2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL`ĠN ABD

advertisement
T.C.
KARA HARP OKULU
SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD
POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
DOKTORA TEZĠ
Hazırlayan
Serkan YENAL
Tez DanıĢmanı
Prof.Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN
ANKARA - 2012
TEZ TANITIM FORMU
TEZĠN TARĠHĠ : 15.05.2012
TEZĠN TĠPĠ : Doktora Tezi
TEZĠN BAġLIĞI
: 2003 Irak SavaĢı Örneğinde Ġsrail‟in ABD Politikaları
Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmesi
TEZĠN YAPILDIĞI BĠRĠM : Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü
Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalı
SPONSOR KURULUġ : DAĞITIM LĠSTESĠ : Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Tez
Hazırlama, Onay, Dağıtım ve Muhafaza Esasları Kılavuzunda Belirtilen
Yerlere
TEZĠN ÖZETĠ : Bu tezde, 2003 Irak SavaĢı‟nda ve savaĢ sonrasında Ġsrail‟in
politikaları ve Ġsrail‟in ABD güvenlik politikalarına olan etkisi incelenmektedir.
ANAHTAR KELĠMELER : 2003 Irak SavaĢı, Ġsrail, Irak, Ġsrail‟in Güvenlik
Politikaları, George W. Bush Dönemi ABD DıĢ Politikası, Büyük Orta Doğu
Projesi, Irak SavaĢı Sonrasında Orta Doğu
SAYFA SAYISI : 296
GĠZLĠLĠK DERECESĠ : Tasnif DıĢı
T.C.
KARA HARP OKULU
SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD
POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
DOKTORA TEZĠ
Hazırlayan
Serkan YENAL
Tez DanıĢmanı
Prof.Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN
ANKARA - 2012
KARA HARP OKULU
SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Serkan YENAL’ın, 2003 Irak SavaĢı’nın Ġsrail’in Güvenliği
Açısından Değerlendirilmesi konulu tez çalıĢması, jürimiz tarafından
Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalında DOKTORA tezi olarak kabul
edilmiĢtir.
BaĢkan --------------------------------Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK
Üye
---------------------------------Prof.Dr.Türel YILMAZ ġAHĠN
(DanıĢman)
Üye
-------------------------------Prof. Dr. Çınar ÖZEN
Üye
---------------------------------Prof. Dr. Canan ATEġ EKġĠ
Üye
---------------------------------Doç. Dr. Haldun YALÇINKAYA
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
... / ... / 2012
Ali IġIK
Yrd.Doç.Dr.Öğ.Alb.
Svn.Bil.Enst.Md.
TEġEKKÜR
BaĢta Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Ferit GÜLER olmak
üzere Kara Harp Okulu Komutanlığı‟na ve Savunma Bilimleri Enstitüsü‟ne,
bu çalıĢmanın vücuda gelmesinde engin tecrübeleri ile bana yol gösteren
tez danıĢmanım Sayın Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN‟e, tezin oluĢum süreci
boyunca çok kıymetli yardım ve önerilerini esirgemeyen Sayın Prof. Dr.
Haydar ÇAKMAK‟a, Sayın Prof. Dr. Çınar ÖZEN‟e, Sayın Prof. Dr. Canan
AteĢ EKġĠ‟ye, Sayın Doç. Dr. Haldun YALÇINKAYA‟ya; teze katkı sağlayan,
değerli vakitlerini ayırarak benimle görüĢlerini paylaĢan Sayın Prof. Dr.
Norman STONE‟a, Sayın Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen‟e ve Dr. Piki IshShalom‟a teĢekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.
Hayatım boyunca attığım her adımda beni destekleyen, bugünlere
gelmemde en önemli pay sahibi olan, annem Nejla YENAL ve rahmetli
babam Ertuğrul YENAL‟a; hayatıma girdiğinden beri varlığıyla bana ıĢık
tutan, baĢarılarımla sevinen, üzüntülerimle üzülen eğitimim süresince bana
hep destek veren, anlayıĢ gösteren sevgili eĢim Nazlı YENAL‟a, doktora
eğitimim sırasında dünyaya gelen, ona daha iyi bir hayat sunabilmek adına
zamanından çaldığım, bize yaĢama sevinci veren oğlum Alper YENAL‟a,
bana her koĢulda destek olan, yardımlarını esirgemeyen kayınpederim ve
kayınvalidem Cemal ve Olcay ÖZBEK‟e sonsuz teĢekkürlerimi sunarım.
Doktora eğitimim süresince bana destek olan ve sabır gösteren
amirim Sayın Emel ĠLHAN TAHAOĞLU‟na teĢekkürlerimi sunmayı bir borç
bilirim.
Son olarak, gerek derslerde, gerekse tez çalıĢmamda desteklerini,
ilgi ve alakalarını esirgemeyen değerli sınıf arkadaĢlarım Metin GÜNAL,
Aytekin CANTEKĠN, Mehmet KURUM, ġehnaz YAġAR, Gökhan ÇAPAR,
Zeynep ÜNSAL ve Mahir TERZĠ‟ye; çalıĢma arkadaĢlarım Mustafa
BOZKURT, Türksev ĠNAM ve Ġnan AÇIK‟a sonsuz teĢekkürlerimi sunarım.
i
T.C.
KARA HARP OKULU
SAVUNMA BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
GÜVENLĠK BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
ANKARA 2012
2003 IRAK SAVAġI ÖRNEĞĠNDE ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI
ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
DOKTORA TEZĠ
SERKAN YENAL
ÖZET
Bu tezde, 2003 Irak SavaĢı‟nda ve savaĢ sonrasında Ġsrail‟in
politikaları ve Ġsrail‟in ABD politikalarına olan etkisi incelenmektedir.
Üç bölümden oluĢan çalıĢmanın birinci bölümünde Ġsrail‟in ABD
Politikaları üzerindeki etkisi ve bu etkinin gerekçeleri değerlendirilmiĢtir.
Ġkinci bölümde Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikaları değerlendirilmiĢ,
Ġsrail‟in SavaĢ kararı alınmasına yönelik lobicilik faaliyetleri değerlendirilmiĢtir.
Bölümde ayrıca Irak SavaĢı‟nın resmi gerekçeleri ve savaĢ sonrasında
Irak‟taki durum incelenerek, savaĢın ilan edilen resmi gerekçelerinin ne
derece geçerli olduğu değerlendirilmiĢtir.
Üçüncü bölümde Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik politikaları
ve ABD ve bölge ülkeleri ile iliĢkileri değerlendirilmiĢ, savaĢ sonrasında Orta
Doğu‟da yaĢanan geliĢmelerin Ġsrail güvenliğine etkisi tartıĢılmıĢtır.
ii
ÇalıĢmada
ayrıca
Bilkent,
Ahi
Evran
ve
Kudüs
Ġbrani
Üniversitelerinden Türk ve yabancı öğretim üyeleri ile yapılan mülakatları
içeren bir uygulama bölümü oluĢturulmuĢtur.
Anahtar Kelimeler : Irak, 2003 Irak SavaĢı, Ġsrail, Güvenlik, Ġsrail‟in
Politikaları, Ġsrail‟in ABD Politikaları Üzerindeki Etkisi
Tez Yöneticisi
: Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN
Sayfa Sayısı
: 296
iii
T.R.
TURKISH MILITARY ACADEMY
DEFENSE SCIENCE INSTITUTE
DEPARTMENT OF SECURITY SCIENCES
ANKARA 2012
EVALUATION of the EFFECT of ISRAEL on U.S. POLICIES WITH the
EXAMPLE of 2003 IRAQ WAR
DOCTORATE THESIS
SERKAN YENAL
ABSRACT
In this thesis, Israel‟s policies in and after 2003 Iraq War and the effect
of Israel on U.S. policies have been examined.
In the first part of the study consisting of three parts, effect of Israel on
U.S.A. policies and the reasons of this effect have been evaluated.
In the second part, Israel‟s policies in the Iraq War have been
evaluated and Israel‟s lobby activities aimed at war decision have been
examined. In this part, in addition, by examining official reasons of the Iraq
War and the situation in Iraq after the war, how valid the declared reasons of
Iraq War are has been evaluated.
In the third part, Israel‟s security policies after the Iraq War and its
relationships with U.S.A. and countries in the region have been evaluated
and the effect of the developments after the war in the Middle East on Israel‟s
security has been discussed.
iv
In addition, a workshop part consisting of interviews with Turkish and
foreign lecturers from Bilkent University, Ahi Evran University and Hebrew
University of Jerusalem has been constituted in the study.
Keywords
: Iraq, 2003 Iraq War, Israel, Security, Israel‟s Policies,
The Effect of Israel on U.S. Policies
Advisor
: Prof. Dr. Türel YILMAZ ġAHĠN
Number of Pages : 296
v
ĠÇĠNDEKĠLER
TEġEKKÜR...................................................................................................... i
ÖZET .............................................................................................................. ii
ABSRACT ...................................................................................................... iv
ĠÇĠNDEKĠLER ................................................................................................ vi
TABLOLAR LĠSTESĠ ...................................................................................... ix
ġEKĠLLER LĠSTESĠ ...................................................................................... xi
KISALTMALAR LĠSTESĠ .............................................................................. xii
ÖN SÖZ ....................................................................................................... xvi
GĠRĠġ ............................................................................................................. 1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ĠSRAĠL'ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE ......................................................................... 3
a.
DıĢ Politika Kavramı ........................................................................... 3
b.
DıĢ Politika Analizi ve Analiz Seviyesi Sorunu ................................... 4
c.
DıĢ Politikada Karar Alma YaklaĢımı .................................................. 6
ç.
Karar Alma Süreci ve Bu Süreçte Etkili Olan Faktörler ....................... 8
2. ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠNĠN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ ........................................ 9
a.
George W. Bush Dönemi Öncesinde ĠliĢkiler ..................................... 9
b.
George W. Bush Döneminde ĠliĢkiler (2001-2009) ........................... 29
c.
11 Eylül Sonrası ABD Güvenlik Politikalarının Değerlendirilmesi ..... 31
(1) Önleyici VuruĢ Doktrini ............................................................... 39
(2) Büyük Orta Doğu Projesi .......................................................... 47
(a) Büyük Orta Doğu Projesinin Siyasi Boyutu………………….53
vi
(b) Büyük Orta Doğu Projesinin Ekonomik Boyutu……………..54
(c) Büyük Orta Doğu Projesinin Enerji Boyutu………………….55
(ç) Büyük Orta Doğu Projesinin Dini Boyutu…………………….55
(d) Büyük Orta Doğu Projesinin Güvenlik Boyutu………………57
3. EVANGELĠSTLER VE ĠSRAĠL ĠLE OLAN BAĞLANTILARI .................... 59
4. YENĠ MUHAFAZAKÂR ĠDEOLOJĠ VE ĠSRAĠL BAĞLANTISI .................. 62
5. ABD‟DE YER ALAN ĠSRAĠL YANLISI DÜġÜNCE KURULUġLARI ve
ABD POLĠTĠKALARINA OLAN ETKĠLERĠ............................................... 67
6. ABD‟DE ĠSRAĠL‟ĠN LOBĠCĠLĠK FAALĠYETLERĠNĠN GELĠġĠMĠ ve
LOBĠNĠN ABD POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ............................................... 72
a.
Amerikan Siyonist Hareketi .............................................................. 76
b.
Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi ........................................... 78
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
IRAK SAVAġINDA ĠSRAĠL'ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
1. IRAK SAVAġI ÖNCESĠNDE ĠSRAĠL‟ĠN IRAK‟TAN TEHDĠT ALGISI ve BU
TEHDĠDE KARġI GELĠġTĠRĠLEN STRATEJĠLER .................................. 92
a.
2003 Irak SavaĢı Öncesinde Irak‟ın Analizi ...................................... 92
b.
Ġsrail-Irak Gerginliğinin GeliĢimi ...................................................... 106
c.
Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle ĠliĢkileri ........................................................ 116
(1) Ġsrail Devleti Kurulmadan Önce Yahudi-Kürt ĠliĢkileri ve Irak
Yahudileri ................................................................................. 116
(2) Ġsrail Devletinin Kurulması Sonrasında Yahudi-Kürt ĠliĢkileri .... 120
2. IRAK SAVAġI‟NDA ĠSRAĠL LOBĠSĠNĠN propaganda faaliyetleri ........... 128
a.
Ġsrail Yanlısı Yeni Muhafazakârların Irak SavaĢı Propagandaları ... 130
b.
Ġsrail Yanlısı DüĢünce KuruluĢlarının Irak SavaĢı‟na Olan Etkisi .... 134
3. IRAK SAVAġI‟NIN GEREKÇELERĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ......... 140
a.
Irak SavaĢının Ġlan Edilen Resmi Gerekçeleri ................................ 144
(1) Irak‟ta Kitle Ġmha Silahları Bulunduğu Ġddiası ........................... 144
vii
(2) Saddam Hüseyin Yönetiminin Uluslararası Terörizme Destek
Verdiği Ġddiası .......................................................................... 157
(3) Irak‟ı DemokratikleĢtirmek, Irak Halkını ÖzgürleĢtirmek Ġddiası162
(4) Irak SavaĢının Enerji Güvenliği Açısından Değerlendirilmesi .. 184
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL'ĠN POLĠTĠKALARININ
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
1. ĠSRAĠL‟ĠN TERÖRĠZM ALGISI ve ĠSRAĠL‟DE FAALĠYET GÖSTEREN
BELLĠ BAġLI TERÖR ÖRGÜTLERĠ: .................................................... 198
a.
El Fetih ........................................................................................... 199
b.
HAMAS .......................................................................................... 203
c.
Lübnan Hizbullah‟ı .......................................................................... 208
ç.
Filistin Ġslami Cihad Örgütü ............................................................ 213
2. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠ ....................... 215
3. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-IRAK ĠLĠġKĠLERĠ ...................... 218
4. IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL‟ĠN BÖLGE ÜLKELERĠ ĠLE
ĠLĠġKĠLERĠ ............................................................................................ 223
a.
Ġsrail Ġran ĠliĢkileri ............................................................................ 223
b.
Ġsrail Suriye ĠliĢkileri ........................................................................ 230
c.
Ġsrail Lübnan ĠliĢkileri ...................................................................... 233
ç.
Ġsrail Mısır ĠliĢkileri .......................................................................... 235
d.
Ġsrail Türkiye ĠliĢkileri ...................................................................... 239
5. ORTA DOĞU‟DA YAġANAN DEMOKRASĠ HAREKETLERĠ VE ĠSRAĠL‟E
ETKĠSĠ………………………………………………………………………..250
SONUÇ……………………………………………………………………………259
KAYNAKÇA………………………………………………………………………274
EKĠ………………………………………………………………………………...296
viii
TABLOLAR LĠSTESĠ
Sayfa
Tablo-1 : Yıllar Ġçinde Ġsrail‟e Yapılan ABD Yardımları .............................. 25
Tablo-2 : ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım Miktarları . 26
Tablo-3 : Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri ........................................ 84
Tablo-4 : Ġsrail Lobisinin ABD‟de Yaptığı BağıĢ Miktarları ......................... 87
Tablo-5 : ABD‟deki Arap Nüfus ve Gelinen Ülkeye Göre Dağılımı……….90
Tablo-6 : Bush Yönetiminde Görev Alan PNAC Üyeleri .......................... 137
Tablo 7 : Saddam Hüseyin Yönetimince Kullanıldığı Ġddia Edilen Silahlar
ve Sonuçları…………………………………………………. …...145
Tablo-8 : Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar…153
Tablo-9 : Irak SavaĢı ve Sonrasında ġiddet Eylemleri ile Meydana Gelen
Sivil Ölümleri.............................................................................170
Tablo-10: Irak‟ta ÇeĢitli Kaynaklara Göre Sivil Ölüm Rakamları ............. 171
Tablo-11: Ġntihar Saldırılar, Araç Bombalama Eylemleri ve Silahla Vurularak
Ölen Iraklı Sivil Oranları ........................................................... 171
Tablo-12: 2003-2007 Arasında Irak‟ta Önemli Siyasi Suikastlar .............. 172
Tablo-13: ĠĢgal Sonrasında Irak‟ın Temel Göstergeleri ............................ 174
Tablo-14: Ocak 2005 Seçim Sonuçları .................................................... 179
Tablo-15: 2005 Aralık Seçim Sonuçları .................................................... 180
ix
Tablo-16: Irak‟ta ÇeĢitli Grupların Milis Sayıları ....................................... 181
Tablo-17: Mart 2010 Seçim Sonuçları ...................................................... 182
Tablo 18: Dünya Çapında KanıtlanmıĢ Petrol Rezervleri ......................... 185
Tablo 19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Ġthal Edilen
Petrol Miktarları ve Genel Petrol Ġthalatı Ġçindeki Yüzdeleri ..... 187
Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı………………….189
Tablo 21: 1950‟den 2006‟ya kadar Ġngiltere‟nin Petrol Ġthalat Yüzdeleri .. 193
Tablo 22: Yıllar Ġtibarıyla ABD Ġçindeki Petrol Fiyatları ............................. 194
Tablo 23: Irak Petrol Ġstatistikleri .............................................................. 195
Tablo-24: ABD‟nin Ġsrail‟e Irak SavaĢı‟ndan Bu Yana Yaptığı Yardım
Miktarları……………………………………………………………218
Tablo-25: Suriye‟nin Askeri Gücü ............................................................. 232
Tablo-26: Yıllar Ġtibariyle, Türkiye-Ġsrail Ticari ĠliĢkileri.............................. 242
Tablo-27: Türkiye-Ġsrail Arasındaki Ticari AntlaĢma ve Toplantılar .......... 243
x
ġEKĠLLER LĠSTESĠ
Sayfa
ġekil-1 : 3‟er Yıllık Dönemlerde ABD‟nin Ġsrail‟e Nakit Yardım Miktarları . 24
ġekil-2 : ABD Halkının Orta Doğu‟da Sempati Duyduğu Halklar .............. 81
ġekil-3 : ABD Parlamentosunda Ġsrail Sempatizanlığı ............................. 82
ġekil-4 : 1990-2005 Arasında Ġsrail ve Arap Lobisi Federal BağıĢları ...... 88
ġekil-5 : Körfez SavaĢı Sonrasında Irak‟ta UçuĢa Yasak Bölgeler ....... 103
ġekil-6 : Irak‟ta Dini ve Etnik Grupların Dağılımı .................................... 121
ġekil 7 : Dünya Petrol Rezervleri (2009) ................................................ 185
ġekil 8 : 1990-2009 Yılları Arası Irak Petrol Ġstatistikleri ........................ 186
ġekil-9 : Irak Kaynaklı Petrol Boru Hatları .............................................. 221
xi
KISALTMALAR LĠSTESĠ
AB
: Avrupa Birliği
ADL
: Anti Defamation League (Hakaret Aleyhtarı Birlik)
ALF
: Arab Liberation Front (Arap Özgürlük Cephesi)
AIPAC
: American Israel Public Affairs Committee (Amerikan Ġsrail
Kamu ĠĢleri Komitesi)
AT
: Avrupa Topluluğu
ABD
: Amerika BirleĢik Devletleri
BM
: BirleĢmiĢ Milletler
BESA
: The Begin-Sadat Center for Strategic Studies (Begin-Sedat
Stratejik AraĢtırma Enstitüsü)
BOP
: Büyük Orta Doğu Projesi
CIA
: Central Intelligence Agency (Amerikan Merkezi Haber
Alma TeĢkilatı)
CIPAC
: Christian’s Israel Public Action Campaign (Hıristiyanların
Ġsrail Halk Eylem Kampanyası)
CMCU
: Center Muslim Religious Freedom Committee (Müslüman
Dini Özgürlükler Komite Merkezi)
CPA
: Coalition Provisional Authority (Geçici Koalisyon Otoritesi)
CSIS
: Center of Strategic International Studies (Uluslararası
Stratejik ÇalıĢmalar Merkezi)
xii
DCI
: Director of the Central Intelligence Agency (Merkezi Haber
Alma TeĢkilatı Yöneticisi)
ECSC
: European Coal and Steel Community (Avrupa Kömür ve
Çelik Birliği)
FDHKC
: Filistin Demokratik Halk KurtuluĢ Cephesi
FHKC
: Filistin Halk KurtuluĢ Cephesi
FKÖ
: Filistin KurtuluĢ Örgütü
GATT
: General Agreement on Tariffs and Trade (Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret AntlaĢması)
HDAC
: House Democracy Asistance Commission (Demokrasi
Yardım Komisyonu)
IAEA
: International Atomic Energy Agency (Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı)
IGC
: Iraq Governing Council (Irak Yönetim Konseyi)
IMF
: International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)
KDP
: Kürdistan Demokrat Partisi
KOBĠ
: Küçük ve Orta Boy ĠĢletmeler
KYB
: Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi
MAI
: Multilateral Agreement On Investment (Çok Taraflı Yatırım
AntlaĢması)
MCA
: Millenium Challenge Account (Binyılın Mücadelesi Hesabı)
xiii
NAFTA
: North American Free Trade Agreement (Kuzey Amerika
Ülkeleri Serbest Ticaret AntlaĢması)
NATO
: North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik
AntlaĢması Örgütü)
OECD
: Organization for Economic Co-operation and Development
(Ġktisadi ĠĢbirliği ve GeliĢme TeĢkilatı)
OEF
: Operation Enduring Freedom (Sonsuz Özgürlük
Operasyonu)
ORHA
: Office of Reconstruction and Humanitarian Asistance
(Yeniden Yapılandırma ve Ġnsani Yardım Ofisi)
PNAC
: Project for the New American Century (Yeni Amerikan
Yüzyılı Projesi)
RAND
: Research and Development (AraĢtırma ve GeliĢtirme)
SSCB
: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TAL
: Transitional Administrative Law (Geçici Anayasa)
UAEA
: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
UN
: United Nations (BirleĢmiĢ Milletler)
UNMOVIC
: United Nations Monitoring, Verification and Inspection
Commission (BirleĢmiĢ Milletler Ġzleme Değerlendirme ve
Denetleme Komisyonu)
UNSCOM
: United Nations Special Commission (BirleĢmiĢ Milletler
Özel Komisyonu)
UNSCOP
: United Nations Special Committee on Paletsine (BirleĢmiĢ
Milletler Filistin Özel Komitesi)
xiv
UNDP
: United Nations Development Programme (BirleĢmiĢ
Milletler Kalkınma Programı)
U.S.
: United States (BirleĢik Devletler)
WTO
: World Trade Organization (Dünya Ticaret Örgütü)
ZOA
: Zionist Organization of America (Amerika Siyonist Örgütü)
xv
ÖN SÖZ
Orta Doğu doğası gereği Dünyanın her tarafında araĢtırmacıların ilgi
gösterdiği, bu sebeple bakıĢ açılarına göre son derece çeĢitli ve zengin bir
literatürün bulunduğu bir çalıĢma alanıdır.
Bölge ile ilgili çok miktarda akademik yabancı kaynağa rastlanmasına
rağmen Türkiye‟ye bakıldığında, yapılan çalıĢmalar son dönemde artıĢ
gösterse de, Türkiye‟nin dıĢ politikasının gerektirdiği boyutlara ulaĢabilmiĢ
değildir.
Literatürde Ġsrail ve ABD‟nin Orta Doğu Politikaları ile ilgili çalıĢmalar
incelendiğinde, önemli miktarda sahip olunan siyasi görüĢ ya da eğilim
doğrultusunda
yazılmıĢ,
objektiflikten
uzak
kaynak
bulunduğu
göze
çarpmaktadır. ÇalıĢmaya baĢlanırken bütün ön yargılardan uzak, objektif ve
bilimsel bir çalıĢma ortaya koymak amaçlanmıĢtır.
Ülkemiz politikalarına ıĢık tutması ve Dünya barıĢına katkıda
bulunması ümidiyle…
xvi
GĠRĠġ
Ġsrail, bağımsızlığını ilan ettiği 14 Mayıs 1948 tarihinden itibaren dıĢ
politikasını, güvenlik ve beka üzerine oluĢturmuĢtur. Ġsrail tarihi bulunduğu
bölgede komĢuları ve diğer Arap Devletleri ile sürekli mücadele içinde
geçmiĢtir. Bu durum, Ġsrail‟in adeta bir paranoya içerisinde hareket etmesine
ve dıĢ politikasını bu politik psikoloji içinde oluĢturmasına neden olmuĢtur.
Ġsrail devletini kuruluĢundan hemen sonra tanıyan ABD, Orta Doğu ile
ilgili planlarında önemli bir müttefik olarak gördüğü Ġsrail‟e büyük önem
vermiĢtir. Ġsrail‟in güvenliği ve varlığını sürdürmesi,
ABD dıĢ politikasının
birincil öncelikli konuları arasındadır. ÇalıĢmada bu durumun nedenlerine
farklı boyutları ile yer verilmiĢtir.
Irak, Ġsrail‟i diğer pek çok Arap ülkesi gibi halen tanımamıĢtır. Bu
sebeple Irak ve Ġsrail arasında doğrudan diplomatik iliĢki kurulmamıĢtır. Ġsrail,
1. Arap Ġsrail SavaĢı‟na katılanlar arasında yer alan Irak ile savaĢ sonrasında
ateĢkes antlaĢması imzalamamıĢtır. Bu anlamda iki devlet arasındaki savaĢ
durumu halen sona ermemiĢtir. Ġsrail Irak‟ı özellikle 2003 Irak SavaĢı
öncesinde ciddi bir tehdit olarak görmüĢ ve Orta Doğu politikalarını buna göre
oluĢturmuĢtur. ÇalıĢmada, Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟ndaki politikaları ve savaĢ
kararı alınmasındaki rolüne yer verilmiĢtir.
Irak‟a yönelik operasyonun ilan edilen gerekçeleri arasında, Irak‟ta
bulunan kitle imha silahlarının yok edilmesi ve üretim kapasitesinin
sonlandırılması, Irak‟ın teröre verdiği desteğin kesilmesi ve Irak halkının
özgürleĢtirilmesi bulunuyordu. ÇalıĢmada, bu gerekçelerin geçerlilikleri
tartıĢılmıĢ ayrıca savaĢın arka planında yer alabilecek farklı gerekçelere
değinilmiĢtir.
1
Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikalarını analiz edebilmek amacıyla Irak
SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik politikalarına ve bölge ülkeleri ile
iliĢkilerine yer verilmiĢtir. Bu noktada son dönemde Orta Doğu‟da Arap
Baharı olarak da nitelendirilen geliĢmeler de değerlendirilmiĢ; söz konusu
geliĢmelerin Ġsrail‟in politikalarına etkisi incelenmiĢtir.
ÇalıĢmaya katkı sağlamak amacıyla çalıĢmanı ekinde bir de mülakat
bölümü oluĢturulmuĢtur. Bu amaçla Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden
Prof. Dr. Norman STONE ve Ahi Evran Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd.
Doç. Dr. Serhat ERKMEN ile yüz yüze görüĢme yöntemi ile Kudüs Ġbrani
Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Piki Ish-Shalom ile de e-posta yoluyla
mülakatlar yapılmıĢtır.
2
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ĠSRAĠL’ĠN ABD POLĠTĠKALARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Eski çağlardan beri her birey, her topluluk ve kurulmuĢ her devlet gibi
Ġsrail için de güvenlik ve varlığını sürdürmek, her dönemde birinci öncelikli
konular arasında yer almıĢtır. KuruluĢundan bu yana bulunduğu coğrafyada
çok önemli sorunlarla yüz yüze kalan, etrafındaki ülkelerle defalarca çatıĢan
Ġsrail,
dıĢ
politikasını
da
güvenlik
ve
varlığını
sürdürmek
üzerine
kurgulamıĢtır.
ABD, Ġsrail Devletinin kuruluĢundan bu yana Ġsrail‟e desteğini açık bir
biçimde sürdürmüĢtür. Ġsrail ABD‟nin Orta Doğu politikalarında da çok önemli
yer tutmuĢtur. Bununla birlikte Ġsrail çeĢitli unsurlar vasıtasıyla ABD
politikalarını yönlendiren, karar alma süreçlerine etki eden bir ülke
konumundadır. Bu bölümde öncelikle dıĢ politika, dıĢ politika analizi ve analiz
düzeyleri incelenecek, ardından Ġsrail‟in ABD politikaları üzerindeki etkisinin
hangi unsurlarla sağlandığı incelenecektir.
1.
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
a.
DıĢ Politika Kavramı
Uluslararası iliĢkiler alanında “dıĢ politika” kavramının açık ve
üzerinde uzlaĢılmıĢ bir tanımı bulunmamaktadır. Devlet aktörü açısından
değerlendirildiğinde dıĢ politika kavramı, “bir devletin birbirleriyle bağlantılı iç
ve
dıĢ
amaçlarının
gerçekleĢtirilerek,
kendine
yönelik
tehditlerin
etkisizleĢtirilmesine
yönelik
uygulanan
plan
(strateji)”
biçiminde
tanımlanabilecektir (Aykan, 2008: 31).
Diğer bir tanıma göre de dıĢ politika “belirli bir iliĢki ya da durumda
devlet liderlerinin, devletlerin amaç ve çıkarları doğrultusunda uygulamayı
kararlaĢtırdıkları stratejiler ve bu stratejilerin uygulanmasında gerekli
araçlardır” (Kahraman, 2007: 175). Bu noktada devletlerin dıĢ politikası, belirli
bir iliĢki ya da durumda devletlerin öncelikleri doğrultusunda alınan kararlar
ve izlenen siyasetle ilgilidir.
b.
DıĢ Politika Analizi ve Analiz Seviyesi Sorunu
DıĢ politika analizi, dıĢ politika kararlarını kimlerin, hangi gerekçe
ile ve hangi koĢullar altında aldığıyla ilgilenmektedir (Efegil, 2012: 27). Diğer
bir ifadeyle dıĢ politika analizinde karar verme sürecine ve karar vericiler
üzerinde etkili olan ulusal ya da uluslararası faktörler incelenmektedir
(Kalaycı ve Yetim, 2012: 103). Buna göre dıĢ politika analizi, rejim biçimi,
bürokratik politikalar, çıkar grupları, sosyal ve bireysel psikoloji ve diğer pek
çok bağımsız değiĢkenin devlet yönetimlerinin kararlarını nasıl etkilediğini
incelemektedir (Walt [web], 2011).
Bir devletin dıĢ politikasının içinde oluĢtuğu ortamı aĢağıdaki gibi
incelemek mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 167):

Genel Ortam: Fiziki Çevre(Coğrafi/Topoğrafik Yapı, Denizler, Mevki ve
Jeopolitik, Doğal Kaynaklar; BeĢeri Çevre (Nüfus ve Nüfus Hareketleri,
Etnik ve dini farklılaĢmalar),

Ġçsel Ortam: Sosyo-Politik Yapı (Siyasal Rejim ve Kamuoyu), Karar
Alma Süreci (Karar Alma Zemini, Karar Alıcılar),

DıĢsal Ortam: Uluslararası Sistem (Güç Dengesi, Uluslararası Hukuk,
Uluslararası Örgütler).
4
J. David Singer, 1961‟de dıĢ politikada analiz sorunlarına değindiği
çalıĢmasında, hangi bilim dalında olursa olsun araĢtırmacının izleyebileceği
farklı yöntemler bulunduğunu, araĢtırmacının parça ya da bütün üzerine
odaklanma; bileĢenler ya da sistemin bütünü üzerinde çalıĢma yapma imkânı
olduğunu belirtmiĢtir. Singer‟a göre genel sistem teorisinde, araĢtırmacı her
zaman bir sistem, onun alt sistemleri ve kendi ortamları ile karĢı karĢıyadır ve
kendisine sistem seçerken, küçük bir organizmadan, evrenin kendisine kadar
geniĢ bir çevrede tercihte bulunabilir (Singer, 1961: 77).
Singer, uluslararası sistem ya da ulus devletin analiz seviyesi olarak
alınmasına göre ikili bir ayrıma gitmiĢtir. Buna göre, analiz seviyesi olarak
uluslararası sistemin alınması durumunda, bu seviyede uluslararası iliĢkileri
olduğu gibi inceleme imkânı elde edilebilir. Odaklanılan seviyeden daha
aĢağıda ve daha kısmi bir seviyeye odaklandığımız zaman ise, kapsamın
daralması ve gerekliliğin azalması söz konusudur. Sistem odaklı model
araĢtırmacılara önemli avantajlar yanında bazı zorluklar da getirmektedir.
Öncelikle, sistemin ulusal aktörler üzerindeki etkisini abartan bir yol çizer
ancak tersine aktörlerin sistem üzerindeki etkisini azaltır. Buna göre sistem
odaklı modelde, daha fazla ulusal otonomi ve bağımsız karar alma
kavramlarından uzaklaĢarak, daha deterministik bir yöne kayma söz
konusudur. Ġkinci olarak bu özel analiz seviyesi kaçınılmaz biçimde, ulusal
aktörlerimizin operasyonel kodları üzerinde yüksek seviyede bir yeknesaklık
gerektirir. BaĢka bir ifadeyle, bütüne odaklandığımızda, parçalardaki davranıĢ
farklılığına küçük bir bölüm ayırmamız söz konusudur (Singer, 1961: 80-82).
Singer, analiz seviyesi olarak ulus devletin alınmasının en önemli
avantajının, uluslararası sistemde yer alan aktörler üzerinde önemli
farklılıkların bulunmasına izin vermesi olduğu ifade etmiĢtir. Ulusal aktörlerde
büyük benzerliklere gerek duymaması, araĢtırmacıya aktörlerin çok detaylı
biçimde incelenmesine imkân tanıması diğer önemli avantajları iken, bir aktör
olarak
ulusa
odaklanıldığında,
genellikle
5
sistemik
odaklanmadan
kaynaklanan yanlıĢ homojenizasyonu engellememizi sağlar aynı zamanda
bizi alt-sistemik aktörler arasındaki farklılıkları abartmamıza da yol açabilir.
Alt sistemik odaklılık, özel çerçevesi içinde bize karar alma yaklaĢımlarının
herhangi bir türünü uygulama imkânı tanır. Alt sistemik odaklılığın bir diğer
belki de en önemli özelliği de hedefler, motivasyon ve ulusal siyaset
amaçların anlaĢılması amacıyla yöneltilebilecek soruları artırmasıdır. (Singer,
1961: 82-85).
Buradaki sorun, yapılan tasvir, açıklama ya da tahminin gerçeğe ne
derecede yaklaĢtığının bilinmesidir. Nitekim dıĢ politika analizlerinde genel
geçer ya da kısmi bir teoriden bahsetmek zordur. Bunun yerine, alanda farklı
ve çeĢitli yaklaĢımların bulunduğunu ifade etmek daha gerçekçidir. Nitekim
Singer‟in öncü çalıĢmasından sonra yapılan sınıflandırmalar yazarın klasik
ikili ayrımının geçerliliğini ortadan kaldırmamıĢtır. Sonraki dönemde ortaya
çıkan analiz farklılıkları, Singer‟in çalıĢması sonrasında uluslararası politikada
ve
bu
alanda
kullanılan
yaklaĢımlardaki
değiĢimlerle
ilgili
olarak
sınıflandırmalara dahil edilen birey ve bölge düzeylerinin varlığıdır.
Günümüzde bu düzeylerin haricinde
uluslararası kuruluĢlar da bir düzey
olarak ortaya çıkmıĢtır (Sönmezoğlu, 2005: 76-78).
Sonuçta günümüz uluslararası politika alanında, kullanılan beĢ analiz
düzeyi olduğu ifade edilebilecektir: Birey/grup, devlet, uluslararası kuruluĢlar,
alt-sistem ve küresel sistem. Bununla birlikte bu düzeyleri de aktör düzeyi
(birey/grup, devlet, uluslararası kuruluĢlar) ve sistem düzeyi (alt sistem,
kürsel sistem) olarak iki gruba ayırmak mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 7678).
c.
DıĢ Politikada Karar Alma YaklaĢımı
DıĢ politikada karar alma kavramı, “mevcut seçenekler arasında
ulusal çıkara en uygun yolu seçmek ya da ulusal çıkara uygun mevcut
6
olanaklar çerçevesinde bir politika ve davranıĢ biçimi belirleyip uygulamak”
biçiminde tanımlanmaktadır. Bütün ülkeler dıĢ politikalarında karar alırken
tarihi, kültürel coğrafi, güvenlik öncelikleri, ekonomi, askeri güç ve yönetim
biçimi gibi temel unsurlardan etkilenmektedir (Çakmak, 2008: 39).
Karar alma sürecine iliĢkin önde gelen çalıĢmalar, Synder tarafından
gerçekleĢtirilmiĢtir. Synder‟e göre karar alıcılar, insani ve fiziksel unsurları bir
arada tutan üç önemli uyarandan oluĢmaktadır: “iç çevre, dıĢ çevre ve
örgütsel çevre.” Yine Synder‟in karar alma yaklaĢımında devlet temel aktör
olsa da buradaki devlet tanımı, resmi karar alıcılar bağlamında bir tanımdır.
Buna göre “devlet aktördür” yerine “resmi karar alıcılar aktördür” yaklaĢımı ön
plandadır (Kahraman, 2007: 176-177).
Bilindiği üzere, ülkelerin dıĢ politikaları alınan bazı kararların
uygulanması ile gerçekleĢmektedir. Buna göre, dıĢ politika analizlerinde bazı
araĢtırmacılar, ülkelerin siyasal ve hukuki yapılarına odaklanmaktadır ki bu
tür analizler, uygulamada yer alan çeĢitli karar alıcıların ve bürokrasinin çeĢitli
kademelerindeki görevlilerin konumlarının belirlendiği bir kurumsal yapıyı ön
plana çıkarmaktadır. Bununla birlikte bu tür bir analiz, bir ülkenin dıĢ
politikasına iliĢkin olarak bu kararların oluĢum ve uygulamasından çok bu
kararların oluĢum ve uygulamasındaki sınırları inceleme imkânı tanımaktadır.
DıĢ politikanın nasıl oluĢtuğunu anlamak içinse çeĢitli düzeylerdeki karar
alıcıların ve bürokrasinin çeĢitli kademelerindeki görevlilerin de içinde yer
aldığı karar alma sürecini ve bu süreci etkileyen çeĢitli faktörleri, diğer bir
ifadeyle karar alma ortamını incelemek gerekmektedir. Zira dıĢ politika
kararları normalde, belirli türdeki karar yapıları içinde yer alan bireylerce
alınmaktadır. Bu yapılardaki farklılaĢmalar genellikle oluĢacak karar sürecini
de değiĢtirmektedir. Karar süreçlerindeki değiĢiklikler de davranıĢsal
sonuçlarda farklılaĢmalara yol açmaktadır (Sönmezoğlu, 2005: 209-210).
7
ç. Karar Alma Süreci ve Bu Süreçte Etkili Olan Faktörler
DıĢ politikaya iliĢkin kararların ortaya çıkıĢ süreci ile ilgili olarak,
literatürde farklı yaklaĢımlar olmakla birlikte, yaklaĢımların ortak özelliklerini
içeren öğeleri aĢağıdaki gibi ifade etmek mümkündür (Sönmezoğlu, 2005:
215-222):
 Bilgi, Görüntü ve Algılama: Karar alma süreci, karar alınması gereken
bir konuya iliĢkin bilgi ve görüntülerin, çeĢitli kiĢi (diplomatik temsilciler,
istihbaratçılar vb. ) ve araçlar (kitle iletiĢim araçları vb.) vasıtasıyla, karar
alıcıya ulaĢması ve karar alıcı tarafından bu bilgilerin algılanması
gerekmektedir.
 Durumun Tanımlanması: Elde edilen bilgi ve görüntülere dayanarak
gerçekleĢen doğru ya da yanlıĢ algılama sonucunda, karĢı karĢıya
kalınan mevcut durumun belirlendiği aĢamadır.
 Tercih Yapılması: KarĢı karĢıya kalınan durumun belirlenmesi
neticesinde ortaya çıkan seçenekler arasında, karar alıcının uygulanacak
politikalar konusunda tercihlerin değerlendirildiği aĢamayı ifade eder.
 Karar Alma ve Uygulama AĢaması: Belirli bir durumda, ortadaki
seçeneklerin değerlendirilmesi neticesinde alınacak kararların belirlendiği
ve uygulamaya geçildiği aĢamadır.
Karar alma sürecini oluĢturan aĢama ve öğeler ile devletin örgütlenme
biçimi arasında önemli benzerlik bulunsa da her devlet için bire bir aynı
değildir. DıĢ politika kararları, çeĢitli faktörlerin etkisi ile farklılaĢan “karar
birimleri” içerisinde oluĢmaktadır. Bu yapısal farklılıklar, karar alma süreci ve
nihai karar üzerinde önemli etkiye sahiptir. Karar alma sürecini etkileyen
diğer bir faktör de karar alıcının özellikleridir. Buna göre karar alıcının kiĢisel
özellikleri yanında inançları önemli etkiye sahiptir. Bu iki faktör dıĢında, karar
alınacak konunun ve içinde bulunan durumun niteliği de karar alma
davranıĢını etkileyen önemli bir faktördür. Buna göre içinde bulunulan
8
durumun genel, idari ya da kriz durumu oluĢuna göre farklı kararlar alınması
mümkündür (Sönmezoğlu, 2005: 222-234).
2.
ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠNĠN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ
KuruluĢundan 11 dakika sonrasında Ġsrail‟i tanıyan ilk ülke olan ABD
ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki çıkarları ve izledikleri politikalar, yakın geçmiĢte
olduğu gibi günümüzde de birbirlerine paralel bir seyir izlemektedir. Bu
durumun farklı gerekçelerini değerlendirmeden önce, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin
tarihi geliĢiminin incelenmesi yerinde olacaktır. Bu süreç, George W. Bush
dönemi öncesine kadar ve George W. Bush dönemi ve sonraki iliĢkiler
biçiminde incelenecek ve Irak SavaĢı‟na giden süreçte Ġsrail-ABD iliĢkilerinin
savaĢa ne derecede etkili olduğu anlaĢılmaya çalıĢılacaktır.
a.
George W. Bush Dönemi Öncesinde ĠliĢkiler
ABD‟nin Orta Doğu‟ya olan ilgisinin Ġkinci Dünya SavaĢı
sonrasında baĢladığı ifade edilebilir. Ġkinci Dünya SavaĢı öncesinde, ABD‟nin
bölge ile iliĢkisi ise, özel Ģirketler ve kuruluĢlar aracılığıyla ve ticari iliĢkiler
biçiminde gerçekleĢmiĢtir (Bilgiç, 2005: 89). Balfour Deklarasyonunun
ardından 1918‟de ABD Senatosu, aldığı kararla Balfour Deklarasyonu‟na
desteğini açıklamıĢtır (Goldman, 2009: 603).
Birinci Dünya SavaĢı bitimi öncesine kadar ABD BaĢkanı Wilson‟un
ilan ettiği ilkeler çerçevesinde, ABD‟nin Orta Doğu politikası da ĢekillenmiĢtir.
Birinci Dünya SavaĢı sonrasında ise ABD, Ġngiltere‟nin Orta Doğu politikasına
paralel bir politika izlemiĢ ve Ġngiltere ile uyumlu adımlar atmıĢtır. Bu
doğrultuda, Filistin‟in Ġngiliz mandasına girmesine de karĢı çıkmamıĢtır. Ġki
savaĢ arası dönemde ise petrolün çekiciliğinin artması sebebiyle, ABD‟li
9
Ģirketlerin Orta Doğu‟ya olan ilgisi, ABD‟nin Orta Doğu politikalarını revize
etmesine yol açmıĢtır (Bilgiç, 205: 91-92).
Reich‟ın (1995: 8) “özel bir iliĢki” biçiminde tanımladığı ABD-Ġsrail
iliĢkileri, Ġsrail‟in varlığını sürdürmesi, güvenliği, refahının sağlanması ve
bağımsızlığının teminine odaklanmıĢtır.
Lieber‟e göre, Ġsrail ve ABD arasındaki özel iliĢki, tarihi geçmiĢ, dini
değerler, toplumsal bağlar, bölgesel istikrar hedefi ve ABD ulusal çıkarlarının
bir toplamından oluĢmuĢtur (Lieber, 1998: 18).
Yahudiler, iki savaĢ arası dönemde bir yandan Filistin‟e göçlerini
sürdürüp toprak elde etmeye devam ederken diğer taraftan da Ġngiltere‟ye
karĢı silahlı mücadele hazırlığını yürütmüĢtür. Mücadelelerini siyasi alanda
da sürdürmüĢler; bu amaçla da çeĢitli toplantılar düzenlemek için çaba
harcamıĢlardır. O dönemde ABD‟de yürütülen faaliyetler sonuç vermiĢ,
Yahudiler, ABD‟nin de bölgeye ilgisinin artması sayesinde, mücadelelerine
destek bulmuĢlardır. 1942‟de New York‟ta Biltmore Konferansı düzenlenerek,
sonucunda Biltmore Programı yayınlanmıĢ; Yahudiler Dünya çapında
seslerini duyurmayı baĢarmıĢtır (Yılmaz, 2009: 54-58).
Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında, bölgeye ABD ilgisi daha da artmıĢtır.
Henüz savaĢ sürerken ABD‟nin ilgisi, petrole yönelik çıkarları doğrultusunda
Yahudilerden ziyade, Araplar yönünde idi. Ayrıca Arapların da Ġngiltere‟nin
bölgedeki politikalarından memnun olmayıĢı sebebiyle, ABD‟nin bölgeye
ilgisini çekmeye yönelik çabaları olmuĢtur. BaĢkan Roosevelt döneminde
Suudi Arabistan Kralı Suud‟un da çabaları ile ABD dıĢ politikası Araplara
daha yakın bir seyir izlemiĢtir. Sonraki baĢkan Truman döneminde kurulan
komisyonlar yoluyla, soruna çözüm getirilmeye çalıĢıldıysa da getirilen
öneriler, ne Yahudileri ne de Arapları tatmin etmekten uzak olmuĢtur (Yılmaz,
2009: 54-58).
10
Truman Yönetiminin Yahudilere destek olma konusunda kararsız ve
temkinli tutumuna rağmen, verdiği sınırlı destek bile Yahudiler açısından
hayati derecede önem taĢıyordu. 1945 Haziran‟ında ABD BaĢkanı Truman‟ın,
100.000 Avrupalı Yahudi‟nin acilen Filistin‟e göç etmesine yönelik talebi,
Ġngiltere
Hükümeti‟nce
Arap
Dünyasında
hoĢnutsuzluk
yaratabileceği
gerekçesiyle kabul görmemiĢti (Lieber, 1998: 12).
1947‟de
Ġngiltere,
sonuçlandıramadığı
Filistin
Arap-Yahudi
Mandasını,
çatıĢmasının
BM‟ye
uluslararası
devretmiĢ;
bir
örgüt
öncülüğünde çözülmesini istemiĢti. Genel Kurul, Filistin Üzerine Özel Bir
Komite (UNSCOP) kurarak Filistin‟deki çatıĢmaların sebeplerini araĢtırmayı
ve mümkün olursa da çözüm getirmeyi amaçlamıĢtı (Jewish Virtual Library
Ġnternet Sitesi [web], 2010b). Komisyonun bir Arap ve bir Yahudi olmak üzere
iki devletli önerisi, 29 Kasım 1947‟de ABD‟nin Etiyopya, Liberya, Haiti ve
Filipinlere yönelik, tasarının kabulü yönünde yoğun baskısı sayesinde, kabul
edilmiĢtir (Bilgiç, 2005: 94).
Bu Ģekilde ABD, Orta Doğu‟ya ve Filistin‟e
yönelik ilgisini aktif bir siyaset izleyerek ortaya koymuĢtur.
14 Mayıs 1948‟de Ġsrail bağımsızlığını ilan ettikten 11 dakika sonra
ABD, Ġsrail‟in bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuĢtur. Bununla birlikte,
tanıma süreci ABD açısından sancılı bir süreç olarak tarihe geçmiĢtir. Zira
dönemin DıĢiĢleri Bakanı George G. Marshall, BaĢkan Truman‟ın Ġsrail‟in
tanınması hususundaki düĢüncesine karĢı çıkmıĢ, Ġsrail‟in tanınması
durumunda, seçimlerde BaĢkan aleyhine oy kullanacağını ifade etmiĢtir. Bu
dönemde ABD, bölgeye yönelik silah ambargosu uygulamamıĢ, Ġsrail‟in kredi
talebi de bürokratik gerekçelerle 1949‟a kadar bekletilmiĢti (Lieber, 1998: 12).
Bu durum, dönemin ABD yönetiminde Ġsrail konusunda, büyük görüĢ
ayrılıkları olduğunun bir göstergesidir.
1948‟den Truman‟ın görevinin bittiği 1953‟e kadar ABD, bölgede
dengeli bir politika izlemiĢtir. Arap-Ġsrail sorunlarının derinleĢerek tüm bölgeyi
11
etkileyecek bir boyuta ulaĢmasını engellemek ve bölgede istikrar sağlamak,
ABD Orta Doğu politikasının temel hareket noktası olmuĢtur. Bu dönemde
ABD, doğrudan müdahaleler yerine BM kanallarını sorunun çözümü yönünde
kullanmaya çabalamıĢtır. Bu doğrultuda Mayıs 1950‟de ABD; Ġngiltere ve
Fransa ile birlikte, Orta Doğu‟ya yönelik silah ambargosunu öngören
deklarasyona katılmıĢtır (Bilgiç, 2005: 95-96).
Truman‟dan sonra ABD yönetimine gelen Eisenhower döneminde
ABD‟nin Orta Doğu ve Ġsrail‟e yönelik ilgisi artmıĢtır. Bu döneme özellikle
DıĢiĢleri Bakanı John Foster Dulles‟ın SSCB‟yi çevreleme politikaları etki
etmiĢtir. Komünizm propagandası ile Orta Doğu‟da da etkisini artırmak
isteyen
SSCB‟ye
karĢı önlem almak isteyen
Eisenhower Yönetimi,
sonrasında Eisenhower Doktrini olarak da anılan politikalarını geliĢtirmiĢtir.
Buna göre Eisenhower, Orta Doğu‟da SSCB tehdidi altındaki ülkelere yardım
etmeyi ve bölgede iĢbirliği imkânları yaratmayı hedeflemiĢtir.
Eisenhower döneminde, Ġsrail‟le kurulacak özel bir iliĢkinin temelleri
atılmıĢtı. Ġlerleyen dönemde çok sıkı biçimde yürütülecek olan Ġsrail-ABD
iliĢkileri, bu döneme kadar çok yavaĢ ilerlemiĢti. Hatta 1952-1957 arasında
patlak veren SüveyĢ Krizi sebebiyle ABD-Ġsrail iliĢkileri önemli ölçüde
gerginleĢmiĢti. Bu dönemde ABD, Ġsrail‟e iĢgal ettiği Sina Yarımadasından
çekilmesi yönünde ciddi baskı yapmıĢ ve iliĢkiler durma noktasına gelmiĢti
(Lieber, 1998: 13).
Ġsrail ve ABD arasındaki iliĢkilerin geliĢiminde Mısır lideri Cemal Abdül
Nasır‟ın politikalarının önemli yeri olduğunu ifade etmek mümkündür. Nasır‟ın
Arap liderliğine soyunması ve ilerleyen dönemde SSCB ile yakınlaĢması,
ABD‟yi kaygılandırmıĢ; bu sebeple Ġsrail‟in önemli bir potansiyel müttefik
olarak görülmeye baĢlanmasına ve bu yönde politikalar geliĢtirilmesine
neden olmuĢtur. Cemal Abdül Nasır‟ın Arap milliyetçiliği söylemi, yalnızca
ABD‟yi değil; bölgede çıkarları olan devletleri de tedirgin etmiĢtir. Bu durum,
12
Ġsrail‟in Batı dünyası tarafından, bir denge unsuru olarak görülmesine ve
stratejik öneminin artmasına sebep olmuĢtur.
Ġlerleyen süreçte ABD‟nin Ġsrail‟e olan ilgisi ve desteğinin arttığını ifade
etmek mümkündür. Önceki dönemde Araplar ve Ġsrail arasında denge
politikası güden ABD, Ġsrail lehine açılımlar yapmaya baĢlamıĢtır. 1957
Suriye Krizi‟nde Ġsrail‟in müdahalesini önlemek amacıyla, askeri yardımları
tekrar baĢlatmıĢtır. Yine 1958‟deki Ürdün krizinde Ġsrail; Ġngiltere‟ye hava
sahasını açarak, ABD ve Ġngiltere‟nin politikasını desteklemiĢ, ABD de buna
karĢılık Ġsrail‟e yaptığı askeri yardımı artırmıĢtır. Buna rağmen Eisenhower
döneminde, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardımın düzenli olduğunu ifade etmek
mümkün değildir (Bilgiç, 2005: 98-100). Nitekim Eisenhower Yönetimi
döneminde ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardım 100 milyon doların da altında olup
silah satıĢı da ısrarla reddedilmiĢtir (Çağlayan, 2010: 533).
1960‟lara gelindiğinde Cemal Abdül Nasır‟dan rahatsız olan Fransa,
Ġsrail‟e silah satıĢı ve nükleer teknoloji konusunda destek vermiĢtir (Lieber,
1998: 13). Bu teknoloji ile Ġsrail, Necef‟te atom bombası üretiminde
kullanılabilecek bir reaktör inĢa etmeye baĢlamıĢtır. Orta Doğu‟da nükleer
silahlanmayı tehlikeli bulan ve bu durumun SSCB‟nin bölgede ağırlığını
artırması için fırsat vereceğini düĢünen ABD, bu planından vazgeçirmek için,
Ġsrail üzerinden baskı yapmaya baĢlamıĢtır. Aslında Ġsrail‟in peĢinde olduğu
Ģey, ABD‟den Hawk uçaksavar sistemleri almak ve nükleer silahı bu konu için
koz olarak kullanmaktır ki istediğini de elde etmiĢtir. Ġsrail, Necef Çölündeki
Dimona Reaktörü‟nün ABD‟li uzmanlarca denetlenmesi ve mülteci sorununun
çözülmesi için bir planın kabul edilmesi karĢılığında, Hawk Uçak Savar
Sistemlerini elde edebilmiĢtir (Bilgiç, 2005: 100).
1960‟larla birlikte Ġsrail, Orta Doğu‟da bölgesel bir güç konumuna
gelmeye baĢladıkça, ABD‟nin Ġsrail‟e olan ilgisi daha da belirginleĢmiĢtir. Bu
durum, ABD BaĢkanı Kennedy döneminde hız kazanmıĢtır. Bu dönemde
13
Kennedy, Ġsrail BaĢbakanı Golda Meir‟i ABD‟ye davet etmiĢ ve nükleer silah
üretme planından vazgeçilmesi kaydıyla, Ġsrail‟e karĢı olası bir saldırı olması
durumunda, Ġsrail‟i destekleyeceği taahhüdünde bulunmuĢtur. Nitekim kendi
döneminde, Orta Doğu‟da Sovyet etkisinin artmasının önünü alamayan,
Arap-Ġsrail çatıĢmasını önleyemeyen ve en nihayetinde Nasır‟ın da
Sovyetlere yönelmesini engelleyemeyen Kennedy; Ġsrail‟i Arap güçleri
karĢısında
yalnız
bırakmak
istemeyerek,
Ġsrail‟e
HAWK
uçaksavar
sistemlerinin satıĢı konusunda onay vermiĢtir. Böylece ABD Ġsrail‟e ilk kez
spesifik bir silah satmıĢ ve geleceğe dönük yeni stratejik iĢbirliklerinin önü
açılmıĢtır. 1962‟de Meir‟le buluĢan Kennedy; Orta Doğu‟da Ġsrail‟le ABD
arasında özel bir iliĢki olduğunu ve bu iliĢkinin ancak Ġngiltere ve ABD
arasındaki iliĢkilerle kıyaslanabileceğini ifade etmiĢtir (The David Project
Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Bu geliĢmelere rağmen Kennedy döneminde, Ġsrail-ABD iliĢkilerinin
sınırlı bir çizgide ilerlediği belirtilebilecektir. Zira Ġsrail‟e silah satıĢı sadece
HAWK‟larla sınırlı kalmıĢ; Kennedy‟nin Ġsrail BaĢbakanı Ben Gurion ile
ABD‟deki görüĢmesi de Beyaz Saray yerine New York‟ta gerçekleĢmiĢtir
(Çağlayan, 2010: 533).
Lyondon Johnson dönemi, ABD-Ġsrail iliĢkilerinde adeta bir dönüm
noktasıdır. Zira Johnson, dönemin Ġsrail BaĢbakanı Levi EĢkol‟le Beyaz
Saray‟da görüĢerek bir ilki gerçekleĢtirmiĢtir (The David Project Ġnternet Sitesi
[web], 2010). Johnson, Ġsrail‟e tank ve uçak savar satmıĢ, ancak bunlar diğer
Arap ülkelerine yapılan benzer satıĢlarla dengelenmiĢtir. Bu yaklaĢım,
ABD‟nin o zamana kadar sürdürdüğü, bölgede bir ülkenin diğerine üstünlük
sağlamasını engellemeye yönelik politikasıyla uygundur (Çağlayan, 2010:
536).
1967‟deki Altı Gün SavaĢları ile Ġsrail‟in Araplara karĢı üstünlük
sağlaması ile birlikte, ABD Ġsrail‟i Orta Doğu‟daki çıkarları için ciddi bir
14
stratejik ortak olarak görmeye baĢlamıĢtır. SavaĢta özellikle Sovyet
silahlarından ele geçirilen askeri bilgiler; ABD açısından çok önemli istihbari
bilgilerin elde edilmesini sağlamıĢtır. ABD, Arap Ülkeleri-Ġsrail ve SSCB
arasında
süren Orta
Doğu‟ya
silah
satıĢını sınırlandırmaya
yönelik
görüĢmelerin bir sonuca varmayacağını görerek, Ġsrail‟e dönemin en geliĢmiĢ
hava
silahları
arasında
olan
F-4
Phantom
Uçaklarının
satıĢını
gerçekleĢtirmiĢtir. Bu durum, ABD‟yi Ġsrail‟in ana silah sağlayıcısı yapmıĢ ve
Orta Doğu‟da ABD etkisinin artmasını sağlamıĢtır (The David Project Ġnternet
Sitesi [web], 2010).
ABD ve Ġsrail arasındaki yakın temas, ABD BaĢkanı Richard Milhous
Nixon döneminde de devam etmiĢtir. Nixon, 1970‟de Suriye iĢgali ve
dolayısıyla SSCB‟nin Orta Doğu‟da etkisini artırmasını engellemek ve Kral
Hüseyin‟in rejimini garanti altına almak amacıyla Ġsrail‟den yardım istemiĢtir
(Çağlayan, 2010: 536). Bu olay, Ġsrail‟in bölgede ne derecede önemli bir
konuma geldiğinin ve bu durumun Ġsrail‟i, ABD ve batılı güçlerin Orta
Doğu‟daki
çıkarlarının
savunulmasında
güvenilebilecek
bir
konuma
getirdiğinin bir göstergesidir.
1973 Yom Kippur SavaĢı‟nda, baĢlangıçta Arap Ordularının üstünlük
sağlaması üzerine hareket geçen ABD, Ġsrail‟e önemli miktarda askeri
teçhizat
göndererek,
Ġsrail‟in
toparlanmasına
ve
sonrasında
savaĢı
kazanmasına katkı sağlamıĢtır. SavaĢın ardından da ABD DıĢiĢleri Bakanı
Henry Alfred Kissinger aracılığı ile Ġsrail ve Araplar arasında arabuluculuk
çabalarına giriĢilmiĢ ve sonuçta barıĢ sağlanmıĢtır. Mısır‟da Nasır‟ın yerine
göreve gelen Enver Sedat, daha önce izlenen SSCB‟ye yakın politikalardan
vazgeçmiĢ ve ABD‟ye yakın politika izlemeye karar vermiĢtir. Bu durum,
Ġsrail‟in Mısır‟la olan iĢbirliğinin de temellerini atmıĢ ve ABD‟yi Orta Doğu‟da
daha güçlü bir konuma getirmiĢtir (The David Project Ġnternet Sitesi [web],
2010).
15
Nixon baĢkanlığı döneminde ABD Orta Doğu politikasını; Mısır‟ı
kazanarak
Arap-Ġsrail
sorununa
çözüm
getirmeye
çalıĢmak
üzerine
oluĢturmuĢtur. Bu dönemde ABD, bölgede bir nükleer savaĢ çıkma
olasılığından da endiĢe ediyor ve bunu önlemek için çaba sarf ediyordu.
Kissinger, Ġsrail‟in etrafındaki ülkelerin yoğun tehdidi altında olması ve var
olma mücadelesi vermesi dolayısıyla, resmi olarak ilan edilmese de bir
nükleer programının var olduğu ve Ġsrail‟in bölgede nükleer silah kullanmaya
en yakın ülke olduğu düĢüncesindeydi (Stout [web], 2007). Nitekim Sovyet
desteğini ardında hisseden Arap ülkelerinin, SSCB‟den nükleer teknoloji de
elde etmeleri muhtemeldi. Bu noktada nükleer tehdit atındaki bir ülke olan
Ġsrail‟in de nükleer faaliyetlere giriĢmiĢ olması, olası bir durumdu. ABD‟nin,
bütün Dünya için büyük bir tehdit olarak görülen nükleer bir savaĢtan, bölgeyi
ve bütün Dünyayı uzaklaĢtırmak için bu dönemki Orta Doğu politikasını;
bölgede
kalıcı
barıĢı
sağlama
üzerine
oluĢturduğunu
ifade
etmek
mümkündür.
Nixon, Ġsrail‟i ziyaret eden ilk ABD baĢkanı olarak tarihe geçmiĢtir.
Nixon, 16-17 Haziran 1974 tarihlerinde Ġsrail‟e yaptığı ziyarette, ABD‟nin
Ġsrail‟i desteklemeye devam edeceğini; ayrıca Ġsrail‟le yürütülen iliĢkiler
neticesinde, bu iĢbirliğinin nükleer faaliyetlerde de süreceğini; ABD‟nin bu
konuda da Ġsrail‟e yardım edeceğini ve nükleer yakıt sağlayacağını ifade
etmiĢtir (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2010c). Buna göre
ABD‟nin, Orta Doğu dengelerini de hesaba katarak hareket ettiği ve Ġsrail‟e
nükleer destek verilirken, bunun kontrolünün ABD‟nin elinde olmasını istediği
ifade edilebilecektir.
Nixon‟dan sonra göreve gelen Gerald R. Ford Döneminde de (19741977) ABD‟nin temel Ġsrail politikası, Filistin‟le barıĢın sağlanarak bölgede
istikrar oluĢturulması üzerine inĢa edilmiĢtir. Ford döneminde de DıĢiĢleri
Bakanlığı görevini yürüten Kissinger, bölgede aktif bir siyaset izlemiĢ ve
mekik diplomasisi uygulayarak Araplar ve Ġsrailliler arasında temas
16
sağlamıĢtır. Bölgede nükleer bir savaĢın önlenmesi; temel öncelikler
arasında yer almıĢtır. Bu noktada bölgede barıĢ oluĢturma konusunda BM
Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararlarının referans alınması
savunulmuĢtur (Teksas Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Ford ve Kissinger, görüĢmelerden sonuç alınamaması üzerine Ġsrail‟e
ciddi bir baskı uygulamıĢlar ve Ġsrail‟i barıĢ görüĢmelerini çözümsüzlüğe
doğru yöneltmekle suçlamıĢlardır. Bunun üzerine Ford, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin
yeniden gözden geçirilmesi üzerine bir konuĢma yapacağını ilan etmiĢtir. Bu
durum, ABD kongresinde Ġsrail yanlısı 76 senatör tarafından Ford‟a hitaben
yazılan ve ABD‟nin Ġsrail ile iliĢkileri bozmamasını isteyen mektupla
engellenmek istemiĢtir. Nitekim Ford bu olay üzerine, konuĢmasını
yapmaktan vazgeçmiĢ ve gerginlik sona ermiĢtir (Blankfort [web], 2010). Bu
durum ilerde daha detaylı olarak anlatılacak Ġsrail Lobisinin ABD politikaları
üzerindeki etkisini göstermesi bakımından çok önemlidir.
ABD BaĢkanı Ford, bölge ülkelerinin liderleri ile görüĢerek sorunların
çözülmesi için çaba harcamıĢtır. Eylül 1975‟de Ġsrail ile Mısır arasında bir
geçici antlaĢma yapılmıĢtır. Bu anlaĢma, ateĢkesi güçlendirmiĢ; iki ülke
arasında oluĢturulan tampon bölgeyi geniĢletmiĢtir. Bu antlaĢma, Ġsrail ve bir
Arap ülkesi arasında yapılan ilk antlaĢma olma özelliğini taĢımaktadır
(Teksas Üniversitesi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Mısır ve Ġsrail arasındaki bu antlaĢmada, Ġsrail tarafını ikna etmek
kolay olmamıĢtır. AnlaĢma bütünüyle ABD desteği ile imzalanmıĢtır. ABD bu
anlaĢma karĢılığında Ġsrail‟e ekonomi, güvenlik ve enerji alanlarında destek
vermeyi ve Ġsrail‟in güvenliğini sağlamayı taahhüt etmiĢtir. Bu hükümler, Ġsrail
ve Mısır antlaĢması dıĢında ABD ile Ġsrail arasında resmi olarak basılmayan
taahhütler biçiminde gerçekleĢmiĢ ancak daha sonra New York Times ve
Washington Post gazeteleri tarafından deĢifre edilmiĢtir (Jewish Virtual
17
Library Ġnternet Sitesi [web], 2010d). Bu hükümler ABD‟nin Ġsrail‟e olan
ilgisinin ve desteğinin ne kadar büyük bir boyuta ulaĢtığının bir kanıtıdır.
Jimmy Carter Döneminde (1977-1981) ABD, Orta Doğu BarıĢ
sürecinde son derece aktif olarak yer almıĢ; bu durum da iki ülke iliĢkilerinde,
zaman zaman gerginliklere neden olmuĢtur (Policy Almanac Ġnternet Sitesi
[web], 2010).
Dönemin liderleri, Ġsrail BaĢbakanı Menachem Begin ve Mısır Devlet
BaĢkanı Enver Sedat; ABD BaĢkanı Jimmy Carter‟ın çabaları ile tekrar bir
araya gelmeyi kabul etmiĢ ve 5-17 Eylül 1978 tarihleri arasında süren Camp
David görüĢmeleri neticesinde, 17 Eylül 1978‟de Mısır ve Ġsrail arasında
“Camp David Çerçeve AntlaĢmaları”
imzalanmıĢtır. Camp David çerçeve
AntlaĢmaları, bazı Ġsrailliler tarafından iĢgal edilen bölgelerden çekilinmesi
ve Mısır‟la barıĢ yapılması konusunda ABD tarafından yapılan baskıların
sonucu olarak görülmüĢ ve eleĢtirilmiĢtir. Carter‟ın bir Filistin ülkesi oluĢturma
konusundaki desteği de Ġsrail-ABD iliĢkilerinin gerilmesine neden olmuĢtur
(Mark, 2004: 2).
Ronald Reagan Döneminin (1981-1989) baĢlangıcında kadrosunda
Caspar Weinberger (Savunma Bakanı) ve George Schultz (DıĢiĢleri Bakanı)
gibi Arap ülkeleri ile yakın ticari iliĢkiler içinde olan Ģirketlerde görev yapan
kiĢiler bulunması sebebiyle, Ġsrail-ABD iliĢkilerinin gergin devam edeceği
düĢünülmüĢtü. Buna karĢın Reagan‟ın Ġsrail‟e olan kiĢisel desteği ile Ġsrail ve
ABD arasındaki terörle mücadele ve güvenlik alanlarındaki iĢbirliği ve artan
Sovyet tehdidine karĢı, iki ülkenin ortak hareket etme gereksinimi sebebiyle;
bu dönemde Ġsrail-ABD iliĢkilerinin oldukça olumlu bir çizgide geliĢtiği ifade
edilebilecektir. Bu dönemde iki ülke, savunma alanında çok sayıda stratejik
iĢbirliği antlaĢması imzalamıĢtır. Ayrıca Reagan döneminde, Ġsrail‟e yapılan
ekonomik ve askeri yardım, önemli oranda artmıĢ; yıllık 3 milyar dolara
ulaĢmıĢtır. Ayrıca 1985‟te serbest ticaret antlaĢması imzalanarak Ġsrail
18
ekonomisine ciddi destek sağlanmıĢtır. Bu durum, Lübnan SavaĢı‟nda
Ġsrail‟in ABD yapımı silahları kullanması ve Reagan BarıĢ Planını reddetmesi;
ABD‟nin Filistin KurtuluĢ Örgütü ile iletiĢime geçmesi; ABD ve Ġsrail arasında
Pollard Casus Krizi; Ġsrail‟in Schultz BarıĢ Planını reddetmesi gibi krizlere
rağmen değiĢmemiĢtir. Bu sayede Reagan dönemi, ABD‟deki Yahudi
KuruluĢlarınca en Ġsrail yanlısı yönetim seçilmiĢtir (Mark, 2004: 2).
George H. W. Bush Dönemi (1989-1993), SSCB‟nin yıkıldığı döneme
rastlamıĢ; bu sebeple Orta Doğu‟da SSCB etkisinin de yok olduğu, bir nevi
otorite boĢluğunun yaĢandığı yıllar olarak tarihe geçmiĢtir. Bu dönemde
Körfez Krizi yaĢanmıĢ ve ABD‟nin ilgisi bu yöne kaymıĢtır.
Dönemin baĢında, ABD DıĢiĢleri Bakanı James Baker, Amerikan Ġsrail
Kamu ĠĢleri Komitesi (American Israel Public Affairs Committee, AIPAC)
Kongresinde 22 Mayıs 1989‟da yaptığı konuĢmada, Arap-Ġsrail barıĢının
sağlanması için iki taraftan beklentilerini Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir (WRMEA
Ġnternet Sitesi [web], 2010):
“Orta Doğu‟daki mevcut durumun devamı halinde, Ģiddet artacak ve barıĢ
süreci zarar görecektir. Yeni bir iletiĢim sürecinin baĢlatılarak barıĢ konusunda
temiz bir sayfa açılması gerekmektedir. Arap Dünyası, Ġsrail ile iletiĢim kurmalı
ve barıĢ sürecinin bir tarafı değil katalizörü olmalıdır. Bu noktada, Ġsrail‟e
yönelik ekonomik ambargonun sonlandırılması, Ġsrail‟le birlikte uluslararası
platformlarda yer alınması ve siyonizmi ırkçılık olarak tanımlamaktan
vazgeçilmesi önemlidir.
Ġsrail açısından ise, gerçekçi olmayan Büyük Ġsrail idealinden vazgeçilmesi,
Batı ġeria ve Gazze‟de BM kararlarına uyulması, bu bölgelerde Yahudi
yerleĢimlerine son verilmesi, okulların yeniden açılması, Filistinlileri bir komĢu
olarak görmeleri ve siyasal haklarına izin verilmelidir.
Filistinlilerin barıĢ için çaba sarf etmeleri ve Ģiddetten vazgeçerek Ġsraillilerle
iletiĢim kurarak siyasal ve diplomatik yollardan sorunları çözme yoluna
19
gitmeleri gereklidir.
Bundan da en fazla kazanç elde edecek olanlar yine
Filistinlilerdir.”
Bu konuĢma, Ġsrail tarafında hoĢnutsuzluk yaratırken, Filistin tarafında
memnuniyet yaratmıĢtır ve Bush yönetiminin dengeli bir siyaset izleyeceğine
yönelik ipuçları içermektedir. Bununla birlikte konuĢma sonrasında gerilen
ABD-Ġsrail iliĢkileri, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgal etmesi ve devam eden süreçle
birlikte tekrar düzelmiĢtir. Körfez SavaĢı sırasında Saddam Hüseyin, Arap
liderlerini etkilemek ve taraftar kazanmak amacıyla Ġsrail‟e yönelik söylemler
geliĢtirmiĢ ve Ġsrail‟e Scud füzeleriyle saldırı düzenlemiĢtir. Bu saldırılarda
ciddi bir tahribat ya da yaralanma yaĢanmasa da psikolojik açıdan Ġsrail‟de
etkili olmuĢtur. Ġsrail‟in bu saldırılara cevap vermek amacıyla Arap ülkelerinin
hava sahasını kullanarak Irak‟a varması gerekmekteydi. Bu durumun da farklı
tartıĢmalara, yeni ve daha geniĢ alana yayılmıĢ çatıĢmalara sebep
olabileceği öngörüldüğünden bu provokasyona Ġsrail‟in cevap vermemesi için
ABD tarafından yoğun çaba harcanmıĢtır. Tepkileri azaltmak amacıyla
Ġsrail‟de füze savunma sistemleri kurulmuĢ ve Ġsrail‟in güvenliği, tekrar ABD
tarafından garanti altına alınmıĢtır (Rosenau, 2001: 29-30). Bu durum, ABD
açısından Ġsrail‟in vazgeçilmez bir ittifak olduğunun göstergesidir.
Bush ve dönemin Ġsrail BaĢbakanı Yitzsak Shamir arasında zaman
zaman sürtüĢmeler yaĢanmıĢ; bu durum ABD-Ġsrail iliĢkilerinde gerginlik
yaratmıĢtır. SürtüĢmeler, özellikle Yahudi yerleĢimleri konusunda oluĢmuĢ,
Bush‟un Ġsrail‟e yönelik yardımları, Yahudi yerleĢimlerinin durmasına
bağlaması ile gerginlik daha da artmıĢtır. Bununla birlikte 1992 seçimlerinde
Shamir‟in yenilgiye uğrayarak yerine Yitzsak Rabin‟in liderliğindeki ĠĢçi Partisi
geçince gerginlik sona ermiĢtir. Rabin‟in barıĢçı tutumu, ABD‟de olumlu
karĢılanmıĢ ve iliĢkiler düzelmiĢtir. Bu dönemde ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı
ekonomik ve askeri yardımlarda artıĢ sağlanmıĢtır (Rubin, 1992: 18-20).
20
Bill Clinton Dönemi (1993-2000) ABD‟nin Orta Doğu‟da en aktif politika
izlediği dönemlerden birisidir. Bu dönemde Filistin sorununun çözümü için
yoğun çaba harcanmıĢtır. Tarafların bir araya getirilmesi ve taraflar arasında
anlaĢma sağlanması amacıyla mekik diplomasisi uygulanmıĢtır.
Clinton henüz seçim faaliyetlerini yürütürken, Ġsrail‟le sürdürülen
iliĢkilerin devam edeceği, Ġsrail‟in ihtiyaç duyduğu kredilerin garanti altına
alınacağı, demokrasinin teĢvik edilmesi amacıyla Ġsrail‟e yardım edileceğine
dair sözler vermiĢti. Clinton Yönetimi, Ġsrail ve Filistin arasında barıĢ
oluĢturma
hususunda
sonuca
ulaĢmak istemekteydi
ve
Orta
Doğu
politikalarını bu hedef üzerine kurgulamıĢtı (Reich, 2008: 173).
Rabin ve Clinton‟un Orta Doğu BarıĢ sürecinde olumlu katkıları olduğu
ve iki liderin uyumlu politikalar izlediği ifade edilebilecektir. Rabin‟in ılımlı
tutumu ve ABD‟nin çözüm konusundaki baskıları sonucunda Arafat ve Rabin,
mektup değiĢimi ile birbirlerini tanıdılar. Ardından taraflar, 13 Eylül 1993‟te
Clinton‟un çabaları ile Washington‟da bir araya gelerek “Ġlkeler Bildirgesini”
imzaladı ve böylece Filistin‟in özerkliği, resmen ilan edilmiĢ oldu (Özkoç,
2009: 179).
Rabin 1995‟te bir suikasta kurban gittikten sonra sırasıyla ġimon
Peres ve Benyamin Netanyahu baĢbakan oldu. Netanyahu‟nun stratejisi
daha fazla güvenlik ağırlıklıydı ve Oslo AntlaĢmalarına karĢı çıkıyordu. Ġç
politikada daha güçlü olmak için iĢgal altındaki bölgelerden yeni yerleĢim
alanları açmaya koyuldu. Ġsrail Kudüs‟teki Harem‟ül ġerif‟in altında arkeolojik
kazılar yapılmasına izin verince, Ģiddet eylemleri artıĢ gösterdi ve barıĢ süreci
ağır bir darbe aldı. ÇatıĢmaların devam etmesi üzerine, Clinton‟un baskıları
ile Netanyahu geri adım attı ve Arafat‟la tekrar bir araya gelerek Batı
ġeria‟dan çekilmeye hız vermeye iliĢkin Wye Nehri Memorandumu‟nu
imzaladı (Özkoç, 2009: 185).
21
ABD BaĢkanı Clinton‟un baskı ve gayretleri ile Ocak 1998‟de
Maryland‟de Wye Nehrinde, Netanyahu ve Arafat ile beraberindeki heyet bir
araya geldi. GörüĢmeler sonucunda 23 Ocak 1998‟de Wye Nehri
Memorandumu imzalandı. Memorandum, daha önce imzalanan anlaĢma
koĢullarının uygulanmasının hızlandırılması için gerekli adımları içeriyordu.
Buna göre Ġsrail, öncelikli olarak Oslo AntlaĢmalarında Filistin Yönetimine
bırakılan toprakların %13‟ünden çekiliyordu (A Bölgesi %1 ve C Bölgesi %
12). Ayrıca antlaĢmada güvenlik konusunda Filistin Yönetiminin, “terör ve
Ģiddete sıfır hoĢgörü” uygulaması gerektiği ve ayrıca güvenlik konusunda
Ġsrail ve Filistin Yönetiminin iĢbirliği içinde hareket edeceği vurgulanmıĢtı
(Ġsrail DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010)
Memorandum ile Netanyahu iktidarı ile baĢlayan sertlik yanlısı tutumla
birlikte oluĢan Ģiddet eylemlerine radikal Ġslamcı terör örgütlerinin yön verdiği
düĢüncesiyle Ġsrail, Filistin yönetimine bir hatırlatmada bulunuyordu. Sonuçta
Memorandum, 1996‟da tıkanan barıĢ sürecine tekrar iĢlerlik kazandırıyor olsa
da, Ġsrail-Filistin arasındaki önemli anlaĢmazlıkların çözülmesinde bir aĢama
kaydedemiyordu (Özkoç, 2009: 186).
3 yıllık Netanyahu iktidarında bu koĢulların yerine getirilememesi
üzerine, Barak‟ın yönetimi devralmasından kısa süre sonra, Wye Nehri
AntlaĢmaları ve Oslo‟daki koĢulların yerine getirilebilmesini hızlandırmak
amacıyla 4 Eylül 1999‟da Mısır‟ın ġarm el-ġeyh kentinde, ġarm El-ġeyh
Memorandumu imzalandı (Arı, 2007: 22).
Memorandumda Nihai Durum görüĢmeleri ile ilgili olarak, taraflar; “bu
görüĢmelerin BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararlarına göre
yürütüleceği, 5 ay içinde Nihai Duruma iliĢkin, bir çerçeve antlaĢmasının
imzalanacağı, 1 yıl içinde konu ile ilgili kapsamlı bir antlaĢma imzalanacağı
ve Nihai Durum görüĢmelerinin, mahkûmların değiĢimi ve askeri çekilmelerin
22
gerçekleĢmesi sonrasında da devamı” konusunda uzlaĢmıĢtı (Ġsrail DıĢ ĠĢleri
Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010)
Ayrıca memorandumda, barıĢ sürecinin baĢından beri ertelenen
“Yahudi yerleĢimciler, Filistinli mülteciler, Kudüs‟ün statüsü ve Filistin‟in tüzel
kiĢiliği konularında yine bir sonuca ulaĢılamamıĢtı (Özkoç, 2009: 187).
Sonuçta Clinton, Nihai Durumu oluĢturabilmek için tarafları 11 Temmuz
2000‟de Camp David zirvesi ile tekrar bir araya getirdi.
11-24 Temmuz 2000 tarihleri arasında süren zirvede bir araya gelen
taraflar, Nihai Durumun belirlenebilmesi amacıyla görüĢtülerse de temel
anlaĢmazlık konuları olan Kudüs‟ün statüsü, Filistin devletinin kurulması, bu
devletin kurulması ile birlikte oluĢabilecek sınırlar, bu bölgedeki Ġsrailli
yerleĢimcilerin durumu ile Filistinli mültecilerin durumu konusunda anlaĢmaya
varamadılar (Yılmaz, 2009: 328). Bu anlaĢmanın ardından taraflar bir araya
geldilerse de El Aksa intifadası ve devamındaki geliĢmelerle barıĢ süreci
sonra erdi (Özkoç, 2009: 189).
Ardından yaĢanan intifada ve sonraki geliĢmeler ile de Ġsrail Filistin
anlaĢmazlığının çözümüne dair ümitler iyice azalmıĢtır.
Clinton Dönemi‟ne bakıldığında, özellikle sorunların çözümüne dair
ciddi çaba sarf edildiği; buna karĢın özellikle Ġsrail tarafından verilen sözlerin
tutulmaması ve liderlerin iç politikaya yönelik politikaları gereği yaptıkları
faaliyetler neticesinde, barıĢ sürecinin bir sonuca ulaĢtırılamadığını ifade
etmek mümkündür.
Ġsrail, kuruluĢundan bu yana ABD‟den ciddi oranda ekonomik yardım
almıĢ, bu durum sağlam bir ekonomi oluĢturulmasında Ġsrail‟e ciddi bir destek
23
sağlamıĢtır. ġekil-1‟de 3‟er yıllık dönemlerde ABD‟den Ġsrail‟e yapılan yardım
miktarı verilmiĢtir (Kraus, 2009: 10). 1
ġekil-1: 3‟er Yıllık Dönemlerde ABD‟nin Ġsrail‟e Nakit Yardım Miktarları
ġekil-1‟den de anlaĢılacağı üzere, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı yardım
tutarları,
1949-1970
arasında
standart
düzeyde
ilerlemiĢ;
1967
SavaĢından sonra ise artıĢ trendine girmiĢtir. Bu durum, ABD politikaları
gereği 1973 SavaĢı sırasında ve sonrasında da devam etmiĢtir. Ġsrail‟in
ABD‟den en fazla yardım aldığı dönem de 1979-1981 yılları arasındaki
dönemdir. 1979-81 arası dönemde, Ġran Ġslam Devriminin gerçekleĢtiği,
SSCB-ABD çekiĢmesinin Orta Doğu‟da yoğunlaĢtığı düĢünülürse, yardım
miktarındaki artıĢın gerekçeleri anlaĢılabilecektir. 1980 ve 2002 yılları
arasındaki süreç değerlendirildiğinde ise, dönemsel geliĢmelerin yapılan
yardım miktarını etkilediği ve özellikle 91-93 yılları sonrasında standart bir
yardımın oluĢtuğu ifade edilebilecektir.
Tablo-1‟de Ġsrail‟in kuruluĢundan itibaren günümüze kadar ABD‟den
Ġsrail‟e yapılan yardım miktarları verilmiĢtir. Buna göre yıllar içinde,
ABD‟den Ġsrail‟e ortalama 3 milyar dolarlık bir yardım yapıldığı ifade
edilebilecektir (Sharp, 2009: 24).
1
Bu tutarlar silah alımı için verilen tutarlar ya da doğrudan silah yardımı gibi kalemleri
içermemektedir.
24
Tablo-1: Yıllar Ġçinde Ġsrail‟e Yapılan ABD Yardımları
Toplam
Yardım
(Milyon
Dolar)
Askeri
Yardım
(Milyon
Dolar)
Ekonomik
Yardım
(Milyon
Dolar)
Diğer
(Milyon
Dolar)
1949-1996
68.030,90
29.014,90
23.122,40
15.893,60
1997
3.121,10
1.800,00
1.200,00
121,10
1998
3.080,00
1.800,00
1.200,00
80,00
1999
3.010,00
1.860,00
1.080,00
70,00
2000
4.131,85
3.120,00
949,10
62,75
2001
2.876,05
1.975,60
838,20
62,25
2002
2.850,65
2.040,00
720,00
90,65
2003
3.745,15
3.086,40
596,10
62,65
2004
2.687,25
2.147,30
477,20
62,75
2005
2.612,15
2.202,20
357,00
52,95
2006
2.534,50
2.257,00
237,00
40,50
2007
2.500,20
2.340,00
120,00
40,20
2008
2.423,90
2.380,00
0,00
43,90
2009
2.550,00
2.550,00
0,00
3,90
2010
2.800,00
2.775,00
0,00
25,00
TOPLAM
108.953,70
61.348,40
30.897,00
16.712,20
Yıllar
2
Tablo-2‟de ABD‟nin yıllar içinde çeĢitli ülkeler yaptığı yardım miktarları
verilmiĢtir (ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureu) Resmi Ġnternet Sitesi
[web], 2010a). Buna göre 2000-2007 arası dönemde ABD dıĢ yardım
miktarları değerlendirildiğinde; Afganistan ve Irak‟tan sonra en fazla yardım
alan ülkenin Ġsrail olduğu görülmektedir. Bu durum, ABD politikalarında
Ġsrail‟in ne derece önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
2
Diğer Yardımlar içinde Amerikan Okul ve Hastaneleri, Göçmen Politikaları ve bunlar
dıĢında kalan kalemler için yapılan yardımlar yer almaktadır.
25
Tablo-2: ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım
Miktarları
2000
2004
2005
2006
2007
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Afganistan
54
2.032
2.252
3.740
5.816
Cezayir
72
59
43
54
40
ÜLKELER
Angola
105
116
67
52
48
Ermenistan
104
80
76
321
82
Azerbaycan
55
60
64
56
57
BangladeĢ
78
93
84
82
93
Bolivya
241
183
162
224
181
Bosna Hersek
181
85
47
53
52
Bulgaristan
49
43
44
39
43
Burundi
7
49
59
50
38
Kamboçya
27
93
98
71
74
Çad
4
59
63
82
98
Kolombiya
1.169
758
824
1.348
497
Kongo
33
117
121
171
149
Ekuador
77
91
87
76
66
Mısır
2.076
1.958
1.563
1.787
1.972
El Salvador
35
70
59
68
513
Eritrea
39
86
133
6
3
Etiyopya
278
436
694
323
470
Georgia
112
124
105
409
98
Gana
67
73
72
104
621
Guatemala
72
77
96
102
84
Haiti
88
163
224
243
210
Honduras
42
66
285
88
65
Hindistan
188
190
209
174
159
Endonezya
242
161
587
269
244
Irak
1
8.673
7.773
9.851
8.193
Ġsrail
3.864
2.722
2.713
2.544
2.508
Jamaika
22
41
66
36
36
Ürdün
448
638
683
562
560
Kazakistan
53
78
66
110
105
Kenya
94
187
263
390
522
Kosova
260
53
43
51
93
Kırgızistan
47
43
49
45
49
26
Tablo-2: ABD‟nin Yıllar Ġçinde ÇeĢitli Ülkelere Yaptığı Yardım
Miktarları (Devamı)
2000
2004
2005
2006
2007
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Milyon
Dolar
Liberya
22
138
148
152
260
ÜLKELER
Makedonya
63
50
48
45
38
Madagaskar
27
47
155
55
67
Malavi
44
53
85
74
107
Mali
44
58
54
64
535
MarĢal Adaları
41
42
44
51
48
Meksika
Mikronezya
(Fed. Devletler)
Fas
44
94
98
184
88
81
95
94
100
100
51
35
55
53
88
Mozambik
88
114
127
161
261
Namibya
16
31
50
64
89
Nepal
23
55
72
60
81
Nikaragua
34
62
95
248
58
Nijerya
113
133
151
188
338
Pakistan
24
441
757
957
977
Peru
204
273
191
338
165
Filipinler
82
238
167
213
168
Polonya
85
37
93
34
32
Romanya
46
49
63
53
38
Rusya
709
941
1.584
1.529
1.594
Randa
39
59
83
103
120
Senegal
Sırbistan ve
Mont.
Güney Afrika
37
53
48
67
70
424
172
133
4
-
57
130
187
263
393
Sri Lanka
11
39
160
49
44
Sudan
51
482
1.043
908
1.180
Tacikistan
37
50
64
48
34
Tanzanya
44
100
137
187
253
Türkiye
5
50
54
23
30
Uganda
76
219
291
280
370
Ukrayna
199
132
149
154
167
Özbekistan
West
Bank/Gaza
Zambiya
34
43
42
45
17
122
139
350
274
165
35
103
144
197
201
Zimbabwe
21
33
61
30
140
TOPLAM
13.317
24.547
26.851
30.836
31.255
27
Sonuçta George W. Bush dönemine kadar ABD-Ġsrail iliĢkilerine dair
genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; ABD‟nin özellikle 2. Dünya
SavaĢı sonrasında Orta Doğu‟ya ve özellikle de Ġsrail‟e olan ilgisinin arttığı;
bu dönem öncesinde dıĢ politikada Ġsrail‟e yönelik kayda değer bir politika
oluĢturmadığı ifade edilebilecektir. ABD 1948‟de Ġsrail‟i ilk tanıyan ülke olmuĢ
ve bu tarihten sonra Ġsrail‟e ve Orta Doğu‟ya yönelik aktif bir siyaset izlemeye
çalıĢmıĢtır.
Soğuk SavaĢ döneminde, Arap ülkeleri ile yakın iliĢkiler içinde olan ve
bu doğrultuda bölgede etkisini artırmaya çalıĢan SSCB‟ye karĢı, Orta
Doğu‟da müttefik arayan ABD‟nin, Ġsrail‟i potansiyel bir ortak olarak gördüğü;
bu doğrultuda süreç içinde bazı gerginlikler yaĢansa da genelde Ġsrail‟i
destekleyen bir politika içinde olduğu ifade edilebilecektir. ABD, bölgeye
yönelik silah satıĢlarında denge gözetmeye çalıĢsa da Ġsrail‟in teknolojik silah
taleplerini belli tavizler karĢılığında genellikle olumlu karĢılamıĢ; bu durum
Ġsrail‟e bölgede üstünlük sağlamıĢtır. Soğuk SavaĢ sonrası dönemde de
SSCB‟nin Orta Doğu‟daki etkisinin kaybolması sonucunda ABD‟nin tek aktör
olarak, çıkarları doğrultusunda hareket ettiği; bu amaçla
oluĢturulması
ve
ülkeler
arasında
çatıĢmaların
bölgede istikrar
engellenmesine
dair
politikalar ürettiğini ifade etmek mümkündür. Bu dönemde ABD‟nin ĠsrailFilistin sorununun çözümüne yoğunlaĢtığı ve Arap ülkeleri ile Ġsrail arasında
bir çatıĢmanın yaĢanmamasının hedeflendiği söylenebilecektir
ABD 1948‟den itibaren Ġsrail‟e, askeri ve ekonomik yardımda
bulunmuĢ; bu yardım özellikle 1967 Arap-Ġsrail SavaĢıyla birlikte artarak
devam etmiĢtir. Zaman içinde Ġsrail, ABD‟den en çok yardım alan devlet
konumuna gelmiĢ; bu durum yakın dönemde dek sürmüĢtür. Halen Ġsrail
ABD‟den en fazla yardım alan ülkeler içinde yer almaktadır.
28
b. George W. Bush Döneminde ĠliĢkiler (2001-2009)
George W. Bush döneminin baĢlangıcında, Bush ve Ġsrail
BaĢbakanı Ariel Sharon arasındaki terörle mücadele, ekonomik yardımlar gibi
hususlarda paralel giden politikalar, Ġsrail‟in Gazze‟de yeni yerleĢimleri, iĢgal
edilen bölgelerden çekilme ve teröre karıĢtığı iddia edilen Filistinlilere
suikastlar düzenlenmesi konularında, yerini anlaĢmazlığa bırakmıĢtır (Mark,
2004: 4). Bu durumda da Ġsrail iç politikasının etkili olduğunu ifade etmek
mümkündür. Zira Ġsrail‟de halkın önemli bir kısmı, iĢgal edilen bölgelerin tarihi
Ġsrail‟in bir kısmı olduğunu düĢünmektedir. GeçmiĢte bu bölgelerden çekilme
hususundaki çabalar, Ġsrailliler arasında yoğun tepkilere neden olmuĢtur ve
hâlihazırda da olmaktadır. Bu durum, Ġsrail‟in iĢgal ettiği bölgelerden çekilme
gibi konularda Ġsrail hükümetini zor durumda bırakmaktadır.
Bush‟un baĢkanlığı öncesinde gerçekleĢen El Aksa Ġntifadası, Ġsrail‟e
yönelik terörist faaliyetlerde önemli bir artıĢa neden olmuĢ ve bunun üzerine
Ġsrail daha sert güvenlik politikaları oluĢturmuĢtur. Bu dönemde Ġsrail‟in teröre
karıĢtığını iddia ettiği Filistinlilere ani suikastlar düzenlemesi, tüm dünyada
tepkilere neden olmuĢ; bu durum Ġsrail-ABD iliĢkilerinde de sorun yaratmıĢtır.
11 Eylül saldırıları sonrasında ABD‟nin Orta Doğu politikaları, daha da
belirginleĢmiĢ ve ABD bölgede daha aktif bir dıĢ politika izlemeye baĢlamıĢtır.
Bu dönemde ABD‟nin Ġsrail Filistin sorununun çözümüne yönelik baĢlattığı
çalıĢmalar da bu nedenle sekteye uğramıĢtır. Zira Ġsrail‟de terörist faaliyetler
artmıĢ; Yaser Arafat‟ın terörle iliĢkili olduğuna dair görüĢlerin etkisiyle, ABD
Filistin‟e verdiği desteği durdurmuĢtur. Ardından Afganistan ve Irak SavaĢları
süresince ABD‟nin bölgede destek arayıĢları Filistin-Ġsrail barıĢ çabalarında
ABD‟nin rolünü azaltmıĢtır (Freedman, 2005: 1). Bu dönemde ABD‟nin önce
Afganistan; ardından Irak‟la uğraĢması ile oluĢan süreç, Ġsrail‟e daha rahat
hareket edebileceği bir ortam sağlamıĢtır. Ġsrail bu dönemde terörle
29
mücadele faaliyetlerinde önleyici vuruĢ doktrinine referans vererek pek çok
saldırı gerçekleĢtirmiĢ ve uluslararası toplumun tepkisini çekmiĢtir.
Bu dönemde, ara sıra gerçekleĢen sürtüĢmelere rağmen, ABD ve
Ġsrail arasında yoğun bir iĢbirliği olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu ittifak
aslında tarihi açıdan, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin geliĢimi ile de açıklanabilecektir.
Bush döneminde, Ġsrail-Filistin barıĢı konusunda; “aktif çalıĢma” yerine
arabuluculuk faaliyetleri yürütme üzerine bir politika benimsenmiĢtir. Bunda
da ABD‟nin, 11 Eylül saldırıları ve sonraki süreçte yaĢadığı geliĢmelerin etkili
olduğunu ifade etmek mümkündür. Nitekim dönemin ABD DıĢiĢleri Bakanı
Powell, pek çok kez bölgedeki grupların sorunun çözülmesinde sorumluluğu
bulunduğunu vurgulamıĢtır (Freedman, 2005: 2). Bu durum, asıl çabanın
Ġsrail ve Filistin taraflarında gerçekleĢeceğini ve daha önceki ABD
BaĢkanlarının aksine, sorunun çözümünde kiĢisel çabaların birincil önceliğe
alınmayacağını göstermiĢtir.
Temmuz 2002‟de Bush, iki devletli bir çözümden yana olduğunu ifade
etmiĢ ve 3 yıl içinde, Ġsrail‟in yanında kurulabilecek demokratik Filistin‟den
bahsetmiĢtir. ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve BM tarafından; Filistin‟in terörist
faaliyetleri
desteklemekten
yerleĢimleri
durdurması,
vazgeçmesi,
2005‟te
Ġsrail‟in
aĢamalı
Filistin
Ģekilde
topraklarında
Filistin
Devletinin
kurulmasını içeren Orta Doğu BarıĢ Planı (Yol Haritası) oluĢturulmuĢtur. 4
Haziran 2003‟te, ABD BaĢkanı George Bush ile Ürdün‟ün Akabe Kentinde
buluĢan iki lider “yol haritasını” kabul etmiĢtir (Bileydi Koç, 2006: 254-256).
Bununla birlikte ilerleyen dönemlerde verilen sözlerin tutulmaması üzerine bu
süreç de sonuçlandırılamamıĢ ve yol haritası rafa kalkmıĢtır.
Bu dönemde Suriye ile süregelen Golan Bölgesi ve Ġsrail iĢgali
altındaki bölgeler konusunda ABD, Ġsrail‟in bu faaliyetlerini uluslararası hukuk
ihlali olarak görmekle beraber, Ġsrail‟e karĢı baskıcı bir tutum takınmamıĢ ve
30
sorunların çözümünde aktif bir politika izlememiĢtir (Migladovitz, 2009: 2728). Ayrıca 2006 Filistin seçimlerinde HAMAS‟ın iktidara geliĢi ABD
tarafından kınanmıĢ ve Filistin‟e yönelik ABD yardımları kesintiye uğramıĢtır.
Bu geliĢme de Bush döneminde ABD politikalarının Ġsrail‟le paralel
yürütüldüğünün bir göstergesi sayılabilecektir.
Bu dönemde Ġsrail‟e yapılacak yardımlar da herhangi bir koĢula tabi
tutulmamıĢtır. Tablo-1 ve Tablo-2‟de de ifade edildiği üzere Ġsrail, ABD
yardımlarından önceki dönemlere yakın oranlarda yardım almıĢtır ki bu
durum, Bush döneminde de ABD‟nin Ġsrail‟e yardım politikasında bir değiĢiklik
olmadığını göstermektedir.
c. 11
Eylül
Sonrası
ABD
Güvenlik
Politikalarının
Değerlendirilmesi
11 Eylül 2001 saat 8:46‟da 11 sefer sayılı American Airlines
Havayolu Ģirketine ait bir uçak, Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesine
çarptığında, pek çok insan, bunun pilot hatasına bağlı bir kaza olduğunu
düĢünmüĢ, merakla kulenin etrafında toplanmıĢtı. Bu defa saat 9:02‟de
United Airlines Ģirketine ait 175 sefer sayılı ikinci bir uçağın süzülerek, güney
kuleye çarpması ise Amerika'nın büyük bir saldırı altında olduğunu
netleĢtirmiĢti.
Saldırıların yarattığı Ģok sürerken, saat 9:37‟de American
Airlines Ģirketine bağlı 77 uçuĢ numaralı baĢka bir uçak, Pentagon‟u hedef
almıĢ; United Airlines ġirketine bağlı 93 sefer sayılı
bir diğer uçak ise
muhtemel hedefine varmadan, Washington D.C. yakınlarında, içindeki
yolcuların mücadelesi ile düĢürülmüĢtü. Ardından Amerikan hava sahası
tamamen kapatılmıĢ, yasağa uymayanların düĢürüleceği ilan edilmiĢti
(Wisegeek Ġnternet Sitesi [web], 2010). Saldırıların bilançosuna bakıldığında,
üç binin üzerinde kiĢi ölmüĢ, milyarlarca dolarlık maddi kayıp oluĢmuĢtu.
31
11 Eylül sonrasında artık hiçbir Ģey eskisi gibi olmayacaktı. 11 Eylül‟ün
sarsıcı etkisi ile Dünya devletlerinin güvenlik algısında da radikal değiĢimler
yaĢanmıĢtır. Bu noktada 11 Eylül saldırılarının hedefinin ABD oluĢu, “neden
ABD?” sorusunu gündeme getirmektedir. KuĢkusuz bu konuda çalıĢmamızın
kapsamını aĢacak ve yeni bir tez konusu olacak boyutta söylenecek çok söz
vardır. Çok fazla ayrıntıya girmeden 11 Eylül saldırılarının hedefinin ABD
oluĢunun nedenlerinden en belirginlerini aĢağıdaki Ģekilde ifade edebiliriz
(Crenshaw, 2003: 160-172, Juergensmeyer, 2003: 185-193):
Her Ģeyden önce ABD, SSCB‟nin yıkılıĢı sonrasında tek hegemon güç
olarak,
çıkarları
ve
öncelikleri
doğrultusunda
tüm
Dünya
siyasetini
yönlendirmekteydi. Bu noktada doğal olarak mevcut Dünya sistemini
değiĢtirmek isteyen radikal unsurların da somut muhatabı konumundaydı.
KüreselleĢme ve teknolojinin geliĢimi ile birlikte, zengin ve fakir ülkeler
arasındaki gelir adaletsizlikleri ve Batı ülkelerindeki insanların yaĢayıĢları,
internet gibi kitle iletiĢim araçları vasıtasıyla dünyanın her yerinden izlenebilir
hale geldi. Dolayısıyla bu imkânlardan yararlanamayan ve zor koĢullarda
yaĢayan bireylerde bu durum, bir nefrete dönüĢtü. Bu nefretin muhatabı da
Batı Dünyasının ve Batı kültürünün sembolü ABD idi.
Soğuk SavaĢ Döneminde, SSCB‟yi çevreleme politikası gereğince
ABD, gizili/açık Ģekilde, SSCB ve komünizm karĢıtı radikal unsurları
destekledi. Bu unsurlar arasında radikal Ġslamcı terör örgütleri de vardı. Bu
örgütler zamanla ABD kontrolünden çıkarak, tüm Dünya Müslümanlarını
birleĢtirerek, Ģeriatla yönetilen bir Dünya devleti kurmak gibi hedefler peĢinde
koĢmaya ve bu hedeflerin karĢısında da Batı dünyası ve ABD‟yi görmeye
baĢladılar. Bu noktada adlarını duyurmak ve destek sağlamak için
sansasyonel terör eylemleri gerçekleĢtirmeye, bunda da bir sembol olarak
gördükleri ABD‟ye saldırmaya baĢladılar. 11 Eylül, bu saldırıların adeta tepe
noktası idi.
32
Saldırılara hedef olan Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon; ABD ile
bütünleĢmiĢ, kapitalizmin, küreselleĢme ve ABD‟nin tek süper güç olarak tüm
Dünya‟da yürüttüğü askeri operasyonların sembolik merkezleri idi. Bu
sembolik hedeflere gerçekleĢtirilen saldırılar, adeta bir meydan okumaydı ve
Küresel Terörizm olarak ifade edilen yeni model terörizmin de adeta ilanıydı.
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda, var olan herhangi iki
devlet arasında bir savaĢ ilanı olmaksızın, askeri silah ya da araçlar
kullanılmadan, daha da vahimi sivillere yönelik büyük Ģiddet eylemleri
gerçekleĢtirilebileceğini ve artık Dünyada hiçbir yerin, terör tehlikesine uzak
olmadığının ilanı gerçekleĢmiĢti.
Sonuçta bilinen tarihin en büyük terör saldırısı ile karĢı karĢıya kalan
ABD, 11 Eylül sonrasında güvenlik algısında önemli değiĢimler gerçekleĢtirdi.
Bu değiĢimlerin uluslararası anlamda önemli yansımaları oldu ve pek çok
devlette benzeri geliĢmeler yaĢanmaya baĢladı.
11 Eylül 2001‟deki saldırıların ardından 26 Eylül‟de Kongre‟deki
mesajında Bush, “Ya bizimlesiniz ya da bizim karĢımızda teröristlerle”
derken, Soğuk SavaĢ sonrasında Dünyayı tekrar ikili bir ayrıma tabi tutuyor
ve kendi gibi düĢünmeyen ve yapılanlara destek vermeyen ülkeleri
teröristlerle iĢbirliği içinde gösteriyordu. Bu kapsamda, ABD tarafından Ģer
ekseni olarak nitelenen ve teröre destek verdiği belirtilen ülkeler listesinde,
Afganistan, Ġran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore bulunmaktaydı (Arı, 2004: 495).
Bush yönetimi, dıĢ politikasını belirgin Ģekilde tek taraflı ve militarist bir
söylem üzerine kurdu. Bu politikada, ABD askeri gücü, ABD çıkarlarını
korumak ve jeopolitik hegemonyasını sürdürmek için birincil önemde
kullanılıyordu (Kellner [web], 1).
Bush, BaĢkanlık döneminin baĢlangıcından itibaren, ABD‟nin çıkarları
gereği Dünya hegemonyasını sürdürmesi gerektiğini vurguladı. Bush‟a göre
33
ABD, evrensel değerleri sembolize ediyor ve “özgürlük” kelimesi ile bütün bu
değerleri özetliyordu. ABD, özgürlüğe karĢı bütün tehditleri ortadan
kaldırmalıydı (Ryn, 2007: 63). Nitekim 11 Eylül saldırıları, ABD‟de ve bütün
Dünyada, ABD‟ye ve onun temsil ettiği özgürlüğe karĢı bir hareket olarak
lanse edildi. ABD bundan sonraki süreçte ilan ettiği “Teröre KarĢı SavaĢ”
söylemini de özgürlük temeline oturttu. ABD, özgürlüklerin savunucusu
söylemiyle, terörle savaĢın liderliğini üstlendi.
11 Eylül Saldırıları sonrasında 17 Eylül 2002 tarihinde BaĢkan Bush,
ABD‟nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisini açıkladı. Buna göre, yeni güvenlik
stratejisi Ģu düĢüncelerle oluĢturulmuĢtu (Eslen [web], 2002):

ABD‟nin sahip olduğu gücün eĢi benzeri yoktur ve ekonomik ve politik
nüfuza sahiptir. Küresel güç dengelerini sağlamak da bu gücün
sorumluluğundadır.

