UNSCOM‟la iĢbirliği yapmaması gibi hususlar, kronolojik olarak sıralandıktan sonra; ABD‟nin Orta Doğu‟daki çıkarları gereği, Saddam Hüseyin rejimini devirmeye yönelik çabaları desteklemesi ve Irak‟ta demokratik bir rejimin kurulabilmesi amacıyla çaba sarf etmesi gerektiği belirtilmiĢtir. Yasa metninin ilerleyen bölümlerinde de ABD‟nin Irak‟ta demokratik bir yönetim oluĢturması için gereken süreç boyunca yapması gerekenler anlatılmıĢtır. Buna göre; ABD‟nin Irak‟ta yönetim karĢıtı bir oluĢum, kiĢi ya da gruplara destek vermesi, ABD BaĢkanına rejim değiĢikliği için bir bütçe oluĢturulması ve rejim değiĢikliği süreci boyunca Irak halkına yönelik insani yardım faaliyetleri düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir (Irak Özgürlük SözleĢmesi (Iraq Liberation Act) [web], 1998). Yukarda belirtilen hususlar da göz önüne alındığında, Irak‟a savaĢ ilan edilmesi tarafından ile ilgili mektup ve yasa metninde belirtilen ifadelerle ABD Irak SavaĢı öncesinde ileri sürülen savaĢ gerekçeleri karĢılaĢtırıldığında, birbirleriyle uyuĢtukları görülebilecektir. Bu durum, Irak SavaĢı‟nın aslında çok önceden hazırlanan bir savaĢ senaryosu üzerinden yürütülmüĢ olabileceğini göstermektedir. Ġlginç olan diğer bir nokta da, PNAC üyelerinin büyük bir kısmının Clinton Yönetimi sonrasında yönetimi devralan ABD BaĢkanı George W. Bush döneminde yönetim kademelerinde ön safhalarda yer almasıdır (Kingston [web], 2003). AĢağıda PNAC tarafından yazılan mektupta imzaları bulunan ve sonraki ABD yönetiminde yer alan PNAC üyeleri verilmektedir (Theindyvoice Ġnternet Sitesi [web], 2011, Kingston [web], 2003). 136 Tablo-6: Bush Yönetiminde Görev Alan PNAC Üyeleri Adı Görevi Dick Cheney Lewis Libby BaĢkan Yardımcısı Dick Cheney‟in BaĢdanıĢmanı Donald Rumsfeld Paul Wolfofitz Peter W. Rodman John Bolton Savunma Bakanı Savunma Bakan Yardımcısı Savunma Bakan Vekili MüsteĢar (Silahların denetlenmesi) DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı Savunma Politikaları Kurulu BaĢkanı PNAC BaĢkanı ve Bush‟un danıĢmanı Afganistan Özel Büyükelçisi/Irak Özel Temsilcisi Richard Armitage Richard Perle William Kristol Zalmay Khalilzad Elliott Abrams William J. Bennett Ulusal Güvenlik Konseyi Bush‟un KonuĢma Metni Yazarı Jeffrey Bergner Brstol Myers Squib, Boeing, HP, Philip Morris, Lucent ve dell gibi firmaları temsilen Lobicilik faaliyetleri yürütmüĢtür. Paula Dobriansky Francis Fukuyama MüsteĢar (Küresel iliĢkiler) Yeni muhafazakârlığın Aktif Savunucusu ve Bush yönetiminde görüĢlerine değer verilen bir akademisyen Robert Kagan PNAC Kurucusu ve Yöneticisi William Schneider, Jr. Savunma Bilim Kurulu BaĢkanı R. James Woolsey Robert B. Zoellick CIA eski Yöneticisi Bush Dönemi Kabine Üyesi Tablodan yola çıkarak, George W. Bush yönetim kademesinin en önemli görevlilerinin PNAC kuruluĢunda görev yaptığı ifade edilebilecektir. Bu durum, ABD politikalarında düĢünce kuruluĢlarının ne derece önemli olduğunu göstermektedir. PNAC, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi amacıyla 1997 yılındaki mektubunun ardından 11 Eylül 2001 saldırılarından dokuz gün sonra, Bush‟a 137 yeni bir mektup yazmıĢ ve Taliban ve El Kaide‟ye yönelik bir saldırı baĢlatılmasını talep etmiĢtir. Aralarında Perle, Woolsey, Eliot Cohen gibi etkili isimlerin de bulunduğu otuz sekiz PNAC üyesi tarafından imzalanan mektupta ayrıca; “teröre karĢı savaĢ” ilan edilmesi istenmiĢtir. Bu doğrultuda, mektupta daha geniĢ bir operasyon ile Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Otoritesinin sonlandırılması, Hizbullah‟la mücadele edilmesi, Suriye ve Ġran‟ın tehdit edilmesi ve en önemlisi de Saddam Hüseyin Rejiminin sonlandırılması istenmiĢtir. Mektupta ayrıca Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide arasında bir bağlantı bulunamasa bile, uluslararası terörün sonlandırılması için Saddam Hüseyin‟in mutlaka devrilmesi gerektiği belirtilmiĢtir12 (Lobe [web], 2006). 20 Eylül‟deki mektuptan yedi ay sonra, PNAC tarafından yeni bir mektup daha yazılmıĢ ve Bush‟a, Irak‟a yönelik harekât hazırlıklarına acilen baĢlanması, Arafat Yönetimindeki Filistin otoritesi ile bütün iliĢkinin kesilmesi ve Ġsrail BaĢbakanı Ariel Sharon‟a Filistin intifadasını bastırması için tam destek verilmesi istenmiĢtir. Mektupta Ġsrail‟e destek verilmesi hususunda aĢağıda belirtilen ifadeler kullanılmıĢtır (Lobe [web], 2006): “…Ġsrail‟in terörizme karĢı savaĢı bizim savaĢımızdır. Ġsrail‟in zaferi bizim zaferimizdir… Ahlaki ve stratejik değerler sebebiyle, Ġsrail‟in teröre karĢı savaĢında yanında yer almamız gerekmektedir…” Bu ifadelerden de yeni muhafazakâr bakıĢ açısına sahip PNAC üyelerinin, Ġsrail‟e destek verilmesini, ahlaki ve stratejik açıdan bir görev olarak benimsediği ve ABD yönetimini bu doğrultuda yönlendirmek istediği anlaĢılmaktadır. Yeni muhafazakârlık bahsinde de belirttiğimiz üzere, bu durum ABD politikalarında Ġsrail etkisini açıkça ortaya koyması bakımından önemlidir. Nitekim 20 Eylül‟de PNAC tarafından yazılan mektupla doğru orantılı olarak aynı tarihte Bush, teröre karĢı savaĢ ilan ettiği ünlü konuĢmasını gerçekleĢtirmiĢ ve bu savaĢın uzun ve yaygın bir savaĢ olacağını Dünya toplumlarının seçimini yaparak “Ya ABD ile ya da teröristlerle beraber hareket etmesi gerektiğini” ifade etmiĢtir. Bu durum bir 12 Mektubun tam metni için bkz. Newamericancentury Ġnternet Sitesi [web], 2011). 138 tesadüf bile olsa, PNAC üyeleri ile Bush yönetiminin düĢüncelerinin aynı doğrultuda olduğunun bir kanıtı olması açısından önemlidir. PNAC üyeleri, Irak‟a yönelik bir savaĢ kararı alınması yönünde propagandalarını mektuplarla sınırlandırmamıĢ, ABD‟nin dört bir yanında düzenledikleri paneller ve medya kuruluĢlarına verdikleri demeçlerle bu yönde propagandaya devam etmiĢlerdir. Bu noktada özellikle Saddam Hüseyin yönetiminin; teröre destek verdiği, kitle imha silahlarına sahip olduğu, Saddam Hüseyin yönetimi devrilmeden ABD‟nin teröre karĢı baĢarı kazanmıĢ sayılamayacağına yönelik açıklamalar yapılmıĢtır. 2002 yılı sonuna gelindiğinde, “Irak‟ı ÖzgürleĢtirme Komitesi (The Committee for the Liberation of Iraq)” adı altında tanınmıĢ yeni muhafazakârlardan oluĢan bir grup oluĢturularak, Irak‟ın iĢgali yönünde propaganda yapmak amaçlı lobicilik faaliyetleri yürütülmeye baĢlanmıĢtır (Gözen, 2006: 48-50). Sonuç olarak düĢünce kuruluĢlarının ABD‟de siyasal kararların alınması ve uygulanmasında çok önemli bir yere sahip oldukları ifade edilebilecektir. Buradan hareketle Bush döneminde çoğunluğu düĢünce kuruluĢlarından gelen uzmanlar ve akademisyenlerden oluĢan yönetim kademesi ve danıĢmanlarının, göreve gelmeden önce de Ġsrail‟in desteklenmesi ve Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesi gerektiği yönünde bir düĢünceleri olduğunu açıkça görülmektedir ve bu düĢüncelerini de kamuoyu ve ABD yöneticileri ile defalarca paylaĢmıĢlardır. Sonuçta ABD BaĢkanı Bush‟un savaĢ kararı almasında, düĢünce kuruluĢlarının önemli etki sahibi olduklarını ifade etmek mümkündür. Bu kısımda Irak SavaĢı‟nın ilan edilen resmi gerekçeleri ve savaĢ sonrası Irak‟ın statüsü incelenerek, Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na olan etkisi değerlendirilecektir. 139 3. IRAK SAVAġI’NIN GEREKÇELERĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Irak SavaĢı, Dünya tarihine damgasını vurmuĢ en önemli olaylardan biridir. Bush Doktrini olarak da ifade edilen yeni güvenlik doktrini ile birlikte, bir tehdit henüz tehdit aĢamasındayken, ona kuvvet kullanarak müdahale etmenin, uluslararası hukuka uygunluğu tartıĢılır hale gelmiĢtir. BM AntlaĢmasının meĢru müdafaa ile ilgili hükümlerine dayandırılarak gerçekleĢtirilen Afganistan müdahalesi, 11 Eylül saldırılarının Dünya kamuoyunda yarattığı psikoloji, uluslararası teröre iliĢkin endiĢeler ve tek kutuplu düzenin hegemon gücünün etkisi ile birlikte, yoğun bir tepki ile karĢılaĢmamıĢtır. ĠĢgalin ilerleyen aĢamalarında da NATO‟nun Afganistan‟daki birliklerin koordinasyonunu yürütmeye baĢlaması ile birlikte, tepkiler daha da azalmıĢtır. Afganistan müdahalesinin aksine Irak‟ın iĢgali, Dünya kamuoyunda büyük bir destek görememiĢtir. Bu operasyonda ABD, yakın müttefiki Ġngiltere ile birlikte, Afganistan müdahalesinin aksine „meĢru müdafaa‟ iddiasına dayandırılmaya gerek bile duyulmadan, adeta sahip olunan güç itibariyle, Dünya kamuoyuna „kimseye ihtiyaç duymadan da operasyon yapabileceklerini‟ ilan eden bir güç gösterisi gerçekleĢtirmiĢtir. Bu noktada herkesin aklına takılan soru, 1991 Körfez SavaĢı‟nda müttefik güçlerin ellerinde imkân varken, Saddam Hüseyin Yönetimini neden devirmediğiydi. Bu konuda birden fazla yorum yapılabilecektir. Her Ģeyden önce, 1991‟de gerçekleĢtirilen müdahalede öncelikli amaç, Kuveyt‟i iĢgal eden Irak‟ın iĢgalini sonlandırmasını sağlamaktı. BM AntlaĢmasına uygun biçimde geliĢen müdahale sonrasında Irak, Kuveyt‟ten çekilmiĢ ve BM kararlarına uyacağını ilan etmiĢti. Bu dönemde Dünya kamuoyu, barıĢ getirme iddiası ile koalisyon güçlerinin, bir ülkenin rejimine müdahalesini tepki ile karĢılayabilirdi. Ayrıca, karıĢık etnik ve siyasi yapısı gereği, kaynayan bir kazan olan Irak‟ta Saddam Hüseyin baskıyla ve zor kullanarak otoritesini sağlamıĢ, bu insanları bir arada tutabilmeyi baĢarabilmiĢti. Uzun süren savaĢların ardından, uzun sürebilecek bir otorite boĢluğu, Irak‟ın toprak 140 bütünlüğünü bozabilecek, özellikle barındırdığı Kürt ve ġii nüfus sebebiyle etraftaki devletlerin de güvenliğini tehdit eder hale gelebilecekti. Bu noktada gerekli ortam oluĢana kadar, Saddam Hüseyin Yönetiminin kalması bir anlamda, büyük güçlerin iĢine gelmekteydi. Irak‟ta rejimi doğrudan güç kullanarak değil de, ABD‟nin örtülü operasyonları ile değiĢtirme giriĢimleri de Körfez SavaĢı sonrasında ayaklananlara karĢı Saddam Hüseyin‟in uyguladığı baskı ile baĢarısız olmuĢtu. Sonrasında, Irak hava sahasının kontrolü koalisyon güçlerine geçmiĢ, Irak‟a yoğun bir ambargo uygulanmıĢtı. Bu durumun halkta yaratacağı tepkilerle Saddam Hüseyin‟in zor durumda kalacağı düĢüncesi hakim olmuĢ ancak düĢünülen gerçekleĢmemiĢtir. Bunun üzerine ABD 1993-2001 yılları arasında ABD‟nin Basra Körfezi stratejisini, Saddam Hüseyin‟le bir arada yaĢamak üzerine oluĢtururken, Orta Doğu stratejisini de Irak ve Ġran‟ı bir arada dıĢlamak üzerine kurgulamıĢtı. Yapılan çalıĢmalarda Irak rejiminin kendi içinde süreklilik yakaladığı ve bundan sonra ancak iç etkenlerle bir değiĢim yaĢanacağı, Saddam Hüseyin‟in de ya baĢka bir devrimle ya da ölümüyle iktidardan düĢeceği ifade ediliyordu (Erkmen, 2003: 3-4). 29 Ocak 2002‟de ABD BaĢkanı Bush ABD kongresine hitaben yaptığı konuĢmada, “Kuzey Kore, Ġran ve Irak” rejimlerini tehlikeli rejimler Ģeklinde nitelendiriyor ve bunların bir “Ģer ekseni” oluĢturduklarını belirtiyordu. KonuĢmasının devamında Bush, kitle imha silahlarını elde etmeye çalıĢan bu rejimlerin, Dünya güvenliği için büyük bir tehlike kaynağı olduğunu ve ABD‟nin yaklaĢan bu büyük tehlike karĢısında, yanıtsız kalamayacağını ifade ediyordu (Tanner, 2005: 269). Bu konuĢmadan yola çıkarak ABD‟nin 11 Eylül sonrasında teröre karĢı ilan ettiği savaĢın, yalnızca Afganistan‟la sınırlı kalmayacağı, baĢka ülkelerin de bu savaĢ ilanının muhatabı olduğu anlaĢılmaktaydı. 141 Afganistan müdahalesi, uluslararası teröre destek veren Taliban rejimini devirmiĢ, bu ülkede yerleĢmiĢ ve 11 Eylül‟ün faili olarak gösterilen El Kaide terör örgütüne büyük bir darbe vurmuĢtu. Ancak bu yeterli değildi. ABD BaĢkanı Bush, tüm Dünyada teröre destek verenlere karĢı savaĢ ilan etmiĢti ve Afganistan sadece bir baĢlangıçtı. Daha önce de ifade edildiği gibi, ABD BaĢkanı Bush, Dünya devletlerini ikiye ayırmıĢ “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle…” diyerek bundan sonra teröristler ve teröre destek verenler arasında bir ayrım yapılmayacağını ifade etmiĢti. Taliban‟ın mağlup edilmesi ile birlikte El-Kaide‟nin bir numaralı destekleyicisi ortadan kalkmıĢtı, ancak ABD istihbaratının sağladığı bilgilere göre, El-Kaide, 50‟nin üzerinde ülkede faaliyet gösterdiği için bu baĢarı yeterli değildi. Ana tehlikenin ise, Irak‟tan kaynaklandığı düĢünülmekteydi (Keegan, 2005: 112). Irak SavaĢı öncesinde ABD BaĢkanı Bush, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, BaĢkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Paul Wolfowitz, Genel Kurmay BaĢkanı Richard B. Myers; parlamentoda gerçekleĢtirilen konuĢmalar ve röportajlarda, Irak‟da bir rejim değiĢikliği gerekliliğini vurgulamıĢlar, Saddam yönetimindeki Irak‟ın yalnızca ABD ve müttefikleri için değil tüm Dünya için büyük bir tehdit olduğunu; Irak‟ın BM kararlarına rağmen, kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahları üretme ve geliĢtirmeye devam ettiğini vurgulamıĢlardı (KonuĢma ve Röportajlar hakkında detaylı bilgi için Bkz. Leadingtowar Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bush‟un iktidara geliĢi ile birlikte yeni muhafazakâr ideoloji, ABD yönetimine hakim hale gelirken, yeni kabinenin etkin isimleri, Orta Doğu politikalarında artık Saddam Hüseyin rejiminin değiĢtirilmesi gerektiğini yüksek sesle ifade etmeye baĢlamıĢtı. 11 Eylül sonrasında da artık ABD‟nin beklediği ortam oluĢmuĢtu. Bush‟un 29 Ocak 2002‟de Kongrede yaptığı konuĢmasında ifade ettiği görüĢleri, aslında ABD‟nin bundan 142 sonra nasıl hareket edeceğinin göstergesiydi. Bush konuĢmasında, “Kimsenin ABD‟den hiçbir Ģey yapmadan beklemesini istememesi gerektiği, ABD‟nin kaybedecek zamanı olmadığı ve düĢmanın ne zaman saldıracağı belli olmadığından, „tehdit henüz tehdit halindeyken bertaraf edilmesi gerektiğini” söyleyerek, “önleyici meĢru vuruĢ” olarak da ifade edilen ve „en iyi müdafaanın, düĢman ilk vuruĢu gerçekleĢtirmeden yapılacak saldırı olduğu‟ düĢüncesi resmi ideoloji olarak ilan edilmiĢti (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2002). 13 Eylül 2002‟de Bush; BM Genel Kurulu‟nda yaptığı konuĢmada Irak‟ın kitle imha silahları üretme kapasitesi olduğunu ve bunun dünya için yakın ve büyük bir tehdit olduğunu vurgulamıĢ; ayrıca Irak‟ın BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayı taahhüt etmesine rağmen bu taahhütlerine uymadığı ve BM‟nin otoritesine ve Dünya barıĢına karĢı büyük bir tehdit olduğunu ifade etmiĢti. Buna göre bu ağır ve yakınlaĢan tehdide karĢı, Dünya devletlerinin harekete geçmesi çağrısında bulunmuĢ ve eğer bu konuda bir hareket düĢünülmüyorsa ABD‟nin tek baĢına gerçekleĢtireceği hareketin de engellenmemesini istemiĢti (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2002). 2002 Eylülünde Ġngiltere BaĢbakanı Tony Blair, Irak‟ın askeri imkânları ile ilgili bir istihbarat raporu yayınlamıĢ, ancak daha sonra bu raporun hatalı bilgiler içerdiği iddia edilmiĢti. Aynı ay içinde ABD‟de yayınlanan Ulusal Güvenlik Belgesi‟nde, “Önleyici vuruĢ” kavramı ortaya atılarak, ABD‟nin uzun vadede tehdit olarak gördüğü unsurlara karĢı onlardan bir saldırı beklemeden, doğrudan saldırı yapabileceği konusu tartıĢmaya açılmıĢtı (Aydın ve diğerleri, 2007: 28). Bu geliĢmeler, Irak‟a yönelik bir askeri müdahalenin yakın ve kaçınılmaz olduğunun bir göstergesiydi. Nitekim 20 Mart 2003‟de ABD ve Ġngiltere öncülüğünde oluĢturulmuĢ çok uluslu koalisyon güçlerinin bir askeri harekâtla Irak‟a girmesiyle Irak SavaĢı, resmi adıyla “Irak‟ı ÖzgürleĢtirme Operasyonu-Operation Iraqi Freedom” baĢlamıĢ oldu. Irak‟a yönelik operasyonun ilan edilen gerekçeleri arasında, Irak‟ta bulunan kitle imha silahlarının yok edilmesi ve üretim kapasitesinin 143 sonlandırılması, Irak‟ın teröre verdiği desteğin kesilmesi ve Irak halkının özgürleĢtirilmesi bulunuyordu. ÇalıĢmamıza ıĢık tutması açısından Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri detaylı olarak incelenecektir. a. Irak SavaĢının Ġlan Edilen Resmi Gerekçeleri (1) Irak’ta Kitle Ġmha Silahları Bulunduğu Ġddiası ABD‟nin Dünyaya ilan ettiği savaĢ gerekçelerinden en önemlisi Irak‟ın BM kararlarına rağmen halen kitle imha silahları geliĢtirmeye devam ettiği ve Saddam yönetiminin elinde pek çok kitle imha silahı bulunduğu iddiasıydı. Kitle imha silahları ile ilgili ABD‟nin diğer bir endiĢesi de bu silahların teröristlerin eline geçmesi idi. Bu noktada teröre destek verdiği düĢünülen Saddam Hüseyin yönetimi, bir de sahip olduğu kitle imha silahlarını ve üretme teknolojilerini teröristlerle; özellikle de El Kaide ile paylaĢırsa, tüm Dünya büyük bir tehlike altına girecekti. Bu noktada ABD, önleyici vuruĢ ile teröristler henüz ilk vuruĢu gerçekleĢtiremeden bu tehdidi bertaraf etmeliydi (Gözen, 2006: 57). BM Güvenlik Konseyinin ateĢkes koĢullarını düzenleyen, 687 sayılı kararı ile birlikte, Irak‟ta kitle imha silahlarının denetimi amacıyla özel bir komisyon (UNSCOM) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) yetkilendirilmiĢti. Bununla birlikte izlenen süreçte, Irak ve denetçiler arasında zaman zaman krizler yaĢanmıĢ; krizler, bazen baskı ile bazen de Çöl Tilkisi Operasyonu örneğinde olduğu gibi güç kullanımı ile aĢılabilmiĢti. Çöl Tilkisi Operasyonu sonrasında Güvenlik Konseyinin 17 Aralık 1999 tarihli, 1284 sayılı kararı ile denetimlerin, UNSCOM yerine UNMOVIC ve IAEA tarafından yapılacağının açıklaması ile bir süreliğine duran denetimler yeniden baĢlamıĢtı. Sonuçta sürekli Ģekilde denetlenen Irak‟ın, çevre ülkeler ve Batılı Devletler açısından bir tehdit oluĢturmayacağı ifade edilebilecek olsa 144 da, Hüseyin Yönetimine karĢı, denetçilere her fırsatta sorun çıkarması ve gizli Ģekilde yürütülebilecek üretim ve geliĢtirme faaliyetleri sebebiyle, bu konuda bir güven oluĢmamıĢ ve tehdit algısı devam ettirilmiĢti. SavaĢ öncesinde ABD ve Ġngiliz istihbarat örgütleri yayınladıkları raporlarda Irak‟ta kitle imha silahı bulunduğu ve Irak‟ın bunları geliĢtirme faaliyetlerine devam ettiğini iddia etmekteydiler. Bu iddiaları desteklemek amacıyla da Saddam Hüseyin‟in geçmiĢteki saldırılarına referans verilmekteydi. AĢağıdaki tabloda Saddam Hüseyin yönetimince kullanıldığı iddia edilen kitle imha silahları ve tarihleri bulunmaktadır (Amerikan Merkezi Haberalma TeĢkilatı (CIA) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2004) Tablo-7: Saddam Hüseyin Yönetimince Kullanıldığı Ġddia Edilen Kimyasal Silahlar ve Sonuçları Yer Kullanılan Silah Tarih Sonuç Haij Umran Hardal Gazı 01.08.1983 100‟den az Ġranlı ve Kürt Panjwin Hardal Gazı Ekim-Kasım1983 Majnoon Island Hardal Gazı ġubat-Mart1984 3,001 Ġranlı ve Kürt 2.500 Ġranlı al-Basrah Tabun Mart 1984 50-100 Ġranlı Hawizah Marsh Hardal Gazı ve Tabun Mart 1985 3,000 Ġranlı al-Faw Hardal Gazı ve Tabun Ocak 1986 8,000-10,000 Ġranlı Aralık 1986 1,000 Ġranlı Nisan 1987 5,000 Ġranlı Ekim 1987 3,000 Ġranlı Mart 1988 7,000 Ġranlı ve Kürt Nisan 1988 1,000 Ġranlı Mayıs 1988 100-1,000 Ġranlı Haziran 1988 100-1,000 Ġranlı Temmuz 1988 100-1,000 Ġranlı Mart 1991 Bilinmiyor Um ar-Rasas al-Basrah Sumar/Mehran Halabjah al-Faw Fish Lake Majnoon Islands South-central border an-Najaf Karbala area Hardal Gazı Hardal Gazı ve Tabun Hardal Gazı ve Sinir Gazı Hardal Gazı ve Sinir Gazı Hardal Gazı ve Sinir Gazı Hardal Gazı ve Sinir Gazı Hardal Gazı ve Sinir Gazı Hardal Gazı ve Sinir Gazı Sinir gazı ve CS 145 ABD‟nin Irak konusundaki endiĢeleri ve Irak‟a karĢı bir askeri harekât konusunda yoğun tartıĢmalar sürerken, Bush yönetimi de nasıl hareket edeceğine dair stratejiler geliĢtirmeye baĢlamıĢtı. Bush yönetiminde de baĢlangıçta Irak‟a olası bir harekât konusunda farklı sesler çıkmaktaydı. Powell, Irak‟a karĢı bir harekâta karĢı değildi, ancak onun için asıl önemli olan bu harekâtın nasıl, ne zaman ve kimlerle yapılması gerektiğiydi ve Powell‟a göre, ABD böyle bir harekâtta, koalisyon güçleri ile birlikte hareket etmeli ve acele etmemeliydi. Powell‟a göre, harekât tarzı belirlenirken, daha dikkatli olunmalı ve öncelikle silah denetçilerinin Irak‟a gönderilmesi konusunda destek kazanılması için BM‟de giriĢimlerde bulunulmalıydı. Daha Ģahin bir duruĢu olan Cheney ise, ABD‟nin Irak‟a harekât konusunda BM‟den alınacak bir yetkiye ihtiyaç duymadığını düĢünüyor ve sadece bildirimde bulunmasını yeterli görüyordu. Zira BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymadığı için bu kararlar ABD‟ye ihtiyaç duyduğu yetkiyi zaten veriyordu. Ayrıca önemli bir petrol rezervine sahip olan Irak‟ın kitle imha silahı tehdidiyle tüm Orta Doğu‟yu tehdit ederek kendi egemenliğine alabileceği, bu durumda da bütün Orta Doğu enerji kaynaklarının Saddam‟ın egemenliğine girebileceğini iddia ediyordu (Mann, 2004: 445-446). 8 Kasım 2002‟de BM tarafından alınan 1441 sayılı kararda, Körfez SavaĢından bu yana Irak‟la ilgili kararlara referans vererek bunların geçerli olduğu hatırlatılmıĢ ayrıca, aĢağıdaki ifadelere yer verilmiĢtir (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2002): Daha önceki kararlarda (661 (1990), 678(1990), 686 (1991), 687 (1991), 688 (1991), 707(1991), 715 (1991), 986 (1995), 1284 (1999), 1382 (2001)) da belirtildiği üzere, Irak‟ın Güvenlik Konseyi ile iĢbirliği yapmayarak, kitle imha silahlarını ve uzun menzilli füzeleri üretmeye devam etmesi uluslararası barıĢ ve güvenliği tehdit etmektedir. Kararda, Özellikle 687 sayılı kararın önemi vurgulanmıĢ ve Irak‟ın hala bu kararda belirtilen hususlar hakkında, kesin ve doğru bir ifĢaat gerçekleĢtirmediği ifade edilmiĢtir. Bu noktada kitle imha silahları geliĢtirme programları, 150 km‟den daha geniĢ menzili olan balistik füzeleri, sahip olduğu bunun gibi silahları, bu silahları ve parçalarını imal 146 ettiği üretim merkezlerini, ayrıca nükleer silah üretme amaçlı olmasa da nükleer programlarını içeren bir açıklama yapılmadığı belirtilmiĢtir. Irak‟ın, pek çok kez BM Özel Komisyonu (UNSCOM) tarafından yasaklanan bölgelere girdiği; ayrıca 687 sayılı kararda ve 1998„de yapılan anlaĢma gereği, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve BM Özel Komisyonunun yürüttüğü çalıĢmalarda silah denetçileri ile tam koordinasyon sağlanamadığı ifade edilmiĢtir. Irak‟ın 687 ve 688 sayılı kararlarda terörizme destek verilmemesi ve kendi vatandaĢları üzerinde baskı ve Ģiddet uygulanmaması, uluslararası yardım kuruluĢlarının Irak‟ta ihtiyaç duyulan bölgelerde görev yapmasının engellenmemesi gibi yükümlülüklerine uymadığı ifade edilmiĢtir. Irak DıĢiĢleri Bakanı tarafından, Eylül 2002‟de BM Genel Sekreterine sunulan mektupta da belirtilen ifadeler, yukarıdaki taahhütlerin yerine getirilmesindeki baĢarısızlığı teyit etmektedir. Oy birliği ile alınan karara göre, Saddam Hüseyin, silahsızlanma sorumluluklarına aykırı davranmaya devam ederse, “ciddi sonuçlarla” karĢı karĢıya kalacaktı (Woodward, 2004: 235). Bu karardan da anlaĢılacağı üzere, BM Güvenlik Konseyi‟nin Irak SavaĢı öncesinde, Irak‟ın BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlara uymadığı ve bu konuda önlem alınması gerektiği konusunda bir görüĢ birliğine vardığı ifade edilebilecektir. Bununla birlikte alınacak önlemlerin ne olacağına dair bir görüĢ birliği olduğunu söylemek mümkün değildir. 1441 sayılı karar, Irak‟ı „koĢulsuz iĢbirliğine‟ çağırırken aynı zamanda, bu iĢbirliğini bir takvime bağlamaktaydı ve Irak‟ın 30 gün içinde eğer elinde varsa, sahip olduğu kitle imha silahlarına iliĢkin envanteri BM‟ye sunmasını ya da bu silahlar eğer imha edildiyse nasıl ne zaman imha edildiğinin açıklanmasını istemekteydi. Irak, ayrıca bu delilleri sunmakla birlikte, UNMOVIC‟in de ülkeye gelmesine izin verecekti. Irak‟ın iĢbirliğine yanaĢmaması sebebiyle UNSCOM ülkeden çekilmiĢ yerine UNMOVIC kurulmuĢtu. Bununla birlikte UNSCOM yayınladığı son raporunda, “Irak 147 hükümetinin altı bin tip kimyasal bomba, yedi karadan karaya füze ve 2 Scud füzesinin ve bir çok kimyasal ve biyolojik silah malzemesinin açıklamasını yapamadığını” belirtmiĢti. UNSCOM‟a göre Irak, 26.000 litre Ģarbon ve 1,5 ton VX gazı üretilebiliyordu ki sadece 140 lt VX gazı ile bir milyon insanın öldürülmesi mümkündü (Keegan, 2005: 120). Daha önce silah denetçilerine karĢı uzlaĢmaz tutum sergileyen Saddam Hüseyin Yönetimi, ABD‟nin bu gerekçe ile müdahalede bulunacağının giderek yakınlaĢan bir ihtimal olması sebebiyle, denetçilerin daha geniĢ yetkilerle donatılarak ülkesinde inceleme yapmasına onay vermiĢti (Tanner, 2005: 286). 25 Kasım‟da UNMOVIC ve ilerleyen dönemde de IAEA‟ya mensup yüzü aĢkın denetçi denetlemelere baĢladı. Denetleme kapsamında, Ģüpheli görülen yerleri ziyaret ederek ve bilim adamlarını sorgulayarak görevlerini sürdürdüler (Keegan, 2005: 121). Irak yönetimince 7 Aralık‟ta ellerinde bulunan kitle imha silahlarının envanteri BM‟ye sunulsa da bu liste tatmin edici bulunmamıĢtı (Arı, 2004: 500). Zira ABD ve Ġngiltere kitle imha silahlarının Irak‟ta bulunmadığına ve var olanların da imha edildiğine dair somut delil istiyordu. 19 Aralık 2002‟de ABD BaĢkanı Bush, Irak‟ı 1441 sayılı kararı ihlal etmekle suçlamıĢ ve Kitle Ġmha Silahlarının yerlerinin tamamıyla açıklanmasını, aksi takdirde Irak‟ın “ciddi sonuçlarla” karĢılaĢacağını ifade etmiĢti (Keegan, 2005: 124). 26 Ocak 2003‟te DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell, Davos‟taki Dünya Ekonomik Forumunda, “çok taraflılık var olan sorunlarda hareketsiz kalmanın özrü değildir ve ABD, egemenlik haklarımızı korumak için gerekli olan askeri harekâtı yalnız ya da kolektif bir Ģekilde gerçekleĢtirebilecektir. “ diyerek olası bir askeri harekâtta ABD‟nin tek baĢına da hareket edebileceğini ifade etmiĢti (Copson, 2003: 2). 148 27 Ocak 2003‟te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) BaĢkanı Muhammed el-Baradei ve BM silah denetçileri (UNMOVIC) Ģefi Hans Blix, 60 günlük incelemelerinin ardından aĢağıda belirtilen detayları içeren raporlarını sunmuĢlardı (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2003; Arı, 2004: 502): Blix tarafından sunulan raporda; Irak yönetiminin, halen gerçek bir iĢbirliği için adım atmadığını, bu sebeple de uluslararası toplumun güvenini kazanamadığı; bu sebeple de barıĢ içinde yaĢama azmini gösteremediği ifade edilmiĢtir. Irak‟ın ilkesel bazda, iĢbirliğine onay verse de pratikte yeterli çabayı göstermediği ve denetçilere sunulan 12 bin sayfalık belgenin de eskisinin bir tekrarı olduğu belirtilmiĢti. Blix ayrıca, belgelerdeki çeliĢkilere de değinerek, göstergelerin Irak‟ın beyan ettiğinden daha fazla nükleer-biyolojikkimyasal silaha sahip olabileceğini belirtmiĢ, dolayısıyla Irak‟ın elinde halen kitle imha silahları bulunabileceğini ifade etmiĢti. Baradei‟nin raporunda ise; yapılan araĢtırmalara göre, Irak‟ın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair kesin bilgilere eriĢilemese de halen cevaplanması gereken çok sayıda soru bulunduğu ve var olan bilgilerin 1991 öncesine ait olduğu belirtilmekteydi. Dolayısıyla 1998 sonrası durumla ilgili Dünya kamuoyunu ikna edebilmek için Irak yönetiminin daha kararlı davranması gerektiği ve tüm sorunların cevapları alınana dek, araĢtırmanın devam ettirilmesinin faydalı olacağı ifade edilmekteydi. Daha önce de bahsedildiği gibi, BM Güvenlik Konseyi üyeleri arasında, Irak‟a karĢı alınacak önlemler konusunda bir fikir birliğinden söz etmek mümkün değildi. ABD ve Ġngiltere liderleri, gerek ülke içi konuĢmalarda gerekse uluslararası organizasyonlarda, dünya kamuoyuna yönelik olarak, Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğuna dair söylemlerini sürdürseler de, henüz somut bir delil ortaya koyabilmiĢ değillerdi. Irak‟la o dönem yoğun ticari iliĢkileri olduğu düĢünülen Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi üyeler, Irak‟a yönelik bir askeri operasyon 149 konusuna sıcak bakmıyorlardı. Bu dört ülke de denetimlerin bir süre daha devam etmesi gerektiğini belirtiyorlardı (Copson, 2003: 1). 5 ġubat 2003‟te ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell, BM Güvenlik Konseyi‟nde, Irak konusunda yapılan oturumda, Irak‟ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bunların denetçilerden gizlendiğini ispat etmek için yanında getirdiği; “istihbarat servislerinin” ürettiği kabul edilen çeĢitli belge, fotoğraf ve videoları BM temsilcileri ve CNN televizyonu aracılığıyla da tüm dünyaya sunmuĢtu (Gözen, 2006: 57). Gerilimin arttığı ve görüĢ ayrılıklarının derinleĢtiği bu dönemde, Ġspanya ve Ġtalya‟yı da içeren 8 Avrupa ülkesi, ABD‟nin tavrını destekleyen bir tezkere imzalamıĢtır (TaĢdemir, 2006: 244). Bu dönemde, Dünya çapında Irak‟a yönelik bir harekâta karĢı olanların sayısı artıyordu. 15 ġubat 2003‟te 600 Ģehirde toplam 100 milyon protestocu sokaklara döküldü. Sadece Londra‟da 2 milyon kiĢi savaĢ karĢıtı protesto gerçekleĢtirdi. Diğer taraftan savaĢ hazırlıklarını yürüten ABD, hızla bölgeye asker sevkine devam ediyordu (Keegan, 2005: 125-127). 24 ġubat 2003‟te ABD, Ġngiltere ve Ġspanya, Irak‟ın 1441 sayılı karara da uymayarak son Ģansı yitirdiğini ve kitle imha silahlarından vazgeçmediğini ilan eden ve Irak‟a karĢı askeri müdahaleyi onaylayan ikinci bir karar çıkarmak istedi. Bununla birlikte, özellikle Ġngiltere‟nin yoğun çabalarına rağmen 10 Mart 2003‟te Fransa Devlet BaĢkanı Chirac, böyle bir kararı veto edeceğini ilan etti. Ardından Rusya temsilcileri de aynı yönde karar vereceklerini bildirdi, bunun üzerine üç hükümet de diplomatik çabaların sonuçsuz kalacağını görerek 17 Mart‟ta BM Kararı çıkarmaktan vazgeçtiklerini ilan ettiler (Copson, 2003: 3-4). 7 Mart‟ta Hans Blix ve Baradei, Irak‟ta elde edilen bulgulara dair bir sunumda bulundu. Buna göre Irak, UNMOVIC‟le geçmiĢte olandan daha fazla iĢbirliği yapıyordu. Bununla birlikte, her Ģey tam olarak aydınlatılamamıĢtı. Irak‟ın elinde bulunduğu iddia edilen mobil biyolojik silah 150 laboratuarları ile yer altı tesislerinin varlığı araĢtırılmıĢ ancak hiçbir kanıt bulunamamıĢtı. Bulunan tek kanıt el-Samud füzeleriydi ki bu füzeler de 687 sayılı kararla yasaklanmalarına rağmen, menzilleri 150 km‟yi ancak geçebiliyordu. AraĢtırmanın tamamlanmasının bu aĢamada dahi aylarca sürebileceği ifade edilmiĢ, bu durum da ABD tarafında rahatsızlık yaratmıĢtı. Zira ABD‟nin Irak‟a bu kadar zaman tanımaya niyeti yoktu. IAEA adına söz alan El Baradei de Irak‟ın Nijerya‟dan uranyum aldığı tezini yalanladı (Keegan, 2005: 127-128). Bu raporlar, ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğuna dair öngörülerini boĢa çıkarıyordu. 17 Mart‟ta ABD BaĢkanı Bush, Saddam Hüseyin‟in Irak‟ı 48 saat içinde terk etmesini, aksi takdirde askeri müdahalenin gerçekleĢeceğini ilan etti ve verilen sürenin dolmasını müteakip Irak‟a karĢı askeri harekât baĢladı (Copson, 2003: 3-4). Irak SavaĢı ve sonrasında geliĢen süreç içinde Irak‟ta herhangi bir kitle imha silahı bulunduğuna dair bir kanıt bulunamamıĢtır. Zira hem denetçi raporları hem de savaĢ sonrasında yapılan açıklamalar da bunu teyit etmektedir. Ġngiltere‟de kurulan ve “Chilcot Komisyonu” olarak da ifade edilen komisyon, Irak SavaĢı hakkında incelemede bulunmakta, 2001-2009 yılları arasında alınan kararları ve alınan dersleri araĢtırarak, Irak SavaĢı kararının alınmasında etkili olan kamu görevlileri ve dönemin siyasetçileri ile ilgili soruĢturmaları yürütmektedir. Bu kapsamda Ġngiltere eski BaĢbakanı Tony Blair‟in de ifadesi alınmıĢtır. Tony Blair ifadesinde “11 Eylül saldırılarının Ġngiltere‟nin Saddam Hüseyin‟e yönelik politikasını tamamen değiĢtirdiğini; bu doğrultuda 11 Eylül öncesinde tehlikenin farkında olduklarını ancak bunu kontrol altında tutabileceklerini düĢündüklerini, 11 Eylül sonrasında ise, yaĢanan en önemli değiĢikliğin risk hesaplarının değiĢmesi olduğunu belirtmiĢtir.” Komisyonun kitle imha silahları konusundaki sorularını da yanıtlayan Blair, Irak hakkında savaĢ öncesi sahip olunan bilgilerin Ģu anda Irak‟ta kitle imha silahı bulunmadığına dair kesin bilgiler kadar net olmadığını 151 belirtmiĢtir. Ancak, Saddam Hüseyin‟in geçmiĢte bu silahları kullanarak bir milyonu aĢkın kiĢiyi öldürmüĢ olmasının ve BM ile herkesi memnun edecek düzeyde bir iĢbirliği gerçekleĢtirmemiĢ olmasının, insanlardaki endiĢeleri gidermediği ve savaĢ öncesi Irak hakkındaki istihbarat raporlarının da yanlıĢ olduğunu kabul ederek, bu raporların o anki bilgiler derlenerek hazırlandığını ve bugün ortaya çıkan bilgilerle geçmiĢi değerlendirmenin yanlıĢ olduğunu ifade etmiĢtir. Blair, Ġngiltere ve ABD‟nin Saddam Hüseyin konusunda kamuoyunda oluĢan Ģüphe ve endiĢeyi de dikkate alarak, somut delil bulunmasa ve Blix BaĢkanlığındaki ekibin de delil bulamamıĢ olması söz konusu olsa da, Irak‟a müdahale tercihini kullandığını ve tehlikeli gördüğü bu liderden kurtulmanın hem Ġngiltere‟yi hem de dünyayı daha güvende kılacağını düĢündüğünü ifade etmiĢtir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2010). Blair‟in ifadesinden, aslında ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğu konusunda yoğun Ģüpheleri bulunduğu; Irak yönetimi ne yaparsa yapsın bu kanaatlerinin değiĢmeyeceği anlaĢılmaktadır. Tablo-8‟de Irak SavaĢı öncesi ve sonrasında Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı bulunduğu iddialarına iliĢkin açıklamaları içeren bir çizelge verilmiĢtir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2005): Tablo-8‟den de anlaĢılacağı üzere, ABD ve Ġngiltere, savaĢ öncesinde ortaya atılan iddiaları kanıtlayacak herhangi bir delil bulamamıĢ ve bu konuda yanlıĢ istihbarat aldıklarını kabul etmiĢlerdir. Bununla birlikte, Irak SavaĢı‟nın haklı bir savaĢ olduğu ve Hüseyin yönetiminin devrilmesinin, ulusal güvenlikleri ve Dünyanın güvenliği açısından gerekli olduğu söylemini sürdürmüĢlerdir. 152 Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar Tarih 24 Eylül 2002 Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği Ġngiliz Hükümeti, Irak‟ın Kitle Ġmha Silahı (KĠS) geliĢtirme programı ile ilgili rapor yayımladı. Raporda; -Irak‟a KĠS kullanabilmesi için 45 dakika yeterlidir, -Nijerya‟dan nükleer silahlarda kullanabilen uranyum satın almıĢtır, -Blair, raporun yayınlandığı gün, “Saddam KĠS geliĢtirmektedir ve biz onu denetimsiz bırakamayız” Ģeklinde bir açıklama yapmıĢtır. 1 Ekim 2002 ABD Ulusal Ġstihbarat Ajansı, Irak tehdidinin hızla arttığını belirten bir rapor yayınlandı. 6 istihbarat ajansından derlenen bilgilerde; Saddam‟ın tekrar uranyum zenginleĢtirme faaliyetlerine giriĢtiği bilgisi yer aldı ve bu rapor Temmuz 2003‟te kamu oyu ile paylaĢıldı. 9 Ekim 2002 CIA ġefi George Tenet Saddam‟ın ABD‟nin askeri müdahalede bulunacağından emin olursa buna kimyasal ya da biyolojik silahla karĢılık verebileceğini belirten bir açıklama yaptı. 8 Kasım 2002 BM Güvenlik Konseyi 1441 sayılı karar çıkarıldı. Aynı gün Bush, Irak eğer 1441 sayılı karar uymazsa, ABD ve diğer devletler Saddam‟ı silahsızlandırma için gerekli her Ģeyi yapacağını ifade etti ve “Kanunsuz bir rejimin, nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üretmesi ya da geliĢtirmesine izin verilmeyeceğini ifade etti.” 18 Kasım 2002 BM Gözlemcileri Irak‟a dönerek araĢtırmalarına tekrar baĢladı 9 Ocak 2003 BM AraĢtırma Komisyonu Dedektifi Hans Blix, Güvenlik Konseyi‟ne yaptığı açıklamada, Irak‟ta KĠS olduğuna dair bir delil bulunamadığını bildirdi. 29 Ocak 2003 ABD BaĢkanı Bush, birliğin durumu (state of the union) konuĢmasında, Saddam‟ın silahsızlanmadığı tam tersine daha da güçlendiği ve yalan söylemeye devam ettiğini söyledi. 153 Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar (Devamı) Tarih 5 ġubat 2003 Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell Irak‟ın yasadıĢı eylemleri ve kandırmacaları ile ilgili bir sunum gerçekleĢtirdi. Sunumda, bildiği her Ģeyi paylaĢamayacağını ancak, uydu görüntüleri, istihbari bilgiler ve fotoğraflara dayanarak, Irak‟ın aktif ve sistematik olarak, KĠS üretme faaliyetlerini gizlemeye çalıĢtığının açıkça görülebilir olduğunu ifade etmiĢtir. 14 ġubat 2003 Hans Blix BM‟ye 2. raporunu sundu. Raporda, ilk rapordan daha umut verici olsa da, Irak‟ın hala ülkede KĠS bulunmadığını kanıtlamak için yapması gereken çok Ģey bulunmaktadır. 4 Mart 2003 ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld konuĢmasında, Irak‟ta kimyasal ve biyolojik silah bulunduğuna dair hiç Ģüphesinin bulunmadığını bildirdi. 20 Mart 2003 BM‟nin ikinci bir karar çıkarma çabaları sonuçsuz kalınca, ABD füze saldırıları ile birlikte Irak SavaĢı resmen baĢladı. 2 Mayıs 2003 ABD BaĢkanı Bush zafer ilan etti. 4 Mayıs 2003 ABD baĢkanı Bush konuĢmasında, “ABD askerlerinin Irak‟ta gizlenmiĢ silahları bulmasının an meselesi olduğunu “ifade etti. 5 Haziran 2003 1.400 Amerikan, Ġngiliz ve Avustralya askeri uzmanından oluĢan ekip, Irak‟ta KĠS arayan araĢtırma grubunu yönetmek üzere Irak‟a ulaĢtı. 6 Haziran 2003 Hans Blix, Irak SavaĢı‟na dek ABD ve Ġngiltere‟den gelen istihbari bilgilerin kalitesini eleĢtirdi. 6 Temmuz 2004 Ġngiltere BaĢbakanı Tony Blair, Irak‟ta kitle imha silahlarının hiçbir zaman bulunamayabileceğini ifade etti. 154 Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar (Devamı) Tarih 13 Temmuz 2004 Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği Bush, konuĢmasında halen KĠS bulunamamasına rağmen, Irak‟ın hala silah üretme kapasitesi olduğu ve Irak SavaĢı‟nın haklı bir savaĢ olduğunu ifade etti. 14 Temmuz 2004 Yayınlanan Butler Raporu’nda Ġngiliz Ġstihbarat Örgütü‟nün (MI6) haber kaynaklarını iyi denetlemediği ve bazen de üçüncü el kaynakları kullandığı ifade edilmiĢtir. Ayrıca 2002 raporunun (dosyasının) “45 dakika” meselesinin, ne olduğunu açıklamadan yayınlandığı için yanlıĢ olduğunu ifade ediliyordu. Tony Blair, bulguları kabul etti ve Irak‟ın SavaĢ baĢladığında kitle imha silahlarına sahip olmayabileceğini ifade etti. 28 Eylül 2004 Tony Blair, ĠĢçi Partisi konferansında, Irak‟ın kitle imha silahları ile ilgili belgelerin yanlıĢ olduğunu kabul etti ancak Irak liderinin devrilmesi ile ilgili olarak kamu oyundan özür dilemeyi reddetti. 6 Ekim 2004 Irak AraĢtırma Grubu, açıkladığı sonuç raporunda, Irak‟ta KĠS bulunamadığını açıkladı. 12 Ocak 2005 ABD Irak‟ta artık KĠS aranmadığını açıkladı. Tablodan da anlaĢılacağı üzere, ABD ve Ġngiltere, savaĢ öncesinde ortaya atılan iddiaları kanıtlayacak herhangi bir delil bulamamıĢ ve bu konuda yanlıĢ istihbarat aldıklarını kabul etmiĢlerdir. Bununla birlikte, Irak SavaĢı‟nın haklı bir savaĢ olduğu ve Hüseyin yönetiminin devrilmesinin, ulusal güvenlikleri ve Dünyanın güvenliği açısından gerekli olduğu söylemini sürdürmüĢlerdir. AĢağıda, Ġngiliz ve ABD istihbarat servislerinin Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı olduğuna iliĢkin neden yanılgıya düĢtüğüne dair ortaya konulan 4 teori incelenmektedir. Bunları Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür (Taylor, 2007: 264): 155 Ġstihbarat Komplosu Teorisi : Bu teoriye göre, ABD ve Ġngiliz istihbarat örgütleri, Irak‟la savaĢa girme konusunda o kadar kararlıydı ki, Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair, hükümetlerine yanlıĢ istihbarat sağlamaktan geri kalmadılar. Savunma Ġstihbaratı Komplo Teorisi: Ġki ülkedeki savunma kaynaklı istihbarat örgütleri, kanıtları değiĢtirdiler. Böylece Irak‟ı iĢgal etmeleri için gerekli ortamı hazırladılar. Grup DüĢüncesi Teorisi: Irak‟taki KĠS ile ilgili istihbarat analistleri, kullanılabilir deliller hakkında karar verirken, Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair grup düĢüncesini kabul ettiler. Bürokratik Baskı Teorisi: Bu teori ”istihbaratı karar alıcıların tarifine göre piĢirmek” olarak yöneticilerin, istihbari da tanımlanmaktadır. Bu bilgileri doğrultusunda yönlendirdiği tepedeki karar teori, alıcıların bürokratik görüĢleri ve astlarına da bu yönde bilgileri Ģekillendirmesi konusunda baskı yaptığını ifade etmektedir. Bu teoriler değerlendirildiğinde, ilk üç teori konusunda herhangi bir delil bulunmadığı ve geçerlilikleri konusunda tartıĢmalar bulunduğu ifade edilebilecektir. Bununla birlikte 4. teori akla en yatkın olan teoridir. Buna göre, pek çok kıdemli bürokrat, devletin tepe yöneticileri ile olan iliĢkilerini sağlamlaĢtırmak ve bürokraside hızla ilerleyebilmek için, istihbarat örgütü yetkilileri ile sürekli görüĢerek, Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair istihbari bilgi bulmalarını talep etmiĢler ve bu taleplerini de sık sık tekrarlayarak, gerekirse yeniden inceleme yapılmasını istemiĢlerdir. Bu durumun analistler üzerinde bürokratik bir baskı oluĢturduğu ve analistlerin, istenilen yönde raporlar hazırlamalarına neden olduğu ifade edilebilecektir. Aynı Ģekilde “grup düĢüncesi” teorisi de bu yönde değerlendirilebilecektir. Zira grupta oluĢan genel karar, grup üyeleri üzerinde bir baskıya sebep olacak ve üyelerin bu karara katılmalarına sebep olabilecektir (Taylor, 2007: 264). Sonuç olarak, ABD ve Ġngiltere açısından bakıldığında, Irak‟ta kitle imha silahı olduğuna dair kesin delil bulmanın da büyük bir önemi olmadığı anlaĢılmaktadır. Bu yönde hazırlanan istihbarat raporlarının da zaten alınmıĢ 156 olan iĢgal kararını, Dünya kamuoyuna kabul ettirebilmek amacıyla hazırlandığını ifade etmek mümkündür. Bu noktada, Irak SavaĢı‟nı sadece Irak‟ta bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının bulunması ve yok edilmesi gibi bir gerekçe ile açıklamak mümkün gözükmemektedir. Nitekim 2003 Mayısında Vanity Fair Dergisi‟‟ne açıklama yapan Paul Wolfowitz, kitle imha silahları temel neden olsa da savaĢın baĢka gerekçeleri de olduğunu ifade etmiĢtir. Wolfowitz demecinde “krizin baĢından beri üç temel durum olduğunu; bunlardan ilkinin kitle imha silahları, ikincisinin terörizme verilen destek ve üçüncüsünün de Irak halkına karĢı iĢlenen insani suçlar“ olduğunu ifade etmiĢtir (ABD Savunma Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). (2) Saddam Hüseyin Yönetiminin Uluslararası Terörizme Destek Verdiği Ġddiası Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen en önemli konulardan birisi de, Saddam Hüseyin Yönetiminin uluslararası terörizme özellikle de El-Kaide‟ye destek verdiği iddiası idi. Irak açısından asıl sorun, geçmiĢte kendi halkına dahi kitle imha silahıyla müdahalede bulunması ve Kuveyt‟i iĢgal etmiĢ olmasıydı. Hüseyin Rejimi ne kadar kontrol altında olursa olsun, tehdit olarak görülmekte ve terör faaliyetlerine destek verdiği düĢünülmekte idi. ABD‟yi kaygılandıran diğer hususlar da Irak‟ta kitle imha silahları bulunması ve Irak‟ın bu silahları üretme teknolojisini teröristlerle paylaĢma ihtimalleriydi ki bu ihtimaller, yalnızca ABD‟nin değil, bölge ülkelerinin hatta tüm dünyanın Irak‟tan tehdit algılamasına neden oluyordu. 