ermeni sorunu - Turkish Forum

advertisement
ERMENİ SORUNU
İDDİALAR - GERÇEKLER
TÜRK - ERMENİ İLİŞKİLERİ
Ermeniler; Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin
hakimiyeti altında yaşamışlardır. Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve
onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde
ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini
ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu'nun bir yerinden
diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören
Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü,
birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma
çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, "Ermenilerin altın çağı" olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin çalışan, liyakatli, dürüst ve üretken her teb'asına sağladığı
imkanlardan Gayr-i Müslimler içinde en çok faydalananlar; Ermeniler olmuştur.
Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari
işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış
olduklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak kabul edilmişlerdir.
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine zor rastlanır bir olaydır: Fatih Sultan
Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni
episkoposluğunu, çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi, Fatih'in ve
Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir
örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın, başka bir dinin üyeleri için ruhani
riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görülmüştür.
"Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki
savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın
değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz."
diyen günümüzün Ermeni Patriği II. Mesrob'un sözleri de bu olayın önemini
doğrulmaktadır.
Nitekim, Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet
kademelerinde önemli görevlere yükselenler, Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye,
Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar ve hatta Osmanlı
Devleti'nin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler yazanlar bile olmuştur.
Ancak Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemlerde, bazı devletlerin vaatlerine
kanan Ermeniler, on binlerce Türk ve Ermeni'nin ölümüyle sonuçlanan isyan ve
katliamlara başlamışlardır ve bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya
çalışmışlardır.
Selçuklu Dönemi
VII. yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu, Bizans hakimiyetinden çıkarak, önce Emevilerin,
onlardan sonra ise X. yüzyılın sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmıştır. X. yüzyılın
sonlarında Anadolu'nun tamamına Bizans yeniden hakim olmuştur.
1
Bizans İmparatoru Vasil II, hayatının son yıllarında Kafkaslar'da faaliyet göstermiştir.
Ermeni Bağratuni hanedanından Gagik I'in (990-1020) ölümünden sonra bu bölgede
karışıklıklar çıkmıştır. Bu durum Bizans İmparatoru'na başarılı bir müdahale fırsatı
vermiştir. Gürcistan'ın bir kısmı gibi Van bölgesi de Bizans İmparatorluğu'na dahil
olunmuş, Ermeni Ani hanedanlığı ise hayatı boyunca Gagik'in oğlu ve halefi olan İonnas
Smbat'a kalmış, onun ölümünden sonra ise aynı şekilde Bizans İmparatorluğu'na
katılmıştır.
Bizans İmparatorluğu, Ermenilerin yaşadıkları yerleri kendine katmakla kalmamış, aynı
zamanda Ermeni tarihçi Urfalı Mateos'un da belirttiği gibi "Ermeni milletinin
kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler"dir.
1047-1048 yılında Selçuklu Veliahdı Hasan, Van Gölü bölgesine akınlara başlamıştır.
Azerbaycan Genel Valiliği'ne atanan İbrahim Yınal, Tuğrul Bey'den aldığı buyruk üzerine,
Kutalmış ile birlikte harekete geçerek Eylül 1048'de Pasin Ovası'nda Liparit, Aaron ve
Katakalon kumandasındaki Bizans Ordusu'nu bozguna uğratmıştır.
Ölen Bizans İmparatoru Konstantin Dukas'ın (Mayıs 1067) yerine geçen karısı ile
evlenerek iktidarı ele geçiren Romanos VI. Diogenes, Selçuklulara karşı savaşı derhal ele
almış, fakat ordusunun aşırı güçsüzleşmesi nedeniyle büyük bir güçlükle de olsa
çoğunluğu yabancı asıllı ücretlilerden (Peçenek, Oğuz, Norman, Frank, Ermeni, Slav,
Bulgar, Alman, Hazar, Gürcü) oluşan bir ordu toplamıştır.
Bizans İmparatoru Malazgirt'e doğru yola çıkmadan önce, harpten dönünce Ermeni
mezhebini ortadan kaldıracağına yemin etmiştir. Bizans imparatorunun ordusu, 26
Ağustos 1071 tarihinde Sultan Alparslan'ın ordusuna saldırmış, fakat bozguna uğramıştır.
Bizans İmparatorunu esir alan Alparslan, barış imzaladığı Diogenes'i tahta dönmesi için
büyük bir törenle İstanbul'a uğurlamıştır.
Uzun yıllar Bizans hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere Bizanslıların nasıl davrandıkları
konusunu, o dönemleri yaşayanlardan dinlemiş ve yazmış olan Urfalı Mateos şu şekilde
aktarmıştır:
"... Onlar (Romalılar) Katogikosu (Haçik'i), mezhebi için türlü işkencelere maruz
bırakmışlardır. Duyduğumuza göre onlar, onu ateşle tazip etmişler, fakat o, alevlerin
içinden sağ ve salim çıkıyordu."
"İki yıl sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenilere karşı
yürüdü, Hıristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli
bir yılan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu."
Türkler, Bizanslılarla birlikte kendilerine karşı savaşan Ermenilere nasıl davranmışlardır?
Bizanslıların yaptıkları gibi onları hakir mi görmüşler, zulüm mü yapmışlar, yoksa kilise ve
manastırlarını mı yakmışlardır? Ermeniler başta olmak üzere, Selçuklu yönetiminde
yaşayan bütün gayrimüslim azınlığa gösterilen hoşgörüyü Urfalı Mateos şu şekilde
kaydetmiştir:
"539 (27 Şubat 1090-26 Şubat 1091) tarihinde Ermeni Katogikosu Barseg, cihangir
sultan Melikşah'ın yanına gitti. Katogikos bazı yerlerde Hıristiyanların tazyik edildiğini,
Allah'ın kiliseleri ile ruhanilerden vergi istenildiğini ve manastırlarda piskoposların vergi
için tazyik edildiğini görüp, İranlıların ve bütün Hıristiyanların âlicenap ve tatlı sultanının
huzuruna gidip, bütün bunları ona arz etmeye karar verdi. Sultan, senyor Barseg'i huzura
kabul edip, ona büyük iltifat gösterdi ve onun arzularını yerine getirdi. Sultan, bütün
kilise ve manastırları ve ruhanileri vergiden muaf tuttu ve Ermeni katogikosuna fermanlar
verip onu iltifatla uğurladı."
Bu ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi Selçuklu Türkleri, Ermenilere ve diğer
gayrimüslim halka Bizanslıların göstermediği hoşgörüyü göstermiş ve onların dinlerini ve
2
sosyal yaşantılarını korumalarını sağlamıştır. Bu anlayış, Anadolu Selçukluları döneminde
de devam etmiştir. Gösterilen tüm bu hoşgörülere rağmen, bazen Ermenilerin
Bizanslıların ve Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların yanlarında yer aldıkları da
bilinmektedir.
KAYNAK: Yıldırım, Dr. Hüsamettin-; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000
Osmanlı Dönemi
Osmanlı devletinin ilk kuruluş yıllarında Ermeniler, genellikle Çukurova, Doğu Anadolu ile
Kafkasya bölgelerinde küçük prenslikler ve beylikler halinde ve dağınık durumdaydılar.
İran, Bizans, Gürcü, Selçuklu devletleri ve diğer küçük devlet ve beyliklerle karışmışlardı
ve bunların yönetimi altındaydılar.
Ermenilerin Osmanlılarla ilk ilişkileri, çok azınlıkta bulundukları Anadolu'nun batı
bölgesinde başlamıştır. Osman Gazi 1324 yılında Bursa'yı devlete merkez yaptıktan
sonra, Kütahya'daki Ermenilerin çoğunluğu ve Ermeni ruhani reisliği Bursa'ya
nakledilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet 1453'de İstanbul'u aldıktan sonra Ermenilerin Bursa'daki ruhani
başkanı Hovakim'i İstanbul'a getirmiş ve 1461'de yayınladığı bir fermanla Ermeni
Patrikliği'ni kurdurmuştur. Yavuz Sultan Selim'in 1514-1516'da Güney Kafkasya ve Doğu
Anadolu'yu fethetmesiyle buradaki Ermeniler de aynı cemaat bünyesine alınarak İstanbul
Patrikliği'ne bağlanmışlardır.
Tarihlerinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Osmanlı devletinden
gören Ermeniler, Türk milletine samimi olarak bağlanmışlardır. Bu yüzden kısa bir süre
içinde çeşitli yerlerden İstanbul'a göçen Ermeniler büyük bir cemaat oluşturmuş ve
dünyanın en refah içindeki cemaatlerinden birisi haline gelmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet'ten Sultan II. Mahmud'a kadar 350 yıllık süre içinde Hıristiyanların
ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır. "Amira"
denilen bankerlerden, tüccarlardan ve devlet memurlarından oluşan Ermenilerin
yardımıyla; birçok okul, matbaa, kütüphane açılmış, birçok Ermeni genci öğrenim yapmak
ve sanat öğrenmek üzere Avrupa'ya gönderilmiştir. Aynı dönemde bu haklardan Rusya
yönetimindeki Ermeniler yararlanamamışlardır.
Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda,
"Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini,
dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk hükümetinin Ermeni
milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri
Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır sınav günlerinde
buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmek
zorundadırlar. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve
yardımının en iyisini görecektir." demektedir. Görüldüğü gibi Patrik Nerses, Ermenilerin
Osmanlı yönetiminde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini
belirtmektedir.
Osmanlı devleti, Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile yapmayı vaadettiği ıslahatları ilân etmiş,
ancak gayrimüslimler verilen yeni haklardan memnun kalmamışlardır. Tanzimat ile
gayrimüslimlere askerlik mükellefiyeti getirilmiş, devlet memuriyetleriyle idari ve askeri
okullara girmelerine izin verilmiştir. Buna dayanarak Ermeniler, 1863'de yürürlüğe giren
99 maddeden oluşan Ermeni Milleti Nizamnamesi'ni bir fermanla Babıâli'ye
onaylatmışlardır.
3
Osmanlı yönetimindeki diğer gayrimüslim azınlıklar gibi Ermeniler de her zaman birinci
sınıf vatandaş muamelesi görmüşler; askere gitmedikleri gibi, özellikle ticari hayatta kilit
noktaları ellerine geçirmek suretiyle, toplum içinde ön plana çıkmışlar, zengin olmuşlardır.
Devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları,
Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere atanmalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan
16. yüzyılda Ermeni asıllı Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet
adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları ve sonradan
Darphane bakanları, Sasyan ailesinden saray doktorları, 19. yüzyılda Bezciyan ailesinden
Darphane bakanları, Dadyan ailesinden Baruthane bakanları devletin en yüksek
kademelerinde görevler yapmışlardır. 19. yüzyılda ve Abdülhamit devrinde ve sonrasında
ise Ermeni dış işleri görevlileri ve bakanlar bulunmaktadır. Ayrıca birçok Ermeni de
Osmanlı devlet adamlarına danışmanlık yapmıştır.
Ermeniler iddia edildiği gibi soykırıma uğrayan bir topluluk değil, devletin her
kademesinde, her meslekte önemli yerler edinmiş bir grup olmuştur.
Osmanlı-Ermeni ilişkileri açısından en çarpıcı açıklamalar, bizzat Türkiye'deki Ermeni
cemaatinin önderlerinden gelmiştir. Ermeni Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999 günü Hilton
Oteli'ndeki resepsiyonda yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır:
"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya
hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi
kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...
İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir
dünya hepimizin ortak özlemi.
Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav
sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.
Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz, önümüzdeki
binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil.
Tıpkı bugün kutladığımız gibi...
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki
Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in
ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık
bir örneğidir.
Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı
tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü.
Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş
ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini,
dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.
İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre
düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet
adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu
makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.
4
Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını
coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor
ve yarınlara ümitle bakıyoruz."
Osmanlı Devleti'nde Görev Alan Bazı Ermeniler
Agop Gırcikyan
Krikor Agaton
Sahak Abro
Sebuh Laz
Krikor Odyan
Serkis Efendi
Ovakim K. Reisyan
Artin Dadyan
Diran Aleksan Bey
Yetvart Zohrab
Efendi
Hırant Düz Bey
Hovsep Misakyan
Efendi
Sarkis Balyan
Azaryan Manuk
Efendi
Kapriyel
Noradunkyan
Agop Kazazyan
Paşa
Mikael Portukal
Paşa
Sakız Ohannes Paşa
Osmanlı Devleti'nin ilk elçisi (Paris) Reşid Paşa'nın müşaviri.
Osmanlı Devleti'nin Paris'teki Elçiliğinin Maslahatgüzarı(1834-)
Osmanlı PTT Genel Müdürü (1864) Hariciye Vekaletinde görevli
(1848-1850)
Hariciye Vekaleti Umumi Katibi (1850-)
Minas-Paris Türk Elçiliği'nde Katip (1863)
Hariciye Muhakemat Müdürü (1870)
Hariciye'de Baş Sır Katibi (1870-1871)
İstanbul Vize Kasabasının Mahkeme Reisi(1879)/Sakız Adası İhzari
Mahkeme Reisi (1885)/RodosAdası İhzari Mahkeme Reisi (1887)
Paşa Hariciye Müsteşarı (1880)
Belçika'da Türk Sefiri (1862) PTT Müfettişi
Londra Sefiri (1838-1839)
Mesine (İtalya)Sefiri (1900-1907)
La Haye'de Elçi (1900-1907)
Karadağ'da ve İtalya'da Türk Konsolosu (1900-)
Hariciye Müsteşarı
Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi'nde Hariciye Nazırı (1912)
Maliye Nazırı / Hazine-i Hassa Nazırı
Maliye Nezareti Müşaviri (1886~Ziraat Bankası Genel
Müdürü/Hazine-i Hassa Nazırı (1891)
Hariciye Vekaleti Umumi Katibi (1871) Hazine-i Hassa Nazırı
(1897)
Garabet Artin Davut Viyana Sefiri (1856-1857)/Lübnan Valisi (1861)/PTT ve Nafia
Paşa
Nezaretlerinde Nazır (1868)
Krikor Sinapyan
Nafia Nazırı
Krikor Ağaton
PTT Umumi Müdürü (1864)
Jorj Serpos Efendi
Türkiye Telgraflar Umum Sekreteri (1868)
Osgan Mardikyan
PTT Nezareti Nazırı (1913)
Tomas Terziyan
Mülkiye Hocası
Nişan Guğasyan
Mülkiye Hocası
Tavit Çıracıyan
Mülkiye Hocası
Krikor Zohrab
İstanbul Mebusu
Bedros Hallacıyan
İstanbul Mebusu
KAYNAK:
1) Çarıkçıyan,Komidos-; Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953.
2) British Documents on Ottoman Armenians (4cilt), 1983, 1989, 1990,Türk Tarih
Kurumu
3) Göyünç, Nejat-; Osmanlı İdaresinde Ermeniler, 1983
4) Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi, 1985
5
5) Türk Tarihinde Ermeniler (Tebliğler ve Panel Konuşmaları).9 Eylül Üniversitesi, 1985
6) Şimşir, Bilal-; Osmanlı Ermenileri, 1986
7) Ataöv, Türkkaya-; Osmanlı Arşivleri ve Ermeni Sorunu, 1989
I. Dünya Savaşı Dönemi
Osmanlıların 1 Kasım 1914'te İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı savaşa girmesi, Ermeni
komitelerince büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına
katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarına girmişlerdir.
Ayrıca, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartılmış, Osmanlı kuvvetleri
arkadan vurulmuş, sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratılmıştır. Bu katliam yalnızca
Türkleri hedef almamış Trabzon civarındaki Rumlar ve Hakkari çevresindeki Museviler de
Ermeniler tarafından katledilmişlerdir.
Osmanlı Devleti savaşa girmeden kısa bir süre önce Haziran 1914'te Erzurum'da
Taşnaksutyun komitesi toplanmış ve şu kararları almıştır:
"İttihat ve Terakki Hükümeti'nin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden
beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama
konusunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan Taşnaksutyun Kongresi,
İttihat ve Terakki'ye karşı muhalefet durumunda kalmaya, onun siyasi programını
eleştirmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye karar
vermiştir."
Osmanlı seferberlik ilan eder etmez, Marsilya'da yaşayan Türk Ermenileri 5 Ağustos
1914'de bir beyanname yayınlamışlardır. Çeşitli gazetelerde yayınlanan söz konusu
beyannameden birkaç cümle şöyledir:
"Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan
tahkirin intikamını almak için, vazifelerini yapacaklardır. Bize Türk tahakkümündeki
Ermenilere gelince, hiçbir Ermeni'nin silahı, ikinci vatanımız olan Fransa'ya ve onun
müttefik ve dostlarına çevrilmemelidir.
(...)
Ermeniler, kime karşı olduğunu söylemeden Türkiye sizi silah altına çağırıyor;
demiryollarının rayları 300.000 kardeşimizin cesetlerinden geçen II. Wilhelm'in ordularını
ezmeye yardımcı olmak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına gönüllü yazılın..."
Savaş başlayınca Ermenilerin Ruslarla işbirliğine giriştiklerini hemen her kaynakta
bulabiliyoruz.
Bu konuda Philips Price şu ifadeleri kullanmaktadır:
"... Savaş patlak verince bu bölgelerdeki Ermeniler (Doğu vilayetleri kastediliyor)
Kafkasya'daki Rus makamları ile gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yer altı teşkilatı
ile bu Türk vilayetlerinden Rus ordusuna gönüllü sevk edilmeye başlandı..."
Rafael de Nogales şunları yazmaktadır:
"Savaş fiilen başlayınca, Meclis'teki Erzurum Mebusu Garo Pasdermichan (Pastırmaciyan)
üçüncü ordudaki hemen bütün Ermeni Subay ve askerlerle öte tarafa Rusya'ya geçti. Kısa
bir süre sonra onlarla geri dönerek, köyleri yakmaya, ellerine geçen bütün masum
Müslümanları insafsız şekilde kılıçtan geçirmeye başladı. Bu kanlı mezalimin zaruri
karşılığı, Osmanlı makamlarının, her halde henüz kaçmayı başaramadıkları için, halen
6
orduda bulunan Ermenileri askerlerle jandarmaları silahtan soyutlayarak, onları yol
inşaatında ve malzeme nakliyatında kullanılmak üzere iş taburlarına nakletmesi oldu."
Clair Price ise şöyle yazmaktadır:
"1908 Anayasası gereğince Enver Hükümetinin askerlik çağına gelmiş Türkler gibi
Ermenileri de silah altına çağırmak hakkı vardı, ama, silahlı bir karşı koyma, özellikle
Zeytun'da derhal başladı. Doğu hudutları boyunca Ermeniler Rus ordusuna kaçmaya
başladılar. Enver Hükümeti geri kalanların sadakatinden şüphe ederek onları iş
taburlarına sevk etti."
Osmanlı Hükümeti 3 Ağustos'ta seferberlik ilan etmişti. Zeytun'lu Ermeniler Osmanlı
bayrağı altında bulunmayı istemeyerek kendi subaylarının yönetiminde bir Zeytun Fedai
Alayı kurarak bölgelerini korumak istemişler, tabiatıyla kabul edilmeyen bu talepleri
üzerine 30 Ağustos tarihinde fiilen isyan etmişlerdir. Takip sonunda 60 kadar asi silahları
ile yakalanmış ve bir süre sakinlik oluşmuşsa da Aralık ayında, Zeytunlular yeniden
mülkiye memurlarına ve jandarmalara saldırmaya başlamışlardır.
1915 Mayıs ayına gelindiğinde, Ruslar Doğu Anadolu'da ilerler, İngiliz ve Fransızlar
Çanakkale'yi zorlar ve Güney'de kanal harekatı yapılırken, ülkenin iç durumu budur.
Zeytun, Van ve Muş'ta isyan çıkmıştır. Van isyanı, şehrin Rusları tarafından işgaline yol
açmıştır. Zeytun ve Muş isyanı devam etmektedir. Ülkenin her tarafı asker kaçakları ile
dolu, her taraf çetelerin saldırılarına maruz, eli silah tutan Türklerin askere gitmeleri
neticesinde meydan Ermenilere kalmıştır. Devlet bir taraftan savaşırken, bir taraftan da
isyanlarla uğraşmaktadır. Osmanlı böyle bir durumda tehcir kararı almak zorunda
kalmıştır(1).
Türkiye'deki Ermenilerle ilgili olarak savaş içinde alınan bir karar daha vardır ki,
Patrikhane'yi ilgilendirir. 10 Ağustos 1916 tarihli Takvim-i Vekayi'de neşredilen yeni bir
nizamname ile, Türkiye'deki Ermeni Kiliselerinin Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan'ın
batısında) ile ilgisi tamamen kesilmiş, Sis ve Akdamar Katogikoslukları birleştirilip,
Katogikosluğun merkezi Kudüs'e nakledilmiş ve İstanbul Patrikliği de bu Katogikosluğa
bağlanmıştır. İstanbul Patriğinin ise ancak mezhepler nezareti ile temas edebileceği
hükme bağlanmıştır. Nizamname ayrıca Patrik seçimi ve Patrikhane Meclislerine de yeni
bir şekil vermiştir(2).
KAYNAK:
1) Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, sh. 193-209
2) Gürün, a.g.e., sh. 229
Sevr ve Lozan'da Ermeniler
Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla imzalanan Sevr Antlaşması, Ermenileri bir
kez daha umutlandırmıştır. Bu antlaşmada Ermenistan'ın özgür ve bağımsız bir devlet
olarak tanınması öngörülmekte, sınırın tespiti ise ABD Cumhurbaşkanı Wilson'ın takdirine
bırakılmaktadır. Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran 24
Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm yer
almamaktadır.
1920 yılı sonlarında Doğu Anadolu Cephesi'ndeki Türk ileri harekatının başarılı sonuçlara
ulaşması üzerine, Milletler Cemiyeti, İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, Ermenilerin
durumunu düzeltmek ve Ermenilerden geriye kalanları sözde karşılaşacakları tehlikeden
kurtarmak amacıyla gereken önlemleri almak ve Türkiye'de zaman ve şahıslara göre
7
değişmeyen bir durumu yaratmak için öneri vermiş; Genel Kurul da toplantıya
çağrılmıştır. Bu toplantıda, ilgili hükümetlerle anlaşarak Ermeni sorununu acele bir çözüm
bulmak ve Ermenilerle Türkler arasındaki çatışmayı sona erdirmek için bir devletin
görevlendirilmesi ve bu konuda bir rapor hazırlanması amacıyla bir komisyon kurulması
kararı verilmiştir.
27 Şubat 1921'de Londra'da bir konferans toplandı. Bu konferansta Ermeni
delegelerinden Boghos Nubar ve Aharunyan da dinlenmiştir. Her iki Ermeni delegesi de,
Sevr Antlaşması'nın yürürlükte kalması için direnmişler ve bunun için pek çok neden
göstermişlerdir. Ermeni delegeleri, Kilikya için özerklik istemişlerdir. Fransız delegesi,
Kilikya'daki durumun değiştirmenin güç olacağını, ancak Fransız Hükümetinin buradaki
azınlıklara önem vereceğini söylemiştir. Konferansın önemli sonuçlarından biri Türkiye
topraklarında "bağımsız bir Ermenistan" kurulması yerine, Ermeniler için Doğu
Anadolu'da bir "ocak kurulması" kararının çıkmasıdır.
Londra Konferansı'nda, Sevr Antlaşması'ndaki hür ve bağımsız bir Ermeni devleti yerine,
ortaya ne olduğu belirsiz bir "ocak" sözcüğü çıkmıştır. Bu değişik sözcük, Türklerin
yönetimi altındaki Ermenilere özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı misyonerler
tarafından bir uzlaşma şekli olarak ortaya atılmıştır. Milletler Cemiyeti, 21 Eylül 1921'de
bu ocağın Türkiye'den ayrı ve bağımsız olmasına karar vermiştir.
Ermeni delegeleri, "ocak" kararına karşı çıkmışlar; bağımsız, birleşik ve bütün bir
Ermenistan kurulması amacını savunmuşlardır. 1922 yılında Paris'te toplanan İngiltere,
Fransa ve İtalya dışişleri bakanları, 1921 yılı Mart ayında Londra'da toplanan konferansta
kurulmasına karar verilen Ermeni yurdunu konuşmuşlardır. Milletler Cemiyeti'nin de bu
konudaki kararına uyulacaktır. Ancak bu tarihten önce, 16 Mart 1921'de Moskova
Antlaşması; sonra da Kafkas Cumhuriyetleriyle Türkler arasında 13 Ekim 19121'de Kars
Antlaşması; Fransızlarla da 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması yapılmıştır. Kilikya'nın
Türklere verileceği anlaşılmaktadır.
Lord Curzon, Nisan 1921'de Lordlar Kamarasında; "Kilikya'da çoğunluk İslamlarda ve
Türklerde olduğundan, Kilikya'nın Türkler terk edilebileceğini" söylemiştir. Bu durum
Kilikya'daki azınlıklar adına Paris Barış Konferansı'nda protesto edilmiştir.
26 Mart 1922'de İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları, Paris'te bir toplantı
yaptılar. Sevr Antlaşması'nın Ermenilere tanıdığı haklar kalkmış ve bağımsız bir
Ermenistan yerine ilk defa Londra Konferansı'nda milli bir Ermeni yurdu teşkili projesi
ortaya atılmıştır. İngiltere, bu milli yurdun (ocak) Kilikya'da, Fransızlara göre de Doğu
Anadolu'da kurulmasını önermiştir. Bu toplantıdan da özetle şu karar çıkmıştır:
"Ermenilerin durumumu, bunların karşı karşıya kaldıkları müthiş felaketler ve müttefik
devletlere karşı savaşta yaptıkları yardımlar dolayısıyla göz önünde tutulmalıdır. Bu
nedenle Ermenilerin korunması ve durumlarına bir çare bulunması için milli bir ocak
kurulması amacıyla Milletler Cemiyeti'nin yardım etmesi rica olunur."
Böylece Paris'te toplanan Müttefik Devletler Dışişleri Bakanları, Sevr Barış Antlaşması ve
Londra Konferansı isteklerinden ayrılarak işi en sonunda Milletler Cemiyeti'ne
aktarmışlardır.
Türk ordusunun Garp Cephesi'nde 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 30 Ağustos
1022'deki Başkomutanlık Meydan Muharebesi'yle sonuçlanan zaferinden sonra, 11 Ekim
1922 tarihinde, Mudanya Antlaşması imzalanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
delegeleri, İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922'd6e İsviçre'nin Lozan Şehrinde
yapılacak barış konferansına davet edilmiştir.
8
Ermeni sorunu Lozan'da "Azınlıklar Sorunu" arasında görüşülmüştür. Azınlıklar için ileri
sürülen maddelerin özeti şöyledir:
a. Türkiye'de azınlıklara dil, din ve benzeri konularda bazı haklar sağlanmalı ve bu haklar
Milletler Cemiyeti tarafından denetlenmeli.
b. Hıristiyanlar askerlik yapmamalı, buna karşılık para olarak bedel vermeli.
c. Din ve mezhep ayrıcalıklarının aynen kalmalı.
d. Azınlıklar için genel af çıkarılmalı.
e. Seyrüsefer serbestliğinin tanınmalı.
f. Yerlerinden göç etmiş olan Ermenilerin eski yerlerine tekrar dönmelerine izin verilmeli.
g. Ermenilere Doğu Anadolu'da ve Kilikya'da bir yurt verilmeli.
Lozan Konferansı'nın 13 Aralık 1922 tarihli toplantısında azınlıkların korunması konusunda
İngiliz delegesi Lord Curzon, yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
"Şimdi Ermenilerden söz edeceğim. Bunlar yalnız birkaç batından beri karşılaştıkları,
medeni alemi dehşete düşüren zulümlerden dolayı değil, fakat gelecekleri hakkında
kendilerine verilmiş olan güvence nedeniyle göz önüne alınmaya layıktır.
Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan'da bir Ermeni hükümeti vardır. Bana
söylediklerine göre burada 1.250.000 nüfus mevcuttur. Her taraftan gelen göçmenlerle
sıkışıklık artmış ve artık kimseyi alamaz bir hale gelmiştir. Diğer taraftan Kars, Ardahan,
Van, Bitlis, Erzurum'daki Ermeniler zarar görmüşlerdir.
Fransızlar Kilikya'yı boşaltırken buradaki Ermeni halk da korkudan Fransız ordusunu
izlemiştir. Şimdi bunlar İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye'nin Türkiye sınırı
boyunca dağınık bir haldedir. Sanıyorum ki, evvelce üç milyon olan bu Ermenilerden
şimdi Anadolu'da 130.000 kişi kalmıştır. Pek çoğu Kafkasya'ya, Rusya'ya, İran'a ve diğer
komşu ülkelere dağılmışlardır. (...) Her halde geleceğin Türkiye'sinde, gerek Anadolu'da
ve gerek Rumeli'nde pek fazla bulunacak Ermenilerin güvenlik ve korunmaları için
antlaşmaya özel maddeler konulması gerekecektir.
Şimdi bir Ermeni yurdu kurulması için gerek Ermeniler ve gerek Ermenileri sevenler
tarafından yapılan isteklerden söz edeceğim. Ermenilerin kendi topraklarında oturmak
istemeleri çok doğaldır. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları, buna yetmez. Bu nedenle
Türkiye'deki Ermeniler için, ister kuzeydoğu ve ister Kilikya'nın güneydoğusunda bir arazi
verilmesi isteniyor. Durum, bu isteklerin yerine getirilmesini evvelkinden daha zor bir
hale getirmiştir. Fakat biz Türk delegelerinin bu konudaki görüşlerini öğrenmekle mutlu
olacağız."
Lord Curzon, bundan sonra bu sorunun ayrıntılarıyla incelenmesi ve kesin önerilerin
bildirilmesi için bir tali komisyon kurulmasını istemiştir. M. Barer ve Marki Garoni de aynı
ilkeler üzerinde düşüncelerini söylemişlerdir.
Türk delegasyon başkanı İsmet İnönü, diğer konular hakkında ayrıntılı belgelere dayanan
açıklamalar yaptıktan sonra, özellikle şu hususları belirtmiştir:
"Türk milleti ve Türk hükümeti, çıkarılan isyanları daima sabrı tükendikten sonra bastırma
önlemlerine başvurmuş ve isyancılara karşılık vermiştir. Ermenilerin Türkiye'de
9
karşılaştıkları bütün kötülüklerin sorumluluğu, kendi hareketlerine aittir. 1909 yılındaki
Adana olayları ve yine Dünya Savaşı'nda Anadolu'nun birçok vilayetlerinde çıkarılan
isyanlar aynı trajedinin korkunç bir devamıdır. Belirtilen olaylardan da anlaşılacağı gibi
Osmanlı Devleti içindeki gayri müslim unsurlar, yüzyıllardan beri rahat ve refaha
yaşadıkları memleketin yöneticilerinin iyi duygularını suistimal etmedikçe Türkler bunların
haklarını hiçbir zaman inkar etmemişlerdir.
Türk Hükümeti ve milletinin insanlığa uymayan hiçbir hareketinden bugüne kadar bir
şikayet nedeni bulamamış olan Musevi cemaatinin gösterdiği örnek, Rum ve Ermeniler
hakkındaki üzücü olayların suçunun bizzat bunlara ait bulunduğunu ispat etmeye yeter.
Bu nedenle tarih, azınlıklar sorunun iki esaslı etkenin gözden uzak tutulmamasını
öğütlüyor.
Evvela bazı devletlerin azınlıkları korumak bahanesiyle memleketin içişlerine karışma
arzusu konusundaki dış politik etki ve bu suretle arzulanan karışıklığın kışkırtmalar
yapmak ve karşılıklar çıkarmak suretiyle meydana gelmesi; ikincisi böylece cesaret
verilen azınlıkların bağımsız devlet kurmak için kurtulmaya karşı eğilim ve isteklerinin
bilinmesi üzerine meydana gelen iç politik etkenler.
Ermenilere gelince: Türkiye'yle Ermeni cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalarla
güçlendirilmiş olan ilişkiler, Ermeni cumhuriyeti hükümeti tarafından yapılacak herhangi
bir kuşatma olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan Türkiye'de kalmaya karar
vermiş olan Ermeniler, iyi vatandaş olarak yaşamanın kesin lüzumunu artık göz önünde
bulundurmalıdırlar. Sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi delegeleri şu
düşüncededirler:
a. Türkiye'deki azınlıkların durumunun düzeltilmesi her şeyden evvel her nevi yabancı
karışmasıyla gelecek kışkırtmaların giderilmesine bağlıdır.
b. Bu amaca ulaşmak için her şeyden evvel Türk ve Rum halkının karşılıklı değiştirilmesi
gerekir.
c. Karşılıklı değiştirme önlemlerinin uygulanmasından hariç tutulacak olan azınlıkların
güvenlikleri ve ilerlemeleri için en iyi güvence; gerek kanunlardan ve gerekse Türk
vatandaşlığından ayrılmış olan bütün cemaatlar hakkında Türkiye'nin vereceği garanti
olacaktır."
Lozan Barış Antlaşması'nda Ermeni sorunlarına değinilmemiş olduğundan hayal kırıklığına
uğrayan Ermeni delegeleri, tutulacak yol hakkındaki gerekli konuşmaları yaptıktan sonra,
İtilaf Devletleri'nin Lozan'da Ermeniler için gösterdikleri gayretler uygun bir sonuç
vermemişse de bu girişimlerin uygun bir zamanda tekrarlanması için politik ilkelerin
sürdürülmesine karar alınmıştır. Ermeni delegeleri, Lozan'dan ayrılırken konferansa
katılan devletlere bir bildiri vermişlerdir. Bildiride özetle şöyle denilmektedir:
"Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından ve basında
yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilaf Devletlerinin Ermeni sorunlarını yüzüstü
bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun çözümlenmemiş olarak kalmasının
Ermenilerin durumunu daha kötü bir hale getirmiş olduğunu göz önüne koymak isteriz.
Versay Antlaşması, Sevr Antlaşması, 1921'de yapılan Londra Konferansı ve 1922'deki
Paris Toplantılarında Osmanlı İmparatorluğundan bazı azınlıkları kurtarmak ve Ermenilere
bir yurt sağlamak için kararlar alınmıştır. Savaş içinde, müttefikler tarafından savaşçı bir
unsur; savaştan sonra da, müttefik olarak tanınan Ermenilere Lozan'da verilen sözlerin,
yapılan vaatlerin yerine getirilmesini sağlayacak bir şey kararlaştırılamamıştır. Bu koşullar
altında Ermeni delegeleri olarak, Ermeniler namına, devletlerden bir defa daha hak ve
10
adalet yolundaki acılarına bir çare bulunması için bir karar verilmesini rica ederiz. Böyle
bir barışın doğuda devamlı olmayacağını belirtiriz."
Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Başkanı A. Aharonyan, 9 Ağustos 1923 tarihinde Milletler
Cemiyeti'ne başvurarak Lozan Barış Antlaşması'nda Ermenilerin varlıklarının da kabul
edilmediğini söyleyerek, Ermeni sorununun Milletler Cemiyeti'nin gündemine alınmasını
rica etmiştir. Yine Ermeniler, 9 Ağustos 1923 günü Müttefik Devletlerin temsilcilerine bir
protesto göndererek Lozan Barış Antlaşması'nda Ermenilerin göz önüne alınmadığından
ve sanki Ermeniler yokmuş gibi imza edildiğinden yakınmışlar; bu antlaşmanın ne barışa
ne de hak ve adalete yaramayacağını savunmuşlar ve bu antlaşmaya karşı olduklarını
belirtmişlerdir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 701-738
Lozan'dan Günümüze
Ermeni sorununu tamamen ortadan kaldıran Lozan Anlaşması'nda itilaf devletleri
tarafından yüzüstü bırakılan ve Türkiye'deki taleplerini gerçekleştirme şanslarını
kaybettiklerini anlayan Ermeniler, yeniden Rusya'ya dönmüşlerdir. Türklerle tarihi
düşman saydıkları Rusya'nın sıcak denizlere inme politikasını hesaba katan Ermeniler, bu
ülkenin her ne şart altında olursa olsun Ermenileri koruyacağını sanmışlardır. Bu düşünce
üzerine bir program yapan Ermeniler, şu ilkeler üzerine çalışılmasını kararlaştırmışlardır:
a. Sovyet Ermeni Cumhuriyeti'nin içerideki rejimden ayrı olarak, ekonomi ve kültürünü
pekleştirmek.
b. Bütün dünyaya dağılmış bulunan Ermenilerin milli duygu, dil, din, kültür ve amaçlarını
yaşatmak ve korumak.
c. Avrupa devletlerinde ve Milletler Cemiyeti'nde Ermeni istek ve iddialarını sürdürmek ve
bunun için fırsat kollamak.
d. Ermeni halkı ve göçmenleri için hayır kurumlarının yardımlarını sağlamak; anasız ve
babasız çocukları yetiştirmek, muhtaç ve hasta olanlara gereken yardımı yapmak.
Bu programı uygulamak ve Avrupa'da yaşayan Ermenilerin katkılarını sağlayabilmek için
bir örgüt kurulması düşünülmüş; ancak bazı çevreler, komitelerin yeniden işe
karışmalarından çekinmişlerdir. Buna rağmen Taşnak Komitesi, "Birleşik ve Bağımsız
Ermenistan" isteklerini sürdürmüştür.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Sovyet Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17
Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı yapılmıştır. Bu pakt 20 yıla yakın yürürlükte
kalmış, ancak 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine Sovyet Rusya Dışişleri Bakanı
Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi'ne nota vererek, anlaşmanın geçersiz olduğunu
bildirmiştir.
Eşzamanlı olarak, ABD'deki Ermeni diasporasının bazı güçlü isimleri bu ülkenin başkanı
Harry S. Truman'a bir dilekçe vermişlerdir. Taşnak komitecilerinin verdirdiği ve eski
hesapların karıştırılmaya çalışıldığı dilekçede; dönemin ABD Başkanı Voodrov Wilson'ın
1920'de sınırlarını çizdiği Ermenistan haritasının yeniden kabul edilmesi için ABD'nin
Birleşmiş Milletler'e öneri götürmesi istenmiştir.
11
Sovyet Rusya, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Ermenilerle ilgili yeni bir politika izlemeye
başlamıştır. Bu politikaya göre; Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti'nde toplanmak üzere
bütün dünyadaki Ermeniler ayaklandırılacak, Türk düşmanlığı düşüncesi yeniden
alevlendirilecek ve böylece Doğu Anadolu Rusların eline geçecekti. Bu amaçla yoğun bir
propaganda çalışmasına girişilmiş, Sovyet Rusya rejiminin iyilikleri sayılıp dökülmüş ve
Sovyet Ermenistan'ındaki Ermenilerin mutluluğu abartılarak yayılmıştır. Yine aynı amaca
uygun olarak, diaspora Ermenilerini aldatmak bulundukları ülkelere ajanlar gönderilmiş,
Ermeni dernekleri kurulmuştur. Ermeni davasının bir insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri
sürülerek, büyük devletlerden bu konuda aracı olmaları istenmiştir.
Sözü edilen süreçte yürütülen bazı çalışmalar şunlardır:
- 1945 yılı Aralık ayında ABD'nin başkenti Washington'da, Ermeniler tarafından "Adalet"
isimli bir Amerikan komitesi kurulmuştur. Komünist eğilimli şahısların kurduğu bu komite,
bir bildiri yayınlayarak Anadolu'nun Doğu bölgelerinin Ermenistan Cumhuriyetine geri
verilmesi ve Wilson tarafından çizilen Türk-Ermeni sınırının uygulanmasını istemişlerdir.
- Eçmiyazin (bugünkü Vagrsabat: Erivan'ın batısında) Katogikosu VI. Kevork Çörekçiyan,
SSCB Devlet Başkanı Stalin, ABD Başkanı Truman ve İngiltere Başbakanı Atlee'ye birer
muhtıra vermiştir. Bu muhtıralarda, eski iddialar tekrarlanılarak, Doğu Anadolu
vilayetlerinin Sovyet Ermenistan'ına katılması istenmiştir.
- Rusya'nın Suriye ve Lübnan'daki çalışmaları ise şöyledir: Sovyet Rusya, Suriye ve
Lübnan'ın zayıf yönetiminden yararlanarak bu ülkelerdeki Ermeni çalışmalarının
yoğunlaşmasını sağlamış, Ermenilere yardım perdesi arkasında onları kışkırtmıştır. Sovyet
Rusya diplomatları tarafından yönetilen bu çalışmalar için Halep, Şam, Beyrut ve daha bir
çok yerde merkezler açılmıştır. Aynı çerçevede, öğretmeleri Rusya Ermenilerinden oluşan
birçok okul açılmış, bu okullara ajan olarak subaylar da sokulmuştur. Bütün bu
çalışmaların sonucunda 30 bini Lübnan'da olmak üzere 100 bin kişilik bir Ermeni örgütü
meydana getirmiştir. Sovyet Büyükelçisi Solod, Moskova eğilimli Ermeni Hrant Devyan
başkanlığında bir komünist partisiyle Şam'da "Ermeni Dostlar Derneği'ni kurmuştur.
Suriye ve Lübnan'daki bu örgütler, "bağımsız bir Ermenistan kurmak vaadiyle
Anadolu'nun doğusunu Sovyetler Birliği'ne bağlamak" amacını gütmüşlerdir.
- 1946 yılı Ocak yılında Beyrut'a gelen bir Sovyet diplomatı, Lübnan ve Hatay Ermenileri
temsilcileriyle ayrı ayrı konuşmuş ve onlara Sovyet Rusya'nın direktiflerini bildirmiştir.
- Lübnan Ermeni Komitesi, 16 Mayıs 1946'da BM Güvenlik Konseyi'ne bir telgraf çekerek
"Bir buçuk milyon Ermeni'nin öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar sırasında Türkler
tarafından istila edilen topraklarımıza ve zorla alınan mallarımıza karşılık adı geçen
topraklarımızın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istiyoruz" demiştir.
- Paris'te faaliyet gösteren Ermenistan savunma komitesi, 1946 yılı Haziran ayında
Fransız Dışişleri Bakanlığı ile birlikte dört büyük devletin dışişleri bakanlarına birer
muhtıra vererek, Kars ve Ardahan'ın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istemiştir.
- Sovyet Rusya, dışarıdaki Ermenileri kandırmaya çalıştığı gibi, içerideki Ermenileri de
çeşitli yollardan etki altına almaya çalışmıştır. Bu çerçevede, 20 Şubat 1946'da
Moskova'daki Politeknik Okulu'nun salonunda Ermeni heyeti delegelerine Ermeni İlimler
Akademisi muhabir üyelerinden Civenof'un bir konferans vermesi sağlanmıştır. Civenof
konferansta, Van, Bitlis, Elazığ, Erzurum, Sivas ve Trabzon illerinin Ermenistan'ın sınırları
içinde bulunduğunu savunarak Ermenilerin toptan öldürülmelerinden söz etmiş ve
Avrupa'daki büyük devletleri bu olaya seyirci kalmakla suçlamıştır. Rusların Ermenilere
gösterdiği ilgiyi öven Civenof, Sevr Antlaşması gereğince Ermenilere verilen Doğu
Anadolu illerinin daha sonra Türklerin saldırısına uğradığını ve Taşnaksutyun komitecileri
tarafından imzalanan Gümrü Antlaşması'yla Türklerin eline geçtiğini söylemiştir.
12
- Milli Ermeni Konseyi, 17 Haziran 1946'da "Ermeni Haklarını Savunma Derneği" isimli bir
Amerikan derneğine New York'ta 800 kişilik bir ziyafet vermiş; burada Türkler tarafından
zorla ele geçirildiği iddia edilen Doğu Anadolu illerinin Sovyet Ermenistan'ıyla
birleştirilmesi amacıyla dünyaya dağılmış bulunan 1.5 milyon Ermeni'nin BM kuruluna
başvurması kararı verilmiştir.
- 29 Temmuz 1946'da Erivan'da bir basın toplantısı düzenleyen İngiliz-Sovyet derneği
delegelerinden Bochon, Sovyet gazetecilerine şöyle demiştir: "Ermeni tarihini bilen her
İngiliz, Ermenilerin çektiği ıstırabı bilir ve onlara sempati duyar. Bu yakınlığı,
memleketimize dönünce İngiliz kamuoyunun genel görüşü haline getirmeye çalışacağız."
- Amerika'daki Ermenilerin Konseyi, 1946 yılı Eylül ayında, "Ermeniler ne istiyor?" başlıklı
bir broşür yayınlamıştır. Broşürde, Ermenilerin nüfuslarının çoğaldığı ve Türkler tarafından
ele geçirilen toprakların boş olduğu iddia edilerek şöyle denmiştir: "Ermeniler
topraklarının kendilerine geri verilmesi için yalnız adaletin yerine getirilmesini istiyorlar."
- Türk-Ermeni Sorunu Savunma Komitesi, 15 Ağustos 1946'da BM'deki 21 milletin
delegelerine bir mesajla başvurarak, Ermeni iddialarını BM gündemine getirmeye
çalışmıştır.
- 24 Nisan 1965'te Fransa'daki Ermeni Kilisesi'nde Mon Senyör Manukyan'ın yönetiminde
bir dini tören yapılmıştır. Aynı günün akşamında bir yürüyüş düzenleyen Eski Muharipler
Derneği, Fransa'daki Meçhul Asker Anıtı'na bir çelenk koymuştur. Ertesi gün de Notia
Dome Kilisesi'nde bir başka ayin düzenlenmiştir.
- "Ermeni Ölülerini Anma Günü" olarak ilan edilen 24 Nisan 1969'da, İngiltere'de yaşayan
genç Ermenilerden oluşan bir grup, Türk elçiliğinin önünden geçerek Türkiye'yi protesto
etmişlerdir.
- Türk düşmanlığı, Amerika üniversitelerinde de kendini göstermiştir. Agop Kevorkyan
ismindeki bir Ermeni zengini, New York Üniversitesi'ne 30 milyon TL bağışlamak suretiyle
üniversitenin "Doğu Enstitüsü"nü kapattırarak yerine "Ermeni Dili ve Tarihi Enstitüsü"nü
kurdurmuştur.
- Latin Amerika'daki Ermeniler, 24 Nisan 1965'te Brezilya'nın Sau Paulu kentinde Yer
Değiştirme Kanunu'nun çıkarılışının 50. Yıldönümü dolayısıyla bir gösteri düzenlemişlerdir.
Aynı gün, Brezilyalı Ermeniler tarafından kaleme alınan "1915 Ermenilerin Macerası" isimli
piyes sahnelenmiştir.
- Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın ABD'yi ziyaret ettiği 2 Nisan 1967'de The NewTimes Gazetesi'ne Ermeni iddialarını savunan bir ilan yayınlanmıştır. Amerika Milli Ermeni
Komitesi tarafından verilen ilanda; Ermeni sorununun BM gündemine alınması istenmiştir.
- Cumhurbaşkanı Sunay'ın Paris gezisi sırasında da bu kez Fransa'daki Ermeniler gazete
yoluyla propaganda yapmışlardır. Hrant Samuel imzasıyla yayınlanan makalede şöyle
denilmiştir: "Paris Ermenileri, General Sunay'ı misafir ederek vatanına karşı hürmet ve
saygılarını açıklamışlar; Türk Cumhurbaşkanı'na karşı tezahüratta bulunmuşlardır. Yalnız
şurasını belirtmek isteriz ki, bu, Ermenilerin Türkiye'den bir istekleri yok demek değildir.
Durmadan haklı davamıza, sükunet içinde ve siyasi yollardan yürüyerek mücadele edecek
ve bir çözüm yolu bulmaya çalışacağız."
- Avrupa gezisine çıkan Patrik I. Horen, Kıbrıs'ta Makarios ile görüşmüştür. Bu
görüşmenin hemen ardından Kıbrıs basınında kışkırtıcı yayınlar başlamıştır. Bu sırada
merkezi Lübnan'da bulunan Ermeni Ramgavar Partisi, kuruluşunun 45. Yıldönümü
dolayısıyla yayınladığı bir bildiride; ulaşmak istedikleri amacın "Ermenilere ait olup,
Türkler tarafından ele geçirilen toprakları saptamak; Ermenilerin bağımsızlık ve hürriyet
13
çabalarını yine hür ve demokratik bir anlayış içinde gerçekleştirmek" olduğunu
açıklamıştır.
- Ermeni komitecileri, kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilmek için, bulundukları
ülkelerde yürüyüş, konferans ve protestolar yaparken, İstanbul Ermeni Patriği
Başpiskopos Şinork Kalusyan, bu tür olaylara karşılık olmak üzere 6 Şubat 1967 ve 4
Nisan 1967'de dünya kamuoyuna birer açıklama yapmıştır. Kalusyan açıklamasında,
Lozan'dan sonra "Ermeni Sorunu" diye bir şeyin kalmadığını ve gelişmeleri üzüntüyle
karşıladığını belirtmiştir.
- Lübnanlı Müslüman ve Hıristiyan Araplar, 1969 yılında sözde Ermeni katliamının 54.
Yıldönümünü birlikte anmışlardır. Lübnan hükümeti, yas tutmaları için 24 Nisan'da Ermeni
memurlarına izin vermiştir. 24 Nisan 1969'da Türkiye ve İsrail aleyhinde gösteriler
yapılmıştır.
- Ermenilere yapıldığı iddia edilen katliamın 60. Yıldönümü dolayısıyla Fransa, Amerika,
Almanya ve Yunanistan'da büyük gösteriler yapılmıştır. Bu gösteriler öncesinde söz
konusu ülkelerin hükümetleri Türklerin korunmasına yönelik tedbirler almak zorunda
kalmışlardır(1).
- 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin Türkiye aleyhine başlattıkları karalama
kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu,
1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine
dönüşmüştür.
- Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de Türkiye'nin Los
Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle
başlayan "Bireysel Ermeni Terörü", 1975'den itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü"ne
dönüşmüştür. Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik Ermeni saldırıları, 1980'den sonra
yoğunluk kazanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i
bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir.
Bu saldırılarda 42 Türk diplomatı ile birlikte 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66
yabancı uyruklu şahıs da yaralanmıştır. 1984'ten sonra Ermeni terörü sahneden çekilmiş;
yerini, bir süredir işbirliği içerisinde oldukları bölücü terör örgütü PKK'ya bırakmıştır.
- 1. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi, Paris'te 3 - 6 Eylül. 1979 tarihinde toplanmıştır.
Terör örgütü ASALA'nın önemli bir güçle katıldığı ve etkin rol oynadığı Kongre,
Fransa'daki Ermeni ihtilâlci güçler üzerinde etkili olmuştur. Bu kongrenin amacı;
"dünyadaki Ermenilerin bir fikir ve bir bayrak altında toplanması, siyasi ortamın
değerlendirilerek toprak taleplerine yönelinmesi" şeklinde özetlenebilir.
- 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan eden PKK ile Ermeniler, 24 Nisan
tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak birlikte andılar. 8 Nisan 1980'de
Lübnan'ın Sidon kentinde ortak bir basın toplantısı düzenleyen PKK ve ASALA, bu
çakışlarının tepkiyle karşılanması üzerine ilişkilerini illegal alanda gizli olarak yürütme
kararı aldılar. Bu toplantının ardından 09 Kasım 1980'de Türkiye'nin Strazburg
Başkonsolosluğuna, 19 Kasım 1980'de ise THY'nin Roma bürosuna yönelik saldırılar PKK
ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenildi.
- 1983 Lozan Kongresi, önemli gelişmeler sonucunda toplanmıştır. Terör büyük boyutlara
vardırılmış, dünya kamuoyu giderek Ermenileri ve teröristleri kınama durumuna gelmiştir.
Özellikle toplu katliam şekline varan eylemler, Ermenilere en yakın ve destekçi devletleri
bile tedirgin etmeye başlamıştır. Kongre, "Ermeni siyasi görüşlerini birleştirmek ve tek
doğrultuda hareket etmelerini sağlamak" amacıyla böyle bir ortamda toplanmıştır.
14
ASALA'nın katılmadığı, şiddet yanlılarınınsa azınlıkta kaldığı kongre sonunda; Taşnak ve
ASALA'da bölünmeler görülmüştür.
- 7-13 Temmuz 1985'de Sevr'de toplanan ve adına "III. Dünya Ermeni Örgütleri
Kongresi" denilen kongrede ise temel amaç, hazırlanan "Ermeni Anayasası"nın kabulü
olmuştur. Kongrede, Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir "Birliğin"
oluşturulmasına çalışılmıştır. ASALA'nın katılmadığı ve yoğun eleştirilere uğradığı
kongrede, Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep olmuştur.
- 04 Haziran 1993'te Batı Beyrut'taki PKK merkezinde, Hınçak Partisi, ASALA ve PKK'nın
katıldığı bir toplantı gerçekleştirilmiştir.
- 6-9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen toplantılarda
Türkiye'yi yakından ilgilendiren önemli kararlar alınmıştır. Lübnan Ermeni Ortodoks
Başpiskoposu ve Ermeni parti yetkililerinin yanı sıra 150 civarında gencin katıldığı
toplantılarda şu kararlar alınmıştır:
- Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
- Ermeni toplumu gittikçe büyümüştür ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
- Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi
bilinmeye başlanmıştır.
- Ermenistan devleti kurulmuştur; atalarının intikamını alacaklardır ve her geçen gün
toprakları genişlemektedir.
- Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkelerin de Karabağ'da sürdürülen savaşta
Ermenileri haklı bulmuşlardır; bu fırsat iyi değerlendirilmeli ve Karabağ'da savaşan
Ermeni gençlerine yenileri katılmalıdır.
- Türkiye'de (PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek) iç savaş devam
edecektir; ekonomi sıfır noktasına gelecektir; vatandaş baş kaldıracaktır.
- Türkiye bölünecektir.
- Türkiye'de Kürt devletinin kurulacaktır.
- Ermeniler, Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini
desteklemelidirler.
- Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin eline geçecektir.
- Bu arada, Lübnan ve diğer ülkelerdeki Ermeni Parti ve kuruluşlarına Ekim-Kasım-Aralık
1992 ayları içinde toplanan paranın büyük bölümü ile Yunanistan'dan veya Yunanistan
aracılığı ile temin edilen silahların ve paranın kalan bölümü ile alınan gıda maddelerinin,
Karabağ'da savaşan Ermenilere ulaştırmak üzere Ocak 1993 ayı başlarında hava yolu ile
Ermenistan'a gönderildiği bilinmektedir.
- 1984'ten sonra Türkiye'ye yönelik terör hareketlerini PKK'ya bırakan Ermeni komiteleri,
sözde iddialarını Ermeni diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmişlerdir. ABD'nin
bazı eyaletleri ve Ermenileri destekleyen başta Fransa gibi Avrupalı ülke
parlamentolarından "sözde Ermeni Soykırımı"nı kabul eden yasaların çıkmasını
sağlamışlardır. Bu süreç halen devam etmektedir.
15
KAYNAK:
1) Sakarya, Em. Tümg. İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984,
2. Baskı, sh. 439-474.
SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine
maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler
Osmanlı Devleti'ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk
toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri
"ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışırken, bir yandan da
Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve
dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri'nin kışkırtıcı
faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.
Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türklerle
mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir
toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp
ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.
Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını
kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya'dan "işgal ettiği
Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler
lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez
ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı
Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi
gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara
yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli
menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve
Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".
Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam
anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası
belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden
büyük önem taşımaktadır.
1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61.
maddesi de Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:
"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı
yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi
taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz
konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale
edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.
Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere'nin
elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya
tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı
16
Devleti'ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları
ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!
Ayastefanos (Yeşilköy) ve Berlin Anlaşmaları
Osmanlı'nın çöküntü dönemine girmesini takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğu'nun teşvikiyle, imparatorluğu oluşturan milletler birbiri ardına
bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler
Ermeniler için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlıları parçalamak isteyenlerin maddi
ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar başlatmışlardır. Böylece, 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren bir "Ermeni sorunu"ndan söz edilir olmuştur.
Bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıkan
Çarlık Rusya'sı Osmanlı topraklarını bir doğal yayılma alanı olarak kabul etmekte ve
Osmanlıların sırtından güneyde sıcak denizlere açılma hedefini gütmektedir. Bu hedefe
ulaşmak için kullandığı başlıca araçları savaşların yanı sıra, Osmanlı yönetimi altındaki
Hıristiyan toplumların hamisi rolünü oynamaktır.
Diğer taraftan dönemin diğer iki başlıca gücü olan İngiltere ve Fransa da Osmanlı
Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazandırmak amacındadır ve bu amaçlar
bağlamında, İstanbul'da 1830'da Ermeni Katolik, 1847'de Ermeni Protestan kiliselerini
kurdurmuşlardır. Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Ermenilerine ve diğer Hıristiyan
toplumlara gösterdikleri bu ilginin gerisinde esas itibariyle azınlıkları himaye görüntüsü
altında Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahale edebilmek ve imparatorluğu parçalamak
amacı yatmaktadır.
Ermenilere bu güçlerce Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin kurulması vaat
edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu
içinde ancak %15 oranında bir yer işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları
Bitlis'de bile nüfusun 1/3 ünü dahi teşkil edememektedirler. "Ermeni sorunu" için bir
başlangıç noktası bulmak gerekirse, bu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı izleyen
Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı'dır.
Ermeni Komiteleri
Hınçak
Hınçak (Çan Sesi) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis Nazarbeg
ile karısı Maro ve Kafkasyalı diğer öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre'de kurulmuş
ve komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hınçak isminde bir gazete çıkarılmıştır.
Bu komitenin başında ve üyeleri arasında çoğunluğu yine Rus uyruklu Ermeniler
bulunmaktadır. Bu komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu seçmişti;
bir zaman sonra komite merkezi, İsviçre'den Londra'ya götürülmüştür.
Hınçak Komitesinin programı, Sosyalist, Marksist ve Merkeziyetçidir; Karl Marks'ın ilkeleri,
temel olarak benimsenmiştir. Bu komite üyeleri, kendilerine sosyal demokrat dedikleri
halde, siyasal programları tamamen bir komünist manifesto niteliğindedir.
Komite, 1890 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı ülkesinin diğer
vilayetlerinde de şubeler açmış ve bu suretle, örgütlenerek çalışmalarına başlamıştır. Bu
komitenin ana politik amacı, Türkiye'deki Ermenileri Türklerden; İran Ermenilerini
17
İranlılardan ve Rusya Ermenilerini de Ruslardan kurtarmak; sonra da, bütün bu
memleketlerdeki kapitalistleri temizlemektir.
PROGRAMI
"İşçi ve üretici sınıf, insanlığın büyük bir çoğunluğunu kapsar. Bu sınıfın sermaye sahibi,
zengin ve egemen bir azınlık tarafından sömürülmesinden kurtarılması, üreticinin bütün
üretim kuvvet ve araçlarına, toprağa, fabrikalar, madenlere, ulaştırma vasıtalarına sahip
olmasıyla gerçekleşir. Üretici sınıfın bağımsızlığı, bütün insanlığın kurtarılması, genel ve
ekonomik ferahlık demektir.
Bu amaca ulaşabilmek ve onu fiilen uygulayabilmek için, bütün uygar memleketlerdeki
üretici sınıf, kendine özgü bir şekilde örgütlenmeli ve emrindeki genel politik olanakları
harekete geçirerek, bütün ülkelerle birlikte komünist ihtilalini yapmalıdır. Bu sayede diğer
sınıflar ortadan kalkar ve üretici sınıf, sosyalist bir düzen kurar. Bu kuruluşta halk, kendi
kanunlarını kendisi yapar ve kudretini gösterir.
(...)
Bugünkü durumda Ermeniler, mutlakiyet idaresine bağlı sınıfların yönetiminde
bulunuyorlar. Bunların yönetim, vergi ve maliye sistemleri, kendileri için yıkıcıdır. Onların
çevresinde bir taraftan üretim kapitalist şekilleri uygulanırken diğer yönden devamlı
olarak eski ekonomi ve yönetim şekilleri yok olmaktadır."
Bütün bu koşullar etkisiyle Ermeni sosyalist demokratları ve bütün Ermeniler için genel ve
bütünü kapsayacak bir sosyalizm düzeninin sağlanması, uzak bir amaç olarak kabul
edilmekte ve bu nedenle bütün eğilim ve uğraşılar, yakın bir hedef seçilmesini
gerektirmektedir. İşte bu yakın hedef, sosyal demokrat Ermeni İhlalci Hınçak Partisi'ni
oluşturmuştur. Bu yakın hedefler şunlardır:
a. İhtilal çıkarmak
b. Mutlakiyet yönetiminin egemen sınıflarını yok etmek
c. Ermenileri kölelikten kurtarmak
d. Politik işlere karışmak için Ermenilere güç vermek
e. Ekonomik ve kültürel ilerlemelerine etki yapan engelleri kaldırmak
f. İşçi sınıfının istek ve eğilimlerini açıkça söyleyecekleri ortamı hazırlamak
g. Ağır çalışma koşullarını düzeltmek
h. Kendilerine özel siyasi bir varlık halinde örgütlenmeleri için sınıf hakkında bilgi
sağlamak
i. Halkın çalışmalarını kolaylaştırmak ve onların uzak hedeflere doğru ilerlemesine yardım
etmek
Bütün bu düşüncelere uygun olarak Hınçak Komitesinin yakın hedefi, mutlakiyet
yönetimlerini, sınıflarını yıkmak için çalışmak ve bunları demokrat, meşruti rejimlerle
değiştirmektir. Bunun da ana koşulları şunlardır:
18
a. Halkın temsili için, her kesim doğrudan doğruya oylarını kullanmak suretiyle yapılacak
seçimle bir teşrii (kanun yapıcı) meclis kurulmalı. Bu meclis, memleketin politik ekonomik
ve bütün işlerini ve kanunlarını inceleyerek bunlar hakkında karar verme yetkisine sahip
olmalı.
b. Vilayetlere geniş bir muhtariyet verilmeli.
c. Halk için tam bir hürriyet sağlanmalı
d. Halk, hükümet memurlarını, kamu hizmetlerinde çalışan bütün şahısları, güvenlik
memurlarını, eğitim ve adalet işlerinde çalışan memurlarını seçebilmeli.
e. Milliyet ve sınıf farkı gözetmeden her reşit vatandaş gerek vilayetler ve gerek muhtar
idareler için temsilci seçilmeye yetkili olmalı.
f. Bütün vatandaşlar kanun önünde, milliyet ve din farkı gözetilmeksizin eşit olmalı.
g. Basın, söz, vicdan, toplanma, dernek kurma ve seçim mücadelesi için tam serbestlik
verilmeli.
h. Her vatandaşın şahsı ve evi, saldırılara karşı korunmuş olmalı.
i. Kiliseler, hükümetten ayrılmalı; bütün dini kuruluşlar, yalnız kendilerinden olan ve
buralara devam eden şahısların yardımlarıyla varlıklarını korumalı.
j. Bütün halk, askerliğini barışta milis örgütleri şeklinde yapmalıdır.
k. Laik ve zorunlu bir eğitim düzeni uygulanmalı; hükümet, fakirlere yardım etmelidir.
Halkın ekonomik durumunun ıslahıyla ilgili olduğu için, yukarıda sözü edilen siyasi hakları
elde ederek o ilkelere dayanmak suretiyle aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi
gereklidir:
a. Mevcut vergi sistemi kaldırılmalı, yerine belirli bir güç ve ödeme kabiliyetine göre ileri
bir vergi sistemi konulmalı.
b. Vasıtalı vergiler, tamamen kaldırılmalı.
c. Köylüler, her türlü borçlardan kurtarılmalı.
d. Halkın veya hükümetin yardımlarıyla ziraat makineleri sağlanmalı bunların kullanılması
öğretilmeli ve bunlar halka verilmeli.
e. Halk içinde ziraat ortaklıkları kurulmalı, bu ortaklığın amacı, ziraat ürünlerinin satışı,
tohum, hububat ve benzeri gibi şeylerin satın alınması ve yönetimi olmalı.
f. Her cins ulaştırma ve temas için araç sağlanmalı
g. Hükümet, çalışanların sömürülmesini önlemek için yardım etmeli ve bunları korumak
için kanunlar çıkarmalı.
Ermenilerin çoğunluğunun bulunduğu Türkiye Ermenileri ve onların yaşadıkları yerler,
vatanımızın en geniş topraklarıdır. Ermeni çoğunluğunun davası, Berlin Antlaşması'nın 61.
19
Maddesi ve diğer uluslar arası koşulların gücüyle, bir hak durumuna gelmiş ve Avrupalı
büyük devletler tarafından da tanınmıştır.
Osmanlı imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve mali düzensizliği, düşüşü, iflas etmiş
durumu, iç karışıklıkları ve zelzeleye uğramış hali, Osmanlı hükümetinin yok olmasını
zaruri ve kesin kılmış, diğer Avrupalı devletlerin etkileri de buna yardım etmiştir.
Avrupa'daki Osmanlı topraklarının bir kısmının da sistemli bir şekilde parçalanarak diğer
devletlerin eline geçmesinden ötürü aşağıdaki hususların sağlanması, tarihi bir lüzum ve
zaruret halini almıştır:
a. Ermeni komitecileri, bugün uğraşlarını Ermenilerin davasını savunmak ve
sonuçlandırmak için yakın amaca göre harcayacaktır.
b. Bu duruma göre ihtilalin uğraşı sahası, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin bölgesi
olacaktır.
c. Ermenilerin geleceklerini Osmanlı Devleti'nin kaderinden ayırmak gerekeceğinden,
Ermenilerin en yakın amacının ilk koşulu Ermeni bağımsızlığıdır.
Ermenileri yakın amaca ulaştırmanın çaresi, bir ihtilalle yani zorla Türkiye'deki Ermeni
bölgelerindeki genel kuruluşu alt üst etmek, değiştirmek; genel isyanla, Türk hükümetine
karşı savaş açmaktır. Bu uğraşların vasıtaları:
a. Matbuat, kitap ve konuşmalarla halk arasında ve özellikle işçiler içinde propaganda
yapak; Hınçak Partisi'nin ihtilal fikirlerini yaymak, halk arasında ihtilalci örgütler kurmak
ve isyan çıkarmak.
b. Türk istibdat elemanlarını, hafiyeleri, muhbirleri, hainleri ve ihanet edenleri
cezalandırmak; terörü, ihtilal örgütlerinin savunması için bir vasıta ve halkı ezenlerin ve
alçakların uğraşılarına karşı koruyucu olarak kullanmak.
c. Hükümet askerlerinin veya aşiretlerin saldırılarına karşı halkı korumak için, elde silahlı
hazır bir kuvvet bulundurmak; akıncı alayları kurmak. Bu alaylar, yapılacak bir genel
isyanda öncülük görevini yapacaklar.
d. Birbirine bağlı, tam bir birlik ve beraberlik içinde ortak hedefe yürüyen, aynı taktiği
uygulayan, bir merkezden sevk ve idare edilen düzenli ve birçok gruplardan oluşan genel
ihtilal örgütü kurulmalıdır. Türkiye'deki örgütlerin bütün güç ve yetkileri, Hınçak
Komitesi'nin teşkilat ve uğraşlılarını gösteren bir tüzükle tespit edilmiştir.
e. Düzenlenen bir isyanı uygulamak için olaylar yaratmak.
f. Herhangi bir devletin Türkiye'ye karşı savaşa girmesi, genel bir isyanın başarıya
ulaşması için en uygun bir zamandır.
g. Ermeniler ile kaderleri bir olan ve aynı bölgede yaşayan diğer azınlıkları kendi
tarafımıza çekmek, onlarla birlikte müşterek düşmanımız olan Türk Hükümeti'ne karşı
savaşmak. Hınçak Komitesi'nin en büyük amacı, Doğu Anadolu'daki bütün diğer
azınlıklarla birlikte, Osmanlı devletinin esaretinden kurtularak İsviçre'de olduğu gibi bir
federasyon kurmaktır.