Küresel terörle kitle imha silahlarının yayılması, ABD‟nin müttefiklerinin
ve dostlarının güvenliğini tehdit etmektedir.

ABD‟nin yeni güvenlik stratejisi, insan haysiyetinin gereği olan emelleri
savunmayı,
küresel
terörle
mücadeleyi,
bölgesel
çatıĢmaları
yatıĢtırmayı, kitle imha silahlarına karĢı güvenliğin sağlanmasını,
küresel
ekonomide
yeni
bir
büyüme
baĢlatılmasını,
kalkınma
sahasının geniĢletilmesini, küresel gücün diğer ana merkezleri ile
iĢbirliğinin
geliĢtirilmesini
ve
güvenlik
kurumlarının
yeniden
yapılandırılmasını amaçlamaktadır.

ABD terörle savaĢta, uluslararası desteği sağlamak için mücadele
edecektir. Ancak gerektiğinde tek baĢına hareket etmek için tereddüt
etmeyecektir.

Serseri devletlerin (rogue states) ve teröristlerin kitle imha silahlarıyla
potansiyel saldırılarına karĢı, proaktif yayılmayı önleme ve teröristlerin,
serseri
devletlerin
lojistik
imkânlarından
34
ve
teknolojilerinden
faydalanmaları
önlenmeye
çalıĢılacaktır.
Kitle
imha
silahlarını
kullanmaları durumunda ise, özel tedbirler yönetimi uygulanacaktır.

MeĢru müdafaanın gereği olarak, “önleyici vuruĢ” (preemptive strike)
ile potansiyel tehditler yok edilerek ülkenin ve ABD vatandaĢlarının
zarar görmesi önlenecektir. Yine kitle imha silahlarıyla mücadelede de
potansiyel tehditlerin önlenmesinde aynı yöntem kullanılacaktır.

NATO,
yeni
koĢullara
uygun
olarak
geniĢletilecek,
yeniden
yapılandırılacak ve yeni yeteneklerle donatılacaktır. Ayrıca potansiyel
büyük güçler olarak kabul edilen Rusya, Hindistan ve Çin‟le iliĢkiler
geliĢtirilecektir.

Davet olmasa dahi, bölgesel krizlere karĢı kararlı mücadele edilecektir.

Enerji güvenliğini sağlamak için, Batı Yarımkürede, Afrika‟da, Orta
Asya ve Hazar Bölgesinde enerji kaynaklarının ve çeĢitlerinin
artırılması planlanmaktadır.
Buna göre ABD‟nin yeni güvenlik stratejisi incelendiğinde her Ģeyden
önce, ABD yönetiminin en iyi rejim olduğuna vurgu yapıldığı, ABD‟nin sahip
olduğu güç sebebiyle Dünya hegemonyası söyleminin devam ettirildiği ortaya
çıkmaktadır. Buna göre bu görüĢler, ilerde detaylı olarak incelenecek olan
yeni muhafazakâr ve evangelist görüĢlerle paralellik arz etmektedir. Mevcut
güvenlik yapılanmasının yeterli olmadığına dair tespiti ile bir yeniden
yapılanmayı amaçladığı görülmektedir.
Ġkinci olarak, ABD‟nin gücünün eriĢilemez ve rekabet edilemez olduğu
vurgulanmıĢ bu noktada ABD karĢıtlarına bir nevi gözdağı verilmek
istenmiĢtir.
Üçüncü olarak, kendi güvenliği ve çıkarları söz konusu olduğunda
ABD‟nin tek baĢına hareket etmekten çekinmeyeceği açıklanmıĢtır. Buna
göre, ABD tek süper güç olarak Dünya üzerinde, kendi çıkarları
doğrultusunda istediği gibi hareket edebileceğini ilan etmektedir. Nitekim 11
35
Eylül öncesinde, özellikle seçim propagandalarında milliyetçi söylemleri
kullanan Bush, 11 Eylül saldırıları gerçekleĢtikten sonra, yalnızca ABD için
değil tüm Dünyaya yönelik söylemler geliĢtirmiĢtir. Buna göre, ABD‟yi bir
Dünya imparatorluğu gibi görenler, Bush‟un stratejisi ve terörle savaĢ
söylemi için “Ġmparatorluk Ġdeolojisi” deyimini kullanmaya baĢlamıĢtır (Ryn,
2007: 64). Ġmparatorluk ideolojisi ile kast edilen, Bush‟un, ABD‟yi bütün
Dünya üzerinde hegemonyasını sürdürmeyi hedeflediği, bunu da askeri güç
temeli üzerine inĢa ettiği politikalarıdır. Buna göre 11 Eylül Saldırıları, Bush‟a
ABD çıkarları doğrultusunda tüm Dünya üzerinde askeri güç kullanma ve
bunu bir anlamda meĢru kılma imkânı tanımıĢtır.
Ryn,
Bush
dönemi
ABD
politikalarını
destekleyen
seçkinlerin
düĢüncelerini, 1789 Fransız Ġhtilali dönemindeki seçkinlerin düĢüncelerine
benzetmekte, her iki grubun da, evrensel “özgürlük” söylemi içinde
buluĢtuklarını belirtmektedir. Ġki grup da kendisini “erdemli” görmekte, ġeytani
ve kötü olan tarafın karĢısında savaĢan iyi taraf olarak nitelendirmektedir.
Bush‟un destekçisi olan seçkinler, ABD‟nin sahip olduğu askeri gücün,
“tarihte özgürlük için kurulmuĢ en büyük güç” olduğu inancıyla hareket
etmekte, bu noktada Rousseau‟nun “siyasal doğrunun tarafında olmayanların
özgür olmaları için zorlanabilecekleri” söylemiyle kesiĢmektedir. “Yeni
Seçkinler” olarak da nitelendirilen bu kesim, bir Ģemsiye terim olarak
kullandıkları “demokrasiyi”, bütün Dünyada uygulanan tek siyasal rejim olarak
görmek istemeleri ve henüz demokrasi ile yönetilmeyen rejimlere de,
demokrasi getirmenin ABD dıĢ politikasının ana hedefi olması gerektiğini
düĢünmektedir. Bu söylem “demokratizm” olarak da ifade edilmektedir (Ryn,
2007: 65).
Wilson‟a göre (2006: 10);
“Teröre karĢı savaĢ devam etmektedir. Bu savaĢ bir hayat boyu devam
edecektir. ABD terörist saldırılara gelecekte de maruz kalacaktır. ABD‟nin
36
kendisini
korumak
için
mantıklı
adımlar
atmaya
hazırlıklı
olması
gerekmektedir. Anayasa, ABD‟li hukukçuların da belirttiği gibi bir intihar
sözleĢmesi değildir. Fakat öte yandan idari tasarruflar için de bir gerekçe
olarak kullanılamaz. ABD Kongresi, ülkeyi teröre karĢı korumak için alınacak
önlemlerin sınırı konusunda yönlendirici olmalıdır”
Bu ve benzeri görüĢler pek çok Amerikalı tarafından dile getirilmiĢ ve
hızla reform yapılma sürecine girilmiĢtir.
11 Eylül sonrasında ABD‟de üç temel reform hayata geçirilmiĢtir.
Bunlar
“Ġç Güvenlik TeĢkilatının (Homeland Security) kurulması, PATRIOT
kanununun
çıkarılması
ile
2004
Ġstihbarat
Reformu
ve
terörizmin
Engellenmesi kanununun kabul edilmesidir”. Bu reformlarla terör örgütlerinin
ortadan kaldırılarak, üyelerinin mahkeme karĢısına çıkarılma sürecinin
hızlandırılması hedeflenmiĢtir. Yine bunlara ilaveten 11 Eylül öncesinde ve
esnasında yapılan hataların tekrarını önleme isteği de bu reformların
yapılmasını teĢvik etmiĢtir. Fakat öte yandan, bu reformların bürokrasiyi
arttıracağı ve terörle mücadele eden kurumların hızını yavaĢlatacağı seklinde
düĢünenler de vardır (Bal, 2006: 184).
Bunların yanında ABD senatosunda kabul edilen yeni istihbarat
kanunu, ABD‟nin 11 Eylül sonrasında geliĢtirdiği ve terörizmle mücadeleyi
esas alan yeni güvenlik stratejisi çerçevesinde istihbarat birimlerinde
değiĢikliklere neden olmuĢtur. Bu temel denilebilecek değiĢiklikler arasında;

DCI-Merkezi Ġstihbarat Direktörü‟nün yetkilerinin arttırılması;

Ġstihbarat alarm sistemi için yeni bir çerçevenin oluĢturulması;

Ġstihbarat elde etmede yeni metotların ortaya konulması;

Ġstihbarat imkânlarının istismarının önlenmesi ile

Her çeĢit kaynak analizinin geliĢtirilmesi yer almaktadır (Yılmaz, 2007:
420).
37
Belirtilen düzenlemeler sayesinde ABD‟de kurumlar arası bilgi
paylaĢımında önemli geliĢmeler meydana gelmiĢtir. Bu doğrultuda, bilgi
paylaĢımını kolaylaĢtıran PATRIOT Kanununa istinaden suçla mücadele
eden birimler (FBI vb.) ile istihbarat birimleri arasındaki bilgi paylaĢımı
serbest hale gelmiĢtir. 11 Eylülden bu yana 20 bin istihbarat raporu, kurumlar
arasında paylaĢılmıĢtır (Mueller, 2006: 434).
11 Eylül Komisyonunun tavsiyeleri doğrultusunda ABD‟de, 15
istihbarat örgütünün Ulusal Ġstihbarat Direktörlüğü adı altında toplanmalarını
sağlayacak detayları aĢağıda belirtilen yeni bir kanun çıkarılmıĢtır (Bal, 2006:
188):

Ulusal Ġstihbarat Direktörlüğü, ülkede faaliyet gösteren tüm istihbarat
kuruluĢlarının bütçesini yönetmekle görevli olacak,

Ulusal Terörle Mücadele Merkezi kurulmasının yanında, Gizlilik ve Sivil
Özgürlükler Takip Örgütü ismiyle kurulacak, baĢka bir kurum vasıtasıyla
da devlet kuruluĢlarının insan haklarına saygılı bir çerçevede hareket
edip etmedikleri kontrol edilecek,

Ġç Güvenlik TeĢkilatına verilen yetkiyle, sınır güvenliğinden sorumlu
personelin sayısı arttırılarak ülkeye illegal giriĢler engellenecek,

Son olarak bu kanunla tüm istihbari bilgiler bir yerde toplanacak ve
değerlendirilecek; böylece 11 Eylül saldırısı öncesinde yaĢanan iletiĢim
eksikliğinden kaynaklanan istihbarat zafiyeti giderilecektir.
11 Eylülden önce, hiçbir Amerikan kurumunun, ABD‟yi içerden gelecek
saldırıları önlemeye yönelik olarak öncelikli görevi bulunmamaktaydı. Bu
durum 2002 yılında Ġç Güvenlik TeĢkilatının (Department of Homeland
Security) kurulmasıyla değiĢmiĢtir. Bu kurum, 11 Eylül saldırıları ile gündeme
gelen problemlerin (sınır güvenliği, ulaĢımın güvenli hale getirilmesi, acil
müdahalenin düzenlenmesi, özel sektörle birlikte çalıĢarak zafiyetlerin tespiti,
38
vb.) çözümü bakımından büyük önem arz etmektedir (11 Eylül Komisyonu
Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2004: 427).
2002 yılında kabul edilen kanunla kuruluĢuna onay verilen teĢkilat,
ancak 2003 yılında faaliyete geçmiĢ, 22 kurumu çatısı altına almıĢ ve
yaklaĢık 180 bin kiĢiyi personel olarak bünyesinde çalıĢtırmaya baĢlamıĢtır.
TeĢkilatın stratejik planına göre; ilk olarak, ABD sınırları içerisinde bir daha
terör saldırısına izin vermemek ve daha güvenli bir ortam oluĢturmak; ikinci
olarak ABD‟yi terör saldırılarına kapalı hale getirmek ve son olarak da verilen
zararları azaltmak ve diğer kurumlara bu tür saldırıların beklenmedik
etkilerine karĢı stratejik destek sağlamak yeni kurulan bu birimin görevleri
arasındadır. ABD‟ye giren herkesin fotoğraf ve parmak izlerinin alınması da
bu yeni örgütle birlikte getirilen uygulamalardandır (Bal, 2006: 185). Bütün bu
önlemler, ABD‟nin kendine yönelik tehditlere karĢı, 11 Eylül sonrasında
geliĢtirdiği güvenlik stratejilerini yansıtmaktadır.
Bu kısımda, Bush döneminde, ABD politikalarının Ģekillenmesine etki
eden temel politikalar değerlendirilecektir.
(1) Önleyici VuruĢ Doktrini
1 Haziran 2002‟de George W. Bush, Westpoint‟de yeni bir
doktrin ilan etmiĢti. Buna göre ABD, düĢmanlara karĢı, düĢmanların saldırısı
beklenmeden ilk vuruĢu gerçekleĢtirecekti. Daha sonra ABD askeri
politikasında bir değiĢim de belirgin hale geliyordu. Soğuk SavaĢ doktrini,
önleyici vuruĢ söylemi ile birlikte değiĢiyordu (Kellner [web], 1).
Önleyici VuruĢ Doktrini yeni güvenlik stratejisinde en dikkat çekici
kısımdı. Önleyici VuruĢ doktrini, en basit ifadesiyle bir tehdit unsuruna henüz
saldırıya
geçmeden, sadece saldırı potansiyeli bulunması nedeniyle
39
müdahale etmeyi ifade etmektedir. Buna göre öncelikle “önleyici vuruĢ”
doktrinini uluslararası hukuktaki, meĢru müdafaa
kavramı açısından
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uluslararası hukukta, kuvvet kullanma hususu ile ilgili olarak BM
AntlaĢmasına referans verilebilecektir. Buna göre, BM AntlaĢması aĢağıda
belirtilen 2/4 maddesi ile üye devletlerin birbirlerine karĢı kuvvet kullanmasını
ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunmasını yasaklamıĢtır (UNIC Resmi
Ġnternet Sitesi [web], 1945):
“Tüm üyeler, uluslararası iliĢkilerinde gerek herhangi bir baĢka devletin toprak
bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karĢı, gerek BM‟nin Amaçları ile
bağdaĢmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet
kullanılmasına baĢvurmaktan kaçınırlar.”
Bu eylemler teamül hukuku prensiplerince de yasaktır. Böyle
eylemlerde bulunan devletler de güç kullanmıĢ kabul edilmektedir (Kaya,
2005: 173).
BM de kuvvet kullanımına aĢağıda belirtilen hallerde izin vermiĢtir
ancak
bu
maddelerin
son
ikisi
geçici
hükümler
olup
günümüzde
kullanılmamaktadır (Pazarcı, 2007: 512-518):
 MeĢru müdafaa halinde kuvvet kullanımı (Madde 51)
 Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımı (VII. Bölüm)
 Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden önce beĢ sürekli üyenin kuvvet
kullanımları (Madde 106)

2. Dünya SavaĢı boyunca „düĢman‟ güçlere karĢı kuvvet kullanımı.
(Madde 107)
40
Günümüzde kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunma
yasağının istisnasını meĢru müdafaa gereği ve Güvenlik Konseyi kararları
dahilinde kuvvet kullanımı oluĢturmaktadır. MeĢru müdafaa hakkı, BM
antlaĢmasının 51. maddesinde düzenlenmiĢtir (UNIC Ġnternet Sitesi [web],
1945):
“Bu AntlaĢmanın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya
hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barıĢ ve güvenliğin
korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel
ya da ortak meĢru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meĢru
savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne
bildirilir ve Konsey‟in iĢbu AntlaĢma gereğince uluslararası barıĢ ve güvenliğin
korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an
hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”
Bu maddede hangi tür eylemlerin silahlı saldırı sayılacağına yönelik
herhangi bir açıklama getirilmemiĢtir. BaĢka bir hukuki belgede de
yapılmayan tanım, uluslararası hukukta uzun süre bir belirsizliğe neden
olmuĢ, bu belirsizliği ortadan kaldırmak için; 14 Aralık 1974 tarih ve 3314
sayılı Saldırının Tanımına ĠliĢkin BM Genel Kurul Kararı çıkarılmıĢtır (Acer,
2005: 15-16).
Buna göre 1. maddede saldırı (tecavüz) tanımı Ģu Ģekilde verilmiĢtir:
(UNIC Ġnternet Sitesi [web], 1974):
“Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya
siyasi bağımsızlığına karĢı veya iĢbu tanımda belirtildiği üzere, BM AntlaĢması
ile bağdaĢmayan diğer herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanılmasıdır. (Not:
Bu tanımda “Devlet” terimi, a) Tanıma veya bir Devletin BM‟nin üyesi olup
olmamasına halel getirmeyecek bir Ģekilde kullanılmıĢtır. b) Yerine göre,
“Devletler Grubu” kavramını da kapsar.”
41
3. maddede Kararda silahlı saldırı olarak kabul edilebilecek saldırgan
fiil olarak sayılan fiiller Ģunlardır (UNIC Ġnternet Sitesi [web], 1974):
a- Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona
hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya
hücumdan ileri gelen herhangi bir askeri iĢgal veya kuvvet yoluyla baĢka bir
devletin ülkesinin veya bir bölümünün ilhakı;
b- Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, baĢka bir devletin ülkesini bombardıman
etmesi veya bir devletin diğer bir devletin ülkesine karĢı herhangi bir Ģekilde
silah kullanması;
c- Bir devletin liman veya kıyılarının diğer bir devletin silahlı kuvvetleri
tarafından abluka altına alınması;
ç- Bir devletin silahlı kuvvetleriyle baĢka bir devletin kara, deniz veya hava
kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması;
d- Bir devletin baĢka bir devlette sonuncusuyla yapılan bir anlaĢmaya göre
bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaĢmada öngörülen hükümlere aykırı Ģekilde
kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerinin varlığının bu ülkede anlaĢmanın sona
ermesinden sonra da sürdürülmesi;
e- Ülkesini baĢka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet
tarafından üçüncü bir devlete karĢı saldırı amacıyla kullanılmasına izin
vermesi;
f- Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karĢı yukarda
listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden
silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin
gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karıĢılması.
Yine 51. maddede belirtilen MeĢru müdafaa hakkının kullanılması bazı
Ģartlara tabidir. Bunlar; meĢru müdafaanın silahlı bir saldırıya karĢı
gereklilikten kaynaklanması, aciliyet ve orantılılıktır. Bunları Ģu Ģekilde
incelemek mümkündür.
42
Gereklilik Ģartı; meĢru müdafaa hakkı kapsamında gerçekleĢtirilen
kuvvet kullanımının haklı olup olmadığını belirlemede ön koĢul olup saldırıya
uğrayan devletin kuvvet kullanmak dıĢında baĢka seçeneği olmamasını ifade
eder.
BM AntlaĢması da devletlerin kuvvet kullanmaya baĢvurmadan önce
barıĢçı yollara baĢvurması gerektiğini öngörmektedir. AntlaĢmanın
2/3.
maddesi aĢağıdaki gibidir (UNIC Resmi Ġnternet Sitesi, [web], 1945):
“Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki uyuĢmazlıklarını, uluslararası barıĢ ve
güvenliği ve adaleti tehlikeye düĢürmeyecek biçimde, barıĢçı yollarla çözerler.
UyuĢmazlıkların barıĢçı yollarla çözümünü öngören ve uzaması uluslararası
barıĢ ve güvenliğin korunmasını tehdit edebilecek nitelikte bir uyuĢmazlıkta
taraf olanlar, bu uyuĢmazlığın çözülmesini her Ģeyden önce görüĢme,
soruĢturma, ara bulma, uzlaĢma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teĢkil
veya anlaĢmalarına baĢvurarak veyahut kendi seçecekleri baĢka barıĢ
yollarıyla aramalıdırlar.”
Yukarıdaki hükümde de belirtildiği gibi BM AntlaĢması, üyelere,
uyuĢmazlık durumlarında öncelikle barıĢçı yolları kullanarak çözmeyi
önermekte, mümkün olduğunca güç kullanmaktan uzak durmaları gerektiğini
ifade etmektedir.
Aciliyet ġartı, saldırı fiili ile buna karĢı yapılan karĢı fiil arasındaki
zaman boyutunu ifade eden
koĢuldur. MeĢru müdafaanın, amacı gereği
silahlı saldırı ile meĢru müdafaa hakkının baĢvurulması arasındaki gereksiz
bir sürenin bulunmamasını ve karsı eylemin saldırıdan hemen sonra veya
makul bir süre içinde kullanılmasını öngörmektedir. Kabul edilemeyecek bir
süre geçtikten sonra meĢru müdafaa hakkına baĢvurulması, saldırı ile yanıt
arasındaki zaman bağlantısının kopmasına ve karĢı eylemin meĢru müdafaa
olmaktan çıkararak zararla karĢılık niteliği kazanmasına sebebiyet verir
(BaĢeren, 2003: 135-137).
43
Orantılılık Ģartı ise, meĢru müdafaaya sebebiyet veren silahlı saldırı ile
meĢru müdafaa fiili arasında orantı olmasını ve kullanılan kuvvetin mevcut
tehlikeyi önlemeye yetecek kadardan fazla olmamasını ifade eder. MeĢru
müdafaada mevcut hukuka aykırı fiilden dolayı karĢı tarafa bir ceza verme ya
da gelecekteki muhtemel saldırıları önleme amacı yoktur. Amaç sadece
hukuka aykırı fiili durdurmaktır ve karĢı fiilin de orantılılık ölçüsünü bu amaç
tayin etmektedir (BaĢeren, 2003: 137). Tehdidin ortadan kalkmasının
ardından meĢru müdafaa fiilinin sona erdirilmesi gerekmektedir. KarĢı
eylemin
savunma
amacının
dıĢına
çıkması
durumunda
meĢruiyeti
kalmayacaktır.
Güvenlik
Konseyine
Bilgi
Verme
Zorunluluğu
açısından
BM
AntlaĢmasının 51. maddesi, meĢru müdafaa hakkını kullanan devletin aldığı
önlemleri zaman geçirmeden Güvenlik Konseyine bildirme zorunluluğunu
öngörmekte olup bununla birlikte meĢru müdafaa hakkının kullanılması için
önceden Güvenlik Konseyi‟ne bir bildirim ve bir karar çıkartmak suretiyle izin
almaya gerek yoktur. Ancak, meĢru müdafaa önlemlerinin acilen Güvenlik
Konseyine bildirilmesinin akabinde Konsey BM AntlaĢmasının 7. bölümü
çerçevesinde aldığı kararlar varsa bu kararlara uyulması zorunluluk teĢkil
etmektedir (Pazarcı, 2007: 515).
Bu duruma iliĢkin hüküm, uluslararası düzene iliĢkin amir bir hüküm
olmayıp; usule iliĢkindir ve açıklayıcı bir hüküm niteliği taĢımaktadır. Kurala
aykırı davranıĢlar; alınan önlemlerin meĢru müdafaa niteliğini ortadan
kaldırmamaktadır (BaĢeren, 2003: 139). Bununla birlikte, Konseye bildirimde
bulunmama durumunda
eylemin
haksız bir eylem
olduğu yönünde
oluĢabilecek görüĢlere meĢruiyet kazandırılmıĢ olacaktır. Bu sebeple uygun
koĢullar olduğu durumlarda, Konsey ve dolaylı olarak uluslararası camiaya
müdahalenin haklılığıyla ilgili kanıt sunmak faydalı olacaktır.
44
Buraya kadarki incelemelerden yola çıkarak BM AntlaĢmasının 51.
maddesindeki meĢru müdafaa hakkının vukuu bulabilmesi için silahlı
saldırının gerçekleĢmesinin gerekli olduğu ve bu hakkın da ancak yukarda
belirtilen Ģartların bulunduğu durumlarda kullanılabileceği anlaĢılmaktadır.
ĠĢte Bush Doktrininin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bush Doktrini olarak
da ifade edilen önleyici vuruĢ teorisine göre; meĢru müdafaa hakkını
kullanabilmek için mutlaka bir silahlı saldırının gerçekleĢmesine gerek yoktur.
Uluslararası hukuk, saldırı gerçekleĢtirme potansiyeli bulunan hedeflere karĢı
müdahaleyi de bu kapsamda değerlendirmelidir.
BM AntlaĢmasının 51. maddesi iki farklı yorumu ortaya çıkarmaktadır.
Ġlk yorum, devletlerin sadece silahlı saldırıya karĢı kuvvet kullanabileceklerine
iliĢkindir. Ġkinci yorum ise, meĢru müdafaa hakkının doğal bir hak oluĢu
sebebiyle, 51. maddenin BM AntlaĢması öncesinde de örf adet hukukunda
yer alan geniĢ bir meĢru müdafaaya onay verdiği iddiasındadır. Bu iki farklı
yorum
literatürde
sınırlandırıcı
ve
geniĢletici
yorum
biçiminde
incelenmektedir.
GeniĢletici yorumu benimseyen Murswiek‟e göre; sadece silahlı
saldırının olmasını beklemek gerçekçi bir yaklaĢım değildir. Ġlk vuruĢu
gerçekleĢtiren her zaman saldırgan olmak zorunda değildir. Hiçbir devletten
geri
dönülmesi
imkânsız
sonuçlara
yol
açabilecek
bir
saldırının
sonuçlanmasını, hiçbir önlem almadan beklemesini istemek mantıklı değildir.
MeĢru müdafaa hakkı, var olmalarının ve ülkeleri üzerindeki egemenlik
haklarının bir yansımasıdır. BM AntlaĢmasının 51. maddesinin özünde bu
durum vardır (Murswiek, 2003: 6).
GeniĢletici yorum, özellikle, kitle imha silahları gibi kısa sürede çok
sayıda insanın ölebileceği ve maddi anlamda da büyük zararlar verebilecek
silahları kullanabilecek devletlere karĢı müdahale etmenin gerekliliği ile
45
iliĢkilidir. Zira bu devletlerin bir saldırıda bulunmasını beklemek, saldırı
vukuunda, telafisi imkânsız zararlara yol açabilecektir.
Sınırlandırıcı yorumu benimseyenlere göre ise, meĢru müdafaa
hakkının geniĢ yorumu, uluslararası güvenliğe zarar verebilecektir (TaĢdemir,
2006: 240-241). Devletler kendilerini güvensiz hissettikleri her durumda,
düĢmanları olarak gördükleri ya da saldırı potansiyeli olan devletlere karĢı
saldırıya geçebilecekler, bu noktada kendilerini engelleyici bir uluslararası
yaptırım mekanizması da olmayacağından uluslararası sistemin düzeni
bozulacak, anarĢi durumu ortaya çıkabilecektir.
Bush doktrinini farklı kılan husus, “gereklilik” kriterini esnetme isteğidir.
BaĢka bir anlatımla, Bush yönetimi, kitle imha silahları ve terörizm tarafından
ortaya çıkarılan yeni tehditler karĢısında, “vukuu muhakkak” tehdit kriterinin
yetersiz kalacağını ifade etmektedir (TaĢdemir, 2006: 240).
Bu durum
önleyici meĢru müdafaa hakkından yola çıkarak, bu bahsi geniĢletme
eğiliminde olan bir görüĢtür. Nitekim önleyici vuruĢ teorisi, potansiyel tehdidi
vurmak boyutunu aĢarak, savaĢ boyutuna varacak derecede geniĢ bir meĢru
müdafaa anlayıĢına dayanmaktadır.
Önleyici vuruĢ, 11 Eylül‟le ortaya çıkan bir kavram değildir. 11
Eylül‟den önce de çok sayıda örneği yaĢanmıĢtır. Özellikle, 1962-1963
Küba Füze Krizi, 1967 Arap Ġsrail SavaĢı ve 1981 Osirak Nükleer
Reaktörü‟nün bombalanması olayları, bu kapsamda değerlendirilmektedir.
Bununla birlikte, BM AntlaĢması sonrası dönemde, özellikle de “önleyici
meĢru müdafaa” ile ilgili kavramlara onay veren, uluslararası bir örf adet
kuralının doğduğunu ifade etmek mümkün değildir (TaĢdemir, 2006: 8486).
11 Eylül Saldırıları incelendiğinde, bu saldırıların uluslararası toplum
tarafından ABD‟ye karĢı bir silahlı saldırı olduğu konusunda bir konsensüs
46
oluĢtuğu ifade edilebilir. Nitekim bu saldırı, bir devletin hava kuvvetleri
tarafından verdirilebilecek zayiata eĢdeğer boyuttadır. Ayrıca uluslararası
toplum bu saldırıları, 1993‟te Dünya Ticaret Merkezi, 1998‟de Nairobi ve
Kenya‟daki ABD elçiliklerinin bombalanması, 2000‟de Yemen‟de US Cole
gemisine saldırı gibi ABD‟ye yönelik devam eden saldırı kampanyasının bir
devamı olarak görmüĢtür (Rowe: 2002: 2-3; TaĢdemir, 2006: 168). Bu
noktada saldırıların ağır sonuçlar doğurması ve yarattığı psikolojik etki
sebebiyle, uluslararası toplumun 11 Eylül‟ü bir silahlı saldırı olarak görmesi
sonucunda ABD‟nin bundan sonraki eylemlerini meĢru müdafaa kapsamında
değerlendirmesi
ve
meĢru
müdafaa
kapsamının
da
ABD
çıkarları
doğrultusunda, Bush Doktrini gereklerince belirlenmesinin önü açılmıĢtır.
Bush, seçim döneminden baĢlayarak ABD‟nin askeri gücünü ön plana
alan söylemler geliĢtirmiĢ, 11 Eylül sonrasında da bu söylemlerini daha net
bir Ģekilde ortaya koymuĢtur. Önleyici vuruĢ hususunda da
saldırılarının,
11 Eylül
bir anlamda Bush‟a uzun süredir oluĢturduğu politikalarını,
yasal zeminde uygulama fırsatı verdiği söylenebilecektir.
(2) Büyük Orta Doğu Projesi
Tüm dünyayı sarsan 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD,
terörizme ve terörizme destek verdiğini düĢündüğü “haydut devletlere”
yönelik yoğun bir propaganda yürütmüĢ ve Dünya kamuoyunun önemli bir
desteğiyle önce Afganistan‟a, ardından da Irak‟a müdahalede bulunmuĢtur.
Bütün bunlar gerçekleĢirken, aslında temellerini çok önceden attığı ancak
dünya kamuoyunun 2004‟te öğrendiği, resmi ifadesi ile “GeniĢletilmiĢ Orta
Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile MüĢterek bir Gelecek ve Ġlerleme için
Ortaklık (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of
the Broader Middle East and North Africa)” Projesi, Türkiye‟de yankı bulan
ismiyle Büyük Orta Doğu Projesi gündeme gelmiĢtir.
47
ABD yönetimleri ve CIA‟ye stratejik Ar-ge hizmeti veren ilerde detaylı
olarak incelenecek; “RAND” adlı düĢünce kuruluĢu tarafından “Sivil
Demokratik Ġslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” baĢlıklı, kapsamlı bir
rapor hazırlanarak Bush yönetimine sunulmuĢtu. “Ġslam ve Müslümanlar, Batı
demokrasisi değerlerine ve küresel düzene uyumlu hale getirilemezse,
medeniyetler çatıĢması olasılığının yüksek olduğu” tezinden yola çıkarak
hazırlanan
bu
alınabileceğine
raporda;
dair
Ġslam
coğrafyasının
stratejiler
öneriliyordu.
nasıl
Ayrıca
denetim
altına
raporda
dünya
Müslümanları; köktendinciler, gelenekçiler, modernler (ılımlı Ġslam) ve
laikler Ģeklinde dörde bölünmüĢtü (Günal, 2004: 158). Söz konusu raporda,
Ġslam‟ı kontrol altına alma projesi Ģu stratejileri içermekteydi (Benard, 2003:
47-48):

Önce modernistler desteklenmelidir.

Duruma göre sekülerler desteklenebilir.

Seküler
temeldeki
yapı
ve
kültürel
kurum
ve
programlar
desteklenmelidir.

Gelenekçilere kökten dincilerle mücadele etmeye yetecek kadar
destek verilmelidir. Ġki grup arasında iĢbirliği imkânları aranmalıdır.
Gelenekçiler
içinde
modern
sivil
toplumun
gereksinimlerini
karĢılayacak kiĢileri seçmek gereklidir. Örneğin, bazı Ġslami hukuk
okulları, bizim adalet ve insan hakları anlayıĢımıza, diğerlerine
nazaran daha uyumludur.

Son olarak, kökten dincilerle, onların kırılgan Ġslami ve ideolojik
duruĢlarına saldırarak enerjik olarak mücadele etmek gerekir. Bunu
yaparken de onların, ne hedef kitleleri arasındaki genç idealistleri ne
de
dindar
gelenekçilerin
aksini
kanıtlayabileceği,
hataları,
acımasızlıkları, cahillikleri, Ġslami uygulamalarındaki yanlı bakıĢları ve
açıklamalarındaki
hataları,
liderlik
ve
hükümet
beceriksizliklerine vurgu yapmak yerinde olacaktır.
48
etmedeki
Aynı raporda yukarıdaki stratejileri uygularken bazı ek faaliyetlerin
uygulanmasının, hedefe ulaĢmada avantaj sağlayacağı belirtilmekteydi.
Bunları da Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür (Benard, 2003: 48):

Kökten dinci ve gelenekçilerin Ġslam‟ın yorumlanması ve açıklanması
üzerindeki tekellerinin kırılmasına yardımcı olunması;

Modernist aydınlara, modernist Ġslami hukuk kuralları ve günlük yaĢam
uygulamaları ile ilgili sorulara cevap verebilecek bir internet sitesi
oluĢturulması için destek verilmesi;

Yorumlayıcı kitaplar basılmalı ve bunlar sübvanse edilerek en azından
köktendinci yazarların kitapları kadar yaygınlaĢmasının sağlanması;

Modernist aydınlara, metinler ve müfredatlar hazırlanması hususunda
destek verilmesi;

Radyo gibi popüler bölgesel medya organları kullanılarak, Ġslam‟ın ne
anlama
geldiği
ve
ne
anlama
gelebileceğine
dair
modernist
Müslümanların görüĢlerinin yayılması sağlanabilir.
George W. Bush, Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) amacını Ģu
Ģekilde anlatmaktadır (Freeworldacademy Ġnternet Sitesi [web], 2009):
“Bu ülkelerde kadın hakları bulunmamaktadır. Kadınların okula gitmesi
engellenmektedir. Bütün dünya ilerlemekteyken Orta Doğu toplumları yerinde
saymaktadır. Orta Doğu, özgürlüğün yeĢermediği bir yer olarak kaldığı sürece,
bölgede durgunluk, gücenme sürecek ve Ģiddet, ihraç edilmek üzere her
zaman var olacaktır.”
Dick Cheney ise BOP‟un ana fikrinin “bütün bölgeye demokrasi
yayarak bölgede geliĢmeyi ve barıĢı garantilemek olduğunu” söylemektedir.
Cheney‟e göre (Freeworldacademy Ġnternet Sitesi [web], 2009):……
49
“Demokrasiye giden yol haritası kesinlikle değerlidir. Proje kapsamında
kadınların durumuyla da ilgilenmek gerekmektedir. Bölgenin sorunlarının
çözümü, demokratik süreçlerin yaygınlaĢmasına bağlıdır.”
Bu söylemlerden hareketle BOP‟un Amerikan resmi ideolojisindeki
amacının, “ABD‟nin, özgür olmayan geri kalmıĢ olarak tanımladığı bölgelere
demokrasi getirmek” olduğu anlaĢılmaktadır. Bununla birlikte BOP‟un arka
planına inildiğinde böyle büyük bir alanı ilgilendiren projenin sadece
demokrasi getirme vaadiyle planlandığı iddiası zayıf kalmaktadır. Proje,
derinlemesine
incelendiğinde,
konunun
enerji
boyutunun
da
olduğu
görülmektedir. Bugün, dünyadaki enerji kaynakları arasında fosil yakıtlar
halen
ağırlığını
korumaktadır.
GeliĢmiĢ
ülkelerin
enerji
ihtiyaçları
incelendiğinde, bunun önemli bir kısmının Orta Doğu‟dan karĢılandığı
bilinmektedir. Buradan hareketle Orta Doğu‟nun geliĢmiĢ ülkeler için
öneminin ne derece büyük olduğu ortaya çıkmaktadır.
BOP‟un arka planına bakıldığında, konuyu SSCB‟nin yıkılıĢına kadar
götürmek mümkündür. SSCB‟nin dağılması sonrasında Balkanlar‟da Avrasya
Bölgesi ve diğer bölgelerde oluĢan jeopolitik boĢluk alanları, yerel ve bölgesel
güçler tarafından Ģiddet kullanılarak doldurulmaya çalıĢıldı. Buna örnek
olarak Soğuk SavaĢ‟ın resmen sona eriĢinin ardından Saddam Hüseyin‟in
Basra Körfezinde oluĢtuğuna inandığı boĢluğu Kuveyt‟i iĢgal ederek kendi
lehine çevirmeye çalıĢması gösterilebilir (Demiray ve ĠĢcan, 2008: 153).
Diğer bir bakıĢ açısıyla, SSCB‟nin yıkılması ile uluslararası arenada
tek süper güç olarak kalan ABD; kendi hedefleri doğrultusunda kurmayı
düĢündüğü “Dünya Egemenliğinin” Orta Doğu ayağını BOP ile Ģekillendirdiği
düĢünülebilecektir.
BOP, ABD resmi belgelerinden ziyade, genelde DüĢünce KuruluĢları
Raporlarında ve gayrı resmi toplantılarda kendini göstermekteydi. Bununla
50
birlikte projenin taslak haliyle, 1995 tarihli, Institute For National Strategic
Studies (ABD Ulusal Stratejik Ġncelemeler Enstitüsü) ve National Defence
University (Ulusal Savunma Üniversitesi) tarafından çıkarılan National Force
Quarterly (Üç Aylık Ulusal Güç) dergisinin Sonbahar sayısındaki “The
Greater Middle East” (Büyüyen Orta Doğu) makalesinde formüle edildiği
ifade edilmektedir. (Akar, 2004: 21‟den akt. Tangülü, 2006: 97).
Bush, ilk olarak Haziran 2002‟deki Harp Okulu mezuniyetinde yaptığı
konuĢmasında değindiği “Ġslam ülkelerinin de demokrasiye layık olduğu”
söylemini daha sonra pek çok kez yinelemiĢtir. Aynı konuda o dönem
Bush‟un güvenlik danıĢmanı Condelezza Rice ise; 7 Ağustos 2003‟te The
Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming the Middle East
(Orta Doğuyu DeğiĢtirmek)” baĢlıklı yazısında, Bush‟un söylediklerini teyit
etmiĢ ve dönüĢümün 22 ülkeyi kapsayacağını belirtmiĢtir (Tangülü, 2006:
98).
12 Aralık 2002 tarihinde dönemin ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell,
“ABD-Orta Doğu Ortaklık GiriĢimi”nden bahsetmiĢti. Söz konusu giriĢimin
temel noktaları aĢağıda ifade edilmektedir (Yılmaz, 2006: 184-185):

Arap ülkelerinde giriĢimcilik ve serbest piyasa ekonomisinin teĢvik
edilmesi;

Kadın haklarında (özellikle eğitim düzeylerinin artırılması konusunda)
iyileĢtirmeler yapılması;

Siyasal özgürlüklerin artırılması;

Bölgede diktatörlükler yerine demokratik rejimlerin oluĢturulması;

Sivil toplumun güçlendirilmesi.
8 Nisan 2004‟de ABD Senatosunda “2004 Büyük Orta Doğu ve Orta
Asya Yasası (Greater Middle East and Central Asia Development Act of
2004)” kabul edilmiĢtir. Söz konusu yasada yer alan aĢağıdaki hükümler
51
dikkat çekicidir (ABD Kongre Kütüphanesi (The Library of Congress) Ġnternet
Sitesi [web], 2011):
“Tanımlar: Yasada, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya kavramı ile Arap Ligi‟ne
üye, 22 ülke (Cezayir, Bahreyn, Komor Adaları, Cibuti, Mısır, Irak, Ürdün,
Kuveyt, Lübnan, Libya, Moritanya, Fas, Umman, Filistin, Katar, Suudi
Arabistan, Somali, Sudan, Suriye, Tunus, BirleĢik Arap Emirlikleri ve Yemen),
Afganistan, Ġran, Ġsrail, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Türkiye,
Türkmenistan ve Özbekistan kast edilmektedir.
Yasanın Amacı: Bu yasanın amacı; Büyük Orta Doğu ve Orta Asya‟da
özellikle özel sektör giriĢimlerinin geliĢtirilmesi yolu ile siyasal özgürlük ve
ekonomik kalkınmanın desteklenmesidir. Bu amaçla Kongre söz konusu yasa
ile; Demokrasi Vakfı, Kalkınma Vakfı ve bir Kalkınma Bankasından oluĢan 3
yeni oluĢuma destek olma ve katılım sağlama konusunda yetki vermektedir.
Yasanın Verdiği Yetkiler: BaĢka bir yasa hükmü ile düzenlenmemiĢ olsa da,
ABD BaĢkanı, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya‟ya yönelik, ekonomik ve siyasal
özgürlüklerin geliĢtirilmesi, serbest ticaret ve özel sektörün desteklenmesi
amacıyla, aĢağıdaki paragraflarda yer alan programları da içeren yardımlar
sağlama hususunda yetkilendirilmiĢtir.
ABD’nin desteği ve üyeliği ile gerçekleĢecek Büyük Orta Doğu ve Orta
Asya Kalkınma Bankası OluĢturulması: BaĢkan, Büyük Orta Doğu ve Orta
Asya tanımında belirtilen ülkelerde yer alan baĢka “üye”ler ve Temsilcilerle
çalıĢarak, Özel sektörün, iç ticareti de kapsayan ticaretin geliĢtirilmesi ve
bölgedeki yatırımların geliĢtirilmesi için yetkilendirilmiĢtir.
Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Vakfı OluĢturulması: BaĢkan,
Büyük Orta Doğu ve Orta Asya tanımında belirtilen ülkelerde yer alan baĢka
üyeler ve Temsilcilerle çalıĢarak, çok taraflı Büyük Orta Doğu ve Orta Asya
Kalkınma Vakfı oluĢturulması konusunda yetkilendirilmiĢtir.
Demokrasi Vakfı Kurulması: BaĢkan, diğer üyeler, özel sektör yöneticileri ve
hükümet dıĢı örgütlerle birlikte, bir çok taraflı özel-kamu iĢbirliği ile yürütülen,
52
demokrasi vakfı oluĢturulması hususunda yetkilendirilmiĢtir. Burada amaç,
bölgede sivil toplumun oluĢturulması, demokratik reform, iyi yönetiĢim
uygulamalarının temellerinin atılmasıdır.
Programın Bütçesi: DıĢiĢleri Bakanlığınca kullanılmak üzere 2005‟ten 2009‟a
kadarki süre içerisinde her mali yıl için 1 Milyar Dolar tahsis edilecektir. ”
Söz konusu yasa, Büyük Orta Doğu Projesinin alt yapısının
hazırlanmasında önemli rol oynamıĢtır.
Büyük Orta Doğu Projesinin farklı boyutları bulunmaktadır. Bunları Ģu
Ģekilde incelemek mümkündür :
(a)
Büyük Orta Doğu Projesinin Siyasi Boyutu
BOP‟un resmi olarak deklare edilen amaçları içinde en
çok vurgulanan; “ABD yönetiminin iyi yönetilmediğini düĢündüğü bölge
ülkelerine demokrasi getirme” arzusu içinde olduğudur. ABD eski BaĢkanı
Bush konuĢmalarında pek çok kez ABD‟nin temel amacının dünyada
demokrasiyi yaygınlaĢtırmak olduğunu ifade etmiĢtir (Quotation Page Ġnternet
Sitesi [web], 2012).
Bölge ülkelerine bakıldığında, seçimle yönetildiği iddia edilen pek çok
ülkede bile seçimlerin göstermelik yapıldığı; iktidarı ele geçirmede çoğunlukla
askeri darbeler vb. yöntemlerle kullanıldığı görülmektedir. ABD, demokrasi
söylemini kullanarak, bu görünümdeki bölge ülkeleri üzerinde yaptığı ve
yapacağı operasyonları haklı çıkarma gayesi içindedir. ABD‟ye göre;
“Dünyada en iyi yönetim biçimi olan demokrasiyi yaĢamak, bölge ülkelerinin
de hakkıdır.”
53
Bu bağlamda ABD, BOP kapsamında, siyasal alanda uygulama
amacında olduğu reformları Ģu Ģekilde sıralamaktadır (Orta Doğu Ortaklığı
GiriĢimi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2009):

Demokratik
tecrübeleri,
seçim
sistemlerini
siyasal
partileri
ve
parlamenterleri de içerecek Ģekilde güçlendirmek,

Siyasal süreçte demokratik seslerin rahatlıkla duyulabildiği geniĢ bir
kamu alanı oluĢturulmasını desteklemek, sivil toplumu güçlendirmek,

Özgür ve bağımsız medyanın toplum içindeki rolünü güçlendirmek,

Hukukun üstünlüğünü desteklemek, hesap verilebilir, etkili yönetim ve
yargı kurumları oluĢturulmasını desteklemek.
(b)
Büyük Orta Doğu Projesinin Ekonomik Boyutu
Büyük Orta Doğu Projesi resmi söyleminde, ekonomik
açıdan geri kalmıĢ bölge ülkelerinin kalkındırılması amacıyla bazı reform
planları da yer almaktadır. Bu planlardan en önemlileri aĢağıda sıralanmıĢtır
(Orta Doğu Ortaklığı GiriĢimi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2009):

Ekonomik açıdan güçlenme diğer alanlarda da bölge ülkelerinin
geliĢmesine katkıda bulunabilir. Bu sayede; serbest ticaret, serbest
pazarlar, yeni iĢ alanları açılması, milli gelirin artması ile desteklenen
ekonomik geliĢme, Dünya barıĢına da katkıda bulunabilir. Çünkü
ekonomik açıdan geri kalmıĢ ülkelerde bulunan bazı gruplar, terör
faaliyetlerine girerek, bu durumda olmalarına sebep olarak gördükleri
geliĢmiĢ ülkelerden „öç almak‟ istemektedir.

Büyük Orta Doğu Projesi ile bölge ülkelerinde dıĢ ve iç giriĢimciler
desteklenerek, yatırımların artırılması ve dolayısıyla istihdam ve gelirin
artırılması KOBĠ‟lerin güçlendirilmesi, özel sektöre üretim ve iĢ
54
üretmede
kolaylık
sağlanması,
ticarette
Ģeffaflık
sağlanması
amaçlanmaktadır.
(c)
Büyük Orta Doğu Projesinin Enerji Boyutu
Daha önce de belirtildiği üzere Orta Doğu petrolleri,
Dünyanın petrol ihtiyacının önemli bir miktarını
karĢılamaktadır. Bu
doğrultuda enerjinin güvenli bir biçimde çıkarılarak, ihtiyaç olan bölgelere
yönlendirilmesi, diğer geliĢmiĢ ülkeleri ilgilendirdiği kadar ABD‟yi de
ilgilendirmektedir. Zira bölgede enerji üretiminde meydana gelebilecek
herhangi bir aksama tüm dünyada büyük krizlere sebep olabilmekte; enerji
sektöründeki sorun dolaylı olarak bütün sektörleri etkilemektedir.
BOP ile ABD‟nin, gerek enerji yollarını güven altına alma gerekse,
petrolü bir silah olarak kullanma potansiyeline sahip ülkeler üzerinde baskı
kurarak, onları denetimi altında tutma düĢüncesi içinde olabileceği ifade
edilebilecektir.
(ç)
Büyük Orta Doğu Projesinin Dini Boyutu
Bush yönetimiyle birlikte baskın hale gelen yeni
muhafazakâr görüĢ; dinin toplum üstündeki etkisini iyi analiz ederek, dini
görüĢ ve söylemleri önemli ölçüde kullanmıĢtır. Gerek resmi söylemlerinde
gerekse gayri resmi toplantılarda yapılan konuĢmalarda dinin etkisini görmek
mümkündür.
Örneğin,
Bush
Washington
Times‟a
verdiği
aĢağıdaki
röportajında dine verdiği önemi Ģu sözlerle açıklamıĢtır (Radikal Gazetesi
Ġnternet Sitesi [web], 2005):
“Tanrı
ile
iliĢkisi
olmayan
birinin
nasıl
baĢkan
olabileceğini
anlamıyorum...Amerika, din ve inançlar açısından çok göze çarpan bir yer.
Mitinglerimize gelen birçok kiĢi „sadece sana dua etmek için buradayım'
55
diyordu. Ben de buna Ģükran duyuyorum...Yine de herkesin haklarını koruma
sorumluluklarımız bizi Taliban'dan farklı kılmaktadır.”
Yine Texas‟ta bir konuĢmasında Bush,
“Amerika‟nın özgürlüğü
yaymak için Tanrı tarafından seçilmiĢ bir ülke olduğunu” belirtmiĢtir
(Belgraviadispatch Ġnternet Sitesi [web], 2009)
Bush iktidarı süresince geçmiĢ 8 yılı değerlendirdiği konuĢmasında da
aĢağıdaki ifadeleri kullanmıĢtır (New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi
[web], 2009):
“Ordularımız
tarafından
gerçekleĢtirilen
çatıĢmalar,
dramatik
olarak
farklılaĢmıĢ iki farklı sistem arasında, geniĢ bir alana yayılan mücadelenin bir
parçasıdır. Bir tarafta, kadını körü körüne itaate mahkûm eden ve iman
etmeyenleri ölümle tehdit eden zalim bir ideolojiye bütünüyle itaat eden, küçük
bir grup fanatik bulunmaktadır. Diğer sistem ise, özgürlüğün „her Ģeye kadir
olan Tanrı‟ tarafından bahĢedilen, evrensel bir hediye olduğuna inanıĢ üzerine
temellenmiĢtir ve bu hürriyet ve adalet barıĢa giden yolu aydınlatmaktadır.”
Bu sözleriyle Bush, ABD‟nin yürüttüğü savaĢların Tanrı tarafından
hediye edilen bir olgu olduğunu ve barıĢın da ancak hürriyet ve adaletle
sağlanabileceğini belirtmiĢ; ABD ordusunun da zalim bir sisteme karĢı,
Tanrısal amaçlarla savaĢtığı vurgusunu yapmıĢtır.
Sonuç olarak BOP‟u haklı gerekçelere dayandırmak için dini öğelerin
de kullanıldığı, ABD‟nin bu projesinde adeta kendini; „demokrasiyi yaymak
adına kutsal bir görev verilmiĢ; Tanrı adına savaĢ veren bir ulus‟ gibi
gösterme gayesi içinde olduğu söylenilebilecektir.
56
(d)
Büyük Orta Doğu Projesinin Güvenlik Boyutu
ABD için günümüzde en büyük tehdidin dini terörizm
olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Büyük Orta Doğu Projesinin de bu
amaçla özellikle Orta Doğu kaynaklı terörü kontrol altına almak istediği
açıktır.
ABD resmi söyleminde, terörle mücadele konusundaki amaçlar Ģöyle
ifade edilmektedir (ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web],
2009):

Terör ideolojisine uzun dönemde bir panzehir olabilmesi için, etkili
demokrasileri desteklemek;

Terörist ağların saldırılarını önlemek;

Kitle imha silahlarının haydut devletler ve terörist yandaĢlarının eline
geçmesini engellemek;

Teröristlerin, haydut devletlerin destek ve sığınması altına girmesini
engellemek;

Teröristlerin herhangi bir milleti, ya da toprak parçasını terör üssü
olarak kullanmasını engellemek;

Terörle
savaĢta
kullanılacak
teçhizatın
ve
gerekli
ikmalin
gerçekleĢtirilebilmesi için uygun imkânın sağlanabilmesi için kurum ve
kuruluĢlar oluĢturmak.
Buna göre, Büyük Orta Doğu Projesinin de resmi söyleminde; özellikle
yeni muhafazakârlar tarafından da Orta Doğu ve Kuzey Afrika‟da yaygın olan
ve “kötü yönetilen ve dünyayı tehdit eden” biçiminde ifade edilen otokrasi ve
teokrasiye dayalı yönetimlere demokrasi getirme amacıyla oluĢturulmuĢ bir
proje olduğu ifade edilebilecektir.
57
ABD‟nin 11 Eylül sonrasında gündeme gelen diğer strateji kavramları
ise; “ikna yoluyla vazgeçirme (dissuasion) ve
inkâr yoluyla caydırma
(detterrence by denial)” olarak ifade edilmektedir . Buna göre “Ġkna yoluyla
vazgeçirme”
anlamında
(deterrence)”
sözcüğünün
kullanılan
Fransızca
“disuasion”;
karĢılığı
aslında
olup;
“caydırma
ABD
Savunma
Bakanlığı‟nca yayınlanan “Dört Yıllık Savunma Ġncelemeleri Quadrennial
Defense Review” adlı raporda, bu terim özel bir anlamla kullanılmıĢ ve daha
sonra da sözcük bu anlamda kullanılmaya devam etmiĢtir. Kısacası
“dissuasion”, günümüzde diğer güçleri; ABD ile bir silah yarıĢına veya askeri
yeteneklerde bir rekabete giriĢmekten bile kaçınmaya ikna etmek anlamına
gelmektedir. Resmi strateji belgeleri bu terimi, düĢmanı gerek genel anlamda
gerekse nükleer silahlar veya avcı uçakları veya saldırı denizaltıları gibi
askeri gücün belirli bir sınıfında ABD ile rekabete girmenin hiç bir iĢe
yaramayacağına inandırmak olduğunu belirtmektedir. Amaç düĢmanın askeri
yetenekler edinimi konusunda rekabete girmenin hiç bir yararı olmayacağı
sonucuna varmasını sağlamaktır (Yost [web], 2003).
Donald Rumsfeld bu kavramın mantığını Ģu Ģekilde örneklendirmiĢtir
(Rumsfeld [web], 2002):
“Biz öyle değiĢik yeni varlıklar geliĢtirmeliyiz ki, sırf bunlara sahip olmamız bile
düĢmanı rekabete giriĢmekten alıkoysun. Örneğin, bizim etkili füze savunması
konuĢlandırmamız karĢı tarafı balistik füze satın almak için harcama
yapmaktan vazgeçirebilir çünkü bu füzeler onlara istediklerini, yani ABD ve
müttefiklerinin
Ģehirlerine
karĢı
nükleer
Ģantaj
yapabilme
imkânını
sağlamayacaktır.”
Ġkna yoluyla vazgeçirme yönteminin iĢe yaramaması durumunda silah
yarıĢı ve çatıĢmalar gerçekleĢebilecektir. Bu durumda hedef; “saldırganlık ve
zor kullanmaktan vazgeçirmek” olacaktır. ABD‟li strateji uzmanları, yıllardır
Soğuk SavaĢ dönemine hakim olan “caydırıcılık” yönteminin; “cezalandırma”
tehdidiyle caydırma ve inkâr yoluyla caydırma yöntemiyle desteklenmesi
58
gerektiğini savunmuĢlardır. Ġnkâr yoluyla caydırma; düĢmanı yapacağı
saldırının yenilgiye uğrayacağına inandırarak yani operasyonel hedeflerine
ulaĢabilme olasılığını inkâr ederek; saldırmaktan caydırmak anlamına
gelmektedir (Yost [web], 2003).
Ġnkâr yoluyla vazgeçirme teorisi; bir düĢmanın hedefine ulaĢmakta
baĢarısını önleyebilecek her yeteneğe uygulanabilir. Buna örnek olarak;
“kimyasal ve biyolojik silahlara karĢı korunmada kullanılan arındırma
teçhizatı, kıyafet ve maskeler gibi pasif savunma donanımına sahip olmanın,
düĢmanı
bu
tür
silah
kullanmamaya
ikna
edebileceği
görüĢüne
dayanmaktadır (Yost [web], 2003).
3.
EVANGELĠSTLER VE ĠSRAĠL ĠLE OLAN BAĞLANTILARI
ABD‟deki Yahudi lobisinin, ABD politikaları üzerinde etkili olmasına
yardımcı olan önemli unsurlardan birisi; ABD‟li Hıristiyanların özellikle de
Evangelistlerin Yahudilere daha fazla sempati ile bakmasıdır. ABD‟de
yaklaĢık 50 milyon Evangelist Hıristiyan vardır ve bu kiĢilerin çoğu Ġsrail
yanlısı bir tutum içinde bulunmaktadır (Bard, 2009: 78).
Kaderci bir dünya görüĢüne sahip olan Evangelistler, özgür iradenin
Tanrı tarafından oluĢturulan kaderin dıĢına çıkamayacağını öngörmekte ve
bu
kaderi
hızlandırmak
için
Hıristiyanların
ellerinden
gelen
çabayı
göstermeleri gerektiğini savunmaktadırlar (Erdinç [web], 2004).
Evangelistlerin inancına göre, Armageddon‟un gerçekleĢmesinin ilk ve
anahtar geliĢmesi, bütün Yahudilerin Ġsrail‟e dönmesidir. Bu durum, Ġsrail‟in
1948‟de kuruluĢunda en az Yahudiler kadar Evangelist Hıristiyanlarda da
heyecan yaratmıĢtı. Ġkinci aĢamada Deccal gelecek ve bu kötü ruhlu lider,
Dünyaya barıĢ getireceğini herkese inandırarak hakim olacak ve hemen
59
ardından iyilik ve kötülük arasındaki nihai savaĢ olan Armageddon
gerçekleĢecekti. (Ġsrail‟de Celile bölgesinde yer alan Megiddo Tepesi-Har
Megiddo‟nun bu savaĢın yaĢanacağı yer olacağına inanılmaktadır). Sonuçta
kötüler yenilecek ve Ġsa Mesih tekrar dünyaya inecektir. Bu senaryo
sonucunda Yahudiler yaĢanan savaĢta büyük kayıp verecek en nihayetinde
Ġsa Mesih geldiğinde Hıristiyanlığı kabul etmeyenler, diğer inançsızlar gibi
ölecektir (Çağlayan, 2010: 276).
Yahudiler, bu senaryoda kendilerine düĢen payın yok olmak olduğunu
bilseler
de
bu
durum
Evangelistlerle
ittifak
yapmaya
engel
teĢkil
etmemektedir. Zira iki grubun da inancı, temel noktalarda uyuĢmaktadır. Bu
ittifak Yahudilere, Ġsrail‟i savunmada güç kazandırmaktadır (Çağlayan, 2010:
277).
Yapılan araĢtırmalar, ABD‟de Evangelizmin önemli boyutlara ulaĢtığını
göstermektedir. Gallup tarafından 2004‟te yapılan bir araĢtırmada ABD
halkının %41‟inin kendilerini “yeniden doğmuĢ” ya da Evangelist olarak
tanımladığını ve bu oranın 2003 yılında da %42 olduğu düĢünüldüğünde, bu
oranlarda yıllar içinde büyük değiĢimler olmadığını ortaya koymuĢtur. Aynı
araĢtırmada, ankete katılanlar içinde Cumhuriyetçilerin %52‟si, Demokratların
%36‟sı ve bağımsızlara oy verenlerin ise %32‟si Evangelist olduklarını ifade
etmiĢtir (Winseman [web], 2005). AraĢtırmanın da ortaya koyduğu üzere;
ABD halkının yarıya yakınının kendilerini Evangelist olarak nitelendirmesi,
dolaylı olarak bu kiĢilerin Ġsrail‟e sempati ile baktığını da göstermektedir.
ABD‟de Evangelistler tarafından kurulmuĢ CIPAC (Christian’s Israel
Public Action Campaign-Hıristiyanların Ġsrail Halk Eylem Kampanyası) adlı
örgüt, ABD Kongresinde, Ġsrail için lobicilik faaliyetleri yürütmektedir.
CIPAC‟ın savunduğu görüĢleri aĢağıdaki gibi sıralamak mümkündür (CIPAC
Ġnternet Sitesi [web], 2010):
60

CIPAC, güncel terörizme karĢı ABD-Ġsrail iliĢkilerinin güçlendirilmesi
gerektiğini savunur.

CIPAC, Ġsrail Devleti ve halkının Ġncil‟de yer alan kehanetler içinde yer
aldığına inanmıĢtır ve CIPAC, Yahudi ve Hıristiyanların ABD ve bütün
dünyadaki temsilcisidir.

Ġsrail‟in varlığını sürdürmesi için Filistin Devleti kurulması sakıncalıdır.
Bu durum aynı zamanda, ABD‟nin güvenliği için de gereklidir. CIPAC,
Ġsrail yanlısı bir komite olmasına rağmen, iki devletli çözüme karĢı
çıkmaktadır.

CIPAC‟a göre, ABD‟nin Ġsrail‟e olan desteği, ABD‟nin çıkarına olmakla
beraber aynı zamanda Hıristiyanlar için görev ve sorumluluktur.
CIPAC, ABD Kongresinde ABD-Ġsrail iliĢkilerinin güçlü olması
gerektiğini savunan kayıtlı tek lobidir. CIPAC, aynı zamanda diğer seküler
tabanlı Ġsrail yanlısı lobi kuruluĢlarından farklı olarak Kutsal Kitap ekseninde
faaliyet göstermektedir. Kayıtlı lobi olması, Ġsrail için resmi olarak lobicilik
faaliyeti yürütülmesine imkân tanımaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi en
temel argümanları tek devletli Ġsrail‟dir. Filistin Devletinin kurulmasına karĢı
çıkmaktadır ve Kongre ve ABD BaĢkanlarına bu yönde baskı yapmaktadır.
Ġsrail-Filistin sorununun çözümünde bağımsız bir Filistin Devleti yerine dıĢ
iĢlerinde bağımlı ve ordusu olmayan özerk bir Filistin oluĢturulması
gerektiğini savunmakta; ayrıca, FKÖ‟ye yönelik ABD yardımının kesilmesini
ve Ġsrail‟e BM‟de tam temsil hakkının verilmesini talep etmektedir (Çağlayan,
2010: 282-286).
Sonuç olarak Evangelistlerin Ġsrail‟e kutsal kitaplarda yer alan
hükümler doğrultusunda bir yakınlık duyduğu ve sahip oldukları kaderci
anlayıĢ sebebiyle bu hükümlerin gerçekleĢmesi için ellerinden gelen çabayı
gösterdiklerini ifade etmek mümkündür. ABD‟de 50 milyonu aĢkın Evangelist
bulunduğu düĢünüldüğünde, bu rakamın ABD politikalarını etkilemede ve
Ġsrail yanlısı politikalar izlemede yeter boyutta olduğu ortadadır. Ayrıca
61
CIPAC örneğinde Evangelist kuruluĢların, lobicilik faaliyetleri ile de ABD-Ġsrail
iliĢkilerinin Ġsrail‟in çıkarları doğrultusunda yürütülmesinde etkili olduğunu
söylemek mümkündür.
4.
YENĠ MUHAFAZAKÂR ĠDEOLOJĠ VE ĠSRAĠL BAĞLANTISI
Yeni muhafazakârlık var olan siyasi eğilimlere göre çok farklı
anlamlarda kullanılmaktadır. Bunda da yakın dönem ABD politikalarının yeni
muhafazakârlıkla iliĢkilendirilmesinin etkisi büyüktür. En genel ifadelerle yeni
muhafazakârlık; ABD‟nin, demokrasi ve liberal değerlerin yaygınlaĢtırılması,
ABD hegemonyasının devamı ve bunun gibi gerekçelerle askeri güç
kullanımını da içeren yöntemlerle, çıkarlarının ve ahlaki değerlerinin
muhafazasını ve geliĢtirilmesini ifade etmektedir (Kagan, 2008: 14-15). Bu
anlamda yeni muhafazakârlığın ahlaki değerlere yaptığı vurgu sebebiyle
idealist, askeri güce verdiği önem sebebiyle de realist görüĢleri bünyesinde
barındırdığı; iki görüĢü de harmanladığı söylenebilir. Ayrıca bu görüĢlerin
ABD dıĢ politikasında aslında çok da yeni bir kavram olmadığı önceki
dönemlerde de etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Henüz BM AntlaĢması imzalanalı iki yıl olmuĢken, BaĢkan Harry
Truman, 12 Mart 1947‟deki konuĢmasında “Bu antlaĢmanın, ABD‟nin dıĢ
baskılar ya da silahlı azınlıklar tarafından sindirilmiĢ durumdaki özgür
halklara destek politikası olması gerektiğine inanıyorum” sözleriyle ifade ettiği
Truman Doktrini ile Sovyet baskısı altında kalan halklara destek olacağını
müjdeliyordu. Nitekim bu kapsamda Yunanistan ve Türkiye‟ye yardımda
bulunmuĢtu. Kennedy döneminde de benimsenen bu görüĢ, özellikle Batı
yarımkürede uygulanmaya devam edilmiĢtir. Aynı Ģekilde, Reagan Doktrini
de Breznev‟in Komünist propagandasını ve totalitarizmi reddetmektedir.
Reagan Doktrini, diktatörlük ve Sovyet rejimlerine karĢı güç kullanımı ile
baskı altındaki rejimlere, soykırım ve iĢgale karĢı da ABD yardımını
onaylamıĢtır (Kirk Patrick ve Gerson, 1991: 20-26). Buna göre demokrasinin
62
yayılması ve baskıcı rejimlere karĢı mağdur olan halklara yardım etme
vurgusu noktasında, yeni muhafazakârlığın, geçmiĢten gelen ABD dıĢ
politikasının devamı olduğunu söylemek mümkündür.
Basit ifadeyle yeni muhafazakârlar, uluslararası iliĢkileri iyi ve kötünün
mücadelesi olarak görmektedir. Buna göre, ABD ve müttefikleri iyi tarafı,
diktatörlükler ise kötü tarafı sembolize etmektedir. Reagan, SSCB‟yi
kötülüklerin baĢı ilan etmiĢ bu sebeple de yeni muhafazakârların da en takdir
ettiği baĢkan olmuĢtur. Soğuk SavaĢ sonrasında, o döneme kadarki en
önemli tehdit olan Sovyet unsuru ortadan kalkmıĢ ancak yeni ve tehlikeli
tehditler ortaya çıkmıĢtı. Buna göre, demokrasi ve insan hakları gibi
Amerikan değerlerini benimsemeyen diktatörlükler, ABD‟ye yönelik en büyük
tehditti. Söz konusu tehditlerin ABD‟yi etkisi altına almaması için, bu
diktatörlükler devrilmeli ve demokrasi için mücadele etmeye devam
edilmeliydi. Bu görüĢ yalnızca, yeni muhafazakârlarca değil aynı zamanda
diğer siyasi görüĢlere sahip politikacılarca da paylaĢılmakta idi. Buna göre,
yeni muhafazakârlığın temelinde, ABD‟yi diğer büyük devletlerden farklı
görme anlayıĢı bulunduğu ifade edilebilecektir (Tunç, 2004: 65-66). Burada
dikkat çekici olan konu, yeni muhafazakârların görüĢlerinin Evangelist
Hıristiyanların görüĢleri ile paralel oluĢudur. Evangelizmde de Dünya, iyi ve
kötünün mücadele alanıdır ve Hıristiyanlık tek ve iyi din olarak, Armageddon
sonrasında tüm dünyada hakim kılınacaktır. Ġsa Mesih‟in tekrar Dünyaya
dönüĢü ile birlikte, Hıristiyanlığı benimsemeyenler yok olacaktır (Çağlayan,
2010: 276). Yeni muhafazakâr ideolojide de Hıristiyanlığın misyonunu
ABD‟nin üstlendiğini ve iyinin ve düzenin sembolü haline geldiğini ifade
etmek mümkündür.
Yeni muhafazakârlık kelimesinin, ilk olarak sosyalist yazar Michael
Harrington‟un “Diğer Amerika (The Other America)” (1962) adlı eserinde,
özellikle Yahudilerden oluĢan solcu arkadaĢlarını tanımlamak için kullanıldığı
63
ifade edilmektedir (Taube [web], 2000). Bu durum, Yeni muhafazakârlık ve
Yahudi bağlantıları iddialarının çok öncelerde de tartıĢıldığını göstermektedir.
Sniegoski‟ye göre baĢlangıçta, yeni muhafazakârlar neredeyse
tamamıyla, Liberal Demokratlardan ve biraz da Marksist ve Trotskistlerden
oluĢuyordu. Yeni muhafazakârların sağ ideolojiye yakınlaĢması, 1960 ve
1970‟lerde Demokrat Parti‟nin savaĢ karĢıtı sol kesime kaymasıyla baĢladı.
Yahudiler ve Ġsrail‟e olan ilgileri değiĢimlerinde önemli pay sahibi oldular. Bu
dönemde SSCB‟nin Orta Doğu‟da Ġsrail düĢmanı rejimleri desteklemesi
üzerine, Sovyet-karĢıtı bir ideolojiyi sahiplenmiĢlerdir (Sniegoski, 2007: 82).
Bu noktada, yeni muhafazakârların baĢlangıçtan beri dolaylı da olsa Ġsrail‟in
güvenliğini, kendileri için önemli bir amaç olarak benimsediklerini ifade etmek
mümkündür.
Yeni muhafazakâr ideoloji, 1960‟lardaki eĢitlikçi liberal görüĢlere tepki
olarak ABD‟de Irving Kristol, Norman Podhoretz, Samuel Huntington, Daniel
Bell, Jeane Kirkpatrick, Seymour Martin Lipset, Daniel Patrick Moynihan,
Nathan Glazer ve James Q. Wilson gibi yazarların etkisi ile geliĢmiĢtir (Özen
ve TaĢdemir, 2006: 14).
Yeni muhafazakârlığın beslendiği bir takım siyasal ve felsefi görüĢler
vardır. Bunlardan en önemlisi, ABD‟li akademisyen Leo Strauss’tur.
Strauss, “Politika Felsefesi Nedir?” adlı eserinde, yeni muhafazakâr akımın
temelini oluĢturmuĢtur. Strauss‟un geliĢtirdiği, “mutlak iyi düzen” kavramı,
ABD‟nin “var olan en iyi yönetim” olduğu düĢüncesine dayanır. Strauss, iyi
yönetim için güçlü demokrasinin gerekli olduğunu; aksi takdirde, tiranlığa
karĢı direnmenin mümkün olmayacağını ifade etmiĢtir. Ġkinci olarak, Albert
Wohlstetter’in
görüĢleri,
etkili
olmuĢtur.
Wohlstetter,
nükleer
güç
dengesinden vazgeçilerek, yerine “akıllı silahlara” dayalı yeni “sınırlı savaĢ”
oluĢturma stratejisinin mimarıdır. Reagan‟ın “Yıldız SavaĢları” ve Bush‟un
“Füze Kalkanı” projesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Üçüncü olarak,
64
Alan
Bloom,
literatürdeki,
“politically
correct-siyaseten
uygunluk”
düĢüncesini eleĢtirmiĢtir. “Closing of The American Mind (Amerikan
DüĢüncesinin KapanıĢı)” adlı kitabında, evrensel değerlere karĢı kültürel
göreliliği öne çıkaran yeni eğilimin, ABD ve modern dünyada yıkıma ve ABD
iç ve dıĢ politikasında güçsüzlüğe yol açtığını ve ABD dıĢ siyasetinin, kötü ve
iyinin mutlaklığı üzerine yeniden biçimlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir
(Ġnsel, 2003: 14-15‟den akt. Erler, 2007: 128).
Yeni muhafazakârların değiĢmeyen temel çıkarları, Amerikan askeri
gücünün ve ideallerinin, ABD‟nin düĢmanlarını yenecek biçimde geliĢmesiydi.
Soğuk SavaĢ döneminde, düĢman SSCB iken; Bush döneminde Soğuk
SavaĢ sonrasındaki boĢluğu terörizm ve serseri devletler (rugue states)
dolduracaktı (Mann, 2004: 460).
Walt ve Mearshimer‟a göre (2009: 154-155); yeni muhafazakâr
hareket, 1970‟li yıllardan bu yana Amerikan entelektüel ve siyasi hayatının
önemli bir parçası haline gelmiĢtir. 1970‟lerde bu durum, ABD‟nin Ġran ġahı
ile Komünizme karĢı iĢbirliği yapmasını gerektirmiĢti. 1980‟lerde Filipinler‟deki
Ferdinand Marcos‟un desteğinin çekilmesi de aynı amaca hizmet ediyordu.
Zira Marcos‟un baskıcı rejimi, komünist bir devrime yol açarsa bölgede iki
büyük tesisi bulunan ABD‟nin çıkarları tehlikeye girecekti (Mann, 2004: 460461). Bu görüĢe göre yeni muhafazakâr ideoloji, adeta bir savunma
mekanizması gibi ABD önemli bir tehditle karĢı karĢıya geldiğinde ortaya
çıkıyor ve ABD çıkarları neyi gerektiriyorsa onun gerçekleĢtirilmesi için ne
gerekiyorsa yapılması için çaba harcıyordu. Bu durum kimi zaman baĢka bir
ülkenin rejimini değiĢtirmeyi bile gerektiriyordu.
11 Eylül saldırıları ise yeni muhafazakârların tekrar gündeme
gelmesini sağlamıĢtır. Zira Buchanan‟ın belirttiği üzere 11 Eylül, yeni
muhafazakârlara Soğuk SavaĢ‟ın bitiĢi ile anlamsızlaĢan yeni muhafazakâr
görüĢlerin tekrar anlam kazanması için gereken fırsatı vermiĢtir. 11 Eylül
65
sonrasında, ABD hegemonyası ve Ġsrail‟in ezeli düĢmanları olan “Arap ve
Ġslamcı serseri devletlerin” yok edilmesine imkân tanınmıĢtır (Buchanan
[web], 2003).
Yeni muhafazakârların görüĢleri doğrultusunda Bush yönetimi, eĢi
benzeri olmayan Dünya gücü ile ABD‟nin Soğuk SavaĢ‟tan zaferle çıkan tek
süper güç olduğunu ilan etmiĢtir. Yeni muhafazakârlara göre, ABD bu gücü
çıkarları
doğrultusunda
kullanmaktan
çekinmemeli
ve
bu
gücün
kullanılmasını engelleyebilecek bütün unsurları da yok etmelidir. Bush
yönetiminin, Kyoto Protokolü, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Anti-balistik
Füze AntlaĢması‟ndan çekilmesi, Ulusal Füze Savunma Sistemi‟nin kurulma
çalıĢmalarının baĢlatılması ve Çin‟le giderek gerginleĢen bir siyaset izlemesi,
yeni muhafazakâr görüĢlere paralel bir politika izlendiğinin göstergesidir.
Bush yönetimi, yeni muhafazakârların görüĢlerine benzer olarak, Dünyada
sadece barıĢ ortamının varlığını yeterli görmemiĢ; ABD‟nin adaletli bir barıĢı
tesis etmek için mevcut barıĢ ortamına müdahale edebileceği düĢüncesinde
olmuĢtur (Özen ve TaĢdemir, 2006: 34-35).
Yeni muhafazakârlar ile Ġsrail arasında yakın bağlantılar bulunduğu
iddia edilmektedir. Bu görüĢü savunanlar arasında Patrick J. Buchanan‟ın
görüĢleri ön plandadır. Buchanan, yeni muhafazakârlığın Ronald Reagan‟ın
BaĢkanlığı ile güç kazandığını ifade etmiĢtir. Buchanan‟a göre, yeni
muhafazakârların
temel
karakteristiği,
Ġsrail‟in
yoğun
bir
biçimde
desteklenmesini istemeleridir (Buchanan [web], 2003). Bu noktada yeni
muhafazakârlık ve Evangelizm arasında da bağlantı olduğunu ifade etmek
mümkündür. Zira Evangelizmde de Ġsrail‟in korunmasına ve varlığını
sürdürmesine yardımcı olmak önemlidir.
Yeni muhafazakârların Orta Doğu politikalarında da Ġsrail yanlısı bir
tutum içinde olduğu ifade edilebilecektir. Zira yeni muhafazakârlar, Ġsrail‟in
Arap düĢmanlarının zayıflatılması ve bu ülkelere dıĢ desteğin kesilmesi,
66
Filistin nüfusunun Ġsrail‟i tehdit edecek boyutta artması gibi sorunların
çözülmesine yönelik hedefleri ile özellikle Ġsrail‟in sağcı
Likud Partisi ile
paralel görüĢlere sahiptir (Sniegoski, 2007: 84).
Yeni muhafazakâr ideolojiyi benimseyenlerin önemli bir kısmının
Yahudi ya da Evangelist olduğu düĢüncesinde olan Tanner; 90‟lı yıllarda,
ABD‟deki Hıristiyan sağcıların, ani bir kararla Ġsrail‟deki Likud Partisi (ĠĢçi
Partisi) ile ortak davayı benimsediğini ve Mesih‟in ortaya çıkıĢı ve bu geri
dönüĢ öncesinde birleĢik “Kudüs Krallığı”nın yeniden kuruluĢu inancında
birleĢtiğini ifade etmektedir. Buna göre, Büyük Ġsrail hedefini ve bu doğrultuda
Ġsrail‟in Batı ġeria‟daki yerleĢimlerini desteklemeyen çok fazla
yeni
muhafazakâr bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla George W. Bush yönetimi
de bu çizgiyi sürdürmüĢ ve Ariel Sharon‟un da ifade ettiği gibi, “Bush, o güne
dek Ġsrail‟in Beyaz Saray‟daki en iyi dostu” olmuĢtur (Tanner, 2005: 316).
ABD’DE YER ALAN ĠSRAĠL YANLISI DÜġÜNCE KURULUġLARI
5.
VE ABD POLĠTĠKALARINA OLAN ETKĠLERĠ
DüĢünce kuruluĢları, günümüzde ülkelerin iç ve dıĢ siyasetlerini
etkilemede önemli bir yer edinmiĢtir. Siyasal bir baskı unsuru olarak ifade
edilebilecek düĢünce kuruluĢlarının, diğer baskı unsurları olan çıkar grupları
ve lobiler gibi kuruluĢlarla benzer yöntemleri kullanmaları, diğer unsurlardan
ayırt edilmelerini güçleĢtirmektedir. Buna karĢın düĢünce kuruluĢlarını,
“bağımsız, çıkar amacı gütmeyen, özel uzmanlığa dayalı fikirler üreterek
siyasal süreçlere destek sağlamak ya da bu süreçleri etkilemek amaçlı
örgütler” olarak tanımlamak mümkündür. Rich, bu Ģekilde tanımladığı
düĢünce kuruluĢlarının aĢağıda belirtilen özelliklere sahip olduğunu ifade
etmektedir (Rich, 2004: 11-12):

DüĢünce kuruluĢları, nüfuzlarını artırmaya önem verirler. Bu durum da
bağımsızlıklarının ne oranda artırdıkları ile ilintilidir. Bu noktada, bir
67
düĢünce kuruluĢunca gerçekleĢtirilen araĢtırmanın ciddiyeti, finansal
olarak bağımsız olup olmaması ile ölçülür. Fiiliyatta, düĢünce
kuruluĢlarının belli bir ideolojiye mensup kiĢilerce desteklendiği
düĢünülürse, bu
kuruluĢların,
dar bir ideolojik gruba
bağımlı
kalmamaya çalıĢtıklarını ifade etmek mümkündür.

DüĢünce kuruluĢları siyasal destek arayıĢındadır. Buna göre, düĢünce
kuruluĢları,
araĢtırmaları
ile
farklı
toplulukları
etkilemeyi
hedeflemektedir. Ancak günümüzde çoğunlukla hedefleri; rapor
yazmaktan çok, araĢtırmalarına dikkat çekmek ve siyasi karar alıcılarla
iletiĢim kurarak onları etkilemektir.
ABD‟de genellikle dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan düĢünce
kuruluĢlarında; eski dıĢiĢleri memurları, akademisyenler, istihbarat yönetici ve
personelleri, seçkin Ģirketlerin yöneticileri görev almaktadır. Bu kuruluĢlar,
genelde Ģahıs ve Ģirket bağıĢlarıyla, bir kısmı da kamu fonları ile gelir elde
etmekte ve isteyen herkes için bağımsız araĢtırmalar yapmaktadır. DüĢünce
kuruluĢları, tarafsız çalıĢabileceği gibi, siyasi lobilerle bağlantılı olarak da
çalıĢabilir (Yılmaz, 2007: 396-397).
Bilgi ve pratik arasında köprü kuran, bu noktada akademik dünya ile
devlet arasındaki boĢluğu dolduran bu kuruluĢların geliĢim süreci ABD‟nin bir
süper güç olma süreci ile doğru orantılı olarak geliĢmiĢtir (Haass [web],
2002). Buna göre düĢünce kuruluĢlarının ABD‟deki geliĢim sürecini üç
aĢamada incelemek mümkündür:
Birinci aĢama düĢünce kuruluĢları, politik olmayan Devlet AraĢtırma
Enstitüsü (1916), Brookings Enstitüsü (1927)
gibi devlet destekli
kuruluĢlardı. Bu kuruluĢlar haricinde dıĢ politika ile ilgili ilk düĢünce kuruluĢu
olan Carnegie Uluslararası BarıĢ için BağıĢ Vakfı (Carnegie Endowment for
International Peace) bulunmaktaydı (Haass [web], 2002).
68
Ġkinci aĢama düĢünce kuruluĢları, 1945 sonrasında, SSCB ile birlikte
ABD‟nin süper güç olarak ortaya çıkması ile oluĢtu ve bu dönemde ABD,
özgür dünyanın koruyucusu söylemini oluĢturdu. Bu dönemde ABD
hükümetlerinin desteği ile pek çok düĢünce kuruluĢu oluĢturuldu. Bunlar
arasında RAND (Research And Development-araĢtırma ve geliĢtirme) Projesi
önemli bir geliĢim kaydetmiĢtir. (Haass [web], 2002). BaĢlangıçta Douglas
Havacılık ġirketi tarafından ABD Hava Kuvvetlerinin geliĢtirilmesi için
araĢtırmalar yapan kuruluĢ, 1948‟de, Douglas ġirketinden ayrılarak RAND
ġirketi adıyla bağımsız, kar amacı gütmeyen, bilimsel, eğitimsel ve hayır
iĢlerini yürüten bir örgüt halini almıĢtır. Ġlerleyen dönemde bütün dünyaya
yayılarak pek çok ülkede faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır. Günümüzde 50‟yi
aĢkın ülkeden 1600 çalıĢanı ile faaliyet göstermektedir ve ABD dıĢında
Avrupa ve Orta Doğu‟da da ofisleri bulunmaktadır. Akademik çalıĢmalar,
davranıĢsal bilimler, ekonomi, devlet, siyaset, endüstri ve ilaç gibi alanlarda
araĢtırmalarda bulunmaktadır (RAND ġirketi Ġnternet Sitesi [web], 2011).
Üçüncü aĢamada; 1970 sonrasında özellikle siyasal kararları etkileme
fonksiyonunu ön plana alan taraflar, örgütler kurulmaya baĢladı. Bu örgütler
içinde muhafazakâr Miras Vakfı (Heritage Foundation) ve Liberal Siyaset
ÇalıĢmaları Enstitüsü (The Liberal Institute for Policy Studies) en önemli
örnekler arasındadır. 2000‟li yılların baĢında ABD‟de 1200‟ün üzerinde
düĢünce kuruluĢu bulunmaktaydı. Bunlar arasında Brookings Enstitüsü gibi
kuruluĢlar gelirlerinin tamamına yakınını bağıĢlardan sağlamakta, devlet
yardımı kabul etmemekteyken; RAND ġirketi gibi kuruluĢlar ise gelirlerini,
devletsel-özel giriĢim farkı gözetmeksizin yürüttükleri araĢtırma ve geliĢtirme
faaliyetlerinden elde etmektedir (Haass [web], 2002). Buna göre RAND gibi
kuruluĢların devlet politikalarını eleĢtirmekten çok, devlet politikaları ile
uyumlu araĢtırmalar yaparak gelirlerini artırma olanağı bulunmaktadır. Bu
durum, bu tür düĢünce kuruluĢlarının nesnel araĢtırma yapmalarını
engellemektedir. Zira devlet destekli bir düĢünce kuruluĢu, o anki hükümetin
izlediği dıĢ politikayı öven, hükümetin ulaĢmak istediği hedeflerle doğru
69
orantılı araĢtırma ve raporlar yayınlayarak hükümet yanlısı bir seyir
izleyebilecektir. Bu durumun etik bir davranıĢ olmayacağı ve söz konusu
düĢünce kuruluĢunun güvenilirliğini zedeleyeceğini ifade etmek mümkündür.
1970 ve 1980‟li yıllarda, düĢünce kuruluĢlarının sayıları arttıkça, bu
kuruluĢların yarıya yakını; araĢtırma ve görevlerinde ideolojik bir görüntü arz
etmeye baĢladılar. Bu ideolojik düĢünce kuruluĢlarının önemli bir çoğunluğu
muhafazakâr ideolojiye sahipti ve devletin sınırlandırılması, serbest giriĢim,
bireysel özgürlük gibi konularda çalıĢmalar yapıyorlardı. Bu süreçte düĢünce
kuruluĢlarının yaptıkları çalıĢmalar dikkat çekmeye baĢladı (Rich, 2004: 10).
Bulut ve Akkan Güngör, yukarda sayılanlara ek olarak ABD‟de
dördüncü nesil düĢünce kuruluĢlarından bahsetmektedir. Buna göre, bu
kuruluĢlar, eski ABD baĢkanlarının düĢünce ve etkilerini devam ettirmek
amacıyla kurulmuĢlardır. 1982‟de kurulan Carter Merkezi (Carter Center) ve
1994‟te kurulan, Nixon BarıĢ ve Özgürlük Merkezi (Nixon Center for Peace
and Freedom) bu türün en önemli örnekleri arasındadır (Bulut ve Akkan
Güngör [web], 2011).
ABD‟deki düĢünce kuruluĢlarının beĢ fonksiyonu bulunduğu ifade
edilmektedir. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür (Haass [web], 2002):

Fikir Fabrikası: DüĢünce kuruluĢları, karar alıcılara yeni fikirler
üreterek onların bakıĢ açılarını değiĢtirmektedir. Bunu da; ABD ulusal
çıkarlarının tespiti, önceliklerin belirlenmesi, sorunlar için yol haritaları
çıkarılması, bürokratik ve siyasal koalisyonlar oluĢturulması ve
kurumların düzenlenmesi yöntemlerini kullanarak yapmaktadır. Buna
göre düĢünce kuruluĢları, karar alıcıları etkilemek için makale-kitap
yazarak, paneller düzenleyerek, siyasilerle görüĢmeler yaparak
fikirlerini pazarlamaktadırlar.
70

Yetenek Kazandırma: DüĢünce kuruluĢları ayrıca, yeni yönetim ve
kongre
kadrolarına
hizmet
edecek
kadroların
yetiĢtirilmesi
fonksiyonunu da üstlenmektedir. Yeni yönetimler oluĢturulurken, eski
yönetimin orta düzey uzmanları değiĢtirilmektedir. Bu durumun devlet
sisteminin iĢleyiĢinde sorun yaratmaması için, bu kuruluĢlar önemli rol
üstlenmektedir. Örneğin Jimmy Carter, Brookings Enstitüsü ve DıĢ
ĠliĢkiler Konseyinden pek çok kiĢiyi yönetim kadrosuna almıĢtır. Ardılı
Reagan ise, Heritage ve Hoover Enstitüleri ve Amerikan GiriĢimcilik
Enstitüsünden uzmanları tercih etmiĢtir.

Profesyonelleri BirleĢtirme: DüĢünce kuruluĢları, karar alıcılar
arasında uyum oluĢmadığı durumlarda, fikir üreterek ve görüĢler
sunarak, konsensüs sağlama fonksiyonunu da gerçekleĢtirmektedir.

Toplumu Eğitme: DüĢünce kuruluĢları çalıĢmaları ile karar alıcılara
destek sağladığı gibi aynı zamanda ABD halkını da eğitme görevini
yürütmektedir.