11 Eylül Saldırısı sonrasında yapılan ilk açıklamalarda Bush ve Rice, saldırıların doğrudan Irak‟la bağlantılı olduğu ya da Irak‟tan desteklendiğine dair bir açıklamada bulunmasa da; Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz, “saldırganların Irak tarafından desteklendiğini” ileri sürmekteydi (Daalder ve Lindsay, 2003: 128‟den akt. Gözen, 2006: 53). 157 Aslında Bush, ilk göreve geldiğinde terörizmi öncelikli bir hedef olarak görmemiĢti. Bush açısından terörizm, ABD vatandaĢları için tehlike yaratıyor ve ülke için rahatsızlık yaratıyor olsa da ülkenin genel istikrarını etkilemiyordu. Bu doğrultuda, 11 Eylül öncesinde ülkede gerçekleĢtirilen terör saldırıları da bu görüĢü destekliyordu (Tanner, 2005: 224). Ancak ilerleyen dönemde Bush, teröre karĢı görüĢlerini daha net bir biçimde ifade etmeye baĢladı. Bush‟un basın açıklamaları ve halka hitap ettiği konuĢmalarda bu durumu görmek mümkündü. 29 Ocak 2002‟deki “Birliğin Durumu” konuĢmasında Bush, Irak‟ın ABD‟ye karĢı düĢmanca davranmaya ve terörü desteklemeye devam ettiğini ifade etmiĢti (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2010). ABD‟de kurulan 11 Eylül Komisyonunda görevli Judith S. Yaphe tarafından 9 Haziran 2003‟te komisyona sunulan raporda, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak‟tan, uluslararası terörizme destek veren baĢat devletlerden biri olarak söz edilmekteydi. Rapora göre, Bağdat yönetimi aĢağıdaki Ģekillerde terörizme destek veriyordu (Yaphe [web], 2003): Aktif olarak Destek Vererek: Güvenli bölgeler sağlayarak, eğitim imkânı sağlayarak, lojistik destek vererek, grupları Hüseyin‟in hedeflerine göre yönlendirerek, terörizme destek veriliyordu. Teröristler, Hüseyin‟in izni olmadan Hüseyin yönetiminin kontrolü altındaki bölgelerde ofis açamaz, eğitim faaliyetlerinde bulunamaz ve bölgelerde serbestçe dolaĢamazdı. Yabancı Terörist Grupları Bir DıĢ Politika Aracı Olarak Kullanarak: Saddam Hüseyin tarafından desteklenen gruplar, eğer Saddam Hüseyin, bir komĢu ülke ile iliĢkiye geçmek istiyorsa, Irak tarafından bu grupların korunmadığı iddia ediliyordu. Eğer Saddam Hüseyin, komĢu ülkeye baskı yapmak istiyorsa, Hüseyin‟in bu grupları, komĢu ülkeye karĢı eylem yapmaları için cesaretlendirmesi söz konusuydu. Bu gruplar, Hüseyin‟in taleplerini yerine getirmezlerse Irak‟tan çıkarılırlardı. 158 Yaphe tarafından hazırlanan raporda yukarda belirtildiği üzere, Irak yönetiminin terörizme destek verdiği konusunda bir Ģüphe bulunmamaktaydı, zira Hüseyin Rejimi terörizmi, Iraklıları baskı altında tutmak ve rakiplerini elimine etmek için de kullanmaktaydı. Mukhabarat (muhabere-gizli servis) adı verilen örgüt vasıtasıyla siyasi cinayetler iĢleniyordu. Burada amaçları kendi rejimlerine tehdit olarak gördüğü iç ve dıĢ unsurları yok etmekti. Aynı Ģekilde Saddam, gelecek planlarına eriĢmek ve kendisini tüm Arapların lideri konumuna getirmek için de uluslararası terörizme destek vermiĢti. Bu amaçla da 1970‟lerden beri, radikal Araplara ve Filistinlilere destek vermiĢti. Bağdat yönetimi, geçmiĢte Ebu Nidal Örgütü, Filistin KurtuluĢ Örgütü, Filistin‟in KurtuluĢu Ġçin Demokratik Cephe gibi örgütlere destek verdiği gibi, Arap Özgürlük Hareketi (Arab Liberation font-ALF) adı altında, Ġsrail‟le yürütülecek savaĢlarda kullanılmak üzere bir örgüt oluĢturmuĢtu. ALF, hiçbir terörist aktiviteye karıĢmasa da, Saddam tarafından, 1970‟lerde ve sonraki intifada hareketlerinde Filistinlileri tahrik etme amaçlı kullanılmıĢtı. Saddam ayrıca, intihar eylemcilerinin ailelerine 25.000 Dolar vereceğini taahhüt ederek, intihar eylemcilerini motive etmek ve ailelerine de destek sağlamak istemiĢtir. Bununla birlikte, Saddam ve Usame Bin Ladin arasında iliĢki olduğu, Saddam‟ın El Kaide‟yi desteklediği ve 11 Eylül saldırılarında rolü olduğu konusunda Ģüpheler bulunduğu belirtilmektedir. Buna göre, Saddam Hüseyin, aĢırı gruplara destek verse ve bu gruplar, kendi emirlerine uysa ve kendi düĢmanlarına karĢı çalıĢsa da bu durum, ABD‟ye karĢı yapılan El Kaide saldırılarının ana faili durumuna getirmemektedir. Saddam, din ve etnik köken ayrımı yapmaksızın kendine tehdit olarak gördüğü unsurları yok etmeyi amaçlamıĢtır. Saddam tehdit olarak gördüğü kiĢi ya da unsurlara karĢı, faaliyet gösteren terör örgütlerine destek verse de bu örgütlerin Irak‟ta faaliyette bulunmasına izin vermemiĢtir. Saddam, laik ve milliyetçi bir görüĢü savunuyordu ve tek önceliği kendisi ve devletti (Yaphe [web], 2003). SavaĢ öncesinde Bush yönetimi, El Kaide ve Saddam Hüseyin arasında bağlantı kurmak için uğraĢ verdi. Bu doğrultuda, BaĢkan Yardımcısı Cheney, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezinin bombalanmasında kilit rol oynayan terörist Remzi Yusuf‟un Irak‟lı olduğunu ileri sürüyordu. Aynı Ģekilde yayınlanan istihbarat raporlarında da herhangi bir kanıt bulunamasa da 11 159 Eylül‟ün ele baĢı olarak gösterilen Muhammed Atta‟nın, Prag‟da Irak büyükelçisiyle görüĢtüğü iddia ediliyordu. Aynı dönemde, Bakan Rumsfeld tarafından, Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan Özel Planlar ġubesi, Saddam ve El Kaide arasında bağlantı kurmakla görevlendirildi. Saddam Hüseyin ve El Kaide arasında bir bağlantı kurmak kolay değildi. Zira ideolojik açıdan bakıldığında, Saddam Hüseyin ve El Kaide lideri Usame Bin Ladin‟in görüĢleri birbirine zıttı. Saddam ve lideri olduğu Baas Partisi, milliyetçi bir temele sahipti; aynı zamanda da laikti. Amaçları, dinine bakılmaksızın, tüm Arapları tek çatı altında toplamaktı. Bin Ladin‟in hedefi ise, ulusal ve etnik sınırları aĢan, evrensel bir Ġslam devleti kurmaktı. Ġki lideri aynı çıtaya sokabilecek olan durum, iki liderin de ABD karĢıtı olması idi. Bununla birlikte ABD‟ye karĢı olsa da Saddam Hüseyin‟in Bin Ladin‟e destek vererek onun ideolojisinin etkisine girmesi durumunda, Bin Ladin‟in onu ve partisini tasfiye etmesi muhtemeldi (Galbraith, 2007: 80). Hayatı boyunca idealleri uğruna mücadele etmiĢ bir diktatörün, görüĢlerinden vazgeçmesi ve kendisini ve ülkesinin geleceğini, El Kaide‟nin ve Bin Ladin‟in ellerine bırakması kolaylıkla kabullenilebilecek bir durum değildir. Yaphe‟nin raporunda da El Kaide ve Saddam‟ın iliĢkili olduğu iddialarına değinilmiĢ, bu noktada, Saddam‟ın, El kaide‟yi ABD‟ye karĢı saldırılar için stratejik bir ortak olarak görmekten ziyade bir düĢman olarak gördüğünü; zira Bin Ladin‟in Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgali sonrasında, Irak‟a saldırmayı planladığının bilindiğini ifade etmiĢtir. Aynı Ģekilde Irak‟ta yakalanan El Kaide üyeleri de Bin Ladin‟in, Saddam için ya da Saddam‟la birlikte çalıĢmayı reddettiğini ifade etmiĢtir. El Kaide hücrelerinde ve destek mekanizmalarında yapılan incelemelerde, grupların küresel bir ölçekte çalıĢtığı ve farklı bölümlemelerden oluĢtuğu görülmektedir. Pek çok lideri, iyi eğitimli ve Batı üniversitelerinde iyi hazırlanmıĢ kiĢilerdir. El Kaidenin yapısı incelendiğinde, bu noktada, El Kaide‟nin Irak Hükümetinin desteğine de fazla ihtiyaç duymadığı söylenilebilecektir. Bununla birlikte, terör örgütleri hakkında toplanan istihbaratın yine terör örgütleri ve teröristlerden elde edildiği düĢünüldüğünde, bu bilgilerin de mutlak güvenilir kaynaklar olduğunu düĢünmek zordur. Yaphe‟ye göre Remzi Yusuf‟un Irak‟tan kontrol edildiği bilgisi tartıĢmalıdır. Buna göre, Irak istihbaratı; Doğu Almanya, Çek 160 Cumhuriyeti ve Sovyet unsurlarınca eğitilmiĢlerdi ve uzun menzilli, uzun süreli operasyonlar gerçekleĢtirmekte baĢarılı olamıyorlardı. Buna göre Irak‟ın Remzi Yusuf‟u koordine etmesi mümkün değildi. Aynı Ģekilde radikal Müslümanların kimyasal, biyolojik ya da nükleer silahları taĢımak için bir devletin desteğine de ihtiyacı yoktu, zira daha önce de belirtildiği gibi bu teröristler zaten bu teknolojiye ve bilgiye sahipti ve pek çoğu da batı üniversitelerinde eğitim almıĢlardı. Yaphe, sadece kökten dinci Müslümanların El Kaide için ya da El Kaide ile birlikte çalıĢabileceği iddiasına da karĢı çıkmaktadır. Buna göre, basında çıkan bilgilere göre, 11 Eylül‟ü gerçekleĢtiren teröristler son günlerini, barlara giderek kadınlarla zaman geçirerek, içki içerek ve neye ihtiyaç duyuyorlarsa onu yaparak geçirmeleri konusunda talimat almıĢlardı. Bu durum bu kiĢilerin aslında kökten dinci olmadıklarının bir kanıtıydı (Yaphe [web], 2003). Yaphe, Saddam ve Bin Ladin‟in farklı mezheplere bağlı olmaları ya da laik ya da dindar bir dünya görüĢüne sahip olmaları nedeniyle birlikte çalıĢmayacakları iddiasına da karĢı çıkmaktadır. Buna göre, terörist gruplar ve bu gruplara destek veren devletler, taktiksel olarak birbirleri ile iĢbirliği yapmıĢlardır ve bunda da ideolojik farklıkların bir önemi yoktur. 1979‟da Ġran Devrimi sonrasında, Ġran‟daki radikal Ġslamcı rejim, yasal ve yasal olmayan yollarla rejim ihracı politikası gütmüĢtü. Bu doğrultuda, Sünni radikallerle temasa geçmeye çalıĢmıĢ ve Mısır‟daki Müslüman kardeĢler Örgütü ile irtibat kurmuĢtu. Diğer taraftan, Lübnan‟daki ġiilerle karĢıt görüĢte olan Hizbullah örgütüne destek verilmiĢti. Buna göre Ġranlılar, ideolojik görüĢleri ve mezhep farklılıklarını dikkate almayarak amaçları doğrultusunda hareket etmiĢlerdi. Zaten, hem Sünni radikaller hem de ġiiler, Ġslami bir devlet sistemi altında ve ġer‟i düzende yaĢamak istiyordu ve bu görüĢ doğrultusunda ortak hareket edebiliyorlardı. Aynı Ģekilde Saddam Hüseyin‟in de Arap liderliği için Sünni radikallere destek vererek Hafız El Esad‟a karĢı iĢbirliği yaptığı ifade edilmektedir. Saddam ve Bin Ladin‟in birlikte hareket etmesini engelleyen, bu ikilinin farklı ideolojilerinden ziyade, Saddam‟ın, Bin Ladin‟in kendine karĢı olan düĢmanlığını bilmesi ve bir sonraki hedefin kendisi olacağını tahmin etmesiydi. Aynı Ģekilde, Irak‟lı ajanların Sudan, Çek Cumhuriyeti ve Afganistan‟da El Kaidelilerle toplantılar yaptıkları iddiası da zayıftır. 1980 ve 161 1990‟larda her uluslararası terör örgütü Sudan‟da temsil ediliyordu. Ayrıca, Çekoslovakyalı ve ABD‟li istihbaratçılar, El Kaide yöneticisi Muhammed Atta ve Irak‟lı yetkililer arasında herhangi bir toplantı yapıldığını teyit edemeyeceklerini ifade etmiĢtir. Yine Irak‟lı istihbaratçı, eski büyükelçi ve Afganistan‟da Bin Ladin‟le görüĢen Faruk Hicazi‟ye göre ise, El Kaide‟nin hiçbir hükümete mal edilmesi ve El Kaide‟nin herhangi bir hükümetin emri altına girmesi mümkün değildi (Yaphe [web], 2003). Yapılan çalıĢmalar sonucunda, Saddam Hüseyin‟in terörizme destek verdiği konusunda bulunabilen tek delil, Ġsrail‟e karĢı yürütülen direniĢ eylemlerinde, çarpıĢmalarda ve intihar eylemlerinde ölen Filistinlilerin ailelerine maddi destek vermesiydi (Tanner, 2005: 290). Bu durum da Müslüman devletlerin çoğunluğu tarafından Filistinli direniĢçilere gizli-açık pek çok desteğin verildiği dikkate alındığında, tek baĢına yeterli bir gerekçe değildi. Zira madem Filistinli intihar bombacılarına destek verenler ABD‟nin terörle savaĢının hedefi olacaktı, o halde neden diğer destek verenlerin de cezalandırılmadığını açıklamak kolay değildi. Sonuçta Irak‟ın uluslararası terörizme destek verdiği, özellikle de El Kaide ve Bin Ladin‟le iliĢkisi olduğuna dair net bir delil bulunamamıĢtır. Bu noktada Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında sayılan bu hususun da Irak SavaĢı‟nı haklı gösterecek boyuta ulaĢamadığı ifade edilebilecektir. (3) Irak’ı DemokratikleĢtirmek, Irak Halkını ÖzgürleĢtirmek Ġddiası Irak SavaĢının lanse edilen en önemli gerekçelerinden biri, Irak‟ı demokratik bir ülke haline getirerek Irak halkını özgür kılmaktı. Buna göre, diktatörlükle yönetilen Irak‟ta hem halk kötü Ģartlarda ve baskı altında yaĢıyor hem de Saddam Hüseyin‟in çıkarları ve kiĢisel ihtirasları ile Irak Devleti, komĢu devletlerde ve genel olarak bütün dünyada bir tehdit unsuru olarak görülüyordu. 162 Demokratik Irak, kuĢkusuz herkesin olumlu göreceği bir Ģeydi. Ancak bir ülkeye demokrasi getirmek savaĢ nedeni sayılabilir miydi? Bu sorunun cevabını incelerken kısaca demokrasi kavramının geliĢimi ve terörizmdemokrasi iliĢkisinin incelenmesi, faydalı olacaktır. Kökeni eski Yunancadan gelen demokrasi; “halk” anlamına gelen “demos” ve “güç” anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleĢiminden meydana gelmiĢtir ve “halkın gücü” anlamına gelmektedir (Ober, 2008: 3). Buradaki güç kavramından iktidar ve yönetme kavramlarına ulaĢılmaktadır. Sonuçta, demokrasi kelimesiyle en yalın ifadesiyle, “halkın yönetimi” kastedilmektedir. Literatürde demokrasi ile ilgili bir fikir birliği bulunmasa da yaygın olarak demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi-halkın halk tarafından halk için yönetilmesi biçiminde tanımlanmaktadır. Buradan yola çıkarak doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi ayrımı ortaya çıkmaktadır. Zira eğer halk doğrudan kendi kendini yönetiyorsa ve kararlar, “referandum” gibi yöntemlerle alınıyorsa burada doğrudan demokrasi söz konusu iken; kararlar, halkın seçtiği temsilciler aracılığı ile alınıyorsa da burada temsili demokrasiden söz etmek mümkündür. Demokrasi ilk çağlardan beri filozofların temel araĢtırma konularından biri olmuĢ, demokrasiyi olumlu gören görüĢler olduğu gibi olumsuz ve tehlikeli gören görüĢler de olmuĢtur. Demokrasiyi olumlayan görüĢlere göre, demokrasi insanoğlunun yönetilebileceği en iyi yönetim biçimidir. Zira halk demokratik araçlarla doğrudan ya da temsilcileri vasıtası ile kendileri ile ilgili kararları kendileri almaktadır. Demokrasi, bu anlamda “çoğunlukla aynı görüĢe sahip bireylerin taleplerini yerine getiren bir yönetim biçimi” biçiminde anlaĢılabilmektedir. Bu noktada demokrasi, çoğunluk için olumlu bir değerken azınlık için olumsuz bir anlam kazanabilmektedir. O halde demokrasinin, iktidar sahiplerinin azınlık üzerinde tahakkümünü engellemesi için belli araçlarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu araçlardan en etkilisi Ģüphesiz kuvvetler ayrılığıdır. Yasama, yürütme ve yargının ayrı güçlerin elinde olması, günümüz demokrasilerinin temel prensibi haline gelmiĢtir. Batı tarzı demokrasi, her tür görüĢün temsil edildiği ve azınlıkta kalan görüĢlerin 163 de temsil imkânı bulunan ve bu azınlıkların da haklarının savunulduğu bir ideal tür haline gelmiĢtir. Batı tipi demokrasiler aynı zamanda, serbest piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ilkeleri gibi liberalizmin ilkeleri ile bütünleĢmiĢtir. Bu tip demokrasi aynı zamanda Batı dünyasının da tercih ettiği “liberal demokrasi” anlayıĢını göstermektedir. Batı tipi demokrasinin ilk örneklerini görebilmek için Ortaçağ‟a kadar gidilebilmekle beraber, günümüzdeki uygulama, Aydınlanma Dönemi, Fransız Ġhtilali ve Amerikan Bağımsızlık savaĢı gibi olayların da etkisiyle ĢekillenmiĢ ve 20. yüzyılın baĢından itibaren geliĢmeye baĢlamıĢtır (Ural, 1999: 451). Demokrasiyi üç dalga biçiminde inceleyen Huntington‟a göre (1991: 2); ilk uzun süreli demokrasi dalgası, 1820‟lerde erkek nüfusun büyük bölümünün oy kullanma hakkını elde etmesiyle baĢlamıĢ ve 1926‟ya dek sürmüĢtür. Bu dalgada, 29 ülke demokrasiyi benimsemiĢtir. Ardından, 1922‟de Ġtalya‟da Musolini‟nin iktidarı ile birlikte, bir “ters dalga” oluĢarak tüm Dünya‟da demokrasi ile yönetilen ülke sayısını 12‟ye kadar düĢürmüĢtü. 2. Dünya SavaĢı‟ndaki müttefik devletlerin hareketi ile birlikte 2. demokrasi dalgası baĢlamıĢ ve 1962‟ye gelindiğinde, demokrasi sayısı 36‟ya kadar çıkmıĢtı. Bu dalganın ardından 1960-1975 arası süren 2. “ters dalga” baĢlamıĢ ve demokrasi ile yönetilen ülke sayısı 30‟a düĢmüĢtü. 3. ve en son Demokrasi dalgası, 1974‟teki Portekiz Karanfil Devrimi sonrasında 1990‟a kadar tüm Dünyada etkili olmuĢ ve pek çok ülkede demokrasiye dönüĢ gerçekleĢmiĢti. Üçüncü demokrasi dalgası ile birlikte demokrasi, daha öncesi bir batı fenomeni iken küresel boyutlara ulaĢmıĢtır. Üçüncü dalga baĢladığında çok azı Batı Dünyası dıĢında olmak üzere, yalnızca 40 demokratik ülke varken, 1990‟a gelindiğinde bu sayı, 79‟a ulaĢmıĢtır. 1995‟e gelindiğinde, bu sayı 117‟ye ulaĢmıĢ ve her beĢ devletten üçü, demokrasi ile yönetilmeye baĢlamıĢtır (Diamond, 2010: 93). Günümüzde, teokrasi ile yönetilen sınırlı sayıda devlet, birkaç Asya devleti ve krallıklar sayılmaz ise, demokrasi olarak 164 nitelendirilmeyen bir devlet bulmak zordur (Hobsbawn, 2008: 98-99). 2005 verilerine göre, özgür seçimlerin yaĢandığı demokratik ülke sayısının 122‟ye ulaĢtığı ifade edilmektedir (Breitbart Ġnternet Sitesi [web], 2010). Günümüz Batı tarzı demokrasisinin, en belirgin özellikleri, serbest seçimle ve açık oyla oluĢan bir parlamentonun ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığı biçiminde ifade edilebilir. Yürütme ve denetleme görevini de temsil eden parlamentonun seçilmiĢ üyeleri, söz konusu güçleri de seçmenler adına kullanma yetkisini haizdirler. “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi özellikle, yargı gücünün bağımsız olması, yürütme ve denetleme gücünün doğru ve yerinde kullanılmasının da teminatı olarak görülmektedir. Bu anlamda demokrasinin ayrıcalığı, bireysel hak ve özgürlüklerin ve sadece insanın insanla değil, insanın toplum ve devletle olan iliĢkisinin de teminat altına alınabilmesidir. Bu sayılan özellikler, Batı tarzı bir demokrasinin hukuki özelliklerini gösterir ve hemen hemen her ülkede benzer özellikler göstermektedir. Bununla birlikte farklı ülkelerdeki demokratik kurumların iĢleyiĢleri, bu toplumlardaki bireylerin kültürel özellikleri ve toplumsal değerlerine bağlı olarak farklılaĢabilmektedir (Ural, 1999: 452-453). Farklı bir anlatımla, bir ülkedeki demokrasinin iĢleyiĢinin anlaĢılabilmesi için yalnızca hukuki düzenlemelerin incelenmesi yeterli değildir. Bir ülkenin demokrasisi, yapılan hukuki düzenlemelerle birlikte, o ülkenin kültürel özelikleri ve toplumsal değerlerini de içermektedir. Bu durum, her toplumda farklı bir demokrasi algısı olduğunun dolayısıyla ülkeler arasında farklı demokrasi uygulamaları bulunabileceğinin göstergesidir. Batı Dünyasının demokrasi anlayıĢı, Soğuk SavaĢın sonra ermesi, küreselleĢme, artan teknoloji ile birlikte tüm Dünyaya yayılmıĢ ve genel geçer bir tür halini almıĢtır. Bu durum, demokrasi dıĢındaki yönetim biçimlerine pejoratif bir anlam kazandırmıĢ; pek çok otokratik yönetim kendini demokrat olarak nitelendirmeye baĢlamıĢtır. Bu yönetimler, rakipleri bastırma ve hatta yok etme, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü zedeleme, medya unsurlarını kontrol etme gibi baskı ve Ģiddet yollarıyla kendi iktidarlarını sağlamlaĢtırırken, demokrasi adına hareket ettiklerini iddia edebilmektedir. 165 KuĢkusuz Irak‟ı demokratikleĢme gerekçesiyle savaĢa giriĢen ABD için asıl amaç yalnızca Irak‟ı dönüĢtürmek değildi, asıl hedef Büyük Orta Doğu Projesi (GeniĢletilmiĢ Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi) ile ilgili bölümde de anlattığımız üzere, tüm Orta Doğuyu Ģekillendirmekti. Irak‟ta esecek demokrasi rüzgârı Suriye, Ġran ve diğer bölge devletlerinde de “demokrasiyi” hakim kılacaktı. Peki, bu ölçüde vurgulanan demokrasi ile ne kastediliyordu? Irak‟ta Saddam Hüseyin rejiminin yerine geçecek demokratik bir hükümet, diğer Arap ülkelerine ve Ġran‟a “demokratik dalga” etkisi yaratacaktı ki bu teoriye “bölgesel demokrasi teorisi” de deniyordu (Tunç, 2004: 141). ABD‟nin dünyaya demokrasi yayma fikri yeni değildi. Bush‟un demokrasiyi yayma propagandası, aslında 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana devam eden ABD politikasının davamı sayılabilirdi. Soğuk SavaĢ yıllarında ABD, yoğun bir Komünizm propagandası ile etkisini artırmaya çalıĢan SSCB ile mücadele ederken de demokrasiyi yayma fikrini savunmuĢtu. Nitekim ABD BaĢkanı Truman, Sovyet tehdidine karĢı özgür ulusların desteklenmesi gerektiğini savunmuĢtu. Truman, sonradan Truman Doktrininin resmen ilanı olarak da ifade edilen, 12 Mart 1947 tarihli kongre konuĢmasında, Sovyet tehdidi altında bulunan Yunanistan ve Türkiye ile ilgili olarak yardım kararı alınması için talepte bulunmuĢ; maddi yardım ve bu ülkelerin askeri personelinin ABD‟de eğitilmesi için destek istemiĢti. KonuĢmasında aĢağıdaki sözleri sarf ederek demokrasinin desteklenmesi gerektiğini ifade etmiĢti (Truman Library Ġnternet Sitesi [web], 2010): “... Silahlı azınlıkların tehdidi veya dıĢ baskılara maruz kalan özgür halkları desteklemek, bir ABD politikası olmalıdır. Özgür halklara kendi yollarında kendi kaderlerini tayin etmeleri için destek vermemiz gerektiğine inanıyorum...” Yine Reagan‟ın Ġngiltere Ayanlar Meclisindeki (British House of Common) bir konuĢmasında zikrettiği gibi, Amerikan dıĢ politikasının en öncelikli hedeflerinden birisi, baĢta Doğu Avrupa‟da ve Sovyetler Birliği‟nde olmak üzere demokrasiyi yaymaktı. Böylece Reagan, nükleer güce sahip 166 ülkelerin kendi vatandaĢları üzerinde korkuya dayalı sarsılmaz bir otorite kurma hakkını reddetmiĢti. Ayrıca, basın hürriyeti, iĢçi sendikaları, siyasal partiler ve akademik özgürlük gibi, demokratik kurumların alt yapısını hazırlayan unsurları destekleyen öneriler getirmiĢti. Bu konuĢmanın ardından, deniz aĢırı ülkelerde demokratikleĢme amaçlı yardım faaliyetlerini yürüten, Ulusal Demokrasi Vakfı (The National Endowment for Democracy) kurulmuĢtu (Mann, 2004: 181-182). 1980‟lerde Neo-realist görüĢler ABD‟de egemen olmuĢtu. Neorealistler, inandıkları değerlerle ilgili olarak BM AntlaĢmasına referans verirler. “Self determinasyon, insan hakları ve demokrasi” için güç kullanmayı haklı bulurlar ki bu da Reagan Doktrini ile ifade edilmektedir. Reagan Doktrini, Amerikan gücünün, dünya için tehlikeli olduğu görüĢünü ve Breznev‟in; “Komünizmin, değiĢtirilemez-geri çevrilemez olduğu iddiasını” reddetmektedir. Reagan, diktatörlük ya da Sovyet rejimlerine karĢı güç kullanımına ve bu durumlarda ABD yardımına da izin vermektedir. Baskı altındaki rejimlere soykırım ve iĢgale karĢı da ABD yardımını onaylamaktadır (Kirkpatrick ve Gerson,1991: 1-36). Bu örneklerde de görüldüğü üzere, Bush Doktrini oluĢturulurken, geçmiĢteki demokrasi söylemleri de dikkate alınmıĢ ve Irak SavaĢı‟nda da demokrasi propagandası yapılmıĢtı. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD BaĢkanı Bush, 12 Eylül 2002‟de BM‟ye hitaben, Irak‟ı kitle imha silahı üretmek ve terörizme destek vermekle suçladığı konuĢmasında, demokrasiye de değinmiĢti. Bush konuĢmasında aĢağıdaki ifadeleri kullanarak Irak‟ta demokratik bir düzen oluĢturulması ve halkın baskı ve tehditlerden uzak tutulması için ABD‟nin gerekli desteği yapacağını ifade etmiĢti (CBS News Ġnternet Sitesi [web], 2010): “ABD‟nin Irak halkı ile bir sorunu bulunmamaktadır. Irak halkının özgürlüğü, büyük bir ahlaki gerekçe ve büyük bir stratejik hedeftir. Irak halkı özgürlüğe ihtiyaç duymakta ve her milletin güvenliği de bunu gerektirmektedir. Özgür toplumlar, iĢkence ile ya da fetih ile tehdit edilmezler ve açık toplumlar, 167 Dünyayı kitle ölümleri ile tehdit etmezler. ABD, Irak‟ın bütününde siyasal ve ekonomik özgürlüğü desteklemektedir...” Yine Irak SavaĢı baĢladıktan sonra, ABD BaĢkanı Bush, 19 Kasım 2003‟te yaptığı basın açıklamasında, Irak ve Afganistan‟dan erken ayrılmayacaklarını, zira Irak ve Orta Doğu‟ya demokrasi getirmek için orada olduklarını belirtmiĢtir (IISS Ġnternet Sitesi [web], 2010) Bush Yönetimi, demokrasinin teĢvik edilmesini; barıĢın sağlanması ve terörle mücadele için temel bir unsur olarak görüyordu. ABD BaĢkanı Bush, 20 Ocak 2005‟te ikinci kez göreve gelmesi sebebiyle yaptığı konuĢmada bu durumu “teröre karĢı savaĢta” ana hedef olarak göstermiĢ ve ABD‟nin ulusal güvenliği için acil bir gereksinim olduğunu ifade etmiĢti. Bush konuĢmasında ayrıca, tüm Dünya üzerinde tiranlığa son verilebilmesi için, her millet ve kültürde demokrasinin gözetilmesi ve geliĢtirilmesinin ABD‟nin politikası olduğunu ifade etmiĢti. Aynı Ģekilde Condelezza Rice, DıĢ ĠliĢkiler Komite listesi hazırlanırken, kendi yönetiminin diplomasisinin 3 adet önemli önceliği bulunduğunu belirtmiĢ ve bunları; “Demokratik toplumları birleĢtirerek ortak değerler ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir uluslararası sistem oluĢturmak; demokratik toplumları güçlendirerek, ortak güvenliğe yönelik tehditlerle savaĢmak ve terörü besleyen umutsuzlukları azaltmak. Son olarak da özgürlük ve demokrasiyi küresel anlamda yaygınlaĢtırmak” olarak belirlemiĢti (Epstein, Serafino ve Miko, 2007: 1-2). Bush‟un Aralık 2006‟da, Irak SavaĢı‟nın ülkeye demokrasi götürmek için yapıldığını ifade ederken, “Biz demokratik ve özgür; kendi kendini yöneten; savunan ve devamlı bir Irak hedefleyerek bu iĢe giriĢtik” cümlesini kullanmıĢtı. Daha geniĢ bir ifadeyle, demokrasi propagandası, aynı zamanda terörle mücadelede de etkin bir yöntem olarak düĢünülmüĢtü. Bu politika, hem siyasal hem de adli kurumlar tarafından desteklenmiĢti. Bush Yönetimi, demokrasinin desteklenmesi için, “Binyılın Mücadelesi Hesabı (MCA- Millenium Challenge Account)” örneğinde olduğu gibi tek taraflı ve çok taraflı organizasyonlar oluĢturdu ve 2008‟de bu amaç için 1,5 milyar dolarlık bir bütçe talep etti. Aynı zamanda “adaletli ve demokratik” yönetim için yapılacak 168 yardımları, dıĢ yardım politikalarının ana hedefi olarak belirledi. ABD Kongresi de demokrasinin yayılması için “2007 Demokrasinin GeliĢtirilmesi Metnini (Advance Democracy Act of 2007)” hazırladı. Bu metinde, denizaĢırı ülkelerde demokrasinin teĢvik edilmesi için öngörüler, devlet kurumlarının özel faaliyetler yürütmeleri ve raporlar hazırlanması, “Demokrasi Birlikleri”nin güçlendirilmesine yönelik faaliyetler ve demokrasinin teĢvik edilmesi için gerek duyulan fonların, 2008 ve 2009 yılı bütçelerinde kabul edilmesi yer alıyordu. ABD Kongresi de 2005 yılında “Demokrasi Yardım Komisyonu (House Democracy Asistance Commission (HDAC))” oluĢturarak, yasal prosedürlerin hazırlanmasında uzman desteği sağlanmasını amaçlamıĢtır (Epstein, Serafino ve Miko, 2007: 2-3). 11 Eylül saldırıları sonrasında, ABD BaĢkanı Bush, demokrasi propagandasını, ABD‟nin temel dıĢ politikası olarak belirledi. Bu durum, bir taraftan özgürlüklerin artırılması ve liberal değerlerin Dünyada yaygınlaĢmasıyla birlikte savaĢ ve çatıĢmaların azalacağına yönelik umutları artırırken diğer taraftan ABD, tüm Dünyada en az sevilen ve güvenilmez bir ülke durumuna geliyordu. Buna göre, ABD demokrasi propagandası yaparak iĢgal ettiği Irak‟ta bu iĢgal gerekçesini de Dünyaya kabul ettirememiĢti. Zira hem demokratik ülkelerde hem de demokratik olmayan ülkelerde ABD karĢıtlığı artmıĢtı. Bush‟un demokrasi propagandası ile söylemleri karĢısında Dünya çapında artan Amerikan karĢıtlığı ve Amerikan dıĢ politikasına olan tepki, Dünya kamuoyunun sanki demokrasi karĢıtı olduğu gibi yanlıĢ bir izlenime sebep oldu. Avrupa‟nın dıĢ politika uzmanları, Bush‟un demokrasi ve insan hakları ile ilgili politikalarını ABD‟nin yeni bir emperyalizmi olarak nitelerken; Ġranlı yetkililer, Bush‟un demokrasi propagandasının ardında Irak petrolünü ele geçirme isteği olduğunu belirtmiĢlerdir. Aynı Ģekilde Çinli hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalar ile; Bush‟un tek taraflı politikaları ve Dünya kamuoyunun görüĢlerine olan ilgisizliği, demokrasi pratiğinin geliĢtirilmesine yönelik ABD politikalarının gerçekliğine yönelik inançları azalttığını ifade etmiĢlerdir (Mcfaul, 2004: 147). 169 Sonuçta, Irak‟ın iĢgali ve iĢgalin en önemli gerekçeleri arasında gösterilen demokrasiyi yayma ve geliĢtirme söylemi, Dünya kamuoyunca tartıĢılmaya devam etmektedir. Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetlerinin baĢarısının ölçülebilmesi için iĢgalden bugüne kadar süreçte neler yaĢandığının incelenmesi faydalı olacaktır. KuĢkusuz, Bush Yönetimi Irak‟ı iĢgal ederken, halkını kiĢisel ihtiraslarıyla yıllar süren savaĢlara mahkûm etmiĢ, açlık ve sefalet içinde bırakmıĢ, kendi halkına karĢı baskı ve yıldırma politikalarını yıllar boyu sürdürmüĢ hatta kimyasal silah kullanarak binlerce vatandaĢını öldürmüĢ bir diktatöre karĢı, Irak halkından büyük destek göreceğini umuyordu ve iĢgal planları bu doğrultuda hazırlanmıĢtı. Ancak iĢgal süreci içinde Irak, düzenli kuvvetlerle iĢgale karĢı yoğun bir direniĢte bulunamasa da iĢgal güçlerine yönelik saldırılar, iĢgal süresince artarak devam etti. AĢağıda verilen iĢgal istatistikleri, Irak‟a demokrasi getirme çabalarının baĢarısını ve halkın, iĢgal güçlerine ne ölçüde destek verdiğini ortaya koymaktadır (Tablo-9,10,11): Tablo-9: Irak SavaĢı ve Sonrasında ġiddet Eylemleri ile Meydana Gelen Sivil Ölümleri (Iraq Body Count Ġnternet Sitesi [web], 2011) Yıllar Ölü Sayısı 2003 12.083 2004 10.984 2005 15.365 2006 28.022 2007 24.846 2008 9.330 2009 4.696 2010 4.045 2011(Ağustos) 2196 TOPLAM 111.567 170 Tablo-10: Irak‟ta ÇeĢitli Kaynaklara Göre Sivil Ölüm Rakamları (Wikipedia Ġnternet Sitesi [web], 2010; Fischer, 2008: 3) Kaynak Ölüm Rakamı AraĢtırma Zamanı Irak Aile Sağlığı AraĢtırması (Dünya Sağlık Örgütü) 151.000 Haziran 06 Lancet Dergisi AraĢtırması 426.369 - 793.663 Temmuz 06 Opinion Research Business AraĢtırması 1.033.000 Ağustos 07 Associated Press 110.600 Nisan 09 Iraq Body Count Projesi 105.052-114.731 Ocak 12 Tablo-11: Ġntihar Saldırılar, Araç Bombalama Eylemleri ve Silahla Vurularak Ölen Iraklı Sivil Oranları (Iraq Body Count Ġnternet Sitesi [web], 2011) Ġntihar Saldırısı ve Araç Bombalama Yıl Gün/Ölüm Oranı 2003 1,4 2004 5,2 2005 10 2006 16 2007 21 2008 10 2009 8,3 2010 7,3 2011 (Ağustos) 6,5 Genel Ortalama 9,5 Silahla Vurulma Yıl Gün/Ölüm Oranı 2003 15 2004 18 2005 28 2006 57 2007 41 2008 14 2009 4,2 2010 3,9 2011 (Ağustos) 4,8 Genel Ortalama 20,6 171 Farklı zamanlarda ve farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerdeki sivil ölüm rakamları, Irak‟ın 2011 yılında dahi, güvenli bir ülke olmadığını göstermektedir. Bu rakamların yaralılar ve kayıplar da dahil edilince daha da büyük boyutlara ulaĢacağı Ģüphesizdir. Buna göre, Irak‟ta demokrasi oluĢturma çalıĢmalarının da baĢarılı olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Ülke, görünüĢte seçimlerle iĢbaĢına gelmiĢ bir hükümet tarafından yönetilmekte olsa da bu hükümetin halkın çoğunluğunun isteğiyle baĢa geçmiĢ bir hükümet olduğunu ifade etmek zordur. Ayrıca Irak‟tan ABD askerlerinin bütünüyle çekilmesi planı ile birlikte, güvenlik zafiyetinin artacağını da ifade etmek mümkündür. Zira yeni seçimler güvenlikli biçimde gerçekleĢtirilse bile, seçilen hükümet yetkililerinin olası suikastlara karĢı korumanın zorluğu ortadadır. Nitekim 2010 yılında düzenlenen saldırılarda Irak ĠçiĢleri Bakanlığı genel teftiĢ sorumlusu General Abdulhüseyin Muhammed ve Savunma Bakanlığı üst düzey sorumlu subaylarından General Abdülmehdi Kazım öldürülmüĢ ve durumun vahameti ortaya çıkmıĢtır (Ġran Ġslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Kurumu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010) . Tablo-12‟de 2003-2007 yılları arasında gerçekleĢen önemli siyasi suikastlar ve kurbanları verilmektedir (Academic Ġnternet Sitesi [web], 2010): Tablo-12: 2003-2007 Arasında Irak‟ta Önemli Siyasi Suikastlar Yıl Öldürülen KiĢi Görevi 2003 Aquila al-Hashimi Irak Yönetim Konseyi Üyesi 2004 Hatem Kamil Bağdat Vali Vekili 2004 Ezzedine Salim Irak Yönetim Konseyi BaĢkanı 2007 Abdul Sattar Abu Risha Sünni Kabile Lideri 172 Irak iĢgalinden buyana Irak‟ta ölen ABD askeri sayısı 4.404 olarak belirlenmiĢtir (Spreadsheets Google Ġnernet Sitesi [web], 2010). Bu durum, ABD‟nin savaĢ öncesinde beklentilerinin aksine, çok da çiçeklerle ve coĢkuyla karĢılanmadığını, aksine iĢgal süresince giderek artan bir direniĢle karĢı karĢıya olduğunu göstermektedir. “Demokrasiyi yaymak” kelimesi adeta Haçlı Seferlerini hatırlatır bir söylem olarak da karĢımıza çıkmaktadır. Demokrasiyi Batılı tarza indirgeyerek standartlaĢtırmak ve her yerde baĢarıyla uygulanabileceğini, günümüzün uluslarötesi sorunlarına barıĢın sağlanacağını iddia çözüm olabileceğini, düzen getirerek etmek zordur. Zira demokrasi halka dayanmaktadır ve genel oy hakkı, doğrudan herhangi bir sonucun garantisini vermediği gibi seçimlerin serbestçe yapılması bile sistemin kalıcılığını garanti etmemektedir. Nitekim Weimer Cumhuriyeti bunun örneğidir (Hobsbawm, 2007: 122). Ne olursa olsun demokrasi ile yönetilen bir Irak, demokrasi bilinci ve kültürü halk tarafından benimsenmedikçe, baĢarılı bir yönetim gerçekleĢtiremeyecektir. Kaldı ki seçimler ve demokratik süreçlerin ABD politikalarına uygun sonuçlanacağını da garanti etmek mümkün değildir. Tablo-13‟te çalıĢmaya ıĢık tutması açısından iĢgal sonrasında Irak hakkında temel göstergeler yer almaktadır (Katzman, 2009: 2): 173 Tablo-13: ĠĢgal Sonrasında Irak‟ın Temel Göstergeleri Değerler Ölçümler Nüfus 27.5 milyon ġii Arap %60 Kürt %19 Sünni Arap %14 Hıristiyan ve Diğer Gruplar %6 Sünni Türkmen Demografik Yapı %1 Hıristiyan 600.000-1.000.000 (Asurî, Suriyeli, Ermeni,Protestan) Diğerleri Yezidiler (600.000) ġabak (200.000) Sabean-Mandean (6.000) Gayri Safi Yurt Ġçi Hasıla (GSYH) 112.8 milyar ABD Doları KiĢi BaĢına düĢen GSYĠH Reel GSYĠH 4.000 ABD Doları 2008 rakamlarıyla %7,8 2009 Bütçesi 60 milyar dolar (43 milyar dolar gelir, 17 milyar dolar kredi) ĠĢsizlik Resmi rakamlara göre %18,2 ancak %30‟a kadar çıkabilir. 2008 ve 2007‟de %12,9 Enflasyon 2006‟da %32 ABD Benzin Ġhracı 700.000 varil/gün Besin Yüzdesi Mal ihraç gelirlerinin %60‟ı halkın ihtiyaçları için ayrılıyor Son noktada, Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetlerinin fiiliyatta nasıl iĢlediğini incelemek amacıyla, 2003‟ten bugüne Irak siyasal hayatının kısaca incelenmesi faydalı olacaktır: Irak‟ta kısa sürede biten savaĢ sonrasında Baas Rejimi yıkıldı ve ABD açısından asıl sancılı ve maliyetli süreç olan yeniden devlet inĢası süreci baĢlatıldı. SavaĢın hemen ertesinde Irak‟ta çöken devlet yapısının yeniden yapılandırılması ve oluĢan iktidar boĢluğunun sonlandırılması, iĢgal güçleri açısından en önemli sorun haline geldi. SavaĢ öncesinde Irak‟ta demokrasi oluĢturulabilirse, Irak yönetiminde, nüfusun çoğunluğunu oluĢturan ġii Araplar ve ABD ile ittifak halinde olan Kürtlerin ön planda olacağı değerlendirilmekteydi. Ayrıca savaĢ baĢlamadan önce Irak‟ın bünyesinde 174 barındırdığı ve komĢu ülkelerle iliĢkisi bulunan karmaĢık etnik yapısı itibariyle, yakın gelecekte Orta Doğu açısından önemli sorunlara gebe olduğu öngörülmekteydi. Bu sorunlar özellikle Irak‟ın parçalanması ve Irak‟ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması olasılığı üzerine kurgulanmıĢtı. Buna göre bu öngörülerden en önemlilerini aĢağıdaki gibi sıralamak mümkündür (Çetinsaya ve Özhan, 2009: 19): Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması ile Irak bünyesinde çoğunluğu oluĢturan ġii nüfusun genel nüfusa oranı %80‟e ulaĢacak ve Irak bir ġii devleti haline gelecekti. Bu durumun ABD‟nin Orta Doğu politikalarına aykırıydı ve bölge dengelerinin de sarsılacağı düĢüncesi, ABD‟nin bağımsız bir Kürt devletinden ziyade Kürtleri merkeze çekecek bir federasyona daha sıcak bakmasına neden olacaktı. Irak‟ta kurulacak Kürt devleti, bünyesinde Kürt nüfusu barındıran Türkiye, Suriye ve Ġran‟da istikrarsızlıklara neden olacak ve bölgede etnik-ayrılıkçı hareketler artacaktı. Kürtlerin ayrılması ile birlikte bölgede, Ġran‟dan sonra Irak‟ta ġii ağırlıklı ikinci bir devletin kurulması, bünyesinde ġii nüfus barındıran Körfez ülkeleri ve özellikle de Suudi Arabistan‟da rahatsızlık yaratacaktı. Bu ülkeler, bölgede bir ġii kuĢağın oluĢması ve Ġran‟ın etkisini artırması olasılığına sıcak bakmayacaktı. Ayrıca, Arapların, Arap milliyetçiliği açısından da Irak‟ta bir Kürt devleti kurulmasına ve ġii ağırlıklı bir devlete sıcak bakmayacakları düĢünülmekteydi. Yukarda sayılan öngörülerle birlikte iĢgal sürecinde meydana gelen yeni geliĢmelerin de Irak‟ın demokratikleĢtirilmesi ve yeniden inĢası sürecine etki edeceği kesindi. Bu noktada bu süreci bütün bu faktörleri de göz önüne alarak incelemek yerinde olacaktır. Irak‟ta demokrasi oluĢturulması ve SavaĢ sonrası Irak‟ın yeniden yapılandırılması için çalıĢmalar, iĢgalin hemen ardından baĢlatıldı. Bu noktada öncelikli olarak, emekli General Jay Garner görevlendirildi (Arı, 2004: 513). Nisan 2003‟te göreve gelen Garner, bir kısım ABD bürokratı ile birlikte Irak‟ın yeniden yapılandırılması 175 çalıĢmaları doğrultusunda, bakanlıkların yönetimini üstlendi. Garner, Savunma Bakanlığı bünyesinde, 20 Ocak 2003‟te kurulan “Yeniden Yapılandırma ve Ġnsani Yardım Ofisi (Office of Reconstruction and Humanitarian Assistance -ORHA)”ni yönetti. Garner‟in göreve gelmesi ile birlikte Irak‟lı muhaliflerle seri toplantılar yapılmaya baĢlandı. Bu kapsamda 15 Nisan 2003‟te geniĢ katılımlı bir toplantı düzenlenerek çeĢitli siyasi görüĢ ve etnik kökenden 100‟e yakın temsilcinin bir araya gelmesi sağlandı. Toplantı sonunda Mayıs 2003‟te daha geniĢ katılımlı bir toplantı düzenlenmesi kararlaĢtırıldı. Sonraki süreçte Garner, Bush Yönetimi tarafından görevden alındı ve eski bir büyükelçi olan L. Paul Bremer atandı. Bremer, 13 Temmuz 2003‟te oluĢturulan ve “Geçici Koalisyon Otoritesi (Coalition Provisional Authority-CPA)” olarak adlandırılan birimin baĢına getirildi. Böylece Bremer, Garner'den farklı olarak, Irak‟ı bir geçiĢ yönetimi ile değil de hükümet dıĢı danıĢma merkezi oluĢturarak (25 üyeli Irak Yönetim Konseyi (Iraq Governing Council-IGC) yönetmeyi tercih etti. CPA içinde bazı Sünni temsilciler yer alsa da yeni yönetimde Sünnilerin eskiden olduğu gibi baskın konumu ortadan kaldırılmıĢtı. Bu durum, yeni Irak yönetiminde Sünnileri küskün bir konuma getirdi. Ayrıca alınan kararlarla, Irak yönetiminde adeta bir temizlik yapılarak Saddam döneminde göreve getirilen yaklaĢık 30.000 Iraklı görevinden uzaklaĢtırıldı ve “De-Baasifikasyon” olarak da adlandırılan süreç oluĢturularak Irak‟ta Sünniler geri plana itildi (Katzman, 2009: 9). 13 Temmuz 2003‟te oluĢturulan Irak Yönetim Konseyi‟nin idari faaliyetlerini yürütmek için oluĢturulacak BaĢkanlık Konseyinin belirlenmesi amacıyla 30 Temmuz 2003‟te bir toplantı yapılmıĢtı. Toplantı sonucunda, 9 üyeli BaĢkanlık Konseyinin 5 ġii, 2 Sünni ve 2 de Kürt temsilciden oluĢturulmasına ve BaĢkanlığın alfabetik olarak isim sırasına göre yapılarak, ilk BaĢkanın ġii El Dava Partisi sözcüsü, Ġbrahim el-Caferi olması kararlaĢtırılmıĢtı. El-Caferi bu görevde bir ay kalacak ardından yine ġii olan Ahmed Çelebi ve Ġyad el-Allavi baĢkanlığı yürütecek, ardından görevi Celal Talabani devralacaktı. Irak Yönetim Konseyinin bakanları ile ilgili çalıĢmalar da Ağustos ayında tamamlanmıĢ ve bakanlıkların 13 ġii, 5 Sünni, 5 Kürt, 1 Türkmen ve 1 Asurî üyeye verilmesi kararlaĢtırılmıĢtı. Bakanlıklardan Petrol 176 ve ĠçiĢleri Bakanlığı ġiilere, Maliye Bakanlığı Sünnilere, DıĢiĢleri Bakanlığı ise Kürtlere verilmiĢti (Arı, 2004: 516-517). 14 Ağustos 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyinde alınan 1500 Sayılı Kararla Irak Yönetim Konseyi, BM nezdinde tanınmıĢtır. Kararda, daha önce alınan 1483 Sayılı Karara referans verilmiĢ ve Irak Yönetim Konseyi, Irak halkına geniĢ bir temsil imkânı tanınan, uluslararası alanda kabul görmüĢ, egemen bir Irak‟ın oluĢumunda önemli bir adım olarak ifade edilmiĢ; ayrıca Irak‟a destek sağlamak amacıyla, Irak‟ta bir BM komisyonu kurulması kararlaĢtırılmıĢtır (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2003a). BM Güvenlik Konseyinin 16 Ekim 2003 tarihinde aldığı 1511 Sayılı Kararda ise, Irak‟ın egemenliği ve devlet bütünlüğüne vurgu yapılmıĢ, Irak halkının kendi siyasal geleceğini özgürce belirleme ve kendi doğal kaynaklarını kontrol etme hakkı bulunduğunun altı çizilmiĢtir. Bu noktada Irak halkının kendi kendini yönetme yeteneği kazanıncaya kadar uluslararası destek almalarının önemi vurgulanmıĢtır. Kararda belirtilen hususlar aĢağıda özetlenmiĢtir (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2003b): Kararın 4. maddesinde, BM Güvenlik Konseyinin 1483 sayılı kararıyla Irak‟ta oluĢturulan Geçici Koalisyon Otoritesinin, Irak‟ta uluslararası kabul görmüĢ, temsili bir yönetim oluĢturulması sonrasında sona ereceğinin altı çizilmiĢ, bu noktada Irak‟ın kendi geleceğini belirlemesi ve Irak‟ta demokratik bir yönetim oluĢturma çalıĢmalarının önemi vurgulanmıĢtır. Kararda ayrıca, Irak Yönetim Konseyi ve bakanlıklarının, Irak geçici yönetiminin temeli olduğu ifade edilmiĢ ve bu geçiĢ sürecinde Irak‟ın egemenliğini temsil ettiği vurgulanmıĢtır. Kararın 7. ve 10. maddelerinde Irak‟ta bir anayasal düzen oluĢturulması için yeni bir anayasa hazırlanması ve seçimlerin bu anayasa doğrultusunda yapılması gerektiği belirtilmiĢ, bu kapsamda Irak Yönetim Konseyi, konu ile ilgili bir takvim belirlemek için BM Genel Sekreterliği ile iĢbirliğine çağrılmıĢtır. 177 Sonuçta, bu kararlarla Irak‟ın statüsü uluslararası toplum tarafından da onay görmüĢ sayılmıĢtır. Bush Yönetimi, Irak iĢgalinin yeni bir anayasa hazırlanarak ulusal seçimlerin gerçekleĢtirilmesi ve hükümetin kurulması ile ABD‟nin yönetimi Irak‟ın inisiyatifine bırakmasını ve bunun da 2005 yılı içinde gerçekleĢtirilmesini planlamıĢ bu doğrultuda 30 Haziran 2004‟te Irak Yönetim Konseyi tarafından bir Geçici Anayasa (Transitional Administrative Law -TAL) hazırlanmıĢtır. Geçici Anayasa ile bir yol haritası hazırlanmıĢtır (Katzman, 2009: 10). Geçici Anayasa doğrultusunda, Mayıs 2004‟te Geçici Hükümet atanmıĢ, 30 Ocak 2005‟de yapılan seçimler sonucunda oluĢan yeni Parlamento, yeni Anayasayı hazırlayarak Aralık 2005‟de referanduma sunmuĢtur (Aydın ve diğerleri, 2007: 33). 