Bir siyasi programa göre çalışan Hınçak Komitesi, özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen
Marksizm propagandası yapmıştır. Karışıklıklar çıkarmak ve ihtilal yapmak için, gençler,
dini liderler, avantürler ve işsizler, komiteye girmeye ve buralarda çalışmaya can
20
atmışlar; Komite yöneticileri de, sınıf esası üzerine çalışarak bir Ermeni Proleteryasını
yaratmak istemişlerdir.
Komitenin bu çalışmaları, Türkiye''eki yaşama koşullarına göre, bir sosyalizm
propagandasından öteye geçememiştir. Hınçak Komitesi'nin düzenlediği ayaklanmalara,
birçoğu dış memleketlerden ve özellikle Rusya'dan gelmiş ve bu gibi işlere yatkın
kimseler de girmişlerdir.
Ermenilerin eyleme geçmeleri, memlekete çok ağır ve giderilmesi olanaksız kanlı olaylara
etken olmuştur. Hınçak komitesinin örgütlerini kurmak için Cenevre''en Tiflisli Şimavon,
İran'dan S. Danielyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazat, Batum'dan H.
Megavoryan geldiler. Uzun süren tartışmalardan sonra, İstanbul Hınçak Komitesi Merkezi
kurulmuştur. Bu örgüte, İstanbul'da 1890 yılından evvel kurulmuş olan diğer ihtilalci
örgütler de katılmışlardır.
Görülüyor ki, Türkiye'deki Ermenilerin alın yazısı, birçok Rus Ermenisinin eline
bırakılmıştır. Bu arada komiteye girmeyenler ve para yardımı yapmayanlar, baskı altında
tutulmaya veya öldürülmeye başlanmışlardır. Örgütler, büyük bir hızla Anadolu'daki
vilayetlere de yayılmışlardır.
FAALİYETLERİ
Hınçak Derneği'nin ana tüzüğü ve programı, 1909 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu
tüzük, dernekler kanunu gereğince İçişleri Bakanlığı'na verilmiş ve gerekli işlemler
yapılarak İstanbul Valiliği'nin 8 Şubat 1909 gün ve 90 sayılı onay belgesini almıştır. Tüzük
beş kısımdan oluşmaktadır.
Ermeni Hınçak Komitesi'nin ele geçen faaliyetleriyle ilgili olarak 1910, 1911, 1912 ve
1913 yıllarına ait karar defterinde şu kararların alındığı yazılıdır:
a. Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanmasına çalışılması.
b. Silah eğitimi yapılması (Marufyan, Yavruyan, Candan tarafından).
c. Propagandalara hız verilmesi.
d. Taşnak Komitesi ile ilişki kurulması.
e. İttihatçılarla ilişki kurulması.
f. Van'da çeteler kurulması ve yönetilmesi. (Bu çeteler şunlardır: Orsfan, Cang, Goçnak,
Juraçak, Pencak, Badami, Tejohenk, Maro ve Paros)
Hınçak Komitesi 24 Temmuz 1914 tarihinde, Türkiye'de Üçüncü Kongresini yapmıştır. 51
şubeden gönderilen 28 delegeyle Cangülyan'ın başkanlığı ve Tancutyan'ın sekreterliğinde
açılan kongrede şu karar alınmıştır:
"Amaç ve çalışmalarımızın gerektirdiği büyük sorumluluk ve ondan doğacak tehlikeler göz
önünde tutularak, uygar insanlar olduğumuzu göstermek için maceralardan ve
düşüncesizce yapılacak hareketlerden kaçınılmalı, iyice düşünülmüş dengeli tesirler ve
vasıtaların amaçlarımızda ve hareketlerimizde başarı sağlamak için tek çare olduğu göz
önünde tutulmalıdır."
Bunun üzerine Hınçak komitecileri, 1896 yılında Türkiye'den uzaklaşmaya başlamışlardır.
Bu komitenin üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı asıl
21
Hınçaklar (Nazarbeg taraftarları), diğer kısmı reforme Hınçaklar (Veragazmiyal Hınçak)
adını almışlardır. Bu ikinci grup, Arpiyar Arpiaryan adında bir şahıs tarafından
yönetilmeye başlanmıştır.
Her iki komite de, bir prensip ve programa göre değil, yöneticilerin görüş ve
davranışlarına göre hareket etmişler, şahsi çıkarlarını ön planda tutmuş ve bunu
savunmuşlardır. Aralarındaki bu anlaşmazlık, sokak kavgalarına dönüşmüş, bazıları
dövülmüş, bir kısmı da öldürülmüştür.
Hınçakların Marksist olduğunu anlayan Ermeni halkı ise komitacıların görüşlerini kabul
etmemiştir. Mücadeleler 1902 yılında iyice artmış, her iki tarafa bağlı birçok komitacı,
İngiltere'de, Rusya'da, Mısır'da, Bulgaristan'da, Kafkasya'da ve İran'da sokak ortasında
öldürülmüşlerdir.
Van İsyanı'ndan sonra bazı küçük çeteler, Hınçak ismini taşımışlarsa da artık yeterli bir
güçten yoksun kalmışlardır. Hınçak Komitesinin dağılmasında, bazı Hınçak liderlerinin
Rusların gizli amaçlarını anlayarak tuttukları hatalı yoldan ayrılmaları da başlıca
etkenlerden biri olmuştur.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay ATASE Yayınları,
Genelkurmay Basımevi, Ankara 1984, 2. Baskı, s. 76-87
Ermeni Komiteleri
Taşnak
"Ermeni Devrimci Federasyonu" olarak da anılan Taşnak Komitesi, Ermeni sorununun
ortaya çıkmasında önemli roller oynamıştır. Komitanın faaliyetleri, komünistlerin "Ermeni
Cumhuriyetini" ele geçirmelerinden sonra ABD, Lübnan, İran, Fransa ve Yunanistan da
"sürgündeki parti" şeklinde devam etmiştir. Günümüze kadar çeşitli eylemlerle
faaliyetlerini devam ettiren Taşnak komitesini, çeşitli terör tim ve grupları oluşturdu.
1. Örgüt yapısı
a. Büro - Örgütün en üst organıdır. Örgüt yönetimi "Büro"nun kararları doğrultusunda
gerçekleşir. Büro, görünüşte kollektif liderlik şeklindedir. Kaliforniya'dan, Fransa'dan,
İran'dan birer, Lübnan'dan beş üyeden oluşur. Üyeler kendi aralarından birini başkan
seçerler. Lübnan iç savaşına kadar Büro, Lübnan'daydı. İç savaş sonunda sırasıyla ABD,
Yunanistan ve Fransa'ya taşındı. Bugün tekrar ABD'de olduğu sanılmaktadır. "Büro"
üyeleri, yönetim esasları, kararları gizlidir. 1985 yılına kadar, İran doğumlu,
Yunanistan'da yaşayan, Hrair Marukiyan'ın Büronun başkanı olduğu bildirilmektedir.
b. Merkez Komitesi - Örgütün üst yönetim organıdır. Büro ile yerel gruplar ve örgütler
arasındaki bağı teşkil eder. Ermenilerin nüfus bakımından önemli oldukları yerlerde
kurulur. Lübnan ve Fransa'da birer "Merkez Komitesi" olmasına karşılık, ABD'de "Batı
Kesimi Merkez Komitesi", "Doğu Kesimi Merkez Komitesi" adı altında iki komite vardır.
Pramide benzeyen bu yapının altında yerel örgütler, organlar yer alır. Bunlar, çeşitli
"Ermeni temalarını" taşıyan isimlerle anılırlar. Başlıcaları, "Ermeni Gençlik Federasyonu",
"Gençlik Örgütü", "Erkek ve Kız Öğrenciler İzci Örgütü" ve "Spor ve Kültür Örgütleri" gibi
adlarla kurulmuşlardır.
22
c. Merkez Komitesi'ne veya Merkez Komitelerine ayrıca propaganda ve yayın; Hukuk;
Mali; Askeri; Eğitim ve "Ermeni göçünü denetleme komitesi" adı altında çeşitli hizmet
bölümleri bağlıdır. Bunlar daha çok bilgi ve teknik hizmet birimleridir: "Ermeni Devrimci İhtilâlci - Federasyonu" adı, propaganda etkinlik sağlamak ve özellikle Batı kamuoyunda
tepki yaratmamak amacıyla değiştirilmek istenmiş ve Taşnakların siyasi kolu şeklinde
"Ermeni Ulusal Komitesi" adını almıştır. Çeşitli propaganda uygulamalarında sanki farklı
kuruluşlarmış gibi iki isim de kullanılmaya çalışılmaktadır.
2. Amacı ve hedefleri
Taşnak, komünist olmayan bir Ermenistan kurulmasını ve Türkiye'nin Ermenilere karşı
işlendiği iddia edilen suçlara karşı tazminat ödemesinin sağlanmasını amaçlamaktadır.
Taşnak yayın organlarında bu amaç, şu şekilde dile getirilmektedir: "Sevr anlaşması
üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu anlaşma davamızın kilometre taşlarından
biridir..."
Taşnak'ın nihai amacı ise, "Dört T" şeklinde özetlenebilir: Terör yoluyla soykırım
iddialarının tanıtımının yapılması, iddiaların Türkiye tarafından tanınması, Türkiye'nin
tazminat ödemesi ve Türklerin işgali altında bulunduğu iddia edilen toprakların Ermenilere
iade edilmesi.
3. Stratejileri, tutum ve davranışları
Stratejisini görüntüde, "barışçı yollarla amaçlarının gerçekleştirmesi" şeklinde ortaya
koyan Taşnak, uzun yıllar öncesine dayanan faaliyetleriyle tam bir terör örgütü gibi
hareket ettiğini ortaya koymuştur.
Netikim, "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandoları" adlı terör grubu Taşnak tarafından
kurulmuş, örgütün adı daha sonraları "Ermeni Devrimci Ordusu"na şeklinde
değiştirilmiştir. Bu grubun bütün cinayetleri ve bombalama olayları Taşnak tarafından
planlanmıştır. Ancak Taşnak'ın terör örgütü ASALA'dan farklı bir yanı vardır: ASALA terör
eylemlerinde Türk veya başka ülkelerin vatandaşları arasında ayrım gözetmezken;
Taşnak ve ona bağlı terör grupları, hedef olarak yalnız Türkleri, Türk vatandaşlarını, Türk
temsilcilerini seçmişlerdir.
1982 yılında Los Angeles'teki Türk Başkonsolosunu öldürdükten sonra "Adalet
Komandoları"nın yaptıkları "Tek amacımız Türk diplomatları ve Türk kurumlarıdır"
açıklaması, bunun en açık kanıtıdır. "Ermeni Devrimci Ordusu"nun 1983 yılında
Lizbon'daki Türkiye Büyükelçiliğine yaptığı saldırıda da aynı beyan tekrarlanmıştır.
XIX yüzyıl sonları ve XX. Yüzyıl başlarında Taşnaklar, daha çok Batı yanlısı davranmış ve
Batı kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardır. Hınçaklar ise Rusya'ya yönelmişlerdir.
1982 ve 1983 yıllarındaki elçilik saldırılarının ardından Taşnak Ermeni örgütünün stratejisi
şu şekilde açıklanmıştır:
"Bir kurtuluş hareketinin nihai amacına erişmesi için iki aşama vardır: Birincisi
destek üsleri sağlamaktır. Buna "İç propaganda" denilir. İkinci aşama ise,
dışarıda tanınma yani dünyanın beğenisini kazanmadır. En azından dünya
kamuoyunun davaya eğilmesi sağlanmalıdır. Bu ise, bir başka değimle gösteri
eylemleri dönemidir..."
Taşnak'ın nitelikleri, Taşnak Partisi tarihçisi Varanciyan tarafından şöyle açıklanmaktadır:
23
"Belki de hiçbir ihtilâlci parti, hatta Rusların Nazodovoletz ve İtalyanların
Çarbonarileri bile -ki bunlar terörist eylemlerde zengin deneyimlere sahiptirler
ve hiçbir şeyden çekinmezlerdi- Taşnak partisi kadar çılgın türde terörist
yetiştirememiştir. Yüzlerce silahşör, bomba ve hançerle intikam için yola çıkmış
kişi yaratmıştır..."
4. Viyana ve Münih Kongreleri
27 Aralık 1981 tarihinde Viyana'da yapılan 22. Taşnak Kongresi'nde özetle şu kararlar
alınmıştır:
- Partinin amacı, birleşik ve özgür bir Ermenistan'ın kurulmasıdır.
- Diğer Ermeni kuruluşları, siyasi komite aracılığıyla baskı yapılarak Taşnak saflarına
çekilmelidir.
- Batılı ülkelerle tam bir yakınlık kurulmalıdır.
- Sovyet Ermenistan'ı ile yakın ilişkilere girilmeli ve Ermeni göçü durdurulmalıdır.
1984 yılı sonunda 15 ülkeden gelen parti temsilcileriyle Münih'te yapılan kongrede ise şu
kararlar alınmıştır:
- Ermeni davasının tanıtılması için yeni kampanyalar başlatılmalıdır.
- Ermeni davasına siyasi çözüm sağlayacak, çeşitli barışçı ve yasal yallar denenmelidir.
Örnek olarak (A.B.D.Ieri kongresinde ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda
girişimlerde bulunularak) Ermeni soykırımınının tanınması sağlanmalıdır.
Bu toplantı sonunda yayınlanan açıklamada ise şöyle denilmiştir:
"Ermeni halklarının meşru haklarını, Türkiye'nin soy kırımını tanımasıyla
sağlanmalı, insani ekonomik ve kültürel kayıpların tazmini ve binlerce yıllık
Ermeni vatanının yeniden kurulmasını savunmaya devam edeceğiz..."
Her iki kongre kararları da, Taşnak'ın propaganda araçları olarak kullandığı temaları
belirlemesi bakımından önemlidir.
5. Destek ve ilişkileri
Taşnak, desteğini daha ziyade ABD'den ve Avrupa devletlerinden almaktadır, ilişkileri ise
mümkün olduğu kadar diğer terör örgütleriyle temas etmemek şeklinde bir esasa
bağlanmıştır. Adı geçen devletlerin çeşitli teşkilâtlarıyla iliş-kileri vardır. Kilise ve Kiliseler
Birliği ile "Ermeni lobileri" ve "Araştırma merkezleri" başlıca destek kaynaklarını teşkil
etmektedir.
6. Politik gelişmeleri
1970 'lere kadar, Taşnak Ermeni terör örgütünde belirlenen ve uygulanan politikalarda
esas "Sovyet Ermenistan'ının kurtuluşu ve bağımsızlığı" olmuştur. Bu sebeple, Sovyetler
Birliği'ne karşı olan düşmanlıklar öncelik kazanmış, Sovyet Ermenistan'ını tutan veya
Sovyet Ermenistan'ını destekleyenlere karşı acımasız bir mücadele verilmiştir. New
York'taki Holy Cross Ermeni Kilisesi'nin Başpiskoposunun Noel âyini sırasında bir Taşnak
fedaisi tarafından öldürülmesinin nedeni, onun Sovyet Ermenistan'daki durumu
onaylamasıdır.
24
1970 'lerden sonra, Ermeni Cumhuriyeti lider ve kadrolarının ölüm ve diğer sebeplerle
ortadan kalkması ve dağılması, Taşnak'ın politikalarında önemli değişikliklere sebep
olmuştur. Artık, düşmanlık Türkiye'ye ve Türklere yönelmiştir. Nitekim, 1972 de
Taşnakların kurduğu ve teşkilâtlandırdıkları "Ermeni Soy Kırımı Adaleti Komandoları" terör
grubu da bu politika gereği harekete geçirilmiştir. Taşnak'ın propaganda organı olan
Aztag Şapatoryag gazetesi, "Günümüzde kurtuluş mücadelelerinin de son umut ve
çıkış yolu olarak terörizmdir" diyerek yeni dönemin metodunu açıklamıştır.
Ancak, Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ne yönelik baskın, Taşnak'a itibar kazandırmadı.
Bu olaydan sonra, "Ermeni Soykırımı Adaleti Komandoları" isimli örgütün ismi "Ermeni
Devrimci Ordusu" olarak değiştirildiyse de Taşnak için kurtarıcı olmamıştır. Özellikle 1984
tarihinde Taşnak canilerinden Sasunyan'ın tutuklanıp, mahkûm edilmesi Taşnak
politikasına önemli bir darbe vurmuştur. Bu süreçte Taşnak, Amerika'da doğan
Ermenilerin desteğini yitirmiş; nitekim, "Armenian Reporter" gazetesi, Taşnak partisinin
Lübnanlı, dışardan gelen Ermenilerin eline geçtiğini, terörizmi desteklemeyen büyük
çoğunluk karşısında âciz kaldığını yazmıştır.
Terörist kolun zayıflaması, Taşnaklar arasında ve özellikle "Büro" ve "Merkez Komiteleri"
üst yönetimleri arasındaki çatışmaları artırmıştır. Örgütün üst yönetimi ikiye ayrılmıştır.
"Büro"nun güçlü adamları, Lübnan Merkez Komitesinin temsilcileri ve önde gelen
yöneticileri, Lübnan'da, öldürülmüşler veya kaybolmuşlardır. 1985 yılının sonlarına doğru
artık bir Taşnak bütünlüğünden söz edilemez olmuştur.
Taşnak'ın bu duruma gelmesinde dışardan iki büyük etken rol oynamıştır. Bunlardan
birincisi Taşnak yöneticilerinin bazı devletlerin gizli servisleriyle ilişkilerinin açıklanması ve
bu servislerin Ermeni kiliselerin bir elde toplama çabalarının ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise
ASALA - Taşnak mücadelesidir. ASALA, Taşnak yöneticileri için "Ermenilerin kanını emen
ve kurutan parazitler" ifadesini kullanmıştır.
7. Yayın Organları
Ermeni komiteleri ve terör örgütleri içerisinde propaganda konusunda büyük deneyimleri
ve o nispette destekleri bulunan Taşnak, çeşitli süreli, süresiz yayınlar, satın alınan radyo
programları, özel radyolar TV ve video filmleri gibi haberleşme ve yayın araçlarıyla sürekli
olarak amaçlarını, hareketlerini, politikalarını dünya kamuoyuna duyurmak imkânını elde
etmişlerdir. Birçok devlet bu bakımdan Taşnaklara özel destekler sağlamış ve ilgi
göstermiştir.
Taşnak yayın organları içerisinde en önemlileri ABD'de Ermenice yayınlanan "Hayrenik"
ve "Asbarez" ile İngilizce yayınlanan "Armenian Weeky"dir.
Bu örgütün, katılanların kısıtlı sayılarına rağmen, Paris, Bükreş, Erivan, Münih gibi
yerlerde 22 dünya konferansı düzenlemesi önemli bir propaganda, yayma ve yayılma
olayıdır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s. 432442
Ermeni İsyanları
Musa Bey Olayı
25
Hınçak Komitesi tarafından İstanbul'da yapılan Kumkapı gösterisinden önce, komiteciler
tarafından bütün Avrupa'ya karşı türlü şekillerde propaganda aracı olarak kullanılmış
olaylardan biri de Musa Bey Olayı'dır. Bu olay dolayısıyla Türkiye'deki Ermenilerin can ve
mal emniyeti, Hıristiyanlığın güvenliği ileri sürülmek suretiyle feryatlar koparılmıştır.
Mutki'li olan Musa Bey hakkında ileri sürülen şikayetler şöyle özetlenebilir:
Musa Bey birçok yağmalar, zulümler yapmış; ancak hakkındaki şikayetlerin üzerinde
durulmamış. Özellikle Muş'lu bir papazın kardeşinin kızı olan Gülizar adında bir Ermeni
kızını kaçırarak evini getirmiş, ırzına geçmiş, sonra kardeşine vermiş; fakat İslam
olmasını da şart koşmuş. Kız, Hıristiyanlıktan dönmeyi kabul etmemiş. Musa'nın attığı
sopalardan bir gözü sakatlanmış ve Musa Beyin evinden kaçarak şikayette bulunmak
üzere İstanbul'a giden Muşlularla birlikte İstanbul'a gelmiş. Bu kız ve papaz da dahil 58
Muş'lu Ermeni, Başbakanlığa, Adliyeye dilekçe vermişler. Karşılık alamamışlar. Komite ve
patrikhane tarafından hanlara yerleştirilmişler. Komitenin teşviki ile Selamlık resminde
"merhamet" diye bağırtılmışlar ve bunun üzerine Mabeyn Dairesi'ne getirtilerek sorguya
çekilmişlerdir.
Bunun üzerine Musa Bey, muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiştir. Yabancı siyasi
temsilcilerin ve gazetecilerin de hazır bulunduğu büyük bir dinleyici kütlesi önünde
muhakeme edilmiştir. Mahkeme sırasında altmış kadar şikayetçi ve tanık dinlenmiştir.
Neticede, sorumluluğu gerektiren bir şey görülmediği için, Musa Bey suçsuz bulunmuştur.
Böylece komitacıların büyük önem verdikleri bu gösteri de istenilen sonucu vermemiştir.
Bununla beraber Musa Bey Olayı kuvvetli bir propaganda malzemesi olmuştur. Ermeni
kızı Gülizar'ın anası ve amcası olan papazla birlikte fotoğrafları çekilerek her tarafa,
özellikle yabancı ülkelere gönderilmiştir. Bu suretle, Hıristiyan yobazlığı tahrik edilmek
istenmiştir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 460-461
Erzurum Olayı
Erzurum isyanı, 20 Haziran 1890'da çıkarılmıştır. O zaman Vali bulunan Samih Paşa'ya ve
diğer bazı ilgililere, Ermenilerin Rusya'dan silah ve cephane getirdikleri ve bunları
Sanasaryan okulunda, kiliselerde sakladıkları haber verilmiştir. O yıl Temmuz ayı içinde,
zaptiye ve polislerle kilise, araştırılmak istenmiş, ancak Ermeniler daha önce bu
teşebbüsten haberli oldukları için gereken tertibatı almış ve karşı koymaya
hazırlanmışlardır. İlk emir üzerine komiteci Ermeniler, olay yerine gelen askerler üzerine
ateş ederek bir subay ve iki eri yere sermişlerdir. Ayrıca bir de polisin öldüğü operasyon
sonucunda Kilise aranabilmiştir.
Olayı bizzat gören bir Ermeni, Amerika'da çıkan ve Ermenice yayınlanan Hayrenik
gazetesinde 1927 yılında Erzurum olayının yıldönümü dolayısıyla yazılan bir yazıda şunları
anlatmaktadır:
"Sanasaryan okulu kurucusu, 1890'da öldü. Kendisinin ruhunun istirahatı için ayin yapıldı,
yas tutuldu. Hükümete, okulda bir silah atölyesi olduğu haber verilmiştir. Haber
verenlerin Ermeni Katolik papazları olduğu sanılıyordu. Aramadan önce, "müdafi
vatandaşlar" teşkilatın mensup Köpek Bogos adında biri, iki saate kadar okulun
aranacağını haber verdi. Derhal; milli tarih kitapları, defterler, ilk bakışta ilgi çekecek
şeyler ortadan kaldırıldı. Arama sonun ele bir şey geçmedi. Ermeniler, "Türklerin kiliseye
26
girmesi, pislik, murdarlıktır" diye bağrıştılar. Daha sonra, Taşnaksutyun komitesi Erzurum
merkezi kararıyla öldürülen ve müdafi vatandaşlar cemiyetinin kurucularından olan
Gergesyan'ın adamları, halk arasında kışkırtmalara başladılar. Dükkanlar kapandı.
Kiliselerde ayinler yasaklandı, çanlar çaldırılmadı. Duruma Ermeniler hakim
bulunuyorlardı. Bu fırsattan istifade ederek isyancılar, "Ermeniler üç gündür hürdürler, bu
hürriyetlerini silahla koruyacağız" diye bağırıyorlar ve hükümetin vergileri hafifletmesini,
askeri bedelin kalkmasını, kutsallığı bozulmuş olan kilisenin yakılıp tekrar yapılmasını, 61.
Maddenin uygulanmasını istiyorlardı.
Üç-dört gün, mezarlıkta, kilisede, okul avlusunda kaldılar. Ermenilerin dağılmaları için
çalışan Ermeni iler gelenlerine dayak atıldı. Hükümetin, herkesin işi gücü ile meşgul
olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite mensupları yer yer dolaşarak halka cesaret
veriyorlardı. Bu sırada Gergesyan'ın kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında,
iki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100'den
fazla ölü, 200 -300 kadar da yaralı vardı. Konsoloslara Ermeniler adına rapor vermiş olan
doktor Aslanyan, hükümetçe takip olunduğu için şehirden kaçtı.
Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu. Ermenilerin
gösterileri dolayısıyla Rus konsolsu Tevet'in, Valiyi ziyaret ederek, "Böyle asi bir halkı,
Rusya'da olsa mutlaka kırarlar, deyişi ve aynı zamanda Ermeni marhasasına da, Türkiye
gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak değmez" demiştir."
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 458-459
Kumkapı Gösterisi (Temmuz 1890)
Ermeni komitelerinin propaganda aracı olarak kullandıkları en önemli olaylardan biri
şüphesiz ki, Kumkapı Gösterisi'dir. Hınçaklılar'ın İstanbul'da, sırf adalet istemek amacıyla
silahsız olarak yaptıklarını öne sürdükleri bu gösteriyi, o hareketi idare etmiş olan H.
Cangülyan şöyle anlatıyor:
"İstanbul'da Musa Bey Sorunu ve Erzurum olayı dolayısıyla bir karşı hareket yapılmazsa
Ermeniler kendilerini unutulmuş sanacaklardı. Bundan ötürü, bir misilleme hareketi
gerekliydi. Anadolu'da işlenecek cinayetler, Avrupa'yı bile ilgilendirmezdi. Bundan dolayı
elçilerin gözlerinin önünde, Avrupa'nın ilgisini çekmek için bir şikayet hareketi yapmak
şart oluyordu.
Ermeni heyecanı yalnız ve tamamen Ermenistan'a bağlı kalmış olsaydı, Rusya'nın
dikkatini çekerdi. Rusya, bundan şüphelenir ve günün birinde, Ermenistan'ı zapt ederdi.
Eğer hareket, diğer illerde ve özellikle merkezde olursa, o zaman, öteki devletlerin de
ilgisini çekerdi. Bu suretle, Ermeni sorununu, özellikle İngiltere'yi Rusya'dan daha fazla
davamıza yatkın bulduğumuz için, milli çıkarlar açısından daha faydalı bir şekle sokmak
mümkün olacaktı.
Milletin, anavatanda dağınık ve başka ırklarla karışık bulunması, sadece anavatanda
yapılacak hareketleri başarısızlığa uğratırdı. Bundan dola,ı, Ermeniliğin bu durumu
dolayısıyla Ermeni hareketlerinin Ermenistan hudutları dışında yapılması gerekirdi. Bu
sebeplerle de elverişli bir hareket merkezi olarak İstanbul'u görmemek mümkün olmazdı.
İstanbul'da (bekar ve öteki illerden gelmiş kişilerle beraber) 200.000 Ermeni vardı.
Kötülüğün başı İstanbul'daydı. Bundan ötürü, hareketi orada, sarayın burnunun dibinde
yapmak daha uygun olacaktı.
27
Beş-altı yüzyıldan beri esaret altında kalmış bir halk içinde, ihtilal ve isyan ruhu uyanınca,
ihtilalcilerin bundan istifade etmeleri, bu ruhu, daha sağlam, daha esaslı, daha yaygın bir
şekle getirmeleri gerekliydi. İhtilal düşüncesini halk arasında yaymak, bunu verimli ve
etkili bir vasıta haline sokmak, ihtilal faaliyetlerinin hedefleri arasındaydı.
Türk hükümeti ve Türk halkı, Ermeniler içinde hüküm süren birlik ruhunu, Ermenistan'a
bunlar tarafından indirilecek bir darbenin mutlaka diğer bir tarafta ve özellikle
İstanbul'da, uluslar arası menfaatlerin toplandığı bu merkezde, ters etkisini göreceklerine
inanırlar ve bunu görürlerse, daha ihtiyatlı bir siyaset izleyecekler, memleket içinde yeni
bir katliam düzenlemeye artık cesaret edemeyeceklerdi."
Kumkapı olayı öncesinde komitenin başlıca ileri gelenleri, Beyoğlu'nun arka sokaklarından
birinde bir yabancının evinde oturan Rus tebaasından Megavoryan'ın yanında
toplanmışlardır.
15 Temmuzda Kumkapı'da yapılacak olan gösteriyi idare etmek üzere gizli oylama ile iki
kişi seçilmiştir. Cangülyan, Partiği saraya götürmeyi; Murad ise bildiriyi okuma
sorumluluğunu üzerlerine almışlardır.
Olay günü Anadolu yakasındaki telgraf hatları kesilmiş ve Hınçaklılar kilisede
toplanmışlardır. Bildiri, el yazısıyla çoğaltılarak halka dağıtılmıştır. Ayin sırasında
Cangülyan kürsüye atılarak bildiriyi okumuştur. Ayini yapan patrik Aşıkyan, kaçarak
Patrikhaneye sığınmış, komitecilerle birlikte Saray'a gitmeye, razı olmamıştır. Hınçak
komitecileri Patrikhane'yi işgal etmişler, silahlar patlamış, bütün yapının camları,
tavanları parça parça olmuştur.
Sonunda Patrik Aşıkyan zorla kandırılarak kendileriyle birlikte Saray'a gitmek üzere bir
arabaya sokulmuştur. Toplanan halk ve komiteciler, "Yaşasın Hınçak komitesi, yaşasın
Ermeni milleti, yaşasın Ermenistan, yaşasın Hürriyet!" diye haykırmışlardır. Fakat Dacad
ve Mampra Vartabetler, hükümete durumu haber vermiş oldukları için Patrik Aşıkyan'ın
da içinde bulunduğu araç askeri kuvvet tarafından çevrilmiştir. Bunun üzerine komiteciler
askerlere ateş açmışlardır. Cangülyan bu sahneyi şöyle anlatmaktadır:
"Bizimkiler vahşice bir şekilde askerlere üst üste ateş ediyorlar, askerler de, silah atanları
tutuklamaya uğraşıyorlardı. 6-7 asker ağır yaralı olarak yere serildi. 10 kadarının da
yarası hafifti. Biz iki ölü verdik."
Hınçaklar'ın "silahsız gösteri" dedikleri Kumkapı Olayı, bu şekilde sona ermiştir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 461-463
Birinci Sasun İsyanı
İsyanlarıyla ün salan Sasun, o zamanki sivil teşkilata göre, yüzden fazla köyü olan, idari
ve adli işler yönünden Siirt'e bağlı, Muş'a 14 saat uzaklıkta bir ilçedir. Yakınında Mutki ve
Garzan ilçeleri vardır. Arazisi dağlık ve yerin sarplığı yüzünden hükümet nüfuzundan uzak
bir durumdadır. Halkı, Ermeniler de dahil olduğu halde Zazaca ve Kürtçe karışık bir dille
konuşmaktadırlar. Nüfus sayımı yapılmamış olmakla beraber, o zamanda bu ilçe halkının
beşte birinin Ermeni, kalanı ise Kürt olarak tahmin edilmektedir.
Buralarda 1890 tarihlerinde Mihran Damadyan adlı bir Ermeni, üç yıl kadar dolaşmış
Hınçak adına propaganda ve tahriklerde bulunarak Ermenileri ayaklandırmak için
28
uğraşmıştır. Sasun Ermenilerinin haber vermesi üzerine Damadyan, 1893'de yakalanarak
muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiş ve sonra serbest bırakılmıştır.
Sasun isyanı, sırf yabancı devletlerin müdahalesini davet etmek amacıyla Hınçak
komitesince düzenlenmiş ve Murad (Kamparsun Boyacıyan) vasıtasıyla uygulanan bir
planla yapılmıştır.
Murad Sasun'a gitmek üzere Kafkasya'dan geçerek orada Taşnaksutyun komitesinden
destek ve yardım görmüştür. Sasun'a varınca etrafına bazı Ermenileri toplayarak isyan
planlarını hazırlamaya başlamışlardır.
Aslında sırf yabancı müdahalesinin çekilmesi amacıyla yapılmış olan bu isyan hareketi,
Ermeni komiteleri ve patrikhanesi vasıtasıyla her tarafa pek kanlı ve heyecanlı bir şekilde
duyurulmuştur. Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde Ermeniler lehine mitingler,
parlamentolarda açıklamalar yapılmıştır. Her yanda İngiltere'nin Kıbrıs antlaşmasıyla
kabullenmiş olduğu sorumluluktan söz edilmiştir.
İngiltere'nin Van Konsolosu Holward, inceleme için Sasun'a gitmek istemiş; ancak
hükümet, Holward'ı isyanın tahrikçisi olarak gördüğü için gitmesine izin vermemiştir.
Uzun haberleşmelerden sonra, Erzurum'da konsolosları bulunan devletlerin, yani Fransa,
İngiltere ve Rusya'nın, Osmanlı inceleme komisyonuna, oradaki konsolosların katılmaları
esas kabul olunmuştur. Komisyon 4 Ocak 1895'den 21 Temmuz'a kadar altı ay
incelemelerde bulunmuş, 108 toplantı yapmış ve 190'dan fazla tanık dinlemiştir. Heyetten
Ömer Bey, Bitlis Vali Yardımcılığına tayini dolayısıyla 29 Ocak'ta komisyondan ayrılmak
zorunda kalmıştır. 23 Ağustos'ta isyanın elebaşısı Murad tutuklanmıştır.
Sasun isyanına Ermeniler pek büyük umutlar bağlamışlardır. Ermenilere göre; Sasun'da
kopacak bir isyan üzerine Avrupa derhal müdahale edecek, Ermeni istekleri temin
olunacak ve bu isyanla çok büyük menfaatler elde edilecektir.
İsyanı devam ettirmek için Hınçaklılar İstanbul'da ve illerde komite mührü ile onaylanmış
yardım biletleri ile hayli para toplamışlardır.
Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda, taraftarlıkla suçlanamayacak olan New York Herald
Amerikan gazetesinde yayınlanan yazıyı aktarmak yeterli olacaktır:
"Avrupa incelemesi, Ermenilerin, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle birlikte isyan
etmiş olduklarını göstermiştir. Asiler İngiltere'den gelmiş modern silahlarla her şeyi
yapmışlar, yangın, adam öldürme,yağmadan sonra düzenli askere de karşı durmuşlar,
kafa tutmuşlar, dağlara çekilmişlerdir. Soruşturma heyeti, Osmanlı hükümetinin asilere
karşı asker göndermekle en kanuni hakkını kullandığını saptamıştır. Bu askerler, kanlı
çarpışmalardan sonra asileri yenebilmişlerdir. Hemen geçilmez dağlara sığınmış olan
yaklaşık 3 bin kadar tamamen silahlı asinin, inandırıcı sözlerle, gazete yazılarıyla
hakkında gelinemez.
Ermeniler 3 bin kişi olarak Anduk Dağında toplandılar. Aralarında beş-altı yüzü, Muş
kasabasını sarmak istediler. Bu amaçla Muş güneyinder Delican aşiretine hücum ettiler.
Bunlardan bir kısımını öldürdüler, mallarını aldılar. Ellerine düşen bütün müslümanların
dini inançları aşağılandı ve kendileri korkunç şekillerde öldürüldü. Bu asiler Muş
yakınındaki düzenli askere karşıda saldırıda bulundular, fakat oradaki askeri kuvvetin
çokluğu yüzünden Muş kasabasını işgal edemediler.
Asiler, Anduk dağındakilerle birlikte çeteler teşkil ettiler. Bu çeteler de yakınındaki
aşiretlerde korkunç cinayetler işlediler ve yağmalar yaptılar. Ömer Ağa'nın yeğenini diri
diri yaktılar. Gülli Güzat köyünden üç dört saat ötede İslam kadınlarının ırzına geçtiler,
bunları boğazladılar.
29
Birçok müslümanlar, gözleri oyularak, kulakları kesilerek, en müthiş ve alçakçasına
hakarete uğratılarak, Hıristiyanlığı kabule ve Haçı öpmeye zorlandılar.
Ağustos sonuna doğru Ermeniler, Muş yakınında Kürtlere hücum ederek Gülli-Güzat ile
beraber iki-üç köyü yaktılar. Talori'deki 3000 Ermeni asisine gelince, bunlar,
müslümanlarla diğer Hıristiyanlar arasında yas ve dehşet saçtıktan sonra silahlarını
bırakmayı reddederek yağma ve adam öldürmeye devam ettiler. O zaman, yola getirmek
için buralara ordu askeri gönderildi.
Asi Hamparsum, on bir suç ortağıyla yüksek bir dağa kaçtı. Diri olarak yakalandı. Fakat
iki eri öldürdü, altısını da yaraladı. Ağustos sonunda bütün asi çeteler dağılmıştı.
Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara, İslami ve insani hükümlere
uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul etmeyen ve ülkenin
kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi."
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 471-477
1895 Zeytun İsyanı
Zeytun'da Hınçaklıların çıkardığı en önemli isyan, 1895 temmuzunda gerçekleşmiştir.
Zeytun yakınındaki Arekin köyünde birkaç yabancı Ermeni'nin faaliyette bulundukları
haber alınmış, bu sahışlar hükümet tarafından takip ettirilmişlerdir. Bunların, merkezi
Londra'da bulunan Nazarbeg'in reisi bulunduğu Hınçak komitesinden isyan çıkarmak için
gönderilen Agasi, Hraçya, Abah, Nışan, Melek, Garbet adlarındaki Hınçak propagandacıları
olduğu anlaşılmıştır. Kendileri Zeytunlulara, silahlanmalarını, etraftaki Türklere, asker
kuvvetlerine, önemli kasabalara saldırmalarını söyleyerek gereken silah ve paranın
komite tarafından gönderilmekte olduğunu, hareket başlar başlamaz İngiliz filosunun da
Mersin ve İskenderun'a geleceğini bildirmişlerdir.
16 Eylül 1895'de Zeytun isyancılarının, Partogomios Vartabet'in, köy temsilcilerinin de
içinde bulundukları 100 kişilik bir Ermeni heyeti Karanlık Dere'de toplanarak isyanın
çıkarılma şeklini kararlaştırmışlardır.
Bu karar üzerine her tarafta birden isyanlar başlamış, telgraf telleri kesilmiş, iki bini
silahsız, dört bini silahlı Zeytunlu saldırılara başlamıştır. Kışla ve hükümet konağını saran
isyancılar, Kaymakam, 50 subay, 600 er ve kumandanları esir etmişlerdir. Esirler
sonradan Zeytun kadınları tarafından öldürülmüşlerdir. Kumandan Remzi Paşa hücum için
kuvvet istemiş, yerine Ethem Paşa gelmiş, ancak o da yeni kuvvet istemek zorunda
kalmıştır.
Asiler, modern silahlar kuşanmışlardır. Göksün'de bulunan askerler sonradan hücuma
geçmişler ve asileri Zeytun'a sığınmaya zorlamışlardır. Zeytun askerler tarafından
kuşatılmış, ancak tam sonuç alınacağı sırada İstanbul'daki elçiler, Zeytun Ermenileri
hakkında hükümete arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardır. Saray, bu teklifi kabul etmiş
ve harekat durdurulmuştur. Elçiler, Halep'teki konsoloslarını müzakereye memur
etmişlerdir. Altı devlet konsolosu 1 Ocak 1896'da Zeytun'a girmiş ve 28 Ocak'ta Zeytun
asileriyle barış yapılmıştır1.
Barış şartları, savaştıkları silahların teslimi, genel af, beş komitecinin yurt dışına
çıkarılması, geçmiş vergilerin affı, miri verginin azaltılması şartları ile asiler teslim
olmuşlar ve isyan sona ermiştir.
30
İhtilali çıkaran Hınçak komitacıları, İngiliz Konsolosluğu himayesinde 13 Şubat'ta
Zeytun'dan ayrılıp, Mersin'den 12 Mart'ta Marsilya'ya hareket etmişlerdir.
Zeytun isyanı ile Hınçak Partisinin Türkiye'deki aktif çalışması fiilen sona ermiştir. Parti,
yapacağı hareketlerle Avrupa'nın ilgisin çekip Ermenilere bağımsızlık temin edeceğini
düşünmüş ve bu sebeple de büyük yekunlara varan Ermenilerin kanına girmiş, fakat bir
şey elde edememiştir2.
KAYNAK
1) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 491-496
2) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 160-161)
I. Van İsyanı
Van isyanı 1895'te 14 Haziran'ı 15 Haziran'a bağlayan gece patlak vermişse de bunun
hazırlıkları hayli öncesine inmektedir. Nitekim, 6 yıl Van'da, sonra Erzurum'da Rusya'nın
Konsolosluğunu yapmış olan General Mayewski şunları yazmaktadır:
"1895'te, Van ihtilalcileri Avrupa'nın ilgisin Ermeni sorunu üzerine çekmek için yoğun bir
çalışma başlatmışlar, zengin Ermenilere ölüm tehdidiyle para yardımı istenen mektuplar
göndermişlerdir. Bu süre zarfında Van ihtilal komitesi kararı ile bazı politik cinayetler de
işlenmiştir. Bu cinayetlerin en önemlisi 6 Ocak 1895 günü, yani Ermenilerin en büyük
bayram günü, mukaddes ayini icra için Kiliseye gitmekte olan Papaz Bogos'un
öldürülmesidir. (...) Baharla birlikte ihtilal hazırlıkları hızlanmış, şehrin yakınlarında
öldürülüp vücutları parçalanan insanlardan bahsedilmeye başlanmıştır. İhtilalciler, bu gibi
cinayetlere karşı takibat yapılmadığını gördükçe, günden güne daha da cesaret
kazanmışlardır. Bununla beraber Ermenilerin cüretleri arıttığı ölçüde Müslümanların da
sabrı azalıyordu."
İngiliz Konsolosu Williams da ileriyi görebilenlerdendir ve o da şunları yazmaktadır:
"Taşnakların Van'da 400 kadar mensubu var, 50'yi geçtiklerini sanmadığım Hınçaklarla
birlikte bunlar kendi dindaşlarını terörize ve yaptıkları taşkınlık ve çılgınlıklarla müslüman
halkı tahrik ediyor, reformların gerçekleştirilmesine imkan vermiyorlar. Eğer bunlar
susturulabilse bölgenin emniyetini engelleyen en büyük maninin ortadan kalacağına
eminim."
Van Askeri Komutanı Saadettin Paşa da aynı durumu görmektedir. Zaten 1895
Ekim'inden itibaren Van'da münferit olaylar meydana çıkmaya başlamış ve bu sebeple de
her hangi bir olaya karşı daima tetikte bulunmak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Vilayet
raporlarında, isyanın başladığı tarihe kadar 23 vukuat kaydedilmektedir. Saadettin Paşa
isyanı müteakip yolladığı büyük raporunda bu hususları da belirterek o güne nasıl
gelindiğini özetlemiştir.
Van isyanı 15-24 Haziran 1895 arasında devam etmiş; isyan sırasında 418 Müslüman ile
1715 Ermeni hayatlarını yitirmiş, 363 Müslüman ve 71 Ermeni de yaralanmıştır.
Van'da bu tarihten sonra, İran'dan geçerek gelen çetelerle münferit olaylar devam etmiş,
fakat bunlar bir isyan şekline dönüşmemiştir.
II. Van İsyanı
31
Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde
sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk,
Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun,
Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği
bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve silahlandırmışlardır 1.
Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve gözetiminde hareket
etmişlerdir2. 1908'de başlayan bu tür organizasyonların arkasında Rusların bulunduğu,
Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki yazışmalardan açıkça
anlaşılmaktadır3. Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Trabzon
konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda şöyle belirtilmektedir 4:
"Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok para harcıyorlar, gizlice
asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni ayaklanmasının patlak vermesine
aracılık ediyorlar."
Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri
gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında
çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir5.
Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren başlattıkları
mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını toplu halde
katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915 tarihli
yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir6. Van valiliğine getirilen
Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin büyük bir
hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini bildirmiştir7.
Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van
bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı
savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van
çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın
merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır8. Van ve çevresinde memur ve
jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar
yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir
takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu
arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.
Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi
çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre
halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim
tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle
bildirilmiştir9:
"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya
geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak
muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar
tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle
başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"10.
Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına
fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus
Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi
izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler,
Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük
bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.
Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından
Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete,
Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında
32
Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten
sonra şunları yazmaktadır:
"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların
başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir
biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"11.
Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere
yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk
ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve
Trabzon'u da işgal etmişlerdir12. Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle,
müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını
kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni
ayaklanmaları başlamıştır.
Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze
uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak
için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum
yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği
Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve
Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk
halkının bulunduğu belirtilmiştir13.
KAYNAK 1: Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih
Kurumu Yayını, Ankara 2001.
KAYNAK 2: Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 161-163)
Dipnotlar
DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N.
Göyünç, "Türk Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa
Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
7) Aynı yer, belge 2052.
8) ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius,
Potsdam 1919, s. 65, 46 nr. Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
12) ŞFR, nr. 64/44.
13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.
1)
2)
Osmanlı Bankası Baskını
1896 yılının son olayı 26 Ağustos günü vuku bulan Osmanlı Bankası baskınıdır. Bu olay
bütünü ile Taşnak Komitesinin eseridir. Hareketi idare edenler, Kafkasya'dan gelmiş
Varto, Mar ve Boris isimli üç Ermeni'dir. Armen Garo takma adını kullanan ve 1908
Meşrutiyeti'nde Erzurum'dan milletvekili seçilip, 1. Dünya Harbi sırasında çetesi ile
Türkiye'ye karşı Kafkas cephesinde çarpışacak olan Akrekin Pastırmacıyan da Atina'dan
gelerek onlara iltihak etmiştir.
33
26 Ağustos günü yapılan baskının nasıl cereyan ettiği Esat Uras, Varantyan'ın Ermenice
"Taşnaksutyun Tarihi"nden şöyle nakletmektedir:
"Ağustos 26, sabah saat 6.30. Baskına başlamak için 6 kişi yetiyordu. Bomba torbaları
omuzlarda, tabancalar ellerde erken çıktık. Bankaya yaklaştığımızda öncü arkadaşların
attıkları bombaların ve silahların seslerini duyduk. Bankanın içine saldırdık. Bizi hırsız
sanmışlardı. Korkmamalarını söyledim. Bombalar şaşılacak sonuç veriyordu,
dokunduğunu derhal öldürmüyor, fakat etlerini parçalıyor, azap, ızdırap içinde
kıvrandırıyordu. Garo ile beraber Müdürün odasına gidip, şartlarımızı yazdırdık. Devletler
tarafından isteklerimizin yerine getirilmesini, bu çarpışmaya katılmış olanların serbest
bırakılmasını, aksi takdirde Bankayı kendimizle birlikte havaya uçuracağımızı bildirdik.
Çarpışan 17 kişi kalmıştık. 3 kişi ölmüş, 6 arkadaş yaralanmıştı. Düşmanlarımızın da
kayıpları çok büyüktü."
Komitacıların istekleri şunlardır:
- 6 devlet tarafından seçilecek Avrupalı bir Yüksek Komiser tayini
- Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların yüksek komiser tarafından tayin ve padişahça tasdik
olunması.
- Milis, Jandarma ve Polisin yerli halktan ve Avrupalı bir suya komutasında olması.
- Avrupa sistemine göre adli reform
- Mutlak bir din, eğitim ve basın hürriyeti
- Ülkenin gelirlerinin 3/4ünün mahalli ihtiyaçlara sarf
- Birikmiş vergi borçlarının silinmesi
- 5 yıl vergiden muafiyet, ondan sonraki 5 yıl ödenecek verginin son karışıklıklardan
görülen zararlara tahsisi
- Gasp olunmuş malların derhal iadesi
- Göçmenlerin serbestçe geri dönmeleri
- Politik suçlardan mahkum Ermenilerin affı
- Avrupa devletleri temsilcilerinden geçici bir komisyon kurularak yukarıdaki hususların
gerçekleştirilmesini kontrol etmeleri.
Neticede, Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti Baştercümanı Maximoff ile
birlikte Saraya giderek konunun çözümlenmesi selahiyetini almışlardır. Kendilerinin
Türkiye'den serbest çıkışları garantiye bağlanmıştır. 17 kişi, Maximoff ile birlikte
Bankadan çıkıp, Sir Edgar'ın yatına gitmişler, oradan da Fransızların Gironde gemisi ile
Marsilya'ya hareket etmişlerdir.
Banka baskını böylece bitmiş, ancak Ermenilerin o gün asker, polis ve halk üzerine
boşalttıkları bomba ve kurşunlar, İstanbul Müslüman ahalisini ayağa kaldırmıştır.
İstanbul'daki karışıklık birkaç gün sürmüştür. Su sadece Müslümanların Ermenilere karşı
yürüttükleri bir saldırı değildir. Ermeniler de saldırılarını devam ettirmişlerdir.
34
Bu olayda ölen Ermenilerin sayısı, Batılı kaynaklarda 4.000-6.000 olarak zikredilmektedir.
Taranan Osmanlı belgelerinde ise bu konuda bir vesikaya henüz rastlanmamıştır. Ancak
6.000 rakamının fazla mübalağalı olduğu ortadadır. Babıali gösterisi sonucunda da
karışıklık bir kaç gün sürmüş, ama ölü sayısı 172'de kalmıştır. Bu kere 4.000-6.000 ölü
rakamına varmak için olayın haftalarca sürmesi gerekmektedir. Kaldı ki, Müslümanların
sopa ve bıçaklarla mücadeleye girişmiş olduğu bütün kaynaklarda yer aldığına göre, bu
yolla bu kadar kişinin öldürülmesi çok daha zordur. Müslüman ahaliden ölenlerin miktarı
hakkında hiçbir yerde bir kayıt bulunamamıştır. Buna karışıklık Sadrazamın 120 askerin
öldüğünü ve 25 kadar yaralı bulunduğunu ifade ettiği İngiliz dokümanlarından
anlaşılmaktadır. Gene bu aynı dokümanda olaylar sebebiyle 300 kadar Müslümanın
tutuklandığı ve hükümetin aldığı tedbirlerin iyi olduğu da kayıtlıdır.
Bu olayla ilgili özel bir mahkeme kurulmuş ve tutuklanan Müslüman ve Ermeniler bu
mahkemede yargılanmışlardır.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 163-166)
İkinci Sasun İsyanı
Sasun'da 8 Ağustos 1895'teki ilk darbe netice vermeyince Taşnaklar, ikinci darbeyi 1897
Temmuzunda vurmak istemişlerdir. Taşnak çeteleri Türkiye'ye genellikle İran üzerinden
Van yoluyla girmektedirler. Ancak yolların üstünde bulunan Mazrik aşireti onları rahatsız
etmektedir. Bu aşireti kökünden kazımak üzere komiteciler, 1897 Temmuzunda gün
ağarırken 250 kişilik bir çete ile aşiretin Honasor'daki çadırlarına saldırmışlardır. Ancak
istedikleri neticeyi elde edemeyip, sarılmak tehlikesiyle karşılaşınca geri çekilmişlerdir.
Taşnaklar bu tarihten sonra hareketlerini Sasun ve Muş bölgesine kaydırmaya
başlamışlardır. Bu dönemde Antranik, çete hareketlerini ele almıştır. 1866'da Şarki
Karahisar'da doğan ve genç yaşta Komiteye giren Antranik, bir Türk'ü öldürdüğü için
hapse atılmış, Komite tarafından hapisten kaçırılarak Batum'a gönderilmiştir. Cihan
Harbinde kendisine çete savaşları ile ün yaparak Alay Kumandanlığına yükselmiş olan
Antranik'in ismi, 1890'arın sonunda yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştır.
Osmanlı hükümeti 1901 yılında Sasun'un idaresini düzene koymak için Taluri ve Şenik
tepelerinde kışla yapmaya karar vermiş, Ermeniler bu projeye karşı çıkmışlardır.
Antranik'in yönetimindeki çetelerle mücadele fiilen bu tarihte başlamıştır. Ancak asıl isyan
1903 yılının sonlarından itibaren bölgede her tarafa yayılmaya başlamıştır. 13 Nisan
1904'te asiler üzerine asker sevk edilmiş, bunun üzerine asiler fazla tutunamamışlardır.
Fakat çete savaşı Ağustos'a kadar sürmüş ve Antranik Kafkasya'ya kaçmak zorunda
kalmıştır.
K. Küdülyan'ın "Antranik Savaşları" adı ile Ermenice olarak 1929 yılında Beyrut'ta
yayınladığı kitapta yazıldığına göre 14, 16, 22 Nisan'da, 2 Mayıs'da, 17 Temmuz'da
yapılan çarpışmalarda toplam 932-1132 Türk öldürülmüş, sadece 19 Ermeni ölmüştür.
Bu, Ermenilerin söylediği ve yazdığı rakamlardır. II. Sason isyanı, katliam edebiyatının
uluslar arası kamuoyunda bir kez daha gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur. Fakat
eski ilgi pek görülmemiştir. Zira devletlerin ilgilerinin başka konulara çekildiği bir dönem
başlamak üzeredir.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 166-167
35
Yıldız Suikastı
Taşnaklar'ın Türkiye'deki son teşebbüsleri Abdülhamid'e yapılan suikasttir. Nitekim
Papazian, "Sultan Abdülhamid'in hayatına yöneltilen saldırı, Taşnakların Türkiye
Ermenileri hesabına yaptıkları ihtilal denemelerinin son perdesi oldu. Bu da
Taşnaksutyun'un görkemli, fakat faydasız teşebbüslerinden biriydi. Başarısı Ermeni
davasına bir fayda getirmezdi, başarısızlığı her halde halkımızı büyük bir felaketten
kurtarmıştır" diyerek bunu teyid eder1.
Krisdapor Mikaelyan ile birlikte Arnavutköylü Vram Şabuh Kendiryan, Belçikalı Joris ve
karısı, Yarı Rum Silvio Rişçi, Alman doğumlu Lipa-Rips, Torkom (Ardaş Haçik Kaptanyan),
Safo (Konstantin Kabulyan), Mari Zayn, Garo (Hamparsum Ağacanyan), Kris Fenerciyan,
Aşod (Karlo Yovanoiç) ve bir kısmı Kafkasya'nın, Avrupa'nın çeşitli köşelerinden gelmiş
maceracı şahıslar İstanbul merkezinde toplanarak suikast planları için çalışmaya
başlamışlardır. İlkin 12 bombayla Polonez köyüne gitmişler ve İbrahim Paşa korusunda
bomba denemesi yapmışlardır.
Krisdapor, Rus Yahudisi tüccar pasaportu sayesinde Rusya elçiliğinden aldığı tavsiyeyle
birkaç defa Selamlık törenine giderek orada serbestçe incelemeler yapmış ve Padişah
geçerken üstüne bomba atmayı kolay görmüştür. Yalnız Selamlık'ta yollara kum
dökülmesi dolayısıyla bombanın patlayamayacağı sakıncası ortaya çıkmıştır.
Daha sonra Ramazan ayının on beşindeki törende, yolda iki adamın tabanca ile padişaha
saldırması planı incelenmiş ve Joris, Yıldız'dan Dolmabahçe'ye kadar olan yol üstünde bir
ev tutulmasını teklif etmiştir. Tayin olunan adamlar tabancalarla hazır olarak beklemişler,
ancak padişahın o defa Çırağan Sarayı'na kadar Yıldız bahçesinden geçerek gitmesi,
Komitecilerin bu teşebbüsünü de sonuçsuz bırakmıştır.
Nihayet, yabancı konukların bulundukları yerlerde bomba atmak ve aynı zamanda araba
ile büyük bir bomba patlatmak planı ileri sürülmüştür. Bu konuda uzun tetkikler ve
hesaplar yapılmış, bombaların yabancı memleketlerde hazırlanmasına, denemelerinin
orada yapılmasına ve özel bir araba içinde saatli bomba ile suikast yapılmasına karar
verilmiştir.
İncelemelerine devam eden Krisdapor, her hafta Yıldız'a giderek, padişahın camie girip
çıkmasını, arabanın durduğu yerden camie kadar olan uzaklığı adım ölçüsüyle, saatle
tespit etmiştir. Sonuçta, cami avlusunda yabancı konukların arabaları arasında bulunacak
ve mümkün olduğu kadar padişaha yakın olacak bir araba içinde saatli büyük bir bomba
patlatılmasına ve padişahın yanındakilerle birlikte öldürülmesine karar verilmiştir.
Arabacının sürücüsünün oturacağı yere 120 kilo patlayıcı madde alacak demir bir sandık
yaptırılmış ve patlayıcı maddeyi ateşlemek için bir dakika 42 saniyelik devreli bir saat
kadranı hazırlanmıştır. Arabayı Zare Haçikyan adında 45 yaşında eski bir katil olan
Ermeni komite mensubunun idare etmesi kararlaştırılmıştır.
Patlayıcı madde, 18 Temmuz sabahı, arabacı yeri altındaki demir sandığa doldurulmuş,
içerisine teneke kutu içinde 500 tane kapsül konmuştur. Her şey hazırlandıktan sonra 21
Temmuz 1905 Cuma günü Selamlık resminden sonra Sultan Hamid saraya dönerken
camiin önünde bomba patlatılmıştır. Bütün tertibat tam anlamıyla alınmış olduğu halde, o
gün camiden çıktıktan sonra Padişahın Seyhülislam'la görüşmesi ve bu sebeple birkaç
dakika gecikmesi, suikastın başarısız sonuçlanmasına sebep olmuştur.
36
Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sonunda Avusturya tebaasına mensup Edouard
Joris isimli şahıs idama mahkum edilmiştir. Bir süre sonra hapishaneden Saray'a getirilen
Joris, Ermeniler aleyhinde çalışmak üzere 500 lira ihsanla ajan tayin edilip Avrupa'ya
gönderilmiştir2.
KAYNAK
1) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167
2) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 524-531
Ermeni İsyanları
Adana Olayı
Günlerce süren Ermeni tahrikinin ardından Ermeniler iki Müslüman gencini öldürüp, katili
de teslim etmemekte ısrar edince hadiseler çığ gibi büyümüş ve yayılmış, Müslümanlarla
Ermeniler 3 gün boyunca fiilen sokak sokak çarpışmışlardır.
Hükümet derhal Dedeağaç'tan Adana'ya asker sevk etmiş, bunların gelmesi üzerine
olaylar yeniden alevlenmiş, ama bu defa çabuk bastırılmıştır. Cemal Paşa anılarında,
Adana olayında 17.000 Ermeni ve 1.850 Müslüman öldüğünü, eğer şehrin nüfus oranı
Ermenilerin elinde olsa idi, bu adetlerin tersine tecelli etmiş olacağını, mukatele
esnasında tarafların gösterdiği temayüllerin diğerinden farklı olmadığını yazmaktadır.
Patrikhane kendi yaptırdığı araştırma ile 21.300 ölü rakamına varmıştır. Edirne mebusu
Babikyan Efendi, Meclis'e takdim etmek üzere konuyla ilgili bir rapor hazırlamıştır. Pek
kısa bir süre sonra öldüğü için Meclis'te görüşülmeyen bu raporun ölü rakamını 21.001
olarak gösterilmektedir. Cemal Paşa'nın verdiği rakam, mahkemelerin bitmesinden
sonraya ait olduğu için, hadise sırasında kaçıp da sonra geri gelenler olabileceği göz
önünde bulundurularak ölen Ermenilerin 21.000'den ziyade 17.000'e yakın olduğu kabul
edilmektedir.
Adana'da olaydan sonra sıkıyönetim ilan edilmiş, Müslüman ve Ermeni suçlular Divan-ı
Harp'e sevk edilmişlerdir.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 175-76
Bursa Olayı
Ermeni isyan ve olaylarının artması üzerine Adapazarı ve İzmit'teki aramalar sonunda pek
çok silah elde edildiğini duyan ve Çengiler, Soloz, Orhangazi, Gemlik, Bilecik bölgelerinde
öteden beri hazırlanmış bulunan Ermeni çeteleri, Türk halkına saldırmaya başlamışlardır.
Hükümeti, jandarmayı ve askeri birlikleri kendilerini izlemeye zorlayarak cephedeki
kuvvetleri zayıflatmayı amaçlayan Ermeniler, cephede düşmanla savaşan askerlerin
morallerini bozmak yolunu tutmuşlardır.
Ellerinde en modern silah ve hatta sıhhi malzemeler bulunan Ermeni çeteleri, İzmit ve
Adapazarı'ndan kaçan çetecilerle de birleşerek, 60-70 kişilik gruplar halinde, öteye beriye
37
saldırmaya başlamışlardır. Ermeni çetelerinin başında Başpapaz Vekil Barkef, onun
sekreteri Sokpas, Bursa Ermeni Okulu Müdürü, kilise hademesi ve diğer din görevlilerinin
oldukları belirlenmiştir.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s.
239
Fındıkçık Olayı
Osmanlı hükümetine karşı zaman zaman başkaldıran Zeytun bölgesindeki Ermenilerin
başka bölgelere göç ettirilmeleri sırasında Nur Dağları kuzeyindeki araziye dağılan Ermeni
çeteleri, Türk köylerine, askeri birliklere ve jandarma müfrezelerine saldırarak yakmış,
yıkmış ve öldürmüşlerdir.
Bir süre sonra Zeytun, Saimbeyli ve Maraş Ermenilerinden oluşan 600 çeteci, 1915 yılı
baharında Maraş ile Bahçe kasabası arasında ve Ayvalık Bucağına 30 km. kadar uzaklıkta
bulunan Fındıkçık Köyünde toplanarak ayaklanmışlar; bu köyün yanındaki dört Türk
köyünü de yakmışlardır. Maraş bölgesindeki Ermeniler de isyan merkezi olan Fındıkçık'ta
toplanmaya başlamış; köy, iyi bir şekilde savunmaya hazırlanmıştır.
Bu arada isyan bölgesine bir jandarma müfrezesi göndermişse de olumlu bir sonuç
alınamamıştır. Bunun üzerine Islahiye'den 132. Piyade Alayıyla Belen'deki bir piyade
taburu ve bir dağ top takımı Fındıkçık bölgesine gönderilerek isyan bastırılmıştır. Bu
olayda 10'dan fazla Türk köyü yakılmış, yıkılmış ve 2.000 kadar Türk, vahşice
öldürülmüştür.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan_; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984,
s. 243-244
Musadağı Olayı
Musa Dağı, Nur Dağlarının eteklerindedir. 1.000 metre kadar yükseklikte, büyük kayalar
ve sık çalılıklarla kaplı sivri ve tek bir blok görümündedir. Verfel adında bir Yahudi
tarafından yazılan "Musa Dağı'nda 40 Gün" adındaki kitap Amerika'daki Ermeniler
tarafından kendilerine yapılan sözde zulümleri belirtmek için sinema filmi haline
getirilmiştir. I. Dünya Harbi'nde çıkan bu olayı, o zaman Halep Valisi olan General
Fahrettin Türkkan şöyle anlatır:
"Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf devletlerinin İskenderun Bölgesi kıyılarına bir çıkarma
yapacağı sözleri etrafa yaylınca Samandağ Bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı,
hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, TSK'nin ihtiyacı için gereken yardımı
yapmamışlar ve isyan etmişler ve Musa Dağı'na çıkmışlardır.
Bunun üzerine hükümet emirlerine uymaları için asilere memurlar gönderilmişse de
Ermeniler, bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol
bulamayan bölge komutanı Albay Galip, jandarma alayıyla Musa Dağından inen yolları
kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dağı'na çıkarak son bir defa daha
isyancılarla konuşmak istemişse de dağ üzerinde hiçbir kimsenin kalmadığını görmüştür.
Yapılan incelemede Ermenilerin denize doğru uzanan bir yamaçtan Akdeniz'' indikleri
anlaşılmıştır. İzleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip burada 20-30 kadar
hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır.
38
Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin, Musa
Dağı'ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete
başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Bu konu, Fransız
hükümetinden resmen sorularak doğruluğu öğrenilebilir. Daha sonra Musa dağında
yapılan araştırmalarda hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi; yaralı veya hasta bir
kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Verfel tarafından yazılan ve bütün
dillere çevrilerek dağıtılan ve filme de alınan bu kitabın konusunun tamamen hayali ve
uydurma olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği
taşıdığı sonucuna varılmıştır."
İşte Musa Dağı olayı budur, böyle olmuştur. Amacı, Türkleri kötülemek ve suçlamaktır.
Fransızlar Birinci Dünya Harbi'nde İskenderun bölgesiyle Halep ve Hatay vilayetlerinin
Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri Samandağ bölgesine önem
vermişler; hatta bu bölgeye karşı çıkarma harekatı yapma olanaklarını araştırmışlardır.
Bu amaçladır ki, Fransızlar, İskenderun Şehrinin 6 defa bombalamışlar; bölgenin
Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç bir durumda bırakmak
istemişlerse de harbin sonuna kadar böyle bir girişimi uygulamaya cesaret ve fırsat
bulamamışlardır.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s.
245-246
Şebinkarahisar Olayı
Anadolu'da Ermeni isyanlarının yanı sıra pek çok ayaklanma meydana geldi. Bunlardan
biri 5 Haziran 1915 tarihli Şebinkarahisar olayıdır.
Sivaslı Murat (Hamparsum Boyacıyan) adında bir Ermeni çete reisi, 500 kadar adamıyla
Şebinkarahisar'ı basmıştır. Türk ordusu Doğu Cephesi'nin ana ikmal yolu buradan geçtiği
için bölgenin stratejik önemi vardır. Ermeniler bu bölgeyi ele geçirdikleri takdirde TSK'nin
ikmal ve geri hizmetleri aksayacak, Rus ordusunun ileri harekatı kolaylayacaktır. Çeteciler
Şebinkarahisar'ın Müslüman mahallesini yaktılar. Rastladıkları Türkleri, işkenceler
yaparak öldürmeye başladılar. Çevreden toplanmış olan asker ve jandarma müfrezelerine
de saldırdılar.
Bu durum karşısında başka bölgelerden kuvvet tasarruf edilerek Şebinkarahisar'a
getirilmiş ve Ermeni isyancılar kuşatılmıştır.
Sivas'taki 10. Kolordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 15 Haziran 1915
tarihli mesajda, olayla ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır:
"Şuradan buradan toplanan 500 kadar Ermeni eşkıyasının Şebinkarahisar'da eski kaleye
sığınarak isyan ettikleri öğrenilmiştir. Güvenlik kuvvetleriyle çeteciler arasında
çarpışmalar olduğu Sivas Valiliğinden bildirilmiştir."
Sivas Valiliğinin 3. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 18-19 Haziran 1915 tarihli mesajda
ise şöyle denilmektedir.
"Şebinkarahisar isyanının bastırıldığı, Ermeniler 800 kadar kadın, erkek ve çoğunun
kaleye sığındığı, isyancılardan 200 kadarının silahlı olduğu bildirilmiştir."
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s.
227-228
39
Urfa Olayları
Meşrutiyetin ilanından sonra Ermeni komiteleri, Urfa'da da gönüllülerden oluşan bir örgüt
kurmuşlar, Doğu Anadolu harekat alanından göç ettirilip bu bölgeye yerleştirilen
Ermenileri de kandırmışlardır. Bu sırada 1895 yılındaki Urfa isyanında suçlu görülerek
Tablusgarba sürülen Meşrutiyetin ilanından sonra affedilerek Türkiye'ye dönen ve
kendisini papaz olarak tanıtan bir şahıs, İstanbul Emeni Patrikhanesi tarafından Urfa'ya
gönderilmiştir. Bu şahıs Ermenilerin isyanını hazırlamış, onlara Türk düşmanlığı aşılamış,
silah ve cephane sağlamanın önemini anlatmıştır.
Urfa'daki Ermenilerin hazırlığına Ruslar da büyük önem vermişlerdir. Çünkü Urfa bölgesi,
Doğu Anadolu'dan İskenderun doğrultusunda uzanan anayolun üzerinde bulunmaktadır.
Urfa bölgesinde isyancılara sekiz on yıl yetecek ölçüde yiyecek depo edilmiştir. Van'ın
Ruslar tarafından işgali; Ermeni komitacıların kışkırtma ve propagandalarına hız vermiştir.