Farklı GörüĢleri BirleĢtirme: DüĢünce kuruluĢlarının diğer önemli
rollerinden biri de daha aktif bir siyaset izleyerek, aralarında çatıĢma
bulunan farklı görüĢlere sahip partiler arasında iletiĢim imkânları
sağlayarak, anlaĢmazlık bulunan konularda çözüm sağlamaktır.
Günümüzde ABD dıĢ politikasında etkili olan en büyük ve önemli
düĢünce kuruluĢlarını Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Porter [web],
2011):

Brookings Enstitüsü (Brookings Institute)

DıĢ ĠliĢkiler Konseyi (Council on Foreign Relations)

Miras Vakfı (Heritage Foundation)

Carnegie Uluslararası BarıĢ için BağıĢ Vakfı (Carnegie Endowment for
International Peace)

RAND ġirketi (RAND Corporation)

Amerikan GiriĢimcilik Enstitüsü (American Enterprise Institute)

Amerikan Kalkınma Merkezi (Center for American Progress)
71
ABD‟de bu kuruluĢlar haricinde, devlet tarafından kurulmuĢ, raporlama
amaçlı; Uluslararası Stratejik ÇalıĢmalar Merkezi (Center of Strategic
International Studies-CSIS), DıĢiĢleri Bakanlığına bağlı Uluslararası Dini
Özgürlükler Komitesi (International Religious Freedom Comittee) ile Orta
Doğu Forumu (Middle East Forum), Washington Enstitüsü (Washington
Institute), Özgürlük Merkezi (Freedom House), Müslüman Dini Özgürlükler
Komite Merkezi (Center Muslim Religious Freedom Comittee-CMCU) ve ABD
BarıĢ Enstitüsü (United States Institute for Peace) gibi yarı resmi merkezler
de düĢünce kuruluĢu olarak nitelendirilmektedir. Nitekim bu kuruluĢların
görüĢ ve raporlarına ABD yönetimi tarafından büyük önem atfedilmektedir
(Yılmaz, 2007: 398).
ABD‟deki etkili olan düĢünce kuruluĢlarından daha önce de belirtildiği
üzere, ABD BaĢkanları ve hakim partinin ideolojileri doğrultusunda, ABD
yönetim kademesine uzman transferi gerçekleĢtirilmektedir. Buna göre
özellikle yeni muhafazakâr ve Ġsrail yanlısı ideolojiye sahip uzmanlardan
oluĢan düĢünce kuruluĢlarının ABD politikalarının belirlenmesinde etkili
oldukları ifade edilebilecektir. Bu noktada ilerde daha detaylı olarak
açıklanacak olan özellikle Clinton ve Bush döneminde yönetim kadrosunu
oluĢturan kiĢilerin çoğunlukla Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarında görev
yapmıĢ olmaları bunun bir göstergesidir.
6.
ABD’DE ĠSRAĠL’ĠN LOBĠCĠLĠK FAALĠYETLERĠNĠN GELĠġĠMĠ VE
LOBĠNĠN ABD POLĠTĠKALARINA ETKĠSĠ
Lobicilik faaliyetlerini, bir devletin yasama süreçlerini ya da yasa
metinlerini etkilemek, belirli standartların getirilmesinin kabulü ya da reddi için
baskı yapmak, belirli bir kiĢi ya da partinin oy toplama ya da karalama
kampanyalarını yürütmek gibi amaçlarla oluĢturulan ve belirli bir grubun
çıkarlarını savunan organize toplulukların faaliyetleri olarak tanımlamak
mümkündür.
72
Literatürde lobicilik faaliyetleri dört kategoride incelenmektedir. Bunları
Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür (Lehman ve Bosche, 2003: 3):

Hizmet Fonksiyonu: Kendi üyeleri için özel hizmetler tahsis etmek
(Ör. Bilgi toplamak)

Yasama Fonksiyonuna DıĢarıdan Katılma: Karar alım süreçlerine
parlamento dıĢından katılma (Ör. Parlamento üyeleri ile iletiĢim kurma,
toplantılara katılma)

Yasama Fonksiyonuna Ġçerden Katılma: Karar alanların seçim
süreçlerinde aktif rol oynayarak, grup çıkarlarına uyan kiĢilerin
seçilmesinde etkili olma

Yürütme Fonksiyonu: Siyaset uygulamalarında yer alma (Ör. Siyasi
programların uygulanmasında idari görevler alma).
Alkan (2007: 132-133), lobicilik faaliyetlerini üç Ģekilde incelemektedir.
Buna göre, Doğrudan Lobicilik, kongre içi faaliyetlerdir ve doğrudan karar
alma sürecindeki yetkili kiĢi ya da örgüt temsilcileriyle gerçekleĢtirilir. Dolaylı
Lobicilik, siyasal imaj oluĢturma ve kamuoyunu etkileme amaçlı örgüt
temsilcilerinin halkla iliĢkiler Ģirketleri ile yürüttükleri iliĢkilerdir. Kolektif
Lobicilik yönteminde de lobi grupları birbirleriyle uzlaĢarak, iĢbirliği
yapmakta ve amaçları doğrultusunda kongre üyeleri ya da örgüt temsilcileri
ile iletiĢime geçmektedir.
Günümüz demokrasilerinin karar alım süreçlerinde, karar alan kiĢiler
ya da kurumlar kadar; kararın alınmasına etki eden faktörlerin de büyük
önemi bulunmaktadır (Canöz, 2009: 158). Lobicilik faaliyetleri de günümüz
demokrasilerinde karar alma süreçlerine etki eden en önemli faktörler
arasında yer almaktadır.
Lobiler, devlet politikalarının belirlenmesinde etkili olmak amacıyla,
genellikle yürütme ve yasa üyelerine baskı uygulamak ve önemli bir pozisyon
73
için yasaların lobicilik faaliyetleri doğrultusunda oluĢmasına yönelik çalıĢan
kurumsal yapılardır (Alkan, 2007: 130).
ABD‟deki lobicilik faaliyetleri, 1938 tarihli “Foreign Agents Registration
Act (DıĢ Temsilcilerin Tespiti AnlaĢması)”, 1946 tarihli “Federal Regulation of
Lobbying Act (Lobicilikle Ġlgili Federal Düzenlemeler AntlaĢması)” ve bu
hükümlere değiĢiklik getiren, 1976 tarihli “Lobbying Disclosure Act of 1976
(Lobiciliğin Açıklanması AntlaĢması)” ve “Lobbying Ethics (Lobiciliğin Ahlaki
Kuralları)” hükümleri çevresinde yürütülmektedir. 1979 yılında profesyonel
lobicilik
faaliyetlerini
düzenlemek
üzere
“American
Lobbyist
League
(Amerikan Lobicilik Ligi)” kurulmuĢtur. ABD‟de lobicilik faaliyetleri ile ilgili
olarak en son düzenleme ABD eski BaĢkanı Clinton döneminde yapılmıĢtır.
Walt ve Mearshimer‟a göre (2009: 134-135) Ġsrail Lobisi,
ABD dıĢ
politikasını, Ġsrail‟in çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için çalıĢan Ģahıs
ve kurumlardan oluĢan, gevĢek bir koalisyonu ifade etmektedir. Buna göre,
açık bir biçimde faaliyet gösteren bu lobi tek bir merkezden yönetilmemekte
ve birbirinden bağımsız kararlar alabilmektedir.
Ġsrail lobisi, pek çok yazara göre ABD‟deki en güçlü lobiyi
oluĢturmaktadır. Petras‟a göre, ABD politikalarının Ģekillendirilmesinde, Ġsrail
lobisi çok baĢarılı olmuĢtur. Buna göre, daha önceki tablolardan da
anlaĢılacağı üzere Ġsrail, ihtiyaç duyduğu kredi ve hibelere lobicilik
faaliyetlerinin sayesinde rahatlıkla ulaĢabilmekte, ABD dıĢ politikasını
çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedir (Petras, 2006: 13).
Özellikle 1948‟de Ġsrail‟in kurulmasından sonra, Dünya çapında pek
çok
ülkedeki
Yahudiler,
Ġsrail‟e
göç
ederken;
diğer
ülkelerle
karĢılaĢtırıldığında, daha az sayıda Amerikan Yahudisi, Ġsrail‟e göç etmeyi
tercih etmiĢtir. Bu durum, dönemin Ġsrailli liderleri tarafından eleĢtirilse de
burada kalan Yahudiler için Ġsrail‟e sadakat; kimliklerinin bir parçası
74
durumuna gelmiĢ ve bir cemaat haline gelen bu topluluk, ilerleyen dönemde
Ġsrail‟in çıkarları için çok önemli olan lobicilik faaliyetlerinin temsilcileri
olmuĢlardır (Walt ve Mearshimer, 2009: 138-139). Bu noktada ABD‟deki
Yahudilerin, Ġsrail‟e destek vermeyi adeta yaĢamlarının bir parçası haline
getirdiklerini ve Ġsrail‟in bekasını sağlamak ve çıkarlarını gözetmek için
önemli çaba harcadıklarını ifade etmek mümkündür.
Ġsrail lobisinin, “Ġsrail yanlısı cemaat, Ġsrail‟e yardım hareketi” olarak da
ifade edilebileceğini belirten Walt ve Mearshimer‟a göre, Ġsrail lobisinin
faaliyetleri,
normal
olabilmek,
Amerikan
lobicilik
dıĢ
faaliyetlerini
politikasını
aĢmaktadır.
Ġsrail‟in
Lobiye
çıkarları
mensup
doğrultusunda
yönlendirebilmek için aktif çalıĢmayı gerektirmektedir. Ġsrail lobisi de büyük
ölçüde, bu amaca hizmet eden Amerikalı Yahudilerden oluĢmaktadır. Lobinin
faaliyetleri arasında, Ġsrail yanlısı adaylara oy vermenin dıĢında, politikacılara
ya da haber programlarına mektup yazmak, Ġsrail yanlısı adaylara maddi
yardım sağlamak gibi faaliyetler de yer almaktadır (Walt ve Mearshimer,
2009: 135-137).
Yahudiler, lobicilik faaliyetlerini Dünya çapında düzenli bir Ģekilde
yürütebilmek amacıyla pek çok örgüt kurmuĢtur. Dünya Siyonist Örgütü
(World Zionist Organization), adeta bir Ģemsiye örgüt biçiminde bu örgütlerin
koordinasyonunu yürütmektedir. Örgüt, Birinci Dünya Siyonist Kongresinde,
Theodore Herzl tarafından oluĢturulmuĢ ve 1922‟de de liderlik Amerikan
Siyonist Örgütü‟ne verilmiĢtir. Örgüt kongreleri, Ġsrail Devleti kurulduktan
sonra Kudüs‟te toplanmaya baĢlamıĢtır (Bayramoğlu, 2006: 57).
Dünya Siyonist Örgütü‟nün 1959-1960 yılları arasındaki kongrelerde
oluĢturulan tüzüğüne göre yerel Siyonist organizasyonlar, Dünya Siyonist
Örgütü‟nün doğal üyesi konumundadır (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992).
75
Amerikan Yahudileri, lobicilik faaliyetlerini yürütebilmek ve Amerikan
politikalarında etkili olabilmek amacıyla pek çok örgüt kurmuĢtur. Bunlardan
belli baĢlılarını incelemek yerinde olacaktır.
a. Amerikan Siyonist Hareketi
Amerikan Siyonist Hareketi (American Zionist Movement-AZM)
Siyonist gruplar ve bireyler tarafından oluĢturulmuĢ bir birliktir. Dünya
Siyonist Örgütünün Amerika temsilcisidir. Örgütün kuruluĢ tüzüğünde,
kuruluĢ amaçları Ģu Ģekilde belirtilmektedir (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992):

Amerikan Yahudilerini Siyonist prensipleri kabul etmeleri için motive
etmek (Dünya çapında Yahudiler, ortak bir tarih, gelenek ve kadere
sahiptir ve Ġsrail, Yahudilerin yaĢam merkezidir.),

Siyonist ve Yahudi ideallerini ABD‟deki Yahudilere benimsetmek ve
Amerikan Siyonist Hareketi‟nin faaliyetlerine katılmaları için teĢvik
etmek,

Amerikan Yahudiliği ve Siyonizmin tarihini, sosyal ve kültürel
yaĢantısını, baĢarıları ve sorunlarını, Dünya çapında Yahudilerle
paylaĢmak,

Yahudi anayurdunun savunması ile ilgili bilgi toplamak ve bunları
yaymak, Yahudi haklarını her yerde savunmak,

“Aliyah”ı (Yahudilerin Ġsrail‟e göç etmesi) Siyonistlerin en önemli hedefi
olarak görmek ve Yahudilere Ġsrail‟de yerleĢmeleri için destek
sağlayan kuruluĢlarla iĢbirliği yapmak,

Siyonizm, Ġbranilik ve Yahudilik ile ilgili eğitim kurumlarının ve Yahudi
kültürünün geliĢtirilmesine destek sağlamak,

Siyonist düĢünce ve hedeflerle ilgili çalıĢma, tartıĢma ve araĢtırmalara
destek sağlamak,
76

Amerikan Yahudi gençliğinin Siyonist aktivitelerde bulunmasını
desteklemek ve teĢvik etmek, gençlerin Amerikan Siyonist Hareketine
katılmalarında onlara cesaret vermek,

BirleĢik Yahudi Cemaatleri, BirleĢik Ġsrail Hedefi, Yahudi Ulusal Fonu,
Yahudi Refah Fonu gibi fon sağlayan kuruluĢlar ve federasyonlar ile
Siyonist eğitim ve gençlik programlarının faaliyetlerini desteklemek.
Bu kuruluĢun amaçları incelendiğinde, Yahudi kuruluĢlarının çok ciddi
çalıĢmalar
içinde
olduğu
ve
ABD‟deki
Yahudilerin
kendi
amaçları
doğrultusunda çalıĢmaları için önemli teĢvikler sunduğu ve Yahudiler
arasında birliktelik sağladığını ifade etmek mümkündür.
Amerikan Siyonist Hareketi bünyesinde bulunan kuruluĢları Ģu Ģekilde
sıralamak mümkündür (AZM Ġnternet Sitesi [web], 1992): Siyonist ĠĢçi Birliği,
BaĢarılı Yahudi Çocuklarına Destek Örgütü, Amerikalı Reformist Siyonistler
Birliği, Baltimore Siyonist Alanı, Bnai Siyonist Örgütü, YeĢil Siyonist Birliği,
Herut, Yahudi Yeniden ĠnĢacı Federasyonu, Amerikan Muhafazakâr Hareketi,
Ġsrail Ġnsan Hakları ve BarıĢ Hareketi, Siyonist Kadın Hareketi, Ġsrail‟in RusAmerikan Yahudileri Birliği, Amerika‟nın Dindar Siyonistleri Hareketi ve
Amerikan Siyonist Örgütü
Bunlar içinde en etkili örgütlerden birisi Amerika Siyonist Örgütü‟dür.
(Zionist Organization of America-ZOA). 1897‟de kurulmuĢtur. KuruluĢ
amaçları; Yahudilerin desteklenmesi ve Ġsrail Devletinin kurulmasıdır. ABD‟de
yaklaĢık 30.000 üyesi bulunmaktadır. BaĢkanlığını Morton A. Klein
yürütmektedir. ZOA, bugün, ABD-Ġsrail iliĢkilerinin eğitim faaliyetleri, kamusal
faaliyetler vb. ile güçlendirilmesi, Ġsrail karĢıtı yayınlarla mücadele gibi
alanlarla uğraĢmaktadır. ZOA‟nın üniversite öğrencileri arasında propaganda
faaliyetleri yürüten Kampüs Mücadele Ağı, mahkemelerde ve yasal
süreçlerde Ġsrail ve Yahudilere destek sağlama amaçlı kurulmuĢ; Hukuk ve
Adalet Merkezi gibi organları bulunmaktadır (ZOA Ġnternet Sitesi, [web],
77
2010). KuruluĢun yayınları ve çalıĢmaları incelendiğinde, Ġsrail‟in çıkarları
doğrultusunda periyodik rapor ve dergiler hazırladıkları görülmektedir. Bu
yayınlarda ana tema, kamuoyunda Ġsrail‟e desteğin artırılmasıdır. KuruluĢ,
yayınlarında, bağımsız Filistin kurulmasına karĢı çıkmakta,
HAMAS‟ı ve
Filistinli yöneticileri katı Ģekilde eleĢtirmektedir.
Amerikan
faaliyetlerinin
Siyonist
Örgütünün
yürütülmesinde
haricinde,
Amerikan-Ġsrail
ABD‟deki
Kamu
ĠĢleri
lobicilik
Komitesi
(American-Israel Public Affairs Comittee -AIPAC) en önemli kuruluĢlardan
birisidir. Bu sebeple özel olarak incelenmesinde fayda görülmektedir.
b. Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi
Ġsrail‟in kuruluĢundan 3 yıl sonra, I.L. “Si” Kenen tarafından
Amerikan Siyonist Kamu ĠĢleri Komitesi (American Zionist Committee for
Public Affairs-AIPAC) kuruldu. Daha sonra 1954‟te yine Kenen tarafından bu
komitenin adı, Amerikan-Ġsrail Kamu ĠĢleri Komitesi (American-Israel Public
Affairs Comittee -AIPAC) olarak değiĢtirildi (Yuravlivker, 2010: 5).
Pek çok yazara göre AIPAC, Ġsrail lobisi içinde en bilinen kuruluĢtur.
ABD politikaları üzerindeki etkisi sebebiyle pek çok lobi tarafından örnek
alınmıĢtır (Lewis [web], 2009).
AIPAC, ABD‟de 10 bölgesel bürosu ve dokuz uydu ofisi ile faaliyetlerini
sürdürmektedir. ġu anda 100.000‟e ulaĢan üye sayısı ile önemini artırmıĢtır.
AIPAC, yerel bir lobi olarak tescil ettirilmiĢtir ve özel giriĢimlerce finanse
edilmektedir. Örgüt, Ġsrail‟den, ulusal bir örgütten ya da yabancı bir gruptan
destek almamaktadır. AIPAC‟a yapılacak bağıĢlar vergiden muaftır (AIPAC
Ġnternet Sitesi [web], 2010).
78
Siyasal kararları etkileme; AIPAC‟ın hedeflerine ulaĢmasında en etkin
kullandığı yöntemdir. ÇalıĢmaları arasında iki ülke arasındaki stratejik
iĢbirliğinin sürdürülmesi, ABD‟nin anti-terör politikalarına destek verilmesi,
ülke savunmalarına dair teknik ve teknolojik iĢbirliği sağlanması, Ġran gibi
ülkelerin kitle imha silahı üretmesinin engellenmesi için yürütülen faaliyetler
yer almaktadır. ABD Kongresi ile yakın çalıĢmakla birlikte AIPAC, ayrıca
Ġsrail‟in geleceğinde ve Orta Doğu‟daki ABD politikalarında etkili olabilecek
Federal Büro, Beyaz Saray, Pentagon ve Bakanlıklarda çalıĢacak personeller
ve diğer siyasetçi adaylarının aktif olarak eğitimini sağlamakta ve bu kiĢilerle
birlikte çalıĢmalar yürütmektedir (AIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Yahudi lobilerinin ABD‟deki etkisine dair pek çok araĢtırma yapılmıĢtır.
1997‟de Fortune dergisi tarafından yapılan araĢtırmada Kongre üyeleri ve
çalıĢanlarından ABD‟deki en güçlü lobileri sıralamaları istenmiĢ ve AIPAC,
pek çok güçlü örgütü geride bırakarak American Emeklileri Birliği (AARP)‟den
sonra 2. sırada gelmiĢtir (Birnbaum [web], 1997). Aynı Ģekilde, Fortune
Dergisinin 2001‟de yaptığı araĢtırmada bu defa AIPAC, 4. sırada yer almıĢtır
(Birnbaum ve Newell [web], 2001). 2005 yılında National Journal Dergisi
tarafından yapılan araĢtırmada da AIPAC, Amerikan Emekliler Derneği ile
birlikte en güçlü lobiler sıralamasında 2. sıraya yerleĢmiĢti (Walt ve
Mearshimer, 2009: 140). Bu sonuçlar, AIPAC‟ın ve dolayısıyla Ġsrail
Lobisinin, ABD Kongre üyeleri üzerindeki etkisinin ne derecede etkileyici
olduğunu göstermektedir.
Yıl boyunca
düzenlemekte
ABD‟de
ayrıca
AIPAC, karar alıcılara
üniversite
öğrencilerine
yönelik eğitimler
yönelik
çalıĢmalar
yürütmektedir. Üniversite kampüslerinde yürütülen çalıĢmalarla öğrencilere
lobicilik faaliyetleri konusunda eğitimler verilmekte, Ġsrail‟in gereksinimlerinin
karĢılanması için nasıl destek verebilecekleri anlatılmaktadır. AIPAC‟ın diğer
bir faaliyeti de ülke geneline yayılmıĢ Sinagoglarda AIPAC faaliyetleri ile ilgili
bilgiler vermektir. AIPAC ayrıca, diğer dinlere mensup toplum liderleri
79
vasıtasıyla
ABD-Ġsrail
bağlantısını
güçlendirmeye
yönelik
faaliyetler
yürütmektedir (AIPAC Ġnternet Sitesi [web], 2010).
AIPAC gibi teĢkilatların sahip oldukları nüfuz birden bire oluĢmamıĢ,
zaman içinde artarak devam etmiĢtir. Siyonizmin oluĢmaya baĢladığı yıllarda
hatta Ġsrail kurulduktan sonra da Ġsrail adına lobicilik faaliyetleri büyük bir
gizlilik içinde yürütülmüĢtür. Bunda da yıllar içinde artan Yahudi düĢmanlığı
(Anti-Semitizm) gerekçe olarak gösterilebilecektir (Walt ve Mearshimer, 2009:
140).
AIPAC‟ın avantajı, statükoyu sürdürmeyi istemesidir. Bu durum, onu
diğer lobiler arasında öne çıkarmakta ve etkisini artırmaktadır (Paul ve Paul,
2009: 15). Nitekim AIPAC, ABD ve Ġsrail arasında süregelen iliĢkileri
sürdürmek ve ilerletmek istemektedir. Bu durumu değiĢtirmeye yönelik bir
çaba içinde değildir. Bu durum, var olanı değiĢtirmeye yönelik kuruluĢlar
karĢısında AIPAC‟a üstünlük sağlamaktadır.
AIPAC ve Ġsrail lobisi, kuruluĢundan itibaren, Yahudi önderler ve
onların Yahudi olmayan sempatizanları tarafından yürütülen yakın iliĢkilere
dayalı lobicilik faaliyetlerinin dıĢına çıkmıĢtır. Amaçlarını Ġsrail‟deki Yahudilere
yardım olarak belirlememiĢler, kendilerini ABD ve Ġsrail‟in çıkarları ve ahlaki
değerlerinin ortak olduğunu savunan faaliyetlere yöneltmiĢlerdir (Walt ve
Mearshimer, 2009: 143).
AIPAC‟ın etkili olmasında, ABD halkının Ġsrail‟e gösterdiği sempatinin
de büyük önemi vardır. AIPAC, karar alıcılara ne derecede etkili olursa olsun,
halkı ikna edemez ise baĢarı elde edilmesi zordur. Bu durum halkın
düĢünceleri ve halkın oy alıĢkanlıkları üzerinde çalıĢma yapmaları ve etkili
olmalarını gerektirmektedir (Bard, 2009: 76-77).
80
ABD halkının önemli bir kısmının Ġsrail‟e karĢı sempati duyduğunu
ifade etmek mümkündür. Gallup araĢtırma Ģirketi tarafından yapılan bir
çalıĢmada, ABD halkının Ġsrailliler ve Filistinlilere karĢı ne ölçüde sempati
duyduğu araĢtırılmıĢtır. Buna göre 1.025 yetiĢkin üzerinde yürütülen
çalıĢmanın sonuçları ġekil-2‟de verilmektedir (Saad [web], 2010): 3
ġekil-2:
ABD Halkının Orta Doğu‟da Sempati Duyduğu Halklar
Buna göre 1988-2010 arası dönem incelendiğinde, ABD halkının
Filistinlilere yönelik sempatisi %15-%20 seviyelerinde devam etmekte ve
yıllar içinde önemli bir değiĢiklik göstermemektedir. Buna karĢın halkın
Ġsraillilere yönelik sempatisi 1988‟de %37 iken 2010‟a gelindiğinde %63‟e
ulaĢtığı görülmektedir. Grafikten anlaĢılacağı üzere ABD halkının Ġsrail‟e
yönelik sempatisi, 1991 Körfez SavaĢı ve 11 Eylül 2001 sonrasında artıĢ
göstermiĢtir. Bu durum, Orta Doğu‟da meydana gelen sorunların Ġsrail‟e olan
sempatiyi artırdığını ortaya koymaktadır.
3
Hata Payı +/-%4 olarak belirlenmiĢtir.
81
Aynı Ģekilde aynı Ģirket tarafından ABD‟li siyasetçiler arasında benzer
bir araĢtırma yapılmıĢ ve siyasiler arasında Ġsrail ve Filistinlilerden hangisine
daha çok sempati duydukları araĢtırılmıĢ ve ġekil-3‟te belirtilen sonuçlar elde
edilmiĢtir. Buna göre aĢağıda verilen sonuçlar yıllar içinde ABD‟deki siyasi
partiler içinde Ġsrail‟e sempati duyan siyasetçilerin yüzdelerini vermektedir
(Saad [web], 2010):
ġekil-3: ABD Parlamentosunda Ġsrail Sempatizanlığı
ġekil-3 incelendiğinde en fazla Ġsrail sempatizanı siyasetçinin
Cumhuriyetçi Parti içinde yer aldığı ve bu durumun 2001‟den 2010 yılına
kadarki süreçte % 60‟dan % 85‟e çıkarak önemli bir artıĢ gerçekleĢtirdiği
görülmektedir. Özellikle 2001-2003 yılları arasında yaĢanan hızlı artıĢın, 11
Eylül ve sonraki süreçte siyasilerin Ġsrail‟i kendilerine daha yakın bir ülke
olarak görmelerinden kaynaklandığı ifade edilebilir.
Aynı durum, Bağımsızlar arasında da görülmekte ve 2001 yılında %
42 olan sempatizan oranının, 2010‟a kadar iniĢli çıkıĢlı bir süreç izlemekle
82
beraber, 2010 yılına gelindiğinde % 60‟a ulaĢtığı görülmektedir. Bağımsızlar
arasında da en önemli artıĢın aynı gerekçelerle 2001-2003 yılları arasında
gerçekleĢtiğini ifade etmek mümkündür. Demokratlar arasındaki görüĢler
değerlendirildiğinde ise Ġsrail ve Filistinlilere eĢit mesafede durdukları
söylenebilecektir. Bununla birlikte geçen on yıl içinde sempatizan sayısında
küçük de olsa bir azalma meydana geldiği ifade edilebilecektir.
Ġsrail‟de ABD‟nin nasıl görüldüğüne dair araĢtırmalar da yapılmıĢtır.
BESA (Begin-Sedat Stratejik AraĢtırma Enstitüsü-The Begin-Sadat Center
for Strategic Studies) ve ADL (Hakaret Aleyhtarı Birlik-Anti Defamation
League)
tarafından yapılan bir araĢtırmada, Ġsraillilerin ABD-Ġsrail
iliĢkilerine bakıĢı incelenmiĢtir. 505 yetiĢkin Ġsrailliye yöneltilen sorular
sonrasında Tablo-3‟te belirtilen sonuçlar elde edilmiĢtir (Anti Defamation
League Ġnternet Sitesi [web], 2010b) 4
Tablodaki sorulara verilen cevaplar değerlendirildiğinde; Ġsrail halkının
önemli bir kısmının ABD ile sürdürülen iliĢkilerden memnun olduğu ve Orta
Doğu‟da ABD ve Ġsrail politikalarının uyumlu Ģekilde yürüdüğünü düĢündüğü
görülmektedir. Yine Ġsraillilerin, ABD‟ye güvendiği ve bir kriz sırasında
kendilerine ABD tarafından yardım edileceğine inandığı görülmektedir.
Sonuçlardan yola çıkarak Ġsraillilerin önemli bir kısmının; ABD‟deki
Yahudilerin, Ġsrail açısından önemli olduğu ve Ġsrail açısından önemli iĢler
gerçekleĢtirme potansiyelleri olduğunu düĢündüğü ifade edilebilecektir. Bu
sonuçlar, iki devletin dıĢ politikada geliĢtirdikleri stratejileri önemli ölçüde
tabana kabul ettirdiklerini göstermeleri bakımından önemlidir. Bu durum aynı
zamanda AIPAC‟ın elde ettiği baĢarıda da etkilidir.
83
Tablo-3: Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri
Konu
Sonuç 1
Sonuç 2
Ġsrail ABD‟nin Temel Müttefikidir
% 65 Hem fikir/
Kesinlikle
hemfikir
%11 Olumsuz
Ġsrail ABD iliĢkileri iyi ya da çok
iyidir
%64 Hem fikir
%8 Olumsuz
Ġsrail zor durumda kalırsa ABD
Ġsrail‟e her zaman yardım
edecektir
%80 Hem fikir
%20 Olumsuz
Ġsrail‟in ABD‟nin
stratejik ortağı
olması
48%
ABD‟li
Yahudilerin
siyasal rolü
30%
Demokratik
gelenekler ve
Ortak değerler
17%
ABD ile Ġsrail‟in yakın iliĢkilerinin
nedeni nedir?
4
ABD-Ġsrail arasındaki yakın iliĢki
Ġsrail güvenliği açısından
gereklidir.
%91 Hem fikir
Bush‟un Ġsrail‟e bakıĢı
dostaneydi.
%73 Hem fikir
ABD ve Ġsrail‟in Orta Doğu
çıkarları benzerdir.
%60 Hem fikir
Hata oranı %4,7 olarak alınmıĢtır.
84
%36 Çıkarlar Farklıdır
Tablo-3: Ġsraillilerin ABD Hakkındaki GörüĢleri (Devamı)
Konu
Sonuç 1
Sonuç 2
ABD, yakın zamanda Ġsrail-Filistin
sorununu çözebilir
%51 hem fikir
%43 Hemfikir değil. ABD‟nin bu
sorunu yakın zamanda çözeceğine
inanmıyor.
Uluslararası diplomatik çabalar
iĢe yaramazsa ABD Ġran‟ın
nükleer faaliyetlerini önlemek için
güç kullanmalıdır.
%71 Hem fikir
ABD Irak‟ta savaĢa girme
konusunda haklıydı
%59 Hem fikir
%36 Hemfikir değil
ABD‟li Yahudilerin Ġsrail‟e yaptığı
yardım yeterli midir?
%52 Yeterli
%33 Yetersiz
ABD‟li Yahudiler Ġsrail‟i ve Ġsrail
politikalarını açıkça eleĢtirme
hakkına sahiptir ve bu serbesti
Ġsrailli Yahudilerin neredeyse 2
katına karĢılık gelir.
ABD‟li Yahudiler hızla asimile
olmaktadır ve yok olma tehlikesi
altındadır
%49 Hem fikir
Her ABD‟li Yahudi Ġsrail‟i ziyaret
etmelidir.
%69 Hem fikir
ABD‟li Yahudiler Ġsrail KarĢıtı bir
baĢkan ya da kongre üyesi
adayına oy verebilir.
%57 Hem fikir
%38 Bu durumu reddediyor.
ABD‟de anti-semitizm var mıdır?
Vardır fakat
belirgin değildir.
% 54
Vardır ve belirgin bir sorundur % 36
85
Ġsrail Lobisinin gücünü artıran en önemli faaliyetlerinden birisi,
nüfusun % 2‟sini oluĢturmalarına rağmen, her iki partinin adaylarına da
yüklü miktarlarda bağıĢta bulunmalarıdır (Walt ve Mearshimer, 2007: 36).
Bu durum, söz konusu adayların Ġsrail‟e sempati ile bakmasını
sağlayabileceği gibi, bu bağıĢlar, belirli sözler alınarak veriliyorsa, Ġsrail‟in
ABD politikalarını etkilemesine de olanak sağlayabilecektir.
Ġsrail lobisi, Amerika‟da nüfuz kullanma konusunda önemli avantajlara
sahiptir. Amerikan Yahudileri genel nüfusla kıyaslandığında daha zengin ve
daha iyi eğitimlidirler. Ayrıca, lobi içinde yer alan önemli Yahudi teĢkilatlarının
ciddi maddi gelirleri ve uzmanlaĢmıĢ bir kadrosu bulunmaktadır (Walt ve
Mearshimer, 2009: 169).
Amerikan
seçim
sistemi
incelendiğinde,
bireylerin,
adaylara
yapabileceği bağıĢ tutarı bir seçim dönemi içinde kiĢi baĢına en fazla 2.000
ABD doları olabiliyorken; bu durum bağıĢ yapan bir siyasal hareket
komitesinde (political action comitee) 10.000 ABD Doları olabilmektedir. Aynı
durum, kiĢi tarafından tüm adaylara yapılan bağıĢları 25.000 ABD Doları ile
sınırlarken, siyasal hareket komitelerinde bu rakamın herhangi bir sınırı
yoktur (Curtiss, 2000: 16). AIPAC ve diğer Ġsrail yanlısı örgütler de, Amerikan
Kongre ve BaĢkanlık seçimlerinde adaylara yüklü bağıĢlar yapmaktadır. Bu
noktada AIPAC, resmi olarak bir adayı desteklemese de, adayların pozisyonu
hakkında bilgi edinme, oy potansiyelini araĢtırma ve seçmenlerin kararlarına
etki etme konularında uzmandır (Bard, 2009: 79). Tablo-4‟de, Ġsrail lobi
örgütleri tarafından Federal seçimlerde adaylara yapılan yıllık bağıĢ miktarları
verilmektedir (Opensecrets Ġnternet Sitesi [web], 2010).
86
Tablo-4: Ġsrail Lobisinin ABD‟de Yaptığı BağıĢ Miktarları
Yıllar
Demokratlar
(ABD Doları)
Cumhuriyetçiler
(ABD Doları)
Toplam BağıĢ
(ABD Doları)
1998
1.272.579
830.327
2.102.906
2000
1.125.715
776.189
1.901.904
2002
1.807.300
918.389
2.725.689
2004
1.967.830
1.173.664
3.141.494
2006
1.623.101
1.246.599
2.869.700
2008
1.714.676
1.421.251
3.135.927
20105
1.442.269
908.914
2.351.183
Toplam
10.953.333
7.275.333
18.228.803
Bu rakamlardan yola çıkarak 1998‟den bugüne kadarki yapılan
bağıĢlar incelendiğinde; toplamda 18 milyon doları geçen bağıĢ yapıldığı
anlaĢılmaktadır. Tabloda yer alan rakamlardan Ġsrail yanlısı örgütlerin hem
demokratlara hem de cumhuriyetçilere önemli oranlarda bağıĢ yapıldığı
anlaĢılmaktadır. Buna göre, Lobi‟nin siyasi görüĢe bakmaksızın, Ġsrail‟e daha
yararlı olacağını düĢündüğü adaylara bağıĢta bulunduğunu ifade etmek
mümkündür. Tabloda yer alan rakamlardan, Ġsrail lobisinin Demokrat
adaylara daha fazla yardımda bulunduğu görülmektedir. ġekil:3‟te de
görülebileceği üzere, Cumhuriyetçi Parti mensupları Ġsrail‟e daha fazla
sempati ile bakmaktadır. Buna göre, Demokrat Parti adaylarının Ġsrail‟e
yönelik desteğini artırmak amacıyla, daha fazla yardım yapıldığı ifade
edilebilecektir.
5
2010 rakamları eriĢim tarihine kadarki süreçte oluĢan rakamları ifade etmektedir.
87
Edward Said‟e göre; ABD‟nin Orta Doğu politikası ele alındığında,
Ġsrail lobisi benzersiz bir üstünlüğe sahiptir. Bu lobi ABD‟nin yasama erkini,
eski senatörlerden Jim Abourezk‟ın deyimiyle “tam olarak Ġsrail iĢgali altındaki
bölgeye” çevirmiĢtir. Bu lobi karĢısında ise, biraz olsun etkin biçimde iĢleyen
bir Arap lobisini bulmak mümkün değildir (Said, 2005: 248).
ABD‟deki Yahudiler, ABD siyasetine en bonkör bağıĢ yapanlar
arasında gösterilmektedir. Buna örnek olarak 1992 yılında Clinton‟un adaylığı
sırasında, bireylerden gelen bağıĢların %60‟ının Yahudilerden gelmesi
verilebilir. 1990‟dan 2005‟e kadarki süreçte de Yahudi bağıĢçılar, adaylar ve
partilere toplam 56,8 milyon dolar bağıĢta bulunmuĢtur. Aynı dönemde Arap
ve
Müslümanların
yaptığı
297.000
dolar
tutarındaki
bağıĢla
karĢılaĢtırıldığında ne kadar yüksek olduğu ortadadır (Uslaner, 2007: 307).
AĢağıdaki grafikte, bağıĢlar konusunda, Ġsrail lobisi ve Arap/Müslüman
lobisinin karĢılaĢtırması yer almaktadır (ġekil-4):6
60
50
40
ĠSRAĠL LOBĠSĠ
30
ARAP LOBĠSĠ
20
10
0
1990-2005
ġekil-4: 1990-2005 Arasında Ġsrail ve Arap Lobisi Federal BağıĢları
6
Grafik 1990-2005 arasında Ġsrail Lobisinin Toplam 56,8 Milyon ABD Doları,
Arap/ Müslüman Lobisinin ise 297.000 ABD Doları harcadığını dikkate almıĢtır.
88
Grafik, iki lobinin de lobicilik faaliyetlerine ne derecede önem verdiğini
göstermesi bakımından önemlidir. Rakamlar arasındaki büyük farklılık, Ġsrail
Lobisinin daha baĢarılı olması ve Arap Lobisi karĢısında daha etkili
olmasında önemli bir faktördür.
ABD‟deki Yahudi nüfusu, 6 milyonu bulmaktadır. Bu oran toplam oy
verenler arasında % 4‟e tekabül etmektedir. Bu nüfusun büyük çoğunluğu
BaĢkanlık seçiminde önemli oy potansiyeline sahip, üniversitesi olan
eyaletlerde yaĢamaktadır. Bu durum, Yahudi oylarının önemini artırmaktadır.
Aynı Ģekilde burada yaĢayan Yahudiler, federal seçimlerde Yahudi yanlısı
tutum takınabilecek adaylara bağıĢlarda bulunarak ve onlardan sözler alarak,
bu adayların gelecekte Yahudi çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini
sağlayabilmektedir. ABD‟deki Arap nüfus, California, Florida, Michigan, New
Jersey ve New York gibi Yahudi nüfusun da kalabalık olduğu bölgelerde
yaĢamaktadır. Bu noktada Yahudi nüfus, Arap nüfusu politik olarak
bastırmaktadır (Bard, 2009: 78).
ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau) rakamlarına göre 2000
yılı itibariyle ABD‟de
yaĢayan yaklaĢık
1,2 milyon Arap olduğu tahmin
edilmektedir. Tablo-5‟te ABD‟de yaĢayan Arap nüfusun geldiği ülkelere göre
dağılımı verilmektedir (ABD Ġstatistik Kurumu Resmi Ġnternet Sitesi [web],
2010).
Buna göre Tablo 5‟e bakıldığında yaklaĢık 1,2 milyon Arap nüfusun
toplam nüfusun % 0,42‟sini oluĢturduğu görülmektedir. Bu rakam Yahudi
nüfusun oldukça altındadır. Ayrıca bu nüfusun önemli bir yüzdesini de
çoğunluğu Hıristiyan olan Lübnanlılar oluĢturmaktadır. Bu istatistikler, Yahudi
lobisi ile karĢılaĢtırıldığında Arap lobisinin daha zayıf olduğunu ortaya
koymaktadır.
89
Tablo-5: ABD‟deki Arap Nüfus ve Geldikleri Ülkeye Göre
Dağılımı (2000 Yılı)
Toplam ABD nüfusu
281.421.906
Toplam Arap Nüfusu
1.180.308 (%0,42)
ARAP NÜFUSUN GELĠNEN ÜLKEYE GÖRE DAĞILIMI
ÜLKELER
TOPLAM ARAP NÜFUSU
Lübnan
Suriye
Mısır
Filistin
Ürdün
Fas
Irak
Yemen
Cezayir
Suudi Arabistan
Tunus
Kuveyt
Libya
Berberi
Diğer Araplar 7
440.729
142.897
142.832
72.112
39.734
38.293
37.714
11.683
8.752
7.419
4.735
3.162
2.979
1.327
1.462
ABD‟deki Arap gruplar, kendi aralarında bölünmüĢtür ve ortak bir
hedefleri bulunmamaktadır. Buna karĢın Ġsrail lobisi üyeleri Ġsrail‟e destek
verme ülküsü etrafında birleĢmiĢlerdir (Uslaner, 2007: 307). Nitekim konu ile
ilgili yapılan araĢtırmalar, bu durumu doğrular niteliktedir. 1998 yılında Susan
Pinkus tarafından yapılan bir araĢtırmaya göre, ABD‟de bulunan Yahudilerin
7
Diğer Araplar içinde sayıları 1000‟in altında olan Umman, Katar, Bahreyn gibi ülkelerde
yaĢayan Araplar ve Bedeviler, Rio de Oro, Alhuceman gibi topluluklar yer almaktadır.
Ayrıca çalıĢmada ABD‟de yaĢayan Kürtler Araplar arasında sayılmıĢ, Tablo oluĢturulurken
Kürtlerin sayısı Arapların toplam nüfusundan çıkarılarak yazılmıĢtır.
90
%86‟sı, Ġsrail‟de neler olduğunun kendileri için önemli olduğunu ifade etmiĢtir.
Yine araĢtırmaya katılanların %58‟i kendilerini Ġsrail‟e yakın hissettiklerini
belirtmiĢlerdir (Pinkus [web], 1998).
ABD halkı, genel olarak Arapları stratejik ortak olarak görmemektedir.
ABD‟li
Araplar
da
ABD‟nin
toplumsal
ve
siyasal
yapısına
uyum
sağlayamamıĢtır. Bu durum ABD‟nin Orta Doğu politikalarına, ABD‟li
Arapların uzak oluĢunu doğurduğu gibi aynı zamanda, Arapların siyasal
olarak pasif kalmalarına da neden olmuĢtur (Uslaner, 2007: 308).
Sonuç
olarak
ABD‟de
yer
alan
Arap
ve
Ġsrail
lobileri
karĢılaĢtırıldığında, Ġsrail lobisinin pek çok açıdan Arap lobisine karĢı üstün
olduğunu ve bu durumun, ABD politikalarını etkileme konusunda Ġsrail
lobisine önemli avantajlar sağladığını ifade etmek mümkündür.
Buradan hareketle Ġsrail lobisinin ABD politikalarını önemli ölçüde
etkilediği hatta ABD‟nin Orta Doğu politikalarının belirlenmesinde Ġsrail
lobisinin en belirleyici unsurlar arasında olduğunu ifade etmek mümkündür.
91
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
IRAK SAVAġI’NDA ĠSRAĠL’ĠN POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Bu bölümde Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in politikaları ve Irak SavaĢının ilan
edilen gerekçeleri değerlendirilecektir.
1.
IRAK SAVAġI ÖNCESĠNDE ĠSRAĠL’ĠN IRAK’TAN TEHDĠT ALGISI
VE BU TEHDĠDE KARġI GELĠġTĠRĠLEN STRATEJĠLER
a.
2003 Irak SavaĢı Öncesinde Irak’ın Analizi
1920 yılında Irak, Osmanlı denetiminden ayrılarak Ġngiltere
himayesine girmiĢ ve 1921‟de de Mekke ġerifi Hüseyin‟in oğlu Faysal, Irak‟ın
ilk kralı olarak tahta geçmiĢtir. Daha sonrasında 3 Ekim 1923‟te de Irak‟ın
bağımsızlığını ilan etmiĢtir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2004).
Irak, monarĢi döneminde Bağdat Paktına üye olması ve Batı dünyası
ile yakınlaĢan iliĢkileri sebebiyle, diğer Arap ülkeleri tarafından Batı taraftarı
olmakla suçlanmıĢ ve adeta Arap dünyasından tecrit edilmiĢtir (Kürkçüoğlu,
2010: 128). Bu durumun bölge coğrafyasında, bir yandan Batı aleyhtarlığını
artırdığı diğer taraftan da Arap milliyetçiliğinin geliĢimini etkilediğini ifade
etmek mümkündür.
14 Temmuz 1958‟de Tümgeneral Abdülkerim Kasım ve YüzbaĢı
Abdülselam Muhammed Arif liderliğinde gerçekleĢtirilen darbe ile kral
devrilerek cumhuriyet ilan edilmiĢtir. Kasım devlet baĢkanlığını üstlenirken,
Arif baĢbakan olmuĢtur. Daha sonra Kasım‟ın iktidarı da 8 ġubat 1963‟de,
Arap Sosyalist Baas Partisi‟nce düzenlenen darbeyle son bularak yerine Arif
geçmiĢtir. 18 Kasım 1963‟te, Arif bir grup subayla birlikte, Baas Partisi
Hükümeti‟ni ortadan kaldırmıĢtır. Arif‟in 1966‟da ölümünden sonra yerine
ağabeyi General Abdülrahman Muhammed Arif geçmiĢ ancak 2 yıl sonra 17
Temmuz 1968‟de Baas Partisince gerçekleĢtirilen darbe ile General Ahmed
Hassan El Bakr devlet baĢkanı olurken yardımcılığına 31 yaĢındaki Saddam
Hüseyin getirilmiĢ; sonraki süreçte de Hüseyin, 1979‟da Devlet BaĢkanı
Bakr‟in istifası üzerine Irak yönetimini devralmıĢtır (BBC Ġnternet Sitesi [web],
2004).
O döneme damga vuran en önemli geliĢmelerden birisi de Ġran Ġslam
Devriminin gerçekleĢmesi idi. O döneme kadar batı yanlısı bir politika içinde
olan, ABD ve Ġsrail‟le önemli iliĢkiler geliĢtiren, Ġran‟da gerçekleĢtirilen devrim
sonrasında, Batı dünyası özellikle de ABD, Orta Doğu politikalarını ve
stratejilerini yeniden yönlendirmek zorunda kalmıĢtır.
Devrimle birlikte, Batıya sırtını dönen, ABD ve Ġsrail‟i düĢman ilan
eden, rejim ihracı stratejisini yürüten Ġran; Irak‟taki Baas rejimini de tehdit
etmekteydi. O dönemde Ġran, Arapların liderliğine soyunan ve Arap
milliyetçiliği söylemi üzerinde hareket eden Saddam Hüseyin için, önemli bir
tehdit konumuna gelmiĢti (AltınkaĢ, 2005: 138).
Bu dönemde gerginleĢen ve en nihayetinde sekiz yıl süren Ġran-Irak
SavaĢının temelleri de bu dönemde atılmıĢtı. Ġran-Irak SavaĢının, dini
sorunlar, sınır sorunları ve siyasal farklılıklardan kaynaklanan çok sebepli ve
karmaĢık gerekçeleri bulunmaktadır (Global Security Ġnternet Sitesi [web],
2010b). Bu gerekçelerden en önemlileri aĢağıda sıralanmaktadır:

1970‟li yıllarda, Orta Doğu‟da iki önemli güç bulunmaktaydı, Bunlar,
1968‟de iktidara gelen Baas Partisi yönetimindeki Irak ve ġah Rıza
Pehlevi yönetimindeki, petrol zengini Ġran Irak, SSCB ile dostluk
antlaĢması imzalayıp, Irak petrol Ģirketini millileĢtirirken Ġran, Batı;
özellikle de ABD ile iĢbirliği sayesinde hızla güçlenmekteydi (Yılmaz,
2009: 257). Bu dönemde iki ülkenin Orta Doğu‟da bir hegemonya
oluĢturma mücadelesi içinde olduğu söylenebilecektir.

Ġki ülke arasındaki sorunlar, aslında 19. yüzyıldan beri devam eden
ġatt-ül Arap su yolu sorunu sebebiyle uzun bir süredir devam
etmekteydi. Ġran‟ın Körfez‟de stratejik açıdan önemli olan Hürmüz
93
boğazındaki adaları iĢgal etmesi üzerine Irak, Huzistan bölgesinde
yaĢayan Arapları, Ġran aleyhine kıĢkırtmaya baĢladı. Ġran ise, Irak‟ın
kuzeyindeki Kürtlere silah ve cephane sağlayarak Irak‟ın Huzistan‟daki
Araplarla birleĢmesini önlemeye ve ġatt-ül Arap konusunda Irak‟ı zor
durumda bırakmaya çalıĢıyordu (Yılmaz, 2009: 258-259).

1975‟e gelindiğinde, Cezayir AntlaĢması ile Irak, Thalweg hattını kabul
ederek, ġatt‟ül Arap‟ın doğusunu Ġran‟a bırakmıĢ; Ġran ise, Irak‟ın
kuzeyinde bulunan Kürtlere verdiği desteği kesmeyi taahhüt etmiĢti.
Bu antlaĢmadan güçlenerek çıkan Irak, hızla silahlanmaya baĢladı. Bu
süreçte, Mısır‟ın Camp David antlaĢması ile Arap Dünyasından tecridi
ile birlikte, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Arap Dünyası
üzerinde, liderlik planları yapmaya baĢlamıĢtı. Bu dönemde Ġran‟da
ġah‟ın devrilmesiyle birlikte, Humeyni‟nin ġii rejimi, devrim ihracı
stratejisi ile çevre ülkeler açısından önemli bir tehdit konumuna
gelmiĢti. Bu durum, özellikle önemli bir ġii nüfusa sahip Irak‟ta ciddi
endiĢe uyandırmıĢtı (Arı, 2004: 372-374).

Humeyni
Rejimi,
aynı
zamanda
Irak‟ın
Pan-Arabist
olarak
nitelendirilebilecek ideolojisi ve Arap Dünyası üzerindeki liderlik
planlarının karĢısında bir tehdit konumundaydı (Global Security
Ġnternet Sitesi [web], 2010b).