30 Ocak 2005‟te yapılan seçimlerin ilan edilen kesin sonuçlarına göre ġiilerin desteğindeki BirleĢik Irak Ġttifakı, zafer ilan etmiĢtir. 275 sandalyeden 140‟ını kazanan Ġttifakı, 75 sandalye ile Kürt ittifakı izlemiĢtir. Iyad Allawi‟nin bloku 40 sandalye, eski CumhurbaĢkanı Yavir El Gazi‟nin önderlik ettiği Irak Uyum Cephesi 5 sandalye, Türkmen Listesi 3 sandalye kazanmıĢtır. Tablo14‟te Ocak 2005‟te yapılan seçimin bütün sonuçlarını görmek mümkündür (Radio Free Europe Radio Liberty Ġnternet Sitesi [web], 2010): 178 Tablo-14: Ocak 2005 Seçim Sonuçları Grup Kazanılan Sandalye Sayısı BirleĢik Irak Ġttifakı 140 Kürdistan Koalisyon Listesi 75 Irak Listesi 40 Iraki Uyum Cephesi 5 Irak Türkmen cephesi 3 Bağımsız Milli Seçkinler ve Ġdareciler 3 Irak Ġslami hareket Örgütü 2 Kürdistan Ġslami Birliği 2 Halkın Birliği 2 UzlaĢma ve özgürlük Bloku 1 Milli demokratik Ġttifak 1 El-Rafidayn Listesi 1 TOPLAM 275 2005 Aralık ayından yapılan seçimlerde ise Tablo-15‟te belirtildiği biçimde bir siyasi yapı ortay çıkmıĢ; siyasi tablo genel olarak değiĢmese de özellikle Kürt Ġttifakı ve Irak Uyum Cephesi oylarını artırmıĢtır. Bununla birlikte üstünde durulması gereken en önemli konu, Sünnilerin bu seçimi protesto etmeleridir. Bu durum da Kürtlerin temsil oranını artırmalarının temel gerekçesidir (BÜSAM, 2010: 5-6): 179 Tablo-15: 2005 Aralık Seçim Sonuçları Grup Kazanılan Sandalye Sayısı BirleĢik Irak Ġttifakı 128 Kürdistan ittifakı 53 Irak Uyum Cephesi 44 Irak Ulusal Listesi 25 Irak Ulusal Diyalog Cephesi 11 Kürdistan Ġslam Birliği 5 Diğer 9 TOPLAM 275 2005 seçimleri büyük bir çatıĢma ve saldırı yaĢanmadan gerçekleĢmiĢtir. Bu durum, Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetleri açısından umut vermiĢ olsa da seçimlerin hemen sonrasında baĢlayan saldırılar, bu umutları suya düĢürmüĢtür. Koalisyon güçleri ve yeni Irak hükümetinin çözemediği güvenlik boĢluğu, yerel güçler ve etnik merkezli cemaatler tarafından doldurulmaya çalıĢılmıĢ bu durum da bir taraftan etnik-sekter temelli örgütlenen milislerin varlığını meĢru kılarken diğer taraftan Irak‟ın istikrarına büyük darbe vurmuĢtur (Çetinsaya, 2006: 10). Tablo-16‟da Irak‟ta bulunan çeĢitli grupların milis sayıları yer almaktadır. Tabloda ifade edilen rakamlar yakın gelecekte bir iç savaĢ yaĢanması durumunda ne kadar vahim sonuçlarla karĢılaĢılabileceğini göstermesi açısından önemlidir (Çetinsaya, 2006: 11): 180 Tablo-16: Irak‟ta ÇeĢitli Grupların Milis Sayıları Gruplar Bedr Tugayı (ġii)-Irak KDP-KYB Yüksek Ġslam Devrimi (Kürt) Yüksek Konseyi Mehdi Ordusu (ġii)-Mukteda Es Sadr Iraklı DireniĢçiler (Sünni) Yabancı SavaĢçılar (Sünni) En Az 75.000 15.000 7.000 14.000 1.000 En Çok 100.000 20.000 10.000 57.000 3.000 Irak‟ta yaĢanan güvenlik boĢluğunun en önemli gerekçelerinden birisi ABD‟nin Irak Ordusunu bütünüyle feshetmesi ve Baas Ġktidarı döneminden hiç kimseyle çalıĢılmayacağının ilan edilmesiydi (Aydın vd. 2007: 32). Nitekim sonraki süreçte yaĢanan sıkıntılar nedeniyle bu politika yumuĢatılmıĢ, Baas dönemindeki güvenlik yöneticilerinden bir kısmı tekrar göreve getirilmiĢti. Resmi olmayan rakamlara göre 9000‟e yakın eski Baasçının göreve geldiği ifade edilmektedir (Otterman [web], 2005). Sonuçta, ülkede ulusal bir Irak Ordusu ve çalıĢır bir devlet mekanizması oluĢturulması süreci uzun sürecek, bu durum da Irak içinde düzenin sağlanmasını geciktirecektir. Bu noktada Irak‟ta demokrasi oluĢturma giriĢimlerinin de kısa dönemde baĢarılı olması beklenmemelidir. Irak‟ta 7 Mart 2010 tarihinde yapılan seçimlerde Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından 26 Mart‟ta ilan edilen sonuçlar Tablo-17‟de belirtilmektedir (Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ġnternet Sitesi [web], 2010). 181 Tablo-17: Mart 2010 Seçim Sonuçları Siyasi OluĢum Milletvekili Sayısı El Irakiye 91 Kanun Devleti OluĢumu 89 Irak Ulusal Ġttifakı 70 Kürdistan Listesi 43 Goran Hareketi 8 Tavafuk Cephesi 6 Irak‟ın Birliği 4 Kürdistan Ġslami Birliği 4 Kürdistan Ġslami Hareketi 2 TOPLAM 317 Bu sonuçlara göre, Irak Meclisine giren oluĢumların hiçbirisinin tek baĢına iktidar olmaya yetecek 163 milletvekili sayısına ulaĢması mümkün olmamıĢtır. Kanun Devleti OluĢumu liderliğini ve hâlihazırda baĢbakanlık görevini yürüten Nuri el-Maliki de sonuçları tanımadığını ilan etmiĢtir. Seçim öncesinde CumhurbaĢkanı Celal Talabani ve BaĢbakan el-Maliki oyların tekrar ve elle sayılmasını istemiĢ, ancak bu talep seçim kurulunca kabul edilmemiĢtir. Seçime en fazla oyu alan El-Irakiye Lideri Allawi, çoğunluk hükümeti yerine, geniĢ ulusal katılımlı bir hükümet kurmak için her türlü gayreti sarf edeceklerini bildirmiĢtir (Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ġnternet Sitesi [web], 2010). El Irakiye Grubu, Kürt ve ġii iktidarından memnun olmayan pek çok grup, aĢiret ve liderin bir araya gelmesiyle oluĢmuĢtu. Bu gurubun seçimi kazanması durumunda, kurulacak hükümetin kimseyi memnun edemeyeceği düĢünülüyor ve grubun çabuk bölünmesi bekleniyordu. Allawi‟nin yoğun 182 çabasına rağmen hükümet kurma görevini alamamasının yarattığı dıĢlanmıĢlık duygusu, grubun kendi içinde birleĢmesi ve güçlenmesine sebep oldu. Diğer taraftan da Irak Ulusal Ġttifakı ve Hukuk Devleti Koalisyonuna üye partilerin ortaklaĢa oluĢturduğu Ulusal Ġttifak, kendi içinde uyumu sağlayamamıĢ; sorun özellikle Maliki‟nin BaĢbakanlığını kabul etmeyen ġii Araplardan kaynaklanmıĢtı. Daha sonraki süreçte Maliki konusunda ġiiler arasında kısmi uyum sağlansa da ABD, Ġran etkisinin artması olasılığı sebebiyle Maliki‟nin adaylığına sıcak bakmamıĢtır (Erkmen [web], 2010). Bu durumda Kürtler ve Sünni Arapların Irak‟ta iktidarı belirleyecek unsurlar olarak ortaya çıktığı söylenebilecektir. Irak‟ta siyasi gruplar arasındaki çekiĢmeler, uluslararası boyuta ulaĢmıĢtır. GeliĢmeler, Irak‟ta çıkarları bulunan bölge ülkeleri ve ABD tarafından da yakından izlenmektedir. Seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan dengeli parlamento dağılımı, herkesi memnun edecek bir hükümet oluĢturulması beklentisi oluĢturmuĢtur (Erkmen [web], 2010). Bölge ülkeleri Bağdat‟la iliĢkilerinde kendilerine yakın gördükleri grupları gizli/açık desteklemekte, bu durum Irak‟taki iç çekiĢmelerin dıĢarıda da yankı bulduğunu ve kolaylıkla içinden çıkılabilir bir bunalım olmadığını açığa çıkarmaktadır. Irak‟ta demokrasi oluĢturma faaliyetleri için bir demokratik kültürün oluĢturulması gerekmektedir. Uzun yıllar boyunca otoriter biçimde yönetilen bir ülkede böyle bir kültürün varlığından söz etmek mümkün değildir. 15 Ağustos 2011‟de Irak‟In üç kentinde patlayan bombalar sebebiyle 55 kiĢinin ölmesi, Irak‟ta iç huzurun hala sağlanamadığının bir göstergesidir. Güvenlik sorunu hala çözülememiĢtir. BaĢbakanlığın yanı sıra ulusal güvenlik, savunma ve iç iĢleri bakanlıklarını da yürüten Maliki‟nin ve diğer politikacıların güvenlik sorunlarını çözmeleri mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki ABD askerlerinin tamamen Irak‟tan çekilmesi durumu gerçekleĢtiğinde, ülkedeki kaos durumunun iyice kendini hissettirir hale geleceğini ifade etmek mümkündür (Karakaplan, 2011: 76). 183 Sonuç olarak Irak‟ta yapılan Mart 2010 seçimleri sonrasında, dağınık siyasi yapı devam etmiĢ, ülke içinde birliği ve uyumu sağlayabilecek güçlü bir hükümet oluĢturma çabaları sonuçsuz kalmıĢtır. Bu durum, ülke içindeki karıĢıklıkları ve etnik çatıĢmaları körüklemekte, demokrasi oluĢturma faaliyetlerine darbe vurmaktadır. ABD askerlerinin tamamıyla çekilmesi durumunda da Irak‟ta tam olarak iç huzur ve demokrasi oluĢturulmadan, baĢka bir ifadeyle ABD baĢladığı iĢi bitirmeden giden bir ülke konumuna düĢecek ve Dünya kamuoyunda sarsılan imajı iyice kötüleĢecektir. (4) Irak SavaĢının Enerji Güvenliği Açısından Değerlendirilmesi Resmi olarak açıklanmasa da, Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri arasında Irak petrolünün kontrol altına alınması olduğu iddia edilmektedir. Bu sebeple çalıĢmamızda bu iddiaların da değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Sınırlı bir kaynak olan petrolün, Dünya üzerindeki her ülke için önemli olduğu ortadadır. Bu önemin alternatif yakıt üretim teknolojilerinin geliĢtirilme çalıĢmaları vb. yollarla azaltılmaya çalıĢılmasına rağmen halen azımsanamayacak boyutlarda olduğunu ifade etmek mümkündür. Dünya kanıtlanmıĢ petrol rezervleri içinde 727 milyar varille en yoğun biçimde bulunduğu bölgenin Orta Doğu olduğu bilinen bir gerçektir. Tablo-18‟de belirtilen diğer bölgelerdeki toplam petrol rezervlerinin bile bu rakamlara ulaĢamadığı görülmektedir. Dolayısıyla Orta Doğu petrolünün önemsiz olduğu iddia edilemeyecektir. Ancak 2003 yılında Irak‟ın ekonomik ve askeri gücü dikkate alındığında Orta Doğu petrolünün akıĢını tehdit eder bir konumda olmadığı ve bu konuma zarar verecek bir boyutta tehdit kaynağı olamayacağı söylenebilecektir. Kaldı ki savaĢ öncesinde Avrupa ve ABD‟nin Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığı dikkate alındığında, bu bölgede Irak kaynaklı bir krizin, tek baĢına Dünyayı sarsacak boyutta bir krize yol açamayacağını ifade etmek mümkündür. 184 Tablo-18: Dünya Çapında KanıtlanmıĢ Petrol Rezervleri (Quote Oil Ġnternet Sitesi [web], 2010). Orta Doğu Rezerv Miktarı (milyar Varil) 727 Orta ve Güney Amerika 99 Eski SSCB ülkeleri Afrika Batı Avrupa ve Çin Meksika Hindistan TOPLAM 78 87 18 16 5 1.030 Bölge Irak, OPEC‟in açıkladığı petrol rezervi istatistiklerine göre sahip olduğu 115 milyar Varillik rezervi ile Ġran‟ın ardından 4. büyük ülkedir. Toplam rezerv olarak bakıldığında da Dünya petrol rezervinin %11‟ini elinde tutmaktadır. ġekil 7‟de toplamda 1.336,9 milyar varillik üretimin dağılımı gösterilmektedir (OPEC Resmi Ġnternert Sitesi [web], 2010). ġekil-7: Dünya Petrol Rezervleri (2009) Ekim 2010‟da Irak Petrol Bakanı El Shahristani‟nin verdiği rakamlara göre Irak‟ın sahip olduğu petrol rezervinin, 143,1 milyar varil olduğu ifade edilmektedir. Bu rezervlerin %71‟i güneyde %20‟si Kuzeyde ve kalan % 9‟luk 185 kısım da orta bölgededir (Hürriyet Daily News Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010). ġekil-8‟de 1990-2009 yılları arasında Irak‟ın Petrol üretim ve tüketim rakamları verilmektedir (ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy Information Administration) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). ġekil-8: 1990-2009 Yılları Arası Irak Petrol Ġstatistikleri ġekil-8‟den anlaĢılacağı üzere Irak‟ın tüketim rakamları, geçen 20 yıla yakın süre içinde önemli bir değiĢiklik göstermemiĢtir. 1990 itibariyle üretim 2 milyon varil/gün civarındayken Körfez SavaĢı ile birlikte hızla düĢüĢe geçmiĢ ve 1990‟lı yılların ortasına kadar tüketimin çok az üstünde seyretmiĢtir. Bunda da özellikle Körfez savaĢı sonrasında yaĢanan ambargo sürecinin etkili olduğu ifade edilebilecektir. Sonraki süreçte gıda karĢılığı petrol gibi programlarla ambargo hafifletilmiĢ ve 1996 sonrasından 2002‟ye kadar önemli bir artıĢ göstermiĢtir. 11 Eylül sonrası ve Irak SavaĢı ile birlikte tekrar düĢüĢe geçen üretim 2004‟e kadar iniĢe geçmiĢ, sonrasında ise kademeli olarak artarak 2000‟li yılların baĢındaki rakamlara ulaĢmıĢtır. ABD, sahip olduğu teknoloji ve geliĢmiĢlik seviyesi dikkate alındığında önemli bir petrol tüketicisi konumundadır. Sahip olduğu petrol rezervlerine rağmen, petrol ihtiyacının önemli miktarını ithalatla karĢılamaktadır. Günümüzde ABD‟nin ihtiyaç duyduğu petrolün %60‟ını ithal ettiği ifade edilmektedir (Quote Oil Ġnternet Sitesi [web], 2010). 186 Tablo-19‟da ABD‟nin ülke bazında Orta Doğu ülkelerinden yaptığı petrol ithalat rakamları verilmektedir (ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy Information Administration) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Tablo-19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalat Miktarları ve Genel Petrol Ġthalatı Ġçindeki Yüzdeleri ÜLKELER IRAK KUVEYT LĠBYA KATAR SUUDĠ ARABĠSTAN BĠRLEġĠK ARAP MISIR ĠSRAĠL TOPLAM EMĠRLĠKLERĠ BÜTÜN ÜLKELER YILLAR 1993 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 0 128.823 0 197 516.009 4.975 26.858 0 678.855 3.146.454 0 4 0 0 16 0 1 0 22 100 1994 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 0 113.964 0 0 511.911 4.610 17.854 0 648.339 3.283.621 0 3 0 0 16 0 1 0 20 0 1995 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 0 79.668 0 0 490.487 3.582 11.720 0 585.457 3.224.753 0 2 0 0 15 0 0 0 18 0 1996 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 423 86.371 0 0 498.730 980 15.923 169 602.596 3.469.128 0 2 0 0 14 0 0 0 17 0 1997 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 32.530 92.229 0 1.402 513.693 616 13.572 248 654.290 3.708.970 1 2 0 0 14 0 0 0 18 0 1998 122.518 109.844 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 3 3 0 1.431 544.301 995 4.258 0 783.347 3.908.446 0 0 14 0 0 0 20 0 1999 264.764 90.554 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 7 2 0 3.519 539.562 842 8.660 250 908.151 3.961.074 0 0 14 0 0 0 23 2000 226.804 99.514 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 5 2 0 3.162 575.274 5.541 3.943 0 0 14 0 0 0 2001 289.998 91.273 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 7 2 0 4.894 606.753 14.718 2.552 0 0 14 0 0 2002 167.638 83.177 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 2 0 5.392 566.512 5.507 3.867 0 0 13 0 0 0 20 0 2003 0 1.024 647.666 7.731 3.193 233 915.718 4.476.501 175.663 80.208 187 1.199 915.437 0 4.194.086 241 22 1.010.42 9 4.333.038 0 23 0 1.942 834.035 0 4.208.538 Tablo-19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalat Miktarları ve Genel Petrol Ġthalat Ġçindeki Yüzdeleri (Devamı) ÜLKELER IRAK KUVEYT LĠBYA KATAR SUUDĠ ARABĠSTAN BĠRLEġĠK ARAP MISIR ĠSRAĠL EMĠRLĠKLERĠ TOPLAM BÜTÜN ÜLKELER YILLAR Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 2 0 0 14 0 0 0 20 100 7.410 2.003 570.137 7.264 5.147 795 924.487 4.811.104 0 0 12 0 0 0 19 100 2005 193.987 88.729 20.520 1.594 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 2 0 0 560.823 6.722 5.342 1.956 879.673 5.005.541 11 0 0 0 18 100 2006 201.866 67.355 31.896 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 1 1 660 534.143 3.148 2.194 1.812 843.074 5.003.082 0 11 0 0 0 17 100 2007 176.709 66.185 42.801 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 1 1 581 541.987 3.828 3.290 944 836.325 4.915.957 0 11 0 0 0 17 100 2008 229.300 76.986 37.834 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 5 2 1 49 559.750 1.474 5.605 2.313 913.311 4.726.994 0 12 0 0 0 19 100 366.605 14.753 3.726 1.418 649.755 4.267.110 9 0 0 0 15 100 2004 240.191 91.540 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 5 2 2009 164.357 66.477 28.863 3.556 Toplam Ġthalattaki Payı (%) 4 2 1 0 Tablodan edinilen bilgilere göre ABD, yıllar içinde değiĢiklik göstermekle beraber toplam petrol ithalatının yaklaĢık 5‟te birini Orta Doğu ülkelerinden ithal etmekte, bu ithalatın da önemli bir kısmını Suudi Arabistan‟dan gerçekleĢtirmektedir. Bu rakamlar içinde Irak Petrolü ortalama %5‟lik bir alana sahip olmuĢtur. Özellikle 2000‟li yıllar sonrası değerlendirildiğinde ABD‟nin Orta Doğu ülkelerinden ithal ettiği petrol miktarının azalma yönünde bir seyir izlediği görülmektedir. 1990‟lı yıllardan bugüne, petrol ithalatında ciddi bir artıĢ olmasına rağmen Orta Doğu ülkelerinden yapılan ithalat miktarının genel ithalata oranı 2000 yılında %23 iken 2009‟a gelindiğinde %15‟e kadar gerilemiĢtir. Buradan yola çıkarak ABD‟nin ithalat eğilimlerini değiĢtirerek Orta Doğu ülkeleri yerine alternatif kanallara yöneldiğini ifade etmek mümkündür. Bu durum, ABD‟nin Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığını azaltmak istediği biçiminde yorumlanabilecektir. 188 Tablo-20‟de AB ülkelerinin Orta Doğu‟dan ithalat rakamları görülmektedir (Avrupa Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011): Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı (2001-2010) YIL ÜLKE MĠKTAR (1000 VARĠL) TOPLAM TUTAR (1000 $) TOPLAM ĠTHALATA ORANI Abu Dabi 1.942 43.657 0,05 Ġran 212.935 4.924.048 5,43 Irak 148.785 3.433.396 3,8 Kuveyt 55.939 1.248.904 1,43 Tarafsız Bölge 863 17.461 0,02 Suudi Arabistan 421.364 9.867.611 10,76 Suriye 136.288 3.149.939 3,48 Yemen 1.003 27.091 0,03 TOPLAM 979.119 22.712.107 25 Ġran 185.290 4.371.052 4,82 Irak 119.661 2.900.110 3,11 Kuveyt 45.659 1.080.763 1,19 Umman 1.347 35.911 0,03 Suudi Arabistan 381.921 9.094.601 9,91 Suriye 137.986 3.335.613 3,59 Yemen 547 13.046 0,01 TOPLAM 872.411 20.831.096 22,66 Ġran 235.983 6.348.697 5,92 Irak 62.766 1.785.717 1,57 Kuveyt 42.710 1.117.904 1,07 Suudi Arabistan 448.534 12.106.785 11,24 Suriye 84.289 2.363.193 2,11 TOPLAM 874.282 23.722.296 21,91 2001 2002 2003 189 Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı (2001-2010) (Devamı) YIL 2004 2005 2006 ÜLKE MĠKTAR (1000 VARĠL) TOPLAM TUTAR (1000 $) TOPLAM ĠTHALATA ORANI Ġran 245.982 8.475.382 5,96 Irak 99.007 3.408.794 2,4 Kuveyt 42.690 1.422.036 1,04 Tarafsız Bölge 3.568 131.030 0,09 Suudi Arabistan 480.068 17.044.564 11,65 Suriye 62.374 2.184.568 1,51 Yemen 1.523 64.948 0,04 TOPLAM 935.212 32.731.322 22,69 Abu Dabi 923 61.738 0,02 Ġran 252.239 12.182.195 5,59 Irak 91.367 4.380.166 2,03 Kuveyt 54.994 2.614.594 1,22 Suudi Arabistan 438.626 22.002.704 9,72 Suriye 67.161 3.324.527 1,49 TOPLAM 905.310 44.565.924 20,07 Abu Dabi 11.441 734.323 0,26 Ġran 248.617 15.101.399 5,54 Irak 117.324 6.890.184 2,62 Kuveyt 51.059 3.017.310 1,14 Tarafsız Bölge 1.182 70.334 0,03 Umman 1.189 69.247 0,03 Suudi Arabistan 370.588 22.495.899 8,26 Suriye 61.265 3.709.389 1,36 Yemen 636 46.955 0,01 TOPLAM 863.301 52.135.040 19,25 190 Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı (2001-2010) (Devamı) YIL 2007 ÜLKE MĠKTAR (1000 VARĠL) TOPLAM TUTAR (1000 $) Abu Dabi Dubai Ġran Irak Kuveyt Tarafsız Bölge 10.895 494 238.313 142.880 46.327 473 779.943 37.906 15.988.760 10.106.103 3.094.837 44.628 TOPLAM ĠTHALATA ORANI 0,25 0,01 5,41 3,25 1,05 0,01 Umman Suudi Arabistan 631 289.687 56.170 19.993.385 0,01 6,57 Suriye Yemen 53.935 2.601 2.084 3.664.468 209.833 173.925 1,22 0,06 0,05 743.913 70.581.571 16,73 5.029 457 205.137 146.879 43.473 359.615 40.958 19.519.766 13.781.302 4.123.891 0,11 0,01 4,62 3,31 0,98 156 1.483 5.644 132.957 0 0,03 282.793 51.070 206 27.269.278 4.516.275 24.206 6,36 1,15 0 7.230 743.913 807.679 70.581.571 0,16 16,73 1.991 151.845 133.692 28.714 85.722 9.142.973 8.017.581 1.639.319 0,05 3,85 3,4 0,73 201.512 46.908 564.662 12.324.522 2.757.124 33.967.241 5,12 1,19 14,34 Diğer Ülkeler TOPLAM Abu Dabi Dubai Ġran Irak Kuveyt Tarafsız Bölge 2008 Umman Suudi Arabistan Suriye Katar Diğer Ülkeler 2009 TOPLAM Abu Dabi Ġran Irak Kuveyt Suudi Arabistan Suriye TOPLAM 191 Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı (2001-2010) (Devamı) ÜLKE YIL 2010 TOPLAM ĠTHALATA ORANI 3.290 267.068 0,09 212.749 16.400.312 5,66 Irak 118.560 9.135.445 3,15 Kuveyt 24.753 1.897.186 0,66 226.213 17.924.971 6,01 54.463 4.133.664 1,45 1.734 71 126.092 6.451 0,05 0 TOPLAM 642.855 49.977.815 17,09 Abu Dhabi Ġran 462 43.466 0,05 39.322 4.021.041 4,39 Irak 17.783 1.788.973 1,98 Kuveyt 6.050 601.056 0,68 60.109 6.262.535 6,71 8.188 131.974 797.099 13.519.502 0,91 14,73 Suudi Arabistan Yemen Diğer Ülkeler 2011 TOPLAM TUTAR (1000$) Abu Dhabi Ġran Suriye 13 MĠKTAR (1000 VARĠL) Suudi Arabistan Suriye TOPLAM n Country of Origin Volume Tablo incelendiğinde Irak SavaĢının gerçekleĢtiği 2003 yılına kadar, AB ülkelerinin Orta Doğu ülkelerinden satın aldığı petrol miktarının, bu ülkelerin toplam petrol ithalatının yaklaĢık %25‟ini kapsadığı görülmektedir. Irak‟ın toplam ithalatlardaki payı ise ortalama % 3‟e tekabül etmektedir. Irak SavaĢı sırasında AB ülkelerinin Orta Doğu‟dan petrol ithalatı bir miktar azalıĢ gösterse de sonradan tekrar yükseliĢ kaydetmiĢ; 2006 sonrasında ise azalarak devam etmiĢtir. Bu tablodan hareketle Irak SavaĢı süreci ile birlikte, sürekli sorun yaĢanan bir bölgeye bağlı kalmak istemeyen AB ülkelerinin alternatif kanallara yöneldiğini söylemek mümkündür. 13 2011 istatistikleri verinin alındığı 28 Ağustos 2011 tarihine kadarki süreci kapsamaktadır. 192 Tablo-21‟de ise Irak SavaĢı‟nın baĢ aktörleri arasında yer alan Ġngiltere‟nin çeĢitli bölgelerden petrol ithalat yüzdeleri verilmektedir (Ġngiltere ĠĢ, Yenilik ve Beceriler Bakanlığı (Department For Business, Innovation and Skills) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011): Tablo-21: 1950‟den 2006‟ya kadar Ġngiltere‟nin Petrol Ġthalat Yüzdeleri BÖLGELER 1950 (%) 1960 (%) 1970 (%) 1980 (%) 1990 (%) 2000 (%) 2006 (%) Orta Doğu Batı Yarıküre Norveç Afrika Diğer 81 18 1 81 16 2 1 59 5 33 3 81 4 6 2 7 31 5 49 6 9 5 4 74 7 10 2 4 70 7 17 Tablo-21 incelendiğinde 1950-1990 arasında Ġngiltere açısından Orta Doğu kaynaklı petrolün çok önemli olduğu ve Ġngiltere‟nin petrol ithalatının %81‟e varan oranda bölgeden kaynaklandığı görülmektedir. 1990‟larla birlikte hızla düĢen oranlar 2000‟e gelindiğinde %5‟e kadar düĢmüĢtür. Tablodan da görüldüğü üzere, Ġngiltere petrol ithalatını %75‟e ulaĢan oranda Norveç‟ten karĢılamaktadır. 2006‟ya gelindiğinde ise Ġngiltere‟nin Orta Doğu kaynaklı petrol ithalatı daha da düĢerek %2‟ye gerilemiĢtir. Bu noktada Ġngiltere açısından Orta Doğu petrolünün çok önemli bir konumda olmadığını ve Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen Orta Doğu petrolünün güvenliğini sağlamanın, tek baĢına Ġngiltere açısından düĢünüldüğünde, zayıf bir argüman olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira Orta Doğu‟dan gelen tüm petrolün kesildiği düĢünülse bile Ġngiltere‟nin %2‟lik kaybı diğer bölgelerden telafi edilebilirdi. Bu istatistiklerden yola çıkarak, petrol ihtiyaçlarını yoğun biçimde ithalatla karĢılayan ABD ve AB ülkelerinin muhtemel kriz olasılığı sebebiyle Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılıklarını azaltma çabasında olduklarını ifade etmek mümkündür. Buna göre, petrolün alternatif bölgelerden de temin edilebildiği dikkate alındığında tek baĢına bir savaĢ sebebi olamayacağı 193 söylenebilecektir. Tablo-22‟de 1990‟dan bugüne ABD içindeki petrol fiyatları verilmektedir (Inflation DataĠnternet Sitesi [web], 2011): Tablo-22: Yıllar Ġtibarıyla ABD Ġçindeki Petrol Fiyatları Yıllar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 14 2011 Nominal ($/Varil) Enflasyon Dahil ($/Varil) 23,19 20,2 19,25 16,75 15,66 16,75 20,46 18,64 11,91 16,56 27,39 23 22,81 27,69 37,66 50,04 58,3 64,2 91,48 53,48 71,21 86,84 38,57 32,33 29,9 25,28 23,02 23,96 28,42 25,32 15,93 21,62 34,65 28,32 27,62 32,82 43,42 55,8 63,02 67,37 92,31 54,24 73,44 - Tabloda görüldüğü üzere, Irak SavaĢı öncesinde 23 dolar civarında olan petrol fiyatları, yıllar içinde hızla artarak 2011 Ağustos ayı itibariyle yaklaĢık 86,84 ABD dolarına ulaĢtığı görülmektedir. ABD‟nin petrol ithalatının da arttığı göz önüne alındığında ABD‟nin petrol maliyetlerinin de aynı oranda arttığını görmek mümkündür. Washington Post‟un verilerine göre 2006 itibariyle Irak SavaĢı‟nın ABD‟ye maliyeti 3 trilyon doları aĢmıĢtır (Washingtonpost Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bu rakamlara artan petrol maliyetleri de eklendiğinde rakamın ne derece ciddi boyutlara ulaĢtığı görülmektedir. 14 2011 rakamları verinin alındığı 28.08.2011 tarihine kadarki fiyatları göstermektedir. 194 Tablo-23‟de Irak‟ın petrol istatistikleri görülmektedir. Bu tabloda da görüleceği üzere, Irak bütün petrol ihracat gelirlerini ABD‟ye veriyor olsaydı bile, bu rakamların ABD‟nin savaĢ harcamalarını bile karĢılamaya yetmeyeceği ortadadır (ABD DıĢ ĠĢleri Bakanlığı (Department of State) 16 Aralık 2009 Tarihli Irak Raporu, 2009): Tablo-23: Irak Petrol Ġstatistikleri Üretim (Günlük/milyon Varil)-2009 2,45 Ġhracat Petrol Geliri Petrol Geliri Petrol Geliri (Günlük/milyon (milyar dolar) (milyar dolar) (milyar dolar) varil)-2009 (2007) (2008) (2009) 1,93 41 61,9 30,6 Sonuç olarak Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri arasında gösterilen, petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve ABD ve Ġngiltere‟nin bedava petrol elde etme amacıyla Irak‟a girdiği iddialarının yetersiz argümanlar olduğunu ifade etmek mümkündür. Nitekim yukarıdaki istatistiklerden de anlaĢılacağı üzere, Irak petrol gelirleri ile Irak SavaĢı‟nın finanse edilmesi mümkün olmamıĢtır. Buraya kadarki değerlendirmelerden yola çıkarak, Irak Savası‟nın lanse edilen gerekçelerin hiç birisinin tek baĢına Irak‟ı iĢgal etmeye yetecek kadar geçerli nedenler olmadığı anlaĢılmaktadır. ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ı petrol elde etmek için vurduğu iddiası da çalıĢmamızdaki istatistiklerden de anlaĢılacağı üzere, maliyeti ile kıyaslandığında mantıklı bir çözüm olarak görünmüyordu. KuĢkusuz Irak SavaĢı, ABD açısından da çok önemli gerekçelere dayanarak gerçekleĢtirilmiĢ bir savaĢtı. 2000‟li yıllara girerken tek kutuplu sistemin tek süper gücü olan ABD, Batı Dünyasının sembolize ettiği 195 geliĢmiĢliğin lider ülkesi olarak, özgürlüğün, serbest giriĢimin, demokrasinin ve küreselleĢmenin örnek temsilcisi adeta prototipi haline gelmiĢti. Teknolojik geliĢmelerle birlikte, artık Dünyanın herhangi bir yerindeki bir kiĢi batı dünyasının yaĢam tarzını rahatlıkla izliyor ve kendi ülkesindekilerle karĢılaĢtırıyordu. KuĢkusuz küreselleĢme; nimetlerinden faydalanan geliĢmiĢ ülkeler açısından çok önemli bir faktördü. Ancak geliĢmiĢ olan toplumlar, küreselleĢmenin nimetlerinden faydalanırken, diğer yanda bu toplumları kendi varlıklarına karĢı tehdit olarak gören, küreselleĢmenin nimetlerinden yeterince faydalanamayan oldukça geniĢ bir kitle de meydana gelmiĢti. Onlara göre, batı toplumları bu zenginliğe, kendilerini sömürerek ulaĢmıĢ, kendileri ise sömürülen, doğal kaynakları elinden alınan fakir bir topluluk haline gelmiĢti. GeliĢmiĢ ülkeler bir yandan sömürü düzeni ile geliĢmemiĢ olan ülkelerin zenginliklerini sömürüyor, diğer taraftan da bu ülkeleri, kendi çıkarları doğrultusunda Ģekillendirmeye çalıĢıyordu. Bu durum, dini öğelerle de birleĢince, özellikle Ġslam coğrafyasında, batı toplumlarını ve bu düzenin lideri ABD‟yi düĢman olarak gören bir kitle oluĢturmaya baĢladı. Bu kitle için ABD ile konvansiyonel silahlarla ve savaĢ yöntemleri ile mücadele etmek imkânsızdı. Hiç Ģüphe yok ki, terörizm bu düĢüncedeki insanlar için önemli bir silah haline gelmiĢti. DüĢük maliyeti, az sayıda insan kaynağı ile yetinmesi, toplumlar üzerinde kısa vadede çok büyük ve yıkıcı etkisinin bulunması, terörizmin bu kitle tarafından benimsenmesi ve etkin biçimde kullanılmasını doğurmuĢtu. Ġslam Dininin cihat ve Ģehitlik anlayıĢı, bu kitle açısından bulunmayacak bir fırsat yaratmakta ve davaları için canını vermeye hazır binlerce insanı yönlendirmelerine imkân tanımaktaydı. 11 Eylül böyle bir psikolojinin sonucuydu. ABD hiç beklemediği bir yerden çok büyük bir saldırıya uğramıĢ, binlerce insanını kaybetmiĢ, halk büyük bir paranoyaya sürüklenmiĢti. Terörün kimi nerede ne zaman yakalayacağının belirsiz olması dolayısıyla, halk üzerinde yoğun bir korku psikolojisi hakim olmuĢtu. KuĢkusuz ABD‟nin bu saldırıyı yanıtsız bırakması mümkün değildi. Ġlerleyen dönemde 196 Afganistan müdahalesi Dünya kamuoyunun da büyük oranda onayıyla gerçekleĢmiĢ, ardından da Irak SavaĢı‟na giden süreç oluĢmuĢtu. ABD açısından Irak SavaĢı, yıkılan imajının yenilenmesi, ABD halkında oluĢan korkunun giderilmesi ve hegemonyasının tekrar güçlendirilmesi amaçlarına da hizmet ediyordu. Dikkatli düĢünüldüğünde Irak SavaĢı‟nın nedenleri arasında gösterilen, Saddam Hüseyin‟in El Kaide‟ye yardım ettiği, kitle imha silahları bulunduğu ve Irak halkına yönelik Ģiddetin önlenmesi hakkındaki gerekçelerin çoğunluğu, tek baĢına ABD‟ye yönelik bir tehdit kaynağı değildi. Terörizmin tüm Dünyaya yönelik bir tehdit olduğu düĢünüldüğünde, Irak‟ın El Kaide‟ye yardım etmiĢ olması durumunda dahi, ABD açısından doğrudan bir tehdit kaynağı sayılamazdı. Kaldı ki var olduğu iddia edilen kitle imha silahlarının da ABD‟yi rahatlıkla vurması düĢünülemezdi. Buna göre Irak SavaĢı‟na kadarki süreç ve savaĢ sonrası, Ġsrail açısından değerlendirildiğinde Ġsrail‟in Irak‟tan önemli ölçüde tehdit algıladığını, bu tehdit algısı doğrultusunda, gerek Irak içinde rejim muhalifi gruplarla iletiĢim kurarak gerekse ABD‟deki Yahudi yanlısı kuruluĢlar ve Ġsrail lobisi ile Bush yönetimi üzerinde baskı ve ikna yöntemlerini kullanarak, ABD‟nin Irak‟ı iĢgal projesinde önemli pay sahibi olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu durum da Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟nda aktif olarak yer almasa da arka planda önemli faaliyetler yürüttüğünü göstermektedir. Ġsrail‟in SavaĢ sonrasında da Irak‟ta yerel gruplarla iletiĢim kurması, onlara çıkarları doğrultusunda destek vermesi, çeĢitli projeler geliĢtirilmesi düĢünüldüğünde Irak‟ın geleceğinde de önemli pay sahibi olmak istediği görülmektedir. 197 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL’ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Bu bölümde Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik algısını değerlendirerek Irak SavaĢının Ġsrail açısından sonuçlarına çalıĢılacaktır. ulaĢılmaya Bu konuda öncelikle Ġsrail‟in terörizmden tehdit algısı incelenecektir. 1. ĠSRAĠL’ĠN TERÖRĠZM ALGISI VE ĠSRAĠL’DE FAALĠYET GÖSTEREN BELLĠ BAġLI TERÖR ÖRGÜTLERĠ: Tarihi açıdan Filistin direniĢine bakıldığında, Filistin‟e Yahudi göçlerine karĢı çıkanların ve Ġngiliz Yönetimine karĢı gerçekleĢen ayaklanmaların baĢlangıçta, örgütlenmeden toplu halk hareketleri Ģeklinde; sonraları ise, çeĢitli örgütler vasıtasıyla gerçekleĢtirildiği görülmektedir. Buna göre 1930‟lu yıllara gelindiğinde Filistinliler siyasi görüĢ açısından Ģu gruplara ayrılmıĢlardı (Boran; 2006: 86-87): Filistin Arap Partisi: Hüseyni ailesinin partisi idi. Gücünü Kudüs müftüsü Hacı Emin Efendi El Hüseyni‟den almaktaydı. Ulusal Savunma Partisi: Lideri, NeĢaĢibi ailesinden Ragıp Bey ElNeĢaĢibiydi. Bu aile, Hüseyni ailesiyle rekabet içindeydi. Ragıp Bey, Osmanlı Meclisi Mebusanında vekillik yapmıĢtı. Bu parti Hüseyniler gibi Yahudilere ve Siyonizm‟e düĢman olmakla beraber Ģiddet karĢıtıydı. Aynı Ģekilde Ġngiliz yönetimine karĢı da ılımlı kanadı temsil ediyorlardı. Bağımsızlık Partisi: Ulusal Savunma Partisi‟nin karĢısında yer almıĢtı. 1931 Aralık ayında Kudüs‟te toplanan Pan-Ġslam Kongresi kararlarına dayanarak, 1932 yılında Avni Abdülhadi liderliğinde kurulmuĢtur. GeniĢ Arap dünyasının birlik ve bütünlüğü içinde Filistinlilerin bağımsızlığını, manda yönetiminin sona erdirilmesini Balfour Bildirgesinin feshedilmesini ve Filistin‟in tamamen Arap denetimi altına sokulmasını savunmuĢtur. Yayın organı El-Difa‟ad idi. Ġsrail‟e karĢı örgütlü mücadele 1955‟te BaĢkan Nasır‟ın Gazze‟deki Filistinlileri komando eğitimine tabi tutarak, bunları “fedain” adı altında Ġsrail‟e yönlendirerek saldırtmasıyla baĢladığı söylenilebilecektir. Fedain örgütü üyeleri 1956 SavaĢında Gazze'nin iĢgali ile birlikte tamamen deĢifre edilince, bu teĢebbüs son bulmuĢtur (Armaoğlu, 1994: 220-221). Bundan sonraki süreçte ise günümüze kadar ulaĢan ve yaygın desteğe sahip örgütler oluĢturulmuĢtur. Bunlardan baĢlıcalarını incelemek yerinde olacaktır. a. El Fetih El Fetih Örgütü “Harakat al-Tahrir al Filastini (Filistin Ulusal KurtuluĢ Hareketi)” Yaser Arafat önderliğinde 1959‟da kurulmuĢtur. Adını Arapça adının baĢ harfleri olan HTF’nin tersten okunuĢu olan FTH yani “El Fetih” olarak belirlemiĢtir (Boran, 2006: 87). Arafat, gençlik dönemlerinden itibaren iyi bir eğitim almak için uğraĢırken aynı zamanda, Filistin‟in bağımsızlığı için çaba göstermeye baĢlamıĢ, bu amaçla Ġsrail‟e karĢı faaliyetler yürüten organizasyonların içinde yer almıĢtı. 1948 SavaĢı‟nda da savaĢçılara destek verdiği ifade edilmektedir. Ardından eğitimini tamamlamak üzere Mısır‟a gitmiĢtir. Orada “Filistinli Mezunlar Topluluğu (Palestinian Graduate Organization)” adı altında bir örgüt kurmuĢ ve bu örgüt SüveyĢ Krizi sırasında Ġngiliz, Fransız ve Ġsrail güçlerine karĢı mücadele etmiĢtir. Ardından Kahire Üniversitesi‟nden Mühendis olarak mezun olmuĢ ve Kuveyt‟te çalıĢmaya baĢlamıĢtır. Arafat ve arkadaĢları, 1956‟da Kuveyt‟te örgütün temellerini atmıĢtır. Bu dönemde adını duyurmak ve Filistin‟li mültecilerin durumunu anlatmak amacıyla “Falestinuna” (Filistinimiz) adlı gazeteyi çıkarmıĢtır. Arafat, Filistin‟in bağımsızlığını istiyor ancak bunu da herhangi bir Arap Devletinin mandası altında olmadan 199 gerçekleĢtirmek istiyordu. Bu amacına da sadece silahlı mücadele ile ulaĢabileceği fikrine ulaĢmıĢ ve pek çok Arap toprağından Ġsrail hedeflerine karĢı saldırılar organize etmiĢtir (Yementimes Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2009). Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, El Fetih‟e kuruluĢundan itibaren cephe almıĢ ve faaliyetlerini, kendi otoritesine meydan okuma biçiminde algılamıĢtır. Ayrıca Arafat‟ın Nasır‟la uyuĢmaması sebebiyle önceleri Suriye‟deki Baasçı yönetim tarafından desteklenen Arafat ve El Fetih Örgütü, sonraları Baasçılarla da uyuĢamayarak bu desteği yitirmiĢtir. Aynı Ģekilde El Fetih‟e destek veren Suriye, Ġsrail‟i Ürdün‟e karĢı kıĢkırtmak amacıyla, El Fetih‟in Ürdün topraklarından Ġsrail‟e saldırmasını sağlamıĢtır (Armaoğlu, 1994: 222). 1964‟te Filistin mültecilerinin Kudüs‟ün Arap kesiminde yapılan ilk kongresinde merkezi Kahire olmak üzere Filistin KurtuluĢ Örgütü‟nün (FKÖ) kurulması kararlaĢtırıldı ve örgüt kurulur kurulmaz Mısır tarafından kontrol edilmeye baĢladı. Bu durum, El Fetih ve FKÖ arasında bir çekiĢmeye dönüĢtü. Bu çekiĢme 1967‟deki Arap Ġsrail SavaĢı sonrasında ilk genel sekreter olan ġukeyri‟nin istifası ve El Fetih‟in ağırlığını artırması ile birlikte, FKÖ‟nün El Fetih‟in kontrolüne geçmesiyle sonuçlanmıĢtır. Bu tarihten sonra FKÖ‟nün söylemleri sertleĢmiĢ ve saldırılarında da artıĢ yaĢanmıĢtır. Bu duruma, Ġsrail‟in tepkisinden çekinen Mısır, Lübnan ve Ürdün karĢı çıkarken Suriye destek vermiĢtir. Suriye‟nin bu denli cesaretli tavırları ve Ġsrail‟in FKÖ ve Suriye‟ye baĢlangıçta yeterli tepkiyi gösterememesi; diğer ülkeleri de etkilemiĢ, özellikle Mısır-Suriye yakınlaĢması ile birlikte FKÖ‟ye verilen destek artmıĢ ve FKÖ saldırılarında da önemli artıĢ yaĢanmıĢtır (Armaoğlu, 1994: 223-225). El Fetih, 1968 yılındaki ünlü Ürdün‟ün Karameh bölgesindeki direniĢiyle tüm dikkatleri üzerine topladı. Ardından, 1971‟de örgütün kurucularından, Ebu Ali Ġyad‟ın öldürülmesi üzerine, El Fetih içinden ayrılan ve kendilerine “Kara Eylül” adını veren bir grup, 1972 Münih Olimpiyatlarında 11 Ġsrailli sporcuyu öldürerek döneme damgasını vurdu. 1975‟te Lübnan iç 200 savaĢında, El Fetih militanları da yer aldı. 1982‟ye kadar Lübnan‟da kalan FKÖ karargâhı, 1982‟de Ġsrail‟in Lübnan‟ı iĢgali neticesinde liderleri Arafat‟la birlikte Lübnan‟dan ayrılmıĢ ve Tunus‟ta faaliyetlerine devam etmek zorunda kalmıĢtır (YaĢar ve diğerleri, 2011: 126). El Fetih‟le birlikte FKÖ, 1982‟de Lübnan‟dan ayrıldığında özellikle güney Lübnan‟da olmak üzere 7000-9000 arası örgüt üyesi Lübnan‟da kalmıĢtı. Arafat‟ın da ayrılmasıyla birlikte bu kuvvetlerin koordinasyonu zorlaĢmıĢ ve Arafat‟ın otoritesi zayıflamıĢtı. Zira özellikle Suriye‟nin çabaları ile Arafat‟ın politikaları Lübnan‟da olduğu süre boyunca da eleĢtirilmiĢti. Arafat Beyrut‟tan ayrıldığında, Libya ve Suriye‟nin kıĢkırtmaları ile Abu Musa önderliğinde El Fetih içinden ayrılan bir grup, Bekaa vadisinde ayaklanarak, Lübnan‟daki FKÖ bürolarını ele geçirmek üzere Arafat yanlıları ile mücadeleye baĢladı. Suriye‟nin de Arafat‟a karĢı cephe alması ile ÜrdünArafat arası iliĢkiler geliĢti ve 11 ġubat 1985‟te bir anlaĢma ile Filistin varlığı ve Ürdün arasında bir konfederasyon kurulması kararlaĢtırıldı. Ancak Arafat‟ın Ürdün‟den farklı politikaları ve görüĢ ayrılıkları sebebiyle, Ürdün Kralı Hüseyin tarafından anlaĢma feshedildi ve FKÖ, Filistin halkının tek temsilcisi olarak kaldı (Armaoğlu, 1994: 569). Arafat‟ın daha sonra, Filistin sorununu uluslararası bir konferansa götürme çabaları da sonuç vermemiĢtir. Arafat ve FKÖ, bundan sonra bağımsız bir Filistin Devleti kurmak için çalıĢmıĢtır. Nihayet FKÖ‟nün parlamentosu olarak nitelendirilebilecek Filistin Milli Konseyinin 15 Kasım 1988‟de Cezayir toplantısında, “Bağımsız Filistin Devletinin” kurulduğu ilan edilmiĢtir. Bu dönemde FKÖ ve Arafat‟ın politikalarında bir değiĢim yaĢanmıĢ ve Ağustos 1989‟da El Fetih‟in 5. kongresinde hazırlanan siyasi programda, daha önceki toplantılardan farklı olarak, Batı ġeria ve Gazze‟deki Filistinliler için, Ġsrail‟in yanında kurulacak bağımsız bir Filistin Devletinden söz edilmeye baĢlanmıĢtır. Bu süreçte ABD ile yakın temaslar gerçekleĢtirilmiĢtir. Böylece FKÖ‟nün, Ġsrail‟in tamamen ortadan kaldırılması ve bütün Filistin üzerinde bir Filistin Devleti kurma isteklerinden vazgeçtiği ifade edilebilecektir (Armaoğlu, 1994: 568-569). 201 Yaser Arafat‟ın Aralık 1988‟de FKÖ adına terörizmi kınadığı açıklaması sonrasında, ABD ile iliĢkilerinde düzelme yaĢanmıĢtır. ABD bu açıklama ile FKÖ içinde yer alan El Fetih, Güç 17, Havari Grubu, Filistin Halk KurtuluĢ Cephesi (FHKC), Filistin Demokratik Halk KurtuluĢ Cephesi (FDHKC) gibi örgütleri de kapsadığını düĢündüyse de bu olumlu diyalog, FHKC‟nin 30 Mayıs 1990‟da Ġsrail kıyılarına saldırmasıyla sona ermiĢtir. Sonrasında 1994 Gazze-Eriha AntlaĢması ve Eylül 1995‟teki 2. Oslo AntlaĢmasıyla Ġsrail, Gazze ġeridinin tamamına yakını ve Batı ġeria‟nın bazı bölgelerinin yönetimini Filistin otoritesine bırakmıĢtır. Ocak 1996‟da yapılan seçimlerin sonucunda 88 üyeli Filistin Otoritesi Konseyi oluĢturulmuĢ ve Arafat, BaĢkan sıfatıyla göreve baĢlamıĢtır. Önemli kararları alma yetkisi Arafat‟a ait olmakla beraber, 23 bakanlıktan oluĢmuĢ ve hükümette önemli pozisyonlar El Fetih üyelerine verilmiĢti (Tarihonline Ġnternet Sitesi [web], 2010). Günümüzdeki duruma bakıldığında, 2003 yılında BaĢbakanlık yapan ve 2005 yılından bu yana Filistin Otoritesi BaĢkanı olan Mahmud Abbas (Ebu MAZEN), aynı zamanda FKÖ ve El Fetih‟in de lideri konumundadır. El Fetih‟in idari yapısında Merkez Komite karar alıcı konumdadır. Devrimci Konsey de Merkez Komiteye paralel bir organdır ve silahlı direniĢ opsiyonunun kullanılmasında karar organıdır. El Fetih‟ten üç gerilla tipi terör örgütü doğmuĢtur. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010a): El-Aksa ġehitleri Tugayı: Eylül 2000‟deki intifada sırasında ortaya çıkan ve Ġsrail‟in iĢgalini sona erdirmek için Ģiddet eylemleri düzenleyen bir örgüttür. Güç 17: FKÖ liderlerini koruma amaçlı Bireysel güvenlik örgütüdür. Özellikle 80‟lerin baĢlangıcında etkili olmuĢlardır. Tanzim: El Fetih‟in silahlı gerilla organizasyonudur. 202 Bu süreçte El Fetih‟in yapısı ve Ģu anki iĢlevi incelendiğinde, El Fetih‟in geçmiĢteki ılımlı politikaları gereği zaman zaman Ġsrail‟le ve ABD ile iĢbirliği yaptığını; günümüzde radikal ve saldırgan bir örgüt olmaktan ziyade daha ılımlı bir çizgide bulunduğunu ifade etmek mümkündür. b. HAMAS Özü itibariyle, Arapça bir sözcük olan “hamisi”den türeyen HAMAS sözcüğü felsefi olarak, bir kiĢinin inandığı değerler uğruna kendini feda etmesi anlamında kullanılmaktadır. 1987 intifadası sırasında da, Ġsrail‟e karĢı verilen mücadelede askeri anlamını kazanmıĢtır. HAMAS; “Harekât almuqawama al-İslamiyya” yani “Ġslami DireniĢ Hareketi”nin baĢ harflerinden oluĢturulmuĢtur. Esas itibariyle 1987 intifadasında Gazze‟de Müslüman KardeĢler Örgütünün bir kolu olarak ortaya çıkmıĢtır (Muslih, 1999: 2-3). HAMAS‟ın kuruluĢunda özellikle üç ismin önem kazandığı görülmektedir. Bu isimleri üçlü bir piramide koyduğumuzda piramidin tabanında, Ġsrail tarafından daha önce öldürülen ġeyh Ahmed Yasin ve Abdül Aziz Rantisi isimli iki Filistinli HAMAS lideri; zirvesinde ise 1928‟de Müslüman KardeĢler Örgütü‟nü kuran Mısırlı öğretmen Hasan el-Benna yer almaktadır. Mısır gizli servisince 1949‟da öldürülen el-Benna; hareketin adeta referans kaynağı sayılır. HAMAS, küresel ölçekte faaliyet gösteren ve modern zamanların en büyük Ġslami hareketi olarak nitelendirilen Müslüman KardeĢler ile kurduğu iletiĢim sonrasında kuruldu. Ġslami DireniĢ Hareketi olarak da geçen HAMAS, kuruluĢ metninin 2. maddesinde Müslüman KardeĢlere bağlı bir örgüt olarak ifade edilir ve kendilerini Müslüman KardeĢler örgütünün Filistin‟deki kanadı olarak görmektedir. Yine 7. maddede de HAMAS‟ın evrensel nitelikli bir hareket olduğu ifade edilmektedir (Kramer, 2007: 71). HAMAS‟ın ortaya çıkıĢının pek çok sebebi vardır ancak en önemlilerini “Filistinlilerde intifadanın yarattığı direniĢ duygusu, Ġran‟ın baĢarılı Ġslami Devrimleri, FKÖ‟nün 1983-1987 arası dönemde siyasal baĢarısızlığı, Ġslami 203 Cihad örgütünün askeri söylemleri” Ģeklinde belirtmek mümkündür. Ancak, daha derinine inildiğinde HAMAS‟ın, Filistin‟de oluĢmaya baĢlayan ĠsrailFilistin sorununun silahlı direniĢle gerçekleĢmesi taleplerinin doğurduğu bir giriĢim olarak ortaya çıktığı ve örgütlenmesini de camiler, öğrenci grupları, etkili cemaatler, yer altı hücreleri ve karargâhlarla oluĢturduğunu söylemek mümkündür (Muslih, 1999: 3). HAMAS, “Siyonist varlığının cihad yoluyla yok edilmesini” amaçlayan bir örgüttür. HAMAS, Ġsrail‟le topyekün bir mücadele baĢlatılabilmesi için, Ġslami uyanıĢın gerekli olduğu söylemi üzerine oluĢturduğu görüĢlerini halka yaymaya baĢlamıĢ; zamanla Ġsrail‟i tanıma noktasına kadar gelen El Fetih‟in aksine, Ġsrail‟in varlığını reddetmiĢtir. Bu süreçte, Filistin-Ġsrail barıĢ sürecinin de karĢısında yer almıĢtır (Mannes, 2004: 113). BaĢlangıçta Ġsrail, HAMAS‟ın hücreler biçiminde örgütlenerek geliĢmesini engellememiĢ; bir anlamda buna izin vermiĢtir. Bunun arkasında yatan neden, Ġsrail‟in HAMAS‟ı FKÖ‟yü dengeleyecek bir örgüt olarak görmesiydi (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). Sonraları ise intifada süreci ile birlikte yaptığı eylemlerle bunun böyle olmadığı, aslında FKÖ‟den daha büyük bir tehdit olduğu anlaĢılmıĢtı. HAMAS, FKÖ‟yü de tehdit etmiĢ, bu durum HAMAS-El Fetih anlaĢmazlığının da temelini oluĢturmuĢtur. 