Rusların birkaç ay içerisinde Diyarbakır, Siverek üzerinden Urfa'ya geleceklerini ileri
sürerek Ermenileri isyana çağırmışlardır.
İsyan hazırlıklarında en çok göze batan hususlardan birisi de, Zeytun, Sason, Bitlis, Antep
bölgeleri için bir komutan emrinde kullanılmak üzere Maraş'tan Diyarbakır'dan gelen,
komitacılara yerli fedailer ve asker firarilerden oluşan bir silahlı kuvvet ile su taşımak, un
öğütmek, ekmek pişirmek hasta ve yaralıları bakmak, tüfek temizlemek, emir götürmek,
mermi yapmak, konuşmalar yapmak için ekipler kurma başarıları olmuştur.
İsyana başlamak için uygun bir zaman beklenirken silah toplanması ve 1894
doğumluların askere alınması sırasında Zeytun, Sason, Haçin, Diyarbakır bölgelerinden
kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, Urfa'ya 7.5 km. uzaklıktaki Germiş
Köyünde ve 19 Ağustos 1915 Perşembe günü de Urfa merkezinde ilk isyanlar
başlatılmıştır.
Urfa olayının ertesi günü Tellülebyaz-Urfa-Siverek yolunda çalışan hizmet taburunun
Ermeni erleri evvelce kararlaştırdıkları gibi subayları ve Türk işçileri öldürmeye teşebbüs
etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Daha sonra Tellülebyaz-Urfa kısmında çalışan
bölüğün Ermeni erler, kazma, kürek ve muhafız jandarmalardan ele geçirdikleri silahlarla
Yedek Subay İbrahim Hilmi'yi şehit etmişler; dört jandarma eriyle köy muhtarını
yaralamışlardır.
28 Ağustos 1915'teki bu olaydan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükunet hakimdir.
Ancak 29 Eylül 1915'te 40 el kadar tüfek atılmış, ertesi günü bu olayın sorumlularını
araştırma için Ermeni mahallesine giden polis ve jandarmaya ateş edilmiş ve bir
jandarma şehit olmuş, iki jandarma yaralanmıştır. Asiler Türk evlerine hücum ederek
savunmaya ve saldırıya uygun olanlarını ele geçirmişler, Müslüman ailelerinden büyükküçük 10 kadını şehit etmişlerdir.
Urfa'daki isyan, Ermeni komiteleri tarafından çok iyi planlanmış ve yönetilmiştir. Yabancı
devletlerin de bu olayda ilgi ve yardımları olduğu saptanmıştır.
İsyandan sonra Ermeni çetelerinin ele başları, yine bir kolayını bularak başka bölgelere
kaçmışlardır. Çatışmanın 16 Ekim 1915'te bittiği aynı tarih ve 7664 sayılı şifreyle 4. Ordu
Komutanlığı'nca Başkomutanlığa arz edilmiştir.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s.
240-243
40
İzmit ve Adapazarı Olayları
Rus donanması Karadeniz Ereğlisi'ni top ateşine tuttuğu zaman, bölgedeki Ermenilerin
Ruslar yararına casusluk yaptıkları saptanmıştır. Özellikle Adapazarı'ndaki Ermeniler,
"Ruslar Karadeniz kıyılarına birkaç güne kadar asker çıkaracaklar, buralara gelecekler, o
zaman bölgemizde hiçbir Türk kalmayacak" diye açıkça haberler yaymaya ve propaganda
yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine hükümetin bölgede yaptırdığı arama sonucunda
yalnız birkaç tanesi Adapazarı'nı tahrip edebilecek nitelikte çok sayıda patlayıcı madde,
tüfek, tabanca, asker ve jandarma elbisesi, pek çok cephane ve dinamit fitilleri
bulunmuştur. Aynı aramalar İzmit'te de yapılmış, burada da aynı şeyler ele geçirilmiştir.
Gerek Adapazarı ve gerek İzmit'te yakalanan ihtilalcilerin ifadelerine göre; Ruslar,
Sakarya Nehri ağzı bölgesini bir çıkarma yaptıkları zaman bu silahlar patlayıcı maddeler
Türk askeri ve halkına karşı kullanılacaktır. Böylece genel bir öldürme, yok etme planı
uygulayacaklardır. Bir kısım Ermeniler de Türk askeri elbiselerini giyerek Türk ordusunu
içinden vuracaklardır. Ermenilerin planları ortaya çıkınca komite ele başları Yalova, Bursa
bölgelerine kaçmışlar, buralarda karşılaştıkları Türkleri soymuş ve öldürmüşlerdir.
Buna karşın Ermeniler her yerde Ermenilerin öldürüldüğü, Ermenilere işkence yapıldığı
haber ve dedikodularını geniş ölçüde yaymaya başlamışlardır. En sonunda hükümet köklü
önlemler almak zorunda kalmış, Ermeni çetelerinden bir kısmı tutuklanmış, diğer bir
kısmı da memleketin çeşitli bölgelerine kaçarak kurtulmuşlardır.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s.
238
İsyanların Genel Tablosu
1890'da Erzurum olayı ile başlayıp 1896 Van isyanı ile biten dönem, Batı dünyasında
büyük bir soykırım dönemi olarak gösterilir.
Nalbadian, "bu devrede 50.000-300.000 Ermeni öldürülmüştür" der.
Davih Marshall Lang, 1894-96 arasında 200.000 Ermeni öldürüldüğünü yazar.
Pastırmacıyan'a göre 100.000-110.000 ölü vardır.
Misasskian ise, "En az 300.000 Ermeni ölmüştür" diye yazar.
Hepsius'un rakamı 88.243'dür. Ancak bu rakamı nereden bulduğu anlaşılmamaktadır.
Mesela 1896'da Van'da 20.000 kişi ölmüş gösterir. Halbuki Van şehrinin içindeki çetelerin
çoğu İran'dan gelmedir ve Saadettin Paşa'nın verdiği rakamlardan şüphe etmek için de
sebep yoktur. Keza Zeytun'da 6.000 kişinin öldüğünü yazar. Aghasi ise 125 kişi zayiat
verdiklerini yazmaktadır. İsyan bittikten sonra hastalıkların ölenlerin dahi 3.000 civarında
olduğu İngiliz dokümanlarında yer alır ki, bu ölümlerin isyan olayı ile ilgisi yoktur.
Bliss'in, 1895 rakamı 35.032'dir.
Komitacı Ermenilerin kurşunları ile ölen Ermenileri de Türkler öldürdü sayılsa bile, 1890'lı
senelerde isyanlar ve ayaklanmalar sırasında hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı
20.000'e bile çıkarmak güçtür.
41
Bu arada aynı dönemde ölen Müslümanların hesabını yapmak da gereklidir. Eğer
Aghasi'nin "Zeytun'da 20.000 Türk öldürdük" sözünü ciddiye alsak, Müslüman kaybı
25.000'e yaklaşmış ve Ermeni kaybının iki mislini bulmuş olur. Ancak şu muhakkaktır ki,
Müslümanların bu iki sene zarfında kaybı 5.000'den az değildir. Bu Müslümanların çok
büyük kısmı durup dururken, üstüne ateş açılarak veya bomba atılarak, sırf geride
kalanlar hırsa kapılıp da Ermenilere saldırsın diye öldürülmüşlerdir. İşte asıl katliam, asıl
cinayet budur.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167-68
SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Kilisenin Rolü
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha
da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlâr tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda
muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin
yürürlüğe girmiştir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni
hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islâhat Fermânı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan
beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermenilere verilen bir mükafat
durumundadır. Osmanlı Hükümeti'nin muvafakatı alınarak doğrudan doğruya Ermeni
Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler'e "devlet içinde
devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmıştır.
Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan
kaldırmak istemişlerdir. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin
idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik
Ermeniler ise, bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil etmişlerdir 1. Kagik
Ozanyan adlı Ermeni yazarı, bu nizâmnâmenin, Ermeniler'de ihtilâl ruhunu uyandırdığını
ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir2.
ERMENİ KİLİSESİ'NİN BAĞIMSIZLIK ÇALIŞMALARI
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânında sonra Patrikler, daha çok millî ve
siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardır. Bu nizâmnâme, Ermenilerce muhtariyet için
bir adım telâkki olunmuş Lübnan olayları dolayısıyla vuku bulan Avrupa müdahalesi
genişlerse, bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümidi uyanmıştır. Osmanlı
İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları
arasında) netice vermemiştir3.
Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin lideri Patrik
Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında
34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed4 olmuş böylece kiliseye üye olmuştur.
1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van
Kartalı", 1863'de Muş'ta St. Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri
neşretmeye başlamıştır. Vaazları ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında
İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir5. Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni
millî menfaatlerinin zirveye tırmanması sonucunu doğurmuştur. Patrik Hırimyan, göreve
başlar başlamaz şu iki esas üzerine çalışmaya başlamıştır:
a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına
göre tâdil ettirmek,
42
b. İstanbul Ermeniliği'nin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek6.
Hırimyan'ın, Ermeniler'i macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen
ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve hükümet memurları
ona cephe almışlardır. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan,
1873 Ağustos'unda istifa etmek zorunda kalmıştır.
Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın izinden
yürümüştür. 1876'da II. Abdülhamid tahta geçmiş ve I. Meşrûtiyet ilân edilmiştir. Nerses
Varjabedyan, Bulgar meselesini halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık
1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan
tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenilerine yapılan sözde baskıları gösteren bir
rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice
alınamamıştır7.
Hırimyan zamanında başlayan Patrikhâne'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli
Hristiyanları meselesinden sonra çok şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhâne'nin Bâb-ı
Âlî'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnâmeler tetkik
olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zâbıta olaylarından
başka bir şey olmadıkları görülür. Patrikhâne, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı
abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları siyasî önemli olaylar şekline
sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermeye başlamıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünmektedir:
a. Osmanlı Devleti'ne ve Türkler'e sadık kalmak,
b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerini takip ederek çalışmak
ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.
Patrik Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli
mektubunda şunları yazmaktadır:
"Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan
özgürlüğünü ancak bir Hıristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini
Hıristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Kilikya8, Hristiyan yönetimin
kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani,
Türkiye Ermenistan'ında, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hıristiyan
yönetim istiyorlar9."
Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret
ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi
durumu değiştirdi, Doğu'da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım
edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi
Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca da, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye
cevap vermiştir. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi
üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile
Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi
düşünmeliyiz10." diye Ermeniler'in amacını açıklamıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlılar'ın barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878
tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş11, barış şartları ise Ayastefanos
(Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Ayastefanos (Yeşilköy)'ta devam eden barış görüşmeleri
sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti
başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir
madde koydurmayı başarmışlardır. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya
43
arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16.
maddesinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı
Devleti'ne kabul ettirilmiştir. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir.
Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan,
harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir
faaliyette bulunmaya başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen
Nar Bey, Rusya (St. Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi.
Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenileri'ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin
Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmiştir. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında
bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset
adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazandırmak için propagandaya çıkmıştır. Bu
heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için
hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunmaktadır12.
Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Manchester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin
Papazyan'a gönderdiği bir mektupta13, siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak,
İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak
olduğunu belirtmiş, diğer taraftan da 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi
Layard'ı ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin
bu projeyi de desteklemesini istemiştir14.
Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında
da büyük devletlere tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiştir.
Neticede sun'î mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi fazla değişikliğe
uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. maddesi
olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezâretinde olmak
üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islâhât Meselesi" halinde tespit edilmiştir.
Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan
Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nde elde edilenler ile
Ermenilerin umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamış ve onlara şöyle hitap
etmiştir15:
"Berlin Kongresi... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de
attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin
Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak
bize düşer."
Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa
devletlerinin bulunduğu belirtilmiştir.
Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış
ve bunu hazırlamak için de Patrikhâne'de "Islâhât Komisyonu" adı ile bir komisyon
kurmuştur. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen
genelge, bir cümle ile Ermeniler'i isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdeki
Ermeni din adamlarından yapılması istenenler yer almıştır16.
Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş
durmamış, piskoposluklara mektuplar yağdırmakla meşgul olmuştur. Bu mektuplar tetkik
edildiğinde, Patrikhâne'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının,
hükümeti yıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek
olduğu görülmektedir17.
44
Patrikhâne'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881
ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati
çekmektedir18:
1. Patrikhâne piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler göndermeye
başlamıştır.
2. Patrikhâne, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını,
Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhâne'nin emirlerine
uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür)
yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir.
3. Patrikhâne, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek,
Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara
başlamıştır.
4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Şerif Borçlarının
Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve
Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını
Ermeniler'in katli gibi göstermeye çalışmış, gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri
çıkarmıştır. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya
başlatmıştır.
5. Patrikhâne'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını)
bulunmaktadır. Bu paranın bir bölümü ile, Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına
sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedâiler ile birlikte terör hareketlerini başlatmışlardır.
6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar,
bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaatı kökünden
yıkmışlardır.
7. Patrikhâne, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar
yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhâne'nin idaresinde olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu
Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçilmiştir. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve
Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenileri'nin
durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmıştır.
Üç yıl Patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri
teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardır. Artık Ermeni
milliyetçiliği, başka bir ifade ile, muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında,
Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçmiştir. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin
modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi
"Armenagan", 1885 yılında Van'da kurulmuştur19. 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk
Marksist partilerini kurmuşlardır. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak Ihtilâlci Partisi"
adını almışlardır20.
Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine geçen İzmit Manastırı Başrahibi Horen
Aşıkyan(1888-1894) döneminde de, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar
tarafından büyütülmüş, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve
işkencesi"(!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi istenmiştir.
45
Ancak Ermeni komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen
Aşıkyan'a sûikast düzenlemişlerdir. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa
etmiştir21.
Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896)
İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçilmiş, bu durum Hınçaklar'ı sevindirmiştir. O, komitelere
bağlı ve üye olan memurları da hizmetine almıştır. İzmirliyan, sadece ihtilâl ve isyan
fikrini yaymakla kalmamış, hükümetin yaptığı bütün işleri ağır bir dille eleştirmiş, İngiliz
Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar göndermiştir22.
Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her
vilâyette süratle yayılmaya başlamıştır23. Bu isyanlar II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde
kısa zamanda bastırılmıştır. Gelişmeler üzerine istifa edip Kudüs'e giden İzmirliyan,
İstanbul'a dönünce ikinci kez Patrik (1908-1909) ilân edilmiştir24.
MEŞRUTİYET'İN İLANI, KİLİSE-TAŞNAK-HINÇAK İŞBİRLİĞİ
23-24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Patrikhâne, bütün varlığı
ile tam bir komiteci yatağı olmuştur. Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün
içindeki yerini almıştır.
Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910
tarihli ve 602 Numaralı rapor25, kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün
açıklığı ile gösterir mahiyettedir.
1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz
kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermiştir. Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in
teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin
dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da
Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılmıştır26. 13 gün
süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise
ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmıştır.
Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907
Ekim'inde ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na
geçmek için İstanbul'dan hareket etmiş, yerine Patrik olarak Yegiçe Turyan (1909-1911)
getirilmiştir27. Ondan sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913)
seçilmiştir28.
"ERMENİ KATOGİGOSLUK VE PATRİKLİĞİ NİZAMNAMESİ"
Ermeni Patrikhânesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhâne'ye 1863
yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini
gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve
Patrikliği Nizâmnâmesi"29 ile, biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı
ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini
toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı
ülkesinde bulunan iki Katogigosluk -Sis (Kozan) ve Akdamar- ve iki Patriklik (İstanbul ve
Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun
yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hıristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur.
Patrikhâne meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i
Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis
kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve
Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece, Osmanlı
Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtarılmaya çalışılmıştır.
46
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve İtilâf Devletleri ile 30
Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal
edilmiştir. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması
safhası başlayacaktır.
PATRİK ZAVEN EFENDİ'NİN ÇALIŞMALARI
Mondros Mütarekesi, Ermenistan'ın kurulması ortamı için önemli bir adım olmuştur. 1918
Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni
Patriği Zaven Efendi30, bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş31, silâh,
mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışmış
ve Rum Patrikhânesi'nden de geniş ölçüde destek almıştır32.
Türkiye Ermenileri'nin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918
tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu
bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını
istemiştir33. Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda
bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve
oradan da Londra'ya hareket etmiştir. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı
hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı
Lord Harding ile görüşmüş, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile
müzakerelerde bulunmuştur34. Ermenilerin minnettarlığını arz etmek üzere İngiltere Kralı
V.George'u da ziyaret etmiştir35. Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa
Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok umutlu
dönmüştür36.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve Lozan'dan sonra Ermeni Sorunu diye bir konu
kalmamasından sonra Türkiye'deki Ermeni Kilisesi problem çıkarmak şöyle dursun,
Ermeni diasporasının Türkiye'yi sıkıntıya sokan girişimlerine karşı çıkmıştır. Halen Ermeni
Patrikhanesi, sözde Ermeni Soykırımı iddialarına karşı tepkisini ortaya koymaktadır.
Nitekim, son 6 ay zarfında yeniden başlatılan propagandalar hakkında 7 Ekim 2000
tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programa katılan Kandilli Ermeni Kilisesi
Başkanı Dikran Kevorkan, soykırım ve tehcir konusunda şunları söylemektedir:
"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir.
Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din
adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda
patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın
arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?"
Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:
"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini
muhafaza eden ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek
mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek
var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki,
Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler
ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için
Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün
emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar
dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu.
Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer
akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."
47
KAYNAKLAR:
1) İlber Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, İstanbul 1985, s. 73.
2) Esat Uras, a.g.e., s.412 .
3) Bkz. Erdal İlter, Ermeni Mes'elesi'nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1880),
Ankara 1988, s. 97-II5.
4) Ermeni Kilisesi'ndeki ruhanî dereceler şunlardır: Katogigos, Patrik, Yepiskopos
(Piskopos), Vartabed, Papaz.
5) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Nalbandian, Louse-; a.g.e., s. 53; Gürün, Kâmuran-;
a.g.e., s. 62, 74.
6) Buradaki Ermenistan tâbirinden kasıt, Doğu Anadolu'dur. Ancak, Ermenistan tâbirinin,
etnik değil, coğrafî bir tâbir olduğu ilim âlemince kabul edilmiştir. "Yüksek/Yukarı/Dağlık
Bölge" anlamına gelen Ermenistan adına, XIII. yüzyıldan itibaren tesadüf edilmeyecek ve
bölge (Doğu Anadolu) XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar "Türkmen Ülkesi" olarak
adlandırılacaktır. Geniş bilgi için bkz., H. Kemal Türközü, Türkmen Ülkesi (Doğu Anadolu)
Adı ve Emperyalizmin Etkileri, Ankara 1985, s. 1-12; Kâmuran Gürün, a.g.e., s.l-9;
Mehlika Aktok Kaşgarlı, a.g.e., s. 329; Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihî Coğrafyasına
Giriş, Anadolu'nun İdarî Taksimatı, 1, Ankara 1988, s. 24-25,
7) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Sonyel, Salahi Ramsdan-; The Ottoman Armenians, s. 41 .
8) Kilikya, Toros Dağları, Amanos Dağları ve Akdeniz arasında kalan bölgedir. İdarî
anlamda ise Kilikya, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Adana Vilâyeti'ne verilen addır.
Kilikya'nın sınırları zaman zaman değişmiştir.
9) F.O. 424/70, Nu. 134/I zikr., Bilâl N. Şimşir, British Documents On Ottoman Armenians
(1856-1880), Vol. I , Ankara 19R2, s. 173, Belge Nu. 69.
10) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 99.
11) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyâsî Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu
Andlaşmaları, C.1, Ankara 1953, s. 381-385.
12) Projenin tamamı için bkz, Esat Uras, a.g.e., s. 459-485; Enver Ziya Karal, a.g.e., C.
VIII, s. 132; L'Angleterre et les Armeniens (18391904), s. 19-22.
13) Mektubun metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 485-486.
14) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 104.
15) Turkey Nu. 4(1880), Nu. 118/I, zikr., Bilâl N. Şimşir, a.g.e., s. 602-606, Belge Nu.
309..
16) Hocacıoğlu, Mehmed -; Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s. 181182.
17) Mektubun mahiyeti için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites
Armeniens..., s. 308-310.
18) Hocaoğlu, Mehmet -; a.g.e., s. 182-185.
19) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 90.
20) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 104, 1 17.
21) Uras, Esat-; a.g.e., s. 724-725. Horen Aşıkyan'a, Hınçak Komitesi tarafından
gönderilen tehdit mektubu için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des
Comites Armeniens..., s. 310-311.
22) Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, I, Ankara 1994, s. 66.
23) İsyanların kronolojik sıralaması için bkz., Kâmuran Gürün, a.g.e., s. 139-159.
24) Uras, Esat -; a.g.e., s. 833; Salahi Ramsdan Sonyel, a.g.e., s. 281.
25) Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 95-103.
26) 1909 Adana Ermeni olayları hkn. geniş bilgi için bkz.. Cemal Paşa, Hâtırât (19131922), İstanbul 1922, s. 249-256; Esat Uras a.g.e., s. 810-829; Mehmet Asaf, 1909
Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, yayına hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1982;
Salâhi R. Sonyel, "The Turco-Armenian Adana lncidents in the Light of Secret British
Documents (July, 1908-December-, 1909)," Belleten, Sayı: 20 i (Aralık 1987), s. 12911338.
27) Jacques de Morgan, a.g.e., s. 369: Raymond H. Kevorkian-Paul B. Paboudjian, Les
Armeniens dans L'Empire Ottoman, Paris 1992, s. 29.
28) Morgan, Jacques de-; a.g.e., s. 369.
29) BOA, DUİT, Nu. 67/1-I; Nizâmnâme metninin Fransızcası için bkz., Hrant Vartabed,
L'Empire Ottoman et L'lndependance de L'Eglise Armenienne, Publications du Dadjar, Nu.
48
2, Constantinople 1917, s. 80-94.
30) 1898-1906 yılları arasında Erzurum'da, 1910'da Van'da, 1919-1913 yılları arasında
Diyarbakır'da piskopos olarak çalışan Zaven Efendi, Eylül 1913'de İstanbul Ermeni Patriği
seçilmiş, ancak zararlı faaliyetleri sebebi ile 1916'da Bağdad'a gönderilmiş, 1918'de
Mondros Mütârekesi'ni müteakip İstanbul'a dönmüştür. Daha fazla bilgi için bkz.
Christopher J. Walker, a.g.e., s. 426-427; Ayrıca bkz., Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı
Günlüğü, I, Ankara 1993, s. 136-137.
31) Atatürk, M. Kemal-; Nutuk, I, 1919-1920, İstanbul 1967, s. 2; Selâhattin Tansel ,
Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, I, Ankara 1973, s. 106.
32) Ergünöz Akçora, "Millî Mücadele Yıllarında Kurulmuş Faydalı ve Zararlı Cemiyetler,"
TDTD, Sayı: 4 (Nisan 1987), s. 20.
33) Bogos Nubar Paşa'nın müracaat metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 923-924.
34) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
35) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
36) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-947.
Misyoner Faaliyetleri
Türkiye'ye gelen ilk misyonerlerin Proteston olduğu ve "British and Foreign Bible
Society"ye mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den
Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Amerikan misyonerleri
1819'dan itibaren gelmeye başlamışlardır.
1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı misyonerler Osmanlı
topraklarına dağılmışlardır. Sadece Amerikalı olarak 176 misyoner ve bunların yanında
869 mahalli yardımcı çalışmaktadır. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de
şunlardır: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum, Harput, Bitlis, Van,
Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara, Yozgat, Amasya, Tokat,Arapkir, Malatya,
Palu, Diyarbekir, Urfa, Birecik, Elbistan, Tarsus.
Misyoner faaliyetleri, Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın zemininin
hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. İsyanlara takaddüm eden dönemlerde ve
isyanlardan sonra vilayetlerden gelen raporlarda misyoner faaliyeti geniş şekilde yer
almıştır.
Propaganda
Türklerin en zayıf oldukları sahalardan birisinin propaganda olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Bu, Osmanlı Devleti'nde de böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti'nde de böyle
olmuştur. Türklerin propaganda ile ilişkileri, yazılara, yalan iddialara cevap vermeye
çalışmaktan ibaret kalmış, yani bir nevi pasif, kendini korumaya matuf bir gayretten
öteye geçmemiştir. Bu davranış ise Türklerin daima suçlu durumda gösterilebilmesi için,
karşı taraflara çok büyük bir rahatlık ve hareket serbestisi bırakmıştır.
Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandanın özellikle Amerika'da en kesif olduğu tarih
şüphesiz 1923 yıllarıydı. Bunun sebepleri hakkında Powell şöyle yazmaktadır:
"Türkler aleyhine derin kök salmış olan düşmanlığı şu sebeplere bağlayabiliriz. Geçmişte
Hıristiyan azınlığa ve özellikle Ermenilere reva gördüğü zulüm politikası başta gelir; ikinci
olarak dini önyargılar ve siyasi propaganda gelir ki, bunların birisinin nerede bitip
diğerinin nerede başladığını söylemek zordur; üçüncüsü mağlup ve parçalanmış olduğunu
kabul ettiğimiz bir ülkenin yeniden ortaya çıkışından duyduğumuz üzüntü ve hayal
sukutudur ve nihayet Türklerin ısrarla kendilerini savunmayı reddedişleridir."
49
Powell kitabının 32. Sayfasında bu son sebebe değinmekte ve 1922 yazında Yıldız
Köşkü'nde Vahdettin ile yaptığı bir konuşmada Padişahın kendisine söylemiş olduğu şu
sözleri nakletmektedir:
"Sizin gazeteleriniz ve dergileriniz, eğer yollasak bir Türkün yazdığı yazıyı basmazlar,
eğer basılsa halkınız bunu okumaz, eğer okurlarsa inanmazlar. Hatta Amerika'ya Türk
görüşünü sizin dilinizle anlatacak kalifiye birisini yollasak, tarafsız bir dinleyici kitlesi
bulabilir mi?"
Padişahın söyledikleri belki doğrudur, nitekim gene aynı kitabın 10. Sayfasında, ismi
zikredilmeden, New England'ın muteber din adamlarından birisinin "Türkler hakkında
hakikati duymak istemiyorum, ben onlar hakkında çoktandır kanaatimi değiştirdim"
dediği nakledilmektedir. Ancak böyle bir noktaya gelinmiş olması Türklerin devamlı
susması ve muarızlarının yaydıkları yanlış propagandaların, dini faktörlerin ve politik
mülahazaların da ilavesi ile zihinlerde yer etmesi sebebiyledir. Bununla birlikte; "nasıl
olsa basılmaz, basılsa okunmaz, okunsa inanılmaz" zihniyeti tamamen aleyhte bir
davanın gelişmesine, karşı propagandanın daha rahat ve daha çabuk netice vermesine
yardımcı bir unsur olmuştur. Genellikle hemen her ülkede, gazetede çıkan bir makalenin
veya bir haberin doğruluğuna inanmak eğilimi vardır.
Din faktörünün ve siyasi değerlendirmelerin Türkiye aleyhindeki havanın gelişip
yerleşmesine nasıl yardımcı olduğu ortadadır. İşin içine bir de şuurlu propaganda unsuru
girince, durum tabiatıyla daha da değişip, sadece tek taraflı haberlerin verilmesinden
öteye, verilen haberlerin içindeki gerçek payının azalması veya tamamen kalkması
durumu ortaya çıkabilmiştir. Bunu kanıtlayan bazı ifadeler aynı kitapta şöyle
geçmektedir:
"Vahşet olayları çok büyük ölçüde mübalağa edilmiştir. Son dönemlere ait vahşet
olaylarının bir kısmı ise hiç vuku bulmamıştır. Amerikan yardım teşkilatının mahalli
(İstanbul) basın temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça, Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı
haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu söylemiştir."
Bu ifade fazla soyut görülebilir. Bu sebeple bazı örnekler verilmesinde fayda vardır:
"Osmanlı Bankası baskını ve takiben Ermenilere vaki saldırılar haberi Avrupa'da
yazıldıktan kısa bir süre sonra, resimli gazetelerden bazı sanatkarlar vahşet olaylarının
resimlerini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmişti. Bunların arasında tanınmış harp
muhabiri müteveffa Mr. Melton Prior da vardı. Enerjik ve kararlı tabiatlı, hadiselere tabi
olmayıp onların üstüne çıkabilen bir insandı. Bu özel görevi dolayısıyla nazik bir durumda
olduğunu bana söyledi. Memleketteki insanlar akıl ermez vahşet olayları duymuş ve
bunların temsili resimlerini bekliyordu.
Ölmüş Ermeniler gömülmüş, kadın ve çocuklara ise hiç dokunulmamış, hiç bir Ermeni
Kilisesine de saldırılmamış olduğuna göre, bunları nasıl temin edeceği meselesi ortaya
çıkıyordu. Namuslu ve Türkleri takdir eden bir insan olarak, şahit olmadığı hususları icat
etmeyi reddediyordu. Ancak diğerleri bu derece dürüst değildi. Neticede, bir İtalyan
resimli gazetesinde, Kilise içinde kadın ve çocukların katledilişini gösteren korkunç
resimler gördüm."
"Yüksek mevkilerdeki Türk görevlileri tarafından Ermenilere karşı yürütüldüğü söylenen
vahşi tedip tedbirleri münasebetiyle ismi baş sıralarda geçenlerden biri, Anadolu'da
ıslahatla görevlendirilen Müşir Şakir Paşa'dır. 1895 Ekiminde Erzurum'da bulunan
Mareşalin, Ermeni ayaklanması sırasında kana susamış bir insan gibi, elinde saati,
kendisinden emir bekleyenlere, Ermenilerin tepelenmesine bir buçuk saat daha -bazı
versiyonlarda iki saat daha- devam edilmesi talimatını verdiği rivayeti hemen bütün
dünyayı dolaşmıştı...
50
Seyahatimizin gayesini göz önünde tutarak sırasıyla İngiltere Konsolosu Mr. Graves'i, Vali
Mehmet Şerif Rauf Paşa'yı, Fransız Konsolosu M. Roqueferrier'yi ve Rus Başkonlososu M.
V.A. Maximov'u ziyaret ettik. Bu zevatın hepsine, Şakir Paşa hakkında söylenenlerin
doğruluğuna inanıp inanmadıklarını sorduk. M. Rowueferier bunun gülünç ve zevk için
uydurulmuş hikayeler olduğunu söyledi ve Şakir Paşa hakkında birkaç takdirkar söz ilave
etti."
"Rus Konsolosu M. Maximov: Böyle hikayelerin doğruluğunu tekzip etmek benim görevim
değildir, size söyleyebileceğim Şakir Paşa'nın mert ve çok iyi kalpli bir insan olduğudur,
kendisini senelerdir tanırım, dostumdur, dedi. İngiliz Konsolosu Mr. Graves, o sırada
burada değildim, bu konuda Şakir Paşa'yla da konuşmadım, fakat Vali bunun doğru
olmadığını söyledi, bu benim için kafidir, zira Rauf Paşa'nın bizzat söylediklerine
tereddütsüz inanırım, dedi."
"Mr. Graves'e ülkeye Ermeni ihtilalcileri gelerek Ermeni halkını isyana teşvik etmeseydi,
her hangi bir katliam vuku bulacağını düşünür müydünüz, diye sordum. Şüphesiz hayır,
diye cevap verdi. Tek bir Ermeni dahi öldürülmüş olmazdı."
Ne var ki, bu bilgiler hiçbir zaman batı basınında akis bulmamıştır. Tıpkı şu satırlarda
ifade edildiği gibi:
"Ekim sonunda (1922) Amerika'da (Near East Relief's) teşkilatı temsilcileri müteveffa Miss
Annie T. Allen ve Miss Florence Billings, Yunanlıların geri çekilirken yakmış oldukları Türk
köylerinin durumu hakkında hazırladıkları bir raporu Teşkilatın İstanbul'daki merkezine
yolladılar. Teşkilat bu raporu aynen M. Llyod George'un İzmir'de Yunanlıların yaptıkları
fecaate müteallik Bristol Raporu'nu neşretmeyişi gibi, hiçbir zaman neşretmedi."
Bristol Raporu'nu, Llyod George gerçekten yayınlamamıştır.
"Raporu neşrettirmek istemeyişleri anlaşılmaz bir şey değildir. Ayrıca M. Venizelos da
bütün şahsi ağırlığını ortaya koymuştu. Yunan temsilcisi hazır bulunmadan ve şahitlerin
ismi gizli tutularak tespit edilen olayların neşrine itiraz etmişti. Böyle yapılmasının, batılı
komisyonu değil de, mahalli Yunan otoritelerini ilgilendiren haklı bir yönü vardı.
Yunanistan aleyhine netice verecek bilgileri ortaya koyanlar Yunan işgalindeki bölgelerde
yaşıyordu ve Yunan misillememesine maruz bırakılamazlardı. Aynı hukuki endişeler
Belçika'daki Alman vahşeti ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere uygulanan muamele
isimli Bryce Raporu için de geçerliydi. Müttefik hükümetler o aynı sebeplere rağmen ismi
geçen raporları neşretmekte mahzur görmemişti."
Toynbee'nin bahsettiği Byrce Raporu, kendisinin editörlüğünü yaptığı İngilizlerin Mavi
Kitap'ıdır.
Ancak, nadiren de olsa, tam aksi durumlar da olabilmiştir. İngilizler 18 Eylül 1918
Eylülünde Bakü'yü tahliye zorunda kalmıştı. Gazeteler bu haberi neşrederlerken
Ermenilerin hıyanetinden da bahsetmişlerdi. İngiliz propaganda hizmetleri bunun üzerine
ciddi telaşa düşmüş ve bu haberin yapabileceği tesiri silmek yolunu tutmuşlardı. Bu
maksatla hazırlanmış olan bir memorandumdan alınan aşağıdaki satırlar önemlidir:
"Ermenilerin kredisini düşürmek, Türk aleyhtarlığı davasını zayıflatmak demektir. Türkün,
başı felaketten kurtulmayan, asil bir insan olduğu itikadını öldürmek çok güç olmuştur. Bu
durum bu itikadı canlandıracak ve Ermenilerin olduğu kadar Zionistlerle Arapların
prestijine de zarar verecektir. (...) Türklerin Ermenilere yaptığı muamele, Türk
meselesinin radikal şekilde hallini ülkede ve hariçte kamuoylarına kabul ettirmek için
Majesteleri Hükümeti'nin elinde en büyük sermayedir."
51
Propagandanın önemini anlamak için İngilizlerin bu maksatla nasıl bir teşkilat kurmuş
olduklarına bakmakta yarar vardır:
"Bir propaganda dairesi konusunda ilk duyduğum husus, 1914 Ağustosunda Walton
Heath Golf Kulübü'nde bir Pazar günü öğle yemeğinden sonra Mr. T.P. O'Connor'un Lloyd
George'a, Almanların Amerika'da sokaklarda broşürün dağıtmak, gemilerle gelen
yolcuların eline birer broşür sıkıştırmak şeklinde başlatmış oldukları propagandaya bir
karşılık verilmesi zaruretini söyleyişi idi. Mr. Llyod George, şu ise bir bakıver, Charlie ne
yapılabilir, bir düşün, dedi. Mesterman kabul etti."
Mr. Mesterman, eski bir kabine üyesi olup, Avam Kamarası'nda milletvekilidir. Bu tarihten
sonra Mr. Masterman'ın bir propaganda bürosunu kurup başına geçtiği bilinmektedir.
Büronun mevcudiyeti tamamen gizli tutuluyor, Mr. Masterman, Milli Sağlık Sigortası
Komisyonu'ndaki görevinden istifade ederek bu Komisyonun çalıştığı "Wellington House",
bürosunun da merkezi haline getirilmiş ve büronun isme "Wellington House" olarak
belgelere geçmiştir.
Wellington House'ın çalışma sahası ise şöyle anlatılmaktadır:
"Müttefiklerin davasını, İngilizlerin gayretlerini, Bahriyenin, Ordunun, ticaret filosunun
yaptıklarını, İmparatorluğun ekonomik ve askeri imkanlarını, harbin sebep ve gayelerini,
Almanya''ın ve müttefiklerinin suçlarını ve vahşetlerini, Belçika'nın davasını, denizaltı
savaşının gayri insaniliğini belirleyen olayları yaymak. Kullanılan vasıtalar da kitaplar,
broşürler, mecmualar, diagramlar, haritalar, posterler, posta kartları, resimler, fotoğraflar
ve sergilerdir."
Büronun sadece İngiltere'de 17 milyon nüsha neşriyat yaptığı ve buna 15 günlük resmi
mecmuanın dahil olmadığı belirtilmektedir.
Masterman Bürosu'nun faaliyetleri hakkındaki 118 sayfalık 3. Rapor'un sonunda, basılan
kitap ve broşürlerin listesi mevcuttur. 1916 yılının ilk yarısı sonunda basılan kitap ve
broşütr adedi 182'dir. Yazarlar arasında Max Aitken, William Archer, Balfour, James
Bryce, E. T. Cook, Conan Doyle, Alexander Gray, Archibald Hurd, Rudyard Kipling, A.
Lowenstein, C. F. G. Masterman, A. J. Toynbee, H. G. Wells isimlerine de rastlıyoruz.
Toynbee'nin yazdığı 3 kitaptan birinin adı da "Ermenilere Yapılan Mezalim"dir.
Masterman Bürosu'nca basılan ve 1975 yılında Amerika'daki bir Ermeni yayınevi
tarafından tekrar basılan Mavi Kitap'taki bütün referanslar, Tiflis'te çıkan "Hoziron",
Marsilya'da çıkan "Armenia", Londra'da çıkan "Ararat", New York'ta çıkan "Gotchnag"
isimli Ermeni gazeteleri ile, misyonerlerden aldıkları bilgileri nakleden Amerika'daki,
Ermeni Mezalimi Komitesi'dir. Bu kaynaklara istinaden yazılacak bir kitabın ne olacağı
aşikardır. Bu arada şunu da kaybetmekte fayda vardır; İstanbul ve İzmir Ermenileri
tehcire tabi tutulmamış olmakla beraber, bu kitaptaki haritada tehcir edilmiş
görülmektedirler.
Mavi Kitap'ın nasıl yazıldığına dair bu açıklamadan sonra, propaganda malzemesinin
genellikle nasıl toplandığı hakkında, bu konuları etüd etmiş iki yazardan alıntı yapmak
faydalı olacaktır. Yazarlardan ilki Arthur Ponsoby ve kitabının adı "Harp Döneminde
Yalanlar"dır. 1910'dan 1918'e kadar Avam Kamarası'nda Liberal Parti üyesi olan Ponsoby,
daha sonra İşçi Partisi'ne geçmiş, harp aleyhtarı bir kişidir. Kitabını 1928 senesinde
yayınlamıştır. Propagandada hangi yollara müracaat edildiği hakkında bazı enteresan
kısımlar şöyledir:
"Harbiye Nezareti bir sirküler yaparak, Subayları, düşmanla ilgili savaş olayları hakkında
rapor vermeye davet etmiş, olayların mutlak doğruluğunun zaruri olmadığı, normal bir
ihtimalin mevcudiyetinin kafi olduğu ilave edilmişti." (Sayfa 20)
52
"Vahşet yalanları en makbul olanlarıdır: Özellikle bu ülkede (İngiltere) ve Amerika'da
onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir vatan görevi sayılır." (Sayfa 22)
"Bir netice tevlit etmeyecek alelade olaylarda bile insanların şahitliği mutlak itimat
yaratmaz. Ön yargıların, heyecanların, hırsların ve vatanseverliğin hislere karıştığı
zamanda ise bir insanın ifadesi tamamen kıymetsiz hale gelir. Vahşet hikayelerinin bütün
çevresini kaplayabilmek imkansızdır. Bunlar broşürlerle, posterlerle, mektuplarla ve
nutuklarla günlerce ve günlerce tekrarlandı. En can düşmanlarını bile, delil yokluğu
sebebiyle mahkum etmekten çekinecek şöhret sahibi kişiler bütün bir milleti akla
gelebilecek her türlü vahşilik ve gayri tabii cinayetlerle suçlamak için öncülük yapmakta
tereddüt etmediler. " (Sayfa 129)
"Alışılmamış kimseler için bir fotoğraf makinesi ile çekilmiş bir ersimde büyük ölçüde
itimat edilecek bir ağırlık vardır. Bir enstantane resimden daha otantik bir şey
düşünülemez. Hiç kimse bir fotoğraftan şüphe etmeyi aklından geçirmez, bunun için de
sahte oldukları, eğer tespit edilebilirse, çok geç ortaya çıkar. Harp süresince fotoğraf
montajı bir sanayi haline gelmiştir. Bütün devletler bunu yaptı, ama en eksperleri
Fransızlardı." (Sayfa 135)
"1905'teki katliamlar sırasında Rusya'da pek çok resim çekilmişti, etrafında kalabalık bir
insan topluluğu bulunan bir sıra cesede ait bu resimlerden biri 14 Haziran 1915 tarihli "Le
Miroir"da, (Alman sürülerinin Polonya'daki cinayetleri) başlığı ile basılmıştı. Buna
benzeyen diğer pek çoğu da gazetelerde yer aldı. " (Sayfa 136)
İkinci yazar Allen Lane ve kitabının adı "Evdeki Ateşi Yanık Tutun"dur. Kitabın birinci
sayfasında ABD Başkanı Coolidge'in, gazetede yazarları birliğinde yaptığı bir konuşma
zikredilir. Başkan şöyle konuşmuştur: "Propaganda, olayların bazı kısımlarını
aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye ve bütün olay serisi salim bir şekilde
tetkik edilse varılması mümkün olmayacak neticeler çıkartmaya çalışır."
Kitaptan bazı pasajlar şöyledir:
"Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla görevli teşekküllerin ve haber
organlarının kabul edecekleri yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlarla, çarpışmaları
haklı kılacak bir düşünüş yaratmaktadır. Propagandacı, halkın esasen inanmaya davet
edildiği hususlara uyacağı için inanılabilecek, basit tasvirler ve hayaller yaratır. Göbels'in
İkinci Dünya Savaşı'nda belirttiği gibi, saf kimselere, düşündükleri ve temenni ettikleri
konularda, kendilerinin bulup teyit edemeyecekleri delilleri vermektir." (Sayfa 3)
"Harp zamanında bu, her şeyden evvel, davranışları hakkındaki ön yargılara göre,
düşmanın, beklenebilecek bir görünüş ve davranışını yaratmaktadır. Bu da, onu sempatik
kılacak bir haberi gizleyip, düşmanı daima nefret uyandıracak bir biçimde takdimi
gerektirir." (Sayfa 3)
"Vahşet hikayeleri bütün harplerde ortaya çıkar. Maksat, harbin ilham ettiği nefret ve
korkunun üzerinde toplanacağı bir görüntü yaratmaktır." (Sayfa 3)
"Harp, hiç kimsenin uyuşmazlık edemeyeceği ve herkesçe bilinen evrensel ve basit
ideallerle haklı gösterilir; hürriyet, adalet, demokrasi, Hıristiyanlık gibi milli hasletlerin
timsali olan idealler." (Sayfa 4)
"Karakteristik vahşet hikayeleri, hareket sahasından bir hayli uzaktaki muhabirlerden
gelmiştir. Bunlar değişmez şekilde, hüviyeti belirtilmeyen bazı mültecilerin anlattıklarıdır.
Çok kere bunlar dahi, ikinci ağızdan duyulan hususlardır." (Sayfa 84)
53
Propaganda bahsi C. F. Dixon Johnson'un bir cümlesiyle bağlayabilir:
"Bu topyekün katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai hesaplaşmada, Türkiye'nin
zararına olarak, İngiliz Hükümeti tarafından yönlendirildiğini tekrar etmekte tereddüt
etmiyoruz."
KAYNAK:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44
ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR
Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir.
Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri;
ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli
yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve
silahlanmalarıdır.
İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları
Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz
Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler
gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli
Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler,
Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının
ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.
Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek
mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler
kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı
militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı
Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı
Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.
İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek
Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma
girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma
girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve
yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin
büyük katkısının bulunmasıdır.
İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen
Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te
Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı
Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast
girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100,
1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi
sonucu hayatlarını kaybetmiştir.
İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı
olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu
giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus
diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak
Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini
sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.
54
Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan
misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve
benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.
Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri
katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış,
seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere
gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana
ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.
Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri,
büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka
büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve
yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
Genel Değerlendirme
Ermenilere sırasıyla, Anadolu'da; "Kara Haç", "Armenakan" ve "Vatan Koruyucuları",
Cenevre'de; "Hınçak", Tiflis'te; "Taşnak" komiteleri kurdurulmuştur. Bu komitelere hedef
olarak Doğu Anadolu toprakları, amaç olarak ise Osmanlı Ermenileri'nin birliği
gösterilmiştir.
Bu amaçla kışkırtılan Ermeni komiteleri, ilk olarak 1890 Erzurum isyanını gerçekleştirmiş,
ardından da Kumkapı gösterisi, Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, Sasun
isyanı, Bab-ı Ali gösterisi, Zeytun ve Van isyanı, Osmanlı Bankası'nın işgali, Sultan
Abdülhamit'e suikast teşebbüsü ve 1909 Adana isyan isyanlarını çıkartmışlardır.
Bu isyanlar sırasında, 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3000 ve 1914-1915
Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir. Ermeni
isyan ve katliamları sırasında katledilen Türklerin sayısı belgelere göre 517.955'dir. Olay
tarihi ve yeri belli olup da sayı tespiti yapılamayanlarla birlikte bu rakam 2 milyona
ulaşmaktadır.
Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri
katliamlarla vermiştir. Bu dönemde Ermeniler, Ruslar hesabına casusluk yapmış,
seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere
gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana
ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.
Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri,
Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zarar vermişlerdir.
Örneğin Van'ın Zeve köyünün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler
tarafından öldürülmüştür.
Van - Erciş - Çavuşoğlu Katliamı
Bölgede incelemeler yapmış olan Prof Dr. Metin Özbek, olayı şöyle anlatmaktadır:
"Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir
tesadüf eseri bulunan insan iskeletlerini antropolojik açıdan incelemek üzere teslim alıp
Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuvarımıza götürdüm. Bilindiği gibi, Antropoloji bilim
55
dalı geliştirdiği bir takım teknik ve yöntemlerle insan iskeletlerinde ölüm yaşını, cinsiyeti,
ölüm nedenlerini, hastalıkları ve daha birçok bilgileri elde etme imkânı vermektedir.
Ayrıca kafataslarından hareketle ırk tayini de yapılmaktadır.
İncelemeye aldığım iskelet kalıntılarında baş ve gövde kemikleri arasında eşleştirmeye
gitmek mümkün olmadı. Bu nedenle, birey sayısını sadece kafataslarına göre yaptık ve
her kafatasına ayrı bir numara verdik. Daha doğrusu her bireyin ayrı bir antropolojik
kimliği oldu.
Buluntular arasında 5 kadın ve 4 erkek tesbit ettik. Bireylerin öldükleri esnada kaç
yaşında olduklarını gösteren en önemli kriter kalça kemiğindeki "symohysis pubis" adlı
kısımdır. 7 kişide bu bölge korunmuştur. Çavuşoğlu Samanlığı'nda bulunan iskeletlerin
yaş dağılımını aşağıdaki şekilde tesbit ettik:
Kadın
(P6) ...............17-18
yaş
Erkek
(P7) ...............17-18
yaş
Kadın
(P4) ...............18-19
yaş
Kadın
(P3) ...............27-30
yaş
Erkek
(P2) ...............35-40
yaş
Kadın
(P1) ...............39-44
yaş
Erkek
Çocuk
(P5) ...............50
(D1) .............. 15
yaş (aşağı yukarı)
yaş (aşağı yukarı)
Yaş ve cinslerini belirttiğimiz bu iskeletlerin asıl ilginç olan ortak bir yönleri vardı. O da,
hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunmasıdır. Daha
açıkçası işkence ile öldürülmüş olmalarıdır."
I. Kafataslarındaki kesme izleri:
No.1) Kadın: Kafatasında kesici bir cismin yol açtığı iki yarık bulunmaktadır. Bunlardan
birisi sağ parietalde bulunur. Uzunluğu 42 mm'dir. İkincisi yine sağ parietal üzerinde,
başın biraz arkasında olup 36 mm uzunluğundadır. Beyin hedef alınarak indirilen bu
darbeler sonucu olay yerinde öldüğü anlaşılmaktadır.
No.2) Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi sol parietal üzerinde olup 95
mm uzunluğundadır. Kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmiştir. İkinci yarık her iki
parietal üzerinde yer alır. Başın tepesine indirilen kesici bir cisim (bir balta olabilir)
kafatasını parçalamış, büyük bir olasılıkla beyni de dağıtmıştır. Böyle bir saldırı bireyin o
anda ölmesi için yeterlidir. Üçüncü darbe yine sol tarafta, parietale isabet etmiş. Bu yarık
birincinin yaklaşık 12 mm arkasındadır. Açılan yarığın uzunluğu 48 mm, genişliği ise 19
mm'dir. Kesilen kısım bir mekiği andırmaktadır. Başa indirilen dördüncü darbe ise
üçüncüyle aynı doğrultuda ve onun hemen arkasındadır. Yarığın yarısı oksipital kemik
üzerindedir.
No.3) Erkek: Başında en çok kesme izi tesbit ettiğimiz kişilerden biridir. Birinci darbe sol
kulağa isabet etmiş; kesici alet mastoid çıkıntıyı kökünden koparmış, oksipitali de hafifçe
sıyırmıştır. İkinci darbe sol göze rastlamış ve proc.frontalis üzerinde derin bir kesme izi
bırakmıştır. 75 mm uzunluğundaki üçüncü darbe ise sol parietalde görülür. Beyne giren
kesici alet sol tuber parietal'den sutura lambdoidalis'e kadar uzanan bir yarığa yol
açmıştır (Resim 2b). Darbenin şiddetinden kafatasında çatlaklar oluşmuştur. Başın
tepesine indirilen dördüncü darbe sagital dikişi kesmiştir. Kesme izi 48 mm
uzunluğundadır. Kesici aletin yol açtığı besinci darbe ise yatay planda olup sağ parietal'i
sagital dikişe yakın kısımdan sıyırıp götürmüştür. Kesici alet, ayrıca sol zygomatike de
56
isabet etmiş, bu bölgede zygomatikle beraber üst çene kemiğinin bir kısmını da kesmiştir.
Birey aynı zamanda ateşe atılıp yakılmıştır.
No.4) Erkek: Beyne bir kesici cisimle üç ayrı darbe indirilmiş. İlki sağ parietale dikey
yönde isabet etmiş, uzunluğu 37 mm olan kesme izi, ikincisi sol parietal ve frontal
üzerinde yatay yönde bir yarıktır. Kesme izi 92 mm. uzunluğundadır. Üçüncü darbe yine
sol parietale isabet etmiş, uzunluğu 49 mm, genişliği ise 21 mm olan bir yarık meydana
getirmiştir. Kesici alet tabula externa'yı sıyırıp götürmüştür. Başa yönelik bu darbeler
bireyin derhal ölmesine yol açmıştır. Bir önceki birey gibi, bu da öldürüldükten sonra
yakılmıştır.
No.5) Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi frontal bölgede ve 28 mm
uzunluğunda, fazla derin olmayan bir yarık. İkincisi başın tepesinde, her iki parietal
üzerinde ve 77 mm uzunluğunda, oldukça derin bir yarıktır. Kadının o anda ölmesi için
yeterli darbe. Üçüncü darbe de ölümcül nitelikte, sağ kulağa isabet etmiş, mastoid kısmı
kökünden kesip götürdüğü gibi alt çene kondilini de kısmen kesmiş. Dördüncü kesme izi
sağ üst çenenin ön alveoler kısmını ilgilendirmektedir. Kesici cisim burada kemiği
kesmekle kalmamış, üst ikinci küçük azı dişinin tacında tahribata yol açmıştır.
No.6) Erkek: Başında dört yarık olan erişkin. Birincisi 57 mm uzunluğunda, 14 mm
genişliğinde oldukça derin olup sol parietal üzerindedir. Bu bölgede kesici alet beyne
kadar girmiştir. Yarığın ön kısmında sagital dikiş tarafından 23 mm uzunluğunda bir
kesme izi vardır. İkinci darbe izi sağ parietal üzerinde ve sagital dikişin ortasındadır. 29
mm uzunluğunda ve 28 mm genişliğindeki bu kesme izi yatay ve oblik yönlerde iki ayrı
yarık tarafından kesilmiştir. Bunlardan biri 43 mm, diğeri 42 mm uzunluğundadır. Üçüncü
darbe ise sağ parietale isabet etmiş olup, parietal deliğin birkaç mm önünde, oblik bir
yönde uzanır. Dördüncü darbe bir kesici aletten ziyade, sagital dikişe yakın kısımda bu
erkeğin başına sivri bir cisimle vurulmuş, belki de böyle bir aletle işkence yapılmıştır.
No.7) Erkek: Kesici bir cisimle tam 5 ayrı darbe almış. İlki sol kulak bölgesine isabet
etmiş; saldırı aleti mastoid çıkıntıyı tümüyle kesip götürmüş. Hatta zygomatik kemerin
kökü de kesilmiş. Sol kulak köküne kesici aletle arka arkaya iki darbe indirilmiştir. Bu
darbeler sonucu kişi anında ölmüştür. İkinci kesme izi sağ parietalin lambda dikişine
yakın kısımdadır. Kısmen yatay planda olan yarık 41 mm uzunluğundadır. Bu üçüncü
kesme izi iki lambda dikişi arasında, oksipital üzerinde ve 44 mm uzunluğundadır. Beşinci
kesme izi de başın arkasındadır ve 53 mm uzunluğundadır.
No.8) Kadın: 15 yaşlarında ölen bu kız çocuğunun başında üç kesme izi vardır. İlki sağ
parietal üzerinde, 50 mm uzunluğunda ve beyne kadar giren derin bir yarıktır. İkinci
kesme izi ise birinciye dikey konumda ve 20 mm uzunluğundadır. Üçüncü yarık başın
arkasındadır. Bu kız çocuğu öldürüldükten sonra ayrıca yakılmıştır.
No.9) Kadın: 17-19 yaşlarında ölmüş. Kafatasında korunan kemikler üzerinde herhangi
bir darbe izi yok. Oksipitalin önemli bir kısmı kopmuş ve kaybolmuş. Ölüm nedeni
hakkında bir şey söyleyemiyoruz.
II. İskeletlerde ırk teşhisi:
Kafatasında ölçü, endis ve morfolojik gözlem yoluyla ırk belirlenebilir. Ancak, her ırk
grubu içinde bazı varyasyon durumlarının olduğunu da unutmamalıyız. Antropometri
tekniğinin bize sunduğu bilgilerin ışığında Çavuşoğlu Samanlığı'ndan çıkarılan iskeletleri
inceledik.
Buna göre önemli bir ırksal ölçüt olan kafatası endisini 8 kafatasında hesapladık.
Bulduğumuz değerler 76 ile 89 arasında değişir. O halde, 4 birey mezosefal, diğerleri ise
brakisefal gruba girer. Dolikosefal yapıya hiçbir kafatasında rastlamadık. Anadolu'da Alpin
57
ırk tipi oldukça yaygın olup bu ırka brakisefal tipler girdiği gibi, mezosefaller de
girmektedir.
Elimizdeki iskeletlerin biri hariç hepsi de Alpin ırkına girer. Anadolu Türklerinin çoğunlukla
bu ırk içinde yer aldığını hatırlatmak gerekir. 17-19 yaşlarındaki genç bir kadın ise bu
gruba girmez; Dinarik ırkın Armenoid adı verilen doğu varyetesine girer.
Boyları hesaplarken Trotter ve Gleser'e ait regresyon denklemlerini kullandık. 3 kadında
152,9 cm, 159,2 cm ve 168,2 cm değerlerini bulurken; 3 erkekte de sırasıyla 170,1;
172,4 ve 173,5 cm değerlerini bulduk.
Çavuşoğlu Samanlığı'nda iskeletlerle birlikte ayrıca 1 gömlek düğmesi, kesici bir yapıya
sahip demir parçası ve bir üst çene parçası bulundu. Gülhane Tıp Akademisi Dişhekimliği
Fakültesi'nden Prof.Dr.İlter Uzel'in verdiği bilgiye göre üst total protez fragmanı sağ arka
tarafa aittir. Protez kauçuktan, dişler ise porselendir. Protez, 1900'lü yılların başında
maddi durumu iyi olan kimselerce kullanılırdı. Protez üzerindeki nikotin lekeleri bir erkeğe
ait olduğunu akla getirmektedir. Bu tip porselen, 1915-1925 yılları arasında kullanılmış
olup SSN (ABD) firmasının ürünleridir. İskeletlerin ait olduğu devir de böylece belirlenmiş
olmaktadır.
III. Uzun kemiklerdeki yaralanma izleri:
Kafataslarında bu kadar çok kesme izine rastlanmış olmasına rağmen, kol, bacak ya da
gövdenin diğer kısımlarında yok denecek kadar az darbe izi bulunmaktadır. Tabii ki bir
kişi öldürülmek isteniyorsa, ilk saldırı noktası baş, dolayısıyla beyindir.
Bir erişkinin sol humerus'unda gövde ortasında ve dış tarafta 3 kesme izi vardır. Kemik
yanma izi gösterir.
Bir kadına ait sağ tibia kemiğinde gövde üzerinde, ön yüzde derin bir kesme izi yer alır.
Bir erkeğe ait sağ tibia'da alt kısma yakın yerde iç tarafta yine oldukça derin bir kesme izi
saptadık.
IV. Genel sonuç ve değerlendirme:
Çavuşoğlu Samanlığı'nda (Erciş ilçesi) tesadüfen ortaya çıkan ve üzerinde ayrıntılı
antropolojik inceleme yapılan iskeletlerin ait olduğu ve çoğunluğu genç olan insanlar,
bilinçli olarak katledilmiş, bir kısmı da yakılmıştır.
Alpin ırk tipine, özellikle Anadolu söz konusu edildiğine göre, Türklere ait olması güçlü bir
olasılık olan bu bireylerin karşılaştığı bu tüyler ürpertici saldırı ve işkenceler yörede
yaşayan canlı şâhitlerin anlattıklarını da bir bakıma destekler niteliktedir. Tarih şimdi
tersine dönmekte; katledilenlerin Ermeniler değil Türkler olduğu açıkça ortaya konmuş
olmaktadır.
Kars Subatan Toplu Mezar Kazısı
Bölgede incelemelerde bulunmuş olan Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, olay hakkında
şunları yazmaktadır:
"1915-1918 yılları arasında Doğu Anadolu'da meydana gelen acı olayları gerçek yönleriyle
ortaya koymayı amaçlayan toplu mezar kazılarından birisi de Kars-Subatan'da yapıldı.
Kars'ın yaklaşık 28 km. doğusunda Türkiye-Rusya sınırındaki Ani Ören yeri yakınında yer
58
alan Subatan köyündeki toplu mezarın açımı, "Yakın tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu"
Sempozyumu'nun ardından 20.6.1991 günü gerçekleştirildi.
1918'de Ermenilerin bölgeden çekilmesi sırasında diğer bir çok merkez gibi Ermeni
çetelerinin saldırısına uğrayan Subatan köyü, Ani yolu üzerinde Büyük ve Küçük Yahni
tepelerinin güneyindedir. Bugün yaklaşık 20-30 hanelik Müslüman nüfusu barındıran
Subatan köyündeki kazı çalışmaları, olayları yaşayan (görgü tanıklarından 120 yaşındaki
Fâriz Öztürk ile 95 yaşındaki Durağa Öztürk'ün) sözlü ifadeleri doğrultusunda, köyde
belirlenen dört ayrı toplu mezar yerinden Köseoğulları mahallesindeki merekte (samanlık)
açılan 8x10 m.'lik açmada yürütüldü.
4x5 m.'lik dört ayrı kareye ayrılan alanda ilk çalışmalar A-l açmasında başlatıldı. Önce
geniş yüzeyde sürdürülen kazı daha sonra A-l ve B-l açmalarının iç kesişim noktasında
yoğunlaştırıldı. Üstteki 40 cm.lik dolgu toprağın kaldırılmasından sonra ilk iskeletlerle
karşılaşıldı. Karışık olarak in-situ malzemeyle birlikte ele geçen iskeletlerin çoğunluğunun
0-1 yaş arası çocuklara ait olduğu izlendi.
A-l açmasında yaklaşık 80 cm. derinlikte ele geçen bir iskelet grubu oldukça ilginç bir yapı
gösteriyordu. Kuzey-Güney doğrultusunda konumlanan bu iskeletler bir ana ve kız
çocuğa ait olmalıydı. Kadın sağ yanı üzerine düşmüş ve sol koluyla kucağındaki çocuğa
sarılmıştır. Kadının kafatasında belirlenen iki darbe izi, bunların özellikle kafalarına
vurulan olasılıkla balta ya da kesici aletlerle katledildiğini gösterir niteliktedir. İlk
harekette fazla etkili olmayan balta, ikincisinde kafatasını derinlemesine ikiye ayırmıştır.
Gerek kadın ve gerekse çocuğu üzerindeki giysilerle gömülmüştür.
A-l açmasının güney köşesinde ele geçen bir başka iskelet grubunun sadece çok az bir
kısmı açılabilmiştir. Bunlardan anlaşılabildiğince cesetler yine gelişi güzel yatırılmışlardır.
Buradaki ilk çalışmalar sonrasında 12 çocuk ve 3 yetişkin iskeleti ortaya çıkarılmıştır.
Kazı sırasında ele geçen diğer buluntular arasında iç giysisi ve ipekli elbise parçaları, bir
kemere ait madeni toka, iki çift küpe, küçük bir kolyeye ait çok sayıda renkli boncuk,
madeni zincir, giysi düğmeleri, oldukça paslanmış bir bakır sikke ve yer yer çürümüş
ahşap hatıllar bulunmaktaydı. Bu buluntular, Kars Müzesi'nde açılan Katliâm Bölümü'nde
sergilenmeye alındı.
Olayların görgü tanıklarından Fâriz Öztürk ve Durağa Öztürk'ün arşiv belgeleriyle
desteklenen ifadelerine göre, 25 Nisan 1918'de Ermenilerce yapılan katliâm şu şekilde
meydana gelmiştir: Kars ve Sarıkamış'tan geri çekilen Taşnak-Ermeni çeteleri, o
zamanlar Türk, Ermeni ve Rumlar'ın birlikte yaşadığı Subatan köyüne de saldırırlar. Her
yana gelişigüzel ateş açan çeteciler, ele geçirdikleri köylüleri de bulundukları yerde
acımasızca öldürürler.
Arşiv belgelerinden elde edilen fotoğraflara ve kazı sonrası ulaşılan bulgulara göre
kafalarına baltalarla vurularak veya karınlarına süngü sokularak öldürülen kadın ve
çocuklarla yaşlı erkekler sokaklarda bırakılır.
Arşiv belgelerinden elde edilen bilgilere göre Subatan köyünde toplam 570 kişinin
katledildiği ifade edilmiştir. Ermeni çetelerinin çekilmesinin ardından bölge yeniden Türk
askeri birliklerinin eline geçer. Sokaklarda kokmakta ve köpeklerce yenilmekte olan
katledilmiş insan cesetleri, sağ kalanlar ve askerler tarafından köyün belirli noktalarında
toplanarak samanlıklara (merek) doldurulur.
Dönemin imkânsızlıkları ve ölü sayısının çokluğu nedeniyle defin için bir "mezar" olarak
düşünülen samanlıklar "dam çöktürme" yoluyla da bu masum insanlara birer "toplu
mezar" olur.
59
Subatan'da bulunan üç ayrı mezar yerinden Köseoğulları mahallesindeki saman damın
180'in üzerinde, Tıptıp sokağında 257'nin üzerinde çocuk ve Köy Camii'nin güneyindeki
merekte 350'nin üzerinde şehidin gömülü olduğu arşiv belgeleri ve tanık ifadeleriyle
belirlenmiştir."
Van Zeve Toplu Mezar Kazısı
Bölgede araştırmalar yapmış olan Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, şu tespitlerde
bulunmuştur:
"Van'ın 18 km. kuzey batısındaki Çitören köyü yakınında yer alan Zeve Şehitliği'nde 4
Nisan 1990'da başlanan kazı çalışmalarında, olayı yaşayan görgü tanıklarından İbrahim
Sargın'ın sözlü ifadeleri doğrultusunda yapılan kazıda, 30-40 cm. kalınlıktaki dolgu
toprağın kaldırılmasından sonra topluca öldürülmüş insan iskeletleriyle karşılaşılmıştır.
Bunların bazılarında kafataslarının kırık ve ezik, yer yer de çatlak ve yanık olduğu
izlenmiştir. Kazıda ele geçen buluntuların en önemlileri hançer ve kama yüzleri, çok
sayıda mermi kovanı, ipekli kumaş parçaları, Sultan Reşad tuğralı boncukları olan
gerdanlık, balmumuyla kaplı muska, bakır paralar ve sırça düğmelerdir.
Bulgular, görgü tanığı ifadesi ile birleştirilince şu bilgilere ulaşılmaktadır. 1915 yılında
Rusların desteğinde bölgeye giren Ermeni çeteciler, köyleri basıp sivil Türk ve Müslüman
halkı katletmeye başlarlar.
Yakın çevredeki 8 köyden topladıkları yaklaşık 2000-2500 kişilik bir topluluğu zorla Zeve
köyüne getiren Ermeni çeteciler, bunları rasgele evlere ve ahırlara doldurup delici ve
kesici aletlerle işkence yaptıktan sonra insanların üzerine ateş açmışlardır. Ardından da
bütün evler yakılmıştır.
Kazıda ortaya çıkarılan malzemeler Van Müzesi "Katliam Bölümü"nde sergilenmektedir
Erzurum Dumlu Katliamı
Bölgede incelemelerde bulunmuş olan Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, olayla ilgili
olarak şunları yazmaktadır:
"Yabancı basının da katıldığı, Erzurum Yeşilyayla Köyü'ndeki toplu mezar kazısı 7 Ekim
1988 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 1918 Mart'ında meydana geldiğini Kâzım Karabekir
Paşa'nın hatıralarından öğrendiğimiz Yeşilyayla katliâmında, çevreden toplanan yaşlı
erkek, kadın ve çocuklar bir mereğe (samanlık) doldurularak üzerlerine ateş açılmıştır.
Kazı alanında ay-yıldız süslü tütün tabakası, Kur'an-ı Kerim sayfaları, mermi kovanları,
yarı-yanık ahşap direk parçaları, uzun saç örgüleri, ipekli elbise parçaları ve küçük giysi
düğmeleri bulunmuştur. Toplu mezardan 100'e yakın iskelet çıkarılmıştır. Kazıda ortaya
çıkan malzemeler Erzurum Müzesi'nde sergilenmektedir."
Iğdır Oba Köyü Katliamı
Bölgede incelemelerde bulunan Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, şunları nakletmektedir:
60
"Iğdır'a bağlı Oba köyünde Ermenilerce katledilmiş Türklere ait bir toplu mezar olduğu ilk
defa Prof. Dr. Enver Konukçu tarafından tespit edilmiş ve bu arşiv belgeleriyle de
desteklenmiştir.
1 Mart 1986'da yerinde yapılan toplu mezar kazısında tarihi belgeleri doğrulayan bulgular
edinilmiş ve olayın görgü tanıklarından Sakine Aksu'nun anlattıkları ile de "Tandır damı
katliâmı" daha da açıklığa kavuşmuştur.
Yapılan kazıda 6 x 8 m. boyutlarındaki yapının kuzeye bakan kapısının iç bölümünde
başlatılan ilk açmada, "Kapalı Demir Kilit" bulunmuş, daha sonra odanın orta kısmında
yapılan ikinci açmada 1 m.'lik üst dolgu toprağın altında 90'a yakın insan iskeletine
ulaşılmıştır. Bazı kafataslarının üzerinde delik, çatlak ve kırıkların olduğu görülmüştür.