Saddam Hüseyin, Arap Dünyası üzerinde liderlik planları yaparken,
bölgede önemli ağırlığı bulunan ABD ile iliĢki kurmaya çalıĢıyordu. Bu
durum ABD‟nin de iĢine geliyordu. Zira Ġran Devrimi, ABD‟nin Orta
Doğu politikalarını da tehdit eder konuma gelmiĢti. ABD, Ġran‟ı Irak ile
dengelemek istemekteydi (Yılmaz, 2009: 260).
17 Eylül 1980‟de Cezayir AntlaĢmasını tanımadığını ve ġatt‟ül Arab‟ın
Irak‟a ait olması gerektiğini ilan eden Hüseyin, 22 Eylül 1980‟de Ġran‟a savaĢ
ilan etmiĢtir (AltınkaĢ, 2005: 138).
SavaĢ, baĢlangıcından itibaren Saddam Hüseyin‟in planlarına aykırı
biçimde geliĢmiĢti. Buna göre Saddam Hüseyin, karıĢıklık içinde olan Ġran‟ın
kısa sürede yenileceğini düĢünmüĢ ancak Ġran kısa sürede istikrarı
94
sağlayarak, üstünlüğü ele geçirmiĢtir. Aynı Ģekilde Hüseyin, Huzistan
bölgesindeki Arapların desteğini elde edeceğini düĢünmüĢ ancak burada da
beklediği desteği bulamamıĢtı. SavaĢla birlikte, Irak‟ın petrol gelirlerinde de
önemli oranda azalma olmuĢ; bu durum da Irak ekonomisine, savaĢ giderleri
ile birlikte önemli zarar vermiĢtir (Arı, 2004: 389).
SavaĢın ilerleyen dönemlerinde, Ġran‟ın tekrar gücünü kazanması ve
Irak‟a karĢı üstünlük sağlamaya baĢlaması; gerek Arap ülkelerinde gerekse
Batılı devletlerde endiĢe yarattı. Bu durum sebebiyle, Arap ülkeleri ve Batılı
ülkeler; özellikle de ABD, Irak‟a yardım etmeye baĢladı. Bu süreçte Sovyetler
Birliği‟nin de Irak‟a silah sevkiyatını artırdığı dikkat çekmekteydi. Uluslararası
platformda giderek yanlızlaĢan Ġran, BM Güvenlik Konseyinin 20 Temmuz
1987 tarihli; tarafları ateĢkese ve savaĢ öncesi sınırlara çekilmeye çağıran
kararını, kabul etmeyince, BM tarafından da ambargoya uğradı. Artan iç ve
dıĢ baskılar üzerine ise 3 Temmuz 1988‟de BM Güvenlik Konseyinin kararını
kabul etmek durumunda kaldı (Yılmaz, 2009: 264).
SavaĢ sonunda iki ülkenin de zararı büyük oldu. Ġki ülke de savaĢ
sonunda, baĢladıkları konuma gelirken, uğradıkları zararların telafisi uzun
yıllar mümkün olmadı.
Uzun süren savaĢtan çıkan Irak, zayıflayan ekonomisi, savaĢ
sırasındaki yoğun borçlarının ağırlığı altında zor durumda iken; 1988-1990
yılları arasında Saddam Hüseyin, Irak‟ın bölgesel gücünü artırmak ve Arap
Dünyasında liderlik rolünü elde etmek için uğraĢ veriyordu. Ġlk olarak, nükleer
bir güç olmak amacıyla, nükleer çalıĢmalara giriĢmiĢ, ardından Suriye‟deki
Baasçı rakibi Hafız Esad‟ı hedef seçmiĢti. Esad‟ı Ġran‟ı desteklemek ve
Ġsrail‟e karĢı olan mücadeleden uzaklaĢmakla suçlamıĢ, bu noktada Esad
muhalifi olarak gördüğü Lübnanlı Hıristiyanların ayaklanmalarına destek
vermeye baĢlamıĢtı. Bununla birlikte, Suriye‟nin ABD ile iĢbirliği yapması ve
Hıristiyanların kendi içlerinde bölünmelerini hesaplayamaması, hedefine
ulaĢamamasına sebep oldu (Harris, 2000: 55).
95
Irak tarihi açısından diğer bir önemli geliĢme, 1990‟da Kuveyt‟in iĢgali
oldu. Aslında Irak, Kuveyt‟in Irak‟ın bir parçası olduğu iddiasını, Kuveyt henüz
bir Osmanlı eyaleti iken de dile getirmekteydi. 1899-1961 yılları arasında
Ġngiliz himayesinde bulunan Kuveyt, bağımsızlığını ilan ettikten sonra da
Irak‟ın iddiaları ile karĢı karĢıya kalmıĢtı. 1963‟ten itibaren, Arap Birliğince
tanınması ve BM üyeliğine kabulü ile birlikte, Irak da bu iddialardan
vazgeçmiĢti (Yılmaz, 2009: 295-296).
Bununla birlikte Ġran-Irak SavaĢı
sonrasında yaĢanan bir dizi geliĢme ile birlikte Irak, Kuveyt üzerindeki
iddialarını yeniden gündeme getirdi.
Her Ģeyin baĢında Irak, Sovyetler Birliği‟nin yıkılması sonrasında,
1980‟lerdeki ABD, Ġngiltere ve Fransa gibi batılı güçlerle iyi olan iliĢkilerine
güvenerek, batı dünyasının Irak‟ın bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasına
göz yumacağını düĢünmekteydi. Ancak, Irak‟ın göz ardı ettiği konu, büyük
güçlerin, özellikle de SSCB‟nin yıkılması ile tek süper güç haline gelen
ABD‟nin, Körfez petrolünü tek bir gücün hâkimiyetine bırakmayacağıydı
(Harris, 2000: 55).
Ġran-Irak SavaĢının borç yükü altında ezilen Irak, yeni bir kaynak
arayıĢına giriĢmiĢti. Bu noktada Ġran‟la savaĢarak, “Arapları Ġranlı mollalardan
koruduğu ve Ġran‟ı Arap düĢmanı olarak gördüğü, Ġran ve Ġsrail‟e karĢı büyük
bir ordu beslediği için, bu ordunun masraflarının tüm zengin Araplarca
karĢılanması gerektiği” iddialarıyla, Kuveyt‟ten borçlarını silmesini istedi,
ancak bu istek kabul görmedi. Ardından, Kuveyt ve BirleĢik Arap
Emirliklerinin, kendilerine ayrılan OPEC kotasının üzerinde petrol satarak
Irak‟ı zarara uğratması ve Irak‟ın petrol fiyatının artırılmasını talep etmesinin
ardından Irak, Kuveyt sınırına asker yığmaya baĢladı. Bu geliĢmeler
sonrasında Irak, Kuveyt‟i, aralarında ihtilaflı olan Rumeyla bölgesinden
anlaĢmalara aykırı Ģekilde petrol çalmakla suçladı ve tazminat istedi, ancak
olumlu yanıt alamadı (Yılmaz, 2009: 297-300). Bu geliĢmeler, zaten bir
süredir yığınak yaptığı ve kendisi açısından önemli bir stratejik bölge olan
Kuveyt‟in iĢgaline zemin hazırlamıĢtı. Irak, Kuveyt‟i 2 Ağustos‟da iĢgale
baĢladı ve ardından, 8 Ağustos‟da Kuveyt‟i ilhak ettiğini açıkladı.
96
ĠĢgal, Saddam Hüseyin‟in beklediğinin aksine Batı Dünyası ve
Araplardan destek bulamadı. Bu doğrultuda, BM Güvenlik Konseyinin de
iĢgalin durdurulması konusunda yoğun çabası görüldü. Bir dizi karar alınarak,
(660-661-662-664-665-666-667-669-670-674 sayılı kararlar) Irak‟ın koĢulsuz
olarak hemen çekilmesi ve sorunun görüĢmelerle çözülmesi yolunu istemiĢ
ancak bu çabalar da baĢarıya ulaĢamamıĢtı. Bu kararlardan baĢlıcalarını Ģu
Ģekilde özetlemek mümkündür (Öztürk, 2010: 4):
 2 Ağustos tarihli, Irak‟ın Kuveyt‟ten çıkarılmasına iliĢkin 660 sayılı
karar,
 6 Ağustos tarihli, 660 sayılı karara uyulmadığının tespiti halinde meĢru
müdafaayı ve ekonomik yaptırımları öngören 661 sayılı karar (Bu karar,
BM Kurucu AntlaĢması 41. md. çerçevesinde alındığı için bağlayıcılığı
olan bir karardı ve Türkiye 7 Ağustos‟ta Yumurtalık boru hattını bu karara
uyarak kapatmıĢtır.)
 25 Ağustos tarihli deniz ablukasını öngören 665 sayılı karar,
 Hava ablukasını öngören 670 sayılı karar.
BM, 29 Kasım 1990‟da Irak‟a karĢı güç kullanılmasına imkân tanıyan
678 sayılı kararı kabul etmiĢtir. Söz konusu karara göre; Irak‟a 678 sayılı
kararın alınması öncesinde çıkarılan kararlara uyması konusunda son bir
Ģans tanınıyor ve 15 Ocak 1991‟e kadar Irak‟ın BM kararlarına uymaması
halinde, BM AntlaĢmasının 7. Bölümünde ifade edilen, üye devletlere, BM
kararlarının uygulanmasının sağlanması, uluslararası barıĢ ve güvenliğin
tahsisi amacıyla her türlü yöntemi kullanma yetkisi veriliyor ve bunun için de
tüm üye devletlerin desteğinin istenmesi kararlaĢtırılıyordu (FAS Ġnternet
Sitesi [web], 1990). Buna rağmen, Irak‟tan olumlu bir yanıt alınamadığı gibi,
diplomatik çabalardan da sonuç alınamayınca, 17 Ocak 1991 tarihinde, ABD
öncülüğünde Irak‟a BM müdahalesi gerçekleĢtirilmiĢtir.
BM güçleri karĢısında fazla direnemeyen Irak, 27 ġubat‟ta BM
kararlarına uyacağı ve Kuveyt üzerindeki iddialardan vazgeçerek Kuveyt‟ten
tamamıyla çekileceğini açıkladı. Ardından ABD BaĢkanı George Bush, 28
ġubat 1991‟de savaĢın sona erdiğini açıkladı (Yılmaz, 2000: 66).
97
BM Güvenlik Konseyince alınan 2 Mart 1991 tarihli 686 sayılı karara
göre de ateĢkes yürürlüğe girdi. Söz konusu kararda, Irak‟ın daha önceki BM
Kararlarına uyması; Kuveyt iĢgalini en kısa sürede sona erdirmesi istenmiĢ
ayrıca “Irak‟ın üye devletlere yönelik füze saldırıları ve savaĢ uçaklarınca
gerçekleĢtirilebilecek
uçuĢlar
yoluyla
düĢmanca
ya
da
provokatif
faaliyetlerden kaçınması gerektiği” belirtilmiĢtir (BM Resmi Ġnternet Sitesi
[web], 1991). Bu madde ile Irak hava kuvvetlerine bağlı uçakların Irak hava
sahası üzerinde uçuĢları yasaklanmakta idi.
BM Güvenlik Konseyi, 3 Nisan 1991‟de 687 sayılı kararı alarak, Irak‟ın
statüsünü belirlemek ve süregelen ihtilaflara son vermek istemiĢtir. Bu karar,
Irak‟ın BM müdahalesinden 2003 Irak SavaĢı‟na gelene kadarki statüsünü
belirlemesi ve 2003 Irak SavaĢının dayanakları arasında gösterilmesi
açısından önemlidir. Bu sebeple detaylı olarak incelenmesinde fayda
görülmektedir. Buna göre alınan kararları aĢağıdaki gibi özetlemek
mümkündür (Amerikan Bilim Ġnsanları Federasyonu Ġnternet Sitesi [web],
2010):
Dokuz bölüm ve otuz dört maddeden oluĢan kararın birinci
bölümünde, Irak ve Kuveyt sınırının belirlenmesi konusu ele alınmaktadır.
Buna göre, iki devlet arasındaki sınır; iki devletin 4 Ekim 1963 tarihinde
imzaladığı Bağdat AntlaĢması hükümleri doğrultusunda belirlenecekti. Ayrıca
BM Genel Sekreteri‟nin, Irak ve Kuveyt arasında yürütülecek görüĢmelerde
gözetmenlik yapması ve bu sınırların muhafazasında da BM AntlaĢması
hükümlerinin dikkate alınması gerektiği belirtilmekteydi.
Ġkinci bölümde, kararın Irak sınırında 10 km‟lik, Kuveyt sınırında da 5
km‟lik bir alanda askerden arındırılmıĢ bir bölge oluĢturulacağı, bu bölge ve
Khor Abdullah bölgesini gözlemlemek amacıyla bir BM biriminin bölgede
konuĢlandırılacağı ve bu birimin herhangi bir ülkenin barıĢı tehdit eden bir
giriĢimini rapor edeceği ifade edilmekteydi.
98
Üçüncü bölümde, Irak‟ın biyolojik ve kimyasal silah kullanımını
önlemek amaçlı tedbirlere yer verilmiĢtir. Buna göre, uluslararası bir
komisyonun denetiminde, bu silahların yok edilmesi, kaldırılması ya da
etkisinin azaltılması sağlanmalıydı. Bu kapsamda, 150 km üstü menzile sahip
füzeler ve bunların üretim ve bakım merkezleri de aynı madde kapsamında
değerlendirilecekti.
Irak bu silahlar ve üretim merkezleri ile ilgili yaptığı
değiĢiklikleri komisyona ivedilikle bildirmeliydi.
Aynı Ģekilde bu silahların
üretilmesi ve geliĢtirilmesi ile ilgili çalıĢmalar da yasaklanıyordu.
Üçüncü bölümde yer alan bir diğer hüküm de Irak‟ın nükleer faaliyetleri
ile ilgili idi. Buna göre, nükleer silah üretimi, geliĢtirilmesi ve nükleer silah
yapımında kullanılan materyalin üretimi yasaklanıyordu. Ayrıca, Irak‟ın
nükleer, biyolojik ve kimyasal araĢtırma merkezlerinin yerlerini belirten bir
listenin 15 gün içerisinde BM Genel Sekreteri ve Uluslararası Atom enerjisi
Kurumu (IAEA) Genel Direktörüne sunulması isteniyordu.
Bu Ģekilde Irak‟ın 1925 Cenevre SözleĢmesi, 1968 Nükleer Silahların
Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmaları hükümlerine uyması isteniyordu.
Dördüncü bölüm, Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgali sırasında ele geçirdiği bütün
binaların ve menkullerin iade edilmesi ve bu konuda da Genel Sekreterin,
Güvenlik Konseyine geliĢmelerle ilgili rapor sunması istenmekteydi.
BeĢinci bölümde Irak, iĢgal sebebiyle ortaya çıkan uluslararası hukuk
ihlali, üçüncü devletlere yönelik zararlar, çevresel ve doğal kaynaklara
yönelik zararlar ile uluslararası Ģirketlere verilen zararlardan sorumlu
tutulmakta ve Irak‟ın tazminat ödemesi gerektiği belirtilmektedir. Bu konuda
da bir tazminat komisyonu kurulması, bu komisyonun belirleyeceği tazminatın
ödenmesi için de bir tazminat fonu kurulması öngörülmüĢtür. Fon ise, Irak‟ın
dıĢ ticaret gelirlerinden özellikle de petrol gelirlerinin belirli bir yüzdesinin
kesilmesi ile oluĢacaktı. Fonun idaresi BM Genel Sekreterine verilmekte ve
bu fon, tazminat ödemeleri ile birlikte, BM‟nin silahsızlanma ve sınır tespit
99
masraflarının karĢılanması ve insani amaçlarla izin verilen Irak‟ın gıda ve ilaç
ihtiyaçlarının karĢılanmasında da kullanılabilecekti.
Altıncı bölümde, Irak‟a uygulanacak iktisadi ambargo hükümleri
belirlenmekteydi. Bu doğrultuda, Güvenlik Konseyinin 661 sayılı kararı
doğrultusunda uygulanan ambargonun temel gıda maddeleri konusunda
hafifletilmesi söz konusu olmuĢ, diğer hükümlerde bir değiĢiklik olmamıĢtır.
Bu hususlar, Irak‟ta ciddi ölçüde gıda, ilaç vb. gibi temel ihtiyaç maddelerinin
karĢılanmasında sorunlara yol açmıĢtır.
Yedinci bölümde, Kuveyt ve diğer üçüncü ülke vatandaĢlarının
ülkelerine dönmesi konusunda, liste yapılması ve bu konuda yapılacak
araĢtırmalarda Uluslararası Kızılhaç Komitesi personeli ile iĢbirliği yapılması
gerektiği belirtilmektedir.
Sekizinci bölümde, Irak‟ın uluslararası terörist faaliyetler içinde yer
almayacağı ve bu faaliyetler içinde olan grupları, kendi ülkesinde
barındırmayacağı ve bu faaliyetlere destek vermeyeceğine dair güvence
vermesi istenmiĢtir.
Dokuzuncu ve son bölümde ise, karar hükümlerinin onaylandığının
Irak tarafından Genel Sekreterliğe tebliği ile birlikte Irak-Kuveyt ve 678 sayılı
karar doğrultusunda Kuveyt‟le iĢbirliği yapan BM üyesi devletler arasında
resmi ateĢkesin yürürlüğe gireceği ve bölgede kalıcı barıĢ ve güvenliğin
sağlanabilmesi için daha baĢka adımların atılabileceği belirtilmiĢtir.
Körfez SavaĢı, sonuçları itibariyle incelendiğinde, savaĢ öncesinde
büyük ve güçlü bir ordusu bulunan Irak‟ın askeri anlamda önemli oranda
zayıfladığı, nükleer tesisleri ve diğer kimyasal ve biyolojik silah üretim
tesislerinin çoğunluğunun yok edildiği görülmektedir. Resmi kayıtlara göre
Irak ordusu 100.000 kayıp ve 300.000 yaralı vermiĢ; buna karĢın koalisyon
güçlerinin kayıp miktarı 148 ölü ve 467 yaralı olarak ifade edilmiĢti (United
States History Ġnternet Sitesi [web], 2010). Bu rakamlardan da görüldüğü gibi
100
Irak, Körfez SavaĢında ordusunun neredeyse tamamını yitirmiĢti. Ağır
ekonomik ambargolar ve borçlar sebebiyle, petrol gelirleri de adeta ipotek
altına alınmıĢ; Irak, ekonomik olarak da oldukça zayıflamıĢtı.
Bundan sonraki süreçte Irak‟ta ayaklanmalar ve iç karıĢıklıklar
yaĢandı. ABD BaĢkanı Bush, ġubat 1991‟deki konuĢmasında Irak halkını
ayaklanmaya çağırmıĢtı. Burada asıl hedef, Sünnilerin Saddam‟a karĢı
ayaklanması iken, bu açıklamadan
Kuzeyde
Kürtler,
güneyde
ise
cesaret alan Kürtler ve ġiiler oldu.
ġiiler
ayaklandı.
Saddam
Yönetimi,
ayaklanmalara sert Ģekilde müdahale etti. Kısa zamanda kuzeyde Kürtlerin
denetiminde bulunan Ģehirler (Erbil, Süleymaniye, Zaho) ele geçirildi ve
bölgede yaĢayan çok sayıda Kürt, Ġran ve Türkiye‟ye sığındı (Yılmaz, 2009:
306-307). Bölge ülkeleri; özellikle de Türkiye açısından büyük risk olarak
ifade edilen bu durum, Türkiye‟nin de çabaları ile BM‟ye taĢındı ve 688 sayılı
kararın alınması söz konusu oldu. 688 sayılı karar ile Irak‟ın sivil halka karĢı
yaptığı baskılar kınanarak, bu baskıların sonlandırılması isteniyor ayrıca,
insani yardım örgütlerinin ülkenin her tarafında ihtiyaç duyanlara yardım
etmesine, Irak yönetiminin izin vermesi gerektiği ifade ediliyordu (FAS
Ġnternet Sitesi [web], 1991). Bu karar, sadece insani yadımla ilgili hükümleri
içermekteydi. Asıl sorun olan Irak‟lı mültecilerin durumu ve özellikle Irak‟ın
kuzeyinde bulunan Kürtlere karĢı Saddam Yönetimi‟nin operasyonlarını
durdurabilmek amacıyla Irak‟ta oluĢturulabilecek bir güvenli bölge konusuna
değinmiyordu. Bu sebeple, Irak‟da bir güvenli bölge oluĢturulması için farklı
çabalara girilmesi gerekiyordu.
688 sayılı karar, Kürtler açısından önemli bir karar olarak tarihe geçti.
Zira bu kararda, Milletler Cemiyeti‟nin 1925 tarihli Musul Kararı sonrasında,
ilk defa bir uluslararası metinde “Kürt” sözcüğü geçiyor ve böylece de Kürtler,
uluslararası toplum tarafından ayrı bir etnik grup ve bölge aktörü olarak
tanınıyordu. Ayrıca bu karara dayanarak ABD öncülüğünde gerçekleĢtirilen
“Huzur Operasyonu” ile 36. Paralelin Kuzeyi, uçuĢa yasak bölge ilan edildi.
Ardından ABD‟nin “Kürtlerin güvenlikleri garanti edilene kadar, bölgeden
çekilmeyeceğini“ açıklaması ve Temmuz 1991‟de 2. Huzur Operasyonu
101
çerçevesinde Çekiç Güç‟ün Türkiye‟de Ġncirlik Üssünde konuĢlanması ile
Kürtler, önemli bir garanti elde etmiĢ oluyordu (KurubaĢ, 2003: 37).
Ülkenin % 55-60‟ını oluĢturan ġiiler, yaptırımlardan en çok etkilenen
topluluk olmuĢtu. Zira Irak‟ın kurulduğu 1921‟den beri, azınlıkta kalan Sünni
elitler tarafından yönetilmekteydiler. Bu durumda, Arap dünyasının özellikle
de Suudi Arabistan‟ın ġiiliği dinden sapma olarak görmesi ve Sünnilerce
yönetilen bir komĢunun kendilerine daha rahat bir ortam sağlayacağı
düĢüncesi de etkili oldu (Nakash, 2005: 16). Bu durumun, ġiilerin baskı
altında kalmalarına ve Körfez SavaĢı sonrasında da BM yaptırımlarını en ağır
Ģekilde hisseden topluluk olmalarına neden olduğu ifade edilebilir.
Nakash (2005: 17); Irak‟ta Sünniler ve ġiiler arasındaki sorunun, etnik
olmadığını; zira ġiilerin çoğunluğunun 19. yüzyılda göçebe Arapların yerleĢik
hayata
geçmesiyle
ġiiliği
benimsediğini ifade
etmekte
ve
Sünni-ġii
mücadelesinin de etnik ya da kültürel olmaktan ziyade, Irak‟taki iktidar
mücadelesinden kaynaklanan siyasi bir sorun olduğunu ifade etmektedir.
Nakash‟a göre, Irak ġiiliği, Ġran ġiiliğinden, resmi doktrin bağlamında olmasa
da ekonomik ve siyasi etkileĢim açısından farklılaĢmaktadır.
ġiilere
karĢı
uluslararası
toplum,
Kürtlere
gösterdiği
ilgiyi
göstermemiĢti. Bunda da ġiilerin, etnik bir grup olmaktan ziyade dini bir
topluluk oluĢu ve Irak toprak bütünlüğünü tehdit eden bir tavır içinde olmayıp,
yalnızca sisteme karĢı ayaklanmaları etkili oldu. ġii ayaklanması dağınık,
zayıf ve birlikten yoksundu. Bununla birlikte Irak‟lı ġiilerin Ġran‟a yakınlığı
dolayısıyla Irak‟ın da Ġran etkisinde bir ġii devleti haline gelebileceği
endiĢesiyle Batılı devletler özellikle de ABD, Irak ġii ayaklanmasında temkinli
davrandılar ve ayaklanmanın büyümesine destek vermediler (Arı, 2004: 469470).
1992‟ye gelindiğinde koalisyon güçlerinin baskıları ile aĢağıdaki
haritada da belirtildiği üzere (ġekil-5), Irak topraklarında 32. paralelin güneyi
ve 36. paralelin kuzeyi uçuĢa yasak bölge ilan edildi. Bu sayede Saddam
102
yönetiminin kuzeyde Kürtler, güneyde ise ġiilere yönelik hava operasyonları
engellenmek istenmiĢti (Historyguy Ġnternet Sitesi [web], 2010).
ġekil-5: Körfez SavaĢı Sonrasında Irak‟ta UçuĢa Yasak Bölgeler
(Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010)
Irak‟ın 1994‟te Kuveyt‟in sınırlarını ve bağımsızlığını tanıması
sonrasında Nisan 1995‟te BM güvenlik Konseyi, 986 sayılı kabul ederek
“Petrol KarĢılığı Gıda“ programını baĢlattı. 1996‟da ise aralarında çatıĢmakta
olan Kürt gruplardan, Barzani liderliğindeki KDP‟nin davetiyle, Irak askeri
güçlerinin, Ağustos 1996‟da yasak bölgeye girerek Erbil‟i alması sonucu,
ABD, kuzeydeki uçuĢa yasak bölgeyi 33. paralele kadar indirmiĢti (Aydın ve
diğerleri, 2007: 19).
Bundan sonraki süreçte, Irak‟ta yaĢanan diğer bir önemli geliĢme de
Irak‟ın BM silah denetçileri ile yaĢadığı krizdi. Nisan 1991‟de kurulan
103
UNSCOM, yaĢanan gerilimler sonrasında 1998‟de Irak‟tan ayrıldıktan ve
denetimler durduktan sonra, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, “Çöl
Tilkisi Operasyonu“ ile yoğun hava bombardımanında bulunarak Irak‟ı, BM ile
iĢbirliği yapmaya zorladılar. 1999‟da BM Ġzleme Değerlendirme ve Denetleme
Komisyonu (UNMOVIC) kurularak, denetlemeler tekrar baĢladı (Aydın vd.
2007: 19, Yılmaz, 2009: 315).
Genel olarak Körfez SavaĢı sonrasında, Irak‟ın yapısı hakkında, Ģu
unsurlar ön plana çıkmaktadır:
Irak halkı, üst üste yaĢadığı iki büyük savaĢ sonrası, tüm yaĢananlara
rağmen, Saddam Hüseyin rejimine olan desteğini tamamen kesmemiĢti. ABD
öncülüğünde, gerçekleĢtirilen saldırılarda
pek çok sivilin ölmesi, halkın
sefalet içinde yaĢaması, pek çok yerin harabeye dönmesi sonrasında
Saddam Hüseyin, politik söyleminde bu saldırıların Irak‟ı ele geçirme amaçlı
saldırılar olduğunu her fırsatta dile getirmekteydi. Halk biraz da Hüseyin
rejiminin hala içerde güçlü oluĢu ve yarattığı korku rejimiyle, Saddam
Hüseyin rejimine sadık kalmıĢtı.
Ülke genelinde Saddam Hüseyin, rejimini devam ettirse de kuzeyde
Kürtler güneyde ise ġiiler ayaklanmıĢ, yaĢanan olaylarda pek çok kiĢi
yaĢamını yitirmiĢti. BaĢlangıçta Hüseyin, ayaklanmaları güç kullanarak
bastırmıĢ, BM kararındaki açıklıktan faydalanarak, uçuĢa yasak bölgelerde,
savaĢ uçağı yerine helikopter kullanarak, özellikle Kürtlere yönelik saldırılar
gerçekleĢtirmiĢti. Sonraki süreçte ABD tarafından uçuĢ yasakları geniĢ bir
biçimde uygulanmaya baĢlamıĢtı. Bu süreçte ilgi çeken nokta, ABD ve diğer
Batılı devletlerin, Kürt ayaklanmasına destek verirken ġii ayaklanmasına ilgi
göstermemeleriydi. Bunda da ġiilerin etnik bir topluluk olmaması, Ġran‟la
yakınlaĢarak Irak‟ı bir ġii devleti haline getirme olasılığı gibi faktörlerin etkili
olduğu ifade edilebilecektir.
Sonuçta,
ABD
ve
Batılı
ülkeler,
Türkiye
gibi
ülkelerin
de
hassasiyetlerini de göz önüne alarak, Irak‟ın toprak bütünlüğünün korunması
104
gerektiği söylemini sürdürdüler. Bu anlamda, Saddam Hüseyin‟in her Ģeye
rağmen ülkenin toprak bütünlüğünün korunmasında baĢarılı olduğu gerçeği
dikkate alındığında, Körfez SavaĢının hemen sonrasında Batılı Devletler ve
ABD tarafından alternatifi oluĢturulmadan devrilmek istenmediği görüĢü ileri
sürülebilecektir.
Irak ekonomisi, Körfez SavaĢı öncesinde, sekiz yıl süren Ġran-Irak
SavaĢı‟nda
yeterince
zayıflamıĢtı.
SavaĢın
ardından
tam
anlamıyla
toparlanamadan Kuveyt‟in iĢgali ve iĢgal sonrası yaĢanan Körfez SavaĢı ülke
ekonomisini çökme noktasına getirdi. Buna bir de BM tarafından uygulanan
yoğun ambargo ve ülkenin borçları sebebiyle petrol gelirlerinin önemli bir
kısmının kesilmesi eklenince, ülke ekonomisi iyice zayıfladı.
Ġlerleyen dönemde, halkın yaĢadığı sıkıntılar, açlık ve salgın hastalıklar
sebebiyle, ambargonun hafifletilmesi de sorunlara çözüm getirmemiĢti.
Dünya kamuoyunun genel kanısı, Irak‟a uygulanan ambargonun amacını
aĢtığı, masum insanları cezalandıran bir mekanizma haline geldiği
Ģeklindeydi. Ayrıca, Saddam yönetiminin el altından petrol satarak gelir elde
ettiğine yönelik iddialar bulunmaktaydı. Sonuçta bu ambargolar, Irak halkını
giderek fakirleĢtirirken, Irak hükümeti üzerinde fazla bir etki doğurmuyordu.
Bu durum, BM üyeleri üzerinde de görüĢ farklılıklarına sebep oluyordu.
GeliĢmeler ambargonun da
devamı
konusunda
delinmesine sebep olabiliyor; ambargonun
tartıĢmalar
yaĢanabiliyordu.
Nitekim
2001
yılına
gelindiğinde, Irak‟a seyahat ambargosu fiilen kalkmıĢ durumdaydı (Arı, 2004:
490-492).
Askeri
açıdan bakıldığında, Dünyanın en güçlü orduları arasında
gösterilen Irak ordusunun, önce Ġran-Irak SavaĢı ardından Körfez SavaĢı ile
büyük bir darbe aldığı ve çok sayıda kayıp vererek, gücünü önemli ölçüde
yitirdiği söylenebilecektir. Uzun süren savaĢlar sonrasında alınan ambargo
kararları ve Irak hava sahasının önemli bir bölümünün askeri uçuĢlara
yasaklanması ile Irak hava kuvvetleri de önemli ölçüde zayıflamıĢtı. Zira
elinde az sayıda uçak bulunuyordu ve eğitim imkânları kısıtlanan pilotların
105
baĢarı göstermesi beklenemezdi. Buradan yola çıkarak, Irak‟ın çevre ülkeler
ve Batılı Devletler açısından Körfez SavaĢı sonrasında ciddi konvansiyonel
bir tehdit sergilediği söylenemeyecektir.
b.
Ġsrail-Irak Gerginliğinin GeliĢimi
Irak Ġsrail‟i diğer pek çok Arap ülkesi gibi halen tanımamıĢtır.
Dolayısıyla Irak ve Ġsrail arasında doğrudan bir diplomatik iliĢki kurulmamıĢtır.
Reich‟a göre Ġsrail ve Irak, teknik olarak Birinci Arap-Ġsrail SavaĢı‟nda, Irak‟ın
Ġsrail‟e karĢı düĢmanca davranıĢlar içinde yer almasından beri savaĢ
halindedir. Irak, bu savaĢa katılanlar arasında, ateĢkes antlaĢması
imzalamayan tek devlettir8. Irak, ayrıca Ġsrail‟e karĢı Altı Gün SavaĢları ve
Yom Kippur SavaĢı‟nda da yer almıĢ, Enver Sedat‟ın 1977-1978‟de Ġsrail ile
barıĢ çabalarına karĢı çıkan Arap Devletlerine liderlik etmiĢ ve 1979‟da MısırĠsrail BarıĢ AntlaĢmasına karĢı çıkmıĢtır. Irak, Filistinli terörist grupları
desteklemiĢ ve onlara barınma imkânı sağlamıĢtır (Reich, 2008: 158).
Irak‟ın Arap-Ġsrail savaĢlarında yer aldığı durumlarda Arap ülkelerine
desteği sembolik düzeyde kalmamıĢtır. 1973 SavaĢında Irak‟ın gücünün üçte
birini cepheye gönderdiği ifade edilmektedir. Irak-Ġsrail iliĢkileri, genel ArapĠsrail çatıĢması bağlamında değerlendirildiği gibi aynı zamanda, bazı iki
taraflı durumları da bünyesinde barındırması sebebiyle, ikili iliĢkiler
bağlamında da değerlendirilebilir. Zira Irak, Ġsrail‟e karĢı tek baĢına, bir
koalisyona gerek duymaksızın, düĢmanca davranıĢlar geliĢtiren tek devlettir
(Bengio, 1998: 33). Bunun örneği detayları ilerde anlatılacak olan Körfez
SavaĢında yaĢanmıĢ ve Irak, kendisine müdahalede bulunan güçler içinde
yer almasa da Ġsrail‟e füze saldırısında bulunmuĢtur.
Irak, bulunduğu coğrafyada yalnızca Ġsrail‟e karĢı değil; diğer ülkelere
karĢı da saldırgan bir tutum içinde bulunmuĢtur. Bunda, Irak‟ın önemli bir
8
Irak, 1948 SavaĢı‟na katılan diğer devletlerden farklı olarak 1949 AteĢkes AntlaĢmasını
imzalamamıĢ ve BM Genel Kurul kararlarından 242 ve 338‟i de kabul etmemiĢtir (Erdemli,
2000: 219).
106
petrol üreticisi olmasına rağmen denize çok küçük bir noktadan ulaĢıyor
olmasının da etkisi bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Irak‟ın jeopolitik
konumu Irak‟a farklı bir avantaj daha sağlamıĢtır. Ġsrail‟e uzak bir konumda
oluĢu ve Ġsrail‟le ortak bir sınırının bulunmaması sebebiyle, hiçbir bedel
ödemeden, Ġsrail‟e karĢı düĢmanca davranıĢlar içinde yer alabilmiĢtir. Irak,
neredeyse bütün Arap-Ġsrail savaĢlarında yer almıĢ olsa da, çatıĢma hiçbir
zaman kendi ülkesi üzerinde gerçekleĢmemiĢ ve Ġsrail‟e karĢı hiç toprak
kaybı yaĢamamıĢtır (Bengio, 1998: 33).
Buna göre Ġsrail, Arap-Ġsrail savaĢlarına katılan ve kendisine karĢı
düĢmanca faaliyetler içinde olan Irak‟a karĢı politikalarını oluĢtururken bu
realiteyi göz önüne almıĢtır. Ġsrail‟in bulunduğu coğrafya itibari ile pek çok
Arap ülkesinin saldırılarına hedef olabilecek konumda olması, tehdit algıladığı
ülkelere karĢı daha saldırgan bir tutum içine girmesine yol açmıĢtır. Ġsrail‟in
en çok çekindiği durumların baĢında Orta Doğu‟da bir nükleer savaĢın
çıkması ve kendisine karĢı bir kitle imha silahının kullanılması olasılığı
olmuĢtur.
1960‟lı yılların baĢından itibaren Orta Doğu, hızlı biçimde nükleer
faaliyetlere giriĢilen, diğer bir ifadeyle nükleerleĢen bir bölge konumuna
gelmeye
baĢlamıĢtır.
Bu
tarihe
kadarki
süreçte,
yeni
devletlerin
bağımsızlığını kazanması, artan ulusal coĢku, Arap-Ġsrail çatıĢmasının
yarattığı silahlanma yarıĢı, bu bölgedeki nükleerleĢmenin temel nedenleri
arasında yer almaktadır. O dönem için, nükleer bir silaha sahip olmak, dünya
dengeleri ve bölgesel silahlanma yarıĢına doğrudan etki eden bir unsurdu ve
geliĢmekte olan bir ülke için modernliği temsil eden batı ülkeleri ile “eĢit güce
sahip olmayı” sembolize etmekteydi (Shaked, 1982: 184-185). Bu durum
baĢlangıçta sadece geliĢmiĢ ve yeterli ekonomik imkânı bulunan ülkelere
nükleer teknolojiden yararlanma imkânı sağlarken, geliĢen teknoloji ile birlikte
küçük bir bütçeye sahip bir ülkenin bile nükleer tesis kurabilmesi mümkün
olabilmiĢtir. Bu noktada Ġsrail‟in
özellikle Orta Doğu‟da kendisi aleyhine
geliĢebilecek nükleer faaliyetlerden çekindiği ve Orta Doğu‟da herhangi bir
107
ülkenin nükleer silaha sahip olmasını engellemeye yönelik politikalar
geliĢtirdiği ifade edilebilecektir.
1960‟ların baĢında Orta Doğu‟da sadece Ġsrail ve Mısır, nükleer
teknolojinin müĢterileriydi. Dönemin Soğuk SavaĢ politikalarının da gereği
olarak SSCB Mısır‟a; Fransa ise Ġsrail‟e bu teknolojileri tedarik ediyordu. O
dönemde Ġsrail, Orta Doğu‟da nükleer silaha sahip olduğunu ilk lanse eden
ülke olmamaya” yönelik politikalar geliĢtiriyordu. 1967 ve 1973 Arap-Ġsrail
SavaĢları sonrasında, Arap ülkelerinin petrol gelirleri sebebiyle, çok pahalı
silahları bile alabilecek güçte olduklarının, bu noktada nükleer teknolojiyi de
kolaylıkla elde edebileceklerinin ortaya çıkması sebebiyle, daha önceki
politikadan vazgeçilerek, ikinci ülke olmamaya yönelik politikalara giriĢilmiĢtir
(Shaked, 1982: 185). Mısır ve Ġsrail arasında yürütülen barıĢ görüĢmeleri ve
sonrasındaki süreçle, Ġsrail‟e karĢı Mısır‟dan herhangi bir nükleer saldırı riski
bulunmasa da Mısır‟ın yarattığı boĢluk Irak tarafından doldurulmuĢtu.
Saddam Hüseyin Yönetimindeki Irak, bu boĢluktan yararlanarak Arap
Liderliği hesapları gütmeye baĢlamıĢ ve muhtemelen geleneksel olarak Arap
liderliğine oynayan diğer liderler gibi, ilk olarak Ġsrail‟i hedefe koyarak Araplar
arasında adını duyurmak ve taraftar toplamak istemiĢti.
Irak, baĢlangıçta barıĢçı amaçlarla nükleer teknoloji elde etmek
istediğini belirtmiĢti. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢması
(Nonproliferation
Treaty)‟na
üye
olduğunu
belirtse
ve
çalıĢmalarını
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency
(IAEA)) bünyesinde yürüteceğini ilan etmiĢ olsa da Ġsrail‟i tedirgin etmekteydi.
Ayrıca Irak, bu faaliyetleri yürütürken bu çalıĢmalara önemli ölçüde kaynak
ayırmıĢ aynı zamanda, 500-600 adet bilim adamını eğitime almayı
hedeflemiĢti. Bu rakamlarla Irak, adeta Arap Dünyasının nükleer merkezi
konumuna gelecekti. Irak‟ın bu çabaları, ülkedeki diğer sektörlere ayrılan
kaynak ile kıyaslandığında son derece büyük boyuttaydı. Bu dönemde Irak,
Fransa‟dan satın almak istediği teknoloji ile Bağdat yakınlarında bir reaktör
inĢa etmek istemekteydi. Bu reaktörde kullanılan teknoloji elektrik enerjisi
üretmek için yetersizdi ancak önemli miktarda plütonyum üretme imkânı
108
sağlamaktaydı. Bu koĢullarda bir reaktör nükleer silah üretme kapasitesine
her zaman sahipti (Vandenbroucke [web], 1984). Bütün bu iĢaretler, Irak‟ın
barıĢçı amaçlarla nükleer faaliyetlere giriĢtiği iddiasını zayıflatmaktaydı.
1970‟lerin sonuna doğru, Fransa ile müzakerelerde istediği, plütonyum
üretme imkânına sahip ve Fransa‟nın nükleer silah programında kullandığına
benzer bir reaktör inĢa etme amacına ulaĢamadı. Irak, bu müzakerelerde
ayrıca reaktörde kullanılan plütonyumu tekrar kullanabilecek bir geri
dönüĢüm teknolojisi de istemiĢti. Irak‟ın bu talepleri Fransa tarafından
reddedildi. Ardından Fransa bir araĢtırma reaktörü inĢa etmeyi kabul etti. Irak
Fransa‟nın desteği ile Bağdat yakınlarında El-Tuvaitha Nükleer Santralini
inĢa etti. Fransa bu reaktörde kullanılan uranyumun da önemli bir kısmını
temin ediyordu. Reaktöre, Mısır Ölüm Tanrısı Osiris‟ın ismi verilmiĢ ardından
içinde Irak kelimesi geçmesi için, ismi “Osirak” olarak değiĢtirilmiĢti. Irak ise,
Baas rejiminin iktidara geldiği Temmuz 1968‟e referansla, reaktörü “Temmuz”
olarak adlandırmıĢtı (FAS Ġnternet Sitesi [web], 2000).
Fransa ve Irak anlaĢma sağladıktan sonra iki ülke, bilim adamı
değiĢimi gibi programlar yürüterek Irak‟ın teknik bilgisini geliĢtirmeye çalıĢtı.
1977 ve 1979 arasında yürütülen çalıĢmalarla Osirak reaktörünün altyapısı
tamamlandı. Irak nükleer çalıĢmalarını, Ġtalya ile de bir antlaĢma yaparak
geniĢletti. Ġtalya ile yapılan antlaĢmada, nükleer yakıt yeniden üretimi ve
uranyumu
kullanılmayan
maddelerden
ayrıĢtırma
amaçlı
bir
hücre
sağlanmasını içeriyordu. Bu dönemde Portekiz ve Nijerya ile de doğal
uranyum sağlanması; Brezilya, Hindistan, Pakistan ve Libya ile nükleer
iĢbirliği konularında antlaĢmalar yapıldı (Shaked, 1982: 188). Bütün bu
geliĢmeler, Irak‟ın Orta Doğu‟da ciddi bir nükleer güç olmak istediğinin ve
Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki nükleer tekelinin kırılması için ne oranda çaba sarf
ettiğinin göstergesiydi.
Bu dönemde Ġsrail ve ABD‟nin Fransa ve diğer ülkelere Irak‟ın nükleer
zenginleĢtirme faaliyetlerine dair endiĢelerini bildirmeleri ve baskı yapmaları
109
bu ülkelerin Irak‟la iĢbirliği konusunda temkinli davranmalarına neden oldu. 9
Irak‟la yapılan antlaĢma gereği 1980‟in sonunda reaktörü aktif hale geçirmek
için gerekli olan 1. parti zenginleĢtirilmiĢ uranyumu teslim etti. Aynı dönemde
Ġran-Irak SavaĢı patlak verdi (Shaked,1982: 188).
Ġran-Irak SavaĢı sırasında, 30 Eylül 1980‟de Osirak reaktörü, Ġran
jetleri tarafından bombalanmıĢ fakat az bir zayiat görmüĢtü (Amerikan Bilim
Ġnsanları Federasyonu (FAS Ġnternet Sitesi [web], 2000). Ancak bu geliĢme,
Irak‟ın nükleer faaliyetlerinin devamını engellememiĢti.
Ġsrail, bu dönemde kendisi aleyhine geliĢebilecek bir nükleer saldırıdan
çekinmekte ve Irak‟ın nükleer faaliyetlerini kendi ülkesi için ciddi bir tehdit
kaynağı olarak görmekteydi. Ġsrail, ayrıca Saddam Hüseyin‟in Ġran‟a karĢı
açtığı savaĢta baĢlangıçta elde ettiği baĢarılardan da cesaret alarak, Arap
ülkelerini etkilemek amacıyla Ġsrail‟e karĢı bir nükleer silah üreterek
kullanabileceğini düĢünmekte ve bu çalıĢmaları önlemek için planlar
yapmaktaydı.
7 Haziran 1981‟de Ġsrail BaĢbakanı Menachem Begin‟in emriyle 16
Ġsrail jeti Osirak Reaktörüne ani bir baskın yaparak reaktörü bombaladı. Ġsrail
savaĢ uçakları Arap coğrafyası üzerinden uçarak hiçbir sınırı bulunmadığı bir
ülkeyi vurarak beklenmeyen bir saldırı gerçekleĢtirdi (Kufner, 2008: 53). Aylar
boyu süren hazırlıkların ardından, Amerikan yapımı F-15 ve F-16 savaĢ
9
Bu dönemde, Irak, Fransa, Ġngiltere, ABD ve SSCB‟nin sahip olduğu ve nükleer silah
üretme kapasitesine sahip “gasgrafit (Gas-graphite)” reaktörler, zenginleĢtirilmemiĢ
uranyumla çalıĢabilmekte olup, özellikle atom bombası yapımında kullanılan materyalleri
üretebilmektedir. Bu reaktörlerin soğutulması ve ısı transferinde gaz kullanılmaktadır. Irak,
reaktör istemiĢ ancak Fransa bu reaktörleri artık üretmediklerini belirtip, geleneksel
teknolojiye sahip hafif su reaktörü (light water reactor) olarak adlandırılan ve bomba üretme
yeteneği daha az olan bir reaktör önermiĢ, ancak bu teklif Irak tarafından reddedilmiĢtir.
Ardından Irak, elektrik enerjisi üretmek amacıyla araĢtırmalarda bulunmuĢ ve nükleer silah
üretebilmeye daha yakın teknoloji üretme kapasitesine sahip Osirak Reaktörünün inĢasına
baĢlamıĢtır. Bu dönemde de Fransa tarafından Irak‟a nükleer silahlarda kullanılan
yakıtlarını Fransız bilim adamlarınca yeni üretilen, nükleer yakıtlarda kullanılmayan tür
yakıtla değiĢtirme teklifinde bulunulmuĢ ancak yine Irak tarafından reddedilmiĢtir (Ministry
of Foreign Affairs and Atomic Energy Commission, The Iraqi Nuclear Threat: Why Israel
Had to Act (Jerusalem, 1981), s. 9. ve Steve Weissman and Herbert Krosney, The Islamic
Bomb: The Nuclear Threat to Israel and the Middle East (New York: Times Books, 1981),
91-93, 256-57‟den akt. Vandenbroucke [web], 1984).
110
uçakları ile Suudi Arabistan‟ın kuzey batı sınırı, Ürdün‟ün güney ve
güneydoğu sınırından geçilerek yaklaĢık 2.000 km‟lik bir mesafe kat edilmiĢ
ve 2 dakika süren bombalama sonrasında nükleer reaktöre büyük ölçüde
zarar verilmiĢti. Uçaklar muhtemelen hiç fark edilmemiĢ ve hiçbir hasar
görmeden Ġsrail‟e dönmüĢlerdi (Shaked, 1982: 194-195). Ġsrail‟in bu saldırıyı
gerçekleĢtirmesinde, Irak hava kuvvetlerinin Arap ülkeleri üzerinden bir
saldırı beklememesinin etkili olduğu söylenebilir. Daha öncesinde Ġran‟ın
reaktörün yakınına kadar gelerek reaktöre zarar verebilmesinin de Ġsrail‟i
cesaretlendirdiğini ifade etmek mümkündür.
Ġsrail BaĢbakanı Begin, 8 Haziran‟da Kudüs Radyosu‟na verdiği
mülakatta, Osirak‟ın, Irak‟ın Ġsrail‟e bir nükleer saldırı gerçekleĢtirmek
amacıyla inĢa edilmekte olan bir reaktör olduğu ve bu sebeple vurulduğunu
ifade etmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464). Saldırı bu anlamda önleyici vuruĢ (preemptive strike)‟nın da önemli bir örneği konumundadır. Osirak Saldırısı
uluslararası literatürde önleyici vuruĢ bahsinde sürekli referans verilen örnek
bir olaydır.
Saldırıya uluslararası toplumun tepkisi büyük olmuĢ ve saldırı sert
bildirilerle kınanmıĢtır. Saldırının gerekçesi, gerekliliği ve yapılıĢ biçimi
tartıĢmalara neden olmuĢtur (Shaked, 1982: 195). Reagan Yönetimindeki
ABD, Ġsrail‟le geliĢtirilen yakın iliĢkilere rağmen saldırıyı sert biçimde
kınamıĢtır. Fransa, saldırıyı “kabul edilemez” görmüĢ; Ġngiltere, “uluslararası
hukukun ağır bir ihlali” olarak nitelemiĢtir (Kristof [web], 2002). Ġlerleyen
süreçte BaĢkan Reagan; “Saldırıda ABD-Ġsrail arasında imzalanan 23
Temmuz 1952 tarihli Savunma Yardımı AntlaĢmasına aykırı olarak F-16
uçakları kullanıldığını, bu sebeple de Ġsrail‟e yönelik F-16 satıĢlarının
durdurulduğunu” açıklamıĢtır. Saldırı, Orta Doğu‟da da geniĢ yankı
uyandırmıĢtır. Buna göre, Mısır Hükümeti, yayınladığı bir bildiri ile saldırıyı
Ģiddetli biçimde kınamıĢ, diğer Arap ülkelerinde de yoğun protestolar
gelmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464-465). Aynı Ģekilde Arap Birliği de, saldırı
sonrasında Irak‟ın çağrısı üzerine yapılan toplantıda, BM‟ye; Ġsrail‟e karĢı
ambargo
uygulaması
gerekliliğini
belirtmiĢ,
111
ABD‟nin
Ġsrail‟e
desteği
sayesinde, Ġsrail‟in agresif ve yayılmacı politikaları için cesaret bulduğunu,
ABD‟nin bu tutumundan vazgeçmesi gerektiğini ifade etmiĢtir. Arap Birliğinin
bu kararları değerlendirildiğinde, beklenenin aksine yumuĢak bir karar olarak
nitelendirilebilecektir. Zira bu kararların bir petrol ambargosu, askeri önlemler
içermemesi ve Ġsrail‟in BM‟den ihracına iliĢkin herhangi bir karar alınmaması
bu görüĢü doğrular niteliktedir (Shaked, 1982: 203-204). Arap Birliğinin bu
çok da sert olmayan yaklaĢımının ardında, yeni bir Arap-Ġsrail çatıĢmasından
çekinme,
Mısır‟ın
Ġsrail‟le
yürüttüğü
barıĢ
görüĢmelerinin
sekteye
uğratılmama çabaları ve genel olarak Irak‟a komĢu olan ülkelerin Saddam
Hüseyin‟in nükleer faaliyetlerinden rahatsızlık duymaları gibi gerekçelerin
bulunduğunu ifade etmek mümkündür.
Ġsrail saldırısına tepki gösterenler arasında, Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı da yer almıĢtır. Ajansın Genel Direktörü 9 Hazirandaki demecinde,
Irak‟ın, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasına (NonProliferation Treaty) taraf
olduğunu ve nükleer faaliyetlerinin Ajans
kontrolünde olduğunu belirtmiĢtir (Armaoğlu, 1994: 464-465).
Saldırı sonrasında BM Güvenlik Konseyi‟nin 487 sayılı kararıyla,
“Ġsrail‟in saldırısının, BM AntlaĢmasının 2/4 maddesine aykırı olduğu” ifade
edilmiĢ ve saldırı Ģiddetle kınanmıĢtır. Kararda ayrıca, “Irak‟ın nükleer
faaliyetlerini, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı kontrolünde sürdürdüğü ve
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasına taraf olduğu buna
karĢın Ġsrail‟in aynı antlaĢmayı imzalamadığını ve nükleer santrallerini UAEA
kontrolüne açmadığı” belirtilmiĢtir. Kararın sonuç bölümünde ise aĢağıda
belirtilen hükümler yer almıĢtır (Undemocracy Ġnternet Sitesi [web], 2010):
 Ġsrail, açık bir Ģekilde BM AntlaĢmasını ve uluslararası hukuku ihlal
etmiĢtir.
 Ġsrail‟e gelecekte bu ve benzeri davranıĢ ve tehditlerde bulunmaması
çağrısı yapılmıĢtır.
 Bu saldırı, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi AntlaĢmasının
kurumsal göstergesi olan UAEA‟ nın kontrol rejimini tehdit etmektedir.
112
 Irak dahil tüm milletlerin, ülkelerini kalkındırmak için barıĢçıl nükleer ve
teknolojik araĢtırmalarda bulunabilme hakkı bulunduğu belirtilmiĢtir.
 Ġsrail‟den nükleer faaliyetlerini UAEA kontrolünde yürütmesi istenmiĢtir.
 Irak‟ın Ġsrail‟den tazminat alma hakkı bulunduğu belirtilmiĢtir.
Buna göre, BM Güvenlik Konseyi‟nin Ġsrail saldırısını hoĢ görmediği ve
uluslararası toplumun hemfikir olduğu görüĢler doğrultusunda bir karar
aldığını ifade etmek mümkündür.
Ġsrail‟de baskın haberi, kamu oyunun tüm kesimleri ve siyasal partiler
arasında coĢku ile karĢılandı. Sonraki süreçte ise, uluslararası toplumdan
gelen tepkiler, olası bir Arap Koalisyonu ya da Irak cevabi saldırısı, yaklaĢan
Ġsrail seçimleri ve Güney Lübnan krizinin çözülememiĢ olması Ġsrail‟de büyük
tartıĢmalara neden oldu. Ancak bu tartıĢmalar uzun sürmedi ve doğal geliĢen
süreçte toplumun saldırıya ilgisi azaldı. Saldırının Ġsrail açısından sonuçları,
Ġsrail‟in Orta Doğu‟da nükleer üstünlüğünün ve caydırıcılığının artması, Irak‟ın
yeni bir reaktör inĢa edene kadar geçecek sürede, Ġsrail‟in kendi kabiliyetlerini
geliĢtirme imkânına sahip olması Ġsrail açısından avantajdı. Bununla birlikte,
Araplar arasında Ġsrail‟e karĢı nefretin artması da, saldırının, Ġsrail açısından
bir dezavantajı olarak ifade edilebilecektir (Shaked, 1982: 199-203).
Saldırının ardından uzmanlar, Irak‟ın saldırıyı sineye çekeceği ve yeni
bir
Arap-Ġsrail
savaĢının
çıkmasını
önlemek
için
karĢı
saldırıya
geçmeyeceğini belirtmekteyken, Irak farklı bir yol seçerek, yok olan reaktörü
yeniden inĢa etmek için uluslararası arenada lobi ve baskı yapmaya baĢladı.
Bu çabaları özellikle Arap Ligi ve BM nezrinde yürüttü. Bu durum, ne olursa
olsun Irak‟ın nükleer faaliyetlerden vazgeçmeyeceğini göstermekteydi.
Nitekim Saddam Hüseyin, 23 Haziran‟da Irak kabinesine yaptığı ve Bağdat
Radyosunda da yayınlanan konuĢmasında “Araplar nükleer bomba elde
etmeli ki Ġsrail‟in nükleer bombasına karĢı durabilsinler. Bu, barıĢın
gerçekleĢmesini sağlayacaktır…” demiĢti. Bu durum Saddam Hüseyin‟in Orta
Doğu barıĢı için Arapların Ġsrail‟le bir güç dengesine ulaĢması gerektiğini ve
113
bu doğrultuda Irak‟ın nükleer bir silah geliĢtirmesi görüĢünde olduğunu
göstermektedir (Shaked,1982: 199-203).
Ġlerleyen süreçte, Irak‟ın bölgesel bir güç olarak ortaya çıkması; Ġran ve
Irak‟ın Arap komĢuları ile birlikte Ġsrail‟i de tedirgin etmiĢtir. Ayrıca, Irak‟ın
geliĢen askeri endüstrisi iki ülke arasında yeni bir sürtüĢmeye imkân
tanımıĢtır. Zira Irak, silah endüstrisini geliĢtirdiğinde ilk olarak Ġsrail‟e
yönelmiĢtir. Bu durum Ġran-Irak SavaĢı‟nda da kendini göstermiĢtir.
Kamuoyunun ve askerlerin dikkati, Ġran‟dan Ġsrail‟e çekilerek, Ġran‟la olan
tansiyon düĢürülmeye çalıĢılmıĢ; ana düĢman, Ġran yerine Ġsrail olarak lanse
edilmiĢtir. Saddam Hüseyin ayrıca, Filistinlilere yardım ederek ve Ġntifada
süreçlerini destekleyerek Dünya kamuoyunun dikkatini baĢka yöne çekmek
istemiĢtir (Bengio,1989: 372-413). Bu noktada Irak‟ın Ġsrail‟le olan gerginliği
sıcak tutarak Arap Dünyası içinde saygınlık kazanmak istediği ve Saddam
Hüseyin‟in kendi planları doğrultusunda dünya kamuoyunun ve Irak halkının
dikkatini yönlendirmeye çalıĢtığı ifade edilebilecektir.
Osirak Saldırısı sonrasında Körfez SavaĢı‟na kadar Irak ve Ġsrail
arasında herhangi bir askeri çatıĢma yaĢanmamıĢ; Irak bu saldırıya karĢılık
vermemiĢtir.
Bununla
birlikte
Irak,
yukarda
belirtilen
Ġsrail
aleyhine
faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiĢtir. Körfez SavaĢı baĢladığında Irak‟a
yapılan uluslararası müdahale sırasında, Ġsrail‟e 39 scud füzesi ateĢlemiĢ,
saldırı sonucu 2 kiĢi ölmüĢ 200 kiĢi yaralanmıĢtır (Overend [web], 2002).
Saldırılarda Ġsrail‟in Tel Aviv ve Hayfa kentleri isabet almıĢtır. Arap-Ġsrail
çatıĢması boyunca tarihte ilk kez Tel Aviv vurulmuĢtur (BBC Ġnternet Sitesi
[web], 1991). Saddam Hüseyin‟in bu saldırısı sembolik bir saldırı olarak
nitelendirilebilecektir. Nitekim Hüseyin, bu saldırısı ile Ġsrail‟i hedef seçerek,
Arap Dünyası‟nın desteğini almak istemiĢ, mücadelesinin Ġsrail ve müttefiki
ABD‟ye karĢı olduğunu ima ederek Arap toplumunda taraftar toplamak
istemiĢtir. Aynı zamanda bu saldırı ile bir anlamda Osirak saldırısının
intikamının da alınmak istendiğini ifade etmek mümkündür.
114
Saldırı sonrasında Ġsrail tarafından, Irak‟ın füze bataryalarına yönelik
bir saldırı yapılması yönünde plan yapılsa ve saldırının cezasız kalmayacağı
belirtilse de herhangi bir faaliyette bulunulmamıĢtır. Dönemin ABD BaĢkanı
Bush, bu saldırının provokasyon amaçlı yapıldığını ifade etmiĢtir. Bush‟un,
ayrıca Ġsrail‟in olası bir karĢı saldırısının bölgede daha büyük sorunlara yol
açabileceğini düĢünmesi sebebiyle, Ġsrail baskı altında tutulmuĢ, Ġsrail‟e karĢı
yapılabilecek herhangi bir saldırıda Ġsrail‟e savunma garantisi sağlanmıĢ ve
Ġsrail‟in, karĢı saldırıda bulunulmaması kararında etkili olunmuĢtur (BBC
Ġnternet Sitesi [web], 1991).
Irak‟ın scud füze saldırısının, bir diğer amacının da Ġsrail‟in bu
saldırıya karĢılık vermesi için provoke edilmesi olduğu ifade edilebilecektir.
Ġsrail‟in yeni bir saldırı ile Irak‟ı vurması, Arap ülkelerini kıĢkırtacak ve
Saddam lehine kamuoyu desteği artabilecekti. Sonuçta Irak‟a müdahale
sırasında destek veren Müslüman ve Arap ülkelerin desteği kesilecek; ittifak
üyelerinin Müslüman ülkelerle birlikte hareket etme planı suya düĢecekti.
Irak‟ın Ġsrail‟e füze saldırısı pek çok açıdan önemlidir. Ġsrail ve Irak
arasındaki belirsizliklerle dolu on yıl sona ermiĢtir. Irak‟ın intikamını almasının
yönetim ve halk üzerinde moral artırıcı etkisi olmuĢtur. Ġsrail kentlerini
1948‟den sonra ilk defa vurarak Saddam Yönetimi, genel olarak Arap
halkları; özel olarak da Filistin üzerinde propaganda yapma imkânı bulmuĢtur
(Bengio, 1998: 36). Bu durumun Arap-Ġsrail çatıĢmasını körüklemesi ve antiSiyonizmin artması yönünde bir sonuca yol açması beklenirken sonuçta,
ilerleyen süreç içinde, beklenilenin aksine Arap-Ġsrail barıĢı yönünde mesafe
katedilmiĢtir.
Körfez
SavaĢı
sonrası
döneme
bakıldığında
Irak‟ın
askeri
kapasitesinin önemli bir kısmı yok edilmiĢ, Irak hava sahası da üçe bölünerek
Irak‟ın kontrol mekanizması kısıtlanmıĢtı. Bu durum Ġsrail‟in Irak‟tan
konvansiyonel anlamdaki tehdit algısını azaltsa da Irak‟ın kitle imha silahları
edinmesini engellemek, Ġsrail‟in temel politikalarından birisi olmuĢtur.
115
c.
Ġsrail’in Iraklı Kürtlerle ĠliĢkileri
Ġsrail ve Kürtler arasında yakın iliĢki bulunduğu iddia edilmektedir.
Bu iliĢki, Ġsrail Devletinin kuruluĢundan sonra Ġsrail‟in Arap ülkeleri ile çevirili
olması sebebiyle, kendisine müttefik arayıĢları sonrasında ortaya çıkmıĢ gibi
görünse de aslında bu iliĢki çok öncelere dayanmaktadır. Burada Yahudilerin
Kürtlerle olan iliĢkilerinin kısa geçmiĢi verildikten sonra, günümüzde Ġsrail‟in
Kürt politikası değerlendirilecektir.
(1)
Ġsrail Devleti Kurulmadan Önce Yahudi-Kürt ĠliĢkileri ve
Irak Yahudileri
Yahudilerin,
bugünkü
Kürtlerin
yaĢadıkları
bölgelere
yerleĢmesi ve Yahudiliğin buraya yayılması konusu, antik çağlara kadar
götürülebilmektedir. Ġncil‟de anlatıldığı kadarıyla, Ġsrail Krallığının Ġsa‟dan
önce 722‟de Asur Kralı 3. Salmanzar tarafından yenilgiye uğratılması
sonrasında, bir kısım Yahudi, Med Ülkesi ve Mezopotamya‟ya yerleĢtirilmiĢtir.
Medler ile iĢbirliği yapan 2. Nebuhadnezar ise, Asurluları yenmiĢ ve pek çok
Yahudi‟yi Babil ve çevresine yerleĢtirmiĢtir. Ġlerleyen dönemde, Ermeni Kralı
2. Tiran‟ın Ġ.Ö. 83-71 yılları arasında Filistin‟i iĢgali sırasında, pek çok Yahudi
Kuzey Mezopotamya‟ya yerleĢtirilmiĢtir. Bu süreç boyunca Hahamların
misyonerlik faaliyetleri sebebiyle Yahudilik, bölgede yerel halklar arasında
hızla yayılmıĢ ve geniĢ bir kitle tarafından kabul edilmiĢtir.
Yahudiler,
Ġsrail
Devleti
kurulana
dek
varlıklarını
Bu bölgedeki
sürdürmüĢtür.
Bu
Yahudilerin çoğunluğu Sinagoglarda ve kendi aralarında Aramca (Aramaic);
kamusal yaĢamda ise Kürtçe konuĢmaktadır (Minasian, 2007: 16-17). Buraya
kadar anlatılanlara bakıldığında, bölgedeki Yahudiliğin 3 bin yıla yakın bir
süredir var olduğunu görmek mümkündür. Bölgede pek çok devletin hüküm
sürmesine, bir çok uygarlığın yıkılıp yeniden kurulmasına rağmen, bu
bölgedeki toplulukların halen varlıklarını sürdürmeleri dikkat çekicidir.
Bununla birlikte, bölgenin karmaĢık etnik yapısı gereği, bütün yerel halkların
birbirleriyle iletiĢimde olduğu ve etkilendiklerini ifade etmek mümkündür.
Minasian‟ın belirttiği üzere, kendi aralarında Aramca konuĢan halkın,
116
kamusal alanda Kürtçe konuĢması, bölgede pek çok halkın bir arada
yaĢaması sonucu ortaya çıkan bir durumdur.
Ġlerleyen süreçte, Yunan, Roma, Selçuklu, Sasani idaresinde geçen
yüzyıllar boyunca, Irak Yahudileri, kendi benliklerini korumayı baĢarmıĢlardır.
Bu dönem boyunca pek çok mücadele ve çatıĢmaya sahne olan Filistin‟de
yok olma tehlikesi altındaki Yahudilerin durumu dikkate alındığında,
diasporadaki Yahudiler, Yahudiliğin ve Yahudi hayat tarzının devamı için çok
önemli hale gelmiĢlerdir (Rejwan, 2004: 211).
Yeni Çağda Kürtler ve Irak‟taki yerel Yahudiler arasındaki yakın
iliĢkilerin, 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın baĢı olarak ifade edilen dönemde,
birkaç Kürt aĢiretinin ġah Abbas tarafından, Ġran sınırını korumak üzere
Horasan bölgesine yerleĢtirilmesi ile baĢladığı ifade edilmektedir. Bu
dönemde bölgede bulunan Yahudiler de bu aĢiretlerle birlikte bölgeye
yerleĢtirilmiĢ ve birlikte yaĢamaya baĢlamıĢtır. Bu dönemde, bölge Yahudileri
arasında ilk defa yine bir haham olan Samuel Barzani‟nin kızı Asenath
Barzani 10, hahamlık unvanı alan ilk kadın olarak tarihe geçmiĢtir (Minasian,
2007: 17-18).
1534‟te Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethinin ardından bir süre
Ġran hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1638‟de tekrar Osmanlı Hâkimiyetine
geçen ve 1917‟ye dek Osmanlı hâkimiyetinde kalan bölgede Yahudilerin
durumu durağan olmuĢtur (Rejwan, 2004: 214). Geleneksel Osmanlı
politikası gereği, bu bölgedeki Yahudilerin sosyal ve dini yaĢantısına
dokunulmamıĢ, bölge büyük bir baskıya maruz kalmamıĢ, böylece bu
dönemde de benliklerini korumalarına imkân tanınmıĢtır. Zira 19. yüzyılda
Osmanlı‟da gerçekleĢtirilen pek çok reformla da Osmanlı bünyesindeki
azınlıklıklar ve farklı dini görüĢe sahip topluluklar gibi Irak Yahudileri de
önemli sosyal haklara sahip olmuĢlardır.
10
Samuel Barzani ve Asenath Barzani‟nin günümüzde Irak‟ın Kuzeyindeki Barzani aĢireti
ilebağlantısına dair herhangi bir belge bulunamamıĢtır. Bu sebeple çalıĢmada iki grup
birbiriyle ilintilendirilmemiĢtir.
117
Irak Kürtleri ile Ġsrail arasında, tarihi sürecin getirdiği stratejik iĢbirliği
dıĢında, bazı tarihsel bağların da bulunduğu ifade edilmektedir (Özdağ, 1999:
225). Antik dönemde baĢlayan ve pek çok Yahudi‟nin, Ģu andaki Kürtlerin
yaĢadıkları bölgelere yerleĢmesi ile sonuçlanan süreçte, Yahudiler doğal
olarak bölge halkları ile yoğun iletiĢime geçmiĢtir. Bu noktada, bölgede
yerleĢik Kürtlerle de iletiĢim kurmuĢ olmaları muhtemeldir. Ayrıca bu süreçte,
Yahudiliğin de bölge halkları arasında yayıldığı ifade edilmektedir.
Osmanlı Ġmparatorluğunun dağılmasını izleyen süreçte Iraklı Kürtler,
hem Ġngiliz politikalarının kıĢkırtmaları hem de Wilson ilkelerinde yer alan,
self-determinasyon ilkesinin kendilerinde oluĢturduğu duygu ve düĢüncelerle,
aĢiret temeline dayalı ancak ulusal talepler içeren, ayrı bir devlet olmak
amacıyla bir hareket baĢlatmıĢtı. Bu süreçte aĢiret temeline dayalı politikaları,
belirsiz hedefleri ve amaçlarına ulaĢmada yabancı devletlerden aldıkları
desteklere bağımlı kalmaları, silahlı mücadele ve ayaklanmayı temel yöntem
olarak belirlemeleri hareketin temel özellikleri olarak belirdi. Kürt hareketi,
bünyesinde barındırdığı farklı görüĢler ve aĢiret yapısı sebebiyle dağınık
vaziyette sürdürülmüĢtü (KurubaĢ, 2003: 21).
Iraklı Kürtler, Irak‟ın Osmanlı‟dan ayrıldığı 1922‟den itibaren Bağdat
rejimini uğraĢtırmıĢ ve merkezi yönetimle çatıĢmalar her dönemde var
olmuĢtur. Bu süreçte büyük güçler kadar bölge devletleri de Kürtleri
kullanarak Irak‟ı baskı altında tutma politikası gütmüĢtür. Bu doğrultuda Ġsrail,
Ġran ve Suriye, Iraklı Kürtlere yönelik politikalar geliĢtirmiĢtir (Erdemli, 2000:
221). Bu devletler Kürtler konusunda tek taraflı politikalar geliĢtirdiği gibi
zaman zaman da ittifaklar halinde politikalar üretmiĢtir.
1897‟de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresinde, Modern Siyonizmin
kurucusu Theodore Herzl, “Nil‟den Fırat‟a Ġsrail Devleti” hedefini iĢaret etmiĢti
ve bu hedef doğrultusunda Kürtlerle de temas kurmuĢtu. Herzl, Kürtleri çok
önemli görmekte ve iletiĢimin sürdürülmesi gerekliliğine inanmaktaydı
(Söylemez [web], 2003). Bu amaçla Yahudiler ve Kürtler arasındaki en
önemli iliĢki, 1930‟lu yıllarda Yahudi terör örgütü olan HAGANAH üyesi,
118
Reuven ġiloah (Zoslanski) tarafından kuruldu. Ben Gurion tarafından
görevlendirilen ve ilerde Ġsrail gizli servisi MOSSAD‟ın baĢına geçecek olan
ġiloah, Orta Doğu‟nun siyasi ve demografik yapısını incelemek; potansiyel
tehditler ve ittifak yapılabilecek kiĢi ve gruplar hakkında bilgi toplamakla
görevlendirilmiĢti. Bu görevi sırasında Irak‟ı gezmiĢ ve Irak‟ın kuzeyindeki
dağlık bölgede Kürtlerle tanıĢma fırsatı bulmuĢtu. ġiloah, Arap olmayan ve
Araplarla sorunları bulunan bu grupla ittifakın, Ġsrail Devleti için çok önemli
olabileceği sonucuna varmıĢ ve bu yönde planlar hazırlamıĢtı (Eroğlu, 2003:
81-82).
ġiloah çalıĢmaları ile bir ajanlar ağı oluĢturmuĢ ve Irak‟ın dağlık ve
Kürt nüfusunun yaĢadığı bölgelerinde bağlantılar edinmiĢti. Bu bağlantıları,
Iraklı Yahudilerin Filistin‟e, Irak‟ın kuzeyinden, Türkiye ve Ġran yolu ile
götürülerek yerleĢtirilmesi için çok faydalı olmuĢtu (Minasian, 2007: 22).
Bu dönemde, Irak Kürtleri arasındaki milliyetçi hareket içinde Barzani
AĢireti sivrilmeye baĢladı. Irak Kürtleri, aĢiretler halinde örgütlenmiĢ iki ayrı
siyasal görüĢ etrafında kümelenmeye baĢladı. Dağlık kesimde yaĢayan
Kürtler, aĢiretler halinde Kürt milliyetçiliği ve kendi sahip oldukları topraklar
üzerindeki egemenlik hakları için mücadele etmekte ve düzensiz bir görünüm
arz etmekteydi. ġehirdeki Kürtler ise, dağlık kesimde yaĢayan Kürtlerin aĢiret
biçimindeki yaĢantısını kabul etmiyor; Kürt milliyetçiliğine odaklanmayı ve
Kürtlerin self-determinasyon hakkına sahip olmasını istiyorlardı. Ġki görüĢün
de ortak noktası Irak merkezi yönetimine karĢı olmalarıydı. Bu ortam içinde
iki görüĢü de birleĢtiren Molla Mustafa Barzani, Kürt Demokrat Partisini
(Sonradan Kürdistan Demokrat Partisine dönüĢmüĢtür) 16 Ağustos 1946‟da
kurdu (Stansfield, 2006: 2-3). Bu tarihten sonra Barzani aĢireti Irak‟ta Kürt
isyanları ve ayrılıkçı hareketlerin liderliğini üstlenmiĢtir.
Yahudilerin (Yahudi Kürtler dahil) Irak‟ın kuzeyinde yaĢadıkları
bölgelerden Filistin‟e göç etme süreci de 16. yüzyılda baĢlamıĢ ve bu göç,
dönemin en önemli dini merkezlerinden birisi olan Galile‟deki Safed‟e
yönelmiĢtir. Ondan sonraki üç yüzyıl boyunca herhangi bir göç bilgisi
119
kaydedilmemiĢtir. Daha sonra ise 1900-1926 arasında 1.900, 1935‟te ise
2.500 Yahudi Filistin‟e göç etmiĢtir (Brauer, 1993: 17).
Sayıları 1988 rakamlarına göre 180.000 olduğu düĢünülen bu
topluluğun büyük bölümü, Ġsrail Devleti kurulduktan sonra Ġsrail‟e göç etmiĢtir
(Özdağ, 1999: 225). 1949-1952 yılları arasında, “Ezra ve Nehemiah
Operasyonları” ile gerçekleĢtirilen bu göçle birlikte yaklaĢık 100.000 kiĢinin
göç ettirildiği belirtilmektedir (Farrell, 2008: 2). Bu topluluğun, Ġsrail‟e
götürülmesinde, Yahudilerin tarihi vatanına dönme ülküsü ile birlikte Ġsrail‟in
kurulması ile artan Arap-Ġsrail gerginliği ve akabinde geliĢen Arap-Ġsrail
savaĢları ile birlikte, Iraklı Yahudilerin de baskı altında kalması ve
hayatlarının tehlikede olmasının da etkili olduğunu ifade etmek mümkündür.
Sonuç olarak Yahudiler ve Kürtler arasındaki iletiĢimin antik çağlardan
beri gerçekleĢtiğini ve Irak‟ın kuzeyinde tarihi sürecin bir sonucu olarak
dikkate değer miktarda Yahudi‟nin bulunduğunu; bununla birlikte Ġsrail Devleti
kurulduktan sonra bu Yahudilerin neredeyse tamamının Ġsrail‟e göç ettiğini
ifade etmek mümkündür.
(2)
Ġsrail
Devletinin
Ġsrail
Devleti
Kurulması
Sonrasında
Yahudi-Kürt
ĠliĢkileri
kurulmadan
önceki
geliĢmeler
dikkate
alındığında Ġsrail Devletinin kurulduktan sonra, Araplarla sorun yaĢayacağı ve
hatta bu sorunların çatıĢmaya yol açacağını tahmin etmek zor değildi. Zira
Ġsrail, Arap Devletleri ile kuĢatılmıĢ bir coğrafyada kurulmuĢ ve bu durum da
kendisinde adeta bir paranoya yaratmıĢtır. Ġsrail bu politik psikoloji içinde,
Arap olmayan ya da Araplara muhalif devlet ve topluluklarla iletiĢim kurma ve
ittifak yapma politikasını geliĢtirmiĢ; bu politikayı da bölge içinde dengelerin
değiĢtiği 1979‟a dek sürdürmüĢtür (Özdağ, 1999: 224-225). Ġsrail‟in bu
politikası, “Çevre Stratejisi (Periphery Strategy)” olarak adlandırılmıĢtır.
Nitekim Ġsrail‟in Türkiye ile iliĢkileri ve ġah Dönemindeki Ġsrail-Ġran iliĢkileri, bu
doğrultuda değerlendirilebilecektir.
120
Ġsrail Irak‟ı, Ġsrail‟e karĢı düĢmanca yaklaĢımı sebebiyle her dönemde
tehlikeli bir ülke olarak görmüĢ, bu amaçla gerek Arap-Ġsrail çatıĢmasında bir
müttefik arayıĢı içinde olması gerekse Irak‟tan doğrudan tehdit algılaması
sebebiyle, Irak‟ı zayıflatmak üzerine politikalar geliĢtirmiĢtir. Bu politika
doğrultusunda
Irak‟ın
karmaĢık
ve
provokasyona
açık
yapısından
faydalanarak, Irak‟ı kendi iç sorunları ile angaje etmek en önemli Ġsrail
stratejileri arasında yer almıĢtır.
ġekil-6‟da Irak‟ın etnik yapısını gösteren haritada da Irak‟ın ne
derecede karmaĢık ve provokasyona açık bir etnik yapıya sahip olduğu
görülmektedir (Rollins Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011):
ġekil-6: Irak‟ta Dini ve Etnik Grupların Dağılımı
121
Haritadan da anlaĢılacağı üzere Irak‟ta çoğunluk kesimi oluĢturan
topluluklar Araplar ve Kürtlerdir. Bununla birlikte, iki grup arasında mezhepsel
açıdan da farklı topluluklar bulunmakta; bu farklılıklar sebebiyle ayrı birer
etnik grup biçiminde örgütlenilmektedir. Bu gruplar tarihsel süreç içinde
asimile olmamıĢlar ve kendi benliklerini sürdürmüĢlerdir. Nitekim aynı
özelliklere sahip toplulukların genelde aynı coğrafyada yaĢamayı tercih ettiği,
gruplar arasında kaynaĢmanın ve bir arada yaĢamanın yalnızca belirli
bölgelerde gerçekleĢtiğini ifade etmek mümkündür.
Haritada da görülebileceği üzere; Iraklı Yahudilerin, günümüzde
sadece Bağdat çevresinde yaĢadığını ve yerleĢimlerinin küçük olması
dolayısıyla çok küçük bir nüfusa sahip olduklarını ifade etmek mümkündür.
1958‟de Ġngiliz yanlısı monarĢinin General Kerim Abdül Kasım‟ın
önderliğinde devrilmesiyle birlikte, Ġsrail açısından doğu kanadı, tehdit halini
almıĢtır. Ġlerleyen dönemde, Suriye‟de (1963) ve Irak‟da (1968) Baas
Partisinin iktidara gelmesi ve bu iki rejimin Mısırla “Üçlü Birlik AntlaĢmasını”
imzalaması üzerine Ġsrail‟in stratejisi, Kürtleri kullanarak, Irak‟taki rejimi
zayıflatmak olmuĢtur (Erdemli, 2000: 220-221).
Kasım, iktidara sahip olduğunda, SSCB‟de sürgünde bulunan Molla
Mustafa Barzani‟yi Irak‟a davet etmiĢ ve bu davetle birlikte, Merkezi
hükümetle Kürtler arasında bir barıĢ havası hakim olmuĢtur. Bununla birlikte
kısa süre sonra bu olumlu hava dağılarak, iki grup arasında daha kanlı
çatıĢmalar yaĢanmaya baĢlamıĢtır. ÇatıĢmalar bazen de Barzani AĢiretinin
sahip olduğu güçlerle Hükümet yanlısı Kürt aĢiretler arasında yaĢanmıĢtır.
Bu süreçte Kasım güçlerinin, bir yıl içinde (1958-1959) 500 Kürt Köyü‟nü yok
ettiği, 80.000 kiĢiyi evsiz bıraktığı ifade edilmektedir (Cooley, 2005: 81). Bu
rakamlar, Irak Merkezi hükümeti ile Kürtler arasındaki sorunun hafife
alınamayacak kadar büyük olduğunu göstermektedir.
Bu
süreçte
Ġsrail,
Iraklı
Kürtlerin
merkezi
hükümete
karĢı
mücadelelerinde temel destek unsuru olmuĢtur. Ġsrail‟in bu desteği, silah
122
sağlama ve Kürtlerin eğitimini gerçekleĢtirme biçiminde gerçekleĢtirilmiĢtir.
Pek çok durumda, Ġsrail ajanları ve askeri unsurları, Irak‟ın Kuzeyinde
örgütlenerek örtülü operasyonlar gerçekleĢtirmiĢtir (Minasian, 2007: 22). Bu
durum Ġsrail açısından Kürtlerin önemini artırmıĢ; Kürtler Ġsrail politikalarında
önemli yer edinmiĢtir.
Irak Kürtleri, 1961‟de Kasım Rejiminin sert ve asimilasyona yönelik
politikaları sonucunda Barzani AĢireti liderliğinde ayaklandı. ĠniĢ ve çıkıĢlarla
1975‟e kadar süren bu ayaklanmanın, dıĢ ülkelerde geniĢ yankıları oldu.
Bölgede çıkarları olan ve nüfuz elde etmek, Irak‟ı kontrol altına almak
isteyen; ABD, Ġran ve Ġsrail gibi güçler bu ayaklanmada Kürtlere destek
sağladılar (Eroğlu, 2004: 82). Ġsrail, Irak‟tan tehdit algısı sebebiyle, rejim
muhalifi Kürtlerin, önemli bir koz olduğunu çok öncelerde fark etmiĢti bu
anlamda ayaklanan Kürtlerle de ilk temas kuran devlet olmuĢtur. Ġran ve ABD
ise, konjonktürel olarak Kürt ayaklanmasına çıkarları doğrultusunda destek
vermiĢ ve bu ayaklanmanın 1975‟e kadar sürmesinde pay sahibi olmuĢlardır.
Ayrıca Kürtlerle iĢbirliği konusunda Ġran-ABD ve Ġsrail‟in dönem dönem
birlikte hareket ettiğini de ifade etmek mümkündür.
Ayaklanan lider Molla Mustafa Barzani ile Ġsrail arasındaki ilk temas
1963 yazında Ġran Ġstihbarat TeĢkilatı “SAVAK” aracılığı ile gerçekleĢti.
MOSSAD ve SAVAK, Ġsrail‟in Iraklı Kürtlere silah yardımında bulunması
konusunda anlaĢmıĢ Ġran desteği ile bu yardım gerçekleĢtirilmiĢtir (Baram,
1996: 149).
Ġsrail ve Iraklı Kürtler arasında en önemli temas; 1964‟te ġimon
Peres‟in Savunma Bakan Yardımcısı olduğu dönemde, Peres ile 1940 ve
50‟lerde Ġsrail ile teması olan Dr. Ali Bedirhan arasında gerçekleĢmiĢtir. Bu
görüĢmede bir grup peĢmergenin Ġsrail‟de eğitim alması için anlaĢma
sağlanmıĢ ve 1965‟te Merved (Halı) Operasyonu ile bu peĢmergeler 3 ay
süreliğine Ġsrail‟e getirilerek burada eğitim görmüĢtür. Yine üç askeri
istihbaratçı, Irak‟ın kuzeyine giderek peĢmergeleri eğitmeye baĢlamıĢtır. Bu
123
dönemde Barzani, Ġsrail desteği ile Irak ordusuna karĢı büyük bir saldırı
gerçekleĢtirmiĢtir (Özdağ, 1999: 225).
Ġsrail‟in Kürtlerle iliĢkileri, Ġsrail‟e Irak ordusu hakkında birinci elden
istihbarat da sağlıyordu. Bu istihbarat sayesinde Ġsrail‟in Irak ordusu hakkında
önemli bilgilere eriĢmesi mümkün olmuĢtu. 1967 SavaĢı öncesinde,
MOSSAD‟ın en önemli baĢarılarından biri olarak nitelendirilen; pilotu ile
birlikte bir Mig uçağının kaçırılması eyleminin, bu istihbaratlar sayesinde
gerçekleĢtirildiği iddia edilmiĢtir (Black ve Morris, 1991: 185). Uçak kaçırma
eylemi, Körfezde güç dengelerini değiĢtirebilecek bir hamleydi zira bu eylem
sayesinde Mig uçakları üzerinde detaylı inceleme fırsatı bulan Ġsrail ve ABD‟li
yetkililer, savunma teknolojilerini buna göre planlama fırsatı elde etmiĢ ve bu
uçakları elinde bulunduran ülkelere karĢı önemli bir avantaj sağlanmıĢtır.
Gizli Ģekilde yürütülen Ġsrail-Kürt iliĢkileri süresince, Molla Mustafa
Barzani‟nin Ġsrail‟e pek çok kez gittiği ifade edilmektedir. Bu seyahatleri
süresince, Siyonizm ve sosyalizmin birleĢimi ile oluĢturulan felsefi Kibbutzim
Turları‟na katıldığı, gazete editörleri ve aralarında Menachem Begin‟in de yer
aldığı politikacılarla bir araya geldiği ve bu iliĢkilerin tamamen gizli tutulduğu
ifade edilmektedir. Yine bu dönemde, MOSSAD ve SAVAK‟ın, Barzani
idaresindeki Kürtlere, “Parastin” adı verilen bir Kürt istihbarat TeĢkilatı
oluĢturulmasında destek verdiği belirtilmektedir (Cooley, 2005: 83).
Ġsrail‟in isyancı Kürtlere, teknik destek dıĢında 500.000 dolarlık bir mali
yardım sunduğu ve bunun karĢılığında da bazı hedeflere saldırıda
bulunmasını istediği iddia edilmiĢtir (Özdağ, 1999: 226). Buna göre Ġsrail, Irak
hakkında aldığı istihbari bilgiler karĢılığında, Iraklı Kürtlere lojistik destek ve
eğitim vermekle yetinmemiĢ ayrıca onlara maddi yardımda da bulunarak,
adeta bir taĢeron olarak kullanmıĢ; Irak ordusunu yıpratmaya ve stratejik
hedeflerin vurulmasına yönelik saldırılarda bulunmasını istemiĢtir.
Irak ve Ġran arasında 1975‟de imzalanan Cezayir AntlaĢması ile Ġran,
ġatt‟ül Arab Nehri‟nin eĢit kullanılması karĢılığında; sınırlarını kapatmayı ve
124
Kürtlere verdiği desteği kesmeyi taahhüt etmiĢtir. Böylece, Kürtlerin Ġsrail‟den
yardım alma imkânı kalmamıĢ ve Ġsrail-Kürt iliĢkilerinin etkin biçimde
sürdürülmesi imkânı azalmıĢtır (Bölme [web], 2008).
Cezayir AntlaĢması sonrasında Irak Kürtleri, gelen yardımların
kesilmesi nedeniyle Irak merkezi yönetimine karĢı savunmasız kalmıĢ ve
KDP hareketi, Saddam Hüseyin‟in isyanı bastırmak üzerine gerçekleĢtirdiği
saldırıyla birlikte ağır kayıplar vererek isyana son vermek zorunda kalmıĢtır.
Bu olay sonrasında KDP lideri Mustafa Barzani, Ġran‟a sürülmüĢ ve orada
ölmüĢtür. Ardından Kürtler arasındaki birlik sona ermiĢ ve 1960‟lardan beri
KDP‟ ye karĢı örgütlenen Celal Talabani liderliğinde Kürdistan Yurtseverler
Birliği Partisi (KYB) kurulmuĢtur (Stansfield, 2006: 5). Bu dönemden sonra
Kürt hareketi kendi içinde bölünmüĢ, Irak merkezi yönetimine karĢı
mücadeleden ziyade kendi içinde liderlik mücadelesine baĢlamıĢtır.
1979‟da Ġran Ġslam Devrimi gerçekleĢtiğinde Ġsrail‟i düĢman ilan eden
yeni rejimle birlikte, Ġsrail ve Ġran arasında Irak Kürtleri ile beraber sürdürülen
stratejik iĢbirliği de sona ermiĢtir. Bu sebeple Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle olan
bağlantısı da kesilmiĢ ve iĢbirliği imkânları kısıtlanmıĢtır. Buna rağmen
Ġsrail‟in Iraklı Kürtleri her zaman irtibata geçilebilecek bir müttefik olarak
gördüğü ve bu sebeple de irtibatı koparmadığını ifade etmek mümkündür.
Ġsrail‟in Iraklı Kürtlerle olan iletiĢimi ve istihbarat paylaĢımı sayesinde
Irak‟ın önemli stratejik bilgilerine sahip olması muhtemeldir. Buna göre,
Ġsrail‟in Osirak nükleer reaktörüne saldırısında da Kürtlerin istihbari bilgilerinin
önemli rolü olabileceğini ifade etmek mümkündür.
Ġsrail 1991‟deki Körfez SavaĢı‟na dek iĢgal ettiği toprakların, Arap
Dünyasına karĢı kendisine stratejik avantaj sağladığını düĢünmekteydi. Bu
noktada kendisine doğudan herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda, iĢgal
ettiği toprakları kullanarak önemli avantaj sağlayabilirdi. Aynı zamanda bu
topraklar Ġsrail‟in elinde bulunduğu müddetçe, Arap ülkeleri ile sorunlarda bu
125
kozu kullanarak, tartıĢmalara bir adım önde baĢlama imkânına sahip
olmaktaydı.
SavaĢ sırasında Saddam Hüseyin‟in Ġsrail‟i hedef alan scud füzesi
saldırısı, Ġsrail kentlerinde ciddi bir hasara yol açmasa da, Ġsrail Ģehirlerinin
de vurulabileceği algısını tüm dünyaya ve doğal olarak da Orta Doğu‟ya
göstermiĢtir.
Bu
durum,
Ġsrail‟in
de
tehdit
algısını
bu
doğrultuda
oluĢturmasına neden olmuĢtur. Buna göre, Ġsrail doğudan algıladığı tehditte
Irak‟ı ön plana koymuĢ ayrıca Irak konusunda BM yaptırımlarını destekleme
kararı almıĢtır. Ġsrail bu dönemde Kürtlerle tekrar iletiĢime geçerek, Irak
rejimini zayıflatma stratejisine devam etmiĢtir (Erdemli, 2000: 228).
Ġsrail‟in Körfez SavaĢı sonrasında Irak‟ın kuzeyinde etkinliğini artıran
ve giderek özerk yapıya bürünen Kürtlere yaklaĢımı geçmiĢten gelen
iliĢkilerin de bir sonucu olarak sıcak olmuĢtur. Bunda Körfez SavaĢı
sonrasında Saddam Hüseyin rejiminin zayıflamıĢ da olsa varlığını sürdürmesi
ve Ġsrail‟e yönelik tehditlerine devam etmesi etkili olmuĢtur.
Ġsrail‟in, Irak‟ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti ile tarihi iliĢkileri ile
birlikte iyi iliĢkiler geliĢtirebileceği, Orta Doğu‟da yeni bir müttefik bulacağı
düĢünülebilecektir. Bu devlet ile bünyesinde Kürt nüfusu barındıran Ġran ve
Suriye kurulacak Kürt Devletine uzun süre angaje olacağından Ġsrail‟in Orta
Doğu politikalarında daha rahat hareket etmesi söz konusu olabilecekti. Bu
durum Ġsrail‟in Suriye ve Ġran‟dan tehdit algısını da bir süreliğine azaltacaktı.
Bununla birlikte bu durum en çok Türkiye‟de rahatsızlık yaratmıĢtır. Zira
Türkiye, PKK terör örgütü ile uzun süredir mücadele etmiĢ ve Körfez SavaĢı
ve sonrasındaki süreçte, ülke içinde PKK eylemlerinde artıĢ yaĢanmıĢtır.
Irak‟ın kuzeyinde yaĢanan otorite boĢluğu ve bölgenin coğrafi yapısı
sebebiyle, teröristler bu bölgede rahatlıkla barınma ve eğitim yapma fırsatı
elde etmiĢtir. Irak‟ın kuzeyinde kurulabilecek bir Kürt devleti fikri doğal olarak,
Türkiye‟de rahatsızlık yaratmıĢtır. Böyle bir devlete Ġsrail tarafından destek
verilmesi durumunda, Türkiye-Ġsrail iliĢkileri büyük zarar görecekti.
126
Diğer bir açıdan, Irak‟ın parçalanması sonrasında, Türkiye ve diğer
bölge ülkelerinin Kürt devleti ile angaje olması, Arap-Ġsrail sorununun
çözümüne yönelik enerjilerini kaybetmelerine neden olacak; Ġsrail, Arap
Devletleri karĢısında bu coğrafyada daha da yalnızlaĢabilecekti.
Irak parçalandığında kuzeydeki Kürtler gibi güneyde de ġiiler ayrı bir
devlet kurmak isteyebilecekti. Bu durumda, yoğun tehdit algıladığı Ġran‟la
ittifak yapabilecek olan Iraklı ġiiler, Ġsrail için ayrı bir tehdit kaynağı
olabilecekti. Bu gerekçelerle Ġsrail‟in, 1. Körfez SavaĢı sonrasındaki süreçte
Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına resmi olarak destek vermekten
çekindiğini ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte bundan sonraki süreçte
de Ġsrail‟in, Kürtlerle olan iliĢkilerine devam ettiğini ifade etmek mümkündür.
Ġsrail, Saddam Hüseyin‟den yoğun bir tehdit algılasa ve Irak‟ın askeri
ve kitle imha silahlarına sahip olmasından endiĢe duysa da Saddam Hüseyin
rejiminin Körfez SavaĢı‟nın hemen sonrasında devrilmesini istemediği ileri
sürülebilecektir. Bu durumu, Irak‟a saldıran müttefik güçlerin de istemediği
düĢünüldüğünde, konunun Irak‟ta bir kaos oluĢmasının engellenmesi,
Saddam Hüseyin‟in Irak‟ın toprak bütünlüğünü sağlayabilen bir güç ve o
dönemde Ġran‟a karĢı bir denge unsuru olarak görülmesi sayılabilecektir.
Hem Ġsrail‟in hem de ABD‟nin zayıf ve kontrol altında tutulabilecek bir Irak‟ı
kabul edilebilir gördüğünü ifade etmek mümkündür.
Körfez SavaĢı sonrasında Barzani ve Talabani, Ġsrail‟le doğrudan
olmasa da dolaylı yollarla diyalog kurmuĢtur. Körfez SavaĢı sonrasında
Amerikan güdümlü Çekiç Güç operasyonu ile Kürtlerin özerliği yönünde
önemli bir adım gerçekleĢmiĢti. Ġsrail, Saddam Hüseyin‟in uluslararası
baskılara karĢın, kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve ilerde de bunu
kullanabileceğini düĢünmüĢ ve Körfez SavaĢı sonrasında, Irak‟a yönelik
ambargoların kaldırılmasına karĢı çıkmıĢtı. Bu Ģartlar dahilinde, Ġsrail‟in
bağımsız bir Kürt Devletinden ziyade özerk bir Kürt devletini desteklediği
ifade edilebilecektir (Baram, 1996: 152-154).
Kaldı ki Saddam Hüseyin
Yönetimindeki Irak, Kürtler ve Ġsrail arasındaki iletiĢime de uygun ortamı
127
sağlamaktaydı. Bu sayede Ġsrail, Orta Doğu politikalarında Kürtleri dilediği
doğrultuda kullanabilecekti. Ġsrail‟in Körfez SavaĢı sonrasındaki politikası,
Kürtleri
olabildiğince
özerkleĢtirerek
Irak
merkezi
yönetiminden
bağımsızlaĢtırmak ve stratejik bir ittifakla Irak‟ın kuzeyinde Ġsrail yanlısı bir
yapı elde etmekti. Bu durum Irak parçalanmadan ve güneyde Ġsrail aleyhtarı
ġii
Devleti
kurulmadan
ancak
var
olan
yönetimin
korunması
ile
gerçekleĢtirilebilirdi.
Iraklı Kürtlerin 2003 Irak SavaĢında da önemli rol oynadığını ifade
etmek mümkündür. Irak SavaĢı‟nda ABD‟ye önemli istihbarat sağladığı gibi,
Irak SavaĢı sonrasında kurulan Irak hükümetinde de KYB Lideri Celal
Talabani, devlet BaĢkanlığını üstlenmiĢtir. Aynı Ģekilde Irak‟ın kuzeyinde bir
bölgesel yönetim oluĢturulması ve bu bölgesel yönetimin liderliğini Mesut
Barzani‟nin üstlenmesi söz konusu olmuĢtur. KuĢkusuz bu süreçte ABD ve
Ġsrail; verdikleri sözlerin de etkisi ile Kürtlere destek çıkmıĢ, sürecin bu
Ģekilde ilerlemesinde pay sahibi olmuĢtur.
Ġsrail halen, Iraklı Kürtlere firma ve örgütler vasıtasıyla, yarı-resmi
olarak ve fakat sürekli biçimde Irak‟ın kuzeyindeki Kürt nüfusun yaĢadığı
bölgelerde,
askeri
ve
siyasal
ağırlılığını
hissettirmekte
ve
bölgede
faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu faaliyetler içinde çok yoğun ve pahalı
yatırımlar da yer almaktadır ki Erbil‟e geniĢ ve modern bir havaalanı inĢa
etmeleri bunun bir örneğidir. Bu sayede Ġsrail, Ġran‟ın nükleer faaliyetlerinde
kendi aleyhine bir değiĢiklik söz konusu olduğunda Kürt kaynaklarını
kullanarak hızlı biçimde, müdahale imkânına sahip olacaktır (Minasian, 2007:
27).
2.
IRAK SAVAġI’NDA ĠSRAĠL LOBĠSĠNĠN PROPAGANDA
FAALĠYETLERĠ
Bush‟un yeni muhafazakâr görüĢe sahip
yönetim kadrosu, göreve
geldiğinde, bu duruma en çok sevinenler arasında Ġsrail lobisi yer alıyordu.
Görevlere atandıktan sonra Ġsrail‟de ve ABD‟de pek çok basın organı
128
tarafından da bu durum dile getirildi (Mearshimer ve Walt, 2009: 293).
KuĢkusuz bu durumda, yeni muhafazakârların Ġsrail‟in desteklenmesine
yönelik düĢünceleri ve yaptıkları yayınların etkisi olmuĢtur. Zira yeni
muhafazakâr ideolojiye mensup bu kiĢilerin daha öncesinde Reagan
yönetiminde de etkili konumlarda bulundukları, Clinton ve Bush yönetimine,
Irak‟a bir harekât düzenlenmesi ve Ġsrail‟in desteklenmesine yönelik,
kamuoyunda da geniĢ yankı uyandıran mektuplar yazmaları önemli yankı
uyandırmıĢtı.
Bush yönetiminin neredeyse bütün önemli görevlileri yeni muhafazakâr
düĢüncelerin temsilcileriydi. Belki de bu gerekçe ile ABD‟de lobicilik
faaliyetleri yürüten önemli kuruluĢların da hedefinde yer alıyorlardı. Bush‟un
savaĢ kabinesi olarak da nitelendirilen bu ekibin, kendi görüĢlerinin Ġsrail‟i
desteklemeyi bir görev addetmesi dolayısıyla Ġsrail lobi grupları ile yakın
iletiĢim halinde olduklarını ifade etmek mümkündür.
Kaldı ki Irak‟a savaĢ hakkında oluĢturulan lobi sadece yeni
muhafazakârlardan oluĢmuyordu. Belli baĢlı Ġsrail yanlısı kuruluĢların da Irak
SavaĢı‟nın
desteklenmesinde
önemli
rolleri
olduğunu
ifade
etmek
mümkündür. Irak SavaĢı‟nın önemli destekçileri arasında daha önce de
sözünü ettiğimiz AIPAC‟ın bulunduğunu ifade etmek mümkündür. AIPAC‟ın
özellikle savaĢın desteklenmesi hususunda çalıĢmalar yaptığı ve yürüttüğü
lobi faaliyetleri ile Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında uzlaĢma
sağlayarak, Bush yönetiminin savaĢın finansmanında ihtiyacı olan paranın
bulunmasına yardımcı olduğu ifade edilmektedir (Mearshimer ve Walt,2007:
295-298). Buna göre, Irak SavaĢı‟nın gerek planlama aĢamasında gerekse
savaĢ kararı alınmasında etkili olan politikacıların seçim sürecinde etkili olan
Ġsrail lobisinin Ġsrail‟in önemli bir güvenlik sorununu çözmesi açısından, Irak
SavaĢı‟nın finansmanında da önemli faaliyetler yürüttüğünü ifade etmek
mümkündür.
129
a. Ġsrail
Yanlısı
Yeni
Muhafazakârların
Irak
SavaĢı
Propagandaları
Yeni muhafazakârlık, George W. Bush dönemi ABD dıĢ
politikasına hakim olmuĢtur. Yeni muhafazakârlar, askeri anlamda ABD‟nin
çok güçlü bir devlet olduğuna ve Dünya üzerinde hiçbir devletin ABD‟nin
günümüzde sahip olduğu kadar güce eriĢemediğine inanıyordu. ABD, bu
güce
dayanarak,
kendi
çıkarları
doğrultusunda
Dünyayı
yeniden
Ģekillendirebilirdi. Bu durum, Bush döneminde askeri gücün diplomasiye
üstün tutulmasına ve tek taraflı politikalar geliĢtirilmesine neden olmuĢtur
(Mearshimer, 2005: 1).
Yeni muhafazakârlar arasında Irak‟ı iĢgal etme düĢüncesi, yeni bir
proje değildi. Yeni muhafazakârlar bu düĢünceyi, 2003 Irak SavaĢı‟nın çok
öncesinde de savunmaktaydı. ABD‟nin Orta Doğu politikaları ve çıkarları için
Ġsrail‟in desteklenmesi gerektiğini ve Saddam Hüseyin yönetiminin, otokratik
yapısı ile geçmiĢte kullandığı kitle imha silahlarına da referans vererek,
Ġsrail‟in güvenliği ve ABD‟nin politikaları için tehdit olmaya devam ettiği
konusunu defalarca vurgulamıĢlardı.
Mann, Irak‟ın iĢgal projesinin yeni muhafazakârlığın etkin olduğu 30
yıllık bir süreçte oluĢtuğunu ve bu süreçte yeni muhafazakâr ideolojinin, iĢgal
kararını almada 5 temel görüĢe dayandığını ifade etmektedir. Bunları Ģu
Ģekilde ifade etmek mümkündür (Mann, 2004: 470-473):
Birinci görüĢ; Vietnam yenilgisinden sonra ABD‟nin askeri gücünü ve
üstünlüğünü tekrar inĢa etmektir. ABD, bu sayede fazla zorlanmadan Orta
Doğu‟da tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bir askeri güç
bulundurma imkânı elde etmiĢ oldu.
Ġkinci görüĢ, yeni muhafazakârların ABD‟nin, Dünyanın iyiliği için
çalıĢtığına olan inancını göstermektedir. Bu görüĢlerinin diğer bir ifadesi de
130
Büyük Orta Doğu Projesinin bir yansıması olan, Irak‟ın Orta Doğu‟ya
demokrasi yayma giriĢiminin ilk aĢaması olarak görülmesiydi.
Üçüncü görüĢ, yeni muhafazakârların ABD‟nin askeri gücünü olağan
üstü bir Ģekilde büyük görmeleriydi. Buna göre, 1970 sonrasında ABD‟nin
gerilemeye baĢladığı yönündeki iddialara karĢı çıkan bu ekip, ABD‟nin çok
büyük bir güce sahip olduğuna inanmakta ve bunu tüm Dünyaya göstermek
istemekteydiler.
Dördüncü görüĢ, yeni muhafazakârların, ABD‟nin bir ülkeye müdahale
etme kararı aldıktan sonra, bu kararı uygularken müttefik aramaya ihtiyacı
olmadığına yönelik düĢünceleriydi. ABD‟nin tek baĢına Dünyanın her yerinde
askeri harekât yapabileceğine inanan bu ekip, Irak SavaĢı öncesinde de
müttefik arama konusunda isteksiz davranmıĢ, hatta ABD‟nin bu harekâtının
uluslararası hukuka uygun olduğunu göstermek üzere önleyici vuruĢ (preemptive strike) teorisini geliĢtirmiĢti.
BeĢinci görüĢ ise, yeni muhafazakârların, Pentagon çalıĢanları
tarafından hazırlanan ve ABD‟nin Soğuk SavaĢ sonrasında kendi gücüne
eriĢebilecek baĢka bir gücün oluĢmasını engelleme stratejisine destek
vermesiydi. Bu durum da kuĢkusuz ABD‟nin kendisine tehdit olarak gördüğü
terörizmle mücadele etmeyi gerektiriyor ve ABD‟ye yönelik terörün de
kaynağı Orta Doğu olarak görüldüğünden, bu bölgede siyasal ve sosyal bir
değiĢimi gerektiriyordu ve doğal olarak Orta Doğu‟daki en önemli müttefiki
olan Ġsrail‟in desteklenmesi ve korunması da bu politikanın birincil öncelikleri
arasında yer alıyordu.
Irak SavaĢı‟nın desteklenmesinde, yeni muhafazakârların önemli çaba
sarf ettiğini ifade etmek mümkündür. Henüz 1982‟de Dünya Siyonist Örgütü
„nün düzenli yayını olan Kivunim (Yönler) isimli dergideki, “A Strategy for
Israel in the Nineteen Eighties (80‟lerde Ġsrail için Bir Strateji)” isimli
makalesinde Oded Yinon, Ġsrail‟in varlığını sürdürebilmesi, bulunduğu
bölgede daha güçlü olması, hedeflerine ulaĢabilmesi için bir strateji ortaya
131
koymuĢtu. Yinon makalesinde 80‟lerdeki Orta Doğu‟nun analizini yapmıĢ,
dönemin Müslüman Arap Dünyasını, “orada yaĢayanların beklenti ve
taleplerine dikkat edilmeden
yabancılar (Fransa ve Ġngiltere) tarafından
1920‟lerde bir araya getirilmiĢ kâğıttan evlere” benzetmiĢti. Yinon Arap
ülkelerinin, birbirine düĢman azınlık ve etnik grupların birleĢtirilmesiyle
meydana getirilmiĢ, petrol geliriyle güçlenen azınlıkların otokrasi ile
yönetimlerinden oluĢan 19 devletten oluĢtuğunu ifade etmiĢ, sosyal
patlamanın ve iç savaĢın her zaman mümkün olduğunu belirtmiĢtir. Makalede
Irak hakkında, o dönemde Irak‟ı ġii çoğunluğa rağmen, ülkenin %20‟sini
oluĢturan Sünnilerin yönettiğini, kuzeydeki Kürt azınlığın ayrı bir güç olma
potansiyeli bulunduğu, ġiilerin ise Ġran‟daki Humeyni rejiminin güçlenmesiyle,
onu bir doğal lider olarak görebileceğini ifade etmiĢti.
Dolayısıyla, Orta
Doğu‟daki diğer ülkeler gibi, Irak da istikrardan uzak, ekonomik açıdan da her
an yıkılabilir “kâğıttan evlere” benzetilmiĢti. Yinon Irak‟ı, kısa vadede Ġsrail için
en büyük tehdit olarak ifade etmiĢ ve Irak‟ın parçalanmasının Ġsrail açısından
önemli bir hedef olarak belirlenmesi gerektiğinin altını çizmiĢti, bu amaçla,
Ġran-Irak SavaĢını bir fırsat olarak görmekte ve Irak‟taki kutuplaĢmayı daha
da artıracağını ifade etmekteydi. Sonuçta Yinon‟a göre, Irak, Ġsrail‟in güvenliği
için, Basra, Bağdat ve Musul etrafında oluĢturulacak üç ya da daha fazla
devlete bölünmeliydi (Yinon [web], 1982). Buna göre Yinon, Irak‟ı Ġsrail
açısından çok önemli bir tehdit olarak görmüĢ, bölgedeki diğer devletlerde
olduğu gibi karıĢık ve uyumsuz etnik ve mezhepsel yapının kullanılarak iç
çatıĢmaların desteklenmesi ve Irak‟ın
parçalanması gerektiğinin altını
çizmiĢti.
Bush
yönetiminin
yeni
muhafazakâr
yöneticileri,
Ġsrail‟e
olan
desteklerini açıkça belirtmekteydiler. Zira yeni muhafazakârlar için Ġsrail‟in
desteklenmesi ahlaki bir sorumluluk olmakla beraber aynı zamanda ABD‟nin
Orta Doğu‟daki çıkarları için gerekli bir strateji olarak nitelendirilmekteydi. Bu
noktada Ġsrail‟e yönelik tehditlerin de bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bu
doğrultuda ABD politikaları için Ġsrail‟e yönelik en önemli tehditler arasında
yer alan Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması gerekliydi.
132
Mann (2004: 436-437); Bush yönetimindeki yeni muhafazakârların,
Saddam
Hüseyin
yönetimini
devirmek
için
üç
strateji
geliĢtirdiğini
belirtmektedir. Buna göre;
Birinci strateji, “Bölme Stratejisi”ydi. Sonraları Bush yönetiminde yer
alan Wolfofitz ve Khalilzad‟ın savunduğu bu strateji, Irak‟ın bölünerek kuzeygüney ve merkez olarak üçlü bir yapı oluĢturulması ve ABD‟nin de bu yapıyı
yasal kabul ederek Irak‟lı muhalifler aracılığı ile rejimi devirmesini ifade
ediyordu. 1990‟lı yıllarda denenen bu stratejiden, daha önce Ġsrail-Kürt
iliĢkileri bahsinde de değindiğimiz baĢka riskleri barındırması sebebiyle
vazgeçilmiĢti.
Ġkinci strateji, “Darbe Stratejisi”ydi ki bu seçenek de yine 1990‟larda
CIA tarafından denenmiĢ ancak baĢarısızlıkla sonuçlanmıĢtı.
Üçüncü seçenek ise “Irak‟ın ĠĢgali Stratejisi”ydi ve geriye kalan son
strateji olan bu strateji etrafında birleĢen yeni muhafazakârlar, Bush‟a ve
kamuoyuna bu yönde propaganda yaparak planlarını ortaya koydular ve Irak
SavaĢı‟nın gerçekleĢmesinde çok önemli pay sahibi oldular.
Mearshimer ve Walt‟a göre (2007: 306); yeni muhafazakârlar ve ittifak
yaptıkları kiĢi ve gruplar, savaĢı teĢvik etmek amacıyla, Ġsraillilerle ortak bir dil
kullandılar. Buna göre Ġsrail ve ABD, “uluslararası terörizm” adı altında ortak
bir düĢmana karĢı birleĢmiĢti ve Irak da Dünya‟da terörizme destek veren
ülkelerin baĢında yer alıyordu.
Daha önce de belirtildiği üzere Straussçu felsefeden yoğun biçimde
etkilenen yeni muhafazakârlar, “aldatmanın siyasette bir norm” olduğu
varsayımını benimsemiĢ ve yalanı, sadece düĢmanı yanıltmak için değil,
vatandaĢların kendilerini iyi hissetmeleri için de kullanılabilecek bir araç
olarak görmüĢlerdir. Özellikle ilerde de detaylı olarak inceleneceği üzere Irak
SavaĢı‟nın gerekçeleri de bu düĢünce ile yeni muhafazakâr mantık
133
doğrultusunda bilinçli olarak üretilmiĢtir ve aldatma stratejisinin parçasıdırlar
(Özen ve TaĢdemir, 2006:36-37).
Buraya kadarki değerlendirmelerden yola çıkarak, yeni muhafazakâr
görüĢü destekleyenler tarafından Irak SavaĢı‟nın yoğun ve açık biçimde
desteklendiğini ve savaĢ kararı alınmasında yeni muhafazakârların önemli
etkisinin olduğunu ifade etmek mümkündür.
b. Ġsrail Yanlısı DüĢünce KuruluĢlarının Irak SavaĢı’na Olan
Etkisi
Özellikle 11 Eylül saldırısı sonrasında, tüm dünyada olduğu gibi
ABD‟deki düĢünce kuruluĢları da bu saldırıyı referans alarak çok sayıda
araĢtırma ve makale yayınlamıĢtır. Bu çalıĢmalarda 11 Eylül‟ün nedenleri,
arkasında yatan güçler, bu saldırının neden ABD‟yi hedef aldığı ile ilgili
araĢtırmalar vardı. Bununla birlikte, Irak SavaĢı öncesinde de düĢünce
kuruluĢlarının, Irak‟a saldırı kararı alınması konusunda, Bush Yönetimini
etkilemeye yönelik yoğun çalıĢmaları olduğunu ifade etmek mümkündür.
Bunlardan bazıları aĢağıda belirtilmiĢtir.
1996‟da Uzman Stratejik ve Siyasal ÇalıĢmalar Enstitüsü (IASPS-The
Institute for Advanced Strategic and Political Studies) bünyesinde çalıĢan ve
Bush döneminde, Savunma Politikaları Kurulu BaĢkanı olan Richard Perle,
Savunma MüsteĢarı Douglas Feith gibi isimlerin de aralarında bulunduğu bir
grup tarafından hazırlanan “Temiz Bir Mola: Bölge Güvenliği Ġçin Yeni Bir
Strateji (A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm)” baĢlıklı
rapor; Orta Doğu‟nun yeniden Ģekillendirilmesi ve Ġsrail‟in güvenliğini sağlama
amaçlı tavsiyeler içeriyordu. Raporda Ġsrail‟e Saddam Hüseyin‟in devrilmesi
için bölgesel ittifaklar yapması ve bu doğrultuda çaba harcaması tavsiye
ediliyordu (IASPS Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu rapor, Ġsrail açısından çok
önemli sonuçlar doğurmamıĢ olsa, belki de Ġsrail Yönetimince dikkate bile
alınmamıĢ olsa da, ilerleyen dönemde ABD yönetiminde önemli konuma
134
gelecek olan Perle, Feith gibi politikacıların görüĢlerini içermesi açısından
önemlidir.
Buna göre 1997 yılında Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (Project for the
New American Century (PNAC)) adlı kuruluĢ tarafından, dönemin ABD
BaĢkanı Clinton‟a; “ABD‟nin küresel liderliği” ile ilgili görüĢler içeren, bir
mektup gönderilmiĢtir. Mektupta, BM ile sürdürülen görüĢmelerde radikal bir
değiĢiklik yapılması ve Saddam Hüseyin yönetimine son verilmesi istenmiĢtir.
Mektupta, Saddam Hüseyin‟den “ABD‟nin, Ġsrail‟in ve Arap ülkelerinin
düĢmanı” olarak bahsedilmiĢ ayrıca Saddam Hüseyin‟in Dünya petrol
rezervlerinin önemli bölümüne karĢı bir tehlike unsuru olduğu belirtilmiĢtir.
Raporun devamında ise Ģu ifadeler kullanılmıĢtır (Kingston [web], 2003) 11:
“… Bu durum, kısa vadede, askeri harekâta hazır olmak ve diplomasiden
medet ummamak gerektiği; uzun dönemde ise, Saddam ve rejiminin
silahsızlandırılması gerektiği anlamına gelmektedir. Biz, ABD‟nin var olan
Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda, gerekli adımları atma hakkı
bulunduğuna inanıyoruz ki bu haklar Körfezdeki çıkarlarımız doğrultusunda
SavaĢ dahil gerekli adımların atılmasına imkân tanımaktadır. Hiçbir koĢulda,
Amerikan politikaları, oy birliği konusunda Güvenlik Konseyinin yanlıĢ ısrarı
sebebiyle sakatlanmamalıdır...”
Buna göre PNAC‟ın, Clinton yönetimine; Saddam Hüseyin‟in mutlaka
devrilmesi ve bu hedefe giderken savaĢın dahi göze alınması gerektiğini
ifade ettiği anlaĢılmaktadır. Mektupta geçen ifadelerden de, Saddam Hüseyin
yönetimindeki Irak‟ın; Arap ülkelerine, Ġsrail‟e ve ABD‟ye karĢı bir tehdit
olarak gösterildiği; yine Hüseyin‟in kitle imha silahlarına sahip olduğu ve
dünya petrol rezervleri karĢısında da ciddi bir tehdit unsuru olduğunun ifade
edildiği anlaĢılmaktadır.
Clinton, bu mektupta dile getirilen taleplere olumlu bir cevap
vermemiĢ, Orta Doğu ve Irak politikalarında da herhangi bir değiĢiklik
11
Mektubun Tam metni için bkz. (Yeni Amerikan Yüzyılı Ġnternet Sitesi [web], 2011).
135
yapmamıĢtır. Clinton‟un kendi taleplerine olumlu yanıt vermemesi üzerine
PNAC yöneticileri, bu defa Kongre üzerinde çalıĢmalar ve lobi faaliyetleri
yürüterek 31 Ekim 1998‟de “Irak’ı ÖzgürleĢtirme Yasası (Iraqi Liberation
Act)” adı altında bir yasa çıkarılmasına etki ettiler (Gözen, 2006: 38). Söz
konusu yasada, Saddam Hüseyin rejiminin kronolojik olarak yaptıkları tespit
edilmiĢtir. Buna göre Saddam Hüseyin yönetiminin; Ġran‟ı iĢgali ve Ġran‟a
karĢı
kimyasal
silah
kullanması,
Halepçe
saldırısı,
Kuveyt‟i
iĢgali,
UNSCOM‟la iĢbirliği yapmaması gibi hususlar, kronolojik olarak sıralandıktan
sonra; ABD‟nin Orta Doğu‟daki çıkarları gereği, Saddam Hüseyin rejimini
devirmeye yönelik çabaları desteklemesi ve Irak‟ta demokratik bir rejimin
kurulabilmesi amacıyla çaba sarf etmesi gerektiği belirtilmiĢtir. Yasa metninin
ilerleyen bölümlerinde de ABD‟nin Irak‟ta demokratik bir yönetim oluĢturması
için gereken süreç boyunca yapması gerekenler anlatılmıĢtır. Buna göre;
ABD‟nin Irak‟ta yönetim karĢıtı bir oluĢum, kiĢi ya da gruplara destek vermesi,
ABD BaĢkanına rejim değiĢikliği için bir bütçe oluĢturulması ve rejim
değiĢikliği süreci boyunca Irak halkına yönelik insani yardım faaliyetleri
düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir (Irak Özgürlük SözleĢmesi (Iraq
Liberation Act) [web], 1998).
Yukarda belirtilen hususlar da göz önüne alındığında, Irak‟a savaĢ ilan
edilmesi
tarafından
ile ilgili mektup ve yasa metninde belirtilen ifadelerle ABD
Irak
SavaĢı
öncesinde
ileri
sürülen
savaĢ
gerekçeleri
karĢılaĢtırıldığında, birbirleriyle uyuĢtukları görülebilecektir. Bu durum, Irak
SavaĢı‟nın aslında çok önceden hazırlanan bir savaĢ senaryosu üzerinden
yürütülmüĢ olabileceğini göstermektedir.
Ġlginç olan diğer bir nokta da, PNAC üyelerinin büyük bir kısmının
Clinton Yönetimi sonrasında yönetimi devralan ABD BaĢkanı George W.
Bush döneminde yönetim kademelerinde ön safhalarda yer almasıdır
(Kingston [web], 2003). AĢağıda PNAC tarafından yazılan mektupta imzaları
bulunan ve sonraki ABD yönetiminde yer alan PNAC üyeleri verilmektedir
(Theindyvoice Ġnternet Sitesi [web], 2011, Kingston [web], 2003).
136
Tablo-6: Bush Yönetiminde Görev Alan PNAC Üyeleri
Adı
Görevi
Dick Cheney
Lewis Libby
BaĢkan Yardımcısı
Dick Cheney‟in BaĢdanıĢmanı
Donald Rumsfeld
Paul Wolfofitz
Peter W. Rodman
John Bolton
Savunma Bakanı
Savunma Bakan Yardımcısı
Savunma Bakan Vekili
MüsteĢar (Silahların
denetlenmesi)
DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı
Savunma Politikaları Kurulu
BaĢkanı
PNAC BaĢkanı ve Bush‟un
danıĢmanı
Afganistan Özel Büyükelçisi/Irak
Özel Temsilcisi
Richard Armitage
Richard Perle
William Kristol
Zalmay Khalilzad
Elliott Abrams
William J. Bennett
Ulusal Güvenlik Konseyi
Bush‟un KonuĢma Metni Yazarı
Jeffrey Bergner
Brstol Myers Squib, Boeing, HP,
Philip Morris, Lucent ve dell gibi
firmaları temsilen Lobicilik
faaliyetleri yürütmüĢtür.
Paula Dobriansky
Francis Fukuyama
MüsteĢar (Küresel iliĢkiler)
Yeni muhafazakârlığın Aktif
Savunucusu ve Bush yönetiminde
görüĢlerine değer verilen bir
akademisyen
Robert Kagan
PNAC Kurucusu ve Yöneticisi
William Schneider, Jr.
Savunma Bilim Kurulu BaĢkanı
R. James Woolsey
Robert B. Zoellick
CIA eski Yöneticisi
Bush Dönemi Kabine Üyesi
Tablodan yola çıkarak, George W. Bush yönetim kademesinin en
önemli görevlilerinin PNAC kuruluĢunda görev yaptığı ifade edilebilecektir. Bu
durum, ABD politikalarında düĢünce kuruluĢlarının ne derece önemli
olduğunu göstermektedir.
PNAC, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi amacıyla 1997 yılındaki
mektubunun ardından 11 Eylül 2001 saldırılarından dokuz gün sonra, Bush‟a
137
yeni bir mektup yazmıĢ ve Taliban ve El Kaide‟ye yönelik bir saldırı
baĢlatılmasını talep etmiĢtir. Aralarında Perle, Woolsey, Eliot Cohen gibi etkili
isimlerin de bulunduğu otuz sekiz PNAC üyesi tarafından imzalanan
mektupta ayrıca; “teröre karĢı savaĢ” ilan edilmesi istenmiĢtir. Bu doğrultuda,
mektupta daha geniĢ bir operasyon ile Yaser Arafat liderliğindeki Filistin
Otoritesinin sonlandırılması, Hizbullah‟la mücadele edilmesi, Suriye ve Ġran‟ın
tehdit edilmesi ve en önemlisi de Saddam Hüseyin Rejiminin sonlandırılması
istenmiĢtir. Mektupta ayrıca Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide arasında bir
bağlantı bulunamasa bile, uluslararası terörün sonlandırılması için Saddam
Hüseyin‟in mutlaka devrilmesi gerektiği belirtilmiĢtir12 (Lobe [web], 2006).
20 Eylül‟deki mektuptan yedi ay sonra, PNAC tarafından yeni bir
mektup daha yazılmıĢ ve Bush‟a, Irak‟a yönelik harekât hazırlıklarına acilen
baĢlanması, Arafat Yönetimindeki Filistin otoritesi ile bütün iliĢkinin kesilmesi
ve Ġsrail BaĢbakanı Ariel Sharon‟a Filistin intifadasını bastırması için tam
destek verilmesi istenmiĢtir. Mektupta Ġsrail‟e destek verilmesi hususunda
aĢağıda belirtilen ifadeler kullanılmıĢtır (Lobe [web], 2006):
“…Ġsrail‟in terörizme karĢı savaĢı bizim savaĢımızdır. Ġsrail‟in zaferi bizim
zaferimizdir… Ahlaki ve stratejik değerler sebebiyle, Ġsrail‟in teröre karĢı
savaĢında yanında yer almamız gerekmektedir…”
Bu ifadelerden de yeni muhafazakâr bakıĢ açısına sahip PNAC
üyelerinin, Ġsrail‟e destek verilmesini, ahlaki ve stratejik açıdan bir görev
olarak benimsediği ve ABD yönetimini bu doğrultuda yönlendirmek istediği
anlaĢılmaktadır. Yeni muhafazakârlık bahsinde de belirttiğimiz üzere, bu
durum ABD politikalarında Ġsrail etkisini açıkça ortaya koyması bakımından
önemlidir. Nitekim 20 Eylül‟de PNAC tarafından yazılan mektupla doğru
orantılı olarak aynı tarihte Bush, teröre karĢı savaĢ ilan ettiği ünlü
konuĢmasını gerçekleĢtirmiĢ ve bu savaĢın uzun ve yaygın bir savaĢ
olacağını Dünya toplumlarının seçimini yaparak “Ya ABD ile ya da
teröristlerle beraber hareket etmesi gerektiğini” ifade etmiĢtir. Bu durum bir
12
Mektubun tam metni için bkz. Newamericancentury Ġnternet Sitesi [web], 2011).
138
tesadüf bile olsa, PNAC üyeleri ile Bush yönetiminin düĢüncelerinin aynı
doğrultuda olduğunun bir kanıtı olması açısından önemlidir.
PNAC üyeleri, Irak‟a yönelik bir savaĢ kararı alınması yönünde
propagandalarını mektuplarla sınırlandırmamıĢ, ABD‟nin dört bir yanında
düzenledikleri paneller ve medya kuruluĢlarına verdikleri demeçlerle bu
yönde propagandaya devam etmiĢlerdir. Bu noktada özellikle Saddam
Hüseyin yönetiminin; teröre destek verdiği, kitle imha silahlarına sahip
olduğu, Saddam Hüseyin yönetimi devrilmeden ABD‟nin teröre karĢı baĢarı
kazanmıĢ sayılamayacağına yönelik açıklamalar yapılmıĢtır. 2002 yılı sonuna
gelindiğinde, “Irak‟ı ÖzgürleĢtirme Komitesi (The Committee for the Liberation
of Iraq)” adı altında tanınmıĢ yeni muhafazakârlardan oluĢan bir grup
oluĢturularak, Irak‟ın iĢgali yönünde propaganda yapmak amaçlı lobicilik
faaliyetleri yürütülmeye baĢlanmıĢtır (Gözen, 2006: 48-50).
Sonuç olarak düĢünce kuruluĢlarının ABD‟de siyasal kararların
alınması ve uygulanmasında çok önemli bir yere sahip oldukları ifade
edilebilecektir. Buradan hareketle Bush döneminde çoğunluğu düĢünce
kuruluĢlarından gelen uzmanlar ve akademisyenlerden oluĢan yönetim
kademesi
ve
danıĢmanlarının,
göreve
gelmeden
önce
de
Ġsrail‟in
desteklenmesi ve Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesi gerektiği yönünde
bir düĢünceleri olduğunu açıkça görülmektedir ve bu düĢüncelerini de
kamuoyu ve ABD yöneticileri ile defalarca paylaĢmıĢlardır. Sonuçta ABD
BaĢkanı Bush‟un savaĢ kararı almasında, düĢünce kuruluĢlarının önemli etki
sahibi olduklarını ifade etmek mümkündür.
Bu kısımda Irak SavaĢı‟nın ilan edilen resmi gerekçeleri ve savaĢ
sonrası Irak‟ın statüsü incelenerek, Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na olan etkisi
değerlendirilecektir.
139
3.
IRAK SAVAġI’NIN GEREKÇELERĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Irak SavaĢı, Dünya tarihine damgasını vurmuĢ en önemli olaylardan
biridir. Bush Doktrini olarak da ifade edilen yeni güvenlik doktrini ile birlikte,
bir tehdit henüz tehdit aĢamasındayken, ona kuvvet kullanarak müdahale
etmenin, uluslararası hukuka uygunluğu tartıĢılır hale gelmiĢtir. BM
AntlaĢmasının
meĢru
müdafaa
ile
ilgili
hükümlerine
dayandırılarak
gerçekleĢtirilen Afganistan müdahalesi, 11 Eylül saldırılarının Dünya
kamuoyunda yarattığı psikoloji, uluslararası teröre iliĢkin endiĢeler ve tek
kutuplu düzenin hegemon gücünün etkisi ile birlikte, yoğun bir tepki ile
karĢılaĢmamıĢtır.
ĠĢgalin
ilerleyen
aĢamalarında
da
NATO‟nun
Afganistan‟daki birliklerin koordinasyonunu yürütmeye baĢlaması ile birlikte,
tepkiler daha da azalmıĢtır.
Afganistan müdahalesinin aksine Irak‟ın iĢgali, Dünya kamuoyunda
büyük bir destek görememiĢtir. Bu operasyonda ABD, yakın müttefiki
Ġngiltere ile birlikte, Afganistan müdahalesinin aksine „meĢru müdafaa‟
iddiasına dayandırılmaya gerek bile duyulmadan, adeta sahip olunan güç
itibariyle, Dünya kamuoyuna „kimseye ihtiyaç duymadan da operasyon
yapabileceklerini‟ ilan eden bir güç gösterisi gerçekleĢtirmiĢtir.
Bu noktada herkesin aklına takılan soru, 1991 Körfez SavaĢı‟nda
müttefik güçlerin ellerinde imkân varken, Saddam Hüseyin Yönetimini neden
devirmediğiydi. Bu konuda birden fazla yorum yapılabilecektir. Her Ģeyden
önce, 1991‟de gerçekleĢtirilen müdahalede öncelikli amaç, Kuveyt‟i iĢgal
eden Irak‟ın iĢgalini sonlandırmasını sağlamaktı. BM AntlaĢmasına uygun
biçimde geliĢen müdahale sonrasında Irak, Kuveyt‟ten çekilmiĢ ve BM
kararlarına uyacağını ilan etmiĢti. Bu dönemde Dünya kamuoyu, barıĢ
getirme iddiası ile
koalisyon güçlerinin, bir ülkenin rejimine müdahalesini
tepki ile karĢılayabilirdi. Ayrıca, karıĢık etnik ve siyasi yapısı gereği, kaynayan
bir kazan olan Irak‟ta Saddam Hüseyin baskıyla ve zor kullanarak otoritesini
sağlamıĢ, bu insanları bir arada tutabilmeyi baĢarabilmiĢti. Uzun süren
savaĢların ardından, uzun sürebilecek bir otorite boĢluğu, Irak‟ın toprak
140
bütünlüğünü bozabilecek, özellikle barındırdığı Kürt ve ġii nüfus sebebiyle
etraftaki devletlerin de güvenliğini tehdit eder hale gelebilecekti. Bu noktada
gerekli ortam oluĢana kadar, Saddam Hüseyin Yönetiminin kalması bir
anlamda, büyük güçlerin iĢine gelmekteydi.
Irak‟ta rejimi doğrudan güç kullanarak değil de, ABD‟nin örtülü
operasyonları ile değiĢtirme giriĢimleri de Körfez SavaĢı sonrasında
ayaklananlara karĢı Saddam Hüseyin‟in uyguladığı
baskı ile baĢarısız
olmuĢtu. Sonrasında, Irak hava sahasının kontrolü koalisyon güçlerine
geçmiĢ, Irak‟a yoğun bir ambargo uygulanmıĢtı. Bu durumun halkta
yaratacağı tepkilerle Saddam Hüseyin‟in zor durumda kalacağı düĢüncesi
hakim olmuĢ ancak düĢünülen gerçekleĢmemiĢtir.
Bunun üzerine ABD 1993-2001 yılları arasında ABD‟nin Basra Körfezi
stratejisini, Saddam Hüseyin‟le bir arada yaĢamak üzerine oluĢtururken, Orta
Doğu stratejisini de Irak ve Ġran‟ı bir arada dıĢlamak üzerine kurgulamıĢtı.
Yapılan çalıĢmalarda Irak rejiminin kendi içinde süreklilik yakaladığı ve
bundan sonra ancak iç etkenlerle bir değiĢim yaĢanacağı, Saddam
Hüseyin‟in de ya baĢka bir devrimle ya da ölümüyle iktidardan düĢeceği ifade
ediliyordu (Erkmen, 2003: 3-4).
29 Ocak 2002‟de ABD BaĢkanı Bush ABD kongresine hitaben yaptığı
konuĢmada, “Kuzey Kore, Ġran ve Irak” rejimlerini tehlikeli rejimler Ģeklinde
nitelendiriyor ve bunların bir “Ģer ekseni” oluĢturduklarını belirtiyordu.
KonuĢmasının devamında Bush, kitle imha silahlarını elde etmeye çalıĢan bu
rejimlerin, Dünya güvenliği için büyük bir tehlike kaynağı olduğunu ve
ABD‟nin yaklaĢan bu büyük tehlike karĢısında, yanıtsız kalamayacağını ifade
ediyordu (Tanner, 2005: 269). Bu konuĢmadan yola çıkarak ABD‟nin 11 Eylül
sonrasında teröre karĢı ilan ettiği savaĢın, yalnızca Afganistan‟la sınırlı
kalmayacağı, baĢka ülkelerin de bu savaĢ ilanının muhatabı olduğu
anlaĢılmaktaydı.
141
Afganistan müdahalesi, uluslararası teröre destek
veren Taliban
rejimini devirmiĢ, bu ülkede yerleĢmiĢ ve 11 Eylül‟ün faili olarak gösterilen El
Kaide terör örgütüne büyük bir darbe vurmuĢtu. Ancak bu yeterli değildi. ABD
BaĢkanı Bush, tüm Dünyada teröre destek verenlere karĢı savaĢ ilan etmiĢti
ve Afganistan sadece bir baĢlangıçtı. Daha önce de ifade edildiği gibi, ABD
BaĢkanı Bush, Dünya devletlerini ikiye ayırmıĢ “Ya bizimlesiniz ya da
teröristlerle…” diyerek bundan sonra teröristler ve teröre destek verenler
arasında bir ayrım yapılmayacağını ifade etmiĢti.
Taliban‟ın mağlup edilmesi ile birlikte El-Kaide‟nin bir numaralı
destekleyicisi ortadan kalkmıĢtı, ancak ABD istihbaratının sağladığı bilgilere
göre, El-Kaide, 50‟nin üzerinde ülkede faaliyet gösterdiği için bu baĢarı yeterli
değildi. Ana tehlikenin ise, Irak‟tan kaynaklandığı düĢünülmekteydi (Keegan,
2005: 112).
Irak SavaĢı öncesinde ABD BaĢkanı Bush, Savunma Bakanı Donald
Rumsfeld, BaĢkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Paul
Wolfowitz, Genel Kurmay BaĢkanı Richard B. Myers; parlamentoda
gerçekleĢtirilen konuĢmalar ve röportajlarda, Irak‟da bir rejim değiĢikliği
gerekliliğini vurgulamıĢlar, Saddam yönetimindeki Irak‟ın yalnızca ABD ve
müttefikleri için değil tüm Dünya için büyük bir tehdit olduğunu; Irak‟ın BM
kararlarına rağmen, kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahları üretme
ve geliĢtirmeye devam ettiğini vurgulamıĢlardı (KonuĢma ve Röportajlar
hakkında detaylı bilgi için Bkz. Leadingtowar Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Bush‟un iktidara geliĢi ile birlikte yeni muhafazakâr ideoloji, ABD
yönetimine hakim hale gelirken, yeni kabinenin etkin isimleri, Orta Doğu
politikalarında artık Saddam Hüseyin rejiminin değiĢtirilmesi gerektiğini
yüksek sesle ifade etmeye baĢlamıĢtı. 11 Eylül sonrasında da artık ABD‟nin
beklediği ortam oluĢmuĢtu.
Bush‟un 29 Ocak 2002‟de Kongrede yaptığı konuĢmasında ifade ettiği
görüĢleri,
aslında
ABD‟nin
bundan
142
sonra
nasıl
hareket
edeceğinin
göstergesiydi. Bush konuĢmasında, “Kimsenin ABD‟den hiçbir Ģey yapmadan
beklemesini istememesi gerektiği, ABD‟nin kaybedecek zamanı olmadığı ve
düĢmanın ne zaman saldıracağı belli olmadığından, „tehdit henüz tehdit
halindeyken bertaraf edilmesi gerektiğini” söyleyerek, “önleyici meĢru vuruĢ”
olarak da ifade edilen ve
„en iyi müdafaanın, düĢman ilk vuruĢu
gerçekleĢtirmeden yapılacak saldırı olduğu‟ düĢüncesi resmi ideoloji olarak
ilan edilmiĢti (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2002).
13 Eylül 2002‟de
Bush; BM Genel Kurulu‟nda yaptığı konuĢmada
Irak‟ın kitle imha silahları üretme kapasitesi olduğunu ve bunun dünya için
yakın ve büyük bir tehdit olduğunu vurgulamıĢ; ayrıca Irak‟ın BM Güvenlik
Konseyi kararlarına uymayı taahhüt etmesine rağmen bu taahhütlerine
uymadığı ve
BM‟nin otoritesine ve Dünya barıĢına karĢı büyük bir tehdit
olduğunu ifade etmiĢti. Buna göre bu ağır ve yakınlaĢan tehdide karĢı, Dünya
devletlerinin harekete geçmesi çağrısında bulunmuĢ ve eğer bu konuda bir
hareket düĢünülmüyorsa ABD‟nin tek baĢına gerçekleĢtireceği hareketin de
engellenmemesini istemiĢti (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2002).
2002 Eylülünde Ġngiltere BaĢbakanı Tony Blair, Irak‟ın askeri imkânları
ile ilgili bir istihbarat raporu yayınlamıĢ, ancak daha sonra bu raporun hatalı
bilgiler içerdiği iddia edilmiĢti. Aynı ay içinde ABD‟de yayınlanan Ulusal
Güvenlik Belgesi‟nde, “Önleyici vuruĢ” kavramı ortaya atılarak, ABD‟nin uzun
vadede
tehdit olarak
gördüğü
unsurlara
karĢı onlardan
bir
saldırı
beklemeden, doğrudan saldırı yapabileceği konusu tartıĢmaya açılmıĢtı
(Aydın ve diğerleri, 2007: 28). Bu geliĢmeler, Irak‟a yönelik bir askeri
müdahalenin yakın ve kaçınılmaz olduğunun bir göstergesiydi. Nitekim 20
Mart 2003‟de ABD ve Ġngiltere öncülüğünde oluĢturulmuĢ çok uluslu
koalisyon güçlerinin bir askeri harekâtla Irak‟a girmesiyle Irak SavaĢı, resmi
adıyla “Irak‟ı ÖzgürleĢtirme Operasyonu-Operation Iraqi Freedom” baĢlamıĢ
oldu.
Irak‟a yönelik operasyonun ilan edilen gerekçeleri arasında, Irak‟ta
bulunan kitle imha silahlarının yok edilmesi ve üretim kapasitesinin
143
sonlandırılması, Irak‟ın teröre verdiği desteğin kesilmesi ve Irak halkının
özgürleĢtirilmesi bulunuyordu. ÇalıĢmamıza ıĢık tutması açısından Irak
SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri detaylı olarak incelenecektir.
a.
Irak SavaĢının Ġlan Edilen Resmi Gerekçeleri
(1) Irak’ta Kitle Ġmha Silahları Bulunduğu Ġddiası
ABD‟nin Dünyaya ilan ettiği savaĢ gerekçelerinden en
önemlisi Irak‟ın BM kararlarına rağmen halen kitle imha silahları geliĢtirmeye
devam ettiği ve Saddam yönetiminin elinde pek çok kitle imha silahı
bulunduğu iddiasıydı.
Kitle imha silahları ile ilgili ABD‟nin diğer bir endiĢesi de bu silahların
teröristlerin eline geçmesi idi. Bu noktada teröre destek verdiği düĢünülen
Saddam Hüseyin yönetimi, bir de sahip olduğu kitle imha silahlarını ve
üretme teknolojilerini teröristlerle; özellikle de El Kaide ile paylaĢırsa, tüm
Dünya büyük bir tehlike altına girecekti. Bu noktada ABD, önleyici vuruĢ ile
teröristler henüz ilk vuruĢu gerçekleĢtiremeden bu tehdidi bertaraf etmeliydi
(Gözen, 2006: 57).
BM Güvenlik Konseyinin ateĢkes koĢullarını düzenleyen, 687 sayılı
kararı ile birlikte, Irak‟ta kitle imha silahlarının denetimi amacıyla özel bir
komisyon
(UNSCOM)
ve
Uluslararası
Atom
Enerjisi
Ajansı
(IAEA)
yetkilendirilmiĢti. Bununla birlikte izlenen süreçte, Irak ve denetçiler arasında
zaman zaman krizler yaĢanmıĢ; krizler, bazen baskı ile bazen de Çöl Tilkisi
Operasyonu örneğinde olduğu gibi güç kullanımı ile aĢılabilmiĢti.
Çöl Tilkisi Operasyonu sonrasında Güvenlik Konseyinin 17 Aralık 1999
tarihli, 1284 sayılı kararı ile denetimlerin, UNSCOM yerine UNMOVIC ve
IAEA tarafından yapılacağının açıklaması ile bir süreliğine duran denetimler
yeniden baĢlamıĢtı. Sonuçta sürekli Ģekilde denetlenen Irak‟ın, çevre ülkeler
ve Batılı Devletler açısından bir tehdit oluĢturmayacağı ifade edilebilecek olsa
144
da, Hüseyin Yönetimine karĢı, denetçilere her fırsatta sorun çıkarması ve gizli
Ģekilde yürütülebilecek üretim ve geliĢtirme faaliyetleri sebebiyle, bu konuda
bir güven oluĢmamıĢ ve tehdit algısı devam ettirilmiĢti. SavaĢ öncesinde ABD
ve Ġngiliz istihbarat örgütleri yayınladıkları raporlarda Irak‟ta kitle imha silahı
bulunduğu ve Irak‟ın bunları geliĢtirme faaliyetlerine devam ettiğini iddia
etmekteydiler. Bu iddiaları desteklemek amacıyla da Saddam Hüseyin‟in
geçmiĢteki saldırılarına referans verilmekteydi.
AĢağıdaki tabloda Saddam Hüseyin yönetimince kullanıldığı
iddia
edilen kitle imha silahları ve tarihleri bulunmaktadır (Amerikan Merkezi
Haberalma TeĢkilatı (CIA) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2004)
Tablo-7: Saddam Hüseyin Yönetimince Kullanıldığı Ġddia Edilen
Kimyasal Silahlar ve Sonuçları
Yer
Kullanılan
Silah
Tarih
Sonuç
Haij Umran
Hardal Gazı
01.08.1983
100‟den az Ġranlı
ve Kürt
Panjwin
Hardal Gazı
Ekim-Kasım1983
Majnoon Island
Hardal Gazı
ġubat-Mart1984
3,001 Ġranlı ve
Kürt
2.500 Ġranlı
al-Basrah
Tabun
Mart 1984
50-100 Ġranlı
Hawizah Marsh
Hardal Gazı ve
Tabun
Mart 1985
3,000 Ġranlı
al-Faw
Hardal Gazı ve
Tabun
Ocak 1986
8,000-10,000
Ġranlı
Aralık 1986
1,000 Ġranlı
Nisan 1987
5,000 Ġranlı
Ekim 1987
3,000 Ġranlı
Mart 1988
7,000 Ġranlı ve
Kürt
Nisan 1988
1,000 Ġranlı
Mayıs 1988
100-1,000 Ġranlı
Haziran 1988
100-1,000 Ġranlı
Temmuz 1988
100-1,000 Ġranlı
Mart 1991
Bilinmiyor
Um ar-Rasas
al-Basrah
Sumar/Mehran
Halabjah
al-Faw
Fish Lake
Majnoon Islands
South-central border
an-Najaf
Karbala area
Hardal Gazı
Hardal Gazı ve
Tabun
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Hardal Gazı ve
Sinir Gazı
Sinir gazı ve
CS
145
ABD‟nin Irak konusundaki endiĢeleri ve Irak‟a karĢı bir askeri harekât
konusunda yoğun tartıĢmalar sürerken, Bush yönetimi de nasıl hareket
edeceğine dair stratejiler geliĢtirmeye baĢlamıĢtı. Bush yönetiminde de
baĢlangıçta Irak‟a olası bir harekât konusunda farklı sesler çıkmaktaydı.
Powell, Irak‟a karĢı bir harekâta karĢı değildi, ancak onun için asıl önemli
olan bu harekâtın nasıl, ne zaman ve kimlerle yapılması gerektiğiydi ve
Powell‟a göre, ABD böyle bir harekâtta, koalisyon güçleri ile birlikte hareket
etmeli ve acele etmemeliydi. Powell‟a göre, harekât tarzı belirlenirken, daha
dikkatli olunmalı ve öncelikle silah denetçilerinin Irak‟a gönderilmesi
konusunda destek kazanılması için BM‟de giriĢimlerde bulunulmalıydı. Daha
Ģahin bir duruĢu olan Cheney ise, ABD‟nin Irak‟a harekât konusunda BM‟den
alınacak bir yetkiye ihtiyaç duymadığını düĢünüyor ve sadece bildirimde
bulunmasını yeterli görüyordu. Zira BM Güvenlik Konseyi kararlarına
uymadığı için bu kararlar ABD‟ye ihtiyaç duyduğu yetkiyi zaten veriyordu.
Ayrıca önemli bir petrol rezervine sahip olan Irak‟ın kitle imha silahı tehdidiyle
tüm Orta Doğu‟yu tehdit ederek kendi egemenliğine alabileceği, bu durumda
da
bütün
Orta
Doğu
enerji
kaynaklarının
Saddam‟ın
egemenliğine
girebileceğini iddia ediyordu (Mann, 2004: 445-446).
8 Kasım 2002‟de BM tarafından alınan 1441 sayılı kararda, Körfez
SavaĢından bu yana Irak‟la ilgili kararlara referans vererek bunların geçerli
olduğu hatırlatılmıĢ ayrıca,
aĢağıdaki ifadelere yer verilmiĢtir (BM Resmi
Ġnternet Sitesi [web], 2002):

Daha önceki kararlarda (661 (1990), 678(1990), 686 (1991), 687
(1991), 688 (1991), 707(1991), 715 (1991), 986 (1995), 1284 (1999), 1382
(2001)) da belirtildiği üzere, Irak‟ın Güvenlik Konseyi ile iĢbirliği
yapmayarak, kitle imha silahlarını ve uzun menzilli füzeleri üretmeye
devam etmesi uluslararası barıĢ ve güvenliği tehdit etmektedir.

Kararda, Özellikle 687 sayılı kararın önemi vurgulanmıĢ ve Irak‟ın hala
bu kararda belirtilen hususlar hakkında, kesin ve doğru bir ifĢaat
gerçekleĢtirmediği ifade edilmiĢtir. Bu noktada kitle imha silahları
geliĢtirme programları, 150 km‟den daha geniĢ menzili olan balistik
füzeleri, sahip olduğu bunun gibi silahları, bu silahları ve parçalarını imal
146
ettiği üretim merkezlerini, ayrıca nükleer silah üretme amaçlı olmasa da
nükleer programlarını içeren bir açıklama yapılmadığı belirtilmiĢtir.

Irak‟ın, pek çok kez BM Özel Komisyonu (UNSCOM) tarafından
yasaklanan bölgelere girdiği; ayrıca 687 sayılı kararda ve 1998„de yapılan
anlaĢma gereği, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve BM Özel
Komisyonunun
yürüttüğü
çalıĢmalarda
silah
denetçileri
ile
tam
koordinasyon sağlanamadığı ifade edilmiĢtir.

Irak‟ın 687 ve 688 sayılı kararlarda terörizme destek verilmemesi ve
kendi vatandaĢları üzerinde baskı ve Ģiddet uygulanmaması, uluslararası
yardım kuruluĢlarının Irak‟ta ihtiyaç duyulan bölgelerde görev yapmasının
engellenmemesi gibi yükümlülüklerine uymadığı ifade edilmiĢtir.