1980‟lerle birlikte baĢlayan barıĢ sürecinde, Yaser Arafat‟ın diyalog çabaları ile FKÖ‟nün silahlı direniĢten ziyade diplomatik ve barıĢçı yollara yönelmesi sonrasında; silahlı direniĢin gerekliliğini savunan HAMAS, FKÖ‟yü bağımsız Filistin önünde bir engel olarak görmeye baĢlamıĢtır (Muslih, 1999: 4). 8 Aralık 1987‟de bir Ġsrailli‟nin kullandığı kamyonun 4 Filistinliyi çarparak öldürmesi üzerine baĢlayan olaylar sonucu geliĢen 1. Ġntifadada, ġeyh Yasin‟in önderliğinde yıllar süren hazırlıkların sonucunda HAMAS, ilk defa ortaya çıkmıĢ ve kısa sürede Ģiddet eylemleri ve saldırıların gerçekleĢtirilmesinde lider rolünü üstlenmiĢtir. Birkaç ay gibi kısa bir süre 204 içinde Ġsrail asker ve sivillerine yönelik eylemlerine baĢlamıĢlardır. 1989 Eylül‟ünde Ġsrail tarafından yasa dıĢı ilan edildiğinde, ġeyh Yasin ve pek çok HAMAS lideri tutuklanmıĢtı. Bu süreçte yeni bir organizasyon ve liderlik oluĢturulması gerekmiĢti. Bu doğrultuda 1991‟de Al Kassam Taburu adı ile oluĢturulan yeni bir örgüt ile saldırılar gerçekleĢtirilmeye baĢlamıĢtı. Ġsrail 1992‟de 400 HAMAS ve Ġslami Cihad militanını sınır dıĢı ederek, HAMAS‟ı zayıflatsa da durdurmayı baĢaramamıĢ, saldırılar bu defa Lübnan üzerinden gerçekleĢtirilmeye baĢlanmıĢtır (Mannes, 2004: 114). 1993‟te Oslo AntlaĢmaları ile kurulan Filistin Otoritesi de, HAMAS tarafından tarihi Filistin‟le Ġslami anlamda bütünleĢmiĢ bir görünüm arz etmediği için kabul edilmemiĢtir (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). Aynı dönemde 25 ġubat 1994‟te Baruch Goldstein adlı Ġsraillinin El Halil Camii‟nde ibadet eden 29 Müslümanı öldürmesi üzerine Filistin Ġslami Cihadı ile iĢbirliği yapan HAMAS; gerçekleĢtirdiği intihar saldırıları ile 100‟lerce Ġsrailli‟nin ölümüne neden olmuĢtur (Mannes, 2004: 116). Bu saldırlar da barıĢ yapma umutlarını önemli ölçüde azaltmıĢtır. Oslo‟da Ġsrail-Filistin barıĢı yolunda atılan adımlar sonrasında Ġsrail‟in yerleĢimlere devam etmesi ve izleyen süreçte 1996‟da Likud Partisi Lideri, Benjamin Netenyahu‟nun BaĢbakan seçilmesi ile barıĢ süreci adeta sekteye uğradı. Zira Likud Partisi, muhafazakâr görüĢe sahipti ve Oslo‟ya karĢı çıkmaktaydı. Bu süreçte Arafat, HAMAS‟ın planlı saldırılarının önüne geçemedi ve adeta etkisiz bir görünüme büründü. HAMAS, bu dönemde halka eğitim ve sağlık hizmetleri götürülmesinde yardımcı olunca, halktan aldığı desteği de artırdı (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). Ġsrail ve Filistinlilerin karĢılıklı olarak gerçekleĢtirdikleri terör eylemleri ile çok sayıda insan ölmüĢ ve pek çoğu da yaralanmıĢtı. Ġsrail‟in saldırılara yönelik tepkisi ağır olmuĢ, saldırılar sonrasında, pek çok masum insan da öldürülmüĢtü. 1999‟la birlikte HAMAS‟ın saldırılarında yoğun bir artıĢ yaĢanmıĢtır. Ağustos 1999‟da Ürdün‟deki HAMAS ofisleri kapatılmıĢ ve üst düzey yöneticileri tutuklanmıĢtır (Mannes, 2004: 117). 205 Yine 2000‟deki ikinci intifada ile birlikte HAMAS ve diğer terör örgütlerinin intihar bombacılığı faaliyetleri de hız kazanmıĢtır. Bu süreçte HAMAS, El Fetih‟le de karĢı karĢıya gelmiĢ ve gücünü hızla artırması ile birlikte El Fetih ve Ġsrail arasındaki ateĢkesi de reddetmeyi bir politika olarak belirlemiĢtir (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). HAMAS, Filistin Otoritesinin kuruluĢundan beri, Filistin Otoritesine saldırmama koĢuluyla hareketlerinde serbesti kazanmıĢtı. Filistin Otoritesi, HAMAS‟ın terör faaliyetlerine karĢı çıkmıyor ve gizli olarak destek veriyordu. HAMAS, bu ortamda pek çok intihar saldırısı gerçekleĢtirmiĢti (Mannes, 2004: 117-118). Bu süreçte HAMAS, elde ettiği sonuçlarla halkta bir umut kaynağı olmuĢtu. Mart 2002‟de pek çok intihar bombalaması ile sarsılması ve yüzlerce vatandaĢını kaybetmesi üzerine Ġsrail, Filistin Otoritesi kontrolündeki Batı ġeria bölgesine yönelik yoğun bir saldırı baĢlatmıĢtır. Bu süreçte pek çok HAMAS militan ve lideri öldürülmüĢtür (Mannes, 2004: 120). HAMAS‟ın halk arasında desteğini artırması ile birlikte siyasallaĢma yolunda adımlar atılmıĢtır. 26 Ocak 2006‟daki Filistin parlamento seçimlerine katılan HAMAS, büyük bir zafer kazanarak güçlü bir Ģekilde meĢruiyetini sağlamıĢtır. HAMAS, rakibi El Fetih‟in 43 sandalye kazandığı seçimde 132 sandalye kazanarak önemli bir çoğunluğa sahip olmuĢtur. HAMAS‟ın seçilmesinin ardından Batı dünyasından özellikle de ABD ve AB‟den kınama mesajları gelmiĢ ve Filistin Otoritesine yapılan desteklerin kesildiği bildirilmiĢtir. Bunun sonucunda HAMAS Yönetimi ekonomik krize girmiĢ; El Fetih ve HAMAS yandaĢı silahlı güçler arasında pek çok kez çatıĢmalar yaĢanmıĢtır. Aylar sonra diyalog giriĢimleri sonrasında, 8 ġubat 2007‟de Mekke‟de El Fetih ve HAMAS arasında (El Fetih‟i temsilen; El Fetih lideri ve devlet baĢkanı Mahmud Abbas, HAMAS‟ı temsilen de BaĢbakan Halid Meshal), ulusal birlik hükümeti kurulması konusunda anlaĢmaya varılmıĢ ve Ģiddetin durdurulması ve uluslararası ambargonun sona erdirilmesi amaçlanmıĢtır. Yeni bir kabine oluĢturulmuĢ ve bakanlıklar paylaĢılmıĢtır. 206 Yeni hükümet, bağımsız bir Filistin Devleti oluĢturma ve 1967 savaĢı ile iĢgal edilen yerlerin geri alınması ve Kudüs‟ün baĢkent ilan edilmesini, her türlü Filistin direniĢinin kabulünü ve Ġsrail saldırılarına yönelik savunmayı hedeflemiĢtir. Yeni hükümet aynı zamanda, FKÖ tarafından geçmiĢte imzalanan anlaĢmalara uyacağını belirtmesine rağmen, Ģiddeti durdurmayı ve Ġsrail‟i tanımayı reddetmiĢti (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010a). Ġki grubun ortaklığı kısa sürmüĢ; iki grup yandaĢları arasında tansiyon yeniden tırmanmıĢtır. Yeni hükümet, yaĢam koĢullarını iyileĢtirmeyi baĢaramamıĢtı ve ambargolar halen devam ediyordu. Bu ortam içinde Filistin‟de artan Ģiddet, adeta bir kaosa dönüĢtü. Durumun kötüleĢmesi üzerine yerel hükümet temsilcileri, okulları ve kamu hizmetlerini durdurdular. Durumun kötüleĢmesi üzerine devlet baĢkanı Mahmud Abbas, 14 Haziran 2007‟de, BaĢbakan Haniyeh‟i görevden aldı ve hükümeti feshetti. Haniyeh bu durumu kabul etmeyip hükümetin hala var olduğu sürece görevine devam edeceğini iddia etse de Abbas, aldığı uluslararası destek ile özellikle de Arap Ligi, AB, ABD ve Ġsrail‟in HAMAS dıĢında bir iktidarın oluĢması durumunda ekonomik yardım sözü vermeleri ile daha da cesaretli davranmaya baĢlamıĢtı. Bu dört güç aynı yönde açıklama yaparak, HAMAS haricinde bir yönetim oluĢturulmadan Filistin Otoritesi‟ne destek vermeyeceklerini ilan ettiler (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010a). Filistin‟deki ekonomik sıkıntılar, HAMAS ve El Fetih arasındaki gerginliği de körüklemiĢtir. Bu süreçte, HAMAS kendini Arap Devletleri ve El Fetih‟in de aralarında olduğu bir komplonun kurbanı olarak görmekte ve Ģu an bulundukları noktanın bir baĢarı olduğunu düĢünmektedir. Bu durumda dahi, halk HAMAS‟a maddi ve manevi desteğini sürdürürken, içinde bulundukları durumdan dolayı Batı ülkelerini suçlamaktadır. HAMAS‟ı eleĢtirenler ise, HAMAS‟ın Filistin halkını, katı politikalarla tecride ittiği iddiasıyla, içinde bulunulan durumdan dolayı HAMAS‟ı suçlamaktadır (Johnston [web], 2007). Bununla birlikte HAMAS‟ın artan halk desteği ile bu süreçten daha güçlü olarak çıkacağını söylemek mümkündür. Filistin Devlet BaĢkanı Mahmud Abbas‟ın Batı ile iletiĢimi ve HAMAS‟a karĢı tutumu, halk 207 arasında tepki çekmekte ve HAMAS‟a verilen destek, önemli ölçüde artmaktadır. Bu doğrultuda HAMAS-El Fetih arasında yaĢanan sorunların yakın zamanda çözülmesi mümkün gözükmemektedir. HAMAS eylemleri incelendiğinde hem açık hem de gizli eylemleri bulunduğu görülmektedir. Ġki tür eylemi gerçekleĢtiren kanatlar, birbirlerinden farklı bir ideolojiye sahip olmayıp birbirlerinin faaliyetlerini destekler niteliktedir. Açık kanat kitle eylemleri vb. gibi halk hareketlerini organize ederken, gizli kanat, gerçekleĢtirmektedirler. bulunmakta ve bu intihar eylemleri, HAMAS‟ın güçlü organizasyon, bombalamalar gibi eylemleri bir özellikle gençlik de organizasyonu Nablus‟taki al-Najah Üniversitesinde faaliyet göstermektedir. Bu üniversitede örgüte ideolojik destek yanında, patlayıcı imali gibi teknik destek de verildiği düĢünülmektedir (Mannes, 2004: 125). HAMAS, daha önce de belirtildiği üzere önemli bir halk desteğine dayanmaktadır. Bu destek onlara eleman temininde kolaylık sağladığı gibi aynı zamanda önemli oranda bağıĢ toplamalarına da yardımcı olmaktadır. HAMAS‟ın geniĢ bir tabana dayanması ve farklı ülkelerden de aldığı destekle hızla güçlenmesi, yakın dönemde de Ġsrail için önemli bir sorun olarak kalacağı ve güvenlik politikalarında belirleyici rol oynayacağını göstermektedir. c. Lübnan Hizbullah’ı Hizbullah, kelime anlamı ile “Allah‟ın Partisi” anlamına gelmektedir. Kelimenin Arap Dünyasında bir siyasi parti gibi kullanılması da bu anlamda tesadüf değildir ve örgüt tarafından da bu yönde propaganda yapılmaktadır (Demirel, 2003: 66). Hizbullah Örgütü, Lübnan‟da 1980‟li yılların baĢında hızla artan ġii radikalizminin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. 1920‟de Fransız 208 mandası altında kurulan Lübnan‟da siyasal güç, Fransızlarla iĢbirliği yapan Hıristiyan Marunî‟lerin elindeydi. Bu durum 1946‟da Fransızların ülkeden ayrılması ile tam bağımsızlık sağlanınca da değiĢmedi. Bunun üzerine ülkedeki Sünnilere nazaran daha kalabalık olan ġiiler örgütlenmeye baĢladı. Bu noktada özellikle Ġran asıllı Ġmam Musa Sadr tarafından kurulan ġii Emel Örgütü, örgütlenmede ön plana çıktı ve bu örgüt, 1975‟te Lübnan iç savaĢı ile birlikte silahlandı ve özellikle Müslümanlardan yoğun destek aldı. Bu sayede Hizbullah Örgütüne giden süreç baĢlamıĢ oldu. Bu süreçte Filistin‟den göç edenler ve El Fetih baĢta pek çok örgütün, üs olarak Lübnan‟ı seçmesi de, örgütün güçlenmesinde etkili oldu (Erdin, 1999: 10-11). Hizbullah‟ın oluĢumunda ve ġiilerin radikalleĢmesinde etkili olan üç önemli geliĢmeden söz etmek mümkündür. Buna göre, Musa Sadr‟ın 1978‟de Libya‟da kaybolması, aynı sene içinde Lübnan‟ın Ġsrail tarafından iĢgali ve 1979‟da Ġran Ġslam Devriminin gerçekleĢmesi, ġiilerin radikalleĢmesini hızlandırmıĢ ve Hizbullah‟ın oluĢumunda etkili olmuĢtur (Demirel, 2003: 67; Erdin, 1999: 11). Bu noktada Ġran Devriminin ve kurulan rejimin ideolojisi ile paralel bir ideoloji benimseyerek, tüm Müslümanları aynı devlet bünyesinde birleĢtirmeyi amaçlayan ve Batı aleyhtarı bir düĢüncede geliĢen Hizbullah‟ın Ġran‟dan önemli destek aldığını ifade etmek mümkündür. 1982‟de Ġsrail, Lübnan‟ı ikinci kez iĢgal ettiğinde Lübnan‟daki Hırıstiyan güçlerin, binlerce Filistinli mülteciyi öldürmesine izin verdi. Bu durum Müslümanlar arasında, Ġsrail‟e karĢı yoğun bir nefrete dönüĢtü. Bu ortamda Ġran, 3000 kadar seçkin devrim muhafızını Lübnan‟a göndererek hem rejim ihracı politikasını yürütecek hem de dolaylı da olsa Ġsraille savaĢarak, Ġslam dünyasının liderliğini ele geçirecekti. Bu Ģekilde Lübnan‟a giren güçler, bir anlamda Hizbullah örgütünün de alt yapısını oluĢturmuĢtur (Erdin, 1999: 12). Diğer pek çok terör örgütü gibi kendine üs olarak Beka Vadisi‟ni seçen örgüt, genel itibariyle Beyrut‟un güneyinde güçlü durumdadır ve bu bölgede merkezi yönetimin etkisi sınırlıdır. Bu bölgede Hizbullah, adeta özerk bir devlet gibi davranmakta ve etkisi altında bulunan bölgeyi Lübnan 209 anayasasının yasaklamasına rağmen, ġeriata göre yönetmektedir (Demirel, 2003: 69). Hizbullah hakim olduğu alanda, sosyal hizmetlerin temel sağlayıcısı durumundadır. Okulları, hastaneleri ve tarımsal hizmetleri Hizbullah koordine etmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010). Hizbullah, güçlendikten sonra, pek çok örgütü bünyesinde toplayarak geniĢledi. Bu dönemde, Emel Örgütünün lideri Hasan Nasrallah da 500 adamı ile birlikte Hizbullah‟a katılmıĢtı. Aynı Ģekilde Lübnan‟da tanınan ve Lübnan Hükümetince ġii mezhebinin ülkedeki temsilcisi sayılan ġii din adamı ġeyh Muhammed Hüseyin Fadallah da vaazlarıyla, oluĢuma destek veriyordu (Erdin, 1999: 16-17). Örgüt içinde hızla sivrilen Nasrallah, sonrasında örgütün baĢına geçmiĢtir. Örgüt, genel olarak Lübnan‟ın ġii ağırlıklı bölümleri olan Beyrut‟un bir kısmı, Güney Lübnan ve Beka Vadisinde etkin olsa da, Avrupa‟da, Afrika‟da, Güney Amerika‟da ve ABD‟de de önemli sayıda militanı bulunduğu düĢünülmektedir. Ġsrail‟in 2000‟de Lübnan‟dan çekilmesine rağmen, Ġsrail güçlerine yönelik saldırılarına devam etmektedir. Ġsrail ve Hizbullah militanları arasında periyodik olarak yaĢanan çatıĢmalar, 2006‟da topyekün bir çatıĢmaya dönüĢmüĢ, ardından BM öncülüğünde ateĢkes sağlanmıĢtır. BeĢ hafta süren çatıĢmaların sonunda 1000‟in üzerinde insan ölmüĢ; pek çoğu da yaralanmıĢtır (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010). Örgütün ideolojisi ile ilgili olarak 1985‟te Hizbullah‟ın ilk genel kurulunda alınan kararları ve amaçlarını aĢağıdaki gibi ifade etmek mümkündür (Erdin, 1999: 27-28): Lübnan ancak Ġslami bir devletle sorunlarından kurtulabilir. Hizbullah, emperyalist güçlerin Lübnan‟ı terk etmesi için ne gerekiyorsa yapacaktır. Ġsrail iĢgali temel sorundur ve Ġsrail tamamen yok edilinceye kadar direniĢ sürecektir. Bütün Dünya Müslümanları bu mücadelede, Hizbullah‟ın yanındadır. 210 Hizbullah propaganda faaliyetlerini, Ġran desteği ile oluĢturulan ve uydu üzerinden yayın yapan el-Manar TV aracılığıyla yürütmektedir. Bu kanal oldukça etkili propaganda faaliyetleri yürütmektedir. TV kanalı haricinde Radyo Nur adlı bir radyo istasyonları, internet siteleri ve dini eğitim kurumları bulunmaktadır. Bu propaganda araçları vasıtasıyla iç politikaya, ArapMüslüman Dünyasına ve Batılılara yönelik aĢağıda belirtilen mesajlar verilmeye çalıĢılmaktadır (Erlich ve Kahati, 2007: 3-4): Örgüt, Lübnan milliyetçisi ve mezhepsel farklılığa dayanmayan bir karaktere sahiptir. Lübnan‟ın koruyucusu rolünü oynamaktadır. Silahlı kanadı, Ġsrail‟e karĢı oluĢturulmuĢtur ve Ġsrail‟in varlığı reddedilmektedir. Tüm imkânlarını anti-siyonist ideolojiyi yaymak amacıyla kullanmaktadır. Medya faaliyetlerini, Ģeytan olarak lanse ettikleri, Ġsrail‟i ve ABD‟yi yenmek için seferber etmiĢtir. Hasan Nasrallah ve Ġranlı Ali Hamaney önemli birer rol modeldir. Hizbullah‟ın saldırıları genellikle ABD‟li, Ġsrailli ve diğer Batılı güçleri hedef olarak seçmiĢtir. Önemli eylemlerinden bir kısmı aĢağıda belirtilmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010): 1980‟lerde Amerikalıların da içinde bulunduğu Batılılara yönelik seri kundaklamalar. 1983‟te Beyrut‟taki ABD piyadelerine yönelik bomba yüklü bir kamyonla gerçekleĢtirilen saldırı sonucu 200 askerin ölmesi. 1985‟teki TWA 847 uçağının pilotun kafasına silah dayayarak kaçırılması. 1990‟da Arjantin‟deki Yahudi hedeflerine yönelik saldırılar. Buenos Aires‟te 1992‟de Ġsrail Büyükelçiliği‟ne saldırı (29 ölü). 1994‟te Yahudi Toplum Binasına saldırı (95 ölü) 2006‟da Ġsrail‟in kuzeyinde 2 Ġsrailli askerin kaçırılması ve Ġsrail‟in askeri müdahalesi üzerine Ġsrail‟e yönelik roket saldırısı düzenlenmesi. Örgütün liderliğini 1992‟de Musavi‟nin öldürülmesi üzerine, Hasan Nasrallah üstlenmiĢtir. Nasrallah yönetimindeki Hizbullah, daha ilk haftada 211 Buenos Aires saldırısını gerçekleĢtirmiĢ ve 29 kiĢinin ölümüne ve 240‟ının da yaralanmasına neden olmuĢtur. Nasrallah‟ın yukarda da belirtilen diğer saldırılarla birlikte 2006 yazında 34 gün süren çatıĢmaların ardından Ġsrail topraklarına fırlatılan yaklaĢık 4000 roketin de ardındaki isim olduğu belirtilmektedir. Nasrallah, 2006‟daki Ġsrail-Hizbullah çatıĢmasının ardından anti-Ġsrail politikasını artırmıĢ ve Ġsrail Devletine yönelik pek çok giriĢimde bulunmuĢtur. ġubat 2008‟de Hizbullah operasyon Ģefi Imad Mughniyah‟ın, Suriye‟de öldürülmesinin ardından, bu saldırının Ġsrail Devletinin ortadan kaldırıĢı ile sonuçlanacağını açıklamıĢ ve Ġsrail‟e karĢı “açık savaĢ” ilan etmiĢtir. Kasım 2009 seçimlerinde Nasrallah, Hizbullah yöneticileri tarafından yeniden baĢkan seçilmiĢtir (ADL Ġnternet Sitesi [web], 2010). Hizbullah, Lübnan siyasetinde aktiftir. 2005 seçimlerinde 128 üyeli Lübnan parlamentosunda 40 sandalye elde etmiĢtir. Hizbullah‟ın Lübnan‟daki siyasal duruĢu Mayıs 2008‟deki bir dizi Ģiddet dalgası sonrası güçlenmiĢ; bu tarihten sonra Lübnanlı kanun koyucular, Hizbullah militanlarına taviz vermeye baĢlamıĢtır. Ülke parlamentosu, bir ulusal birlik kabinesi onaylamıĢ ve 30 sandalyenin 10‟una sahip olan Hizbullah ve yandaĢlarının veto yetkisi tanınmıĢtır. Haziran 2009 seçimlerinde ise Hizbullah‟ın kamu oyu desteğini yitirmeye baĢladığı göze çarpmıĢtır. Bunda da, daha önce Hizbullah silahlarının Lübnanlılara hiçbir zaman çevrilmeyeceğine yönelik sözlerin tutulmaması etkili olduğu ifade edilmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010). Hizbullah Lübnan‟da siyasal faaliyetlerini yürütse de ABD ve Ġsrail hedeflerine saldırmayı temel politika olarak belirlemiĢtir. Kasım 2009‟daki açıklamasında da görülebileceği üzere Nasrallah, Ġsrail‟i “kanserli bir hücreye benzetmiĢ ve onu yenmenin en iyi yolunun, silahlı mücadele ve askeri direniĢten geçtiğini” ifade etmiĢtir. Nasrallah ABD‟yi de “Dünyadaki bütün terörizmin kökü olarak” nitelemektedir (Anti Dafamation League Ġnternet Sitesi [web], 2010a). 212 Buradan hareketle Hizbullah‟ın Ġsrail güvenliği açısından halen önemli bir tehdit unsuru olduğu ve bu sorunun da yakın dönemde çözülmesinin mümkün olmadığını ifade etmek mümkündür. ç. Filistin Ġslami Cihad Örgütü Filistin Ġslami Cihad örgütü (Harakat al-Jihad al-Islami al-Filastini), Filistin‟de faaliyet gösteren en radikal terör örgütlerinden biridir. Kurulduğu tarih konusunda bir fikir birliği olmasa da 1979-1981 yılları arasında kurulduğu ifade edilmektedir (Litvak, 2002: 1; Avustralya Parlamentosu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Kurucuları Fethi Abdül Aziz ġikaki isimli, Refahlı bir fizikçi ve Jabalia Mülteci Kampında kalmıĢ bir imam olan ġeyh Abdülaziz Avda olduğu ifade edilmektedir (Bazı kaynaklarda BeĢir Musa‟nın da adı kurucular arasında gösterilmektedir). Ġki ideologun görüĢleri de Mısır‟da üniversite eğitimleri sırasında oluĢmuĢ ve burada radikal Ġslamı benimsemiĢlerdir. Genel olarak Ġslami Cihad‟ın ideolojisini üç kaynaktan oluĢan Filistin milliyetçiliği belirliyordu: Müslüman KardeĢler; Mısır‟daki militan Ġslamcı gruplar; Ġran Ġslam devrimiyle birlikte Ayetullah Humeyni‟nin öğretileri (Litvak, 2002: 1). Ġslami Cihad, en iyi bilinen terör örgütlerinden biri olsa da diğerlerine nazaran daha küçük ve gölge bir örgüttür. Hücre Ģeklinde örgütlenmiĢtir. Geleneksel olarak Ġsrail‟e yönelik saldırılara yoğunlaĢmıĢtır ve diğer örgütlerden uzak durmaktadır. Bununla birlikte, Arap-Ġsrail sorununun ancak, silahlı mücadele ile çözülebileceğini savunması sebebiyle diğer örgütlere yakın bir görüntü çizmektedir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2003). Ġslami Cihad HAMAS‟tan daha önce kurulsa da HAMAS kadar geniĢ bir kitleyle iletiĢim kuramamıĢ ve en küçük örgütlerden biri olarak kalmıĢtır. Militan sayısı da yüzlü rakamlarla ifade edilmektedir. ġikaki 1986‟da yakalandığında Avda ile birlikte Lübnan‟a sürülmüĢ ve Ġsrail ajanlarınca Malta‟da Ocak 1995‟te öldürülünceye kadar örgütü dıĢarıdan yönetmiĢtir. Daha sonra yerine Dr. Ramadan Abdallah Muhammad Shalah seçilmiĢtir. 213 Shalah Ġntifada sürecinde HAMAS‟la, ġikaki‟nin Lübnan‟da bulunduğu sürede de Hizbullah‟la ittifak yapmıĢtır. Bu durum ona mülteci kamplarında destek sağlasa da aynı zamanda Ġran etkisine girmesine de neden olmuĢtur (Litvak, 2002: 2). Mısır Hükümeti, daha önce Mısır‟da bulunan Ġslami Cihad üyelerini, Enver Sedat‟ı öldüren Mısırlı öğrencilerle irtibatları nedeniyle sınır dıĢı etmiĢ ve örgüt Gazze ġeridinde faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır. Bununla birlikte örgüt Mısır‟da da faaliyetlerini devam ettirmiĢtir. Nitekim 1990‟da dokuzu Ġsrailli turist on bir kiĢinin ölümüne neden olan tur otobüsü saldırısı ve 1991‟de Mısır‟a girmeye çalıĢırken yakalan militanlar bunun kanıtı sayılabilecektir (Oreck [web], 2010). ġikaki, Lübnan‟da bulunduğu süreçte Hizbullah ile iletiĢim kurmuĢ ve militanları Hizbullah tarafından eğitilmesine imkân sağlamıĢtır. Burada intihar bombacılığı ve terörizmin diğer türlerini, hedeflerine ulaĢma konusunda, temel prensip olarak belirlemiĢtir. Orta Doğu BarıĢ sürecini reddetmiĢ ve Ġsrail‟le anlaĢmayı kabul etmeyen Filistin Retçi Cephesine katılmıĢtır. Bu süreçte BarıĢ sürecine zarar verebilmek için pek çok intihar bombası eylemi gerçekleĢtirmiĢtir. Nitekim en çok kullandığı terör yöntemi de intihar bombacılığı olmuĢtur. Bunun haricinde, suikastlar, adam kaçırma, araç bombalama gibi teknikleri de vardır. Aynı zamanda, yakın bölgelerde iki ayrı intihar bombacısı kullanarak daha fazla zarar vermeye yönelik teknikleri bulunmaktadır (Avustralya Parlamentosu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Ġslami Cihad, günümüzde Suriye‟den yönetilmekte ancak Beyrut, Tahran ve Hartum‟da da ofisleri bulunmaktadır (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2010a). Eylemleri genellikle Ġsrail hedeflerine yönelmekte olan bu örgüt, Ġsrail dıĢındaki Batılı güçlere yönelik bir saldırıda bulunmamıĢtır. Bu noktada, örgütün Ġsrail tarafından henüz kontrol altına alınamadığı için örgütün uzun süre içinde Ġsrail güvenliğine yönelik düĢünülebilecektir. 214 bir tehdit olarak kalacağı 2. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠ ÇalıĢmanın önceki bölümlerinde, Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana Irak‟ı tehdit olarak gördüğü ve Birinci Arap-Ġsrail SavaĢından bu yana aralarında hiçbir barıĢ antlaĢması imzalanmaması nedeniyle de Ġsrail ve Irak‟ın halen savaĢ halinde sayılabilecek iki ülke olduklarından bahsetmiĢtik. Ġsrail, 11 Eylül öncesinden baĢlayarak Irak SavaĢı‟na giden süreçte, gerek lobicilik faaliyetleri gerekse Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarının rapor ve analizleri ile ABD‟yi Irak SavaĢı konusunda cesaretlendirmiĢ, adeta Irak SavaĢı‟nı kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir duruma getirerek ABD ve müttefiklerinin savaĢ kararı almasında etkili olmuĢtu. Bu sayede Ġsrail, tek bir asker bile kaybetmeden, ekonomik sıkıntıya düĢmeden, çok önemli bir tehlikeyi bertaraf edebilecekti. Ayrıca ABD, Orta Doğu‟ya yerleĢerek uzun süre askeri varlıklarını bu bölgede tutacak, Ġsrail de bu süre zarfında kendine yönelik dıĢ ülkelerden gelecek tehlikelere karĢı korunacaktı. KuĢkusuz ABD‟nin Orta Doğu‟da büyük boyutta askeri varlığının olması Ġsrail açısından bir avantajdı. Zira, Orta Doğu‟da Ġsrail‟e karĢı olan hiçbir güç, ABD bu bölgede etkili bir güce sahipken, Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa giremezdi. SavaĢ öncesi, Ġsrail‟le oldukça yakınlaĢan ve daha önce de bahsettiğimiz üzere, çeĢitli faktörlerle de desteklenen ABD-Ġsrail ittifakı, savaĢ sırasında da devam etmiĢtir. ABD‟nin, özellikle Ġsrail‟in uzun süredir temasta olduğu Irak‟lı Kürtlerden ciddi istihbari bilgiler elde etmesi mümkün olmuĢtur. Bu noktada Ġsrail, Irak SavaĢı‟nda ABD ile birlikte savaĢmasa da, savaĢa dolaylı yönden destek vermiĢtir. Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na girmemesi, Arapların yoğun bir tepkisini çekmemek açısından doğru bir karardı. Eğer Ġsrail fiilen bu savaĢ içinde yer alsaydı, kuĢkusuz Saddam Hüseyin yönetimi bu durumu, Araplardan destek almak amacıyla kullanacak, durumu bir Arap-Ġsrail SavaĢı gibi lanse edecekti. Ġsrail açısından düĢünüldüğünde, Ġsrail‟in en önemli sorunlarının baĢında güvenlik gelmektedir. Zira, içinde yaĢadığı coğrafyada kendisine düĢman olan devletler, Filistin sorunları ve terörizm, Ġsrail‟in sürekli paranoya 215 halinde yaĢamasına neden olmaktadır. Bu doğrultuda ABD, Irak‟ta bulunduğu süre boyunca Ġsrail açısından adeta bir koruyucu melek konumunda olmuĢtur. ABD ve Ġsrail arasında, Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana yakın ve özel bir iliĢki olmuĢtur. ABD, önceki bölümlerde detaylı biçimde açıklanan gerekçelerle Ġsrail‟e ciddi oranda destek vermektedir. ABD Ġsrail‟in güvenlik sorunlarına önem vermekte, adeta Ġsrail‟in hamisi gibi davranmaktadır. Irak SavaĢı sonrasında Bush döneminde Ġsrail-ABD iliĢkilerinde kapsamlı bir değiĢiklik yaĢanmadığı gözlenmektedir. ABD DıĢiĢleri Bakanı, Condelezza Rice, Ġsrail-Filistin görüĢmelerinde iki tarafın sorunları birlikte çözmesi ve ABD‟nin doğrudan görüĢmelerde yer almamasına yönelik bir politika izlemiĢtir. Bununla birlikte, Ġsrail‟in “Yol Haritası” projesine dönmesi amacıyla, Ġsrail‟in Gazze‟den geri çekilmesi üzerine Rice, Gazze ve Mısır arasındaki Refah Kapısının güvenli biçimde açılabilmesi için çaba göstermiĢtir. Rice ilerleyen dönemde de Ġsrail-Filistin sorununun çözümü için Filistin ve Ġsraillilerle tek taraflı görüĢmeler gerçekleĢtirmek için bölgeye sık sık ziyaretlerde bulunmuĢtur. Bush Yönetimi, 2006‟da Ġsrail‟in Hizbullah ve Hamas‟a yönelik operasyonlarına ve 2008/2009‟daki Hamas‟a karĢı operasyonlarında destek vermiĢtir. Bununla birlikte Ġsrail ve ABD arasında kronikleĢen anlaĢmazlıklar olan Ġsrail‟in iĢgal altındaki bölgelerde yeni yerleĢimler açması, ABD Büyükelçiliğinin Kudüs‟e taĢınması, Suriye ile Golan Tepeleri hususunda yürütülen görüĢmeler konusunda büyük bir geliĢme kaydedilememiĢtir (Migladovitz, 2009: 26-29). Bu hususlar dıĢında ABD-Ġsrail arasındaki iliĢkilerde Irak SavaĢı sonrasında önemli bir değiĢiklik yaĢanmamıĢtır. Ġki devlet arasındaki ticaretenerji-güvenlik konularındaki iĢbirliği ve ABD‟nin Ġsrail‟e yapacağı yardımlar kesintiye uğramadan devam ettirilmiĢtir. Obama Yönetimi de iktidara geldiğinde Ġsrail konusunda herhangi bir politika değiĢikliğine gitmemiĢ iki ülke arasındaki iĢbirliği ve ABD yardımları 216 devam ettirilmiĢtir. Bununla birlikte ABD ile Ġsrail arasındaki iliĢkilerin, Ġsrail‟in iĢgal altındaki bölgelerde ısrarla sürdürdüğü yeni yerleĢimler açma politikasını devam ettirmesi nedeniyle krizde olduğu iddiası gündeme getirilmiĢ ancak ABD DıĢiĢleri Bakanı Hillary Clinton tarafından bu iddialar yalanlanmıĢ ve “ABD-Ġsrail arasında sarsılmaz bir bağ olduğu ve Ġsrail‟in güvenliği konusunda mutlak yükümlülükleri bulunduğu” ifade edilerek bu iddialar yalanlanmıĢtır (Cnn Türk Ġnternet Sitesi [web], 2010).………………………………………………………………. ABD ile Ġsrail arasındaki iliĢkilerde en önemli faktörlerden birisi, ABD‟nin Irak‟ta bulunan askeri gücünün Irak‟tan tamamen çekilmesidir. (Çakmak [web], 2011). Bu durumun kuĢkusuz Ġsrail‟in güvenliğini etkileyeceğini ifade etmek mümkündür. Zira ABD bölgede iken, Ġsrail‟in düĢman devletlerden konvansiyonel bir saldırı beklentisi bulunmamaktaydı. ABD‟nin Irak‟tan ve bölgeden tamamen çekilmesi kuĢkusuz Ġsrail‟in güvenlik politikalarını da yeniden değerlendirmesine ve bu doğrultuda yeni politikalar üretmesine neden olacaktır. Ġsrail‟in ABD açısından önemini Irak SavaĢı sonrasında da koruduğunu ve yakın gelecekte de bu hususun değiĢmeyeceğini ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte Ġsrail‟e verilen destek, ABD ekonomisi açısından ciddi yükler getirmektedir. Ġsrail‟in önceki bölümlerde tartıĢıldığı üzere, Irak SavaĢı‟na kadar ABD yardımlarından en fazla yararlanan ülke olması, günümüzde de ilk üç devletten biri konumunda olması, ABD ekonomisinin sınırlarını zorlamaktadır. Tablo-24‟de Irak SavaĢı‟ndan bu yana Ġsrail‟in ABD‟den aldığı yardım miktarlarını göstermektedir (Sharp, 2009: 24): 217 Tablo-24: ABD‟nin Ġsrail‟e Irak SavaĢı‟ndan Bu Yana Yaptığı Yardım Miktarları Yıllar 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 TOPLAM Toplam Yardım Askeri Yardım Ekonomik Yardım 3.745,15 2.687,25 2.612,15 2.534,50 2.500,20 2.423,90 2.550,00 2.800,00 21.853,15 3.086,40 2.147,30 2.202,20 2.257,00 2.340,00 2.380,00 2.550,00 2.775,00 19.737,90 596,1 477,2 357 237 120 0 0 0 1.787,30 Diğer15 62,65 62,75 52,95 40,5 40,2 43,9 3,9 25 331,85 Tablodan da anlaĢılacağı üzere, SavaĢ sonrasında da Ġsrail‟e yönelik ABD yardımı ciddi boyutlara ulaĢmıĢtır. Bununla birlikte yardım miktarları değerlendirildiğinde, giderek azalan bir seyir izlediği ve bunda da ABD ekonomisinde ve tüm Dünya‟da eĢ zamanlı yaĢanan ekonomik krizin önemli payının olduğunu ifade etmek mümkündür. Sonuç olarak, Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail ve ABD iliĢkileri değerlendirildiğinde, iki ülke arasında geleneksel olarak izlenen politikaların herhangi bir değiĢikliğe uğramadığı, yaĢanan geliĢmelerin doğal bir durum gibi algılandığı ve iki ülke arasında stratejik iĢbirliği ve yardımların da kesintiye uğramadan devam ettiği anlaĢılmaktadır. 3. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-IRAK ĠLĠġKĠLERĠ Daha önce de bahsedildiği üzere, Ġsrail‟in kuruluĢundan itibaren, Ġsrail-Irak iliĢkileri hiçbir dönemde iyi olmamıĢtır. Ayrıca iki ülke arasında yaĢanan çatıĢmalar sonrasında, herhangi bir antlaĢma gerçekleĢtirilmediğinden hukuki olarak da iki ülke savaĢ halinde sayılmıĢtır. 15 Diğer Yardımlar içinde Amerikan Okul ve Hastaneleri, Göçmen Politikaları ve bunlar dıĢında kalan kalemler için yapılan yardımlar yer almaktadır. 218 Ġsrail, Irak‟ı özellikle Saddam Hüseyin döneminde ciddi bir tehdit olarak görmüĢtür. Bu durumun, Saddam Hüseyin‟in Baas ideolojisine bağlılığı, otoriter yönetimi, gerek Ġran‟a gerekse Irak‟ın kuzeyindeki Kürtlere karĢı çekinmeden kitle imha silahı kullanması vb. gerekçelerden kaynaklandığını ifade etmek mümkündür. Saddam Hüseyin, özellikle Mısır‟ın Ġsrail‟le yakın iliĢkilere girmesi ve Arap milliyetçiliğini ve Baas ideolojisini sürdürmekten vazgeçmesi sonrasında Arap Dünyasının liderliğine soyunmuĢ, bu noktada tıpkı ondan önce Arapların liderliğine soyunan ve kendi halkı üzerinde etkisi ve popülaritesini artırmak için uğraĢan Mısır Devlet BaĢkanı Nasır‟ın yaptığı gibi geleneksel Arap-Ġsrail düĢmanlığını da sahiplenmiĢtir. Sonuçta Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail açısından önemli bir tehdit ortadan kalkmıĢtır. Bundan sonra Ġsrail, Irak‟ta bulunan ABD güçlerinden de cesaret alarak kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü, Hizbullah ve Hamas mevzilerine yönelik saldırılar gerçekleĢtirmiĢ ve kendisine yönelik ciddi bir tepki de gerçekleĢtirilmemiĢtir. Ġsrail açısından Irak SavaĢı‟nın diğer bir önemli sonucu da Ġsrail‟in, daha önce de belirttiğimiz üzere, Irak‟lı Kürtlerle olan iletiĢiminin daha rahat ve yoğun bir biçimde gerçekleĢtirilebiliyor olmasıdır. Ġsrail, Irak‟lı Kürtleri bölgede bir denge mekanizması olarak görmekte, bu sayede Ġran‟ı, Suriye‟yi, Irak Merkezi yönetimini ve Türkiye‟yi meĢgul edebilmektedir. Irak‟ın bölünmesi ve Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması hususunun ise, bölünme sonrasında ġiilerin Ġran‟la birleĢmesi ve Ġsrail‟e yönelik baĢka bir tehdit olarak ortaya çıkması olasılığı sebebiyle, gerekli koĢullar oluĢana dek desteklenmediği ifade edilebilecektir. Gerekli koĢullar oluĢtuğunda, Ġsrail‟in bu devlete destek verebileceğini tahmin etmek zor değildir. 219 Daha önce de değinildiği üzere 1950‟li yıllarda Irak‟ın kuzeyinden Ġsrail‟e götürülen Kürt Yahudilerden bir bölümünün Irak iĢgali sırasında geri döndüğü ve bu kitle sayesinde Ġsrail‟in Irak‟taki faaliyetlerini geniĢlettiği ve ciddi bir destek kazandığı ifade edilmektedir (BÜSAM, 2009: 25). Buna göre bu kiĢilerden Ġsrail adına sadece bölge ile ilgili istihbarat elde edilebileceği varsayılırsa bile, Ġsrail‟in bölgede adeta bir sivil istihbarat ordusuna sahip olduğunu ifade etmek mümkündür. Ġsrail‟in Irak‟lı Kürtlerle yakın iletiĢimi, Ġsrail‟e Irak hakkında istihbarat sağlama, bölge ülkelerini meĢgul etme, Arap ve Müslüman ülkelerin ortasında müttefik bir güç sağlama gibi stratejik avantajlar yanında Ġsrail‟e önemli ekonomik avantajlar da sağlamaktadır. Ġsrail firmaları özellikle Irak‟ın kuzeyinde yeniden yapılandırma faaliyetlerinde önemli rol oynamakta ve önemli miktarda ihracat gerçekleĢtirmektedir. Irak‟ta yaklaĢık olarak 70 Ġsrailli firmanın Arap, Ġngiliz ya da Türk isimleriyle faaliyetlerini yürüttüğü ve bu faaliyetler sonucunda Ġsrail‟in Irak‟a yılda 300 milyon dolarlık ihracat gerçekleĢtirdiği ifade edilmektedir (Presstv Ġnternet Sitesi [web], 2011). Ġsrail‟in Irak SavaĢı sonrasında ekonomik açıdan diğer bir önemli projesi de, 1936‟da tamamlanan ancak Ġsrail‟in kurulması sonrasında, ArapĠsrail savaĢları ile zarar gören ve kapatılan Kerkük-Hayfa Petrol Boru Hattının tekrar iĢlerlik kazandırılması çalıĢmalarıdır. ABD ile yürütülen çalıĢmalar sonrasında, Ġsrail‟i Irak petrolünün taĢınmasında önemli bir enerji merkezi haline getirecek projenin çalıĢmaları sürmektedir. Buna göre, Irak petrolü, Hayfa Limanı üzerinden Dünya‟ya pazarlanacak ve Ġsrail ciddi bir gelir kaynağına sahip olacaktır. Boru hattının tamiri tamamlandığında, günde 3 milyon varil petrol üretebilen Irak‟tan; Ġsrail‟in Hayfa Limanı‟na günde 5 milyon varil petrol taĢınabilecektir (Erdoğan, 2007: 82). Bu rakamlar değerlendirildiğinde, ilerde bu hatta baĢka hatların da bağlanarak, HayfaKerkük petrol boru hattının tam kapasitede kullanılabileceği görülmektedir. Bu durum, kuĢkusuz bölgedeki diğer boru hatlarının iĢlevselliğine darbe 220 indirecektir. Burada en fazla da Kerkük-Yumurtalık boru hattının darbe alacağı ortadadır. ġekil-9‟da Hayfa-Kerkük hattı ve bölgedeki diğer boru hatlarının güzergâhları verilmektedir (Erdoğan, 2007:82): ġekil-9: Irak Kaynaklı Petrol Boru Hatları Haritada da belirtildiği üzere, Irak‟ın diğer bir önemli petrol merkezi olan Musul‟dan da bir hat ile Kerkük-Hayfa hattı desteklenebilecek; bu sayede hattın iĢlevselliği artırılabilecektir. Bu hattın Ürdün üzerinden yürütüldüğü dikkate alındığında, diğer önemli hat projelerinin de buradan geçmesi ve bu durumun Ürdün‟ün ekonomisine de ciddi bir kaynak sağlayabilecek olması sebebiyle Ürdün tarafından da desteklendiği ifade edilebilecektir. KuĢkusuz bu hat Irak petrolü üzerinde ABD‟nin ve Ġsrail‟in kontrol gücünü artıracak, aynı zamanda da petrolün kontrolünün Irak‟lı Kürtlere 221 verilmesi durumunda, ABD ve Ġsrail‟in bölgedeki kontrol kabiliyeti perçinlenecektir. Ġsrail‟in önemli Ģirketleri arasında yer alan ve Dünyanın en zengin Ģirketleri arasında gösterilen Ofer ġirketinin de Irak‟ın kuzeyinde yatırım yapma çalıĢmaları içinde olduğu, bu doğrultuda Kürt Bölgesel Yönetimi yetkilileri ile görüĢen Ofer ġirketi yetkililerinin Kerkük petrollerine ciddi bir kaynak ayırdığı, aynı zamanda Basra‟da da bir rafineri kurma planları olduğu ifade edilmektedir (USAK Gündem Ġnternet Sitesi [web], 2011a). Bu durum, Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyini ne derece önemsediği ve Irak‟lı Kürtlerle geleceğe dönük ciddi iĢbirliği planları olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Yine Ġsrail‟in önde gelen gazeteleri arasında sayılan Yedioth Ahronot‟un haberine göre, bir çok Ġsrail Ģirketi, Kürt Bölgesel Yönetimi ihalelerini kazanarak, güvenlik kuvvetlerinin eğitimi hususunda sözleĢmeler yapmıĢ ve bu doğrultuda bir de uluslararası havalimanı inĢaatına baĢlamıĢlardır (Tal-Shir [web], 2005). Bu durum, Ġsrail ve Kürtler arasında Kürt güvenlik kuvvetlerinin oluĢturulmasında Ġsrail‟in önemli faaliyetlerde bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca Kürt Bölgesel Yönetimi‟nin uluslararası bir havaalanı inĢa etme çalıĢmasının yakın gelecekte bağımsızlık peĢinde olduklarının ve bu projelerinin de yine Ġsrail desteğinde olduğunun bir göstergesi sayılabilecektir. Sonuç olarak Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail-Irak iliĢkileri değerlendirildiğinde, Ġsrail‟in Irak‟a özellikle de Irak‟ın kuzeyine yönelik ilgisinin dikkat çektiği görülmektedir. Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyinde ciddi faaliyetlere giriĢtiği, bu bölgedeki Kürtlerle eskiden beri devam eden iletiĢimlerini artırdıkları, önemli anlaĢmalar yaparak buranın yeniden yapılandırılması faaliyetlerinde ciddi yatırımlar yaptıkları anlaĢılmaktadır. Ayrıca Bölgesel Kürt Yönetimi ile de sıkı iliĢkiler içinde oldukları ve önemli projelere destek verdikleri anlaĢılmaktadır. Bu noktada savaĢ sonrası Ġsrail‟in Irak politikasında Kürtlerin birincil aktör olduklarını ifade etmek mümkündür. Ġlerleyen dönemde, Irak‟ta Kürtlerin ağırlıklarını artırması ve özellikle de Talabani ve Barzani‟nin Ġsrail‟le olan iletiĢimleri sebebiyle, yakın dönemde 222 Irak‟ın Ġsrail‟i tanıyabileceğı ve uzun süredir devam eden “savaĢ halinin” de bu Ģekilde sonuçlanabileceğini ifade etmek mümkündür. Bundan sonraki süreçte Ġsrail‟in daha önce de belirtildiği üzere gereken koĢullar oluĢur ve özellikle de Iraklı ġiilerin Ġran‟la birleĢme ve ittifak olasılığı azalır ise, Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluĢturma hususunda gayret gösterebileceğini ifade etmek mümkündür. 4. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL’ĠN BÖLGE ÜLKELERĠ ile ĠLĠġKĠLERĠ a. Ġsrail Ġran ĠliĢkileri Ġsrail‟in Irak tehdidi ortadan kalktıktan sonra, Orta Doğu‟da sorun yaĢadığı devletlerden bir tanesi Ġran‟dır. Zira Ġran, Ġsrail‟i küçük, ABD‟yi ise büyük Ģeytan olarak nitelendirmekte ve sert söylemler geliĢtirmektedir. KuĢkusuz bu sert söylemlerin ardında Ġran Ġslam Devrimi sonrasında, Ġran‟ın rejim ihracı politikası doğrultusunda, Müslüman devletleri nezdinde ve kendi halkında taraftar toplama ve popülaritesini artırma kaygılarının etkili olduğunu ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte Ġran ve Ġsrail arasındaki iliĢkilerin tarihin her döneminde bu çizgide olmadığı bir gerçektir. Buna göre Ġsrail-Ġran iliĢkilerinin kısa geçmiĢine bakmak faydalı olacaktır. Ġsrail kurulduğu yıllarda, Ġran‟ı potansiyel bir stratejik ortak olarak görmekteydi. Ġran; Arap olmayıĢı, halkın çoğunluğunun ġii mezhebine mensup oluĢu ve etrafındaki Arap ülkeleri ile yaĢadığı sorunlar sebebiyle Ġsrail‟le adeta kader ortaklığı yapıyordu. Nitekim Ġran, 1950‟de Ġsrail‟i tanımıĢ ve Türkiye‟nin ardından Ġsrail‟i tanıyan ikinci Müslüman devlet olmuĢtu. Ġsrail‟in ilk baĢbakanı Ben Gurion da “Çevre Siyaseti (Periphery Policy)” olarak da ifade edilen stratejisinde Ġran‟la yakınlaĢmayı çıkarlarına uygun bulmuĢtur. Bu stratejiye göre Ġsrail, kendi rejimine düĢman olan Müslüman Arap Devletleri ile çevrili olması dolayısıyla güvenlik stratejisini 223 Arap olmayan ve gayrimüslimlerle oluĢturmalıydı. Bu doğrultuda Ġsrail, Ġran, Etiyopya ve Türkiye ile oluĢturulacak bir stratejik üçgen için bu ülkelerle yakınlaĢmanın yollarını aramaktaydı (Black ve Morris, 1991: 182-190). Ġran‟ın Ġsrail‟i de-facto olarak Mart 1950‟de tanımasının ardından, SüveyĢ Krizine kadar, iki ülke iliĢkilerinde önemli bir geliĢme kaydedilmemiĢ; 1952‟de Ġran‟ın Ġsrail konsolosluğunu kapatmasıyla bu tanımanın geri alındığına yönelik yorumlar yapılmıĢ ancak iliĢkiler gayri resmi olarak devam ettirilmiĢti (Asl, 2005: 243). General Musaddık‟ı ABD ve Ġngiltere‟nin desteğiyle deviren ġah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde Ġsrail ve Ġran, istihbarat paylaĢımı ve silahlanmada karĢılıklı olarak birbirlerini desteklemiĢlerdi. Ġsrail bu dönemde güvenlik politikalarını Ġran, Türkiye, Etiyopya ve Hıristiyan Lübnanlılarla yaptığı anlaĢmalarla gerçekleĢtiriyordu. Ġran da Arap Ġsrail savaĢlarının tamamında Ġsrail‟i desteklemiĢ, hatta 1970‟lerdeki petrol krizinde dahi Ġsrail‟e petrol göndermeye devam etmiĢti. Ġsrail-Ġran ticareti de önemli ivme kaydetmiĢti (Weiss [web], 2006). Ġsrail‟in bu dönemki politikaları da Çevre Siyaseti‟ne (Periphery Policy) uygundu. ġah Döneminde Ġran, Sovyetler Birliği‟nin Orta Doğu‟ya ilerlemesi tehlikesinden, bölgenin kutuplaĢmasından ve SSCB‟ye yakınlaĢan Mısır ve Suriye‟nin güçlenmesinden kaygı duyuyor; bu sebeple de ABD ve Ġsrail‟e yakın politikalar izliyordu (Asl, 2005: 247). Aynı Ģekilde özellikle ABD-SSCB rekabetinin Orta Doğu bölgesinde yoğunlaĢması ve SSCB‟nin bölgede kendine yakın rejimler oluĢturma çabasından tedirgin olan ABD‟nin de bu dönemde gerek Ġsrail-Ġran yakınlaĢmasına gerekse ABD-Ġran iliĢkilerinin geliĢtirilmesinde önemli çıkarları olduğunu ifade etmek mümkündür. Arapların Ġran‟a bakıĢı incelendiğinde de Ġsrail-Ġran yakınlaĢmasının gerekçelerinden birini daha ortaya çıkarmak mümkündür. Buna göre, ĠranIrak arasında geçmiĢten beri süregelen sınır anlaĢmazlıkları, diğer Arap devletleri tarafından sürekli olarak kaĢınmaktaydı. Ġran‟ın Ġsrail‟i tanıması da 224 Arap Devletlerinin özellikle de Mısır‟ın Ġran‟la iliĢkilerini gerginleĢtirmiĢti. Nitekim Mısır, bu geliĢmenin ardından Ġran‟la diplomatik iliĢkilerini kesmiĢti. Suriye‟nin ve Mısır‟ın özellikle Ġran‟ın Huzistan bölgesini Arap toprağı olarak görmesi ve bu yönde yaptığı propagandalar ve bu doğrultuda Irak‟ın Ġran‟a karĢı kıĢkırtılması, Araplar ve Ġran arasındaki yaĢanan gerginliklere örnek teĢkil ediyordu. Aynı dönemde Irak‟tan yoğun tehdit algılayan Ġran, Ġsrail‟le iĢbirliği yaparak Irak‟lı Kürtlere lojistik destek sağlanması ve peĢmergelerin eğitilerek Irak yönetimine karĢı ayaklanmaları yönünde anlaĢmıĢtı. Ġran için bir baĢka neden de Ġsrail‟in ABD‟deki lobicilik faaliyetleri sayesinde, ABD yardımından daha fazla yararlanmaya çalıĢmaktı (Asl, 2005: 255-256). Bu durum Ġran‟ın bu dönemde Ġsrail‟le yakınlaĢan iliĢkilerinin gerekçesini açıklıyordu. GeliĢen bu süreçte Ġran, geri kalmıĢ bir görünüme sahipti. Bu tablo özellikle Petrol Krizinin yaĢandığı dönemde değiĢikliğe uğradı. Artan petrol gelirleri ile birlikte Ġran hızla zenginleĢti ve modernleĢerek, hızla silahlanmaya baĢladı. Bu süreçte ABD de Ġran‟ın bu politikaları sürdürmesine göz yumdu. (Çetinsaya, 2002: 296). 