Odanın ortasındaki tandırın güneyinde bulunan taş altlık, yapının toprak damlı örtüsünü
taşıyan tek ahşap direğe ait olmalıydı ve bu direğin yanık parçaları da elde edildi.
Bulgular görgü tanığı ifadesi ile birleştirilince; Ermeni çetecilerinin; "Tandır Damı
Katliâmı"nda Oba köyünden zorla topladıkları silahsız sivil insanların birçoğuna işkence
yaptığı, hepsini yüzü koyun yere yatırarak odaya kilitledikleri, üzerlerine ateş açtıkları ve
daha sonra bacadan gazyağı dökerek tandır damını ateşe verdikleri, ahşap direğin
yanmasıyla da toprak damın çöktüğü anlaşılmaktadır.
Yapılan kazı sırasında erimiş demir parçaları, yanık ahşap parçaları, cam kırıkları, mermi
çekirdekleri ve bir parça kumaşla beraber iskeletler bulunmuştur. Damın duvar ve
tabanındaki kalın yanık katmanı ve kül tabakası diğer belgelerin bu yangında yok
olduğunu göstermektedir."
Iğdır Soykırım Anıtı ve Müzesi
24-26 Nisan 1995 tarihleri arasında Iğdır'da düzenlenen "Tarihi Gerçekler ve Ermeniler"
konulu Uluslar arası Sempozyum'a çeşitli ülkelerden bilim ve siyaset adamları katılmıştır.
Sempozyuma Azerbaycan'dan katılan Mimar Prof. Dr. Cafer Gayisi'nin, Ermeniler
tarafından katledilen Türkler hatırasına hazırladığı anıt projesinin katılanlar tarafından
beğenilmesi üzerine anıt projesinin inşa edilmesinin gerekliliği sempozyum sonuç
bildirisinde şu şekilde vurgulanmıştır:
"Doğu Anadolu'da geçmişte kaybettiğimiz bir milyondan fazla şehidimizin aziz hatırasını
gelecek kuşaklara aktaracak ve 24 Nisan'ı Katilam günü olarak kabul edenlere ve
onlarcası dünyanın birçok yerinde açılan sözde soykırım anıtlarına cevap verecek bir
Şehitler Anıtı'nın Iğdır'da açılması ve Oba Köyü'nde bir şehitlik düzenlenmesiz
kararlaştırılmıştır. Iğdır'da inşa edilecek bu anıt; geçmişteki kötü günleri ve bizleri
düşman eden sömürgeci devletleri sürekli aklımızda tutmamızı sağlayacak, geleceğimize
dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği temelinde ışık tutacaktır."
Soykırım anıtı için seçilen yer, Iğdır şehrinin doğu girişinde yani Azerbaycan, İran ve
Ermenistan'dan gelen yolların kavşağında seçilmiştir. Üçgen biçimli arazinin alanı 1.3
hektardır. Ayrıca seçilen araziye dikilen anıt Ağrı dağı fonunda yükselmektedir. Anıtın
temeli 1 Ağustos 1997 yılında atılmıştır.
Anıt, üçgen arazinin odak noktasında yükselmekte ve temelini 7.20 metre yüksekliğinde
tepe-kurgan oluşturmaktadır. Türklerin yaşadığı geniş coğrafi mekanda-Avrasya
bozkırlarında hükümdarlar ve ordu komutanlarının hatıralarına dikilmiş suni tepelerkurganlar günümüze kadar yaşamaktadır. Kurganların iç kısmında defin odası
bulunmaktadır. Bu eski gelenek Iğdır anıtında da korunmaktadır.
61
Suni tepenin ortasında konuşlanan daire planlı salon içerisinde Ermenilerin katlettiği
şehitlerin sembolik mezarı bulunmaktadır. Ortasında şehitlerin simgesel mezar taşı olan
bu salon, tepe içerisinde yerleşen soykırım müzesinin de merkezi bölümüdür. Dairevi
salonda Ermeni vahşeti açılan toplu mezarlara ait resim ve belgelerle sergilenmektedir.
Bu salondan dışarıya uzanan koridorun sağ tarafındaki odada Ermenilerin yaptıkları
katliamlara ait fotoğraflar, sol tarafında ise soykırım araştırmaları için bir kütüphane
bulunmaktadır.
Müzeye giriş kapısı Selçuklu-Türk mimarlık geleneklerine dayanan taç kapı şeklindedir.
Taç kapının mekan tasarımında Kadavalı Osmanlı cami mihraplarına kompozisyon
benzerliği de vardır. Bu şekilde kaç kapının, kutsal bir mekana açıldığı vurgulanmak
istenmiştir. Müzeye giriş kapısı ve çevre şekillerindeki bordo ve siyah renkli granit
kaplamada, sayıca az ve oldukça dar pencerelerinden de soykırım olayının ağırlığı ve
faciası temsil edilmektedir.
Suni tepe-kurganın ortasında yüksekliği 36 m. olan kılıç grubu yükselmektedir. Bunlar
masum Müslüman halkı soykırımdan kurtarmış Türk ordusunun şerefine, onun şehit ve
gazilerinin aziz hatırasına dikilmiştir. Sayısı beş olan kılıçlar, planda beş köşeli bir biçimde
yatmaktadır. Üstten bakıldığında kılıç grubu Türkiye Devlet simgesi ve bayrağında olan
beş köşeli yıldız görünümündedir.
Eski Türk askerlerinin, savaştan önce kendi kılıçlarını rüzgar, yağmur ve yıldırımlar
altında keskinleştirme töreni varmış. Ağrı dağı eteklerinde yükseltilen temsili kılıçlar da,
böylece güneş, yağmur ve rüzgar altında sertleşecektir. Milli hedefleri "bir gün Ağrı dağı
çevresini ile geçirmek" olan Ermen8iler, şimdi bu kutsal Türk dağının önünde yükselen
Türk kılıçlarını görmektedirler.
Beş devle kılıcın eğri uçları yukarıda birleşerek kubbe şeklini almaktadır. Bu haliyle de
Selçuklu türbelerine benzeyen biçim ve silueti andırmaktadır. Türk-Oğuz hatıra
mimarlığında sultanların, kahramanların, kumandanların, nüfuzlu şahısların mezarı
üstünde kubbeye benzer türbeler dikiliyordu. Selçuklu türbeleri geleneksel olarak yer altı
serdabe (mumyalık) katı ve yerüstü kule kısmından ibarettir. Iğdır Soykırım Anıtı da iki
katlıdır. Alt kat suni tepe içerisinde olan simgesel serdabe-müze salonudur. Üst kat ise
beş kılıç figürünün oluşturduğu kuledir.
Böylece Iğdır Soykırım Anıtı'nın mimarlık mekan biçiminde, tarihin en eski çağlarından
gelen Türk hatıra mimarlığının üç büyük geleneğini (kurgan, Selçuklu türbesi ve mezar
taşları) birleştirip,y eni konuya ve çağdaş mimarlık inşaat taleplerine uygun bir
kompozisyon oluşturulmaya çalışılmıştır.
İnsan elindeki kılıç korkutucudur. Baş başa çatılmış kılıçlar sağlık, huzur ve barışın
timsalidir. Ayrıca ülkenin, milletin savunma gücünü göstermektedir. Kılıçların keskin
yerlerinin dışa yönelmesi, dışardan gelecek saldırılara karşı her zaman hazır olma
anlamına gelmektedir.
Dairevi müze salonu (temsili mezar), yukarıdan aydınlatan beş köşeli baca, kılıçlar
arasındadır. Bacanın örtüsü küçük cam primat olup çadıra benzetilmiştir. Altın rengindeki
çerçeveler ve renkli camlardan hazırlanmış bu çadır, Türk bozkır mimarisinin şaheseri
olmuş Altın Çadırı simgelemektedir. Eski dönemlerde devlet hakimiyet simgesi olan Altın
Çadır üzerinde, devlet bayrağı dalgalanırdı. Yürüyüşte olan ordu karargahının tam
merkezinde dikilen Altın Çadır özel korunurdu. Antta da, tepesinde Türk Devleti'nin
bayrağı dikilmiş Altın Çadırı beş kılıç korumaktadır.
Kılıcın kutsallığı, onun güzel estetik yapısına da yansımaktadır. Oldukça kullanışlı olan
Türk kılıcının kabzası, çoğu zaman değerli metal ve nakışlarla süslenir, onlara özel bir
estetik verilirdi. Iğdır Anıtında da kılıç kabzalarını, granit çerçeve içerisine alınmış tunç
62
rölyefler, kabartmalar süslemektedir. Her kılıç kabzasında bozkurt, at ve çift başlı kartal
kabartma figürleri tekrar edilmektedir.
Bozkurt, eski Türklerin baş totemi olup kutsal ve yol gösterici sayılmıştır. Hun
İmparatorluğundan başlayarak Osmanlılara kadar bozkurt, milli sembol olmuştur.
Türklerin İslamiyeti kabulünden önce bozkut başı, Türk bayrak ve tuğlarının ucuna alem
olarak konurdu, sonraları alem hilal ve yıldız olmuştur.
Güçlü, özgürlüğe düşkün ve akıllı hayvan olan bozkurta saygı ve sevgi, Altaylar'dan
Anadolu'ya kadar bütün Türklerde vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk döneminde, paraların, pulların8, resmi binaların üzerine bozkurt tasviri
basılmıştır. Kılıç kabzasında kurtuluş simgesi olan bozkurt rölyefinin olması milli değerlere
saygı ve Atatürk ideallerine sadakat göstergesidir.
"Kılıç devri" tarihte, aynı zamanda "at devri" olmuştur. Türk tarihçilerinin yazdıklarına
göre "Türklerin yaptıkları büyük fütuhatta en mühim rol oynayan iki sanatları olmuştur:
At yetiştirme ve madencilik, bilhassa demircilik." Demircilik silah yapmak özellikle kılıç
düzeltmek için, at beslemek ise, uzak ve önü alınamayan askeri seferler için mecburi idi.
Türk askeri uzak seferlere atı, kılıcı ve çadırı ile çıkıyordu.
At eski Türklerin baş totemlerinden biri olup askerin ayrılmaz dostu ve yardımcısı idi.
Savaş tarihinde kılıcı atsız, Türk'ü ise kılıçsız ve atsız tasavvur etmek olmaz. Bu sebeple
kılıç kabzalarında, Türklerde yanı zamanda kahramanlık, mutluluk ve güneş sembolü olan
şaha kalkmış çılgın at figürü kullanılmıştır. Bozkurt ve at rölyefleri kabzaların yan
yüzlerine basılmıştır.
Kabzaların iç yüzlerinde çift başlı kartal figürü basılmıştır. Yükseklik, ululuk timsali olan
kartalın da Türklerde bir totem gibi kutsal sayılması, Altay kaya resimlerinden bellidir.
Anadolu'da çift başlı kartal önce Hitti Devleti'nin sembolü olmuş, sonra Bizans
İmparatorları da onu benimsemiştir. Daha sonra Anadolu Selçuklularının devlet simgesine
dönüştürülen çift başlı kartal, bu çok asırlık geleneğin zirvesi, hem de Türklerin Anadolu
topraklarında kökleşmesi ve Bizans İmparatorluğu'nu yıkılmasının sembolüdür.
Kabzaların dış yüzlerinde,ş her kılıçta birer asker figürü ardır. Bozkurt, at, kartal kılıçlarda
değişmez eski Türk sembolleri olarak tekrar olunmaktadır. Asker figürleri farklıdır. Her
kılıç kabzasında bir tarihi devrin askeri tasvir edilmiştir. Bunlar, tarihçe sırasıyla, Hun,
Göktürk, Selçuk, Osmanlı ve çağdaş Türkiye askerleridir.
Zaman zaman birbirinden muhteşem devletler kuran ve şerefli tarih oluşturan Türk
askerleri, en muazzam abideler layıktır. Anıt rölyeflerinde tunçlaşmış askerler, tarih boyu
devletçiliğin, memleket içinde huzur ve barışın teminatı olan bütün Türk asker nesillerinin
simgeleridir.
Anıtın temeli 1 Ağustos 1997 tarihinde Iğdır Valisi Şemsettin Uzun tarafından atılmıştır.
Anıt külliyesinin çevre duvarları Ahlat taşından örülmüş ve duvarları üzeri dövme
demirlerle süslenmiştir. Müzenin kapı, pencere ve dolapları kestane ağacından
hazırlanmıştır. Kılıçlar, İtalya'dan alınmış "Bianco Maris" adı ile tanınan boz Çin graniti,
birkaç mimarlık detayı ise borda renkli "Afrikan Red" graniti ile kaplanmıştır.
Anıt inşaatında Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden alınmış mermerler; Kayseri'den "Toros
siyah", İzmir'den "Teos yeşili" ve "Ege füme", Diyarbakır'dan "Hazar pink", Muğla'dan
"Ege bordo", Denizli ve Kütahya'dan "Traversin", Muğla'dan "Bodrum kayran" doğal taşı,
İzmir'den "Bergama granit" parke taşı, Antalya'dan "Imyra" doğal taşı kullanılmıştır. Bu
çeşitli malzemeler, kullanıldığı yere ve birbirine uygun şekle getirilmeye çalışılmıştır.
63
Anıt ve Müze "Iğdır İli ve İlçelerini Kalkındırma Vakfı" tarafından yaptırılmıştır. Bu
muhteşem anıt ve müze, öncelikle toplu şekilde katledilmiş, mezarları olmayan
şehitlerimizin yüce türbesidir. Bu kutsal türbeyi ziyaret eden herkes, zaman zaman
unuttuğumuz şehitleri hatırlayacak, soykırım seviyesine ulaşan faciamızın nedenlerini
araştırmaya çalışacaktır.
KAYNAK:
Giyasi, Prof. Dr. Cafer A.-; Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayını, Ankara 2000, s. 5-9.
Tablolar
1906-1922 YILLARI ARASINDA ANADOLU'DA VE KAFKASLAR'DA ERMENİLER
TARAFINDAN KATLEDİLEN TÜRKLERE AİT TABLO
Cilt ve Belge
no
Tarih
Yer
Ölü
1/2
1914-2-21
Kars, Ardahan
30.000
1/3
1916-5-8
Pasinler
2.000
1/3
1916-5-8
Tercan
563
1/3
1916-5-8
Van, Tatvan
1.600
1/3
1915-5-9
Bitlis
40.000
1/3
1916-5-8
Bitlis
10.000
1/3
1915-5-9
Bitlis
123
1/4
1915
Van
44
1/4
1916-5-22
Van
1.000
1/4
1916-5-22
Köprüköy / Van
200
1/4
1916-5-22
Van
15.000
1/4
1916-5-22
Van
8
1/4
1916-5-22
Van
8.000
1/4
1916-5-22
Van
80.000
1/4
1916-5-22
Van
15.000
1/5
1916-5-23
Of
5
1/6
1916-5-23
Trabzon
2086
1/6
1916-5-23
Van
300
1/6
1916-5-11
Van
44.233
1/6
1916-5-11
Malazgirt
20.000
1/7
1916-6-11
Bitlis
12
1/8
1916-4-1
Van, Reşadiye
15
1/9
1916-6
Van Abbasağa
14
1/9
1916-6
Edremid, Vastan
15.000
1/10
1915-4
Bitlis
29
1/10
1915-4
Muradiye
10.000
1/11
1915-5
Van
20.000
1/11
1915-2
Haskay
200
1/11
1915-2
Dutak
3
64
1/12
1915-4
Van
120
1/12
1915
Van
150
1/11
1915
Bitlis
16.000
1/11
1916-5
Muş
500
1/12
1916-5-25
Bayezid
14.000
1/13
1915
Muş
800
1/13
1915-8
Müküs
126
1/13
1916-6-7
Müküs Sehan
121
1/13
1915-7
Muş Akçan
19
1/13
329
Muş
10
1/14
1915
Bitlis Hizan
113
1/15
1915
Van
5200
1/16
1916-8-14
Bitlis
311
1/19
1916-6-6
Şatak Serir
45
1/19
1916-6-6
Şatak
1150
1/23
1916-1-15
Terme
9
2/2
1919-1-25
Kars
9
2/3
1919-1-21
Kilis
2
2/4
1919-2-26
Adana, Pozantı
4
2/5
1919-5-18
Osmaniye
1
2/7
1919-6-13
Pasinler
3
2/10
1919-6-3
Iğdır
8
2/11
1919-7-7
Kars, Göle
9
2/12
1919-7-9
Kağızman
6
2/13
1919-7-9
Kurudere
8
2/16
1919-7-8
Mescidli
4
2/16
1919-7-8
Gülyantepe
10
2/22
1919-7-11
Mescidli
20
2/26
1919-7-19
Bulaklı
2
2/31
1919-7-24
Kars, Kağızman
9
2/36
1919-7
Sankamış
803
2/37
1919-7
Sarıkamış
695
2/38
1919-8
Muhtelif Köyler
2502
3/1
1919-7-5
Kağızman
4
3/1
1919
Tiknis, Ağadeve
5
3/1
1919-7-19
Pasinler
2
3/1
1919
Nahçıvan
4000
3/6
1919-7
Kurudere
8
3/6
1919-7-4
Akçakale
180
3/6
1919
Sarıkarnış
9
3/7
1919-8-15
Erzurum
153
3/7
1919-8-15
Erzurum
426
3/14
1919-9
Allahüekber
3
3/16
1919-9-14
Sarıkamış
2
3/18
1919-11-11
Maraş
2
3/19
1919-11
Adana
4
65
3/19
1919-11-6
Ulukışla
7
3/22
1919-12-7
Adana
4
3/26
1920-1-22
Antep
1
3/27
1919-9
Ünye
12
3/28
1920-2-28
Pozantı
40
3/29
1920-2-10
Çıldır
100
3/32
1920-3-9
Zaruşat
400
3/33
1920-2-2
Şuregel
1350
3/35
1338-3
Maraş
4
3/36
1920-3-22
Şuregel, Zaruşat
2000
3/37
1920-3-9
Zaruşat
120
3/37
1920-3-16
Kağızman
720
3/39
1920-4-6
Gümrü
500
3/40
1920-4-28
Kars
2
3/41
1920-5-5
Kars
1774
3/46
1920-5-22
Kars
10
3/47
1920-7-2
Kars, Erzurum
408
3/47
1920-7-2
Zengibasar
1500
3/49
1920-7-27
Erzurum
69
3/50
1920-2-1
Zaruşat
2150
3/50
1920-5
Kars, Erzurum
27
3/50
1920-8
Oltu
650
3/50
1920-8
Kars, Erzurum
18
3/51
1920-10-15
Bayburt
1387
3/52
1920-10-20
Göle
100
3/53
1920-10-17
Pasinler
9287
3/54
1920-10-18
Tortum
3700
3/55
1920-10-19
Erzurum
8439
4/2
1920-10-26
Kars civarı
10693
4/3
1920-10-8
Aşkale
889
4/4
1919-1-6
Zaruşat
86
4/5
1920-12-1
Kosor
69
4/6
1920-12-3
Göle
508
4/7
1920-12-4
Kosor
122
4/9
1920-12-4
Kars, Zeytun
28
4/10
1920-12-4
Önceki Sayfa
Yukarı
Ermenilerin Azerbaycan Katliamları
Ermenilerin Türklere yönelik katliamları Anadolu'yla sınırlı kalmamış, Kafkaslar'da ve
Azerbaycan topraklarında da sürmüştür. Bu konudaki bilgi ve belgeleri, Prof. Dr. Fahrettin
M. Kırzıoğlu'ndan naklediyoruz:
66
"1919 Ağustosunda, Nahçıvan ve Şerür çevresindeki 45 köye Ermeniler asker birlikleri ile
hücum etmişler ve demiryolu boyuna yakın köyleri, zırhlı vagonlardan ateş altına
almışlardır.
Mayıs 1920 sonralarına Doğru Ermeniler, Erivan'da Uluhanlı yanındaki Karadağlı adlı
İslam köyünün ahalisini zorla yerlerinden çıkararak, eşyalarını yağma ile, kendilerini göçe
mecbur etmişlerdir.
23-24 Mayıs 1920 gecesi 300'den fazla Ermeni süvarisi, Uluhanlı'nın 5 km. kuzeyinde
Cebeçalı köyünü sararak, eli silah tutan Müslümanları bir araya toplayarak bunların
hepsini süngüden geçirmişlerdir.
27 Haziran 1920 gecesi yine Erivan'da Hacıbayram ve Haberbegli köylerine baskın yapan
Ermeniler, ahalnin malları ile eşyasını hep yağmalamış, birçoğunu öldürmüş; kırgından
kurtulan az bir kısmı da, Aras ırmağından güneye geçerken, Ermenilerin baskını üzerine
boğulmuşlardır.
Azerbaycan ve başka yerlere gitmek üzere, Erivan'daki Azerbaycan Elçisi'nin verdiği
pasaportu taşıyarak Erivan yanlarından trenle Gence'ye giden 500 Müslüman, Gümrü
yakınında vagonlardan indirilerek, hepsi öldürülmüştür.
6 Nisan 1920'de Ermeniler, Zengezor, Ordubad, Vedi bölgelerindeki İslam köylerine, türlü
askeri sınıflardan kurulu nizami birliklerle saldırarak, zulüm ve vahşiliğin en iğrenç
biçimlerini, insanlığını nefret edeceği alçaklıkları yapmışlardır.
Erivan şehrinin 15 dakika ötesindeki Haçaparak köyündeki İslam ahaliye Ermeniler, 16
Nisan 1920 gecesi saldırarak, halkını toptan kırmaya girişmişlerdir. Bu zalim vahşilikten
kaçıp kurtulamayan 6 erkek, kamalarla öldürülmüştür. Kadın ve kızların namusu
çiğnenmiş, sonra da yakılmış veya öldürülmüşlerdir. Evlerin hepsi talana uğramıştır."
Ermenilerin Azerilere yönelik zulümleri, I. Dünya Savaşı yıllarındaki katliamlarla sınırlı
kalmamış, SSCB döneminde ve bu devletin dağılmasının ardından kurulan Ermenistan
Cumhuriyeti döneminde de devam etmiştir. Yasin Aslan, "Ermenistan Tarihi Yol
Ayrımında" isimli kitabında bu konuda önemli belgeler ortaya koymaktadır.
Ermeniler, 13 Şubat 1988'de Dağlık Karabağ'ın idari merkezi Hankendinde (Stepanakert)
gösteri yaptılar. Göstericiler, Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'dan alınıp Ermenistan'a
verilmesini talep ediyorlardı. Bundan sonra istekler zinciri uzanmaya başladı. 18 Şubat
1988'de ilk Azeri göçmenler Baku'ya gelmeğe başladı. Onlar otobüslere doldurulup geri
gönderildiler. Ancak, onlar kısa müddet sonra yeniden geri dönmeye başladılar.
Göçmenler, bu defa Baku yerine Sumgayit'ta kendilerine barınak buldular. Burada bazı
olaylar oldu. Bunu diğerleri izledi. 180-200 bin Azeri, zorla Ermenistan'dan kovuldu.
Tahminen aynı sayıda Ermeni Azerbaycan'dan çıkarıldı. Kısacası, 1988'den beri devam
eden olaylar, bir milyondan fazla Azeri'yi göçmen durumuna düşürmüştür.
1988'de başlayan olaylar, aslında sürgün zincirinin son halkasını oluşturmaktadır. Zira,
Ermenistan'da yaşayan Azeriler, bir kaç defa Sovyet rejimi döneminde olmak üzere tarihi
topraklarından sürgün edilmişlerdir. Ermenistan Komünist Parti başkanı Arutunyan
1945'te Dağlık Karabağ'ın Ermenistana verilmesi konusunda Stalin'e mektup yazmıştır.
Stalin de konuyla ilgili olarak Azerbaycan Komunist Parti başkanı Mir Cefer Bağirov'a
mektub göndermiştir.
Bağirov, Stalin'in mektubuna cevabında nüfusunun tamamını Azerilerin oluşturduğu
Şuşa'nın Azerbaycan'da kalması gerektiğini, Azerilerin de Ermenilere karşı büyük toprak
67
taleplerinin olduğunu yazmıştır. Bu tür yaklaşım, o zaman bu sun'i problemin
kapatılmasına yardımcı olmuştur.
Ancak, eski Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu 23 Aralık 1947 tarih ve 4083 sayılı kararla,
Ermenistan'da yaşayan Türkleri "Azerbaycanlı" adı altında Azerbaycan'ın Kura-Aras
Ovasına sürgün etmiştir. Aynı bakanlar kurulu iki-buçuk ay sonra, Stalin'in imzasını
taşıyan 10 Mart 1948 tarih ve 754 sayılı kararla, daha önceki kararın uygulamaya
konmasını sağlamıştır.
Karardan sonra, Ermenistan'daki Azeriler oradan çıkarılmaya başlanmış ve işlem Stalin'in
ölümüne kadar devam etmiştir. Söz konusu dönemde 150 bin Azeri ata yurtlarından
kovulmuştur.
Asrın başlarında, Ermenistan'daki Azerilerin sürgün edilmesi muhtelif şekillerde
gerçekleştirilmiştir. 1927'de İrevan nüfusunun % 70'ini Azeriler oluşturuyordu. Bu yıllarda
130 bin Azeri kovulmuş ve onların yerine Orta Doğu ülkelerinden 100 bine yakın Ermeni
getirilmiştir. Bu işlem daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Ermeni tarihçilerine göre,
geçen asrın başlarında, Ermenistan'daki 2300 köyün 2000'ini Azeri köyleri
oluşturmaktaydı.
1936'dan sonra, Ermeni yetkililer, bu ülkedeki Azeri yer adlarını değiştirmeye ve iptal
etmeye başladılar. 1991'de de Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan'ın emrine
uygun olarak 90 Azeri köyüne Ermeni isimleri verildi. 1960-1970'li yıllarda, Ermenistan
Yüksek Sovyeti başkan yardımcısı Hovanes Bağdarasyan'ın başkanlığında yer adlarının
değiştirilmesine başlandı.
İki asır devam eden kovma ve göçürme işlemi sonucunda, 1. 5 milyon Azerbaycan Türkü
Ermenistan'daki tarihi yurtlarından kovulmuş ve çeşitli bahanelerle göçürülmüştür.
1988'de kovma işlemi tamamlanmıştır. Şimdi Ermenistan'da numunelik için dahi tek bir
Azeri kalmamıştır.
1988'de Ermeniler, ülke nüfusunun % 88. 6 sini oluşturuyordu. Asrın başlarında
Ermenistan toprakları 9 bin kilometrekare idi, Azerbaycan toprakları sayesinde 29. 8
kilometrekareye yükselmiştir. Buna, Ermenilerin son zamanlarda işgal ettiği topraklar
dahil değildir.
Kabul etmek gerekir ki, Rusya-Ermenistan ikilisinin Azerbaycan üzerindeki baskıları
yoğunluk kazanmıştır. Azerbaycan, hemen hemen Lübnan'a dönüşmek üzeredir.
Parçalanma tehlikesi henüz ortadan kalkmamıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ'ı Ermenistan
ile birleştiren Laçin Koridorunun kontrolünü elinde bulundurmaktadır. Azerbaycan
topraklarının % 20'si Ermeni işgali altındadır. Diğer taraftan, Ermenistan Mayıs 1992'de
Laçin ve Kelbecer bölgesinde "Kürdistan Cumhuriyeti" kurulduğunu ilan etmiştir.
Ermenistan'daki muhalefetin yayın organı Azatamart gazetesi Azadlig (Hürriyet) Radyosu
Ermeni Servisinin eski başkanı, Rusya-Ermenistan ilişkileri Teşkilatı başkanı ve
Daşnaksütyun Partisi'nin liderlerinden Eduard Oganisyan'ın sansasyon niteliği taşıyan bir
beyanatını yayınlamıştır. Oganisyan beyanatında, Ermenistan hükümetinin Rusya'yla
birleşme konusunda gizli anlaşma imzaladığını ifade etmiştir. Ancak, bu gerçek gizli
tutulmaktadır.
Ermenistan bölgede kendisine has bir rol oynamak istiyor. Onun ne tür rol oynamak
istediğini öğrenmek için Rus ve Ermenistan basınında yer alan yazılara bir göz atmak
yeterlidir.
Ermenistan Pedegoji Enstitüsü Felsefe ve Politoloji bölümü eleman- larından 1963
doğumlu Artur Gevarkyan'in Naş Sovremennik (Muasirimiz) dergisinin 1993/4'cü
68
sayısında yer alan "Sovyetler Birliği Yerine Turan mı?" başlıklı yazısı bir çok bakımlardan
ilgi çekicidir. "Üçüncü Roma'nın" diriltilmesini bir Rus'tan daha ateşli şekilde savunan
Gevorkyan konuyla ilgili düşüncelerini kısaca şöyle özetlemiştir:
"Ermenistan, Rusya'nın Kafkasya'daki destekçisi, tabii ve tarihi müttefikidir Ermeniler,
Anglo-Sakson, siyonist ve Pantürkistlerden oluşan korkunç üçlüden, Pantürkistlerin
(Turana giden) yolunu kesmektedir. Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Sirbistan ve diğer
Hıristiyan milletlerin tek kurtuluş yolu "Üçüncü Roma'yı" yeniden diriltmektir."
Bazı Rus yetkililer, Kafkasya'yı dış ülkelerin etkisinden korumak için onun ateş çemberine
alınmasının gerekli olduğu tezini savunmaktadırlar. Böyle bir durumda Türkiye ve İran
gibi bölgeyle yakından ilgilenen devletler, bu ateş çemberini yarıp bölgeye
giremeyeceklerdir. Vadim Simburski'nin Segodnaya gazetesinin Nisan/1994 sayılarından
birinde yer alan yazısı buna en güzel bir misaldir. Simburski düşüncelerini şöyle
özetlemiştir:
"Rusya'nın çıkarlarına direkt tehlike oluşturan tek bölge Kafkasya'dır. Kafkasya'da milli
devlet olarak kalmak isteyen 'Azerbaycan' ve 'Gürcistan' gibi küçük imparatorlukların
olması Rusya'nın çıkarlarına uygundur. Söz konusu bölgede, Rusya'nın çıkarlarının
korunması için çalışacak inkılapçı güçler mevcuttur. Bunun için bölgedeki 'İstikrarlı
İstikrarsızlık' korunmalıdır. Zaten, böyle bir durum yıllardan beri oluşmakta, Türkiye ve
İran'ın serbest hareketine engel olmaktadır.
Bölgede anlaşmazlıkların devamlı olarak aşağı seviyede seyretmesi, Rusya'nın çıkarlarına
uygundur. Çünkü, böyle bir durum, Türkiye'nin bölgeye sokulmasına engel olacak bir ateş
çemberinin oluşmasına katkıda bulunacaktır.
Rusya, Hazer'in batısında bu tür davranırken Hazer'in doğusunda istikrarı korumalıdır.
Çünkü, Kazakistan yari Rus bölgesidir. Kazakistan Rusya'nın güney sınırlarını koruyan
Güvenlik Kemerine dönüştürülmelidir.
Odenburg, Orta Asya'nın yayılmasına açık olacaktır. Bu yüzden, Rusya Kazakistan ve
diğer Orta Asya ülkelerini iç güvenlik kemerine dönüştürmek için elinden geleni
yapmalıdır."
1992-1993 yılları arasında Ermenistan Savunma Bakanı olmuş, şimdi ise muhalefetin
gayri-resmi liderlerinden Vazgen Manukyan Nisan/1994'te Nezavisimaya Gazetesi ile
röportajında, Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'la federe devlet oluşturması zamanının
geldiğinden söz etmiştir.
Rusya Cumhurbaşkanı Yeltsin'in siyasi danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Şurası Üyesi
Ermeni Andronik Migranyan'ın teklifi ise bir çok bakımlardan ilgi çekicidir. Migranyan,
Nezavisimaya Gazetesi'nin Ocak/1994 sayılarından birindeki makalesinde Azerbaycan ve
Gürcistan'in Federe Devlete dönüştürülmesini teklif etmiştir. Migranyan, Federe Devlete
dönüştürülmüş Azerbaycan ve Gürcistan'ın Moskova'sız yaşayamayacağını iddia
etmektedir. Migranyan, Ermenistan'ın Rusya'nın güney sınırında istikrar ve denge
unsuruna dönüştürülmesi gerektiğini de beyan etmiştir.
Levon Şirinyan da daha önce Azatamart gazetesindeki yorumunda aynı teklifi ileri
sürmüştü. Şirinyan, başka bir yazısında ise Nahçivan'in Ermenistan'a geri verilmesinin
gerekli olduğundan bahs etmiştir. Bu misaller zincirini bir hayli uzatmak mümkündür. Bu
misaller, olayların hangi merkezlerden idare edildiğini açıkça göstermektedir.
Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasına engel olan, Türkiye aleyhine açıkça propaganda
yapanlar, Daşnaksütyun Partisi ve onun çatısı altında toplanmış bazı teşkilatlar, Moskova
yanlıları, önce Gorbaçov'un daha sonra da Yeltsin'in etrafında toplanan Ambatsumov
69
(Ambartsumyan), Migranyan, Kurginyan gibi danışmanlar ve Rus hükümetinin değişik
kademelerinde görev yapan Ermeniler ile özellikle Ermeni diasporasıdır.
Daşnaksütyun Partisinin, halkı tahrik etmek ve halk arasında panik yaratmak için 7 Aralık
1993'te yayınladığı haber buna güzel bir misaldir. Daşnaksütyun Partisi Haber Merkezi
yabancı kaynaklardan, özellikle de Fransa İstihbarat Teşkilatı'ndan elde ettiği bilgiye
dayanarak Türk Ordusunun Medzamor Atom Elektirik Santrali de dahil, Ermenistan'daki
bir çok hedefe füze saldırısında bulunacağını bildirmiştir. Habere göre, Türkiye, bu
hücumlarına hak kazandırmak için Ermenistan'daki PKK teröristlerinin varlığını bahane
edecektir. Haber Nerkezi Başkanı Bagrat Sadoyiyan'a göre, Türkiye, söz konusu
hücumlarını Nahcivan topraklarından yapacaktır.
Rus ve Ermenistan basınında Türkiye aleyhine çıkan yazılar büyük yekun oluşturmaktadır.
Söz konusu yazılarda, kamuoyu "Türk Faktörü" ile korkutulmak istenmektedir. "Uyanan
Dev", "Uyanan Aslan", "Sovyet İmparatorluğunun Ölüm Meleği", "Osmanlı Ruhu Diriliyor"
ve "Gelecek İmparatorluğun İki Sütunundan biri" gibi ifadeler sık sık kullanılmaktadır.
Ermeni Politolog Andronik de bu tür yazıları dikkate alarak şunları ifade etmiştir:
"Ermenistan, Rusya ve İran, Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya ile birleşmesini
engelleyebilir. Ermenistan ve İran, Türklerin birleşmesine engel olan faktöre
dönüşmelidir. "
Ermenistan, son bir kaç asırdan beri Rus dış siyasetinde önemli yer tutmaktadır.
Ermenistan, Rusya'nın Türk-müslüman dünyasında ileri karakol görevini yüklenmiştir.
Ancak ne var ki, Rus Milliyetçileri. son bir kaç yıldan beri Türk dünyasıyla dostluk
ilişkilerinin gerekliliğininden bahsetmekte ve Ermenistanin Azerbaycana karşi tecavüzünü
kınamaktadır. Rus milliyetçilerinin bir kısmı artık Ermenistan'ı Rusya'nın sırtında yük
olarak görmektedir.
Moskova Gazetelerine göre, Rusya, Ermenistan bütçesinin % 57'sini ödemektedir.
Ermenistan'ın dış yardım olmadan geniş çaplı bir savaşı sürdürmesi mümkün değildir.
Azerbaycan Meclis Başkanı Resul Guliyev, Rus Televizyonuyla röportajında diş yardim
olmadan Ermenistan'ın savaşı 5 yıl daha sürdürmesinin söz konusu olamayacağını ifade
etmiştir. Guliyeve göre, Ermenistan tek bir tank dahi alamayacak durumdadır.
Ermenistan'ın destekçileri, muhacerette yaşayan Ermeniler, bazı batılı ülkeler ve Bağımsız
Devletler Topluluğuna üye bazı ülkelerdir.
Moskovskiya Novosti gazetesi 1992/13 sayısında "Rusya'nın Kafkasya'dan çıkmasıyla
birlikte dengenin bozulacağı ve bölgede Türkiye'nin nüfuzunun hızla artacağından
bahsetmiştir.
Gorbaçov Fonu'nun Dağlık Karabağ konusundaki raporu konuya başka bir açıdan ışık
tutmakta ve Rusya gibi büyük bir devletin bir çok bakımlardan Ermenistan'a ihtiyacı
olmadığını ortaya koymaktadır. Ermenistan, Rusya için gönüllü müttefikten başka bir şey
değildir. Rapordaki şu ifadeler oldukça dikkat çekicidir: "Rus-Ermeni ilişkilerinin tarihi
geçmişi, Rusya'yı Ermenistan'ı desteklemeğe mecbur ediyor."
Ermeniler bunun farkındadır ve mevcut ortamdan maksimum faydalanmanın yollarını
aramaktadırlar. Levon Şirinyan Ermenistan'da yayınlanan Azatamart gazetesindeki
yazısında görüşlerini şöyle ifade etmiştir:
"Hiç şüphesiz, yakın gelecekte Rusya, Kafkasya'da en güçlü devlet olarak kalacaktır.
Şimdiye kadar, Amerika da dahil bir çok ülke bölgede Rusya'nın çıkarlarına meydan
okumaya kalkışmamıştır. Rusya - Doğu Avrupa'yı kaybetmesi ve güneydeki stratejik
çıkarları onu Ermenistan'a yaklaştırmaktadır. Ermenistan'ın görevi, Rusya'nın
Kafkasya'daki siyasi manevralarını dikkatlice izlemek ve onlardan maksimum
70
yararlanmanın yollarını aramaktır. Bağımsız Devletler Topluluğu çerçevesinde ve karşılıklı
ilişkiler şeklinde işbirliğini kabul etmek gerekir. Aksi halde, diğer bir ülke veya ortak, zayıf
ve asalak Ermenistan'ın yerini alacaktır. "
70 yıldan uzun bir zamandan beri, Ermenistan'ın Türkiye politikası, batı alemini Türklerin
1. 5 milyon Ermeni'yi öldürdüğüne inandırma ve 1921 anlaşmasıyla Türkiye'nin kuzeydoğu bölgesinde Türkiye'ye bırakılan toprakların geri alınmasına yönelik kampanyaya
dayanmaktaydı.
Ayrıca, Ermenistan'daki bütün siyasi partilerin programlarında, Türkiye'ye terk edilen
toprakların geri alınması ve Türkiye'yi, Osmanlı Devleti döneminde öldürülen Ermeniler
için özür dilemeğe mecbur etme prensipleri yer almaktadır. Bilindiği gibi, Ermenistan'ın
Kurtuluşu için kurulan ve kısaca ASALA olarak bilinen "Ermenistan Gizli Ordusu" bu
maksatlar için 1974-1985 yılları arasında 45 Türk diplomatını ve onların aile üyelerini
öldürmüştür.
Ter-Petrosyan'ın başkanlığında 1990'da Ermenistan Umum Milli Hareketinin iktidara
gelmesiyle birlikte, Ermenistan'ın Türkiye siyasetinde önemli değişiklikler baş göstermeye
başlamıştır. Ermenistan, Sovyetler Birliğinden ayrılma girişimleri çerçevesinde Türkiye ve
İran'la ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme sürecine girmiştir. Bu yeni yaklaşım,
Ağustos 1990'ya yayınlanan Bağımsızlık Bildirisinde de kendi ifadesini bulmuştur.
Bağımsızlık Bildirisinde, soykırımın uluslararası kamuoyu tarafından tanınmasının
tekrarlanmasına karşın, Türkiye'ye karşı herhangi toprak iddialarına yer verilmemiştir.
Sovyetler Birliğinin dağılması, hassas Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını tehlikeye
sokmuştur. Türkiye'nin, Azerbaycan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olması da gelişmekte
olan ilişkileri olumsuz yönde etkilemiştir.
Kasım/1992'de, bir Ermenistan hükümet heyeti Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye, iki ülke
arasında ilişkilerin gelişebilmesi için 4 şart iler sürmüştür:
1- Ermenistan, Türkiye ile Ermenistan arasındaki mevcut sınırları tanımalıdır;
2- Ermenistan, 1915'teki soykırımın uluslararası kamuoyunda tanınmasına yönelik
kampanyasını durdurmalıdır;
3- Ermenistan, Türkiye'nin içişlerine karışmamalıdır; (Burada özellikle Ermenistan'ın
PKK'ya yaptığı yardım göz önünde bulundurulmuştur)
4- Ermenistan, Azerbaycan'ın istediği şartlarda Dağlık Karabağ'da ateşkesi kabul
etmelidir.
Taraflar, ilk üç madde konusunda anlaşmaya varmış, hatta Türkiye ve Ermenistan enerji
bakanları Ermenistan'a elektrik verilmesi konusunda bir de protokol imzalamıştır.
Zamanın Türkiye Dışişleri Bakanının, protokolün içeriğini ve önemini izah etmeye yönelik
girişimleri Azerbaycan Liderleri ve Türkiye'deki muhalefeti ikna etmemiştir. Bu yüzden,
Türkiye, anlaşmayı uygulamaya koymaktan vazgeçmiştir.
Bu gelişme, elektrik sıkıntısı çeken Ermenistan hükümetine büyük bir darbe olmuştur.
Bilindiği gibi, Ermenistan, enerji ihtiyacının % 96'sını dışarıdan karşılamaktadır.
Ermenistan, tabii gaz ihtiyacının % 80'ini Azerbaycan'dan karşılıyordu. Azerbaycan,
1991'in sonbaharında Ermenistan'a gaz vermeyi durdurdu. Ermenistan, bu yüzden
Türkmenistan'dan gaz almağa başladı. Gaz boru hattı, Gürcistan'da Azerilerin yaşadığı
eski adı Borçali, yeni adi Marneuli bölgesinden geçmektedir. 1995'te, boru hattına en az
10 defa sabotaj yapılmıştır.
71
Türkiye'nin, Ermenistan'a gidecek uçakların kendi hava sahasından geçmesine izin
vermesi ise, dünya kamuoyunu tam karşısına almamak için Azerbaycan'a yaptığı
yardımları dengeleme girişimi olarak değerlendirilmiştir.
Dünya kamuoyu, Rusya'nın Çeçenistan'a hücumuyla meşgulken, Karabağ Komitesinden
ayrılan Ermenistan Umum Milli Hareketine başkanlık eden Cumhurbaşkanı Levon TerPetrosyan, Gorbaçov'un 1988'de Karabağ Komitesine karşı gerçekleştirdiği büyük
operasyondan beri ilk defa ülkede geniş çaplı siyasi temizleme kampanyasına başladı.
Bilindiği gibi, Gorbaçov, Ter-Petrosyan da dahil olmak üzere, Karabağ Komitesinin 11
üyesinin yakalanmasını emretmişti.
Ter-Petrosyan, 28 Aralık 1994'te tek bir emirle Ermenistan Devrimci Federasyonu olarak
bilinen "Daşnaksütyun Partisi" faaliyetlerini geçici olarak yasakladı. Bundan başka,
Daşnaksütyun Partisi'ne bağlı bir çok teşkilat ve gazeteyi de kapattırdı.
Ter-Petrosyan, siyasi temizleme girişiminden sonra yaptığı televizyon konuşmasında
Daşnaksütyun Partisi'nin uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını, siyasi cinayetler işlediğini ve
DRO adli terörist teşkilatın 50 kişilik grubunu içinde barındırdığını ifade etmiştir. TerPetrosyan, ayni zamanda DRO'nun devlet güvenliğine tehlike oluşturduğunu ve silahlı
kuvvetler konusunda casusluk yaptığını da sözlerine eklemiştir.
Ter-Petrosyan'ın bu girişimleri sürpriz olmamıştır. Çünkü, o, uzun zamandan beri
Daşnaksütyun Partisi'ne karşı mücadele etmekteydi. Mesela, Haziran/1992'de
muhaceretten olan parti lideri Hrair Marukyan'i yeniden Yunanistan'a sürgün etmiştir.
Parlamento sözcüsü Babken Ararktsiyan, Ter-Petrosyan'ın siyasi temizleme girişimlerini
değerlendirirken, Daşnaksütyun Partisi öncülüğünde gerçekleştirilen son olaylar ve
yürüyüşlerin ülkede siyasi istikrarı bozmaya yönelik olduğunu ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, herhangi bir siyasi partinin yurtdışında şube açamayacağını ve lider
kadrosunda yabancılara yer veremeyeceğini beyanla Daşnaksütyun Partisi'nin
faaliyetlerini geçici olarak yasaklanmıştır. Parti liderlerinin Ermeni olmasına karşın, onların
çoğu başka ülke vatandaşlarıdır. Ermenistan'da ise şimdiye kadar çifte vatandaşlığa izin
verilmemiştir. Daşnaksütyun Partisi'nin dünyanın bir çok ülkelerinde yaşayan
Ermenilerden üyeleri ve Ermenilerin toplu olarak yaşadıkları ülkelerde şubeleri vardır.
Parti merkezi Atina'dadır.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Ermenistan'a dönen tek siyasi parti
Daşnaksütyun değildir. "Rankavar Azatakan" (Liberal Demokratlar) da ülkeye geri
dönmüştür. Söz konusu parti, daha ilimli bir çizgi izlemektedir. Daşnaksütyun Partisi
milliyetçidir ve bir çok konularda hükümete karşı çıkmaktadır.
Faaliyeti yasaklanan Daşnaksütyun Partisi daha önce sol kanat partilerden oluşan bloğun
bir parçası olarak seçimlere katılmayı düşünüyordu. Söz konusu blok, KarabağErmenistan Grubu, Aydınlar Birliği, Anayasa Hakları Birliği ve Miras Hareketi gibi kurum
ve kuruluşları çatısı altında birleştirmişti. Ancak, Merkezi Seçim Kurulu sol bloğun
seçimlere katılmasına izin vermedi. Diğer taraftan Monarşist Parti ve Ermenistan Kadınları
Partisi'nin de seçimlere katılması engellendi.
Ter-Petrosyan, 5 siyasi partiyi de yanına alarak oluşturduğu "Cumhuriyet Bloku'yla"
seçimlere katıldı. Seçimlere katılma oranının % 55 civarında olmasına karşın, Cumhuriyet
Bloku 114 milletvekili çıkararak parlamentoda çoğunluğu oluşturmuştur. Şamiram
Kadınlar teşkilatı ikinci sırayı alırken, Ermenistan Komünist Partisi kendisinden beklenen
başarıyı gösterememiştir.
72
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Gagik Harutunyan aşırı milliyetçi blok ve komünistlerin
yenilgisini izah ederken, onların iyi bir programdan yoksun olduklarını ve egoist
davranışlarının seçim sonuçlarını etkilediğini ifade etmiştir. Halbuki, seçim öncesi yapılan
kamuoyu araştırmaları, komünistlerin oyların en az % 20'sini alacaklarını gösteriyordu.
Ermenistan, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Çok tehlikeli bir dar boğazdan
geçme gayreti içindedir. Halk yoksulluk içinde yaşıyor. Minimum emeklilik bir Dolardan
azdır. Devlet İstatistik Dairesi verilerine göre, ortalama maaş 2, 5 Dolara eşittir. Diğer
taraftan, Merkezi Seçim Komisyonunun 1991 ve 1994'e ait verileri, son üç yılda ülke
nüfusunun % 30 azaldığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, 1993'ün başlarından beri
yaklaşık 1 milyon Ermeni ülkeyi terk etmiştir.
Karabağ'daki Ermeniler oradan kaçmaktadır. Rusya ve batıya giden Ermenilerin sayısı
süratle artmıştır. Ermenistan Bilimler Akademisi Sosyoloji Araştırma Merkezinin başkanı
Georg Pogosyan'in sözlerine göre, Ermenistan nüfusunun % 70'i potansiyel göçmendir.
Araştırmalar, Ermenilerin yalnız soğuk ve açlık yüzünden ülkeyi terk etmediklerini
göstermektedir. Bunun kendine özgü sosyal ve siyasi sebepleri vardır.
Ermeni gazeteleri, son zamanlarda 1993-1994 yıllarında ülkeyi terk eden Ermeniler
arasında yapılan bir sosyolojik araştırmanın sonuçlarını yayınlamıştır. Fikirlerine baş
vurulan Ermenilerin % 45'i polis ve buna benzer kuruluşların keyfi davranışları, % 24'ü
sosyo-ekonomik sebepler yüzünden ve % 12'si ise serbest ticarete imkan sağlanmadığı
için ülkeyi terk ettiğini bildirmiştir.
Ermenistan'ın Dağlık Karabağ ve Azerbaycan'ın bazı bölgelerinde sürdürdüğü savaş ve
savaşa bağlı olarak Azerbaycan ve Türkiye'nin Ermenistan'a uyguladığı ambargo hayatı
olumsuz yönde etkilemiştir.
Ermenistan, Gürcistan üzerinden Denize açılmak da dahil, komşularıyla özellikle de Rusya
ve İran'la ilişkilerini geliştirme gayreti içindedir. Rusya-Ermenistan işbirliği kendisini
hemen hemen bütün sahalarda göstermektedir. Bu bakımlardan, Rusya-Ermenistan
yakınlaşması oldukça dikkat çekicidir.
"Soğuk Savaş" döneminin sona ermesine karşın, jeopolitik savaş hala devam etmektedir.
Rusya'nın zayıflamasına paralel olarak, batili petrol şirketlerinin bölgeye gelmesi ve
bölgesel milliyetçilik hareketlerinin güçlenmesiyle birlikte, özellikle Hazer Havzası'nda özel
bir uluslararası sistem oluşmaktadır.
Rus Ordusu, Çeçenistan'ın stratejik Argun, Şali ve Gudarmes bölgelerine hücum ettiği
zaman Rusya Savunma Bakani Graçov'un cephe hattı yerine Ermenistan ve Gürcistan'ı
ziyaret etmesi tesadüfi değildir. Graçov, hem söz konusu cumhuriyetlerdeki Rus
ordularını ziyaret etmiş, hem de ülke liderleriyle askeri işbirliği meselelerini tartışmıştır.
Yeri gelmişken hatırlatalım ki, Rusya, Çeçenistan'a yönelik hücumlarında Ermenistan ve
Gürcistan'daki üslerinden de faydalanmıştır. Rusya'nın Ermenistan'daki askeri üsleriyle
ilgili anlaşma Mart/1995'te imzalanmıştır.
Rusya'da Kafkasya Halklarına karşı antipatinin güçlenmesine karşın, Rusya hükümeti ve
hatta bazı aşırı ırkçı ve milliyetçi Rus teşkilatlar Ermenistan'ı çok önemli bir müttefik
olarak görmektedirler. Aşırı sağcı Rus teşkilatlar, Ermenistan'ı anti-Türk ve antimüslüman siper olarak değerlendirmektedir. Ermenistan, Rusya için Türkiye'yi
Kafkasya'dan uzak tutmaya ve Azerbaycan üzerinde baskıyı sürdürmeye yarayan bir
araçtır.
Ermenistan, başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere, komşularını rahatsız eden
problemlerin çözümünde ileriye ilk adımı atmalıdır. Silahlı Ermeni çeteleri, işgal altındaki
73
Azerbaycan topraklarını terk etmeli ve Dağlık Karabağ problemi, Azerbaycan'ın toprak
bütünlüğü çerçevesinde çözümlenmelidir. Mevcut durum, Karabağ Meselesinin artık
"Kendi Kaderini Tayin Hakkinin" sınırlarını aşmıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ'a kendi
toprakları gözüyle baktıkları gibi, "Üçüncü Ermenistan'dan" bile bahs etmeğe
başlamışlardır.
Levon Şirinyan'ın Azatamart Gazetesi'nde yer alan yazısı buna güzel bir misaldir.
Kendisinden çok emin görünen Şirinyan, Ermenistan yaylası ve onunla komşu bölgede 20
milyon Kürt'ün "Milli Devlet" fikrine sıkıca sarıldığını, bu yönde ilerlediğini, artık hiç
kimsenin onlarin haklarini görmezlikten gelemeyeceğini beyanla, geleceğin daha korkunç
olaylara gebe olduğunu ifade etmiştir. Şirinyan'ın hangi kaynaktan su içtiğini anlamak zor
olmasa gerek.
Bu tür yazılarla zihinleri bulandırıp bir sonuca varmak mümkün değildir. Şimdi, milleti
içinde bulunduğu ağır durumdan kurtarmak için uyanma ve sağ duyulu hareket etme
vaktidir. Tarihi tecrübeler, kin ve nefrete dayalı politikaların iflas ettiğini ve gelecekte de
iflas edeceğini göstermektedir. Bu yüzden, bölgedeki son gelişmeler ve Ermenistan'daki
genel durum, Erivan'ın sağ duyuyla hareket etme ve bölgede istikrarın sağlanması için
cesur adımlar atmasının zamanının geldiğini göstermektedir.
Dünyanın odak noktasında yer alan Türkiye, bölgede istikrar unsurudur. Bu kuru bir iddia
değildir. Pravda Gazetesi, Kafkasya ve Orta Asya ile yakından ilgilenen ülkelerin, özellikle
de İran'ın bölgeye katkılarından söz ederken, özellikle Türkiye gerçeğini vurgulamıştır.
Pravda'ya göre, Türkiye, ciddi yatırım imkanları, modern teknolojisi ve laik sistemiyle
Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri için en uygun modeldir. Türkiye'nin bu hedeflere
doğru yürümesi, yalnız ülkede değil, ülke sınırlarının dışında da istikrar ve barışa katkıda
bulunacaktır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, bir çok batili ülke,
bölgede oluşan yeni jeo-politik ortamda Türkiye'nin önemli rol oynadığını kabul
etmektedir.
Financial Times Gazetesine göre, Batı Avrupa ülkeleri Türkiye'yi doğu Akdeniz'de siyasi ve
ticaret merkezi, Kafkasya ve Orta Asya'da ise istikrar unsuru olarak görmektedirler.
Bütün Avrupa ülkeleri ve Amerika ise Türkiye'yi "Bölgesel Güç" ve "Laik Demokratik
Model" olarak değerlendirmektedir. Financial Times Gazetesine göre, Türkiye,
Balkanlardan Kafkaslara, Orta Doğudan Orta Asya'ya kadar uzanan bölgede büyük bir
istikrar unsurudur.
KAYNAKLAR:
1) Kırzıoğlu, Prof. Dr. M. Fahrettin, Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezalimi (1918-1920),
KÖKSAV Yayınları, Ankara 1999.
2) Aslan, Yasin, Ermenistan Tarihi Yol Ayrımında, Ankara 1997.
3) Ermeni Alimleri ve Feryat Koparan Taşlar (Rusça) 1902, s 80-123
4) AFP, 6 Mayıs 1994.
5) Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi IV, sayfa 81-82, Azerbaycan Gazetesi, 11 Mart 1994.
6) Moscow News, 11 Aralık 1993, Nu: 46, ITAR-TASS, 31 Ağustos 1993.
7) Nezavisimaya Gazeta, 8 Nisan 1994, Nezavisimaya Gazeta, 18 Ocak 1994.
8) Moscow News, 15 Ocak 1993.
9) Naş Sovremennik (Muasırımız) dergisinin 1993/4 cildi.
10) Segodnaya (Bu Gün) Gazetesi, 9 Nisan 1994.
11) Nezavisimaya Gazeta, 8 Nisan 1994.
12) Nezavisimaya Gazeta, 18 Ocak 1994.
13) Azatamart Gazetesi, 2-8 Kasım 1993.
14) Snark Haber Ajansi, 7 Aralık 1993.
15) Moskovskaya Pravda 24 Eylül 1992.
16) Turan Ajansi, 4 Aralık 1993.
17) Moskovskiya Novosti Gazetesi, 1992/13
74
18)
19)
20)
21)
22)
23)
24)
25)
26)
27)
28)
29)
30)
31)
32)
33)
33)
35)
36)
37)
38)
39)
40)
41)
Azadlig, 12 Mayıs 1992.
Azatamart 2-8 Aralık 1993.
Soviet Analyst 15 Mayıs 1991, nu: 10.
Neue Zeurcher Zeitung, 9 Şubat 1993.
Frankfurter Allgemeine Zeitung, 15 Şubat 1993.
Wall Street Journal, 25 Ocak 1995.
Segodniya, 28 Haziran 1995.
Segodniya, 13 Temmuz 1995.
İTAR-TASS, 27 Kasım 1994.
Snark Haber Ajansı, 1 Aralık 1993.
New Times, Kasım/1994
Country Report, 1994.
Segoniya, 30 Haziran 1995.
Salam (İran gazetesi), 7 Ekim 1995.
Moscow News December 8-14, 1995 .
Komersant-Daily, 17 Ekim 1995.
Nezavisimaya Gazeta, 4 Ocak 1996.
Azatamart Gazetesi, 7-13 Eylül 1993.
Republik Ermenistan 3 Ağustos 1993.
Pravda, 3 Mart 1993.
Financial Times, 21 Ocak 1994.
Vremya , 5 Mayıs 1993.
Los Angeles Times, 5 Ekim 1990.
Armenian Weekly, 7 Mayıs 1994.
Ermenilerin Ermenilere Zulmü
Komitacı Ermeniler sadece Türkleri katliama tabi tutmakla kalmamış, aynı zamanda
durumlarından şüphelendikleri ve Türklerin tarafını tuttuğunu düşündükleri Ermenilere de
çeşitli zulümler yapmışlardır.
1890 Temmuzundaki Kumkapı gösterisinden sonra Hınçak Komitesi, durumlarından
şüphelendiği, hükümet taraftarı kabul ettiği Ermenilere suikastlar uygulamaya
başlamıştır.
Avukat Haçik, 15 yaşında Armenak adında bir Ermeni tarafından öldürülmüştür.
Gedikpaşa Kilisesi vaizi Dacad Vartabet, parçalanmıştır.
Ruhani Meclis'e üye seçilen Mampre Vartabet, hükümete ajanlık ettiği için suikasta
uğramış ve yaralanmıştır.
Patrik Aşıkyan'ın komitenin planlarını hükümete haber vermiş olmasından şüphe edilmiş,
bu sebeple, komite tarafından kur'a ile görevlendirilen Diyarbakırlı Agop adında bir
Ermeni genci tarafından 28 Mart 1894 günü kendisine patrikhane kilisesinde bir suikast
yapılmıştır. Suikastçının kullandığı Karadağ tabancası bozuk olduğu için ateş almamış,
genç Ermeni tutuklanmıştır.
10 Mayıs 1894'te Hınçak Komitesi; Aşıkyan'ın arkadaşı kabul ettikleri Simon Maksut'a,
Galata'da Havyar Hanı önünde iki komiteci vasıtasıyla suikast yaptırmışlardır.
Bu suikastlar hakkında Fransız elçisi Mösyö Cambon, 27 Mart 1894 tarihinde Fransa
Dışişleri Bakanlığı'na şu bilgiyi vermiştir:
75
"Cambon'dan Casimir Perier'ye
Beyoğlu: 27 Mart 1894
Geçen Pazar günü Patrik Aşıkyan, ayinden sonra patrikhaneye dönmek üzere Kumkapı
Kilisesi'ni terk ederken on sekiz yarlarında bir Ermeni genci, tabancası ile nişan alarak
üstüne birkaç defa ateş etmiştir. Silah bozuk olduğundan, patriğe hiçbir kurşun isabet
etmemiştir. Patrik bayılmış ve evinde tedavi görmüştür. Genç Ermeni karakola
götürülmüş ve cinayetin sebebi konusunda sorguya çekilince Aşıkyan'ın Ermenilerin
düşmanı olduğunu, sık sık hükümete ihbarlar yaptığını ve Ermenilerin de milleti bu
adamdan kurtarmak için and içtiklerini söylemiştir. Aynı zamanda kendisinin ve
mezhepdaşlarının padişaha bağlı olduklarını belirtmiştir.
Cambon"
Mösyö Cambon'un 3 Haziran 1894'te gönderdiği mesajda ise şöyle denilmektedir:
"Cambon'dan Dışişleri Bakanı Hanotaux'ya
Beyoğlu: 3 Haziran 1894
Son günlerde İstanbul'da Ermeni cemaatinden birine suikast yapılmıştır. Bugün
tehlikeden kurtulmuş olan bu şahıs, Patrikhane kapı kahyası ya da baş tercümanı, zengin
bir banker, Harbiye Bakanlığı müteahhitlerinden Simon Maksud Bey'dir. Patrikhane halk
meclisi üyelerinden olan Maksud Bey, çoktan beri mezhepdaşlarınca Türklere satılmış ve
millet haini olarak tanınmıştı.
Geçen yıl, Ermenilere Sultan Mecit tarafından verilmiş olan anayasanın kutlanması
padişah tarafından yasak edildiği zaman Maksud Bey, bu yasağın kaldırılması hakkında
teşebbüste bulunulmasını reddetmiştir. O zamandan beri Ermenilerin tahrikçi ve
fesatçılarının şiddetle nefretini çekmişti.
Kendisini öldürmeye teşebbüs eden Van'lı Ermeni hamalları, Kürtlerden, Türk
memurlardan Van'da çok sıkıntı çekmiş kimselerdir.
Siyasi bir cinayet karşısında bulunduğumuz şüphesizdir. Katiller, Ermeni komiteleri
tarafından yazılmış belge ve mektupları taşıyorlardı. Kendileri Levon adında biri
tarafından para verilmek suretiyle bu iş için tutulmuş olduklarını kabul etmişlerdir.
Bunlara silah vermek suretiyle komiteler, patriğe yapılan suikasttan sonra Türk dostu
olan, milli davaya ihanet etmekle suçladıkları yüksek Ermeni sınıflarına mensup kimselere
karşı bu suretle bir uyarıda bulunmak istemişlerdir.
Bu hareketleriyle komiteler, artık illerde değil, merkezi hükümette darbelerini indirmek,
faaliyetlerine daha büyük bir alan temin etmek ve padişah üzerinde kuvvetli bir etki
yapmak istemişlerdir.
Bu suikasttan, padişah çok heyecanlanmıştır. İstanbul'da polis tarafından yapılan birçok
tutuklama da bunu kanıtlar.
P. Cambon"
Kumkapı gösterisinden sonra Hınçak komitesinin İstanbul şubesi başkanı Murad
(Hamparsum Boyacıyan)'dır. Hınçak temsilcisi olarak da Kafkasya'dan Vart Badrikyan
gelmiştir. Badrikyan bir-iki ay sonra tutuklanmış, ancak Rus tebaası olduğu için Rusya
76
elçiliği tarafından alınmıştır. Bunun yerine yine Kafkasya'dan Ardavazt Ohancanyan
gönderilmiştir. Suikastlar, bu temsilciler zamanında ortaya çıkmıştır(1).
Ermenilerin Ermenilere zulümleri sadece suikastlardan ibaret değildir. İsyanlar için para
teminine çalışan Ermeni komitecileri, çok sayıda Ermeni vatandaşını soymuşlardır.
Nitekim mütarekede büyük rol oynamış meşhur Pantikyan'ın asıl adı Rezi Yalkın olan M.
Sıfır'a verdiği şu bilgi son derece çarpıcıdır:
"Şu ciheti bilhassa tebarüz ettirmek isterim ki, o sıralarda Anadolu'nun muhtelif
mıntıkalarında yapılan isyan hareketlerine mukabele olmak üzere Kürt ve Türklerin
yaptıkları baskınlarda, Ermenilerin maruz olduğu maddi zayiat nispeti, Hınçakların
İstanbul'da yaptıkları bu soygunculukta ele geçirdikleri servetler yekununun, emin olunuz
ki, yüzde birini bile tutmayacak kadar azdı. Komitacılar, İstanbul Ermenilerini o kadar
insafsızca soymuşlardı. Birçok zenginleri on paraya muhtaç bir vaziyete sokmuşlardı.
Bu soygunculuğu rakamla göstermek, yeni Ermeni nesline ibretli bir ders vermek için, o
zaman gasp edilen para miktarları ile sahiplerinin isimlerinden hatırımda kalanları şu
sütunlara sıralamayı faydalı görüyorum:
Hınçak komitesinin Bakırköy, Yedikule ve Samatya taraflarında meşhur fesatçılardan
Van'lı papaz Murat Irakliyan'ın reisliği altında soygunculuk yapan bir heyeti, yalnız fakir
Ermeni esnaf ve zenaat sahiplerinden yirmi iki bin altın toplamış ve ayrıca halı tüccarı
Karnik Sümbülyan'dan altı bin, manifaturacı Nişan Şahpazyan'dan beş bin, zahireci
seyyarlardan on üç bin altın almışlardı.
Yenikapı, Kumkapı semtlerindeki soygunculuk da bundan aşağı değildi. Bütün küçük
esnaf ve zenaatkarların varı yoğu alınmış, sayılı varlıklıların kasaları adeta boşaltılmıştı.
Hatıralarım eğer beni aldatmıyorsa, bu semtlerdeki vurgunun yekunu da otuz bin altını
bulmuştu.
Galata ve Beyoğlu'nu haraca bağlayanlar, soygunculuğun en büyük rekorunu kırmıştı. O
zamanın sayılı mücevhercilerinden yalnız İstepan adındaki bir Ermeni zengininden otuz
bir altın alınmış ve vurgunun bu semt yekunu yüz bin altını bulmuştu. Patrikliği de ele
geçiren İzmirliyan, komitenin beş gizli hafiyesi Mığır'la, papaz Murat Iraklıyan'ı, Halepli
Musdiç Keşişyan ve arkadaşları o günün azametli birer varlıkları olmuştu.
O zamanın komitecileri, bu paralardan mühim bir kısmının saray adamlarına verildiğini
söylemişlerdi. Fakat, bu sözler tamamıyla yalandır. Çünkü, Murat Iraklıyan, bu
soygunculuktan on sene sonra kaçarak olarak Sofya'da bulunduğu sırada, hadiseyi bütün
açıklığı ile bizzat babama anlatmış, kendi hissesine düşen otuz bin altının o zaman
İzmirliyan tarafından zorla elinden alındığını da yana yakıla söylemeyi unutmamıştır(2)."
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Oktay, Ermenilerin
Ermenilere zulmü konusuyla ilgili son derece çarpıcı bir örnek tespit etmiştir:
"İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra oluşan siyasi atmosfer sonrası Van'da belediye
başkanlığı, Van idare meclisi azalarından Bedros Kapamacıyan isminde bir Ermeni'ye
1909 yılı ortalarında teslim edilmiştir. Şehir nüfusu Müslüman çoğunluğa sahip olmasına
rağmen hiçbir ayrıma uğramadan Kapamacıyan Efendi herkesin teveccühünü kazanarak
aza seçilmiş, dolayısıyla Müslümanların da oyunu almıştı. Zira yapılan seçim neticesinde
10 idare meclisi azasından ikisi Ermenilerden seçilmişti.
Yöneticiliği esnasında halkı memnun eden ve fakat Taşnak ve Hınçak komitelerine karşı
daima Devlet-i Osmaniye'den yana tavır koyan Kapamacıyan Efendi, Van'da yaşayan
Türk ve Ermeni toplumunun huzur ve refahı için hizmet etmiştir. Belediye reisi
Kapamacıyan, halkın huzuru ve şehrin geleceği için canla başla çalışırken Ermeni Patriği,
77
Ermeni meselesini Avrupa devletleri nezdinde canlı tutabilmek için Taşnak komitesiyle
işbirliği yaparak Van ve civarında bazı tertip ve provokasyonlara girişmiştir.
Bu tertipler doğrultusunda Van'da nisan 1912 de bir dizi yangınlar çıkmış ve bu
yangınlarda bazı Ermenilerin de evleri yanmıştı. Patrik bu yangın ve provokasyonlar
meselenin belediye reisi ağzıyla Avrupa elçiliklerine rapor edilmesini yani Müslümanların
Ermenilerin mallarını canlarını her an ortadan kaldırmaya hazır olduğunu, bu olayları
Müslümanların çıkardığını bildirmesini istemiştir. Belediye reisi Kapamacıyan Efendi ise,
meselenin böyle olmadığını yangını Ermeni Taşnak komitelerinin çıkardığını anlatan bir
rapor göndermiştir.