Irak DıĢiĢleri Bakanı tarafından, Eylül 2002‟de BM Genel Sekreterine
sunulan mektupta da belirtilen ifadeler, yukarıdaki
taahhütlerin yerine
getirilmesindeki baĢarısızlığı teyit etmektedir.
Oy birliği ile alınan karara göre, Saddam Hüseyin, silahsızlanma
sorumluluklarına aykırı davranmaya devam ederse, “ciddi sonuçlarla” karĢı
karĢıya kalacaktı (Woodward, 2004: 235).
Bu karardan da anlaĢılacağı üzere, BM Güvenlik Konseyi‟nin Irak
SavaĢı öncesinde, Irak‟ın BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlara uymadığı
ve bu konuda önlem alınması gerektiği konusunda bir görüĢ birliğine vardığı
ifade edilebilecektir. Bununla birlikte alınacak önlemlerin ne olacağına dair bir
görüĢ birliği olduğunu söylemek mümkün değildir.
1441 sayılı karar, Irak‟ı „koĢulsuz iĢbirliğine‟ çağırırken aynı zamanda,
bu iĢbirliğini bir takvime bağlamaktaydı ve Irak‟ın 30 gün içinde eğer elinde
varsa, sahip olduğu kitle imha silahlarına iliĢkin envanteri BM‟ye sunmasını
ya da bu silahlar eğer imha edildiyse nasıl ne zaman imha edildiğinin
açıklanmasını istemekteydi. Irak, ayrıca bu delilleri sunmakla birlikte,
UNMOVIC‟in
de
ülkeye
gelmesine
izin
verecekti.
Irak‟ın
iĢbirliğine
yanaĢmaması sebebiyle UNSCOM ülkeden çekilmiĢ yerine UNMOVIC
kurulmuĢtu. Bununla birlikte UNSCOM yayınladığı son raporunda, “Irak
147
hükümetinin altı bin tip kimyasal bomba, yedi karadan karaya füze ve 2 Scud
füzesinin ve bir çok kimyasal ve biyolojik silah malzemesinin açıklamasını
yapamadığını” belirtmiĢti. UNSCOM‟a göre Irak, 26.000 litre Ģarbon ve 1,5
ton VX gazı üretilebiliyordu ki sadece 140 lt VX gazı ile bir milyon insanın
öldürülmesi mümkündü (Keegan, 2005: 120).
Daha önce silah denetçilerine karĢı uzlaĢmaz tutum sergileyen
Saddam
Hüseyin
Yönetimi,
ABD‟nin
bu
gerekçe
ile
müdahalede
bulunacağının giderek yakınlaĢan bir ihtimal olması sebebiyle, denetçilerin
daha geniĢ yetkilerle donatılarak ülkesinde inceleme yapmasına onay
vermiĢti (Tanner, 2005: 286).
25 Kasım‟da UNMOVIC ve ilerleyen dönemde de IAEA‟ya mensup
yüzü aĢkın denetçi denetlemelere baĢladı. Denetleme kapsamında, Ģüpheli
görülen yerleri ziyaret ederek ve bilim adamlarını sorgulayarak görevlerini
sürdürdüler (Keegan, 2005: 121).
Irak yönetimince 7 Aralık‟ta ellerinde bulunan kitle imha silahlarının
envanteri BM‟ye sunulsa da bu liste tatmin edici bulunmamıĢtı (Arı, 2004:
500). Zira ABD ve Ġngiltere kitle imha silahlarının Irak‟ta bulunmadığına ve
var olanların da imha edildiğine dair somut delil istiyordu.
19 Aralık 2002‟de ABD BaĢkanı Bush, Irak‟ı 1441 sayılı kararı ihlal
etmekle
suçlamıĢ
ve
Kitle
Ġmha
Silahlarının
yerlerinin
tamamıyla
açıklanmasını, aksi takdirde Irak‟ın “ciddi sonuçlarla” karĢılaĢacağını ifade
etmiĢti (Keegan, 2005: 124).
26 Ocak 2003‟te DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell, Davos‟taki Dünya
Ekonomik Forumunda, “çok taraflılık var olan sorunlarda hareketsiz kalmanın
özrü değildir ve ABD, egemenlik haklarımızı korumak için gerekli olan askeri
harekâtı yalnız ya da kolektif bir Ģekilde gerçekleĢtirebilecektir. “ diyerek olası
bir askeri harekâtta ABD‟nin tek baĢına da hareket edebileceğini ifade etmiĢti
(Copson, 2003: 2).
148
27 Ocak 2003‟te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) BaĢkanı
Muhammed el-Baradei ve BM silah denetçileri (UNMOVIC) Ģefi Hans Blix, 60
günlük incelemelerinin ardından aĢağıda belirtilen detayları içeren raporlarını
sunmuĢlardı (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2003; Arı, 2004: 502):
Blix tarafından sunulan raporda; Irak yönetiminin, halen gerçek bir
iĢbirliği için adım atmadığını, bu sebeple de uluslararası toplumun güvenini
kazanamadığı; bu sebeple de barıĢ içinde yaĢama azmini gösteremediği
ifade edilmiĢtir. Irak‟ın ilkesel bazda, iĢbirliğine onay verse de pratikte yeterli
çabayı göstermediği ve denetçilere sunulan 12 bin sayfalık belgenin de
eskisinin bir tekrarı olduğu belirtilmiĢti. Blix ayrıca, belgelerdeki çeliĢkilere de
değinerek, göstergelerin Irak‟ın beyan ettiğinden daha fazla nükleer-biyolojikkimyasal silaha sahip olabileceğini belirtmiĢ, dolayısıyla Irak‟ın elinde halen
kitle imha silahları bulunabileceğini ifade etmiĢti.
Baradei‟nin raporunda ise; yapılan araĢtırmalara göre, Irak‟ın kitle
imha silahlarına sahip olduğuna dair kesin bilgilere eriĢilemese de halen
cevaplanması gereken çok sayıda soru bulunduğu ve var olan bilgilerin 1991
öncesine ait olduğu belirtilmekteydi. Dolayısıyla 1998 sonrası durumla ilgili
Dünya kamuoyunu ikna edebilmek için Irak yönetiminin daha kararlı
davranması gerektiği ve tüm sorunların cevapları alınana dek, araĢtırmanın
devam ettirilmesinin faydalı olacağı ifade edilmekteydi.
Daha önce de bahsedildiği gibi, BM Güvenlik
Konseyi üyeleri
arasında, Irak‟a karĢı alınacak önlemler konusunda bir fikir birliğinden söz
etmek mümkün değildi. ABD ve Ġngiltere liderleri, gerek ülke içi konuĢmalarda
gerekse uluslararası organizasyonlarda, dünya kamuoyuna yönelik olarak,
Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğuna dair söylemlerini sürdürseler de,
henüz somut bir delil ortaya koyabilmiĢ değillerdi.
Irak‟la o dönem yoğun ticari iliĢkileri olduğu düĢünülen Fransa,
Almanya, Rusya, Çin gibi üyeler, Irak‟a yönelik bir askeri operasyon
149
konusuna sıcak bakmıyorlardı. Bu dört ülke de denetimlerin bir süre daha
devam etmesi gerektiğini belirtiyorlardı (Copson, 2003: 1).
5 ġubat 2003‟te ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell, BM Güvenlik
Konseyi‟nde, Irak konusunda yapılan oturumda, Irak‟ın kitle imha silahlarına
sahip olduğu ve bunların denetçilerden gizlendiğini ispat etmek için yanında
getirdiği; “istihbarat servislerinin” ürettiği kabul edilen çeĢitli belge, fotoğraf ve
videoları BM temsilcileri ve CNN televizyonu aracılığıyla da tüm dünyaya
sunmuĢtu (Gözen, 2006: 57).
Gerilimin arttığı ve görüĢ ayrılıklarının derinleĢtiği bu dönemde,
Ġspanya ve Ġtalya‟yı da içeren 8 Avrupa ülkesi, ABD‟nin tavrını destekleyen bir
tezkere imzalamıĢtır (TaĢdemir, 2006: 244). Bu dönemde, Dünya çapında
Irak‟a yönelik bir harekâta karĢı olanların sayısı artıyordu. 15 ġubat 2003‟te
600 Ģehirde toplam 100 milyon protestocu sokaklara döküldü. Sadece
Londra‟da 2 milyon kiĢi savaĢ karĢıtı protesto gerçekleĢtirdi. Diğer taraftan
savaĢ hazırlıklarını yürüten ABD, hızla bölgeye asker sevkine devam
ediyordu (Keegan, 2005: 125-127).
24 ġubat 2003‟te ABD, Ġngiltere ve Ġspanya, Irak‟ın 1441 sayılı karara
da uymayarak son Ģansı yitirdiğini ve kitle imha silahlarından vazgeçmediğini
ilan eden ve Irak‟a karĢı askeri müdahaleyi onaylayan ikinci bir karar
çıkarmak istedi. Bununla birlikte, özellikle Ġngiltere‟nin yoğun çabalarına
rağmen 10 Mart 2003‟te Fransa Devlet BaĢkanı Chirac, böyle bir kararı veto
edeceğini ilan etti. Ardından Rusya temsilcileri de aynı yönde karar
vereceklerini bildirdi, bunun üzerine üç hükümet de diplomatik çabaların
sonuçsuz
kalacağını
görerek
17
Mart‟ta
BM
Kararı
çıkarmaktan
vazgeçtiklerini ilan ettiler (Copson, 2003: 3-4).
7 Mart‟ta Hans Blix ve Baradei, Irak‟ta elde edilen bulgulara dair bir
sunumda bulundu. Buna göre Irak, UNMOVIC‟le geçmiĢte olandan daha
fazla
iĢbirliği
yapıyordu.
Bununla
birlikte,
her
Ģey
tam
olarak
aydınlatılamamıĢtı. Irak‟ın elinde bulunduğu iddia edilen mobil biyolojik silah
150
laboratuarları ile yer altı tesislerinin varlığı araĢtırılmıĢ ancak hiçbir kanıt
bulunamamıĢtı. Bulunan tek kanıt el-Samud füzeleriydi ki bu füzeler de 687
sayılı kararla yasaklanmalarına rağmen, menzilleri 150 km‟yi ancak
geçebiliyordu. AraĢtırmanın tamamlanmasının bu aĢamada dahi aylarca
sürebileceği ifade edilmiĢ, bu durum da ABD tarafında rahatsızlık yaratmıĢtı.
Zira ABD‟nin Irak‟a bu kadar zaman tanımaya niyeti yoktu. IAEA adına söz
alan El Baradei de Irak‟ın Nijerya‟dan uranyum aldığı tezini yalanladı
(Keegan, 2005: 127-128). Bu raporlar, ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ta kitle imha
silahları bulunduğuna dair öngörülerini boĢa çıkarıyordu.
17 Mart‟ta ABD BaĢkanı Bush, Saddam Hüseyin‟in Irak‟ı 48 saat içinde
terk etmesini, aksi takdirde askeri müdahalenin gerçekleĢeceğini ilan etti ve
verilen sürenin dolmasını müteakip Irak‟a karĢı askeri harekât baĢladı
(Copson, 2003: 3-4).
Irak SavaĢı ve sonrasında geliĢen süreç içinde Irak‟ta herhangi bir kitle
imha silahı bulunduğuna dair bir kanıt bulunamamıĢtır. Zira hem denetçi
raporları hem de
savaĢ sonrasında yapılan açıklamalar da bunu teyit
etmektedir.
Ġngiltere‟de kurulan ve “Chilcot Komisyonu” olarak da ifade edilen
komisyon, Irak SavaĢı hakkında incelemede bulunmakta, 2001-2009 yılları
arasında alınan kararları ve alınan dersleri araĢtırarak, Irak SavaĢı kararının
alınmasında etkili olan kamu görevlileri ve dönemin siyasetçileri ile ilgili
soruĢturmaları yürütmektedir. Bu kapsamda Ġngiltere eski BaĢbakanı Tony
Blair‟in de ifadesi alınmıĢtır. Tony Blair ifadesinde “11 Eylül saldırılarının
Ġngiltere‟nin Saddam Hüseyin‟e yönelik politikasını tamamen değiĢtirdiğini; bu
doğrultuda 11 Eylül öncesinde tehlikenin farkında olduklarını ancak bunu
kontrol altında tutabileceklerini düĢündüklerini, 11 Eylül sonrasında ise,
yaĢanan en önemli değiĢikliğin risk hesaplarının değiĢmesi olduğunu
belirtmiĢtir.” Komisyonun kitle imha silahları konusundaki sorularını da
yanıtlayan Blair, Irak hakkında savaĢ öncesi sahip olunan bilgilerin Ģu anda
Irak‟ta kitle imha silahı bulunmadığına dair kesin bilgiler kadar net olmadığını
151
belirtmiĢtir. Ancak, Saddam Hüseyin‟in geçmiĢte bu silahları kullanarak bir
milyonu aĢkın kiĢiyi öldürmüĢ olmasının ve BM ile herkesi memnun edecek
düzeyde bir iĢbirliği gerçekleĢtirmemiĢ olmasının, insanlardaki endiĢeleri
gidermediği ve savaĢ öncesi Irak hakkındaki istihbarat raporlarının da yanlıĢ
olduğunu kabul ederek, bu raporların o anki bilgiler derlenerek hazırlandığını
ve bugün ortaya çıkan bilgilerle geçmiĢi değerlendirmenin yanlıĢ olduğunu
ifade etmiĢtir. Blair, Ġngiltere ve ABD‟nin Saddam Hüseyin konusunda
kamuoyunda oluĢan Ģüphe ve endiĢeyi de dikkate alarak, somut delil
bulunmasa ve Blix BaĢkanlığındaki ekibin de delil bulamamıĢ olması söz
konusu olsa da, Irak‟a müdahale tercihini kullandığını ve tehlikeli gördüğü bu
liderden kurtulmanın hem Ġngiltere‟yi hem de dünyayı daha güvende
kılacağını düĢündüğünü ifade etmiĢtir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Blair‟in ifadesinden, aslında ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ta kitle imha
silahları bulunduğu konusunda yoğun Ģüpheleri bulunduğu; Irak yönetimi ne
yaparsa yapsın bu kanaatlerinin değiĢmeyeceği anlaĢılmaktadır. Tablo-8‟de
Irak SavaĢı öncesi ve sonrasında Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı bulunduğu
iddialarına iliĢkin açıklamaları içeren
bir çizelge verilmiĢtir (BBC Ġnternet
Sitesi [web], 2005):
Tablo-8‟den de anlaĢılacağı üzere, ABD ve Ġngiltere, savaĢ öncesinde
ortaya atılan iddiaları kanıtlayacak herhangi bir delil bulamamıĢ ve bu konuda
yanlıĢ istihbarat aldıklarını kabul etmiĢlerdir. Bununla birlikte, Irak SavaĢı‟nın
haklı bir savaĢ olduğu ve Hüseyin yönetiminin devrilmesinin, ulusal
güvenlikleri ve Dünyanın güvenliği açısından gerekli olduğu söylemini
sürdürmüĢlerdir.
152
Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar
Tarih
24 Eylül 2002
Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği
Ġngiliz Hükümeti, Irak‟ın Kitle Ġmha Silahı (KĠS) geliĢtirme programı ile
ilgili rapor yayımladı. Raporda;
-Irak‟a KĠS kullanabilmesi için 45 dakika yeterlidir,
-Nijerya‟dan nükleer silahlarda kullanabilen uranyum satın almıĢtır,
-Blair, raporun yayınlandığı gün, “Saddam KĠS geliĢtirmektedir ve biz
onu denetimsiz bırakamayız” Ģeklinde bir açıklama yapmıĢtır.
1 Ekim 2002
ABD Ulusal Ġstihbarat Ajansı, Irak tehdidinin hızla arttığını belirten
bir rapor yayınlandı. 6 istihbarat ajansından derlenen bilgilerde;
Saddam‟ın tekrar uranyum zenginleĢtirme faaliyetlerine giriĢtiği bilgisi
yer aldı ve bu rapor Temmuz 2003‟te kamu oyu ile paylaĢıldı.
9 Ekim 2002
CIA ġefi George Tenet Saddam‟ın ABD‟nin askeri müdahalede
bulunacağından emin olursa buna kimyasal ya da biyolojik silahla
karĢılık verebileceğini belirten bir açıklama yaptı.
8 Kasım 2002
BM Güvenlik Konseyi 1441 sayılı karar çıkarıldı. Aynı gün Bush, Irak
eğer 1441 sayılı karar uymazsa, ABD ve diğer devletler Saddam‟ı
silahsızlandırma için gerekli her Ģeyi yapacağını ifade etti ve
“Kanunsuz bir rejimin, nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üretmesi ya
da geliĢtirmesine izin verilmeyeceğini ifade etti.”
18 Kasım 2002
BM Gözlemcileri Irak‟a dönerek araĢtırmalarına tekrar baĢladı
9 Ocak 2003
BM
AraĢtırma
Komisyonu
Dedektifi
Hans
Blix,
Güvenlik
Konseyi‟ne yaptığı açıklamada, Irak‟ta KĠS olduğuna dair bir delil
bulunamadığını bildirdi.
29 Ocak 2003
ABD
BaĢkanı
Bush,
birliğin
durumu
(state
of
the
union)
konuĢmasında, Saddam‟ın silahsızlanmadığı tam tersine daha da
güçlendiği ve yalan söylemeye devam ettiğini söyledi.
153
Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar
(Devamı)
Tarih
5 ġubat 2003
Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği
ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell Irak‟ın yasadıĢı eylemleri ve
kandırmacaları ile ilgili bir sunum gerçekleĢtirdi. Sunumda, bildiği her
Ģeyi paylaĢamayacağını ancak, uydu görüntüleri, istihbari bilgiler ve
fotoğraflara dayanarak, Irak‟ın aktif ve sistematik olarak, KĠS üretme
faaliyetlerini gizlemeye çalıĢtığının açıkça görülebilir olduğunu ifade
etmiĢtir.
14 ġubat 2003
Hans Blix BM‟ye 2. raporunu sundu. Raporda, ilk rapordan daha
umut verici olsa da, Irak‟ın hala ülkede KĠS bulunmadığını kanıtlamak
için yapması gereken çok Ģey bulunmaktadır.
4 Mart 2003
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld konuĢmasında, Irak‟ta
kimyasal ve biyolojik silah bulunduğuna dair hiç Ģüphesinin
bulunmadığını bildirdi.
20 Mart 2003
BM‟nin ikinci bir karar çıkarma çabaları sonuçsuz kalınca, ABD füze
saldırıları ile birlikte Irak SavaĢı resmen baĢladı.
2 Mayıs 2003
ABD BaĢkanı Bush zafer ilan etti.
4 Mayıs 2003
ABD
baĢkanı Bush konuĢmasında, “ABD
askerlerinin Irak‟ta
gizlenmiĢ silahları bulmasının an meselesi olduğunu “ifade etti.
5 Haziran 2003
1.400 Amerikan, Ġngiliz ve Avustralya askeri uzmanından oluĢan ekip,
Irak‟ta KĠS arayan araĢtırma grubunu yönetmek üzere Irak‟a ulaĢtı.
6 Haziran 2003
Hans Blix, Irak SavaĢı‟na dek ABD ve Ġngiltere‟den gelen istihbari
bilgilerin kalitesini eleĢtirdi.
6 Temmuz 2004
Ġngiltere BaĢbakanı Tony Blair, Irak‟ta kitle imha silahlarının hiçbir
zaman bulunamayabileceğini ifade etti.
154
Tablo-8: Irak SavaĢı Öncesinde ve Sonrasında Yapılan Açıklamalar
(Devamı)
Tarih
13 Temmuz 2004
Açıklama yapan yetkili/Kurum ve Açıklamanın Ġçeriği
Bush, konuĢmasında halen KĠS bulunamamasına rağmen, Irak‟ın
hala silah üretme kapasitesi olduğu ve Irak SavaĢı‟nın haklı bir savaĢ
olduğunu ifade etti.
14 Temmuz 2004
Yayınlanan Butler Raporu’nda Ġngiliz Ġstihbarat Örgütü‟nün (MI6)
haber kaynaklarını iyi denetlemediği ve bazen de üçüncü el
kaynakları kullandığı ifade edilmiĢtir. Ayrıca 2002 raporunun
(dosyasının) “45 dakika” meselesinin, ne olduğunu açıklamadan
yayınlandığı için yanlıĢ olduğunu ifade ediliyordu. Tony Blair,
bulguları kabul etti ve Irak‟ın SavaĢ baĢladığında kitle imha
silahlarına sahip olmayabileceğini ifade etti.
28 Eylül 2004
Tony Blair, ĠĢçi Partisi konferansında, Irak‟ın kitle imha silahları ile
ilgili belgelerin yanlıĢ olduğunu kabul etti ancak Irak liderinin
devrilmesi ile ilgili olarak kamu oyundan özür dilemeyi reddetti.
6 Ekim 2004
Irak AraĢtırma Grubu, açıkladığı sonuç raporunda, Irak‟ta KĠS
bulunamadığını açıkladı.
12 Ocak 2005
ABD Irak‟ta artık KĠS aranmadığını açıkladı.
Tablodan da anlaĢılacağı üzere, ABD ve Ġngiltere, savaĢ öncesinde
ortaya atılan iddiaları kanıtlayacak herhangi bir delil bulamamıĢ ve bu konuda
yanlıĢ istihbarat aldıklarını kabul etmiĢlerdir. Bununla birlikte, Irak SavaĢı‟nın
haklı bir savaĢ olduğu ve Hüseyin yönetiminin devrilmesinin, ulusal
güvenlikleri ve Dünyanın güvenliği açısından gerekli olduğu söylemini
sürdürmüĢlerdir.
AĢağıda, Ġngiliz ve ABD istihbarat servislerinin Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı
olduğuna iliĢkin neden yanılgıya düĢtüğüne dair ortaya konulan 4 teori
incelenmektedir. Bunları Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür (Taylor, 2007:
264):
155
 Ġstihbarat Komplosu Teorisi : Bu teoriye göre, ABD ve Ġngiliz
istihbarat örgütleri, Irak‟la savaĢa girme konusunda o kadar kararlıydı ki,
Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair, hükümetlerine yanlıĢ istihbarat sağlamaktan
geri kalmadılar.
 Savunma Ġstihbaratı Komplo Teorisi: Ġki ülkedeki savunma kaynaklı
istihbarat örgütleri, kanıtları değiĢtirdiler. Böylece Irak‟ı iĢgal etmeleri için
gerekli ortamı hazırladılar.
 Grup DüĢüncesi Teorisi: Irak‟taki KĠS ile ilgili istihbarat analistleri,
kullanılabilir deliller hakkında karar verirken, Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair
grup düĢüncesini kabul ettiler.
 Bürokratik Baskı Teorisi: Bu teori ”istihbaratı karar alıcıların tarifine
göre
piĢirmek” olarak
yöneticilerin,
istihbari
da
tanımlanmaktadır. Bu
bilgileri
doğrultusunda yönlendirdiği
tepedeki
karar
teori,
alıcıların
bürokratik
görüĢleri
ve astlarına da bu yönde bilgileri
Ģekillendirmesi konusunda baskı yaptığını ifade etmektedir.
Bu teoriler değerlendirildiğinde, ilk üç teori konusunda herhangi bir
delil bulunmadığı ve geçerlilikleri konusunda
tartıĢmalar bulunduğu ifade
edilebilecektir. Bununla birlikte 4. teori akla en yatkın olan teoridir. Buna göre,
pek çok kıdemli bürokrat, devletin tepe yöneticileri ile olan iliĢkilerini
sağlamlaĢtırmak ve bürokraside hızla ilerleyebilmek için, istihbarat örgütü
yetkilileri ile sürekli görüĢerek, Irak‟ta KĠS bulunduğuna dair istihbari bilgi
bulmalarını talep etmiĢler ve bu taleplerini de sık sık tekrarlayarak, gerekirse
yeniden inceleme yapılmasını istemiĢlerdir. Bu durumun analistler üzerinde
bürokratik bir baskı oluĢturduğu ve analistlerin, istenilen yönde raporlar
hazırlamalarına neden olduğu ifade edilebilecektir. Aynı Ģekilde “grup
düĢüncesi” teorisi de bu yönde değerlendirilebilecektir. Zira grupta oluĢan
genel karar, grup üyeleri üzerinde bir baskıya sebep olacak ve üyelerin bu
karara katılmalarına sebep olabilecektir (Taylor, 2007: 264).
Sonuç olarak, ABD ve Ġngiltere açısından bakıldığında, Irak‟ta kitle
imha silahı olduğuna dair kesin delil bulmanın da büyük bir önemi olmadığı
anlaĢılmaktadır. Bu yönde hazırlanan istihbarat raporlarının da zaten alınmıĢ
156
olan
iĢgal
kararını,
Dünya
kamuoyuna
kabul
ettirebilmek amacıyla
hazırlandığını ifade etmek mümkündür. Bu noktada, Irak SavaĢı‟nı sadece
Irak‟ta bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının bulunması ve yok
edilmesi gibi bir gerekçe ile açıklamak mümkün gözükmemektedir. Nitekim
2003 Mayısında Vanity Fair Dergisi‟‟ne açıklama yapan Paul Wolfowitz, kitle
imha silahları temel neden olsa da savaĢın baĢka gerekçeleri de olduğunu
ifade etmiĢtir. Wolfowitz demecinde “krizin baĢından beri üç temel durum
olduğunu; bunlardan ilkinin kitle imha silahları, ikincisinin terörizme verilen
destek ve üçüncüsünün de Irak halkına karĢı iĢlenen insani suçlar“ olduğunu
ifade etmiĢtir (ABD Savunma Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
(2)
Saddam Hüseyin Yönetiminin Uluslararası Terörizme
Destek Verdiği Ġddiası
Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen en önemli
konulardan birisi de, Saddam Hüseyin Yönetiminin uluslararası terörizme
özellikle de El-Kaide‟ye destek verdiği iddiası idi.
Irak açısından asıl sorun, geçmiĢte kendi halkına dahi kitle imha
silahıyla müdahalede bulunması ve Kuveyt‟i iĢgal etmiĢ olmasıydı. Hüseyin
Rejimi ne kadar kontrol altında olursa olsun, tehdit olarak görülmekte ve terör
faaliyetlerine destek verdiği düĢünülmekte idi. ABD‟yi kaygılandıran diğer
hususlar da Irak‟ta kitle imha silahları bulunması ve Irak‟ın bu silahları üretme
teknolojisini teröristlerle paylaĢma ihtimalleriydi ki bu ihtimaller, yalnızca
ABD‟nin değil, bölge ülkelerinin hatta tüm dünyanın Irak‟tan tehdit
algılamasına neden oluyordu.
11 Eylül Saldırısı sonrasında yapılan ilk açıklamalarda Bush ve Rice,
saldırıların doğrudan Irak‟la bağlantılı olduğu ya da Irak‟tan desteklendiğine
dair bir açıklamada bulunmasa da; Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz,
“saldırganların Irak tarafından desteklendiğini” ileri sürmekteydi (Daalder ve
Lindsay, 2003: 128‟den akt. Gözen, 2006: 53).
157
Aslında Bush, ilk göreve geldiğinde terörizmi öncelikli bir hedef olarak
görmemiĢti. Bush açısından terörizm, ABD vatandaĢları için tehlike yaratıyor
ve ülke için rahatsızlık yaratıyor olsa da ülkenin genel istikrarını
etkilemiyordu. Bu doğrultuda, 11 Eylül öncesinde ülkede gerçekleĢtirilen terör
saldırıları da bu görüĢü destekliyordu (Tanner, 2005: 224). Ancak ilerleyen
dönemde Bush, teröre karĢı görüĢlerini daha net bir biçimde ifade etmeye
baĢladı. Bush‟un basın açıklamaları ve halka hitap ettiği konuĢmalarda bu
durumu görmek mümkündü.
29 Ocak 2002‟deki “Birliğin Durumu” konuĢmasında Bush, Irak‟ın
ABD‟ye karĢı düĢmanca davranmaya ve terörü desteklemeye devam ettiğini
ifade etmiĢti (CNN Ġnternet Sitesi [web], 2010).
ABD‟de kurulan 11 Eylül Komisyonunda görevli Judith S. Yaphe
tarafından 9 Haziran 2003‟te komisyona sunulan raporda, Saddam Hüseyin
yönetimindeki
Irak‟tan,
uluslararası
terörizme
destek
veren
baĢat
devletlerden biri olarak söz edilmekteydi. Rapora göre, Bağdat yönetimi
aĢağıdaki Ģekillerde terörizme destek veriyordu (Yaphe [web], 2003):
 Aktif olarak Destek Vererek: Güvenli bölgeler sağlayarak, eğitim
imkânı sağlayarak, lojistik destek vererek, grupları Hüseyin‟in hedeflerine
göre yönlendirerek, terörizme destek veriliyordu. Teröristler, Hüseyin‟in
izni olmadan Hüseyin yönetiminin kontrolü altındaki bölgelerde ofis
açamaz, eğitim faaliyetlerinde bulunamaz ve bölgelerde serbestçe
dolaĢamazdı.
 Yabancı Terörist Grupları Bir DıĢ Politika Aracı Olarak Kullanarak:
Saddam Hüseyin tarafından desteklenen gruplar, eğer Saddam Hüseyin,
bir komĢu ülke ile iliĢkiye geçmek istiyorsa, Irak tarafından bu grupların
korunmadığı iddia ediliyordu. Eğer Saddam Hüseyin, komĢu ülkeye baskı
yapmak istiyorsa, Hüseyin‟in bu grupları, komĢu ülkeye karĢı eylem
yapmaları için cesaretlendirmesi söz konusuydu. Bu gruplar, Hüseyin‟in
taleplerini yerine getirmezlerse Irak‟tan çıkarılırlardı.
158
Yaphe tarafından hazırlanan raporda yukarda belirtildiği üzere, Irak
yönetiminin terörizme destek verdiği konusunda bir Ģüphe bulunmamaktaydı,
zira Hüseyin Rejimi terörizmi, Iraklıları baskı altında tutmak ve rakiplerini
elimine etmek için de kullanmaktaydı. Mukhabarat (muhabere-gizli servis)
adı verilen örgüt vasıtasıyla siyasi cinayetler iĢleniyordu. Burada amaçları
kendi rejimlerine tehdit olarak gördüğü iç ve dıĢ unsurları yok etmekti. Aynı
Ģekilde Saddam, gelecek planlarına eriĢmek ve kendisini tüm Arapların lideri
konumuna getirmek için de uluslararası terörizme destek vermiĢti. Bu amaçla
da 1970‟lerden beri, radikal Araplara ve Filistinlilere destek vermiĢti. Bağdat
yönetimi, geçmiĢte Ebu Nidal Örgütü, Filistin KurtuluĢ Örgütü, Filistin‟in
KurtuluĢu Ġçin Demokratik Cephe gibi örgütlere destek verdiği gibi, Arap
Özgürlük Hareketi (Arab Liberation font-ALF) adı altında, Ġsrail‟le yürütülecek
savaĢlarda kullanılmak üzere bir örgüt oluĢturmuĢtu. ALF, hiçbir terörist
aktiviteye karıĢmasa da, Saddam tarafından, 1970‟lerde ve sonraki intifada
hareketlerinde Filistinlileri tahrik etme amaçlı kullanılmıĢtı. Saddam ayrıca,
intihar eylemcilerinin ailelerine 25.000 Dolar vereceğini taahhüt ederek,
intihar eylemcilerini motive etmek ve ailelerine de destek sağlamak istemiĢtir.
Bununla birlikte, Saddam ve Usame Bin Ladin arasında iliĢki olduğu,
Saddam‟ın El Kaide‟yi desteklediği ve 11 Eylül saldırılarında rolü olduğu
konusunda Ģüpheler bulunduğu belirtilmektedir. Buna göre, Saddam
Hüseyin, aĢırı gruplara destek verse ve bu gruplar, kendi emirlerine uysa ve
kendi düĢmanlarına karĢı çalıĢsa da bu durum, ABD‟ye karĢı yapılan El
Kaide saldırılarının ana faili durumuna getirmemektedir. Saddam, din ve etnik
köken ayrımı yapmaksızın kendine tehdit olarak gördüğü unsurları yok
etmeyi amaçlamıĢtır. Saddam tehdit olarak gördüğü kiĢi ya da unsurlara
karĢı, faaliyet gösteren terör örgütlerine destek verse de bu örgütlerin Irak‟ta
faaliyette bulunmasına izin vermemiĢtir. Saddam, laik ve milliyetçi bir görüĢü
savunuyordu ve tek önceliği kendisi ve devletti (Yaphe [web], 2003).
SavaĢ öncesinde Bush yönetimi, El Kaide ve
Saddam Hüseyin
arasında bağlantı kurmak için uğraĢ verdi. Bu doğrultuda, BaĢkan Yardımcısı
Cheney, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezinin bombalanmasında kilit rol
oynayan terörist Remzi Yusuf‟un Irak‟lı olduğunu ileri sürüyordu. Aynı Ģekilde
yayınlanan istihbarat raporlarında da herhangi bir kanıt bulunamasa da 11
159
Eylül‟ün ele baĢı olarak gösterilen Muhammed Atta‟nın, Prag‟da Irak
büyükelçisiyle görüĢtüğü iddia ediliyordu. Aynı dönemde, Bakan Rumsfeld
tarafından, Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan Özel Planlar ġubesi,
Saddam ve El Kaide arasında bağlantı kurmakla görevlendirildi. Saddam
Hüseyin ve El Kaide arasında bir bağlantı kurmak kolay değildi. Zira ideolojik
açıdan bakıldığında, Saddam Hüseyin ve El Kaide lideri Usame Bin Ladin‟in
görüĢleri birbirine zıttı. Saddam ve lideri olduğu Baas Partisi, milliyetçi bir
temele sahipti; aynı zamanda da laikti. Amaçları, dinine bakılmaksızın, tüm
Arapları tek çatı altında toplamaktı. Bin Ladin‟in hedefi ise, ulusal ve etnik
sınırları aĢan, evrensel bir Ġslam devleti kurmaktı. Ġki lideri aynı çıtaya
sokabilecek olan durum, iki liderin de ABD karĢıtı olması idi. Bununla birlikte
ABD‟ye karĢı olsa da Saddam Hüseyin‟in Bin Ladin‟e destek vererek onun
ideolojisinin etkisine girmesi durumunda, Bin Ladin‟in onu ve partisini tasfiye
etmesi muhtemeldi (Galbraith, 2007: 80). Hayatı boyunca idealleri uğruna
mücadele etmiĢ bir diktatörün, görüĢlerinden vazgeçmesi ve kendisini ve
ülkesinin geleceğini, El Kaide‟nin ve Bin Ladin‟in ellerine bırakması kolaylıkla
kabullenilebilecek bir durum değildir.
Yaphe‟nin raporunda da El Kaide ve Saddam‟ın iliĢkili olduğu
iddialarına değinilmiĢ, bu noktada, Saddam‟ın, El kaide‟yi ABD‟ye karĢı
saldırılar için stratejik bir ortak olarak görmekten ziyade bir düĢman olarak
gördüğünü; zira Bin Ladin‟in Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgali sonrasında, Irak‟a
saldırmayı planladığının bilindiğini ifade etmiĢtir. Aynı Ģekilde Irak‟ta
yakalanan El Kaide üyeleri de Bin Ladin‟in, Saddam için ya da Saddam‟la
birlikte çalıĢmayı reddettiğini ifade etmiĢtir. El Kaide hücrelerinde ve destek
mekanizmalarında yapılan incelemelerde, grupların küresel bir ölçekte
çalıĢtığı ve farklı bölümlemelerden oluĢtuğu görülmektedir. Pek çok lideri, iyi
eğitimli ve Batı üniversitelerinde iyi hazırlanmıĢ kiĢilerdir. El Kaidenin yapısı
incelendiğinde, bu noktada, El Kaide‟nin Irak Hükümetinin desteğine de fazla
ihtiyaç duymadığı söylenilebilecektir. Bununla birlikte, terör örgütleri hakkında
toplanan istihbaratın yine terör örgütleri ve teröristlerden elde edildiği
düĢünüldüğünde, bu bilgilerin de mutlak güvenilir kaynaklar olduğunu
düĢünmek zordur. Yaphe‟ye göre Remzi Yusuf‟un Irak‟tan kontrol edildiği
bilgisi tartıĢmalıdır. Buna göre, Irak istihbaratı; Doğu Almanya, Çek
160
Cumhuriyeti ve Sovyet unsurlarınca eğitilmiĢlerdi ve uzun menzilli, uzun
süreli operasyonlar gerçekleĢtirmekte baĢarılı olamıyorlardı. Buna göre
Irak‟ın Remzi Yusuf‟u koordine etmesi mümkün değildi. Aynı Ģekilde radikal
Müslümanların kimyasal, biyolojik ya da nükleer silahları taĢımak için bir
devletin desteğine de ihtiyacı yoktu, zira daha önce de belirtildiği gibi bu
teröristler zaten bu teknolojiye ve bilgiye sahipti ve pek çoğu da batı
üniversitelerinde
eğitim
almıĢlardı.
Yaphe,
sadece
kökten
dinci
Müslümanların El Kaide için ya da El Kaide ile birlikte çalıĢabileceği iddiasına
da karĢı çıkmaktadır. Buna göre, basında çıkan bilgilere göre, 11 Eylül‟ü
gerçekleĢtiren teröristler son günlerini, barlara giderek kadınlarla zaman
geçirerek, içki içerek ve neye ihtiyaç duyuyorlarsa onu yaparak geçirmeleri
konusunda talimat almıĢlardı. Bu durum bu kiĢilerin aslında kökten dinci
olmadıklarının bir kanıtıydı (Yaphe [web], 2003).
Yaphe, Saddam ve Bin Ladin‟in farklı mezheplere bağlı olmaları ya da
laik ya da dindar bir dünya görüĢüne sahip olmaları nedeniyle birlikte
çalıĢmayacakları iddiasına da karĢı çıkmaktadır. Buna göre, terörist gruplar
ve bu gruplara destek veren devletler, taktiksel olarak birbirleri ile iĢbirliği
yapmıĢlardır ve bunda da ideolojik farklıkların bir önemi yoktur. 1979‟da Ġran
Devrimi sonrasında, Ġran‟daki radikal Ġslamcı rejim, yasal ve yasal olmayan
yollarla rejim ihracı politikası gütmüĢtü. Bu doğrultuda, Sünni radikallerle
temasa geçmeye çalıĢmıĢ ve Mısır‟daki Müslüman kardeĢler Örgütü ile irtibat
kurmuĢtu. Diğer taraftan, Lübnan‟daki ġiilerle karĢıt görüĢte olan Hizbullah
örgütüne destek verilmiĢti. Buna göre Ġranlılar, ideolojik görüĢleri ve mezhep
farklılıklarını dikkate almayarak amaçları doğrultusunda hareket etmiĢlerdi.
Zaten, hem Sünni radikaller hem de ġiiler, Ġslami bir devlet sistemi altında ve
ġer‟i düzende yaĢamak istiyordu ve bu görüĢ doğrultusunda ortak hareket
edebiliyorlardı. Aynı Ģekilde Saddam Hüseyin‟in de Arap liderliği için Sünni
radikallere destek vererek Hafız El Esad‟a karĢı iĢbirliği yaptığı ifade
edilmektedir. Saddam ve Bin Ladin‟in birlikte hareket etmesini engelleyen, bu
ikilinin farklı ideolojilerinden ziyade, Saddam‟ın, Bin Ladin‟in kendine karĢı
olan düĢmanlığını bilmesi ve bir sonraki hedefin kendisi olacağını tahmin
etmesiydi. Aynı Ģekilde, Irak‟lı ajanların Sudan, Çek Cumhuriyeti ve
Afganistan‟da El Kaidelilerle toplantılar yaptıkları iddiası da zayıftır. 1980 ve
161
1990‟larda her uluslararası terör örgütü Sudan‟da temsil ediliyordu. Ayrıca,
Çekoslovakyalı ve ABD‟li istihbaratçılar, El Kaide yöneticisi Muhammed Atta
ve
Irak‟lı
yetkililer
arasında
herhangi
bir
toplantı
yapıldığını
teyit
edemeyeceklerini ifade etmiĢtir. Yine Irak‟lı istihbaratçı, eski büyükelçi ve
Afganistan‟da Bin Ladin‟le görüĢen Faruk Hicazi‟ye göre ise, El Kaide‟nin
hiçbir hükümete mal edilmesi ve El Kaide‟nin herhangi bir hükümetin emri
altına girmesi mümkün değildi (Yaphe [web], 2003).
Yapılan çalıĢmalar sonucunda, Saddam Hüseyin‟in terörizme destek
verdiği konusunda bulunabilen tek delil, Ġsrail‟e karĢı yürütülen direniĢ
eylemlerinde, çarpıĢmalarda ve intihar eylemlerinde ölen Filistinlilerin
ailelerine maddi destek vermesiydi (Tanner, 2005: 290). Bu durum da
Müslüman devletlerin çoğunluğu tarafından Filistinli direniĢçilere gizli-açık
pek çok desteğin verildiği dikkate alındığında, tek baĢına yeterli bir gerekçe
değildi. Zira madem Filistinli intihar bombacılarına destek verenler ABD‟nin
terörle savaĢının hedefi olacaktı, o halde neden diğer destek verenlerin de
cezalandırılmadığını açıklamak kolay değildi.
Sonuçta Irak‟ın uluslararası terörizme destek verdiği, özellikle de El
Kaide ve Bin Ladin‟le iliĢkisi olduğuna dair net bir delil bulunamamıĢtır. Bu
noktada Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında sayılan bu hususun da Irak
SavaĢı‟nı haklı gösterecek boyuta ulaĢamadığı ifade edilebilecektir.
(3)
Irak’ı DemokratikleĢtirmek, Irak Halkını ÖzgürleĢtirmek
Ġddiası
Irak SavaĢının lanse edilen en önemli gerekçelerinden biri,
Irak‟ı demokratik bir ülke haline getirerek Irak halkını özgür kılmaktı. Buna
göre, diktatörlükle yönetilen Irak‟ta hem halk kötü Ģartlarda ve baskı altında
yaĢıyor hem de Saddam Hüseyin‟in çıkarları ve kiĢisel ihtirasları ile Irak
Devleti, komĢu devletlerde ve genel olarak bütün dünyada bir tehdit unsuru
olarak görülüyordu.
162
Demokratik Irak, kuĢkusuz herkesin olumlu göreceği bir Ģeydi. Ancak
bir ülkeye demokrasi getirmek savaĢ nedeni sayılabilir miydi? Bu sorunun
cevabını incelerken kısaca demokrasi kavramının geliĢimi ve terörizmdemokrasi iliĢkisinin incelenmesi, faydalı olacaktır.
Kökeni eski Yunancadan gelen demokrasi; “halk” anlamına gelen
“demos” ve “güç” anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleĢiminden
meydana gelmiĢtir ve “halkın gücü” anlamına gelmektedir (Ober, 2008: 3).
Buradaki güç kavramından iktidar ve yönetme kavramlarına ulaĢılmaktadır.
Sonuçta, demokrasi kelimesiyle en yalın ifadesiyle, “halkın yönetimi”
kastedilmektedir. Literatürde demokrasi ile ilgili bir fikir birliği bulunmasa da
yaygın olarak demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi-halkın halk
tarafından halk için yönetilmesi biçiminde tanımlanmaktadır. Buradan yola
çıkarak doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi ayrımı ortaya
çıkmaktadır. Zira eğer halk doğrudan kendi kendini yönetiyorsa ve kararlar,
“referandum” gibi yöntemlerle alınıyorsa burada doğrudan demokrasi söz
konusu iken; kararlar, halkın seçtiği temsilciler aracılığı ile
alınıyorsa da
burada temsili demokrasiden söz etmek mümkündür.
Demokrasi ilk çağlardan beri filozofların temel araĢtırma konularından
biri olmuĢ, demokrasiyi olumlu gören görüĢler olduğu gibi olumsuz ve tehlikeli
gören görüĢler de olmuĢtur. Demokrasiyi olumlayan görüĢlere göre,
demokrasi insanoğlunun yönetilebileceği en iyi yönetim biçimidir. Zira halk
demokratik araçlarla doğrudan ya da temsilcileri vasıtası ile kendileri ile ilgili
kararları kendileri almaktadır. Demokrasi, bu anlamda “çoğunlukla aynı
görüĢe sahip bireylerin taleplerini yerine getiren bir yönetim biçimi” biçiminde
anlaĢılabilmektedir. Bu noktada demokrasi, çoğunluk için olumlu bir değerken
azınlık için olumsuz bir anlam kazanabilmektedir. O halde demokrasinin,
iktidar sahiplerinin azınlık üzerinde tahakkümünü engellemesi için belli
araçlarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu araçlardan en etkilisi
Ģüphesiz kuvvetler ayrılığıdır. Yasama, yürütme ve yargının ayrı güçlerin
elinde olması, günümüz demokrasilerinin temel prensibi haline gelmiĢtir. Batı
tarzı demokrasi, her tür görüĢün temsil edildiği ve azınlıkta kalan görüĢlerin
163
de temsil imkânı bulunan ve bu azınlıkların da haklarının savunulduğu bir
ideal tür haline gelmiĢtir. Batı tipi demokrasiler aynı zamanda, serbest piyasa
ekonomisi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ilkeleri gibi
liberalizmin ilkeleri ile bütünleĢmiĢtir. Bu tip demokrasi aynı zamanda Batı
dünyasının da tercih ettiği “liberal demokrasi” anlayıĢını göstermektedir.
Batı tipi demokrasinin ilk örneklerini görebilmek için Ortaçağ‟a kadar
gidilebilmekle beraber, günümüzdeki uygulama, Aydınlanma Dönemi,
Fransız Ġhtilali ve Amerikan Bağımsızlık savaĢı gibi olayların da etkisiyle
ĢekillenmiĢ ve 20. yüzyılın baĢından itibaren geliĢmeye baĢlamıĢtır (Ural,
1999: 451).
Demokrasiyi üç dalga biçiminde inceleyen Huntington‟a göre (1991: 2);
ilk uzun süreli demokrasi dalgası, 1820‟lerde erkek nüfusun büyük
bölümünün oy kullanma hakkını elde etmesiyle baĢlamıĢ ve 1926‟ya dek
sürmüĢtür. Bu dalgada, 29 ülke demokrasiyi benimsemiĢtir. Ardından,
1922‟de Ġtalya‟da Musolini‟nin iktidarı ile birlikte, bir “ters dalga” oluĢarak tüm
Dünya‟da demokrasi ile yönetilen ülke sayısını 12‟ye kadar düĢürmüĢtü. 2.
Dünya SavaĢı‟ndaki müttefik devletlerin hareketi ile birlikte 2. demokrasi
dalgası baĢlamıĢ ve 1962‟ye gelindiğinde, demokrasi sayısı 36‟ya kadar
çıkmıĢtı. Bu dalganın ardından 1960-1975 arası süren 2. “ters dalga”
baĢlamıĢ ve demokrasi ile yönetilen ülke sayısı 30‟a düĢmüĢtü. 3. ve en son
Demokrasi dalgası, 1974‟teki Portekiz Karanfil Devrimi sonrasında 1990‟a
kadar tüm Dünyada etkili olmuĢ ve pek çok ülkede demokrasiye dönüĢ
gerçekleĢmiĢti.
Üçüncü demokrasi dalgası ile birlikte demokrasi, daha öncesi bir batı
fenomeni iken küresel boyutlara ulaĢmıĢtır. Üçüncü dalga baĢladığında çok
azı Batı Dünyası dıĢında olmak üzere, yalnızca 40 demokratik ülke varken,
1990‟a gelindiğinde bu sayı, 79‟a ulaĢmıĢtır. 1995‟e gelindiğinde, bu sayı
117‟ye ulaĢmıĢ ve her beĢ devletten üçü, demokrasi ile yönetilmeye
baĢlamıĢtır (Diamond, 2010: 93). Günümüzde, teokrasi ile yönetilen sınırlı
sayıda devlet, birkaç Asya devleti ve krallıklar sayılmaz ise, demokrasi olarak
164
nitelendirilmeyen bir devlet bulmak zordur (Hobsbawn, 2008: 98-99). 2005
verilerine göre, özgür seçimlerin yaĢandığı demokratik ülke sayısının 122‟ye
ulaĢtığı ifade edilmektedir (Breitbart Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Günümüz Batı tarzı demokrasisinin, en belirgin özellikleri, serbest
seçimle ve açık oyla oluĢan bir parlamentonun ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin
varlığı biçiminde ifade edilebilir. Yürütme ve denetleme görevini de temsil
eden parlamentonun seçilmiĢ üyeleri, söz konusu güçleri de seçmenler adına
kullanma yetkisini haizdirler. “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi özellikle, yargı gücünün
bağımsız olması, yürütme ve denetleme gücünün doğru ve yerinde
kullanılmasının da teminatı olarak görülmektedir. Bu anlamda demokrasinin
ayrıcalığı, bireysel hak ve özgürlüklerin ve sadece insanın insanla değil,
insanın toplum ve devletle olan iliĢkisinin de teminat altına alınabilmesidir. Bu
sayılan özellikler, Batı tarzı bir demokrasinin hukuki özelliklerini gösterir ve
hemen hemen her ülkede benzer özellikler göstermektedir. Bununla birlikte
farklı ülkelerdeki demokratik kurumların iĢleyiĢleri, bu toplumlardaki bireylerin
kültürel özellikleri ve toplumsal değerlerine bağlı olarak farklılaĢabilmektedir
(Ural, 1999: 452-453). Farklı bir anlatımla, bir ülkedeki demokrasinin
iĢleyiĢinin anlaĢılabilmesi için yalnızca hukuki düzenlemelerin incelenmesi
yeterli değildir. Bir ülkenin demokrasisi, yapılan hukuki düzenlemelerle
birlikte, o ülkenin kültürel özelikleri ve toplumsal değerlerini de içermektedir.
Bu durum, her toplumda farklı bir demokrasi algısı olduğunun dolayısıyla
ülkeler
arasında
farklı
demokrasi
uygulamaları
bulunabileceğinin
göstergesidir.
Batı Dünyasının demokrasi anlayıĢı, Soğuk SavaĢın sonra ermesi,
küreselleĢme, artan teknoloji ile birlikte tüm Dünyaya yayılmıĢ ve genel geçer
bir tür halini almıĢtır. Bu durum, demokrasi dıĢındaki yönetim biçimlerine
pejoratif bir anlam kazandırmıĢ; pek çok otokratik yönetim kendini demokrat
olarak nitelendirmeye baĢlamıĢtır. Bu yönetimler, rakipleri bastırma ve hatta
yok etme, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü zedeleme, medya
unsurlarını kontrol etme gibi baskı ve Ģiddet yollarıyla kendi iktidarlarını
sağlamlaĢtırırken, demokrasi adına hareket ettiklerini iddia edebilmektedir.
165
KuĢkusuz Irak‟ı demokratikleĢme gerekçesiyle savaĢa giriĢen ABD için
asıl amaç yalnızca Irak‟ı dönüĢtürmek değildi, asıl hedef Büyük Orta Doğu
Projesi (GeniĢletilmiĢ Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi) ile ilgili bölümde de
anlattığımız üzere, tüm Orta Doğuyu Ģekillendirmekti. Irak‟ta esecek
demokrasi rüzgârı Suriye, Ġran ve diğer bölge devletlerinde de “demokrasiyi”
hakim kılacaktı. Peki, bu ölçüde vurgulanan demokrasi ile ne kastediliyordu?
Irak‟ta Saddam Hüseyin rejiminin yerine geçecek demokratik bir
hükümet, diğer Arap ülkelerine ve Ġran‟a “demokratik dalga” etkisi yaratacaktı
ki bu teoriye “bölgesel demokrasi teorisi” de deniyordu (Tunç, 2004: 141).
ABD‟nin dünyaya demokrasi yayma fikri yeni değildi. Bush‟un
demokrasiyi yayma propagandası, aslında 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana
devam eden ABD politikasının davamı sayılabilirdi. Soğuk SavaĢ yıllarında
ABD, yoğun bir Komünizm propagandası ile etkisini artırmaya çalıĢan SSCB
ile mücadele ederken de demokrasiyi yayma fikrini savunmuĢtu. Nitekim ABD
BaĢkanı Truman, Sovyet tehdidine karĢı özgür ulusların desteklenmesi
gerektiğini savunmuĢtu. Truman, sonradan Truman Doktrininin resmen ilanı
olarak da ifade edilen, 12 Mart 1947 tarihli kongre konuĢmasında, Sovyet
tehdidi altında bulunan Yunanistan ve Türkiye ile ilgili olarak yardım kararı
alınması için talepte bulunmuĢ; maddi yardım ve bu ülkelerin askeri
personelinin ABD‟de eğitilmesi için destek istemiĢti. KonuĢmasında aĢağıdaki
sözleri sarf ederek demokrasinin desteklenmesi gerektiğini ifade etmiĢti
(Truman Library Ġnternet Sitesi [web], 2010):
“... Silahlı azınlıkların tehdidi veya dıĢ baskılara maruz kalan özgür halkları
desteklemek, bir ABD politikası olmalıdır. Özgür halklara kendi yollarında
kendi
kaderlerini
tayin
etmeleri
için
destek
vermemiz
gerektiğine
inanıyorum...”
Yine Reagan‟ın Ġngiltere Ayanlar Meclisindeki (British House of
Common) bir konuĢmasında zikrettiği gibi, Amerikan dıĢ politikasının en
öncelikli hedeflerinden birisi, baĢta Doğu Avrupa‟da ve Sovyetler Birliği‟nde
olmak üzere demokrasiyi yaymaktı. Böylece Reagan, nükleer güce sahip
166
ülkelerin kendi vatandaĢları üzerinde korkuya dayalı sarsılmaz bir otorite
kurma hakkını reddetmiĢti. Ayrıca, basın hürriyeti, iĢçi sendikaları, siyasal
partiler ve akademik özgürlük gibi, demokratik kurumların alt yapısını
hazırlayan
unsurları
destekleyen
öneriler
getirmiĢti.
Bu
konuĢmanın
ardından, deniz aĢırı ülkelerde demokratikleĢme amaçlı yardım faaliyetlerini
yürüten, Ulusal Demokrasi Vakfı (The National Endowment for Democracy)
kurulmuĢtu (Mann, 2004: 181-182).
1980‟lerde Neo-realist görüĢler ABD‟de egemen olmuĢtu. Neorealistler, inandıkları değerlerle ilgili olarak BM AntlaĢmasına referans
verirler. “Self determinasyon, insan hakları ve demokrasi” için güç kullanmayı
haklı bulurlar ki bu da Reagan Doktrini ile ifade edilmektedir. Reagan
Doktrini, Amerikan gücünün, dünya için tehlikeli olduğu görüĢünü ve
Breznev‟in; “Komünizmin, değiĢtirilemez-geri çevrilemez olduğu iddiasını”
reddetmektedir. Reagan, diktatörlük ya da Sovyet rejimlerine karĢı güç
kullanımına ve bu durumlarda ABD yardımına da izin vermektedir. Baskı
altındaki rejimlere soykırım ve iĢgale karĢı da ABD yardımını onaylamaktadır
(Kirkpatrick ve Gerson,1991: 1-36).
Bu örneklerde de görüldüğü üzere, Bush Doktrini oluĢturulurken,
geçmiĢteki demokrasi söylemleri de dikkate alınmıĢ ve Irak SavaĢı‟nda da
demokrasi propagandası yapılmıĢtı.
11 Eylül saldırılarının ardından ABD BaĢkanı Bush, 12 Eylül 2002‟de
BM‟ye hitaben, Irak‟ı kitle imha silahı üretmek ve terörizme destek vermekle
suçladığı konuĢmasında, demokrasiye de değinmiĢti. Bush konuĢmasında
aĢağıdaki ifadeleri kullanarak Irak‟ta demokratik bir düzen oluĢturulması ve
halkın baskı ve tehditlerden uzak tutulması için ABD‟nin gerekli desteği
yapacağını ifade etmiĢti (CBS News Ġnternet Sitesi [web], 2010):
“ABD‟nin Irak halkı ile bir sorunu bulunmamaktadır. Irak halkının özgürlüğü,
büyük bir ahlaki gerekçe ve büyük bir stratejik hedeftir. Irak halkı özgürlüğe
ihtiyaç duymakta ve her milletin güvenliği de bunu gerektirmektedir. Özgür
toplumlar, iĢkence ile ya da fetih ile tehdit edilmezler ve açık toplumlar,
167
Dünyayı kitle ölümleri ile tehdit etmezler. ABD, Irak‟ın bütününde siyasal ve
ekonomik özgürlüğü desteklemektedir...”
Yine Irak SavaĢı baĢladıktan sonra, ABD BaĢkanı Bush, 19 Kasım
2003‟te yaptığı basın açıklamasında, Irak ve Afganistan‟dan erken
ayrılmayacaklarını, zira Irak ve Orta Doğu‟ya demokrasi getirmek için orada
olduklarını belirtmiĢtir (IISS Ġnternet Sitesi [web], 2010)
Bush Yönetimi, demokrasinin teĢvik edilmesini; barıĢın sağlanması ve
terörle mücadele için temel bir unsur olarak görüyordu. ABD BaĢkanı Bush,
20 Ocak 2005‟te ikinci kez göreve gelmesi sebebiyle yaptığı konuĢmada bu
durumu “teröre karĢı savaĢta” ana hedef olarak göstermiĢ ve ABD‟nin ulusal
güvenliği için acil bir gereksinim olduğunu ifade etmiĢti. Bush konuĢmasında
ayrıca, tüm Dünya üzerinde tiranlığa son verilebilmesi için, her millet ve
kültürde
demokrasinin gözetilmesi ve geliĢtirilmesinin ABD‟nin politikası
olduğunu ifade etmiĢti. Aynı Ģekilde Condelezza Rice, DıĢ ĠliĢkiler Komite
listesi hazırlanırken, kendi yönetiminin diplomasisinin 3 adet önemli önceliği
bulunduğunu belirtmiĢ ve bunları; “Demokratik toplumları birleĢtirerek ortak
değerler ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir uluslararası sistem oluĢturmak;
demokratik toplumları güçlendirerek, ortak güvenliğe yönelik tehditlerle
savaĢmak ve terörü besleyen umutsuzlukları azaltmak. Son olarak da
özgürlük ve demokrasiyi küresel anlamda yaygınlaĢtırmak” olarak belirlemiĢti
(Epstein, Serafino ve Miko, 2007: 1-2).
Bush‟un Aralık 2006‟da, Irak SavaĢı‟nın ülkeye demokrasi götürmek
için yapıldığını ifade ederken, “Biz demokratik ve özgür; kendi kendini
yöneten; savunan ve devamlı bir Irak hedefleyerek bu iĢe giriĢtik” cümlesini
kullanmıĢtı. Daha geniĢ bir ifadeyle, demokrasi propagandası, aynı zamanda
terörle mücadelede de etkin bir yöntem olarak düĢünülmüĢtü. Bu politika,
hem siyasal hem de adli kurumlar tarafından desteklenmiĢti. Bush Yönetimi,
demokrasinin desteklenmesi için, “Binyılın Mücadelesi
Hesabı (MCA-
Millenium Challenge Account)” örneğinde olduğu gibi tek taraflı ve çok taraflı
organizasyonlar oluĢturdu ve 2008‟de bu amaç için 1,5 milyar dolarlık bir
bütçe talep etti. Aynı zamanda “adaletli ve demokratik” yönetim için yapılacak
168
yardımları, dıĢ yardım politikalarının ana hedefi olarak belirledi. ABD
Kongresi de demokrasinin yayılması için “2007 Demokrasinin GeliĢtirilmesi
Metnini (Advance Democracy Act of 2007)” hazırladı. Bu metinde, denizaĢırı
ülkelerde demokrasinin teĢvik edilmesi için öngörüler, devlet kurumlarının
özel faaliyetler yürütmeleri ve raporlar hazırlanması, “Demokrasi Birlikleri”nin
güçlendirilmesine yönelik faaliyetler ve demokrasinin teĢvik edilmesi için
gerek duyulan fonların, 2008 ve 2009 yılı bütçelerinde kabul edilmesi yer
alıyordu. ABD Kongresi de 2005 yılında “Demokrasi Yardım Komisyonu
(House Democracy Asistance Commission (HDAC))” oluĢturarak, yasal
prosedürlerin hazırlanmasında uzman desteği sağlanmasını amaçlamıĢtır
(Epstein, Serafino ve Miko, 2007: 2-3).
11 Eylül saldırıları sonrasında, ABD BaĢkanı Bush, demokrasi
propagandasını, ABD‟nin temel dıĢ politikası olarak belirledi. Bu durum, bir
taraftan
özgürlüklerin
artırılması
ve
liberal
değerlerin
Dünyada
yaygınlaĢmasıyla birlikte savaĢ ve çatıĢmaların azalacağına yönelik umutları
artırırken diğer taraftan ABD, tüm Dünyada en az sevilen ve güvenilmez bir
ülke durumuna geliyordu. Buna göre, ABD demokrasi propagandası yaparak
iĢgal ettiği Irak‟ta bu iĢgal gerekçesini de Dünyaya kabul ettirememiĢti. Zira
hem demokratik ülkelerde hem de demokratik olmayan ülkelerde ABD
karĢıtlığı artmıĢtı. Bush‟un demokrasi propagandası ile söylemleri karĢısında
Dünya çapında artan Amerikan karĢıtlığı ve Amerikan dıĢ politikasına olan
tepki, Dünya kamuoyunun sanki demokrasi karĢıtı olduğu gibi yanlıĢ bir
izlenime sebep oldu. Avrupa‟nın dıĢ politika uzmanları, Bush‟un demokrasi ve
insan hakları ile ilgili politikalarını ABD‟nin yeni bir emperyalizmi olarak
nitelerken; Ġranlı yetkililer, Bush‟un demokrasi propagandasının ardında Irak
petrolünü ele geçirme isteği olduğunu belirtmiĢlerdir. Aynı Ģekilde Çinli
hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalar ile; Bush‟un tek taraflı politikaları ve
Dünya
kamuoyunun
görüĢlerine
olan
ilgisizliği,
demokrasi
pratiğinin
geliĢtirilmesine yönelik ABD politikalarının gerçekliğine yönelik inançları
azalttığını ifade etmiĢlerdir (Mcfaul, 2004: 147).
169
Sonuçta, Irak‟ın iĢgali ve iĢgalin en önemli gerekçeleri arasında
gösterilen demokrasiyi yayma ve geliĢtirme söylemi, Dünya kamuoyunca
tartıĢılmaya devam etmektedir. Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetlerinin
baĢarısının
ölçülebilmesi için
iĢgalden bugüne
kadar süreçte
neler
yaĢandığının incelenmesi faydalı olacaktır.
KuĢkusuz, Bush Yönetimi Irak‟ı iĢgal ederken, halkını kiĢisel
ihtiraslarıyla yıllar süren savaĢlara mahkûm etmiĢ, açlık ve sefalet içinde
bırakmıĢ, kendi halkına karĢı baskı ve yıldırma politikalarını yıllar boyu
sürdürmüĢ hatta kimyasal silah kullanarak binlerce vatandaĢını öldürmüĢ bir
diktatöre karĢı, Irak halkından büyük destek göreceğini umuyordu ve iĢgal
planları bu doğrultuda hazırlanmıĢtı. Ancak iĢgal süreci içinde Irak, düzenli
kuvvetlerle iĢgale karĢı yoğun bir direniĢte bulunamasa da iĢgal güçlerine
yönelik saldırılar, iĢgal süresince artarak devam etti. AĢağıda verilen iĢgal
istatistikleri, Irak‟a demokrasi getirme çabalarının baĢarısını ve halkın, iĢgal
güçlerine ne ölçüde destek verdiğini ortaya koymaktadır (Tablo-9,10,11):
Tablo-9: Irak SavaĢı ve Sonrasında ġiddet Eylemleri ile
Meydana Gelen Sivil Ölümleri
(Iraq Body Count Ġnternet Sitesi [web], 2011)
Yıllar
Ölü Sayısı
2003
12.083
2004
10.984
2005
15.365
2006
28.022
2007
24.846
2008
9.330
2009
4.696
2010
4.045
2011(Ağustos)
2196
TOPLAM
111.567
170
Tablo-10: Irak‟ta ÇeĢitli Kaynaklara Göre Sivil Ölüm Rakamları
(Wikipedia Ġnternet Sitesi [web], 2010; Fischer, 2008: 3)
Kaynak
Ölüm Rakamı
AraĢtırma Zamanı
Irak Aile Sağlığı AraĢtırması
(Dünya Sağlık Örgütü)
151.000
Haziran 06
Lancet Dergisi AraĢtırması
426.369 - 793.663
Temmuz 06
Opinion Research Business
AraĢtırması
1.033.000
Ağustos 07
Associated Press
110.600
Nisan 09
Iraq Body Count Projesi
105.052-114.731
Ocak 12
Tablo-11: Ġntihar Saldırılar, Araç Bombalama Eylemleri ve Silahla
Vurularak Ölen Iraklı Sivil Oranları
(Iraq Body Count Ġnternet Sitesi [web], 2011)
Ġntihar Saldırısı ve Araç Bombalama
Yıl
Gün/Ölüm Oranı
2003
1,4
2004
5,2
2005
10
2006
16
2007
21
2008
10
2009
8,3
2010
7,3
2011 (Ağustos)
6,5
Genel Ortalama
9,5
Silahla Vurulma
Yıl
Gün/Ölüm Oranı
2003
15
2004
18
2005
28
2006
57
2007
41
2008
14
2009
4,2
2010
3,9
2011 (Ağustos)
4,8
Genel Ortalama
20,6
171
Farklı zamanlarda ve farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerdeki sivil
ölüm rakamları, Irak‟ın 2011 yılında dahi, güvenli bir ülke olmadığını
göstermektedir. Bu rakamların yaralılar ve kayıplar da dahil edilince daha da
büyük boyutlara ulaĢacağı Ģüphesizdir. Buna göre, Irak‟ta demokrasi
oluĢturma çalıĢmalarının da baĢarılı olduğunu ifade etmek mümkün değildir.
Ülke, görünüĢte seçimlerle iĢbaĢına gelmiĢ bir hükümet tarafından
yönetilmekte olsa da bu hükümetin halkın çoğunluğunun isteğiyle baĢa
geçmiĢ bir hükümet olduğunu ifade etmek zordur.
Ayrıca Irak‟tan ABD
askerlerinin bütünüyle çekilmesi planı ile birlikte, güvenlik zafiyetinin
artacağını da ifade etmek mümkündür. Zira yeni seçimler güvenlikli biçimde
gerçekleĢtirilse bile, seçilen hükümet yetkililerinin olası suikastlara karĢı
korumanın zorluğu ortadadır. Nitekim 2010 yılında düzenlenen saldırılarda
Irak ĠçiĢleri Bakanlığı genel teftiĢ sorumlusu General Abdulhüseyin
Muhammed ve Savunma Bakanlığı üst düzey sorumlu subaylarından
General Abdülmehdi Kazım öldürülmüĢ ve durumun vahameti ortaya
çıkmıĢtır (Ġran Ġslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Kurumu Resmi Ġnternet
Sitesi [web], 2010) .
Tablo-12‟de 2003-2007 yılları arasında gerçekleĢen önemli siyasi
suikastlar ve kurbanları verilmektedir (Academic Ġnternet Sitesi [web], 2010):
Tablo-12: 2003-2007 Arasında Irak‟ta Önemli Siyasi Suikastlar
Yıl
Öldürülen KiĢi
Görevi
2003
Aquila al-Hashimi
Irak Yönetim Konseyi Üyesi
2004
Hatem Kamil
Bağdat Vali Vekili
2004
Ezzedine Salim
Irak Yönetim Konseyi
BaĢkanı
2007
Abdul Sattar Abu Risha
Sünni Kabile Lideri
172
Irak iĢgalinden buyana Irak‟ta ölen ABD askeri sayısı 4.404 olarak
belirlenmiĢtir (Spreadsheets Google Ġnernet Sitesi [web], 2010). Bu durum,
ABD‟nin savaĢ öncesinde beklentilerinin aksine, çok da çiçeklerle ve
coĢkuyla karĢılanmadığını, aksine iĢgal süresince giderek artan bir direniĢle
karĢı karĢıya olduğunu göstermektedir.
“Demokrasiyi yaymak” kelimesi adeta Haçlı Seferlerini hatırlatır bir
söylem
olarak
da
karĢımıza
çıkmaktadır.
Demokrasiyi
Batılı
tarza
indirgeyerek standartlaĢtırmak ve her yerde baĢarıyla uygulanabileceğini,
günümüzün uluslarötesi sorunlarına
barıĢın
sağlanacağını
iddia
çözüm olabileceğini, düzen getirerek
etmek
zordur.
Zira
demokrasi
halka
dayanmaktadır ve genel oy hakkı, doğrudan herhangi bir sonucun garantisini
vermediği gibi seçimlerin serbestçe yapılması bile sistemin kalıcılığını garanti
etmemektedir. Nitekim Weimer Cumhuriyeti bunun örneğidir (Hobsbawm,
2007: 122). Ne olursa olsun demokrasi ile yönetilen bir Irak, demokrasi bilinci
ve
kültürü
halk
tarafından
benimsenmedikçe,
baĢarılı
bir
yönetim
gerçekleĢtiremeyecektir. Kaldı ki seçimler ve demokratik süreçlerin ABD
politikalarına uygun sonuçlanacağını da garanti etmek mümkün değildir.
Tablo-13‟te çalıĢmaya ıĢık tutması açısından iĢgal sonrasında Irak
hakkında temel göstergeler yer almaktadır (Katzman, 2009: 2):
173
Tablo-13: ĠĢgal Sonrasında Irak‟ın Temel Göstergeleri
Değerler
Ölçümler
Nüfus
27.5 milyon
ġii Arap %60
Kürt
%19
Sünni Arap %14
Hıristiyan ve Diğer Gruplar %6
Sünni Türkmen
Demografik Yapı
%1
Hıristiyan 600.000-1.000.000 (Asurî, Suriyeli,
Ermeni,Protestan)
Diğerleri Yezidiler (600.000)
ġabak (200.000)
Sabean-Mandean (6.000)
Gayri Safi Yurt Ġçi Hasıla (GSYH)
112.8 milyar ABD Doları
KiĢi BaĢına düĢen GSYĠH
Reel GSYĠH
4.000 ABD Doları
2008 rakamlarıyla %7,8
2009 Bütçesi
60 milyar dolar (43 milyar dolar gelir, 17
milyar dolar kredi)
ĠĢsizlik
Resmi rakamlara göre %18,2 ancak %30‟a
kadar çıkabilir.
2008 ve 2007‟de %12,9
Enflasyon
2006‟da %32
ABD Benzin Ġhracı
700.000 varil/gün
Besin Yüzdesi
Mal ihraç gelirlerinin %60‟ı halkın ihtiyaçları
için ayrılıyor
Son noktada, Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetlerinin fiiliyatta nasıl
iĢlediğini incelemek amacıyla, 2003‟ten bugüne Irak siyasal hayatının kısaca
incelenmesi faydalı olacaktır:
Irak‟ta kısa sürede biten savaĢ sonrasında Baas Rejimi yıkıldı ve ABD
açısından asıl sancılı ve maliyetli süreç olan yeniden devlet inĢası süreci
baĢlatıldı. SavaĢın hemen ertesinde Irak‟ta çöken devlet yapısının yeniden
yapılandırılması ve oluĢan iktidar boĢluğunun sonlandırılması, iĢgal güçleri
açısından en önemli sorun haline geldi. SavaĢ öncesinde Irak‟ta demokrasi
oluĢturulabilirse, Irak yönetiminde, nüfusun çoğunluğunu oluĢturan ġii Araplar
ve
ABD
ile
ittifak
halinde
olan
Kürtlerin
ön
planda
olacağı
değerlendirilmekteydi. Ayrıca savaĢ baĢlamadan önce Irak‟ın bünyesinde
174
barındırdığı ve komĢu ülkelerle iliĢkisi bulunan karmaĢık etnik yapısı
itibariyle, yakın gelecekte Orta Doğu açısından önemli sorunlara gebe olduğu
öngörülmekteydi. Bu sorunlar özellikle Irak‟ın parçalanması ve Irak‟ın
kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması olasılığı üzerine kurgulanmıĢtı.
Buna göre bu öngörülerden en önemlilerini aĢağıdaki gibi sıralamak
mümkündür (Çetinsaya ve Özhan, 2009: 19):
 Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması ile Irak bünyesinde
çoğunluğu oluĢturan ġii nüfusun genel nüfusa oranı %80‟e ulaĢacak ve
Irak bir ġii devleti haline gelecekti. Bu durumun ABD‟nin Orta Doğu
politikalarına aykırıydı ve bölge dengelerinin de sarsılacağı düĢüncesi,
ABD‟nin bağımsız bir Kürt devletinden ziyade Kürtleri merkeze çekecek
bir federasyona daha sıcak bakmasına neden olacaktı.
 Irak‟ta kurulacak Kürt devleti, bünyesinde Kürt nüfusu barındıran
Türkiye, Suriye ve Ġran‟da istikrarsızlıklara neden olacak ve bölgede
etnik-ayrılıkçı hareketler artacaktı.
 Kürtlerin ayrılması ile birlikte bölgede, Ġran‟dan sonra Irak‟ta ġii ağırlıklı
ikinci bir devletin kurulması, bünyesinde ġii nüfus barındıran Körfez
ülkeleri ve özellikle de Suudi Arabistan‟da rahatsızlık yaratacaktı. Bu
ülkeler, bölgede bir ġii kuĢağın oluĢması ve Ġran‟ın etkisini artırması
olasılığına sıcak bakmayacaktı. Ayrıca, Arapların, Arap milliyetçiliği
açısından da Irak‟ta bir Kürt devleti kurulmasına ve ġii ağırlıklı bir devlete
sıcak bakmayacakları düĢünülmekteydi.
Yukarda sayılan öngörülerle birlikte iĢgal sürecinde meydana gelen
yeni geliĢmelerin de Irak‟ın demokratikleĢtirilmesi ve yeniden inĢası sürecine
etki edeceği kesindi. Bu noktada bu süreci bütün bu faktörleri de göz önüne
alarak incelemek yerinde olacaktır.
Irak‟ta demokrasi oluĢturulması ve SavaĢ sonrası Irak‟ın yeniden
yapılandırılması için çalıĢmalar, iĢgalin hemen ardından baĢlatıldı. Bu
noktada öncelikli olarak, emekli General Jay Garner görevlendirildi (Arı,
2004: 513). Nisan 2003‟te göreve gelen Garner, bir kısım ABD bürokratı ile
birlikte
Irak‟ın
yeniden
yapılandırılması
175
çalıĢmaları
doğrultusunda,
bakanlıkların yönetimini üstlendi. Garner, Savunma Bakanlığı bünyesinde, 20
Ocak 2003‟te kurulan “Yeniden Yapılandırma ve Ġnsani Yardım Ofisi
(Office of Reconstruction and Humanitarian Assistance -ORHA)”ni
yönetti. Garner‟in göreve gelmesi ile birlikte Irak‟lı muhaliflerle seri toplantılar
yapılmaya baĢlandı. Bu kapsamda 15 Nisan 2003‟te geniĢ katılımlı bir
toplantı düzenlenerek çeĢitli siyasi görüĢ ve etnik kökenden 100‟e yakın
temsilcinin bir araya gelmesi sağlandı. Toplantı sonunda Mayıs 2003‟te daha
geniĢ katılımlı bir toplantı düzenlenmesi kararlaĢtırıldı. Sonraki süreçte
Garner, Bush Yönetimi tarafından görevden alındı ve eski bir büyükelçi olan
L. Paul Bremer atandı. Bremer, 13 Temmuz 2003‟te oluĢturulan ve “Geçici
Koalisyon
Otoritesi
(Coalition
Provisional
Authority-CPA)”
olarak
adlandırılan birimin baĢına getirildi. Böylece Bremer, Garner'den farklı olarak,
Irak‟ı bir geçiĢ yönetimi ile değil de hükümet dıĢı danıĢma merkezi
oluĢturarak (25 üyeli Irak Yönetim Konseyi (Iraq Governing Council-IGC)
yönetmeyi tercih etti. CPA içinde bazı Sünni temsilciler yer alsa da yeni
yönetimde Sünnilerin eskiden olduğu gibi
baskın konumu ortadan
kaldırılmıĢtı. Bu durum, yeni Irak yönetiminde Sünnileri küskün bir konuma
getirdi. Ayrıca alınan kararlarla, Irak yönetiminde adeta bir temizlik yapılarak
Saddam döneminde göreve getirilen yaklaĢık 30.000 Iraklı görevinden
uzaklaĢtırıldı
ve
“De-Baasifikasyon”
olarak
da
adlandırılan
süreç
oluĢturularak Irak‟ta Sünniler geri plana itildi (Katzman, 2009: 9).
13 Temmuz 2003‟te oluĢturulan Irak Yönetim Konseyi‟nin idari
faaliyetlerini yürütmek için oluĢturulacak BaĢkanlık Konseyinin belirlenmesi
amacıyla 30 Temmuz 2003‟te bir toplantı yapılmıĢtı. Toplantı sonucunda, 9
üyeli BaĢkanlık Konseyinin 5 ġii, 2 Sünni ve 2 de Kürt temsilciden
oluĢturulmasına ve BaĢkanlığın alfabetik olarak isim sırasına göre yapılarak,
ilk BaĢkanın ġii El Dava Partisi sözcüsü, Ġbrahim el-Caferi olması
kararlaĢtırılmıĢtı. El-Caferi bu görevde bir ay kalacak ardından yine ġii olan
Ahmed Çelebi ve Ġyad el-Allavi baĢkanlığı yürütecek, ardından görevi Celal
Talabani devralacaktı. Irak Yönetim Konseyinin bakanları ile ilgili çalıĢmalar
da Ağustos ayında tamamlanmıĢ ve bakanlıkların 13 ġii, 5 Sünni, 5 Kürt, 1
Türkmen ve 1 Asurî üyeye verilmesi kararlaĢtırılmıĢtı. Bakanlıklardan Petrol
176
ve ĠçiĢleri Bakanlığı ġiilere, Maliye Bakanlığı Sünnilere, DıĢiĢleri Bakanlığı ise
Kürtlere verilmiĢti (Arı, 2004: 516-517).
14 Ağustos 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyinde alınan 1500
Sayılı Kararla Irak Yönetim Konseyi, BM nezdinde tanınmıĢtır. Kararda, daha
önce alınan 1483 Sayılı Karara referans verilmiĢ ve Irak Yönetim Konseyi,
Irak halkına geniĢ bir temsil imkânı tanınan, uluslararası alanda kabul
görmüĢ, egemen bir Irak‟ın oluĢumunda önemli bir adım olarak ifade edilmiĢ;
ayrıca Irak‟a destek sağlamak amacıyla, Irak‟ta bir BM komisyonu kurulması
kararlaĢtırılmıĢtır (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2003a).
BM Güvenlik Konseyinin 16 Ekim 2003 tarihinde aldığı 1511 Sayılı
Kararda ise, Irak‟ın egemenliği ve devlet bütünlüğüne vurgu yapılmıĢ, Irak
halkının kendi siyasal geleceğini özgürce belirleme ve kendi doğal
kaynaklarını kontrol etme hakkı bulunduğunun altı çizilmiĢtir. Bu noktada Irak
halkının kendi kendini yönetme yeteneği kazanıncaya kadar uluslararası
destek almalarının önemi vurgulanmıĢtır. Kararda belirtilen hususlar aĢağıda
özetlenmiĢtir (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2003b):
Kararın 4. maddesinde, BM Güvenlik Konseyinin 1483 sayılı kararıyla
Irak‟ta oluĢturulan Geçici Koalisyon Otoritesinin, Irak‟ta uluslararası kabul
görmüĢ, temsili bir yönetim oluĢturulması sonrasında sona ereceğinin altı
çizilmiĢ, bu noktada Irak‟ın kendi geleceğini belirlemesi ve Irak‟ta demokratik
bir yönetim oluĢturma çalıĢmalarının önemi vurgulanmıĢtır. Kararda ayrıca,
Irak Yönetim Konseyi ve bakanlıklarının, Irak geçici yönetiminin temeli olduğu
ifade edilmiĢ ve bu geçiĢ sürecinde Irak‟ın egemenliğini temsil ettiği
vurgulanmıĢtır.
Kararın
7.
ve
10.
maddelerinde
Irak‟ta
bir
anayasal
düzen
oluĢturulması için yeni bir anayasa hazırlanması ve seçimlerin bu anayasa
doğrultusunda yapılması gerektiği belirtilmiĢ, bu kapsamda Irak Yönetim
Konseyi, konu ile ilgili bir takvim belirlemek için BM Genel Sekreterliği ile
iĢbirliğine çağrılmıĢtır.
177
Sonuçta, bu kararlarla Irak‟ın statüsü uluslararası toplum tarafından da
onay görmüĢ sayılmıĢtır.
Bush Yönetimi, Irak iĢgalinin yeni bir anayasa hazırlanarak ulusal
seçimlerin gerçekleĢtirilmesi ve hükümetin kurulması ile ABD‟nin yönetimi
Irak‟ın
inisiyatifine
bırakmasını
ve
bunun
da
2005
yılı
içinde
gerçekleĢtirilmesini planlamıĢ bu doğrultuda 30 Haziran 2004‟te Irak Yönetim
Konseyi tarafından bir Geçici Anayasa (Transitional Administrative Law -TAL)
hazırlanmıĢtır. Geçici Anayasa ile bir yol haritası hazırlanmıĢtır (Katzman,
2009: 10). Geçici Anayasa doğrultusunda, Mayıs 2004‟te Geçici Hükümet
atanmıĢ, 30 Ocak 2005‟de yapılan seçimler sonucunda oluĢan yeni
Parlamento, yeni Anayasayı hazırlayarak Aralık 2005‟de referanduma
sunmuĢtur (Aydın ve diğerleri, 2007: 33).
30 Ocak 2005‟te yapılan seçimlerin ilan edilen kesin sonuçlarına göre
ġiilerin desteğindeki BirleĢik Irak Ġttifakı, zafer ilan etmiĢtir. 275 sandalyeden
140‟ını kazanan Ġttifakı, 75 sandalye ile Kürt ittifakı izlemiĢtir. Iyad Allawi‟nin
bloku 40 sandalye, eski CumhurbaĢkanı Yavir El Gazi‟nin önderlik ettiği Irak
Uyum Cephesi 5 sandalye, Türkmen Listesi 3 sandalye kazanmıĢtır. Tablo14‟te Ocak 2005‟te yapılan seçimin bütün sonuçlarını görmek mümkündür
(Radio Free Europe Radio Liberty Ġnternet Sitesi [web], 2010):
178
Tablo-14: Ocak 2005 Seçim Sonuçları
Grup
Kazanılan Sandalye Sayısı
BirleĢik Irak Ġttifakı
140
Kürdistan Koalisyon Listesi
75
Irak Listesi
40
Iraki Uyum Cephesi
5
Irak Türkmen cephesi
3
Bağımsız Milli Seçkinler ve Ġdareciler
3
Irak Ġslami hareket Örgütü
2
Kürdistan Ġslami Birliği
2
Halkın Birliği
2
UzlaĢma ve özgürlük Bloku
1
Milli demokratik Ġttifak
1
El-Rafidayn Listesi
1
TOPLAM
275
2005 Aralık ayından yapılan seçimlerde ise Tablo-15‟te belirtildiği
biçimde bir siyasi yapı ortay çıkmıĢ; siyasi tablo genel olarak değiĢmese de
özellikle Kürt Ġttifakı ve Irak Uyum Cephesi oylarını artırmıĢtır. Bununla birlikte
üstünde durulması gereken en önemli konu, Sünnilerin bu seçimi protesto
etmeleridir. Bu durum da Kürtlerin temsil oranını artırmalarının temel
gerekçesidir (BÜSAM, 2010: 5-6):
179
Tablo-15: 2005 Aralık Seçim Sonuçları
Grup
Kazanılan Sandalye Sayısı
BirleĢik Irak Ġttifakı
128
Kürdistan ittifakı
53
Irak Uyum Cephesi
44
Irak Ulusal Listesi
25
Irak Ulusal Diyalog Cephesi
11
Kürdistan Ġslam Birliği
5
Diğer
9
TOPLAM
275
2005
seçimleri
büyük
bir
çatıĢma
ve
saldırı
yaĢanmadan
gerçekleĢmiĢtir. Bu durum, Irak‟ta demokrasi geliĢtirme faaliyetleri açısından
umut vermiĢ olsa da seçimlerin hemen sonrasında baĢlayan saldırılar, bu
umutları suya düĢürmüĢtür. Koalisyon güçleri ve yeni Irak hükümetinin
çözemediği güvenlik boĢluğu, yerel güçler ve etnik merkezli cemaatler
tarafından doldurulmaya çalıĢılmıĢ bu durum da bir taraftan etnik-sekter
temelli örgütlenen milislerin varlığını meĢru kılarken diğer taraftan Irak‟ın
istikrarına büyük darbe vurmuĢtur (Çetinsaya, 2006: 10).
Tablo-16‟da Irak‟ta bulunan çeĢitli grupların milis sayıları yer almaktadır.
Tabloda ifade edilen rakamlar yakın gelecekte bir iç savaĢ yaĢanması
durumunda ne kadar vahim sonuçlarla karĢılaĢılabileceğini göstermesi
açısından önemlidir (Çetinsaya, 2006: 11):
180
Tablo-16: Irak‟ta ÇeĢitli Grupların Milis Sayıları
Gruplar
Bedr Tugayı (ġii)-Irak
KDP-KYB
Yüksek Ġslam Devrimi
(Kürt)
Yüksek Konseyi
Mehdi Ordusu
(ġii)-Mukteda
Es Sadr
Iraklı
DireniĢçiler
(Sünni)
Yabancı
SavaĢçılar
(Sünni)
En Az
75.000
15.000
7.000
14.000
1.000
En Çok
100.000
20.000
10.000
57.000
3.000
Irak‟ta yaĢanan güvenlik boĢluğunun en önemli gerekçelerinden birisi
ABD‟nin Irak Ordusunu bütünüyle feshetmesi ve Baas Ġktidarı döneminden
hiç kimseyle çalıĢılmayacağının ilan edilmesiydi (Aydın vd. 2007: 32). Nitekim
sonraki süreçte yaĢanan sıkıntılar nedeniyle bu politika yumuĢatılmıĢ, Baas
dönemindeki güvenlik yöneticilerinden bir kısmı tekrar göreve getirilmiĢti.
Resmi olmayan rakamlara göre 9000‟e yakın eski Baasçının göreve geldiği
ifade edilmektedir (Otterman [web], 2005).
Sonuçta, ülkede ulusal bir Irak Ordusu ve çalıĢır bir devlet
mekanizması oluĢturulması süreci uzun sürecek, bu durum da Irak içinde
düzenin
sağlanmasını
geciktirecektir.
Bu
noktada
Irak‟ta
demokrasi
oluĢturma giriĢimlerinin de kısa dönemde baĢarılı olması beklenmemelidir.
Irak‟ta 7 Mart 2010 tarihinde yapılan seçimlerde Irak Bağımsız Yüksek
Seçim Komisyonu tarafından 26 Mart‟ta ilan edilen sonuçlar Tablo-17‟de
belirtilmektedir (Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ġnternet Sitesi [web],
2010).
181
Tablo-17: Mart 2010 Seçim Sonuçları
Siyasi OluĢum
Milletvekili Sayısı
El Irakiye
91
Kanun Devleti OluĢumu
89
Irak Ulusal Ġttifakı
70
Kürdistan Listesi
43
Goran Hareketi
8
Tavafuk Cephesi
6
Irak‟ın Birliği
4
Kürdistan Ġslami Birliği
4
Kürdistan Ġslami Hareketi
2
TOPLAM
317
Bu sonuçlara göre, Irak Meclisine giren oluĢumların hiçbirisinin tek
baĢına iktidar olmaya yetecek 163 milletvekili sayısına ulaĢması mümkün
olmamıĢtır. Kanun Devleti OluĢumu liderliğini ve hâlihazırda baĢbakanlık
görevini yürüten Nuri el-Maliki de sonuçları tanımadığını ilan etmiĢtir. Seçim
öncesinde
CumhurbaĢkanı Celal Talabani ve BaĢbakan el-Maliki oyların
tekrar ve elle sayılmasını istemiĢ, ancak bu talep seçim kurulunca kabul
edilmemiĢtir. Seçime en fazla oyu alan El-Irakiye Lideri Allawi,
çoğunluk
hükümeti yerine, geniĢ ulusal katılımlı bir hükümet kurmak için her türlü
gayreti sarf edeceklerini bildirmiĢtir (Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ġnternet Sitesi [web], 2010).
El Irakiye Grubu, Kürt ve ġii iktidarından memnun olmayan pek çok
grup, aĢiret ve liderin bir araya gelmesiyle oluĢmuĢtu. Bu gurubun seçimi
kazanması durumunda, kurulacak hükümetin kimseyi memnun edemeyeceği
düĢünülüyor ve grubun çabuk bölünmesi bekleniyordu. Allawi‟nin yoğun
182
çabasına
rağmen
hükümet
kurma
görevini
alamamasının
yarattığı
dıĢlanmıĢlık duygusu, grubun kendi içinde birleĢmesi ve güçlenmesine sebep
oldu. Diğer taraftan da Irak Ulusal Ġttifakı ve Hukuk Devleti Koalisyonuna üye
partilerin
ortaklaĢa
oluĢturduğu
Ulusal
Ġttifak,
kendi
içinde
uyumu
sağlayamamıĢ; sorun özellikle Maliki‟nin BaĢbakanlığını kabul etmeyen ġii
Araplardan kaynaklanmıĢtı. Daha sonraki süreçte Maliki konusunda ġiiler
arasında kısmi uyum sağlansa da ABD, Ġran etkisinin artması olasılığı
sebebiyle Maliki‟nin adaylığına sıcak bakmamıĢtır (Erkmen [web], 2010). Bu
durumda Kürtler ve Sünni Arapların Irak‟ta iktidarı belirleyecek unsurlar
olarak ortaya çıktığı söylenebilecektir.
Irak‟ta siyasi gruplar arasındaki çekiĢmeler, uluslararası boyuta
ulaĢmıĢtır. GeliĢmeler, Irak‟ta çıkarları bulunan bölge ülkeleri ve ABD
tarafından da yakından izlenmektedir. Seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan
dengeli parlamento dağılımı, herkesi memnun edecek bir hükümet
oluĢturulması beklentisi oluĢturmuĢtur (Erkmen [web], 2010). Bölge ülkeleri
Bağdat‟la
iliĢkilerinde
kendilerine
yakın
gördükleri
grupları
gizli/açık
desteklemekte, bu durum Irak‟taki iç çekiĢmelerin dıĢarıda da yankı
bulduğunu ve kolaylıkla içinden çıkılabilir bir bunalım olmadığını açığa
çıkarmaktadır.
Irak‟ta demokrasi oluĢturma faaliyetleri için bir demokratik kültürün
oluĢturulması gerekmektedir. Uzun yıllar boyunca otoriter biçimde yönetilen
bir ülkede böyle bir kültürün varlığından söz etmek mümkün değildir.
15 Ağustos 2011‟de Irak‟In üç kentinde patlayan bombalar sebebiyle
55 kiĢinin ölmesi, Irak‟ta iç huzurun hala sağlanamadığının bir göstergesidir.
Güvenlik sorunu hala çözülememiĢtir. BaĢbakanlığın yanı sıra ulusal
güvenlik, savunma ve iç iĢleri bakanlıklarını da yürüten Maliki‟nin ve diğer
politikacıların güvenlik sorunlarını çözmeleri mümkün gözükmemektedir.
Kaldı
ki
ABD
askerlerinin
tamamen
Irak‟tan
çekilmesi
durumu
gerçekleĢtiğinde, ülkedeki kaos durumunun iyice kendini hissettirir hale
geleceğini ifade etmek mümkündür (Karakaplan, 2011: 76).
183
Sonuç olarak Irak‟ta yapılan Mart 2010 seçimleri sonrasında, dağınık
siyasi yapı devam etmiĢ, ülke içinde birliği ve uyumu sağlayabilecek güçlü bir
hükümet oluĢturma çabaları sonuçsuz kalmıĢtır. Bu durum, ülke içindeki
karıĢıklıkları ve etnik çatıĢmaları körüklemekte, demokrasi oluĢturma
faaliyetlerine darbe vurmaktadır. ABD askerlerinin tamamıyla çekilmesi
durumunda da Irak‟ta tam olarak iç huzur ve demokrasi oluĢturulmadan,
baĢka bir ifadeyle ABD baĢladığı iĢi bitirmeden giden bir ülke konumuna
düĢecek ve Dünya kamuoyunda sarsılan imajı iyice kötüleĢecektir.
(4) Irak
SavaĢının
Enerji
Güvenliği
Açısından
Değerlendirilmesi
Resmi olarak açıklanmasa da, Irak SavaĢı‟nın en önemli
gerekçeleri arasında Irak petrolünün kontrol altına alınması olduğu iddia
edilmektedir. Bu sebeple çalıĢmamızda bu iddiaların da değerlendirilmesi
yerinde olacaktır.
Sınırlı bir kaynak olan petrolün, Dünya üzerindeki her ülke için önemli
olduğu ortadadır. Bu önemin alternatif yakıt üretim teknolojilerinin geliĢtirilme
çalıĢmaları
vb.
yollarla
azaltılmaya
çalıĢılmasına
rağmen
halen
azımsanamayacak boyutlarda olduğunu ifade etmek mümkündür. Dünya
kanıtlanmıĢ petrol rezervleri içinde 727 milyar varille en yoğun biçimde
bulunduğu bölgenin Orta Doğu olduğu bilinen bir gerçektir. Tablo-18‟de
belirtilen diğer bölgelerdeki toplam petrol rezervlerinin bile bu rakamlara
ulaĢamadığı görülmektedir. Dolayısıyla Orta Doğu petrolünün önemsiz
olduğu iddia edilemeyecektir. Ancak 2003 yılında Irak‟ın ekonomik ve askeri
gücü dikkate alındığında Orta Doğu petrolünün akıĢını tehdit eder bir
konumda olmadığı ve bu konuma zarar verecek bir boyutta tehdit kaynağı
olamayacağı söylenebilecektir. Kaldı ki savaĢ öncesinde Avrupa ve ABD‟nin
Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığı dikkate alındığında, bu bölgede Irak
kaynaklı bir krizin, tek baĢına Dünyayı sarsacak boyutta bir krize yol
açamayacağını ifade etmek mümkündür.
184
Tablo-18: Dünya Çapında KanıtlanmıĢ Petrol Rezervleri
(Quote Oil Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Orta Doğu
Rezerv Miktarı
(milyar Varil)
727
Orta ve Güney Amerika
99
Eski SSCB ülkeleri
Afrika
Batı Avrupa ve Çin
Meksika
Hindistan
TOPLAM
78
87
18
16
5
1.030
Bölge
Irak, OPEC‟in açıkladığı petrol rezervi istatistiklerine göre sahip olduğu
115 milyar Varillik rezervi ile Ġran‟ın ardından 4. büyük ülkedir. Toplam rezerv
olarak bakıldığında da Dünya petrol rezervinin %11‟ini elinde tutmaktadır.
ġekil 7‟de toplamda 1.336,9 milyar varillik üretimin dağılımı gösterilmektedir
(OPEC Resmi Ġnternert Sitesi [web], 2010).
ġekil-7: Dünya Petrol Rezervleri (2009)
Ekim 2010‟da Irak Petrol Bakanı El Shahristani‟nin verdiği rakamlara
göre Irak‟ın sahip olduğu petrol rezervinin, 143,1 milyar varil olduğu ifade
edilmektedir. Bu rezervlerin %71‟i güneyde %20‟si Kuzeyde ve kalan % 9‟luk
185
kısım da orta bölgededir (Hürriyet Daily News Gazetesi Ġnternet Sitesi [web],
2010).
ġekil-8‟de 1990-2009 yılları arasında Irak‟ın Petrol üretim ve tüketim
rakamları verilmektedir (ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy Information
Administration) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
ġekil-8: 1990-2009 Yılları Arası Irak Petrol Ġstatistikleri
ġekil-8‟den anlaĢılacağı üzere Irak‟ın tüketim rakamları, geçen 20 yıla
yakın süre içinde önemli bir değiĢiklik göstermemiĢtir. 1990 itibariyle üretim 2
milyon varil/gün civarındayken Körfez SavaĢı ile birlikte hızla düĢüĢe geçmiĢ
ve 1990‟lı yılların ortasına kadar tüketimin çok az üstünde seyretmiĢtir.
Bunda da özellikle Körfez savaĢı sonrasında yaĢanan ambargo sürecinin
etkili olduğu ifade edilebilecektir. Sonraki süreçte gıda karĢılığı petrol gibi
programlarla ambargo hafifletilmiĢ ve 1996 sonrasından 2002‟ye kadar
önemli bir artıĢ göstermiĢtir. 11 Eylül sonrası ve Irak SavaĢı ile birlikte tekrar
düĢüĢe geçen üretim 2004‟e kadar iniĢe geçmiĢ, sonrasında ise kademeli
olarak artarak 2000‟li yılların baĢındaki rakamlara ulaĢmıĢtır.
ABD, sahip olduğu teknoloji ve geliĢmiĢlik seviyesi dikkate alındığında
önemli bir petrol tüketicisi konumundadır. Sahip olduğu petrol rezervlerine
rağmen,
petrol
ihtiyacının
önemli
miktarını
ithalatla
karĢılamaktadır.
Günümüzde ABD‟nin ihtiyaç duyduğu petrolün %60‟ını ithal ettiği ifade
edilmektedir (Quote Oil Ġnternet Sitesi [web], 2010).
186
Tablo-19‟da ABD‟nin ülke bazında Orta Doğu ülkelerinden yaptığı
petrol ithalat rakamları verilmektedir (ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy
Information Administration) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Tablo-19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Petrol
Ġthalat Miktarları ve Genel Petrol Ġthalatı Ġçindeki Yüzdeleri
ÜLKELER
IRAK
KUVEYT LĠBYA KATAR
SUUDĠ
ARABĠSTAN
BĠRLEġĠK
ARAP
MISIR ĠSRAĠL TOPLAM
EMĠRLĠKLERĠ
BÜTÜN
ÜLKELER
YILLAR
1993
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
0
128.823
0
197
516.009
4.975
26.858
0
678.855
3.146.454
0
4
0
0
16
0
1
0
22
100
1994
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
0
113.964
0
0
511.911
4.610
17.854
0
648.339
3.283.621
0
3
0
0
16
0
1
0
20
0
1995
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
0
79.668
0
0
490.487
3.582
11.720
0
585.457
3.224.753
0
2
0
0
15
0
0
0
18
0
1996
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
423
86.371
0
0
498.730
980
15.923
169
602.596
3.469.128
0
2
0
0
14
0
0
0
17
0
1997
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
32.530
92.229
0
1.402
513.693
616
13.572
248
654.290
3.708.970
1
2
0
0
14
0
0
0
18
0
1998
122.518 109.844
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
3
3
0
1.431
544.301
995
4.258
0
783.347
3.908.446
0
0
14
0
0
0
20
0
1999
264.764 90.554
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
7
2
0
3.519
539.562
842
8.660
250
908.151
3.961.074
0
0
14
0
0
0
23
2000
226.804 99.514
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
5
2
0
3.162
575.274
5.541
3.943
0
0
14
0
0
0
2001
289.998 91.273
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
7
2
0
4.894
606.753
14.718
2.552
0
0
14
0
0
2002
167.638 83.177
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
2
0
5.392
566.512
5.507
3.867
0
0
13
0
0
0
20
0
2003
0
1.024
647.666
7.731
3.193
233
915.718
4.476.501
175.663
80.208
187
1.199 915.437
0
4.194.086
241
22
1.010.42
9
4.333.038
0
23
0
1.942 834.035
0
4.208.538
Tablo-19: ABD‟nin 1993-2009 Arası Orta Doğu Ülkelerinden Petrol
Ġthalat Miktarları ve Genel Petrol Ġthalat Ġçindeki Yüzdeleri
(Devamı)
ÜLKELER
IRAK
KUVEYT LĠBYA KATAR
SUUDĠ
ARABĠSTAN
BĠRLEġĠK
ARAP
MISIR ĠSRAĠL
EMĠRLĠKLERĠ
TOPLAM
BÜTÜN
ÜLKELER
YILLAR
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
2
0
0
14
0
0
0
20
100
7.410
2.003
570.137
7.264
5.147
795
924.487
4.811.104
0
0
12
0
0
0
19
100
2005
193.987 88.729 20.520 1.594
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
2
0
0
560.823
6.722
5.342
1.956
879.673
5.005.541
11
0
0
0
18
100
2006
201.866 67.355 31.896
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
1
1
660
534.143
3.148
2.194
1.812
843.074
5.003.082
0
11
0
0
0
17
100
2007
176.709 66.185 42.801
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
1
1
581
541.987
3.828
3.290
944
836.325
4.915.957
0
11
0
0
0
17
100
2008
229.300 76.986 37.834
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
5
2
1
49
559.750
1.474
5.605
2.313
913.311
4.726.994
0
12
0
0
0
19
100
366.605
14.753
3.726
1.418
649.755
4.267.110
9
0
0
0
15
100
2004
240.191 91.540
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
5
2
2009
164.357 66.477 28.863 3.556
Toplam
Ġthalattaki
Payı (%)
4
2
1
0
Tablodan
edinilen
bilgilere
göre
ABD,
yıllar
içinde
değiĢiklik
göstermekle beraber toplam petrol ithalatının yaklaĢık 5‟te birini Orta Doğu
ülkelerinden ithal etmekte, bu ithalatın da önemli bir kısmını Suudi
Arabistan‟dan gerçekleĢtirmektedir. Bu rakamlar içinde Irak Petrolü ortalama
%5‟lik
bir
alana
sahip
olmuĢtur.
Özellikle
2000‟li
yıllar
sonrası
değerlendirildiğinde ABD‟nin Orta Doğu ülkelerinden ithal ettiği petrol
miktarının azalma yönünde bir seyir izlediği görülmektedir. 1990‟lı yıllardan
bugüne, petrol ithalatında ciddi bir artıĢ olmasına rağmen Orta Doğu
ülkelerinden yapılan ithalat miktarının genel ithalata oranı 2000 yılında %23
iken 2009‟a gelindiğinde %15‟e kadar gerilemiĢtir. Buradan yola çıkarak
ABD‟nin ithalat eğilimlerini değiĢtirerek Orta Doğu ülkeleri yerine alternatif
kanallara yöneldiğini ifade etmek mümkündür. Bu durum, ABD‟nin Orta Doğu
petrolüne olan bağımlılığını azaltmak istediği biçiminde yorumlanabilecektir.
188
Tablo-20‟de
AB
ülkelerinin
Orta
Doğu‟dan
ithalat
rakamları
görülmektedir (Avrupa Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011):
Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı
(2001-2010)
YIL
ÜLKE
MĠKTAR (1000
VARĠL)
TOPLAM TUTAR
(1000 $)
TOPLAM
ĠTHALATA
ORANI
Abu Dabi
1.942
43.657
0,05
Ġran
212.935
4.924.048
5,43
Irak
148.785
3.433.396
3,8
Kuveyt
55.939
1.248.904
1,43
Tarafsız Bölge
863
17.461
0,02
Suudi Arabistan
421.364
9.867.611
10,76
Suriye
136.288