1979‟da Ġran Ġslam Devrimi gerçekleĢtiğinde, bütün bölgedeki dengeler ile birlikte Ġsrail-Ġran iliĢkilerinde de yeni bir süreç baĢladı. Ġran Devriminin mimarı Humeyni, Ġsrail‟i düĢman ilan ederek; Ġsrail‟in varlığını reddetmiĢ, Ġsrail‟i de “iĢgalci güç” olarak gördüklerini ve amaçlarının Ġsrail‟i bütünüyle yok etmek olduğunu ilan etmiĢti (Turan, 2009: 48). Böylece Ġsrail, hem bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybetmiĢ hem de bir düĢman daha kazanarak bölgede daha da yalnızlaĢmıĢtı. Bu tarihten itibaren Ġsrail-Ġran iliĢkileri giderek gerginleĢti. Ġran Ġslam Cumhuriyeti, Ġran liderliğinde kurmayı düĢündükleri ve bütün Dünya Müslümanlarını kapsayan Ġslam Devletinin karĢısında Ġsrail‟i ve ABD‟yi tehdit olarak görüyor ve belki de geçmiĢte de bütün Ġslam liderliğine oynayan güçlerin yaptığı gibi öncelikle Ġsrail‟i hedef göstererek kendine Ġslam coğrafyasında destek arıyordu. Bu 225 doğrultuda, 1980‟lerde Ġran dıĢ politikasına yön veren ilkeleri genel olarak Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Çetinsaya, 2002: 296): Mutlak tarafsızlık, Güç blokları ve ittifaklardan uzak durma, Üçüncü dünya ülkeleri ile yakınlaĢma, DıĢ politikada Ġslam'a ağırlık verme ve rejim ihracı. Yukarda sayılan ilkelerle, Ġran radikal Arap Devletlerine yakınlaĢırken, Körfez monarĢilerine ve ılımlı Arap Devletlerine karĢı durmuĢ, Türkiye ve Pakistan‟la iyi ekonomik iliĢkilere girerken; Ġsrail, ABD ve SSCB‟den uzaklaĢmıĢtır (Çetinsaya, 2002: 297). Ġran Ġslam Cumhuriyeti kurulduğu tarihten itibaren, Ġsrail‟le sıcak çatıĢmaya girmemeye özen gösterse de Ġsrail tarafından Ġsrail‟de faaliyet gösteren terörist organizasyonlara destek verdiği gerekçesi ile suçlanmıĢtı (Turan, 2009: 48). 1980‟lerle birlikte Ġran-Irak SavaĢı baĢ gösterdiğinde, radikal politikalarına rağmen Ġran, Ġsrail‟le doğrudan bir çatıĢmadan kaçınmıĢtı. Aynı durum artan tansiyona rağmen 1990‟larda da devam etmiĢti. Bu doğrultuda Ġsrail‟e karĢı Ġran‟ın politikası incelendiğinde, Ġran‟ın doğrudan çatıĢmaya girmek yerine, Ġsrail‟de faaliyet gösteren terör örgütlerine destek vermek ve konjonktürel olarak da Arap Devletleri ile ittifak kurmak Ģeklinde bir strateji izlediği ifade edilebilir. Nitekim 1980‟lerde Ġsrail‟e karĢı Suriye‟ye yakınlaĢan Ġran, bu sayede, Irak‟la Suriye arasındaki o dönemde var olan husumetten yararlanarak, hem Ġsrail‟e yakın bir ülke üzerinden savaĢmadan Ġsrail‟i zayıflatmak, hem de Irak‟ın tüm Arap Dünyasını birleĢtirme ideallerine darbe vurmak istemiĢ ve bunda da baĢarılı olmuĢtu (Asl, 2005: 261). Bununla birlikte Ġsrail‟in resmi söylemde Ġsrail‟le iliĢkileri belirtilen düzeyde gerçekleĢse de gayri resmi söylemde Ġsrail‟le önemli ticari iliĢkileri olduğu, hatta Ġsrail‟in Ġran‟a iliĢkilerin en gergin olduğu dönemde dahi silah satıĢında bulunduğuna yönelik iddialar da bulunmaktadır (Daha geniĢ bilgi için Bkz. Parsi, 2007). Buna göre, iki ülke de sert söylemlerinin ardında var olan konjonktüre göre aslında birbirleri ile ittifak halindedir. Zira bulundukları 226 coğrafyada varlıklarını sürdürebilmeleri için bu gizli ittifak gereklidir. Ġran, içinde bulunan Yahudiler sayesinde Ġsrail‟le ticaret faaliyetlerini yürütmektedir. Ġsrail‟le Ġran‟ın, doğrudan ticaret yerine Avrupa ülkeleri vasıtasıyla dolaylı bir ticaret iliĢkisi içinde oldukları iddia edilmektedir. 1989‟da iktidara gelen HaĢimi Rafsancani döneminde, Ġran‟ın uluslararası sisteme entegrasyon süreci baĢlamıĢ; bu süreç Ġkinci Cumhuriyet terimi ile de ifade edilmiĢti. Bu dönemde Rafsancani‟nin temel politikası, Devrim ideallerinin yumuĢatılarak, Ġran‟ın çıkarlarına uygun hale gelmesiydi. Bu süreçte Ġran‟dan çekindikleri için Arapların ABD ve Ġsrail‟e yakınlaĢtığını gören Rafsancani, dıĢ politika söyleminde Ġran‟ın Araplar için bir tehdit olmadığını vurgulamaya baĢladı. Ġran‟ın polislik gibi bir amacı olmadığını ifade eden Rafsancani, bölgede istikrarın ancak iĢbirliği ile gerçekleĢebileceğini savundu (Çetinsaya, 2002: 299-305). SSCB‟nin dağılması ile birlikte tüm bölge ülkeleri olduğu kadar Ġsrail de bu durumdan etkilendi. Her Ģeydan önce iki kutuplu dönemde iki süper gücün ilgisi Orta Doğu‟ya kaymıĢ, her iki ülke de kendi çıkarları doğrultusunda çeĢitli ülkelerle ittifak arayıĢlarına gitmiĢti. Bu süreçte Suriye ve Irak‟ın Sovyet desteğini yitirmeleri ile birlikte, bu ülkeler Ġsrail için öncelikli tehdit olmaktan çıkmıĢlardır. 1991 Körfez SavaĢı ile birlikte de Irak‟ın askeri gücü önemli ölçüde zayıflatılmıĢtı. Ayrıca bu ortamda FKÖ dıĢında hemen hemen bütün Arapların ABD yanında yer alması, Pan-Arabist ideallerinin çöküĢüne iĢaret ediyordu. Nitekim, bu süreç sonunda Ġsrail–Filistin barıĢ görüĢmelerinin hız kazanması da bu geliĢmelerin bir sonucu olarak değerlendirilebilecektir (Özcan, 2002: 241-243). Körfez SavaĢının, sonuçları itibariyle Ġran DıĢ Politikasını olumlu yönde etkilediği ifade edilebilecektir. Bu sayede Ġran açısından önemli bir tehdit olarak görülen Irak, ciddi ölçüde zayıflatılmıĢ Ġran, Körfez ülkeleri ve Arap ülkeleri ile yakınlaĢmıĢtır (Çetinsaya, 2002: 304). 227 1997‟ye gelindiğinde Muhammed Hatemi ve Rafsancani‟nin faaliyetleri ile Ġran‟da hızlı bir reform sürecine girilerek, demokratikleĢme, Dünyaya açılma ve eğitim alanlarında kapsamlı reformlar gerçekleĢtirildiği ifade edilebilecektir. Bu süreçte, önceleri politikaları gereği Ġran‟a mesafeli yaklaĢan ve Ġsrail‟e daha yakın politikalar izleyen Arap ülkeleri, yeni liderin güven verici politikaları ve reformları sonucunda Ġran‟la daha sıcak iliĢkiler kurmaya çalıĢmıĢlardır. Bu durum da Ġran‟ın Arap ülkelerinin rejimini tanıdığı 1997‟deki Ġslam Konferansı Örgütü‟nde teyit edilmiĢti. Böylece Araplar ve Ġran arasındaki buzlar da erimekteydi. Hatemi‟nin politikalarının Ġran-AB iliĢkileri ve en nihayetinde Ġran-ABD iliĢkilerinde de olumlu sonuçları olmuĢtu. Bu dönemde Ġsrail‟in eski Çevre Siyasetini yeniden canlandırma giriĢimleri olduysa da Ġran‟ın güven vermeyen tutumu gereği Ġsrail alternatif siyasetler gütmeye baĢladı. Buna göre, Ġsrail hem Araplara hem de Ġran‟a yönelik denge siyaseti izlemeliydi. Bu siyasetin özünde de hem eski Çevre hem de yeni çevre siyaseti yer alıyordu. Bu sefer de Türkiye, Hindistan, Kafkas Ülkeleri ve Orta Asya ülkeleri, Ġsrail‟in yeni Çevre stratejisinin aktörleri konumuna geliyor ve Ġsrail DıĢ politikası bu ülkelere yoğunlaĢıyordu (Parsi, 2007: 206-208). 11 Eylül saldırıları sonrasında Ġran, Bush‟un söylemleri ile birlikte, ġer Ekseni olarak ifade edilen ve Irak ve Kuzey Kore ile birlikte Ġran‟ı da içine alan üçgende, kitle imha silahlarının bulunması ve bu durumun tüm dünyayı tehdit eder duruma gelmesi iddiası ile karĢı karĢıya kalmıĢtı. Ġran uzunca bir süredir yürüttüğü nükleer zenginleĢme faaliyetleri ile tüm Dünya‟yı olduğu kadar Ġsrail‟i de tedirgin etmekteydi. Bu durumun halen de devam ettiğini söylemek mümkündür. Ahmedinecad‟ın iktidara gelmesi ile birlikte, Ġsrail‟e yönelik Ġran‟ın söylemleri de sertleĢmiĢ, karĢılıklı olarak tehditkâr açıklamalar yapılması ve gergin ortam, Ġran ve Ġsrail arasında bir çatıĢma yaĢanmasını muhtemel hale getirmektedir. Ġran özellikle sahip olduğu füzelerle Ġsrail‟i vurma kapasitesine sahip olduğunu iddia etmekte, Ġsrail de böyle bir durum gerçekleĢtirirse aynı Ģekilde karĢılık vereceğini belirtmektedir. 228 Bu süreçte UAEK‟ın denetimini kabul etmeyen Ġran, 17 Mayıs 2010‟da “Uranyum Takası AntlaĢması” ile Brezilya ve Türkiye ile uzlaĢtı. Buna göre; Ġran bir ay içinde 1200 kilogram uranyumu bir seferde Türkiye‟ye verecek ve 1 yıl içinde Tahran‟daki reaktörde kullanılmak üzere, yakıta dönüĢtürülecek %20 oranında zenginleĢtirilmiĢ uranyum alacaktı. Bu yakıt da UAEK tarafından Türkiye‟de teslim edilecekti (Gözlem Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bu antlaĢma, Batı dünyasını tatmin etmemiĢ, Ġran‟ın nükleer silah geliĢtirdiğine dair Ģüpheleri azaltmamıĢtır. Bu durum yakın dönemde Ġran üzerinde yaptırımların uygulanması ve sonraki süreçte de Ġran‟a yönelik bir askeri harekâtın gerçekleĢmesi ihtimalini gündeme getirmektedir. Ġlerleyen süreçte, oluĢan uluslararası baskı ile birlikte Brezilya bu antlaĢmadan çekildiğini açıklamıĢ, böylece söz konusu antlaĢma iĢlevselliğini yitirmiĢtir. Ġlerleyen dönemde de Ġran tarafından uluslararası toplumu rahatlatacak bir adım atılmamıĢtır. Bu durum da sorunun yakın zamanda çözülebilir bir sorun olmadığı göstermektedir. Ġran ve Ġsrail arasında sorun yaratan bir diğer durum da Ġran‟ın gizliaçık Ģekilde Ġsrail‟de faaliyet gösteren terör örgütlerine destek verdiği iddiasıdır. Özellikle HAMAS‟ın Filistin seçimlerini kazanması ile birlikte Ġsrail‟in Ġran‟dan tehdit algılamasında artıĢ gerçekleĢmiĢtir. Aynı durum, özellikle Hizbullah ve Ġslami Cihad militanlarının da Ġran‟dan destek görmesi ihtimali ile birleĢtiğinde Ġsrail ve Ġran arasında yaĢanan sorunları ön plana çıkarmaktadır. Ġran bu iliĢkileri ve desteği inkar etse de bu durumun, Ġran‟ın, Ġsrail‟le doğrudan savaĢmak yerine Ġsrail‟le sorunu bulunan güçlere yardım etme ve bu Ģekilde Ġsrail‟i bu sorunlarla angaje ederek zayıflatma stratejisine uygun bir görüntü arz etmektedir. Ġsrail‟in terör örgütleri ile yaĢadığı sorunların da yakın dönemde çözülmesi mümkün gözükmediğinden bu konu ile ilgili olarak da, Ġsrail‟in Ġran‟dan tehdit algısının yakın dönemde değiĢmeyeceğini ifade etmek mümkündür. Sonuç olarak Ġran ve Ġsrail iliĢkileri Irak SavaĢı sonrasında gergin bir seyir izlemiĢtir. Bu durum, dünya basınında her an Ġsrail ve Ġran arasında bir 229 savaĢ çıkacakmıĢ gibi değerlendirmeler çıkmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte, Ġran‟ın yapısı ve askeri gücü itibari ile Irak‟tan çok daha güçlü bir konumda olması, kesin olarak bilinmemekle birlikte, elinde kitle imha silahı olması ve Ġsrail‟e karĢı kullanabilecek füzelere sahip olması sebebiyle, kolay bir savaĢ olmayacağı ortadadır. Orta Doğu ülkelerinin de olası bir savaĢta nasıl bir tavır takınacağı, Arap ülkelerinin Ġran‟a destek verip vermeyeceği, ABD‟nin bu savaĢtaki rolünün ne olacağı tam bir muammadır. b. Ġsrail Suriye ĠliĢkileri Ġsrail ve Suriye iliĢkileri, Ġsrail‟in kurulmasından bu yana mesafeli ve güvensizdir. Ġki ülkenin birbirlerine karĢı düĢmanlığı Orta Doğu siyasi tarihinde uzun bir dönemi kapsamaktadır. Bu düĢmanlık, Ġsrail tarafından bakıldığında Suriye‟nin diğer Araplarla birlikte Ġsrail‟e karĢı savaĢlara katılması ve benimsediği anti-semitik ideoloji; Suriye tarafından bakıldığında ise, Ġsrail‟in Filistin politikası ve Suriye topraklarını iĢgali ile Ģekillenen iliĢkilerin sonucudur. Ġki ülke iliĢkilerinin oluĢumunda büyük güçlerin Orta Doğu politikası da etkili olmuĢtur (Kessler [web], 2000). Soğuk SavaĢ Dönemi Suriye-Ġsrail iliĢkilerinde, Arap-Ġsrail SavaĢları ve SSCB‟nin Arap ülkeleri ve özellikle Suriye üzerinden Orta Doğu‟da etkisini artırma çabaları karĢısında ABD‟nin izlediği politikalar etkili oldu. Ġsrail 1967 Arap-Ġsrail SavaĢı sonrasında Suriye‟nin Golan Bölgesini iĢgal etmiĢ; 1981‟de ise bu bölgeyi ilhak ettiğini açıklamıĢtır. ĠĢgalde Ġsrail‟in BarıĢ Ġçin Toprak Stratejisi ile birlikte, tepelerin stratejik bir konuma sahip olması, ġeria Nehri dolayısıyla, barındırdığı su kaynakları da etkili olmuĢtur. Bu süreç boyunca, pek çok uluslararası aktör, sorunun çözülmesi yolunda giriĢimlerde bulunduysa da baĢarılı olamadılar. Bu konuda, Ġsrail‟in iĢgali sona erdirmesi ve barıĢ görüĢmelerinin baĢlamasına yönelik, BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararları da etkili olmadı. Ġsrail, 1970‟den itibaren bölgeye Yahudi yerleĢimleri kurmuĢ, Golan‟da yerleĢik nüfusun ise bölge dıĢına çıkmasına neden olmuĢtur. 1992‟de Madrid‟te 230 baĢlayan gelmiĢ Orta Doğu barıĢ süreci kapsamında, Ġsrail ve Suriye bir araya ve Golan Bölgesinin statüsü değerlendirilmiĢtir. 2000 yılına gelindiğinde görüĢmelerin durmasıyla süreç sekteye uğramıĢ; daha sonra 2008‟de Türkiye‟nin arabuluculuğunda görüĢmeler tekrar baĢlasa da Ġsrail‟in Gazze‟ye müdahalesi ile birlikte, müzakerelerin sürdürülmesine yönelik beklentiler azalmıĢtır (Atlıoğlu [web], 2009). Ġsrail, Golan Bölgesinden, ülkelerinin güvenliği açısından stratejik bir konumda oluĢu, önemli su kaynaklarına sahip oluĢu sebebiyle kolay vazgeçmeyecektir. BarıĢ görüĢmeleri kapsamında da çok ciddi kazanımlar elde etmeden bu konunun çözüme kavuĢturulacağı mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla bu geliĢmelerden yola çıkarak, Golan Tepeleri sorununun bir müddet daha Dünya gündeminde yer alabileceğini ifade etmek mümkümür Ġsrail‟in Suriye‟ye karĢı tehdit algısı açısından Suriye‟nin askeri gücünü Tablo 25‟te incelemek mümkündür (Redkarga Ġnternet Sitesi [web], 2010; Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2011) 231 Tablo-25: Suriye‟nin Askeri Gücü 220.000 kiĢilik büyük bir orduya sahiptir. Bununla birlikte, silahların Kara Kuvvetleri çoğunluğu SSCB döneminden kalma eski veya iĢlevsiz silahlardır. Suriye‟nin zırhlı mekanize tümenleri de geleneksel Sovyet ordu yapılanmasını sürdürmektedir. 3.500 adet eski model Rus tankı ve 1000 adet de depolarda tutulan tankı bulunmaktadır. 2.000 uçaksavar, 6.000 kadar füze, 5.000 kadar yerden havaya atılabilen füze ve bunların haricinde hava savunma güçlerinin elinde de 600 kadar Sovyet döneminden kalma yerden havaya füze (sam) bulunmaktadır. Bu durum özellikle son dönemde Ġran‟la yapılan ve silahların modernizasyonunu içeren anlaĢma ile birlikte değiĢebilecektir. Füze ve Kitlesel Silahları Ġmha Rus ve Ġran yapımı füzelerle oluĢturulmuĢ dikkat çekici bir envanteri bulunmaktadır. Bunlar içinde geliĢtirilmiĢ uzun mesafeli Scud füzeleri, caydırıcılığını korumaktadır. Ġsrail açısından asıl tehdit, Halep‟te bulunan füze komutanlığına bağlı olarak dev tünellerde saklandığı iddia edilen, 60-70 kadar mobil fırlatıcı ve 1.000 kadar da Scud füzesidir. Bu füzelerden 150-200 adedinde kimyasal-biyolojik savaĢ baĢlıkları monte edildiği düĢünülmektedir. 500 kg'lık bir baĢlığı 700 km‟ye kadar taĢıma kapasitesine sahip olan bu füzeler Ġsrail açısından önemli bir tehdit kaynağıdır. Suriye‟nin elinde ayrıca 210 kadar kolayca yer değiĢtirilebilen kısa menzilli Scraab füzesi bulunduğu iddia edilmektedir. Bunlar haricinde, Hama ve Halep yakınlarında konuĢlandırılmıĢ; iki adet yer altı Scud imalat tesisi bulunduğu, yine Hama yakınlarında çeĢitli petro-kimya tesislerinde, biyolojik ve kimyasal silahlar üretildiğine yönelik iddialar bulunmaktadır. Hava Kuvvetleri 40.000 personel, 9 bombardıman filosu ve 17 hava savunma filosu ile dikkat çekici bir görünüme sahiptir. Uçaklar yeterli havadan yere ve havadan havaya silahla donatılmıĢ ve hava alanlarında gerekli güvenlik sağlanmıĢ olmakla beraber, var olan uçakların yarısının kullanılmıyor oluĢu ve pilotların yetersiz uçuĢ saatleri ile Ġsrail‟in hava gücünün yanında sönük kalmaktadır ve hesaplamalara göre bir hava savaĢında en fazla iki gün dayanacak gücü vardır. Deniz Kuvvetleri 5.000 kiĢilik personeli, Latakya, Minat, El-Bayda ve Tartus‟ta üstlenen 8 eski füze atar bot ve iki deniz altı savunma devriye botu ve birkaç küçük gemiden bulunmaktadır. 232 oluĢan, Ġsrail‟e kıyasla çok zayıf bir deniz gücü Sonuç olarak, Suriye‟nin silahlı kuvvetlerinin personel sayısı ve silah envanteri değerlendirildiğinde, sayı olarak caydırıcı ve büyük bir potansiyele sahip olsa da gerek var olan silahların eski ve bakımsız oluĢu, gerekse personelin yeterli derecede eğitimli olmayıĢı sebebiyle Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa girmeleri durumunda baĢarılı olamayacağı ortadadır. Bununla birlikte son dönemde özellikle Ġran‟la yapılan anlaĢmalar gereği silahların modernleĢtirilmesi çabaları, sahip oldukları iddia edilen uzun menzilli füzeler ve kitle imha silahları ve bu silahları geliĢtirme faaliyetleri ile Ġsrail açısından Suriye‟nin her zaman potansiyel bir tehdit kaynağı olduğunu ifade etmek mümkündür. Suriye 1979 yılından beri, ABD tarafından hazırlanan terörizme destek veren ülkeler listesinde yer almaktadır. 2006 ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Ülke Raporuna göre (State Department Country Report); Suriye yönetimi HAMAS, Filistin Halk KurtuluĢ Cephesi, Filistin Ġslami desteklemekte; ayrıca lider kadrolarının serbestçe Cihad‟ı gibi örgütleri ġam‟da bulunmalarını sağlamaktadır. Bu Ģekilde Ġsrail‟deki terör saldırılarını da dolaylı olarak desteklemektedir. Suriye, Hizbullah Terör Örgütü‟nün de aktif destekçileri arasında yer almakta ve bu sayede de Lübnan‟da gizli operasyonlar yapmaktadır. Aynı rapora göre, Suriye‟nin Lübnan‟ın eski BaĢbakanı Refik Hariri‟nin öldürülmesinde de bağlantısı bulunmaktadır (ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi (U.S. Department of State) [web], 2007) Buna göre, Suriye‟nin özellikle Ġsrail‟in varlığına eylemler gerçekleĢtiren terör karĢı olan ve Ġsrail‟de ciddi örgütlerine destek verdiği iddiası değerlendirildiğinde, Suriye‟nin Ġsrail güvenliğine karĢı önemli bir tehdit kaynağı olduğunu ve bu tehdidin Irak SavaĢı sonrasında da devam ettiğini ifade etmek mümkündür. c. Ġsrail Lübnan ĠliĢkileri Lübnan Ġsrail‟in kuruluĢunun hemen ardından gerçekleĢtirilen 1. Arap-Ġsrail SavaĢı‟na katılmıĢ ancak zayıf ve az sayıdaki askeri gücü sebebiyle, fazla etkili olamamıĢtır. Yapılan ateĢkes sonrasında, Lübnan-Ġsrail 233 iliĢkileri, stabil bir doğrultuda geliĢmiĢ ve Lübnan 1956-1967 ve 1973‟teki Arap-Ġsrail savaĢlarında yer almamıĢtır. Bu durum, Lübnan ekonomisinin de bölge ülkelerine kıyasla güçlü olmasında etkili olmuĢtur (Collelo [web], 1987). Lübnan, zayıf askeri gücü sebebiyle Ġsrail açısından ciddi bir tehdit olmamıĢtır. Bununla birlikte Lübnan, özellikle terör örgütlerinin Lübnan‟dan Ġsrail‟e yönelik saldırıları ve Lübnan topraklarındaki faaliyetleri sebebiyle Ġsrail güvenliği açısından bir tehdit kaynağı oluĢturmuĢtur. Özellikle Bekaa Vadisi, tarih boyunca pek çok terör örgütünü bünyesinde barındırmıĢ, eğitim ve lojistik imkânı sağlamıĢtır. Lübnan‟dan Ġsrail‟e yönelik saldırılarda özellikle Hizbullah Örgütü ön planda yer almıĢtır. Daha önce de belirtildiği üzere Hizbullah Lübnan siyasetinde oldukça etkili bir konumdadır ve özellikle Beyrut‟un güneyinde etkin konumdadır. Ġsrail, kendisine yönelik saldırılara karĢı sert tedbirler almıĢ, zaman zaman da Lübnan‟a girerek, Lübnan sınırları içindeki militanlara yönelik operasyonlarda bulunmuĢtur. Hizbullah militanlarının Lübnan‟da konuĢlanması ve Güney Lübnan‟da bir bölgede adeta kendi hâkimiyet bölgesini oluĢturması, Ġsrail açısından ciddi bir tehdit kaynağı olmuĢtur. Nitekim Ġsrail, 12 Temmuz 2006‟da Hizbullah tarafından sınırda bekleyen iki Ġsrail askerinin kaçırılmasının hemen ardından, sürpriz bir saldırıyla Lübnan‟a girmiĢ ve Hizbullah da Ġsrail‟in kuzeyindeki bölgelere roketlerle saldırmıĢtır. Ġsrail, Lübnan‟daki askeri harekâtı geniĢletmiĢ ve Lübnan‟ın güneyinde Hizbullah militanlarından temizlenmiĢ bir bölge oluĢturmak istemiĢti. ÇatıĢmalar, 14 Ağustos‟ta BM Güvenlik Konseyinin aldığı 1701 sayılı karara kadar sürmüĢtü. Karar uyarınca, taraflar saldırıları durdurmuĢ, Ġsrail Lübnan‟a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 saat 18:00‟e kadar kaldırmayı taahhüt etmiĢtir. Litanni Nehri‟ne kadar olan Güney Lübnan topraklarını iĢgal eden Ġsrail, bölgede Lübnan ve BM askerlerinin konuĢlandırılmasının ardından Lübnan‟dan çekilmiĢtir (Sharp ve diğerleri [web], 2006). 234 Lübnan‟da Hizbullah‟ın ve diğer terör örgütlerinin geliĢmesinde özellikle Lübnan‟daki etnik ve dini yapının çeĢitliliği ve bu sebeple de merkezi yönetimin zayıflığı etkili olmaktadır. Lübnan‟da merkezi yönetimin güçlendirilmesi ve ekonomik refahın artırılması için Batı dünyası; özellikle de ABD, önemli oranda yardımda bulunmaktadır. Lübnan, ABD‟den ekonomik, insani ve askeri yardım almaktadır. Nitekim 2001-2006 yılları arasında Lübnan‟ın ABD‟den aldığı toplam yardım miktarı, 35-40 milyon ABD dolarına ulaĢmıĢtır. Bu yardımlar, ekonomik geliĢme, demokrasinin güçlendirilmesi, iyi yönetiĢim ve çevrenin korunması amacıyla verilmektedir (Sharp ve diğerleri [web], 2006). Söz konusu yardımlar ve baskılarla Lübnan, kendi toprakları içinde daha güçlü bir duruma gelse de ülkedeki terör faaliyetlerini tamamıyla engelleme yeteneğini elde edememiĢtir. Ayrıca Hizbullah, ülke siyasetinde de önemli bir güce sahip olup 2008 yılında da ülke parlamentosunda veto yetkisini alarak etkisini artırmıĢtır. Sonuç olarak Ġsrail‟in Lübnan Devletinden gelecek, konvansiyonel bir tehdit algılaması olmasa da, özellikle Hizbullah olmak üzere, terör örgütlerinin Lübnan‟da barınması ve Lübnan topraklarından Ġsrail‟e yönelik saldırılarda bulunması sebebiyle, Lübnan‟ı bir tehdit unsuru olarak gördüğünü ifade etmek mümkündür. ç. Ġsrail Mısır ĠliĢkileri Ġsrail‟in kuruluĢundan sonra 30 yıl boyunca Mısır; Ġsrail‟le yaklaĢık her on yılda bir savaĢarak (1948, 1956, 1967, 1973) adeta “Ġsrail‟in baĢ düĢmanı” olmuĢtu (Eldar [web], 2003). Enver Sedat‟ın Ġsrail‟le barıĢ yapma stratejisi ile birlikte düzelme umudu oluĢturan iki ülke iliĢkileri, ABD‟nin teĢviki ve yönlendirmesiyle özellikle Camp David AntlaĢmaları sonrasında normalleĢmeye baĢlamıĢtır. 26 Mart 1979‟da Mısır ve Ġsrail arasında imzalanan antlaĢma, ArapĠsrail çatıĢmasında adeta bir mihenk taĢıdır. Zira bu antlaĢmayla ilk defa bir 235 Arap ülkesi, Ġsrail‟in varlığını tanımıĢ ve Ġsrail‟e karĢı silahlı mücadeleye son vermiĢtir (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2003). AntlaĢma sonrasında, batılı ülkelerden olumlu mesajlar alınırken, Lübnan, Suriye, Ürdün ve SSCB‟nin antlaĢmaya tepkisi sert olmuĢtur. Bununla birlikte Sedat‟ın stratejisi, Arap Dünyası arasındaki bölünmelerden faydalanmaktı ve Libya, Cezayir, Irak ve Suriye gibi ülkelerin tepkilerine karĢı ABD yanlısı; Suudi Arabistan, Ürdün gibi Arap ülkelerinin desteğini elde etmekti. Dönemin ABD BaĢkanı Carter‟ın da düĢünceleri bu yöndeydi ancak bu strateji, Ġran Devrimi ve Suudi Arabistan‟ın Filistin yanlısı tutum belirlemesi sebebiyle amacına ulaĢamadı (Bileydi Koç, 2006: 206-207). Ġlerleyen dönemde de Mısır‟ın Arap Dünyasınca ekonomik ve siyasi baskılara maruz kalması ve hatta adeta Arap Dünyasından tecridi söz konusu oldu. Sedat açısından sorun sadece Ġsrail‟le yeni bir savaĢı önleyerek Mısır‟ın geleceğini garanti altına almak ve Ġsrail‟i Sina‟dan savaĢmadan çıkarmayı baĢarabilmekti. Bu barıĢın bedeli Mısır için ağır olsa da ABD ve Ġsrail‟le geliĢen iliĢkileri sebebiyle zararının bir ölçüde karĢılandığı söylenilebilecektir. Zira Tablo 2‟de de görülebileceği üzere Mısır ve Ġsrail ABD‟nin en fazla yardım yaptığı ülkeler arasındadır. Bununla birlikte Mısır Yönetiminin bu hareketinin Mısır halkının tamamınca desteklendiğini ifade etmek mümkün değildir. Bugüne kadarki süreçte her dönemde Mısır-Ġsrail barıĢına karĢı kesimler olagelmiĢtir. Zira antlaĢmanın ardından Mısır‟da özellikle radikal Ġslamcılar tarafından düzenlenen ayaklanmalar gerçekleĢtirilmiĢtir. Nitekim, 1981‟de Mısır‟ın bağımsızlık törenleri sırasında düzenlenen bir suikastle Sedat öldürülmüĢtür. Eylemi, Mısır‟ın Ġsrail‟le barıĢını protesto eden bir hareketin ordu içindeki temsilcilerinin gerçekleĢtirdiği ileri sürülmüĢtür. Sedat sonrasında yönetimi, aynı saldırıdan yara almadan kurtulan Hüsnü Mübarek devralmıĢ ve 30 yıl boyunca Mısır‟ı yönetmiĢtir (Turk North America Ġnternet Sitesi [web], 2011). 236 Buna göre Mısır ve Ġsrail barıĢı değerlendirildiğinde, bu barıĢın uzun süreli katı ve geri dönülmez bir barıĢ gibi gözükse de demokratik bir rejimle otoriter bir rejim arasında yapıldığı göz önüne alındığında, durumun böyle olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira iki ülkenin barıĢ yapmasından bu güne kadar 30 yılı aĢkın bir süre geçmiĢtir. Ayrıca iki ülke arasındaki bu barıĢ toplumun tamamınca kabül görmemiĢtir ve Mısır halkında Ġsrail‟e karĢı yaygın bir düĢmanlık bulunduğu ifade edilmektedir. Bu sebeple Mısır-Ġsrail arasındaki barıĢ “Soğuk BarıĢ” olarak da nitelendirilmektedir. Nitekim iki ülke arasında bir barıĢ söz konusu olsa da aynı oranda siyasi ve diplomatik iliĢkiden bahsetmek mümkün değildir (Edar [web], 2003). Nitekim Ġsrail‟in antlaĢmadan 1 yıl sonra Kudüs‟ü bütünüyle baĢkent ilan etmesi üzerine Mısır, Ġsrail‟in bu tasarrufunun Camp David AntlaĢması‟na aykırı olduğunu ifade etmiĢ ve Kudüs‟teki elçisini geri çekmiĢtir (Bileydi Koç, 2006: 207-208). Aynı Ģekilde 1982‟de Galile Operasyonu sırasında ve 2000 yılındaki Ģiddet olayları sırasında da Mısır, elçisini geri çekmiĢ ve uzun süre yeni bir elçi atanmamıĢtır. Aynı Ģekilde Mart 2002‟de Savunma Kalkanı Operasyonu sonrasında Mısır Yönetimi, Ġsrail‟le Filistin‟le ilgili hususlar hariç, hükümetler arası bağlantıları askıya alma kararı almıĢtır (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2003). Bütün bu geliĢmeler Ġsrail-Mısır iliĢkilerinin kırılgan bir görünüm arz ettiği ve özellikle Ġsrail‟in Filistin politikalarının iki ülke iliĢkilerinin belirlenmesinde etkin rol oynadığını ortaya koymaktadır. Ġsrail, Mısır‟la anlaĢırken, bu barıĢın Mısır‟la iliĢkilerin normalleĢmesini de içeren geniĢ bir çerçevede gerçekleĢmesini ve bu durumun baĢka Arap ülkelerince de devam ettirileceğini umut etmiĢti ancak Mısır bu barıĢı son derece sınırlı bir çizgide yürütmeyi tercih etti. Aslında Mısır, çok önemli miktarda ABD yardımı alarak, bu barıĢtan yeterli derecede faydalanmıĢtı. Buna rağmen, Ġsrail‟le olan diplomatik ve kültürel iliĢkilerin geliĢmesini “bir kazanım” olarak Ġsraille iliĢkileri görmedi. Bunda da Mısır Yönetiminin, geliĢtirmek amacıyla, Mısır halkındaki Ġsrail algısını değiĢtirmek ve bu yönde yönlendirmek için hiçbir Ģey yapmaması etkili oldu. Zira, Mısır liderleri, Mısır‟ın Ġsrail‟le iliĢkilerini “sıfır toplamlı bir oyun” olarak görmeye devam etmiĢtir (Eldar [web], 2003). 237 Mısır‟ı 30 yıl yöneten Hüsnü Mübarek dönemi incelendiğinde, Mübarek‟in her koĢulda Ġsrail‟i etkili biçimde boykot ettiği görülebilecektir. 1981‟de iktidara geldikten sonra suikaste uğrayarak yaĢamını yitiren eski BaĢbakan Yitzak Rabin‟in cenazesine katılmak dıĢında, Ġsrail‟e hiçbir resmi ziyarette bulunmadığı ve iki ülke arasında turizm, ticaret ve endüstri gibi pek çok alanda iliĢkilerin dondurulduğu ifade edilmektedir (Eldar [web], 2003). Bütün bu yaĢananlar Mısır-Ġsrail iliĢkilerinin, düĢünüldüğü gibi çok da iyi bir çizgide ilerlemediğini göstermektedir. Liderlerin de ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ve iki ülke arasındaki barıĢın her zaman geriye dönme potansiyelinin bulunduğu ifade edilebilecektir. Mısır için düĢünüldüğünde Mübarek Dönemi‟nde Mısır‟ın, demir yumrukla yönetilen laik bir ülke ve Batı Dünyası için güvenilir bir müttefik olduğu ifade edilebilecektir (The Telegraph Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bununla birlikte ilerde de inceleneceği üzere Arap Baharı olarak nitelendirilen olaylar sonrasında, Mısır‟da nasıl bir yönetimin göreve geleceği ve bu yönetimin Ġsrail‟le nasıl bir iliĢki yürüteceği muğlaktır. Bu noktada Ġsrail‟in Mısır‟la uzun süredir sürdürdüğü barıĢın da akıbetinin ne olacağını Ģu anda kestirebilmek zor gözükmektedir. Ġfade edilmesi gereken bir nokta da Ģudur ki, Mısır‟da yapılacak seçimler neticesinde demokrasiye dayalı bir rejimin iktidara gelmesi durumunda, söz konusu iktidarın halkın görüĢleri ve ilgileri doğrultusunda hareket edeceği düĢünülebilir. Bu noktada, bünyesinde Orta Doğu‟nun en kalabalık Arap halkını barındıran Mısır‟ı yönetecek yönetimin de Filistin konusuna daha fazla eğileceğini ve Ġsrail‟in, Mısır‟la iliĢkilerinde de Ġsrail‟in Filistin poltikalarının bugünden daha fazla belirleyici olacağını ifade etmek mümkündür. Sonuç olarak Ġsrail-Mısır iliĢkilerinin geleceğinde, Mısır‟da yapılacak seçimler ve bu seçimler sonrasında yönetime gelecek olan yönetimin nasıl bir politika izleyeceğinin belirleyici olduğunu ifade etmek mümkündür. 238 d. Ġsrail Türkiye ĠliĢkileri Türkiye 28 Mart 1949‟da, kuruluĢundan 10 ay sonra, Ġsrail‟i defacto tanıyarak, Ġsrail‟i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuĢ, ardından Türkiye‟deki Yahudilerin Ġsrail‟e göç etmesine izin vermiĢtir. Bununla birlikte genel olarak Soğuk SavaĢ süresince Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin, normal bir Ģekilde geliĢen, “mesafeli” iliĢkiler biçiminde yürütüldüğünü ifade etmek mümkündür (Yılmaz, 2010a: 50). 1950‟li yıllarda Ben Gurion‟un çevre siyaseti ile de doğru orantılı olarak, Ġsrail‟in Türkiye ile iĢbirliği içinde olması, Ġsrail açısından avantajlı bir durum olarak değerlendirilmiĢtir. Zira Türkiye, Orta Doğu‟da Araplarla çatıĢma içinde olan Ġsrail‟e karĢı Ġran‟la birlikte bir çıkıĢ kapısı olmuĢtur. Soğuk SavaĢ döneminde SSCB‟nin Arap ülkeleri üzerinde yoğun bir biçimde yürüttüğü etkili poltikaları ve Türkiye‟ye yönelik tehditkar tutumu sebebiyle, Türkiye‟nin ABD ve Ġsrail‟le iĢbirliği içinde olması dönemin koĢulları içinde, Türkiye‟ye önemli bir avantaj sağlıyordu. Bununla birlikte Türkiye‟nin bu dönemdeki resmi incelendiğinde; Arap-Ġsrail çatıĢmasında doğrudan taraf olmaktan kaçınan, dengeli bir politika izlediği görülmektedir ki bu durumun da Araplarla olan tarihi ve dini ortak geçmiĢin bir sonucu olduğunu ifade etmek mümkündür. Soğuk SavaĢ döneminde Türkiye ve Ġsrail arasındaki iĢbirliğinin temelde askeri ve istihbarat alanında geliĢtiğini ifade etmek mümkündür. YaĢadığı coğrafya itibariyle büyük bir paranoya içinde ve uzun süredir de terörle iç içe yaĢayan Ġsrail, doğal olarak istihbarat ve terörle mücadele alanlarında tecrübe kazanmıĢtır. Bu durum Türkiye‟nin de Ġsrail‟le bu alanda iĢbirliği yapma isteğini artırmıĢtır. Bununla beraber Türkiye‟nin konjonktürel olarak Arap ülkeleri ile yakınlaĢması, zaman zaman Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde gerginlikler yaĢanmasına neden olmuĢtur. Örneğin Türkiye‟nin Irak‟la Bağdat Paktını kurması, Ġsrail‟de tedirginlik yaratmıĢ, gerginleĢen iliĢkilerin tekrar normalleĢmesi uzun zaman almıĢtır (TaĢtekin, 2005: 136). 239 Orta Doğu‟da ABD ve SSCB çekiĢmesi ve süregelen çatıĢma psikolojisi, ABD‟nin tek süper güç olarak bölgede yerini aldığı zaman değiĢmeye baĢlamıĢtır. Bu süreçte, Orta Doğu‟da iki süper devlet arasında süregelen soğuk savaĢ sonra ermiĢ, böylece bölgede geçici süreli bir otorite boĢluğu yaĢanmıĢtır. Bu otorite boĢluğu sonucunda da, süper güçlerin bölgeye ilgisinin azaldığı dönemde, Saddam Hüseyin gibi unsurlar daha rahat hareket eder bir konuma gelmiĢtir. Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgailini de bu geliĢmelerle birlikte değerlendirmek mümkündür. Birinci Körfez SavaĢı ve sonrasındaki süreçte Türkiye Ġsrail iliĢkilerinde önemli geliĢmeler yaĢanmıĢtır. Bu dönemde Türkiye‟nin Ġsrail‟le ortak çıkarları, Araplarla olan çıkarlarına ağır basmıĢ ve Türkiye-Ġsrail arasındaki çevre siyaseti doğrultusunda ilerlemekte olan iliĢkiler yakınlaĢmıĢtır. Bu yakınlaĢma doğrultusunda 1991‟de Türkiye, hem Ġsrail hem de Filistin‟in Ankara temsilciliklerini büyükelçilik düzeyine çıkarmıĢtır (Bengio, 2009: 121). Bu doğrultuda, Türkiye-Ġsrail arasındaki iĢbirliğin çeĢitli faktörlerin etkisi ile arttığını ifade etmek mümkündür. Buna göre 1990‟larda gerek Suriye, gerekse Ġran‟ın PKK terör örgütüne destek vermesi, diğer taraftan da Yunanistan ve Suriye arasında gerçekleĢtirilen askeri iĢbirliği antlaĢması, Türkiye‟nin batılı ülkeler, özellikle de AB ülkelerinden silah satın almada yaĢadığı zorluklar; Türkiye‟de tedirginlik yaratmıĢ ve kendine karĢı oluĢan bu güç birliğine karĢı denge oluĢturmak amacıyla Ġsrail‟le yakınlaĢma gerçekleĢmiĢtir. Bu yakınlaĢma doğrultusunda, Ġsrail‟le özellikle askeri alanda iĢbirliği antlaĢmaları imzalanmıĢ ve Ġsrail‟le Türkiye arasında yakın stratejik iĢbirliği oluĢturulmuĢtur (Tür, 2009: 23). Bu doğrultuda iki ülke arasındaki yakınlaĢma çerçevesinde, Ġsrailli pilotların Türkiye‟de eğitim görmesi antlaĢması imzalanmıĢ, Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah ve malzeme temininde Ġsrailli firmalar öne çıkmaya baĢlamıĢ, Ġsrail‟den Türkiye‟ye yapılan teknolojik yatırımlar artmıĢ ve Akdeniz‟de ortaklaĢa askeri tatbikatlar gerçekleĢtirilmiĢtir. Türkiye-Ġsrail 240 yakınlaĢmasında diğer bir önemli faktör de, Ġsrail ile Filistin Yönetimi arasındaki barıĢ görüĢmelerinin Oslo süreci ile birlikte hız kazanmasıdır (Oğuzlu, 2009: 15). Aynı Ģekilde Ġsrail-Suriye arasında 1995-1996 yılları arasında gerçekleĢtirilen barıĢ görüĢmeleri de Ġsrail ve Araplar arasındaki buzların erimeye baĢladığına iĢaret etmektedir (Bengio, 2009: 123). Zira bu sayede Türkiye, Arap ülkeleri ile iliĢkileri gerginleĢtirmeden Ġsrail‟le iĢbirliği yapma fırsatı elde etmiĢtir. 1998‟e gelindiğinde Türk-Ġsrail ve ABD deniz kuvvetleri, Akdeniz‟de ortak bir tatbikat gerçekleĢtirmiĢ, bu durum Türkiye ve Ġsrail‟in iĢbirliğinin ABD tarafından da desteklendiğini ortaya koymuĢtur. Bununla birlikte aynı yıl içinde terör örgütü ele baĢı Abdullah Öcalan sebebiyle Suriye ve Türkiye arasında yaĢanan kriz sırasında, Ġsrail‟in Suriye sınırındaki birlikleri azaltması ve buna karĢılık, Türkiye‟nin Ġsrail ile ortak yapmayı planladığı “Güvenilir Denizkızı” tatbikatını iptal etmesi ile Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde geçici bir gerginlik yaĢanmıĢtır. Devam eden süreçte Türkiye‟de meydana gelen 1999 depreminde Ġsrail‟in Türkiye‟de gerçekleĢtirdiği yardım faaliyetleri, iki ülke arasındaki gerginliğin son bulmasına neden olmuĢtur (Yılmaz, 2010a: 57). Bununla birlikte devam eden süreçte terör örgütü ele baĢı Abdullah Öcalan‟ın önce Suriye‟den çıkarılması ardından yakalanması ile birlikte, Türkiye‟nin güney komĢuları ile yaĢadığı sorunlarda azalma meydana gelmiĢtir. Bu doğrultuda konjonktürel olarak Türkiye ve Müslüman ülkeler yakınlaĢırken; Ġsrail‟le iliĢkiler, önceki dönemki kadar yakın biçimde sürdürülememiĢ, yakın stratejik ortaklıktan ortak dengeli iliĢkiye geçiĢ söz konusu olmuĢtur (Tür, 2009: 23). Sonuçta 90‟lı yılların sonu 2000‟li yılların baĢı itibariyle, Arap ülkeleri ile hızlı bir geliĢme yaĢanırken; Ġsrail ile iliĢkilerde sorunlu bir döneme girilmiĢtir. 2000‟li yılların baĢında, iki ülke iliĢkilerinin gerilemesinde en önemli neden, Filistin sorunu olmuĢtur. 28 Eylül 2000‟de Ariel ġaron‟un El Aksa Camisini ziyaretinin ardından Ġkinci Ġntifada‟nın baĢlaması ve Ġsrail‟in sivillere yönelik müdahaleleri, Türkiye‟de Ġsrail‟e yönelik ciddi bir tepkiye yol açmıĢtır 241 (Yılmaz, 2010b: 19). Bununla birlikte yaĢanan gerginliklerin iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari iliĢkileri etkilemediği ifade edilebilecektir. Bu durumu Tablo-26‟da belirtilen yıllar itibariyle Türkiye-Ġsrail arası ticaret göstergelerinden de görmek mümkündür (T.C. Ekonomi Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011): Tablo-26: Yıllar Ġtibariyle, Türkiye-Ġsrail Ticari ĠliĢkileri 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 ĠHRACAT (Milyon Dolar) 650 805 861 1.083 1.315 1.467 1.529 1.658 1.935 1.528 2.080 ĠTHALAT (Milyon Dolar) 505 529 544 459 714 805 782 1.082 1.448 1.075 1.360 2011 1.382 16.293 YILLAR HACĠM (Milyon Dolar) 1.155 1.334 1.405 1.542 2.029 2.272 2.311 2.740 3.383 2.603 DENGE (Milyon Dolar) 145 276 317 624 601 662 747 576 487 453 1.181 3.440 2.563 720 201 1.075 26.777 5.809 (Ocak-Temmuz) TOPLAM Buna göre, iki ülke arasında yaĢanan sorunlara rağmen 2000‟den 2011‟e kadarki dönemde iki ülke arasında ticaret hacminin sürekli biçimde arttığı dikkat çekmektedir. Bu durum, yaĢanan gerginliklere rağmen iki ülke ticari iliĢkilerinin gerginliklerden etkilenmediğini göstermektedir. Tablo-27‟de ise 1996‟dan beri Türkiye-Ġsrail arasındaki ticari toplantı ve antlaĢmalar verilmektedir. Buna göre, iki ülke arasında yaĢanan gerginliklerin ticari antlaĢma ve toplantılara engel olmadığını göstermektedir. Bu antlaĢmalar içerisinde en önemli olanı kuĢkusuz 1996‟da imzalanan Serbest Ticaret AntlaĢmasıdır. Bu antlaĢma da iki ülke arasındaki ticaretin yıllar içinde artıĢında temel etken olmuĢtur. 242 Tablo-27: Türkiye-Ġsrail Arasındaki Ticari AntlaĢma ve Toplantılar (DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Resmi Ġnternet Sitesi) AntlaĢmalar Ġmza Tarihi Serbest Ticaret AnlaĢması Ticari, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel ĠĢb. Anl. Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi AnlaĢması 14.03.1996 14.03.1996 14.03.1996 Yatırımların KarĢılıklı TeĢviki ve Korunması 14.03.1996 AnlaĢması Türkiye-Ġsrail KEK (Karma Ekonomik Komisyonu) I. 08.02.2000 Dönem Toplantısı Türkiye-Ġsrail KEK II. Dönem Toplantısı 15.07.2004 Türkiye-Ġsrail KEK III. Dönem Toplantısı 07.03.2007 Standardizasyon, Uygunluk Değerlendirmesi ve Metroloji Alanında ĠĢbirliği AnlaĢması 07.03.2007 Türk Standartları Enstitüsü (TSE) ile Ġsrail 07.03.2007 Standartlar Enstitüsü (SII) arasında “Genel ĠĢbirliği AnlaĢması” Türkiye Ġsrail iliĢkilerinin Ģekillenmesinde, Türkiye‟de 59. hükümetin 2003 yılında göreve gelmesi ve bu hükümetin dıĢ politikasında Orta Doğu‟da ve Dünyada etkin bir siyaset izlemeyi benimseme kararı etkili olmuĢtur. 59. Hükümet ve devamındaki 60. ve 61. Hükümet döneminde Türkiye ve Ġsrail arasındaki ticari ve ekonomik iliĢkilerde önceki hükümetlerle kıyaslandığında büyük bir değiĢiklik yaĢanmazken, ülke liderleri arasında zaman zaman gerginleĢen söylemler meydana gelmiĢtir. Son dönemde Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerinin gidiĢatı değerlendirildiğinde, özellikle DıĢiĢleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu‟nun görüĢlerinin belirleyici olduğu ifade edilebilecektir. Davutoğlu‟nun henüz göreve gelmeden hazırladığı ve büyük yankı uyandıran “Stratejik Derinlik” isimli kitabındaki 243 görüĢlerine dayanarak Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin tarihi geliĢimi ile ilgili olarak aĢağıdaki çıkarımları yapmak mümkündür (Davutoğlu, 2011:420-426): Soğuk SavaĢ sonrası dönemde önemli ölçüde geliĢim gösteren Türkiye-Ġsrail iliĢkileri, Ġsrail‟in tarihi olarak izlediği, uluslararası güvenlik desteği ve hukuki meĢruiyet temelinin sağlanması, Arap olmayan Orta Doğu unsurlarının aktif desteği ya da en azından pasif tarafsızlığının sağlanması ve Arap ülkelerinin bir blok haline gelmesinin önlenmesine yönelik, üçlü stratejisine uygun bir seyir izlemiĢtir. Türkiye, resmi deklarasyonlarda, Ġsrail ile yürüttüğü iliĢkilerin üçüncü bir ülkeye karĢı olmadığını vurgulasa da bu tavrı Arap ülkelerini Türkiye‟ye karĢı mesafeli davranmaya itmiĢtir. Bu durum ayrıca, Türkiye‟nin Orta Doğu barıĢ sürecinde etkin bir rol almasını da engellemiĢtir. Sonuçta, Türkiye her iki tarafta da diplomatik bir ağırlık kazanamamıĢtır. Körfez savaĢı ile baĢlayan Orta Doğu‟nun yeniden yapılanması sürecinde, Türkiye‟nin Çekiç Güç örneğinde olduğu gibi sadece güvenlik misyonu ile ilgili alanlarda adı geçmiĢ ekonomik konularda devre dıĢı kalmıĢ hatta Kerkür-Yumurtalık boru hattı örneğinde olduğu gibi daha önceki kazanımlarını da kaybetme noktasına gelmiĢtir. Ġsrail, güvenlik ve ekonomi dengesini iyi oluĢturmuĢken Türkiye bunu aynı oranda baĢaramamıĢtır. Bu durumu bir yandan Türkiye ile güvenlik alanında iĢbirliği yaparken diğer yandan Kıbrıs Rum Kesime‟ne silah satma girĢiminde bulunması örneğinde görmek mümkündür. Bu Ģekilde iki ülke üzerinde de birbirinden bağımsız bir siyaset izlemeyi baĢarabilmiĢtir. Türkiye, Ġsrail ile iliĢkilerini genel Orta Doğu politikası çerçevesinde yeni bir değerlendirmeye tabi tutmalı ve bölgenin bütününe yönelik kapsayıcı stratejiler geliĢtirmeden ikili iliĢkileri “stratejik miğfer” haline dönüĢtürmeden ve kendini kısıtlamadan yürütmelidir. Buna göre Davutoğlu‟nun Ġsrail ile iliĢkileri; Orta Doğu‟nun bütününü kapsayıcı bir siyaset çerçevesinde yürütme eğilimi olduğunu ve son dönemde 244 Türkiye‟nin Ġsrail‟e yaklaĢımının da bu eğilimin bir yansıması olabileceğini ifade etmek mümkündür. Nisan 2002‟de, Ġsrail‟in iĢgal altındaki topraklarda operasyonlarını artırması üzerine BaĢbakan Ecevit, Ġsrail‟i “soykırım yapmakla” suçlamıĢtır. Bu defa 2004‟te Ġsrail‟in Refah mülteci kampına operasyon düzenlemesi üzerine BaĢbakan Erdoğan bu durumu “devlet terörü” olarak nitelemiĢ yine DıĢiĢleri Bakanı Abdullah Gül, “saldırıların tedirgin edici olduğunu ve bunların iki ülke iliĢkilerini etkileyebileceğini” belirtmiĢtir. Ocak 2006‟da Filistin seçimleri sonrasında HAMAS‟ın siyasi büro Ģefi Halid MeĢal‟in Türkiye‟yi ziyaret etmesi, Ġsrail tarafında resmi bir davet yapılmaması ve resmi ağırlama yapılmamasına rağmen rahatsızlık yaratmıĢtır. Bu defa Türkiye, 2006 yazındaki Ġsrail-Lübnan SavaĢı sırasında Ġsrail‟e sert tepki göstermiĢtir (Tür, 2009: 24-27). Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde sert söylemler meydana gelse de iki ülke iliĢkilerinin koparılmaması amacıyla telafi edici söylemler geliĢtirilmiĢ, ayrıca Türkiye‟nin Ġsrail-Filistin, Suriye-Ġsrail sorunlarında arabuluculuk faaliyetlerine giriĢmesi iliĢkilerin kopmaması açısından önemli adımlar olarak değerlendirilmiĢtir. Nitekim 57. Hükümet BaĢbakanı Bülent Ecevit, Ġsrail‟i soykırım yapmakla suçlamasının ardından 3 gün sonra yaptığı açıklamada, soykırım sözcüğünü kullanmaktan üzüntü duyduğunu, Ġsrail halkına çok değer verdiğini ve bir an önce bölgede hakça bir barıĢ kurulmasını temenni ettiğini ifade etmiĢtir (Milliyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011). Yine 2004‟teki açıklamalardan sonra dönemin DıĢiĢleri Bakanı Gül‟ün Ocak 2005‟te, BaĢbakan Erdoğan‟ın da Mayıs 2005‟te Ġsrail‟i ziyaretleri iliĢkilerin düzelmesi açısından önemli adımlar olarak değerlendirilmiĢtir (Tür, 2009: 26). Daha önce de bahsedildiği üzere 2003 Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyinde yoğunlaĢan faaliyetleri, Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin gerilmesinde diğer bir önemli sorun olarak kendini göstermektedir (Yılmaz, 2010b: 19). Türkiye‟nin PKK Terör Örgütü ile olan sorunlarının devam etmesi, 245 Irak‟ın toprak bütünlüğü konusunda hassasiyetleri nedeniyle Türkiye, Ġsrail‟in bu tutumundan rahatsız olmaktadır. Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde dönem dönem yaĢanan gerginlik 60. hükümet döneminde de devam etmiĢtir. 2008‟de Ġsrail‟in Gazze‟de gerçekleĢtirdiği Dökme KurĢun Operasyonu‟na karĢı BaĢbakan Erdoğan‟ın tepkisi sert olmuĢ, BaĢbakan, bu operasyonu, “Türkiye‟nin arabuluculuk çabalarına karĢılık Ġsrail‟in Türkiye‟ye karĢı barıĢta bir saygısızlığı” olarak değerlendirmiĢ ve iki ülke iliĢkilerinde güvenin kalmadığını ifade ederek çeĢitli platformlarda bu söylemini yinelemiĢtir. Bunda da 22 Aralık‟ta Türkiye‟yi ziyaret eden Ġsrail BaĢbakanı Olmert‟in operasyonu bilmesine rağmen Türkiye‟ye bahsetmemesi etkili olmuĢtur. Türkiye‟nin bu tepkisi sonrasında, Arap devletleri Gazze saldırılarında HAMAS‟ı sorumlu tutmuĢ; Türkiye ise sorunun baĢlangıcından itibaren Ġsrail‟e yüklenmiĢtir. Buna göre Türkiye‟nin Arap halkları arasında popülerliği artmıĢtır. Bu süreçte Türkiye, Ġsrail‟i sadece eleĢtirmemiĢ aynı zamanda, Filistinlilere karĢı devlet terörü uyguladığını söylemiĢ ve BM‟den atılmasını önermiĢtir (Tür, 2009: 27-28). Devam eden süreçte BaĢbakan Erdoğan 29 Ocak 2009‟da düzenlenen Davos Zirvesinde Ġsrail CumhurbaĢkanı ġimon Peres‟e sert bir çıkıĢ yaparak Gazze Saldırısı hakkında “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demiĢ, ardından oturum yöneticisini de kendisine kısa süre vermekle eleĢtirerek “Davos benim için bitmiĢtir” diyerek zirveden ayrılmıĢtır (CNN Türk Ġnternet Sitesi [web], 2009). Bu olay da Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde gergin ortamı devam ettirmiĢtir. Ardından Türkiye-Ġsrail iliĢkileri normalleĢme evresine giremeden Türkiye Ġsrail‟in de katılımı ile düzenli olarak gerçekleĢtirilen Anadolu Kartalı Tatbikatının uluslararası aĢamasını iptal ederek Ġsrail‟i bu tatbikattan çıkarmıĢ, bu durum Ġsrailli pilotların kısıtlı olan eğitim alma imkanına büyük darbe vurmuĢtur. Ġlerleyen dönemde Ġsrail‟de ve Dünya basınında yer alan eleĢtirilere karĢılık DıĢiĢleri Bakanı Davutoğlu, iptal konusunda aĢağıdaki ifadeleri kullanmıĢtır (Radikal Gazatesi Ġnternet Sitesi [web], 2009): 246 “Gazze‟de Ġsraillilerin yaklaĢımlarını, yeniden diplomatik yollara gireceğini umuyoruz. Bu Türk Ġsrail iliĢkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak. Ancak mevcut durumda elbette ki bu yaklaĢımı, Ġsrail‟in yaklaĢımını eleĢtiriyoruz.” Bu durum Türkiye‟nin Ġsrail‟in Gazze ile ilgili tutumunu değiĢtirmeden Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin normalleĢmeyeceğini göstermiĢtir. Ocak 2010‟da Ġsrail DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı Ayalon, Türkiye‟nin Ġsrail Büyükelçisi Çelikkol‟u makamına davet edip kendisininkinden daha alçak bir koltukta oturtmuĢ, yanındaki Ġsrailli gazetecilere Ġbranice, “Görüyorsunuz, o bizden aĢağıda oturuyor, biz yüksekteyiz ve burada sadece Ġsrail bayrağı var” demiĢtir (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010a). Diplomatik teamüllere uygun olmayan bu davranıĢa Türkiye‟nin tepkisi de sert olmuĢ, diplomatik iliĢkiler kopma noktasına gelmiĢ, CumhurbaĢkanı Abdullah Gül‟ün “Gereken özür dilenmezse Büyükelçinin geri çekileceği” yolundaki uyarısının ardından Ġsrail CumhurbaĢkanı ġimon Peres‟in ve Ġsrail parlamentosunun da çabaları ile Ayalon özür mektubu yazmıĢtır. Ġsrail medyasında da geniĢ yankı bulan olay sonrasında Ġsrail Parlamentosu Knesset‟ten 17 milletvekili de Çelikkol‟a özür mektubu yazmıĢ ve iliĢkiler, tekrar normalleĢme aĢamasına gelmiĢtir (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010b). Mayıs 2010‟a gelindiğinde otuz yedi ülkeden katılımlarla Türkiye‟den “Ġsrail‟in ablukada tuttuğu Gazze‟ye tescil edilmiĢ insani yardım malzemesi götürme” amacı ile yola çıkan konvoya Ġsrail Silahlı Kuvvetleri‟nce, 31 Mayıs 2010‟da uluslararası sularda müdahalede bulunulmuĢ ve sonuçta “Mavi Marmara” adlı Türk gemisinde, sekizi Türk biri ise Türk asıllı Amerikan vatandaĢı, dokuz sivil hayatını kaybetmiĢ, kırkı aĢkın sivil de yaralanmıĢtır (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011a). Bu saldırının ardından Türkiye-Ġsrail iliĢkileri tekrar gerginleĢmiĢtir. Türkiye Ġsrail‟den özür dilemesini ve tazminat ödemesini istemiĢ ancak Ġsrail tarafından buna dönük henüz bir söylemde bulunulmamıĢtır. 247 Ġlerleyen dönemde BM tarafından yapılan inceleme sonrasında, Yeni Zelanda‟nın eski baĢbakanı Geoffrey Palmer baĢkanlığındaki inceleme komisyonunun inceleme raporları New York Times Gazetesi tarafından ele geçirilmiĢ ve önceden yayınlanmıĢtır. Söz konusu raporda yer alan ifadelerde “Ġsrail‟in Gazze ablukasının, uluslararası hukuk açısından yasal görülmüĢ ancak, abluka bölgesine uzak bir mesafede ön uyarıda bulunmadan yapılan müdahalenin aĢırı ve mantıksızca olduğu belirtilmiĢtir.” (Macfarquhar ve Bronner [web], 2011; Haberhakkı Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu duruma Türkiye‟nin cevabı sert olmuĢ, raporun yok hükmünde olduğu belirtilmiĢ ve Ġsrail ile diplomatik iliĢkilerin 2. Katiplik düzeyine indirildiği ve iki ülke arasındaki askeri antlaĢmaların askıya alındığı açıklanmıĢtır (Bianet Ġnternet Sitesi [web], 2011). Son dönemde Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde yaĢanan gerginliklerden bir tanesi de; Ġsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında geliĢen iliĢkiler sonrasında, iki ülkenin Kıbrıs Adasının güneyinde, Amerikan Noble Energy ġirketi aracılığı ile petrol arama faaliyetleri yürütmeye baĢlamasıdır. Bu duruma Türkiye sert tepki vermiĢ ve Türkiye‟nin de KKTC ile antlaĢma imzalayarak Kıbrıs adasında sondaj çalıĢmalarına baĢlayacağını açıklamıĢtır (Euronews Ġnternet Sitesi [web], 2011). Nitekim bu geliĢmelerin ardından, Türkiye Kuzey Kıbrıs‟a Piri Reis adlı araĢtırma gemisini göndermiĢtir. Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin gerginleĢtiği dönemlerde medya kuruluĢları da bu duruma yoğun ilgi göstermekte, olaylar yazılı ve görsel medya da yoğun biçimde yer almaktadır. Ġki ülke iliĢkilerinde gerginliğe yol açan diğer bir husus da yoğun izleyici kitlesine sahip olan “Ayrılık, Kurtlar Vadisi” gibi dizi ve filmlerde Türkiye-Ġsrail gerginliğinin yer almasıdır. Söz konusu yapıtlarda iĢlenen konular, Ġsrail tarafında rahatsızlık yaratmaktadır. Sonuçta yakın dönem Türkiye-Ġsrail iliĢkileri genel olarak değerlendirildiğinde; 1990‟lı yılların sonundan 2011‟e dek iniĢli çıkıĢlı bir dönemde seyreden iliĢkilerin, özellikle 2010-2011 yılları ile birlikte gergin bir seyir izlediği görülmektedir. Bu dönem değerlendirildiğinde, söz konusu 248 gerilemenin Türkiye‟nin 59. Hükümetle birlikte izlediği farklı dıĢ politika ile birlikte bölgesel değiĢikliklerden de etkilendiği, söz konusu gerilemede konjonktürel olayların da etkili olduğu ifade edilebilecektir. Zira iki ülke arasında geleneksel bir düĢmanlık bulunmamaktadır. Özellikle 60. ve 61. Hükümet DıĢiĢleri Bakanı Prof. doğrultusunda geliĢen Dr. Ahmet Davutoğlu‟nun görüĢleri Türk dıĢ politikası, Orta Doğu‟da aktif bir siyaset izleme hedefi gütmektedir. Bu politika gereği Arap ve Müslüman Dünya ile de yakın iliĢkiler içinde olunmaya çalıĢılmakta, buna yönelik söylemler geliĢtirmektedir. Bu politikanın da BaĢbakan Erdoğan‟ın Orta Doğu‟da son derece popüler oluĢu ve Türk siyasetinin Orta Doğu ülkelerinde yakinen izlenmesi ile birlikte değerlendirildiğinde, belirlenen hedef doğrultusunda devam ettiği görülmektedir. Türkiye-Ġsrail açıklamaların, arasındaki bir anlamda gerginlikler değerlendirildiğinde yapılan iç politikaya yönelik ifadeler olarak da değerlendirilmesi mümkündür. Zira gerek Ġsrail‟de gerekse Türkiye‟de, bu olaylar ses getirmekte ve medyada yoğun Ģekilde yer almakta, iki ülke dıĢında büyük boyutlu bir etki yaratmamaktadır. Mavi Marmara saldırısı olayında da görülebileceği üzere, iki ülke medyası olaya geniĢ yer verirken Dünya basınında küçük baĢlıklar halinde yer almıĢ ya da hiç yer almamıĢtır. Türkiye-Ġsrail gerginliğinin ticari iliĢkilere yansımaması, bu durumun ilerde düzelme ihtimali bulunduğunu gösterse de yine de iki ülke iliĢkilerinin 90‟lı yıllardaki edilebilecektir. konumuna Zira Türkiye gelmesinin beklenmemesi konjonktürel olarak gerektiği bölge ülkeleri ifade ile yakınlaĢmakta ve komĢularından yakın dönemde konvansiyonel bir tehdit beklememektedir. Ayrıca Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyine yönelik politikaları ve bu politikaların Türkiye‟nin çıkarlarına zarar vermesi, Ġsrail‟in Mavi Marmara sonrası Türkiye‟nin taleplerine olumlu yanıt vermemesi gibi nedenler sıralandığında iliĢkilerin yakın dönemde yumuĢayabilme potansiyeli olsa bile eski çizgisine ulaĢmayacağını ifade etmek mümkündür. 249 5. ORTA DOĞU’DA YAġANAN DEMOKRASĠ HAREKETLERĠ VE ĠSRAĠL’E ETKĠSĠ 2003 Irak SavaĢı sonrasında Orta Doğu siyasi tarihinde yaĢanan en önemli geliĢmelerden birisi, Orta Doğu ülkeleri arasında hızlı bir kasırga gibi yayılan ve etkilediği bütün ülkelerde yıkıcı bir etki doğuran, yaygın biçimde “Arap Baharı” olarak nitelendirilen halk hareketleridir. Birinci Dünya SavaĢı sırasında Ġtilaf Devletleri tam bağımsızlık vaadiyle Osmanlı hakimiyetinde bulunan ulusları Osmanlı‟ya karĢı kıĢkırtmıĢ ve savaĢ bitiminde 1916‟da Ġngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes Picot AntlaĢmasına uygun olarak 1920 Nisanı‟ndaki San Remo Konferansı‟nda da Osmanlı‟dan ayrılan Arap topraklarında manda rejiminin kurulduğu teyit edilmiĢtir. Bu kararın ardından, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır gibi ülkeler Ġngiliz ve Fransa gibi büyük devletlerin mandasına girmiĢtir (Yılmaz, 2009: 15-16). Böylece uzun yıllar Osmanlı devleti hakimiyeti altında yaĢayan Arap devletleri, kendilerine bağımsızlık vaad eden ülkelerin mandasına girmiĢler ve bundan sonraki bağımsızlık mücadelelerini, bu ülkelere karĢı vermiĢlerdir. En nihayetinde de bağımsızlıklarını bu ülkelerden almıĢlardır (Kürkçüoğlu, 2010: 5). Bu tarihten sonra devletleĢme süreci içindeki Arap ülkelerinde genel olarak otokratik ve teokratik rejimler kurulmuĢ, bu rejimler de zaman zaman darbelerle devrilerek yerlerini baĢka otokratik rejimlere bırakmıĢlar ancak demokratik yapıya bir türlü bürünememiĢlerdir. Bu devletlerden bazıları cumhuriyet adını alsa ve yönetimler seçimle iĢ baĢına geliyor gibi gözükseler de iĢin özü hiçbir zaman demokratik bir rejimdeki gibi olmamıĢtır. Bu süreç içinde bu devletler ile Batı Dünyası arasında sıcak iliĢkiler kurulmuĢtur. Batılı devletler, petrolün Batıya akıĢının garanti altına alınması, bölgenin istikrarsızlıktan kurtulması ve stabilitenin sağlanması amacıyla, bu yönetimleri genel olarak desteklemiĢlerdir. 250 Tunus‟ta Aralık 2010‟da üniversite mezunu seyyar satıcı Muhammed Bouzazi‟nin tezgahına yönelik zabıta müdahalesi sonrasında kendini ateĢe vermesi ve ardından ölümü ile baĢlayan ve internet yolu ile “Polise yasemin verelim” sloganıyla tüm Tunus‟a yayılan bir isyan baĢlatıldı (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011b). Ġlerleyen süreçte 23 yıldır ülkeyi yöneten Devlet BaĢkanı Zeynel Bin Ali, önce 2014‟te aday olmayacağını açıkladı ancak açıklamanın göstericileri tatmin etmemesi üzerine ülkeyi terk etti. Yerine geçici Devlet BaĢkanı olarak Fuad Mabeza, demokrasi sözü vererek göreve baĢladı (Deutsche Welle Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu Ģekilde Tunus Halkı, ülkeye demokrasiyi getirmek için “Yasemin Devrimi” olarak adlandırılan olaylar sonrasında baskıcı bir rejimi devirerek tüm Dünyaya özellikle de otokrasi ile yönetilen Orta Doğu ülkelerine ön ayak olmuĢtur. Tunus‟taki bu isyan ve devam eden sürecin yıllardır süren baskı rejimi, iĢsizlik ve yoksulluğun pençesindeki halkın, patlaması ile gerçekleĢtiğini ifade etmek mümkündür. Bu olaylar Orta Doğu‟daki aynı durumdaki pek çok ülkede de geniĢ yankı uyandırdı. Bu noktada merak edilen konu, bu olayların bir “domino etkisi” ile diğer ülkelere sıçrayıp sıçramayacağı idi ki, çok geçmeden sorunun cevabı anlaĢıldı. Mısır‟da, Ürdün‟de ve Yemen‟de baĢlayan isyanlar sonucunda Yemen‟de Devlet BaĢkanı Ali Abdullah Salih görev süresini uzatmayacağını ve oğlunun da yerine geçmeyeceğini açıkladı. Ürdün‟de Ürdün Kralı, hükümeti görevden alırken, Suriye Devlet BaĢkanı da siyasi reform sözü verdi (USAK Gündem Ġnternet Sitesi [web], 2011b). Mısır‟da 1981‟den beri ülkeyi yöneten Devlet BaĢkanı Hüsnü Mübarek uzun süren isyan boyunca önce Eylül 2011 seçimlerinde aday olmayacağını açıkladı ancak bu durum isyanları bastırmadı. Göstericilerin eylemlerine devam etmesi ve yoğun dıĢ baskı sonucunda Mübarek 11 ġubat 2011‟de istifa ettiği açıkladı. 251 Tunus ve Mısır'daki geliĢmeler, çok geçmeden, 1969 devriminden beri Muammer Kaddafi‟nin devlet baĢkanlığını yürüttüğü Libya‟ya sıçradı. ġubat 2011‟de Bingazi ve diğer doğu Ģehirlerinde baĢlayan isyanlar sonucunda bu bölgeler kısa sürede Kaddafi güçlerinin kontrolünden çıktı. Kaddafi güçleri ile muhalif güçler arasında yoğun çatıĢmalar yaĢandı. ÇatıĢmalarda çok sayıda ölüm ve yaralanma meydana geldi. Olayların daha da kötüye gitmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi ġubat 2011‟de 1970 sayılı kararı ilan etti. Kararda; “Kaddafi‟nin Libya halkına karĢı yoğun bir Ģiddet uyguladığı ve bir an önce, Ģiddetin durdurulması, hesap verilebilirliğin sağlanması ve Libya halkına sağlanabilecek insani yardım faaliyetleri” ile ilgili hükümler yer aldı. Kararda ayrıca; Libya‟ya Silah Ambargosu uygulanmasının gerekli olduğu belirtilmekteydi. Buna göre söz konusu kararla birlikte; devletlerin Libya‟ya silah sağlaması ile birlikte Libya‟nın üçüncü bir ülkeye silah satması da yasaklanmıĢtır (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011a). Mart 2011‟de BM Güvenlik Konseyi, 1973 sayılı kararı aldı. Buna göre, Libya Havasahası üzerinde “uçuĢ yasağı (No fly zone)” oluĢturuldu. Ayrıca sivillerin korunması amacıyla “ne gerekiyorsa” yapılacağı açıklandı (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011b). Libya‟ya yönelik bir harekat yapılabileceğini öngören bu kararın alınmasından kısa bir süre sonra Mart 2011‟de ABD, Ġngiltere, Fransa, Ġtalya ve Kanada‟nın katıldığı hava operasyonları ile Libya Hükümeti‟ne ait hedefler vurulmaya baĢlandı. Ġlerleyen dönemde, dıĢ güçlerce de desteklenen rejim muhalifleri ile Kaddafi güçleri arasındaki çatıĢmalar hızlandı ve BaĢkent Trablus‟un da muhaliflerin eline geçmesi ile rejim fiilen düĢtü. Yeni kurulmaya çalıĢılan rejim, uluslararası güçlerce destek görmektedir. KuĢkusuz Libya‟nın yeniden yapılanma sürecinde de uluslararası güçler yeni yönetimin yanında olacaktır. Bu isyan ve yeniden yapılanma sürecinin bir sonraki halkasının da Suriye olacağı gözükmektedir. Zira Arap Baharı‟nın ilk baĢladığı dönemden itibaren Suriye‟de de isyanlar çıkmıĢ ancak Suriye Lideri Esad tarafından bu isyanlar zaman zaman reform sözleri verilerek, zaman zaman da sert biçimde askeri önlemler alınarak bastırılmaya çalıĢılmaktadır. Esad‟ın 252 isyancılara yönelik operasyonları da uluslararası tepkilere yol açmıĢtır. Suriye‟de isyan hareketlerinin baĢladığı 2011 Mart ayından beri 3478 kiĢinin öldüğü ifade edilmektedir (syrianshuhada Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bununla birlikte Suriye üzerinde baskılar her geçen gün artmaktadır. Zira BaĢbakan Erdoğan‟ın Eylül 2011‟de gerçekleĢtirdiği ve büyük yankı uyandıran Mısır ziyareti sırasında “Artık Ġnanamıyorum” diyerek kesin tavır koyduğu Suriye Devlet BaĢkanı Esad‟a karĢı, Türkiye tarafından yaptırım kararı alınmıĢtır. Yine Eylül 2011‟de Erdoğan-Obama görüĢmesi sonrasında BaĢbakan Erdoğan tarafından yapılan açıklamada ABD ve Türkiye‟nin Suriye‟ye karĢı ortak yaptırım planı olduğu açıklanmıĢtır. Bu doğrultuda ilk adım olarak Türkiye, Suriye‟ye askeri malzeme taĢıyan uçaklara hava sahasını kapatmıĢtır (Haber Türk Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu geliĢmeler Orta Doğu‟nun yakın dönemde yeni bir yapıya bürüneceğinin göstergesidir. KuĢkusuz bu süreç daha pek çok ülkede etkisini göstereceğe benzemektedir. Bu süreç dikkatle analiz edildiğinde daha önce detaylı olarak değinilen Büyük Orta Doğu Projesi ile de iliĢkilendirilebileceğini görmek mümkündür. “DeğiĢim vaadi” ve Bush döneminden farklı bir siyaset izleyeceği beklentisi ile göreve gelen Obama, Orta Doğu‟da da büyük beklentilere sebep olmuĢtu. Göreve baĢladıktan hemen sonra 2009 Haziran‟da Mısır‟da Kahire Üniversitesi‟nde Müslümanlara dostluk mesajları vermiĢti (Kalemdaroğlu, 2011: 2-3). Obama konuĢmasında aĢağıdaki ifadeleri kullanmıĢtı (New York Times Ġnternet Sitesi, [web], 2011). “Ben buraya, ABD ve bütün Dünyadaki Müslümanlar arasında yeni bir baĢlangıç yaratmaya geldim; karĢılıklı saygı dayalı ve karĢılıklı çıkarları gözeten; Amerika ve Ġslamın düĢman olmadığı ve rekabet içinde olmalarının gerekmediği gerçeğini kabul eden, adalet ve geliĢme gibi, hoĢgörü ve bütün insanların onuruna dayalı ortak prensipleri paylaĢan bir baĢlangıç yapmak için geldim… 253 …Amerika‟nın savaĢı Ġslam‟a karĢı değildir; hiçbir zaman da olmayacaktır… ABD, Afganistan‟a 7 yıl önce El Kaide ve Taliban‟ı geniĢ bir uluslararası destekle birlikte takip amaçlı gitti. Oraya gidiĢimiz bir tercih meselesi değildi; bir zorunluluktu….Ancak Irak‟da durum, Afganistan‟dan farklıydı…Irak, benim ülkemde ve bütün Dünyada farklılıkları kıĢkırtan bir tercih savaĢıydı. Bununla birlikte, sonuçta Irak halkının Saddam Hüseyin‟in tiranlığından daha iyi bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca, Irak‟ta yaĢananlar bize, sorunların çözümünde olabildiğince Diplomasinin kullanılması ve uluslararası fikir birliğinin sağlanması gerektiğini hatırlatmıĢtır….” Bu söylemler incelendiğinde Obama döneminde ABD‟nin güç kullanmaktan ziyade diplomasi yolu ile sorunların çözümünde, dıĢ Dünyadaki ABD karĢıtlığına yönelik çözümler sunacağı özellikle de Müslüman ülkelerdeki ABD imajını değiĢtirme amaçlı faaliyetler yürüteceği; bu noktada Bush döneminden farklı bir siyaset izleyeceği beklentisi oluĢmuĢtu. Bununla birlikte Obama Dönemi dıĢ politikası incelendiğinde, Bush Dönemi‟nden çok büyük bir kopuĢun yaĢanmadığı ifade edilebilecektir. Zira ABD‟nin uzun süredir Orta Doğu politikalarını belirleyen hedeflerde önemli bir değiĢiklik gözükmemektedir. Bu hedefler arasında yer alan Ġsrail‟in güvenliğinin garanti altına alınması Ġran‟ın denetim altında tutulması, ve Büyük Orta Doğu Projesinin faaliyete geçirilmesi hâlihazırda ABD‟nin Orta Doğu siyasetinin temelini teĢkil etmektedir (Kalemdaroğlu, 2011: 3). Obama‟nın dıĢ politika stratejisi bazı yazarlar tarafından “Arkadan Liderlik (Leading From Behind)” olarak da ifade edilmektedir (Lizza [web], 2011; Gardiner [web], 2011; Krauthammer [web], 2011 ). Lizza‟ya göre ([web], 2011); Obama, bürokratik etkinliğin, ideolojiden daha önemli olduğunu vurgulamaktadır. Obama politikalarlıyla hem realistlerden hem de idealistlerden farklı bir görüntü çizmektedir. Obama politikaları ile pek çok kiĢiyi hayal kırıklığına uğratmıĢtır. Bunlar arasında Brezinski de bulunmaktadır. Brezinski‟ye göre Obama‟nın söylemleri incelendiğinde, bu söylemlerin „Bunu yapmalısınız‟; „bu kabul edilemez‟ gibi “kati ve emredici” olduğunu ve öngörü ve olayları çözümlemeden uzak bir görüntü çizdiği 254 görülmektedir. Brezinski‟ye göre “Obama strateji değil vaaz üretmektedir.” (Lizza [web], 2011). Obama‟nın dıĢ politikasının “Arap Baharı” olarak nitelendirilen geliĢmelerde de önemli eleĢtiriler aldığı görülmektedir. Buna göre Obama‟nın özellikle, Ġngiltere ve Fransa ile birlikte baĢrolü oynadığı Libya müdahalesinde ABD„nin, dramatik olarak lider pozisyonundan uzak bir görüntü çizdiği söylenmektedir. Aynı Ģekilde, Suriye‟deki olaylarda yüzlerce insanın ölmesine seyirci kalındığı keza 2009‟da Ġran‟daki “YeĢil Devrim”de de Obama etkisiz bir poltika yürüttüğü ifade edilmektedir (Gardiner [web], 2011). Bununla birlikte, Obama‟nın bu tarz bir siyaset izlemesinin “Arkadan Liderlik (Leading from behind)” olarak da ifade edilen bir tür doktrin olabileceğine yönelik tartıĢmalar yürütülmektedir. Bu tarz bir siyaset, ABD‟nin daha önce alıĢık olmadığı bir türdür ve ABD‟nin göreceli askeri gücünün azalmakta olduğu inancından kaynaklanmaktadır. Çin gibi ülkelerin gücünü artırması ve ABD karĢıtlığının tüm Dünyada yükselmesi de bu durumun nedenleri arasındadır (Lizza [web], 2011). ABD‟nin bu tarz bir siyasete yönelmesi var olan konjonktürün bir gereği olarak nitelendirilebilecektir. Zira, özellile Irak SavaĢı‟nda yaĢananlar tüm Dünyada olduğu kadar ABD iç siyasetinde de önemli eleĢtirilere neden olmuĢtur. Afganistan ve Irak‟ın maliyeti ABD ekonomisini de önemli ölçüde sarsmıĢtır. ABD Orta Doğu‟ya bu kadar kanalize olmuĢken, diğer taraftan Çin önemli ölçüde güçlenmiĢ ve hem ekonomik hem de askeri anlamda ABD‟yle rekabet eder hale gelmiĢtir. Diğer taraftan tüm dünyada, özellikle de Müslüman ülkelerde ABD karĢıtlığı artmıĢtır. Bütün bu geliĢmelerin, Obama‟nın siyasi tarzının belirlenmesinde aktif rol oynadığı ifade edilebilecektir. Obama Döneminde, Bush Döneminde olduğu gibi doğrudan güç kullanma yerine, “geliĢmeleri izleme, rejim muhalifleri ve yerel güçlerle iĢbirliği ve diplomatik baskı uygulama” gibi yöntemlerin kullanıldığı ifade edilebilecektir. 255 Bu noktada, günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmelerin ABD stratejilerine uygun ve önceden hazırlanmıĢ planlar olabileceklerini ifade etmek mümkündür. Zira, ABD BaĢkanı Obama, yaĢanan geliĢmeler üzerine Fox televizyonunda yayınlanan söyleĢisinde “Mısır‟ın eski haline dönemeyeceğini, değiĢimin zamanının geldiğini” ifade etmiĢtir (Haber 7 Ġnternet Sitesi [web], 2011). Yine Tunus devriminde etkili olan ABD DıĢ ĠĢleri Bakanlığı yazıĢmalarını içeren “Wikileaks” olarak da adlandırılan belgelerde 2006 ve 2009 yılları arasında ABD‟nin Tunus Büyükelçiliğinin hazırladığı raporlarda, “Devlet BaĢkanı ve ailesinin iktidarları süresince yolsuzluktan edindiği servetleriyle ayrılıp bir Avrupa ülkesinde emeklilik hayatı sürmeyi planlıyor.” ifadesi yer almaktadır. Yine 2009‟da da “Bin Ali‟nin gitmesi için beklenen fırsatın Obama yönetiminin politikaları sayesinde mümkün olabileceği” yazılmıĢtır. Büyükelçi, tavsiyeler bölümünde ise muhalefet partileri ile görüĢülmeye hız verilmesi gerektiği, Avrupalı müttefiklerin de Tunuslu gençlerle temasa geçme konusunda teĢvik edilmesinin önemi vurgulanmıĢtır. Yine Wikileaks belgelerinde Tunus bir polis devleti olarak tanımlanmıĢ ancak radikal Ġslami hareketlere karĢı sert duruĢu, Bin Ali‟nin ABD‟nin küresel terörle mücadelede müttefikleri arasında yer almasına yol açtığı ifade edilmektedir (Oğan [web], 2011). Bu durum ABD‟nin Tunus Devriminin yarattığı rüzgarla olası rejim değiĢikliklerine hazırlıklı olduğu ve yeni yönetimlerle de mevcut politikalarını sürdürebileceğini göstermektedir. Arap Baharı‟nın bir sonraki hedefinin Suriye olduğunu belirtmiĢtik. KuĢkusuz, bu ülkede de bu akımın baĢarılı olarak, Esad Rejimini devirmesi durumunda, ortaya daha “uysal” bir rejimin ortaya çıkacağı beklentileri hakimdir (Ediboğlu, 2011: 21). Bu sayede Ġsrail açısından da çok önemli bir tehlikeli rejim daha Ġsrail tarafından güç kullanılmadan ortadan kaldırlmıĢ olacaktır Bu geliĢmelerin koĢullar değerlendirildiğinde önceden öngörüldüğü ve 256 Ġsrail bu açısından geliĢmelerle da mevcut ilgili planlar hazırlandığı tahmin edilebilecektir. Ġsrail açısından mevcut geliĢmelerin handikabı, mevcut rejimlerin yıkılıp da yerine radikal Ġslamcı yönetimlerin baĢa geçmesidir. Zira Ġsrail güvenliği açısından en önemli hususlardan birisi Mısır‟la 1979‟dan beri süregelen barıĢtır. Buna göre Ġsrail Mısır‟la 1979‟dan bu yana barıĢ halindedir ve Mısır, Arap Dünyası ile kötü olma pahasına iliĢkileri sürdürmektedir. Mevcut geliĢmelerin Mısır‟da daha radikal unsurların göreve gelmesine sebep olması ve Mısır-Ġsrail barıĢının tehlikeye girmesi durumunda, Ġsrail‟in en yakın komĢusundan yoğun bir tehdit algısına kavuĢacağı düĢünülebilir. Ancak Ġsrail‟in mevcut geliĢmelere kayıtsız kalması ve Mübarek‟e yönelik eleĢtirileri, Ġsrail‟in rejim değiĢikliğine hazırlıklı olduğunu ve dıĢ politikasında çok önemli bir değiĢiklik beklemediğini ortaya koymaktadır. Ġsrail açısından Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmeler, önemli avantajlar da içermektedir. Zira Orta Doğu‟da Arap Dünyasında yaĢanacak istikrarsızlıklardan faydalanarak daha da güçlü bir Ģekilde bölge ülkeleri üzerinde kontrolünü artırabileceği gibi yaĢanan geliĢmelerin Ġran‟a sıçraması ile Ġsrail‟e Ġran gibi güçlü bir düĢman rejimden de kurtulabilme Ģansı tanıyabilecektir. ABD‟nin bu geliĢmeleri desteklemesi, çok boyutlu düĢünüldüğünde aynı zamanda ABD‟nin yardımlarla ayakta tuttuğu rejimleri artık desteklemekten vazgeçmesi, yeni kurulacak rejimlerin ABD‟ye daha az yük olacağı beklentisinden de kaynaklanıyor olabilecektir. Önemli bir ekonomik krizden geçen ABD ekonomisi dıĢ yardımları azaltma stratejisi güdüyor olabilecektir. Bu doğrultuda bölgede ekonomik açıdan ABD‟ye muhtaç olmayan, kendi ayakları üstünde duran, bununla birlikte demokratik temele sahip ülkeler oluĢturma stratejisi, muhakkak ki ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir stratejidir. Daha önceki bölümlerde ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin Orta Doğu petrolüne olan bağımlılıklarını azaltmak için alternatif bölgelerden petrol ithalini yoğunlaĢtırma stratejisi içinde olabileceğini incelemiĢtik. Bu doğrultuda 257 bölgede demokrasinin yaygınlaĢtırılması ile otokratik yönetimlerin petrol üzerindeki tahakkümlerinin kırılarak, serbest piyasa ve rekabet sisteminin yaygınlaĢtırılması ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir strateji olarak ifade edilebilir. Bölgede demokrasiye geçiĢ süreci boyunca istikrarsız ülkeler etrafında yer alan Türkiye ve Ġsrail kuĢkusuz bu süreçten güçlenerek çıkacaktır. Burada Türkiye‟nin Orta Doğu‟da “yükselen bir güç, bölgesel bir lider” biçiminde lanse edildiği dikkate alındığında, Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerindeki gerginliklerin arkasında da bu rekabetin olabileceği akla gelmektedir. Zira özellikle Araplar üzerinde etki yaratmak ve bölge halklarını etkilemek için Ġsrail‟e yönelik sert söylemler geçmiĢten beri iĢe yarayan bir stratejidir. Bu noktada yakın geçmiĢte bölge halkları üzerinde önemli bir etki doğuran Türkiye‟nin, bu fırsatı değerlendirerek bölge ülkelerinin lideri konumuna gelebileceği ve ABD ile uyumlu politikalar geliĢtirerek bölge halklarını yönlendirebileceği düĢünülebilecektir. ABD açısından bakıldığında da Türkiye‟nin bu yönde desteklenmesi ABD çıkarları açısından uygun olabilecektir. Türklerin geçmiĢte uzun yıllar bu ülkelerle iç içe yaĢaması, ortak bir kültür ve tarihi geçmiĢe sahip olması, bölge ülkeleri açısından 90 yıla yakın bir süredir demokrasi ile yönetilen bir model ülke konumunda olması dikkate alındığında Türkiye‟nin yeni kurulacak sistemin en yakın sigortası olarak düĢünülmüĢ olabileceğini ifade etmek mümkündür. 258 SONUÇ KuruluĢundan 11 dakika sonrasında Ġsrail‟i tanıyan ilk ülke olan ABD ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki çıkarları ve izledikleri politikalar, geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de birbirlerine paralel bir seyir izlemektedir. Soğuk SavaĢ döneminde Arap ülkeleri ile yakın iliĢkiler içinde olan ve bu doğrultuda bölgede etkisini artırmaya çalıĢan SSCB‟ye karĢı, Orta Doğu‟da müttefik arayan ABD, Ġsrail‟i potansiyel bir ortak olarak görmüĢ, bu doğrultuda süreç içinde bazı gerginlikler yaĢansa da genelde Ġsrail‟i destekleyen bir politika içinde olmuĢtur. ABD, bölgeye yönelik silah satıĢlarında denge gözetmeye çalıĢsa da Ġsrail‟in teknolojik silah taleplerini belli tavizler karĢılığında genellikle olumlu karĢılamıĢ ve Ġsrail, bölgede üstün bir konuma gelmiĢtir. Ġsrail, kuruluĢundan bu yana ABD‟den ciddi oranda ekonomik yardım almıĢ, bu durum sağlam bir ekonomi oluĢturulmasında Ġsrail‟e ciddi bir destek sağlamıĢtır. Bu yardım özellikle 1967 Arap-Ġsrail SavaĢıyla birlikte artarak devam etmiĢtir. Zaman içinde Ġsrail, ABD‟den en çok yardım alan devlet konumuna gelmiĢ ve yakın döneme kadar bu konumunu sürdürmüĢtür. Halen Ġsrail, ABD‟den en fazla yardım alan ülkeler içinde yer almaktadır. Lobicilik faaliyetlerini, bir devletin yasama süreçlerini ya da yasa metinlerini etkilemek, belirli standartların getirilmesinin kabulü ya da reddi için baskı yapmak, belirli bir kiĢi ya da partinin oy toplama ya da karalama kampanyalarını yürütmek gibi amaçlarla oluĢturulan ve belirli bir grubun çıkarlarını savunan organize toplulukların faaliyetleri olarak tanımlamak mümkündür. ABD‟de önemli miktarda Yahudi bulunmakta ve bu Yahudiler örgütlü biçimde, Ġsrail çıkarlarına hizmet etmeyi bir görev olarak benimsemiĢlerdir. Bu örgütler çeĢitli kuruluĢlarla lobicilik faaliyetleri ile ABD politikalarına etki etmeye çalıĢmaktadır. Yahudi lobisi, ABD‟deki politikacılara ve partilere yaptıkları ciddi yardımlar sebebiyle ABD siyasal süreçlerine etki eden en önemli faktörler arasında yer almaktadır. Ġsrail lobisi, pek çok yazara göre ABD‟deki en güçlü lobiyi oluĢturmaktadır. ABD politikalarının Ģekillendirilmesinde Ġsrail Lobisi çok baĢarılı olmuĢtur. Buna göre, Ġsrail ihtiyaç duyduğu kredi ve hibelere lobicilik faaliyetlerinin sayesinde rahatlıkla ulaĢabilmekte, ABD dıĢ politikasını çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedir. ABD‟deki Yahudi lobisinin, ABD politikaları üzerinde etkili olmasına yardımcı olan önemli unsurlardan birisi de ABD‟li Hıristiyanların özellikle de Evangelistlerin Yahudilere daha fazla sempati ile bakmasıdır. Evangelistlerin Ġsrail‟e kutsal kitaplarda yer alan hükümler doğrultusunda bir yakınlık duyduğu ve sahip oldukları kaderci anlayıĢ sebebiyle bu hükümlerin gerçekleĢmesi için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini ifade etmek mümkündür. ABD‟de 50 milyonu aĢkın Evangelist bulunduğu düĢünüldüğünde, bu rakamın ABD politikalarını etkilemede ve Ġsrail yanlısı politikalar izlemede yeter boyutta olduğu ortadadır. Aynı Ģekilde, Bush döneminde ABD politikalarında belirleyici rolü olan yeni muhafazakârların görüĢlerinin Evangelist Hıristiyanların görüĢleri ile paralel olduğu ifade edilebilecektir. Yeni muhafazakâr bakıĢ açısına sahip düĢünce kuruluĢlarının üyelerinin Ġsrail‟e destek verilmesini ahlaki ve stratejik açıdan bir görev olarak benimsediği ve ABD yönetimini bu doğrultuda yönlendirmek istediği anlaĢılmaktadır. Bu durum ABD politikalarında Ġsrail etkisini açıkça ortaya koyması bakımından önemlidir. Terörle mücadele hususunda Ġsrail‟le iĢbirliği yapmak ve Ġsrail‟i savunmak en önemli ABD politikaları arasında yer almıĢtır. Bu doğrultuda 260 genelde yeni muhafazakâr görüĢü destekleyenler tarafından Irak SavaĢı yoğun ve açık biçimde desteklenmiĢtir. Yeni muhafazakârlar arasında Irak‟ı iĢgal etme düĢüncesi, yeni bir proje değildi. Yeni muhafazakârlar bu düĢünceyi, 2003 Irak SavaĢı‟ndan çok önceleri de savunmaktaydı. Bu fikri ABD‟nin Orta Doğu politikaları ve çıkarları için Ġsrail‟in desteklemesi gerektiği ve Saddam Hüseyin yönetiminin, otokratik yapısı ile geçmiĢte kullandığı kitle imha silahlarına da referans vererek Ġsrail‟in güvenliği ve ABD‟nin politikaları için tehdit olmaya devam ettiği konusunu defalarca vurgulamıĢlardı. Özellikle 11 Eylül saldırısı sonrasında, tüm dünyada olduğu gibi ABD‟deki düĢünce kuruluĢları da bu saldırıyı referans alarak çok sayıda araĢtırma ve makale yayınlamıĢtır. Bir kısım düĢünce kuruluĢlarının Saddam Hüseyin‟in devrilmesi ve Ġsrail‟in desteklenmesi konusunda 11 Eylül öncesinde de faaliyetleri olduğu bilinmektedir. ABD‟de yeni muhafazakâr ideolojiye hizmet eden söz konusu kuruluĢların yayınladıkları raporlar ve çalıĢmalar incelendiğinde, aslında Irak SavaĢının hemen öncesinde yapılan faaliyetler ve savaĢ gerekçelerinin, bu raporlar ve çalıĢmalarla büyük oranda uyum sağladığı görülmektedir. Bu durum, Irak SavaĢı‟nın aslında çok önceden hazırlanan bir savaĢ senaryosu üzerinden yürütülmüĢ olabileceğini göstermektedir. Söz konusu düĢünce kuruluĢlarının çalıĢanlarının önemli bir kısmının Bush Döneminde kabinede yer alması da bu iddiayı desteklemektedir. Ġsrail‟in günümüzde yaĢadığı güvenlik sorunlarının temelinde Arap ülkelerinden kaynaklanan olası konvansiyonel tehditlerle beraber, kendisine düĢman olan ülkelerin elinde bulunabilecek nükleer-biyolojik-kimyasal silahlardan oluĢan kitle imha silahları ve terörizm yer almaktadır. Ġsrail, geçmiĢten bugüne güvenlik politikalarını, önemli oranda silahlı kuvvet bulundurmak, bölgedeki ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olmasını engellemek ve terörizme karĢı kararlı biçimde mücadele etme üzerine 261 oluĢturmuĢtur. Buna göre Irak‟ın da Irak SavaĢı öncesinde Ġsrail açısından önemli bir tehdit kaynağı olarak görüldüğü ve Ġsrail tarafından güvenlikleĢtirildiğini ifade etmek mümkündür. Ġsrail‟in, kendisine düĢmanca tavırlar geliĢtiren ve Arap Ġsrail SavaĢlarında ön cephede savaĢan Irak‟ı kontrol altında ve kendisi için sorun yaratmayan bir ülke konumunda tutabilmek için Iraklı rejim muhalifi gruplarla iletiĢime geçtiğini ve bu politika çerçevesinde, en önemli iletiĢimin Irak‟ın kuzeyinde bulunan Kürt gruplarla gerçekleĢtirildiğini ifade etmek mümkündür. Irak‟ın karmaĢık ve provokasyona açık yapısından faydalanarak, Irak‟ı kendi iç sorunları ile angaje etmek en önemli Ġsrail stratejileri arasında yer almıĢtır. Iraklı Kürtlerin 2003 Irak SavaĢında önemli rol oynadığını ifade etmek mümkündür. Irak SavaĢı‟nda ABD‟ye önemli istihbarat sağladıkları gibi, Irak SavaĢı sonrasında kurulan Irak hükümetinde de önemli görevler almıĢlardır. Bu süreçte KYB lideri Celal Talabani, Irak Devlet BaĢkanlığı görevine getirilirken KDP lideri Mesut Barzani‟nin de Irak‟ın kuzeyinde bir Bölgesel Yönetim oluĢturulması ve bu bölgesel yönetimin liderliğini üstlenmesi söz konusu olmuĢtur. KuĢkusuz bu süreçte Kürtler, ABD ve Ġsrail‟in verdikleri sözlerin de etkisi ile önemli rol oynamıĢ, sürecin bu Ģekilde ilerlemesinde pay sahibi olmuĢlardır. Ġsrail, Iraklı Kürtlerin merkezi hükümete karĢı mücadelelerinde temel destek unsurları arasında yer almıĢtır. Ġsrail‟in bu desteğinin, silah sağlama ve Kürtlerin eğitimini gerçekleĢtirme biçiminde gerçekleĢtirdiği düĢünülebilecektir. Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana Irak‟ı tehdit olarak gördüğü ve Birinci Arap-Ġsrail savaĢından bu yana aralarında imzalanmaması nedeniyle de, Ġsrail ve Irak‟ın sayılabilecek iki ülke olduklarından hiçbir barıĢ antlaĢması halen savaĢ halinde bahsetmiĢtik. Ġsrail‟in, 11 Eylül öncesinden baĢlayarak Irak SavaĢı‟na giden süreçte, gerek lobicilik faaliyetleri gerekse Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarının rapor ve analizleri ile 262 ABD‟yi Irak SavaĢı konusunda cesaretlendirdiği, adeta Irak SavaĢı‟nı kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir duruma getirerek ABD ve müttefiklerinin savaĢ kararı almasında etkili olduğu ifade edilebilecektir. Bu sayede Ġsrail, tek bir asker bile kaybetmeden, ekonomik sıkıntıya düĢmeden, çok önemli bir tehlikeyi bertaraf etmiĢ oluyordu. Ayrıca ABD Orta Doğu‟ya yerleĢerek uzun süre askeri varlıklarını bu bölgede tutacak, Ġsrail de bu süre zarfında kendine yönelik dıĢ ülkelerden gelecek tehlikelere karĢı korunacaktı. KuĢkusuz ABD‟nin Orta Doğu‟da büyük boyutta askeri varlığının olması Ġsrail açısından bir avantajdı. Zira Orta Doğu‟da Ġsrail‟e karĢı olan hiçbir güç, ABD bu bölgede etkili bir güce sahipken, Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa giremezdi. SavaĢ öncesi oldukça yakınlaĢan ve daha önce de bahsettiğimiz üzere, çeĢitli faktörlerle de desteklenen ABD-Ġsrail ittifakı, savaĢ sırasında da devam etmiĢtir. ABD‟nin, özellikle Ġsrail‟in uzun süredir faaliyette olduğu Irak‟lı Kürtlerden ciddi istihbari bilgiler elde etmesi mümkün olmuĢtur. Bu noktada Ġsrail, Irak SavaĢı‟nda ABD ile birlikte savaĢmasa da dolaylı yönden destek vermiĢtir. Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na girmemesi, Arapların tepkisini çekmemek açısından doğru bir karardı. Eğer Ġsrail fiilen bu savaĢ içinde yer alsaydı, kuĢkusuz Saddam Hüseyin yönetimi bu durumu, Araplardan destek almak amacıyla kullanacak ve olayı bir Arap-Ġsrail SavaĢı gibi lanse edecekti. ABD‟nin Dünyaya ilan ettiği savaĢ gerekçelerinden en önemlisi Irak‟ın BM kararlarına rağmen halen kitle imha silahları geliĢtirmeye devam ettiği ve Saddam yönetiminin elinde pek çok kitle imha silahı bulunduğu iddiasıydı. ABD ve Ġngiltere açısından bakıldığında, Irak‟ta kitle imha silahı olduğuna dair kesin delil bulmanın da çok da büyük bir önemi olmadığı anlaĢılmaktadır. Bu yönde hazırlanan istihbarat raporlarının da zaten alınmıĢ olan iĢgal kararını, Dünya kamuoyuna kabul ettirebilmek amacıyla hazırlandığını ifade etmek mümkündür. Bu noktada, Irak SavaĢı‟nı sadece Irak‟ta bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının bulunması ve yok edilmesi gibi bir gerekçe ile açıklamak mümkün gözükmemektedir. 263 Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen en önemli konulardan birisi de, Saddam yönetiminin uluslararası terörizme özellikle de El-Kaide‟ye destek verdiği iddiası idi. Irak açısından asıl sorun, geçmiĢte kendi halkına dahi kitle imha silahıyla müdahalede bulunması ve Kuveyt‟i iĢgal etmiĢ olmasıydı. ABD‟yi kaygılandıran bir diğer husus da, Irak‟ın her ne kadar Irak üzerinde bulunduğu kanıtlanamasa da kitle imha silahları ya da bu silahları üretme teknolojisini teröristlerle paylaĢma ihtimali idi ki bu ihtimal yalnızca ABD‟nin değil, bölge ülkelerinin hatta tüm dünyanın tehdit altında olmasına neden olmuĢtu. Yapılan çalıĢmalar sonucunda, Saddam Hüseyin‟in terörizme destek verdiği konusunda bulunabilen tek delil, Saddam Hüseyin yönetiminin Ġsrail‟e karĢı yürütülen direniĢ eylemlerinde, çarpıĢmalarda ve intihar eylemlerinde ölen Filistinlilerin ailelerine maddi destek vermesiydi. Bu durum da Müslüman devletlerin çoğunluğu tarafından Filistinli direniĢçilere gizli-açık pek çok desteğin verildiği dikkate alındığında, tek baĢına yeterli bir gerekçe değildi. Zira madem Filistinli intihar bombacılarına destek verenler ABD‟nin terörle savaĢının hedefi olacaktı. O halde neden diğer destek verenler de cezalandırılmamıĢtı? Sonuçta Irak‟ın uluslararası terörizme destek verdiği, özellikle de El Kaide ve Bin Ladin‟le iliĢkisi olduğuna dair net bir delil bulunamadığını; bu noktada Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında sayılan bu hususun da Irak SavaĢı‟nı haklı gösterecek boyuta ulaĢamadığı ifade edilebilecektir. Irak SavaĢının lanse edilen en önemli gerekçelerinden bir diğeri de, Irak‟ı demokratik bir ülke haline getirerek Irak halkını özgür kılmaktı. Buna göre, diktatörlükle yönetilen Irak, hem kendi içinde halkın kötü Ģartlarda ve baskı altında yaĢamasına neden oluyor hem de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak‟ın, onun çıkarları ve kiĢisel ihtirasları ile komĢu ülkelerde ve genel olarak bütün dünyada bir tehdit unsuru olarak görülmesine neden oluyordu. 264 Farklı zamanlarda ve farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerdeki sivil ölüm rakamları, Irak‟ın 2011 yılında dahi, güvenli bir ülke olmadığını göstermektedir. Bu rakamların yaralılar ve kayıplar da dahil edilince daha da büyük boyutlara ulaĢacağı Ģüphesizdir. Buna göre, Irak‟ta demokrasi oluĢturma çalıĢmalarının da baĢarılı olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Ayrıca, Irak iĢgalinden bu yana Irak‟ta ölen ABD askeri sayısı 4.404 olarak belirlenmiĢtir. Bu durum, ABD‟nin savaĢ öncesinde beklentilerinin aksine, çok da çiçeklerle ve coĢkuyla karĢılanmadığını, aksine iĢgal süresince giderek artan bir direniĢle karĢı karĢıya olduğunu göstermektedir. Ne olursa olsun demokrasi ile yönetilen bir Irak, demokrasi bilinci ve kültürü halk tarafından benimsenmedikçe, baĢarılı bir yönetim gerçekleĢtiremeyecektir. Kaldı ki seçimler ve demokratik süreçlerin ABD politikalarına uygun sonuçlanacağını da garanti etmek mümkün değildir. Resmi olarak açıklanmasa da, Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri arasında Irak petrolünün kontrol altına alınması olduğu iddia edilmektedir. Tezde yer alan istatistiklerden yola çıkarak, petrol ihtiyaçlarını yoğun biçimde ithalatla karĢılayan ABD ve AB ülkelerinin muhtemel kriz olasılığı sebebiyle Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılıklarını azaltma çabasında olduklarını ifade etmek mümkündür. Sonuç olarak Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri arasında gösterilen, petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve ABD ve Ġngiltere‟nin bedava petrol elde etme amacıyla Irak‟a girdiği iddialarının yetersiz argümanlar olduğunu ifade etmek mümkündür. Nitekim istatistiklerden de anlaĢılacağı üzere, Irak petrol gelirleri ile Irak SavaĢı‟nın finanse edilmesi mümkün olmamıĢtır. Buna göre Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri değerlendirildiğinde lanse edilen gerekçelerin hiç birisinin tek baĢına Irak‟ı iĢgal etmeye yetecek kadar geçerli nedenler olmadığı anlaĢılmaktadır. 