Yıllardır Van merkezinde büyük bir gayret içerisinde çalışan ihtilalci Ermenilerin işlerini
zora sokan Kapamacıyan Efendi'nin yaşaması artık komite için hazmedilemez bir
durumdu ve Reis hakkında infaz kararı çıktı. Teorilerini Ermeni-Türk çatışması üzerine
kuran ihtilalci çeteler, daha önceleri de Ermeni ileri gelenlerinden Osmanlı devletine
destek vererek halkın üzerindeki kendi hakimiyetlerini yok edenlere karşı suikastlar
düzenlemişler, böylece korku salarak aleyhlerinde oluşacak muhalefeti de ortadan
kaldırmış olacaklardı.
Sık sık tehditler alan Van belediye reisi Kapamacıyan Efendi 10 Aralık 1912 günü, isminin
üzerine kara haç basıldığından habersiz bir şekilde kalabalık aile efradıyla akşam vakti
akrabalarından Marcidciyan Efendi'nin isim koyma günü kutlamalarına misafir olarak
gitmek için evinden dışarı çıkıp kapısında bekleyen kızağa bindi. Bu esnada evin etrafında
tertip alan Taşnakçı bir grup, kalabalığın üzerine yaylım ateş açmağa başladı. Hazırlıksız
ve korumasız bir şekilde yakalanan Reis kafasına isabet eden iki adet kurşunla cansız bir
şekilde yere yığıldı.
Başkanın evi Bağlar mevkiinde olduğundan en yakın karakol on dakika mesafedeydi.
Bunun için jandarma olay mahalline yetişinceye kadar katiller karanlıktan da istifade
ederek kaçtılar. Bağlar mevkii büyük bir çoğunlukla Ermenilerin iskan ettiği bağlık
bahçelik bir mahalle olup Taşnak komitesinin en güçlü olduğu yerdir. Bu yüzden katillerin
kaçıp saklanması oldukça kolay olmuştur.
Olayı görenlerin ifadeleri alınmağa başlandı. Katillerin eşkal ve haklarında bilgiler yavaş
yavaş ortaya çıkıyordu. Özellikle Reisin oğlunun verdiği ifadeden anlaşıldığına göre
Karakin ve arkadaşı bu cinayeti işlemiş olabileceği ortaya çıkıyordu. Böylece katillerin
aşağı yukarı belirmesi Müslüman ahali ile Ermeniler arasında çıkması olası bir karışıklık
önlenmiş oldu Hızlı bir şekilde operasyonlar yapılarak Karakin yakalanmış ve ismini tespit
edemediğimiz arkadaşı ise kaçmayı başarmıştı.
Olayı gerçekleştiren ekibin içerisinde arabasıyla bulunan ve daha önce Van'a silah sokmak
suçlarından aranan arabacı Potur, Saraç Osep, kuyumcu Karakin, olaydan sonra
Karagündüz köyüne kaçan ve Taşnak komitesinin önde gelen üyesi ve Kapamacıyan
efendinin öldürülmesini planlayan Sahaf lakaplı şahıslar da sıkı bir takipten sonra
yakalanmışlardır. Olay anından beri kayıp olan katil Karakin'in arkadaşı daha sonra
yakalanarak hapishaneye konulmuştur.
Van'da Taşnak komitesi mensuplarının çıkardığı Azadamart gazetesi köşe yazarlarından
Viramyan Efendi'yle Ermeni mektepleri müfettişi ve Taşnak komitesinin Van sorumlusu
Aram Manukyan Efendi'nin ve bazı ileri gelen Taşnak komitesi üyelerinin bir kısmı
Belediye başkanı Kapamacıyan Efendi'nin öldürülmesinin azmettiricisi olarak
tutuklanmalarına karar verildi.
Ermeniler tarafından oldukça fazla sevilen Kapamacıyan Efendi'nin katli üzerine hızlı bir
şekilde gidilmesi, katillere gerektiği ceza verilemese bile en azından yakalanmaları, ahali
arasında memnuniyetle karşılandı. Katillerin Ermeni olması ise, Ermeniler içerisinde derin
78
bir üzüntü meydana getirdi. Kapamacıyan'ın icra edilecek cenaze merasimi için gerekli
tedbirler alınarak asayişin bozulmamasına özen gösterildi.
Cenaze merasime yabancı misyon şeflerinden İngiliz, Rus, Fransız konsolosları da
katıldılar. Bunun yanında merasime askeri erkandan kimse iştirak etmediği gibi cenazede
Taşnak komitesinden de hiç kimse bulunmamsı manidardır. Taşnak komitesi bu tavrıyla
açıktan reisi öldürdüğünü net bir tavırla sevenlerine ve düşmanlarına bir gözdağı vesilesi
yapmıştır.
İhtilalci Taşnak Ermenileri emellerine ulaşabilmek için gözünü bile kırpmadan kendi
insanlarını öldürebiliyorlardı. İhtilal için uygun ortamın oluşturulabilmesi için her türlü
eylemi göze alan komiteciler faaliyetlerini bir sistematiğe bağlayarak yaptıkları çalışmalar
Rusların da yardımıyla netice vermiş ve Van'ı geçici olarak işgal etmişler, Ekim 1917
Bolşevik ihtilaliyle Ruslar geri çekilince Van tekrar Türklerin eline geçti(3)."
Oktay, Ermenilerin Ermenilere zulmü konusunda Altan Deliorman'dan şu satırları
nakletmektedir:
"Ermeniler Anadolu'da faaliyetlerini sürdürürken bir taraftan da İstanbul'da kendilerine
yüz vermeyen dindaşı Ermenileri katlediyorlardı. Avukat Haçik, Gedikpaşa kilisesi
başpapazı Dacad Vartabet, tüccar Karagözyan, kandilci Onnik, Apik Uncuyan, polis
memuru Markar, Meclis-i ruhani üyesi Mampre Vartabet, Hacı Dikran Mıgırdıc Tütüncüyan
Ermeni çeteciler tarafından katledilen yüzlerce Ermeni'den sadece birkaçıdır(4)."
KAYNAKLAR
1) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.
469-471.
2) Banoğlu, Niyazi Ahmet-; Gündüz Matbaası, Ankara 1976, s. 24-25.
3) Oktay, Doç. Dr. Hasan-;
"www.ermenisorunu.gen.tr/makaleler"
4) Deliorman, Altan-; Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, İstanbul 1975, s. 31.
Gaziler ve Görgü Tanıkları Anlatıyor
Muhammed Reşit Güleşer
Baba Adı: Abdullah
Anne Adı: Babibe
Doğum Yeri: Van
Doğum Tarihi: 1900
Ermeni mezalimi sırasında 15-16 yaşlarında Darü'1-Muallimin öğrencisi olan bir gençtim.
Bu sebeple olayları gayet iyi hatırlıyorum. Birinci Cihan Harbi öncelerinde nüfusları 17.000
kişi olduğu söylenen Ermenilerle birlikte gayet iyi yaşıyor, komşuluk ediyorduk. Biz onlara
çok iyi muamele ediyorduk.
Meşrutiyet'in ilânıyla hürriyet, eşitlik ve adalet prensiplerini, kendi lehlerine istedikleri gibi
değerlendirerek şımarmaya başladılar. Van'daki liderleri Aram Paşa adında birisi idi ki,
Sultan Hamid'in tahttan indirildiğini kendisine tebliğ eden heyet içerisinde de
bulunmuştu; Van'da yeraltı teşkilatı kurmuşlardı. Şimdi Büyük Camii'nin yanı başında bir
mahzenden başlayarak, ta kale dibindeki eski şehire kadar uzanan tüneller yapmışlardır.
Öyle ki, bu tünellerden atlı olarak geçmek bile mümkündü.
79
Bir gün bir tünelin, üstünün çökmesi üzerine bir nöbetçi tarafından tesadüfen bulundu.
Hatta Ermenilerden birisinin ihbarı üzerine, Aram Paşa'yı, Büyük Camii civarında bir
mahzende yakaladılar ise de, o günkü politikalar sebebiyle kendisine hiçbir şey yapılmadı,
salıverildi.
Kısaca Ermeniler adam akıllı teşkilatlandırılmışlardı. Zaten ticaret hayatını ellerinde tutan
Ermeniler iktisadi bakımdan da gayet iyi durumda idiler. Ermeni ve Yahudilere, orduya
silahlı olarak katılmak izni verildikten sonra Van fırkası giderken Ermeni çeteciler orduya
kendi silahlarıyla birlikte katılmışlardı. Bizim askerlerimizin elinde ham demirden Alman
yapımı iptidai tüfekler vardı, dört mermi attın mı, beşincisi önüne düşerdi. Daha sonra
Van'a dönen Hacı Latif Bey ve başkalarından duyduğumuza göre, Van fırkasında bulunan
Ermeniler askerlerimizi arkadan vuruyorlarmış. Hatta Doğu Cephesi'nden gelen ve
Van'daki hastanelerde yatmakta olan yaralı Türk askerleri de Ermeni hemşire ve doktorlar
tarafından zehirlenmek suretiyle öldürülüyorlarmış.
Van'daki duruma gelince: Ruslar bu sırada Muradiye, Özalp ve Başkale'den olmak üzere
üç koldan harekete geçmişlerdi. Şehirde ise Ermeniler isyan etmiş, 29 gündür Müslüman
ahaliye karşı harp ediyorlardı. Hatta bizim üç kışlamız vardı (Hacı Bekir, Aziziye,
Toprakkale). Onar kişiden, yani birer manga asker nöbet tutardı. Bu kışlalara da baskınlar
yaparak askerlerimizi koyun gibi boğazladılar, kapı komşumuzun amcası Ali Çavuş da
orada şehit olmuştu.
Bizim zaten çok zayıf olan milis güçlerimiz mazgallar kazmak suretiyle savaşmaya
çalışırken onlar makinalarla duvarlarda gedikler açıp her tarafı yaylım ateşine tutuyor;
gazyağı tenekelerini döküp ateşe veriyor, kendileri yer altındaki mahzenlere iniyorlardı.
29 gün boyunca bu zalim saldırılar devam etti. Nihayet Müslüman ahalinin daha fazla
kırılmaması için hicret emri verildi. Vasıtaları olanlar vasıtalarıyla, olmayanlar büyük bir
perişanlık içerisinde yollara düştük. İnsanlar yollarda çocuklarını bıraktı, açlıktan, salgın
hastalıktan kırıldı.
Burada şunu hatırlatmak gerekir ki, Ermeniler yalnızca Van'da değil köylerde de büyük
zulüm yapmışlardı. Tımar'ın, Başkale'nin, Özalp'ın köylerinden Müslüman halkın evlerini
ot tıkayıp ateşe veriyor, dışarı kaçmak isteyenleri de kurşunla, süngüyle öldürüyorlardı.
Zeve'de birkaç köyün halkı Ermenilere karşı birleşerek savaşmış; ancak mağlup olan yedi
köyün halkı birkaç kişi dışında, burada toptan yok edilmiştir. Şimdi anıt da dikilmiş olan
bu köyde hâlâ, toplu halde katledilmiş insanların cesetleri çıkmaktadır.
Sonra buradan hicret eden insanlar için oniki gemi tahsis edilmişti. Dört tanesinde Van'da
görevli memur ve aileleri vardı. Tabii gemiciler de hep Ermeni'ydiler. Dört gemi dolusu
insanı bu gemicilerin yardımıyla adaya (Adır) çıkaran Ermeni fedailer bu insanların hepsini
katlettiler. Diğer sekiz geminin ahalisi de Tatvan yakınındaki bir adada tahassun etmiş
olan Ermeniler tarafından yok edilmek istendi ise de onların silahları bulunduğundan
savaşarak az bir kayıpla kurtulmayı başarmışlardır.
Van'dan göç ettiğimizde önce Bitlis'e, oradan Diyarbakır'a gittik. Yol boyunca Ermeni
zulmünün izlerini gördük. Nihayet Van'a döndükten sonra, gördüklerimizi, duyduklarımızı
anlatacağım. İnsanlara her türlü işkenceyi yapmışlar. Allah rahmet etsin. Yüz küsur
yaşlarında İsa Hoca adında bir zat vardı. Eşeğe binip gezmişler, Evlere baskınlar yaparak
talan etmişler; kadınları kızları toplayarak Ziya Bey'in evine doldurmuşlar, hepsinin
namuslarını defalarca kirletmişler. Öldürdükleri insanları kuyulara atmışlar; hatta bizim
camiin kuyusunu bile cesetlerle doldurmuşlar.
Cevdet Paşa birinci defa Van'a girdiğinde, kocası harpte olup hayvanı olmadığı için
gidememiş ve esir düşmüş bu kadınlardan 130.unu jandarmalara teslim ederek
Diyarbakır'a gönderdi. Hatta bunlardan otuz kadarı da bizim evde kalırlardı. Kirman
eğirmek suretiyle geçimlerini sağlarlardı. Onlara tayın de verilirdi. Onların anlattıklarına
80
göre Ermeni çetelerinden gördükleri zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Erkeklerin
derilerini yüzmek, uzuvlarını kesmek; kadınların da namuslarını kirletmek, kazığa
oturtmak gibi zulümlere maruz bırakıyorlardı.
Biz Van'a dört sene sonra döndük. Evvela iki sene kaldık: Van'a geri geldik: Ancak
Rusların şehre girmesi üzerine yeniden göç etmek zorunda kaldık. Bu defa Siirt'e kadar
gittik. Döndüğümüzde 200-250 kadar Ermeni hanesi Çarpanak Adasında tahassun
etmişlerdi. Türkler nasıl olsa gider, biz yine Van'a yerleşiriz diye umuyorlardı. Bunların
çoğu da sanatkardı ancak bir süre sonra çıkarılan kanunla koruma altında, hükümet
tarafından Revan'a gönderildiler.
Ancak yedi defa düşmanın girip çıktığı Van , Ermeni mahalleleri dışında tamamen harap
olmuştu. Van'ı yeniden imar ettik.
Şeyh Cemal Talay
Baba Adı : Cimşid
Ana Adı : Fatma
Doğum Yeri : Van
Doğum Tarihi : 1901
Ermeniler, Ruslar'dan silah yardımı görüyorlardı. Van'da konsoloslukları bulunan İngiltere,
Fransa ve Amerika'nın teşvikleriyle Ruslar tarafından silahlandırmakta olan Ermeniler,
1915 yılı başlarında taşkınlıklarını artırmışlardı. Ben o sıralarda 13 yaşında idim.
Ruslar silah yardımını gizli yollardan yapıyorlardı. Rusya'dan Trabzon limanına gönderilen
ve oradan deve kervanlarıyla Van'a ulaşan şeker ve gazyağı yükleri içerisinde gönderilen
yeni model silahlarla donatılıyorlardı. Hangevenk'de (eski şehir meydanı) kervan
mallarının dağıtımı yapılırdı;gazyağı tenekeleri içerisinde getirilen silahlar da gizlice
Ermeni milislere verilirdi. Ermeni isyancıların Van'daki lideri Aram paşa idi; ancak Taşnak
komitesi reisinin adını hatırlamıyorum. Hepsi de Van merkez olmak üzere toprak
iddialarında bulunuyorlardı. XI. Fırka Van'da görev yapıyordu. Seferberlik dolayısıyla bu
Askeri kuvvetimiz Erzurum'a gitti. Bundan cesaret bulan Ermeni çeteciler faaliyetlerini
artırarak Müslüman ahaliye zulmetmeye başladılar.Fedailer, Müslüman köylere ve
mahallelere baskınlar düzenliyorlardı. Onlara karşı yalnızca, Diyarbakırlı İmam Osman
Hoca önderliğinde, şehirde cephe dışında kalmış olan yaşlı ve askerlik çağından küçük
gençlerden mürekkep milis kuvvetlerimiz vardı. Şimdi o olaylardan hatırladığım bir
tanesini anlatayım. Biz Ermenilerle aynı okullara giderdik. Ermeni komitacılarından olan
bazı öğrenciler Rüştü adlı bir arkadaşımızı ders çalışmak bahanesiyle kandırıp evinden
alıyorlar. Okul, hükümet konağının yanında. Onlar delikanlıyı Sanayi Çarşısı'nın olduğu
yerdeki Isıtma köprüsüne getiriyorlar. Irzına geçip,türlü hakaretlere uğrattıktan sonra
öldürüyorlar. Ailesi ertesi gün cesedi buldular. Onun için bir de türkü yaktılar.Arabaya
bindim belim büküldü,Zalim atlı vurdu, kanım döküldü.Aradım, bulamadım derdime
derman, aman başıma Ferman.Aman Mahmud Emmi kaldırın beni.Aradım bulamadım
derdime derman, aman başıma Ferman,Kanımı kurtarmak için başıma çare.Bizim milis
kuvvetlerimiz, şimdi Van Devlet Hastanesi'nin karşısında bulunan Mahmut Ağa kışlasında
bulunuyorlardı. Ermeniler ile harp etmeden bir gün önce milislerimiz nöbetteydiler. Fakat
Ermeniler geceden hazırlık görmüşler, Hükümet Konağı'nın duvarlarını delip
mevzilenmişler. Milislerimiz sabah namazı için kışlanın yanında akmakta olan bir
akarsuda (Kara Mehmet) abdest alırlarken kurşun yağmuruna tutulmuşlar.
Bir çok milisimiz orada şehit oldu. Artık Müslüman ahali ile Ermeniler arasında çatışmalar
başlamıştı. Herkes sokaklara döküldü. Bir kargaşadır aldı yürüdü. Biz de kalktık okula
gittik. İki öğretmenimiz vardı; biri Selanikli, diğeri Edirneli. Bize hadi yavrular, okul tatil
81
oldu, helalleşelim, belki bir daha kavuşmak mümkün olmaz" dediler ve Ermeni
kurşunlarına hedef olmamamız için ara yollardan gitmemizi tembihlediler.
Okuldan ayrıldık, fakat biz birkaç arkadaşımızla yine eski yolumuzdan gidiyorduk. Baktık
Tebrizkapı'nın orada silah, mühimmat deposunu açmışlar, silah dağıtıyorlar, Ermeni
çetelere karşı Müslüman ahaliye. O sırada baktık birkaç Ermeni arka taraftan kaleye
çıkıyor. Silah dağıtan adama haber verdik. Elindeki cephane sandığını yere atıp Analıkız'ın
olduğu yerden onlara ateş açtı. Ermeniler kaçtılar. 2-3 Nisan 1331 tarihinde harp başladı.
Ruslar da 1330 (1914-15)'da henüz cepheyi yaramamışlar. Fakat ÇaldıranBahçesaray'dan geçip askerimizi arkadan sarmışlardı. Molla Hasan köyünde karargah
kurdular. Hatta buradan askerimize cephane silah gönderilmek istendi ise de; malzemeyi
götürmekte olan genç öğrenci ve yaşlılar soğuk sebebiyle ilerleyemediler. Onlardan
birçoğu kötü hava şartları yüzünden şehit oldular.Biz de hiçbir yere hareket edemedik.
Fakat baharda Ermeniler iyice azıtmışlar; 10 Mayıs 1331 (1915) 'de Ruslar da Van'a
doğru hareket etmişlerdi. Bunun üzerine Vali Cevdet Bey'in emriyle biz de Van'dan
muhacir olduk. Harp sırasında ne alınabilirse onları alarak yollara düştük. Ermeni zulmü
öyle bir noktaya gelmişti ki, yaşlı, hasta, esir, kadın, çocuk hiç kimse kurtulamıyordu.
Mezalim o derecede ki, baş destekçileri olan Ruslar bile, Ermenileri bu tür hareketlerden
men etmeye uğraşıyorlardı.Benim anneannem, adı Mihri idi, dayımın birisinin belden
aşağı felçli olması dolayısıyla, bizimle birlikte muhacir olamamıştı. Bu olaylar sırasında dili
tutulan anneannem daha sonra işaretlerle anlatmıştı. Dayımın bıyıklarını etleriyle birlikte
kesmişler. Hacı Ziya Bey'in esirhane haline getirilen evine götürmüşler. Oradaki esirlere
envai çeşit eziyet etmişler; tâ ki Ruslar gelene kadar. Alemiz muhacirliğe 23 kişilik bir
kafile halinde çıktık. Bitlis, Urfa yollarında ailemizin çoğunluğunu kaybettik. Van'a ancak
iki kişi olarak döndük. Muhaceratta ilk durağımız Bitlis idi; 11 günde vardık oraya. Sonra
Siirt'te gittik, orada akrabalarımız vardı, bir-iki ay kaldık. Rus'un yaklaşması haberi
üzerine tekrar yola koyulduk. Diyarbakır'a gidiyorduk. 250 kişilik kafile idik. Yollarda
susuzluktan, açlıktan perişan olduk. Oradan Kurtalan'a vardık. Diyarbakır'a gittik. Kebir
köyüne indik. Fakat sıcaktan dolayı fazla kalamadık. Tekrar Van'a dönmek üzere yola
çıktık.
Zoh (Kurtalan)'a geldiğimizde; Rus'un tekrar Van'a girdiğini öğrenince Siirt'e gittik. 1332
baharında da Bağdat'a gittik. İngilizlerin oralarda ilerlemesi üzerine Mardin'e geldik.
1333'te Urfa'ya geldik. Urfa'ya giren Fransızlar Halep Ermenilerini şehre getirerek
Müslümanlara eziyetlere başladılar. 22 gün harp ettik.Sonuç malum yenildiler. Nihayet 20
Mayıs 1331'de ayrıldığımız Van'a, Ekim 1337'de 23 kişilik aileden ayakta kalabilen iki
kardeş dönebildik. Van tamamıyla harabe olmuştu. Ermeniler her tarafı yakıp yıkmışlardı.
Yalnızca Ermenilere ait olan evler yerinde duruyordu. Hatta Türk ordusunun Van'a girmesi
üzerine Türk Halkına reva gördükleri zulme misilleme yapılacağını düşünen 2.000 kadar
zanaatkar Ermeni Adır adasına sığınmışlardı. Türk Hükümeti onların güvenlik içerisinde
Revan'a gitmelerini sağlamıştı.
Gaziler ve Görgü Tanıkları Anlatıyor
Salih Taşçı
Baba Adı : Mirza
Ana Adı : Hane
Doğum Yeri : Van
Doğum Tarihi : 1883
Rusların yardımlarıyla ayaklanan Ermeniler, yıllarca birlikte yaşadıkları Müslümanlara
karşı harp etmeye başladılar. Maksatları bizden toprak koparmak, devlet kurmaktı. Yer
82
altında mahzende tahkimat yapan Ermeniler, cinayetlerini işledikten sonra rahatça
buralarda barınıyorlardı.
Van'ın içinde, kalede, köylerde büyük zulümler yaptılar. Başlarında Aram Paşa adlı birisi
vardı. Silah ve cephane bakımından çok zengin olan Ermeniler karşısında yenik düştük.
Bunun üzerine daha fazla kayıp vermemek için hicrete karar verildi.
Halkın bir kısmı Bitlis'e doğru kara yolundan, bir kısmı deniz yolundan gittiler;
gidemeyenler toptan katledildiler. Vanlı muhacirler Türkiye'nin her yanına dağıldılar.
Bitlis'e, Diyarbakır'a, Elazığ'a, Nazilli'ye, Burdur'a gittiler. Fakat bundan daha büyük
mezalim Van'ın köylerinde yapılmıştı. Köylerde Ermenilerle Ruslar yolları tuttular.
Erkekleri katledip, tertemiz kadınları kirlettiler. Köylerdeki Ermeni eşkıyalar bundan sonra
Van'da toplanıp cürümlerine burada devam ettiler. Kısaca tam felaket olmuştu. Van
gölünde eskiden yelkenli gemiler vardı. O kadar çok zulmettiler ki, gemilere doldurdukları
insanları, öldürmekten bıktıkları insanları, diri diri suya attılar. Ermeniler o ihtiyar
insanlarımızı alınlarından, ellerinden duvarlara çivilediler. Bizde gücümüzün yettiği kadar
direndik, savaştık. Tabii savaş gerektiriyorsa yaptık. Fakat savaş dışında hiçbir Ermeni,
hele kadın ve çocuklara dokunulmadı.
Ama Ermeni Ermeniliğini yaptı. Ben 6-7 sene sonra (İran cephesinden) askerden
döndüğümde (1921), Van'ı tam bir virane olarak gördüm. Türk mahalleleri Ermeni ve
Ruslar tarafından ateşe verilmiş, Müslüman halkın malları yağma edilmişti. Ermeni
mahallelerinde ise tek bir yıkık ev yoktu. Van bomboştu. Tek-tük Müslümanlar gelmeye
başladılar. Herkes yeniden evini barkını yaptı, şehri yeniden kurduk.
Bekir Yörük
Baba Adı : Yusuf
Doğum Yeri : Van
Doğum Tarihi : 1900
Ermenilerle aynı mahallelerde otururduk. Biz de Norşin mahallesinde onlarla oturur, iyi de
geçinirdik. Ta ki Ruslar müdahale edene kadar. O günlerde Ermeni gençler (tığalar)
Ruslar'ın teşvikiyle komiteler kurdular ve taşkınlıklar yapmaya başladılar. Komiser Nuri
Efendi'yi öldürüp çarşıda arkın içerisine attılar. Haşbağ'nda pota memurunu öldürdüler,
telefonu göğsüne bıraktılar. Bugün, yerinde hamam yapılmış olan bir binayı bombaladılar,
enkazın altında kalan 20 kişi şehit oldu.
Meşrutiyet ilan edilmiş, müftü ile keşiş el sıkışarak sözde Müslümanlarla Hıristiyanların
kardeşliğini ilan etmişlerdi. O zaman Van Valisi Tahsin Bey'di. Müftü ağlayarak el sıkışmak
zorunda kaldı. Ancak hadiseler aleyhimize gelişti. Komitacılar giderek azıttılar, isyan
başladı. Ermenilerle 29 gün Haşbağı'nda harp ettik. Silahımız yoktu. Tümen Erzurum'a
gidince tamamen korumasız kalmıştık.
Meşrutiyet'ten sonra orduya alınan Ermeniler de bizim silahımızla bizi vurdular. Orduda
kalanlar da askerimizi arkadan vurdular. Müslüman mahallelerde kalan yaşlı ve yeni
yetme gençler sabaha kadar devriye geziyorduk. Bu arada kışlayı bombaladılar. Ruslar
yardım için tenekelerle altınlar gönderdiler. Bu mücadele 29 gün sürdü. Rusların gelişine
kadar devam etti. Yaşlı Ermeniler bu kavgayı istemiyorlardı. Çünkü Van'ın zengini, en iyi
hayat süren Ermenilerdi. Eski Van şehrinde çok sayıda Avrupa kumaş satan mağazaları,
1.000 kadar dükkanları vardı. Tüccar ve servet sahibi idiler. Bu olaylar çıkınca civar köy
ve kasabaların ahalisi hep Van'a döküldü. Bu dükkanlar iki gün içinde yok olup gittiler.
Sonra 50 gemi dolusu insan Van'dan hicret ettik, gemilerin üçünde yaralı askerler vardı.
Cevdet Paşa halkı iskeleden gemilere bindirdi. Adaya gittik (Adır Adası). Burada Ermeni
83
tığalar yer altında talim görüyorlardı. Adada 9 gün kaldık. Tahta yelkenli gemilerin bir
kısmını dalgalar parçaladı. Adada kuyular vardı. İki fırın vardı. Buradan (Van'dan) kimse
bir şey alıp gitmedi. Aç kaldık, perişan olduk.
Ağabeyim de subaydı, Erzurum'dan yaralı olarak gelmişti. Başlarında bir yüzbaşı vardı.
Ermenilerin bizi keseceğini düşünen ağabeyim, onu ikna etti. 10 gemi oradan ayrıldık.
Çok da fazla gidemedik. Ahlat'tan bu yana kıyıda kaldık. Zor şartlarda ertesi gün ancak
Tatvan'a vardık. Biz ayrıldığımız gün Ermeniler her tarafı yangın yerine çevirdiler. Van'da
Türkiye'nin her yanından gelen yaralı askerler vardı. Ermeniler onların yatmakta oldukları
kiralık evlerden yapılma hastaneleri ateşe verdiler. O yüzden burada 67 vilayetin şehidi
yatmaktadır, buralar mukaddes topraklardır. Amcam çok yaşlı idi, adı Teren ağa idi.
Van'dan ayrılırken onu götürememiştik. Kendisi, karısı, kızı, iki torunu (kızının kocası da
çayda boğulmuştu. Kaynatası, gelinini bırakmamıştı). Ermeni tığaları amcamı, o çocukları
baltayla parçalayıp öldürmüş. Kızı, burada Amerikan okulu vardı. (Van'da ecnebilerin
konsoloslukları vardı. Olaylar çok şiddetlenince terk edip gitmişlerdi), kız oraya sığınıyor.
Ermeniler onu da binanın ikinci katından atıp şehid etmişler.Tatvan'dan Bitlis'e geçtik. İki
aya yakın bir zaman da orada kaldık. Ruslar gelince yeniden yollara düştük. Hizan'a,
oradan Diyarbakır'a gittik. Biz buradan gittikten sonra Jandarma Kumandanı, Vali Vekili
olan amcam, Ömer Bey'e rapor gelirdi. Mansur Çavuş adlı birisi vardı. Ömer Bey'e rapor
getirdiğinde hüngür hüngür Sebebi sorulduğunda şunları anlattı.
Van'ın boşaltılmasından üç gün sonra şehidleri toplamaya gittik. Yüzlerce yaşlı kadını,
kazığa oturtmuşlar. Başlarında örtüleri, adeta oturuyormuş gibilerdi. Yakına, yanlarına
gidince kazığa oturtulmak suretiyle şehid edilmiş olduklarını gördük. Akla sığmayacak
binlerce vahşet örneği bu olayları gören Müslüman şahitler ağlayarak Ömer Bey'e rapor
eder. O da M. Kemal'e bildirirdi. Nihayet Ruslar geldi. Van'ın neredeyse beşte dördünün
yok edildiği bu vahşete onlar bile razı olmadılar.Ermenilerin katlettiklerinden başka,
birçok insan da muhacerette öldü. Çoğu açlık ve hastalıktan yollarda kırıldı. Van'dan
giderken hiç kimse bir şey alamadı ki yanına. Üç yıl sonra hicretten döndüğümüzde
Van'da Müslüman mahallelerini yerle bir edilmiş olarak bulduk. Ama Ermenilere ait yerler
sapasağlam ayakta idi. Döndüğümüzde Van'da 2000 kadar da Ermeni yaşıyordu. Türkler
dönmeye başlayınca adaya kaçtılar. Daha sonra (2 sene) hükümet onları Revan'a
gönderdi.
İbrahim Sargın
Baba Adı : Halil
Doğum Yeri : Van-Zeve
Doğum Tarihi : 1903
- Ben esasen Ermenilerin büyük katliam yaptıkları meşhur Zeve köyündenim.
- Ermeniler isyan çıkardıklarında siz kaç yaşında idiniz?
- Ben o zaman 11 yaşını yeni bitirmiş bulunuyordum.
- Babanız ve Anneniz o zaman sağ mıydı?
- Evet, sağdı.
- Onlar Ermenilerin bir zulmüne uğradı mı ?
- Onları bilahare ben anlatacağım. Önce, Ermenilerin ilk durumlarını izah etmeye
çalışacağım.
Ermenilerin ve Rusların ne melun olduklarını, çeteler kurmak suretiyle Osmanlı Devleti'ni
arkadan vurma çabalarını biliyoruz. O zamanlar Rumlar Ermenileri haraca bağlamışlardı.
Ermeniler Osmanlı Devleti'ne bir altın, vergi verirlerdi. Olmayandan yani fakirden ise, beş
mecidiye alınırdı. Bu Sultan Hamid ve Reşat döneminde bazı değişikliklere uğradı. Dediler
ki, "Ermenilerle Müslümanlar eşit şartlara sahip olacaklar. Kardeş olacaklar." Bu şekilde
84
bir kanun çıkartıldı. Bu kanunla dendi ki: "Ben sizden haracı kaldırdım. Artık bizimle eşit
oldunuz kardeş oldunuz."
Artık davullar, zurnalar çalındı, Ermeni pazarıyla bizim din adamlarımız kucaklaşıp
öpüştüler. Ancak bu zamanda Ermenilerin bizlerle beraber askerlik yapmaları da
kararlaştırıldı. Bizim mekteplerimizde okumaları istendi. Ermeniler bu şekilde görünce
dedi ki: "Dünya varmış" Aslında padişahlar bunların ne melun ve hain olduklarını çok iyi
bilirlerdi. Bunlara fırsat vermeye gelmezdi. Bunlar fırsatı bulur bulmaz hemen komite
teşkilatları yaptılar. Komiteleri kurduktan sonra, "Fransa'dan, İngiltere'den para,
Rusya'dan da silah isteyelim" dediler. "Ruslar ile işbirliği yapalım. Ruslar bize silah,
cephane göndersinler. Biz de burada silahlanalım. Biz içten Osmanlıyı vuralım. Ruslar da
dışarıdan vursunlar" diyerek anlaştılar.
Ruslar ne yaptı? Soba boruları veya 4-5 milim kalınlığında soba saclarından depolar
yaptılar. Bunların boyları bir metre, genişliği de yarım metre idi. Bizim bazı ihtiyaçlarımız
ve gazımız Rusya'dan geliyordu. Ruslar bu depoların içine silah ve cephane ile, üstüne de
gazyağı koyarak develerle Ermenilere silah gönderdiler.
Ermenilere bu şekilde silah ve cephane getirildikten sonra Rusya'dan bir komiteci
getirdiler. İsmi Aram idi. Bunun bir gözü de kördü. Bunun ismini Aram Paşa koydular. Bu
bir Rus Ermenisi idi. Bir de Muş tarafına Antranik isimli birini getirdiler. Onunda adını
Antranik Paşa koydular. Birde Erçek nahiyesinin Karagündüz köyünde Şahin takma adlı
bir Ermeni komite reisi vardı. Bunlar bu bölgelerde komite teşkilatı kurar, oradan da
bizim Türk hududuna gelir, huduttan içeri girer Türk köylerini vurup Türkleri öldürüp geri
kaçarlardı. Bunlar Karagündüz'e atları ile gelir, silah ve çete mensuplarını memleketin
içine sokarlardı. - Nahiyenin ismini tekrarlar mısınız?- İsmi Erçek'tir.- O dönemde çevrede
kurulan komitelerin isimlerini ve liderlerinin kimler olduğunu hatırlıyor musunuz?Bazılarının isimlerini daha önce söyledim. Başka hatırlamıyorum. Bunlar bu şekilde
silahlandılar. Bunlar atlar ile geldiler. Şisanus köyünü ambar yaptılar, daha sonra buradan
iskele köyü var, tamamıyla Ermenidir. Buraya taşınmışlar. Ayrıca bu gölün üzerinde
muazzam büyük gemiler vardı. 500-600 kişi taşıyabilirdi. 14 Bu gemiler ile silahlar;
Adilcevaz, Ahlat, Erciş, ve Gevaş'a taşınırdı. Bir kısmı da Tatvan'a, oradan Muş ve Bitlis'e
gönderilirdi. İşte bu silahlar ile Ermeniler tamamıyla silahlandılar. Artık çete kurmaya
başladılar. Daha doğrusu fedailer teşkil edip bunları adalarda sakladılar. Akdamar
adasında, Çarpanak adasında, Kadir adasında.
Bu fedailer daha sonra etrafa dağıldılar, millete hakaret etmeye, tahrik etmeye, bu
şekilde devam ettikten sonra dediler ki: "Artık biz Ruslar ile iyi geçinelim". Rusya Osmanlı
Devleti'ne ilan-ı harp ettikten sonra bizim askerlerimiz buradan tamamıyla çekildi. Bir
kısmı Kafkasya cephesinde, bir kısmı İran cephesine gitti. Ancak Ermeni askerler de
bizimkiler ile beraber cepheye gittiler. İki taraf muharebeye başladı. Muharebe
başladıktan sonra, bizim askerlerimiz bakıyorlar ki arkadan vuruluyorlar. Doktorlar "Allah,
Allah" diyor. Askerlerin önden vurulması lazım. Neden arkadan vurulsun? Bir de anlıyorlar
ki, Ermeni askerler fırsat buldu mu bizim askerlerimizi vuruyorlar. Bu durumda belki
binlerce askerimizi şehit etmişler. Anlaşıldığı zaman iş işten geçmişti.
Bu hainlerin bir kısmı tutuldu. Ancak bir kısmı Rus ordusuna kaçtılar. Bu savaş ikibuçuk
yıl devam etti. Bizim askerimiz çok kötü durumlara düştüler. Askerimiz geri çekilmek
zorunda kaldı. Böylece Rus askerleri ilerlemeye başladı. İlerlemeye başlayınca, Çaldıran
ovası var, oraya geldikleri zaman burada bir de Sultan Hamid devrinde teşkil edilen,
aşiretlerden kurulan Hamidiye alayı askerleri vardı. Bunlara dedi ki : "Ben sizden asker
vermenizi istiyorum. Cephane ve silah benden, asker sizden. Siz buraları müdafaa
edeceksiniz." Böylece Hamidiye teşkilattan faydalanılmaya başlandı. Rusların Çaldıran'a
geldiğini duyan askerin birisi hemen köyüne gelip (Derebey Köyü) muhtara sesleniyor.
"Tarlanızı niye sürüyorsunuz? Ruslar Çaldıran'a gelmişler. Bu gün, yarın köyümüzde
olurlar. Kalkın kaçın, yoksa hepiniz öldürülürsünüz." Bunun üzerine köylüler toplanıyorlar.
85
Biraz yiyecek, bir yatacak alıp Van'a gitmek üzere hareket ediyorlar. Önce Zorava Köyüne
varıyorlar. Çerkes köyüdür. Köylüler hallerini sorunca "Ruslar Çaldıran'a girmişler,
Muradiye'ye yürümüşler. Biz Van'a gidiyoruz. Bunun üzerine Zorava köylüleri de "Öyleyse
bizlerde geliyoruz" diyorlar. Daha sonra bu kafileye; Hakis, Zorava, Derebey, Şıh Ömer,
Şıh Kara, Şıhayne, Hıdır, Göllü, tam sekiz köy toplanıp Van'a doğru hareket ediyorlar.
Ancak Van'ın boşaldığından, hicret ettiğinden haberleri yok.
Burada Everek Düzlüğü var. Oraya geldiklerinde önlerine Ermeniler çıkıyor. Ermenice
diyorlar ki, "Ey zurdacik, ey akılsızlar, nereye gidiyorsunuz?" O zaman bizimkiler, " Vallahi
biz Van'a gidiyoruz, Van ne tarafa muhacir olup giderse bizde oraya gideceğiz." Bunun
üzerine Ermeniler "Ey keybirli şu şanlı zurdacik yani (...) bilmem ne (...) akılsızlar"
diyerek ağır küfürlerle, devam ederek "Türkler 6-7 gündür Van'ı terk etmiş, muhacir
olmuşlar. Cevdet Paşa devri çoktan geçti. Şimdi aram Paşa Hükümeti kuruldu. Van'da
bütün yaralılar, hastanelerdekiler, kadın çocukların hepsi kesildi. Camiler yakıldı. Kışlalar
yıkıldı. Van'da kalan bilumum Müslümanların hepsini kestik. Yalnız 20-30 kadın kalmıştı.
Onları da Aram Paşa'ya teslim ettik." Dediler.
Bunun üzerine Çerkez İbo "Vallaha biz esir kaldık. Biz kendimizi şuradaki Zeve köyüne
atalım (Zeve benim köyümdür). Zeve köyü göle çok yakındır. Orada bir gemi tedarik
ederiz. Gemiyle çoluk çocuğumuzu kurtarırız. Yoksa, biz esir kaldık." Dedi.Bu kafile
böylece bizim köye geldiler. Bir de baktık ki 2000 kişiden fazla insan var. "Bu ne hal?"
diyince "Vallahi biz Van'a gidiyorduk. Ermeniler önümüzü kestiler, bize dediler ki Van
muhacir olmuş bizde buraya geldik ki, gemi tedarik edip belki çoluk çocuğumuzu
kurtarırız."Mevsim bahardı. Onun için bunları yerleştirmek kolay olmasa da bir şeyler
uydurduk. Evlere, samanlıklara, çadırlara yerleştik. 2000'den fazla onlar, 500 kişi kadar
bizim köyde insan bu şekilde kaldık.
Birde ordumuz bozulunca bizim köylü askerde silahlarıyla beraber köye geldiler. Ama ne
şekilde? Saç, sakal birbirine karışmış, elbiseleri paramparça, üzerleri bit dolu, her biri
koyun üzerinde, keneler var ya, onun kadar olmuşlar. Bunlar da yerleştiler. Bunlar birisi
benim ağabeyim Necip birisi, amcam oğlu Mustafa, birisi eniştem Mehmet, birisi teyzem
oğlu İlyas, birisi şaban Ağa'nın oğlu Recep Çavuş, birisi Acemoğlu Mustafa'nın oğlu
Seyyat Onbaşı, birisi Acemoğlu Emrah'ın oğlu Şükrü Çavuş, idi. Bunlar o kadar zayıftılar
ki, bir deri, bir kemik kalmışlardı.
Bunların üstünü çıkardılar. Onların belindeki, sırtlarındaki bitleri tırnaklarıyla elleriyle
kopardılar. Amcam Yusuf güzel berberdi usturayı eline aldı; başlarını sıcak su ile iyice
yıkadılar. Daha sonra başını ustura ile kazımaya başladı. İnanın, bitlerin kanı yüzünden,
gözünden akıyordu. Böylece biraz olsun kendilerine geldiler. Bu şekilde iki gün geçmişti.
Üçüncü günü yine köyün hocası, Server Hoca sabah ezanını okumuştu. Namaz kılanlar
namaza gitmiş, diğerleri de işine gücüne kalkmışlardı. Bizim köyün ortasından bir ırmak
geçer; tâ, İran hududundan gelir. İlkbaharda karların erimesiyle ırmak göl haline gelirdi.
Ancak bu suyun nereden geldiğini yine tam bilmezdik. İşte coşan bu suyun öbür
tarafından bir kadın sesi duyduk. Kadın oradan seslendi. "Allah aşkına beni buradan
geçirecek bir kişi yok mu?" Bunun üzerine amcam atına atladı suyun öbür tarafına geçti.
Birde ne görsün, Acemoğlu Ahmet ağanın kızının Esma değil mi? "Kız Esma , bu ne hal?"
diye sordu. O Molla Kasım köyüne gelin olmuştu. Esma bunun üzerine "Efendi, beni karşı
tarafa geçir, size anlatayım" dedi.
Onu atın terkisine aldı ve karşı tarafa geçirdi. Bu sırada namazdan çıkanlarda toplanmıştı.
Onlar dedi ki: "Başınızın çaresine bakın, Hamid'i kestiler. Molla Kasım'ı, Ayanos'u kestiler.
Ya bugün ya da yarın burada olurlar. Başınızın çaresine bakın." Bunun üzerine Server
Hoca'da dedi ki: "Arkadaşlar biz Müslümanız. Kötü kötüsüne ölmek bizim dinimize
yakışmaz. Bakın, 60 tane silahımız var, 2 sandıkta cephanemiz var, buraya gelenlerden
8-9 tane de askerimiz var, onlarında mermi ve silahları var, karşı duralım. Bu silah ve
mermileri babamın dayısı oğlu, Cevdet Paşa'yla beraber olan Milis reisi Hoca Osman
86
Efendi 60 silah ve 20 sandık cephane göndermişti.Bunu duyanlar, -Siz bilmezsiniz köyün
üstünde tepeler var. Köprü aşağıdadır. Üst kısmı düzlüktür. Aşağısı çimenlik yani
yeşilliktir- tepelerin olduğu kısımlara mevzilendiler. Ermenileri beklemeye başladılar.
Nihayet beklenen an geldi. Köyü üç taraftan Ermeniler kuşatıp saldırıya geçtiler. Bunun
üzerine bizimkiler de karşılık verdiler. Öğleye kadar Ermeniler ile savaştılar. Bir "Ya Allah"
dediler. Bizimkiler onlara bir hücum yaptı. Ermeniler bozuldu. Bir kısmı Mermit köyüne,
bir kısmı Vadar köyüne kaçtılar.
Bunlar kaçtıktan sonra, baktılar ki artık hayır yok; Alay köyü, öteki Ermeni köyleri de
vardır. Bu Ermeni köyü çok muazzam, 400 haneli bir Ermeni köyüdür. Oranın Ermenilerini
tamamıyla topladılar. Gene başladılar harbe. Tam ikindi namazına kadar bu şekilde harp
oldu. İkindiden sonra, Van'dan gelen bir Erzurum caddesi vardır. Buradan baktılar ki 100
kadar atlı süratle bizim tarafa geliyorlar. Bizimkiler dediler ki "Vallahi bu bizim Osmanlı
askerleridir. Herhalde silahların seslerini işittiler, bize yardıma geldiler." Ancak, bunların
daha sonra Rus Ermenileri olduğunu anladılar. Silah sesini işitip bunlar da buraya
gelmişler.
Efendime söyleyeyim, ikindiye kadar durdular. Sonra yine harp etmeye başladılar.
Bizimkilerin daha sonra mermileri bitmeye başladı. Bunu fırsat bilen Ermeniler
mevzilerdeki Türkleri şehit ederek köye girdiler. Bir insan deryası 2000-3000 kişi o yana
bu yana kaçışmaya başladı. Köy yanıyordu. O küçük çocukları havaya atıyorlar, altına
süngü tutuyorlar. Süngü çocukların karnına batıyor. Çocuklar cıyaklayarak kuş yavrusu
gibi yere düşüyordu.
O kadınların bir kısmı, gelinlerin bir kısmı, kendilerini suya attılar. Bir kısmı da, ot toyları
var, ot toylarını ateşe verdiler, kendilerini bu ot toylarının içine attılar. Böylece sanki
pervane gibi dönüyorlar, hem de türkü tutturuyorlardı. "Gelin kızlar, bizim düğünümüz
var. Bugün bizim düğün günümüzdür" diyorlardı.Bir kısım kadınlarımızı ve çocuklarımızı
ise, samanlara ateş atıp yaktılar. Sonra bu masum kişileri bunun içine atıp hepsini
yaktılar. Diğerlerini ise koyun boğazlar gibi kesriler. Orada tek bir çocuk kalmadı. Tabiî
benim oradan kurtul-mamı daha sonra anlatırım. Bunları tamamıyla imha ettiler. Hiçbir
canlı bırakmamak üzere karanlık düşene kadar bu şekilde kestiler. Seyyat Onbaşı'yı diri
diri tuttular, yatırdılar, soydular, çıplak bir vaziyette omzundan yardılar, derisini yüzdüler,
sonra dediler ki "Sultarı Reşat terfi vermiş, omuzlarına madalya takmışlar". Kollarını böyle
burada kestiler. Yanlarına, derisini yüzüp cep yaptılar.
Köydekilerin tamamını öldürdükten sonra köyümüzde 6 tane güzel kadından biri benim
amcam kızı Seher, birisi bizim köy muhtarının karısı Esma, biri babamın kayınbiraderinin
gelini Hayriye, birisi amcam İsmail'in hanımı Ayşe, bir de Güllü'yü öldürdüler.
Sonunda bu Ermeniler çekip gittikten sonra Kırbe'nin oğlu Asvador isimli birisi; bunlara
babam Bardakçı köyünde çok iyiliklerde bulunmuştu. Kırbe'nin hayatını kurtarmıştı.
Babam tanınmış birisi idi. Asvodor bu katliâm sırasında bizim yanımıza geldi. Babamın iki
âilesi vardı. Küçük âilesi benim annemdi. Annemi, beni ve bir bacımı kurtardı. Ermenilere,
"Bunlara dokunmayın" dedi ve bizim kesilmemizi önledi. Babam ihtiyat askeri olarak bu
sırada İran' da bulunuyordu. Ermeniler bu köyün tamamen katledilmesinden sonra çekilip
gittiler. Bizi sakladığı yerden daha sonra çıkarttı. Bir de ne görelim: o yaralılar inim, inim
inliyor. "Allah a¢kına benim yaramı saran kimse yok mu? Bana bir yudum su veren yok
mu??" diye çırpınıyorlardı.Bu Ermeni bizi Bardakçı köyüne getirdi. Biz bir müddet
Bardakçı köyünde kaldık. Bu köyde amcam kızı Seher bize anlatıyordu, yemin ederek
anlatıyordu. Diyordu ki "Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar
kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz
ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını
gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı."
87
Yine amcam kızı bir durumu daha bize naklederken, "Bir kadın ekmek yapıyor. Bu sırada
yanıma gelen Ermeniler 'Sen ne yapıyorsun?' dediklerinde 'Vallaha gördüğünüz gibi
ekmek yapıyorum' Ermeniler 'Sana kebap lazım değil mi?', deyip, süngüyü küçük çocuğa
vurduğu gibi tandırın içine yuvarlıyor. Tandırın içinde cayır cayır yanmaya başlıyor.
Kadının gözleri önünde çocuğunu diri diri yakıyorlar." diye anlattı.Bu sırada Van'da Rus
hükümeti kuruluyor ve başına da Aram Paşa diye birini getiriyorlar. Daha sonra bir ilân
yapıyorlar "Kim varsa gelsin, Van'dan yiyecek-içecek serbestçe alsın" diyor.Babam bu
sırada Halil Paşa fırkasıyla dayılarımın bulunduğu Hacik köyüne geliyor. Oradan Hoşap
nahiyesinin bir köyüne gidiyorlar. Bu ilânı duyunca dayılarımla Van'a geliyorlar. Bir de ne
görsünler, Van tamamen yakılmış, yıkılmış. Eskiden şehir kale dibinde idi. Buradaki
binaları, kışlaları, camileri, hamamları, resmi binaları tamamen yakmışlar.
Babam burada Haçbahan semtine geliyor. Burada Ermeni ev ve dükkânları vardır.
Asvador babamı tesadüfen görüyor. Babama "Hayırlı sabahlar ola Halil ağa" diyor. Babam
da "Senin de hayırlı sabahların olsun Asvador" dedikten sonra "Köyden ne haber" sorusu
üzerine Asvador "Valla ne haber olsun. Zeve'nin tamamını kestik. Yalnız senin küçük
karın, oğlun ve bir de kızın Mürüfe bizdedirler. Onları kurtardım. Ne zaman istersen onları
sana teslim edeyim." Diyor.
Babam bunun üzerine Asvador'a, "Bana bu iyiliği yaptın. Ben gelsem Ermeniler beni
öldürürler. Onları bana sen getir. Ben götüreyim." Diyor. Asvador, akşam yanımıza
geldiğinde, "Hazırlığınızı görün, bu gün Halil ağayı gördüm, sizi götürüp ona teslim
edeceğim" dedi. Asvador sabahleyin bizi bir öküz arabasına bindirdi, Van'a getirip
babama bizi teslim etti. O günü hiç unutmam. Babam bizi buradan alıp Hoşab'a getirdi.
Burada fazla kalmadık. Çünkü, Ermeniler her gün bir köyü basıyorlardı. Pek çok kimse ya
İran tarafına, ya Mardin tarafına, ya da Diyarbakır tarafına göç etti. Canını kurtarmaya
çalıştı.- İbrahim Bey, bize Van'da olan olaylar hakkında da bilgi verebilir misiniz.? Van'da
ilk isyan çıkıyor, kale top atışıyla yıkılıyor, şehir tamamen yakılıyor, bu arada Van'da bir
Ermeni hükümeti kuruluyor. Siz Zeve'de bulunduğunuz için Van'da olan olayları
görmemiş olabilirsiniz. Bu bakımdan Van'da olan olaylar hakkında bir bilginiz var mı?Anlatayım; kaleyi top atışma tutup ateşe verdiler. Biz o sırada Bardakçı köyünde
bulunuyorduk. Oradan Van'daki yangını gördük. Camiler, binalar ve kışlalar ateşe
verilmişti. Kalede olan topların bir kısmını burayı ele geçirdikten sonra aşağı attılar.
Kalenin başında bulunan cami de yandı, yıkıldı. Hamitağa kışlası vardı. Bu kışlayı da
bombaladılar, yaktılar. Buradaki Müslümanların hepsini kestiler. Bir tek canlı
bırakmadılar. Geriye bir miktar kadın kalmış.
Rus Hükûmeti kurulduktan sonra bu kadınlarımız Ermenileri Ruslara şikayet ettiler. Can
güvenliği istediler. Bunun üzerine Ruslar bunların başına nöbetçi bıraktı. Çünkü Rus
askerlerine güvenleri daha fazla idi. Rus askerleri kadınlarımızın namusuna dokunmadı.
Ancak Ermeniler kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirlettikleri gibi çocuk, yaşlı
hepsini katlettiler.- İbrahim bey, Rus askerlerinin kadınlarımıza dokunmamasının
sebepleri arasında, Rus ordusunda Türklerin bulunduğu söyleniyor. Bunun etkisi olabilir
mi?- Evet vardı. Kırım ve Kafkas Türklerinden asker ve subaylar vardı. Onlar da
Müslüman olduklarından bizim kadınlarımızı korudular. Hatta köylerine bile gönderdiler.
Mesela, Molla Kasım köyüne gönderdiler. Bu katliâm sırasında 150 kadından ancak 30
tanesini köye göndermişlerdi. Ancak bunların bir kısmına facia oldu.
Molla Kasım köyünde Osmanlı askeri gelene kadar kaldılar. Ruslar çekilirken Ermenilere
kendileriyle gitmelerini istediklerinde "Yok, siz bize silahlarınızı, cephanenizi, topunuzu,
malzemenizi bırakın siz gidin. Biz Osmanlı Hükümeti ile harp ederiz" dediler. Ruslar
bunun üzerine bütün ağırlıklarını Ermenilere bırakıp çekilip gittiler. Ondan sonra Ermeniler
daha insafsız oldular. Katliâma devam ettiler.
Ancak bizim ordumuz Bitlis tarafından Gevaş'a kadar gelip bu Ermeniler ile çarpışmaya
başlayınca Ermeniler Van'dan çıkmaya başladılar ve Muradiye'den Kars'a çekildiler.
88
Rusya'ya ve İran' a geçip gittiler. Ancak bir kısım Ermeniler yerlerini terk etmemişler, Van
gölü içinde olan, Çarpanak ve bazı küçük adacıklarda kalmışlardı.- Sizin Zeve köyünde hiç
Ermeni âile var mıydı?- Hayır hiç bir âile yoktu.- Peki, Ermeniler Ruslar ile birlikte bir
Ermeni hükümeti kurmuş ve büyük şenlikler yapmışlar. O sırada siz nerede
bulunuyordunuz?- O zaman biz Zeve'de idik.- Sizle birlikte Zeve'den kaç kişi
kurtulmuştu?- Zeve'de benden başka altı kadın kurtuldu. Çoluk çocuk hiç kimse kalmadı.
Bu da babamın daha önce yaptığı bir iyilikten dolayı olmuştu.- Van kalesinin altında bir
caminin yakıldığı söyleniyor. Bu camii Van'da mı yoksa Zeve'de mi, hangisi yakılıyor?Esas olarak Van'da, fakat Zeve'de de camii yakılıyor, ayrıca Van da Kayaçelebi Camii, Ulu
Camii, Hüsrev Paşa Camii ve irili ufaklı pek çok mescidi yaktılar. Bugün bunların hâlâ
izleri duruyor.- Van'da yakılan camilerin içinde insan bulunuyor muydu?- Muhakkak
bulunuyordu.- Zeve'de ki camilerin içinde bulunuyor muydu?- Pek çoğu zaten camilere
doldurmuş veya oraya sığınmak için girmişlerdi. Bunlardan, birisi Hamza dayı birisi
Devriş, birisi de Derebeyli idi. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Yine Zeve'de büyük
bir zat vardı: Sultan Hacı Hamza. Belki ismini işitmişsinizdir. Şeyh Sadi Siraci bölgeye
gelen Seyyidler zamanında, Eba Müslim İslâmiyeti yaymaya çalışmış. Bu arada ilk tekkeyi
Sultan Hacı Hamza kuruyor.- Bu katliâm sırasında Türklerin Tekke'ye sığındığı, böylece
Ermenilerin öldürmeyeceği düşünülmüş. Bu husus doğru mu?- Sığınma Tekke'ye değil.
Türbe'ye oluyor.- Ancak bu Türbe'yi de yaktıklan söyleniyor. Doğru mu?- Doğru Türbe'yi
de ateşe veriyorlar. Ancak içindeki üç kişi kurtuluyor. Yandıkları zannedilip bırakılıyor.
Maalesef, camii, türbe demiyorlar, içindekiler ile birlikte tamamını yaktılar. Allah o günleri
bir daha yaşatmasın.
Ayşe Sevimli
Baba Adı : Derviş
Anne Adı : Hayriye
Doğum Yer i: Van-Zeve (Zaviye)
Doğum Tarihi : 1897
Köylüler Ermenilerin geleceğini duyunca, ellerinden geldiği kadar tedbir aldılar. Tepelere
hep mevziler kazdılar. Hükümet de silah verdi. Yedi köyün ahalisi bizim köye doldu.
Köyde insandan, arabadan adım atacak yer kalmamıştı. Bir sabah Ermenilerin gelmekte
olduklarını haber verdiler. Erkekler mevzilere koştu. Savaşmaya başladılar. Bizimkilere ne
cephane ne silah yardımı yok. Nihayet Ermeniler köye girdiler.
Mevzilerde sehid olanlar oldu. Diğerlerini evlere doldurup gazyağı döküp ateşe verdiler.
Aşağılarda bir samanlık vardı. Biz oraya saklandık. Ben bir sepetin altına girdim.
Ermeniler buldukları herkesi öldürdüler. Samanlığa da ateş ettiler, annemin leçeğine
geldi, yaktı, kendisine bir şey olmadı. Pek kurtulan olmadı. İki kadın daha kurtuldu.Bizden
önce Bardakçı'ya gitmişler. Biz gece yarısı dışarıya çıktık, ya Rabbi kimseye gösterme,
kan, ateş, inlemeler, feryatlar göğe yükseliyordu. Birisinin yanlarında budlarına cepler
açıp nişanlar çizdiklerini söyleyip eziyet ettiklerini gördüm. Bu Seyyad Onbaşı idi.
Bardakçı'ya yaklaştığımızda, derenin öbür tarafında Mehmetgilin evin orada yeşilliğin
üzerinde beş erkeği kollarından birbirlerine bağlamış, kurşun sıkıyorlardı. Onlar yere
yıkılınca defalarca süngüleyerek öldürdüler. (Allahım sen gösterme bir daha).
Annem para-ziynet eşyası nesi var, nesi yoksa onlara verdi. Bize bir şey yapmamaları
için. Sonra bizi Van'a getirdiler. O arada ellerindeki esirlere akla gelmeyen işkenceler
ettiler. Dört ay bir kışlada kaldık. Sonra muhacir olduk. 1918 Nisan'ına kadar muhacir
kaldık.
89
Hacı Zekeriya Koç
Baba Adı : Yakup
Ana Adı : Nadide
Doğum Yeri : Van-Ayanıs
Doğum Tarihi : 1908
Biz Ermeni olayları çıktığı sırada kendi köyümüzde, Ayanıs'ta bulunuyorduk. Bu çevrede
tamamen Müslüman köyü Zeve, Mollakasım ve Ayanıs idi. Diğer köylerde beşer-onar
hane Ermeni vardı. Bu mesela çıkmadan önce bizim Ermenilerle gidiş gelişimiz çok iyi idi.
Mesela Ermenilerin çok olduğu Alaköy ile çok iyi görüşürdük, onlar bizi ziyafete çağırır,
biz onları çağırırdık, aramızda hiçbir düşmanlık yoktu.
Sonra bu işler başlayıp Van'da muhacir olunca, biz de hicret etmeye karar verdik.
Toplandık, dört araba dolusu, ne alabildiysek doldurduk, yola çıktık. Mağrip vakti biz yola
çıkacakken Van'dan bir adam geldi, nereye gittiğimizi sordu, anlattık. Bize "Vay toprak
başınıza, nereye kaçıyorsunuz? Top bizde, tüfek bizde, asker bizde dönün oturun" dedi.
Bunun üzerine herkes evlerine döndü. Üç gün geçti, dördüncü gün olduğunda
büyükanamın kapısındaydık. Bizim köylü üç adam vardı, nenem ekmeğin üzerine yağ
yaymış, ben öyle ayakta onu yiyordum. Tek silah sesi duyduk, o adamlar dediler ki, "Bu
silah Ermeni silahı sesi, teneke gibi vınlıyor (bizim silahlarımız şakıldardı), bu işte bir iş
var" dediler.
O sırada Mollakasım'dan birisi geldi, bizim köyün başında tepede durdu, dedi ki "Daha ne
duruyorsunuz? Kürt Alaköy'ü bastı, talan etti, onlar öyle tepeynen gittiler. Ama Ermeniler
köyleri basıyorlar" dedi. Öyle demeye kalmadı, benim amanım amcasının oğlu Dursun
çıktı geldi. Yaşlı kadın ona sordu, "Dursun, balam sen niye geldin?" Dursun'un elinde
başparmağında bir kurşun saplanmış, anlattı:
"Köyü hep kestiler, ben kaçtım. Köyün halkı daha toplanmaya fırsat bulamadan kafir köyü
sardı. Kuzularımızı mezarlığın orada otlarlardı. Ermeniler her birini kapıp Alaköy'e
sürdüler. İçlerinden birisi de, ziyaret vardı, mezarlığın yakınında, o ziyaretin baş kısmına
mı, ayak kısmına mı def-i hacet edip hakarette bulunmuş; amanım dediğine göre hemen
orada Allah'ın emriyle yanıp kül olmuş. Ermeniler köyün içine daldılar. Erkekleri seçip
altlı-üstlü (istif) bir odaya doldurdular. Reisleri Hamados Paşa idi (Bu adam Iran Kürtlerini
parayla asker tutmuştu), fedailerine dedi ki, "Yedi yaşından yukarı olan erkek çocukları
toplayıp erkeklerin yanına katın ateşe verin."
Hemen hemen bizim gibi Türkçe bilirlerdi. Ben de o zaman yedi yaşındaydım. Anam
hemen başıma bir leçek bağladı, üstüme bir entari geçirip yanına aldı. Ben böylece
kurtuldum ama aramızdan dört-beş kişiyi seçip götürdüler, erkeklerin arasına kattılar;
katar katmaz da gazyağını serpip ateşe verdiler. Oradan yükselen feryatlar göğe
çıkıyordu.
Kadınları da toplayıp dışarı çıkardılar. "Hanımlar siz şöyle oturup istirahat edin, bakın
köpekler ne güzel boğuşuyor" diye alay ediyorlardı. Köpek dedikleri de kiminin oğlu,
kiminin kocası, babası, amcası onlar "Allah Allah !" diye feryat ediyorlardı.
Bizi orada bir saat kadar oturttular. Mezarlığın yanına şöyle döndük, kafirin biri dedi ki,
"Hanımlar şimdi size bir türkü söyleyeceğim. İyi dinleyin." (Ağlayarak anlatıyor):
Aman amana döndü,Aman zamana döndü.Dünkü hoşgeldiniz,Bugün yamana döndü.
90
O sırada baktık, annemin amcasının hanımını Ermeniler vurmuşlar, çocuğu daha
memede. Bir Ermeni gelip çocuğu süngüsüyle vurdu, çocuk orada öldü. O düzlükte bir
sürü insan öldürmüşlerdi. Kaçabilen kaçıyor, kaçamayanları da gazyağı döküp
yakıyorlardı kafirler. Bizi orada epeyce oturttular. Bizim köyde Hacı Ümmet'in dayısı
Hamza vardı, onun hançeri yanından eksik olmazdı. Kafirler onu araya alıp öldürecekler,
o da hücum etti; öyle ya karşısındaki düşman, ya ölecek ya öldürecek. Sonunda Hamza'yı
yakaladılar. Öldürmeden butlarına cep yapıp ellerini soktular. Çok afedersiniz organını
kesip ağzına, burnunu kesip arkasına koydular.
Bizi oradan kaldırıp Alaköy'e getirdiler, tepeye indirdiler. Sonra mağrip zamanı köyün
içine götürdüler. Orada bizi bir samanlığa doldurdular. Kafiledeki çocuklar açlıktan feryat
etmeye başladık. Demek ki o dinsiz kafirler, öldürdükleri erkeklerin ellerini, ayaklarını,
çeşitli uzuvlarını kesip pişirip getirdiler. Çocuklar anlamadı ama, kadınlar onları
yedirmediler, açlıktan ölmek daha iyi deyip çocuklarına durumu anlattılar.
Yatsı vakti olmuştu, samanlığa su verdiler. Kadınlar çocuklarını omuzlarına almış
bağrışıyorlardı. Bir müddet sonra suya bir hark açıp boşalttılar. Ertesi günü kadınları
dışarı çıkardılar, köyün dışında taşların üzerinde elbiselerini kuruttular. Mollakasım'ın
kadınları da bizden biraz aşağıda. Onların erkeklerini de köyde kesmişler, kadınları esir
etmişlerdi.
Yani Müslüman köyleri basıp erkeklerini öldürüyor, kadınlarını da esir edip Alaköy'de
biriktiriyorlardı. Sonra bizi köyden Van'a doğru yola çıkardılar. Mermit çayına geldiğimiz
zaman, kadınların bir kısmı, Ermenilerin elinde ölmektense kendilerini suya attılar.
Gavurlar arkalarından ateş açıp bazılarını öldürdüler. Suya atlamak isteyenlerin bazılarını
kollarını, kafalarını kırdılar.
Biz de, ben anam, amcamın hanımı ve büyükanam (nenem) beraberdik. Kardeşim
memede idi, anam da kendini atıp ölmek istedi, ama nenem tuttu bırakmadı. Zaten
Ermeniler de ot tayalarını suya atıp milletin atlamasına mani oldular. Bir baktık Ermeninin
biri geldi yanımıza, neneme hangi köyden, kimlerden olduğumuzu sordu. Nenem kafiri
tersledi; ancak o ısrar edince, nenem söyledi.
Ayanıs köyündeniz, kocamın adı da Muhiddin, büyük oğlum Yakup, diğeri Niyazi, deyince
gavur nenemin eteklerine sarıldı, "Ben dünyada size zarar gelsin istemem, müsaade
etmem" dedi. Biz şaşırınca anlattı. Meğer Bahçeray'dan Van'a, sekiz araba dolusu
geliyorlarmış. Ermenileri öldürmek istemişler; babam bırakmamış, onları tâ Van'a kadar
götürüp, sonra dönüp köye gelmiş.
O adam bize biraz ekmek, geçmiş gün peynir ya da cacık verdi. Neyse bizi oradan kaldırıp
mağrip vakti Bardakçı'ya getirdiler Gece köyün düzlüğünde yattık. Başımıza silahlı nöbetçi
diktiler; kadınlar sanki ne yapabileceklerdi. 700-800 kişi vardık. Sonra sabahleyin bizi
kaldırdılar. İkindi vakti, Van'a kale dibine ulaştırdılar.
Orada Van Valisi Cevdet Paşa'nın üç katlı kışlası vardı, toprak bina idi. Oraya bizden önce
çok insan getirmişlerdi. Demek o sırada gelinin biri çocuk getirmiş (doğurmuş), çocuğu
öyle yukarı kaldırıp attılar, çocuk kayboldu. Biz beş gün orada kaldık, öğleden önce bizi
yoncalıklara çıkardılar, açlığın amanı var mı? İnsanlar sütlüğen hariç ne buldularsa
toplayıp yediler. Beş gün sonra iki ev daha getirdiler. İkinci vakti bizi Hacı Bekir kışlasına,
eski vali konağının oraya çıkardılar.