3.149.939
3,48
Yemen
1.003
27.091
0,03
TOPLAM
979.119
22.712.107
25
Ġran
185.290
4.371.052
4,82
Irak
119.661
2.900.110
3,11
Kuveyt
45.659
1.080.763
1,19
Umman
1.347
35.911
0,03
Suudi Arabistan
381.921
9.094.601
9,91
Suriye
137.986
3.335.613
3,59
Yemen
547
13.046
0,01
TOPLAM
872.411
20.831.096
22,66
Ġran
235.983
6.348.697
5,92
Irak
62.766
1.785.717
1,57
Kuveyt
42.710
1.117.904
1,07
Suudi Arabistan
448.534
12.106.785
11,24
Suriye
84.289
2.363.193
2,11
TOPLAM
874.282
23.722.296
21,91
2001
2002
2003
189
Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı
(2001-2010) (Devamı)
YIL
2004
2005
2006
ÜLKE
MĠKTAR (1000
VARĠL)
TOPLAM TUTAR
(1000 $)
TOPLAM
ĠTHALATA
ORANI
Ġran
245.982
8.475.382
5,96
Irak
99.007
3.408.794
2,4
Kuveyt
42.690
1.422.036
1,04
Tarafsız Bölge
3.568
131.030
0,09
Suudi Arabistan
480.068
17.044.564
11,65
Suriye
62.374
2.184.568
1,51
Yemen
1.523
64.948
0,04
TOPLAM
935.212
32.731.322
22,69
Abu Dabi
923
61.738
0,02
Ġran
252.239
12.182.195
5,59
Irak
91.367
4.380.166
2,03
Kuveyt
54.994
2.614.594
1,22
Suudi Arabistan
438.626
22.002.704
9,72
Suriye
67.161
3.324.527
1,49
TOPLAM
905.310
44.565.924
20,07
Abu Dabi
11.441
734.323
0,26
Ġran
248.617
15.101.399
5,54
Irak
117.324
6.890.184
2,62
Kuveyt
51.059
3.017.310
1,14
Tarafsız Bölge
1.182
70.334
0,03
Umman
1.189
69.247
0,03
Suudi Arabistan
370.588
22.495.899
8,26
Suriye
61.265
3.709.389
1,36
Yemen
636
46.955
0,01
TOPLAM
863.301
52.135.040
19,25
190
Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı
(2001-2010) (Devamı)
YIL
2007
ÜLKE
MĠKTAR (1000
VARĠL)
TOPLAM TUTAR
(1000 $)
Abu Dabi
Dubai
Ġran
Irak
Kuveyt
Tarafsız Bölge
10.895
494
238.313
142.880
46.327
473
779.943
37.906
15.988.760
10.106.103
3.094.837
44.628
TOPLAM
ĠTHALATA
ORANI
0,25
0,01
5,41
3,25
1,05
0,01
Umman
Suudi Arabistan
631
289.687
56.170
19.993.385
0,01
6,57
Suriye
Yemen
53.935
2.601
2.084
3.664.468
209.833
173.925
1,22
0,06
0,05
743.913
70.581.571
16,73
5.029
457
205.137
146.879
43.473
359.615
40.958
19.519.766
13.781.302
4.123.891
0,11
0,01
4,62
3,31
0,98
156
1.483
5.644
132.957
0
0,03
282.793
51.070
206
27.269.278
4.516.275
24.206
6,36
1,15
0
7.230
743.913
807.679
70.581.571
0,16
16,73
1.991
151.845
133.692
28.714
85.722
9.142.973
8.017.581
1.639.319
0,05
3,85
3,4
0,73
201.512
46.908
564.662
12.324.522
2.757.124
33.967.241
5,12
1,19
14,34
Diğer Ülkeler
TOPLAM
Abu Dabi
Dubai
Ġran
Irak
Kuveyt
Tarafsız Bölge
2008
Umman
Suudi Arabistan
Suriye
Katar
Diğer Ülkeler
2009
TOPLAM
Abu Dabi
Ġran
Irak
Kuveyt
Suudi Arabistan
Suriye
TOPLAM
191
Tablo-20: AB‟nin Orta Doğu Ülkelerinden Petrol Ġthalatı
(2001-2010) (Devamı)
ÜLKE
YIL
2010
TOPLAM
ĠTHALATA
ORANI
3.290
267.068
0,09
212.749
16.400.312
5,66
Irak
118.560
9.135.445
3,15
Kuveyt
24.753
1.897.186
0,66
226.213
17.924.971
6,01
54.463
4.133.664
1,45
1.734
71
126.092
6.451
0,05
0
TOPLAM
642.855
49.977.815
17,09
Abu Dhabi
Ġran
462
43.466
0,05
39.322
4.021.041
4,39
Irak
17.783
1.788.973
1,98
Kuveyt
6.050
601.056
0,68
60.109
6.262.535
6,71
8.188
131.974
797.099
13.519.502
0,91
14,73
Suudi Arabistan
Yemen
Diğer Ülkeler
2011
TOPLAM TUTAR
(1000$)
Abu Dhabi
Ġran
Suriye
13
MĠKTAR (1000
VARĠL)
Suudi Arabistan
Suriye
TOPLAM
n Country of Origin Volume
Tablo incelendiğinde Irak SavaĢının gerçekleĢtiği 2003 yılına kadar,
AB ülkelerinin Orta Doğu ülkelerinden satın aldığı petrol miktarının, bu
ülkelerin toplam petrol ithalatının yaklaĢık %25‟ini kapsadığı görülmektedir.
Irak‟ın toplam ithalatlardaki payı ise ortalama % 3‟e tekabül etmektedir. Irak
SavaĢı sırasında AB ülkelerinin Orta Doğu‟dan petrol ithalatı bir miktar azalıĢ
gösterse de sonradan tekrar yükseliĢ kaydetmiĢ; 2006 sonrasında ise
azalarak devam etmiĢtir. Bu tablodan hareketle Irak SavaĢı süreci ile birlikte,
sürekli sorun yaĢanan bir bölgeye bağlı kalmak istemeyen AB ülkelerinin
alternatif kanallara yöneldiğini söylemek mümkündür.
13
2011 istatistikleri verinin alındığı 28 Ağustos 2011 tarihine kadarki süreci kapsamaktadır.
192
Tablo-21‟de ise Irak SavaĢı‟nın baĢ aktörleri arasında yer alan
Ġngiltere‟nin çeĢitli bölgelerden petrol ithalat yüzdeleri verilmektedir (Ġngiltere
ĠĢ, Yenilik ve Beceriler Bakanlığı (Department For Business, Innovation and
Skills) Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011):
Tablo-21: 1950‟den 2006‟ya kadar Ġngiltere‟nin Petrol Ġthalat Yüzdeleri
BÖLGELER
1950
(%)
1960
(%)
1970
(%)
1980
(%)
1990
(%)
2000
(%)
2006
(%)
Orta Doğu
Batı Yarıküre
Norveç
Afrika
Diğer
81
18
1
81
16
2
1
59
5
33
3
81
4
6
2
7
31
5
49
6
9
5
4
74
7
10
2
4
70
7
17
Tablo-21 incelendiğinde 1950-1990 arasında Ġngiltere açısından Orta
Doğu kaynaklı petrolün çok önemli olduğu ve Ġngiltere‟nin petrol ithalatının
%81‟e varan oranda bölgeden kaynaklandığı görülmektedir. 1990‟larla birlikte
hızla düĢen oranlar 2000‟e gelindiğinde %5‟e kadar düĢmüĢtür. Tablodan da
görüldüğü üzere, Ġngiltere petrol ithalatını %75‟e ulaĢan oranda Norveç‟ten
karĢılamaktadır. 2006‟ya gelindiğinde ise Ġngiltere‟nin Orta Doğu kaynaklı
petrol ithalatı daha da düĢerek %2‟ye gerilemiĢtir. Bu noktada Ġngiltere
açısından Orta Doğu petrolünün çok önemli bir konumda olmadığını ve Irak
SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen Orta Doğu petrolünün güvenliğini
sağlamanın, tek baĢına Ġngiltere açısından düĢünüldüğünde, zayıf bir
argüman olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira Orta Doğu‟dan gelen tüm
petrolün kesildiği düĢünülse bile Ġngiltere‟nin %2‟lik kaybı diğer bölgelerden
telafi edilebilirdi.
Bu istatistiklerden yola çıkarak, petrol ihtiyaçlarını yoğun biçimde
ithalatla karĢılayan ABD ve AB ülkelerinin muhtemel kriz olasılığı sebebiyle
Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılıklarını azaltma çabasında olduklarını ifade
etmek mümkündür. Buna göre, petrolün alternatif bölgelerden de temin
edilebildiği dikkate alındığında tek baĢına bir savaĢ sebebi olamayacağı
193
söylenebilecektir. Tablo-22‟de 1990‟dan bugüne ABD içindeki petrol fiyatları
verilmektedir (Inflation DataĠnternet Sitesi [web], 2011):
Tablo-22: Yıllar Ġtibarıyla ABD Ġçindeki Petrol Fiyatları
Yıllar
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
14
2011
Nominal ($/Varil)
Enflasyon Dahil ($/Varil)
23,19
20,2
19,25
16,75
15,66
16,75
20,46
18,64
11,91
16,56
27,39
23
22,81
27,69
37,66
50,04
58,3
64,2
91,48
53,48
71,21
86,84
38,57
32,33
29,9
25,28
23,02
23,96
28,42
25,32
15,93
21,62
34,65
28,32
27,62
32,82
43,42
55,8
63,02
67,37
92,31
54,24
73,44
-
Tabloda görüldüğü üzere, Irak SavaĢı öncesinde 23 dolar civarında
olan petrol fiyatları, yıllar içinde hızla artarak 2011 Ağustos ayı itibariyle
yaklaĢık 86,84 ABD dolarına ulaĢtığı görülmektedir. ABD‟nin petrol ithalatının
da arttığı göz önüne alındığında ABD‟nin petrol maliyetlerinin de aynı oranda
arttığını görmek mümkündür.
Washington Post‟un verilerine göre 2006 itibariyle Irak SavaĢı‟nın
ABD‟ye maliyeti 3 trilyon doları aĢmıĢtır (Washingtonpost Gazetesi Ġnternet
Sitesi [web], 2010). Bu rakamlara artan petrol maliyetleri de eklendiğinde
rakamın ne derece ciddi boyutlara ulaĢtığı görülmektedir.
14
2011 rakamları verinin alındığı 28.08.2011 tarihine kadarki fiyatları göstermektedir.
194
Tablo-23‟de Irak‟ın petrol istatistikleri görülmektedir. Bu tabloda da
görüleceği üzere, Irak bütün petrol ihracat gelirlerini ABD‟ye veriyor olsaydı
bile,
bu
rakamların
ABD‟nin
savaĢ
harcamalarını
bile
karĢılamaya
yetmeyeceği ortadadır (ABD DıĢ ĠĢleri Bakanlığı (Department of State) 16
Aralık 2009 Tarihli Irak Raporu, 2009):
Tablo-23: Irak Petrol Ġstatistikleri
Üretim
(Günlük/milyon
Varil)-2009
2,45
Ġhracat
Petrol Geliri Petrol Geliri Petrol Geliri
(Günlük/milyon (milyar dolar) (milyar dolar) (milyar dolar)
varil)-2009
(2007)
(2008)
(2009)
1,93
41
61,9
30,6
Sonuç olarak Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri arasında
gösterilen, petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve ABD ve
Ġngiltere‟nin bedava petrol elde etme amacıyla Irak‟a girdiği iddialarının
yetersiz argümanlar olduğunu ifade etmek mümkündür. Nitekim yukarıdaki
istatistiklerden de anlaĢılacağı üzere, Irak petrol gelirleri ile Irak SavaĢı‟nın
finanse edilmesi mümkün olmamıĢtır.
Buraya kadarki değerlendirmelerden yola çıkarak, Irak Savası‟nın
lanse edilen gerekçelerin hiç birisinin tek baĢına Irak‟ı iĢgal etmeye yetecek
kadar geçerli nedenler olmadığı anlaĢılmaktadır.
ABD ve Ġngiltere‟nin Irak‟ı petrol elde etmek için vurduğu iddiası da
çalıĢmamızdaki
istatistiklerden
de
anlaĢılacağı
üzere,
maliyeti
ile
kıyaslandığında mantıklı bir çözüm olarak görünmüyordu.
KuĢkusuz Irak SavaĢı, ABD açısından da çok önemli gerekçelere
dayanarak gerçekleĢtirilmiĢ bir savaĢtı. 2000‟li yıllara girerken tek kutuplu
sistemin tek süper gücü olan ABD, Batı Dünyasının sembolize ettiği
195
geliĢmiĢliğin lider ülkesi olarak, özgürlüğün, serbest giriĢimin, demokrasinin
ve küreselleĢmenin örnek temsilcisi adeta prototipi haline gelmiĢti. Teknolojik
geliĢmelerle birlikte, artık Dünyanın herhangi bir yerindeki bir kiĢi batı
dünyasının yaĢam tarzını rahatlıkla izliyor ve kendi ülkesindekilerle
karĢılaĢtırıyordu. KuĢkusuz küreselleĢme; nimetlerinden faydalanan geliĢmiĢ
ülkeler açısından çok önemli bir faktördü. Ancak geliĢmiĢ olan toplumlar,
küreselleĢmenin nimetlerinden faydalanırken, diğer yanda bu toplumları
kendi varlıklarına karĢı tehdit olarak gören, küreselleĢmenin nimetlerinden
yeterince faydalanamayan oldukça geniĢ bir kitle de meydana gelmiĢti.
Onlara göre, batı toplumları bu zenginliğe, kendilerini sömürerek ulaĢmıĢ,
kendileri ise sömürülen, doğal kaynakları elinden alınan fakir bir topluluk
haline gelmiĢti. GeliĢmiĢ ülkeler bir yandan sömürü düzeni ile geliĢmemiĢ
olan ülkelerin zenginliklerini sömürüyor, diğer taraftan da bu ülkeleri, kendi
çıkarları doğrultusunda Ģekillendirmeye çalıĢıyordu. Bu durum, dini öğelerle
de birleĢince, özellikle Ġslam coğrafyasında, batı toplumlarını ve bu düzenin
lideri ABD‟yi düĢman olarak gören bir kitle oluĢturmaya baĢladı.
Bu kitle için ABD ile konvansiyonel silahlarla ve savaĢ yöntemleri ile
mücadele etmek imkânsızdı. Hiç Ģüphe yok ki, terörizm bu düĢüncedeki
insanlar için önemli bir silah haline gelmiĢti. DüĢük maliyeti, az sayıda insan
kaynağı ile yetinmesi, toplumlar üzerinde kısa vadede çok büyük ve yıkıcı
etkisinin bulunması, terörizmin bu kitle tarafından benimsenmesi ve etkin
biçimde kullanılmasını doğurmuĢtu. Ġslam Dininin cihat ve Ģehitlik anlayıĢı, bu
kitle açısından bulunmayacak bir fırsat yaratmakta ve davaları için canını
vermeye hazır binlerce insanı yönlendirmelerine imkân tanımaktaydı.
11 Eylül böyle bir psikolojinin sonucuydu. ABD hiç beklemediği bir
yerden çok büyük bir saldırıya uğramıĢ, binlerce insanını kaybetmiĢ, halk
büyük bir paranoyaya sürüklenmiĢti. Terörün kimi nerede ne zaman
yakalayacağının belirsiz olması dolayısıyla, halk üzerinde yoğun bir korku
psikolojisi hakim olmuĢtu. KuĢkusuz ABD‟nin bu saldırıyı yanıtsız bırakması
mümkün
değildi.
Ġlerleyen
dönemde
196
Afganistan
müdahalesi
Dünya
kamuoyunun da büyük oranda onayıyla gerçekleĢmiĢ, ardından da Irak
SavaĢı‟na giden süreç oluĢmuĢtu.
ABD açısından Irak SavaĢı, yıkılan imajının yenilenmesi, ABD
halkında
oluĢan
korkunun
giderilmesi
ve
hegemonyasının
tekrar
güçlendirilmesi amaçlarına da hizmet ediyordu.
Dikkatli düĢünüldüğünde Irak SavaĢı‟nın nedenleri arasında gösterilen,
Saddam Hüseyin‟in El Kaide‟ye yardım ettiği, kitle imha silahları bulunduğu
ve Irak halkına
yönelik Ģiddetin önlenmesi hakkındaki gerekçelerin
çoğunluğu, tek baĢına ABD‟ye yönelik bir tehdit kaynağı değildi. Terörizmin
tüm Dünyaya yönelik bir tehdit olduğu düĢünüldüğünde, Irak‟ın El Kaide‟ye
yardım etmiĢ olması durumunda dahi, ABD açısından doğrudan bir tehdit
kaynağı sayılamazdı. Kaldı ki var olduğu iddia edilen kitle imha silahlarının da
ABD‟yi rahatlıkla vurması düĢünülemezdi.
Buna göre Irak SavaĢı‟na kadarki süreç ve savaĢ sonrası, Ġsrail
açısından
değerlendirildiğinde
Ġsrail‟in
Irak‟tan
önemli
ölçüde
tehdit
algıladığını, bu tehdit algısı doğrultusunda, gerek Irak içinde rejim muhalifi
gruplarla iletiĢim kurarak gerekse ABD‟deki Yahudi yanlısı kuruluĢlar ve Ġsrail
lobisi ile Bush yönetimi üzerinde baskı ve ikna yöntemlerini kullanarak,
ABD‟nin Irak‟ı iĢgal projesinde önemli pay sahibi olduğunu ifade etmek
mümkündür. Bu durum da Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟nda aktif olarak yer almasa da
arka planda önemli faaliyetler yürüttüğünü göstermektedir. Ġsrail‟in SavaĢ
sonrasında da Irak‟ta yerel gruplarla iletiĢim kurması, onlara çıkarları
doğrultusunda destek vermesi, çeĢitli projeler geliĢtirilmesi düĢünüldüğünde
Irak‟ın geleceğinde de önemli pay sahibi olmak istediği görülmektedir.
197
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL’ĠN POLĠTĠKALARININ
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Bu bölümde Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in güvenlik algısını
değerlendirerek Irak SavaĢının Ġsrail açısından sonuçlarına
çalıĢılacaktır.
ulaĢılmaya
Bu konuda öncelikle Ġsrail‟in terörizmden tehdit algısı
incelenecektir.
1.
ĠSRAĠL’ĠN TERÖRĠZM ALGISI VE ĠSRAĠL’DE FAALĠYET
GÖSTEREN BELLĠ BAġLI TERÖR ÖRGÜTLERĠ:
Tarihi açıdan Filistin direniĢine bakıldığında, Filistin‟e Yahudi göçlerine
karĢı çıkanların ve Ġngiliz Yönetimine karĢı gerçekleĢen ayaklanmaların
baĢlangıçta, örgütlenmeden toplu halk hareketleri Ģeklinde; sonraları ise,
çeĢitli örgütler vasıtasıyla gerçekleĢtirildiği görülmektedir. Buna göre 1930‟lu
yıllara gelindiğinde Filistinliler siyasi görüĢ açısından Ģu gruplara ayrılmıĢlardı
(Boran; 2006: 86-87):
 Filistin Arap Partisi: Hüseyni ailesinin partisi idi. Gücünü Kudüs
müftüsü Hacı Emin Efendi El Hüseyni‟den almaktaydı.
 Ulusal Savunma Partisi: Lideri, NeĢaĢibi ailesinden Ragıp Bey ElNeĢaĢibiydi. Bu aile, Hüseyni ailesiyle rekabet içindeydi. Ragıp Bey,
Osmanlı Meclisi Mebusanında vekillik yapmıĢtı. Bu parti Hüseyniler gibi
Yahudilere ve Siyonizm‟e düĢman olmakla beraber Ģiddet karĢıtıydı. Aynı
Ģekilde Ġngiliz yönetimine karĢı da ılımlı kanadı temsil ediyorlardı.
 Bağımsızlık Partisi: Ulusal Savunma Partisi‟nin karĢısında yer almıĢtı.
1931 Aralık ayında Kudüs‟te toplanan Pan-Ġslam Kongresi kararlarına
dayanarak, 1932 yılında Avni Abdülhadi liderliğinde kurulmuĢtur. GeniĢ
Arap dünyasının birlik ve bütünlüğü içinde Filistinlilerin bağımsızlığını,
manda yönetiminin sona erdirilmesini Balfour Bildirgesinin feshedilmesini
ve Filistin‟in tamamen Arap denetimi altına sokulmasını savunmuĢtur.
Yayın organı El-Difa‟ad idi.
Ġsrail‟e karĢı örgütlü mücadele 1955‟te BaĢkan Nasır‟ın Gazze‟deki
Filistinlileri komando eğitimine tabi tutarak, bunları “fedain” adı altında Ġsrail‟e
yönlendirerek saldırtmasıyla baĢladığı söylenilebilecektir.
Fedain örgütü
üyeleri 1956 SavaĢında Gazze'nin iĢgali ile birlikte tamamen deĢifre edilince,
bu teĢebbüs son bulmuĢtur (Armaoğlu, 1994: 220-221).
Bundan sonraki süreçte ise günümüze kadar ulaĢan ve yaygın
desteğe sahip örgütler oluĢturulmuĢtur. Bunlardan baĢlıcalarını incelemek
yerinde olacaktır.
a. El Fetih
El Fetih Örgütü “Harakat al-Tahrir al Filastini (Filistin Ulusal
KurtuluĢ Hareketi)” Yaser Arafat önderliğinde 1959‟da kurulmuĢtur. Adını
Arapça adının baĢ harfleri olan HTF’nin tersten okunuĢu olan FTH yani “El
Fetih” olarak belirlemiĢtir (Boran, 2006: 87).
Arafat, gençlik dönemlerinden itibaren iyi bir eğitim almak için
uğraĢırken aynı zamanda, Filistin‟in bağımsızlığı için çaba göstermeye
baĢlamıĢ, bu amaçla Ġsrail‟e karĢı faaliyetler yürüten organizasyonların içinde
yer almıĢtı. 1948 SavaĢı‟nda da savaĢçılara destek verdiği ifade edilmektedir.
Ardından eğitimini tamamlamak üzere Mısır‟a gitmiĢtir. Orada “Filistinli
Mezunlar Topluluğu (Palestinian Graduate Organization)” adı altında bir örgüt
kurmuĢ ve bu örgüt SüveyĢ Krizi sırasında Ġngiliz, Fransız ve Ġsrail güçlerine
karĢı mücadele etmiĢtir. Ardından Kahire Üniversitesi‟nden Mühendis olarak
mezun olmuĢ ve Kuveyt‟te çalıĢmaya baĢlamıĢtır. Arafat ve
arkadaĢları,
1956‟da Kuveyt‟te örgütün temellerini atmıĢtır. Bu dönemde adını duyurmak
ve
Filistin‟li
mültecilerin
durumunu
anlatmak
amacıyla
“Falestinuna”
(Filistinimiz) adlı gazeteyi çıkarmıĢtır. Arafat, Filistin‟in bağımsızlığını istiyor
ancak bunu da herhangi bir Arap Devletinin mandası altında olmadan
199
gerçekleĢtirmek istiyordu. Bu amacına da sadece silahlı mücadele ile
ulaĢabileceği fikrine ulaĢmıĢ ve pek çok Arap toprağından Ġsrail hedeflerine
karĢı saldırılar organize etmiĢtir (Yementimes Gazetesi Ġnternet Sitesi [web],
2009).
Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, El Fetih‟e kuruluĢundan itibaren cephe
almıĢ ve faaliyetlerini, kendi otoritesine meydan okuma biçiminde algılamıĢtır.
Ayrıca Arafat‟ın Nasır‟la uyuĢmaması sebebiyle önceleri Suriye‟deki Baasçı
yönetim tarafından desteklenen Arafat ve El Fetih Örgütü, sonraları
Baasçılarla da uyuĢamayarak bu desteği yitirmiĢtir. Aynı Ģekilde El Fetih‟e
destek veren Suriye, Ġsrail‟i Ürdün‟e karĢı kıĢkırtmak amacıyla, El Fetih‟in
Ürdün topraklarından Ġsrail‟e saldırmasını sağlamıĢtır (Armaoğlu, 1994: 222).
1964‟te Filistin mültecilerinin Kudüs‟ün Arap kesiminde yapılan ilk
kongresinde merkezi Kahire olmak üzere Filistin KurtuluĢ Örgütü‟nün (FKÖ)
kurulması kararlaĢtırıldı ve örgüt kurulur kurulmaz Mısır tarafından kontrol
edilmeye baĢladı. Bu durum, El Fetih ve FKÖ arasında bir çekiĢmeye
dönüĢtü. Bu çekiĢme 1967‟deki Arap Ġsrail SavaĢı sonrasında ilk genel
sekreter olan ġukeyri‟nin istifası ve El Fetih‟in ağırlığını artırması ile birlikte,
FKÖ‟nün El Fetih‟in kontrolüne geçmesiyle sonuçlanmıĢtır. Bu tarihten sonra
FKÖ‟nün söylemleri sertleĢmiĢ ve saldırılarında da artıĢ yaĢanmıĢtır. Bu
duruma, Ġsrail‟in tepkisinden çekinen Mısır, Lübnan ve Ürdün karĢı çıkarken
Suriye destek vermiĢtir. Suriye‟nin bu denli cesaretli tavırları ve Ġsrail‟in FKÖ
ve Suriye‟ye baĢlangıçta yeterli tepkiyi gösterememesi; diğer ülkeleri de
etkilemiĢ, özellikle Mısır-Suriye yakınlaĢması ile birlikte FKÖ‟ye verilen
destek artmıĢ ve FKÖ saldırılarında da önemli artıĢ yaĢanmıĢtır (Armaoğlu,
1994: 223-225).
El Fetih, 1968 yılındaki ünlü Ürdün‟ün Karameh bölgesindeki
direniĢiyle tüm dikkatleri üzerine topladı. Ardından, 1971‟de örgütün
kurucularından, Ebu Ali Ġyad‟ın öldürülmesi üzerine, El Fetih içinden ayrılan
ve kendilerine “Kara Eylül” adını veren bir grup, 1972 Münih Olimpiyatlarında
11 Ġsrailli sporcuyu öldürerek döneme damgasını vurdu. 1975‟te Lübnan iç
200
savaĢında, El Fetih militanları da yer aldı. 1982‟ye kadar Lübnan‟da kalan
FKÖ karargâhı, 1982‟de Ġsrail‟in Lübnan‟ı iĢgali neticesinde liderleri Arafat‟la
birlikte Lübnan‟dan ayrılmıĢ ve Tunus‟ta faaliyetlerine devam etmek zorunda
kalmıĢtır (YaĢar ve diğerleri, 2011: 126).
El Fetih‟le birlikte FKÖ, 1982‟de Lübnan‟dan ayrıldığında özellikle
güney Lübnan‟da olmak üzere 7000-9000 arası örgüt üyesi Lübnan‟da
kalmıĢtı. Arafat‟ın da ayrılmasıyla birlikte bu kuvvetlerin koordinasyonu
zorlaĢmıĢ ve Arafat‟ın otoritesi zayıflamıĢtı. Zira özellikle Suriye‟nin çabaları
ile Arafat‟ın politikaları Lübnan‟da olduğu süre boyunca da eleĢtirilmiĢti.
Arafat Beyrut‟tan ayrıldığında, Libya ve Suriye‟nin kıĢkırtmaları ile Abu Musa
önderliğinde El Fetih içinden ayrılan bir grup, Bekaa vadisinde ayaklanarak,
Lübnan‟daki FKÖ bürolarını ele geçirmek üzere Arafat yanlıları ile
mücadeleye baĢladı. Suriye‟nin de Arafat‟a karĢı cephe alması ile ÜrdünArafat arası iliĢkiler geliĢti ve 11 ġubat 1985‟te bir anlaĢma ile Filistin varlığı
ve Ürdün arasında bir konfederasyon kurulması kararlaĢtırıldı. Ancak
Arafat‟ın Ürdün‟den farklı politikaları ve görüĢ ayrılıkları sebebiyle, Ürdün
Kralı Hüseyin tarafından anlaĢma feshedildi ve FKÖ, Filistin halkının tek
temsilcisi olarak kaldı (Armaoğlu, 1994: 569).
Arafat‟ın daha sonra, Filistin sorununu uluslararası bir konferansa
götürme çabaları da sonuç vermemiĢtir. Arafat ve FKÖ, bundan sonra
bağımsız bir Filistin Devleti kurmak için çalıĢmıĢtır. Nihayet FKÖ‟nün
parlamentosu olarak nitelendirilebilecek Filistin Milli Konseyinin 15 Kasım
1988‟de Cezayir toplantısında, “Bağımsız Filistin Devletinin” kurulduğu ilan
edilmiĢtir. Bu dönemde FKÖ ve Arafat‟ın politikalarında bir değiĢim yaĢanmıĢ
ve Ağustos 1989‟da El Fetih‟in 5. kongresinde hazırlanan siyasi programda,
daha önceki toplantılardan farklı olarak, Batı ġeria ve Gazze‟deki Filistinliler
için, Ġsrail‟in yanında kurulacak bağımsız bir Filistin Devletinden söz edilmeye
baĢlanmıĢtır. Bu süreçte ABD ile yakın temaslar gerçekleĢtirilmiĢtir. Böylece
FKÖ‟nün, Ġsrail‟in tamamen ortadan kaldırılması ve bütün Filistin üzerinde bir
Filistin Devleti kurma isteklerinden vazgeçtiği ifade edilebilecektir (Armaoğlu,
1994: 568-569).
201
Yaser Arafat‟ın Aralık 1988‟de FKÖ adına terörizmi kınadığı
açıklaması sonrasında, ABD ile iliĢkilerinde düzelme yaĢanmıĢtır. ABD bu
açıklama ile FKÖ içinde yer alan El Fetih, Güç 17, Havari Grubu, Filistin Halk
KurtuluĢ Cephesi (FHKC), Filistin Demokratik Halk KurtuluĢ Cephesi
(FDHKC) gibi örgütleri de kapsadığını düĢündüyse de bu olumlu diyalog,
FHKC‟nin 30 Mayıs 1990‟da Ġsrail kıyılarına saldırmasıyla sona ermiĢtir.
Sonrasında 1994 Gazze-Eriha AntlaĢması ve Eylül 1995‟teki 2. Oslo
AntlaĢmasıyla Ġsrail, Gazze ġeridinin tamamına yakını ve Batı ġeria‟nın bazı
bölgelerinin yönetimini Filistin otoritesine bırakmıĢtır. Ocak 1996‟da yapılan
seçimlerin sonucunda 88 üyeli Filistin Otoritesi Konseyi oluĢturulmuĢ ve
Arafat, BaĢkan sıfatıyla göreve baĢlamıĢtır. Önemli kararları alma yetkisi
Arafat‟a ait olmakla beraber, 23 bakanlıktan oluĢmuĢ ve hükümette önemli
pozisyonlar El Fetih üyelerine verilmiĢti (Tarihonline Ġnternet Sitesi [web],
2010).
Günümüzdeki duruma bakıldığında, 2003 yılında BaĢbakanlık yapan
ve 2005 yılından bu yana Filistin Otoritesi BaĢkanı olan Mahmud Abbas (Ebu
MAZEN), aynı zamanda FKÖ ve El Fetih‟in de lideri konumundadır. El
Fetih‟in idari yapısında Merkez Komite karar alıcı konumdadır. Devrimci
Konsey de Merkez Komiteye paralel bir organdır ve silahlı direniĢ
opsiyonunun kullanılmasında karar organıdır. El Fetih‟ten üç gerilla tipi terör
örgütü doğmuĢtur. Bunları Ģu Ģekilde incelemek mümkündür (Global Security
Ġnternet Sitesi [web], 2010a):
 El-Aksa ġehitleri Tugayı: Eylül 2000‟deki intifada sırasında ortaya
çıkan ve Ġsrail‟in iĢgalini sona erdirmek için Ģiddet eylemleri düzenleyen
bir örgüttür.
 Güç 17: FKÖ liderlerini koruma amaçlı Bireysel güvenlik örgütüdür.
Özellikle 80‟lerin baĢlangıcında etkili olmuĢlardır.
 Tanzim: El Fetih‟in silahlı gerilla organizasyonudur.
202
Bu süreçte El Fetih‟in yapısı ve Ģu anki iĢlevi incelendiğinde, El Fetih‟in
geçmiĢteki ılımlı politikaları gereği zaman zaman Ġsrail‟le ve ABD ile iĢbirliği
yaptığını; günümüzde radikal ve saldırgan bir örgüt olmaktan ziyade daha
ılımlı bir çizgide bulunduğunu ifade etmek mümkündür.
b. HAMAS
Özü itibariyle, Arapça bir sözcük olan “hamisi”den türeyen
HAMAS sözcüğü felsefi olarak, bir kiĢinin inandığı değerler uğruna kendini
feda etmesi anlamında kullanılmaktadır. 1987 intifadası sırasında da, Ġsrail‟e
karĢı verilen mücadelede askeri anlamını kazanmıĢtır. HAMAS; “Harekât almuqawama al-İslamiyya” yani “Ġslami DireniĢ Hareketi”nin baĢ harflerinden
oluĢturulmuĢtur. Esas itibariyle 1987 intifadasında Gazze‟de Müslüman
KardeĢler Örgütünün bir kolu olarak ortaya çıkmıĢtır (Muslih, 1999: 2-3).
HAMAS‟ın
kuruluĢunda
özellikle
üç
ismin
önem
kazandığı
görülmektedir. Bu isimleri üçlü bir piramide koyduğumuzda piramidin
tabanında, Ġsrail tarafından daha önce öldürülen ġeyh Ahmed Yasin ve Abdül
Aziz Rantisi isimli iki Filistinli HAMAS lideri; zirvesinde ise 1928‟de Müslüman
KardeĢler Örgütü‟nü kuran Mısırlı öğretmen Hasan el-Benna yer almaktadır.
Mısır gizli servisince 1949‟da öldürülen el-Benna; hareketin adeta referans
kaynağı sayılır. HAMAS, küresel ölçekte faaliyet gösteren ve modern
zamanların en büyük Ġslami hareketi olarak nitelendirilen Müslüman
KardeĢler ile kurduğu iletiĢim sonrasında kuruldu. Ġslami DireniĢ Hareketi
olarak da geçen HAMAS, kuruluĢ metninin 2. maddesinde Müslüman
KardeĢlere bağlı bir örgüt olarak ifade edilir ve kendilerini Müslüman
KardeĢler örgütünün Filistin‟deki kanadı olarak görmektedir. Yine 7. maddede
de HAMAS‟ın evrensel nitelikli bir hareket olduğu ifade edilmektedir (Kramer,
2007: 71).
HAMAS‟ın ortaya çıkıĢının pek çok sebebi vardır ancak en önemlilerini
“Filistinlilerde intifadanın yarattığı direniĢ duygusu, Ġran‟ın baĢarılı Ġslami
Devrimleri, FKÖ‟nün 1983-1987 arası dönemde siyasal baĢarısızlığı, Ġslami
203
Cihad örgütünün askeri söylemleri” Ģeklinde belirtmek mümkündür. Ancak,
daha derinine inildiğinde HAMAS‟ın, Filistin‟de oluĢmaya baĢlayan ĠsrailFilistin sorununun silahlı direniĢle gerçekleĢmesi taleplerinin doğurduğu bir
giriĢim olarak ortaya çıktığı ve örgütlenmesini de camiler, öğrenci grupları,
etkili cemaatler, yer altı hücreleri ve karargâhlarla oluĢturduğunu söylemek
mümkündür (Muslih, 1999: 3).
HAMAS, “Siyonist varlığının cihad yoluyla yok edilmesini” amaçlayan
bir örgüttür. HAMAS, Ġsrail‟le topyekün bir mücadele baĢlatılabilmesi için,
Ġslami uyanıĢın gerekli olduğu söylemi üzerine oluĢturduğu görüĢlerini halka
yaymaya baĢlamıĢ; zamanla Ġsrail‟i tanıma noktasına kadar gelen El Fetih‟in
aksine, Ġsrail‟in varlığını reddetmiĢtir. Bu süreçte, Filistin-Ġsrail barıĢ sürecinin
de karĢısında yer almıĢtır (Mannes, 2004: 113).
BaĢlangıçta
Ġsrail,
HAMAS‟ın
hücreler
biçiminde
örgütlenerek
geliĢmesini engellememiĢ; bir anlamda buna izin vermiĢtir. Bunun arkasında
yatan neden, Ġsrail‟in HAMAS‟ı FKÖ‟yü dengeleyecek bir örgüt olarak
görmesiydi (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). Sonraları ise intifada
süreci ile birlikte yaptığı eylemlerle bunun böyle olmadığı, aslında FKÖ‟den
daha büyük bir tehdit olduğu anlaĢılmıĢtı.
HAMAS, FKÖ‟yü de tehdit etmiĢ, bu durum HAMAS-El Fetih
anlaĢmazlığının da temelini oluĢturmuĢtur. 1980‟lerle birlikte baĢlayan barıĢ
sürecinde, Yaser Arafat‟ın diyalog çabaları ile FKÖ‟nün silahlı direniĢten
ziyade diplomatik ve barıĢçı yollara yönelmesi sonrasında; silahlı direniĢin
gerekliliğini savunan HAMAS, FKÖ‟yü bağımsız Filistin önünde bir engel
olarak görmeye baĢlamıĢtır (Muslih, 1999: 4).
8 Aralık 1987‟de bir Ġsrailli‟nin kullandığı kamyonun 4 Filistinliyi
çarparak öldürmesi üzerine baĢlayan olaylar sonucu geliĢen 1. Ġntifadada,
ġeyh Yasin‟in önderliğinde yıllar süren hazırlıkların sonucunda HAMAS, ilk
defa ortaya çıkmıĢ ve kısa sürede Ģiddet eylemleri ve saldırıların
gerçekleĢtirilmesinde lider rolünü üstlenmiĢtir. Birkaç ay gibi kısa bir süre
204
içinde Ġsrail asker ve sivillerine yönelik eylemlerine baĢlamıĢlardır. 1989
Eylül‟ünde Ġsrail tarafından yasa dıĢı ilan edildiğinde, ġeyh Yasin ve pek çok
HAMAS lideri tutuklanmıĢtı. Bu süreçte yeni bir organizasyon ve liderlik
oluĢturulması gerekmiĢti. Bu doğrultuda 1991‟de Al Kassam Taburu adı ile
oluĢturulan yeni bir örgüt ile saldırılar gerçekleĢtirilmeye baĢlamıĢtı. Ġsrail
1992‟de 400 HAMAS ve Ġslami Cihad militanını sınır dıĢı ederek, HAMAS‟ı
zayıflatsa da durdurmayı baĢaramamıĢ, saldırılar bu defa Lübnan üzerinden
gerçekleĢtirilmeye baĢlanmıĢtır (Mannes, 2004: 114).
1993‟te Oslo AntlaĢmaları ile kurulan Filistin Otoritesi de, HAMAS
tarafından tarihi Filistin‟le Ġslami anlamda bütünleĢmiĢ bir görünüm arz
etmediği için kabul edilmemiĢtir (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010). Aynı
dönemde 25 ġubat 1994‟te Baruch Goldstein adlı Ġsraillinin El Halil Camii‟nde
ibadet eden 29 Müslümanı öldürmesi üzerine Filistin Ġslami Cihadı ile iĢbirliği
yapan HAMAS; gerçekleĢtirdiği intihar saldırıları ile 100‟lerce Ġsrailli‟nin
ölümüne neden olmuĢtur (Mannes, 2004: 116). Bu saldırlar da barıĢ yapma
umutlarını önemli ölçüde azaltmıĢtır.
Oslo‟da Ġsrail-Filistin barıĢı yolunda atılan adımlar sonrasında Ġsrail‟in
yerleĢimlere devam etmesi ve izleyen süreçte 1996‟da Likud Partisi Lideri,
Benjamin Netenyahu‟nun BaĢbakan seçilmesi ile barıĢ süreci adeta sekteye
uğradı. Zira Likud Partisi, muhafazakâr görüĢe sahipti ve Oslo‟ya karĢı
çıkmaktaydı. Bu süreçte Arafat, HAMAS‟ın planlı saldırılarının önüne
geçemedi ve adeta etkisiz bir görünüme büründü. HAMAS, bu dönemde
halka eğitim ve sağlık hizmetleri götürülmesinde yardımcı olunca, halktan
aldığı desteği de artırdı (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Ġsrail ve Filistinlilerin karĢılıklı olarak gerçekleĢtirdikleri terör eylemleri
ile çok sayıda insan ölmüĢ ve pek çoğu da yaralanmıĢtı. Ġsrail‟in saldırılara
yönelik tepkisi ağır olmuĢ, saldırılar sonrasında, pek çok masum insan da
öldürülmüĢtü. 1999‟la birlikte HAMAS‟ın saldırılarında yoğun bir artıĢ
yaĢanmıĢtır. Ağustos 1999‟da Ürdün‟deki HAMAS ofisleri kapatılmıĢ ve üst
düzey yöneticileri tutuklanmıĢtır (Mannes, 2004: 117).
205
Yine 2000‟deki ikinci intifada ile birlikte HAMAS ve diğer terör
örgütlerinin intihar bombacılığı faaliyetleri de hız kazanmıĢtır. Bu süreçte
HAMAS, El Fetih‟le de karĢı karĢıya gelmiĢ ve gücünü hızla artırması ile
birlikte El Fetih ve Ġsrail arasındaki ateĢkesi de reddetmeyi bir politika olarak
belirlemiĢtir (About.com Ġnternet Sitesi [web], 2010).
HAMAS, Filistin Otoritesinin kuruluĢundan beri, Filistin Otoritesine
saldırmama koĢuluyla hareketlerinde serbesti kazanmıĢtı. Filistin Otoritesi,
HAMAS‟ın terör faaliyetlerine karĢı çıkmıyor ve gizli olarak destek veriyordu.
HAMAS, bu ortamda pek çok intihar saldırısı gerçekleĢtirmiĢti (Mannes,
2004: 117-118). Bu süreçte HAMAS, elde ettiği sonuçlarla halkta bir umut
kaynağı olmuĢtu.
Mart 2002‟de pek çok intihar bombalaması ile sarsılması ve yüzlerce
vatandaĢını kaybetmesi üzerine Ġsrail, Filistin Otoritesi kontrolündeki Batı
ġeria bölgesine yönelik yoğun bir saldırı baĢlatmıĢtır. Bu süreçte pek çok
HAMAS militan ve lideri öldürülmüĢtür (Mannes, 2004: 120).
HAMAS‟ın halk arasında desteğini artırması ile birlikte siyasallaĢma
yolunda adımlar atılmıĢtır. 26 Ocak 2006‟daki Filistin parlamento seçimlerine
katılan HAMAS, büyük bir zafer kazanarak güçlü bir Ģekilde meĢruiyetini
sağlamıĢtır. HAMAS, rakibi El Fetih‟in 43 sandalye kazandığı seçimde 132
sandalye kazanarak önemli bir çoğunluğa sahip olmuĢtur. HAMAS‟ın
seçilmesinin ardından Batı dünyasından özellikle de ABD ve AB‟den kınama
mesajları gelmiĢ ve Filistin
Otoritesine yapılan
desteklerin kesildiği
bildirilmiĢtir. Bunun sonucunda HAMAS Yönetimi ekonomik krize girmiĢ; El
Fetih ve HAMAS yandaĢı silahlı güçler arasında pek çok kez çatıĢmalar
yaĢanmıĢtır. Aylar sonra diyalog giriĢimleri sonrasında, 8 ġubat 2007‟de
Mekke‟de El Fetih ve HAMAS arasında (El Fetih‟i temsilen; El Fetih lideri ve
devlet baĢkanı Mahmud Abbas, HAMAS‟ı temsilen de BaĢbakan Halid
Meshal), ulusal birlik hükümeti kurulması konusunda anlaĢmaya varılmıĢ ve
Ģiddetin
durdurulması
ve
uluslararası
ambargonun
sona
erdirilmesi
amaçlanmıĢtır. Yeni bir kabine oluĢturulmuĢ ve bakanlıklar paylaĢılmıĢtır.
206
Yeni hükümet, bağımsız bir Filistin Devleti oluĢturma ve 1967 savaĢı ile iĢgal
edilen yerlerin geri alınması ve Kudüs‟ün baĢkent ilan edilmesini, her türlü
Filistin direniĢinin kabulünü ve Ġsrail saldırılarına yönelik savunmayı
hedeflemiĢtir. Yeni hükümet aynı zamanda, FKÖ tarafından geçmiĢte
imzalanan anlaĢmalara uyacağını belirtmesine rağmen, Ģiddeti durdurmayı
ve Ġsrail‟i tanımayı reddetmiĢti (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010a).
Ġki grubun ortaklığı kısa sürmüĢ; iki grup yandaĢları arasında tansiyon
yeniden
tırmanmıĢtır.
Yeni
hükümet,
yaĢam
koĢullarını
iyileĢtirmeyi
baĢaramamıĢtı ve ambargolar halen devam ediyordu. Bu ortam içinde
Filistin‟de artan Ģiddet, adeta bir kaosa dönüĢtü. Durumun kötüleĢmesi
üzerine yerel hükümet temsilcileri, okulları ve kamu hizmetlerini durdurdular.
Durumun kötüleĢmesi üzerine devlet baĢkanı Mahmud Abbas, 14 Haziran
2007‟de, BaĢbakan Haniyeh‟i görevden aldı ve hükümeti feshetti. Haniyeh bu
durumu kabul etmeyip hükümetin hala var olduğu sürece görevine devam
edeceğini iddia etse de Abbas, aldığı uluslararası destek ile özellikle de Arap
Ligi, AB, ABD ve Ġsrail‟in HAMAS dıĢında bir iktidarın oluĢması durumunda
ekonomik yardım sözü vermeleri ile daha da cesaretli davranmaya
baĢlamıĢtı. Bu dört güç aynı yönde açıklama yaparak, HAMAS haricinde bir
yönetim oluĢturulmadan Filistin Otoritesi‟ne destek vermeyeceklerini ilan
ettiler (Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2010a).
Filistin‟deki ekonomik sıkıntılar, HAMAS ve El Fetih arasındaki
gerginliği de körüklemiĢtir. Bu süreçte, HAMAS kendini Arap Devletleri ve El
Fetih‟in de aralarında olduğu bir komplonun kurbanı olarak görmekte ve Ģu
an bulundukları noktanın bir baĢarı olduğunu düĢünmektedir. Bu durumda
dahi, halk HAMAS‟a maddi ve manevi desteğini sürdürürken, içinde
bulundukları durumdan dolayı Batı ülkelerini suçlamaktadır. HAMAS‟ı
eleĢtirenler ise, HAMAS‟ın Filistin halkını, katı politikalarla tecride ittiği
iddiasıyla, içinde bulunulan durumdan dolayı HAMAS‟ı suçlamaktadır
(Johnston [web], 2007). Bununla birlikte HAMAS‟ın artan halk desteği ile bu
süreçten daha güçlü olarak çıkacağını söylemek mümkündür. Filistin Devlet
BaĢkanı Mahmud Abbas‟ın Batı ile iletiĢimi ve HAMAS‟a karĢı tutumu, halk
207
arasında tepki çekmekte ve HAMAS‟a verilen destek, önemli ölçüde
artmaktadır. Bu doğrultuda HAMAS-El Fetih arasında yaĢanan sorunların
yakın zamanda çözülmesi mümkün gözükmemektedir.
HAMAS eylemleri incelendiğinde hem açık hem de gizli eylemleri
bulunduğu görülmektedir. Ġki tür eylemi gerçekleĢtiren kanatlar, birbirlerinden
farklı bir ideolojiye sahip olmayıp birbirlerinin faaliyetlerini destekler
niteliktedir. Açık kanat kitle eylemleri vb. gibi halk hareketlerini organize
ederken,
gizli kanat,
gerçekleĢtirmektedirler.
bulunmakta
ve
bu
intihar eylemleri,
HAMAS‟ın
güçlü
organizasyon,
bombalamalar gibi eylemleri
bir
özellikle
gençlik
de
organizasyonu
Nablus‟taki
al-Najah
Üniversitesinde faaliyet göstermektedir. Bu üniversitede örgüte ideolojik
destek yanında, patlayıcı imali gibi teknik destek de verildiği düĢünülmektedir
(Mannes, 2004: 125).
HAMAS, daha önce de belirtildiği üzere önemli bir halk desteğine
dayanmaktadır. Bu destek onlara eleman temininde kolaylık sağladığı gibi
aynı zamanda önemli oranda bağıĢ toplamalarına da yardımcı olmaktadır.
HAMAS‟ın geniĢ bir tabana dayanması ve farklı ülkelerden de aldığı
destekle hızla güçlenmesi, yakın dönemde de Ġsrail için önemli bir sorun
olarak kalacağı ve güvenlik politikalarında belirleyici rol oynayacağını
göstermektedir.
c. Lübnan Hizbullah’ı
Hizbullah, kelime anlamı ile “Allah‟ın Partisi” anlamına gelmektedir.
Kelimenin Arap Dünyasında bir siyasi parti gibi kullanılması da bu anlamda
tesadüf değildir ve örgüt tarafından da bu yönde propaganda yapılmaktadır
(Demirel, 2003: 66).
Hizbullah Örgütü, Lübnan‟da 1980‟li yılların baĢında hızla artan ġii
radikalizminin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. 1920‟de Fransız
208
mandası altında kurulan Lübnan‟da siyasal güç, Fransızlarla iĢbirliği yapan
Hıristiyan Marunî‟lerin elindeydi. Bu durum 1946‟da Fransızların ülkeden
ayrılması ile tam bağımsızlık sağlanınca da değiĢmedi. Bunun üzerine
ülkedeki Sünnilere nazaran daha kalabalık olan ġiiler örgütlenmeye baĢladı.
Bu noktada özellikle Ġran asıllı Ġmam Musa Sadr tarafından kurulan ġii Emel
Örgütü, örgütlenmede ön plana çıktı ve bu örgüt, 1975‟te Lübnan iç savaĢı
ile birlikte silahlandı ve özellikle Müslümanlardan yoğun destek aldı. Bu
sayede Hizbullah Örgütüne giden süreç baĢlamıĢ oldu. Bu süreçte
Filistin‟den göç edenler ve El Fetih baĢta pek çok örgütün, üs olarak Lübnan‟ı
seçmesi de, örgütün güçlenmesinde etkili oldu (Erdin, 1999: 10-11).
Hizbullah‟ın oluĢumunda ve ġiilerin radikalleĢmesinde etkili olan üç
önemli geliĢmeden söz etmek mümkündür. Buna göre, Musa Sadr‟ın 1978‟de
Libya‟da kaybolması, aynı sene içinde Lübnan‟ın Ġsrail tarafından iĢgali ve
1979‟da Ġran Ġslam Devriminin gerçekleĢmesi, ġiilerin radikalleĢmesini
hızlandırmıĢ ve Hizbullah‟ın oluĢumunda etkili olmuĢtur (Demirel, 2003: 67;
Erdin, 1999: 11). Bu noktada Ġran Devriminin ve kurulan rejimin ideolojisi ile
paralel bir ideoloji benimseyerek, tüm Müslümanları aynı devlet bünyesinde
birleĢtirmeyi amaçlayan ve Batı aleyhtarı bir düĢüncede geliĢen Hizbullah‟ın
Ġran‟dan önemli destek aldığını ifade etmek mümkündür.
1982‟de Ġsrail, Lübnan‟ı ikinci kez iĢgal ettiğinde Lübnan‟daki Hırıstiyan
güçlerin, binlerce Filistinli mülteciyi öldürmesine izin verdi. Bu durum
Müslümanlar arasında, Ġsrail‟e karĢı yoğun bir nefrete dönüĢtü. Bu ortamda
Ġran, 3000 kadar seçkin devrim muhafızını Lübnan‟a göndererek hem rejim
ihracı politikasını yürütecek hem de dolaylı da olsa Ġsraille savaĢarak, Ġslam
dünyasının liderliğini ele geçirecekti. Bu Ģekilde Lübnan‟a giren güçler, bir
anlamda Hizbullah örgütünün de alt yapısını oluĢturmuĢtur (Erdin, 1999: 12).
Diğer pek çok terör örgütü gibi kendine üs olarak Beka Vadisi‟ni seçen
örgüt, genel itibariyle Beyrut‟un güneyinde güçlü durumdadır ve bu bölgede
merkezi yönetimin etkisi sınırlıdır. Bu bölgede Hizbullah, adeta özerk bir
devlet gibi davranmakta ve etkisi altında bulunan bölgeyi Lübnan
209
anayasasının yasaklamasına rağmen, ġeriata göre yönetmektedir (Demirel,
2003: 69). Hizbullah hakim olduğu alanda, sosyal hizmetlerin temel
sağlayıcısı durumundadır. Okulları, hastaneleri ve tarımsal hizmetleri
Hizbullah koordine etmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Hizbullah, güçlendikten sonra, pek çok örgütü bünyesinde toplayarak
geniĢledi.
Bu dönemde, Emel Örgütünün lideri Hasan Nasrallah da 500
adamı ile birlikte Hizbullah‟a katılmıĢtı. Aynı Ģekilde Lübnan‟da tanınan ve
Lübnan Hükümetince ġii mezhebinin ülkedeki temsilcisi sayılan ġii din adamı
ġeyh Muhammed Hüseyin Fadallah da vaazlarıyla, oluĢuma destek veriyordu
(Erdin, 1999: 16-17). Örgüt içinde hızla sivrilen Nasrallah, sonrasında
örgütün baĢına geçmiĢtir.
Örgüt, genel olarak Lübnan‟ın ġii ağırlıklı bölümleri olan Beyrut‟un bir
kısmı, Güney Lübnan ve Beka Vadisinde etkin olsa da, Avrupa‟da, Afrika‟da,
Güney Amerika‟da ve ABD‟de de önemli sayıda militanı bulunduğu
düĢünülmektedir. Ġsrail‟in 2000‟de Lübnan‟dan çekilmesine rağmen, Ġsrail
güçlerine yönelik saldırılarına devam etmektedir. Ġsrail ve Hizbullah militanları
arasında periyodik olarak yaĢanan çatıĢmalar, 2006‟da topyekün bir
çatıĢmaya dönüĢmüĢ, ardından BM öncülüğünde ateĢkes sağlanmıĢtır. BeĢ
hafta süren çatıĢmaların sonunda 1000‟in üzerinde insan ölmüĢ; pek çoğu da
yaralanmıĢtır (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Örgütün ideolojisi ile ilgili olarak 1985‟te Hizbullah‟ın ilk genel
kurulunda alınan kararları ve amaçlarını aĢağıdaki gibi ifade etmek
mümkündür (Erdin, 1999: 27-28):
 Lübnan ancak Ġslami bir devletle sorunlarından kurtulabilir.
 Hizbullah,
emperyalist
güçlerin
Lübnan‟ı
terk
etmesi
için
ne
gerekiyorsa yapacaktır.
 Ġsrail iĢgali temel sorundur ve Ġsrail tamamen yok edilinceye kadar
direniĢ sürecektir.
 Bütün Dünya Müslümanları bu mücadelede, Hizbullah‟ın yanındadır.
210
Hizbullah propaganda faaliyetlerini, Ġran desteği ile oluĢturulan ve uydu
üzerinden yayın yapan el-Manar TV aracılığıyla yürütmektedir. Bu kanal
oldukça etkili propaganda faaliyetleri yürütmektedir. TV kanalı haricinde
Radyo Nur adlı bir radyo istasyonları, internet siteleri ve dini eğitim kurumları
bulunmaktadır. Bu propaganda araçları vasıtasıyla iç politikaya, ArapMüslüman Dünyasına ve Batılılara yönelik aĢağıda belirtilen mesajlar
verilmeye çalıĢılmaktadır (Erlich ve Kahati, 2007: 3-4):
 Örgüt,
Lübnan milliyetçisi ve mezhepsel farklılığa dayanmayan bir
karaktere sahiptir. Lübnan‟ın koruyucusu rolünü oynamaktadır.
 Silahlı kanadı, Ġsrail‟e karĢı oluĢturulmuĢtur ve Ġsrail‟in varlığı
reddedilmektedir.
Tüm
imkânlarını
anti-siyonist
ideolojiyi
yaymak
amacıyla kullanmaktadır.
 Medya faaliyetlerini, Ģeytan olarak lanse ettikleri, Ġsrail‟i ve ABD‟yi
yenmek için seferber etmiĢtir.
 Hasan Nasrallah ve Ġranlı Ali Hamaney önemli birer rol modeldir.
Hizbullah‟ın saldırıları genellikle ABD‟li, Ġsrailli ve diğer Batılı güçleri
hedef
olarak
seçmiĢtir.
Önemli
eylemlerinden
bir
kısmı
aĢağıda
belirtilmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010):
 1980‟lerde Amerikalıların da içinde bulunduğu Batılılara yönelik seri
kundaklamalar.
 1983‟te Beyrut‟taki ABD piyadelerine yönelik bomba yüklü bir
kamyonla gerçekleĢtirilen saldırı sonucu 200 askerin ölmesi.
 1985‟teki TWA 847 uçağının pilotun kafasına silah dayayarak
kaçırılması.
 1990‟da Arjantin‟deki Yahudi hedeflerine yönelik saldırılar.
 Buenos Aires‟te 1992‟de Ġsrail Büyükelçiliği‟ne saldırı (29 ölü).
 1994‟te Yahudi Toplum Binasına saldırı (95 ölü)
 2006‟da Ġsrail‟in kuzeyinde 2 Ġsrailli askerin kaçırılması ve Ġsrail‟in
askeri müdahalesi üzerine Ġsrail‟e yönelik roket saldırısı düzenlenmesi.
Örgütün liderliğini 1992‟de Musavi‟nin öldürülmesi üzerine, Hasan
Nasrallah üstlenmiĢtir. Nasrallah yönetimindeki Hizbullah, daha ilk haftada
211
Buenos Aires saldırısını gerçekleĢtirmiĢ ve 29 kiĢinin ölümüne ve 240‟ının da
yaralanmasına neden olmuĢtur. Nasrallah‟ın yukarda da belirtilen diğer
saldırılarla birlikte 2006 yazında 34 gün süren çatıĢmaların ardından Ġsrail
topraklarına fırlatılan yaklaĢık 4000 roketin de ardındaki isim olduğu
belirtilmektedir. Nasrallah, 2006‟daki Ġsrail-Hizbullah çatıĢmasının ardından
anti-Ġsrail politikasını artırmıĢ ve Ġsrail Devletine yönelik pek çok giriĢimde
bulunmuĢtur. ġubat 2008‟de Hizbullah operasyon Ģefi Imad Mughniyah‟ın,
Suriye‟de öldürülmesinin ardından, bu saldırının Ġsrail Devletinin ortadan
kaldırıĢı ile sonuçlanacağını açıklamıĢ ve Ġsrail‟e karĢı “açık savaĢ” ilan
etmiĢtir. Kasım 2009 seçimlerinde Nasrallah, Hizbullah yöneticileri tarafından
yeniden baĢkan seçilmiĢtir (ADL Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Hizbullah, Lübnan siyasetinde aktiftir. 2005 seçimlerinde 128 üyeli
Lübnan parlamentosunda 40 sandalye elde etmiĢtir. Hizbullah‟ın Lübnan‟daki
siyasal duruĢu Mayıs 2008‟deki bir dizi Ģiddet dalgası sonrası güçlenmiĢ; bu
tarihten sonra Lübnanlı kanun koyucular, Hizbullah militanlarına taviz
vermeye baĢlamıĢtır. Ülke parlamentosu, bir ulusal birlik kabinesi onaylamıĢ
ve 30 sandalyenin 10‟una sahip olan Hizbullah ve yandaĢlarının veto yetkisi
tanınmıĢtır. Haziran 2009 seçimlerinde ise Hizbullah‟ın kamu oyu desteğini
yitirmeye baĢladığı göze çarpmıĢtır. Bunda da, daha önce Hizbullah
silahlarının Lübnanlılara hiçbir zaman çevrilmeyeceğine yönelik sözlerin
tutulmaması etkili olduğu ifade edilmektedir (CFR Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Hizbullah Lübnan‟da siyasal faaliyetlerini yürütse de ABD ve Ġsrail
hedeflerine saldırmayı temel politika olarak belirlemiĢtir. Kasım 2009‟daki
açıklamasında da görülebileceği üzere Nasrallah, Ġsrail‟i “kanserli bir hücreye
benzetmiĢ ve onu yenmenin en iyi yolunun, silahlı mücadele ve askeri
direniĢten geçtiğini” ifade etmiĢtir. Nasrallah ABD‟yi de “Dünyadaki bütün
terörizmin kökü olarak” nitelemektedir (Anti Dafamation League Ġnternet
Sitesi [web], 2010a).
212
Buradan hareketle Hizbullah‟ın Ġsrail güvenliği açısından halen önemli
bir tehdit unsuru olduğu ve bu sorunun da yakın dönemde çözülmesinin
mümkün olmadığını ifade etmek mümkündür.
ç. Filistin Ġslami Cihad Örgütü
Filistin Ġslami Cihad örgütü (Harakat al-Jihad al-Islami al-Filastini),
Filistin‟de faaliyet gösteren en radikal terör örgütlerinden biridir. Kurulduğu
tarih konusunda bir fikir birliği olmasa da 1979-1981 yılları arasında
kurulduğu ifade edilmektedir (Litvak, 2002: 1; Avustralya Parlamentosu
Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Kurucuları Fethi Abdül Aziz ġikaki isimli, Refahlı bir fizikçi ve Jabalia
Mülteci Kampında kalmıĢ bir imam olan ġeyh Abdülaziz Avda olduğu ifade
edilmektedir (Bazı kaynaklarda BeĢir Musa‟nın da adı kurucular arasında
gösterilmektedir). Ġki ideologun görüĢleri de Mısır‟da üniversite eğitimleri
sırasında oluĢmuĢ ve burada radikal Ġslamı benimsemiĢlerdir. Genel olarak
Ġslami Cihad‟ın
ideolojisini üç kaynaktan
oluĢan Filistin
milliyetçiliği
belirliyordu: Müslüman KardeĢler; Mısır‟daki militan Ġslamcı gruplar; Ġran
Ġslam devrimiyle birlikte Ayetullah Humeyni‟nin öğretileri (Litvak, 2002: 1).
Ġslami Cihad, en iyi bilinen terör örgütlerinden biri olsa da diğerlerine
nazaran daha küçük ve gölge bir örgüttür. Hücre Ģeklinde örgütlenmiĢtir.
Geleneksel olarak Ġsrail‟e yönelik saldırılara yoğunlaĢmıĢtır ve diğer
örgütlerden uzak durmaktadır. Bununla birlikte, Arap-Ġsrail sorununun ancak,
silahlı mücadele ile çözülebileceğini savunması sebebiyle diğer örgütlere
yakın bir görüntü çizmektedir (BBC Ġnternet Sitesi [web], 2003).
Ġslami Cihad HAMAS‟tan daha önce kurulsa da HAMAS kadar geniĢ
bir kitleyle iletiĢim kuramamıĢ ve en küçük örgütlerden biri olarak kalmıĢtır.
Militan sayısı da yüzlü rakamlarla ifade edilmektedir. ġikaki 1986‟da
yakalandığında Avda ile birlikte Lübnan‟a sürülmüĢ ve Ġsrail ajanlarınca
Malta‟da Ocak 1995‟te öldürülünceye kadar örgütü dıĢarıdan yönetmiĢtir.
Daha sonra yerine Dr. Ramadan Abdallah Muhammad Shalah seçilmiĢtir.
213
Shalah Ġntifada sürecinde HAMAS‟la, ġikaki‟nin Lübnan‟da bulunduğu sürede
de Hizbullah‟la ittifak yapmıĢtır. Bu durum ona mülteci kamplarında destek
sağlasa da aynı zamanda Ġran etkisine girmesine de neden olmuĢtur (Litvak,
2002: 2).
Mısır Hükümeti, daha önce Mısır‟da bulunan Ġslami Cihad üyelerini,
Enver Sedat‟ı öldüren Mısırlı öğrencilerle irtibatları nedeniyle sınır dıĢı etmiĢ
ve örgüt Gazze ġeridinde faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır. Bununla birlikte
örgüt Mısır‟da da faaliyetlerini devam ettirmiĢtir. Nitekim 1990‟da dokuzu
Ġsrailli turist on bir kiĢinin ölümüne neden olan tur otobüsü saldırısı ve
1991‟de
Mısır‟a
girmeye
çalıĢırken
yakalan
militanlar
bunun
kanıtı
sayılabilecektir (Oreck [web], 2010).
ġikaki, Lübnan‟da bulunduğu süreçte Hizbullah ile iletiĢim kurmuĢ ve
militanları Hizbullah tarafından eğitilmesine imkân sağlamıĢtır. Burada intihar
bombacılığı ve terörizmin diğer türlerini, hedeflerine ulaĢma konusunda,
temel prensip olarak belirlemiĢtir. Orta Doğu BarıĢ sürecini reddetmiĢ ve
Ġsrail‟le anlaĢmayı kabul etmeyen Filistin Retçi Cephesine katılmıĢtır. Bu
süreçte BarıĢ sürecine zarar verebilmek için pek çok intihar bombası eylemi
gerçekleĢtirmiĢtir. Nitekim en çok kullandığı terör yöntemi de intihar
bombacılığı olmuĢtur. Bunun haricinde, suikastlar, adam kaçırma, araç
bombalama gibi teknikleri de vardır. Aynı zamanda, yakın bölgelerde iki ayrı
intihar bombacısı kullanarak daha fazla zarar vermeye yönelik teknikleri
bulunmaktadır (Avustralya Parlamentosu Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2010).
Ġslami Cihad, günümüzde Suriye‟den yönetilmekte ancak Beyrut,
Tahran ve Hartum‟da da ofisleri bulunmaktadır (Jewish Virtual Library
Ġnternet Sitesi [web], 2010a).
Eylemleri genellikle Ġsrail hedeflerine yönelmekte olan bu örgüt, Ġsrail
dıĢındaki Batılı güçlere yönelik bir saldırıda bulunmamıĢtır. Bu noktada,
örgütün Ġsrail tarafından henüz kontrol altına alınamadığı için örgütün uzun
süre
içinde
Ġsrail
güvenliğine
yönelik
düĢünülebilecektir.
214
bir
tehdit
olarak
kalacağı
2.
IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-ABD ĠLĠġKĠLERĠ
ÇalıĢmanın önceki bölümlerinde, Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana Irak‟ı
tehdit olarak gördüğü ve Birinci Arap-Ġsrail SavaĢından bu yana aralarında
hiçbir barıĢ antlaĢması imzalanmaması nedeniyle de Ġsrail ve Irak‟ın halen
savaĢ halinde sayılabilecek iki ülke olduklarından bahsetmiĢtik. Ġsrail, 11
Eylül öncesinden baĢlayarak Irak SavaĢı‟na giden süreçte, gerek lobicilik
faaliyetleri gerekse Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarının rapor ve analizleri ile
ABD‟yi Irak SavaĢı konusunda cesaretlendirmiĢ, adeta Irak SavaĢı‟nı
kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir duruma getirerek ABD ve müttefiklerinin
savaĢ kararı almasında etkili olmuĢtu. Bu sayede Ġsrail, tek bir asker bile
kaybetmeden, ekonomik sıkıntıya düĢmeden, çok önemli bir tehlikeyi bertaraf
edebilecekti. Ayrıca ABD, Orta Doğu‟ya yerleĢerek uzun süre askeri
varlıklarını bu bölgede tutacak, Ġsrail de bu süre zarfında kendine yönelik dıĢ
ülkelerden gelecek tehlikelere karĢı korunacaktı. KuĢkusuz ABD‟nin Orta
Doğu‟da büyük boyutta askeri varlığının olması Ġsrail açısından bir avantajdı.
Zira, Orta Doğu‟da Ġsrail‟e karĢı olan hiçbir güç, ABD bu bölgede etkili bir
güce sahipken, Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa giremezdi.
SavaĢ öncesi, Ġsrail‟le oldukça yakınlaĢan ve daha önce de
bahsettiğimiz üzere, çeĢitli faktörlerle de desteklenen ABD-Ġsrail ittifakı, savaĢ
sırasında da devam etmiĢtir. ABD‟nin, özellikle Ġsrail‟in uzun süredir temasta
olduğu Irak‟lı Kürtlerden ciddi istihbari bilgiler elde etmesi mümkün olmuĢtur.
Bu noktada Ġsrail, Irak SavaĢı‟nda ABD ile birlikte savaĢmasa da, savaĢa
dolaylı yönden destek vermiĢtir. Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na girmemesi, Arapların
yoğun bir tepkisini çekmemek açısından doğru bir karardı. Eğer Ġsrail fiilen bu
savaĢ içinde yer alsaydı, kuĢkusuz Saddam Hüseyin yönetimi bu durumu,
Araplardan destek almak amacıyla kullanacak, durumu bir Arap-Ġsrail SavaĢı
gibi lanse edecekti.
Ġsrail açısından düĢünüldüğünde, Ġsrail‟in en önemli sorunlarının
baĢında güvenlik gelmektedir. Zira, içinde yaĢadığı coğrafyada kendisine
düĢman olan devletler, Filistin sorunları ve terörizm, Ġsrail‟in sürekli paranoya
215
halinde yaĢamasına neden olmaktadır. Bu doğrultuda ABD, Irak‟ta bulunduğu
süre boyunca Ġsrail açısından adeta bir koruyucu melek konumunda
olmuĢtur.
ABD ve Ġsrail arasında, Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana yakın ve özel bir
iliĢki
olmuĢtur.
ABD,
önceki
bölümlerde
detaylı
biçimde
açıklanan
gerekçelerle Ġsrail‟e ciddi oranda destek vermektedir. ABD Ġsrail‟in güvenlik
sorunlarına önem vermekte, adeta Ġsrail‟in hamisi gibi davranmaktadır.
Irak SavaĢı sonrasında Bush döneminde Ġsrail-ABD iliĢkilerinde
kapsamlı bir değiĢiklik yaĢanmadığı gözlenmektedir. ABD DıĢiĢleri Bakanı,
Condelezza Rice, Ġsrail-Filistin görüĢmelerinde iki tarafın sorunları birlikte
çözmesi ve ABD‟nin doğrudan görüĢmelerde yer almamasına yönelik bir
politika izlemiĢtir. Bununla birlikte, Ġsrail‟in “Yol Haritası” projesine dönmesi
amacıyla, Ġsrail‟in Gazze‟den geri çekilmesi üzerine Rice, Gazze ve Mısır
arasındaki
Refah
Kapısının
güvenli
biçimde
açılabilmesi
için
çaba
göstermiĢtir. Rice ilerleyen dönemde de Ġsrail-Filistin sorununun çözümü için
Filistin ve Ġsraillilerle tek taraflı görüĢmeler gerçekleĢtirmek için bölgeye sık
sık ziyaretlerde bulunmuĢtur. Bush Yönetimi, 2006‟da Ġsrail‟in Hizbullah ve
Hamas‟a
yönelik
operasyonlarına
ve
2008/2009‟daki
Hamas‟a
karĢı
operasyonlarında destek vermiĢtir. Bununla birlikte Ġsrail ve ABD arasında
kronikleĢen anlaĢmazlıklar olan Ġsrail‟in iĢgal altındaki bölgelerde yeni
yerleĢimler açması, ABD Büyükelçiliğinin Kudüs‟e taĢınması, Suriye ile Golan
Tepeleri hususunda yürütülen görüĢmeler konusunda büyük bir geliĢme
kaydedilememiĢtir (Migladovitz, 2009: 26-29).
Bu hususlar dıĢında ABD-Ġsrail arasındaki iliĢkilerde Irak SavaĢı
sonrasında önemli bir değiĢiklik yaĢanmamıĢtır. Ġki devlet arasındaki ticaretenerji-güvenlik konularındaki iĢbirliği ve ABD‟nin Ġsrail‟e yapacağı yardımlar
kesintiye uğramadan devam ettirilmiĢtir.
Obama Yönetimi de iktidara geldiğinde Ġsrail konusunda herhangi bir
politika değiĢikliğine gitmemiĢ iki ülke arasındaki iĢbirliği ve ABD yardımları
216
devam ettirilmiĢtir. Bununla birlikte ABD ile Ġsrail arasındaki iliĢkilerin, Ġsrail‟in
iĢgal altındaki bölgelerde ısrarla sürdürdüğü yeni
yerleĢimler açma
politikasını devam ettirmesi nedeniyle krizde olduğu iddiası gündeme
getirilmiĢ ancak ABD DıĢiĢleri Bakanı Hillary Clinton tarafından bu iddialar
yalanlanmıĢ ve “ABD-Ġsrail arasında sarsılmaz bir bağ olduğu ve Ġsrail‟in
güvenliği konusunda mutlak yükümlülükleri bulunduğu” ifade edilerek bu
iddialar
yalanlanmıĢtır
(Cnn
Türk
Ġnternet
Sitesi
[web],
2010).……………………………………………………………….
ABD ile Ġsrail arasındaki iliĢkilerde en önemli faktörlerden birisi,
ABD‟nin Irak‟ta bulunan askeri gücünün Irak‟tan tamamen çekilmesidir.
(Çakmak
[web],
2011).
Bu
durumun
kuĢkusuz
Ġsrail‟in
güvenliğini
etkileyeceğini ifade etmek mümkündür. Zira ABD bölgede iken, Ġsrail‟in
düĢman devletlerden konvansiyonel bir saldırı beklentisi bulunmamaktaydı.
ABD‟nin Irak‟tan ve bölgeden tamamen çekilmesi kuĢkusuz Ġsrail‟in güvenlik
politikalarını da yeniden değerlendirmesine ve bu doğrultuda yeni politikalar
üretmesine neden olacaktır.
Ġsrail‟in ABD açısından önemini Irak SavaĢı sonrasında da koruduğunu
ve yakın gelecekte de bu hususun değiĢmeyeceğini ifade etmek mümkündür.
Bununla birlikte Ġsrail‟e verilen destek, ABD ekonomisi açısından ciddi yükler
getirmektedir. Ġsrail‟in önceki bölümlerde tartıĢıldığı üzere, Irak SavaĢı‟na
kadar ABD yardımlarından en fazla yararlanan ülke olması, günümüzde de
ilk üç devletten biri konumunda olması, ABD ekonomisinin sınırlarını
zorlamaktadır. Tablo-24‟de Irak SavaĢı‟ndan bu yana Ġsrail‟in ABD‟den aldığı
yardım miktarlarını göstermektedir (Sharp, 2009: 24):
217
Tablo-24: ABD‟nin Ġsrail‟e Irak SavaĢı‟ndan Bu Yana Yaptığı Yardım
Miktarları
Yıllar
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
TOPLAM
Toplam Yardım Askeri Yardım Ekonomik Yardım
3.745,15
2.687,25
2.612,15
2.534,50
2.500,20
2.423,90
2.550,00
2.800,00
21.853,15
3.086,40
2.147,30
2.202,20
2.257,00
2.340,00
2.380,00
2.550,00
2.775,00
19.737,90
596,1
477,2
357
237
120
0
0
0
1.787,30
Diğer15
62,65
62,75
52,95
40,5
40,2
43,9
3,9
25
331,85
Tablodan da anlaĢılacağı üzere, SavaĢ sonrasında da Ġsrail‟e yönelik
ABD yardımı ciddi boyutlara ulaĢmıĢtır. Bununla birlikte yardım miktarları
değerlendirildiğinde, giderek azalan bir seyir izlediği ve bunda da ABD
ekonomisinde ve tüm Dünya‟da eĢ zamanlı yaĢanan ekonomik krizin önemli
payının olduğunu ifade etmek mümkündür.
Sonuç olarak, Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail ve ABD iliĢkileri
değerlendirildiğinde, iki ülke arasında geleneksel olarak izlenen politikaların
herhangi bir değiĢikliğe uğramadığı, yaĢanan geliĢmelerin doğal bir durum
gibi algılandığı ve iki ülke arasında stratejik iĢbirliği ve yardımların da
kesintiye uğramadan devam ettiği anlaĢılmaktadır.
3.
IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL-IRAK ĠLĠġKĠLERĠ
Daha önce de bahsedildiği üzere, Ġsrail‟in kuruluĢundan itibaren,
Ġsrail-Irak iliĢkileri hiçbir dönemde iyi olmamıĢtır. Ayrıca iki ülke arasında
yaĢanan
çatıĢmalar
sonrasında,
herhangi
bir
antlaĢma
gerçekleĢtirilmediğinden hukuki olarak da iki ülke savaĢ halinde sayılmıĢtır.
15
Diğer Yardımlar içinde Amerikan Okul ve Hastaneleri, Göçmen Politikaları ve bunlar
dıĢında kalan kalemler için yapılan yardımlar yer almaktadır.
218
Ġsrail, Irak‟ı özellikle Saddam Hüseyin döneminde
ciddi bir tehdit
olarak görmüĢtür. Bu durumun, Saddam Hüseyin‟in Baas ideolojisine
bağlılığı, otoriter yönetimi, gerek Ġran‟a gerekse Irak‟ın kuzeyindeki Kürtlere
karĢı
çekinmeden
kitle
imha
silahı
kullanması
vb.
gerekçelerden
kaynaklandığını ifade etmek mümkündür.
Saddam Hüseyin, özellikle Mısır‟ın Ġsrail‟le yakın iliĢkilere girmesi ve
Arap milliyetçiliğini ve Baas ideolojisini sürdürmekten vazgeçmesi sonrasında
Arap Dünyasının liderliğine soyunmuĢ, bu noktada tıpkı ondan önce
Arapların liderliğine soyunan ve kendi halkı üzerinde etkisi ve popülaritesini
artırmak için uğraĢan Mısır Devlet BaĢkanı Nasır‟ın yaptığı gibi geleneksel
Arap-Ġsrail düĢmanlığını da sahiplenmiĢtir.
Sonuçta Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail açısından önemli bir tehdit
ortadan kalkmıĢtır. Bundan sonra Ġsrail, Irak‟ta bulunan ABD güçlerinden de
cesaret alarak kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü, Hizbullah ve Hamas
mevzilerine yönelik saldırılar gerçekleĢtirmiĢ ve kendisine yönelik ciddi bir
tepki de gerçekleĢtirilmemiĢtir.
Ġsrail açısından Irak SavaĢı‟nın diğer bir önemli sonucu da Ġsrail‟in,
daha önce de belirttiğimiz üzere, Irak‟lı Kürtlerle olan iletiĢiminin daha rahat
ve yoğun bir biçimde gerçekleĢtirilebiliyor olmasıdır. Ġsrail, Irak‟lı Kürtleri
bölgede bir denge mekanizması olarak görmekte, bu sayede Ġran‟ı, Suriye‟yi,
Irak Merkezi yönetimini ve Türkiye‟yi meĢgul edebilmektedir.
Irak‟ın bölünmesi ve Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması
hususunun ise, bölünme sonrasında ġiilerin Ġran‟la birleĢmesi ve Ġsrail‟e
yönelik baĢka bir tehdit olarak ortaya çıkması olasılığı sebebiyle, gerekli
koĢullar oluĢana dek desteklenmediği ifade edilebilecektir. Gerekli koĢullar
oluĢtuğunda, Ġsrail‟in bu devlete destek verebileceğini tahmin etmek zor
değildir.
219
Daha önce de değinildiği üzere 1950‟li yıllarda Irak‟ın kuzeyinden
Ġsrail‟e götürülen Kürt Yahudilerden bir bölümünün Irak iĢgali sırasında geri
döndüğü ve bu kitle sayesinde Ġsrail‟in Irak‟taki faaliyetlerini geniĢlettiği ve
ciddi bir destek kazandığı ifade edilmektedir (BÜSAM, 2009: 25). Buna göre
bu kiĢilerden Ġsrail adına sadece bölge ile ilgili istihbarat elde edilebileceği
varsayılırsa bile, Ġsrail‟in bölgede adeta bir sivil istihbarat ordusuna sahip
olduğunu ifade etmek mümkündür.
Ġsrail‟in Irak‟lı Kürtlerle yakın iletiĢimi, Ġsrail‟e Irak hakkında istihbarat
sağlama, bölge ülkelerini meĢgul etme, Arap ve Müslüman ülkelerin
ortasında müttefik bir güç sağlama gibi stratejik avantajlar yanında Ġsrail‟e
önemli ekonomik avantajlar da sağlamaktadır. Ġsrail firmaları özellikle Irak‟ın
kuzeyinde yeniden yapılandırma faaliyetlerinde önemli rol oynamakta ve
önemli miktarda ihracat gerçekleĢtirmektedir.
Irak‟ta yaklaĢık olarak 70 Ġsrailli firmanın Arap, Ġngiliz ya da Türk
isimleriyle faaliyetlerini yürüttüğü ve bu faaliyetler sonucunda Ġsrail‟in Irak‟a
yılda 300 milyon dolarlık ihracat gerçekleĢtirdiği ifade edilmektedir (Presstv
Ġnternet Sitesi [web], 2011).
Ġsrail‟in Irak SavaĢı sonrasında ekonomik açıdan diğer bir önemli
projesi de, 1936‟da tamamlanan ancak Ġsrail‟in kurulması sonrasında, ArapĠsrail savaĢları ile
zarar gören ve kapatılan Kerkük-Hayfa Petrol Boru
Hattının tekrar iĢlerlik kazandırılması çalıĢmalarıdır. ABD ile yürütülen
çalıĢmalar sonrasında, Ġsrail‟i Irak petrolünün taĢınmasında önemli bir enerji
merkezi haline getirecek projenin çalıĢmaları sürmektedir. Buna göre, Irak
petrolü, Hayfa Limanı üzerinden Dünya‟ya pazarlanacak ve Ġsrail ciddi bir
gelir kaynağına sahip olacaktır. Boru hattının tamiri tamamlandığında, günde
3 milyon varil petrol üretebilen Irak‟tan; Ġsrail‟in Hayfa Limanı‟na günde 5
milyon varil petrol taĢınabilecektir (Erdoğan, 2007: 82). Bu rakamlar
değerlendirildiğinde, ilerde bu hatta baĢka hatların da bağlanarak, HayfaKerkük petrol boru hattının tam kapasitede kullanılabileceği görülmektedir.
Bu durum, kuĢkusuz bölgedeki diğer boru hatlarının iĢlevselliğine darbe
220
indirecektir. Burada en fazla da Kerkük-Yumurtalık boru hattının darbe
alacağı ortadadır. ġekil-9‟da Hayfa-Kerkük hattı ve bölgedeki diğer boru
hatlarının güzergâhları verilmektedir (Erdoğan, 2007:82):
ġekil-9: Irak Kaynaklı Petrol Boru Hatları
Haritada da belirtildiği üzere, Irak‟ın diğer bir önemli petrol merkezi
olan Musul‟dan da bir hat ile Kerkük-Hayfa hattı desteklenebilecek; bu
sayede hattın iĢlevselliği artırılabilecektir. Bu hattın Ürdün üzerinden
yürütüldüğü dikkate alındığında, diğer önemli hat projelerinin de buradan
geçmesi ve bu durumun Ürdün‟ün ekonomisine de ciddi bir kaynak
sağlayabilecek olması sebebiyle Ürdün tarafından da desteklendiği ifade
edilebilecektir.
KuĢkusuz bu hat
Irak petrolü üzerinde ABD‟nin ve Ġsrail‟in kontrol
gücünü artıracak, aynı zamanda da petrolün kontrolünün Irak‟lı Kürtlere
221
verilmesi
durumunda,
ABD
ve
Ġsrail‟in
bölgedeki
kontrol
kabiliyeti
perçinlenecektir.
Ġsrail‟in önemli Ģirketleri arasında yer alan ve Dünyanın en zengin
Ģirketleri arasında gösterilen Ofer ġirketinin de Irak‟ın kuzeyinde yatırım
yapma çalıĢmaları içinde olduğu, bu doğrultuda Kürt Bölgesel Yönetimi
yetkilileri ile görüĢen Ofer ġirketi yetkililerinin Kerkük petrollerine ciddi bir
kaynak ayırdığı, aynı zamanda Basra‟da da bir rafineri kurma planları olduğu
ifade edilmektedir (USAK Gündem Ġnternet Sitesi [web], 2011a). Bu durum,
Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyini ne derece önemsediği ve Irak‟lı Kürtlerle geleceğe
dönük ciddi iĢbirliği planları olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Yine Ġsrail‟in önde gelen gazeteleri arasında sayılan Yedioth
Ahronot‟un haberine göre, bir çok Ġsrail Ģirketi, Kürt Bölgesel Yönetimi
ihalelerini kazanarak, güvenlik kuvvetlerinin eğitimi hususunda sözleĢmeler
yapmıĢ ve bu doğrultuda bir de uluslararası havalimanı inĢaatına
baĢlamıĢlardır (Tal-Shir [web], 2005). Bu durum, Ġsrail ve Kürtler arasında
Kürt güvenlik kuvvetlerinin oluĢturulmasında Ġsrail‟in önemli faaliyetlerde
bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca Kürt Bölgesel Yönetimi‟nin uluslararası
bir havaalanı inĢa etme çalıĢmasının yakın gelecekte bağımsızlık peĢinde
olduklarının ve bu projelerinin de yine Ġsrail desteğinde olduğunun bir
göstergesi sayılabilecektir.
Sonuç
olarak
Irak
SavaĢı
sonrasında
Ġsrail-Irak
iliĢkileri
değerlendirildiğinde, Ġsrail‟in Irak‟a özellikle de Irak‟ın kuzeyine yönelik
ilgisinin dikkat çektiği görülmektedir. Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyinde ciddi
faaliyetlere giriĢtiği, bu bölgedeki Kürtlerle eskiden beri devam eden
iletiĢimlerini artırdıkları,
önemli anlaĢmalar yaparak
buranın
yeniden
yapılandırılması faaliyetlerinde ciddi yatırımlar yaptıkları anlaĢılmaktadır.
Ayrıca Bölgesel Kürt Yönetimi ile de sıkı iliĢkiler içinde oldukları ve önemli
projelere destek verdikleri anlaĢılmaktadır. Bu noktada savaĢ sonrası Ġsrail‟in
Irak politikasında Kürtlerin birincil aktör olduklarını ifade etmek mümkündür.
Ġlerleyen dönemde, Irak‟ta Kürtlerin ağırlıklarını artırması ve özellikle de
Talabani ve Barzani‟nin Ġsrail‟le olan iletiĢimleri sebebiyle, yakın dönemde
222
Irak‟ın Ġsrail‟i tanıyabileceğı ve uzun süredir devam eden “savaĢ halinin” de
bu Ģekilde sonuçlanabileceğini ifade etmek mümkündür.
Bundan sonraki süreçte Ġsrail‟in daha önce de belirtildiği üzere
gereken koĢullar oluĢur ve özellikle de Iraklı ġiilerin Ġran‟la birleĢme ve ittifak
olasılığı azalır ise, Irak‟ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluĢturma hususunda
gayret gösterebileceğini ifade etmek mümkündür.
4.
IRAK SAVAġI SONRASINDA ĠSRAĠL’ĠN BÖLGE ÜLKELERĠ ile
ĠLĠġKĠLERĠ
a. Ġsrail Ġran ĠliĢkileri
Ġsrail‟in Irak tehdidi ortadan kalktıktan sonra, Orta Doğu‟da sorun
yaĢadığı devletlerden bir tanesi Ġran‟dır. Zira Ġran, Ġsrail‟i küçük, ABD‟yi ise
büyük Ģeytan olarak nitelendirmekte ve sert söylemler geliĢtirmektedir.
KuĢkusuz bu sert söylemlerin ardında Ġran Ġslam Devrimi sonrasında, Ġran‟ın
rejim ihracı politikası doğrultusunda, Müslüman devletleri nezdinde ve kendi
halkında taraftar toplama ve popülaritesini artırma kaygılarının etkili olduğunu
ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte Ġran ve Ġsrail arasındaki iliĢkilerin
tarihin her döneminde bu çizgide olmadığı bir gerçektir. Buna göre Ġsrail-Ġran
iliĢkilerinin kısa geçmiĢine bakmak faydalı olacaktır.
Ġsrail kurulduğu yıllarda, Ġran‟ı potansiyel bir stratejik ortak olarak
görmekteydi. Ġran; Arap olmayıĢı, halkın çoğunluğunun ġii mezhebine
mensup oluĢu ve etrafındaki Arap ülkeleri ile yaĢadığı sorunlar sebebiyle
Ġsrail‟le adeta kader ortaklığı yapıyordu. Nitekim Ġran, 1950‟de Ġsrail‟i tanımıĢ
ve Türkiye‟nin ardından Ġsrail‟i tanıyan ikinci Müslüman devlet olmuĢtu.
Ġsrail‟in ilk baĢbakanı Ben Gurion da “Çevre Siyaseti (Periphery
Policy)” olarak da ifade edilen stratejisinde Ġran‟la yakınlaĢmayı çıkarlarına
uygun bulmuĢtur. Bu stratejiye göre Ġsrail, kendi rejimine düĢman olan
Müslüman Arap Devletleri ile çevrili olması dolayısıyla güvenlik stratejisini
223
Arap olmayan ve gayrimüslimlerle oluĢturmalıydı. Bu doğrultuda Ġsrail, Ġran,
Etiyopya ve Türkiye ile oluĢturulacak bir stratejik üçgen için bu ülkelerle
yakınlaĢmanın yollarını aramaktaydı (Black ve Morris, 1991: 182-190).
Ġran‟ın Ġsrail‟i de-facto olarak Mart 1950‟de tanımasının ardından,
SüveyĢ Krizine kadar, iki ülke iliĢkilerinde önemli bir geliĢme kaydedilmemiĢ;
1952‟de Ġran‟ın Ġsrail konsolosluğunu kapatmasıyla bu tanımanın geri
alındığına yönelik yorumlar yapılmıĢ ancak iliĢkiler gayri resmi olarak devam
ettirilmiĢti (Asl, 2005: 243).
General Musaddık‟ı ABD ve Ġngiltere‟nin desteğiyle deviren ġah
Muhammed Rıza Pehlevi döneminde Ġsrail ve Ġran, istihbarat paylaĢımı ve
silahlanmada karĢılıklı olarak birbirlerini desteklemiĢlerdi. Ġsrail bu dönemde
güvenlik politikalarını Ġran, Türkiye, Etiyopya ve Hıristiyan Lübnanlılarla
yaptığı anlaĢmalarla gerçekleĢtiriyordu. Ġran da Arap Ġsrail savaĢlarının
tamamında Ġsrail‟i desteklemiĢ, hatta 1970‟lerdeki petrol krizinde dahi Ġsrail‟e
petrol göndermeye devam etmiĢti. Ġsrail-Ġran ticareti de önemli ivme
kaydetmiĢti (Weiss [web], 2006). Ġsrail‟in bu dönemki politikaları da Çevre
Siyaseti‟ne (Periphery Policy) uygundu.
ġah Döneminde Ġran, Sovyetler Birliği‟nin Orta Doğu‟ya ilerlemesi
tehlikesinden, bölgenin kutuplaĢmasından ve SSCB‟ye yakınlaĢan Mısır ve
Suriye‟nin güçlenmesinden kaygı duyuyor; bu sebeple de ABD ve Ġsrail‟e
yakın politikalar izliyordu (Asl, 2005: 247). Aynı Ģekilde özellikle ABD-SSCB
rekabetinin Orta Doğu bölgesinde yoğunlaĢması ve SSCB‟nin bölgede
kendine yakın rejimler oluĢturma çabasından tedirgin olan ABD‟nin de bu
dönemde gerek Ġsrail-Ġran yakınlaĢmasına gerekse ABD-Ġran iliĢkilerinin
geliĢtirilmesinde önemli çıkarları olduğunu ifade etmek mümkündür.
Arapların Ġran‟a bakıĢı incelendiğinde de Ġsrail-Ġran yakınlaĢmasının
gerekçelerinden birini daha ortaya çıkarmak mümkündür. Buna göre, ĠranIrak arasında geçmiĢten beri süregelen sınır anlaĢmazlıkları, diğer Arap
devletleri tarafından sürekli olarak kaĢınmaktaydı. Ġran‟ın Ġsrail‟i tanıması da
224
Arap Devletlerinin özellikle de Mısır‟ın Ġran‟la iliĢkilerini gerginleĢtirmiĢti.
Nitekim Mısır, bu geliĢmenin ardından Ġran‟la diplomatik iliĢkilerini kesmiĢti.
Suriye‟nin ve Mısır‟ın özellikle Ġran‟ın Huzistan bölgesini Arap toprağı olarak
görmesi ve bu yönde yaptığı propagandalar ve bu doğrultuda Irak‟ın Ġran‟a
karĢı kıĢkırtılması, Araplar ve Ġran arasındaki yaĢanan gerginliklere örnek
teĢkil ediyordu. Aynı dönemde Irak‟tan yoğun tehdit algılayan Ġran, Ġsrail‟le
iĢbirliği yaparak Irak‟lı Kürtlere lojistik destek sağlanması ve peĢmergelerin
eğitilerek Irak yönetimine karĢı ayaklanmaları yönünde anlaĢmıĢtı. Ġran için
bir baĢka neden de Ġsrail‟in ABD‟deki lobicilik faaliyetleri sayesinde, ABD
yardımından daha fazla yararlanmaya çalıĢmaktı (Asl, 2005: 255-256). Bu
durum Ġran‟ın bu dönemde Ġsrail‟le yakınlaĢan iliĢkilerinin gerekçesini
açıklıyordu.
GeliĢen bu süreçte Ġran, geri kalmıĢ bir görünüme sahipti. Bu tablo
özellikle Petrol Krizinin yaĢandığı dönemde değiĢikliğe uğradı. Artan petrol
gelirleri ile birlikte Ġran hızla zenginleĢti ve modernleĢerek, hızla silahlanmaya
baĢladı. Bu süreçte ABD de Ġran‟ın bu politikaları sürdürmesine göz yumdu.
(Çetinsaya, 2002: 296).
1979‟da Ġran Ġslam Devrimi gerçekleĢtiğinde, bütün bölgedeki dengeler
ile birlikte Ġsrail-Ġran iliĢkilerinde de yeni bir süreç baĢladı. Ġran Devriminin
mimarı Humeyni, Ġsrail‟i düĢman ilan ederek; Ġsrail‟in varlığını reddetmiĢ,
Ġsrail‟i de “iĢgalci güç” olarak gördüklerini ve amaçlarının Ġsrail‟i bütünüyle yok
etmek olduğunu ilan etmiĢti (Turan, 2009: 48). Böylece Ġsrail, hem bölgedeki
en önemli müttefiklerinden birini kaybetmiĢ hem de bir düĢman daha
kazanarak bölgede daha da yalnızlaĢmıĢtı.
Bu tarihten itibaren Ġsrail-Ġran iliĢkileri giderek gerginleĢti. Ġran Ġslam
Cumhuriyeti, Ġran liderliğinde kurmayı düĢündükleri ve bütün Dünya
Müslümanlarını kapsayan Ġslam Devletinin karĢısında Ġsrail‟i ve ABD‟yi tehdit
olarak görüyor ve belki de geçmiĢte de bütün Ġslam liderliğine oynayan
güçlerin yaptığı gibi öncelikle Ġsrail‟i hedef göstererek kendine Ġslam
coğrafyasında
destek
arıyordu.
Bu
225
doğrultuda,
1980‟lerde
Ġran
dıĢ
politikasına yön veren ilkeleri genel olarak Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür
(Çetinsaya, 2002: 296):
 Mutlak tarafsızlık,
 Güç blokları ve ittifaklardan uzak durma,
 Üçüncü dünya ülkeleri ile yakınlaĢma,
 DıĢ politikada Ġslam'a ağırlık verme ve rejim ihracı.
Yukarda sayılan ilkelerle, Ġran radikal Arap Devletlerine yakınlaĢırken,
Körfez monarĢilerine ve ılımlı Arap Devletlerine karĢı durmuĢ, Türkiye ve
Pakistan‟la iyi ekonomik iliĢkilere girerken; Ġsrail, ABD ve
SSCB‟den
uzaklaĢmıĢtır (Çetinsaya, 2002: 297).
Ġran Ġslam Cumhuriyeti kurulduğu tarihten itibaren, Ġsrail‟le sıcak
çatıĢmaya girmemeye özen gösterse de Ġsrail tarafından Ġsrail‟de faaliyet
gösteren terörist organizasyonlara destek verdiği gerekçesi ile suçlanmıĢtı
(Turan, 2009: 48). 1980‟lerle birlikte Ġran-Irak SavaĢı baĢ gösterdiğinde,
radikal politikalarına rağmen Ġran, Ġsrail‟le doğrudan bir çatıĢmadan
kaçınmıĢtı. Aynı durum artan tansiyona rağmen 1990‟larda da devam etmiĢti.
Bu doğrultuda Ġsrail‟e karĢı Ġran‟ın politikası incelendiğinde, Ġran‟ın doğrudan
çatıĢmaya girmek yerine, Ġsrail‟de faaliyet gösteren terör örgütlerine destek
vermek ve konjonktürel olarak da Arap Devletleri ile ittifak kurmak Ģeklinde
bir strateji izlediği ifade edilebilir. Nitekim 1980‟lerde Ġsrail‟e karĢı Suriye‟ye
yakınlaĢan Ġran, bu sayede, Irak‟la Suriye arasındaki o dönemde var olan
husumetten yararlanarak, hem Ġsrail‟e yakın bir ülke üzerinden savaĢmadan
Ġsrail‟i zayıflatmak, hem de Irak‟ın tüm Arap Dünyasını birleĢtirme ideallerine
darbe vurmak istemiĢ ve bunda da baĢarılı olmuĢtu (Asl, 2005: 261).
Bununla birlikte Ġsrail‟in resmi söylemde Ġsrail‟le iliĢkileri belirtilen
düzeyde gerçekleĢse de gayri resmi söylemde Ġsrail‟le önemli ticari iliĢkileri
olduğu, hatta Ġsrail‟in Ġran‟a iliĢkilerin en gergin olduğu dönemde dahi silah
satıĢında bulunduğuna yönelik iddialar da bulunmaktadır (Daha geniĢ bilgi
için Bkz. Parsi, 2007). Buna göre, iki ülke de sert söylemlerinin ardında var
olan konjonktüre göre aslında birbirleri ile ittifak halindedir. Zira bulundukları
226
coğrafyada varlıklarını sürdürebilmeleri için bu gizli ittifak gereklidir. Ġran,
içinde
bulunan
Yahudiler
sayesinde
Ġsrail‟le
ticaret
faaliyetlerini
yürütmektedir. Ġsrail‟le Ġran‟ın, doğrudan ticaret yerine Avrupa ülkeleri
vasıtasıyla dolaylı bir ticaret iliĢkisi içinde oldukları iddia edilmektedir.
1989‟da
iktidara
gelen
HaĢimi Rafsancani döneminde,
Ġran‟ın
uluslararası sisteme entegrasyon süreci baĢlamıĢ; bu süreç Ġkinci Cumhuriyet
terimi ile de ifade edilmiĢti. Bu dönemde Rafsancani‟nin temel politikası,
Devrim ideallerinin yumuĢatılarak, Ġran‟ın çıkarlarına uygun hale gelmesiydi.
Bu süreçte Ġran‟dan çekindikleri için Arapların ABD ve Ġsrail‟e yakınlaĢtığını
gören Rafsancani, dıĢ politika söyleminde Ġran‟ın Araplar için bir tehdit
olmadığını vurgulamaya baĢladı. Ġran‟ın polislik gibi bir amacı olmadığını
ifade
eden
Rafsancani,
bölgede
istikrarın
ancak
iĢbirliği
ile
gerçekleĢebileceğini savundu (Çetinsaya, 2002: 299-305).
SSCB‟nin dağılması ile birlikte tüm bölge ülkeleri olduğu kadar Ġsrail de
bu durumdan etkilendi. Her Ģeydan önce iki kutuplu dönemde iki süper gücün
ilgisi Orta Doğu‟ya kaymıĢ, her iki ülke de kendi çıkarları doğrultusunda çeĢitli
ülkelerle ittifak arayıĢlarına gitmiĢti. Bu süreçte Suriye ve Irak‟ın Sovyet
desteğini yitirmeleri ile birlikte, bu ülkeler Ġsrail için öncelikli tehdit olmaktan
çıkmıĢlardır. 1991 Körfez SavaĢı ile birlikte de Irak‟ın askeri gücü önemli
ölçüde zayıflatılmıĢtı. Ayrıca bu ortamda FKÖ dıĢında hemen hemen bütün
Arapların ABD yanında yer alması, Pan-Arabist ideallerinin çöküĢüne iĢaret
ediyordu. Nitekim, bu süreç sonunda Ġsrail–Filistin barıĢ görüĢmelerinin hız
kazanması da bu geliĢmelerin bir sonucu olarak değerlendirilebilecektir
(Özcan, 2002: 241-243).
Körfez SavaĢının, sonuçları itibariyle Ġran DıĢ Politikasını olumlu yönde
etkilediği ifade edilebilecektir. Bu sayede Ġran açısından önemli bir tehdit
olarak görülen Irak, ciddi ölçüde zayıflatılmıĢ Ġran, Körfez ülkeleri ve Arap
ülkeleri ile yakınlaĢmıĢtır (Çetinsaya, 2002: 304).
227
1997‟ye gelindiğinde Muhammed Hatemi ve Rafsancani‟nin faaliyetleri
ile Ġran‟da hızlı bir reform sürecine girilerek, demokratikleĢme, Dünyaya
açılma ve eğitim alanlarında kapsamlı reformlar gerçekleĢtirildiği ifade
edilebilecektir. Bu süreçte,
önceleri
politikaları gereği Ġran‟a mesafeli
yaklaĢan ve Ġsrail‟e daha yakın politikalar izleyen Arap ülkeleri, yeni liderin
güven verici politikaları ve reformları sonucunda Ġran‟la daha sıcak iliĢkiler
kurmaya çalıĢmıĢlardır. Bu durum da Ġran‟ın Arap ülkelerinin rejimini tanıdığı
1997‟deki Ġslam Konferansı Örgütü‟nde teyit edilmiĢti. Böylece Araplar ve Ġran
arasındaki buzlar da erimekteydi. Hatemi‟nin politikalarının Ġran-AB iliĢkileri
ve en nihayetinde Ġran-ABD iliĢkilerinde de olumlu sonuçları olmuĢtu. Bu
dönemde Ġsrail‟in eski Çevre Siyasetini yeniden canlandırma giriĢimleri
olduysa da Ġran‟ın güven vermeyen tutumu gereği Ġsrail alternatif siyasetler
gütmeye baĢladı. Buna göre, Ġsrail hem Araplara hem de Ġran‟a yönelik
denge siyaseti izlemeliydi. Bu siyasetin özünde de hem eski Çevre hem de
yeni çevre siyaseti yer alıyordu. Bu sefer de Türkiye, Hindistan, Kafkas
Ülkeleri ve Orta Asya ülkeleri, Ġsrail‟in yeni Çevre stratejisinin aktörleri
konumuna geliyor ve Ġsrail DıĢ politikası bu ülkelere yoğunlaĢıyordu (Parsi,
2007: 206-208).
11 Eylül saldırıları sonrasında Ġran, Bush‟un söylemleri ile birlikte, ġer
Ekseni olarak ifade edilen ve Irak ve Kuzey Kore ile birlikte Ġran‟ı da içine
alan üçgende, kitle imha silahlarının bulunması ve bu durumun tüm dünyayı
tehdit eder duruma gelmesi iddiası ile karĢı karĢıya kalmıĢtı. Ġran uzunca bir
süredir yürüttüğü nükleer zenginleĢme faaliyetleri ile tüm Dünya‟yı olduğu
kadar Ġsrail‟i de tedirgin etmekteydi. Bu durumun halen de devam ettiğini
söylemek mümkündür. Ahmedinecad‟ın iktidara gelmesi ile birlikte, Ġsrail‟e
yönelik Ġran‟ın söylemleri de sertleĢmiĢ, karĢılıklı olarak tehditkâr açıklamalar
yapılması ve gergin ortam, Ġran ve Ġsrail arasında bir çatıĢma yaĢanmasını
muhtemel hale getirmektedir. Ġran özellikle sahip olduğu füzelerle Ġsrail‟i
vurma kapasitesine sahip olduğunu iddia etmekte, Ġsrail de böyle bir durum
gerçekleĢtirirse aynı Ģekilde karĢılık vereceğini belirtmektedir.
228
Bu süreçte UAEK‟ın denetimini kabul etmeyen Ġran, 17 Mayıs 2010‟da
“Uranyum Takası AntlaĢması” ile Brezilya ve Türkiye ile uzlaĢtı. Buna göre;
Ġran bir ay içinde 1200 kilogram uranyumu bir seferde Türkiye‟ye verecek ve
1 yıl içinde Tahran‟daki reaktörde kullanılmak üzere, yakıta dönüĢtürülecek
%20 oranında zenginleĢtirilmiĢ uranyum alacaktı. Bu yakıt da UAEK
tarafından Türkiye‟de teslim edilecekti (Gözlem Gazetesi Ġnternet Sitesi
[web], 2010). Bu antlaĢma, Batı dünyasını tatmin etmemiĢ, Ġran‟ın nükleer
silah geliĢtirdiğine dair Ģüpheleri azaltmamıĢtır. Bu durum yakın dönemde
Ġran üzerinde yaptırımların uygulanması ve sonraki süreçte de Ġran‟a yönelik
bir askeri harekâtın gerçekleĢmesi ihtimalini gündeme getirmektedir.
Ġlerleyen süreçte, oluĢan uluslararası baskı ile birlikte Brezilya bu
antlaĢmadan çekildiğini açıklamıĢ, böylece söz konusu antlaĢma iĢlevselliğini
yitirmiĢtir. Ġlerleyen dönemde de Ġran tarafından uluslararası toplumu
rahatlatacak bir adım atılmamıĢtır. Bu durum da sorunun yakın zamanda
çözülebilir bir sorun olmadığı göstermektedir.
Ġran ve Ġsrail arasında sorun yaratan bir diğer durum da Ġran‟ın gizliaçık Ģekilde Ġsrail‟de faaliyet gösteren terör örgütlerine destek verdiği
iddiasıdır. Özellikle HAMAS‟ın Filistin seçimlerini kazanması ile birlikte
Ġsrail‟in Ġran‟dan tehdit algılamasında artıĢ gerçekleĢmiĢtir. Aynı durum,
özellikle Hizbullah ve Ġslami Cihad militanlarının da Ġran‟dan destek görmesi
ihtimali ile birleĢtiğinde Ġsrail ve Ġran arasında yaĢanan sorunları ön plana
çıkarmaktadır. Ġran bu iliĢkileri ve desteği inkar etse de bu durumun, Ġran‟ın,
Ġsrail‟le doğrudan savaĢmak yerine Ġsrail‟le sorunu bulunan güçlere yardım
etme ve bu Ģekilde Ġsrail‟i bu sorunlarla angaje ederek zayıflatma stratejisine
uygun bir görüntü arz etmektedir. Ġsrail‟in terör örgütleri ile yaĢadığı
sorunların da yakın dönemde çözülmesi mümkün gözükmediğinden bu konu
ile ilgili olarak da, Ġsrail‟in Ġran‟dan tehdit algısının yakın dönemde
değiĢmeyeceğini ifade etmek mümkündür.
Sonuç olarak Ġran ve Ġsrail iliĢkileri Irak SavaĢı sonrasında gergin bir
seyir izlemiĢtir. Bu durum, dünya basınında her an Ġsrail ve Ġran arasında bir
229
savaĢ çıkacakmıĢ gibi değerlendirmeler çıkmasına yol açmaktadır. Bununla
birlikte, Ġran‟ın yapısı ve askeri gücü itibari ile Irak‟tan çok daha güçlü bir
konumda olması, kesin olarak bilinmemekle birlikte, elinde kitle imha silahı
olması ve Ġsrail‟e karĢı kullanabilecek füzelere sahip olması sebebiyle, kolay
bir savaĢ olmayacağı ortadadır. Orta Doğu ülkelerinin de olası bir savaĢta
nasıl bir tavır takınacağı, Arap ülkelerinin Ġran‟a destek verip vermeyeceği,
ABD‟nin bu savaĢtaki rolünün ne olacağı tam bir muammadır.
b. Ġsrail Suriye ĠliĢkileri
Ġsrail ve Suriye iliĢkileri, Ġsrail‟in kurulmasından bu yana mesafeli
ve güvensizdir. Ġki ülkenin birbirlerine karĢı düĢmanlığı Orta Doğu siyasi
tarihinde uzun bir dönemi kapsamaktadır. Bu düĢmanlık, Ġsrail tarafından
bakıldığında Suriye‟nin diğer Araplarla birlikte Ġsrail‟e karĢı savaĢlara
katılması ve benimsediği anti-semitik ideoloji; Suriye tarafından bakıldığında