265 Straussçu felsefeden yoğun biçimde etkilenen yeni muhafazakâr görüĢün etkisindeki Bush yönetimi, “aldatmanın siyasette bir norm” olduğu varsayımını benimsemiĢ ve Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri de bu düĢünce ile bilinçli olarak üretilmiĢtir ve aldatma stratejisinin parçasıdırlar. ABD-Ġsrail arasındaki iliĢkilerde Irak SavaĢı sonrasında önemli bir değiĢiklik yaĢanmamıĢtır. konularındaki iĢbirliği Ġki devlet arasındaki ticaret-enerji-güvenlik ve ABD‟nin Ġsrail‟e olan yardım konuları kesintiye uğramadan devam ettirilmiĢtir. Obama yönetimi de iktidara geldiğinde Ġsrail konusunda herhangi bir politika değiĢikliğine gitmemiĢ, iki ülke arasındaki iĢbirliği ve ABD yardımları devam ettirilmiĢtir. Irak SavaĢı sonrasında Irak-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde, Irak‟lı Kürtlerle-Ġsrail iliĢkilerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Ġsrail‟in, Irak‟lı Kürtlerle olan iletiĢimi, savaĢ sonrasında daha rahat ve yoğun bir biçimde gerçekleĢtirilebilmektedir. Ġsrail, Irak‟lı Kürtleri bölgede bir denge mekanizması olarak görmekte, bu sayede Ġran‟ı, Suriye‟yi, Irak merkezi yönetimini ve Türkiye‟yi meĢgul edebilmektedir. SavaĢ sonrasında, Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyinde ciddi faaliyetlere giriĢtiği, bu bölgedeki Kürtlerle eskiden beri devam eden iletiĢimlerini artırdıkları, önemli anlaĢmalar yaparak buranın yeniden yapılandırılması faaliyetlerinde ciddi yatırımlar yaptıkları anlaĢılmaktadır. Ayrıca Bölgesel Irak Yönetimi ile de sıkı iliĢkiler içinde oldukları ve önemli projelere destek anlaĢılmaktadır. Bu noktada savaĢ sonrası Ġsrail‟in Irak verdikleri politikasında Kürtlerin birincil aktör olduklarını ifade etmek mümkündür. Ġlerleyen dönemde Irak‟ta Kürtlerin ağırlıklarını artırması ve özellikle de Talabani ve Barzani‟nin Ġsrail‟le olan iletiĢimleri sebebiyle Irak‟ın Ġsrail‟le doğrudan anlaĢmalar yapabileceği ve yakın dönemde Irak‟ın Ġsrail‟i tanıyarak uzun süredir devam eden “savaĢ halinin” de bu Ģekilde sonuçlanabileceğini ifade etmek mümkündür. 266 Bundan sonraki süreçte Ġsrail‟in daha önce de belirtildiği üzere, Irak Kürtleri ile iletiĢimini devam ettireceği ve gereken koĢullar oluĢur ve özellikle de Iraklı ġiilerin Ġran‟la birleĢme ve ittifak olasılığı azalır ise, Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluĢturma hususunda gayret gösterebileceğini ifade etmek mümkündür. Ġran ve Ġsrail iliĢkileri Irak SavaĢı sonrasında gergin bir seyir izlemiĢtir. Bu durum, dünya basınında her an Ġsrail ve Ġran arasında bir savaĢ çıkacakmıĢ gibi değerlendirmeler çıkmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte, Ġran‟ın yapısı ve askeri gücü itibariyle Irak‟tan çok daha güçlü bir konumda olması, kesin olarak bilinmemekle birlikte, elinde kitle imha silahı olması ve bunu Ġsrail‟e karĢı kullanabilecek füzelere sahip olması sebebiyle, kolay bir savaĢ olmayacağı ortadadır. Ora Doğu ülkelerinin de olası bir savaĢta nasıl bir tavır takınacağı, Arap ülkelerinin Ġran‟a destek verip vermeyeceği, ABD‟nin bu savaĢtaki rolünün ne olacağı zamanla belli olacaktır. Ġsrail ve Suriye iliĢkileri Ġsrail‟in kurulmasından bu yana mesafeli ve güvensizdir. Suriye‟nin silahlı kuvvetlerinin personel sayısı ve silah envanteri değerlendirildiğinde, sayı olarak caydırıcı ve büyük bir potansiyele sahip olsa da gerek var olan silahların eski ve bakımsız oluĢu, gerekse personelin yeterli derecede eğitimli olmayıĢı sebebiyle Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa girmeleri durumunda baĢarılı olamayacağı ortadadır. Bununla birlikte son dönemde özellikle Ġran‟la yapılan anlaĢmalar gereği silahların modernleĢtirilmesi çabaları, sahip oldukları iddia edilen uzun menzilli füzeler ve kitle imha silahları ve bu silahları geliĢtirme faaliyetleri ile Ġsrail açısından Suriye‟nin her zaman potansiyel bir tehdit kaynağı olduğunu ifade etmek mümkündür. Lübnan, zayıf askeri gücü sebebiyle Ġsrail açısından ciddi bir tehdit olmamıĢtır. Bununla birlikte Lübnan, özellikle terör örgütlerinin Lübnan‟dan Ġsrail‟e yönelik saldırıları ve Lübnan topraklarındaki faaliyetleri sebebiyle Ġsrail güvenliği açısından bir tehdit kaynağı oluĢturmuĢtur. Özellikle Beka Vadisi, tarih boyunca pek çok terör örgütünü bünyesinde barındırmıĢ, eğitim ve 267 lojistik imkânı sağlamıĢtır. Lübnan Devletinden doğrudan gelecek bir tehdit algılaması olmasa da, özellikle Hizbullah olmak üzere, terör örgütlerinin Lübnan‟da barınması ve Lübnan topraklarından Ġsrail‟e yönelik saldırılarda bulunması sebebiyle, Lübnan‟ı bir tehdit unsuru olarak gördüğünü ifade etmek mümkündür. SavaĢ sonrasında Mısır-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde, konunun özellikle son dönemde yaĢanan Arap Baharı ile iliĢkili bir seyir izlediğini ifade etmek mümkündür. Mısır ve Ġsrail 1979‟dan beri barıĢ içinde yaĢamıĢtır. Bununla birlikte “Soğuk BarıĢ” biçiminde de tanımlanan Mısır-Ġsrail iliĢkileri, yıllar içinde sürekli gerginlikler ve normalleĢme biçiminde ilerleyen ancak hiçbir zaman sıcak bir iliĢkiye dönüĢmeyen bir seyir izlemiĢtir. Mısır‟ı 30 yıl boyunca demir yumrukla idare eden Mübarek Rejiminin 2011‟de yaĢanan Arap Baharı rüzgârı ile birlikte devrilmesi sonrasında ise, Mısır‟daki gelecek yönetimin nasıl bir politika içinde olacağını Ģu an için kestirmek zordur. Olasılıklar değerlendirildiğinde, Mısır‟da demokratik bir rejimin göreve gelmesi durumunda, ciddi bir Arap nüfusunu bünyesinde barındırması sebebiyle, Mısır-Ġsrail iliĢkilerinin de Ġsrail‟in Filistin politikaları ile doğru orantılı bir seyir izlemesi mümkündür. Aynı Ģekilde Mısır‟da aĢırı dinci bir yönetimin göreve gelmesi durumunda da bu yönetimle Ġsrail arasında sorun yaĢanabilecektir. Türkiye 28 Mart 1949‟da kuruluĢundan on ay sonra Ġsrail‟i de-facto tanıyarak, Ġsrail‟i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuĢtur. Genel olarak Soğuk SavaĢ süresince Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin, normal bir Ģekilde geliĢen, “mesafeli” iliĢkiler biçiminde yürütüldüğünü, 1. Körfez SavaĢı ve sonrasındaki süreçte ise Türkiye‟nin Ġsrail‟le ortak çıkarları, Araplarla olan çıkarlarına ağır bastığını ve Türkiye-Ġsrail arasındaki çevre siyaseti doğrultusunda yakınlaĢtığını ifade etmek mümkündür. Türkiye-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde Irak SavaĢı sonrasında iki ülke iliĢkilerinin genellikle gergin bir seyir izlediğini görmek mümkündür. 268 Bununla birlikte yaĢanan gerginliklerin Ġki ülke arasındaki ekonomik ve ticari iliĢkileri etkilemediği ifade edilebilecektir. Daha önce de bahsedildiği üzere 2003 Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Irak‟ın Kuzeyinde gerilmesinde yoğunlaĢan faaliyetleri, diğer bir önemli sorun Türkiye-Ġsrail olarak iliĢkilerinin kendini göstermektedir. Türkiye‟nin PKK Terör Örgütü ile olan sorunlarının devam etmesi, Irak‟ın toprak bütünlüğü konusunda hassasiyetleri nedeniyle Türkiye, Ġsrail‟in bu tutumundan rahatsız olmaktadır. Yakın dönem Türkiye-Ġsrail iliĢkileri genel olarak değerlendirildiğinde, iliĢkilerin gerileme içinde olduğu; iniĢli çıkıĢlı bir dönemde seyrettiği ifade edilebilecektir. Bu dönem değerlendirildiğinde söz konusu gerilemenin Türkiye‟nin 59. Hükümetle birlikte izlediği farklı dıĢ politika ile birlikte bölgesel değiĢikliklerden de etkilendiği, söz konusu gerilemede konjonktürel olayların da etkili olduğu ifade edilebilecektir. Zira iki ülke arasında geleneksel bir düĢmanlık bulunmamaktadır. Özellikle 60. Hükümet DıĢiĢleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu‟nun görüĢleri doğrultusunda geliĢen Türk dıĢ politikası, Orta Doğu‟da aktif bir siyaset izleme hedefi gütmektedir. Bu politika gereği Türkiye, Arap ve Müslüman Dünya ile de yakın iliĢkiler içinde olmaya çalıĢmakta buna yönelik söylemler geliĢtirmektedir. Bu politikanın da BaĢbakan Erdoğan‟ın Orta Doğu‟da son derece popüler oluĢu ve Türk siyasetinin Orta değerlendirildiğinde, Doğu ülkelerinde belirlenen hedef yakinen izlenmesi doğrultusunda ile birlikte devam ettiği görülmektedir. Türkiye-Ġsrail arasındaki gerginlikler değerlendirildiğinde yaĢanan olayların, bir anlamda iç politikaya yönelik giriĢimler olarak da değerlendirilmesi mümkündür. Zira gerek Ġsrail‟de gerekse Türkiye‟de, bu olaylar ses getirmekte ve medyada yoğun Ģekilde yer almakta, iki ülke dıĢında büyük boyutlu bir etki yaratmamaktadır. Mavi Marmara saldırısı olayında da görülebileceği üzere, iki ülke medyası olaya geniĢ yer verirken Dünya basınında küçük baĢlıklar halinde yer almıĢ ya da hiç yer almamıĢtır. 269 Türkiye-Ġsrail gerginliğinin ticari iliĢkilere yansımaması, bu durumun ilerde düzelme ihtimali bulunduğunu göstermekte, yine de iki ülke iliĢkilerinin 90‟lı yıllardaki konumuna gelmesinin beklenmemesi gerektiği ifade edilebilecektir. Zira Türkiye‟nin konjonktürel olarak bölge ülkeleri ile yakınlaĢmakta ve komĢularından yakın dönemde konvansiyonel bir tehdit beklememektedir. Ayrıca Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyine yönelik politikaları ve bu politikaların Türkiye‟nin çıkarlarına zarar vermesi, Ġsrail‟in Mavi Marmara sonrası Türkiye‟nin taleplerine olumlu yanıt vermemesi gibi nedenler sıralandığında iliĢkilerin yakın dönemde yumuĢayacak olsa bile eski çizgisine ulaĢmayacağını ifade etmek mümkündür. 2003 Irak SavaĢı sonrasında Orta Doğu siyasi tarihinde yaĢanan en önemli geliĢmelerden birisi, Orta Doğu ülkeleri arasında hızlı bir kasırga gibi yayılan ve etkilediği bütün ülkelerde yıkıcı bir etki doğuran, yaygın biçimde “Arap Baharı” olarak nitelendirilen halk hareketleridir. Bu geliĢmeler Orta Doğu‟nun yakın dönemde yeni bir yapıya bürüneceğinin göstergesidir. KuĢkusuz bu süreç daha pek çok ülkede etkisini göstereceğe benzemektedir. Bu süreç dikkatle analiz edildiğinde daha önce detaylı olarak değinilen Büyük Orta Doğu Projesi ile de iliĢkilendirilebileceğini görmek mümkündür. Bu noktada, günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmelerin ABD stratejilerine uygun ve önceden hazırlanmıĢ planlar olabileceklerini ifade etmek mümkündür. Bu geliĢmelerin koĢullar değerlendirildiğinde önceden öngörüldüğü ve Ġsrail bu açısından geliĢmelerle da mevcut ilgili planlar hazırlandığı tahmin edilebilecektir. Ġsrail açısından mevcut geliĢmelerin handikabı, mevcut rejimlerin yıkılıp da yerine radikal Ġslamcı yönetimlerin baĢa geçmesidir. Zira Ġsrail güvenliği açısından en önemli hususlardan birisi Mısır‟la 1979‟dan beri süregelen barıĢtır. Buna göre Ġsrail Mısır‟la 1979‟dan bu yana iyi iliĢkiler içindedir ve Mısır, Arap Dünyası ile kötü olma pahasına bu iliĢkileri sürdürmektedir. Mevcut geliĢmelerin Mısır‟da daha radikal unsurların göreve gelmesine sebep olması ve Mısır-Ġsrail barıĢının tehlikeye girmesi 270 durumunda Ġsrail‟in en yakın komĢusundan yoğun bir tehdit algısına kavuĢacağı düĢünülebilir. Ancak Ġsrail‟in mevcut geliĢmelere kayıtsız kalması ve Mübarek‟e yönelik eleĢtirileri, Ġsrail‟in rejim değiĢikliğine hazırlıklı olduğunu ve dıĢ politikasında çok önemli bir değiĢiklik beklemediğini ortaya koymaktadır. Ġsrail açısından Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmeler, önemli avantajlar da içermektedir. Zira Orta Doğu‟da Arap Dünyasında yaĢanacak istikrarsızlıklardan faydalanarak daha da güçlü bir Ģekilde bölge ülkeleri üzerinde kontrolünü artırabileceği gibi yaĢanan geliĢmelerin Ġran‟a sıçraması ile Ġsrail‟e Ġran gibi güçlü bir düĢman rejimden de kurtulabilme Ģansı tanıyabilecektir. Bu durum, çok boyutlu düĢünüldüğünde aynı zamanda ABD‟nin yardımlarla ayakta tuttuğu rejimleri artık desteklemekten vazgeçmesi, yeni kurulacak rejimlerin ABD‟ye daha az yük olacağı beklentisinden de kaynaklanıyor olabilecektir. Önemli bir ekonomik krizden geçen ABD ekonomisi dıĢ yardımları azaltma stratejisi güdüyor olabilecektir. Bu doğrultuda bölgede ekonomik açıdan ABD‟ye muhtaç olmayan, kendi ayakları üstünde duran, bununla birlikte demokratik temele sahip ülkeler oluĢturma stratejisi, muhakkak ki ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir stratejidir. ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin Orta Doğu petrolüne olan bağımlılıklarını azaltmak için alternatif bölgelerden petrol ithalini yoğunlaĢtırma stratejisi içinde olabileceğini incelemiĢtik. Bu doğrultuda bölgede demokrasinin yaygınlaĢtırılması ile otokratik yönetimlerin petrol üzerindeki tahakkümlerinin kırılarak, serbest piyasa ve rekabet sisteminin yaygınlaĢtırılması ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir strateji olabilecektir. Bölgede demokrasiye geçiĢ süreci boyunca istikrarsız ülkeler etrafında yer alan Ġsrail ve Türkiye, bu süreçten güçlenerek çıkabilecektir. Burada Türkiye‟nin Orta Doğu‟da “Yükselen Bir Güç”, “Bölgesel bir lider” biçiminde 271 lanse edildiği dikkate alındığında, Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerindeki gerginliklerin arkasında da bu rekabetin olabileceği akla gelmektedir. Zira özellikle Araplar üzerinde etki yaratmak ve bölge halklarını etkilemek için Ġsrail‟e yönelik sert söylemler geçmiĢten beri iĢe yarayan bir stratejidir. Bu noktada yakın geçmiĢte bölge halkları üzerinde önemli bir etki doğuran Türkiye‟nin, bu fırsatı değerlendirerek bölge ülkelerinin lideri konumuna gelebileceği ve ABD ile uyumlu politikalar geliĢtirerek bölge halklarını yönlendirebileceği düĢünülebilecektir. ABD açısından bakıldığında da Türkiye‟nin bu yönde desteklenmesi ABD çıkarları açısından uygun olabilecektir. Türklerin geçmiĢte uzun yıllar bu ülkelerle iç içe yaĢaması, ortak bir kültür ve tarihi geçmiĢe sahip olması, bölge ülkeleri açısından uzun bir süredir demokrasi ile yönetilen bir model ülke konumunda olması dikkate alındığında Türkiye‟nin yeni kurulacak sistemin en yakın sigortası olarak düĢünülmüĢ olabileceğini ifade etmek mümkündür. ÇalıĢmanın uygulama bölümünde çeĢitli öğretim üyeleri ile yapılan mülakatlara yer verilmiĢtir. Yapılan mülakatlarda, öğretim üyelerinin genel görüĢlerinin Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçelerinin geçerli olmadığı, savaĢa temelde Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğundan yola çıkılarak giriĢildiği ancak bunun da doğru bir iddia olmadığının ortaya çıktığı yönündedir. Erkmen ve Stone, Irak SavaĢı‟nın Ġsrail yüzünden çıkmadığını ancak, Ġsrail‟in SavaĢ kararı alınmasında etkili olmuĢ olabileceğine yönelik görüĢlerini ifade etmiĢtir. Buna göre, Ġsrail‟in Irak‟ı ciddi bir tehdit olarak görmüĢ ve savaĢ kararı alınması konusunda etkili olmuĢ olabileceğini ifade etmiĢtir. Erkmen ve Stone‟un görüĢlerine göre, bu durum baĢlangıçta Ġsrail‟i rahatlatsa da sonrasında yaĢanan kargaĢa durumu sebebiyle Ġsrail‟i zor duruma sokmuĢtur. Erkmen, Ġsrail‟in Irak‟ın savaĢ sonrasındaki sürecin yürütülmesinde aktif rol alması, Kürtlerle olan iliĢkileri sebebiyle Irak‟ın geleceği konusunda rol oynamak istediğini, bununla birlikte sürecin ne yöne gideceğinin belli olmaması sebebiyle büyük bir ikilem içinde olduğunu ifade etmiĢtir. Konu ile ilgili Ġsrailli öğretim üyesi Ish-Shalom ise, Ġsrail‟in Irak SavaĢı sonrasında yaĢanabilecek geliĢmeler sebebiyle, baĢından beri karĢı olduğunu ifade etmiĢtir. Irak SavaĢı‟nda güncel geliĢmelerle ilgili olarak da öğretim üyelerinin ortak görüĢü Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki geliĢmelerden ve 272 değiĢimlerden olumsuz etkilenebileceği, geliĢmelerin Ġsrail güvenliğine etkisinin anlaĢılmasının ise kısa vadede zor olduğu yönündedir. 273 KAYNAKÇA About.com Ġnternet Sitesi. ”Israel and Hamas”, 2010, <http://terrorism.about. com/od/aroundtheworld/tp/Israel_and_Hamas.htm>, 07.05.2010. ABD DıĢiĢleri Bakanlığı (U.S. Department of State). Iraq Status Report: December 16, 2009, <http://www.state.gov/documents/organization/134052. pdf>, 28.08.2011. ABD DıĢiĢleri Bakanlığı (U.S. Department of State) Resmi Ġnternet Sitesi. “State Sponsors of Terrorism Overview”, Country Reports on Terrorism 2006, 30.04.2007, <http://www.state.gov/s/ct/rls/crt/2006/82736.htm>, 10.09.2011. ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy Information Administration) Resmi Ġnternet Sitesi, 2010, <http://www.eia.doe.gov/cabs/iraq/oil.html>, 27.10. 2010. ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau) Resmi Ġnternet Sitesi. “Table 1263. U.S. Foreign Economic and Military Aid by Major Recipient Country”, 2010a, <http://www.census.gov/compendia/statab/2010/tables/10s1263.xls>, 29.11.2010. ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau). Resmi Ġnternet Sitesi. “2000 Census of Population and Housing”, 2010b, <http://www.census.gov/prod/ cen2000/doc/sf4.pdf>, 17.12.2010. ABD Kongre Kütüphanesi (The Library of Congress) Ġnternet Sitesi. “Greater Middle East and Central Asia Development Act of 2004”, 2004, <http://thomas.loc.gov/cgi-bin/query/z?c108:S.+2305>, 20.09.2011. ABD Savunma Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Deputy Secretary Wolfowitz Interview with Sam Tannenhaus, Vanity Fair”, 09.05.2003, <http://www.defense.gov/transcripts/transcript.aspx?transcriptid=2594>, 18.09.2010. Academic Ġnternet Sitesi. “List Of Assassinated People”, <http://en.academic.ru/dic.nsf/enwiki/128911>, 12.10.2010. 2010 ACER, Yücel. “Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu Kavramının Temel Unsurları: Tanım ÇalıĢmaları ve Yansımalar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 1, No:3, 2005, 15-42. AIPAC (The American-Israel Public Affairs Commitee- Amerikan-Ġsrail Kamu ĠliĢkileri KomitesĠ) Ġnternet Sitesi. “About AIPAC”, 2010, <http://www.aipac. org/about_AIPAC/26.asp>, 11.12.2010. ALKAN, Nail. “Baskı Grupları ve Lobicilik”, Haydar ÇAKMAK (Ed.), Uluslar arası ĠliĢkiler: GiriĢ, Kavram ve Teoriler, Ankara, Platin Yayınevi, 2007, 129-134. 274 Amerikan Merkezi Haberalma TeĢkilatı (CIA) Resmi Ġnternet Sitesi. “Iraq‟s Chemical Warfare Program”, 2004, <https://www.cia.gov/library/reports/ general-reports-1/iraq_wmd_2004/chap5. html#sect0>, 18.03.2011. ALTINKAġ, Evren. “The Iran-Iraq War and Its Affects On Turkey”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 1, No: 4, 2005, 137-144. ALTINOĞLU, Garbis. Filistin-Ġsrail Dosyası, Ġstanbul, Pozitif Yayınları, 2005. Anti Defamation League Ġnternet Sitesi. “Hezbollah Overview”, 2010a, <http://www.adl.org/main_Terrorism/hezbollah_overview.htm?Multi_page_se ctions=sHeading_7>, 01.06.2010. Anti Dafamation League Ġnternet Sitesi. “Poll Shows That Israel is a Staunch American Ally”, 2010b, <http://www.adl.org/PresRele/IslME_62/5055_62. htm>, 14.12.2010. ARI, Tayyar. “Filistin'de Kalıcı BarıĢ Mümkün mü?”, Akademik Orta Doğu Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2007, 11-34, <http://www.tayyarari.com/download/ filistin_kalici_baris.doc >, 28.08.2011. ARI, Tayyar. Irak, Ġran ve ABD: Önleyici SavaĢ, Petrol ve Hegemonya, Bursa, Alfa Yayınları, 2004. ARMAOĞLU, Fahir. Filistin Meselesi ve Arap-Ġsrail SavaĢları 1948-1988, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 1994. Avrupa Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi, <http://ec.europa.eu/energy/observatory/oil/import_export_en.htm>, 2011. 2011, 28.08. Avustralya Parlamentosu Resmi Ġnternet Sitesi, 2010, <http://www.aph.gov. au/house/committee/pjcaad/pij/report/chapter3.pdf>, 02.06.2010. AYDIN, Mustafa. Nihat Ali ÖZCAN ve Neslihan KAPTANOĞLU. Riskler ve Fırsatlar KavĢağında Irak’ın Geleceği veTürkiye, Ankara, TEPAV Yayınları, 2007. AYKAN, Mahmut Bali. “Türkiye‟nin DıĢ Politika AnlayıĢı”, Haydar ÇAKMAK (Ed.), Türk DıĢ Politikası 1919-2008, Ankara, Platin Yayınevi, 2008, 31-38. ASL, Naseer Kashef. “Ġran-Ġsrail ĠliĢkileri (1950-2004)”, Türel YILMAZ, Mesut TAġTEKĠN, Mehmet ġAHĠN (Ed.), Orta Doğu Siyasetinde Ġsrail, Ankara, Platin Yayınları, 2005, 243-274. ATLIOĞLU, Yasin. “BeĢ Sorunda Golan Tepeleri”, 16.07.2009, <http://www. bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=403: bessoruda-golan-meselesi&catid=77: ortadogu-analizler&Itemid=150>, 05.06. 2010. 275 AZM (American Zionist Movement-Amerikan Siyonist Hareketi) Ġnternet Sitesi. “The Constitution of the World Zionist Organization and Regulatıons for its Implementation”, Jeruselam 1992, <http://www.azm.org/WZO_ constitution.pdf>, 02.12.2010. BAL, Ġhsan. Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri, Ankara, USAK Yayınları, 2006. BahçeĢehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (BÜSAM). ABD’nin Irak’tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından Değerlendirilmesi, Ġstanbul, 2009, <http://busam.bahcesehir. edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf>, 26.01.2011. BahçeĢehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik AraĢtırmalar Merkezi (BÜSAM). Irak Parlamento Seçimleri – 2010: Ġstikrarın Oylanması Seçim Ön Değerlendirmesi ve Bilgi Notu, ġubat 2010, <http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/irak-parlamento-secimleri.pdf>, 21.10.2010. BARAM. Amatzia. “Ġsrail ve Irak‟taki Kürt Sorunu”, Avrasya Dosyası Dergisi, Cilt I, Sayı 4, Ġlkbahar 1996. BARD, Richard G. “AIPAC and US Middle East Policy”, Eytan GILBOA ve Efraim INBAR (Ed.), US-Israeli Relations in a New Era: Issues and Challenges After 9/11, Routledge, 2009, 76-95. BAġEREN, Sertaç H. Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2003. BAYRAMOĞLU, Ertuğrul. Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Ġstanbul, Pınar Yayınları, 2006. BBC Ġnternet Sitesi. “1991: Iraqi Scud Missiles Hit Israel”, 18.01.1991, <http://news.bbc.co.uk/onthisday/hi/dates/stories/january/18/newsid_458800 0/4588486.stm>, 05.01.2011. BBC Ġnternet Sitesi. “Who are Islamic Jihad?”, 9.06.2003, <http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/1658443.stm>, 03.06.2010. BBC Ġnternet Sitesi. “Bush's UN Speech: Full text”, 13.09.2002, <http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/2254712.stm>, 05.09.2010. BBC Ġnternet Sitesi. “Irak'ın Yakın Tarihi”, 02.02.2004, <http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2004/02/040202_irak_kronoloji. shtml>, 22.07.2010. BBC Ġnternet Sitesi. “Timeline: The hunt for Iraq's WMD”, 12.01.2005, <http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/3889303.stm>, 15.09.2010. 276 BBC Ġnternet Sitesi. “Tony Blair'in Irak Ġfadesi”, 29.01.2010, <http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/01/100128_live_inquiry_tony _blair.shtml> , 14.09.2010. Belgraviadispatch Ġnternet Sitesi. “Religion and Bush”, 14.04.2001, <http://www.belgraviadispatch.com/archives/003881.html >, 12.06.2012 BENARD, Cheryl. “Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies”, RAND National Security Research Division, 2003, <http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/2005/MR1716.pdf>, 10.02. 2011. BENGIO, Ofra. “Iraq”, Ami AYALON (Ed.), Middle East Contemporary Survey, Volume 13, San Francısco, The Dayan Center for Middle Eastern and African Studies The Shiloah Institute Tel Aviv University, Westview Press Boulder, , & Oxford.1989, 372-413, <http://www.dayan.org/people/mecs_pdf/ iq13.pdf>, 05.01.2011. BENGIO, Ofra. “Crossing the Rubicon: Iraq and the Arab-Israeli Peace Process”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Vol. 2, No. 1, Mart 1998, 32-41, <http://meria.idc.ac.il/journal/1998/issue1/bengio.pdf>, 06.01.2011. BENGIO, Ofra. Türkiye-Ġsrail: Hayalet Ġttifaktan Stratejik ĠĢbirliğine, (Çev. Filiz KAYNAK DĠġKAYA), Ġstanbul, Erguvan Yayınevi, 2009. BIRNBAUM, Jeffrey. H. “Washington's Power 25”, Fortune Dergisi, 18.11.1997, <http://www-cgi.cnn.com/ALLPOLITICS/1997/11/18/fortune.25/ index1.html>, 03.12.2010. BIRNBAUM, Jeffrey. H. ve NEWELL.Russel. “Washington's Power 25”, Fortune Dergisi, 28.05.2001, <http://money.cnn.com/magazines/fortune/ fortune_archive/2001/05/28/303880/index.htm>, 03.12.2010. Bianet Ġnternet Sitesi. “Türkiye-Ġsrail ĠliĢkileri Askıda”, 02 Eylül 2011, <http://bianet.org/bianet/siyaset/132475-turkiye-israil-iliskileri-askida>, 20.09. 2011. BĠLEYDĠ KOÇ, Malike. Ġsrail Devleti’nin KuruluĢu ve Bölgesel Etkileri 1948-2006, Ġstanbul, Günizi Yayıncılık, Aralık 2006. BĠLGĠÇ, Tanju. “Ġsrail-ABD ĠliĢkileri: Özel Bir Perspektif”. Türel YILMAZ, Mesut TAġTEKĠN ve Mehmet ġAHĠN (Ed.). Orta Doğu Siyasetinde Ġsrail, Ankara, Platin Yayınları, 2005, 89-130. BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolutıon 686”, 02.03.1991, <http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/596/22/IMG/NR059622.pdf?OpenEle ment>, 11.08.2010. 277 BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1441”, 2002, <http://daccess-dds-ny. un.org/doc/UNDOC/GEN/N02/682/26/PDF/N0268226.pdf?OpenElement>, 31.08.2010. BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1500”, 2003a, <http://daccess-dds-ny. un.org/doc/UNDOC/GEN/N03/467/78/PDF/N0346778.pdf?OpenElement>, 03.10.2011. BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1511”, 2003b, <http://daccess-dds-ny. un.org/doc/UNDOC/GEN/N03/563/91/PDF/N0356391.pdf?OpenElement>, 03.10.2011. BM Resmi Ġnternet Sitesi. “1970 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı”, 2011a, <http://www.un.org/News/Press/docs/2011/sc10187.doc.htm>, 24.09.2011. BM Resmi Ġnternet Sitesi. “1973 Sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı”, 2011b, <http://www.un.org/news/press/docs/2011/sc10200.doc.htm>, 22.09.2011. BLACK, Ian ve Benny MORRIS. Israel's Secret Wars: A History Of Israel's Intelligence Services, New York, Grove Press, 1991. BLANKFORT, Jeffrey. “Why Israel Always Prevails ?”, Counterpunch, Weekend Edition, 19-21 Mart 2010, <http://www.counterpunch.org/blankfort 03192010.html>, 22.10.2010. BORAN, Yıldırım. GeçmiĢten Günümüze Filistin DireniĢ Hareketi: El Fetih ve Hamas, Ġstanbul, Mephisto Kitabevi, 2006. BÖLME, Selin M. “Ġsrail‟in Kuzey Irak Politikası ve Türkiye”, 01.03.2008, <http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=12019&q=israil-inkuzey-irak-politikasi-ve-turkiye>, 12.01.2011. Breitbart Ġnternet Sitesi. “Number Of Electoral Democracies Reaches 122 As Freedom Spreads”, 2010, <http://www.breitbart.com/article.php?id=0512201 34942.8w8uaqyp&show_article=1>, 06.10.2010. BRAUER, Erich. “The Jews of Kurdistan”, Raphael PATAI (Editör ve Tamamlayan), Michigan/ABD, Wayne State University Press, 1993. BUCHANAN, Patrick J. “Whose War?”, The American Conservative, 24 Mart 2003, <http://www.amconmag.com/article/2003/mar/24/00007/>, 21.12. 2010. BULUT, Alper Tolga ve Fatma AKKAN GÜNGÖR. “Think-Tankler ve DıĢ Politika: Türkiye Ve ABD Örneği”, SARAM Stratejik AraĢtırmalar ve Analiz Merkezi, 2011, <http://www.cesran.org/index.php?option=com_content&view =article&id=182%3Athink-tankler-ve-d-politika-tuerkiye-ve-abdoernei&Itemid =99&lang=tr>, 17.01.2011. 278 CANÖZ, Kadir. “Yasamayı Engelleme Amaçlı Lobicilik: Filibuster”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 21/2009, 157-169, <http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/dergi/sayi21/CAN%C3%96Z,%20KAD%C 4%B0R.pdf>, 30.11.2010. CBS News Ġnternet Sitesi. “Text Of Bush Iraq Speech To U.N.”, 11 ġubat 2009, <http://www.cbsnews.com/stories/2002/09/12/national/main521781. shtml>, 27.09.2010. CIPAC (Christians’ Israel Public Action Campaign-Hıristiyanların Ġsrail Kamu Eylem Kampanyası) Ġnternet Sitesi. “About”, 2010, <http://cipaconline.org/ about/745-2/>, 21.12.2010. CNN Ġnternet Sitesi. “Excerpts From Inspectors‟ Reports to U.N.”, 27.01. 2003, <http.//www.cnn.com/2003/US/01/27/sprj.irq.excerpts/index. html>, 18.03.2011. CNN Türk Ġnternet Sitesi. “Davos‟ta Kriz”, 30 Ocak 2009, <http://www.cnnturk.com/2009/dunya/01/29/davosta.kriz.erdogan.cok.sert.cik ti/511241.0/index.html>, 01.02.2011. CNN Türk Ġnternet Sitesi. “ABD-Ġsrail ĠliĢkileri Krizde mi?”, 16.03.2010, <http://www.cnnturk.com/2010/dunya/03/16/abd.israil.iliskileri.krizde.mi/5680 91.0/index.html>, 24.01.2011. CNN Ġnternet Sitesi. “Bush State Of The Union Address”, 29.01.2002, <http://archives.cnn.com/2002/ALLPOLITICS/01/29/bush.speech.txt/>, 18.09.2010. COLLELO, Thomas. Lebanon: A Country Study, Washington D.C., Federal Research Division, Library of Congress, 1987, <http://lcweb2.loc.gov /frd/cs/lbtoc.html>, 10.09.2011. COOLEY, John. K. An Alliance Against Babylon The U.S., Israel and Iraq, London, Pluto Press, 2005. COPSON, Raymon W. “Iraq War: Background and Issues Overview”, Report for Congress, 22 Nisan 2003, <http://www.fas.org/man/crs/RL31715.pdf>, 06.09.2010. CRENSHAW, Martha. “Why is America the Primary Target? Terrorism as Globalized Civil War”, Charles W. KEGLEY (Ed.), The New Global Terrorism, New Jersey, Prentice Hall, 2003, 160-173. CURTISS, Richard H. “Pro-Israel PAC Charts Show Which Candidates Are Getting AIPAC Money, But Not How Much”, Washington Report on Middle East Affairs, July 2000, <http://www.wrmea.com/archives/July2000/00070 16.html>, 15.12.2010. ÇAĞLAYAN, Selin. Ġsrail Sözlüğü, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 2010. 279 ÇAKMAK, Cenap. “ABD‟nin Irak‟tan Çekilmesi ve Muhtemel Etkileri”, 2010, <http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id =766:abdnin-iraktan-cekilmesi-ve-muhtemel-etkileri&catid=77:ortadoguanalizler&Itemid=150>, 24.01.2011. ÇETĠNSAYA, Gökhan. “Rafsancani‟den Hatemi‟ye Ġran DıĢ Politikası‟na BakıĢlar”, Mustafa TÜRKEġ ve Ġlhan UZGEL (Ed.), “Türkiye’nin KomĢuları”, Ġmge Kitabevi, ġubat 2002, 293-332. ÇAKMAK, Haydar. “Türk DıĢ Politikasında Karar Alma ve Uygulama Yöntemleri”; Haydar ÇAKMAK (Ed.), Türk DıĢ Politikası: 1919-2008, Ankara 2008, 39-44. ÇETĠNSAYA, Gökhan. “Irak‟ta Yeni Dönem, Orta Doğu ve Türkiye”, Seta Irak Dosyası, Nisan 2006, <http://www.candundar.com.tr/_media/SETA_Irak.pdf> , 22.10.2010. ÇETĠNSAYA, Gökhan ve Taha ÖZHAN. ĠĢgalin 6. Yılında Irak, Ankara, Seta Yayınları, Ocak 2009, <http://www.setav.org/ups/dosya/24299.pdf>, 14.10. 2010. ELDAR, Dan. “Egypt And Israel: A Reversible Peace”, The Middle East Quarterly, Fall 2003, Volume 10, Number 4, 2003, 57-65, <http://www.meforum.org/565/egypt-and-israel-a-reversible-peace>, 11.10. 2011. DAVUTOĞLU, Ahmet. Stratejik Derinlik, Ġstanbul, Küre Yayınları, 68. Baskı, 2011. DEMĠREL, Emin. Dünyada Terör, Ġstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Mart 2003. DIAMOND, Larry. “Why Are There No Arab Democracies ?”, Journal of Democracy, Volume 21, Number 1.January 2010, 93-104, <http://www. journalofdemocracy.org/articles/gratis/Diamond-21-1.pdf>, 06.10.2010. DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Ġsrail”, 2011, <http://www.dtm. gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Israil.doc>, 31.01.2011. EDĠBOĞLU, Mehmet Ali. “BOP Çerçevesinde Orta Doğu ve Suriye Gerçekleri”, 21. Yüzyıl Dergisi, Eylül 2011, Sayı 33, 19-24. EFEGĠL, Ertan. “Türk DıĢ Politikası Karar Verme Sürecini Etkileyen Faktörler”, Ertan EFEGĠL ve Rıdvan KALAYCI (Ed.), DıĢ Politika Teorileri Bağlamında Türk DıĢ Politikasının Analizi, Ankara, Cilt 1, Nobel Yayıncılık, 2012, 9-25. EPSTEIN, Susan B., Nina M. SERAFINO ve Francis T. MIKO. “Democracy Promotion: Cornerstone of U.S. Foreign Policy?”, CRS Report for Congress, 26 Aralık 2007, <http://www.fas.org/sgp/crs/row/RL34296.pdf>, 07.10.2010. 280 ERDEMLĠ, Özgür. “Ġsrail‟in Irak Politikasına Bir BakıĢ”, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 219-233. ERDĠN, Murat. “Hizbullah ve HAMAS”, Ġstanbul, Sarmal Yayınları, 1999. ERDĠNÇ, Cengiz. “Evangelistler Kehanetlerin PeĢinde”, Sabah Gazetesi, 04.12.2004, <http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/04/cp/gnc104-20041128-102. html>, 20.12.2010. ERDOĞAN, L. Tufan. “Büyük Orta Doğu Projesi Çerçevesinde Petrolün Yeniden Dağılımı”, Elektrik Mühendisleri Odası Dergisi, Sayı 3, Eylül 2007, 82-84. ERKMEN, Serhat. “Ġç Etkenler Açısından Irak‟ın Geleceği”. Ümit ÖZDAĞ, Sedat LAÇĠNER ve Serhat ERKMEN (Ed.), Irak Krizi (2002-2003), Ankara, Asam Yayınları, 2003, 3-20. ERKMEN, Serhat. “Maliki‟nin Türkiye Ziyareti ve Irak‟ta Hükümet Kurma Çabaları”, ORSAM, 21 Ekim 2010, <http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster. aspx?ID=1270>, 26.10.2010. ERLER, Özgün. “Yeni Muhafazakârlık, AKP Ve „Muhafazakâr Demokrat‟ Kimliği”, Stratejik AraĢtırmalar Dergisi, Sayı 10, 2007, 126-132. ERLĠCH, Reuven, ve Yoram KAHATI. “Hezbollah As A Case Study Of The Battle For Hearts And Minds”, Intelligence and Terrorism Information Center at the Israel Intelligence Heritage & Commemoration Center (IICC) June 2007, <http://www.terrorism-info.org.il/malam_multimedia/English/eng_n/html /hezbollah_e_0607.htm>, 02.06.2010. EROĞLU, Cevat. Ġsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Ġstanbul, Sayfa Yayınları, Aralık, 2003. ESLEN, Nejat. “ABD‟nin Yeni Güvenlik Stratejisi”, Radikal Gazetesi Ġnternet Baskısı, 03.10.2002, <http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=52107>, 07.02.2010. EURONEWS Ġnternet Sitesi. “Türkiye‟den Güney Kıbrıs‟a Sondaj Resti”, 2011, <http://tr.euronews.net/2011/09/19/turkiye-den-guney-kibris-a-sondajresti>, 20.09.2011. FARRELL, Stephen. “Baghdad Jews Have Become a Fearful Few”, New York Times, 01 Haziran 2008, <http://www.nytimes.com/2008/06/01/world/ middleeast/01babylon.html?pagewanted=2&_r=4&sq=baghdad%20jews%20 have%20become%20a%20fearful%20few&st=cse&scp=1>, 12.01.2011. FAS (Federation of American Scientists-Amerikan Bilim Adamları Federasyonu) Ġnternet Sitesi, “Osiraq”, 09.10.2000, <http://www.fas.org/nuke /guide/iraq/facility/osiraq.htm>, 04.01.2011. 281 FAS Ġnternet Sitesi. “Resolution 688”, 05.04.1991, org/news/un/iraq/sres/sres0688.htm>, 12.08.2010. <http://www.fas. FAS Ġnternet Sitesi. “Resolution 678”, 29.11.1990, org/news/un/iraq/sres/sres0678.htm>, 11.08.2010. <http://www.fas. FISCHER, Hannah. “Iraqi Civilian Deaths Estimates”, 27 Ağustos 2008, <http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RS22537.pdf>, 12.10.2010. FREEDMAN, Robert O. “The Bush Administration and the Arab-Israeli Conflıct: The Record of its First Four Years”, Middle East Review of International Affairs, Vol. 9, No. 1, Nisan 2005, <http://meria.idc.ac.il/ journal/2005/issue1/freedman.pdf>, 22.12.2010. GALBRAITH, Peter. The End of Iraq (Irak’ın Sonu), (Çev. Mehmet Murat Ġnceayan), Ġstanbul, Doğan Kitapçılık, Ocak 2007. GARDINER, Nile. “Barack Obama‟s „Leading From Behind‟ Foreign Policy: No Wonder The Us President Looks Weak And Confused”, Telegraph Gazetesi Ġnternet Sitesi, 26.09.2011, <http://blogs.telegraph.co.uk/news/nile gardiner/100085078/barack-obama%E2%80%99s-leading-from-behindforeign-policy-no-wonder-the-us-president-looks-weak-and-confused/>, 29.09.2011. Global Security Ġnternet Sitesi. “Al-Fatah”, 2010a, <http://www.globalsecurity. org/military/world/para/al-fatah.htm>, 14.05.2010. Global Security Ġnternet Sitesi. “Iran-Iraq War (1980-1988)”, 2010b, <http://www.globalsecurity.org/military/world/war/iran-iraq.htm>, 23.07.2010. Global Security Ġnternet Sitesi. “Operation Southern Watch”, 2010c, <http://www.globalsecurity.org/military/ops/southern_watch.htm>, 13.08. 2010. Global Security Ġnternet Sitesi. “Syria Military Guide”, 2011, <http://www.globalsecurity.org/military/world/syria/index.html>, 05.10.2011. GOLDMAN, Shalom. “U.S.-Israel Relations”, The Jewish Quarterly Review, Vol. 99, No. 4 (Fall 2009), 603-608. GÖZEN, Ramazan. “ABD‟nin Irak‟ı ĠĢgali: Yeni Muhafazakâr/ Demokratik Emperyalist Bir Proje”, Mehmet ġAHĠN ve Mesut TAġTEKĠN (Ed.), 2. Körfez SavaĢı, Ankara, Platin Yayınları, 2006, 29-66. Gözlem Gazetesi Ġntenet Sitesi. “Ġran Uranyum Takası Türkiye‟de Yapılacak”, 2010, <http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/18382-iran-uranyum-takasiturkiye39de-yapilacak.html >, 23.05.2010. GÜNAL, Altuğ. “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Ege Akademik BakıĢ, Ġzmir, Cilt 4, Sayı 1, 2004, 156-164. 282 HAAS. Richard N. “Think Tanks and U.S. Foreign Policy: A Policy-maker's Perspective”, 2011, <http://www.america.gov/st/washfile-english/2002/No vember/[email protected], 13.01.2011. Haberhakkı Ġnternet Sitesi. “New York Times Mavi Marmara Raporunu Açıkladı”, 2011, <http://www.haberhakki.com/genel/new-york-times-mavimarmara-raporunu-acikladi.html>, 20.09.2011. Haber Türk Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Türkiye'den Suriye'ye Ġlk Ceza Geldi”, 2011, <http://www.haberturk.com/dunya/haber/671930-turkiyeden-suriyeyeilk-ceza-geldi>, 26.09.2011. Haber 7 Ġnternet Sitesi. “Obama: Mısır Eskisi Gibi Olmayacak”, 7 ġubat 2011, <http://www.haber7.com/haber/20110207/Obama-Misir-eskisi-gibi-olmaya cak.php>, 10.02.2011. HARRIS, William. “Modern Irak‟ın Stratejik Konumu”, (Çev. Alper ġEN), Avrasya Dosyası Irak Özel Sayısı, Cilt 6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 50-65. Historyguy Ġnternet Sitesi. “The No-Fly Zone War (U.S./U.K.-Iraq Conflict) 1991-2003”, 2010, <http://www.historyguy.com/no-fly_zone_war.html>, 12. 08.2010. HOBSBAWM, Eric. KüreselleĢme, Demokrasi ve Terörizm (GlobalizationDemocracy and Terrorism), (Çev. Osman AKINHAY), Ġstanbul, Agora Kitaplığı, 2008. HUNTINGTON, Samuel P. The Third Wave: Democratization int the Late Twentieth Century, Oklahoma, University of Oklahoma Press,1991. Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Alçak Koltuk Krizi”, 13 Ocak 2010a, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13460832.asp>, 01.02.2011. Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Alçak Koltuk Krizi Çözüldü”, 13 Ocak 2010b, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13470462.asp>, 01.02.2011. Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Türkiye‟nin Açıkladığı Mavi Marmara Ara Raporu”, 24 Ocak 2011a, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16837119.asp>, 19.09.2011. Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Tunus‟ta Kanlı Yasemin Devrimi”, 14 Ocak 2011b, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16760301.asp>, 10.02.2011. Hürriyet Daily News Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Iraq Announces Proven Oil Reserves of 143.1 Billion Barrels”, 04 Ekim 2010, <http://www.hurriyetdaily news.com/n.php?n=iraq-announces-proven-oil-reserves-of-143.1-billion-bar rels-2010-10-04>, 27.10.2010. IASPS (The Institute for Advanced Strategic and Political Studies) Ġnternet Sitesi. “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm”, 1996, <http://www.iasps.org/strat1.htm>, 19.01.2011. 283 IISS (The International Institute For Strategic Studies) Ġnternet Sitesi. “Nov 19th - Press Association - Bush Vows Democracy For Iraq And Middle East”, 19.11.2003, <http://www.iiss.org/recent-key-addresses/president-bush-deli vers-iiss-address/press-coverage/bush-vows-democracy-for-iraq-and-middleeast/>, 28.09.2010. Inflation Data Ġnternet Sitesi. “Historical Oil Prices Table”, 2011, <http://www. inflationdata.com/inflation/inflation_rate/historical_oil_prices_table.asp>, 28.08.2011. Iraq Body Count Ġnternet Sitesi. “Documented Civilian Deaths From Violence”, 2011, <http://www.iraqbodycount.org/database/>, 06.08.2011. Irak Özgürlük SözleĢmesi (Iraq Liberation Act), 1998, <http://news.findlaw. com/hdocs/docs/iraq/libact103198.pdf>, 26.01.2011. Ġngiltere ĠĢ, Yenilik ve Beceriler Bakanlığı (Department For Business, Innovation and Skills) Resmi Ġnternet Sitesi. “UK Oil Imports Since 1920”, 2010, <http://webarchive.nationalarchives.gov.uk/+/http://www.berr.gov.uk/ files/file43846.pdf>, 08.11.2010. Ġran Ġslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Kurumu Resmi Ġnternet Sitesi. “Irak‟ta Suikast”, 6 Eylül 2010, <http://turkish.irib.ir/haberler/dis-haberler/ item/239083-irakta-suikast>, 12.10.2010. ĠNSEL, Ahmet. “Amerika‟da Yeni Muhafazakârlık”, Birikim Dergisi, Sayı 169, Mayıs 2003, 10-16. Ġsrail DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “The Wye Momorandum”, 2010, <http://www.mfa.gov.il/MFA/Peace%20Process/Guide%20to%20the% 20Peace%20Process/The%20Wye%20River%20Memorandum>, 29.03.2010. Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Israel-Egypt: A Review of Bilateral Ties”, Ocak 2003, <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Peace/egypt israel.html>, 13.10.2011. Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Terrorism”, 2010a, <http://www.jewish virtuallibrary.org/jsource/Terrorism/PIJ.html>, 03.06.2010. Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Roots of the U.S.-Israel Relationship”, 2010b, <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/US-Israel/roots_of_US-Is rael.html>, 12.11.2010. Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “President Nixon's Visit to Israel”, 2010c,<http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/US-Israel/nixoninisrael. html>, 21.11.2010. 284 Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Israel-United States Memorandum of Understanding”, 2010d <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Peace/ mou1975.html>, 22.11.2010. JOHNSTON, Alan. “Hamas Ġktidarı Bir YaĢında”, 25 Ocak 2007, <http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/01/070125_hamas_yearzero. shtml>,18.05.2010. JUERGENSMEYER, Mark. “The Religious Roots of Contemporary Terrorism”, Charles W. KEGLEY (Ed.), The New Global Terrorism, New Jersey, Prentice Hall, 2003, 185-194. KAGAN, Robert. “Neocon Nation, Neoconservatism”, World Affairs, Cilt 1776, Vol. 170, Issue 4, Spring 2008, 13-35. KAHRAMAN, Sevilay. “Karar Alma YaklaĢımları”, Haydar ÇAKMAK (Ed.), Uluslararası ĠliĢkiler: GiriĢ, Kavram ve Teoriler, Ankara, Platin Yayınevi, 2007, 175-188. KALAYCI, Rıdvan ve MUstafa YETĠM. “DıĢ Politika Karar Verme Süreçlerinin KarĢılaĢtırmalı Analizi 1: ABD, Brezilya, Almanya ve Türkiye”, Ertan EFEGĠL ve Rıdvan KALAYCI (Ed.), DıĢ Politika Teorileri Bağlamında Türk DıĢ Politikasının Analizi, Ankara, Nobel Yayıncılık, Cilt 1, 2012, 103-137. KALEMDAROĞLU, Sibel. “Büyük Orta Doğu Projesi : ‟DeğiĢim‟ Politikasının „DeğiĢmez‟ Hedefi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Eylül 2011, Sayı 33, 1-11. KATZMAN, Kenneth. “Iraq: Post-Saddam Governance and Security”, CRS Report For Congress, 28 Ekim 2009, <http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/ RL31339.pdf>, 16.10.2010. KAYA, Ġbrahim. Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, Ankara, USAK Yayınları, 2005. KEEGAN, John. Irak SavaĢı ve Türkiye, (Çev. Ġlhan BEKBAY), Marka Yayınları, Aralık 2005. KELLNER, Douglas. “Preemptive Strikes and the War on Iraq: A Critique of Bush Administration Unilateralism and Militarism”, 2010, <http://www.gseis. ucla.edu/faculty/kellner/essays/preemptivestrikesoniraq.pdf>, 10.02.2010. KESSLER, Martha Neff. “Syria, Israel and the Middle East Peace Process: Past Success and Final Challenges”, Middle East Policy Council, Volume VII, February 2000, Number 2, 68-89. KINGSTON, Margo. “A Think Tank War: Why Old Europe Says No”, 7 Mart 2003, <http://www.smh.com.au/articles/2003/03/07/1046826528748.html>, 18.01.2011. 285 KIRKPATRICK, Jeane J. ve Allan GERSON (Ed.). “The Reagen Doctrine, Human Rights, and International Law”, Right versus Might, New York, Council on Foreign Relations Press, New Yok, 1991, 19-36. KRAMER, Martin. “Hamas: Glocal Islamism”, Iran,Hizbullah,Hamas and the Global Jihad: A New Paradigm For the West, Jerusalem/ Ġsrael, Jerusalem Center for Public Affairs, 2007, 68-73, <http://jcpa.org/text/iran-hizbullahhamas.pdf>,30.05.2012. KRAUS, Richard. The Golden Lariat: Explaining American Aid to Israel, University of Chicago, Elektronik Olarak YayınlanmıĢ Master Tezi, Massachusetts Institute of Technology Kütüphanesi, 2009, <http://dspace.mit.edu/bitstream/handle/1721.1/54610/600073314.pdf>, 03.12.2010. KRAUTHAMMER, Charles. “The Obama Doctrine: Leading From Behind”, Washington Post Gazetesi Ġnternet Sitesi, 29.04.2011, <http://www.washingtonpost.com/opinions/the-obama-doctrine-leading-frombehind/2011/04/28/AFBCy18E_story.html>, 29.09.2011. KRISTOF, Nicholas D. “The Osirak Option”, The New York Times, 15.11.2002, <http://www.antisystemic.org/satribune/www.satribune.com/ arc hives/nov18_24_02/opinion_nytoped.htm>, 04.01.2011. KUFNER, Anette. “Of Identity and Foreign Policy Decisions-Israel and the Bombing of Osirak”, Inquiry and Insight, Vol: 1, No: 1, 2008, 53-58, <http://inquiryandinsight.uwaterloo.ca/pdfs/Kufner.pdf, 04.01.2011 KURUBAġ, Erol. “Irak Kürt Hareketi: Ġç ÇekiĢme-DıĢ Destek-Ayaklanma”, Ümit ÖZDAĞ, Sedat LAÇĠNER ve Serhat ERKMEN (Ed.), Irak Krizi (20022003), , Ankara, ASAM Yayınları, 2003, 21-43. KÜRKÇÜOĞLU, Ömer. Türkiye’nin Arap Orta Doğu’suna KarĢı Politikası (1945-1970), Ankara, BarıĢ Kitap, 2010. LEHMAN, Wilhelm ve Lars BOSCHE. “Lobbying In The European Union: Current Rules And Practices”, European Parliament Working Paper, Constitutional Affairs Series, AFCO 104 EN, 04-2003, <http://ec.europa.eu/ civil_society/interest_groups/docs/workingdocparl.pdf>, 30.11.2010. Leading to War Ġnternet Sitesi, <www.leadingtowar.com>, 02.09.2010. LEWIS, Neil. A. “American-Israel Public Affairs Comittee”, New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi, 05.05.2009, <http://topics.nytimes.com/top/referen ce/timestopics/organizations/a/american_israel_public_affairs_committee_aip ac/index.html>, 16.03.2012. LIEBER, Robert J. “U.S.-Israel Relations Since 1948”, Middle East Review of International Affairs, Vol. 2, No. 3 (September 1998), 11-20. <http://meria.idc.ac.il/journal/1998/issue3/lieber.pdf>, 11.11.2010. 286 LITVAK, Meir. “The Palestine Ġslami Jihad: Background Information”, 26.02.2003, <http://www.ict.org.il/Articles/tabid/66/Articlsid/95/currentpage/25 /Default.aspx>, 31.05.2012. LIZZA, Ryan. “The Consequentialist. How the Arab Spring Remade Obama‟s Foreign Policy”,The New Yorker Ġnternet Sitesi, 02.05.2011, <http://www.newyorker.com/reporting/2011/05/02/110502fa_fact_lizza?printa ble=true&currentPage=all?currentPage=all#ixzz1KXeJjYM2>, 29.09.2011. LOBE, Jim. “New American Century Project Ends With A Whimper”, Inter Press Center, 13 Haziran 2006, <http://www.commondreams.org/cgi-bin/ print.cgi?file=/headlines06/0613-05.htm>, 19.01.2011. MACFARQUHAR, Neil ve Ethan BRONNER. “Report Finds Naval Blockade by Israel Legal but Faults Raid”, New York Times, 1 Eylül 2011, <http://www.nytimes.com/2011/09/02/world/middleeast/02flotilla.html?_r=1&s cp=1&sq=un%20report%20Geoffrey%20Palmer%20&st=cse>, 20.09.2011. MANN, James. ġahinlerin YükseliĢi: Bush’un SavaĢ Kabinesinin Gerçek Hikayesi (Rize of the Vulcans: The History of Bush’s War Cabinet, (Çev. Hakan KÖNĠ), Ġstanbul, Ġlk Yayınları, 2004. MANNES, Aaron. Profiles in Terror: A Guide to Middle East Terrorist Organizations, Maryland/ABD, Rowman and Littlefield Publishers Inc, 2004. MARK, Clyde R. “Israeli-United States Relations”. CRS Issue Brief for Congress, 9 Kasım 2004, <http://www.fas.org/man/crs/IB82008.pdf>, 23.11. 2010. MCFAUL, Michael. “Democracy Promotion as a World Value”, The Washington Quarterly, 28: 1, Winter 2004-05, 147-163, <http://www.twq. com/05winter/docs/05winter_mcfaul.pdf>, 07.10.2010. MEARSHIMER, John. “Hans Morgenthau and the Iraq War: Realism Versus Neo-Conservatism”, Open Democracy Ltd, 21.04.2005, <http://mearsheimer. uchicago.edu/pdfs/A0037.pdf>, 22.12.2010. MEARSHIMER, John. J., WALT, Stephen M. Ġsrail Lobisi ve Amerikan DıĢ Politikası, (Çev. Elif OCAK), Ġstanbul, Profil Yayınları, 2007. MEARSHIMER, John. J., WALT, Stephen M. Ġsrail Lobisi ve Amerikan DıĢ Politikası, (Çev. Hasan KÖSEBALABAN), Ġstanbul, Küre Yayınları, 2009. MIGLADOVITZ, Carol. “Israel Background and Relations with the United States”, CRS Report For Congress, 1 Nisan 2009, <http://www.fas.org/sgp/ crs/mideast/RL33476.pdf>, 22.12.2010. MINASIAN, Sergey. “The Israeli Kurdish Relations”, 21-St Century, No:1, 2007, 15-32, <http://www.noravank.am/upload/pdf/256_en.pdf>, 31.05.2012. 287 Milliyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. ”Ecevit: Soykırım Demek Ġstemezdim”, 7 Nisan 2002, <http://www.milliyet.com.tr/2002/04/07/dunya/dun03.html>, 31.01.2011. MUELLER III, Robert S. “The Art of Information”, Denver Forum, Denver/Colorado, 13.04.2006, <http://www.fbi.gov/news/speeches/the-art-ofinformation>, 31.05.2012. MURSWIEK, Dietrich. “The American Strategy of Preemptive War and International Law”, Institute of Public Law – Papers und Preprints, March 2003, <www.jura.uni-freiburg.de/ioeffr3/papers/papers.htm>, 10.02.2010. MUSLIH, Muhammed. The Foreign Policy of Hamas, New York, Council of Foreign Relations,1999. NAKASH, Yitzhak. Irak’ta Pandora’nın Kutusu ġiiler, (Çev. Metin SALTOĞLU), Ankara, Elips Yayınları, 2005. New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi. 04.06.2009. “Text: Obama‟s Speech in Cairo”, 2011, <http://www.nytimes.com/2009/06/04/us/politics/04 obama.text.html?pagewanted=all>, 27.09.2011. New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi. 14.01.2009. “Text: Bush‟s Speech”, 2011, <http://www.nytimes.com/2009/01/16/world/americas/16iht15bushtext.19411318.html>, 12.06.2009. OBER, Josiah. “The Original Meaning of “Democracy”: Capacity to Do Things, not Majority Rule”, Constellations Volume 15, No 1, Oxford, Blackwell Publishing Limited, 2008, 3-9, <http://www.stanfordalumni. org/leadingmatters/los_angeles/documents/OriginalMeaningDemocracy.pdf>, 29.09.2010. OĞAN, Sinan. “Tunus‟ta Yasemin Devrimini Nasıl Okumalıyız ?”, 2012, <http://www.turksam.org/tr/a2300.html>, 21.04.2012. Opensecrets Ġnternet Sitesi. “PAC Contributions to Federal Candidates”, 2010, <http://www.opensecrets.org/pacs/industry.php?txt=Q05&cycle=2010> , 15.12.2010. ORECK, Alden. “Palestinian Islamic Jihad”, 2010, <http://www.jewishvirtual library.org/jsource/Terrorism/PIJ.html>, 02.06.2010. Ortadoğu Ortaklığı GiriĢimi (The Middle East Partnership Initiative) Resmi Ġnternet Sitesi, <http://mepi.state.gov>, 13.01.2009 OTTERMAN, Sharon. “Iraq: Debaathification”, 2010, <http://www.cfr.org/ publication/7853/iraq.html>, 25.10.2010. OVEREND, William. “U.S. Test-Fires Scud Missiles From Base Ġn California / Secret Program Designed To Help Ġmprove Defense Systems”, Los Angeles 288 Times, 29.11.2002, <http://articles.sfgate.com/2002-11-29/news/ 17570582_ 1 _scud-missiles-missile-defense-agency-patriot>, 05.01.2011. ÖZCAN, Gencer. “Ġsrail Güvenlik AnlayıĢında DönüĢüm: Ufuk Ötesi Tehditler ve Türkiye”, Mustafa TÜRKEġ ve Ġlhan UZGEL (Ed.), Türkiye’nin KomĢuları, Ankara, Ġmge Kitabevi, ġubat 2002, 213-259. ÖZDAĞ, Ümit. “Ġsrail‟in Kuzey Irak Politikası”, Avrasya Dosyası, Cilt 5, Sayı 1, Ġlkbahar 1999, 224-232. ÖZEN, Çınar ve Hakan TAġDEMĠR (Ed.). “Yenimuhafazakar Amerikan DıĢ Politikasının Straussçu Temelleri”, Yenimuhafazakar Amerikan DıĢ Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınevi, Kasım 2006, 13-46. ÖZKOÇ, Özge. “SavaĢ Ve BarıĢ: Doksanlı Yıllarda Filistin- Ġsrail Sorunu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 64, Sayı: 3. 2009, 167-195. ÖZTÜRK, Mehmet. “I. Körfez SavaĢı‟ndan (1990-91) 11 Eylül Sürecine Abd‟nin Irak Politikası Ve Bunun Türk-Amerikan ĠliĢkilerine Etkileri”, Akademik BakıĢ Dergisi, Ocak, ġubat, Mart 2010 Sayısı, 1-27. PARSI, Trita. Treachorus Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran and the US, New Haven & London: Yale University Press, 2007. PAUL, David M. ve Rachel Anderson PAUL. Ethnic Lobbies and US Foreign Policy, Lynne Rienner Publishers, 2009. PAZARCI, Hüseyin.Uluslararası Hukuk, Ankara, Turhan Kitabevi, 2007. PETRAS, James. The Power of Israel in The United States, Clarity Press, 2006. PINKUS, Susan. “Poll Analysis: U.S. and Israeli Jews Have Many Common Views, Some Striking Differences”, Timess Poll, 19.04.1998, <http://www.latimes.com/news/custom/timespoll/la-980419jewishpoll-407pa1 an,1,7372435.htmlstoryq>, 20.12.2010. PORTER, Keith. “Who Makes U.S. Foreign Policy?”, 2011, <http://usforeignpolicy.about.com/od/backgroundhistory/a/thinkngo.htm>, 17.01.2011. Prestv Ġnternet Sitesi. “Al-Dhari: Israeli firms operate in Iraq”, 2009, <http://www.presstv.ir/detail/157009.html>, 21.01.2011. Quotation Page Ġnternet Sitesi. “Quotations by Author”, 2012, <http://www.quotationspage.com/quotes/George_W._Bush>, 02.03.2012. 289 Quote Oil Ġnternet Sitesi. “Where Does All The Oil Come From? The United States And Oil Imports - Facts And Figures”, 2010, <http://www.quoteoil.com/oil-imports.html>, 08.11.2010. Radikal Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Bush: Din Olmadan Olmaz”, 13.01.2005, < http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=140198>, 12.06.2012 Radio Free Europe Radio Liberty Ġnternet Sitesi. “Shi'ite Win In Iraqi Elections Confirmed”, 2010, <http://www.rferl.org/content/article/1057533. html>, 21.10.2010. RAND ġirketi Ġnternet Sitesi. “Rand at a Glance”, 2011, <http://www.rand.org/ about/glance.html>, 14.01.2011. Redkarga Ġnternet Sitesi. “Suriye‟nin Silahları”, 2006, <http://redkarga. wordpress.com/2006/08/02/suriye-nin-silahlari/>, 05.06.2010. REICH, Bernard. Securing the Covenant: United States-Israel Relations After the Cold War, West Port, ABD, Greenwood Press, 1995. REICH, Bernard. A Brief History of Israel, New York, Facts On Fire Inc, 2008. REJWAN, Nissim. The Last Jews in Baghdad: Remembering a Lost Homeland, Austin, ABD, University of Texas, 2004. RICH, Andrew. Think Tanks, Public Policy and the Politics of Expertise, ABD, Cambridge University Press, 2004. Rollins Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi. “Ethnicity Chart”, <http://web.rollins.edu/~jsiry/ethnicityChart.html>, 07.01.2011. 2011 ROSENAU, William. Special Operations Forces and Elusive Enemy Ground Targets: Lessons from Vietnam and the Persian Gulf War. ABD, Rand Cooperation, 2001. ROWE, Peter. “Responses To Terror: The New „War‟”, Melbourne Journal of International Law, Volume 3, Issue 2, October 2002, <http://www.mjil.law.unimelb.edu.au/issues/archive/2002%282%29/04Rowe. pdf>, 10.02.2010. RUBIN, Barry. “United States and the Middle East”, Ami AYALON (Ed.), Middle East Contomporary Survey, Boulder Sanc Fransisco and Oxford , Volume: 16, Westwiev Press, 1992, 19-26. RUMSFELD, Donald. “Transforming the Military”, Foreign Affairs, May-June 2002, <http://www.foreignaffairs.org/20020501faessay8140/donald-hrumsfeld /transforming-the-military.html>, 26.01.2009. 290 RYN, CLAES G. “The Ideology of American Empire”, D. L. O‟HUALLACHAĠN ve J. Forrest SHARPE (Ed.), Neo-Conned Again: Hypocrisy, Lawlesness, And The Rape Of Iraq, Virginia, Norfolk, Light int The Darkness Publications, 2007, 63-79. SAAD, Lydia. “Support For Israel Ġn U.S. At 63%, Near Record High”, 24.02.2010, <http://www.gallup.com/poll/126155/support-israel-near-recordhigh.aspx>, 11.12.2010. SAID, Edward. Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası, (Çev. Murat UYURKULAK), Ġstanbul, Agora Kitaplığı, Nisan 2005. SHARP, Jeremy M. “U.S. Foreign Aid to Israel”, CRS Report For Congress, 04.12.2009, <http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RL33222.pdf>, 29.11.2010. SHARP, Jeremy M. ve diğerleri. “Lebanon: The Israel-Hamas-Hezbollah Conflict”, CRS Report For Congress, 15.09.2006, <http://www.usembassy. it/pdf/other/RL33566.pdf>, 10.09.2011. SHAKED, Haim. “The Nuclearization of the Middle East: The Israeli Raid of Osirak, Haim Shaked”, Colin LEGUM (Ed.), Middle East Contemporary Survey, Volume 5 (1980-1981), The Shiloah Center For Middle Eastern and African Studies Tel Aviv University, New York ve Londra, Holmes and Meier Publishers Inc, 1982, 182-207, <http://www.dayan.org/people/mecs_pdf /iq 0502.pdf>, 03.01.2011. SNIEGOSKI, Stephen J. “Neoconservatives, Israel, and 9/11: The origins of The U.S. War on Iraq”. D. L. O‟HUALLACHAĠN ve J. Forrest SHARPE (Ed.), Neo-Conned Again: Hypocrisy, Lawlesness, And The Rape Of Iraq, Virginia, Norfolk, Light in The Darkness Publications, 2007, 81 –110. SÖNMEZOĞLU, Faruk. Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, Ġstanbul, Filiz Kitabevi, 2005. SÖYLEMEZ, HaĢim. “Barzani Harita Verdi, Ġsrail Bombaladı”, Aksiyon Dergisi, Sayı:432, 17.03.2003, <http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber10839-32-barzani-harita-verdi-israil-bombaladi.html>, 09.01.2011. Spreadsheets Google Ġnternet Sitesi. “Operation Iraqi Freedom Military Deaths Mar 19 2003-July 31 2010”, 2010, <https://spreadsheets.google.com/ ccc?key=0AonYZs4MzlZbdG4zR0tMTlQyRTlhandlVmdrbnp6UHc&hl=en#gid =4>,11.09 2010. Syrianshuhada Ġnternet Sitesi. <http://syrianshuhada.com>, 23.09.2011. STANSFIELD,Gareth. “The Kurdish Question in Iraq,1914-1974”, The Middle East Online Series 2: Iraq 1914-1974, Thomson Learning EMEA Ltd, Reading, 2006, <http://www.gale.cengage.com/pdf/whitepapers/gdc/ TheKurdishQuestion.pdf>, 12.01.2011. 291 SINGER, J. David. “The Level-of-Analysis Problem in International Relations”, World Politics: The International System: Theoretical Essays, Vol. 14, No. 1, (Oct., 1961), 77-92. <http://sitemaker.umich.edu/jdsinger/files/ the_level_of_analysis_problem_in_international_politics.pdf >, 28.05.2012. STOUT, David. “Israel‟s Nuclear Arsenal Vexed Nixon”, New York Times, 29 Kasım 2007, <http://www.nytimes.com/2007/11/29/world/middleeast/29nixon. html?_r=1>, 20.11.2010. TAL-SHIR, Anat. “Israelis Trained Kurds in Iraq”, 2011, <http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3177712,00.html>, 27.01.2011. TANGÜLÜ, Beyza. “Büyük Orta Doğu Projesi”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2006, <http://www.belgeler.com/blg/r8k/buyuk-ortadogu-projesi-great-middle-eastproject>, 02.06.2012. TANNER, Stephen. Bush’ların SavaĢları: Askeri Liderler Olarak Bir Baba ve Oğlun Portresi, (Çev. AyĢe DOĞANCI), Ankara, Elips Kitap, Mart 2005. TAġDEMĠR, Fatma. Uluslararası Terörizme KarĢı Devletlerin Kuvvete BaĢvurma Yetkisi, Ankara, USAK Yayınları, 2006. TAġDEMĠR, Fatma. “Uluslararası AnarĢiye Giden Yol: Uluslararası Hukuk Açısından Önleyici meĢru Müdafaa Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No:5, 2006, 75-89. TAġTEKĠN, Mesut. “AKP Hükümeti Döneminde Türkiye-Ġsrail ĠliĢkileri”, Türel YILMAZ, Mesut TAġTEKĠN ve Mehmet ġAHĠN (Ed.), Orta Doğu Siyasetinde Ġsrail, Ankara, Platin Yayınları, 2005, 131-176. TAUBE, Michael. “There is More to a Conservative Than Meets The Eye”, Calgary Herald, Alberta, Canada, August 26, 2000, <http://www.vdare.com/ letters/taube_article.htm>, 07.02.2010. TAYLOR, Stan. A. “The Role of Intelligence in National Security”, Alan COLLĠNS (Ed.), Contemporary Security Studies, New York, Oxford University Press, 2007, 248-269. T.C. Ekonomi Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Ülkelere Göre DıĢ Ticaret”, 2011, <http://www.ekonomi.gov.tr/index.cfm?sayfa=7155BE01-D8D3-856645208351967592CF>, 10.09.2011. Teksas Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi. “Foreign Relations”, 2010, <http://www.ford.utexas.edu/library/document/factbook/foreign.htm>, 22.11.2010. Turk North America Ġnternet Sitesi. “Enver Sedat Suikasti”, 11 ġubat 2011, <http://www.turknorthamerica.com/2011/02/enver-sedat-suikasti/>, 14.10. 2011. 292 The David Project Ġnternet Sitesi. “US – Israel Relationship Background & Analysis – Long”, 2010, <http://www.thedavidproject.org/resources/ primers/US_Israel_Relationship_Long.pdf>, 13.11.2010. Theindyvoice Ġnternet Sitesi. “PNAC”, 2011, <http://www.theindyvoice.com/ politics/pnac>, 18.01.2011. The Telegraph Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Egypt After Mubarak”, 2011, <http://www.telegraph.co.uk/comment/telegraph-view/8680116/Egypt-afterMubarak.html>, 21.10.2011. Truman Library Ġnternet Sitesi. “Special Message to the Congress on Greece and Turkey: The Truman Doctrine”, 2010, <http://www.trumanlibrary.org /publicpapers/index.php?pid=2189&st=&st1=>, 26.09.2010. TÜR, Özlem. “Türkiye Ġsrail ĠliĢkileri: Yakın ĠĢbirliğinden Gerilime”, Orta Doğu Analiz, Cilt 1, Sayı 4, 2009, 22-29. TUNÇ, Hakan. Amerika’nın Irak SavaĢı, Ġstanbul, Harmoni Yayınevi, 2004. Undemocracy Ġnternet Sitesi. “S-RES-487”, 1981, <http://www.undemocracy. com/S-RES-487(1981).pdf>, 05.01.2010. UNDP (United Nations Development Programme-BM Kalkınma Programı). Human Development Report, 2000, <http://hdr.undp.org/en/media/hdr_ 2000_en.pdf>, 01/01/2008. UNIC (United Nations Information Center-BM Enformasyon Merkezi) Ġnternet Sitesi. ”Saldırı‟nın (Tecavüzün) Tanımı: BM Genel Kurulu‟nun 3814 (XXIX) Sayılı ve 1974 Tarihli Kararı”, (Resolution on the „Definition of Aggression‟, No. 3314 (XXIX), 14 Aralık 1974, <http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf /3814.pdf>, 09.02.2010. UNIC Resmi Ġnternet Sitesi. “BirleĢmiĢ Milletler AntlaĢması”, 2012, <http://www.unic ankara.org.tr/doc_pdf/chart_turkce.pdf>, 29.05.2012. United States History Ġnternet Sitesi. “Desert Storm”, 2010, <http://www.u-shistory.com/pages/h2020.html>, 12.08.2010. URAL, ġafak. “Demokrasi Kavramı, Toplumsal Degerler ve Birey”, Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XL, 1999, 451-469, <http://dergiler.ankara.edu.tr/ dergiler/37/743/9508.pdf>, 06.10.2010. USAK Gündem Ġnternet Sitesi. “Ofer ġimdi de Kuzey Irak‟a Yatırım Yapıyor”, 2011a, <http://www.usakgundem.com/haber/55417/ofer-%C5%9Fimdi-de-ku zey-irak-39-a-yat%C4%B1r%C4%B1m-yap%C4%B1yor.html>, 26.01. 2011. USAK Gündem Ġnternet Sitesi. “Yemen Devlet BaĢkanından Geri Adım”, 2 ġubat 2011b, <http://www.usakgundem.com/haber/61395/yemen-devletbaĢkanından-geri-adım.html>, 10.02.2011. 293 USLANER, Eric M. “American Interest in the Balance? Do Ethnic Groups Dominate Foreign Policy Making?”, Allan CIGLER ve Burdett, A. J. LOOMIS (Ed.), Interest Group Politics, Washington, CQ Press, 2007, 301-321. VANDENBROUCKE, Lucien S. “The Israeli Strike Against Osiraq The Dynamics Of Fear And Proliferation in The Middle East”, Air University Review, September-October, 1984, <http://www.airpower.au.af.mil/airchronic les/aureview/1984/sep-oct/vanden.html>, 03.01.2011. WALT, Stephen M. “Policy analysis in global affairs: What should my Students Read?”, 22 Kasım 2011, <http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/ 11/22/policy_analysis_in_global_affairs_what_should_my_students_read>, 28.05.2012. Washington Post Gazetesi Ġnternet Sitesi. “The True Cost Of The Iraq War: $3 Trillion And Beyond”, 05.09.2010, <http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2010/09/03/ AR2010090302200.html>, 09.11.2010. WEISS, Stanley A. “Israel and Iran: The Bonds That Tie Persians and JewsEditorials and Commentary-International Herald Tribune”, The New York Times, 2006, <http://www.nytimes.com/2006/07/10/opinion/10iht-edweiss. 2165689.html?_ r=1>, 05.06.2010. WIKIPEDIA Internet Sitesi. “Casualties of Iraq War”, 2012, <http://en. wikipedia.org/wiki/Casualties_of_the_Iraq_War>, 11.03.2012. WILSON, James Q. “Pre-Emptive Surveillance”, Wall Street Journal. (Eastern Edition), New York, 21.08.2006. WINSEMAN. Albert l. “Who Has Been Born Again?”, 18 ocak 2005, <http://www.gallup.com/poll/14632/who-has-been-born-again.aspx>, 21.12. 2010. WOODWARD, Bob. Plan of Attack (Saldırı Planı), (Çev. Melih PEKDEMĠR ve ġefika KAMCEZ), Ankara, ArkadaĢ Yayınevi, Haziran 2004. WRMEA (Washington Report On Middle East Affairs) Ġnternet Sitesi. “Secretary Of State James Baker's Speech To American Israel Public Affairs Committee Convention”, Temmuz 1989, <http://www.wrmea.com/ backissues /0789/8907007.htm>, 23.11.2010. YAPHE. Judith S. Saddam's Iraq and Support for Terrorism, 09 Temmuz 2003, <http://www.9-11commission.gov/hearings/hearing3/witness_yaphe. htm>, 20.09.2010. YAġAR, Fatma Tunç, Sevinç Alkan ÖZCAN ve Zahide Tuğba KOR. Siyonizm DüĢünden ĠĢgal Gerçeğine Filistin, Ġstanbul, ĠHH Kitap, 2011. 294 Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (The Project for New American Century) Ġnternet Sitesi. “Letter to President Clinton on Iraq”, 2011, <http://www.newamericancentury.org/iraqclintonletter.htm>, 18.01.2011. YILMAZ, Hasan. “Irak‟ta Muhalefet ve ABD‟nin Irak Politikası”, Avrasya Dosyası, Irak Özel Sayısı, Cilt 6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 66-96. YILMAZ, Muzaffer Ercan. ”Soğuk SavaĢ Sonrası Dönemde Türkiye Ġsrail ĠliĢkileri”, Akademik Orta Doğu, Cilt 4, Sayı 2, 2010a, 49-66. YILMAZ, Sait. 21. Yüzyılda Güvenlik ve Ġstihbarat, Ġstanbul, Milenyum Yayınları, 2007. YILMAZ, Türel. “ABD‟nin Yenimuhafazakar DıĢ Politikasında Orta Doğu ve Türkiye”. Çınar ÖZEN ve Hakan TAġDEMĠR (Ed.), Amerikan DıĢ Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınevi, Kasım 2006, 169-200. YILMAZ, Türel. Uluslararası Politikada Orta Doğu, Ankara, BarıĢ Platin Kitabevi, 2009. YILMAZ, Türel. “Türkiye Ġsrail ĠliĢkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik Orta Doğu, Cilt 5, Sayı 1, 2010b, 9-24. YINON, Oded. “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties”, (Çev. Israel SHAHAK), KIVUNIM, Issue No:14-Winter, 5742, ġubat 1982, <http://cosmos.ucc.ie/cs1064/jabowen/IPSC/articles/article0005345.html>, 24.01.2012. Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ġnternet Sitesi. “2010 Irak Genel Seçim (Resmi) Sonuçları”, 29.03.2010, <http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID= 3850&kat1=1>, 25.10.2010. YOST, David S. “Güvenlik Stratejileri ile Ġlgili Yeni TartıĢmalar”, NATO Dergisi, KıĢ 2003, <http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art 4.html>, 12.02.2009. YURAVLIVKER, Dror. “AIPAC: The Perception of Power and the Power of Perception”, GVPT889m: US Foreign Policy in the Middle East, 26 May 2010, <http://www.bsos.umd.edu/gvpt/jcurry/saps/documents/fall10/yuravliv ker.pdf>, 09.12.2010. ZOA (Zionist Organization of America-Amerikan Siyonist Örgütü) Ġnternet Sitesi. “About Us”, 2010, <http://www.zoa.org/content/about_us.asp>, 02.12.2010. 11 Eylül Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi. “The 9/11 Commission Report”, 2004, <http://www.9-11commission.gov/report/911Report.pdf>, 22.03.2012. 295 EKĠ EK-A : AKADEMĠSYENLERLE YAPILAN MÜLAKATLAR 296 EK-A 1. BĠLKENT ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ PROF. DR. NORMAN STONE ĠLE YAPILAN MÜLAKAT SORU: Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri sizce ne derece geçerliydi? CEVAP: Bence, Ģu anda Ģunu biliyoruz ki kitle imha silahları mevzuu tamamen bir uydurmaca idi. Korkarım, ilan edilen gerekçeler açıkça bir sürü ıvır zıvırdan ibaretti ve doğru değillerdi. ġunu ifade etmek istiyorum; Saddam Hüseyin‟in kötü Ģeyler yapabileceğinden herkesin Ģüphe duyduğu gerçekti, fakat ortada gerçek kitle imha silahları yoktu. SORU : Irak SavaĢı‟nın gerçek sebepleri ne idi? CEVAP: Burada biraz kiĢisel intikam faktörü vardı. Oğul Bush babasının küçük düĢürüldüğünü ifade etmiĢtir ve ona göre “Babası Bağdat‟a doğru ilerleyiĢini sürdürmeliydi. Saddam Hüseyin‟i alaĢağı etmeliydi.” Bu düĢünce bir faktördü, bir de benim o zamanda söylediğim bir Ģey daha vardı: “Bağdat‟daki rejimi değiĢtirmek ve yerine sivil bir rejim getirmek.” Bu iyi bir Ģeydir. Biliyorsunuz, Irak tarihine baktığınızda, bu ülke akıllı insanlara sahiptir. Ülkenin tarihi çok eskilere gider. Bunları göz önüne aldığınızda, ülke bu kötü yönetimden kurtulursa, insanlarının yerel politikacıları iktidarda yer bulacaktır. Bu yüzden, bu durumda, Saddam Hüseyin‟i alaĢağı etmek ve yeni bir seçim ilan etmek mantıklıydı. Sonra, belki Fukuyama‟nın sözlerindeki gibi “Tarihin sonu gelirdi”. Bakın hemen Ģimdi itiraf edeceğim. Ben hatalıydım. Ġstisnasız bütün Türk arkadaĢlarım, benim hatalı olduğumu söylediler. Bazı Türkler Irak‟taki durumu biliyorlardı. Ben görüĢlerime öyle bazı Amerikalılar (Biliyorsunuz Neo-Conlar deniyor onlara) gibi sıkı sıkıya bağlanmadım. Fakat siz de Orta Doğu‟daki liderlerden hiç haz etmiyorsunuz. Değil mi?. Siz de Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun Araplardan fazla haz etmediğini düĢünmüyor musunuz? Haz ediyorlar mıydı? Sizin de geçmiĢte bu liderlerle sorunlarınız oldu… Sorun vardı, çözüldü ama sonuç bir fiyasko‟ya döndü, tam bir fiyasko „ya… A-1 EK A’NIN DEVAMI Sonuçta ben Irak‟a girmenin iyi bir fikir olduğunu düĢünen hiçbir Türk‟e rastlamadım. Orada neler olduğunun farkındaydınız ve oraya dokunmayın dediniz. Haklıydınız... SORU : Irak SavaĢı‟nda Ġsrail nasıl bir rol oynadı? CEVAP: Saklayacak çok bir Ģey de yok aslında. ġu kesinki Saddam gibi birisine karĢı güvende olmak istediler ve çok muhtemel ki Amerikalıları teĢvik ettiler. Fakat diğer yandan, Ġsraillilerin bu iĢin sonunda bir kargaĢa çıkacağını düĢünmediklerine inanmak çok zor. Gerçekten, bunu tamamen anlayabilmiĢ değilim. Ġsrail politikaları bazen çok zekice olmuyor. SORU : Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Orta Doğu ülkeleri ile olan iliĢkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? CEVAP: Bence Orta Doğu ülkeleri Ġsrail‟den korkuyorlar. Yapabilecekleri çok Ģey var gibi gözüküyor ama yapamıyorlar. Bu yüzden Ġsrail‟den korktuklarını düĢünüyorum. Mübarek Ġsrail‟le uyum içinde hareket etti ve Gazze Ģeridini asayiĢ içinde tutmak istedi. Ürdün de keza uyum içindeydi. Suriye mantıklı bir çizgiye doğru geliyordu. Bu noktada, Ġsrail Arap dünyasında bir açılım fırsatını yakalayamadı gibi duruyor. Bu güvenliklerine katkıda bulunacak bir Ģeydi. Fakat biliyorsunuz ben onları anlayabiliyorum, belki de “Ġsrail‟in güvenliği” diye bir olgu yoktur. SORU : Günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan Halk hareketleri Ġsrail açısından düĢünüldüğünde nasıl etki doğurur ? CEVAP: Bence kötü. Ġsrail için her değiĢiklik kötüdür. Hemen hemen her Ģey, ne olursa. Hiçbir Ģeyin değiĢmesini istemeyen bir düĢünceye sahipler...Bu değiĢim Ġsrail‟i HAMAS‟ın dev bir versiyonu ile karĢı karĢıya bırakabilir. Mısır her zaman, Türkiye için kurgulanabilecek en kötü senaryodan daha kötü durumdaydı. ġanslıyız ki, Ġstanbul Kahire değil, A-2 EK A’NIN DEVAMI Ġstanbul, bir Barselona. Kahire‟nin nüfusu 30 milyon. Ġnsanlar kanalizasyonlarda gecekondular inĢa ediyorlar. Karanlık, çürümüĢlük, mezarlar...Ölen eĢekler ve köpeklerden alınan postları kullanıyorlar...Hıristiyanlar kalan kırıntıları ve artıkları topluyorlar. Ve sonunda bir sosyal patlama ile yüz yüze kalıyorsunuz, bu kitlelerin ve ortalıkta amaçsızca dolanan eğitimlilerin devrimi ile...Gerçekten bir Ģey olmasını beklemiyorum...Türklerin de kendilerine ait bir tecrübesi var: Trablusgarp. 2. AHĠ EVRAN ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ YRD. DOÇ. DR. SERHAT ERKMEN ĠLE YAPILAN MÜLAKAT SORU : Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri sizce ne derece geçerliydi? CEVAP: Geçerli değildi. Bazı Ģeyler yasaldır, bazı Ģeyler meĢrudur. Irak SavaĢının ilan edilmeye çalıĢılan gerekçeleri ne yasaldı ne de meĢruydu. Yani ABD ülkeye savaĢ açarken, Saddam Hüseyin‟in ülkede çeĢitli kitle imha silahları bulundurduğu, Irak halkına zulmettiği iddialarıyla bu savaĢa giriĢti. Bu gerekçeler ne yasal; ne de meĢru olmadığı için ABD BM Güvenlik Konseyinden karar bile çıkaramadı. BM kararı da alınmadığı için ABD Irak‟ı istediği gibi yapılandırdı ve iĢgal etti. 1,5-2 yıl kimseyi Irak‟a sokmadı. BM de buna dahildir. Daha sonra ABD, Irak‟ta BM‟nin desteğine ihtiyaç duyduğu ölçüde BM Güvenlik Konseyinden Irak‟ın yeniden yapılandırılmasına iliĢkin kararlar çıkartıldı. Hatta o dönemde BM özel temsilcisi Bağdat‟ta öldürüldü. Bu olaydan sonra BM de Irak‟tan elini çekti, her Ģey ABD‟lilere kaldı. Bu bana, bir anlamda ABD‟nin kendi istediği doğrultuda yeniden yapılandırma sürecinin bir parçası gibi geliyordu. Yani Irak ordusunun yetersiz Ģekilde örgütlenmesi üzerine, eğitim üzerine bir program istendi. Türkiye bu çerçevede destek verdi. Sonuçta meĢru değildi ve kimse de meĢruiyetini kabul etmedi. Bu gerekçelere inanan da olmadı. Konu uluslararası hukuk açısından ve uluslararası kuralların meĢruiyeti açısından da defalarca incelendi. Bu A-3 EK A’NIN DEVAMI konu ile ilgili olarak, 2002 yılı sonu- 2003 yılı baĢında pek çok makale de yazılmıĢtı. Konu uluslararası iliĢkiler ve uluslararası hukuk literatürü açısından da önemliydi. Bu durum da tesadüfen ortaya çıkmadı yani insanlar durduk yere bu konu ile ilgili makaleler yazmaya baĢlamadılar. Çünkü ABD özellikle 11 Eylül‟den sonra baĢka devletlerin iç iĢlerine müdahale etme konusunda uluslararası hukuk alanında, uluslararası platformlarda bu durumu meĢrulaĢtırmak için kendine yeni yöntemler aradı. Bunda da önemli ölçüde baĢarısız oldu. Bu tartıĢmaların o zaman yapıldığı dönemde, herkes Ģu soruyu soruyordu: “Ne yani her kendi içinde kötü yönetim gösterene operasyon mu yapılacaktı? Ya da o ülke iĢgal mi edilecekti?” Nitekim ABD‟lilerin Irak‟ı iĢgali aslında bu sorunun yanıtına önce “evet” dedi. Yani Ģöyle söyleyebilirim. Irak‟ın ABD ordusu karĢısındaki gücü neydi ki? O dönem güçlü olan taraf tabi ki ABD‟lilerdi. O dönem bütün Orta Doğu ülkelerinde buna Türkiye de dahil olmak üzere ABD tarafından kolaylıkla iĢgal edilebileceği düĢüncesi oluĢtu. Nitekim Türkiye‟de bu konuyu iĢleyen bazı komplo teorileri üretildi, Metal Fırtına türü kurgu romanlar da çok sattı. Bu odakta bakıldığında iĢgalin yasallığı yoktu. MeĢruiyeti de yoktu. Ama bu bir gerçekti ve iĢgalden sonra da sorgulanmaya ve dikkatleri üzerine çekmeye devam etti. SORU : Irak SavaĢı‟nın asıl gerekçesi neydi? CEVAP: Orta Doğu‟nun yeniden yapılandırılması. Bu çok açıktı. Bence ABD‟nin Irak‟ı iĢgal etmesinin en önemli nedeni, Orta Doğu‟daki sürecin kendi aleyhine geliĢtiğini çok net bir Ģekilde görmesiydi. Bunu söyle tanımlayabiliriz. Bugün nasıl Orta Doğu‟daki güncel geliĢmelerin bir kısmının arkasında ABD varsa; bundan 10 sene önce de bunların yapılması gerektiğini düĢünüyordu. Çünkü Orta Doğu‟daki mevcut yapıda, halk kendilerini bulundukları konuma ABD‟lilerin getirdiğini düĢünüyor ve ABD karĢıtı, Ġsrail karĢıtı, kendilerini yöneten rejimlere karĢı olan ve her geçen gün artan oranda bir kitle mevcut ve huzursuzluğun sürekli arttığı bir yapı vardı. Kaldı ki sadece ABD‟liler değil, Ġngiltere‟nin Osmanlı sonrası Orta Doğu‟da kurduğu yapı da önemli bir sorundu. Ġngiltere sistemin içindeki Irak‟ı Ģöyle ifade edeyim Ürdün, Irak, A-4 EK A’NIN DEVAMI Suriye, Suudi Arabistan, Ġran gibi geniĢ bir perspektifte düĢünerek Irak‟ın sınırlarını çizmesi Orta Doğu‟daki diğer devletlerin inĢa edildiği yapıyı belirlemiĢti. Bu yapıyı kökten değiĢtirebilmek için Irak‟ın durumunun değiĢtirilmesi Ģarttı. Irak‟ın ordusu Körfez SavaĢı sonrası zayıflamıĢtı. Yoğun bir ambargo uygulanıyordu. Temel niyet ABD‟nin iĢine yarayabilecek yeni bir sistem oluĢturulmasıydı ve bunun yapılması için Irak kitlesel bir değiĢimin ilk noktasıydı. Bunu bir süre devam ettirdiler. Ne zaman ki Irak‟ın içinde durum ABD aleyhine dönmeye baĢladı. O zaman durdular. Ondan sonra da Irak‟ın içindeki yapılanma da değiĢmeye baĢladı. Sünni Arapların tekrar sisteme dahil edilmeye baĢlaması 2006‟nın sonundaki olaylar neticesinde Bush yönetiminin kısmi tavır değiĢikliği, Obama‟nın bambaĢka bir yol izlemesi. Suriye ile diyalog yolunun tercih edilmesi, Ġran‟la keza diyalogun açılması, Mısır‟ın pozisyonu Türkiye‟nin iç iĢlerinin gözden geçirilmesi, Irak‟ın Kürt varlığının dizginlenmesi, aĢırılıklarının dengelenmesi gibi olaylar yeni bir durumu iĢaret ediyordu. BaĢlangıçtaki hedefleri yeniden düzenlemekti fakat iĢlerine yaramadı. SORU : Irak SavaĢı‟nda Ġsrail nasıl bir rol oynadı? CEVAP: ġimdi, Ģunu söyleyebilirim. Irak iĢgalini Ġsrail baĢlatmadı fakat Irak‟ın iĢgaliyle ortaya çıkmıĢ olan gündem, baĢlangıçta Ġsrail açısından olumlu sonuç verdi. O dönem Ġsrail güvenlik stratejisine bakıldığında Ġsrail doğu cephesi iki temel tehditten oluĢuyordu. Birincisi Irak; ikincisi Suudi Arabistan‟dan gelen tehditti. Bir kere Suudi Arabistan ordusu Ġsrail‟le mücadele edebilecek büyüklükte değildi. 1973 savaĢı ve 1967 savaĢı gösterdi ki, Irak‟ın destekli ordusu Ġsrail‟i zor durumda bırakabilirdi. Özellikle Irak ordusunun, Ürdün ve ġeria Nehri üzerinden Ġsrail topraklarına girebilmesi, Irak‟ı önemli bir tehdit konumuna getiriyordu. Irak‟ın Ġsrail karĢıtı büyük bir ordu olarak denklemden çıkması Ġsrail‟i rahatlattı. Fakat yeni bir tehdit de yarattı. Zaten önemli bir düĢman olan Ġran‟ın daha da güçlenmesi olgusunu yarattı. A-5 EK A’NIN DEVAMI SavaĢtan önce bazı Yahudilerin yazılarına bakıldığında, savaĢı net bir Ģekilde desteklediği görülüyor. Fakat bazı Yahudi stratejistler aynı fikirde değildi. Irak‟ın iĢgalinin Ġsrail açısından beklenen sonuçları vermeyeceğini, Ġran‟ın daha da güçleneceği ve dolayısıyla iĢgalin Ġsrail açısından çok olumlu sonuçlar doğurmayacağını söylüyorlardı. Bunlar haklı da çıktılar. Fakat çoğunluk öbür taraftaydı. Bunlar, ABD‟nin getireceği güçlü ordunun Orta Doğu‟yu kontrolü altına alabileceğini, yönlendirebileceğini, oluĢturulacak Yeni Orta Doğu içinde Ġsrail‟in daha etkin bir konuma geleceği ve güçleneceğini düĢünüyorlardı ve projeyi bu nedenlerle destekliyorlardı. Fakat zamanla ortaya çıktı ki, ABD Irak‟ta çok kötü batağa saplandı ve güçlenen asıl faktör Ġran olmaya baĢladı. Bu Ġsrail‟in özellikle Irak özelinde bakıldığında bir politikasının çok daha önemli olduğunu görebileceğiz. Hiçbir Ģey Ġran faktörü Ġsrail için tehlike yarattıkça, Ġran Irak‟ın içindeki çeĢitli gruplara oynamaya baĢladı. Bunların baĢında ġiiler geliyor ki bunların arası hala Araplarla çok kötü. ġunu söyleyebiliriz, Irak‟ın kuzeyindeki Ġsrail varlığı, basın organları ile vb. organlarla kanıtlandı. 2006-2007 yıllarında çeĢitli ajanslarda Ġsrail güvenlik kuvvetlerinin peĢmergeleri eğittiğine iliĢkin görüntülü kanıtlar da ortaya çıktı. Bu anlamda bakıldığı zaman Ġsrail‟le Irak‟lı Kürtler arasındaki iliĢki, saklanamayacak bir konuma geldi. Bu noktada Ģunu söyleyebiliriz, Ġsrail belki doğrudan Irak SavaĢını yaratmadı, birinci derecede savaĢın temel aktörü değildi. Fakat iĢgal baĢladıktan sonra, Irak‟ta çeĢitli aktörlerin yönlendirilmesinde önemli rol oynadı. Fakat Irak‟ın geleceğinin belirlenmesinde önemli bir faktör olup olmadığı tartıĢmalıdır. Sadece Irak‟lı Kürtler bakımından düĢünüldüğünde önemli bir faktör olduğu ortada ama Ġsrail‟in ne kadar bağımsızlığı desteklediği ne kadar desteklemediği bir soru iĢareti, çünkü Irak‟ın parçalanması ve Irak‟lı Kürtlerin Ġsrail tarafından olması Ġsrail açısından bir avantaj ve Araplar üzerinde yeni bir baskı anlamına geliyor ama diğer taraftan, Ġran‟ın çok daha güçlü olabileceği bir Irak devleti anlamına gelir ve A-6 EK A’NIN DEVAMI evet, Irak devleti Ģimdikinden çok daha fazla Ġsrail karĢıtı olacaktır. Bu durumda, Ġsrail‟in çok ciddi bir ikilem içinde olduğu görülecektir. SORU : Yani Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail daha güvenli hale geldi mi? CEVAP: BaĢlangıçta evet, sonrasında hayır. Bugün, Ġran‟ın Ġsrail üzerinde yarattığı güvenlik tehdidi, Saddam‟ın yarattığı tehditten çok daha büyük. SORU : Günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan halk hareketleri Ġsrail açısından düĢünüldüğünde nasıl etki doğurur ? CEVAP: Avantajları da var, dezavantajları da var. Orta Doğu‟nun en önemli meselelerinden birisi Irak‟ta hükümetin kurulması ve Ġsrail Filistin meselesidir. Buradaki Ġsrail-Filistin meselesi, Hamas‟tan vs. kaynaklanmıyor, ĠĢin bir tarafında kabul edilemeyen, herkesle kötü iliĢkilere sahip, sürekli sorun çıkaran, batıda da çok iyi bir Ģekilde tanınmayan bir DıĢiĢleri Bakanı ve Ġsrail hükümetinin oluĢudur. Zaten sadece Ġsrail hükümeti kötüdür ya da barıĢın önünde önemli bir engeldir biçiminde kimse bir söylem üretmiyor. Yani, bir taraftan bakıldığında Ġsrail hükümeti çok ciddi bir rahatlama içindedir. Öte taraftan bakıldığında, Ġsrail açısından bu rejimlerin zor durumda olması kısa vadede Ġsrail‟i rahat bırakır. Ancak, uzun vadede bakıldığında, eğer Orta Doğu‟daki geliĢmeler belli bir yöne doğru giderse, Ġsrail çok ciddi bir Ġslam tehdidiyle karĢılaĢır ve Ġran‟dan daha büyük bir tehdit ortaya çıkar. Özellikle güçlü Sünni rejimlerin ortaya çıkması, Ġsrail‟i zor durumda bırakır. Ayrıca Mısır‟da belli bir iktidar değiĢikliği söz konusu ama bir rejim değiĢikliğinden bahsetmek Ģu an için mümkün değil. Ama eğer Mısır‟da Müslüman kardeĢler, iktidarı önce ele geçirir sonra da siyasi alanı yönlendirebilirlerse ki bu durumda Mübarek rejiminin Ġsrail‟le sürdürdüğü Soğuk BarıĢ sona ererse ya da Ġsrail‟in isteklerini yerine getirmeyen bir yönetim oluĢursa, Ġsrail çok daha büyük bir düĢmanla karĢılaĢır. Ayrıca aynı tehdit, Ürdün‟ü ve Suriye‟yi de etkiler. BeĢĢar Esad rejimi Ġsrail‟le barıĢ yapmamıĢ ve Ġsrail‟e düĢman bir rejimdir. Ancak bu düĢmanlık A-7 EK A’NIN DEVAMI gerçek değildir. Nasıl, Mısır‟la Ġsrail arasında soğuk bir barıĢ varsa, Ġsrail‟le Suriye arasında da Soğuk bir savaĢ vardır. Ġsrail‟in Suriye içinde yapmıĢ olduğu operasyonlar dıĢında karĢılıklı adam öldürme falan yoktur. Birbirlerine karĢı yürütmüĢ oldukları bir takım dolaylı faaliyetler vardır. Bunu özellikle Ġsrail gerçekleĢtiriyor ki, 2007‟de Korelilerin kurmaya çalıĢtığı nükleer reaktörün vurulması ya da 2002‟deki Esad‟ın sarayının üzerinden Ġsrail savaĢ uçaklarının geçmesi gibi… Fakat Müslüman KardeĢler; Suriye‟de Esad rejimini devirecek olursa, ilk etapta Ġran etkisinden çıkan, yeni bir Suriye oluĢacaktır. Bu yeni Suriye, en az Mısır‟daki kadar, siyasal Ġslamcı olabilir ve böylece iki cepheli hatta Ürdün‟ün de katılması ile 3 cepheli bir Müslüman KardeĢler kıskacında bir Ġsrail sonucu ortaya çıkabilir ki bu tehdit, Ġran‟ın 1500 km öteden yolladığı füzeden daha büyük bir tehdit olacaktır. Buna göre, ABD‟nin süreci kontrol edebilmesi ve yönlendirebilmesi Ġsrail‟in lehine sonuçlar ortaya çıkarabilir ancak ABD‟nin beklentileri karĢılanamayacak olursa o zaman Ġsrail aleyhine geliĢmeler ortaya çıkabilecektir. 3. KUDÜS ĠBRANĠ ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ DR. PĠKĠ ISH SHALOM ĠLE YAPILAN MÜLAKAT SORU : Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri sizce ne derecede geçeli idi? CEVAP: Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri, Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğuna, Irak‟ın terörizme destek vermesine ve insan hakları ihlallerine dayalı inanıĢtı. Kesin bir kanıya varmak zor ancak, Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı bulunduğuna kesinlikle inanmıĢlardı, Terörizme yönelik bir amaç edinildiğinden emin değilim. Ġnsan hakları ihlalleri nedenler arasında yer alıyordu ancak destekleyici yönde bir nedendi. A-8 EK A’NIN DEVAMI SORU : Irak SavaĢı‟nın asıl nedenleri neydi ? CEVAP: Petrolün ya da kiĢisel husumetin (bir grubun ortak husumeti olması muhtemel) gerçek neden olduğunu iddia etmenin zor olduğunu düĢünüyorum. Sonuçta Kitle Ġmha Silahı bulunması ve bölgeyi istikrarlı hale getirmek için demokrasi ihraç etmek gerektiğine yönelik inanıĢ ile sınırlı kalıyoruz. SORU : Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in rolü neydi? CEVAP: Irak SavaĢı‟nda Ġsrail kayıtsız kalmıĢtı. Ġsrail güvenlik politikaları savaĢın karĢısındaydı zira istikrarsızlığa neden olacaktı. SORU : Irak SavaĢı Ġsrail‟in güvenlik politikalarını nasıl etkilemiĢti? CEVAP: Irak SavaĢı, Ġsrail‟in güvenliğini olumsuz etkiledi. Zira Ġran bunu Orta Doğu‟da etkinliğini artırmakta kullandı. SORU : Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Orta Doğu ülkeleri ile olan iliĢkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz ? CEVAP: Bazı ülkelerle iliĢkilerde geliĢme yaĢandı çünkü Ġran ortak düĢmandı. (Son geliĢmelere kadar) Mısır‟la yürütülen iliĢkiler bu yöndeydi. Diğer ülkelerle ise gerileme yaĢandı ki bu ülkeler Ġran ile iĢbirliği yapmayı tercih ettiler. Bu durum da bana göre Türkiye ile yaĢanan durumu açıklıyor. SORU : Orta Doğu‟da son dönemde yaĢanan halk hareketlerinin Ġsrail açısından değerlendirebilir misiniz? CEVAP: Böyle bir değerlendirme yapmak için henüz çok erken. Bu geliĢmelerin bir demokratikleĢme süreci olmasını temenni ediyorum. Ancak hala bu geliĢmeler farklı bir yöne de kayma potansiyeline sahip. Kısa vadede, A-9 EK A’NIN DEVAMI Ġsrail-Mısır iliĢkilerine zarar verecektir. olabileceğini bilemiyorum... A-10 Fakat sonraki süreçte neler