Müslüman köyü olan Pürüt'ün halkını da oraya getirmişlerdi. Şimdi güya bize ekmek
veriyorlar ya, ekmeğin içine şap, kükürt, başka şeyler katıyorlar, günde 60-70 kişi karnı
şişip ölüyor. Kışlanın karşısında bir yer var, orada duvar boyu çukur açmışlardı, ölüleri
sedyeyle götürüp atıyorlardı. Burada da, demin anlatmıştım ya, babamın kurtardığı
Ermenilerden biri karşımıza geldi. Nenem ona, "Sen benim adamım olsan ne fayda kafir;
91
iki oğlum askerde, siz kocamı, akrabalarımı öldürdünüz" dedi. O Ermeni birkaç günü bizi
besledi. İnsanlar yemeğe saldırıyorlardı.
Bir hafta geçti; dediler, Ruslar geldi. Bir gün bir binbaşı, bir yüzbaşı yanlarında iki de
katip kışladan içeri girip esirleri sayıp kaydettiler. Ertesi gün kuşluk vakti de etli pilav,
karavana çıkardılar, Rus nöbetçi diktiler. Ruslar bize köylerimizi sordular, dediler sizi
köylerinize götüreceğiz. Bizimkiler de öyleyse hepimizi Mollakasım'a götürün deyince,
Ruslar kabul ettiler. Sabahleyin bizi 70-80 at arabasına doldurup Mollakasım'a getirdiler.
Ermeni'nin korkusundan köylerimize dağılamadık. Sonra bize kendi içimizden muhtar
tayin ettiler.
Türk ordusu Van'a girene kadar o şekilde hayatımızı sürdürdük. Bir zaman sonra
Ermenilerin yakıp yıktıkları köylerimizi yeniden şenlendirdik.
Hikmet Saylık
Baba Adı : Ziver
Anne Adı : Şöhret
Doğum Yeri : Van-Gülsünler
Doğum Tarihi : 1901
Ben eski adıyla Şeyhkara, şimdiki adıyla Gülsünler köyündenim. Ermenilerin köyleri
basarak Müslüman halkı kesmesi üzerine köyden ayrıldık. Van'a doğru gidiyorduk. Ama
Van'a ulaşamadan Ermeniler yolumuzu kestiler. Böyle olunca düzgeri döndük. Köy
halkının bir kısmı (300 kişi) Zeve'ye toplandı. Bir o kadarda köye döndük.
Biz bir kafile halinde Hoşab'a doğru kaçtık. Orada, Hoşab'ta Türk askeri vardı. Bize biran
önce kaçmamızı, ateş hattından çıkmamızı söylediler. Türlü zorluklarla Siirt'e kadar gittik.
Tabii muhacirler hastalık ve açlıktan ötürü çok zayiat verdiler, çok telef oldular. Oradan
Diyarbakır'a, Mardin'e ve nihayet Adana'ya vardık. Fransızlar'ın Adana'yı işgal etmesi
üzerine Konya'ya gittik. Hükümet daha sonra bizi Mersin'e gönderdi. Sonra Türk askeri
Van'ı kurtarınca geri döndük.
Ama Van'da köyleri de tam harabe idi, ıssız-sessiz, yanmış-yıkılmış idi. Bizim köyde de
300 kişiyi şehid etmişler. İnsanları damlara (evlere) toplayıp yakarak öldürmüşler. Van
hep muhacir olup gitmiş, kalanları da Ermeniler kesmişti. Biz döndüğümüzde bunun için
harabe idi. Gerçi Ermeniler'in hepsi gitmemişti, bazı köylerde (mesela Alaköy'de)
duruyorlardı. Ama Müslümanlar onlardan kimseye zulmetmediler.
Daha sonra hükümet onları Rusya'ya gönderdi. Bu köyde benim ailemden çok şehid olan
var. Annem, babam, ağababam (Mustafa) ve daha başka yakınlarım. Biz hicrete 30-40
hane gittik, ancak 10 hane geri dönebildik. Burada kalanlar da, Zeve'ye gidenler de
tamamen katledildiler. Burada Ermeniler tarafından katledilen 200'e yakın Müslüman
insanın iskeletini ben buldum. Şuraya defnettim. Fakat durumum müsait olmadığından
onlara bir taş yaptıramadım. Bunların içerisinde annem ve babam başta olmak üzere
birçok akrabam ve köylüm de vardı. Ermeniler onları yakmak suretiyle katlettiler.
Mehmet Şaar
Baba Adı : Tevfik
Anne Adı : Rukiye
92
Doğum Yeri : Van-Göllü
Doğum Tarihi : 1901
Ben Göllü köyündenim. Van'daki ordunun Erzurum tarafına çekilmesi üzerine Ermeniler
harekete geçtiler. Analarımız, babalarımız hep Ermeniler tarafından kesildi. Benim babam
da orada şehid oldu. Jandarma çavuşu idi. Mollakasım, Amik, Şeyhayne, Göllü, Hıdır,
Kurtsatan, Köprüköy köyleri hepsi katledildiler. Bizim köyün bir kısmı Zeve'ye sığındı,
orada şehid oldular. Biz ise kaçabildik.
Ermeniler esir edip önlerine katıp götürdükleri insanlara her türlü mezalimi reva gördüler.
Hamile kadınların karınlarını süngülerle yarıp çocuklarını süngülerin ucunda çıkardılar.
Bütün Müslüman köyleri basıp ateşe verdiler. Kadın-erkek, genç-yaşlı demeden birçok
insanı katlettiler. Adını saydığım köylerden kaçıp kurtulan Müslüman halk, Zeve'den Van
gölüne dökülen Ablengez suyu üzerinde bulunan köprüden karşıya geçerek kurtulmaya
çalışıyorlardı. Annem, ben ve iki kız kardeşim geçtikten sonra baktık ki, Ermeniler
köprüyü yıktılar.Esirleri öldürüp Ablengez suyuna attılar. Cesetleri, baharda kar sularının
taşırdığı Ablengez suyu göle götürdü. Ben, annem ve iki kız kardeşim, gündüzleri
ekinlerin arasında derelerde sürüne sürüne ilerliyor, geceleri dağlarda kalıyorduk. Çünkü
Ermenilerin eline geçersek öldürüleceğimizi biliyorduk. Diyarbakır'a kadar kaçtık. O kaçış
sırasında annem öldü. Daha sonra iki kız kardeşimi de kaybettim. Yapayalnız kaldım.
Üç sene orada kaldık, dördüncü sene döndük. Van ve Müslüman köylerin hepsi yanmış,
yıkılmış olduğu için, Türk ordusunun Van'a girişine kadar yani Ruslarla birlikte buralardan
çekilene kadar rahatça yaşamış olan onun içinde yıkılmamış olan Ermeni köylerine
yerleştik. Hiçbir Ermeni köyü yıkılmamıştı. Daha sonra yeni baştan kendi ellerimizle
yaptığımız köylerimize döndük.Bizim Ermenilerden gördüğümüz zulmü anlatmaya
kelimeler yetmez. Yerimizden, yurdumuzdan, ailemizden, malımızdan olduk. Ben şahsen
annemi, babamı, iki kardeşimi kaybettikten sonra, başka gemilerle Tatvan'a ve başka
yerlere kaçmaya çalışan binlerce insan içerisinde amcamın oğlu ve daha başka
akrabalarımı da kaybettim. Gemiler dolusu insan, Adilcevaz yakınında Parkat köyünde,
Ermeni fedailer tarafından adetâ doğranarak, hunharca katledildiler.
Kadriye Duran
Baba Adı : Hamid
Anne Adı : Nigar
Doğum Yeri : Van-Kavunlu (Çoravanis)
Doğum Tarihi : 1904
Muhacirliğe çıktığımızda 10 yaşında idim. Biz daha muhacir olmamıştık. Değirmen
köyünde, burası Ermeni köyü idi. 80 hane Ermeni (gavur), 3 hane de İslâm Türk idi.
Ermeniler bir sabah kalkıp bu üç hâneyi toplayıp kesiyorlar ve bir kuyuya dolduruyorlar.
Yiğitleri (gençleri) de butlarına cepler yapıp alınlarından duvara çakıp zulümle
öldürüyorlar. Bunların hepsi 30 kişi kadardı.
Kaynatası evi Değirmen köyde olan bir kadın gelip bizim köyün hocasına o köyde olanları
anlattı. Bunun üzerine bizim köyde yaşayan Ermenilerle aramızda çekişme başladı. Birkaç
Ermeni öldürüldü. Değirmen köyde olan hadiseler yüzünden ihtiyat olsun diye bizim
köyde her eve bir silah dağıtılmıştı. Babam köyün muhtarı idi. Çevre köylerin çoğu Ermeni
olduğundan, köyümüzün basılacağı korkusuyla, Müslüman ahali camiye toplandı. Çuvallar
kumla doldurularak siperler yapıldı.Ama bu sırada köyde bulunan iki Ermeni tığası bir eve
konularak üzerlerine kapı kilitlendi. Çünkü bizimkiler onları durup dururken öldürmeye
kıyamamışlardı. Ama tığalar, evin tabanından tünel açıp Değirmen köyüne haber
götürmüşler. Böyle olunca Değirmen, Farıh ve bir Ermeni köyü daha, yani üç köy bizim
93
köyü bastı. Bir saatten fazla savaş oldu. Ermeniler çay üstündeki köprüyü tutmuş,
Ziyaret'i de basmışlardı. Çay kar suları ile taşmıştı. Annem suya girdiğinde su göğsüne
kadar vurdu. Tabii o hengâmede kolu, bacağı, kafası kırılanlar; suyun alıp götürdüğü
çocukları sorma. Bir cehennem ki, ne cehennem. Gâvurlar öldürdükleri insanların
cesetlerini Buğday tepesine atıyorlardı. Cesetler dağ gibi yığılmıştı.
Babam ata bindi, Akköprü'den Van'a gitti. Sıhke Ermeni köyü olduğu için yol vermediler.
Babam Van Valisi Cevdet Paşa'ya köydeki vaziyeti anlatmış, yardım istemiş. 100 asker
imdadımıza yetişti. Ermeniler kaçtılar. Biz de Dırandaz köyüne sığındık. Orası İslâm köyü
idi. Gece orada kaldık. Ertesi gün babam Van'a gidip ileri gelenlere, köyümüze dönüp
dönemeyeceğimizi sordu, dönmeyin dediler. O zaman mecburen muhacir olduk. Ben ve
bacılarım erkek elbiseleri giydik, yola düştük.Biz Edremit'e doğru yola koyulduk, gâvur
Van'ı bastı. Şehir ateşe verildi, evler öyle yanıyordu ki, alevler göğe yükseliyordu. Biz
Edremit'e ulaştık, orayı da bastı. Oradan Bitlis'e, Bitlis'ten Siirt'e, Diyarbakır'a, oradan
Siverek'e gittik. Orada 3 sene kaldık. Bizim âile muhacerete 8 kişi ile gitti. Yolda
ağabeyim Ali Çavuş esir düştü, diğerleri yollarda öldü. Van'a yalnız annemle ben
dönebildik. Kırılan yalnızca biz değildik. Van, Edremit, Van'ın Müslüman köyleri hep
yollara dökülmüşlerdi. Kaçamayanlar düşmanın elinde, kaçabilenlerin çoğu da yollarda
telef oldular.Birkaç sene sonra, annemle ben Van'a döndük, geldik ki, ne görelim. Her yer
harabe; tek tük insanlar aç susuz, perişan. Mahalleler evler boş. Ekmek yok, buğday, un
hiçbir şey yok. Mecbur köye (Çoravanis'e) geldik. Buğdaylar da yeni olmaya başlamıştı.
Acı çekirdekleri kırıp kaynatıp içiyorduk. Gâvurlar ne kadar eşya, mal, davar bulmuşlarsa
almış götürmüş, evlerimizi de yıkmışlardı. Bizi köyde yalnız gören bir atlı adam İskele'de
zahire deposu olduğunu söylemişti.
Annemle gidip 60 kilo un aldık, onu da burada çaldırdık. O sıralar Ermeniler daha tam
çekilmemişlerdi. Dağ-taş fedai idi. Bir keresinde Erek dağına uçkun toplamaya gitmiştik,
uçkunu da askerlere verip karşılığında ekmek almak istiyorduk, 6 Ermeni atlısına
rastladık. Bizi öldüreceklerdi, ama aniden yağmur, sonra da dolu bastırınca, kaçıp bir
mağaraya saklandık. Canımızı zor kurtardık.Neler çektik neler... 3 sene sonra ağabeyim
de esirlikten döndü. Söylediğine göre Ermeniler öldürecekmiş, Ruslar bırakmamışlar.
Kazma-kürek, Ermenilerin memleketinde yol işçiliğinde çalıştırmışlardı. Yeniden ev-bark
yaptık, tarla ektik.
Abdülbari Barlas
Baba Adı : Mehmed Emin
Anne Adı : Ayşe
Doğum Yeri : Van-Sağlamtaş
Doğum Tarihi : 1919
Babamdan duyduğuma göre; Ruslar memleketi işgâl etmiş; ancak telefon yok, tel yok,
radyo yok, bizim köylüler düşmanın nereye kadar geldiğini bilememişler. Babamın
dayısının oğlu vardı, Abdülkadir isminde, babam ona, "Oğlum ben hastayım, ağabeyim
(benim büyük amcam) İran'da asker, Ruslar'a karşı çarpışıyor. Sen bir git haber al, gel"
demiş. Abdülkadir koşup gidiyor. Bizim şu tepelerin ardında çayırımız var. Bakıyor ki,
Erciş tarafının aşiretleri hep toplanmış kaçıyorlar. Abdulkadir babama diyor ki, "Talât
Ağa'nın çadırları hep kalkmış gidiyorlar."
Babam bunun üzerine, köyden göç etmeye karar veriyor, hazırlanıyorlar. İlkbaharda,
camış arabalarıyla, hayvanlar da henüz koşuma hazır olmadıkları için yoruluyorlar; köyün
güney doğuda şu karşı tepeye varınca duruyorlar. Köylünün çoğu gitmekten vazgeçiyor.
Köyün imamı babama, "Nerede Rus, nerede Ermeni? Siz kimden kaçıyorsunuz?" diyor.
94
Babam da "Bu aşiret harbi değil! Bu sarı Moskof harbi, Ermeni harbidir. Topumuz yok,
tüfeğimiz yok; mecbur kaçacağız" cevabını veriyor.
Sabah olunca babam ve âilesi ile Şeyh âilesi camışları koşup tekrar yola koyuluyorlar.
Yani 38 hâne köylü burada kalıyorlar. Babamların gittiğinin ertesi günü köylüler bir de
bakıyorlar ki, Ruslar, şu patika yoldan, Ermeni fedailerin öncülüğünde köyü sarmış herkes
can derdine düşmüş. Çocuğunun elinden tutan dereye doğru koşmaya başlamış. Ama
atlılar etraflarını çevirmiş, canlarının istediğini hemen orada kalanları da çoluk-çocuk,
kadın-erkek, genç-ihtiyar toplamış, önlerine katıp kellede (tepe anlamında) bir eve
doldurmuşlar. Süngülü iki Ermeni kapıda duruyor, ikisi de içeri girmişler. Orada bulunan
herkesi süngüyle delik-deşik ederek şehit etmişler.Yalnızca bir kadın ve bir de kız çocuğu,
yaralı olmalarına rağmen; ölülerin arasında sessizce durarak kurtulmuşlar. Kadının adı
Azime, kızın ismi Ruşen imiş, babamın söylediğine göre. Azime Hanım'ın anlattığına göre
gece ay doğduğunda kalkıp seslenmiş, bir tek o kız cevap vermiş, kalkmış dağ tarafından
tâ Siirt'e kadar giden zor bir yolculuk yapmışlar, uzun mesele. O şehitlerin bulunduğu
yer, alan olarak bellidir. Ama hangi evin kalıntısı altında olduğunu bilmiyorum. Ama
şehitler yalnız orada değil, anlattım ya, öldüre öldüre gitmişler tepeye kadar. Hatta geçen
sene dört köşeli bir Rus süngüsü de bulduk.Kaçan babamın ailesi ile Şeyh'in âilesi
Diyarbakır'ın Farikin'e gitmişler, ekinler de olmuştu, Ermeniler bırakıp kaçmışlar, tarlaları
icara almış, Sağlamtaş'dan daha çok mahsul toplamışlar. Sonra bir hastalık çıkmış,
hükümet Konya'ya sevk etti. Üç sene de orada kalmış, sonra köyümüze
dönmüşler.Abdülbari BARLAS'ın amcası oğlu Abdülhamit BARLAS, Sağlamtaş köylülerinin
Ermeni çetecileri tarafından katledildiği yeri gösteriyor. Muhaceretten sonra köye
dönenler, bu düzlükte sayısız insan kemiği bulmuşlar. Bu kemikler, o zamanın şartları
elvermediği için toplanamadığı için kaybolup gitmiş. 38 hane halkı, ortalama 150-200
kişi, bu köyde toptan katledilmiş.
Sait Kaya
Baba Adı : Ahmed
Anne Adı : Emine
Doğum Yeri : Van-Erciş
Doğum Tarihi : 1898
Ben doğma-büyüme Erciş'liyim. Ermeniler, bir Cuma günü ayaklanıp, camilerdeki
Müslümanları toptan öldürmeyi planlamışlardı. Bunun bir gün önceden haber alınması
üzere, bizimkiler erken davranıp Ermenilerin elebaşıları olan erkekleri toplayıp kılıçla
öldürdüler. Yalnızca elebaşı erkekler diyorum, çünkü bizim dinimiz çocuğu, kadını silahsızsuçsuz insanları öldürmeyi men eder.
Daha sonra Ermeni Papazı ile onları Erciş'teki büyüklerinden birisi olan Nişan
Kaymakamı'nın huzurunda iken, Nişan bu maksatlarını açığa vurmuş, "Ah papaz sen bizi
bırakmadın, onları bir Cuma evvel kesecektik" demiş.
Bahar oldu, camışkıran zamanı muhacir olduk. Biz kaçtık gittik, ama çoğu kaldı. Ermeniler
onları esir edip damlara doldurup yakmışlar. Biz erken muhacir olduğumuz için
ailemizden Ermeniler tarafından öldürülen olmadı. Fakat birçok Müslüman kesildi, yakıldı.
İki katlı binalar vardı. İnsanları oralara doldurup yaktılar.
Biz önce Diyarbakır'a, sonra Urfa'ya gittik, üç sene orada kaldık, oradan ta Antalya'ya
kadar gittik. Vali, İtalya ile aramız bozuk olduğu için, bizi şehre kabul etmedi. Denizli'ye
gittik, sekiz sene de orada kaldık. Nihayet Erciş'e döndük, evlerin çoğu yakmış,
yıkmışlardı. Yıllar boyu çalışıp bu hale getirdik.
95
Yamin Tosun
Baba Adı : Osman
Anne Adı : Hanım
Doğum Yeri : Van-Erciş - Haydarbey
Ben Erciş'in Haydarbey köyündenim. Ruslar'ın gelmesi, Ermeniler'in isyana başlaması
üzerine biz buradan muhacir olduk. Biz Urfa'ya gittik. O sene kıtlık oldu; anam, babam ve
kardeşim orada öldüler. Rusya yıkılınca yerini Ermeniler aldı. Nihayet Türk ordusu harp
ede ede onları Revan'a kadar kovaladı. Biz de memleketimize döndük.
Ama döndüğümüzde Erciş, İslam köyleri ve bizim köyümüz de tamamen yanmış,
yıkılmıştı. Biz muhacerete gittiğimizden Ermeniler'in burada İslâm ahaliye yaptıkları
zulmü gözlerimle görmedim. Duyduğumuza göre çok insan öldürmüşler. Döndüğümüzde
yıkıntı olmasından da belli idi.
24 NİSAN 1915
Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında
Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni
milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan
vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle
yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede
savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.
Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden
2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı
Hükümeti'nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD
Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı göndermiştir:
"Sayın Başkan, Türk Ermenistanı'ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam
başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu
nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor,
insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri
vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki
halkımın korunmasını rica ediyorum."
Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki
temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve
elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan
Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına
çekmeye çalışmışlardır.
Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24
Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin
tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım
iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "yer değiştirme" uygulamasıyla bile ilgili
değildir.
96
YER DEĞİŞTİRME (TEHCİR)
Ermenilerin binlerce Türk'ün canına m'l olan isyan ve katliamları karşısında bile, Osmanlı
Hükümeti'nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, tedhiş
hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan
Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda
kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki
Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini
sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme
uygulamasıdır.
Her şeyden önce, yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve
Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve
sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı
konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi
tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul
kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak
ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği'nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı'nın yer
değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından önemlidir.
27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler
çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vil'yetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney
kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise
Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir.
Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni
ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya
Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla
1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeni'nin yer değiştirme
uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni
yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti'nin son nüfus
istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir. Yer
değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880'i İstanbul, 60.119'u Bursa 'da, 4.548'i
Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilayetinde olmak üzere toplam 167.778'dir.
Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran
1915'ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit,
Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik'ten
toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084'ü
yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında
verdiği kayıplar 35.000 kişi civarındadır. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus
içerisinde yer alan Halep'teki 26.064 Ermeni nüfusu, göç ettirilenler içerisine dahil
edilmemiştir. Bu rakam 35.000'den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Yani
Ermenilerin yer değiştirme sırasında verdikleri toplam kayıp 9-10 bin kişiden ibarettir.
Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500'ü Erzurum-Erzincan arasıda eşkıya
grupları tarafından, 2000 civarında kişi, Urfa'dan Halep'e giden yol üzerinde Meskene'de
Urban eşkıyaları tarafından, 2000 kişi Mardin'de eşkıya tarafından öldürülmüştür. Dersim
bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi
öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır.
Toplam 9-10 bin kişinin ölmüş olduğu diğer verilerden tespit edilmektedir. Böylece, yer
değiştirme sırasında soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek
Ermeni yoktur.
Ayrıca, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan
Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini
97
tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katli'm olayının olmadığını da ispat
etmektedir.
Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli
sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret, yabancı
diplomatlarca da tesbit edilmiştir. Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik
büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane
kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar
detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve
geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230
milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır.
Ermenilerin yer değiştirilmeleri, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak,
onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.
Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon
yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek rahatlıkla halledebilirdi. Osmanlı, yer değiştirme
uygulamasıyla savaş şartlarında her an ölümle burun buruna gelebilecek olan yüz
binlerce Ermeni'nin hayatını kurtarmıştır. Nitekim, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler
sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan
Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir.
Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması son derece başarılı bir sevk ve iskan
hareketidir. Bugünün şartlarında bile dünyada bir benzeri daha yoktur.
Yer Değiştirmenin (Tehcir) Tanımı
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer
değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır; bir "sürgün", bir
"deportation" manası yoktur. Bununla birlikte; "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun
adı da aslında "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri
tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak
gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan "tenkil (nakletme)"
tabiri de batı dillerinde "sürgün" anlamına gelen "deportation", "exile" veya "proscription"
gibi terimlere karşılık değildir.
Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına
önlem almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis'in de uygun gördüğü
yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır.
Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve
Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun
bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma
yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve
Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde
genişletilmiştir. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları
halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirilmişlerdir.
Gerçekleştirildiği 1915'ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey
yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu
uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç
milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir
dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve
98
Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir
belgeye dahi rastlamamışlardır.
Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırım"a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı;
bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Bunun için "yer değiştirme"
gibi bir uygulamaya ne gerek vardı? Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve yeme-içmelerinin
temini için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı? 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına
kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler
çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen,
Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı? Adetâ yeni bir cephe
açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?
Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti'nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir.
Osmanlı devletinin, yüzlerce yıl devlete olan bağlılıklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak
nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesinin de mantıklı bir izahı yoktur.
Değişen Osmanlı değil, Rusya ve İtilaf Devletlerinin bağımsızlık vaatlerine kanan
Ermenilerdir.
Devlet güvenliğinin sağlanması için gerekli bir uygulama olan yer değiştirme, dünyanın en
başarılı sevk ve iskan hareketidir ve hiçbir zaman Ermenileri imha etmek gayesini
gütmemiştir.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
Yer Değiştirmenin Nedenleri
Yer değiştirme kararı, bağımsız Ermenistan kurma düşüncesiyle, savaş içindeki kendi
devletlerini arkadan vuran Ermenilerin verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak
alınmıştır. Ruslar ve İtilaf Devletleri'nin Ermenileri nasıl kandırdıkları ve kışkırttıkları,
belgeleriyle sabittir1. Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve
bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti
kurmuşlardır2. Ermeniler, yer değiştirme öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç
sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla
işbirliği yapmışlar; müslüman halka karşı katliâmlarda bulunmuşlardır3.
Ermenilerin yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren
Osmanlı Hükümeti, bütün illere yazılar yazarak; Ermeni katliamlarını anlatan belge ve
fotoğrafların gönderilmesi istemiştir4. Toplanan belge ve fotoğrafların ışığında "Ermeni
Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri / Meşrutiyet'in İlanından Önce ve Sonra"
adıyla bir kitap yayınlanmıştır5.
Ermeni mezalimi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da devam etmiştir. 1920'de Hanov adlı
bir Ermeni komutasında Nahçıvan'a giden 1.200 kişilik birliğin, oradaki müslümanlara
yaptıkları mezalim bunun en çarpıcı örneklerinden biridir6. Ayrıca 3 ve 7 Mart 1921
tarihlerinde Mamuretülaziz (Elazığ) vilâyeti vâli vekili Mümtaz Bey'in gönderdiği
telgraflardan, Fransızların korumasına giren Ermenilerin Kilikya'dan Adana'ya kadar
bağımsız bir Ermenistan hayali içinde bulundukları anlaşılmaktadır7.
Bu gelişmeler üzerine, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla,
2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya şu yazıyı göndermiştir:
99
"Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını
sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin
buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim.
3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki
müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna
karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri
aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek, yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu
içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir.
Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesini ve uygulanmasını rica ederim. Bir mahzur yoksa
isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların
yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim8".
Yer değiştirme uygulamasının ilk işareti sayabileceğimiz bu yazı ile Enver Paşa,
Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istemektedir. Söz konusu yazıya
göre uygulama yalnızca Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde yapılacaktır.
Nitekim öyle de olmuştur.
Durumun önemi ve aciliyeti nedeniyle zaman kaybetmek istemeyen Talat Paşa, Meclis'ten
henüz bir karar çıkmadan yer değiştirme uygulamasını başlatmış ve bu çok ağır
sorumluluğu tek başına üzerine almaktan kaçınmamıştır9.
Öncelikle Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin savaş bölgesi dışına
çıkarılması konusunu ele alan Talat Paşa, 9 Mayıs 1915'te gönderdiği şifre emirlerle
Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey ve Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalık Bey'i
konu hakkında bilgilendirmiştir. Talat Paşa söz konusu şifrelerinde, isyan ve ihtilal
yapmak için bazı bölgelerde toplu halde bulunan Ermenilerin güneye doğru göç
ettirilmesinin kararlaştırıldığını, kararın derhal uygulanması için vâlilere mümkün olan her
türlü yardımın yapılması gerektiğini bildirmiştir.
Başkomutanlık'tan 3. ve 4. Ordu Komutanlarına konuyla ilgili bildiri yazıldığını kaydeden
Talat Paşa, faydalı sonuçlar verecek bu uygulamanın, Van'la birlikte Erzurum'un güney
kısmı, Bitlis'e bağlı önemli kazalar, özellikle Muş, Sasun ve Talori civarını da kapsamasının
iyi olacağına dikkat çekmiş ve valilerden ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal
uygulamaya başlamalarını istemiştir10.
Ayrıca 23 Mayıs 1915'te 4. Ordu Komutanlığına bir şifre gönderen Talat Paşa,
boşaltılmasını istediği yerleri şu şekilde belirtmiştir:
1. Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetleri;
2. Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı;
3. Halep Vilâyetinin merkez kazası hariç olmak üzere İskenderun, Beylan (Belen), Cisr-i
Şugur ve Antakya kazaları dahilindeki köy ve kasabalar;
4. Adana, Sis (Kozan) ve Mersin şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan
ve Cebel-i Bereket sancakları.
Buna göre; Erzurum, Van ve Bitlis'ten çıkarılan Ermenilerin, Musul'un Güney kısmı ile Zor
sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından
çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin doğu kısmı ile Halep vilâyetinin doğu ve
güneydoğusuna nakledilecekleri kararlaştırılmıştır. Göç işlemlerini denetlemek ve
100
yönetmek üzere Mülkiye Müfettişlerinden Ali Seydi Bey Adana bölgesine, Hamid Bey ise
Halep ve Maraş bölgesine atanmıştır.
Yeni yerleşim bölgelerine ulaşan Ermenilerin, bölgenin durumuna göre ya mevcut köy ve
kasabalarda inşa edecekleri evlere ya da hükümet tarafından belirlenecek yerlerde
yeniden kuracakları köylere yerleştirilmeleri ve Ermeni köylerinin Bağdad demiryolundan
en az 25 km. uzakta olması şart koşulmuştur.
Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin can ve mallarının korunması, yeme, içme ve
dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergahında bulunan bölgesel yöneticilere bırakılmıştır.
Yerleri değiştirilecek Ermenilerin bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte
götürebilecekleri ve taşınmaz malları konusunda da ayrıntılı bir emir yazısı hazırlanarak
ilgili yerlere ulaştırılması kararlaştırılmıştır11.
Başkomutanlık, yerleri değiştirilen Ermenilerin yeniden fesat yuvaları oluşturmamaları için
26 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanlığı'na bir yazı göndererek şu konuların dikkate alınmasını
istemiştir:
l. Ermenilerin gönderildikleri yerlerdeki nüfusu oradaki aşiret ve müslüman sayısının %10
oranını geçmemelidir.
2. Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır.
3. Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa ev değiştirmemelidir12.
İçişleri Bakanlığı'nın bütün bu önlemleri uygulamaya koyduğu günlerde, 24 Mayıs 1915'te
ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere Hükümetleri, bir aydan beri
"Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermenilerin
öldürüldüklerini ve olaylardan Osmanlı Hükümeti'ni sorumlu tutacaklarını
açıklamışlardır13.
Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme
uygulamasının yasal bir zemine oturtulması amacıyla hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs
1915'te Başbakanlığa gönderdi 14.
Talat Paşa yazısında, "Osmanlı topraklarına göz diken istilâcıların emellerini
gerçekleştirmek için Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler arasına ayrımcılık soktuklarını ve
yardım ettiklerini; isyan eden Ermenilerin düşmana karşı savaşan Türk ordusunun
harekâtını güçleştirmek için her çeşit engellemeleri yaptıklarını; askere gıda maddesi,
silah ve mermi ulaştırılmasını engellediklerini; düşmanla işbirliği yaptıklarını; bir kısmının
düşman saflarına katıldıklarını, askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda
bulunduklarını; şehir ve kasabalarda katliam ve yağmacılık yaptıklarını; düşmanın deniz
kuvvetlerine gıda maddesi temin ettiklerini ve önemli askeri bölgeleri düşmana
gösterdiklerini" açıkladıktan sonra, devletin selâmeti için köklü önleme gereksinim
duyulduğunu ve bunun için, savaş bölgesinde olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere
göç ettirilmesine karar verildiğini ifade etmiştir.
İçişleri Bakanlığı'nın bu yazısı, Başbakanlık tarafından kaleme alınan bir başka yazı ile
derhal Meclis'e ulaştırılmıştır. Başbakanlık yazısında Talat Paşa'nın ifadeleri
tekrarlandıktan sonra, devletin selâmeti için uygulanmasına başlanılan yer değiştirme
uygulamasının yerinde olduğu ve bunun bir yöntem ve kurala bağlanmasının gerektiği
dile getirilmiştir15. Meclis de aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır.
Meclis'in bu konu ile ilgili kararnamesinde, devletin varlığının ve güvenliğinin sağlanması
uğrunda yapılan mücadeleye, kötü etkisi olan bu gibi zararlı faaliyetlerin önüne etkili
101
yöntemlerle geçilmesinin kesinlikle gerekli olduğu ve İçişleri Bakanlığınca bu konuda
alınan önlemlerin son derece doğru ve yerinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, yerlerinden
çıkarılan Ermenilerin gayrimenkul mallarıyla ilgili bir bildiri yayınlanarak, belirlenecek
komisyonlar tarafından tespitinin yapılması ve gönderilen Ermenilere gittikleri yerde
durumlarına uygun iş sahalarının açılması ve Göçmen Ödeneği'nden kendilerine yardım
yapılması kararının alındığı ifade edildikten sonra, göçün güven içinde yapılması
konusunda ilgililere gerekli emrin yazılması istenmiştir16.
Başbakanlık'tan 30 Mayıs 1915 tarihinde İçişleri, Harbiye ve Maliye Bakanlıklarına yazılan
yazıda yer değiştirme uygulamasının nasıl yapılacağı şöyle anlatılmıştır17:
a) Ermeniler kendilerine ayrılan bölgelere can ve mal güvenlikleri sağlanarak rahat bir
şekilde nakledileceklerdir.
b) Yeni evlerine yerleşene kadar yeme-içme giderleri Göçmen Ödeneği'nden
karşılanacaktır.
c) Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir.
d) İhtiyaç sahipleri için hükümet tarafından ev inşa edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına
tohumluk, alet ve edevat sağlanacaktır.
e) Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ve değerleri
belirlendikten sonra, buralara yerleştirilecek olan müslüman göçmenlere
paylaştırılacaktır. Bu göçmenlerin uzmanlık alanları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve
portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile
satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca
emanete kaydedilecektir.
f) Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir emir yazısı
hazırlanacaktır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
Talat Paşa'ya Atfedilen Telgraf
Yer değiştirme uygulaması hakkındaki Ermeni iddialarının en önemlilerinden biri de Talat
Paşa'ya atfedilen ve Ermenilerin katledilmesini emrettiği iddia edilen telgraflardır. Oysa,
yer değiştirme kararı ve uygulaması sırasında; Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin
onları yok etme amacını taşımadığı Talat Paşa tarafından her fırsatta dile getirilmiştir.
Nitekim 29 Ağustos 1915 tarihinde Hüdavendigâr, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş,
Urfa, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Karahisar-ı
Sahib, Erzurum ve Kayseri vali ve mutasarrıflarına (Mutasarrıf: Osmanlı yönetim
yapısında bir sancağın en büyük idare amiri) gönderilen bir şifre telgrafta yer değiştirme
uygulamasının gayesi şu şekilde açıklanmaktadır1:
"Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak belirlenen bölgelere sevklerinden
hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını
ve bir Ermenistan Hükümeti kurmaları hakkındaki millî emellerini takip edemeyecek bir
hale getirilmelerini sağlamak içindir. Bu kimselerin yok edilmesi söz konusu olmadığı gibi,
sevkiyat esnasında kafilelerin güvenliği sağlanmalı ve Göçmen Ödeneği'nden harcama
yapılarak yeme-içmelerine ilişkin her türlü önlem alınmalıdır.
102
Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka, yerlerinde kalan Ermeniler bundan
sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de bildirildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç
nispetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk edilmemesi hükümetçe kesin
olarak kararlaştırılmıştır.
Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve
memurlar hakkında şiddetli kanunî önlem alınmalı ve bu gibiler derhal görevlerinden el
çektirilerek Divan-ı Harp'lere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve
sancaklar sorumlu tutulacaklardır".
27 Mayıs 1915'te Ankara'ya gönderilen gizli şifrede; "Ermeniler hakkında hükümetçe
alınan önlemler, sırf memleketin huzur ve düzenini sağlamak ve korumak mecburiyetine
dayanmaktadır. Ermeni unsuruna karşı Hükümetin yok etmeye yönelik bir siyaset
izlemediğinin göstergesi, şimdilik tarafsız bir durumda kaldıkları görülen Katolik ve
Protestanlara dokunmamış olmasıdır." denilmektedir2.
Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite başkanlarının sürülmeleri konusunda
Hükümetin yayınladığı bildirinin, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı
olarak pek çok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat
sürdürebilecekleri yerlere sevk edilmiştir. Bunun üzerine Talat Paşa 1 Haziran 1915'de
bütün vilâyetlere bir genelge daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları
yerlerden alınarak karışıklık çıkaramayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün
işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını bildirmiştir 3.
Ayrıca, Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 13 Haziran 1915 tarihli şifrede de, Divân-ı
Harp'e verilmiş Ermenilerden başka, göçe tabi tutulması gereken Ermenilerin bu konudaki
özel bildiriye uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul'a
gönderilmelerine şimdilik gerek olmadığı bildirilmiştir4.
14 Haziran 1915'de Erzurum, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis vilâyetlerine gönderilen
şifrede ise, yerleri değiştirilen Ermenilerin yollarda hayatlarının korunması gerektiği
belirtildikten sonra; göç sırasında firara yeltenenler ve korunmalarından sorumlu olanlara
karşı saldırıda bulunanların yola getirilmesinin doğal olduğu; ancak, buna hiçbir şekilde
halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve
aynı zamanda dışarıya karşı da pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kesinlikle fırsat
verilmemesi istenmiştir.
Sözde Ermeni soykırımı iddiacılarının sözünü ettikleri telgrafa gelince5:
Aram Andonian adlı bir Ermeni, 1920 yılında Londra'da yayınladığı "Naim Bey'in anıları /
Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli kitabında konuya
temas etmiştir. Söz konusu kitap daha sonra Paris'te "Ermeni Katliamına İlişkin Resmi
Belgeler" ve Boston'da ise "Büyük Suç, Son Ermeni Katliamı ve Talat Paşa, İmzalı
Orijinalleriyle Resmi Telgraflar" adı ile yayınlanmıştır.
Kitapta yer alan ve Talat Paşa'ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak
amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından bu belgeler
üzerinde yapılan inceleme sonucunda;
"belgelerin alındığı söylenen Naim Bey isimli şahsın Halep İskan Dairesi'nde hiçbir zaman
çalışmadığı, belgelerin otantik ve kullanılan kağıtların Osmanlı Devletinin yazışmalarda
kullandığı kağıt türünde olmadıkları, orijinal nüshalarının Başbakanlık Arşivindeki İçişleri
Bakanlığı belgeleri arasında bulunmadığı, sahte belgelerde yer alan kayıt numaralarında
çıkış adresi olarak gösterilen daire kayıtlarında bu evraklara rastlanmadığı, Hicri ve Miladi
tarihlerde hata yapıldığı, imzaların gerçekleriyle uyuşmadığı, Osmanlıca yazım
kurallarında rastlanılmayacak hatalara yer verildiği"
103
gibi çok sayıda somut delillere rastlanılmıştır.
Ayrıca, "kitapta kullanılan belgelerin orijinallerinin Manchester'deki Ermeni Bürosunda
olduğu" söylenmesine rağmen, bugüne kadar dünya kamuoyunun bilgisinden ve
incelemesinden ısrarla kaçırılması ve "doğruluğunun Osmanlı dönemindeki Halep Ermeni
Birliği'nin raporuna dayandırılması" gibi durumlar Ermenilerin sözde soykırım maksatlı
iddialarının ne ölçüde gerçek dışı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) DH. EUM. 2. Şube, 68/80.
2) DH. EUM. 2. Şube, 68/71; 2. Şube 68/84 (bk. belge 192, 200).
3) DH. EUM. 2. Şube, 68/101 (bk. belge 217).
4) Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'deki 26.064
Ermeni nüfusu, göç ettirilenler içerisine dahil edilmemiştir. Çünkü yeni yerleşim bölgesine
varanlar, Anadolu'dan gönderilenlerden oluşmaktadır. Öte yandan Haleb'e gelenlerin yüz
bin civarında olduğu bildirilmesine karşılık (bk. DH. EUM. 2. Şube, 68/80) buraya gelen
nüfus 100.000 olarak alınmıştır.
5) OREL, Şinasi, Yuca SÜREYYA, Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek
Yüzü, Türk Tarihi Kurumu Yayını, Ankara 1983
Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu
"Tehcir Kanunu" olarak bilinen; ve fakat Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe
gerisinde oluşan isyan ve ayaklanmaları önleme gayesi güden "Savaş zamanında
hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler
hakkına geçici kanun" 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiştir1. Kanun, 1 Haziran 1915
günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir2.
Söz konusu geçici kanunun birinci maddesi; ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş
sırasında Hükümetin emirlerine, ülkenin savunulmasına ve huzurun korunmasına karşı
çıkanlara, silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askeri önlem alma,
tecavüz ve direniş sırasında isyancıları yok etme yetkisi vermektedir. İkinci madde ise
aynı komutanlara, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek
tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân ettirme yetkisi vermektedir.
10 Haziran 1915 tarihinde yayımlanan bir emir yazısı 3 ile de, göçe tabi tutulan
Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Bir başkan ile, biri idari diğeri de maliyeci
olmak üzere iki üyeden oluşan "Terkedilmiş Mallar Komisyonu" kurulmuştur. Bu
komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit edecek, ayrıntılı
defterlerini tutacaktır. Defterlerden biri bölgesel kiliselerde korunacak, biri bölge
yönetimine verilecek, biri de komisyonda kalacaktır. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık
arttırma ile satılacak ve parası korunacaktır. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, bildiri
hükümlerini bölgelerdeki görevliler yerine getirecektir. Bu malların Ermeniler dönünceye
kadar korunmasından hem komisyon, hem de bölge yöneticileri sorumlu olacaktır.
27 Mayıs 1915 tarihli kanun ve 10 Haziran 1915 tarihli emir yazılarından da anlaşılacağı
gibi, Talat Paşa'nın başlattığı ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme uygulaması,
"doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgeleri" kapsamaktadır. Bunlardan
birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis
dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir.
104
Çünkü Ermeniler bu bölgelerde düşmanla işbirliği yapmakta ve onların çıkarma
yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmaktaydılar.
Bununla birlikte; "savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce
alınacak önlemleri" içeren kanun, tamamen devleti ve kanun düzenini korumaya yönelik
bir yetki kanunudur. En önemli özelliklerinden biri ise; "kanun metninde herhangi bir
etnik grup veya zümrenin adından söz edilmemiş ve hatta ima dahi edilmemiş" olmasıdır.
Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden
başka yerlere göç ettirilerek yerleştirmeye tabi tutulmuştur. Kanunu, tek bir halka
yöneltilmiş olarak görmek, ya bilgi eksikliğinin göstergesidir, ya da kasıtlı davranmanın4...
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
Yer Değiştirmenin Başlaması
27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskan Kanunu ve kanunun uygulanma şekillerine belirleyen
bildirilere uygun olarak; Ermeni kafileleri, yeni yerleşim alanlarına dağıtılmak üzere yol
kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbakir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli
merkezlerde toplanmışlardır.
Kafilelerin göç ettirildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları için
mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Ayrıca güzergâh seçiminde,
kafilelerin güvenlik ve korunmalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır.
Nitekim Kayseri'den, Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz
(Elazığ), Erzurum ve çevresinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul'a
gönderilmişlerdir1.
Bununla birlikte, yolların çok kalabalık olması, sancaklarda düzenin bozulması ihtimalinin
belirmesi durumlarında, bu güzergahlar dışına da çıkılmıştır2. Urfa'dan Re'sülayn ve
Nusaybin yoluyla gidenler, Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak
üzere Siverek yolundan gönderilmişlerdir3.
Batı Anadolu'dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus
üzerinden Kars-ı Maraş-Pazarcık yoluyla Zor'a gönderilmişlerdir4. Bütün bu güzergâhların
seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu
sırada en güvenli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır.
Nitekim Batı Anadolu'dan yeni yerleşim bölgelerine gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle
nakledilmişlerdir5. Cizre yolu ile gönderilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir
kayıklarıyla taşınmışlardır6. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler
hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.
Devlet savaş şartlarına rağmen, yer değiştirme uygulamasının tam bir düzen içinde
yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için elindeki bütün imkânları
zorlamıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve gıda maddesi göndermek
zorunda kalınması yüzünden göçmenleri taşıyacak edecek araç bulmakta zaman zaman
zorluklarla karşılaşılmıştır. Bu yüzden istasyonlarda büyük yığılmalar meydana gelmiştir.
Araç azlığı, taşımanın yer yer aksamasına yol açtığı gibi 7, hasat mevsimi olması, araba ve
hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket etmelerine sebep
olmuştur8. Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümet, yerleri değiştirilen
Ermenileri büyük bir düzen içerisinde yeni yerleşim yerlerine taşımayı başarmıştır.
Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi
Morganthau'ya gönderdiği raporda, Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının
105
Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini,
kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece
düzenli bir şekilde yönettiğini, şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini, göçmenlere yeteri
kadar bilet sağladığını, ihtiyacı olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir9.
Çıkarıldıkları ve Yerleştirildikleri Bölgeler
Ermenilerin hangi bölgelerden çıkarılıp hangi bölgelere yerleştirilecekleri Talat Paşa'nın 23
Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede belirtilmiştir. Söz konusu
şifresinde Talat Paşa, başka vilayetlere götürülecek Ermeniler hakkında bilgi verdikten
sonra, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin
Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına
yerleştirilmelerini; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye
vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na nakledilmesinin
uygun olacağını bildirmiştir.
Ancak, Ermeni isyan ve katliamlarının devam etmesi üzerine; 5 Temmuz 1915 tarihinde
Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz (Elazığ),
Musul vilâyetleriyle "Adana Terkedilmiş Mallar Komisyonu" başkanlığına, Zor, Maraş,
Canik, Kayseri ve İzmit mutasarrıflıklarına emir gönderilerek, Ermenilerin yerleştirilmesi
için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirilmiştir.
Buna göre, Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki müslüman nüfusun
yüzde 10'u oranını geçmeyecek şekilde şöyle belirlenmiştir:
l. Kerkük sancağının İran sınırına 80 km. mesafede bulunan köy ve kasabalar dahil
olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;
2. Diyarbekir sınırından 25 km. içeride, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim
yerleri dahil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;
3. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güney-batısında
bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dahil
olmak üzere demiryolu güzergâhlarından 25 km. dışarıda bulunan kasaba ve köyler(*).
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu
Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları
ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8
Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine
taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi'nin ilgili
tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir1:
Sevk edilen
Adana2
Ankara (Merkez)
Aydın
4
Birecik
5
Diyarbakır
6
3
Kalan
14.000
15-16.000
21.236
733
250
-
1.200
-
20.000
-
106
Dörtyol7
9.000
-
8
5.500
-
Eskişehir
7.000
-
Giresun
328
-
250
-
26.064
-
Erzurum
9
10
Görele
Halep
11
Haymana
60
-
13
İzmir
256
-
İzmit
14
58.000
-
257
-
5.769
2.222
45.036
4.911
1.169
-
Kırşehir
747
-
Konya19
1.900
-
1.400
-
51.000
4.000
12
Kal'acık15
Karahisarı sahib
Kayseri
16
17
Keskin
18
Kütahya
20
Mamuretülaziz
Maraş
21
-
8.845
Nallıhan
479
-
Ordu
36
-
Perşembe
390
-
Sivas
136.084
6.055
Sungurlu
576
-
Sürmene
290
-
Tirebolu
45
-
Trabzon
3.400
-
Ulubey
30
-
Yozgat
10.916
-
422.758
32.766
22
23
24
25
TOPLAM
Diğer taraftan Göçmen ve Aşiretleri Yerleştirme Müdürü Şükrü Bey'in 18 Ekim 1915
tarihinde Halep'ten gönderdiği telgrafta, Halep'e sevk edilen Ermenilerin tahminen
100.000 civarında olduğu bildirilmektedir26.
Bu arada Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle
Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle de Cizre'de 136.084 Ermeni nüfusun
toplandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır27. Şükrü Bey'in 3 Kasım 1915 tarihinde Nizip'ten
çektiği bir şifre telgrafta ise, taşımanın gayet düzenli bir şekilde devam ettiği ifade
edilmektedir28.
Yukarıda verilen listede yer değiştiren nüfus içinde yer alıp da henüz taşınmamış olduğu
belirtilen kalan nüfustan Adana'dakiler, daha sonra yeni yerleşim bölgelerine
taşınmışlardır29. Buna göre sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte
iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir30.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
107
DİPNOTLAR
1) Bu arada Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa Ermenileriyle, Protestan ve
Katolik Ermenilerle, hastalar, öğretmenler, yetim çocuklar ve kimsesiz kadınlar sevk
edilmemiştir.
2) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
3) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
4) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/250.
5) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
6) Belgelerde Diyarbakır'dan ne kadar Ermeni'nin naklolunduğu bildirilmemektedir.
Bununla beraber başka illerden gelenlerle birlikte 120 bin Ermeni'nin sevk edildiği
kayıtlarda yer almaktadır. Bu sebeple bu ilden 20.000 Ermeni'nin sevk edildiği
varsayılmıştır.
7) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/89.
8) ŞFR. nr.54/162. Her iki belgede sevk olunan Ermenilerden 500 kişilik bir kafilenin
Erzurum-Erzincan arasında Kürtler tarafından katledildiği, diğer belgede ise Dersim
bölgesinden gönderilen kafilelerin Dersim eşkıyası tarafından yine tamamen katledildiği
bildirilmektedir. Bu kafilelerde kaç kişinin bulunduğu bilinmediğinden tahmini olarak
5.000 kişi alınmıştır.
9) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/72.
10) Giresun, Perşembe, Ulubey, Sürmene, Tirebolu, Ordu ve Görele aynı vesikada
verilmiştir (Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41).
11) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/76.
12) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
13) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/260.
14) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/67 (Ek-XXIV)
15) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/79
16) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/73.
17) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/75 (Ek-XXV).
18) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
19) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/34.
20) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/93.
21) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/70 (Ek-XXVII).
22) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
23) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/84 (Ek-XXVII).
24) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
25) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
26) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/80 (Ek-XXVIII).
27) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/71 (Ek-XXIX); 2. Şube, nr.68/84.
28) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
29) Haleb'e gelenlerin 100 bin civarında olduğu bildirilmesine karşılık (Bkz. DH. EUM. 2.
Şube, nr.68/80) buraya gelen nüfus 100.000 olarak alınmıştır.
30) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili
olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar
verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
Ermenilerin Verdiği Kayıplar
Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam
438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir1. Görüldüğü
gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.
Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark,
belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi ErzurumErzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin
108
civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani
yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere
yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür2.
Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında
katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden
anlaşılmaktadır3. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle
de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki 4, bu şekilde 40 bine yakın kişi
yollarda kaybedilmiştir.
Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine
varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde
alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan
Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir 5. Öte
yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı
ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.
Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin
Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan
ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de,
Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı
mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır6.
Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da
eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce
ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela
ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak
1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce
Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade
edilmektedir7.
Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan
Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu
göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının
olmadığını ortaya koymaktadır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili
olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar
verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
2) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik
mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık
ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni'nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul'da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi
bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz
1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıf2lığına 3 Şubat 1916, ŞFR.,
nr.60/219).
3) ŞFR., nr.57/110.
4) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
5) ŞFR., nr. 63/119.
109
6)
7)
DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.
Kafilelere Yapılan Saldırılar ve Alınan Tedbirler
Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakledilmeleri sırasında bazı kafilelere, özellikle
Halep-Zor arasında Arap aşiretleri tarafından yapılan saldırılarda bazı Ermeniler ölmüştür.
8 Ocak 1916 tarihli bir şifre telgraftan anlaşıldığına göre, yapılan araştırma sonucunda
Haleb'e bir saat uzaklıktan Meskene'ye kadar olan yollarda aşiretlerin gasp için yaptığı
saldırılar sonucu pek çok Ermeni'nin öldürüldüğü1, Diyarbakır'dan Zor'a ve Saruç'tan
Menbiç yoluyla Haleb'e nakledilen Ermenilerden 2.000 kadarının yine Arap aşiretleri
tarafından soyuldukları anlaşılmıştır2.
Diyarbakır bölgesinde Ermeni-gayrımüslim ayırt edilmeksizin, çeteler ve eşkıya tarafından
2.000'e yakın kişinin öldürüldüğü bildirilmiş, bunun üzerine, bu gibi olayların derhal
önlenmesini ve kafilelerin geçecekleri yol üzerinde huzurun kesin olarak sağlanmasını,
aksi halde eşkıya ve çetelerin hareketlerinden o vilâyetin sorumlu tutulacağı sert bir dille
bildirilmiştir3.
Erzurum-Erzincan arasında 500 kişilik başka bir kafilenin de Kürtlerin saldırısı sonucu
öldüğü haberi alınmış, bunun üzerine Diyarbakır, Elazığ (Mamuretülaziz) ve Bitlis
vilâyetlerine gönderilen 14 Haziran 1915 tarihli bir şifre telgrafla, göç sırasında yol
üzerinde bulunan aşiretler ve köylülerin saldırılarına karşı her türlü yöntemin kullanılması,
katle ve gasba yeltenenlerin şiddetle cezalandırılması emredilmiştir 4.
Osmanlı hükümeti, bir yandan düşmanla savaşırken bir yandan da kafilelerin gıda
ihtiyaçları ve güvenliklerini sağlamak için olağanüstü gayret göstermiştir. Yerleri
değiştirilen Ermenilerin eşkıya tarafından öldürülmeleri veya soyulmaları karşısında her
zamanki hassasiyet gösterilmiş ve göçün emniyet içinde yapılması sağlanmaya
çalışılmıştır. Göç yolu üzerindeki illerin yöneticilerine yazılan emirlerle Ermeni kafilelerine
saldıranların cezalandırılmaları sağlanmıştır.
Bu konuda alınan önlemleri takip eden Hükümet, 5 Eylül 1915 tarihinde Erzurum, Adana,
Ankara, Halep, (Bursa) Hüdâvendigâr, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elazığ
vilâyetleriyle, Urfa, İzmit, Zor, Karesi, Kayseri, Kütahya, Maraş, Karahisar
mutasarrıflıklarına çektiği şifre telgrafta, Ermeni kafilelerine zarar verenlerden kaç kişinin
cezalandırıldığını sormuştur5.
Öte yandan, Ermeni kafilelerinin göç ettirilmesi sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen
görevlileri belirlemek üzere İnceleme Komisyonları kurulmuştur. Sorgu Mahkemesi Birinci
Başkanı Âsım Bey'in başkanlığında Ankara İli Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile İzmir
Jandarma Bölge Müfettişi Kaymakam Muhhiddin Bey'den oluşan bir komisyon, Adana,
Halep, Suriye, Urfa, Zor ve Maraş bölgelerine6; Temyiz Mahkemesi Başkanı Hulusi Bey'in
başkanlığında Danıştay üyelerinden İsmail Hakkı Bey'in de katıldığı komisyon Bursa,
Ankara, İzmit, Balıkesir (Karasi), Kütahya, Eskişehir, Kayseri, Karahisar-ı Sahip ve Niğde
bölgelerine gönderilmişlerdir7.
Bitlis eski Valisi Mazhar Bey başkanlığında İstanbul Başsavcısı Nihad ile Jandarma
binbaşılarından Ali Naki Beylerden oluşan üçüncü bir komisyon ise, Sivas, Trabzon,
Erzurum, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis ve Canik bölgelerinde görevlendirilmişlerdir. Bu
komisyonun başkanı olan ve Sivas'ta bulunan Mazhar Bey'e 3 Ekim 1915'de "gizli"
kaydıyla çekilen bir şifre telgrafta, komisyonların vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri
yaptıktan sonra, sonuçlarını devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiştir 8.
Komisyonlara verilen emirlere göre; jandarma, polis, memur ve âmirleri, haklarında
yapılacak inceleme sonucuna göre Divan-ı Harp'e sevk edileceklerdir. Divan-ı Harp'e sevk
110
edilenlerin bir listesi de İçişleri Bakanlığı'na verilecektir. Vali ve mutasarrıflar hakkında
yapılacak incelemelerin sonuçları önce İçişleri Bakanlığı'na bildirilecek ve verilecek emre
göre işlemleri yürütülecekti. Divan-ı Harp başkanları veya üyeleriyle askeri memurlardan
da suiistimali görülenler bulunursa, bağlı oldukları ordu komutanlıklarına bildirilecekti.
İnceleme Komisyonlarının verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan
(kafilelerden para ve eşya çalmak, gerekli şekilde koruma görevi yapmadığı için
kafilelerin tecavüze uğramalarına yol açmak, sevk emrine aykırı hareket etmek gibi) pek
çok görevli, işten el çektirildiler. Bir kısmı Divan-ı Harpler'de yargılanarak ağır cezalara
çarptırıldılar9.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 59/244.
2) Şifre Kalemi., nr. 56/140; 55-A/144.
3) Şifre Kalemi.,nr. 54/406; nr. 54-A/73; nr. 54-A/248.
4) Şifre Kalemi., nr. 54/9; nr. 54/162.
5) Şifre Kalemi., nr. 55-A/84.
6) Şifre Kalemi., nr. 56/186.
7) Şifre Kalemi., nr. 56/355; nr. 58/38.
8) Şifre Kalemi., nr. 56/267.
9) Şifre Kalemi., nr. 58/278; nr. 58/141; nr. 55-A/156; nr. 55-A/157; nr. 61/165; nr.
57/116; nr. 57/413; nr. 57/416; nr. 57/105; nr. 59/235; nr. 54-A/326; nr. 59/196.
Yer Değiştirmeye Tabi Tutulmayan Ermeniler
Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Başlangıçta bazı bölgelerde
(Urfa'da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale,
Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan
Ermenilerin bir bölümü göç dışında bırakılmışlardır1. Fakat, daha sonra bunların da çeşitli
şiddet olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı göç ettirilmişlerdir2. Hasta ve
âmâlar yer değiştirmeye tabi tutulmadıkları gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden
olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da göç
ettirilmemişlerdir. Nitekim illere gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların
sevk edilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri istenmiştir3.
2 Ağustos 1915 ve 15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili illere gönderilen telgraflarla Katolik ve
Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin göç ettirilmemesi ve bulundukları şehirlere
yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir4. Bu gibiler, il içinde şehirlere
yerleştirilmişlerdir5. Yanlışlıkla göç ettirilenler ise, araştırılarak o sırada bulundukları
şehirlere yerleştirilmişlerdir6. Fakat, göç dışı tutulanlardan, zararlı eylemleri görülenler;
ister Katolik, ister Protestan olsun yeni yerleşim bölgelerine sevk edilmişlerdir 7.
15 Ağustos 1915'de illere gönderilen şifre telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sağlık
sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve aileleri bulundukları yerlerde bırakılarak göç
ettirilmemişlerdir8. Bunun yanı sıra, merkezdeki ve taşradaki Osmanlı Bankası
şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de hükümete bağlı
kaldıkları ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcire tabi tutulmamışlardır9.
Ayrıca, yetim çocuklar ve dul kadınlar da göç ettirilmeyerek, yetimhanelerde ve köylerde
koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddi yardımda bulunulmuştur10. Yer değiştirme
111
sırasında yetim kalan çocuklar da Sivas'a gönderilerek oradaki yetimhanelere
yerleştirilmişlerdir11. Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında 30 Nisan 1916'da genel
bir emir yayınlanmıştır.
Bununla, erkekleri göç ettirilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz aileler, Ermeni
ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmiş, gıda ihtiyaçları Göçmen
Ödeneği'nden verilmiştir. 12 yaşına kadar olan çocuklar, bölgelerindeki yetimhanelerin
yeterli olmadığı yerlerde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmeleri ve
eğitimleri sağlanmıştır. Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelerine Göçmen
Ödeneği'nden çocukların gıda masrafı olarak 30 kuruş ödenmiştir. Genç ve dul kadınların
kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmiştir12.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 54-A/155; nr. 56/114; nr. 56/225; nr. 56/226; nr. 57/89; nr.
57/177; nr. 59/218.
2) Şifre Kalemi., nr. 54-A/271; nr. 54-A/272 (22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915).
3) Şifre Kalemi., nr. 56/27; nr. 67/186.
4) Şifre Kalemi., nr. 54-A/251; nr. 55/20.
5) Şifre Kalemi., nr. 56/112 (6 Eylül 1331/19 Eylül 1915, Konya vilayetine).
6) Bu hususta 13 Eylül 1331/26 Eylül 1915'de Sivas (Şifre Kalemi., nr. 56/176),
Mamuretülaziz ve Diyarbekir vilayetlerine (Şifre Kalemi., nr. 56/172); 1 Teşrinisâni
1331/14 Kasım 1915'de Konya (Şifre Kalemi., nr. 58/2) ve Ankara vilayetlerine (Şifre
Kalemi., nr. 58/159) telgrafla emirler gönderilmiştir.
7) Ağustos 1331/2 Eylül 1915 tarihinde Adana vilayetine bu yolda bir telgraf
gönderilmiştir (Şifre Kalemi., nr. 55-A/23).
8) Şifre Kalemi., nr. 55/18.
9) Şifre Kalemi., nr. 56/36 (3 Eylül 1331/16 Eylül 1915); nr. 56/243 (17 Eylül 1331/30
Eylül 1915); nr. 56/360 (28 Eylül 1331/11 Ekim 1915).
10) Şifre Kalemi., nr. 54/411; nr. 54/450; nr. 54-A/325.
11) Şifre Kalemi., nr. 61/ 18-20.
12) Bu emir Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigâr, Sivas, Diyarbekir,
Mamuretülaziz, Konya, Kastamonu, Trabzon vilayetleriyle, İzmit, Canik, Eskişehir,
Karahisar-ı sahib, Maraş, Urfa, Kayseri, Niğde mutasarrıflıklarına (Şifre Kalemi., nr.
63/147) ve 17 Mayıs 1332/30 Mayıs 1916'da da Ankara vilayetine (Şifre Kalemi., nr.
64/162) gönderilmiştir.
İhtiyaçların Karşılanması ve Yapılan Harcamalar
Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce bütün vilâyetlere yazılar yazarak,
bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için önlem alınmasını
ve yiyecek stoklanmasını istemiştir1.
Gıda sağlanması için Göçmen ve Aşiret Yerleştirme Müdürlüğü'ne çeşitli emirler
verilmiştir2. İhtiyaçların belirlenmesi ve sağlanması için Göçmen ve Aşiret Yerleştirme
Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirilmiştir3. Göç ettirilen Ermenilerin taşınması
sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya'ya 400.000, İzmit sancağına
150.000, Eskişehir sancağına 200.000, Adana vilâyetine 300.000, Halep vilâyetine
300.000, Suriye vilâyetine 100.000, Ankara vilâyetine 300.000 4, Musul vilâyetine de
500.000 kuruş olmak üzere5 toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden
anlaşılmaktadır6.
112
Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması
için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise toplam 230 milyon kuruş
harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır7.
Ayrıca vilâyetler kendi imkânlarına göre yardımlarda bulundukları gibi, zaman zaman
ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsisleri de yapılmıştır8. Bu arada
Amerika'dan Ermeni göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan
misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dahilinde Ermenilere
dağıtılmıştır9. Bunun dışında Amerika'da yaşayan bazı Ermenilerin, aralarında topladıkları
paraları gizli yollardan göçe tabi tutulan Ermenilere gönderdikleri anlaşılmıştır 10.
Osmanlı Hükümeti, yer değiştirme için bu kadar büyük paralar harcarken, bir yandan da
göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçlarını ya ertelemiş ya da
tamamen defterden silmiştir. Nitekim, Talat Paşa'nın 1 Haziran 1915'te Maraş
Mutasarrıflığına gönderdiği bir şifre telgrafta Ermenilerin borçlarının alınmaması
istenmiş11, bütün vilâyetlere 4 Ağustos 1915'te gönderilen bir başka emirde ise, yerleri
değiştirilen Ermenilerin vergi borçları ertelenmiştir12.
Diğer taraftan göç halindeki kafilelere hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık
görevlileri atanmıştır13. Ayrıca, yer değiştirmeye tabi tutulanlar arasında bulunan suçlu
zanlıları hakkındaki takibat da ertelenmiştir14.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 55/291; nr. 55/341; nr. 57/345; nr. 57/351.
2) Şifre Kalemi., nr. 55/152; nr. 55/291; nr. 55/341; nr. 55-A/17; nr. 55-A/77; nr. 55A/135; nr. 57/110.
3) Şifre Kalemi., nr. 55-A/16 (18 Ağustos 1331/31 Ağustos 1915 tarihli telgraf).
4) Şifre Kalemi., nr. 55-A/17.
5) Şifre Kalemi., nr. 53/305.
6) İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdiriyeti'nin 1331 yılı bütçesi 78.000.000 ; 1332 bütçesi
ise 200.000.000 kuruş idi ve bu meblağ, tehcire tâbi tutulan Ermeni, Rum ve Araplarla,
düşman istilâsına uğrayan bölgelerden gelen müslüman muhacirlere sarfedilmekteydi
(BA, BEO, nr. 334063).
7) Yıldırım, dr. Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 35
8) Şifre Kalemi., nr. 53/305; nr. 55-A/118.
9) Şifre Kalemi., nr. 60/281.
10) Şifre Kalemi., nr. 60/178.
11) Şifre Kalemi., nr. 53/200.
12) Şifre Kalemi., nr. 54-A/268.
13) Şifre Kalemi., nr. 54-A/226.
14) Kânun-u evvel 1331/14 Aral_k 1915 tarihinde Adliye ve Mezâhib Nezareti'nden
Sadaret'e yazılan bir tezkire ile sevkedilenlerin mahkemelerinin gönderildikleri yerlerde,
sevkedilmeyenlerin ise bulundukları yerlerde görülmesi kararı alındığı bildirilmektedir (BA,
BEO, nr. 329176).
Yerleri Değiştirilen Ermenilerin Malları
10 Haziran 1915 tarihinde yayınlanan bir emir yazısı ile yer değiştirmeye tabi tutulan
Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Emir yazısına göre, bozulabilir mallarla
hayvanlar veya işletilmesi zorunlu olan imalâthanelerin kurulan komisyonlar tarafından
açık arttırma ile satılması ve paralarının sahiplerine yollanması karara bağlanmıştır.
113
Osmanlı hükümetinin bu emrin uygulanması sırasında büyük titizlik gösterdiği
anlaşılmaktadır. Herhangi bir suistimale meydan vermemek için büyük bir dikkat
göstermiştir. Terkedilmiş Mallar Komisyonları eliyle, değerleri üzerinden sahipleri adına
müzayede yoluyla satılan malların paraları kendilerine ödenmiştir1.
Bu satışlar sırasında bir takım dedikoduların çıkması üzerine hükümet, 3 Ağustos 1915'te
mutasarrıflıklara, illere ve Terkedilmiş Mallar Komisyonlarına şifre telgraf göndererek, adı
geçen malların devlet memurlarınca satın alınmasını, çeşitli suistimallere meydan
vereceği gerekçesiyle yasaklamıştır2. Ancak daha sonra bu karar, bazı illere gerçek değeri
üzerinden ve peşin para ödenmesi şartıyla kaldırılmıştır3.
Hükümet her türlü yolsuzluğu önleyecek önlemleri almaktan geri durmamıştır. Nitekim 11
Ağustos 1915'te Sivas Terkedilmiş Mallar Komisyonu Başkanlığına gönderilen bir şifre
telgrafta, vurgunculuk ve kötüye kullanmaları engelleyecek önlemlerin alınması
istenmiştir4. Yine aynı tarihte bütün illere gönderilen bir emir ile de bu konuda alınacak
önlemler ve uygulamalar maddeler halinde belirtilmiştir5.
Bu emre göre;
"Boşaltılan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacağı; eğer bazı şahıslar ucuza mal
satın almışlarsa, satışların geçersiz sayılacağı ve gerçek değeri belirlenerek, yasal
olmayan bir çıkar sağlanmasına meydan verilmeyeceği; yerleri değiştirilen Ermenilerin
istedikleri eşyayı yanlarında götürmelerine izin verileceği; götüremeyecekleri eşyadan,
durmakla bozulacak olanların zorunlu olarak satılacağı, fakat bozulmayacak durumdaki
eşyaların sahipleri adına korunacağı; taşınmaz malların kiralanma, başkasına devredilme
ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan ilgilerinin bozulmamasına dikkat edileceği ve
göçün başladığı tarihten itibaren bu hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa
geçersiz sayılacağı; bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyeceği;
göçe tâbi tutulan Ermenilerin, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye satmalarına
izin verileceği"
kayıt altına alınmıştır6.