ise, Ġsrail‟in Filistin politikası ve Suriye topraklarını iĢgali ile Ģekillenen
iliĢkilerin sonucudur. Ġki ülke iliĢkilerinin oluĢumunda büyük güçlerin Orta
Doğu politikası da etkili olmuĢtur (Kessler [web], 2000).
Soğuk SavaĢ Dönemi Suriye-Ġsrail iliĢkilerinde, Arap-Ġsrail SavaĢları ve
SSCB‟nin Arap ülkeleri ve özellikle Suriye üzerinden Orta Doğu‟da etkisini
artırma çabaları karĢısında ABD‟nin izlediği politikalar etkili oldu. Ġsrail 1967
Arap-Ġsrail SavaĢı sonrasında Suriye‟nin Golan Bölgesini iĢgal etmiĢ; 1981‟de
ise bu bölgeyi ilhak ettiğini açıklamıĢtır. ĠĢgalde Ġsrail‟in BarıĢ Ġçin Toprak
Stratejisi ile birlikte, tepelerin stratejik bir konuma sahip olması, ġeria Nehri
dolayısıyla, barındırdığı su kaynakları da etkili olmuĢtur.
Bu süreç boyunca, pek çok uluslararası aktör, sorunun çözülmesi
yolunda giriĢimlerde bulunduysa da baĢarılı olamadılar. Bu konuda, Ġsrail‟in
iĢgali sona erdirmesi ve barıĢ görüĢmelerinin baĢlamasına yönelik, BM
Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararları da etkili olmadı. Ġsrail,
1970‟den itibaren bölgeye Yahudi yerleĢimleri kurmuĢ, Golan‟da yerleĢik
nüfusun ise bölge dıĢına çıkmasına neden olmuĢtur. 1992‟de Madrid‟te
230
baĢlayan
gelmiĢ
Orta Doğu barıĢ süreci kapsamında, Ġsrail ve Suriye bir araya
ve
Golan
Bölgesinin
statüsü
değerlendirilmiĢtir.
2000
yılına
gelindiğinde görüĢmelerin durmasıyla süreç sekteye uğramıĢ; daha sonra
2008‟de Türkiye‟nin arabuluculuğunda görüĢmeler tekrar baĢlasa da Ġsrail‟in
Gazze‟ye müdahalesi ile birlikte, müzakerelerin sürdürülmesine yönelik
beklentiler azalmıĢtır (Atlıoğlu [web], 2009). Ġsrail, Golan Bölgesinden,
ülkelerinin güvenliği açısından stratejik bir konumda oluĢu, önemli su
kaynaklarına
sahip
oluĢu
sebebiyle
kolay
vazgeçmeyecektir.
BarıĢ
görüĢmeleri kapsamında da çok ciddi kazanımlar elde etmeden bu konunun
çözüme
kavuĢturulacağı
mümkün
gözükmemektedir.
Dolayısıyla
bu
geliĢmelerden yola çıkarak, Golan Tepeleri sorununun bir müddet daha
Dünya gündeminde yer alabileceğini ifade etmek mümkümür
Ġsrail‟in Suriye‟ye karĢı tehdit algısı açısından Suriye‟nin askeri gücünü
Tablo 25‟te incelemek mümkündür (Redkarga Ġnternet Sitesi [web], 2010;
Global Security Ġnternet Sitesi [web], 2011)
231
Tablo-25: Suriye‟nin Askeri Gücü
220.000 kiĢilik büyük bir orduya sahiptir. Bununla birlikte, silahların
Kara Kuvvetleri
çoğunluğu SSCB döneminden kalma eski veya iĢlevsiz silahlardır.
Suriye‟nin zırhlı mekanize tümenleri de geleneksel Sovyet ordu
yapılanmasını sürdürmektedir. 3.500 adet eski model Rus tankı ve
1000 adet
de depolarda tutulan tankı bulunmaktadır.
2.000
uçaksavar, 6.000 kadar füze, 5.000 kadar yerden havaya atılabilen
füze ve bunların haricinde hava savunma güçlerinin elinde de 600
kadar Sovyet döneminden kalma yerden havaya füze (sam)
bulunmaktadır. Bu durum özellikle son dönemde Ġran‟la yapılan ve
silahların
modernizasyonunu
içeren
anlaĢma
ile
birlikte
değiĢebilecektir.
Füze
ve
Kitlesel
Silahları
Ġmha
Rus ve Ġran yapımı füzelerle oluĢturulmuĢ dikkat çekici bir envanteri
bulunmaktadır. Bunlar içinde geliĢtirilmiĢ uzun mesafeli Scud füzeleri,
caydırıcılığını korumaktadır. Ġsrail açısından asıl tehdit, Halep‟te
bulunan füze komutanlığına bağlı olarak dev tünellerde saklandığı
iddia edilen, 60-70 kadar mobil fırlatıcı ve 1.000 kadar da Scud
füzesidir. Bu füzelerden 150-200 adedinde kimyasal-biyolojik savaĢ
baĢlıkları monte edildiği düĢünülmektedir. 500 kg'lık bir baĢlığı 700
km‟ye kadar taĢıma kapasitesine sahip olan bu füzeler Ġsrail açısından
önemli bir tehdit kaynağıdır. Suriye‟nin elinde ayrıca 210 kadar
kolayca yer değiĢtirilebilen kısa menzilli Scraab füzesi bulunduğu
iddia edilmektedir. Bunlar haricinde, Hama ve Halep yakınlarında
konuĢlandırılmıĢ; iki adet yer altı Scud imalat tesisi bulunduğu, yine
Hama yakınlarında çeĢitli petro-kimya tesislerinde, biyolojik ve
kimyasal silahlar üretildiğine yönelik iddialar bulunmaktadır.
Hava Kuvvetleri
40.000 personel, 9 bombardıman filosu ve 17 hava savunma filosu ile
dikkat çekici bir görünüme sahiptir. Uçaklar yeterli havadan yere ve
havadan havaya silahla donatılmıĢ ve hava alanlarında gerekli
güvenlik sağlanmıĢ olmakla beraber, var olan uçakların yarısının
kullanılmıyor oluĢu ve pilotların yetersiz uçuĢ saatleri ile Ġsrail‟in hava
gücünün yanında sönük kalmaktadır ve hesaplamalara göre bir hava
savaĢında en fazla iki gün dayanacak gücü vardır.
Deniz Kuvvetleri
5.000 kiĢilik personeli, Latakya, Minat, El-Bayda ve Tartus‟ta üstlenen
8 eski füze atar bot ve iki deniz altı savunma devriye botu ve birkaç
küçük gemiden
bulunmaktadır.
232
oluĢan, Ġsrail‟e kıyasla çok zayıf bir deniz gücü
Sonuç olarak, Suriye‟nin silahlı kuvvetlerinin personel sayısı ve silah
envanteri değerlendirildiğinde, sayı olarak caydırıcı ve büyük bir potansiyele
sahip olsa da gerek var olan silahların eski ve bakımsız oluĢu, gerekse
personelin yeterli derecede eğitimli olmayıĢı sebebiyle Ġsrail‟le konvansiyonel
bir savaĢa girmeleri durumunda baĢarılı olamayacağı ortadadır. Bununla
birlikte son dönemde özellikle Ġran‟la yapılan anlaĢmalar gereği silahların
modernleĢtirilmesi çabaları, sahip oldukları iddia edilen uzun menzilli füzeler
ve kitle imha silahları ve bu silahları geliĢtirme faaliyetleri ile Ġsrail açısından
Suriye‟nin her zaman potansiyel bir tehdit kaynağı olduğunu ifade etmek
mümkündür.
Suriye 1979 yılından beri, ABD tarafından hazırlanan terörizme destek
veren ülkeler listesinde yer almaktadır. 2006 ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Ülke
Raporuna göre (State Department Country Report); Suriye yönetimi HAMAS,
Filistin
Halk
KurtuluĢ
Cephesi,
Filistin
Ġslami
desteklemekte; ayrıca lider kadrolarının serbestçe
Cihad‟ı gibi
örgütleri
ġam‟da bulunmalarını
sağlamaktadır. Bu Ģekilde Ġsrail‟deki terör saldırılarını da dolaylı olarak
desteklemektedir. Suriye, Hizbullah Terör Örgütü‟nün de aktif destekçileri
arasında yer almakta ve bu sayede de Lübnan‟da gizli operasyonlar
yapmaktadır. Aynı rapora göre, Suriye‟nin Lübnan‟ın eski BaĢbakanı Refik
Hariri‟nin öldürülmesinde de bağlantısı bulunmaktadır (ABD DıĢiĢleri
Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi (U.S. Department of State) [web], 2007) Buna
göre, Suriye‟nin özellikle Ġsrail‟in varlığına
eylemler
gerçekleĢtiren
terör
karĢı olan ve Ġsrail‟de ciddi
örgütlerine
destek
verdiği
iddiası
değerlendirildiğinde, Suriye‟nin Ġsrail güvenliğine karĢı önemli bir tehdit
kaynağı olduğunu ve bu tehdidin Irak SavaĢı sonrasında da devam ettiğini
ifade etmek mümkündür.
c. Ġsrail Lübnan ĠliĢkileri
Lübnan Ġsrail‟in kuruluĢunun hemen ardından gerçekleĢtirilen 1.
Arap-Ġsrail SavaĢı‟na katılmıĢ ancak zayıf ve az sayıdaki askeri gücü
sebebiyle, fazla etkili olamamıĢtır. Yapılan ateĢkes sonrasında, Lübnan-Ġsrail
233
iliĢkileri, stabil bir doğrultuda geliĢmiĢ ve Lübnan 1956-1967 ve 1973‟teki
Arap-Ġsrail savaĢlarında yer almamıĢtır. Bu durum, Lübnan ekonomisinin de
bölge ülkelerine kıyasla güçlü olmasında etkili olmuĢtur (Collelo [web], 1987).
Lübnan, zayıf askeri gücü sebebiyle Ġsrail açısından ciddi bir tehdit
olmamıĢtır. Bununla birlikte Lübnan, özellikle terör örgütlerinin Lübnan‟dan
Ġsrail‟e yönelik saldırıları ve Lübnan topraklarındaki faaliyetleri sebebiyle Ġsrail
güvenliği açısından bir tehdit kaynağı oluĢturmuĢtur. Özellikle Bekaa Vadisi,
tarih boyunca pek çok terör örgütünü bünyesinde barındırmıĢ, eğitim ve
lojistik imkânı sağlamıĢtır. Lübnan‟dan Ġsrail‟e yönelik saldırılarda özellikle
Hizbullah Örgütü ön planda yer almıĢtır. Daha önce de belirtildiği üzere
Hizbullah Lübnan siyasetinde oldukça etkili bir konumdadır ve özellikle
Beyrut‟un güneyinde etkin konumdadır.
Ġsrail, kendisine yönelik saldırılara karĢı sert tedbirler almıĢ, zaman
zaman da Lübnan‟a girerek, Lübnan sınırları içindeki militanlara yönelik
operasyonlarda bulunmuĢtur.
Hizbullah militanlarının Lübnan‟da konuĢlanması ve Güney Lübnan‟da
bir bölgede adeta kendi hâkimiyet bölgesini oluĢturması, Ġsrail açısından ciddi
bir tehdit kaynağı olmuĢtur. Nitekim Ġsrail, 12 Temmuz 2006‟da Hizbullah
tarafından sınırda bekleyen iki Ġsrail askerinin kaçırılmasının hemen
ardından, sürpriz bir saldırıyla Lübnan‟a girmiĢ ve Hizbullah da Ġsrail‟in
kuzeyindeki bölgelere roketlerle saldırmıĢtır. Ġsrail, Lübnan‟daki askeri
harekâtı geniĢletmiĢ ve Lübnan‟ın güneyinde Hizbullah militanlarından
temizlenmiĢ bir bölge oluĢturmak istemiĢti. ÇatıĢmalar, 14 Ağustos‟ta BM
Güvenlik Konseyinin aldığı 1701 sayılı karara kadar sürmüĢtü. Karar
uyarınca, taraflar saldırıları durdurmuĢ, Ġsrail Lübnan‟a uyguladığı ablukayı 7
Eylül 2006 saat 18:00‟e kadar kaldırmayı taahhüt etmiĢtir. Litanni Nehri‟ne
kadar olan Güney Lübnan topraklarını iĢgal eden Ġsrail, bölgede Lübnan ve
BM askerlerinin konuĢlandırılmasının ardından Lübnan‟dan çekilmiĢtir
(Sharp ve diğerleri [web], 2006).
234
Lübnan‟da Hizbullah‟ın ve diğer terör örgütlerinin geliĢmesinde
özellikle Lübnan‟daki etnik ve dini yapının çeĢitliliği ve bu sebeple de merkezi
yönetimin
zayıflığı
etkili
olmaktadır.
Lübnan‟da
merkezi
yönetimin
güçlendirilmesi ve ekonomik refahın artırılması için Batı dünyası; özellikle de
ABD, önemli oranda yardımda bulunmaktadır. Lübnan, ABD‟den ekonomik,
insani ve askeri yardım almaktadır. Nitekim 2001-2006 yılları arasında
Lübnan‟ın ABD‟den aldığı toplam yardım miktarı, 35-40 milyon ABD dolarına
ulaĢmıĢtır. Bu yardımlar, ekonomik geliĢme, demokrasinin güçlendirilmesi,
iyi yönetiĢim ve çevrenin korunması amacıyla verilmektedir (Sharp ve
diğerleri [web], 2006). Söz konusu yardımlar ve baskılarla Lübnan, kendi
toprakları içinde daha güçlü bir duruma gelse de ülkedeki terör faaliyetlerini
tamamıyla engelleme yeteneğini elde edememiĢtir. Ayrıca Hizbullah, ülke
siyasetinde de önemli bir güce sahip olup 2008 yılında da ülke
parlamentosunda veto yetkisini alarak etkisini artırmıĢtır.
Sonuç olarak Ġsrail‟in Lübnan Devletinden gelecek, konvansiyonel bir
tehdit algılaması olmasa da, özellikle Hizbullah olmak üzere, terör örgütlerinin
Lübnan‟da barınması ve Lübnan topraklarından Ġsrail‟e yönelik saldırılarda
bulunması sebebiyle, Lübnan‟ı bir tehdit unsuru olarak gördüğünü ifade
etmek mümkündür.
ç. Ġsrail Mısır ĠliĢkileri
Ġsrail‟in kuruluĢundan sonra 30 yıl boyunca Mısır; Ġsrail‟le yaklaĢık
her on yılda bir savaĢarak (1948, 1956, 1967, 1973) adeta “Ġsrail‟in baĢ
düĢmanı” olmuĢtu (Eldar [web], 2003). Enver Sedat‟ın Ġsrail‟le barıĢ yapma
stratejisi ile birlikte düzelme umudu oluĢturan iki ülke iliĢkileri, ABD‟nin teĢviki
ve
yönlendirmesiyle
özellikle
Camp
David
AntlaĢmaları
sonrasında
normalleĢmeye baĢlamıĢtır.
26 Mart 1979‟da Mısır ve Ġsrail arasında imzalanan antlaĢma, ArapĠsrail çatıĢmasında adeta bir mihenk taĢıdır. Zira bu antlaĢmayla ilk defa bir
235
Arap ülkesi, Ġsrail‟in varlığını tanımıĢ ve Ġsrail‟e karĢı silahlı mücadeleye son
vermiĢtir (Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi [web], 2003).
AntlaĢma sonrasında, batılı ülkelerden olumlu mesajlar alınırken,
Lübnan, Suriye, Ürdün ve SSCB‟nin antlaĢmaya tepkisi sert olmuĢtur.
Bununla birlikte Sedat‟ın stratejisi, Arap Dünyası arasındaki bölünmelerden
faydalanmaktı ve Libya, Cezayir, Irak ve Suriye gibi ülkelerin tepkilerine karĢı
ABD yanlısı; Suudi Arabistan, Ürdün gibi Arap ülkelerinin desteğini elde
etmekti. Dönemin ABD BaĢkanı Carter‟ın da düĢünceleri bu yöndeydi ancak
bu strateji, Ġran Devrimi ve Suudi Arabistan‟ın Filistin yanlısı tutum belirlemesi
sebebiyle amacına ulaĢamadı (Bileydi Koç, 2006: 206-207). Ġlerleyen
dönemde de Mısır‟ın Arap Dünyasınca ekonomik ve siyasi baskılara maruz
kalması ve hatta adeta Arap Dünyasından tecridi söz konusu oldu.
Sedat açısından sorun sadece Ġsrail‟le yeni bir savaĢı önleyerek
Mısır‟ın geleceğini garanti altına almak ve Ġsrail‟i Sina‟dan savaĢmadan
çıkarmayı baĢarabilmekti. Bu barıĢın bedeli Mısır için ağır olsa da ABD ve
Ġsrail‟le
geliĢen
iliĢkileri
sebebiyle
zararının
bir
ölçüde
karĢılandığı
söylenilebilecektir. Zira Tablo 2‟de de görülebileceği üzere Mısır ve Ġsrail
ABD‟nin en fazla yardım yaptığı ülkeler arasındadır.
Bununla birlikte Mısır Yönetiminin bu hareketinin Mısır halkının
tamamınca desteklendiğini ifade etmek mümkün değildir. Bugüne kadarki
süreçte her dönemde Mısır-Ġsrail barıĢına karĢı kesimler olagelmiĢtir. Zira
antlaĢmanın
ardından
Mısır‟da
özellikle
radikal Ġslamcılar tarafından
düzenlenen ayaklanmalar gerçekleĢtirilmiĢtir. Nitekim, 1981‟de Mısır‟ın
bağımsızlık törenleri sırasında düzenlenen bir suikastle Sedat öldürülmüĢtür.
Eylemi, Mısır‟ın Ġsrail‟le barıĢını protesto eden bir hareketin ordu içindeki
temsilcilerinin gerçekleĢtirdiği ileri sürülmüĢtür. Sedat sonrasında yönetimi,
aynı saldırıdan yara almadan kurtulan Hüsnü Mübarek devralmıĢ ve 30 yıl
boyunca Mısır‟ı yönetmiĢtir (Turk North America Ġnternet Sitesi [web], 2011).
236
Buna göre Mısır ve Ġsrail barıĢı değerlendirildiğinde, bu barıĢın uzun
süreli katı ve geri dönülmez bir barıĢ gibi gözükse de demokratik bir rejimle
otoriter bir rejim arasında yapıldığı göz önüne alındığında, durumun böyle
olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira iki ülkenin barıĢ yapmasından bu güne
kadar 30 yılı aĢkın bir süre geçmiĢtir. Ayrıca iki ülke arasındaki bu barıĢ
toplumun tamamınca kabül görmemiĢtir ve Mısır halkında Ġsrail‟e karĢı yaygın
bir düĢmanlık bulunduğu ifade edilmektedir. Bu sebeple Mısır-Ġsrail
arasındaki barıĢ “Soğuk BarıĢ” olarak da nitelendirilmektedir. Nitekim iki ülke
arasında bir barıĢ söz konusu olsa da aynı oranda siyasi ve diplomatik
iliĢkiden bahsetmek mümkün değildir (Edar [web], 2003). Nitekim Ġsrail‟in
antlaĢmadan 1 yıl sonra Kudüs‟ü bütünüyle baĢkent ilan etmesi üzerine
Mısır, Ġsrail‟in bu tasarrufunun Camp David AntlaĢması‟na aykırı olduğunu
ifade etmiĢ ve Kudüs‟teki elçisini geri çekmiĢtir (Bileydi Koç, 2006: 207-208).
Aynı Ģekilde 1982‟de Galile Operasyonu sırasında ve 2000 yılındaki Ģiddet
olayları sırasında da Mısır, elçisini geri çekmiĢ ve uzun süre yeni bir elçi
atanmamıĢtır. Aynı Ģekilde Mart 2002‟de Savunma Kalkanı Operasyonu
sonrasında Mısır Yönetimi, Ġsrail‟le Filistin‟le ilgili hususlar hariç, hükümetler
arası bağlantıları askıya alma kararı almıĢtır (Jewish Virtual Library Ġnternet
Sitesi [web], 2003). Bütün bu geliĢmeler Ġsrail-Mısır iliĢkilerinin kırılgan bir
görünüm arz ettiği ve özellikle Ġsrail‟in Filistin politikalarının iki ülke iliĢkilerinin
belirlenmesinde etkin rol oynadığını ortaya koymaktadır.
Ġsrail,
Mısır‟la
anlaĢırken,
bu
barıĢın
Mısır‟la
iliĢkilerin
normalleĢmesini de içeren geniĢ bir çerçevede gerçekleĢmesini ve bu
durumun baĢka Arap ülkelerince de devam ettirileceğini umut etmiĢti ancak
Mısır bu barıĢı son derece sınırlı bir çizgide yürütmeyi tercih etti. Aslında
Mısır, çok önemli miktarda ABD yardımı alarak, bu barıĢtan yeterli derecede
faydalanmıĢtı. Buna rağmen, Ġsrail‟le olan diplomatik ve kültürel iliĢkilerin
geliĢmesini “bir kazanım” olarak
Ġsraille
iliĢkileri
görmedi. Bunda da Mısır Yönetiminin,
geliĢtirmek amacıyla,
Mısır halkındaki Ġsrail algısını
değiĢtirmek ve bu yönde yönlendirmek için hiçbir Ģey yapmaması etkili oldu.
Zira, Mısır liderleri, Mısır‟ın Ġsrail‟le iliĢkilerini “sıfır toplamlı bir oyun” olarak
görmeye devam etmiĢtir (Eldar [web], 2003).
237
Mısır‟ı 30 yıl yöneten Hüsnü Mübarek dönemi incelendiğinde,
Mübarek‟in her koĢulda Ġsrail‟i etkili biçimde boykot ettiği görülebilecektir.
1981‟de iktidara geldikten sonra suikaste uğrayarak yaĢamını yitiren eski
BaĢbakan Yitzak Rabin‟in cenazesine katılmak dıĢında, Ġsrail‟e hiçbir resmi
ziyarette bulunmadığı ve iki ülke arasında turizm, ticaret ve endüstri gibi pek
çok alanda iliĢkilerin dondurulduğu ifade edilmektedir (Eldar [web], 2003).
Bütün bu yaĢananlar Mısır-Ġsrail iliĢkilerinin, düĢünüldüğü gibi çok da iyi bir
çizgide ilerlemediğini göstermektedir. Liderlerin de ülkelerinin çıkarları
doğrultusunda hareket ettiği ve iki ülke arasındaki barıĢın her zaman geriye
dönme potansiyelinin bulunduğu ifade edilebilecektir.
Mısır için düĢünüldüğünde Mübarek Dönemi‟nde Mısır‟ın, demir
yumrukla yönetilen laik bir ülke ve Batı Dünyası için güvenilir bir müttefik
olduğu ifade edilebilecektir (The Telegraph Gazetesi Ġnternet Sitesi [web],
2011).
Bununla birlikte ilerde de inceleneceği üzere Arap Baharı olarak
nitelendirilen olaylar sonrasında, Mısır‟da nasıl bir yönetimin göreve geleceği
ve bu yönetimin Ġsrail‟le nasıl bir iliĢki yürüteceği muğlaktır. Bu noktada
Ġsrail‟in Mısır‟la uzun süredir sürdürdüğü barıĢın da akıbetinin ne olacağını Ģu
anda kestirebilmek zor gözükmektedir.
Ġfade edilmesi gereken bir nokta da Ģudur ki, Mısır‟da yapılacak
seçimler neticesinde demokrasiye dayalı bir rejimin iktidara gelmesi
durumunda, söz konusu iktidarın halkın görüĢleri ve ilgileri doğrultusunda
hareket edeceği düĢünülebilir. Bu noktada, bünyesinde Orta Doğu‟nun en
kalabalık Arap halkını barındıran Mısır‟ı yönetecek yönetimin de Filistin
konusuna daha fazla eğileceğini ve Ġsrail‟in, Mısır‟la iliĢkilerinde de Ġsrail‟in
Filistin poltikalarının bugünden daha fazla belirleyici olacağını ifade etmek
mümkündür.
Sonuç olarak Ġsrail-Mısır iliĢkilerinin geleceğinde, Mısır‟da yapılacak
seçimler ve bu seçimler sonrasında yönetime gelecek olan yönetimin nasıl bir
politika izleyeceğinin belirleyici olduğunu ifade etmek mümkündür.
238
d. Ġsrail Türkiye ĠliĢkileri
Türkiye 28 Mart 1949‟da, kuruluĢundan 10 ay sonra, Ġsrail‟i defacto tanıyarak, Ġsrail‟i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuĢ, ardından
Türkiye‟deki Yahudilerin Ġsrail‟e göç etmesine izin vermiĢtir. Bununla birlikte
genel olarak Soğuk SavaĢ süresince Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin, normal bir
Ģekilde geliĢen, “mesafeli” iliĢkiler biçiminde yürütüldüğünü ifade etmek
mümkündür (Yılmaz, 2010a: 50).
1950‟li yıllarda Ben Gurion‟un çevre siyaseti ile de doğru orantılı
olarak, Ġsrail‟in Türkiye ile iĢbirliği içinde olması, Ġsrail açısından avantajlı bir
durum olarak değerlendirilmiĢtir. Zira Türkiye, Orta Doğu‟da Araplarla
çatıĢma içinde olan Ġsrail‟e karĢı Ġran‟la birlikte bir çıkıĢ kapısı olmuĢtur.
Soğuk SavaĢ döneminde SSCB‟nin Arap ülkeleri üzerinde yoğun bir
biçimde yürüttüğü etkili poltikaları ve Türkiye‟ye yönelik tehditkar tutumu
sebebiyle, Türkiye‟nin ABD ve Ġsrail‟le iĢbirliği içinde olması dönemin koĢulları
içinde, Türkiye‟ye önemli bir avantaj sağlıyordu. Bununla birlikte Türkiye‟nin
bu dönemdeki resmi incelendiğinde; Arap-Ġsrail çatıĢmasında doğrudan taraf
olmaktan kaçınan, dengeli bir politika izlediği görülmektedir ki bu durumun da
Araplarla olan tarihi ve dini ortak geçmiĢin bir sonucu olduğunu ifade etmek
mümkündür.
Soğuk SavaĢ döneminde Türkiye ve Ġsrail arasındaki iĢbirliğinin
temelde askeri ve istihbarat alanında geliĢtiğini ifade etmek mümkündür.
YaĢadığı coğrafya itibariyle büyük bir paranoya içinde ve uzun süredir de
terörle iç içe yaĢayan Ġsrail, doğal olarak istihbarat ve terörle mücadele
alanlarında tecrübe kazanmıĢtır. Bu durum Türkiye‟nin de Ġsrail‟le bu alanda
iĢbirliği yapma isteğini artırmıĢtır. Bununla beraber Türkiye‟nin konjonktürel
olarak Arap ülkeleri ile yakınlaĢması, zaman zaman Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde
gerginlikler yaĢanmasına neden olmuĢtur. Örneğin Türkiye‟nin Irak‟la Bağdat
Paktını kurması, Ġsrail‟de tedirginlik yaratmıĢ, gerginleĢen iliĢkilerin tekrar
normalleĢmesi uzun zaman almıĢtır (TaĢtekin, 2005: 136).
239
Orta Doğu‟da ABD ve SSCB çekiĢmesi ve süregelen çatıĢma
psikolojisi, ABD‟nin tek süper güç olarak bölgede yerini aldığı zaman
değiĢmeye baĢlamıĢtır. Bu süreçte, Orta Doğu‟da iki süper devlet arasında
süregelen soğuk savaĢ sonra ermiĢ, böylece bölgede geçici süreli bir otorite
boĢluğu yaĢanmıĢtır. Bu otorite boĢluğu sonucunda da, süper güçlerin
bölgeye ilgisinin azaldığı dönemde, Saddam Hüseyin gibi unsurlar daha rahat
hareket eder bir konuma gelmiĢtir. Irak‟ın Kuveyt‟i iĢgailini de bu geliĢmelerle
birlikte değerlendirmek mümkündür.
Birinci
Körfez SavaĢı ve sonrasındaki süreçte Türkiye Ġsrail
iliĢkilerinde önemli geliĢmeler yaĢanmıĢtır. Bu dönemde Türkiye‟nin Ġsrail‟le
ortak çıkarları, Araplarla olan çıkarlarına ağır basmıĢ ve Türkiye-Ġsrail
arasındaki
çevre
siyaseti
doğrultusunda
ilerlemekte
olan
iliĢkiler
yakınlaĢmıĢtır. Bu yakınlaĢma doğrultusunda 1991‟de Türkiye, hem Ġsrail
hem de Filistin‟in Ankara temsilciliklerini büyükelçilik düzeyine çıkarmıĢtır
(Bengio, 2009: 121).
Bu doğrultuda, Türkiye-Ġsrail arasındaki iĢbirliğin çeĢitli faktörlerin etkisi
ile arttığını ifade etmek mümkündür. Buna göre 1990‟larda gerek Suriye,
gerekse Ġran‟ın PKK terör örgütüne destek vermesi, diğer taraftan da
Yunanistan ve Suriye arasında gerçekleĢtirilen askeri iĢbirliği antlaĢması,
Türkiye‟nin batılı ülkeler, özellikle de AB ülkelerinden silah satın almada
yaĢadığı zorluklar; Türkiye‟de tedirginlik yaratmıĢ ve kendine karĢı oluĢan bu
güç
birliğine
karĢı
denge
oluĢturmak
amacıyla
Ġsrail‟le
yakınlaĢma
gerçekleĢmiĢtir. Bu yakınlaĢma doğrultusunda, Ġsrail‟le özellikle askeri alanda
iĢbirliği antlaĢmaları imzalanmıĢ ve Ġsrail‟le Türkiye arasında yakın stratejik
iĢbirliği oluĢturulmuĢtur (Tür, 2009: 23).
Bu doğrultuda iki ülke arasındaki yakınlaĢma çerçevesinde, Ġsrailli
pilotların Türkiye‟de eğitim görmesi antlaĢması imzalanmıĢ, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin silah ve malzeme temininde Ġsrailli firmalar öne çıkmaya
baĢlamıĢ, Ġsrail‟den Türkiye‟ye yapılan teknolojik yatırımlar artmıĢ ve
Akdeniz‟de ortaklaĢa askeri tatbikatlar gerçekleĢtirilmiĢtir. Türkiye-Ġsrail
240
yakınlaĢmasında diğer bir önemli faktör de, Ġsrail ile Filistin Yönetimi
arasındaki barıĢ görüĢmelerinin Oslo süreci ile birlikte hız kazanmasıdır
(Oğuzlu, 2009: 15). Aynı Ģekilde Ġsrail-Suriye arasında 1995-1996 yılları
arasında gerçekleĢtirilen barıĢ görüĢmeleri de Ġsrail ve Araplar arasındaki
buzların erimeye baĢladığına iĢaret etmektedir (Bengio, 2009: 123). Zira bu
sayede Türkiye, Arap ülkeleri ile iliĢkileri gerginleĢtirmeden Ġsrail‟le iĢbirliği
yapma fırsatı elde etmiĢtir.
1998‟e gelindiğinde Türk-Ġsrail ve ABD deniz kuvvetleri, Akdeniz‟de
ortak bir tatbikat gerçekleĢtirmiĢ, bu durum Türkiye ve Ġsrail‟in iĢbirliğinin ABD
tarafından da desteklendiğini ortaya koymuĢtur. Bununla birlikte aynı yıl
içinde terör örgütü ele baĢı Abdullah Öcalan sebebiyle Suriye ve Türkiye
arasında yaĢanan kriz sırasında, Ġsrail‟in Suriye sınırındaki birlikleri azaltması
ve buna karĢılık, Türkiye‟nin Ġsrail ile ortak yapmayı planladığı “Güvenilir
Denizkızı” tatbikatını iptal etmesi ile Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde geçici bir
gerginlik yaĢanmıĢtır. Devam eden süreçte Türkiye‟de meydana gelen 1999
depreminde Ġsrail‟in Türkiye‟de gerçekleĢtirdiği yardım faaliyetleri, iki ülke
arasındaki gerginliğin son bulmasına neden olmuĢtur (Yılmaz, 2010a: 57).
Bununla birlikte devam eden süreçte terör örgütü ele baĢı Abdullah
Öcalan‟ın önce Suriye‟den çıkarılması ardından yakalanması ile birlikte,
Türkiye‟nin güney komĢuları ile yaĢadığı sorunlarda azalma meydana
gelmiĢtir. Bu doğrultuda konjonktürel olarak Türkiye ve Müslüman ülkeler
yakınlaĢırken; Ġsrail‟le iliĢkiler, önceki dönemki kadar yakın biçimde
sürdürülememiĢ, yakın stratejik ortaklıktan ortak dengeli iliĢkiye geçiĢ söz
konusu olmuĢtur (Tür, 2009: 23).
Sonuçta 90‟lı yılların sonu 2000‟li yılların baĢı itibariyle, Arap ülkeleri
ile hızlı bir geliĢme yaĢanırken; Ġsrail ile iliĢkilerde sorunlu bir döneme
girilmiĢtir. 2000‟li yılların baĢında, iki ülke iliĢkilerinin gerilemesinde en önemli
neden, Filistin sorunu olmuĢtur. 28 Eylül 2000‟de Ariel ġaron‟un El Aksa
Camisini ziyaretinin ardından Ġkinci Ġntifada‟nın baĢlaması ve Ġsrail‟in sivillere
yönelik müdahaleleri, Türkiye‟de Ġsrail‟e yönelik ciddi bir tepkiye yol açmıĢtır
241
(Yılmaz, 2010b: 19). Bununla birlikte yaĢanan gerginliklerin iki ülke
arasındaki ekonomik ve ticari iliĢkileri etkilemediği ifade edilebilecektir. Bu
durumu Tablo-26‟da belirtilen yıllar itibariyle Türkiye-Ġsrail arası ticaret
göstergelerinden de görmek mümkündür (T.C. Ekonomi Bakanlığı Resmi
Ġnternet Sitesi [web], 2011):
Tablo-26: Yıllar Ġtibariyle, Türkiye-Ġsrail Ticari ĠliĢkileri
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
ĠHRACAT
(Milyon
Dolar)
650
805
861
1.083
1.315
1.467
1.529
1.658
1.935
1.528
2.080
ĠTHALAT
(Milyon
Dolar)
505
529
544
459
714
805
782
1.082
1.448
1.075
1.360
2011
1.382
16.293
YILLAR
HACĠM
(Milyon
Dolar)
1.155
1.334
1.405
1.542
2.029
2.272
2.311
2.740
3.383
2.603
DENGE
(Milyon
Dolar)
145
276
317
624
601
662
747
576
487
453
1.181
3.440
2.563
720
201
1.075
26.777
5.809
(Ocak-Temmuz)
TOPLAM
Buna göre, iki ülke arasında yaĢanan sorunlara rağmen 2000‟den
2011‟e kadarki dönemde iki ülke arasında ticaret hacminin sürekli biçimde
arttığı dikkat çekmektedir. Bu durum, yaĢanan gerginliklere rağmen iki ülke
ticari iliĢkilerinin gerginliklerden etkilenmediğini göstermektedir. Tablo-27‟de
ise 1996‟dan beri Türkiye-Ġsrail arasındaki ticari toplantı ve antlaĢmalar
verilmektedir. Buna göre, iki ülke arasında yaĢanan gerginliklerin ticari
antlaĢma ve toplantılara engel olmadığını göstermektedir. Bu antlaĢmalar
içerisinde en önemli olanı kuĢkusuz 1996‟da imzalanan Serbest Ticaret
AntlaĢmasıdır. Bu antlaĢma da iki ülke arasındaki ticaretin yıllar içinde
artıĢında temel etken olmuĢtur.
242
Tablo-27: Türkiye-Ġsrail Arasındaki Ticari AntlaĢma ve Toplantılar
(DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Resmi Ġnternet Sitesi)
AntlaĢmalar
Ġmza Tarihi
Serbest Ticaret AnlaĢması
Ticari, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel ĠĢb.
Anl.
Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi AnlaĢması
14.03.1996
14.03.1996
14.03.1996
Yatırımların KarĢılıklı TeĢviki ve Korunması
14.03.1996
AnlaĢması
Türkiye-Ġsrail KEK (Karma Ekonomik Komisyonu) I. 08.02.2000
Dönem Toplantısı
Türkiye-Ġsrail KEK II. Dönem Toplantısı
15.07.2004
Türkiye-Ġsrail KEK III. Dönem Toplantısı
07.03.2007
Standardizasyon, Uygunluk Değerlendirmesi ve
Metroloji Alanında ĠĢbirliği AnlaĢması
07.03.2007
Türk Standartları Enstitüsü (TSE) ile Ġsrail
07.03.2007
Standartlar Enstitüsü (SII) arasında “Genel ĠĢbirliği
AnlaĢması”
Türkiye Ġsrail iliĢkilerinin Ģekillenmesinde, Türkiye‟de 59. hükümetin
2003 yılında göreve gelmesi ve bu hükümetin dıĢ politikasında Orta Doğu‟da
ve Dünyada etkin bir siyaset izlemeyi benimseme kararı etkili olmuĢtur. 59.
Hükümet ve devamındaki 60. ve 61. Hükümet döneminde Türkiye ve Ġsrail
arasındaki ticari ve ekonomik iliĢkilerde önceki hükümetlerle kıyaslandığında
büyük bir değiĢiklik yaĢanmazken, ülke liderleri arasında zaman zaman
gerginleĢen söylemler meydana gelmiĢtir.
Son dönemde Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerinin gidiĢatı değerlendirildiğinde,
özellikle DıĢiĢleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu‟nun görüĢlerinin
belirleyici olduğu ifade edilebilecektir. Davutoğlu‟nun henüz göreve gelmeden
hazırladığı ve büyük yankı uyandıran “Stratejik Derinlik” isimli kitabındaki
243
görüĢlerine dayanarak Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin tarihi geliĢimi ile ilgili olarak
aĢağıdaki çıkarımları yapmak mümkündür (Davutoğlu, 2011:420-426):
 Soğuk SavaĢ sonrası dönemde önemli ölçüde geliĢim gösteren
Türkiye-Ġsrail iliĢkileri, Ġsrail‟in tarihi olarak izlediği, uluslararası güvenlik
desteği ve hukuki meĢruiyet temelinin sağlanması, Arap olmayan Orta
Doğu unsurlarının aktif desteği ya da en azından pasif tarafsızlığının
sağlanması ve Arap ülkelerinin bir blok haline gelmesinin önlenmesine
yönelik, üçlü stratejisine uygun bir seyir izlemiĢtir.
 Türkiye, resmi deklarasyonlarda, Ġsrail ile yürüttüğü iliĢkilerin üçüncü
bir ülkeye karĢı olmadığını vurgulasa da bu tavrı Arap ülkelerini
Türkiye‟ye karĢı mesafeli davranmaya itmiĢtir. Bu durum ayrıca,
Türkiye‟nin Orta Doğu barıĢ sürecinde etkin bir rol almasını da
engellemiĢtir. Sonuçta, Türkiye her iki tarafta da diplomatik bir ağırlık
kazanamamıĢtır.
 Körfez savaĢı ile baĢlayan Orta Doğu‟nun yeniden yapılanması
sürecinde, Türkiye‟nin Çekiç Güç örneğinde olduğu gibi sadece güvenlik
misyonu ile ilgili alanlarda adı geçmiĢ ekonomik konularda devre dıĢı
kalmıĢ hatta Kerkür-Yumurtalık boru hattı örneğinde olduğu gibi daha
önceki kazanımlarını da kaybetme noktasına gelmiĢtir.
 Ġsrail, güvenlik ve ekonomi dengesini iyi oluĢturmuĢken Türkiye bunu
aynı oranda baĢaramamıĢtır. Bu durumu bir yandan Türkiye ile güvenlik
alanında iĢbirliği yaparken diğer yandan Kıbrıs Rum Kesime‟ne silah
satma girĢiminde bulunması örneğinde görmek mümkündür. Bu Ģekilde
iki
ülke
üzerinde
de
birbirinden
bağımsız
bir
siyaset
izlemeyi
baĢarabilmiĢtir.
 Türkiye, Ġsrail ile iliĢkilerini genel Orta Doğu politikası çerçevesinde
yeni bir değerlendirmeye tabi tutmalı ve bölgenin bütününe yönelik
kapsayıcı stratejiler geliĢtirmeden ikili iliĢkileri “stratejik miğfer” haline
dönüĢtürmeden ve kendini kısıtlamadan yürütmelidir.
Buna göre Davutoğlu‟nun Ġsrail ile iliĢkileri; Orta Doğu‟nun bütününü
kapsayıcı bir siyaset çerçevesinde yürütme eğilimi olduğunu ve son dönemde
244
Türkiye‟nin Ġsrail‟e yaklaĢımının da bu eğilimin bir yansıması olabileceğini
ifade etmek mümkündür.
Nisan 2002‟de, Ġsrail‟in iĢgal altındaki topraklarda operasyonlarını
artırması üzerine BaĢbakan Ecevit, Ġsrail‟i “soykırım yapmakla” suçlamıĢtır.
Bu defa 2004‟te Ġsrail‟in Refah mülteci kampına operasyon düzenlemesi
üzerine BaĢbakan Erdoğan bu durumu “devlet terörü” olarak nitelemiĢ yine
DıĢiĢleri Bakanı Abdullah Gül, “saldırıların tedirgin edici olduğunu ve bunların
iki ülke iliĢkilerini etkileyebileceğini” belirtmiĢtir. Ocak 2006‟da Filistin
seçimleri sonrasında HAMAS‟ın siyasi büro Ģefi Halid MeĢal‟in Türkiye‟yi
ziyaret etmesi, Ġsrail tarafında resmi bir davet yapılmaması ve resmi ağırlama
yapılmamasına rağmen rahatsızlık yaratmıĢtır. Bu defa Türkiye, 2006
yazındaki Ġsrail-Lübnan SavaĢı sırasında Ġsrail‟e sert tepki göstermiĢtir (Tür,
2009: 24-27).
Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde sert söylemler meydana gelse de iki ülke
iliĢkilerinin koparılmaması amacıyla telafi edici söylemler geliĢtirilmiĢ, ayrıca
Türkiye‟nin Ġsrail-Filistin, Suriye-Ġsrail sorunlarında arabuluculuk faaliyetlerine
giriĢmesi
iliĢkilerin
kopmaması
açısından
önemli
adımlar
olarak
değerlendirilmiĢtir. Nitekim 57. Hükümet BaĢbakanı Bülent Ecevit, Ġsrail‟i
soykırım yapmakla suçlamasının ardından 3 gün sonra yaptığı açıklamada,
soykırım sözcüğünü kullanmaktan üzüntü duyduğunu, Ġsrail halkına çok
değer verdiğini ve bir an önce bölgede hakça bir barıĢ kurulmasını temenni
ettiğini ifade etmiĢtir (Milliyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011). Yine
2004‟teki açıklamalardan sonra dönemin DıĢiĢleri Bakanı Gül‟ün Ocak
2005‟te, BaĢbakan Erdoğan‟ın da Mayıs 2005‟te Ġsrail‟i ziyaretleri iliĢkilerin
düzelmesi açısından önemli adımlar olarak değerlendirilmiĢtir (Tür, 2009: 26).
Daha önce de bahsedildiği üzere 2003 Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in
Irak‟ın
kuzeyinde
yoğunlaĢan
faaliyetleri,
Türkiye-Ġsrail
iliĢkilerinin
gerilmesinde diğer bir önemli sorun olarak kendini göstermektedir (Yılmaz,
2010b: 19). Türkiye‟nin PKK Terör Örgütü ile olan sorunlarının devam etmesi,
245
Irak‟ın toprak bütünlüğü konusunda hassasiyetleri nedeniyle Türkiye, Ġsrail‟in
bu tutumundan rahatsız olmaktadır.
Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde dönem dönem yaĢanan gerginlik 60.
hükümet döneminde de devam etmiĢtir. 2008‟de Ġsrail‟in Gazze‟de
gerçekleĢtirdiği Dökme KurĢun Operasyonu‟na karĢı BaĢbakan Erdoğan‟ın
tepkisi
sert
olmuĢ,
BaĢbakan,
bu
operasyonu,
“Türkiye‟nin
arabuluculuk çabalarına karĢılık Ġsrail‟in Türkiye‟ye karĢı
barıĢta
bir saygısızlığı”
olarak değerlendirmiĢ ve iki ülke iliĢkilerinde güvenin kalmadığını ifade
ederek çeĢitli platformlarda bu söylemini yinelemiĢtir. Bunda da 22 Aralık‟ta
Türkiye‟yi ziyaret eden Ġsrail BaĢbakanı Olmert‟in operasyonu bilmesine
rağmen Türkiye‟ye bahsetmemesi etkili olmuĢtur. Türkiye‟nin bu tepkisi
sonrasında, Arap devletleri Gazze saldırılarında HAMAS‟ı sorumlu tutmuĢ;
Türkiye ise sorunun baĢlangıcından itibaren Ġsrail‟e yüklenmiĢtir. Buna göre
Türkiye‟nin Arap halkları arasında popülerliği artmıĢtır. Bu süreçte Türkiye,
Ġsrail‟i sadece eleĢtirmemiĢ aynı zamanda, Filistinlilere karĢı devlet terörü
uyguladığını söylemiĢ ve BM‟den atılmasını önermiĢtir (Tür, 2009: 27-28).
Devam eden süreçte BaĢbakan Erdoğan 29 Ocak 2009‟da düzenlenen
Davos Zirvesinde Ġsrail CumhurbaĢkanı ġimon Peres‟e sert bir çıkıĢ yaparak
Gazze Saldırısı hakkında “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demiĢ, ardından oturum
yöneticisini de kendisine kısa süre vermekle eleĢtirerek “Davos benim için
bitmiĢtir” diyerek zirveden ayrılmıĢtır (CNN Türk Ġnternet Sitesi [web], 2009).
Bu olay da Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde gergin ortamı devam ettirmiĢtir.
Ardından Türkiye-Ġsrail iliĢkileri normalleĢme evresine giremeden Türkiye
Ġsrail‟in de katılımı ile düzenli olarak gerçekleĢtirilen Anadolu Kartalı
Tatbikatının uluslararası aĢamasını iptal ederek Ġsrail‟i bu tatbikattan
çıkarmıĢ, bu durum Ġsrailli pilotların kısıtlı olan eğitim alma imkanına büyük
darbe vurmuĢtur. Ġlerleyen dönemde Ġsrail‟de ve Dünya basınında yer alan
eleĢtirilere karĢılık DıĢiĢleri Bakanı Davutoğlu, iptal konusunda aĢağıdaki
ifadeleri kullanmıĢtır (Radikal Gazatesi Ġnternet Sitesi [web], 2009):
246
“Gazze‟de Ġsraillilerin yaklaĢımlarını, yeniden diplomatik yollara gireceğini
umuyoruz. Bu Türk Ġsrail iliĢkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak. Ancak
mevcut durumda elbette ki bu yaklaĢımı, Ġsrail‟in yaklaĢımını eleĢtiriyoruz.”
Bu durum Türkiye‟nin Ġsrail‟in Gazze ile ilgili tutumunu değiĢtirmeden
Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin normalleĢmeyeceğini göstermiĢtir.
Ocak 2010‟da Ġsrail DıĢiĢleri Bakan Yardımcısı Ayalon, Türkiye‟nin
Ġsrail Büyükelçisi Çelikkol‟u makamına davet edip kendisininkinden daha
alçak
bir
koltukta
oturtmuĢ,
yanındaki
Ġsrailli
gazetecilere
Ġbranice,
“Görüyorsunuz, o bizden aĢağıda oturuyor, biz yüksekteyiz ve burada sadece
Ġsrail bayrağı var” demiĢtir (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2010a).
Diplomatik teamüllere uygun olmayan bu davranıĢa Türkiye‟nin tepkisi de
sert olmuĢ, diplomatik iliĢkiler kopma noktasına gelmiĢ, CumhurbaĢkanı
Abdullah Gül‟ün “Gereken özür dilenmezse Büyükelçinin geri çekileceği”
yolundaki uyarısının ardından Ġsrail CumhurbaĢkanı ġimon Peres‟in ve Ġsrail
parlamentosunun da çabaları ile Ayalon özür mektubu yazmıĢtır. Ġsrail
medyasında da geniĢ yankı bulan olay sonrasında Ġsrail Parlamentosu
Knesset‟ten 17 milletvekili de Çelikkol‟a özür mektubu yazmıĢ ve iliĢkiler,
tekrar normalleĢme aĢamasına gelmiĢtir (Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi
[web], 2010b).
Mayıs 2010‟a gelindiğinde otuz yedi ülkeden katılımlarla Türkiye‟den
“Ġsrail‟in ablukada tuttuğu Gazze‟ye tescil edilmiĢ insani yardım malzemesi
götürme” amacı ile yola çıkan konvoya Ġsrail Silahlı Kuvvetleri‟nce, 31 Mayıs
2010‟da uluslararası sularda müdahalede bulunulmuĢ ve sonuçta “Mavi
Marmara” adlı Türk gemisinde, sekizi Türk biri ise Türk asıllı Amerikan
vatandaĢı, dokuz sivil hayatını kaybetmiĢ, kırkı aĢkın sivil de yaralanmıĢtır
(Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011a). Bu saldırının ardından
Türkiye-Ġsrail iliĢkileri tekrar gerginleĢmiĢtir. Türkiye Ġsrail‟den özür dilemesini
ve tazminat ödemesini istemiĢ ancak Ġsrail tarafından buna dönük henüz bir
söylemde bulunulmamıĢtır.
247
Ġlerleyen dönemde BM tarafından yapılan inceleme sonrasında, Yeni
Zelanda‟nın eski baĢbakanı Geoffrey Palmer baĢkanlığındaki inceleme
komisyonunun inceleme raporları New York Times Gazetesi tarafından ele
geçirilmiĢ ve önceden yayınlanmıĢtır. Söz konusu raporda yer alan ifadelerde
“Ġsrail‟in Gazze ablukasının, uluslararası hukuk açısından yasal görülmüĢ
ancak, abluka bölgesine uzak bir mesafede ön uyarıda bulunmadan yapılan
müdahalenin aĢırı ve mantıksızca olduğu belirtilmiĢtir.” (Macfarquhar ve
Bronner [web], 2011; Haberhakkı Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu duruma
Türkiye‟nin cevabı sert olmuĢ, raporun yok hükmünde olduğu belirtilmiĢ ve
Ġsrail ile diplomatik iliĢkilerin 2. Katiplik düzeyine indirildiği ve iki ülke
arasındaki askeri antlaĢmaların askıya alındığı açıklanmıĢtır (Bianet Ġnternet
Sitesi [web], 2011).
Son dönemde Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinde yaĢanan gerginliklerden bir
tanesi de; Ġsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında geliĢen iliĢkiler
sonrasında, iki ülkenin Kıbrıs Adasının güneyinde, Amerikan Noble Energy
ġirketi aracılığı ile petrol arama faaliyetleri yürütmeye baĢlamasıdır. Bu
duruma Türkiye sert tepki vermiĢ ve Türkiye‟nin de KKTC ile antlaĢma
imzalayarak Kıbrıs adasında sondaj çalıĢmalarına baĢlayacağını açıklamıĢtır
(Euronews Ġnternet Sitesi [web], 2011). Nitekim bu geliĢmelerin ardından,
Türkiye Kuzey Kıbrıs‟a Piri Reis adlı araĢtırma gemisini göndermiĢtir.
Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin gerginleĢtiği dönemlerde medya kuruluĢları
da bu duruma yoğun ilgi göstermekte, olaylar yazılı ve görsel medya da
yoğun biçimde yer almaktadır. Ġki ülke iliĢkilerinde gerginliğe yol açan diğer
bir husus da yoğun izleyici kitlesine sahip olan “Ayrılık, Kurtlar Vadisi” gibi dizi
ve filmlerde Türkiye-Ġsrail gerginliğinin yer almasıdır. Söz konusu yapıtlarda
iĢlenen konular, Ġsrail tarafında rahatsızlık yaratmaktadır.
Sonuçta
yakın
dönem
Türkiye-Ġsrail
iliĢkileri
genel
olarak
değerlendirildiğinde; 1990‟lı yılların sonundan 2011‟e dek iniĢli çıkıĢlı bir
dönemde seyreden iliĢkilerin, özellikle 2010-2011 yılları ile birlikte gergin bir
seyir izlediği
görülmektedir. Bu dönem değerlendirildiğinde, söz konusu
248
gerilemenin Türkiye‟nin 59. Hükümetle birlikte izlediği farklı dıĢ politika ile
birlikte bölgesel değiĢikliklerden de etkilendiği, söz konusu gerilemede
konjonktürel olayların da etkili olduğu ifade edilebilecektir. Zira iki ülke
arasında geleneksel bir düĢmanlık bulunmamaktadır. Özellikle 60. ve 61.
Hükümet
DıĢiĢleri Bakanı Prof.
doğrultusunda geliĢen
Dr.
Ahmet
Davutoğlu‟nun
görüĢleri
Türk dıĢ politikası, Orta Doğu‟da aktif bir siyaset
izleme hedefi gütmektedir. Bu politika gereği Arap ve Müslüman Dünya ile de
yakın iliĢkiler içinde olunmaya çalıĢılmakta, buna yönelik söylemler
geliĢtirmektedir. Bu politikanın da BaĢbakan Erdoğan‟ın Orta Doğu‟da son
derece popüler oluĢu ve Türk siyasetinin Orta Doğu ülkelerinde yakinen
izlenmesi ile birlikte değerlendirildiğinde, belirlenen hedef doğrultusunda
devam ettiği görülmektedir.
Türkiye-Ġsrail
açıklamaların,
arasındaki
bir anlamda
gerginlikler
değerlendirildiğinde
yapılan
iç politikaya yönelik ifadeler olarak
da
değerlendirilmesi mümkündür. Zira gerek Ġsrail‟de gerekse Türkiye‟de, bu
olaylar ses getirmekte ve medyada yoğun Ģekilde yer almakta, iki ülke
dıĢında büyük boyutlu bir etki yaratmamaktadır. Mavi Marmara saldırısı
olayında da görülebileceği üzere, iki ülke medyası olaya geniĢ yer verirken
Dünya basınında küçük baĢlıklar halinde yer almıĢ ya da hiç yer almamıĢtır.
Türkiye-Ġsrail gerginliğinin ticari iliĢkilere yansımaması, bu durumun
ilerde düzelme ihtimali bulunduğunu gösterse de yine de iki ülke iliĢkilerinin
90‟lı
yıllardaki
edilebilecektir.
konumuna
Zira
Türkiye
gelmesinin
beklenmemesi
konjonktürel
olarak
gerektiği
bölge
ülkeleri
ifade
ile
yakınlaĢmakta ve komĢularından yakın dönemde konvansiyonel bir tehdit
beklememektedir. Ayrıca Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyine yönelik politikaları ve bu
politikaların Türkiye‟nin çıkarlarına zarar vermesi, Ġsrail‟in Mavi Marmara
sonrası Türkiye‟nin taleplerine olumlu yanıt vermemesi gibi nedenler
sıralandığında iliĢkilerin yakın dönemde yumuĢayabilme potansiyeli olsa bile
eski çizgisine ulaĢmayacağını ifade etmek mümkündür.
249
5.
ORTA DOĞU’DA YAġANAN DEMOKRASĠ HAREKETLERĠ VE
ĠSRAĠL’E ETKĠSĠ
2003 Irak SavaĢı sonrasında Orta Doğu siyasi tarihinde yaĢanan en
önemli geliĢmelerden birisi, Orta Doğu ülkeleri arasında hızlı bir kasırga gibi
yayılan ve etkilediği bütün ülkelerde yıkıcı bir etki doğuran, yaygın biçimde
“Arap Baharı” olarak nitelendirilen halk hareketleridir.
Birinci Dünya SavaĢı sırasında Ġtilaf Devletleri tam bağımsızlık
vaadiyle Osmanlı hakimiyetinde bulunan ulusları Osmanlı‟ya karĢı kıĢkırtmıĢ
ve savaĢ bitiminde 1916‟da Ġngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes Picot
AntlaĢmasına uygun olarak 1920 Nisanı‟ndaki San Remo Konferansı‟nda da
Osmanlı‟dan ayrılan Arap topraklarında manda rejiminin kurulduğu teyit
edilmiĢtir. Bu kararın ardından, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır gibi ülkeler Ġngiliz ve
Fransa gibi büyük devletlerin mandasına girmiĢtir (Yılmaz, 2009: 15-16).
Böylece uzun yıllar Osmanlı devleti hakimiyeti altında yaĢayan Arap
devletleri, kendilerine bağımsızlık vaad eden ülkelerin mandasına girmiĢler
ve bundan sonraki bağımsızlık mücadelelerini, bu ülkelere karĢı vermiĢlerdir.
En nihayetinde de bağımsızlıklarını bu ülkelerden almıĢlardır (Kürkçüoğlu,
2010: 5).
Bu tarihten sonra devletleĢme süreci içindeki Arap ülkelerinde genel
olarak otokratik ve teokratik rejimler kurulmuĢ, bu rejimler de zaman zaman
darbelerle devrilerek yerlerini baĢka otokratik rejimlere bırakmıĢlar ancak
demokratik yapıya bir türlü bürünememiĢlerdir. Bu devletlerden bazıları
cumhuriyet adını alsa ve yönetimler seçimle iĢ baĢına geliyor gibi gözükseler
de iĢin özü hiçbir zaman demokratik bir rejimdeki gibi olmamıĢtır. Bu süreç
içinde bu devletler ile Batı Dünyası arasında sıcak iliĢkiler kurulmuĢtur. Batılı
devletler, petrolün Batıya akıĢının garanti altına alınması, bölgenin
istikrarsızlıktan kurtulması ve
stabilitenin sağlanması amacıyla, bu
yönetimleri genel olarak desteklemiĢlerdir.
250
Tunus‟ta Aralık 2010‟da üniversite mezunu seyyar satıcı Muhammed
Bouzazi‟nin tezgahına yönelik zabıta müdahalesi sonrasında kendini ateĢe
vermesi ve ardından ölümü ile baĢlayan ve internet yolu ile “Polise yasemin
verelim” sloganıyla tüm Tunus‟a yayılan bir isyan baĢlatıldı (Hürriyet Gazetesi
Ġnternet Sitesi [web], 2011b).
Ġlerleyen süreçte 23 yıldır ülkeyi yöneten Devlet BaĢkanı Zeynel Bin
Ali, önce 2014‟te aday olmayacağını açıkladı ancak açıklamanın göstericileri
tatmin etmemesi üzerine ülkeyi terk etti. Yerine geçici Devlet BaĢkanı olarak
Fuad Mabeza, demokrasi sözü vererek göreve baĢladı (Deutsche Welle
Ġnternet Sitesi [web], 2011). Bu Ģekilde Tunus Halkı, ülkeye demokrasiyi
getirmek için “Yasemin Devrimi” olarak adlandırılan olaylar sonrasında
baskıcı bir rejimi devirerek tüm Dünyaya özellikle de otokrasi ile yönetilen
Orta Doğu ülkelerine ön ayak olmuĢtur.
Tunus‟taki bu isyan ve devam eden sürecin yıllardır süren baskı rejimi,
iĢsizlik ve yoksulluğun pençesindeki halkın, patlaması ile gerçekleĢtiğini ifade
etmek mümkündür.
Bu olaylar Orta Doğu‟daki aynı durumdaki pek çok ülkede de geniĢ
yankı uyandırdı. Bu noktada merak edilen konu, bu olayların bir “domino
etkisi” ile diğer ülkelere sıçrayıp sıçramayacağı idi ki, çok geçmeden sorunun
cevabı anlaĢıldı. Mısır‟da, Ürdün‟de ve Yemen‟de baĢlayan isyanlar
sonucunda Yemen‟de Devlet BaĢkanı Ali Abdullah Salih görev süresini
uzatmayacağını ve oğlunun da yerine geçmeyeceğini açıkladı. Ürdün‟de
Ürdün Kralı, hükümeti görevden alırken, Suriye Devlet BaĢkanı da siyasi
reform sözü verdi (USAK Gündem Ġnternet Sitesi [web], 2011b).
Mısır‟da 1981‟den beri ülkeyi yöneten Devlet BaĢkanı Hüsnü Mübarek
uzun süren isyan boyunca önce Eylül 2011 seçimlerinde aday olmayacağını
açıkladı ancak bu durum isyanları bastırmadı. Göstericilerin eylemlerine
devam etmesi ve yoğun dıĢ baskı sonucunda Mübarek 11 ġubat 2011‟de
istifa ettiği açıkladı.
251
Tunus ve Mısır'daki geliĢmeler, çok geçmeden, 1969 devriminden beri
Muammer Kaddafi‟nin devlet baĢkanlığını yürüttüğü Libya‟ya sıçradı. ġubat
2011‟de Bingazi ve diğer doğu Ģehirlerinde baĢlayan isyanlar sonucunda bu
bölgeler kısa sürede Kaddafi güçlerinin kontrolünden çıktı. Kaddafi güçleri ile
muhalif güçler arasında yoğun çatıĢmalar yaĢandı. ÇatıĢmalarda çok sayıda
ölüm ve yaralanma meydana geldi. Olayların daha da kötüye gitmesi üzerine
BM Güvenlik Konseyi ġubat 2011‟de 1970 sayılı kararı ilan etti. Kararda;
“Kaddafi‟nin Libya halkına karĢı yoğun bir Ģiddet uyguladığı ve bir an önce,
Ģiddetin durdurulması, hesap verilebilirliğin sağlanması ve Libya halkına
sağlanabilecek insani yardım faaliyetleri” ile ilgili hükümler yer aldı. Kararda
ayrıca;
Libya‟ya
Silah
Ambargosu
uygulanmasının
gerekli
olduğu
belirtilmekteydi. Buna göre söz konusu kararla birlikte; devletlerin Libya‟ya
silah sağlaması ile birlikte Libya‟nın üçüncü bir ülkeye silah satması da
yasaklanmıĢtır (BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011a).
Mart 2011‟de BM Güvenlik Konseyi, 1973 sayılı kararı aldı. Buna
göre, Libya Havasahası üzerinde “uçuĢ yasağı (No fly zone)” oluĢturuldu.
Ayrıca sivillerin korunması amacıyla “ne gerekiyorsa” yapılacağı açıklandı
(BM Resmi Ġnternet Sitesi [web], 2011b). Libya‟ya yönelik bir harekat
yapılabileceğini öngören bu kararın alınmasından kısa bir süre sonra Mart
2011‟de ABD, Ġngiltere, Fransa, Ġtalya ve Kanada‟nın katıldığı hava
operasyonları ile Libya Hükümeti‟ne ait hedefler vurulmaya baĢlandı.
Ġlerleyen dönemde, dıĢ güçlerce de desteklenen rejim muhalifleri ile Kaddafi
güçleri arasındaki çatıĢmalar hızlandı ve BaĢkent Trablus‟un da muhaliflerin
eline geçmesi ile rejim fiilen düĢtü. Yeni kurulmaya çalıĢılan rejim,
uluslararası güçlerce destek görmektedir. KuĢkusuz Libya‟nın yeniden
yapılanma sürecinde de uluslararası güçler yeni yönetimin yanında olacaktır.
Bu isyan ve yeniden yapılanma sürecinin bir sonraki halkasının da
Suriye olacağı gözükmektedir. Zira Arap Baharı‟nın ilk baĢladığı dönemden
itibaren Suriye‟de de isyanlar çıkmıĢ ancak Suriye Lideri Esad tarafından bu
isyanlar zaman zaman reform sözleri verilerek, zaman zaman da sert
biçimde askeri önlemler alınarak bastırılmaya çalıĢılmaktadır. Esad‟ın
252
isyancılara yönelik operasyonları da uluslararası tepkilere yol açmıĢtır.
Suriye‟de isyan hareketlerinin baĢladığı 2011 Mart ayından beri 3478 kiĢinin
öldüğü ifade edilmektedir (syrianshuhada Ġnternet Sitesi [web], 2011).
Bununla birlikte Suriye üzerinde baskılar her geçen gün artmaktadır.
Zira BaĢbakan Erdoğan‟ın Eylül 2011‟de gerçekleĢtirdiği ve büyük yankı
uyandıran Mısır ziyareti sırasında “Artık Ġnanamıyorum” diyerek kesin tavır
koyduğu Suriye Devlet BaĢkanı Esad‟a karĢı, Türkiye tarafından yaptırım
kararı alınmıĢtır. Yine Eylül 2011‟de Erdoğan-Obama görüĢmesi sonrasında
BaĢbakan Erdoğan tarafından yapılan açıklamada ABD ve Türkiye‟nin
Suriye‟ye karĢı ortak yaptırım planı olduğu açıklanmıĢtır. Bu doğrultuda ilk
adım olarak Türkiye, Suriye‟ye askeri malzeme taĢıyan uçaklara hava
sahasını kapatmıĢtır (Haber Türk Gazetesi Ġnternet Sitesi [web], 2011).
Bu geliĢmeler Orta Doğu‟nun yakın dönemde yeni bir yapıya
bürüneceğinin göstergesidir. KuĢkusuz bu süreç daha pek çok ülkede etkisini
göstereceğe benzemektedir. Bu süreç dikkatle analiz edildiğinde daha önce
detaylı olarak değinilen Büyük Orta Doğu Projesi ile de iliĢkilendirilebileceğini
görmek mümkündür.
“DeğiĢim vaadi” ve Bush döneminden farklı bir siyaset izleyeceği
beklentisi ile göreve gelen Obama, Orta Doğu‟da da büyük beklentilere
sebep olmuĢtu. Göreve baĢladıktan hemen sonra 2009 Haziran‟da Mısır‟da
Kahire
Üniversitesi‟nde
Müslümanlara
dostluk
mesajları
vermiĢti
(Kalemdaroğlu, 2011: 2-3). Obama konuĢmasında aĢağıdaki ifadeleri
kullanmıĢtı (New York Times Ġnternet Sitesi, [web], 2011).
“Ben buraya, ABD ve bütün Dünyadaki Müslümanlar arasında yeni bir
baĢlangıç yaratmaya geldim; karĢılıklı saygı dayalı ve karĢılıklı çıkarları
gözeten; Amerika ve Ġslamın düĢman olmadığı ve rekabet içinde olmalarının
gerekmediği gerçeğini kabul eden, adalet ve geliĢme gibi, hoĢgörü ve bütün
insanların onuruna dayalı ortak prensipleri paylaĢan bir baĢlangıç yapmak
için geldim…
253
…Amerika‟nın savaĢı Ġslam‟a karĢı değildir; hiçbir zaman da olmayacaktır…
ABD, Afganistan‟a 7 yıl önce El Kaide ve Taliban‟ı geniĢ bir uluslararası
destekle birlikte takip amaçlı gitti. Oraya gidiĢimiz bir tercih meselesi değildi;
bir zorunluluktu….Ancak Irak‟da durum, Afganistan‟dan farklıydı…Irak, benim
ülkemde ve bütün Dünyada farklılıkları kıĢkırtan bir tercih savaĢıydı. Bununla
birlikte, sonuçta Irak halkının Saddam Hüseyin‟in tiranlığından daha iyi bir
durumda olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca, Irak‟ta yaĢananlar bize, sorunların
çözümünde olabildiğince Diplomasinin kullanılması ve uluslararası fikir
birliğinin sağlanması gerektiğini hatırlatmıĢtır….”
Bu söylemler incelendiğinde Obama döneminde ABD‟nin güç
kullanmaktan ziyade diplomasi yolu ile sorunların çözümünde, dıĢ Dünyadaki
ABD karĢıtlığına yönelik çözümler sunacağı özellikle de Müslüman
ülkelerdeki ABD imajını değiĢtirme amaçlı faaliyetler yürüteceği; bu noktada
Bush döneminden farklı bir siyaset izleyeceği beklentisi oluĢmuĢtu.
Bununla birlikte Obama Dönemi dıĢ politikası incelendiğinde, Bush
Dönemi‟nden çok büyük bir kopuĢun yaĢanmadığı ifade edilebilecektir. Zira
ABD‟nin uzun süredir Orta Doğu politikalarını belirleyen hedeflerde önemli bir
değiĢiklik gözükmemektedir. Bu hedefler arasında yer alan Ġsrail‟in
güvenliğinin garanti altına alınması Ġran‟ın denetim altında tutulması, ve
Büyük Orta Doğu Projesinin faaliyete geçirilmesi hâlihazırda ABD‟nin Orta
Doğu siyasetinin temelini teĢkil etmektedir (Kalemdaroğlu, 2011: 3).
Obama‟nın dıĢ politika stratejisi bazı yazarlar tarafından “Arkadan
Liderlik (Leading From Behind)” olarak da ifade edilmektedir (Lizza [web],
2011;
Gardiner [web], 2011; Krauthammer [web], 2011 ). Lizza‟ya göre
([web], 2011); Obama, bürokratik etkinliğin, ideolojiden daha önemli olduğunu
vurgulamaktadır.
Obama
politikalarlıyla
hem
realistlerden
hem
de
idealistlerden farklı bir görüntü çizmektedir. Obama politikaları ile pek çok
kiĢiyi
hayal
kırıklığına
uğratmıĢtır.
Bunlar
arasında
Brezinski
de
bulunmaktadır. Brezinski‟ye göre Obama‟nın söylemleri incelendiğinde, bu
söylemlerin „Bunu yapmalısınız‟; „bu kabul edilemez‟ gibi “kati ve emredici”
olduğunu ve öngörü ve olayları çözümlemeden uzak bir görüntü çizdiği
254
görülmektedir. Brezinski‟ye göre “Obama strateji değil vaaz üretmektedir.”
(Lizza [web], 2011).
Obama‟nın dıĢ politikasının “Arap Baharı” olarak nitelendirilen
geliĢmelerde de önemli eleĢtiriler aldığı görülmektedir. Buna göre Obama‟nın
özellikle, Ġngiltere ve Fransa ile birlikte baĢrolü oynadığı Libya müdahalesinde
ABD„nin, dramatik olarak lider pozisyonundan uzak bir görüntü çizdiği
söylenmektedir. Aynı Ģekilde, Suriye‟deki olaylarda yüzlerce insanın ölmesine
seyirci kalındığı keza 2009‟da Ġran‟daki “YeĢil Devrim”de de Obama etkisiz bir
poltika yürüttüğü ifade edilmektedir (Gardiner [web], 2011).
Bununla birlikte, Obama‟nın bu tarz bir siyaset izlemesinin “Arkadan
Liderlik (Leading from behind)” olarak da ifade edilen bir tür doktrin
olabileceğine yönelik tartıĢmalar yürütülmektedir. Bu tarz bir siyaset, ABD‟nin
daha önce alıĢık olmadığı bir türdür ve ABD‟nin göreceli askeri gücünün
azalmakta olduğu inancından kaynaklanmaktadır. Çin gibi ülkelerin gücünü
artırması ve ABD karĢıtlığının tüm Dünyada yükselmesi de bu durumun
nedenleri arasındadır (Lizza [web], 2011). ABD‟nin bu tarz bir siyasete
yönelmesi var olan konjonktürün bir gereği olarak nitelendirilebilecektir. Zira,
özellile Irak SavaĢı‟nda yaĢananlar tüm Dünyada olduğu kadar ABD iç
siyasetinde de önemli eleĢtirilere neden olmuĢtur. Afganistan ve Irak‟ın
maliyeti ABD ekonomisini de önemli ölçüde sarsmıĢtır. ABD Orta Doğu‟ya bu
kadar kanalize olmuĢken, diğer taraftan Çin önemli ölçüde güçlenmiĢ ve hem
ekonomik hem de askeri anlamda ABD‟yle rekabet eder hale gelmiĢtir. Diğer
taraftan tüm dünyada, özellikle de Müslüman ülkelerde ABD karĢıtlığı
artmıĢtır. Bütün bu geliĢmelerin, Obama‟nın siyasi tarzının belirlenmesinde
aktif rol oynadığı ifade edilebilecektir.
Obama Döneminde, Bush Döneminde olduğu gibi doğrudan güç
kullanma yerine, “geliĢmeleri izleme, rejim muhalifleri ve yerel güçlerle
iĢbirliği ve diplomatik baskı uygulama” gibi yöntemlerin kullanıldığı ifade
edilebilecektir.
255
Bu noktada, günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmelerin ABD
stratejilerine uygun ve önceden hazırlanmıĢ planlar olabileceklerini ifade
etmek mümkündür. Zira, ABD BaĢkanı Obama, yaĢanan geliĢmeler üzerine
Fox
televizyonunda
yayınlanan
söyleĢisinde
“Mısır‟ın
eski
haline
dönemeyeceğini, değiĢimin zamanının geldiğini” ifade etmiĢtir (Haber 7
Ġnternet Sitesi [web], 2011).
Yine Tunus devriminde etkili olan ABD DıĢ ĠĢleri Bakanlığı
yazıĢmalarını içeren “Wikileaks” olarak da adlandırılan belgelerde 2006 ve
2009 yılları arasında ABD‟nin Tunus Büyükelçiliğinin hazırladığı raporlarda,
“Devlet BaĢkanı ve ailesinin iktidarları süresince yolsuzluktan edindiği
servetleriyle ayrılıp bir Avrupa ülkesinde emeklilik hayatı sürmeyi planlıyor.”
ifadesi yer almaktadır. Yine 2009‟da da “Bin Ali‟nin gitmesi için beklenen
fırsatın Obama yönetiminin politikaları sayesinde mümkün olabileceği”
yazılmıĢtır. Büyükelçi, tavsiyeler bölümünde ise muhalefet partileri ile
görüĢülmeye hız verilmesi gerektiği, Avrupalı müttefiklerin de Tunuslu
gençlerle temasa geçme konusunda teĢvik edilmesinin önemi vurgulanmıĢtır.
Yine Wikileaks belgelerinde Tunus bir polis devleti olarak tanımlanmıĢ ancak
radikal Ġslami hareketlere karĢı sert duruĢu, Bin Ali‟nin ABD‟nin küresel
terörle mücadelede müttefikleri arasında yer almasına yol açtığı ifade
edilmektedir (Oğan [web], 2011). Bu durum ABD‟nin Tunus Devriminin
yarattığı rüzgarla olası rejim değiĢikliklerine hazırlıklı olduğu ve yeni
yönetimlerle de mevcut politikalarını sürdürebileceğini göstermektedir.
Arap Baharı‟nın bir sonraki hedefinin Suriye olduğunu belirtmiĢtik.
KuĢkusuz, bu ülkede de bu akımın baĢarılı olarak, Esad Rejimini devirmesi
durumunda, ortaya daha “uysal” bir rejimin ortaya çıkacağı beklentileri
hakimdir (Ediboğlu, 2011: 21). Bu sayede Ġsrail açısından da çok önemli bir
tehlikeli rejim daha Ġsrail tarafından güç kullanılmadan ortadan kaldırlmıĢ
olacaktır
Bu
geliĢmelerin
koĢullar
değerlendirildiğinde
önceden
öngörüldüğü
ve
256
Ġsrail
bu
açısından
geliĢmelerle
da
mevcut
ilgili
planlar
hazırlandığı tahmin edilebilecektir. Ġsrail açısından mevcut geliĢmelerin
handikabı, mevcut rejimlerin yıkılıp da yerine radikal Ġslamcı yönetimlerin
baĢa geçmesidir. Zira Ġsrail güvenliği açısından en önemli hususlardan birisi
Mısır‟la 1979‟dan beri süregelen barıĢtır. Buna göre Ġsrail Mısır‟la 1979‟dan
bu yana barıĢ halindedir ve Mısır, Arap Dünyası ile kötü olma pahasına
iliĢkileri sürdürmektedir. Mevcut geliĢmelerin Mısır‟da daha radikal unsurların
göreve gelmesine sebep olması ve Mısır-Ġsrail barıĢının tehlikeye girmesi
durumunda, Ġsrail‟in en yakın komĢusundan yoğun bir tehdit algısına
kavuĢacağı düĢünülebilir. Ancak Ġsrail‟in mevcut geliĢmelere kayıtsız kalması
ve Mübarek‟e yönelik eleĢtirileri, Ġsrail‟in rejim değiĢikliğine hazırlıklı olduğunu
ve dıĢ politikasında çok önemli bir değiĢiklik beklemediğini ortaya
koymaktadır.
Ġsrail açısından Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmeler, önemli avantajlar
da
içermektedir.
Zira
Orta
Doğu‟da
Arap
Dünyasında
yaĢanacak
istikrarsızlıklardan faydalanarak daha da güçlü bir Ģekilde bölge ülkeleri
üzerinde kontrolünü artırabileceği gibi yaĢanan geliĢmelerin Ġran‟a sıçraması
ile Ġsrail‟e Ġran gibi güçlü bir düĢman rejimden de kurtulabilme Ģansı
tanıyabilecektir.
ABD‟nin bu geliĢmeleri desteklemesi, çok boyutlu düĢünüldüğünde
aynı
zamanda
ABD‟nin
yardımlarla
ayakta
tuttuğu
rejimleri
artık
desteklemekten vazgeçmesi, yeni kurulacak rejimlerin ABD‟ye daha az yük
olacağı beklentisinden de kaynaklanıyor olabilecektir. Önemli bir ekonomik
krizden geçen ABD ekonomisi dıĢ yardımları azaltma stratejisi güdüyor
olabilecektir. Bu doğrultuda bölgede ekonomik açıdan ABD‟ye muhtaç
olmayan, kendi ayakları üstünde duran, bununla birlikte demokratik temele
sahip ülkeler oluĢturma stratejisi, muhakkak ki ABD ve Ġsrail politikalarına
uygun bir stratejidir.
Daha önceki bölümlerde ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin Orta Doğu
petrolüne olan bağımlılıklarını azaltmak için alternatif bölgelerden petrol
ithalini yoğunlaĢtırma stratejisi içinde olabileceğini incelemiĢtik. Bu doğrultuda
257
bölgede demokrasinin yaygınlaĢtırılması ile otokratik yönetimlerin petrol
üzerindeki tahakkümlerinin kırılarak, serbest piyasa ve rekabet sisteminin
yaygınlaĢtırılması ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir strateji olarak ifade
edilebilir.
Bölgede demokrasiye geçiĢ süreci boyunca istikrarsız ülkeler etrafında
yer alan Türkiye ve Ġsrail kuĢkusuz bu süreçten güçlenerek çıkacaktır.
Burada Türkiye‟nin Orta Doğu‟da “yükselen bir güç, bölgesel bir lider”
biçiminde lanse edildiği dikkate alındığında, Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerindeki
gerginliklerin arkasında da bu rekabetin olabileceği akla gelmektedir. Zira
özellikle Araplar üzerinde etki yaratmak ve bölge halklarını etkilemek için
Ġsrail‟e yönelik sert söylemler geçmiĢten beri iĢe yarayan bir stratejidir. Bu
noktada yakın geçmiĢte bölge halkları üzerinde önemli bir etki doğuran
Türkiye‟nin, bu fırsatı değerlendirerek bölge ülkelerinin lideri konumuna
gelebileceği ve ABD ile uyumlu politikalar geliĢtirerek bölge halklarını
yönlendirebileceği düĢünülebilecektir. ABD açısından
bakıldığında
da
Türkiye‟nin bu yönde desteklenmesi ABD çıkarları açısından uygun
olabilecektir. Türklerin geçmiĢte uzun yıllar bu ülkelerle iç içe yaĢaması, ortak
bir kültür ve tarihi geçmiĢe sahip olması, bölge ülkeleri açısından 90 yıla
yakın bir süredir demokrasi ile yönetilen bir model ülke konumunda olması
dikkate alındığında Türkiye‟nin yeni kurulacak sistemin en yakın sigortası
olarak düĢünülmüĢ olabileceğini ifade etmek mümkündür.
258
SONUÇ
KuruluĢundan 11 dakika sonrasında Ġsrail‟i tanıyan ilk ülke olan ABD
ve Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki çıkarları ve izledikleri politikalar, geçmiĢte olduğu
gibi günümüzde de birbirlerine paralel bir seyir izlemektedir.
Soğuk SavaĢ döneminde Arap ülkeleri ile yakın iliĢkiler içinde olan ve
bu doğrultuda bölgede etkisini artırmaya çalıĢan SSCB‟ye karĢı, Orta
Doğu‟da müttefik arayan ABD, Ġsrail‟i potansiyel bir ortak olarak görmüĢ, bu
doğrultuda süreç içinde bazı gerginlikler yaĢansa da genelde Ġsrail‟i
destekleyen bir politika içinde olmuĢtur. ABD, bölgeye yönelik silah
satıĢlarında denge gözetmeye çalıĢsa da Ġsrail‟in teknolojik silah taleplerini
belli tavizler karĢılığında genellikle olumlu karĢılamıĢ ve Ġsrail, bölgede üstün
bir konuma gelmiĢtir. Ġsrail, kuruluĢundan bu yana ABD‟den ciddi oranda
ekonomik yardım almıĢ, bu durum sağlam bir ekonomi oluĢturulmasında
Ġsrail‟e ciddi bir destek sağlamıĢtır. Bu yardım özellikle 1967 Arap-Ġsrail
SavaĢıyla birlikte artarak devam etmiĢtir. Zaman içinde Ġsrail, ABD‟den en
çok yardım alan devlet konumuna gelmiĢ ve yakın döneme kadar bu
konumunu sürdürmüĢtür. Halen Ġsrail, ABD‟den en fazla yardım alan ülkeler
içinde yer almaktadır.
Lobicilik faaliyetlerini, bir devletin yasama süreçlerini ya da yasa
metinlerini etkilemek, belirli standartların getirilmesinin kabulü ya da reddi için
baskı yapmak, belirli bir kiĢi ya da partinin oy toplama ya da karalama
kampanyalarını yürütmek gibi amaçlarla oluĢturulan ve belirli bir grubun
çıkarlarını savunan organize toplulukların faaliyetleri olarak tanımlamak
mümkündür.
ABD‟de önemli miktarda Yahudi bulunmakta ve bu Yahudiler örgütlü
biçimde, Ġsrail çıkarlarına hizmet etmeyi bir görev olarak benimsemiĢlerdir.
Bu örgütler çeĢitli kuruluĢlarla lobicilik faaliyetleri ile ABD politikalarına etki
etmeye çalıĢmaktadır. Yahudi lobisi, ABD‟deki politikacılara ve partilere
yaptıkları ciddi yardımlar sebebiyle ABD siyasal süreçlerine etki eden en
önemli faktörler arasında yer almaktadır.
Ġsrail lobisi, pek çok yazara göre ABD‟deki en güçlü lobiyi
oluĢturmaktadır. ABD politikalarının Ģekillendirilmesinde Ġsrail Lobisi çok
baĢarılı olmuĢtur. Buna göre, Ġsrail ihtiyaç duyduğu kredi ve hibelere lobicilik
faaliyetlerinin sayesinde rahatlıkla ulaĢabilmekte, ABD dıĢ politikasını
çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedir.
ABD‟deki Yahudi lobisinin, ABD politikaları üzerinde etkili olmasına
yardımcı olan önemli unsurlardan birisi de ABD‟li Hıristiyanların özellikle de
Evangelistlerin Yahudilere daha fazla sempati ile bakmasıdır.
Evangelistlerin
Ġsrail‟e
kutsal
kitaplarda
yer
alan
hükümler
doğrultusunda bir yakınlık duyduğu ve sahip oldukları kaderci anlayıĢ
sebebiyle bu hükümlerin gerçekleĢmesi için ellerinden gelen çabayı
gösterdiklerini ifade etmek mümkündür. ABD‟de 50 milyonu aĢkın Evangelist
bulunduğu düĢünüldüğünde, bu rakamın ABD politikalarını etkilemede ve
Ġsrail yanlısı politikalar izlemede yeter boyutta olduğu ortadadır.
Aynı Ģekilde, Bush döneminde ABD politikalarında belirleyici rolü olan
yeni muhafazakârların görüĢlerinin Evangelist Hıristiyanların görüĢleri ile
paralel olduğu ifade edilebilecektir.
Yeni muhafazakâr bakıĢ açısına sahip düĢünce kuruluĢlarının
üyelerinin Ġsrail‟e destek verilmesini ahlaki ve stratejik açıdan bir görev olarak
benimsediği ve ABD yönetimini bu doğrultuda yönlendirmek istediği
anlaĢılmaktadır. Bu durum ABD politikalarında Ġsrail etkisini açıkça ortaya
koyması bakımından önemlidir.
Terörle mücadele hususunda Ġsrail‟le iĢbirliği yapmak ve Ġsrail‟i
savunmak en önemli ABD politikaları arasında yer almıĢtır. Bu doğrultuda
260
genelde yeni muhafazakâr görüĢü destekleyenler tarafından Irak SavaĢı
yoğun ve açık biçimde desteklenmiĢtir.
Yeni muhafazakârlar arasında Irak‟ı iĢgal etme düĢüncesi, yeni bir
proje değildi. Yeni muhafazakârlar bu düĢünceyi, 2003 Irak SavaĢı‟ndan çok
önceleri de savunmaktaydı. Bu fikri ABD‟nin Orta Doğu politikaları ve çıkarları
için Ġsrail‟in desteklemesi gerektiği ve Saddam Hüseyin yönetiminin, otokratik
yapısı ile geçmiĢte kullandığı kitle imha silahlarına da referans vererek
Ġsrail‟in güvenliği ve ABD‟nin politikaları için tehdit olmaya devam ettiği
konusunu defalarca vurgulamıĢlardı.
Özellikle 11 Eylül saldırısı sonrasında, tüm dünyada olduğu gibi
ABD‟deki düĢünce kuruluĢları da bu saldırıyı referans alarak çok sayıda
araĢtırma ve makale yayınlamıĢtır. Bir kısım düĢünce kuruluĢlarının Saddam
Hüseyin‟in devrilmesi ve Ġsrail‟in desteklenmesi konusunda 11 Eylül
öncesinde de faaliyetleri olduğu bilinmektedir.
ABD‟de yeni muhafazakâr ideolojiye hizmet eden söz konusu
kuruluĢların yayınladıkları raporlar ve çalıĢmalar incelendiğinde, aslında Irak
SavaĢının hemen öncesinde yapılan faaliyetler ve savaĢ gerekçelerinin, bu
raporlar ve çalıĢmalarla büyük oranda uyum sağladığı görülmektedir. Bu
durum, Irak SavaĢı‟nın aslında çok önceden hazırlanan bir savaĢ senaryosu
üzerinden yürütülmüĢ olabileceğini göstermektedir. Söz konusu düĢünce
kuruluĢlarının çalıĢanlarının önemli bir kısmının Bush Döneminde kabinede
yer alması da bu iddiayı desteklemektedir.
Ġsrail‟in günümüzde yaĢadığı güvenlik sorunlarının temelinde Arap
ülkelerinden kaynaklanan olası konvansiyonel tehditlerle beraber, kendisine
düĢman olan ülkelerin elinde bulunabilecek nükleer-biyolojik-kimyasal
silahlardan oluĢan kitle imha silahları ve terörizm yer almaktadır. Ġsrail,
geçmiĢten bugüne güvenlik politikalarını, önemli oranda silahlı kuvvet
bulundurmak, bölgedeki ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olmasını
engellemek ve terörizme karĢı kararlı biçimde mücadele etme üzerine
261
oluĢturmuĢtur. Buna göre Irak‟ın da Irak SavaĢı öncesinde Ġsrail açısından
önemli
bir
tehdit
kaynağı
olarak
görüldüğü
ve
Ġsrail
tarafından
güvenlikleĢtirildiğini ifade etmek mümkündür.
Ġsrail‟in, kendisine düĢmanca tavırlar geliĢtiren ve Arap Ġsrail
SavaĢlarında ön cephede savaĢan Irak‟ı kontrol altında ve kendisi için sorun
yaratmayan bir ülke konumunda tutabilmek için Iraklı rejim muhalifi gruplarla
iletiĢime geçtiğini ve bu politika çerçevesinde, en önemli iletiĢimin Irak‟ın
kuzeyinde bulunan Kürt gruplarla gerçekleĢtirildiğini ifade etmek mümkündür.
Irak‟ın karmaĢık ve provokasyona açık yapısından faydalanarak, Irak‟ı kendi
iç sorunları ile angaje etmek en önemli Ġsrail stratejileri arasında yer almıĢtır.
Iraklı Kürtlerin 2003 Irak SavaĢında önemli rol oynadığını ifade etmek
mümkündür. Irak SavaĢı‟nda ABD‟ye önemli istihbarat sağladıkları gibi, Irak
SavaĢı sonrasında kurulan Irak hükümetinde de önemli görevler almıĢlardır.
Bu süreçte KYB lideri Celal Talabani, Irak Devlet BaĢkanlığı görevine
getirilirken KDP lideri Mesut Barzani‟nin de Irak‟ın kuzeyinde bir Bölgesel
Yönetim oluĢturulması ve bu bölgesel yönetimin liderliğini üstlenmesi söz
konusu olmuĢtur. KuĢkusuz bu süreçte Kürtler, ABD ve Ġsrail‟in verdikleri
sözlerin de etkisi ile önemli rol oynamıĢ, sürecin bu Ģekilde ilerlemesinde pay
sahibi olmuĢlardır.
Ġsrail, Iraklı Kürtlerin merkezi hükümete karĢı mücadelelerinde temel
destek unsurları arasında yer almıĢtır. Ġsrail‟in bu desteğinin, silah sağlama
ve
Kürtlerin
eğitimini
gerçekleĢtirme
biçiminde
gerçekleĢtirdiği
düĢünülebilecektir.
Ġsrail‟in kuruluĢundan bu yana Irak‟ı tehdit olarak gördüğü ve Birinci
Arap-Ġsrail
savaĢından
bu
yana
aralarında
imzalanmaması nedeniyle de, Ġsrail ve Irak‟ın
sayılabilecek
iki
ülke
olduklarından
hiçbir
barıĢ
antlaĢması
halen savaĢ halinde
bahsetmiĢtik.
Ġsrail‟in,
11
Eylül
öncesinden baĢlayarak Irak SavaĢı‟na giden süreçte, gerek lobicilik
faaliyetleri gerekse Ġsrail yanlısı düĢünce kuruluĢlarının rapor ve analizleri ile
262
ABD‟yi Irak SavaĢı konusunda cesaretlendirdiği, adeta Irak SavaĢı‟nı
kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir duruma getirerek ABD ve müttefiklerinin
savaĢ kararı almasında etkili olduğu ifade edilebilecektir. Bu sayede Ġsrail, tek
bir asker bile kaybetmeden, ekonomik sıkıntıya düĢmeden, çok önemli bir
tehlikeyi bertaraf etmiĢ oluyordu. Ayrıca ABD Orta Doğu‟ya yerleĢerek uzun
süre askeri varlıklarını bu bölgede tutacak, Ġsrail de bu süre zarfında kendine
yönelik dıĢ ülkelerden gelecek tehlikelere karĢı korunacaktı. KuĢkusuz
ABD‟nin Orta Doğu‟da büyük boyutta askeri varlığının olması Ġsrail açısından
bir avantajdı. Zira Orta Doğu‟da Ġsrail‟e karĢı olan hiçbir güç, ABD bu bölgede
etkili bir güce sahipken, Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa giremezdi.
SavaĢ öncesi oldukça yakınlaĢan ve daha önce de bahsettiğimiz
üzere, çeĢitli faktörlerle de desteklenen ABD-Ġsrail ittifakı, savaĢ sırasında da
devam etmiĢtir. ABD‟nin, özellikle Ġsrail‟in uzun süredir faaliyette olduğu Irak‟lı
Kürtlerden ciddi istihbari bilgiler elde etmesi mümkün olmuĢtur. Bu noktada
Ġsrail, Irak SavaĢı‟nda ABD ile birlikte savaĢmasa da dolaylı yönden destek
vermiĢtir. Ġsrail‟in Irak SavaĢı‟na girmemesi, Arapların tepkisini çekmemek
açısından doğru bir karardı. Eğer Ġsrail fiilen bu savaĢ içinde yer alsaydı,
kuĢkusuz Saddam Hüseyin yönetimi bu durumu, Araplardan destek almak
amacıyla kullanacak ve olayı bir Arap-Ġsrail SavaĢı gibi lanse edecekti.
ABD‟nin Dünyaya ilan ettiği savaĢ gerekçelerinden en önemlisi Irak‟ın
BM kararlarına rağmen halen kitle imha silahları geliĢtirmeye devam ettiği ve
Saddam yönetiminin elinde pek çok kitle imha silahı bulunduğu iddiasıydı.
ABD ve Ġngiltere açısından bakıldığında, Irak‟ta kitle imha silahı
olduğuna dair kesin delil bulmanın da çok da büyük bir önemi olmadığı
anlaĢılmaktadır. Bu yönde hazırlanan istihbarat raporlarının da zaten alınmıĢ
olan
iĢgal
kararını,
Dünya
kamuoyuna
kabul
ettirebilmek amacıyla
hazırlandığını ifade etmek mümkündür. Bu noktada, Irak SavaĢı‟nı sadece
Irak‟ta bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının bulunması ve yok
edilmesi gibi bir gerekçe ile açıklamak mümkün gözükmemektedir.
263
Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında gösterilen en önemli konulardan
birisi de, Saddam yönetiminin uluslararası terörizme özellikle de El-Kaide‟ye
destek verdiği iddiası idi. Irak açısından asıl sorun, geçmiĢte kendi halkına
dahi kitle imha silahıyla müdahalede bulunması ve Kuveyt‟i iĢgal etmiĢ
olmasıydı. ABD‟yi kaygılandıran bir diğer husus da, Irak‟ın her ne kadar Irak
üzerinde bulunduğu kanıtlanamasa da kitle imha silahları ya da bu silahları
üretme teknolojisini teröristlerle paylaĢma ihtimali idi ki bu ihtimal yalnızca
ABD‟nin değil, bölge ülkelerinin hatta tüm dünyanın tehdit altında olmasına
neden olmuĢtu.
Yapılan çalıĢmalar sonucunda, Saddam Hüseyin‟in terörizme destek
verdiği konusunda bulunabilen tek delil, Saddam Hüseyin yönetiminin Ġsrail‟e
karĢı yürütülen direniĢ eylemlerinde, çarpıĢmalarda ve intihar eylemlerinde
ölen Filistinlilerin ailelerine maddi destek vermesiydi. Bu durum da Müslüman
devletlerin çoğunluğu tarafından Filistinli direniĢçilere gizli-açık pek çok
desteğin verildiği dikkate alındığında, tek baĢına yeterli bir gerekçe değildi.
Zira madem Filistinli intihar bombacılarına destek verenler ABD‟nin terörle
savaĢının hedefi olacaktı. O halde neden diğer destek verenler de
cezalandırılmamıĢtı?
Sonuçta Irak‟ın uluslararası terörizme destek verdiği, özellikle de El
Kaide ve Bin Ladin‟le iliĢkisi olduğuna dair net bir delil bulunamadığını; bu
noktada Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri arasında sayılan bu hususun da Irak
SavaĢı‟nı haklı gösterecek boyuta ulaĢamadığı ifade edilebilecektir.
Irak SavaĢının lanse edilen en önemli gerekçelerinden bir diğeri de,
Irak‟ı demokratik bir ülke haline getirerek Irak halkını özgür kılmaktı. Buna
göre, diktatörlükle yönetilen Irak, hem kendi içinde halkın kötü Ģartlarda ve
baskı altında yaĢamasına neden oluyor hem de Saddam Hüseyin
yönetimindeki Irak‟ın, onun çıkarları ve kiĢisel ihtirasları ile komĢu ülkelerde
ve genel olarak bütün dünyada bir tehdit unsuru olarak görülmesine neden
oluyordu.
264
Farklı zamanlarda ve farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerdeki sivil
ölüm rakamları, Irak‟ın 2011 yılında dahi, güvenli bir ülke olmadığını
göstermektedir. Bu rakamların yaralılar ve kayıplar da dahil edilince daha da
büyük boyutlara ulaĢacağı Ģüphesizdir. Buna göre, Irak‟ta demokrasi
oluĢturma çalıĢmalarının da baĢarılı olduğunu ifade etmek mümkün değildir.
Ayrıca, Irak iĢgalinden bu yana Irak‟ta ölen ABD askeri sayısı 4.404
olarak belirlenmiĢtir. Bu durum, ABD‟nin savaĢ öncesinde beklentilerinin
aksine, çok da çiçeklerle ve coĢkuyla karĢılanmadığını, aksine iĢgal
süresince giderek artan bir direniĢle karĢı karĢıya olduğunu göstermektedir.
Ne olursa olsun demokrasi ile yönetilen bir Irak, demokrasi bilinci ve
kültürü
halk
tarafından
benimsenmedikçe,
baĢarılı
bir
yönetim
gerçekleĢtiremeyecektir. Kaldı ki seçimler ve demokratik süreçlerin ABD
politikalarına uygun sonuçlanacağını da garanti etmek mümkün değildir.
Resmi olarak açıklanmasa da, Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri
arasında Irak petrolünün kontrol altına alınması olduğu iddia edilmektedir.
Tezde yer alan istatistiklerden yola çıkarak, petrol ihtiyaçlarını yoğun biçimde
ithalatla karĢılayan ABD ve AB ülkelerinin muhtemel kriz olasılığı sebebiyle
Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılıklarını azaltma çabasında olduklarını ifade
etmek mümkündür. Sonuç olarak Irak SavaĢı‟nın en önemli gerekçeleri
arasında gösterilen, petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve ABD ve
Ġngiltere‟nin bedava petrol elde etme amacıyla Irak‟a girdiği iddialarının
yetersiz
argümanlar
olduğunu
ifade
etmek
mümkündür.
Nitekim
istatistiklerden de anlaĢılacağı üzere, Irak petrol gelirleri ile Irak SavaĢı‟nın
finanse edilmesi mümkün olmamıĢtır.
Buna göre Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri değerlendirildiğinde
lanse edilen gerekçelerin hiç birisinin tek baĢına Irak‟ı iĢgal etmeye yetecek
kadar geçerli nedenler olmadığı anlaĢılmaktadır.
265
Straussçu felsefeden yoğun biçimde etkilenen yeni muhafazakâr
görüĢün etkisindeki Bush yönetimi, “aldatmanın siyasette bir norm” olduğu
varsayımını benimsemiĢ ve Irak SavaĢı‟nın gerekçeleri de bu düĢünce ile
bilinçli olarak üretilmiĢtir ve aldatma stratejisinin parçasıdırlar.
ABD-Ġsrail arasındaki iliĢkilerde Irak SavaĢı sonrasında önemli bir
değiĢiklik
yaĢanmamıĢtır.
konularındaki iĢbirliği
Ġki
devlet
arasındaki
ticaret-enerji-güvenlik
ve ABD‟nin Ġsrail‟e olan yardım konuları kesintiye
uğramadan devam ettirilmiĢtir.
Obama yönetimi de iktidara geldiğinde Ġsrail konusunda herhangi bir
politika değiĢikliğine gitmemiĢ, iki ülke arasındaki iĢbirliği ve ABD yardımları
devam ettirilmiĢtir.
Irak SavaĢı sonrasında Irak-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde, Irak‟lı
Kürtlerle-Ġsrail iliĢkilerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Ġsrail‟in, Irak‟lı Kürtlerle
olan iletiĢimi, savaĢ sonrasında daha rahat ve yoğun bir biçimde
gerçekleĢtirilebilmektedir.
Ġsrail,
Irak‟lı
Kürtleri
bölgede
bir
denge
mekanizması olarak görmekte, bu sayede Ġran‟ı, Suriye‟yi, Irak merkezi
yönetimini ve Türkiye‟yi meĢgul edebilmektedir.
SavaĢ sonrasında, Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyinde ciddi faaliyetlere giriĢtiği,
bu bölgedeki Kürtlerle eskiden beri devam eden iletiĢimlerini artırdıkları,
önemli anlaĢmalar yaparak buranın yeniden yapılandırılması faaliyetlerinde
ciddi yatırımlar yaptıkları anlaĢılmaktadır. Ayrıca Bölgesel Irak Yönetimi ile de
sıkı
iliĢkiler
içinde
oldukları
ve
önemli
projelere
destek
anlaĢılmaktadır. Bu noktada savaĢ sonrası Ġsrail‟in Irak
verdikleri
politikasında
Kürtlerin birincil aktör olduklarını ifade etmek mümkündür. Ġlerleyen dönemde
Irak‟ta Kürtlerin ağırlıklarını artırması ve özellikle de Talabani ve Barzani‟nin
Ġsrail‟le olan iletiĢimleri sebebiyle Irak‟ın Ġsrail‟le doğrudan anlaĢmalar
yapabileceği ve yakın dönemde Irak‟ın Ġsrail‟i tanıyarak uzun süredir devam
eden “savaĢ halinin” de bu Ģekilde sonuçlanabileceğini ifade etmek
mümkündür.
266
Bundan sonraki süreçte Ġsrail‟in daha önce de belirtildiği üzere, Irak
Kürtleri ile iletiĢimini devam ettireceği ve gereken koĢullar oluĢur ve özellikle
de Iraklı ġiilerin Ġran‟la birleĢme ve ittifak olasılığı azalır ise, Irak‟ın kuzeyinde
bir Kürt devleti oluĢturma hususunda gayret gösterebileceğini ifade etmek
mümkündür.
Ġran ve Ġsrail iliĢkileri Irak SavaĢı sonrasında gergin bir seyir izlemiĢtir.
Bu durum, dünya basınında her an Ġsrail ve Ġran arasında bir savaĢ
çıkacakmıĢ gibi değerlendirmeler çıkmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte,
Ġran‟ın yapısı ve askeri gücü itibariyle Irak‟tan çok daha güçlü bir konumda
olması, kesin olarak bilinmemekle birlikte, elinde kitle imha silahı olması ve
bunu Ġsrail‟e karĢı kullanabilecek füzelere sahip olması sebebiyle, kolay bir
savaĢ olmayacağı ortadadır. Ora Doğu ülkelerinin de olası bir savaĢta nasıl
bir tavır takınacağı, Arap ülkelerinin Ġran‟a destek verip vermeyeceği, ABD‟nin
bu savaĢtaki rolünün ne olacağı zamanla belli olacaktır.
Ġsrail ve Suriye iliĢkileri Ġsrail‟in kurulmasından bu yana mesafeli ve
güvensizdir. Suriye‟nin silahlı kuvvetlerinin personel sayısı ve silah envanteri
değerlendirildiğinde, sayı olarak caydırıcı ve büyük bir potansiyele sahip olsa
da gerek var olan silahların eski ve bakımsız oluĢu, gerekse personelin
yeterli derecede eğitimli olmayıĢı sebebiyle Ġsrail‟le konvansiyonel bir savaĢa
girmeleri durumunda baĢarılı olamayacağı ortadadır. Bununla birlikte son
dönemde
özellikle
Ġran‟la
yapılan
anlaĢmalar
gereği
silahların
modernleĢtirilmesi çabaları, sahip oldukları iddia edilen uzun menzilli füzeler
ve kitle imha silahları ve bu silahları geliĢtirme faaliyetleri ile Ġsrail açısından
Suriye‟nin her zaman potansiyel bir tehdit kaynağı olduğunu ifade etmek
mümkündür.
Lübnan, zayıf askeri gücü sebebiyle Ġsrail açısından ciddi bir tehdit
olmamıĢtır. Bununla birlikte Lübnan, özellikle terör örgütlerinin Lübnan‟dan
Ġsrail‟e yönelik saldırıları ve Lübnan topraklarındaki faaliyetleri sebebiyle Ġsrail
güvenliği açısından bir tehdit kaynağı oluĢturmuĢtur. Özellikle Beka Vadisi,
tarih boyunca pek çok terör örgütünü bünyesinde barındırmıĢ, eğitim ve
267
lojistik imkânı sağlamıĢtır. Lübnan Devletinden doğrudan gelecek bir tehdit
algılaması olmasa da, özellikle Hizbullah olmak üzere, terör örgütlerinin
Lübnan‟da barınması ve Lübnan topraklarından Ġsrail‟e yönelik saldırılarda
bulunması sebebiyle, Lübnan‟ı bir tehdit unsuru olarak gördüğünü ifade
etmek mümkündür.
SavaĢ sonrasında Mısır-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde, konunun
özellikle son dönemde yaĢanan Arap Baharı ile iliĢkili bir seyir izlediğini ifade
etmek mümkündür. Mısır ve Ġsrail 1979‟dan beri barıĢ içinde yaĢamıĢtır.
Bununla birlikte “Soğuk BarıĢ” biçiminde de tanımlanan Mısır-Ġsrail iliĢkileri,
yıllar içinde sürekli gerginlikler ve normalleĢme biçiminde ilerleyen ancak
hiçbir zaman sıcak bir iliĢkiye dönüĢmeyen bir seyir izlemiĢtir. Mısır‟ı 30 yıl
boyunca demir yumrukla idare eden Mübarek Rejiminin 2011‟de yaĢanan
Arap Baharı rüzgârı ile birlikte devrilmesi sonrasında ise, Mısır‟daki gelecek
yönetimin nasıl bir politika içinde olacağını Ģu an için kestirmek zordur.
Olasılıklar değerlendirildiğinde, Mısır‟da demokratik bir rejimin göreve
gelmesi durumunda, ciddi bir Arap nüfusunu bünyesinde barındırması
sebebiyle, Mısır-Ġsrail iliĢkilerinin de Ġsrail‟in Filistin politikaları ile doğru
orantılı bir seyir izlemesi mümkündür. Aynı Ģekilde Mısır‟da aĢırı dinci bir
yönetimin göreve gelmesi durumunda da bu yönetimle Ġsrail arasında sorun
yaĢanabilecektir.
Türkiye 28 Mart 1949‟da kuruluĢundan on ay sonra Ġsrail‟i de-facto
tanıyarak, Ġsrail‟i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuĢtur. Genel olarak Soğuk
SavaĢ süresince Türkiye-Ġsrail iliĢkilerinin, normal bir Ģekilde geliĢen,
“mesafeli” iliĢkiler biçiminde yürütüldüğünü, 1. Körfez SavaĢı ve sonrasındaki
süreçte ise Türkiye‟nin Ġsrail‟le ortak çıkarları, Araplarla olan çıkarlarına ağır
bastığını
ve
Türkiye-Ġsrail
arasındaki
çevre
siyaseti
doğrultusunda
yakınlaĢtığını ifade etmek mümkündür.
Türkiye-Ġsrail iliĢkileri değerlendirildiğinde Irak SavaĢı sonrasında iki
ülke iliĢkilerinin genellikle gergin bir seyir izlediğini görmek mümkündür.
268
Bununla birlikte yaĢanan gerginliklerin Ġki ülke arasındaki ekonomik ve ticari
iliĢkileri etkilemediği ifade edilebilecektir.
Daha önce de bahsedildiği üzere 2003 Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in
Irak‟ın
Kuzeyinde
gerilmesinde
yoğunlaĢan
faaliyetleri,
diğer bir önemli sorun
Türkiye-Ġsrail
olarak
iliĢkilerinin
kendini göstermektedir.
Türkiye‟nin PKK Terör Örgütü ile olan sorunlarının devam etmesi, Irak‟ın
toprak bütünlüğü konusunda hassasiyetleri nedeniyle Türkiye, Ġsrail‟in bu
tutumundan rahatsız olmaktadır.
Yakın dönem Türkiye-Ġsrail iliĢkileri genel olarak değerlendirildiğinde,
iliĢkilerin gerileme içinde olduğu; iniĢli çıkıĢlı bir dönemde seyrettiği ifade
edilebilecektir. Bu dönem değerlendirildiğinde söz konusu gerilemenin
Türkiye‟nin 59. Hükümetle birlikte izlediği farklı dıĢ politika ile birlikte bölgesel
değiĢikliklerden de etkilendiği, söz konusu gerilemede konjonktürel olayların
da etkili olduğu ifade edilebilecektir. Zira iki ülke arasında geleneksel bir
düĢmanlık bulunmamaktadır. Özellikle 60. Hükümet DıĢiĢleri Bakanı Prof. Dr.
Ahmet Davutoğlu‟nun görüĢleri doğrultusunda geliĢen Türk dıĢ politikası,
Orta Doğu‟da aktif bir siyaset izleme hedefi gütmektedir. Bu politika gereği
Türkiye, Arap ve Müslüman Dünya ile de yakın iliĢkiler içinde olmaya
çalıĢmakta buna yönelik söylemler geliĢtirmektedir. Bu politikanın da
BaĢbakan Erdoğan‟ın Orta Doğu‟da son derece popüler oluĢu ve Türk
siyasetinin
Orta
değerlendirildiğinde,
Doğu
ülkelerinde
belirlenen
hedef
yakinen
izlenmesi
doğrultusunda
ile
birlikte
devam
ettiği
görülmektedir.
Türkiye-Ġsrail arasındaki gerginlikler değerlendirildiğinde yaĢanan
olayların,
bir
anlamda
iç
politikaya
yönelik
giriĢimler
olarak
da
değerlendirilmesi mümkündür. Zira gerek Ġsrail‟de gerekse Türkiye‟de, bu
olaylar ses getirmekte ve medyada yoğun Ģekilde yer almakta, iki ülke
dıĢında büyük boyutlu bir etki yaratmamaktadır. Mavi Marmara saldırısı
olayında da görülebileceği üzere, iki ülke medyası olaya geniĢ yer verirken
Dünya basınında küçük baĢlıklar halinde yer almıĢ ya da hiç yer almamıĢtır.
269
Türkiye-Ġsrail gerginliğinin ticari iliĢkilere yansımaması, bu durumun
ilerde düzelme ihtimali bulunduğunu göstermekte, yine de iki ülke iliĢkilerinin
90‟lı
yıllardaki
konumuna
gelmesinin
beklenmemesi
gerektiği
ifade
edilebilecektir. Zira Türkiye‟nin konjonktürel olarak bölge ülkeleri ile
yakınlaĢmakta ve komĢularından yakın dönemde konvansiyonel bir tehdit
beklememektedir. Ayrıca Ġsrail‟in Irak‟ın kuzeyine yönelik politikaları ve bu
politikaların Türkiye‟nin çıkarlarına zarar vermesi, Ġsrail‟in Mavi Marmara
sonrası Türkiye‟nin taleplerine olumlu yanıt vermemesi gibi nedenler
sıralandığında iliĢkilerin yakın dönemde yumuĢayacak olsa bile eski çizgisine
ulaĢmayacağını ifade etmek mümkündür.
2003 Irak SavaĢı sonrasında Orta Doğu siyasi tarihinde yaĢanan en
önemli geliĢmelerden birisi, Orta Doğu ülkeleri arasında hızlı bir kasırga gibi
yayılan ve etkilediği bütün ülkelerde yıkıcı bir etki doğuran, yaygın biçimde
“Arap Baharı” olarak nitelendirilen halk hareketleridir.
Bu geliĢmeler Orta Doğu‟nun yakın dönemde yeni bir yapıya
bürüneceğinin göstergesidir. KuĢkusuz bu süreç daha pek çok ülkede etkisini
göstereceğe benzemektedir. Bu süreç dikkatle analiz edildiğinde daha önce
detaylı olarak değinilen Büyük Orta Doğu Projesi ile de iliĢkilendirilebileceğini
görmek mümkündür. Bu noktada, günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan
geliĢmelerin ABD stratejilerine uygun ve önceden hazırlanmıĢ planlar
olabileceklerini ifade etmek mümkündür.
Bu
geliĢmelerin
koĢullar
değerlendirildiğinde
önceden
öngörüldüğü
ve
Ġsrail
bu
açısından
geliĢmelerle
da
mevcut
ilgili
planlar
hazırlandığı tahmin edilebilecektir. Ġsrail açısından mevcut geliĢmelerin
handikabı, mevcut rejimlerin yıkılıp da yerine radikal Ġslamcı yönetimlerin
baĢa geçmesidir. Zira Ġsrail güvenliği açısından en önemli hususlardan birisi
Mısır‟la 1979‟dan beri süregelen barıĢtır. Buna göre Ġsrail Mısır‟la 1979‟dan
bu yana iyi iliĢkiler içindedir ve Mısır, Arap Dünyası ile kötü olma pahasına bu
iliĢkileri sürdürmektedir. Mevcut geliĢmelerin Mısır‟da daha radikal unsurların
göreve gelmesine sebep olması ve Mısır-Ġsrail barıĢının tehlikeye girmesi
270
durumunda Ġsrail‟in en yakın komĢusundan yoğun bir tehdit algısına
kavuĢacağı düĢünülebilir. Ancak Ġsrail‟in mevcut geliĢmelere kayıtsız kalması
ve Mübarek‟e yönelik eleĢtirileri, Ġsrail‟in rejim değiĢikliğine hazırlıklı olduğunu
ve dıĢ politikasında çok önemli bir değiĢiklik beklemediğini ortaya
koymaktadır.
Ġsrail açısından Orta Doğu‟da yaĢanan geliĢmeler, önemli avantajlar
da
içermektedir.
Zira
Orta
Doğu‟da
Arap
Dünyasında
yaĢanacak
istikrarsızlıklardan faydalanarak daha da güçlü bir Ģekilde bölge ülkeleri
üzerinde kontrolünü artırabileceği gibi yaĢanan geliĢmelerin Ġran‟a sıçraması
ile Ġsrail‟e Ġran gibi güçlü bir düĢman rejimden de kurtulabilme Ģansı
tanıyabilecektir.
Bu durum, çok boyutlu düĢünüldüğünde aynı zamanda ABD‟nin
yardımlarla ayakta tuttuğu rejimleri artık desteklemekten vazgeçmesi, yeni
kurulacak rejimlerin ABD‟ye daha az yük olacağı beklentisinden de
kaynaklanıyor olabilecektir. Önemli bir ekonomik krizden geçen ABD
ekonomisi dıĢ yardımları azaltma stratejisi güdüyor olabilecektir. Bu
doğrultuda bölgede ekonomik açıdan ABD‟ye muhtaç olmayan, kendi
ayakları üstünde duran, bununla birlikte demokratik temele sahip ülkeler
oluĢturma stratejisi, muhakkak ki ABD ve Ġsrail
politikalarına uygun bir
stratejidir.
ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin Orta Doğu petrolüne olan
bağımlılıklarını
azaltmak
için
alternatif
bölgelerden
petrol
ithalini
yoğunlaĢtırma stratejisi içinde olabileceğini incelemiĢtik. Bu doğrultuda
bölgede demokrasinin yaygınlaĢtırılması ile otokratik yönetimlerin petrol
üzerindeki tahakkümlerinin kırılarak, serbest piyasa ve rekabet sisteminin
yaygınlaĢtırılması ABD ve Ġsrail politikalarına uygun bir strateji olabilecektir.
Bölgede demokrasiye geçiĢ süreci boyunca istikrarsız ülkeler etrafında
yer alan Ġsrail ve Türkiye, bu süreçten güçlenerek çıkabilecektir. Burada
Türkiye‟nin Orta Doğu‟da “Yükselen Bir Güç”, “Bölgesel bir lider” biçiminde
271
lanse edildiği dikkate alındığında, Türkiye ve Ġsrail iliĢkilerindeki gerginliklerin
arkasında da bu rekabetin olabileceği akla gelmektedir. Zira özellikle Araplar
üzerinde etki yaratmak ve bölge halklarını etkilemek için Ġsrail‟e yönelik sert
söylemler geçmiĢten beri iĢe yarayan bir stratejidir. Bu noktada yakın
geçmiĢte bölge halkları üzerinde önemli bir etki doğuran Türkiye‟nin, bu
fırsatı değerlendirerek bölge ülkelerinin lideri konumuna gelebileceği ve ABD
ile
uyumlu
politikalar
geliĢtirerek
bölge
halklarını
yönlendirebileceği
düĢünülebilecektir. ABD açısından bakıldığında da Türkiye‟nin bu yönde
desteklenmesi ABD çıkarları açısından uygun olabilecektir. Türklerin
geçmiĢte uzun yıllar bu ülkelerle iç içe yaĢaması, ortak bir kültür ve tarihi
geçmiĢe sahip olması, bölge ülkeleri açısından uzun bir süredir demokrasi
ile yönetilen bir model ülke konumunda olması dikkate alındığında
Türkiye‟nin yeni kurulacak sistemin en yakın sigortası olarak düĢünülmüĢ
olabileceğini ifade etmek mümkündür.
ÇalıĢmanın uygulama bölümünde çeĢitli öğretim üyeleri ile yapılan
mülakatlara yer verilmiĢtir. Yapılan mülakatlarda, öğretim üyelerinin genel
görüĢlerinin Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçelerinin geçerli olmadığı,
savaĢa temelde Irak‟ta kitle imha silahları bulunduğundan yola çıkılarak
giriĢildiği ancak bunun da doğru bir iddia olmadığının ortaya çıktığı
yönündedir. Erkmen ve Stone, Irak SavaĢı‟nın Ġsrail yüzünden çıkmadığını
ancak, Ġsrail‟in SavaĢ kararı alınmasında etkili olmuĢ olabileceğine yönelik
görüĢlerini ifade etmiĢtir. Buna göre, Ġsrail‟in Irak‟ı ciddi bir tehdit olarak
görmüĢ ve savaĢ kararı alınması konusunda etkili olmuĢ olabileceğini ifade
etmiĢtir. Erkmen ve Stone‟un görüĢlerine göre, bu durum baĢlangıçta Ġsrail‟i
rahatlatsa da sonrasında yaĢanan kargaĢa durumu sebebiyle Ġsrail‟i zor
duruma sokmuĢtur. Erkmen, Ġsrail‟in Irak‟ın savaĢ sonrasındaki sürecin
yürütülmesinde aktif rol alması, Kürtlerle olan iliĢkileri sebebiyle Irak‟ın
geleceği konusunda rol oynamak istediğini, bununla birlikte sürecin ne yöne
gideceğinin belli olmaması sebebiyle büyük bir ikilem içinde olduğunu ifade
etmiĢtir. Konu ile ilgili Ġsrailli öğretim üyesi Ish-Shalom ise, Ġsrail‟in Irak SavaĢı
sonrasında yaĢanabilecek geliĢmeler sebebiyle, baĢından beri karĢı
olduğunu ifade etmiĢtir. Irak SavaĢı‟nda güncel geliĢmelerle ilgili olarak da
öğretim üyelerinin ortak görüĢü Ġsrail‟in Orta Doğu‟daki geliĢmelerden ve
272
değiĢimlerden olumsuz etkilenebileceği, geliĢmelerin Ġsrail güvenliğine
etkisinin anlaĢılmasının ise kısa vadede zor olduğu yönündedir.
273
KAYNAKÇA
About.com Ġnternet Sitesi. ”Israel and Hamas”, 2010, <http://terrorism.about.
com/od/aroundtheworld/tp/Israel_and_Hamas.htm>, 07.05.2010.
ABD DıĢiĢleri Bakanlığı (U.S. Department of State). Iraq Status Report:
December 16, 2009, <http://www.state.gov/documents/organization/134052.
pdf>, 28.08.2011.
ABD DıĢiĢleri Bakanlığı (U.S. Department of State) Resmi Ġnternet Sitesi.
“State Sponsors of Terrorism Overview”, Country Reports on Terrorism 2006,
30.04.2007, <http://www.state.gov/s/ct/rls/crt/2006/82736.htm>, 10.09.2011.
ABD Enerji Bilgi Yönetimi (USA Energy Information Administration) Resmi
Ġnternet Sitesi, 2010, <http://www.eia.doe.gov/cabs/iraq/oil.html>, 27.10.
2010.
ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau) Resmi Ġnternet Sitesi. “Table
1263. U.S. Foreign Economic and Military Aid by Major Recipient Country”,
2010a, <http://www.census.gov/compendia/statab/2010/tables/10s1263.xls>,
29.11.2010.
ABD Ġstatistik Kurumu (U.S. Census Bureau). Resmi Ġnternet Sitesi. “2000
Census of Population and Housing”, 2010b, <http://www.census.gov/prod/
cen2000/doc/sf4.pdf>, 17.12.2010.
ABD Kongre Kütüphanesi (The Library of Congress) Ġnternet Sitesi. “Greater
Middle East and Central Asia Development Act of 2004”, 2004,
<http://thomas.loc.gov/cgi-bin/query/z?c108:S.+2305>, 20.09.2011.
ABD Savunma Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Deputy Secretary Wolfowitz
Interview
with
Sam
Tannenhaus,
Vanity
Fair”,
09.05.2003,
<http://www.defense.gov/transcripts/transcript.aspx?transcriptid=2594>,
18.09.2010.
Academic Ġnternet Sitesi. “List Of Assassinated People”,
<http://en.academic.ru/dic.nsf/enwiki/128911>, 12.10.2010.
2010
ACER, Yücel. “Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu Kavramının Temel
Unsurları: Tanım ÇalıĢmaları ve Yansımalar”, Uluslararası Hukuk ve
Politika, Cilt 1, No:3, 2005, 15-42.
AIPAC (The American-Israel Public Affairs Commitee- Amerikan-Ġsrail Kamu
ĠliĢkileri KomitesĠ) Ġnternet Sitesi. “About AIPAC”, 2010, <http://www.aipac.
org/about_AIPAC/26.asp>, 11.12.2010.
ALKAN, Nail. “Baskı Grupları ve Lobicilik”, Haydar ÇAKMAK (Ed.), Uluslar
arası ĠliĢkiler: GiriĢ, Kavram ve Teoriler, Ankara, Platin Yayınevi, 2007,
129-134.
274
Amerikan Merkezi Haberalma TeĢkilatı (CIA) Resmi Ġnternet Sitesi. “Iraq‟s
Chemical Warfare Program”, 2004, <https://www.cia.gov/library/reports/
general-reports-1/iraq_wmd_2004/chap5. html#sect0>, 18.03.2011.
ALTINKAġ, Evren. “The Iran-Iraq War and Its Affects On Turkey”,
Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 1, No: 4, 2005, 137-144.
ALTINOĞLU, Garbis. Filistin-Ġsrail Dosyası, Ġstanbul, Pozitif Yayınları,
2005.
Anti Defamation League Ġnternet Sitesi. “Hezbollah Overview”, 2010a,
<http://www.adl.org/main_Terrorism/hezbollah_overview.htm?Multi_page_se
ctions=sHeading_7>, 01.06.2010.
Anti Dafamation League Ġnternet Sitesi. “Poll Shows That Israel is a Staunch
American Ally”, 2010b, <http://www.adl.org/PresRele/IslME_62/5055_62.
htm>, 14.12.2010.
ARI, Tayyar. “Filistin'de Kalıcı BarıĢ Mümkün mü?”, Akademik Orta Doğu
Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2007, 11-34, <http://www.tayyarari.com/download/
filistin_kalici_baris.doc >, 28.08.2011.
ARI, Tayyar. Irak, Ġran ve ABD: Önleyici SavaĢ, Petrol ve Hegemonya,
Bursa, Alfa Yayınları, 2004.
ARMAOĞLU, Fahir. Filistin Meselesi ve Arap-Ġsrail SavaĢları 1948-1988,
Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 1994.
Avrupa
Komisyonu
Resmi
Ġnternet
Sitesi,
<http://ec.europa.eu/energy/observatory/oil/import_export_en.htm>,
2011.
2011,
28.08.
Avustralya Parlamentosu Resmi Ġnternet Sitesi, 2010, <http://www.aph.gov.
au/house/committee/pjcaad/pij/report/chapter3.pdf>, 02.06.2010.
AYDIN, Mustafa. Nihat Ali ÖZCAN ve Neslihan KAPTANOĞLU. Riskler ve
Fırsatlar KavĢağında Irak’ın Geleceği veTürkiye, Ankara,
TEPAV
Yayınları, 2007.
AYKAN, Mahmut Bali. “Türkiye‟nin DıĢ Politika AnlayıĢı”, Haydar ÇAKMAK
(Ed.), Türk DıĢ Politikası 1919-2008, Ankara, Platin Yayınevi, 2008, 31-38.
ASL, Naseer Kashef. “Ġran-Ġsrail ĠliĢkileri (1950-2004)”, Türel YILMAZ, Mesut
TAġTEKĠN, Mehmet ġAHĠN (Ed.), Orta Doğu Siyasetinde Ġsrail, Ankara,
Platin Yayınları, 2005, 243-274.
ATLIOĞLU, Yasin. “BeĢ Sorunda Golan Tepeleri”, 16.07.2009, <http://www.
bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=403: bessoruda-golan-meselesi&catid=77: ortadogu-analizler&Itemid=150>, 05.06.
2010.
275
AZM (American Zionist Movement-Amerikan Siyonist Hareketi) Ġnternet
Sitesi. “The Constitution of the World Zionist Organization and Regulatıons
for its Implementation”, Jeruselam 1992, <http://www.azm.org/WZO_
constitution.pdf>, 02.12.2010.
BAL, Ġhsan. Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri,
Ankara, USAK Yayınları, 2006.
BahçeĢehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik AraĢtırmalar
Merkezi (BÜSAM). ABD’nin Irak’tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri
Açısından Değerlendirilmesi, Ġstanbul, 2009, <http://busam.bahcesehir.
edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf>, 26.01.2011.
BahçeĢehir Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Stratejik AraĢtırmalar
Merkezi (BÜSAM). Irak Parlamento Seçimleri – 2010: Ġstikrarın
Oylanması Seçim Ön Değerlendirmesi ve Bilgi Notu, ġubat 2010,
<http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/irak-parlamento-secimleri.pdf>,
21.10.2010.
BARAM. Amatzia. “Ġsrail ve Irak‟taki Kürt Sorunu”, Avrasya Dosyası Dergisi,
Cilt I, Sayı 4, Ġlkbahar 1996.
BARD, Richard G. “AIPAC and US Middle East Policy”, Eytan GILBOA ve
Efraim INBAR (Ed.), US-Israeli Relations in a New Era: Issues and
Challenges After 9/11, Routledge, 2009, 76-95.
BAġEREN, Sertaç H. Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden
Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi,
2003.
BAYRAMOĞLU, Ertuğrul. Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Ġstanbul, Pınar
Yayınları, 2006.
BBC Ġnternet Sitesi. “1991: Iraqi Scud Missiles Hit Israel”, 18.01.1991,
<http://news.bbc.co.uk/onthisday/hi/dates/stories/january/18/newsid_458800
0/4588486.stm>, 05.01.2011.
BBC
Ġnternet
Sitesi.
“Who
are
Islamic
Jihad?”,
9.06.2003,
<http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/1658443.stm>, 03.06.2010.
BBC Ġnternet Sitesi. “Bush's UN Speech: Full text”, 13.09.2002,
<http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/2254712.stm>, 05.09.2010.
BBC
Ġnternet
Sitesi.
“Irak'ın
Yakın
Tarihi”,
02.02.2004,
<http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2004/02/040202_irak_kronoloji.
shtml>, 22.07.2010.
BBC Ġnternet Sitesi. “Timeline: The hunt for Iraq's WMD”, 12.01.2005,
<http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/3889303.stm>, 15.09.2010.
276
BBC Ġnternet Sitesi. “Tony Blair'in Irak Ġfadesi”, 29.01.2010,
<http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/01/100128_live_inquiry_tony
_blair.shtml> , 14.09.2010.
Belgraviadispatch Ġnternet Sitesi. “Religion and Bush”, 14.04.2001,
<http://www.belgraviadispatch.com/archives/003881.html >, 12.06.2012
BENARD, Cheryl. “Civil Democratic Islam: Partners, Resources and
Strategies”, RAND National Security Research Division, 2003,
<http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/2005/MR1716.pdf>,
10.02.
2011.
BENGIO, Ofra. “Iraq”, Ami AYALON (Ed.), Middle East Contemporary
Survey, Volume 13, San Francısco, The Dayan Center for Middle Eastern
and African Studies The Shiloah Institute Tel Aviv University, Westview Press
Boulder, , & Oxford.1989, 372-413, <http://www.dayan.org/people/mecs_pdf/
iq13.pdf>, 05.01.2011.
BENGIO, Ofra. “Crossing the Rubicon: Iraq and the Arab-Israeli Peace
Process”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Vol. 2, No.
1, Mart 1998, 32-41, <http://meria.idc.ac.il/journal/1998/issue1/bengio.pdf>,
06.01.2011.
BENGIO, Ofra. Türkiye-Ġsrail: Hayalet Ġttifaktan Stratejik ĠĢbirliğine, (Çev.
Filiz KAYNAK DĠġKAYA), Ġstanbul, Erguvan Yayınevi, 2009.
BIRNBAUM, Jeffrey. H. “Washington's Power 25”, Fortune Dergisi,
18.11.1997, <http://www-cgi.cnn.com/ALLPOLITICS/1997/11/18/fortune.25/
index1.html>, 03.12.2010.
BIRNBAUM, Jeffrey. H. ve NEWELL.Russel. “Washington's Power 25”,
Fortune Dergisi, 28.05.2001, <http://money.cnn.com/magazines/fortune/
fortune_archive/2001/05/28/303880/index.htm>, 03.12.2010.
Bianet Ġnternet Sitesi. “Türkiye-Ġsrail ĠliĢkileri Askıda”, 02 Eylül 2011,
<http://bianet.org/bianet/siyaset/132475-turkiye-israil-iliskileri-askida>, 20.09.
2011.
BĠLEYDĠ KOÇ, Malike. Ġsrail Devleti’nin KuruluĢu ve Bölgesel Etkileri
1948-2006, Ġstanbul, Günizi Yayıncılık, Aralık 2006.
BĠLGĠÇ, Tanju. “Ġsrail-ABD ĠliĢkileri: Özel Bir Perspektif”. Türel YILMAZ,
Mesut TAġTEKĠN ve Mehmet ġAHĠN (Ed.). Orta Doğu Siyasetinde Ġsrail,
Ankara, Platin Yayınları, 2005, 89-130.
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolutıon 686”, 02.03.1991, <http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/596/22/IMG/NR059622.pdf?OpenEle
ment>, 11.08.2010.
277
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1441”, 2002, <http://daccess-dds-ny.
un.org/doc/UNDOC/GEN/N02/682/26/PDF/N0268226.pdf?OpenElement>,
31.08.2010.
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1500”, 2003a, <http://daccess-dds-ny.
un.org/doc/UNDOC/GEN/N03/467/78/PDF/N0346778.pdf?OpenElement>,
03.10.2011.
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “Resolution 1511”, 2003b, <http://daccess-dds-ny.
un.org/doc/UNDOC/GEN/N03/563/91/PDF/N0356391.pdf?OpenElement>,
03.10.2011.
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “1970 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı”, 2011a,
<http://www.un.org/News/Press/docs/2011/sc10187.doc.htm>, 24.09.2011.
BM Resmi Ġnternet Sitesi. “1973 Sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı”, 2011b,
<http://www.un.org/news/press/docs/2011/sc10200.doc.htm>, 22.09.2011.
BLACK, Ian ve Benny MORRIS. Israel's Secret Wars: A History Of Israel's
Intelligence Services, New York, Grove Press, 1991.
BLANKFORT, Jeffrey. “Why Israel Always Prevails ?”, Counterpunch,
Weekend Edition, 19-21 Mart 2010, <http://www.counterpunch.org/blankfort
03192010.html>, 22.10.2010.
BORAN, Yıldırım. GeçmiĢten Günümüze Filistin DireniĢ Hareketi: El
Fetih ve Hamas, Ġstanbul, Mephisto Kitabevi, 2006.
BÖLME, Selin M. “Ġsrail‟in Kuzey Irak Politikası ve Türkiye”, 01.03.2008,
<http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=12019&q=israil-inkuzey-irak-politikasi-ve-turkiye>, 12.01.2011.
Breitbart Ġnternet Sitesi. “Number Of Electoral Democracies Reaches 122 As
Freedom Spreads”, 2010, <http://www.breitbart.com/article.php?id=0512201
34942.8w8uaqyp&show_article=1>, 06.10.2010.
BRAUER, Erich. “The Jews of Kurdistan”, Raphael PATAI (Editör ve
Tamamlayan), Michigan/ABD, Wayne State University Press, 1993.
BUCHANAN, Patrick J. “Whose War?”, The American Conservative, 24
Mart 2003, <http://www.amconmag.com/article/2003/mar/24/00007/>, 21.12.
2010.
BULUT, Alper Tolga ve Fatma AKKAN GÜNGÖR. “Think-Tankler ve DıĢ
Politika: Türkiye Ve ABD Örneği”, SARAM Stratejik AraĢtırmalar ve Analiz
Merkezi, 2011, <http://www.cesran.org/index.php?option=com_content&view
=article&id=182%3Athink-tankler-ve-d-politika-tuerkiye-ve-abdoernei&Itemid
=99&lang=tr>, 17.01.2011.
278
CANÖZ, Kadir. “Yasamayı Engelleme Amaçlı Lobicilik: Filibuster”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 21/2009, 157-169,
<http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/dergi/sayi21/CAN%C3%96Z,%20KAD%C
4%B0R.pdf>, 30.11.2010.
CBS News Ġnternet Sitesi. “Text Of Bush Iraq Speech To U.N.”, 11 ġubat
2009,
<http://www.cbsnews.com/stories/2002/09/12/national/main521781.
shtml>, 27.09.2010.
CIPAC (Christians’ Israel Public Action Campaign-Hıristiyanların Ġsrail Kamu
Eylem Kampanyası) Ġnternet Sitesi. “About”, 2010, <http://cipaconline.org/
about/745-2/>, 21.12.2010.
CNN Ġnternet Sitesi. “Excerpts From Inspectors‟ Reports to U.N.”, 27.01.
2003, <http.//www.cnn.com/2003/US/01/27/sprj.irq.excerpts/index. html>,
18.03.2011.
CNN Türk Ġnternet Sitesi. “Davos‟ta Kriz”, 30 Ocak 2009,
<http://www.cnnturk.com/2009/dunya/01/29/davosta.kriz.erdogan.cok.sert.cik
ti/511241.0/index.html>, 01.02.2011.
CNN Türk Ġnternet Sitesi. “ABD-Ġsrail ĠliĢkileri Krizde mi?”, 16.03.2010,
<http://www.cnnturk.com/2010/dunya/03/16/abd.israil.iliskileri.krizde.mi/5680
91.0/index.html>, 24.01.2011.
CNN Ġnternet Sitesi. “Bush State Of The Union Address”, 29.01.2002,
<http://archives.cnn.com/2002/ALLPOLITICS/01/29/bush.speech.txt/>,
18.09.2010.
COLLELO, Thomas. Lebanon: A Country Study, Washington D.C.,
Federal Research Division, Library of Congress, 1987, <http://lcweb2.loc.gov
/frd/cs/lbtoc.html>, 10.09.2011.
COOLEY, John. K. An Alliance Against Babylon The U.S., Israel and Iraq,
London, Pluto Press, 2005.
COPSON, Raymon W. “Iraq War: Background and Issues Overview”, Report
for Congress, 22 Nisan 2003, <http://www.fas.org/man/crs/RL31715.pdf>,
06.09.2010.
CRENSHAW, Martha. “Why is America the Primary Target? Terrorism as
Globalized Civil War”, Charles W. KEGLEY (Ed.), The New Global
Terrorism, New Jersey, Prentice Hall, 2003, 160-173.
CURTISS, Richard H. “Pro-Israel PAC Charts Show Which Candidates Are
Getting AIPAC Money, But Not How Much”, Washington Report on Middle
East Affairs, July 2000, <http://www.wrmea.com/archives/July2000/00070
16.html>, 15.12.2010.
ÇAĞLAYAN, Selin. Ġsrail Sözlüğü, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 2010.
279
ÇAKMAK, Cenap. “ABD‟nin Irak‟tan Çekilmesi ve Muhtemel Etkileri”, 2010,
<http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id
=766:abdnin-iraktan-cekilmesi-ve-muhtemel-etkileri&catid=77:ortadoguanalizler&Itemid=150>, 24.01.2011.
ÇETĠNSAYA, Gökhan. “Rafsancani‟den Hatemi‟ye Ġran DıĢ Politikası‟na
BakıĢlar”, Mustafa TÜRKEġ ve Ġlhan UZGEL (Ed.), “Türkiye’nin KomĢuları”,
Ġmge Kitabevi, ġubat 2002, 293-332.
ÇAKMAK, Haydar. “Türk DıĢ Politikasında Karar Alma ve Uygulama
Yöntemleri”; Haydar ÇAKMAK (Ed.), Türk DıĢ Politikası: 1919-2008, Ankara
2008, 39-44.
ÇETĠNSAYA, Gökhan. “Irak‟ta Yeni Dönem, Orta Doğu ve Türkiye”, Seta Irak
Dosyası, Nisan 2006, <http://www.candundar.com.tr/_media/SETA_Irak.pdf>
, 22.10.2010.
ÇETĠNSAYA, Gökhan ve Taha ÖZHAN. ĠĢgalin 6. Yılında Irak, Ankara, Seta
Yayınları, Ocak 2009, <http://www.setav.org/ups/dosya/24299.pdf>, 14.10.
2010.
ELDAR, Dan. “Egypt And Israel: A Reversible Peace”, The Middle East
Quarterly, Fall 2003, Volume 10, Number 4, 2003, 57-65,
<http://www.meforum.org/565/egypt-and-israel-a-reversible-peace>, 11.10.
2011.
DAVUTOĞLU, Ahmet. Stratejik Derinlik, Ġstanbul, Küre Yayınları, 68. Baskı,
2011.
DEMĠREL, Emin. Dünyada Terör, Ġstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Mart
2003.
DIAMOND, Larry. “Why Are There No Arab Democracies ?”, Journal of
Democracy, Volume 21, Number 1.January 2010, 93-104, <http://www.
journalofdemocracy.org/articles/gratis/Diamond-21-1.pdf>, 06.10.2010.
DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Ġsrail”, 2011, <http://www.dtm.
gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Israil.doc>, 31.01.2011.
EDĠBOĞLU, Mehmet Ali. “BOP Çerçevesinde Orta Doğu ve Suriye
Gerçekleri”, 21. Yüzyıl Dergisi, Eylül 2011, Sayı 33, 19-24.
EFEGĠL, Ertan. “Türk DıĢ Politikası Karar Verme Sürecini Etkileyen
Faktörler”, Ertan EFEGĠL ve Rıdvan KALAYCI (Ed.), DıĢ Politika Teorileri
Bağlamında Türk DıĢ Politikasının Analizi, Ankara, Cilt 1, Nobel Yayıncılık,
2012, 9-25.
EPSTEIN, Susan B., Nina M. SERAFINO ve Francis T. MIKO. “Democracy
Promotion: Cornerstone of U.S. Foreign Policy?”, CRS Report for
Congress, 26 Aralık 2007, <http://www.fas.org/sgp/crs/row/RL34296.pdf>,
07.10.2010.
280
ERDEMLĠ, Özgür. “Ġsrail‟in Irak Politikasına Bir BakıĢ”, Avrasya Dosyası, Cilt
6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 219-233.
ERDĠN, Murat. “Hizbullah ve HAMAS”, Ġstanbul, Sarmal Yayınları, 1999.
ERDĠNÇ, Cengiz. “Evangelistler Kehanetlerin PeĢinde”, Sabah Gazetesi,
04.12.2004, <http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/04/cp/gnc104-20041128-102.
html>, 20.12.2010.
ERDOĞAN, L. Tufan. “Büyük Orta Doğu Projesi Çerçevesinde Petrolün
Yeniden Dağılımı”, Elektrik Mühendisleri Odası Dergisi, Sayı 3, Eylül 2007,
82-84.
ERKMEN, Serhat. “Ġç Etkenler Açısından Irak‟ın Geleceği”. Ümit ÖZDAĞ,
Sedat LAÇĠNER ve Serhat ERKMEN (Ed.), Irak Krizi (2002-2003), Ankara,
Asam Yayınları, 2003, 3-20.
ERKMEN, Serhat. “Maliki‟nin Türkiye Ziyareti ve Irak‟ta Hükümet Kurma
Çabaları”, ORSAM, 21 Ekim 2010, <http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.
aspx?ID=1270>, 26.10.2010.
ERLER, Özgün. “Yeni Muhafazakârlık, AKP Ve „Muhafazakâr Demokrat‟
Kimliği”, Stratejik AraĢtırmalar Dergisi, Sayı 10, 2007, 126-132.
ERLĠCH, Reuven, ve Yoram KAHATI. “Hezbollah As A Case Study Of The
Battle For Hearts And Minds”, Intelligence and Terrorism Information Center
at the Israel Intelligence Heritage & Commemoration Center (IICC) June
2007, <http://www.terrorism-info.org.il/malam_multimedia/English/eng_n/html
/hezbollah_e_0607.htm>, 02.06.2010.
EROĞLU, Cevat. Ġsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Ġstanbul, Sayfa
Yayınları, Aralık, 2003.
ESLEN, Nejat. “ABD‟nin Yeni Güvenlik Stratejisi”, Radikal Gazetesi Ġnternet
Baskısı, 03.10.2002, <http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=52107>,
07.02.2010.
EURONEWS Ġnternet Sitesi. “Türkiye‟den Güney Kıbrıs‟a Sondaj Resti”,
2011, <http://tr.euronews.net/2011/09/19/turkiye-den-guney-kibris-a-sondajresti>, 20.09.2011.
FARRELL, Stephen. “Baghdad Jews Have Become a Fearful Few”, New
York Times, 01 Haziran 2008, <http://www.nytimes.com/2008/06/01/world/
middleeast/01babylon.html?pagewanted=2&_r=4&sq=baghdad%20jews%20
have%20become%20a%20fearful%20few&st=cse&scp=1>, 12.01.2011.
FAS (Federation of American Scientists-Amerikan Bilim Adamları
Federasyonu) Ġnternet Sitesi, “Osiraq”, 09.10.2000, <http://www.fas.org/nuke
/guide/iraq/facility/osiraq.htm>, 04.01.2011.
281
FAS Ġnternet Sitesi. “Resolution 688”, 05.04.1991,
org/news/un/iraq/sres/sres0688.htm>, 12.08.2010.
<http://www.fas.
FAS Ġnternet Sitesi. “Resolution 678”, 29.11.1990,
org/news/un/iraq/sres/sres0678.htm>, 11.08.2010.
<http://www.fas.
FISCHER, Hannah. “Iraqi Civilian Deaths Estimates”, 27 Ağustos 2008,
<http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RS22537.pdf>, 12.10.2010.
FREEDMAN, Robert O. “The Bush Administration and the Arab-Israeli
Conflıct: The Record of its First Four Years”, Middle East Review of
International Affairs, Vol. 9, No. 1, Nisan 2005, <http://meria.idc.ac.il/
journal/2005/issue1/freedman.pdf>, 22.12.2010.
GALBRAITH, Peter. The End of Iraq (Irak’ın Sonu), (Çev. Mehmet Murat
Ġnceayan), Ġstanbul, Doğan Kitapçılık, Ocak 2007.
GARDINER, Nile. “Barack Obama‟s „Leading From Behind‟ Foreign Policy:
No Wonder The Us President Looks Weak And Confused”, Telegraph
Gazetesi Ġnternet Sitesi, 26.09.2011, <http://blogs.telegraph.co.uk/news/nile
gardiner/100085078/barack-obama%E2%80%99s-leading-from-behindforeign-policy-no-wonder-the-us-president-looks-weak-and-confused/>,
29.09.2011.
Global Security Ġnternet Sitesi. “Al-Fatah”, 2010a, <http://www.globalsecurity.
org/military/world/para/al-fatah.htm>, 14.05.2010.
Global Security Ġnternet Sitesi. “Iran-Iraq War (1980-1988)”, 2010b,
<http://www.globalsecurity.org/military/world/war/iran-iraq.htm>, 23.07.2010.
Global Security Ġnternet Sitesi. “Operation Southern Watch”, 2010c,
<http://www.globalsecurity.org/military/ops/southern_watch.htm>,
13.08.
2010.
Global Security Ġnternet Sitesi. “Syria Military Guide”, 2011,
<http://www.globalsecurity.org/military/world/syria/index.html>, 05.10.2011.
GOLDMAN, Shalom. “U.S.-Israel Relations”, The Jewish Quarterly Review,
Vol. 99, No. 4 (Fall 2009), 603-608.
GÖZEN, Ramazan. “ABD‟nin Irak‟ı ĠĢgali: Yeni Muhafazakâr/ Demokratik
Emperyalist Bir Proje”, Mehmet ġAHĠN ve Mesut TAġTEKĠN (Ed.), 2. Körfez
SavaĢı, Ankara, Platin Yayınları, 2006, 29-66.
Gözlem Gazetesi Ġntenet Sitesi. “Ġran Uranyum Takası Türkiye‟de Yapılacak”,
2010, <http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/18382-iran-uranyum-takasiturkiye39de-yapilacak.html >, 23.05.2010.
GÜNAL, Altuğ. “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Ege Akademik BakıĢ,
Ġzmir, Cilt 4, Sayı 1, 2004, 156-164.
282
HAAS. Richard N. “Think Tanks and U.S. Foreign Policy: A Policy-maker's
Perspective”, 2011, <http://www.america.gov/st/washfile-english/2002/No
vember/[email protected], 13.01.2011.
Haberhakkı Ġnternet Sitesi. “New York Times Mavi Marmara Raporunu
Açıkladı”, 2011, <http://www.haberhakki.com/genel/new-york-times-mavimarmara-raporunu-acikladi.html>, 20.09.2011.
Haber Türk Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Türkiye'den Suriye'ye Ġlk Ceza Geldi”,
2011, <http://www.haberturk.com/dunya/haber/671930-turkiyeden-suriyeyeilk-ceza-geldi>, 26.09.2011.
Haber 7 Ġnternet Sitesi. “Obama: Mısır Eskisi Gibi Olmayacak”, 7 ġubat 2011,
<http://www.haber7.com/haber/20110207/Obama-Misir-eskisi-gibi-olmaya
cak.php>, 10.02.2011.
HARRIS, William. “Modern Irak‟ın Stratejik Konumu”, (Çev. Alper ġEN),
Avrasya Dosyası Irak Özel Sayısı, Cilt 6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 50-65.
Historyguy Ġnternet Sitesi. “The No-Fly Zone War (U.S./U.K.-Iraq Conflict)
1991-2003”, 2010, <http://www.historyguy.com/no-fly_zone_war.html>, 12.
08.2010.
HOBSBAWM, Eric. KüreselleĢme, Demokrasi ve Terörizm (GlobalizationDemocracy and Terrorism), (Çev. Osman AKINHAY), Ġstanbul, Agora
Kitaplığı, 2008.
HUNTINGTON, Samuel P. The Third Wave: Democratization int the Late
Twentieth Century, Oklahoma, University of Oklahoma Press,1991.
Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Alçak Koltuk Krizi”, 13 Ocak 2010a,
<http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13460832.asp>, 01.02.2011.
Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Alçak Koltuk Krizi Çözüldü”, 13 Ocak
2010b, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13470462.asp>, 01.02.2011.
Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Türkiye‟nin Açıkladığı Mavi Marmara Ara
Raporu”, 24 Ocak 2011a, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16837119.asp>,
19.09.2011.
Hürriyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Tunus‟ta Kanlı Yasemin Devrimi”, 14 Ocak
2011b, <http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16760301.asp>, 10.02.2011.
Hürriyet Daily News Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Iraq Announces Proven Oil
Reserves of 143.1 Billion Barrels”, 04 Ekim 2010, <http://www.hurriyetdaily
news.com/n.php?n=iraq-announces-proven-oil-reserves-of-143.1-billion-bar
rels-2010-10-04>, 27.10.2010.
IASPS (The Institute for Advanced Strategic and Political Studies) Ġnternet
Sitesi. “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm”, 1996,
<http://www.iasps.org/strat1.htm>, 19.01.2011.
283
IISS (The International Institute For Strategic Studies) Ġnternet Sitesi. “Nov
19th - Press Association - Bush Vows Democracy For Iraq And Middle East”,
19.11.2003,
<http://www.iiss.org/recent-key-addresses/president-bush-deli
vers-iiss-address/press-coverage/bush-vows-democracy-for-iraq-and-middleeast/>, 28.09.2010.
Inflation Data Ġnternet Sitesi. “Historical Oil Prices Table”, 2011, <http://www.
inflationdata.com/inflation/inflation_rate/historical_oil_prices_table.asp>,
28.08.2011.
Iraq Body Count Ġnternet Sitesi. “Documented Civilian Deaths From
Violence”, 2011, <http://www.iraqbodycount.org/database/>, 06.08.2011.
Irak Özgürlük SözleĢmesi (Iraq Liberation Act), 1998, <http://news.findlaw.
com/hdocs/docs/iraq/libact103198.pdf>, 26.01.2011.
Ġngiltere ĠĢ, Yenilik ve Beceriler Bakanlığı (Department For Business,
Innovation and Skills) Resmi Ġnternet Sitesi. “UK Oil Imports Since 1920”,
2010,
<http://webarchive.nationalarchives.gov.uk/+/http://www.berr.gov.uk/
files/file43846.pdf>, 08.11.2010.
Ġran Ġslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Kurumu Resmi Ġnternet Sitesi.
“Irak‟ta Suikast”, 6 Eylül 2010, <http://turkish.irib.ir/haberler/dis-haberler/
item/239083-irakta-suikast>, 12.10.2010.
ĠNSEL, Ahmet. “Amerika‟da Yeni Muhafazakârlık”, Birikim Dergisi, Sayı
169, Mayıs 2003, 10-16.
Ġsrail DıĢiĢleri Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “The Wye Momorandum”,
2010, <http://www.mfa.gov.il/MFA/Peace%20Process/Guide%20to%20the%
20Peace%20Process/The%20Wye%20River%20Memorandum>,
29.03.2010.
Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Israel-Egypt: A Review of Bilateral
Ties”, Ocak 2003, <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Peace/egypt
israel.html>, 13.10.2011.
Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Terrorism”, 2010a, <http://www.jewish
virtuallibrary.org/jsource/Terrorism/PIJ.html>, 03.06.2010.
Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Roots of the U.S.-Israel Relationship”,
2010b, <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/US-Israel/roots_of_US-Is
rael.html>, 12.11.2010.
Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “President Nixon's Visit to Israel”,
2010c,<http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/US-Israel/nixoninisrael.
html>, 21.11.2010.
284
Jewish Virtual Library Ġnternet Sitesi. “Israel-United States Memorandum of
Understanding”, 2010d <http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Peace/
mou1975.html>, 22.11.2010.
JOHNSTON, Alan. “Hamas Ġktidarı Bir YaĢında”, 25 Ocak 2007,
<http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/01/070125_hamas_yearzero.
shtml>,18.05.2010.
JUERGENSMEYER, Mark. “The Religious Roots of Contemporary
Terrorism”, Charles W. KEGLEY (Ed.), The New Global Terrorism, New
Jersey, Prentice Hall, 2003, 185-194.
KAGAN, Robert. “Neocon Nation, Neoconservatism”, World Affairs, Cilt
1776, Vol. 170, Issue 4, Spring 2008, 13-35.
KAHRAMAN, Sevilay. “Karar Alma YaklaĢımları”, Haydar ÇAKMAK (Ed.),
Uluslararası ĠliĢkiler: GiriĢ, Kavram ve Teoriler, Ankara, Platin Yayınevi,
2007, 175-188.
KALAYCI, Rıdvan ve MUstafa YETĠM. “DıĢ Politika Karar Verme Süreçlerinin
KarĢılaĢtırmalı Analizi 1: ABD, Brezilya, Almanya ve Türkiye”, Ertan EFEGĠL
ve Rıdvan KALAYCI (Ed.), DıĢ Politika Teorileri Bağlamında Türk DıĢ
Politikasının Analizi, Ankara, Nobel Yayıncılık, Cilt 1, 2012, 103-137.
KALEMDAROĞLU, Sibel. “Büyük Orta Doğu Projesi : ‟DeğiĢim‟ Politikasının
„DeğiĢmez‟ Hedefi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Eylül 2011, Sayı 33, 1-11.
KATZMAN, Kenneth. “Iraq: Post-Saddam Governance and Security”, CRS
Report For Congress, 28 Ekim 2009, <http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/
RL31339.pdf>, 16.10.2010.
KAYA, Ġbrahim. Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, Ankara, USAK
Yayınları, 2005.
KEEGAN, John. Irak SavaĢı ve Türkiye, (Çev. Ġlhan BEKBAY), Marka
Yayınları, Aralık 2005.
KELLNER, Douglas. “Preemptive Strikes and the War on Iraq: A Critique of
Bush Administration Unilateralism and Militarism”, 2010, <http://www.gseis.
ucla.edu/faculty/kellner/essays/preemptivestrikesoniraq.pdf>, 10.02.2010.
KESSLER, Martha Neff. “Syria, Israel and the Middle East Peace Process:
Past Success and Final Challenges”, Middle East Policy Council, Volume
VII, February 2000, Number 2, 68-89.
KINGSTON, Margo. “A Think Tank War: Why Old Europe Says No”, 7 Mart
2003,
<http://www.smh.com.au/articles/2003/03/07/1046826528748.html>,
18.01.2011.
285
KIRKPATRICK, Jeane J. ve Allan GERSON (Ed.). “The Reagen Doctrine,
Human Rights, and International Law”, Right versus Might, New York,
Council on Foreign Relations Press, New Yok, 1991, 19-36.
KRAMER, Martin. “Hamas: Glocal Islamism”, Iran,Hizbullah,Hamas and the
Global Jihad: A New Paradigm For the West, Jerusalem/ Ġsrael, Jerusalem
Center for Public Affairs, 2007, 68-73, <http://jcpa.org/text/iran-hizbullahhamas.pdf>,30.05.2012.
KRAUS, Richard. The Golden Lariat: Explaining American Aid to Israel,
University of Chicago, Elektronik Olarak YayınlanmıĢ Master Tezi,
Massachusetts
Institute
of
Technology
Kütüphanesi,
2009,
<http://dspace.mit.edu/bitstream/handle/1721.1/54610/600073314.pdf>,
03.12.2010.
KRAUTHAMMER, Charles. “The Obama Doctrine: Leading From Behind”,
Washington
Post
Gazetesi
Ġnternet
Sitesi,
29.04.2011,
<http://www.washingtonpost.com/opinions/the-obama-doctrine-leading-frombehind/2011/04/28/AFBCy18E_story.html>, 29.09.2011.
KRISTOF, Nicholas D. “The Osirak Option”, The New York Times,
15.11.2002, <http://www.antisystemic.org/satribune/www.satribune.com/ arc
hives/nov18_24_02/opinion_nytoped.htm>, 04.01.2011.
KUFNER, Anette. “Of Identity and Foreign Policy Decisions-Israel and the
Bombing of Osirak”, Inquiry and Insight, Vol: 1, No: 1, 2008, 53-58,
<http://inquiryandinsight.uwaterloo.ca/pdfs/Kufner.pdf, 04.01.2011
KURUBAġ, Erol. “Irak Kürt Hareketi: Ġç ÇekiĢme-DıĢ Destek-Ayaklanma”,
Ümit ÖZDAĞ, Sedat LAÇĠNER ve Serhat ERKMEN (Ed.), Irak Krizi (20022003), , Ankara, ASAM Yayınları, 2003, 21-43.
KÜRKÇÜOĞLU, Ömer. Türkiye’nin Arap Orta Doğu’suna KarĢı Politikası
(1945-1970), Ankara, BarıĢ Kitap, 2010.
LEHMAN, Wilhelm ve Lars BOSCHE. “Lobbying In The European Union:
Current Rules And Practices”, European Parliament Working Paper,
Constitutional Affairs Series, AFCO 104 EN, 04-2003, <http://ec.europa.eu/
civil_society/interest_groups/docs/workingdocparl.pdf>, 30.11.2010.
Leading to War Ġnternet Sitesi, <www.leadingtowar.com>, 02.09.2010.
LEWIS, Neil. A. “American-Israel Public Affairs Comittee”, New York Times
Gazetesi Ġnternet Sitesi, 05.05.2009, <http://topics.nytimes.com/top/referen
ce/timestopics/organizations/a/american_israel_public_affairs_committee_aip
ac/index.html>, 16.03.2012.
LIEBER, Robert J. “U.S.-Israel Relations Since 1948”, Middle East Review
of International Affairs, Vol. 2, No. 3 (September 1998), 11-20.
<http://meria.idc.ac.il/journal/1998/issue3/lieber.pdf>, 11.11.2010.
286
LITVAK, Meir. “The Palestine Ġslami Jihad: Background Information”,
26.02.2003, <http://www.ict.org.il/Articles/tabid/66/Articlsid/95/currentpage/25
/Default.aspx>, 31.05.2012.
LIZZA, Ryan. “The Consequentialist. How the Arab Spring Remade Obama‟s
Foreign
Policy”,The
New
Yorker
Ġnternet
Sitesi,
02.05.2011,
<http://www.newyorker.com/reporting/2011/05/02/110502fa_fact_lizza?printa
ble=true&currentPage=all?currentPage=all#ixzz1KXeJjYM2>, 29.09.2011.
LOBE, Jim. “New American Century Project Ends With A Whimper”, Inter
Press Center, 13 Haziran 2006, <http://www.commondreams.org/cgi-bin/
print.cgi?file=/headlines06/0613-05.htm>, 19.01.2011.
MACFARQUHAR, Neil ve Ethan BRONNER. “Report Finds Naval Blockade
by Israel Legal but Faults Raid”, New York Times, 1 Eylül 2011,
<http://www.nytimes.com/2011/09/02/world/middleeast/02flotilla.html?_r=1&s
cp=1&sq=un%20report%20Geoffrey%20Palmer%20&st=cse>, 20.09.2011.
MANN, James. ġahinlerin YükseliĢi: Bush’un SavaĢ Kabinesinin Gerçek
Hikayesi (Rize of the Vulcans: The History of Bush’s War Cabinet, (Çev.
Hakan KÖNĠ), Ġstanbul, Ġlk Yayınları, 2004.
MANNES, Aaron. Profiles in Terror: A Guide to Middle East Terrorist
Organizations, Maryland/ABD, Rowman and Littlefield Publishers Inc, 2004.
MARK, Clyde R. “Israeli-United States Relations”. CRS Issue Brief for
Congress, 9 Kasım 2004, <http://www.fas.org/man/crs/IB82008.pdf>, 23.11.
2010.
MCFAUL, Michael. “Democracy Promotion as a World Value”, The
Washington Quarterly, 28: 1, Winter 2004-05, 147-163, <http://www.twq.
com/05winter/docs/05winter_mcfaul.pdf>, 07.10.2010.
MEARSHIMER, John. “Hans Morgenthau and the Iraq War: Realism Versus
Neo-Conservatism”, Open Democracy Ltd, 21.04.2005, <http://mearsheimer.
uchicago.edu/pdfs/A0037.pdf>, 22.12.2010.
MEARSHIMER, John. J., WALT, Stephen M. Ġsrail Lobisi ve Amerikan DıĢ
Politikası, (Çev. Elif OCAK), Ġstanbul, Profil Yayınları, 2007.
MEARSHIMER, John. J., WALT, Stephen M. Ġsrail Lobisi ve Amerikan DıĢ
Politikası, (Çev. Hasan KÖSEBALABAN), Ġstanbul, Küre Yayınları, 2009.
MIGLADOVITZ, Carol. “Israel Background and Relations with the United
States”, CRS Report For Congress, 1 Nisan 2009, <http://www.fas.org/sgp/
crs/mideast/RL33476.pdf>, 22.12.2010.
MINASIAN, Sergey. “The Israeli Kurdish Relations”, 21-St Century, No:1,
2007, 15-32, <http://www.noravank.am/upload/pdf/256_en.pdf>, 31.05.2012.
287
Milliyet Gazetesi Ġnternet Sitesi. ”Ecevit: Soykırım Demek Ġstemezdim”, 7
Nisan 2002, <http://www.milliyet.com.tr/2002/04/07/dunya/dun03.html>,
31.01.2011.
MUELLER III, Robert S. “The Art of Information”, Denver Forum,
Denver/Colorado, 13.04.2006, <http://www.fbi.gov/news/speeches/the-art-ofinformation>, 31.05.2012.
MURSWIEK, Dietrich. “The American Strategy of Preemptive War and
International Law”, Institute of Public Law – Papers und Preprints, March
2003, <www.jura.uni-freiburg.de/ioeffr3/papers/papers.htm>, 10.02.2010.
MUSLIH, Muhammed. The Foreign Policy of Hamas, New York, Council of
Foreign Relations,1999.
NAKASH, Yitzhak. Irak’ta Pandora’nın Kutusu ġiiler, (Çev. Metin
SALTOĞLU), Ankara, Elips Yayınları, 2005.
New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi. 04.06.2009. “Text: Obama‟s
Speech in Cairo”, 2011, <http://www.nytimes.com/2009/06/04/us/politics/04
obama.text.html?pagewanted=all>, 27.09.2011.
New York Times Gazetesi Ġnternet Sitesi. 14.01.2009. “Text: Bush‟s
Speech”, 2011, <http://www.nytimes.com/2009/01/16/world/americas/16iht15bushtext.19411318.html>, 12.06.2009.
OBER, Josiah. “The Original Meaning of “Democracy”: Capacity to
Do Things, not Majority Rule”, Constellations Volume 15, No 1, Oxford,
Blackwell Publishing Limited, 2008, 3-9, <http://www.stanfordalumni.
org/leadingmatters/los_angeles/documents/OriginalMeaningDemocracy.pdf>,
29.09.2010.
OĞAN, Sinan. “Tunus‟ta Yasemin Devrimini Nasıl Okumalıyız ?”, 2012,
<http://www.turksam.org/tr/a2300.html>, 21.04.2012.
Opensecrets Ġnternet Sitesi. “PAC Contributions to Federal Candidates”,
2010, <http://www.opensecrets.org/pacs/industry.php?txt=Q05&cycle=2010>
, 15.12.2010.
ORECK, Alden. “Palestinian Islamic Jihad”, 2010, <http://www.jewishvirtual
library.org/jsource/Terrorism/PIJ.html>, 02.06.2010.
Ortadoğu Ortaklığı GiriĢimi (The Middle East Partnership Initiative) Resmi
Ġnternet Sitesi, <http://mepi.state.gov>, 13.01.2009
OTTERMAN, Sharon. “Iraq: Debaathification”, 2010, <http://www.cfr.org/
publication/7853/iraq.html>, 25.10.2010.
OVEREND, William. “U.S. Test-Fires Scud Missiles From Base Ġn California /
Secret Program Designed To Help Ġmprove Defense Systems”, Los Angeles
288
Times, 29.11.2002, <http://articles.sfgate.com/2002-11-29/news/ 17570582_
1 _scud-missiles-missile-defense-agency-patriot>, 05.01.2011.
ÖZCAN, Gencer. “Ġsrail Güvenlik AnlayıĢında DönüĢüm: Ufuk Ötesi Tehditler
ve Türkiye”, Mustafa TÜRKEġ ve Ġlhan UZGEL (Ed.), Türkiye’nin
KomĢuları, Ankara, Ġmge Kitabevi, ġubat 2002, 213-259.
ÖZDAĞ, Ümit. “Ġsrail‟in Kuzey Irak Politikası”, Avrasya Dosyası, Cilt 5, Sayı
1, Ġlkbahar 1999, 224-232.
ÖZEN, Çınar ve Hakan TAġDEMĠR (Ed.). “Yenimuhafazakar Amerikan DıĢ
Politikasının Straussçu Temelleri”, Yenimuhafazakar Amerikan DıĢ
Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınevi, Kasım 2006, 13-46.
ÖZKOÇ, Özge. “SavaĢ Ve BarıĢ: Doksanlı Yıllarda Filistin- Ġsrail Sorunu”,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 64, Sayı: 3.
2009, 167-195.
ÖZTÜRK, Mehmet. “I. Körfez SavaĢı‟ndan (1990-91) 11 Eylül Sürecine
Abd‟nin Irak Politikası Ve Bunun Türk-Amerikan ĠliĢkilerine Etkileri”,
Akademik BakıĢ Dergisi, Ocak, ġubat, Mart 2010 Sayısı, 1-27.
PARSI, Trita. Treachorus Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran
and the US, New Haven & London: Yale University Press, 2007.
PAUL, David M. ve Rachel Anderson PAUL. Ethnic Lobbies and US
Foreign Policy, Lynne Rienner Publishers, 2009.
PAZARCI, Hüseyin.Uluslararası Hukuk, Ankara, Turhan Kitabevi, 2007.
PETRAS, James. The Power of Israel in The United States, Clarity Press,
2006.
PINKUS, Susan. “Poll Analysis: U.S. and Israeli Jews Have Many Common
Views,
Some
Striking
Differences”,
Timess
Poll,
19.04.1998,
<http://www.latimes.com/news/custom/timespoll/la-980419jewishpoll-407pa1
an,1,7372435.htmlstoryq>, 20.12.2010.
PORTER,
Keith.
“Who
Makes
U.S.
Foreign Policy?”,
2011,
<http://usforeignpolicy.about.com/od/backgroundhistory/a/thinkngo.htm>,
17.01.2011.
Prestv Ġnternet Sitesi. “Al-Dhari: Israeli firms operate in Iraq”, 2009,
<http://www.presstv.ir/detail/157009.html>, 21.01.2011.
Quotation Page Ġnternet Sitesi. “Quotations by Author”, 2012,
<http://www.quotationspage.com/quotes/George_W._Bush>, 02.03.2012.
289
Quote Oil Ġnternet Sitesi. “Where Does All The Oil Come From?
The United States And Oil Imports - Facts And Figures”, 2010,
<http://www.quoteoil.com/oil-imports.html>, 08.11.2010.
Radikal Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Bush: Din Olmadan Olmaz”, 13.01.2005, <
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=140198>, 12.06.2012
Radio Free Europe Radio Liberty Ġnternet Sitesi. “Shi'ite Win In Iraqi
Elections Confirmed”, 2010, <http://www.rferl.org/content/article/1057533.
html>, 21.10.2010.
RAND ġirketi Ġnternet Sitesi. “Rand at a Glance”, 2011, <http://www.rand.org/
about/glance.html>, 14.01.2011.
Redkarga Ġnternet Sitesi. “Suriye‟nin Silahları”, 2006, <http://redkarga.
wordpress.com/2006/08/02/suriye-nin-silahlari/>, 05.06.2010.
REICH, Bernard. Securing the Covenant: United States-Israel Relations
After the Cold War, West Port, ABD, Greenwood Press, 1995.
REICH, Bernard. A Brief History of Israel, New York, Facts On Fire Inc,
2008.
REJWAN, Nissim. The Last Jews in Baghdad: Remembering a Lost
Homeland, Austin, ABD, University of Texas, 2004.
RICH, Andrew. Think Tanks, Public Policy and the Politics of Expertise,
ABD, Cambridge University Press, 2004.
Rollins Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi. “Ethnicity Chart”,
<http://web.rollins.edu/~jsiry/ethnicityChart.html>, 07.01.2011.
2011
ROSENAU, William. Special Operations Forces and Elusive Enemy
Ground Targets: Lessons from Vietnam and the Persian Gulf War. ABD,
Rand Cooperation, 2001.
ROWE, Peter. “Responses To Terror: The New „War‟”, Melbourne Journal
of International Law, Volume 3, Issue 2, October 2002,
<http://www.mjil.law.unimelb.edu.au/issues/archive/2002%282%29/04Rowe.
pdf>, 10.02.2010.
RUBIN, Barry. “United States and the Middle East”, Ami AYALON (Ed.),
Middle East Contomporary Survey, Boulder Sanc Fransisco and Oxford ,
Volume: 16, Westwiev Press, 1992, 19-26.
RUMSFELD, Donald. “Transforming the Military”, Foreign Affairs, May-June
2002, <http://www.foreignaffairs.org/20020501faessay8140/donald-hrumsfeld
/transforming-the-military.html>, 26.01.2009.
290
RYN, CLAES G. “The Ideology of American Empire”, D. L. O‟HUALLACHAĠN
ve J. Forrest SHARPE (Ed.), Neo-Conned Again: Hypocrisy, Lawlesness,
And The Rape Of Iraq, Virginia, Norfolk, Light int The Darkness
Publications, 2007, 63-79.
SAAD, Lydia. “Support For Israel Ġn U.S. At 63%, Near Record High”,
24.02.2010, <http://www.gallup.com/poll/126155/support-israel-near-recordhigh.aspx>, 11.12.2010.
SAID, Edward. Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası, (Çev. Murat UYURKULAK),
Ġstanbul, Agora Kitaplığı, Nisan 2005.
SHARP, Jeremy M. “U.S. Foreign Aid to Israel”, CRS Report For Congress,
04.12.2009, <http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RL33222.pdf>, 29.11.2010.
SHARP, Jeremy M. ve diğerleri. “Lebanon: The Israel-Hamas-Hezbollah
Conflict”, CRS Report For Congress, 15.09.2006, <http://www.usembassy.
it/pdf/other/RL33566.pdf>, 10.09.2011.
SHAKED, Haim. “The Nuclearization of the Middle East: The Israeli Raid of
Osirak, Haim Shaked”, Colin LEGUM (Ed.), Middle East Contemporary
Survey, Volume 5 (1980-1981), The Shiloah Center For Middle Eastern and
African Studies Tel Aviv University, New York ve Londra, Holmes and Meier
Publishers Inc, 1982, 182-207, <http://www.dayan.org/people/mecs_pdf /iq
0502.pdf>, 03.01.2011.
SNIEGOSKI, Stephen J. “Neoconservatives, Israel, and 9/11: The origins of
The U.S. War on Iraq”. D. L. O‟HUALLACHAĠN ve J. Forrest SHARPE (Ed.),
Neo-Conned Again: Hypocrisy, Lawlesness, And The Rape Of Iraq,
Virginia, Norfolk, Light in The Darkness Publications, 2007, 81 –110.
SÖNMEZOĞLU, Faruk. Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi,
Ġstanbul, Filiz Kitabevi, 2005.
SÖYLEMEZ, HaĢim. “Barzani Harita Verdi, Ġsrail Bombaladı”, Aksiyon
Dergisi, Sayı:432, 17.03.2003, <http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber10839-32-barzani-harita-verdi-israil-bombaladi.html>, 09.01.2011.
Spreadsheets Google Ġnternet Sitesi. “Operation Iraqi Freedom Military
Deaths Mar 19 2003-July 31 2010”, 2010, <https://spreadsheets.google.com/
ccc?key=0AonYZs4MzlZbdG4zR0tMTlQyRTlhandlVmdrbnp6UHc&hl=en#gid
=4>,11.09 2010.
Syrianshuhada Ġnternet Sitesi. <http://syrianshuhada.com>, 23.09.2011.
STANSFIELD,Gareth. “The Kurdish Question in Iraq,1914-1974”, The
Middle East Online Series 2: Iraq 1914-1974, Thomson Learning EMEA
Ltd, Reading, 2006, <http://www.gale.cengage.com/pdf/whitepapers/gdc/
TheKurdishQuestion.pdf>, 12.01.2011.
291
SINGER, J. David. “The Level-of-Analysis Problem in International
Relations”, World Politics: The International System: Theoretical Essays,
Vol. 14, No. 1, (Oct., 1961), 77-92. <http://sitemaker.umich.edu/jdsinger/files/
the_level_of_analysis_problem_in_international_politics.pdf >, 28.05.2012.
STOUT, David. “Israel‟s Nuclear Arsenal Vexed Nixon”, New York Times, 29
Kasım 2007, <http://www.nytimes.com/2007/11/29/world/middleeast/29nixon.
html?_r=1>, 20.11.2010.
TAL-SHIR,
Anat.
“Israelis
Trained
Kurds
in
Iraq”,
2011,
<http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3177712,00.html>, 27.01.2011.
TANGÜLÜ, Beyza. “Büyük Orta Doğu Projesi”, Cumhuriyet Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2006,
<http://www.belgeler.com/blg/r8k/buyuk-ortadogu-projesi-great-middle-eastproject>, 02.06.2012.
TANNER, Stephen. Bush’ların SavaĢları: Askeri Liderler Olarak Bir Baba
ve Oğlun Portresi, (Çev. AyĢe DOĞANCI), Ankara, Elips Kitap, Mart 2005.
TAġDEMĠR, Fatma. Uluslararası Terörizme KarĢı Devletlerin Kuvvete
BaĢvurma Yetkisi, Ankara, USAK Yayınları, 2006.
TAġDEMĠR, Fatma. “Uluslararası AnarĢiye Giden Yol: Uluslararası Hukuk
Açısından Önleyici meĢru Müdafaa Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika,
Cilt 2, No:5, 2006, 75-89.
TAġTEKĠN, Mesut. “AKP Hükümeti Döneminde Türkiye-Ġsrail ĠliĢkileri”, Türel
YILMAZ, Mesut TAġTEKĠN ve Mehmet ġAHĠN (Ed.), Orta Doğu
Siyasetinde Ġsrail, Ankara, Platin Yayınları, 2005, 131-176.
TAUBE, Michael. “There is More to a Conservative Than Meets The Eye”,
Calgary Herald, Alberta, Canada, August 26, 2000, <http://www.vdare.com/
letters/taube_article.htm>, 07.02.2010.
TAYLOR, Stan. A. “The Role of Intelligence in National Security”, Alan
COLLĠNS (Ed.), Contemporary Security Studies, New York, Oxford
University Press, 2007, 248-269.
T.C. Ekonomi Bakanlığı Resmi Ġnternet Sitesi. “Ülkelere Göre DıĢ Ticaret”,
2011, <http://www.ekonomi.gov.tr/index.cfm?sayfa=7155BE01-D8D3-856645208351967592CF>, 10.09.2011.
Teksas Üniversitesi Resmi Ġnternet Sitesi. “Foreign Relations”, 2010,
<http://www.ford.utexas.edu/library/document/factbook/foreign.htm>,
22.11.2010.
Turk North America Ġnternet Sitesi. “Enver Sedat Suikasti”, 11 ġubat 2011,
<http://www.turknorthamerica.com/2011/02/enver-sedat-suikasti/>,
14.10.
2011.
292
The David Project Ġnternet Sitesi. “US – Israel Relationship Background &
Analysis – Long”, 2010, <http://www.thedavidproject.org/resources/
primers/US_Israel_Relationship_Long.pdf>, 13.11.2010.
Theindyvoice Ġnternet Sitesi. “PNAC”, 2011, <http://www.theindyvoice.com/
politics/pnac>, 18.01.2011.
The Telegraph Gazetesi Ġnternet Sitesi. “Egypt After Mubarak”, 2011,
<http://www.telegraph.co.uk/comment/telegraph-view/8680116/Egypt-afterMubarak.html>, 21.10.2011.
Truman Library Ġnternet Sitesi. “Special Message to the Congress on Greece
and Turkey: The Truman Doctrine”, 2010, <http://www.trumanlibrary.org
/publicpapers/index.php?pid=2189&st=&st1=>, 26.09.2010.
TÜR, Özlem. “Türkiye Ġsrail ĠliĢkileri: Yakın ĠĢbirliğinden Gerilime”, Orta Doğu
Analiz, Cilt 1, Sayı 4, 2009, 22-29.
TUNÇ, Hakan. Amerika’nın Irak SavaĢı, Ġstanbul, Harmoni Yayınevi, 2004.
Undemocracy Ġnternet Sitesi. “S-RES-487”, 1981, <http://www.undemocracy.
com/S-RES-487(1981).pdf>, 05.01.2010.
UNDP (United Nations Development Programme-BM Kalkınma Programı).
Human Development Report, 2000, <http://hdr.undp.org/en/media/hdr_
2000_en.pdf>, 01/01/2008.
UNIC (United Nations Information Center-BM Enformasyon Merkezi) Ġnternet
Sitesi. ”Saldırı‟nın (Tecavüzün) Tanımı: BM Genel Kurulu‟nun 3814 (XXIX)
Sayılı ve 1974 Tarihli Kararı”, (Resolution on the „Definition of Aggression‟,
No. 3314 (XXIX), 14 Aralık 1974, <http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf
/3814.pdf>, 09.02.2010.
UNIC Resmi Ġnternet Sitesi. “BirleĢmiĢ Milletler AntlaĢması”, 2012,
<http://www.unic ankara.org.tr/doc_pdf/chart_turkce.pdf>, 29.05.2012.
United States History Ġnternet Sitesi. “Desert Storm”, 2010, <http://www.u-shistory.com/pages/h2020.html>, 12.08.2010.
URAL, ġafak. “Demokrasi Kavramı, Toplumsal Degerler ve Birey”, Ġlahiyat
Fakültesi Dergisi, Cilt: XL, 1999, 451-469, <http://dergiler.ankara.edu.tr/
dergiler/37/743/9508.pdf>, 06.10.2010.
USAK Gündem Ġnternet Sitesi. “Ofer ġimdi de Kuzey Irak‟a Yatırım Yapıyor”,
2011a, <http://www.usakgundem.com/haber/55417/ofer-%C5%9Fimdi-de-ku
zey-irak-39-a-yat%C4%B1r%C4%B1m-yap%C4%B1yor.html>, 26.01. 2011.
USAK Gündem Ġnternet Sitesi. “Yemen Devlet BaĢkanından Geri Adım”, 2
ġubat 2011b, <http://www.usakgundem.com/haber/61395/yemen-devletbaĢkanından-geri-adım.html>, 10.02.2011.
293
USLANER, Eric M. “American Interest in the Balance? Do Ethnic Groups
Dominate Foreign Policy Making?”, Allan CIGLER ve Burdett, A. J. LOOMIS
(Ed.), Interest Group Politics, Washington, CQ Press, 2007, 301-321.
VANDENBROUCKE, Lucien S. “The Israeli Strike Against Osiraq The
Dynamics Of Fear And Proliferation in The Middle East”, Air University
Review, September-October, 1984, <http://www.airpower.au.af.mil/airchronic
les/aureview/1984/sep-oct/vanden.html>, 03.01.2011.
WALT, Stephen M. “Policy analysis in global affairs: What should my
Students Read?”, 22 Kasım 2011, <http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/
11/22/policy_analysis_in_global_affairs_what_should_my_students_read>,
28.05.2012.
Washington Post Gazetesi Ġnternet Sitesi. “The True Cost Of The Iraq War:
$3 Trillion And Beyond”, 05.09.2010, <http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2010/09/03/ AR2010090302200.html>, 09.11.2010.
WEISS, Stanley A. “Israel and Iran: The Bonds That Tie Persians and JewsEditorials and Commentary-International Herald Tribune”, The New York
Times, 2006, <http://www.nytimes.com/2006/07/10/opinion/10iht-edweiss.
2165689.html?_ r=1>, 05.06.2010.
WIKIPEDIA Internet Sitesi. “Casualties of Iraq War”, 2012, <http://en.
wikipedia.org/wiki/Casualties_of_the_Iraq_War>, 11.03.2012.
WILSON, James Q. “Pre-Emptive Surveillance”, Wall Street Journal.
(Eastern Edition), New York, 21.08.2006.
WINSEMAN. Albert l. “Who Has Been Born Again?”, 18 ocak 2005,
<http://www.gallup.com/poll/14632/who-has-been-born-again.aspx>, 21.12.
2010.
WOODWARD, Bob. Plan of Attack (Saldırı Planı), (Çev. Melih PEKDEMĠR
ve ġefika KAMCEZ), Ankara, ArkadaĢ Yayınevi, Haziran 2004.
WRMEA (Washington Report On Middle East Affairs) Ġnternet Sitesi.
“Secretary Of State James Baker's Speech To American Israel Public Affairs
Committee Convention”, Temmuz 1989, <http://www.wrmea.com/ backissues
/0789/8907007.htm>, 23.11.2010.
YAPHE. Judith S. Saddam's Iraq and Support for Terrorism, 09 Temmuz
2003,
<http://www.9-11commission.gov/hearings/hearing3/witness_yaphe.
htm>, 20.09.2010.
YAġAR, Fatma Tunç, Sevinç Alkan ÖZCAN ve Zahide Tuğba KOR.
Siyonizm DüĢünden ĠĢgal Gerçeğine Filistin, Ġstanbul, ĠHH Kitap, 2011.
294
Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (The Project for New American Century)
Ġnternet Sitesi. “Letter to President Clinton on Iraq”, 2011,
<http://www.newamericancentury.org/iraqclintonletter.htm>, 18.01.2011.
YILMAZ, Hasan. “Irak‟ta Muhalefet ve ABD‟nin Irak Politikası”, Avrasya
Dosyası, Irak Özel Sayısı, Cilt 6, Sayı 3, Sonbahar 2000, 66-96.
YILMAZ, Muzaffer Ercan. ”Soğuk SavaĢ Sonrası Dönemde Türkiye Ġsrail
ĠliĢkileri”, Akademik Orta Doğu, Cilt 4, Sayı 2, 2010a, 49-66.
YILMAZ, Sait. 21. Yüzyılda Güvenlik ve Ġstihbarat, Ġstanbul, Milenyum
Yayınları, 2007.
YILMAZ, Türel. “ABD‟nin Yenimuhafazakar DıĢ Politikasında Orta Doğu ve
Türkiye”. Çınar ÖZEN ve Hakan TAġDEMĠR (Ed.), Amerikan DıĢ Politikası
ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınevi, Kasım 2006, 169-200.
YILMAZ, Türel. Uluslararası Politikada Orta Doğu, Ankara, BarıĢ Platin
Kitabevi, 2009.
YILMAZ, Türel. “Türkiye Ġsrail ĠliĢkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik Orta
Doğu, Cilt 5, Sayı 1, 2010b, 9-24.
YINON, Oded. “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties”, (Çev. Israel
SHAHAK), KIVUNIM, Issue No:14-Winter, 5742, ġubat 1982,
<http://cosmos.ucc.ie/cs1064/jabowen/IPSC/articles/article0005345.html>,
24.01.2012.
Yirmi Birinci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ġnternet Sitesi. “2010 Irak Genel Seçim
(Resmi) Sonuçları”, 29.03.2010, <http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID=
3850&kat1=1>, 25.10.2010.
YOST, David S. “Güvenlik Stratejileri ile Ġlgili Yeni TartıĢmalar”, NATO
Dergisi, KıĢ 2003, <http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art
4.html>, 12.02.2009.
YURAVLIVKER, Dror. “AIPAC: The Perception of Power and the Power of
Perception”, GVPT889m: US Foreign Policy in the Middle East, 26 May
2010, <http://www.bsos.umd.edu/gvpt/jcurry/saps/documents/fall10/yuravliv
ker.pdf>, 09.12.2010.
ZOA (Zionist Organization of America-Amerikan Siyonist Örgütü) Ġnternet
Sitesi. “About Us”, 2010, <http://www.zoa.org/content/about_us.asp>,
02.12.2010.
11 Eylül Komisyonu Resmi Ġnternet Sitesi. “The 9/11 Commission Report”,
2004, <http://www.9-11commission.gov/report/911Report.pdf>, 22.03.2012.
295
EKĠ
EK-A : AKADEMĠSYENLERLE YAPILAN MÜLAKATLAR
296
EK-A
1.
BĠLKENT ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ PROF. DR. NORMAN
STONE ĠLE YAPILAN MÜLAKAT
SORU:
Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri sizce ne derece geçerliydi?
CEVAP: Bence, Ģu anda Ģunu biliyoruz ki kitle imha silahları mevzuu
tamamen bir uydurmaca idi. Korkarım, ilan edilen gerekçeler açıkça bir sürü
ıvır zıvırdan ibaretti ve doğru değillerdi. ġunu ifade etmek istiyorum; Saddam
Hüseyin‟in kötü Ģeyler yapabileceğinden herkesin Ģüphe duyduğu gerçekti,
fakat ortada gerçek kitle imha silahları yoktu.
SORU :
Irak SavaĢı‟nın gerçek sebepleri ne idi?
CEVAP: Burada biraz kiĢisel intikam faktörü vardı. Oğul Bush babasının
küçük düĢürüldüğünü ifade etmiĢtir ve ona göre “Babası Bağdat‟a doğru
ilerleyiĢini sürdürmeliydi. Saddam Hüseyin‟i alaĢağı etmeliydi.” Bu düĢünce
bir faktördü, bir de benim o zamanda söylediğim bir Ģey daha vardı:
“Bağdat‟daki rejimi değiĢtirmek ve yerine sivil bir rejim getirmek.” Bu iyi bir
Ģeydir. Biliyorsunuz, Irak tarihine baktığınızda, bu ülke akıllı insanlara
sahiptir. Ülkenin tarihi çok eskilere gider. Bunları göz önüne aldığınızda, ülke
bu kötü yönetimden kurtulursa, insanlarının yerel politikacıları iktidarda yer
bulacaktır. Bu yüzden, bu durumda, Saddam Hüseyin‟i alaĢağı etmek ve yeni
bir seçim ilan etmek mantıklıydı. Sonra, belki Fukuyama‟nın sözlerindeki gibi
“Tarihin sonu gelirdi”. Bakın hemen Ģimdi itiraf edeceğim. Ben hatalıydım.
Ġstisnasız bütün Türk arkadaĢlarım, benim hatalı olduğumu söylediler. Bazı
Türkler Irak‟taki durumu biliyorlardı. Ben görüĢlerime öyle bazı Amerikalılar
(Biliyorsunuz Neo-Conlar deniyor onlara) gibi sıkı sıkıya bağlanmadım. Fakat
siz de Orta Doğu‟daki liderlerden hiç haz etmiyorsunuz. Değil mi?. Siz de
Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun Araplardan fazla haz etmediğini
düĢünmüyor
musunuz? Haz ediyorlar mıydı? Sizin de geçmiĢte bu liderlerle sorunlarınız
oldu… Sorun vardı, çözüldü ama sonuç bir fiyasko‟ya döndü, tam bir fiyasko
„ya…
A-1
EK A’NIN DEVAMI
Sonuçta ben Irak‟a girmenin iyi bir fikir olduğunu düĢünen hiçbir Türk‟e
rastlamadım. Orada neler olduğunun farkındaydınız ve oraya dokunmayın
dediniz. Haklıydınız...
SORU :
Irak SavaĢı‟nda Ġsrail nasıl bir rol oynadı?
CEVAP: Saklayacak çok bir Ģey de yok aslında. ġu kesinki Saddam gibi
birisine karĢı güvende olmak istediler ve çok muhtemel ki Amerikalıları teĢvik
ettiler. Fakat diğer yandan, Ġsraillilerin bu iĢin sonunda bir kargaĢa çıkacağını
düĢünmediklerine inanmak çok zor. Gerçekten, bunu tamamen anlayabilmiĢ
değilim. Ġsrail politikaları bazen çok zekice olmuyor.
SORU :
Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Orta Doğu ülkeleri ile olan
iliĢkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
CEVAP: Bence Orta Doğu ülkeleri Ġsrail‟den korkuyorlar. Yapabilecekleri
çok Ģey var gibi gözüküyor ama yapamıyorlar. Bu yüzden Ġsrail‟den
korktuklarını düĢünüyorum. Mübarek Ġsrail‟le uyum içinde hareket etti ve
Gazze Ģeridini asayiĢ içinde tutmak istedi. Ürdün de keza uyum içindeydi.
Suriye mantıklı bir çizgiye doğru geliyordu. Bu noktada, Ġsrail Arap
dünyasında bir açılım fırsatını yakalayamadı gibi duruyor. Bu güvenliklerine
katkıda bulunacak bir Ģeydi. Fakat biliyorsunuz ben onları anlayabiliyorum,
belki de “Ġsrail‟in güvenliği” diye bir olgu yoktur.
SORU :
Günümüzde Orta Doğu‟da yaĢanan Halk hareketleri Ġsrail
açısından düĢünüldüğünde nasıl etki doğurur ?
CEVAP: Bence kötü. Ġsrail için her değiĢiklik kötüdür. Hemen hemen her
Ģey, ne olursa. Hiçbir Ģeyin değiĢmesini istemeyen bir düĢünceye
sahipler...Bu değiĢim Ġsrail‟i HAMAS‟ın dev bir versiyonu ile karĢı karĢıya
bırakabilir. Mısır her zaman, Türkiye için kurgulanabilecek en kötü
senaryodan daha kötü durumdaydı. ġanslıyız ki, Ġstanbul Kahire değil,
A-2
EK A’NIN DEVAMI
Ġstanbul,
bir
Barselona.
Kahire‟nin
nüfusu
30
milyon.
Ġnsanlar
kanalizasyonlarda gecekondular inĢa ediyorlar. Karanlık, çürümüĢlük,
mezarlar...Ölen
eĢekler
ve
köpeklerden
alınan
postları
kullanıyorlar...Hıristiyanlar kalan kırıntıları ve artıkları topluyorlar. Ve sonunda
bir sosyal patlama ile yüz yüze kalıyorsunuz, bu kitlelerin ve ortalıkta
amaçsızca dolanan eğitimlilerin devrimi ile...Gerçekten bir Ģey olmasını
beklemiyorum...Türklerin de kendilerine ait bir tecrübesi var: Trablusgarp.
2.
AHĠ EVRAN ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ YRD. DOÇ. DR.
SERHAT ERKMEN ĠLE YAPILAN MÜLAKAT
SORU :
Irak SavaĢının ilan edilen gerekçeleri sizce ne derece geçerliydi?
CEVAP: Geçerli değildi. Bazı Ģeyler yasaldır, bazı Ģeyler meĢrudur. Irak
SavaĢının ilan edilmeye çalıĢılan gerekçeleri ne yasaldı ne de meĢruydu.
Yani ABD ülkeye savaĢ açarken, Saddam Hüseyin‟in ülkede çeĢitli kitle imha
silahları bulundurduğu, Irak halkına zulmettiği iddialarıyla bu savaĢa giriĢti.
Bu gerekçeler ne yasal; ne de meĢru olmadığı için ABD BM Güvenlik
Konseyinden karar bile çıkaramadı.
BM kararı da alınmadığı için ABD Irak‟ı istediği gibi yapılandırdı ve
iĢgal etti. 1,5-2 yıl kimseyi Irak‟a sokmadı. BM de buna dahildir. Daha sonra
ABD, Irak‟ta
BM‟nin desteğine ihtiyaç duyduğu ölçüde BM Güvenlik
Konseyinden
Irak‟ın yeniden yapılandırılmasına iliĢkin kararlar çıkartıldı.
Hatta o dönemde BM özel temsilcisi Bağdat‟ta öldürüldü. Bu olaydan sonra
BM de Irak‟tan elini çekti, her Ģey ABD‟lilere kaldı. Bu bana, bir anlamda
ABD‟nin kendi istediği doğrultuda yeniden yapılandırma sürecinin bir parçası
gibi geliyordu. Yani Irak ordusunun yetersiz Ģekilde örgütlenmesi üzerine,
eğitim üzerine bir program istendi. Türkiye bu çerçevede destek verdi.
Sonuçta meĢru değildi ve kimse de meĢruiyetini kabul etmedi.
Bu gerekçelere inanan da olmadı. Konu uluslararası hukuk açısından
ve uluslararası kuralların meĢruiyeti açısından da defalarca incelendi. Bu
A-3
EK A’NIN DEVAMI
konu ile ilgili olarak, 2002 yılı sonu- 2003 yılı baĢında pek çok makale de
yazılmıĢtı. Konu uluslararası iliĢkiler ve uluslararası hukuk literatürü
açısından da önemliydi. Bu durum da tesadüfen ortaya çıkmadı yani insanlar
durduk yere bu konu ile ilgili makaleler yazmaya baĢlamadılar. Çünkü ABD
özellikle 11 Eylül‟den sonra baĢka devletlerin iç iĢlerine müdahale etme
konusunda uluslararası hukuk alanında, uluslararası platformlarda bu
durumu meĢrulaĢtırmak için kendine yeni yöntemler aradı. Bunda da önemli
ölçüde baĢarısız oldu. Bu tartıĢmaların o zaman yapıldığı dönemde, herkes
Ģu soruyu soruyordu: “Ne yani her kendi içinde kötü yönetim gösterene
operasyon mu yapılacaktı? Ya da o ülke iĢgal mi edilecekti?” Nitekim
ABD‟lilerin Irak‟ı iĢgali aslında bu sorunun yanıtına önce “evet” dedi. Yani
Ģöyle söyleyebilirim. Irak‟ın ABD ordusu karĢısındaki gücü neydi ki? O dönem
güçlü olan taraf tabi ki ABD‟lilerdi. O dönem bütün Orta Doğu ülkelerinde
buna Türkiye de dahil olmak üzere ABD tarafından kolaylıkla iĢgal
edilebileceği düĢüncesi oluĢtu. Nitekim Türkiye‟de bu konuyu iĢleyen bazı
komplo teorileri üretildi, Metal Fırtına türü kurgu romanlar da çok sattı. Bu
odakta bakıldığında iĢgalin yasallığı yoktu. MeĢruiyeti de yoktu. Ama bu bir
gerçekti ve iĢgalden sonra da sorgulanmaya ve dikkatleri üzerine çekmeye
devam etti.
SORU :
Irak SavaĢı‟nın asıl gerekçesi neydi?
CEVAP: Orta Doğu‟nun yeniden yapılandırılması. Bu çok açıktı. Bence
ABD‟nin Irak‟ı iĢgal etmesinin en önemli nedeni, Orta Doğu‟daki sürecin kendi
aleyhine geliĢtiğini çok net bir Ģekilde görmesiydi. Bunu söyle tanımlayabiliriz.
Bugün nasıl Orta Doğu‟daki güncel geliĢmelerin bir kısmının arkasında ABD
varsa; bundan 10 sene önce de bunların yapılması gerektiğini düĢünüyordu.
Çünkü Orta Doğu‟daki mevcut yapıda, halk kendilerini bulundukları konuma
ABD‟lilerin getirdiğini düĢünüyor ve ABD karĢıtı, Ġsrail karĢıtı, kendilerini
yöneten rejimlere karĢı olan ve her geçen gün artan oranda bir kitle mevcut
ve huzursuzluğun sürekli arttığı bir yapı vardı. Kaldı ki sadece ABD‟liler değil,
Ġngiltere‟nin Osmanlı sonrası Orta Doğu‟da kurduğu yapı da önemli bir
sorundu. Ġngiltere sistemin içindeki Irak‟ı Ģöyle ifade edeyim Ürdün, Irak,
A-4
EK A’NIN DEVAMI
Suriye, Suudi Arabistan, Ġran gibi geniĢ bir perspektifte düĢünerek Irak‟ın
sınırlarını çizmesi Orta Doğu‟daki diğer devletlerin inĢa edildiği yapıyı
belirlemiĢti. Bu yapıyı kökten değiĢtirebilmek için Irak‟ın durumunun
değiĢtirilmesi Ģarttı. Irak‟ın ordusu Körfez SavaĢı sonrası zayıflamıĢtı. Yoğun
bir ambargo uygulanıyordu. Temel niyet ABD‟nin iĢine yarayabilecek yeni bir
sistem oluĢturulmasıydı ve bunun yapılması için Irak kitlesel bir değiĢimin ilk
noktasıydı. Bunu bir süre devam ettirdiler. Ne zaman ki Irak‟ın içinde durum
ABD aleyhine dönmeye baĢladı. O zaman durdular. Ondan sonra da Irak‟ın
içindeki yapılanma da değiĢmeye baĢladı. Sünni Arapların tekrar sisteme
dahil edilmeye baĢlaması 2006‟nın sonundaki olaylar neticesinde Bush
yönetiminin kısmi tavır değiĢikliği, Obama‟nın bambaĢka bir yol izlemesi.
Suriye ile diyalog yolunun tercih edilmesi, Ġran‟la keza diyalogun açılması,
Mısır‟ın pozisyonu Türkiye‟nin iç iĢlerinin gözden geçirilmesi, Irak‟ın Kürt
varlığının dizginlenmesi, aĢırılıklarının dengelenmesi gibi olaylar yeni bir
durumu iĢaret ediyordu. BaĢlangıçtaki hedefleri yeniden düzenlemekti fakat
iĢlerine yaramadı.
SORU :
Irak SavaĢı‟nda Ġsrail nasıl bir rol oynadı?
CEVAP: ġimdi, Ģunu söyleyebilirim. Irak iĢgalini Ġsrail baĢlatmadı fakat
Irak‟ın iĢgaliyle ortaya çıkmıĢ olan gündem, baĢlangıçta Ġsrail açısından
olumlu sonuç verdi. O dönem Ġsrail güvenlik stratejisine bakıldığında Ġsrail
doğu cephesi iki temel tehditten oluĢuyordu. Birincisi Irak; ikincisi Suudi
Arabistan‟dan gelen tehditti. Bir kere Suudi Arabistan ordusu Ġsrail‟le
mücadele edebilecek büyüklükte değildi. 1973 savaĢı ve 1967 savaĢı
gösterdi ki, Irak‟ın destekli ordusu Ġsrail‟i zor durumda bırakabilirdi. Özellikle
Irak ordusunun, Ürdün ve ġeria Nehri üzerinden Ġsrail topraklarına
girebilmesi, Irak‟ı önemli bir tehdit konumuna getiriyordu. Irak‟ın Ġsrail karĢıtı
büyük bir ordu olarak denklemden çıkması Ġsrail‟i rahatlattı. Fakat yeni bir
tehdit de yarattı. Zaten önemli bir düĢman olan Ġran‟ın daha da güçlenmesi
olgusunu yarattı.
A-5
EK A’NIN DEVAMI
SavaĢtan önce bazı Yahudilerin yazılarına bakıldığında, savaĢı net bir
Ģekilde desteklediği görülüyor. Fakat bazı Yahudi stratejistler aynı fikirde
değildi. Irak‟ın iĢgalinin Ġsrail açısından beklenen sonuçları vermeyeceğini,
Ġran‟ın daha da güçleneceği ve dolayısıyla iĢgalin Ġsrail açısından çok olumlu
sonuçlar doğurmayacağını söylüyorlardı. Bunlar haklı da çıktılar. Fakat
çoğunluk öbür taraftaydı. Bunlar, ABD‟nin getireceği güçlü ordunun Orta
Doğu‟yu kontrolü altına alabileceğini, yönlendirebileceğini, oluĢturulacak Yeni
Orta Doğu içinde Ġsrail‟in daha etkin bir konuma geleceği ve güçleneceğini
düĢünüyorlardı ve projeyi bu nedenlerle destekliyorlardı. Fakat zamanla
ortaya çıktı ki, ABD Irak‟ta çok kötü batağa saplandı ve güçlenen asıl faktör
Ġran olmaya baĢladı. Bu Ġsrail‟in özellikle Irak özelinde bakıldığında bir
politikasının çok daha önemli olduğunu görebileceğiz. Hiçbir Ģey Ġran faktörü
Ġsrail için tehlike yarattıkça, Ġran Irak‟ın içindeki çeĢitli gruplara oynamaya
baĢladı. Bunların baĢında ġiiler geliyor ki bunların arası hala Araplarla çok
kötü.
ġunu söyleyebiliriz, Irak‟ın kuzeyindeki Ġsrail varlığı, basın organları ile
vb. organlarla kanıtlandı. 2006-2007 yıllarında çeĢitli ajanslarda Ġsrail
güvenlik kuvvetlerinin peĢmergeleri eğittiğine iliĢkin görüntülü kanıtlar da
ortaya çıktı. Bu anlamda bakıldığı zaman Ġsrail‟le Irak‟lı Kürtler arasındaki
iliĢki, saklanamayacak bir konuma geldi.
Bu noktada Ģunu söyleyebiliriz, Ġsrail belki doğrudan Irak SavaĢını
yaratmadı, birinci derecede savaĢın temel aktörü değildi. Fakat iĢgal
baĢladıktan sonra, Irak‟ta çeĢitli aktörlerin yönlendirilmesinde önemli rol
oynadı. Fakat Irak‟ın geleceğinin belirlenmesinde önemli bir faktör olup
olmadığı tartıĢmalıdır. Sadece Irak‟lı Kürtler bakımından düĢünüldüğünde
önemli bir faktör olduğu ortada ama Ġsrail‟in ne kadar bağımsızlığı
desteklediği ne kadar desteklemediği bir soru iĢareti, çünkü Irak‟ın
parçalanması ve Irak‟lı Kürtlerin Ġsrail tarafından olması Ġsrail açısından bir
avantaj ve Araplar üzerinde yeni bir baskı anlamına geliyor ama diğer
taraftan, Ġran‟ın çok daha güçlü olabileceği bir Irak devleti anlamına gelir ve
A-6
EK A’NIN DEVAMI
evet, Irak devleti Ģimdikinden çok daha fazla Ġsrail karĢıtı olacaktır. Bu
durumda, Ġsrail‟in çok ciddi bir ikilem içinde olduğu görülecektir.
SORU :
Yani Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail daha güvenli hale geldi mi?
CEVAP: BaĢlangıçta evet, sonrasında hayır. Bugün, Ġran‟ın Ġsrail üzerinde
yarattığı güvenlik tehdidi, Saddam‟ın yarattığı tehditten çok daha büyük.
SORU :
Günümüzde
Orta
Doğu‟da
yaĢanan halk hareketleri Ġsrail
açısından düĢünüldüğünde nasıl etki doğurur ?
CEVAP: Avantajları da var, dezavantajları da var. Orta Doğu‟nun en önemli
meselelerinden birisi Irak‟ta hükümetin kurulması ve Ġsrail Filistin meselesidir.
Buradaki Ġsrail-Filistin meselesi, Hamas‟tan vs. kaynaklanmıyor, ĠĢin bir
tarafında kabul edilemeyen, herkesle kötü iliĢkilere sahip, sürekli sorun
çıkaran, batıda da çok iyi bir Ģekilde tanınmayan bir DıĢiĢleri Bakanı ve Ġsrail
hükümetinin oluĢudur. Zaten sadece Ġsrail hükümeti kötüdür ya da barıĢın
önünde önemli bir engeldir biçiminde kimse bir söylem üretmiyor. Yani, bir
taraftan bakıldığında Ġsrail hükümeti çok ciddi bir rahatlama içindedir. Öte
taraftan bakıldığında, Ġsrail açısından bu rejimlerin zor durumda olması kısa
vadede Ġsrail‟i rahat bırakır. Ancak, uzun vadede bakıldığında, eğer Orta
Doğu‟daki geliĢmeler belli bir yöne doğru giderse, Ġsrail çok ciddi bir Ġslam
tehdidiyle karĢılaĢır ve Ġran‟dan daha büyük bir tehdit ortaya çıkar. Özellikle
güçlü Sünni rejimlerin ortaya çıkması, Ġsrail‟i zor durumda bırakır. Ayrıca
Mısır‟da belli bir iktidar değiĢikliği söz konusu ama bir rejim değiĢikliğinden
bahsetmek Ģu an için mümkün değil.
Ama eğer Mısır‟da Müslüman
kardeĢler, iktidarı önce ele geçirir sonra da siyasi alanı yönlendirebilirlerse ki
bu durumda Mübarek rejiminin Ġsrail‟le sürdürdüğü Soğuk BarıĢ sona ererse
ya da Ġsrail‟in isteklerini yerine getirmeyen bir yönetim oluĢursa, Ġsrail çok
daha büyük bir düĢmanla karĢılaĢır.
Ayrıca aynı tehdit, Ürdün‟ü ve Suriye‟yi de etkiler. BeĢĢar Esad rejimi
Ġsrail‟le barıĢ yapmamıĢ ve Ġsrail‟e düĢman bir rejimdir. Ancak bu düĢmanlık
A-7
EK A’NIN DEVAMI
gerçek değildir. Nasıl, Mısır‟la Ġsrail arasında soğuk bir barıĢ varsa, Ġsrail‟le
Suriye arasında da Soğuk bir savaĢ vardır. Ġsrail‟in Suriye içinde yapmıĢ
olduğu operasyonlar dıĢında karĢılıklı adam öldürme falan yoktur. Birbirlerine
karĢı yürütmüĢ oldukları bir takım dolaylı faaliyetler vardır. Bunu özellikle
Ġsrail gerçekleĢtiriyor ki, 2007‟de Korelilerin kurmaya çalıĢtığı nükleer
reaktörün vurulması ya da 2002‟deki Esad‟ın sarayının üzerinden Ġsrail savaĢ
uçaklarının geçmesi gibi…
Fakat Müslüman KardeĢler; Suriye‟de Esad rejimini devirecek olursa,
ilk etapta Ġran etkisinden çıkan, yeni bir Suriye oluĢacaktır. Bu yeni Suriye, en
az Mısır‟daki kadar, siyasal Ġslamcı olabilir ve böylece iki cepheli hatta
Ürdün‟ün de katılması ile 3 cepheli bir Müslüman KardeĢler kıskacında bir
Ġsrail sonucu ortaya çıkabilir ki bu tehdit, Ġran‟ın 1500 km öteden yolladığı
füzeden daha büyük bir tehdit olacaktır.
Buna göre, ABD‟nin süreci kontrol edebilmesi ve yönlendirebilmesi
Ġsrail‟in lehine sonuçlar ortaya çıkarabilir ancak ABD‟nin beklentileri
karĢılanamayacak olursa o zaman Ġsrail aleyhine geliĢmeler ortaya
çıkabilecektir.
3.
KUDÜS ĠBRANĠ ÜNĠVERSĠTESĠ ÖĞRETĠM ÜYESĠ DR. PĠKĠ ISH
SHALOM ĠLE YAPILAN MÜLAKAT
SORU :
Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri sizce ne derecede geçeli
idi?
CEVAP: Irak SavaĢı‟nın ilan edilen gerekçeleri, Irak‟ta kitle imha silahları
bulunduğuna, Irak‟ın terörizme destek vermesine ve insan hakları ihlallerine
dayalı inanıĢtı. Kesin bir kanıya varmak zor ancak, Irak‟ta Kitle Ġmha Silahı
bulunduğuna
kesinlikle
inanmıĢlardı,
Terörizme
yönelik
bir
amaç
edinildiğinden emin değilim. Ġnsan hakları ihlalleri nedenler arasında yer
alıyordu ancak destekleyici yönde bir nedendi.
A-8
EK A’NIN DEVAMI
SORU :
Irak SavaĢı‟nın asıl nedenleri neydi ?
CEVAP: Petrolün ya da kiĢisel husumetin (bir grubun ortak husumeti olması
muhtemel)
gerçek
neden
olduğunu
iddia
etmenin
zor
olduğunu
düĢünüyorum. Sonuçta Kitle Ġmha Silahı bulunması ve bölgeyi istikrarlı hale
getirmek için demokrasi ihraç etmek gerektiğine yönelik inanıĢ ile sınırlı
kalıyoruz.
SORU :
Irak SavaĢı‟nda Ġsrail‟in rolü neydi?
CEVAP: Irak SavaĢı‟nda Ġsrail kayıtsız kalmıĢtı. Ġsrail güvenlik politikaları
savaĢın karĢısındaydı zira istikrarsızlığa neden olacaktı.
SORU :
Irak SavaĢı Ġsrail‟in güvenlik politikalarını nasıl etkilemiĢti?
CEVAP: Irak SavaĢı, Ġsrail‟in güvenliğini olumsuz etkiledi. Zira Ġran bunu
Orta Doğu‟da etkinliğini artırmakta kullandı.
SORU :
Irak SavaĢı sonrasında Ġsrail‟in Orta Doğu ülkeleri ile olan
iliĢkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz ?
CEVAP: Bazı ülkelerle iliĢkilerde geliĢme yaĢandı çünkü Ġran ortak
düĢmandı. (Son geliĢmelere kadar) Mısır‟la yürütülen iliĢkiler bu yöndeydi.
Diğer ülkelerle ise gerileme yaĢandı ki bu ülkeler Ġran ile iĢbirliği yapmayı
tercih ettiler. Bu durum da bana göre Türkiye ile yaĢanan durumu açıklıyor.
SORU :
Orta Doğu‟da son dönemde yaĢanan halk hareketlerinin Ġsrail
açısından değerlendirebilir misiniz?
CEVAP: Böyle bir değerlendirme yapmak için henüz çok erken. Bu
geliĢmelerin bir demokratikleĢme süreci olmasını temenni ediyorum. Ancak
hala bu geliĢmeler farklı bir yöne de kayma potansiyeline sahip. Kısa vadede,
A-9
EK A’NIN DEVAMI
Ġsrail-Mısır
iliĢkilerine
zarar
verecektir.
olabileceğini bilemiyorum...
A-10
Fakat
sonraki
süreçte
neler
Download