Emir yazılarındaki bu hükümler büyük bir titizlikle uygulandığı gibi, yerleri değiştirilen
Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseselerinin de iskân şirketleri kurularak,
değerleri üzerinden bu şirketlere devredilmesi sağlanmıştır7. Satılan malların bedelleri
Terkedilmiş Mallar Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir8.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 53/303.
2) Şifre Kalemi., nr. 54-A/259.
3) Şifre Kalemi., nr. 55/107.
4) Şifre Kalemi., nr. 54-A/385.
5) Yerleri değiştirilen Ermenilerin malları hakkında çıkarılan kanun metinleri için bk. "Âhar
mahallere nakledilen eşhâsın emvâl ve düyûn ve matlûbât-ı metrûkesi hakkında kãnûn-u
muvakkat", Takvîm-i Vekayi', 14 Eylül 1331 ve 18 Zilkade 1333, nr. 2303, 7. sene;
ayrıca bk. Y. H. Bayur, Türk inkılâbı Tarihi, Ankara 1957, III/3, s. 45-46.
6) Şifre Kalemi., nr. 54-A/388.
7) Şifre Kalemi., nr. 61/31; nr. 60/275; nr. 60/277.
8) Şifre Kalemi., nr. 57/348; nr. 57/349; nr. 57/350.
Yerleri Değiştirilen Ermenilerin Geri Getirilmesi
114
Yer değiştirme sırasında gerek iklim şartları, gerekse meydana gelen yığılmalar yüzünden
zaman zaman göçün durdurulduğu olmuştur. 25 Kasım 1915'ten itibaren vilâyetlere
gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla göç geçici olarak durdurulmuştur1. 21 Şubat
1916'da bu emir, Ermeni yer değiştirmesine son verilmesi şeklinde bütün vilâyetlere
ulaştırılmıştır. Ancak, bunun zararlı kimseleri kapsamayacağı, komitalarla ilgisi olanların
derhal toplatılarak Zor sancağına gönderilmeleri gerektiği belirtilmiştir2.
Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî gereksinim üzerine 15 Mart 1916 tarihinden
itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün
durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle yer değiştirme yapılmayacağını
bildirilmiştir3.
Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti
dahilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesi 10 Ağustos
1916'da kapatılarak Kudüs'e nakledilmiştir. Sis ve Akdamar Katogikoslukları da
birleştirilerek Kudüs'e kaldırılmıştır4. Yeni kurulan patrikhanenin başına da Sis Katogikos'u
Sahak Efendi getirilmiştir5.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Osmanlı Hükümeti yer değiştirmeye tabi
tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname
çıkarmıştır. 4 Ocak 1919'da İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın Başbakanlığa gönderdiği
yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili
yerlere emir verildiği ve gereken önlemlerin alındığı belirtilmektedir 6. Hükümetin
hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi şöyledir:
1- Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye
dokunulmayacak.
2- Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut
ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli önlemler alınacak; gidecekleri
bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve
geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
3- Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
4- Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
5- Açıkta kimse kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirilebilecek.
6- Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
7- Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya
cemaatlerine iade olunacak
8- Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.
9- Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine
dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla
aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen
ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecektir.
10- Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim
edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de, mal memurlarının onayı ile karara
bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacak.
115
11- Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek.
Bu konuda 4. madde aynen uygulanacak.
12- Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve
dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa,
her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
13- Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye
Ödeneği'nden karşılanacak.
14- Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve
son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
15- Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar
kabul edilmeyecek.
Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için
de geçerliydi.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 57/273; nr. 58/124; nr. 58/161; nr. 59/123; nr. 60/190.
2) Şifre Kalemi., nr. 61/72.
3) Şifre Kalemi., nr. 62/21.
4) Ermeni Patrikhanesi için 1916'da yapılan yeni nizamnâme hakkında bk. Y. H. Bayur,
Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
5) Şifre Kalemi., nr. 66/202; nr. 66/220; nr. 63/136.
6) BA, BEO, nr. 341055. Dahiliye Nezareti'nin bu yazısı, Sadaret tarafından 26 Kânun-u
evvel 1334 (8 Ocak 1919) tarihinde, ilgili olması sebebiyle Adliye ve Mezahib Nezareti'ne
de havale edilmiştir.
Yer Değiştirmenin Yurt Dışındaki Yankıları
Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, savaş içinde olmasına
rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü
yazdıkları halde, Batı basını olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. Nitekim
Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, yer değiştirmenin son derece düzen
içinde yapıldığını raporunda belirttiği halde1, İstanbul'daki büyükelçi Morgantau olayları
tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine
kullanmıştır.
Gazetelerde çıkan iddialara göre Morgantau, Osmanlı Hükümeti'ne rüşvetler vererek bazı
Ermenileri satın alarak Amerika'ya göndermiş; ayrıca İstanbul'daki İngiliz, Rus ve Fransız
vatandaşlarını da kurtarmıştır. Gazetelerde çıkan bütün bu yalan ve yanlış bilgileri,
Amerika'da bulunan bir Türk vatandaşı 14 Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Hükümeti'ne
rapor etmiştir2.
Bununla beraber Ermenilerin katledildikleri iddiasının Avrupa'da yayılmasında
Morgenthau'ın yanı sıra3 büyük çapta bilgileri yine Morgenthau'dan alan Lord James
Bryce4 ve Alman Protestan papazı Johannes Lepsius'tur5. Ayrıca Wellington House üyesi
Arnold Toynbee de6, Morgenthau'nun sağladığı bilgilerden en çok yararlananlardan biri
olmuştu. Amerika'da 1907-1913 yılları arasında İngiliz büyük elçiliği yapan İskoç asıllı
116
James Bryce'in kaleme aldığı kitap, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda
Bürosu'nun yönlendirmesiyle Türkiye aleyhine yürütülecek propagandada kullanılmak
üzere Arnold Toynbee tarafından yayınlanmıştır7.
Bu şahısların eserleri, bundan sonraki Ermeni soykırım iddialarıyla kaleme alınan eserlere
de kaynak teşkil etmiştir. Özellikle Morgenthau'nun raporlarının, kendisinin yanında katip
olarak bulunan Agop S. Andonian ile hukuk danışmanı ve tercümanı olan Arshag K.
Schmavonian adındaki Türk Ermenileri tarafından kaleme alındığı biliniyor 8. Keza kitabını
yazanlar da yince Arshag K. Schmavonian ile bilhassa gazeteci Burton J. Hendrick ve
Amerika Dışişleri Bakanı Robert Lansing'di. Morgenthau'nun raporlarıyla uyuşmayan bu
eserin yazılma sebebi Heath W. Lowry tarafından kaleme alınan "Büyükelçi
Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası" adlı kitapta açık ve geniş bir biçimde
anlatılmaktadır. Burada temel hedefin "Amerikan halkını, savaşın zaferle sonuçlanması
gereğine inandırmak amacı" olduğu vurgulanmıştır9.
İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporları çerçevesinde 1.000.000 Ermeni'nin
öldürüldüğü gibi iddialar, İngiliz Parlamentosu'nda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin
protesto edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, İngiltere'de Ermeni olayları hakkında
yayınlanan "Mavi Kitap"ta Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000
Ermeni'den üçte birinin katledildiğine dair haberler çıkmıştır10.
Bu kötü niyetli yayınlara karşılık, sayıları az da olsa bazı tarafsız Batılı basın-yayın
organları da olayların kasten saptırıldığını yazmışlardır. Nitekim Stokholm'de yayınlanan
bir gazetede "Ermeniler'in sakin oldukları Vilâyat-ı Osmaniyye'de kıtal" başlığı ile çıkan
makalede, bu gibi iddiaların gülünçlüğü ve böyle asılsız haberlerin çıkarılışının sebepleri
açıklanmıştır11.
Osmanlı Hükümeti, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı imzasıyla 4 Ocak 1917 tarihinde İngiliz
iddialarını tekzîb etmiştir12. Tekzîb yazısında, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni
nüfusunun hiçbir zaman bir milyona bile ulaşmadığı, bu miktarın savaştan önceki göçler
dolayısıyla daha da azaldığı ifade edilerek iddialar yalanlanmıştır. Aynı vesikada, Times
gazetesinde çıkan bir haberde, Ermenilerin katledilmesinden Almanların da sorumlu
tutulduğu hatırlatılmıştır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) Bk. belge 664.
2) Bk. belge 665.
3) Bkz. Heath W. Lowry, Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası, İstanbul
1991.
4) Great Britain, The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire: Documents
Presented to Viscount Grey of Fallodon, Secretary of State for Foreign Affairs, London
1916.
5) Le rapport Secret du Dr. Johannes Lepsius sur les Massacres d'Armenie, Paris 1918.
6) Armenian Atrocities: Murder of Nation, London 1915 ve The Murderous Tyranny of the
Turk, London 1917.
7) Justin McCarthy, "I. Dünya Savaşı'nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu", Osmanlı,
Yeni Türkiye, Ankara 1999, II, 140.
8) Bkz. Lowry, Aynı eser, s. 8-17.
9) Aynı eser, s. 6
10) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 23 (bk. belge 668).
11) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 76 (bk. belge 669).
12) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 23 (bk. belge 668).
117
Yabancıların İncelemeleri ve Ulaşılan Sonuçlar
Birinci Dünya Savaşının hemen sonrasında, itilaf devletleri ordularının İstanbul ve diğer
bölgeleri işgal etmelerinin ardından, yüzlerce siyasi ve askeri lider ile Osmanlı aydını
"savaş suçlusu" oldukları iddiası ile İngilizler tarafından Malta Adası'na gönderilerek
hapsedilmiştir. Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi
için Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır.
Araştırmalar sonucunda, ne zamanın İstanbul Hükümeti, ne de Malta'daki tutuklular
hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir kanıt mahkemeye sunulmamıştır.
İngiliz Hükümeti çaresizlik içinde kendi arşivlerinde ve ABD Hükümetinin Washington'daki
arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca
ulaşamamıştır.
Nitekim, ABD arşiv raporları arasında bulunan ve Washington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C
Craıgıe tarafından Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çekilen mesajda şöyle demektedir:
"Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey
olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun
vakit mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri
Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile
ihtiva eder görünmemektedir(1)."
29 Temmuz 1921'de Kralın Londra'daki Hukuk Danışmanları; İngiliz Dışişleri listesindeki
kişilere karşı yöneltilen suçlamaların yarı siyasi bir mahiyet taşıdığına ve bu nedenle
haklarında savaş suçlusu olarak tutuklanan Türklerden ayrı işlem yapılması gerektiğine
karar vermişlerdir.
Ayrıca, "Şimdiye kadar hiçbir şahitten, tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğru
olduğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir. Esasen, herhangi bir şahit bulunup
bulunamayacağı da belli değildir; zira Ermenistan gibi uzak ve ulaşılması zor bir ülkede ve
özellikle bu kadar uzun bir zaman geçtikten sonra şahit bulunmasının ne ölçüde zor
olduğunu belirtmek dahi gereksizdir"(2) ifadeleri de Kralın İngiliz Hükümeti'nin
Londra'daki Hukuk Danışmanlarına aittir.
Sonuç olarak; Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve
duruşma yapılmaksızın 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Bu zaman süresince İngiliz basınında Osmanlı Hükümetini sözde soykırım ile suçlayan ve
bu konuyu ispatlamaya yeltenen bazı belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin
General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı
Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı
tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz
ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu
tarafından müttefik delegasyonlara yazılan uydurma belgeler olduğu anlaşılmıştır.
KAYNAKLAR:
1) Yıldırım, Dr. Hüsamettin-; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 38 (PRO.FO.
13 Temmuz 1921, 371 / 6504 / E.8519)
2) Aynı eser, s. 38, Foreign Office, 29 Temmuz 1921. 371 / 6504 / E.8745
Bilim Adamlarının Görüşleri
118
Tarihi, tarih biliminin ölçüleri ve ilkeleri doğrultusunda algılayan bilim adamları, 1925
yılından bugüne kadar konuyla ilgili bilgi ve belgelerin orijinallerine ulaşmış, canlı şahitleri
dinlemiş, olay yerlerinde bizzat gözlemde bulunmuş kişilerdir. Bunlar, 1925'ten beri
Osmanlı arşivlerinin yabancı araştırmacılara açık olduğunu bilen ve belgelere bizzat
ulaşan bilim adamlarıdır. Dolayısıyla kanaatleri hakkındaki yorumu veya karşı görüşü,
ancak onlar kadar konuyu derinlemesine bilenler yapabilecektir. Bu nedenle Amerikalı 69
bilim adamının konuyla ilgili olarak Temsilciler Meclisi üyelerine sunduğu bir bildiri son
derece önemlidir. Söz konusu bildiride şöyle denilmiştir1:
"ABD Temsilciler Meclisi Üyelerinin Dikkatine
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan
Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin
birçok açıdan yanıltıcı ve/veya yanlış olduğu görüşündedirler.
'İnsanlıkdışı Davranışları Anma Milli Günü' kavramına tam olarak destek vermemize
karşın, söz konusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul edilemez buluyoruz:
... Türkiye'de 1915 ve1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5
milyon Ermeni kökenli insan..."
Çekincelerimiz 'Türkiye' ve 'soykırım' sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta
olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu 'Türkiye
Cumhuriyeti' olarak adlandırılan alan, çok dinli, çok uluslu bir devlet ölen Osmanlı
İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya
Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile
bir tutmak da yanlıştır.
Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle
1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu
Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye
Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran
bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu
tutulamaz. Ancak kararda 'Türkiye' adını kullanarak kararı yazanlar 1915 ve 1923 yılları
arasındaki 'soykırım'ın sorumluluğunu Türkiye'ye yüklemek istemişlerdir.
'Soykırım' suçlamasına gelince, bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri
acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde söz konusu
bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği
görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kayıtlar, toplumlararası bir iç savasın,
(Müslüman ve Hıristiyan gruplar arasındaki) Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı
hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da
karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir.
Gerçekten de söz konusu yıllar boyunca, bölgede, geçen on yılda Lübnan'da yaşanan
trajediden çok farklı olmayan bir sürekli savaş durumu yaşanmıştır Hem Müslüman hem
de Hıristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardadır. Ancak saldırgan ve masum
olanı ayırt edebilmek, çok sayıda Hıristiyan kadar Müslümanın da içinde bulunduğu Doğu
Anadolu halkının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayların nedenlerini belirleyebilmek
için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.
Tarihi devlet adamları ve politikacılar yapar, bilim adamları ise yazar. Bu sürecin işlemesi
için bilim adamlarına, geçmişteki devlet adamları ve politikacıların yazılı kayıtlarına
ulaşabilme şansı verilmelidir Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye,
119
Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu
arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı
İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.
Biz ABD Kongresinin bu ve bununla ilgili konularda tarih arşivlerinin tam olarak açılmasını
teşvik etmesi ve tarihsel olaylar hakkında, tam aydınlığa kavuşturulmadan ithamlarda
bulunmaması gerektiğine inanıyoruz. Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararındaki gibi
ithamlar kaçınılmaz olarak Türkiye halkı hakkında adaletsiz yargılara varılmasına ve belki
de tarihçilerin bu trajik olayları anlamakta kaydetmeye başladıkları gelişmeye zarar
verilmesine yol açacaktır.
Yukarıdaki yorumların da gösterdiği gibi, Osmanlı-Ermenileri'nin tarihi tarihçiler arasında
sıkça tartışılan bir konundur ve tarihçilerin bir çoğu da 192 sayılı karardaki ifadelere
katılmamaktadır. Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru
olduğuna yasa yolu ile karar vermeye çalışmış olacaktır Tarihsel olarak şüpheli
varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve
Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar. 19 Mayıs 1985
Prof. Dr. Rıfaat Abou-El-Haj
Tarih, California State Üniversitesi
Doç. Sarah Moment Atıs
Türk Dili ve Edebiyatı, W'isconsin Ünivertesi
Doç. Darl Barbır
Tarih, Siena Yüksekokulu (New York)
Ilhan BAŞGÖZ
Ural-Altay Çalışmaları Bölümü Türk Araştırmaları Programı Direktörü, İndiana Üniversitesi
Prof. Daniel G. Hates
Antropoloji, New York Şehir Üniversitesi
Prof. Ülkü Bates
Sanat tarihi, New York Şehir Üniversitesi
Prof. Gustav Bayerle
Ural-Altay Çalışmaları, Indiana Üniversitesi
Prof. Andreas G. E. Bodroglifetti
Türk ve İran Dilleri, California Üniversitesi
Doç. Kathleen Burrıl
Türk Araştırmaları, Columbia Üniversitesi
Prof. Alan Fısher
Tarih, Michigan Üniversitesi
Prof. Timothy Childs
Eğitmen, Johns Hopkins Üniversitesi
Prof. Shafiga Daulet
Siyaset Bilimi, Connecticut Üniversitesi
Prof. Roderic Davison
Tarih, Gorge Washington Üniversitesi
Ord. Prof. Walter Denny
Sanat Tarihi & Yakın Doğu Araştırmaları, Massachussets Üniversitesi
Dr. Alan Duben
Antropolog, Araştırmacı, New York
Doç. Ellen Ervın
Türkçe Araştırmalar, New York Üniversitesi
Prof. Caesar Farah
İslam & Ortadoğu Tarihi, Minnesota Üniversitesi
Prof. Carter Findley
Tarih, Ohio State Üniversitesi
Prof. Micfıael Fınefrock
Tarih, Charleston Yüksekokulu
Doç. William Hıckman
120
Türkçe, California Berkeley Üniversitesi
E. Doç. Frederick Latimer
Tarih, Utah Üniversitesi
Prof. John Hymes
Tarih, Glenville State Yüksekokulu
Dr. Heath W. Lowry
Türk Araş. Ens., Inc. Washington D.C.
Prof. Halil İnalcık
Osmanlı Tarihi, Amerikan Sanat & Bilim Akademisi Üyesi, Chicago Üniversitesi
Doç. Ralph Jaeckel
Türkçe, California Üniversitesi
Doç. Ronald Jennings
Tarih & Asya Araştırmaları, Illinois Üniversitesi
Doç. Cornell Fleischer
Tarih, Washington Üniversitesi
Prof. Peter Golden
Tarih, Rutgers Üniversitesi
Prof. Tom Goodrich
Tarih, İndiana Üniversitesi
Dr. Andrew Could
Osmanlı Tarihi, Arizona, Flagstaff
Prof. William Griswold
Tarih, Colorado State Üniversitesi
Prof. Tibor Halası-Kuv
Türk Araştırmaları, Culombia Profesör
Ord. Prof. J. C. Hurewitz
Orta-Doğu Enstitüsü eski Direktörü, Colombia Üniversitesi
Prof. Avgdorlevy
Tarih, Brandens Üniversitesi
Prof. Bernard Lew'is
Yakın Doğu Tarihi, Princeton Universitesi
Doç. Justin McCarthy
Tarih, Louisville Üniversitesi
Prof. Jon Mandaville
Ortadoğu Tarihi, Portlant State Üniversitesi
Prof. Michael Meeker
Antropoloji, California Üniversitesi
Doç. James Kelly
Türkçe, Utah Üniversitesi
Yardımcı Prof. Kerim Bey
Southeastem Üniversitesi
Prof. Metin Kunt
Osmanlı Tarihi, New York
Doç. William Ochsenwald
Tarih, Virginia Polytechnic Enstitüsü
Doç. Robert Olson
Tarih, Kentucky Üniversitesi
Doç. William Peachy
Yahudi ve Yakın Doğu Dilleri & Edebiyatları, Ohio State Üniversitesi
Doç. Donald Quataert
Tarih, Hauston Üniversitesi
Prof. Howard Reed
Tarih, Connecticut Üniversitesi
Prof. Dank Wart Rustow
Siyaset Bilimi, New York Şehir Üniversitesi
Doç. Ezel Kural Shaw
Tarih, California Üniversitesi
121
Prof. John Masson Simth, JR
Tarih, California Berkely Universitesi
Dr. Svat Soucek
Türkolog, New York
Dr. Philip Soddard
Ortadoğu Ens. Direktörü, Washington, D.C.
Prof. Frank TAchau
Siyaset Bilimi, Chicago, Illinois Üniversitesi
Robert Staab
Ortadoğu Merkezi Direktör Yardımcısı, Utah Üniversitesi
Prof. Rhoads Murphey
Ortadoğu Dilleri, Kültürleri ve Tarihi, Columbia Üniversitesi
Doç. June Starr
Antropoloji, Suny Stony Brook
Prof. James Stewart-Robinson
Türk Araştırmaları, Michigan Üniversitesi
Prof. Thomas Naff
Tarih, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Direktörü, Pennsytvania Üniversitesi
Doç. John Woods
Ortadoğu Tarihi, Chicago Üniversitesi
Prof. Pierre Oberling
Tarih, New York Şehir Üniversitesi
Doç. Madeline Zılfı
Tarih, Maryland Üniversitesi
Prof. Metin Tamkoç
Uluslararası Hukuk, Texas Tech. Üniversitesi
Prof. Stanford Shaw
Tarih, California Üniversitesi.
Dr. Elaine Simth
Türk Tarihi, Emekli Dışişleri Görevlisi
Doç. David Thomas
Tarih, Rhode Island Yüksekokulu
Doç. Grace M. Simth
Tarih, California Berkely Üniversitesi
Doç. Margaret L. Venzke
Tarih, Dickinson Yüksekokulu (Pennsylvania)
E. Prof. Donald Webster
Türk Tarihi
Prof. Walter Weiker
Siyaset Bilimi, Rutgers Üniversitesi
Prof. Warren S. Walker
İngilizce, Türkçe Sözlü Hikayeler Arşivi Direktörü, Texas Tech. Üniversitesi
Batı Avrupa devletleriyle, Rusya destekli Ermeni iddiaları ve Ermenilerin ileri sürdükleri
belgelerin doğuluk durumunu tartışmak üzere Türkiye tarafından değişik zamanlarda
çağrılar yapılmıştır. Bu çağrılar, hem doğrudan Ermeni bilim adamlarına hem de
Ermenilerin propagandasını üstlenen şahıslara yapılmıştır. Ancak bunların önemli bir
bölümünün gerekçe göstermeden toplantıya katılmadıkları bilinmektedir. Bunun son
örneği 1990 yılında toplanan XI. Türk Tarih Kongresi'nde yaşanmıştır.
XI. Türk Tarih Kongresinde ilk defa olarak bir "Ermeni Seksiyonu" programlanmış ve bu
seksiyondaki tartışmalara "Ermeni Davası Savunucusu" yabancı tarihçiler de davet
edildiği halde, her biri çeşitli mazeretler ileri sürerek, bu bilimsel tartışmalara katılmaktan
kaçınmışlardır.
5-9 Eylül 1990 tarihleri arasında Ankara'da düzenlenen XI. Türk Tarih Kongresi'ne Ermeni
sorunuyla ilgili olarak davet edilen yabancı bilim adamlarının listesi şöyledir:
122
Prof. Dr. Heath LOWRY (Katıldı)
Garin ZEDLIAN (Cevap vermedi)
Prof. Dr. Bernard LEWIS (Katılamadı)
Prof. Dr. Justin McCARTHY (Katıldı)
Prof. Dr. Stanford SHAW (Katıldı)
Prof. Dr. Anthony BRYER (Cevap vermedi)
Dr. Andrew MANGO (Katıldı)
Prof. Dr. Salahi R. SONYEL (Katıldı)
Prof. Dr. M.MARMURA (Cevap vermedi)
Prof. Dr. Allan CUNNIGHAM (Cevap vermedi)
Prof. Dr. Robert ANCIAUX (Katıldı)
Prof. Dr. Aryeh SHMUELEVITZ (Katıldı)
Prof. Dr. Jak YAKAR (Katıldı)
Prof. Dr. Hans G. MAJER (Katılamadı)
Prof. Dr. Wolf Dietrich HUTTEROTH (Cevap vermedi)
Prof. Dr. Klaus KREISER (Katılamadı)
Prof. Dr. Jean-Paul ROUX (Cevap vermedi)
Prof. Dr. Paul DUMONT (Katıldı)
Prof. Dr. Robert MANTRAN (Katılamadı)
Prof. Dr. Richard HOVANNISIAN (Cevap vermedi)
Dr. Gerard LIBARDIAN (Cevap vermedi)
Dr. Levon MARASHLIAN (Katıldı)
Prof. Dr. Vahakn DADRIAN (Cevap vermedi)
Christopher WALKER (Katılamadı)
Anahid Ter MIMASSIAN (Katılamadı)
Tessa HOFFMAN (Cevap vermedi)
KAYNAK:
1) Yıldırım, Dr. Hüsamettin-; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000.
BM Soykırım Sözleşmesine Göre Değerlendirme
"Soykırım" kavramı, 1948 tarihli "BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve
Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre;
"Soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok
etmek niyetiyle: Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin fizik ya da akıl
bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü
ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde
doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla
geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda
planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur."
Konu soykırım sözleşmesi açısından değerlendirildiğinde, tarihteki bazı olaylara
değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için
o milletin tarihinde bu suça yatkınlık olması gerekir. Bir şahıs için suça yatkınlık nasıl bir
özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona
rastlanamaz.
Yayıldığı coğrafyaya baktığımızda Osmanlı; Balkanlarla birlikte Viyana önlerine kadar
Avrupa'nın bir kısmını; Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika'yı; Ortadoğu'nun tamamını ve
Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tutmuştur. Bu süre asgari 200-400 yıl
arasıdır. Söz konusu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir?
123
Anadolu'da şer'i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi
Süryanilik, tavus kuşuna ve ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü
yıllarda şer'i hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta iki
kardeşten biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp
Kilisesi'ne Patrik tayin edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Aynı dönemde dünyanın diğer
bölgelerine baktığımızda; Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını,
uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrika'yı,
Güney Amerika'yı görürüz.
II. Dünya Savaşı boyunca Naziler, milyonlarca insanı katletmişlerdir. 1939-1945 yılları
arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer
milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000
özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.
Bunlara ek olarak, Birleşmiş Milletlerin önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen,
modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.
Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde'da yayınlanan
itiraflarına göre Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir'de en az 1 milyon
Cezayirli'yi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve
ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon
Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından
öldürülmüş ve nihayet 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman
Sırp vahşetine maruz kalmıştır.
Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının aksine, 1915
yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin
sağlanması amacıyla Osmanlı toprakları içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup,
soykırım ile hiç bir ilgisi yoktur. Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve
soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Türk devlet geleneğinde "adalet" vardır,
"kültürlerin yaşatılması" vardır; ancak, "katliam" ya da "soykırım" yoktur. Bu husus,
Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça ortaya konulmaktadır. Söz
konusu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine
nasıl sığındıklarını anlatılır.
Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve
Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları
Macaristan'dan, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve
2000 kişilik Macar grubu, İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları; 1841 ve 1856
yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski, 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus
komutan Vrangel ve hatta Troçki, ölümden soykırımından kurtulmak için nereye
sığındılar?
Tarih, bütün bu soruların cevabını "Osmanlı" olarak vermektedir. 1915'teki yer değiştirme
uygulamasını sözde "Ermeni soykırımı" olarak ilan edenler, 1930'lu yıllardan itibaren
Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde
Ermeni soykırımının üzerinden henüz 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım
yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih
etmişlerdir? Bu soruların cevapları da, Türk devlet geleneğinin adil, insani, hoşgörülü,
birleştirici, töre ve inançlara saygılı karakterinde saklıdır.
Ayrıca; bugünkü insan hakları normlarını kapsayan 1478 tarihli Fermanı'yla hükümran
olduğu topraklarda yaşayan tüm insanlara sahip oldukları değerleri yaşama, yaşatma ve
yeni nesillere aktarma imkanı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra
Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonlar hatırlanmalıdır. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi,
okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına 21.
124
Yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve
Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır.
Bugün Türkiye'yi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş,
ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamışlardır. Son dönemde
Türkiye'ye sığınanlar sadece Balkan halkları olmamıştır; Batılı kimyasal silah
üreticilerinden sağladığı "hardal gazı" ile soykırıma kalkışan Irak Devlet Başkanı Saddam
Hüseyin'in elinden kaçan Irak halkı da kurtuluşu Türkiye'de görmüştür. Türk insanı sınırlı
imkanlarına rağmen tarihin her döneminde ekmeğini paylaşmayı bilmiş ve mazlum
halklara kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer
milletlere ve devletlere örnek olacak gayet temiz bir sicili vardır.
Sonuç
Gerçekleştirildiği tarihten günümüze kadar gelen devrede yer değiştirme konusunda çok
şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya
kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta 300.000'lerden başlayıp,
3.000.000'lara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir
dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgali döneminde, gerek İngiliz ve
gerekse Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmış ve soykırımı imâ edecek bir
belgeye dahi rastlamamış olsalar gerek ki, Ermeni soykırımına ait hiç bir belgeyi somut
olarak sunamamaktadırlar.
Öte yandan kendi arşivlerinde, o zaman Anadolu'ya gelip yer değiştirme uygulamalarını
izleyen ve görüntüleyen gazetecilerin çektikleri fotoğraflar olmalıdır. Eğer devletin emriyle
böyle bir soykırım olsaydı, bu fotoğraflar da şimdiye kadar çoktan dünya kamuoyuna
açıklanırdı. Ayrıca, eğer soykırım iddiacılarının elinde sağlam belgeler bulunsaydı; 1919
yılında Osmanlı Devleti'nin resmen tarafsız bir "hukukçular komisyonu" kurulması önerisi
cevapsız bırakılır mıydı? Osmanlı'nın bu resmi teklifi niçin cevapsız bırakılmıştır? Yoksa,
Ermeni çetelerinin organize edilmesinde ve kışkırtılmasında bazı batılı devletlerin
rollerinin ortaya çıkmasından ve binlerce masum sivil halkı canice boğazlayan Ermenilerin
silahlarını aldıkları yerlerin belirlenmesinden mi korkulmuştur?
Soykırım denince akla, Nazilerin II. Dünya Savaşı boyunca Yahudilere ve diğer etnik
gruplara karşı giriştikleri ve milyonlarca insanın canına mal olan kitlesel kıyım gelir.
Soykırım denince akla, Fransızların 1954-1962 yılları arasında Cezayir'de en az 1 milyon
Cezayirliyi katletmeleri gelir. Soykırım denince akla, 1965-1966 yıllarında Endonezya
ordusunun bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmesi gelir.
Soykırım denince akla, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler'in 2 milyona
yakın Kamboçyalı'yı katletmeleri gelir.
Soykırım denince akla, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi'nin, Hutular tarafından
öldürülmesi gelir.
Ve nihayet soykırım denince akla, 1991'den sonra Bosna-Hersek ve Kosova'da binlerce
Müslümanın Sırplar tarafından vahşice katledilmesi gelir. Soykırım suçu, gerçek anlamda
bu olaylarda işlenmiştir.
Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırım"a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı;
bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Yer değiştirme sırasında
yapılan bunca harcamaya, bunca idari ve askeri önleme ne gerek vardı?
125
Devlet güvenliğinin sağlanması için zorunlu olarak uygulanan ve dünyanın en başarılı
sevk ve iskan hareketi olan yer değiştirme uygulaması, hiçbir zaman Ermenileri imha
etmek amacıyla yapılmamıştır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
ERMENİ TERÖRÜ
Türkiye üzerine sömürgeci emeller besleyen İngiltere ve Rusya'nın kurdurduğu Taşnak ve
Hınçak komitelerinin ülke içerisindeki kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve
katliamların yanı sıra Ermeniler, 1905'teki Yıldız Suikasti'yle silahlı terör metodolojisinin
ilk örneğini vermişlerdir. Talat Paşa ve Cemal Paşa'yı da aynı yöntemle şehit eden
Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965 yılında tekrar terör metoduna dönmüşlerdir.
1970'li yıllarda ise ASALA sahneye çıkmış, 1984'e kadar 42 Türk diplomatını şehit
etmiştir.
Taşnak ve Hınçak örgütleri bu yeni terör döneminde; terörü özendirmiş, geliştirmiş,
hazırlamış, daha geniş alanlara yayılmasını ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlamış, terör
tim ve grupları oluşturmuş ve yeni örgütlenme çabalarına psikolojik destek vermişlerdir.
Bunların yanında isminden en çok söz ettiren "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli
Ordusu" olmuştur. Bu örgüt kısaca ASALA adıyla anılmaktadır.
Bağımsız görünümü altında ASALA, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla
kendini göstermiştir. Manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını
Hınçaklardan alan ASALA, insanlık dışı terör eylemlerine girişmiştir. Ermeni terörü, yurt
dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar
şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde,
Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve
Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek,
PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye itilmiş ve AsalaErmeni terörü geri plana çekilmiştir. Nitekim, bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980
tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme
günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır. 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın
Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve
toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine
ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.
Toplantı akabinde, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu'na, 19 Kasım
1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar,
PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir. Bölücü terörist Abdullah
Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan
katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir. Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir
çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü
mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı
yapılmıştır. 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan
Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı
toplantılarda, PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek; Türkiye'de iç savaş
devam edeceğine, Türk ekonomisinin sıfır noktasına gelerek, vatandaşların baş
126
kaldıracakları dile getirilmiştir. Buna bağlı olarak, Türkiye'nin bölünerek ve bir Kürt devleti
kurulacağı, Ermenilerin Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeleri ve Kürtlerin
mücadelelerini desteklemeleri gerektiği konuları dile getirilmiştir.
Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi
istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak
"Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden
Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir.
Ermenistan ve Terör
9-10 asır boyunca Türklerle birlikte rahat ve sükun içinde yaşayan ve Osmanlı Devleti'nde
oldukça zengin bir tabakayı meydana getiren Ermenilerin tutumları; 1877 - 1878 Osmanlı
Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos
Antlaşması ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşması imzalanınca değişmiştir. Bu
anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmasıyla Ermeniler
süratle örgütlenerek, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir.
Rusya, Kafkasya'da çağlardan beri devam eden milli politikası gereği, Türkiye ile
Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına uydu görevini yürütecek bir Ermeni Devleti
yerleştirerek, irtibatlarını koparmak istemiştir. Bu amaçla, Rusya'nın Bolşevik Lideri
Lenin, 18 Aralık 1917'de tayın ettiği Kafkasya Komiseri Ermeni asıllı Stepan Şalımyan'a
30 Aralık 1917 tarihli Kararname ile, o sırada Rus işgali altında bulunan Doğu ve Güney
Kafkasya'da Sovyetler Birliğine bağlı bir Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermiştir.
27 Nisan 1920'de Bolşevik hakimiyetinin tesirinden sonra Güney Kafkasya ve
Azerbaycan'da; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile
Nahcivan Özerk Eyaleti ve Karabağ özerk bölgesi kurulmuştur. Ermenistan, kağıt
üzerinde sınırları çizilen bir devlete böylece sahip olmuştur. Milliyetçilik ve yayılmacılık
duyguları iyice kabartılan ve kışkırtılan Ermeniler, Sovyetler Birliği'nin dağılmaya
başlamasından sonra 23 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlıklarını ilan ederek Büyük
Ermenistan'ı kurma hayaliyle komşularına saldırmaya başlamışlardır.
1915 yılında; 1. Dünya savaşı sırasında Türkleri arkadan vuran Ermeniler, Tehcir Kanunu
ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Ermeniler tehcir sırasında 1.5 milyon Ermeni'nin
öldürüldüğünü iddia etmişler ve bu günden sonra her yıl sözde Ermeni soykırımı adı
altında Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Büyük Ermenistan'ı kurma
hayalindeki Ermeniler, bu bahaneyle Türkiye'den tazminat, soykırımı kabul ve toprak
talep etmişlerdir. Bu amaçla, 1937-1986 yılları arasında organize terör faaliyetleri ile
yurtdışındaki temsilci ve temsilciliklerimiz ile yurtiçindeki kuruluşlarımıza saldırıda
bulunmuşlar ve isteklerinin yerine getirilmesini istemişlerdir.
Son yıllarda terör faaliyetleriyle isteklerini gerçekleştiremeyeceklerini anlayan Ermeniler,
1986'dan sonra siyasi platformda Türkiye'ye baskı uygulamayı ve Kürdistan hayaliyle
ülkemizi bölmeyi amaç edinen PKK terör örgütüne her türlü desteği vererek, ülkemizin
parçalanmasına yardımcı olup bu yolla toprak talebini gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
Ermenistan'ın, özellikle ülkemiz sınırına yakın yerleşim yerlerinde PKK terör örgütüne
lojistik ve militan desteği sağladığı, kendi sınırları içinde de kamp yerleri kurdurduğu, PKK
terör örgütünün içerisinde üst seviyede Ermeni asıllı subayların bulunduğu tespit
edilmiştir.
ERMENİ TERÖRİZMİ
127
Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa
Barbara kentinde, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır
Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü "nü 1975'den itibaren "Örgütlü
Ermeni Terörü " izlemiş ve yurtdışındaki görevlilerimiz, elçiliklerimiz ve kuruluşlarımıza
yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.
21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı olmuştur. 110 saldırıdan 39'u
silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmuştur. Bu saldırılarda 42 diplomat Türk
vatandaşı ile 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs
yaralanmıştır.
Saldırıları yıllar itibariyle incelediğimizde; Ermeni teröründe 1979 yılından itibaren büyük
bir artış görülmektedir.
Ermeni terör örgütleri aktif olarak devam ettikleri terör eylemlerine 1986 yılından sonra
son verip Ermenilik konusunu uluslararası platformlara taşımışlardır. Ayrıca, Güneydoğu
Anadolu'da faaliyet gösteren PKK terör örgütüne lojistik ve militan desteği sağlayarak
faaliyetlerine devam etmektedirler.
PKK - Ermeni İlişkisi
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek,
PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli
baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler
ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:
- Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan
tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya
başlamıştır.
- 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak
basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak
bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi
kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg
Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza
yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa
üstlenilmiştir.
- Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük
Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.
- Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan
Komitesi oluşturulmuştur.
- 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü
mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı
yapılmıştır.
Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde
Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni
Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
- Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
128
- Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
- Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi
bilinmeye başlanmıştır.
- Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının
intikamını mutlaka alacaklardır.
- Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta
Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan
Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
- Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek,
Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
- Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
- Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini
desteklemelidirler.
- Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI
Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü
kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı
bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca
yayımlanmaktadır.
PKK - ASALA İLİŞKİLERİ
Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış
harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik
sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.
Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve
l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan
Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah
ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya
çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.
Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa
yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü
mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey
yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni
Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.
PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji
doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün
de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz.
Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.
Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA
ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.
129
PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA
1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz
konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKKASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990
tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir
2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak
3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak
5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı
gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma
imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a
geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.
PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör
örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma
yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu
PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak
burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20
Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri
Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği
bilinmektedir.
Komiteler ve Terör Örgütleri
1890'larda, "Çeteler teşkil etmek, hedef kitleler olan Osmanlı toplumunun maneviyatını
bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak öldürmek, yok etmek, egemenlik
haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtil'l, isyan ve
terör için hazırlamak, ihtil'l komiteleri, katliam grupları, katliam birlikleri kurmak,
hükümet kuruluşlarını tahrip edip, yağmalamak" gibi doğrudan teröre ve terörün
yaygınlaşmasına çalışan Taşnaklar, Bolşevik ihtil'linden sonra 1918-1920 yıllan arasında
bugünkü "Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti" bölgesinde iktidarı ele geçirerek "Ermeni
Cumhuriyetini" kurmuşlar ve siyasi girişimlere başlamışlardır. Ancak bu siyasi süreç,
Taşnaklar'ın terör faaliyetlerinden geri durması sonucunu doğurmamış, 1972 yılında
Taşnak tarafından kurulan "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandolar" Türkiye'nin dış
temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine yeniden başlamışlardır.
130
Bunun gibi Marksist Hınçak Örgütü de 1973 -1985 yeni Ermeni terör döneminin başlıca
terör uygulayıcısı olan ve varlığı ancak teröre dayanan ASALA'nın kuruluşunun fikri ve
manevi kaynağı olmakla kalmamış, bu grubu veya örgütü özendirmiş, desteklemiştir.
Ermeni sorunu - Ermeni konusu veya Ermeni davası hangi anlamda ele alınırsa alınsın,
hangi görüşlerle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, Ermeni örgütlerinde bu kavramlar
terörle eşdeğerli olmuş, amaç ve beklentiler sürekli şekilde Türk ve Türkiye düşmanlığı,
kan ve kin üzerine bina edilmiştir.
Ermeni terör örgütlerinin kuruluşları dar bir kadro ile gerçekleştirilmekte, merkezi
yönetim gene1likle bu kadronun denetiminde bulunmaktadır. Merkez yönetiminin ön
gördüğü eylemler içerisinde belirli sayıda ve belirli görevleri yüklenmiş özel timler
tarafından uygulamaya konmaktadır. Bu timler sırasında çok değişik örgüt isimleriyle
kamuoylarına yansıtılmakta bu suretle Ermeni örgüt sayısının çok olduğu görüntüsünün
yayılması arzu edilmektedir.
Bu örgütlerde, merkezi yönetimler ve bunlara bağlı çeşitli organların belirli bir fiziki
alanda veya aynı coğrafyada olması gerekmemektedir. Çeşitli ülkelerde olabileceği gibi,
bir ülkenin çeşitli yerlerinde de bulunabilirler. Bu durum, Ermeni örgütleri hakkında
"Merkezi"lik özelliğini daha demokratik, daha yaygın bir şekle sokmayı sağlamakta ise de
gerçekte bütün Ermeni terör örgütlerinde çok sıkı ve disiplinli bir merkez egemenliği esas
kabul edilmektedir.
Örgütlerin gerek açıklanan yapıları, gerekse lider kadroları arasındaki rekabetler ve
çatışmalar sık ve çeşitli bölünmeleri ortak bir özellik haline getirmiştir. Bu durumdan da
yararlanılmakta, bir örgüt, birden fazla kişinin liderliğinde ayrılınca sanki ayrı terör
örgütleri görüntüsü verilmektedir.
Örgütlerde genelde bütün terör örgütlerinde ve faaliyetlerinde esas olan gizlilik başka bir
ortak özelliği teşkil etmektedir. Ancak, sırasında merkezin örtüsünün devamı, korunması
veya eylemin daha yaygın ve etkin propaganda aracı olarak kullanılması için özellikle alt
grup veya özel tim eylemlerinde açıklığa gidilmekte, eylemler il'n edilmekte,
gerçekleştikten sonra da üstlenilmektedir. Bütün bunlar propaganda amaçlarıyla, hudutlu
ve bu amaçlara paraleldir.
Bütün Ermeni terör örgütlerinde, terör psikolojik harek'tın bir parçası, hatta bir
aşamasıdır. Propaganda amacıyla terör uygulanabildiği gibi yalnız terör yaratmak, korku
ve sindirme sağlamak. için de terör eylemlerine başvurulmaktadır. İkinciler, daha çok
Ermenilere ve örgüte karşı gelenlere veya örgütün emirlerine uymayanlara
uygulanmaktadır.
Bu örgütler, halkla ilişkiler, haberleşme ve bunları gerçekleştiren araçlar hakkında geniş
bilgi ve deneyimlere sahiptirler: Ayrıca; bu faaliyetleri yerine getiren kişi, kurum: ve
kuruluşlarla yakın temas ve ilişkiler içerisinde bulunmaktadırlar. Bu et-kinlikleri, örgütlere
yeterli yaşama ve yayılma zamanını hazırlamaktadır.
Ermeni terör örgütleri daima bir veya birden fazla devle-tin açık veya kapalı desteğine
sahiptirler. Bu devletler örgütleri birer araç şeklinde kullandıkları gibi, kendi gizli
örgütlerini ve psikolojik harek't kuruluşlarını örtmek için de kullanmaktadırlar.
Bütün Ermeni örgütleri için Türk ve Türkiye düşmanlığı, kuruluşlarının ve devamlarının
manevi unsuru halindedir. Ayrıca, bu düşmanlık üzerine haklar ve çıkarları bina
etmektedirler. Türkiye ile ilişkisi, teması ve bağlantıları olan ülkelerle görüntü-de olan
düşmanlıklar gelip geçicidir. Terörün bu ülkelere sıçraması veya bir ve birden fazla olayın
bu ülkelere karşı veya bu ülke vatandaşlarını da hedef olarak almak suretiyle
uygulanması tamamen "tehdit" niteliği taşır, düşmanlık unsurunu kapsamaz.
131
Tarihi süreci içerisinde Ermeni terörü üç aşama gösterir:
Birincisi, terörle Ermenileri, Ermeni topluluklarını kazanmak veya kendilerine çekmek bu
suretle Ermeniliği sağlamaktır.
İkincisi, Ermeni olmayan kamuoylarına. "gücü" ve "boyutlarını" kabul ettirmek, ilgiyi
sağlamaktır.
Üçüncüsü ise, siyasi gelişmelere ve uluslararası çıkar çatışmalarına Türkiye ve Türklük
hakkında kullanılabilecek "düşmanlık kaynakları" hazırlamaktır.
19. yüzyılın sonlarında "hürriyetsizliğe - yoksulluğa - haklardan eksikliğe uğratılmış
azınlık" teması - 20. yüzyılın sonlarına doğru "soykırımına - katliamlara uğramış halkmillet" teması tamamen uluslararası ilişkilerde kaynak sağlama amacına, yönelik-tir. Ve
ilk fırsatta, bu kaynaklar hiç tereddütsüz Türkiye'ye rakip devletler tarafından hatta
uluslararası teşkil'tlar tarafından kullanılacaktır. Bütün terör örgütlerinin gizli kalan
amaçlan ve hedefleri uluslararası çatışmalardan doğacak fırsatların değerlendirilmesidir.
Bu ise tarihi sürecine uygun olarak kendileri dışında gerçekleşmesini bekledikleri bir hedef
hatta emeldir.
YENİ TERÖR DÖNEMİ (1973 -1985)
Yeni Ermeni terör döneminde, terörü özendiren, geliştiren, ha-zırlayan, daha geniş
alanlara yayılmasını, hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan,
yeni örgütlenme çabalarına insan gücü manevi ve psikolojik destekler, temaslar ve
ilişkiler ortamı hazırlayıp veren; geleneksel Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların
yanında açıklanan dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda
kullanılan "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" örgüt adının kısaltılmış şekli
olan ASALA'dır.
Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise,
bağımsız görünümü altında, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni
dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA'da manevi ve psikolojik desteği, temas ve
ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır. Bu yaklaşımla denebilir ki, gerçekte geleneksel
terör bütünü ile devam etmiş, 1960'larda hazırlanan ortamdan yararlanmış, fırsatları
değerlendirerek bir süre daha Türk ve insanlık avına çıkmıştır.
Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini "Armenian National Liberation" başlıklı
etüdünde, Michael M. GUNTER şu şekilde açıklamaktadır: "Şurası açıktır ki, günümüzde
Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri, birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi
desteklemesi ve teröristleri bu eyleme sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini
öne sürmesidir..."
Amerika'nın Massachusetts Eyaletindeki Cambirigge kentinde bulunan "Zoryan Çağdaş
Ermeni Araştırmaları Enstitüsü" yöneticisi ve "Armenian Review" gazetesinin yazı işleri
müdürü Gerard J. Libaridyan ise bu dönemi şu cümlelerle özetlemektedir: "Türk
devletinin ve dünyanın büyük devletlerinin altmış yıl süren barış çabalardan sonra bile,
Ermenilerin duygularını kabul etme yönündeki isteksizliği yeni bir terörizm döneminin
açılmasıyla sonuçlanmıştır."
ASALA lideri Agop Agopyan ise "geleneksel Ermeni partilerinin sürdürdüğü politikanın
başarısızlıklarının anlaşılmasından sonra" Ermeni şiddet olaylarının ortaya çıktığını iddia
iddia etmektedir. Bütün bu terörü meşru gösterme gayretleri, tarihi süreç içerisindeki
Ermeni terörünü makul göstermeye elbette yetmemektedir.
132
Hınçak
Hınçak (Çan Sesi) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis Nazarbeg
ile karısı Maro ve Kafkasyalı diğer öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre'de kurulmuş
ve komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hınçak isminde bir gazete çıkarılmıştır.
Bu komitenin başında ve üyeleri arasında çoğunluğu yine Rus uyruklu Ermeniler
bulunmaktadır. Bu komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu seçmişti;
bir zaman sonra komite merkezi, İsviçre'den Londra'ya götürülmüştür.
Hınçak Komitesinin programı, Sosyalist, Marksist ve Merkeziyetçidir; Karl Marks'ın ilkeleri,
temel olarak benimsenmiştir. Bu komite üyeleri, kendilerine sosyal demokrat dedikleri
halde, siyasal programları tamamen bir komünist manifesto niteliğindedir.
Komite, 1890 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı ülkesinin diğer
vilayetlerinde de şubeler açmış ve bu suretle, örgütlenerek çalışmalarına başlamıştır. Bu
komitenin ana politik amacı, Türkiye'deki Ermenileri Türklerden; İran Ermenilerini
İranlılardan ve Rusya Ermenilerini de Ruslardan kurtarmak; sonra da, bütün bu
memleketlerdeki kapitalistleri temizlemektir.
PROGRAMI
"İşçi ve üretici sınıf, insanlığın büyük bir çoğunluğunu kapsar. Bu sınıfın sermaye sahibi,
zengin ve egemen bir azınlık tarafından sömürülmesinden kurtarılması, üreticinin bütün
üretim kuvvet ve araçlarına, toprağa, fabrikalar, madenlere, ulaştırma vasıtalarına sahip
olmasıyla gerçekleşir. Üretici sınıfın bağımsızlığı, bütün insanlığın kurtarılması, genel ve
ekonomik ferahlık demektir.
Bu amaca ulaşabilmek ve onu fiilen uygulayabilmek için, bütün uygar memleketlerdeki
üretici sınıf, kendine özgü bir şekilde örgütlenmeli ve emrindeki genel politik olanakları
harekete geçirerek, bütün ülkelerle birlikte komünist ihtilalini yapmalıdır. Bu sayede diğer
sınıflar ortadan kalkar ve üretici sınıf, sosyalist bir düzen kurar. Bu kuruluşta halk, kendi
kanunlarını kendisi yapar ve kudretini gösterir.
(...)
Bugünkü durumda Ermeniler, mutlakiyet idaresine bağlı sınıfların yönetiminde
bulunuyorlar. Bunların yönetim, vergi ve maliye sistemleri, kendileri için yıkıcıdır. Onların
çevresinde bir taraftan üretim kapitalist şekilleri uygulanırken diğer yönden devamlı
olarak eski ekonomi ve yönetim şekilleri yok olmaktadır."
Bütün bu koşullar etkisiyle Ermeni sosyalist demokratları ve bütün Ermeniler için genel ve
bütünü kapsayacak bir sosyalizm düzeninin sağlanması, uzak bir amaç olarak kabul
edilmekte ve bu nedenle bütün eğilim ve uğraşılar, yakın bir hedef seçilmesini
gerektirmektedir. İşte bu yakın hedef, sosyal demokrat Ermeni İhlalci Hınçak Partisi'ni
oluşturmuştur. Bu yakın hedefler şunlardır:
a. İhtilal çıkarmak
b. Mutlakiyet yönetiminin egemen sınıflarını yok etmek
c. Ermenileri kölelikten kurtarmak
d. Politik işlere karışmak için Ermenilere güç vermek
133
e. Ekonomik ve kültürel ilerlemelerine etki yapan engelleri kaldırmak
f. İşçi sınıfının istek ve eğilimlerini açıkça söyleyecekleri ortamı hazırlamak
g. Ağır çalışma koşullarını düzeltmek
h. Kendilerine özel siyasi bir varlık halinde örgütlenmeleri için sınıf hakkında bilgi
sağlamak
i. Halkın çalışmalarını kolaylaştırmak ve onların uzak hedeflere doğru ilerlemesine yardım
etmek
Bütün bu düşüncelere uygun olarak Hınçak Komitesinin yakın hedefi, mutlakiyet
yönetimlerini, sınıflarını yıkmak için çalışmak ve bunları demokrat, meşruti rejimlerle
değiştirmektir. Bunun da ana koşulları şunlardır:
a. Halkın temsili için, her kesim doğrudan doğruya oylarını kullanmak suretiyle yapılacak
seçimle bir teşrii (kanun yapıcı) meclis kurulmalı. Bu meclis, memleketin politik ekonomik
ve bütün işlerini ve kanunlarını inceleyerek bunlar hakkında karar verme yetkisine sahip
olmalı.
b. Vilayetlere geniş bir muhtariyet verilmeli.
c. Halk için tam bir hürriyet sağlanmalı
d. Halk, hükümet memurlarını, kamu hizmetlerinde çalışan bütün şahısları, güvenlik
memurlarını, eğitim ve adalet işlerinde çalışan memurlarını seçebilmeli.
e. Milliyet ve sınıf farkı gözetmeden her reşit vatandaş gerek vilayetler ve gerek muhtar
idareler için temsilci seçilmeye yetkili olmalı.
f. Bütün vatandaşlar kanun önünde, milliyet ve din farkı gözetilmeksizin eşit olmalı.
g. Basın, söz, vicdan, toplanma, dernek kurma ve seçim mücadelesi için tam serbestlik
verilmeli.
h. Her vatandaşın şahsı ve evi, saldırılara karşı korunmuş olmalı.
i. Kiliseler, hükümetten ayrılmalı; bütün dini kuruluşlar, yalnız kendilerinden olan ve
buralara devam eden şahısların yardımlarıyla varlıklarını korumalı.
j. Bütün halk, askerliğini barışta milis örgütleri şeklinde yapmalıdır.
k. Laik ve zorunlu bir eğitim düzeni uygulanmalı; hükümet, fakirlere yardım etmelidir.
Halkın ekonomik durumunun ıslahıyla ilgili olduğu için, yukarıda sözü edilen siyasi hakları
elde ederek o ilkelere dayanmak suretiyle aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi
gereklidir:
a. Mevcut vergi sistemi kaldırılmalı, yerine belirli bir güç ve ödeme kabiliyetine göre ileri
bir vergi sistemi konulmalı.
b. Vasıtalı vergiler, tamamen kaldırılmalı.
134
c. Köylüler, her türlü borçlardan kurtarılmalı.
d. Halkın veya hükümetin yardımlarıyla ziraat makineleri sağlanmalı bunların kullanılması
öğretilmeli ve bunlar halka verilmeli.
e. Halk içinde ziraat ortaklıkları kurulmalı, bu ortaklığın amacı, ziraat ürünlerinin satışı,
tohum, hububat ve benzeri gibi şeylerin satın alınması ve yönetimi olmalı.
f. Her cins ulaştırma ve temas için araç sağlanmalı
g. Hükümet, çalışanların sömürülmesini önlemek için yardım etmeli ve bunları korumak
için kanunlar çıkarmalı.
Ermenilerin çoğunluğunun bulunduğu Türkiye Ermenileri ve onların yaşadıkları yerler,
vatanımızın en geniş topraklarıdır. Ermeni çoğunluğunun davası, Berlin Antlaşması'nın 61.
Maddesi ve diğer uluslar arası koşulların gücüyle, bir hak durumuna gelmiş ve Avrupalı
büyük devletler tarafından da tanınmıştır.
Osmanlı imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve mali düzensizliği, düşüşü, iflas etmiş
durumu, iç karışıklıkları ve zelzeleye uğramış hali, Osmanlı hükümetinin yok olmasını
zaruri ve kesin kılmış, diğer Avrupalı devletlerin etkileri de buna yardım etmiştir.
Avrupa'daki Osmanlı topraklarının bir kısmının da sistemli bir şekilde parçalanarak diğer
devletlerin eline geçmesinden ötürü aşağıdaki hususların sağlanması, tarihi bir lüzum ve
zaruret halini almıştır:
a. Ermeni komitecileri, bugün uğraşlarını Ermenilerin davasını savunmak ve
sonuçlandırmak için yakın amaca göre harcayacaktır.
b. Bu duruma göre ihtilalin uğraşı sahası, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin bölgesi
olacaktır.
c. Ermenilerin geleceklerini Osmanlı Devleti'nin kaderinden ayırmak gerekeceğinden,
Ermenilerin en yakın amacının ilk koşulu Ermeni bağımsızlığıdır.
Ermenileri yakın amaca ulaştırmanın çaresi, bir ihtilalle yani zorla Türkiye'deki Ermeni
bölgelerindeki genel kuruluşu alt üst etmek, değiştirmek; genel isyanla, Türk hükümetine
karşı savaş açmaktır. Bu uğraşların vasıtaları:
a. Matbuat, kitap ve konuşmalarla halk arasında ve özellikle işçiler içinde propaganda
yapak; Hınçak Partisi'nin ihtilal fikirlerini yaymak, halk arasında ihtilalci örgütler kurmak
ve isyan çıkarmak.
b. Türk istibdat elemanlarını, hafiyeleri, muhbirleri, hainleri ve ihanet edenleri
cezalandırmak; terörü, ihtilal örgütlerinin savunması için bir vasıta ve halkı ezenlerin ve
alçakların uğraşılarına karşı koruyucu olarak kullanmak.
c. Hükümet askerlerinin veya aşiretlerin saldırılarına karşı halkı korumak için, elde silahlı
hazır bir kuvvet bulundurmak; akıncı alayları kurmak. Bu alaylar, yapılacak bir genel
isyanda öncülük görevini yapacaklar.
d. Birbirine bağlı, tam bir birlik ve beraberlik içinde ortak hedefe yürüyen, aynı taktiği
uygulayan, bir merkezden sevk ve idare edilen düzenli ve birçok gruplardan oluşan genel
ihtilal örgütü kurulmalıdır. Türkiye'deki örgütlerin bütün güç ve yetkileri, Hınçak
Komitesi'nin teşkilat ve uğraşlılarını gösteren bir tüzükle tespit edilmiştir.
135
e. Düzenlenen bir isyanı uygulamak için olaylar yaratmak.
f. Herhangi bir devletin Türkiye'ye karşı savaşa girmesi, genel bir isyanın başarıya
ulaşması için en uygun bir zamandır.
g. Ermeniler ile kaderleri bir olan ve aynı bölgede yaşayan diğer azınlıkları kendi
tarafımıza çekmek, onlarla birlikte müşterek düşmanımız olan Türk Hükümeti'ne karşı
savaşmak. Hınçak Komitesi'nin en büyük amacı, Doğu Anadolu'daki bütün diğer
azınlıklarla birlikte, Osmanlı devletinin esaretinden kurtularak İsviçre'de olduğu gibi bir
federasyon kurmaktır.
Bir siyasi programa göre çalışan Hınçak Komitesi, özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen
Marksizm propagandası yapmıştır. Karışıklıklar çıkarmak ve ihtilal yapmak için, gençler,
dini liderler, avantürler ve işsizler, komiteye girmeye ve buralarda çalışmaya can
atmışlar; Komite yöneticileri de, sınıf esası üzerine çalışarak bir Ermeni Proleteryasını
yaratmak istemişlerdir.
Komitenin bu çalışmaları, Türkiye''eki yaşama koşullarına göre, bir sosyalizm
propagandasından öteye geçememiştir. Hınçak Komitesi'nin düzenlediği ayaklanmalara,
birçoğu dış memleketlerden ve özellikle Rusya'dan gelmiş ve bu gibi işlere yatkın
kimseler de girmişlerdir.
Ermenilerin eyleme geçmeleri, memlekete çok ağır ve giderilmesi olanaksız kanlı olaylara
etken olmuştur. Hınçak komitesinin örgütlerini kurmak için Cenevre''en Tiflisli Şimavon,
İran'dan S. Danielyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazat, Batum'dan H.
Megavoryan geldiler. Uzun süren tartışmalardan sonra, İstanbul Hınçak Komitesi Merkezi
kurulmuştur. Bu örgüte, İstanbul'da 1890 yılından evvel kurulmuş olan diğer ihtilalci
örgütler de katılmışlardır.
Görülüyor ki, Türkiye'deki Ermenilerin alın yazısı, birçok Rus Ermenisinin eline
bırakılmıştır. Bu arada komiteye girmeyenler ve para yardımı yapmayanlar, baskı altında
tutulmaya veya öldürülmeye başlanmışlardır. Örgütler, büyük bir hızla Anadolu'daki
vilayetlere de yayılmışlardır.
FAALİYETLERİ
Hınçak Derneği'nin ana tüzüğü ve programı, 1909 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu
tüzük, dernekler kanunu gereğince İçişleri Bakanlığı'na verilmiş ve gerekli işlemler
yapılarak İstanbul Valiliği'nin 8 Şubat 1909 gün ve 90 sayılı onay belgesini almıştır. Tüzük
beş kısımdan oluşmaktadır.
Ermeni Hınçak Komitesi'nin ele geçen faaliyetleriyle ilgili olarak 1910, 1911, 1912 ve
1913 yıllarına ait karar defterinde şu kararların alındığı yazılıdır:
a. Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanmasına çalışılması.
b. Silah eğitimi yapılması (Marufyan, Yavruyan, Candan tarafından).
c. Propagandalara hız verilmesi.
d. Taşnak Komitesi ile ilişki kurulması.
e. İttihatçılarla ilişki kurulması.
136
f. Van'da çeteler kurulması ve yönetilmesi. (Bu çeteler şunlardır: Orsfan, Cang, Goçnak,
Juraçak, Pencak, Badami, Tejohenk, Maro ve Paros)
Hınçak Komitesi 24 Temmuz 1914 tarihinde, Türkiye'de Üçüncü Kongresini yapmıştır. 51
şubeden gönderilen 28 delegeyle Cangülyan'ın başkanlığı ve Tancutyan'ın sekreterliğinde
açılan kongrede şu karar alınmıştır:
"Amaç ve çalışmalarımızın gerektirdiği büyük sorumluluk ve ondan doğacak tehlikeler göz
önünde tutularak, uygar insanlar olduğumuzu göstermek için maceralardan ve
düşüncesizce yapılacak hareketlerden kaçınılmalı, iyice düşünülmüş dengeli tesirler ve
vasıtaların amaçlarımızda ve hareketlerimizde başarı sağlamak için tek çare olduğu göz
önünde tutulmalıdır."
Bunun üzerine Hınçak komitecileri, 1896 yılında Türkiye'den uzaklaşmaya başlamışlardır.
Bu komitenin üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı asıl
Hınçaklar (Nazarbeg taraftarları), diğer kısmı reforme Hınçaklar (Veragazmiyal Hınçak)
adını almışlardır. Bu ikinci grup, Arpiyar Arpiaryan adında bir şahıs tarafından
yönetilmeye başlanmıştır.
Her iki komite de, bir prensip ve programa göre değil, yöneticilerin görüş ve
davranışlarına göre hareket etmişler, şahsi çıkarlarını ön planda tutmuş ve bunu
savunmuşlardır. Aralarındaki bu anlaşmazlık, sokak kavgalarına dönüşmüş, bazıları
dövülmüş, bir kısmı da öldürülmüştür.
Hınçakların Marksist olduğunu anlayan Ermeni halkı ise komitacıların görüşlerini kabul
etmemiştir. Mücadeleler 1902 yılında iyice artmış, her iki tarafa bağlı birçok komitacı,
İngiltere'de, Rusya'da, Mısır'da, Bulgaristan'da, Kafkasya'da ve İran'da sokak ortasında
öldürülmüşlerdir.
Van İsyanı'ndan sonra bazı küçük çeteler, Hınçak ismini taşımışlarsa da artık yeterli bir
güçten yoksun kalmışlardır. Hınçak Komitesinin dağılmasında, bazı Hınçak liderlerinin
Rusların gizli amaçlarını anlayarak tuttukları hatalı yoldan ayrılmaları da başlıca
etkenlerden biri olmuştur.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay ATASE Yayınları,
Genelkurmay Basımevi, Ankara 1984, 2. Baskı, s. 76-87
Taşnak
"Ermeni Devrimci Federasyonu" olarak da anılan Taşnak Komitesi, Ermeni sorununun
ortaya çıkmasında önemli roller oynamıştır. Komitanın faaliyetleri, komünistlerin "Ermeni
Cumhuriyetini" ele geçirmelerinden sonra ABD, Lübnan, İran, Fransa ve Yunanistan da
"sürgündeki parti" şeklinde devam etmiştir. Günümüze kadar çeşitli eylemlerle
faaliyetlerini devam ettiren Taşnak komitesini, çeşitli terör tim ve grupları oluşturdu.
1. Örgüt yapısı
a. Büro - Örgütün en üst organıdır. Örgüt yönetimi "Büro"nun kararları doğrultusunda
gerçekleşir. Büro, görünüşte kollektif liderlik şeklindedir. Kaliforniya'dan, Fransa'dan,
İran'dan birer, Lübnan'dan beş üyeden oluşur. Üyeler kendi aralarından birini başkan
seçerler. Lübnan iç savaşına kadar Büro, Lübnan'daydı. İç savaş sonunda sırasıyla ABD,
Yunanistan ve Fransa'ya taşındı. Bugün tekrar ABD'de olduğu sanılmaktadır. "Büro"
137
üyeleri, yönetim esasları, kararları gizlidir. 1985 yılına kadar, İran doğumlu,
Yunanistan'da yaşayan, Hrair Marukiyan'ın Büronun başkanı olduğu bildirilmektedir.
b. Merkez Komitesi - Örgütün üst yönetim organıdır. Büro ile yerel gruplar ve örgütler
arasındaki bağı teşkil eder. Ermenilerin nüfus bakımından önemli oldukları yerlerde
kurulur. Lübnan ve Fransa'da birer "Merkez Komitesi" olmasına karşılık, ABD'de "Batı
Kesimi Merkez Komitesi", "Doğu Kesimi Merkez Komitesi" adı altında iki komite vardır.
Pramide benzeyen bu yapının altında yerel örgütler, organlar yer alır. Bunlar, çeşitli
"Ermeni temalarını" taşıyan isimlerle anılırlar. Başlıcaları, "Ermeni Gençlik Federasyonu",
"Gençlik Örgütü", "Erkek ve Kız Öğrenciler İzci Örgütü" ve "Spor ve Kültür Örgütleri" gibi
adlarla kurulmuşlardır.
c. Merkez Komitesi'ne veya Merkez Komitelerine ayrıca propaganda ve yayın; Hukuk;
Mali; Askeri; Eğitim ve "Ermeni göçünü denetleme komitesi" adı altında çeşitli hizmet
bölümleri bağlıdır. Bunlar daha çok bilgi ve teknik hizmet birimleridir: "Ermeni Devrimci İhtilâlci - Federasyonu" adı, propaganda etkinlik sağlamak ve özellikle Batı kamuoyunda
tepki yaratmamak amacıyla değiştirilmek istenmiş ve Taşnakların siyasi kolu şeklinde
"Ermeni Ulusal Komitesi" adını almıştır. Çeşitli propaganda uygulamalarında sanki farklı
kuruluşlarmış gibi iki isim de kullanılmaya çalışılmaktadır.
2. Amacı ve hedefleri
Taşnak, komünist olmayan bir Ermenistan kurulmasını ve Türkiye'nin Ermenilere karşı
işlendiği iddia edilen suçlara karşı tazminat ödemesinin sağlanmasını amaçlamaktadır.
Taşnak yayın organlarında bu amaç, şu şekilde dile getirilmektedir: "Sevr anlaşması
üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu anlaşma davamızın kilometre taşlarından
biridir..."
Taşnak'ın nihai amacı ise, "Dört T" şeklinde özetlenebilir: Terör yoluyla soykırım
iddialarının tanıtımının yapılması, iddiaların Türkiye tarafından tanınması, Türkiye'nin
tazminat ödemesi ve Türklerin işgali altında bulunduğu iddia edilen toprakların Ermenilere
iade edilmesi.
3. Stratejileri, tutum ve davranışları
Stratejisini görüntüde, "barışçı yollarla amaçlarının gerçekleştirmesi" şeklinde ortaya
koyan Taşnak, uzun yıllar öncesine dayanan faaliyetleriyle tam bir terör örgütü gibi
hareket ettiğini ortaya koymuştur.
Netikim, "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandoları" adlı terör grubu Taşnak tarafından
kurulmuş, örgütün adı daha sonraları "Ermeni Devrimci Ordusu"na şeklinde
değiştirilmiştir. Bu grubun bütün cinayetleri ve bombalama olayları Taşnak tarafından
planlanmıştır. Ancak Taşnak'ın terör örgütü ASALA'dan farklı bir yanı vardır: ASALA terör
eylemlerinde Türk veya başka ülkelerin vatandaşları arasında ayrım gözetmezken;
Taşnak ve ona bağlı terör grupları, hedef olarak yalnız Türkleri, Türk vatandaşlarını, Türk
temsilcilerini seçmişlerdir.
1982 yılında Los Angeles'teki Türk Başkonsolosunu öldürdükten sonra "Adalet
Komandoları"nın yaptıkları "Tek amacımız Türk diplomatları ve Türk kurumlarıdır"
açıklaması, bunun en açık kanıtıdır. "Ermeni Devrimci Ordusu"nun 1983 yılında
Lizbon'daki Türkiye Büyükelçiliğine yaptığı saldırıda da aynı beyan tekrarlanmıştır.
XIX yüzyıl sonları ve XX. Yüzyıl başlarında Taşnaklar, daha çok Batı yanlısı davranmış ve
Batı kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardır. Hınçaklar ise Rusya'ya yönelmişlerdir.
1982 ve 1983 yıllarındaki elçilik saldırılarının ardından Taşnak Ermeni örgütünün stratejisi
şu şekilde açıklanmıştır:
138
"Bir kurtuluş hareketinin nihai amacına erişmesi için iki aşama vardır: Birincisi destek
üsleri sağlamaktır. Buna "İç propaganda" denilir. İkinci aşama ise, dışarıda tanınma yani
dünyanın beğenisini kazanmadır. En azından dünya kamuoyunun davaya eğilmesi
sağlanmalıdır. Bu ise, bir başka değimle gösteri eylemleri dönemidir..."
Taşnak'ın nitelikleri, Taşnak Partisi tarihçisi Varanciyan tarafından şöyle açıklanmaktadır:
"Belki de hiçbir ihtilâlci parti, hatta Rusların Nazodovoletz ve İtalyanların Çarbonarileri
bile -ki bunlar terörist eylemlerde zengin deneyimlere sahiptirler ve hiçbir şeyden
çekinmezlerdi- Taşnak partisi kadar çılgın türde terörist yetiştirememiştir. Yüzlerce
silahşör, bomba ve hançerle intikam için yola çıkmış kişi yaratmıştır..."
4. Viyana ve Münih Kongreleri
27 Aralık 1981 tarihinde Viyana'da yapılan 22. Taşnak Kongresi'nde özetle şu kararlar
alınmıştır:
- Partinin amacı, birleşik ve özgür bir Ermenistan'ın kurulmasıdır.
- Diğer Ermeni kuruluşları, siyasi komite aracılığıyla baskı yapılarak Taşnak saflarına
çekilmelidir.
- Batılı ülkelerle tam bir yakınlık kurulmalıdır.
- Sovyet Ermenistan'ı ile yakın ilişkilere girilmeli ve Ermeni göçü durdurulmalıdır.
1984 yılı sonunda 15 ülkeden gelen parti temsilcileriyle Münih'te yapılan kongrede ise şu
kararlar alınmıştır:
- Ermeni davasının tanıtılması için yeni kampanyalar başlatılmalıdır.
- Ermeni davasına siyasi çözüm sağlayacak, çeşitli barışçı ve yasal yallar denenmelidir.
Örnek olarak (A.B.D.Ieri kongresinde ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda
girişimlerde bulunularak) Ermeni soykırımınının tanınması sağlanmalıdır.
Bu toplantı sonunda yayınlanan açıklamada ise şöyle denilmiştir:
"Ermeni halklarının meşru haklarını, Türkiye'nin soy kırımını tanımasıyla sağlanmalı,
insani ekonomik ve kültürel kayıpların tazmini ve binlerce yıllık Ermeni vatanının yeniden
kurulmasını savunmaya devam edeceğiz..."
Her iki kongre kararları da, Taşnak'ın propaganda araçları olarak kullandığı temaları
belirlemesi bakımından önemlidir.
5. Destek ve ilişkileri
Taşnak, desteğini daha ziyade ABD'den ve Avrupa devletlerinden almaktadır, ilişkileri ise
mümkün olduğu kadar diğer terör örgütleriyle temas etmemek şeklinde bir esasa
bağlanmıştır. Adı geçen devletlerin çeşitli teşkilâtlarıyla iliş-kileri vardır. Kilise ve Kiliseler
Birliği ile "Ermeni lobileri" ve "Araştırma merkezleri" başlıca destek kaynaklarını teşkil
etmektedir.
6. Politik gelişmeleri
1970 'lere kadar, Taşnak Ermeni terör örgütünde belirlenen ve uygulanan politikalarda
esas "Sovyet Ermenistan'ının kurtuluşu ve bağımsızlığı" olmuştur. Bu sebeple, Sovyetler
139
Birliği'ne karşı olan düşmanlıklar öncelik kazanmış, Sovyet Ermenistan'ını tutan veya
Sovyet Ermenistan'ını destekleyenlere karşı acımasız bir mücadele verilmiştir. New
York'taki Holy Cross Ermeni Kilisesi'nin Başpiskoposunun Noel âyini sırasında bir Taşnak
fedaisi tarafından öldürülmesinin nedeni, onun Sovyet Ermenistan'daki durumu
onaylamasıdır.
1970 'lerden sonra, Ermeni Cumhuriyeti lider ve kadrolarının ölüm ve diğer sebeplerle
ortadan kalkması ve dağılması, Taşnak'ın politikalarında önemli değişikliklere sebep
olmuştur. Artık, düşmanlık Türkiye'ye ve Türklere yönelmiştir. Nitekim, 1972 de
Taşnakların kurduğu ve teşkilâtlandırdıkları "Ermeni Soy Kırımı Adaleti Komandoları" terör
grubu da bu politika gereği harekete geçirilmiştir. Taşnak'ın propaganda organı olan
Aztag Şapatoryag gazetesi, "Günümüzde kurtuluş mücadelelerinin de son umut ve çıkış
yolu olarak terörizmdir" diyerek yeni dönemin metodunu açıklamıştır.
Ancak, Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ne yönelik baskın, Taşnak'a itibar kazandırmadı.
Bu olaydan sonra, "Ermeni Soykırımı Adaleti Komandoları" isimli örgütün ismi "Ermeni
Devrimci Ordusu" olarak değiştirildiyse de Taşnak için kurtarıcı olmamıştır. Özellikle 1984
tarihinde Taşnak canilerinden Sasunyan'ın tutuklanıp, mahkûm edilmesi Taşnak
politikasına önemli bir darbe vurmuştur. Bu süreçte Taşnak, Amerika'da doğan
Ermenilerin desteğini yitirmiş; nitekim, "Armenian Reporter" gazetesi, Taşnak partisinin
Lübnanlı, dışardan gelen Ermenilerin eline geçtiğini, terörizmi desteklemeyen büyük
çoğunluk karşısında âciz kaldığını yazmıştır.
Terörist kolun zayıflaması, Taşnaklar arasında ve özellikle "Büro" ve "Merkez Komiteleri"
üst yönetimleri arasındaki çatışmaları artırmıştır. Örgütün üst yönetimi ikiye ayrılmıştır.
"Büro"nun güçlü adamları, Lübnan Merkez Komitesinin temsilcileri ve önde gelen
yöneticileri, Lübnan'da, öldürülmüşler veya kaybolmuşlardır. 1985 yılının sonlarına doğru
artık bir Taşnak bütünlüğünden söz edilemez olmuştur.
Taşnak'ın bu duruma gelmesinde dışardan iki büyük etken rol oynamıştır. Bunlardan
birincisi Taşnak yöneticilerinin bazı devletlerin gizli servisleriyle ilişkilerinin açıklanması ve
bu servislerin Ermeni kiliselerin bir elde toplama çabalarının ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise
ASALA - Taşnak mücadelesidir. ASALA, Taşnak yöneticileri için "Ermenilerin kanını emen
ve kurutan parazitler" ifadesini kullanmıştır.
7. Yayın Organları
Ermeni komiteleri ve terör örgütleri içerisinde propaganda konusunda büyük deneyimleri
ve o nispette destekleri bulunan Taşnak, çeşitli süreli, süresiz yayınlar, satın alınan radyo
programları, özel radyolar TV ve video filmleri gibi haberleşme ve yayın araçlarıyla sürekli
olarak amaçlarını, hareketlerini, politikalarını dünya kamuoyuna duyurmak imkânını elde
etmişlerdir. Birçok devlet bu bakımdan Taşnaklara özel destekler sağlamış ve ilgi
göstermiştir.
Taşnak yayın organları içerisinde en önemlileri ABD'de Ermenice yayınlanan "Hayrenik"
ve "Asbarez" ile İngilizce yayınlanan "Armenian Weeky"dir.
Bu örgütün, katılanların kısıtlı sayılarına rağmen, Paris, Bükreş, Erivan, Münih gibi
yerlerde 22 dünya konferansı düzenlemesi önemli bir propaganda, yayma ve yayılma
olayıdır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s. 432442
140
Asala
1973-1985 döneminde kendisinden en çok söz ettiren Ermeni terör örgütü ASALA'dır.
Kuruluşu, örgüt yapısı ve çalışmaları hakkında kesin bilgiler henüz yayınlanmamıştır.
Çeşitli Ermeni kaynakları ve yayınlar ASALA hakkında, bazı şahıslarla ilgili bilgiler
vermekte, çoğu kez bu örgütün veya terör grubunun yayınlarından elde edilen sonuçları
açıklamaktadırlar. Bunlar ise bu terör grubunun yaymak istediği veya açıklanmasında
sakınca görmediği bilgilerdir.
ASALA'nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan'daki Filistin Kurtuluşu
örgütlerinin faaliyetleri içerisinde gören, onlardan esinlenerek ortaya çıktığını savunan
görüşler olduğu gibi birkaç Ermeni'nin bir araya gelerek kurdukları yeni bir terör örgütü
kurduklarını ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı, en etkin terör olaylarını
meydana getirdiğini yazan yayınlar da vardır. Bütün bunlar, ASALA'nın kuruluşunu tam
olarak açıklamaktan uzaktırlar. ASALA'nın bir örgüt olarak ortaya çıkması şartları
bilinmeden ve doldurmuş olduğu boşluk yeterince açıklığa kavuşturulmadan mevcut
tereddütler daha uzun zaman devam edecektir.
Her şeyden önce Ermeni terörünün yeni döneminde ilk hareketlerin Taşnak Ermeni terör
örgütünün politikaları ve hedefleri gereği olduğu bilinmelidir. Taşnakların tarihi süreç
içerisinde ve açıklanan dönemde tamamen batı yanlısı, Türk hedeflerini esas alan, terörü
kısıtlı uygulayan bir politika izlediği ve Batı devletlerinden destek ve yardım gördüğü,
hatta bunlarla işbirliğinde bulunduğu da çeşitli kanıtlarla açıklığa kavuşmuştur. Esasta
bundan başka bir tutum ve davranışta bulunmalarına da yapıları, tarihi gelişimleri uygun
değildir.
Bu ortamda boş bulunan bir alan vardır. Marksist - İhtilâlci-Yeni nesilleri yakından
ilgilendiren ve özellikle Fransa'daki tabiriyle "Yeni Ermeni direniş örgütleri" gibi cazibeli
gelecek, Sovyetler ve Doğu ülkeleriyle ilgili adan boş sanılmaktadır. Gerçekte, bu alan
Hınçaklar tarafından çok eski tarihlerden beri doldurulmuş bulunmaktadır. Ve 1960 tan
itibaren Hınçak'larda çeşitli görüşlerle yeni terör dönemini hazırlamakta-dırlar. Ancak,
ortadan Hınçaklar görülmemekte ve ASALA şeklinde, her şeyi ile yeni sayılmayı isteyen
bir terör örgütü çıkmaktadır.
Yeni Ermeni terörünün hazırlayıcı etkenleri dikkate alındığında ve özellikle Hınçakların
terör örgütü olarak, amaçları, politikaları, hedefleri incelendiğinde ASALA'nın Hınçakların
bir terör grubu olduğu kanısına varılabilir. Ancak, Lübnan şartları, yeni gelişmeler, bu
grubu dünya kamuoyu önüne yeni bir Ermeni terör örgütü gibi çıkarmış, bu örgüt
üstlendiği terör olaylarıyla tanınmıştır. Gerçekte ise değişen önemli bir durum yoktur.
Tarihi süreci içerisinde iki Ermeni terör örgütü gene sahnededir. Birisi, daha belirgindir,
kurduğu terör grupları ve timleriyle hareketlidir. Diğeri ise görünmemekte bütün manevi,
psikolojik desteğin yanında, her türlü insan gücünü, deneyimini de tahsis ettiği bir Ermeni
terör grubu örtüsü altında kalmakta, bu grup daha alt gruplar ve timlerle terörü
gerçekleştirmektedir.
1. KURULUŞU VE ÖRGÜT YAPISI
ASALA, 1975 yılında kurulmuştur. 6 - 7 üyeden oluşan kurucuları içerisinde, terör
örgütünün en hareketli iki üyesinden biri olan Agop Agopyan, örgütün bilinen lideridir.
İkincisi ise cinayet eylemlerini bizzat gerçekleştiren, terör olaylarının faili bulunan ve
Agop Agopyan'ın yokluğunda örgütün ayakta kalmasını sağlayan Agop Tarakçıyan'dır,
1981'de ölmüştür. Agopyan ise çeşitli yaralanma, tedavi gibi sürelerin dışında örgütün
lideri olarak kalmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütlerinin elemanı olarak tanınmış ve "Mücahit"
ismini taşımıştır.
141
Örgütün yapısı, geleneksel Ermeni terör örgütleri modeline uygundur. Lûbnan Merkez
Komitesi, örgütün üst yönetimini üstlenmiştir. Özellikle, 1980 yılında bu komite,
Lübnan'da önemli bir şekil almış ve "Büro" niteliğine bürünmüştür. Merkez Komitesine
bağlı olarak; Siyasi Komite, Mali Komite, Propaganda ve Yayın Komitesi, İstihbarat
Komitesi ve Askeri Komite gibi alt kuruluş ve organları vardır. Askeri komite, eylem
timlerinin de bağlı olduğu bir organ niteliğindedir.
2. AMAÇ VE HEDEFLERİ
ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı "siyasi programıyla" amaçlarını ve hedeflerini dünya
kamuoyuna yayınlamıştır. Buna göre ASALA'nın amacı: "Demokratik, sosyalist ve
devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan'ın kurulmasıdır." Burada
tanımlanan hükümetin neresi olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği ve
sosyalist devletlerden her türlü yardım istenmekte ve "Sovyet Ermenistan'ı halkın uzun
savaşı için bir üs olarak" kabul edilmektedir.
Siyasi programda düşmanlar, iki grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisine "yerel
gericiler" denilmektedir ki, bunlar, ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan
Ermenilerdir. Taşnak da bu grupta yer almaktadır. İkincisi düşman grup ise, "Uluslararası
emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi" olarak gösterilmektedir.
ASALA, "Ermeni topraklarının"(!) kurtarılması için temel yolun, devrimci şiddet
eylemlerinden geçtiğinin kabul ve ilan etmektedir. Programına göre; ASALA, üstün
sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslararası devrimci hareket
içinde koalisyonlar kurulup güçlenmesine çalışılacaktır. Bunun için şiddet ve terör
vazgeçilmez yöntemdir.
ASALA'da amaçların gerçekleştirilmesi için terör eylemlerinin özellikle Türklere veya Türk
dostlarına uygulanması, resmi veya özel şahısların seçilmesi önemli değildir; "terör bir
olaydır ve önemli olan olayın boyutu"dur. Hedefler ikinci planda kalabilir. Bu nedenle
katliamlar, büyük yankı uyandıracak öldürmeler, bombalamalar ön plana geçmekte;
öldürülenlerin çocuk, kadın, Türk veya başka bir milletten olmaları önemli
sayılmamaktadır. Ancak, her defasında öncelik Türklere ve Türkiye'ye uygulanacak terör
eylemlerine verilmiştir. Ankara - Paris Havaalanlarının, İstanbul, Kapalıçarşı'da girişilen
saldırı ve katliamların Orly saldırısının sebepleri, tamamen "olayın" çapı doğuracağı etki
ve yankıdır.
3. STRATEJİLERİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI
ASALA'nın temel stratejisi, dünyadaki ilerici Ermeni hareketlerini bir noktada (Lübnan'da)
toplamak ve bir merkezden yönlendirmektir. Kısaca, ilerici Ermeniler ASALA çatısı altında
birleşecek ve "ASALA Halk Hareketi"ni başlatacaktır. Bu suretle, Ermenilerin ilerici güçleri,
birbirleriyle resmi işbirliğine girebilecekler ve güçlerini birleştireceklerdir.
ASALA stratejisinin bu bölümünü 1981 yazında, dünyadaki tüm ilerici Ermenileri
Lübnan'da toplantıya çağırmakla uygulamaya çalışmıştır. "İlerici" deyimi "Sosyalist Marksist" anlamında kullanılmaktadır.
Stratejinin ikinci bir aşaması da, bu güç birliğinin sosyalist hükümetlerinde yardımıyla
terörü yayarak, savaş dönemini başlatmasıdır. Ermeni terörü, Ortadoğu'daki kurtuluş
mücadelelerinin bir parçasıdır ve Türkiye'nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle
bütünleşebilir. Bu stratejinin sonucu olarak ASALA-PKK işbirliği meydana gelmiştir.
4. POLİTİK GELİŞMELER
142
1975 yılında kurulduğu kabul edilen ASALA'nın politik gelişmeleri iki safhada
değerlendirilmelidir. ASALA, 1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni
güçlerle kuvvetlenmiştir. Bu süreç 1981'de zirveye çıkmış, ancak örgüt 1983 yılında ikiye
bölünmüştür.
ASALA'nın ilk eylemi, kurucularından Agop Tarakçıyan'ın 16.2.1976 tarihinde Beyrut Türk
Büyükelçiliği Başkâtibi Oktay Cerit'i öldürmesidir. ASALA, 1979 yılına kadar, Filistinlilerin
kendi aralarındaki çatışmalara karışmış ve lider Agopyan yaralanmıştır. 1979 yılında
Paris'te toplanan Ermeni Konferansı sırasında, Fransa'daki Ermeni teröristlerle irtibat
kurulmuş; böylece örgüte yeni elemanlar katılmıştır. Bunların içerisinde en ünlüleri Alex
Yenikomşiyan ve Monte Melkiyan'dır.
1981 yılında birçok terör olayı gerçekleştiren ASALA, bir taraftan İsviçre'yi, diğer taraftan
Fransa'yı tehdit etmeye, başlamıştır. Fransa'daki "Yeni Ermeni Direniş Örgütü",
Kanada'daki "Azad Hay" ve İngiltere'deki "Gaitzer" grupları ASALA'ya katıldıklarını ilan
etmişlerdir. Terörün büyük bir etkinlik ve yaygınlıkla devam ettiği bu yıllar içinde merkez
kadrosunda ihtilâflâr başlamıştır. ASALA'nın masum insanlara da yönelmiş olan terör
eylemleri, örgütün dünya kamuoyundaki konumunu derinden sarsmıştır.
İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle ASALA yöneticileri, Filistinlilerle birlikte Lübnan'ı terk etmek
zorunda kalmışlardır. Örgüt, Temmuz 1983 tarihinde ikiye bölünmüştür. Bunlardan Agop
Agopyan Grubu, Yunanistan ve Ortadoğu'ya yerleşmiş; kadın-çocuk ayırımı yapmadan
terör eylemlerine devam etmiştir. Bu dönemdeki en çarpıcı eylemi, Orly katliamıdır.
Örgütün Batı Avrupa'daki grubu ise, "ASALA devrimci hareketi" ismini almıştır. Daha ılımlı
bir yol izleyen bu grup, terör eylemlerinde yalnızca Türk hedeflerine yönelmiştir. Bu
hareketin önde gelen liderlerinden biri Monte Melkoyan, diğeri ise Ara Toranyan'dır.
Toranyan, Merkezi Paris'te bulunan "Ermeni Ulusal Hareketi" adlı grubun liderliğini
yapmıştır. Bu grup, Orly saldırısını "tamamen faşist bir saldırı" olarak nitelemiştir.
Melkonyan ise Ermeni mücadelesinin siyasi zeminini oluşturmayı amaçladığını
açıklamıştır. Buna göre harekâtın iki yönü vardır: 1) Ermenileri harekete geçirmek, 2)
Türkiye'ye karşı harekete geçmiş diğer güçlerle işbirliğinde bulunmak. İran doğumlu
Melkoyan, ikinci aşamada "ittifaklar" kurma stratejisini ileri sürmüştür.
Bu arada Agopyan da faaliyetlerini devam ettirmiştir.
5. DESTEK VE İLİŞKİLERİ
ASALA, amaçları ve izlediği politikalar gereği üç yönlü destek bulmuştur. Bunlar şöyle
sıralanabilir:
1) Sovyetler - Doğu Bloku ve Sosyalist ülkeler,
2) Türkiye'yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı jeopolitik beklentileri bakımından
politikalarının esası sayan Yunanistan, Suriye gibi ülkeler,
3) Komünist partiler, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütü ve sempatizanları, karşı
görüşlere sahip bulunsalar da Ermeni kiliseleri.
ASALA'nın ilişkileri, uyguladıkları stratejiye paralel olarak, Türkiye için tehdit oluşturan
kesimlerle yoğunlaşmıştır. Bunlar 1975 -1980 evresi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü,
Komünist partileri eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir. 1980 yılında Nisan
ayında Sidon/Lübnan'da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla ASALA ilişkilerini
genişletmiştir. Bu yolla ASALA-PRK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur.
143
1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkoyan'ın stratejine
uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek, bu
stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkân ve kabiliyette bulunan her
örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır. Bunların başında gene PKK ve benzeri
kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.
6. YAYINLARI ve HABERLEŞME ARAÇLARI
ASALA'nın en önemli ve resmi yayın organı "HAYASTAN"dır. Ayrıca, "Hay-Baykar",
"Armenia" ve Londra'da yayınlanan "Kaytzer" adlı dergiler de yayın organlarının
başlıcaları arasındadır.
ASALA ilk radyo yayınlarını 1981 de Beyrut'ta başlatmış, "Lübnanlı Ermenilerin Sesi" adı
altında günde bir saatlik yayınlar yapmıştır. Bunların dışında, ilişkili olduğu ülkelerin
haberleşme araçları da ASALA'ya yayın yönünden destek sağlamaktadırlar.
YOĞUN FAALİYET ALANLARI
ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk Temsilciliklerine yönelik silahlı
eylemlerini en çok Fransa'da gerçekleştirmişlerdir. Lübnan'dan sonra en büyük hareket
üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket serbestliği bulunan
Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni kuruluşlarından almış oldukları
büyük destekle rahatlıkla eylem yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum
Kesimi, Suriye, İran ve Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler.
ÖRGÜTÜN SON DURUMU VE KOPMALAR
ASALA'nın, İsrail işgali nedeniyle Lübnan'daki 3 eğitim kampını kaybettiği, İtalyan
makamları arasındaki görüşmeleri aracılık eden bazı Filistinli yöneticilerin ASALA'yı
arkadan vurmaya çalıştıkları, gerici Ermenileri kiralayarak ASALA'ya karşı kullanmak
istedikleri, ASALA liderlerinden Agop AGOPYAN tarafından Beyrut'un Batı kesiminde
yaptığı röportajın radyoda yayınlanan metninde ifade edilmiştir.
ASALA'nın merkezlerinin; Lefkoşe'nin Rum Kesimi, Atina ve Şam olarak üç ayrı mihraka
bölündüğü haberinin alındığı, ayrıca, Tahran'da Ermeni cemaati içinde teşkilatlanmış
oldukları, İsviçre Dışişleri Bakanlığı'nca bildirilmiştir.
Filistin Saika Örgütü Siyasi Daire Başkanı, ASALA militanlarının Cezayir, Tunus, Sudan ve
Kuzey Yemen'e gittiklerine dair bazı haberleri duyduğunu ifade etmiştir. Bu arada, l980
yılında İngiltere'de kurulmuş bulunan ve çeşitli ülkelerden bağışlar yapılan ASALA'nın yan
kuruluşu olan Siyasi Mahkumları Destekleme Komitesi ise dört prensipte çalışmaktadır.
Bunlar; mahkumlara maddi ve manevi yardım, cemaat içinde propaganda, cemaat
dışında propaganda, Ulusal Kurtuluş Harekatı'na yardım şeklindedir.
ASALA Örgütü Lideri Agop Agopyan tarafından Türkiye'de eylem yapmakla görevlendirilen
Monte Melkonian l983 tarihinde İstanbul Kapalı Çarşı olayını gerçekleştirerek, kız arkadaşı
Suzy Mashararjıan ile birlikte kaçmayı başarmıştır.
l5 Temmuz l983 tarihinde Orly Havaalanı THY Bürosu Eşya Kontrol Bölümü'ne bir bavul
içerisine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Türk vatandaşı Halit Yılmaz ile birlikte 8
yabancı ölmesi ve 20'si ağır olmak üzere 56 kişinin de yaralanması olayını telkin eden
Monte Melkonian, ASALA'nın bu hareketini kör terörizm olarak değerlendirerek, Ağustos
l983 tarihinde ASALA'dan ayrıldığını ve ASALA/DEVRİMCİ HAREKETİ adlı örgütü
144
kurduğunu açıklamıştır. Orly Havaalanı olayını Ulusal Ermeni Hareketi Lideri Ara Toranyan
da telkin ederek, bundan böyle ASALA'dan desteğini çektiğini açıklamıştır.
ASALA Lideri Agop (Hagop) Agopyan'ın 28 Aralık l988 tarihinde Atina'da öldürülmesinden
sonra örgüt ASALA-MR (DEVRİMCİ HAREKET), ASALA-PMLA (HALK HAREKETİ) ve
SASSOON diye üç gruba bölünmüş, l9 Aralık l99l tarihinde Türkiye'nin Budapeşte
Büyükelçisine karşı girişilen saldırıyı SASSOON adlı grup üstlenmiştir.
ASALA-PMLA'nın, Yunanistan'ın Egina adasında bir gizli askeri üssü bulunduğu, burada
PKK örgütü mensuplarına da askeri eğitim verildiği ve eğitimi Yunanlı General Matafias'ın
bizzat verdiği öğrenilmiştir.
Lübnan'da ise ANJAR Kasabasında "Ermeni İzciler Derneği" olarak tanıtılan askeri bir
karargahları olduğu; yine, BAR ELLIAS'da (Bekaa Alanı) ASALA ve JRA militanlarının
silahlı eğitim yaptıkları, Kıbrıs Rum Kesimi'nde ASALA mensubu yaklaşık 60 kişinin
bulunduğu, bunların Rum Ordusu denetimi altında EYANAPA bölgesinde bir kamplarının
bulunduğu ve sorumlu Harout Ağbachyan'ın PKK ve DEV-SOL ile iyi ilişkiler içerisinde
olduğu bilinmektedir.
Asala-MR
ASALA'dan koparak 1983 Eylül ayında Fransa'ya geçen Monta Melkonian (Meykonyan)
ASALA-Halk Hareketinin Askeri Aparatı ASALA-İhtilalci Hareketi (ASALA-MR) örgütünü
kurduğunu açıklamıştır. Fransa hükümeti ile bozulan ilişkileri düzeltmek en önemli
amaçları olmuştur. Eylemleri Türkiye'de yapacağı düşünülürken ASALA-MR Kuzey
Amerika ve Batı Avrupa kanadını tamamen kontrolü altına almış, bu bölgedeki militanları
kendi safına çekmiştir. Melkonian, 1993'te Dağlık Karabağ'da Azeriler'le çarpışırken
öldürülmüştür.
JCAG
ASALA ve Hınçak Partisi'ne rakip olarak Taşnak Partisi ve bunun ABD uzantısı Ermeni
Devrimci Federasyonu tarafından 1975 yılında Beyrut'ta kurulmuştur. Örgüt Taşnak
Partisinin Askeri Aparatı olarak faaliyet göstermekte olup, ilk defa 22 Ekim 1975 tarihinde
Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi olayı ile adını dünya kamuoyuna
duyurmuştur. Örgütün amacı, bağımsız Büyük Ermenistan Devleti'ni kurmak olarak
açıklanmıştır.
ARA
Fransa'da kurulmuş olup ilk defa 14 Temmuz tarihinde Brüksel Büyükelçiliğimiz İdari
Ataşesi Dursun Aksoy'un öldürülmesi olayını ASALA ve JCAG ile birlikte üstlenerek adını
duyurmuştur. ARA'nın ırkçılığı savunduğu, ASALA'nın metodlarına ve fikirlerine tamamen
karşı olduğu, Taşnak Partisi-Ermeni Soykırım Adalet Komandoları (JCAG) ve ASALA
haricindeki Ermeni Terör Örgüt ve kuruluşları tarafından da desteklendiği, teorik ve pratik
olarak JCAG'nin paralelinde hareket ettiği bilinmektedir.
Büyük Ermenistan Hayali
145
"Büyük Ermenistan" Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan tarafından ortaya
atılmıştır. Halep doğumlu olan Ter-Petrosyan'ın geçmişi ve düşünceleri, SSCB döneminde
ülkede faaliyet gösteren tek siyasî parti olan Ermenistan Komünist Partisi'nin 1 ilkelerine
dayanmaktadır.
Ter-Petrosyan, Dağlık Karabağ meselesini alevlendiren ve 1987 yılından itibaren
Ermenistan'da yoğunluk kazanan nümayişlerin baş organizatörüdür. Onun Dağlık
Karabağ'ın Azerbaycan'dan ayrılarak Ermenistan'a bağlanmasını sağlamak amacı ile
Şubat 1988'de kurduğu "Karabağ Komitesi", 1989 Kasım'ında ad değiştirerek "Ermeni
Millî Hareketi" adını almıştır.
Partileşme sürecinde, Mayıs 1990 seçimlerinde en fazla oyu toplayan ve 4 Ağustos 1990
tarihinde Ermenistan Yüksek Sovyet Başkanı seçilen Ter-Petrosyan, Cumhurbaşkanlığı
seçimini kazandıktan sonra, 1991 yazında Ermenistan'ın bağımsızlığını ilân etmiştir. 21
Aralık 1991 tarihinde Alma-Ata (Almatı) Deklarasyonu'nu imzalayarak Bağımsız Devletler
Topluluğu'na katılan Ermenistan, 1992 başında da AGİK (AGİT) ve Birleşmiş Milletler'e
üye olmuştur.
Aynı dönemde, Ermenistan Cumhuriyeti, milletlerarası antlaşmaları, kendi
yükümlülüklerini, Helsinki ve AGİT ilkelerini çiğneyerek, Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı
bir özerk bölge olan Dağlık Karabağ'ı fiilen işgal etmiştir. İşgalin de ötesinde buradaki
Azeri Türkleri'ne karşı açık bir soykırım uygulamıştır2.
Ter-Petrosyan, 1990 seçimlerindeki ilk demecinde, milletlerarası kuruluşlara, sözde 1915
Soykırımı'nı tanımaları çağrısında bulunmuştur3.
Ter-Petrosyan, 8 Ağustos 1994 tarihinde, ABD Başkanı Bill Clinton'ı Beyaz Saray'da
ziyaret etmiştir. Toplantıya katılanlar arasında, Taşnak Partisi liderleri ile Ermeni kilise
mensuplarından Papaz Rafael Andonyan, Başpiskopos Mesrob Aşcıyan, Başpiskopos
Hayag Barsamyan ve Başpiskopos Vahe Hovsepyan yer almışlardır. Burada konuşulan
ağırlıklı konular, Türkiye'nin ve Azerbaycan'ın Ermenistan'a çıkardığı güçlükler ile sözde
Ermeni soykırımının tanınması olmuştur4.
Ter-Petrosyan'ın Clinton ziyareti, dikkat çekici olmuştur. Çünkü son on yıl içinde, bir ABD
Başkanı tarafından ilk defa böyle bir toplantı yapılmıştır. Ayrıca, bir ABD Başkanı ile
Ermeni liderleri arasında sözde Ermeni soykırımının tartışılması, yeni bir durum olarak
değerlendirilmiştir.
DİPNOTLAR
1) Ermenistan Komünist Partisi, 1993 yılında adını Ermeni Demokratik Partisi olarak
değiştirmiştir. Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığının dünyaya kabul ettirilmesi ve Türkiye
sınırları içinde kalan topraklar ile ilgili iddialar, partinin ideolojik özellikleri arasında yer
almaktadır.
2) Katliam (Albüm), İstanbul 1993; The Tragedy of Nagorno Karabakh, Ankara 1993,
s.13, 15-16; Yankı., 3.7.1995, s. 36.
3) Yankı, 3.7.1995.
4) The Armenian Reporter, 13.8.1994.
Ermeni Kongreleri
1979 Paris Kongresi
1. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi, Paris'te 3 - 6 Eylül 1979 tarihinde toplanmıştır. Bu
kongreye ASALA önemli bir güçle katılmış ve kongrede etkin rol oynamıştır. Kongre,
Fransa'daki Ermeni ihtilâlci güçler üzerinde etkili olmuş, özellikle terör örgütlerine katılma
sağlanmıştır. Kongrenin amacı; "dünyadaki Ermenilerin bir fikir etrafında, bir bayrak
146
altında toplanması ve örgütlenmesiyle, siyasi ortamın değerlendirilip toprak taleplerine
yönelinmesi" şeklinde özetlenebilir.
Kongrede sunulan bazı önemli öneriler şunlardır:
a. Parti ve mezhep çekişmelerine son verilmeli bir "Merkez Komite" kurulmalıdır.
b. Diaspora Ermenilerinin asimilasyonuna son verecek önlemler alınmalıdır.
c. Eylem ve uygulamalarda ihtiyaç duyulan askeri teorisyenler ve stratejistler
sağlanmalıdır.
Kongrede alınan kararlar ise şunlardır:
a. Pan-Ermenizm hareketi hızlandırılacak, Ermenilik kavramı Diaspora çerçevesinde
politize edilecek ve dünyada bir "Ermeni gücü" yaratılacaktır.
b. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki Ermenilerin, Ermeni sorunlarına yardımcı
olmaları imkânları araştırılacak ve gerekli katkıların sağlanmasına çalışılacaktır.
c. Toprak istek ve talepleri doğrudan Türkiye'den yapılacaktır.
d. Ermeni kilisesi milli karaktere kavuşturulacaktır.
e. Bir Ermeni Bankası kurulması çalışmaları başlamalıdır.
f. Merkez Büroları kurulmalı, yayın ve haberleşme imkânları geliştirilmelidir.
Paris Kongresi sonunda, şiddet eylemleri ve terör olayları artmış, ASALA taze kan
sağlayarak daha da güçlenmiştir. Bütünleşme çabalarında etkin bir dönem başlamış,
silahlı eğitim faaliyetleri çeşitli merkez ve yerlerde artırılmıştır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVI
1983 Lozan Kongresi
Ermeni terörünün büyük boyutlara vardığı, dünya kamuoyunun giderek Ermenileri ve
teröristleri kınar hale geldiği bir ortamda toplanan Lozan Kongresi, "Ermeni siyasi
görüşlerini birleştirmek ve tek doğrultuda hareket etmelerini sağlamak" amacını
taşıyordu. ASALA'nın katılmadığı kongrede şiddet yanlıları azınlıkta kaldı. Kongre sonunda
Taşnaklarda ve ASALA'da bölünmeler görüldü. Alt terör tim ve grupları zaman zaman başı
boş yeni örgütler şeklinde harekete giriştiler. Büyük bir kısmı tasfiye edildi, tutuklandı ve
mahkum edildi.
Kongrede gündeme gelen önemli konu ve öneriler şunlardı:
a. Bir kurucu heyet oluşturulmalı, temel politikalar saptan-malı, toprak taleplerinin
esasına ilişkin görüşler belirlenmeli, bu istek bir esasa bağlanmalı.
147
b. "Milliyetçi, demokratik düşüncede bir ulusal kurtuluş hareketi oluşturulmalı."
c. Bu kongreler, Dünya Yahudi Kongrelerine benzer ve onun gücünde, demokratik
parlamenter bir niteliğe ulaştırılmalıdır.
Lozan Kongresi'nde şu kararlar alındı:
a. Kongrelerin demokratik, parlamenter bir niteliğe ulaştırılması için gereken hazırlıklar
yapılacak ve bir "Anayasa" hazırlanacaktır.
b. Kurucu heyet, hem Anayasa hazırlıklarını yapacak, hem de çeşitli siyasi görüşlerin
sentezini oluşturacak çalışmalarını bu metne katacaktır.
c. Kongre çalışmaları, bir bildiri ile dünya kamuoyuna açıklanacaktır.
Lozan Kongresi, çeşitli tartışmalarla kapanmış ve büyük bir keşmekeşlik görülmüştür.
Ilımlılar kongreye hâkim olsalar da, önemli gelişmeler sağlayamamışlardır. Kongreden
sonra çatışmalar devam etmiş ve bölünmeler başlamıştır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVII
1985 Sevr Kongresi
7 -13 Temmuz 1985 tarihinde Sevr'de toplanan ve adına "III üncü Dünya Ermeni
Örgütleri Kongresi" denilen kongrede temel amaç, hazırlanan "Ermeni Anayasasının"
kabulü idi. Bu suretle, Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir "Birliğin"
oluşturulmasına çalışılacaktı.
ASALA'nın katılmadığı, Ermeni terör örgütlerinin resmen temsil edilmediği Kongre'de,
Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep oldu.
Kongrede getirilen bazı öneriler ve alınan kararlar şunlardır:
a. "Tek Ermenilik, tek amaç, tek mücadele, tek ses" bir slogan halinde önerildi ve kabul
edildi.
b. Sevr'in geçerli, Lozan'ın geçersiz olduğu ileri sürüldü.
c. ASALA desteklenmemeli önerisi kabul edildi.
d. Türkiye'ye karşı sürekli savaşın devam edeceği önerildi, kabul edildi.
e. Türkiye'nin yayılmacı politikasına karşı Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rumları'nın
sürdürdükleri savaşın desteklenmesi önerildi, kabul edildi.
f. Kongrenin, "Sürgündeki Filistin Ulusal Konseyine" benzer bir nitelik taşıması önerisi,
gerekli gelişmelerin izlenmesi suretiyle kabul edildi.
Sevr Kongresi'nde alınan kararlar ise şunlardır:
148
a. Kongre, hazırlanan ve bir. Anayasa niteliği verilen "Ermeni Anayasası" metnini kabul
etti.
b. Kongre, amaçlara erişebilmek için. çok yönlü bir stratejinin uygulamaya konulmasını
da kabul etti. Buna göre:


"Türk sömürgeciliği ile mücadele için, Ermeni ve diğer halklar arasında olduğu
kadar, Ermeni ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye'deki ilerici -devrimci- hareketler
arasında da ittifaklar kurulması" ve "Ermeni halkının mücadelesinin kaçınılmaz
olarak baskı altındaki öteki halkların davasıyla bağımlı olduğu"nun bilinmesine
karar verildi.
"Dünya Ermeni kongresi, kendisinin herhangi bir devlet ya da güçle ilişkisinin
bulunmadığım ilan ederken, Ermeni halkının mücadelesine saygı duyan ve
destekleyenlerin yardımlarını kabul edeceğini" de kararlaştırdı.
c. Kongre, Lozan Antlaşmasında imzası bulunan devletlere, Birleşmiş Milletler'e, Sovyetler
Birliği'ne, Sovyet Ermenistan'ı Cumhuriyetine, ABD'ye, Avrupa Konseyine, Bloksuzlar
hareketine başvurarak, "Ermeni halkının sömürgeciliğin kaldırılmasından yararlanmayan
tek halk olduğunun" bildirilmesine karar verdi. Ve bu karar uygulandı.
d. Kongre, Türkiye'nin 1915 soy kırımını kabul etmesi için zorlanmasına ve böyle bir
kabul halinde topraklarının kurtarılması yolunun açılacağına inanarak, bu niyetini
kullanmaya karar verdi, gerekli yerlere bildiriler dağıtıldı, başvurular yapıldı.
e. Kongre, Sovyet Ermenistan'ında Ermeni kültürünün korunmasına yardımcı olduğu için
Sovyetler Birliği'ne teşekkür eden bir kararı kabul etti.
Kongrede Sovyetlerin soy kırımını kabul etmesi ve Zrtisan'ın 1985 tarihli Pravda'da bu
hususta bir makale yayınlanmış olması övgü ile anılırken, soykırım tasarısının kongreden
geçmesini sağlayamadığı için Amerika yönetimi eleştirilmiştir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVIII
Ermeni Anayasası
"Üçüncü Dünya Ermeni Kongresi" olarak da anılan 1985 Sevr Kongresi'nde kabul edilen
Ermeni Anayasası'nın takdim konuşmasını yapan Kongre Başkanı Rahip James
Karnuziyan, Ermenilerin bölünmelerinden büyük sıkıntı çekildiğini açıklayarak, bu
sıkıntıların giderilmesini ve birliğin sağlanmasını gerçekleştirmek için "birleşik bir grup"
olmaktan başka çare bulunmadığını, Anayasa denilen metnin bu amaca yönelik bütün
görüşleri kapsamı içerisine aldığını anlatmıştır.
Tarafsız gözlemciler, Anayasanın uygulanması halinde, "Ermeni davası için mücadele
veren her türlü kuruluşun ve örgütlerin, Ermeni Kongresi'nin şemsiyesi altında
toplanacağını" açıklamışlardır.
Anayasa'da "Ermeni Kongresi"nin amaçları genel olarak şöyle anlatılmıştır:
a. Dağınık halde bulunan Ermenileri birleştirmek ve bir yapı oluşturmak.
b. Kongreyi, dünyanın tanımasını sağlamak.
149
c. Türk işgali altındaki Ermeni topraklarını (!) kurtarmak için tüm siyasi ve diplomatik
yolları kullanmak.
d. Ermenilerin vatanlarına dönüşlerini örgütlemek ve bunun için hazırlıklar yapmak.
e. Kongre merkezi İsviçre'de bulunacak.
f. Ermeni Ulusal Konseyi, Genel Kurul, Yönetim Konseyi gibi kuruluşlar oluşturulacaktır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCIX
Kongrelerin Hedefleri
Ermeni Sorununun tarihi süreci içerisinde, Ermeni terör örgütlerinin, kiliselerin ve bazı
devletlerin dolaylı şekilde özendirmeleri, talepleri veya davetleriyle çeşitli Ermeni
kongrelerinin toplandığı bilinmektedir. Bunların büyük bir kısmı Taşnak veya Hınçak
Ermeni terör örgütlerinin gerçekleştirdiği kongrelerdir.
Belirli bir zamana bağlı kalmadan, gerek kendi üyelerini, gerekse konuyla ilgili Ermenileri,
kilise temsilcilerini bir araya getiren bu toplantılarda o günün şartları, durumları ve
örgütlerin imkânları, faaliyetleri üzerinde bir forum niteliği taşıyan görüşmeler yapılır,
çoğu kez uygulanmayan ve hemen bölün-melere, çatışmalara sebep olan kararlar
alınırdı.1973 - 1985 yılları arasında Yeni Ermeni terörü döneminde de "Dünya Ermeni
Kongreleri" veya "Dünya Ermeni Örgütleri Kongreleri" adı altında, 1979'da Paris, 1983'te
Lozan ve 1985'te Sevr kentlerinde toplantılar yapıldı. Ve dünya kamuoyuna, Ermeni
topluluklarına, Ermeni terör örgütleri mensuplarına çeşitli mesajlar iletilmeye çalışıldı.
Rahip James Karnuziyan'ın başkanlığındaki I985 yılında yapılan kongrede de "Ermeni
Anayasası" başlığını taşıyan bir metin kabul edildi.
Açıklanan dönemde yapılan kongrelerin temel amaçları "Ermeniler arasında birlik ve
beraberliğin sağlanması", "Siyasi istek ve taleplerin bir merkez tarafından yapılması", ve
"Ermeni terör güçlerinin bir çatı altında toplanması ve güç birliği" şeklinde ortaya
konuldu. Büyük bir propaganda ve psikolojik harekât uygulamasına yönelik bu
faaliyetlerin dün-ya kamuoyuna yansıtılması ön plana çıkarıldı. Ermenilerin de yapılan
faaliyetlerden etkilenmeleri ve terörle veya diğer uygulamalarla bağlarının kurulması
sağlanmaya çalışıldı.
Bu kongrelerde izlenen diğer bir amaç da, ayrı ayrı, olsalar da Ermeni terör örgütlerinin
stratejilerinde uyumun ve gelişmenin gerçekleşmesiydi. Bu suretle bütün terör ve
uygulamalar dünya Ermeni camiasının ortak istekleri şekline sokulabilecek, güç ve
gereğinde cephe birliği sağlanacaktı.Bu kongrelerdeki ortak özellikler şunlardır:
a. Bütün kongrelerde silahlı mücadele tartışmaları ön plana geçmiştir. Bu mücadeleyi
uygun bulanlarla - bulmayanlar arasındaki tartışmalar zamanla Ermeni terör örgütlerinin
bölünmelerine sebep olmuştur. ASALA, 1979 tarihli Paris Kongresinden sonra diğerlerine
katılmamış veya sokulmamıştır.
b. Bütün kongrelerde alınan kararların uluslararası kuruluşlara gönderilmesi ve bu
kararların çeşitli düzeylerde uluslararası forumlarda ele alınıp tartışılması kararlaştırılmış
ve bu imkânlar aranmıştır.
150
c. Ermenilerin bir çatı altında toplanması ve temsili önemli konulardan biri olmuş, ancak
bunun nasıl gerçekleşeceği hususunda ortak bir görüşe varılamamış, Anayasa denilen
metinde bir hazırlık dönemini ön görmüştür.
d. Kongrelerde üye sayıları giderek azalmıştır.
Kongrelerde görüş ayrılıkları açıkça gözlenmiş, ancak bunu giderecek somut önlemler
alınamamıştır.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCV
Propaganda
Sözde soykırım iddialarının dünya kamuoyu gündemine oturması için tarih boyunca
sürekli olarak isyanlar ve terör eylemlerini bir propaganda aracı olarak gören Ermenilerin
"Büyük Ermenistan"a ulaşmak yolundaki ilk hedefleri "Dört T Planı" olarak
adlandırılabilecek olan gayelerine ulaşmaktır. Dört T Planı, şu dört kavrama
dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Yani, sözde Ermeni sorunu tüm
dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip
Türkiye tarafından "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" ve
"toprak" alınacaktır!...
Plana mesnet oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır:
1. Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
2. Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi
tutmuşlardır.
3. Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.
4. Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.
5. Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur.
Bu iddiaların hepsi de objektif bir inceleme karşısında dayanaksız kalmaktadır.
Şöyle ki;
- Türklerin Anadolu'ya ilk ayak bastıklarında bağımsız bir Ermenistan devletinin mevcut
olmadığı, dolayısıyla da Ermenilerin topraklarının ellerinden alınması gibi bir durumun söz
konusu olamayacağı açıktır.
- 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Ermenilerin çıkarttıkları isyanlara ve giriştikleri
katliama da yukarıda yer verilmiştir. Ermenilerin bu tutumunun Batı dünyasındaki
propagandalarına bir zemin hazırlamak amacıyla benimsenmiş bulunduğu da artık
açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
- 1915 yılındaki olayların kendisini arkadan vuran Ermenilere karşı Osmanlı Hükümeti'nin
uygulamaya koyduğu bir tehcir işleminden ibaret olduğuna da keza daha önce işaret
edilmiştir. Kaldı ki "soykırım" kavramının bu husustaki Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi'ndeki tanımlamasına göre, soykırım suçunun oluşması için bir hükümetin bir
ırkı ortadan kaldırmak yönünde bir niyetinin bulunması şartı aranmaktadır. Oysa, Osmanlı
Hükümeti'nin Ermeni ırkını ortadan kaldırmak gibi bir niyetinin bulunduğunu gösteren
hiçbir işaret olmaması bir yana, tam tersine tehcire tabi Ermenilerin güvenlik ve refahının
eksiksiz olarak sağlanmasına yönelik hükümet emirlerinin varlığına yukarıda işaret
edilmiştir. Öte yandan, Osmanlı arşivlerinin önemli bir bölümü tarihçilerin incelemesine
151
açılmış bulunmakta ve tasnif yapıldıkça peyderpey açılmaya devam etmektedir. Bu
belgelerin incelenmesi de Ermeni iddialarının asılsızlığını ortaya koyacaktır.
- Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması yolunda gizli emirleri bulunduğuna
ilişkin olarak ilk kez Andonyan adlı Ermeni tarafından ileri sürülen ve yıllar boyunca
Ermeni iddialarının geçerliliğinin temel kanıtı addedilen "belgeler" in tümüyle bir sahtecilik
eseri olduğu, son olarak iki Türk tarihçi tarafından yapılan incelemeler sonucunda hiçbir
kuşku veya tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur.
- Bu telgraflar daha önce 1919'da İngiltere'de Daily Telegraph gazetesinde neşredilmiştir.
General Allenby kuvvetlerinin Halep ve civarını öngörülenden daha kısa sürede işgal
etmeleri üzerine Osmanlıların bütün belgeleri imha edemediklerine ve bu telgrafların
Allenby'nin eline geçtiğine inanılmaktadır, İngiliz Dışişleri bu iddia üzerine durumu işgal
komutanlığından sormuştur. Sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince ortaya
çıkarılmadığı ve Paris'te bir Ermeni grubu tarafından ileri sürüldüğü anlaşılmıştır. Buna ait
doküman İngiliz devlet arşivlerinde mevcuttur.
Talat Paşa'nın katili Tehliryan'ın Berlin'deki muhakemesi sırasında da bu telgraflar ortaya
atılmış ve bilirkişi heyetince beş tanesi gerçek olarak kabul edilmiş ve mahkemede
muamele görmüştür. Oysa, telgrafların yazılış ve kaleme alınış şekli, yazıldıkları kağıtlar,
bunların Osmanlı belgeleri olmadığını göstermekte ve yukarıda da belirtildiği üzere
sahtecilik eseri oldukları kanıtlanmış durumdadır.
Ölen Ermenilerin sayısının 1,5 milyon olduğu iddiası da hiçbir geçerli temele
dayanmamaktadır. Şöyle ki, dönemin birçok yabancı kaynakçada doğrulanan Osmanlı
nüfus rakamlarına göre tüm Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin sayısı 1,3 milyon
civarındadır. Toplam nüfusları l,3 milyon olan bir topluluğun 1.5 milyon ölü vermesi
mümkün olamaz.
Ölen Ermenilerin sayısının kesin olarak hesaplanmasını sağlayacak bir belge ya da
yöntem bulunmamaktadır. Örneğin, Lozan Barış Konferansı'na katılan Ermeni heyeti
başkanı Bogos Nubar o tarihte Türkiye'de toplam 280,000 Ermeni bulunduğunu, 700,000
Ermeni'nin ise başka ülkelere göç ettiğini belirtmiştir. Bu rakamlar doğru ise toplam
Ermeni nüfusu 1,3 milyon olduğuna göre, Ermeni kaybı 300,000 dolaylarında
kalmaktadır. Bu rakama çete harekatında veya Rus kuvvetleri saflarında yer alarak
ölenler de dahildir. Ayrıca bu kayıpların on misline ulaşan yaklaşık 3 milyon Müslüman'ın
da aynı dönemde hayatlarını kaybettikleri unutulmamalıdır.
Encyclopedia Britannica'nın 1918 baskısında, ölen Ermenilerin sayısının 600.000 olduğu
kayıtlıdır. Aynı ansiklopedinin 1968 baskısı ise bu sayıyı 1,5 milyon olarak verir. Ölenlerin
sayısı kağıt üzerinde artmaktadır.
Savaş sonrasında İstanbul'da Nemrut Mustafa Paşa diye bilinen Mustafa Paşa Divan-ı
Harbi kurulmuştur. Enver, Talat ve Cemal Paşalar ile Dr. Nazım kaçmış oldukları için diğer
geri kalanlar tutuklanmıştır. Tutuklanması istenenlerin listesi İngilizlerce verilmiştir. Dört
grup insan tutuklanmıştır.
1. Savaşta Ermeni ve Rumlara karşı gayri insani tatbikatta bulunanlar,
2. Savaş kaidelerine riayet etmeyenler,
3. Mütareke şartlarına riayet etmeyenler,
4. Kafkasya'daki kuvvetlerden Müttefiklerin emirlerine uymayanlar (Bunlar Azerbaycan
Türkleridir.)
152
Tutuklananların önce İstanbul'da yargılanmaları istenmiştir. Ancak işgal kuvvetleri
istediklerini bulamayınca tutuklananları Malta'ya götürmüşlerdir. Bunların büyük
çoğunluğu münhasıran Ermeni soykırımından yargılanacaktır. İngilizler delil araştırmasına
girişmişler ve bu bir yıldan fazla sürmüştür. Tutuklamalar ihbar üzerine
gerçekleştirilmiştir; ihbar mektupları da dosyalara mevcuttur.
İngiliz Hükümeti İngiliz Kraliyet Savcılığı'ndan bu kişiler hakkında dava açılıp
açılamayacağını sormuş; savcılık "Mahkum edilmelerini mümkün kılacak deliller yoktur."
cevabını vermiştir. İngiltere bununla da yetinmemiş ve Washington'daki Büyükelçiliğinden
Amerikan arşivlerinde deliller aramasını istemiştir. Büyükelçilik tek bir belge
bulunmadığını telgrafla bildirmiştir.
Bugün soykırımı ispat için ileri sürülen Andonian'ın kitabındaki telgraflar o zaman
İngilizlerin elindeydi. Bunlar gerçek olsaydı İngilizler bunları mutlaka kullanır
tutuklananları muhakeme ve mahkum ederlerdi. Lloyd George Hükümeti gibi Türkiye
aleyhtarı ve Türkiye aleyhine elinden gelecek her şeyi yapacak bir hükümet bunu
yapmadıysa ispat edilecek hiçbir husus olmadığı için yapmamıştır.
Tehcirde, Armenian Relief Society adlı kuruluşun çalışmasına, Ermenilere yardım
etmesine, Amerika'dan gelen yardımların dağıtılmasına izin verilmiştir. Yani Osmanlı
Hükümeti bir yandan Ermenileri imha kararını almış, diğer yandan yabancıları çağırarak
"Siz de gelin ve katliamı seyredin" mi demiştir? Bunun mantıkla hiç bir ilgisi yoktur.
Dolayısıyla, ispat edilmemiş bir soykırımın, kabulünün de söz konusu olamayacağı açıktır.
ŞEHİT TÜRK DİPLOMATLAR
Tarih
Şehir / Görev
27.01.1973 Santa Barbara / Başkonsolos / Consul
Konsolos / General / Consul
Adı-Soyadı
Mehmet
BAYDAR
Bahadır DEMİR
22.10.1975 Viyana / Wien / Büyükelçi / Ambassador
Daniş
TUNALIGİL
24.10.1975 Paris / Büyükelçi / Ambassador
Şoför/Driver
İsmail EREZ
16.02.1976 Beyrut / Başkatip / First Secretary
09.06.1977 Vatican City / Büyükelçi / Ambassador
02.06.1978 Madrid / Büyükelçi / Elçi / Ambassador's Wife
Oktar CİRİT
Em.Büyükelçi / Retired Ambassador
Talip YENER
Taha CARIM
Necla
KUNERALP
Beşir
BALCIOĞLU
Ahmet BENLER
12.10.1979 Lahey / Büyükelçi Oğlu / Ambassador's Son
Yılmaz ÇOLPAN
22.12.1979 Paris / Turizm Müşaviri / Tourism Counsellor
31.07.1980 Atina / Athens İdari Ataşe / Administrative Attache Galip ÖZMEN
Athens/ İdari Ataşe Kızı / Administrative Attache's Neslihan ÖZMEN
daugter
Şarık ARIYAK
17.12.1980 Sydney/ Başkonsolos / Consul
153
Güvenlik Ataşesi / Security Attache
Engin SEVER
04.03.1981 Paris / Çalışma Ataşesi / Counsellor for Labour
Affairs
Din Görevlisi / Counsellor for Religiotis Affairs
Reşat MORALI
09.06.1981 Cenevre / Geneve / Sözleşmeli Sek. / Secreta.
M.Savaş
YERGÜZ
24.09.1981 Paris/ Güvenlik Ataşesi / Security Attache
28.01.1982 Los Angeles/ Başkonsolos / Consul General
08.04.1982 Ottava / Ottawa / Ticaret Müşaviri / Counsellor for
Commercial Affairs
04.05.1982 Boston / Fahri Başkonsolos / Honorary Consul
General
07.06.1982 Lizbon/Lisbon/ İdari Ataşe/ Administrative Officer
27.08.1982 Ottawa/ Askeri Ataşe Albay / Military Attache
Colonel
09.09.1982 Burgaz / İdari Ataşe / Administrative Attache
08.01.1983 Lisbon / İdari Ataşe Eşi / Administrative Officer's
Wife eşi merhum Erkut AKBAY'ın yaşamını yitirdiği
07.06.1982 tarihli saldırıda yaralanmış ve
08.01.1983 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
09.03.1983 Belgrad / Büyükelçi / Ambassador
14.07.1983 BrükseI/Brussels/ İdari Ataşe/ Administrative
Attache
27.07.1983 Lisbon/ Müsteşar Elçi / Wife of the Counsellor
CemaI ÖZEN
28.04.1984
20.06.1984
19.11.1984
07.10.1991
11.12.1993
04.07.1994
Işık YÖNDER
Tahran/ Sözleş.Sek. Elçi / Wife of Secre.
Viyana / Çalışma Ataşesi
Viyana / Uluslararası Memur
Atina / Basın Ataşesi
Bağdat / İdari Ataşe
Atina / Müsteşar
Tecelli ARI
Kemal ARIKAN
Kani GÜNGÖR
Orhan GÜNDÜZ
Erkut AKBAY
Atilla ALKIKAT
Bora SÜELKAN
Nadide AKBAY
Galip BALKAR
Dursun AKSOY
Cahide
MIHÇIOĞLU
Erdoğan ÖZEN
Enver ERGUN
Çetin GÖRGÜ
Çağlar YÜCEL
Haluk
SİPAHİOĞLU
ÖNEMLİ SORULAR ve YANITLARI
"Soykırım" Terimi Ne Anlama Gelmektedir?
Soykırım terimi ilk kez, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla
onaylanıp l 1 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soykırımın Önlenmesine ve
Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşme" adlı uluslararası sözleşmede kullanılmıştır.
Türkiye tarafından da onaylanan sözleşmeye göre; soykırım suçunun tanımlanması için şu
üç unsurun gerçekleşmesi gerekmektedir:
1) Her şeyden önce ulusal, etnik, ırki veya dini bir grup bulunmalıdır.
154
2) Bu grup, sözleşmede sayılan "grup mensuplarının öldürülmesi" eyleminden "bir
grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi" ne kadar uzanan ve "grubun fizik
varlığını sona erdirecek yaşama koşullarına tabi tutulması" eylemini de içeren bazı
muamelelere tabi tutulmalıdır.
3) Söz konusu grubu "kısmen veya tamamen yok etme kastı"nın mevcut olması gerekir.
Bu kilit ibare; savaşlara, isyanlara vs. ilişkin başka amaçların sonuçları olan diğer "adam
öldürme"lerden, soykırımı ayırt eder. Adam öldürme fiili ulusal, etnik ırki veya dini bir
grubun üyelerini sırf bu grubun üyeleri oldukları için açık veya örtülü bir şekilde yok
etmeyi hedef aldığı zaman soykırımına dönüşür.
Sayılarının büyüklüğü, ancak gruba yönelik böyle bir kastın belirtisi olarak ele alınabilirse
anlam kazanır. Bu nedenledir ki, Vietnam savaşına ilişkin Russel Mahkemesi dolayısıyla
soykırımından söz eden Sartre'ın dediği gibi, "böyle bir kastın örtülü bile olsa varlığını
kanıtlamak için objektif olayları incelemek gerekir."
KAYNAK:
Soysal Mümtaz, Orly Saldırısı Davası 19 Şubat-2 Mart 1985, Şahit ve Avukat Beyanları,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1985, sayfa 8.
24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü müdür?
1890'dan sonra başlayan onlarca isyan ve hemen ardından gelen Ermeni katliamları
karşısında Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri, komiteler ve Ermeni
cemaatinin önde gelenlerine yeni karışıklıklar çıkması durumunda "ülke savunmasını
sağlamak amacıyla sert önlemler almak zorunda" kalınacağı anlatılmıştır. Osmanlı
Hükümeti'nin bu gayretleri belgeleriyle sabittir.
Osmanlı'nın bütün iyi niyetli ikazlarına rağmen, daha savaş başlamadan önce her türlü
isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana
yönelmemişlerdir. Osmanlı orduları cephede savaşırken, Ermenilerin eylemleri, "Ermeni
bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plana uygun
yürütülmüştür. Ancak, Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler
hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir.
Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer vilayetlere yayılmıştır.
Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "halkın kanını kendilerine
mubah" görmüşler ve bir Alman generalinin ifadesiyle, "Bu bölgedeki Müslüman halkı silip
süpürmeye başlamışlar"dır.
Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından
Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâh ve cephane ele
geçirilmiştir. Artık devletin varlığını ağır bir şekilde yaralayan bu durum, biraz daha
hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini
göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinden ve özellikle Kafkas Cephesindeki bozgundan
sonra, Ermenilerin Müslüman halka karşı baskıları, askerden firarları, asker ve
jandarmaya saldırıları, silahlı ve mühimmatla yakalanmaları, Fransızca, Rusça ve
Ermenice şifre gruplarının ele geçirilmesi gibi gelişmeler, ülke çapında bir karışıklık
çıkaracaklarını gösteren en önemli kanıtlar olmuştur. Enver Paşa, bu nazik durum
sebebiyle 25 Şubat 1915'te ilgili birimlere dikkatli olunmasını bildirmiştir.
Ancak sınırlı bir bölgede gerçekleştirilen bu uygulamanın genelleştirilmesi fikrini pekiştiren
olay, Van Ermenilerin isyanı olmuştur. Çevredeki Ermenilerin, Osmanlı Devleti'nin savaşa
girdiği tarihlerde Van'da toplandıkları ve silahlanarak Rusların iyice yaklaşmasını
155
bekledikleri resmi belgelere yansımıştır. 17 Nisan 1915'de başlayan isyan, bütün vilayeti
sarmış ve 20 Nisan'da da Van şehri ve köylerindeki Ermeniler ile Çölemerik Nasturileri
ayaklanmışlardır. Ermeni Katogikosu V. Kevork, 10.000 silahlı çetecinin bu isyana
katıldığını bildirmiştir.
Bunun üzerine Ermeni komiteleri 24 Nisan 1915 tarihinde kapatılarak, yöneticilerinden
2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Dışarıdaki
Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 2345
komitecinin tutuklandığı tarihtir ve tehcirle alakalı değildir.
Ancak, asılsız olayları bile abartarak propaganda malzemesi yapan komiteci Ermeniler,
söz konusu tutuklamaları da bir propaganda konusu yapmak için derhal harekete
geçmişlerdir. Nitekim, Eçmiyazin Katagikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı
göndermiştir:
"Sayın Başkan, Türk Ermenistan'ından aldığımız son haberlere göre, orada katliam
başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu
nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor,
insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri
vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki
halkımın korunmasını rica ediyorum.
Kevork, Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katogikosu."
Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki
temasları izlemiş, böylece yasadışı işler yapan Ermeni komitecilerinin tutuklandığı gün
olan 24 Nisan, "Türkler'in Ermenileri soykırıma tabi tuttuğu gün" olarak dünya
kamuoyuna propaganda edilmiştir.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211
Tehcir Nedir? Soykırım Anlamı Taşır mı?
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer
değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır; bir "sürgün", bir
"deportation" manası yoktur. Bununla birlikte; "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun
adı da aslında "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri
tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak
gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan "tenkil (nakletme)"
tabiri de batı dillerinde "sürgün" anlamına gelen "deportation", "exile" veya "proscription"
gibi terimlere karşılık değildir.
Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına
önlem almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis'in de uygun gördüğü
yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır.
Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve
Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun
bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma
yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.
156
Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve
Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde
genişletilmiştir. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları
halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirilmişlerdir.
Gerçekleştirildiği 1915'ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey
yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu
uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç
milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir
dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve
Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir
belgeye dahi rastlamamışlardır.
Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırım"a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı;
bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Bunun için "yer değiştirme"
gibi bir uygulamaya ne gerek vardı? Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve geçimlerinin temini
için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı? 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar
yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler
çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen,
Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı? Adetâ yeni bir cephe
açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?
Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti'nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir.
Osmanlı devletinin, yüzlerce yıl devlete olan bağlılıklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak
nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesinin de mantıklı bir izahı yoktur.
Değişen Osmanlı değil, Rusya ve İtilaf Devletlerinin bağımsızlık vaatlerine kanan
Ermenilerdir.
Devlet güvenliğinin sağlanması için gerekli bir uygulama olan yer değiştirme, dünyanın en
başarılı sevk ve iskan hareketidir ve hiçbir zaman Ermenileri imha etmek gayesini
gütmemiştir.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
Tehcir Öncesi ve Sonrasında Ermeni Nüfusunun Durumu Nedir?
Ermeni komitacılar ve bugünkü destekçileri tarafından günümüzde en çok istismar edilen
konu Ermeni nüfusunun tehcir öncesi ve sonrasındaki durumudur. Savaş döneminde
tutulan kayıtlar, resmi rakamlar, kilise kayıtları, yabancı misyonların raporlarında yer alan
nüfus bilgileri ve diğer belgelere rağmen sürekli olarak o günkü gerçek nüfusun asgari üç
katı bir rakam gösterilerek soykırım iddialarına dayanak aranmaktadır. Verilen
rakamlardan bazıları, dünya genelinde bugün yaşayan toplam Ermeni nüfusunu bile
birkaç kat aşmaktadır. Bu nedenle, nüfus bilgilerini veren ciddi kaynaklar karşılaştırmalı
olarak müteakip maddelerde değerlendirilmiştir.
Tehcir Öncesi Ermeni Nüfusu:
Osmanlı Devletinde yaşayan Ermenilerin nüfusuna ilişkin çok değişik iddialar mevcuttur.
Bunları sırasıyla aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz;
Ermeniler ve Diğer Yabancı Kaynaklara Göre Osmanlı Devleti'nde Ermeni Nüfusu:
157
- 1917 İngiliz Salnamesine göre; 1.056.0001
- Patrik Ormanyan'a göre; 1.579.000 2
- Kevork Aslan'ın "Ermenistan ve Ermeniler isimli kitabında Anadolu'da 920.000, Kilikya
(Adana, Sis, Maraş Bölgesi) 180.000, Osmanlıların diğer bölgelerinde 700.000, olmak
üzere toplam 1.800.000 3
- Alman Papas Johannes Lepsius'a göre; 1.600.000 4
- Cuinet'e göre; 1.045.018 5
- Fransız Sarı Kitabına göre; 1.475.011 6
- Basmacıyan'a göre: 2.280.000 7
- Patrik Nerses Varjabedyan'a göre; 1.150.000 8
Osmanlı Devleti Resmi Belgelerine Göre Ermeni Nüfusu:
Yabancılar Osmanlı belgelerini görmezden gelmeye çalışmaktadır. Ancak, bu konudaki en
güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Son zamanlarda olduğu gibi tehcir
öncesi Ermeni nüfusun olduğundan 4, hatta 5 kat fazla gösterildiği olmuştur. Örneğin
1878 Berlin Kongresi'nde Bağımsız Ermenistan isteyen Ermeniler, Doğu Anadolu illerinde
3.000.000 Ermeni olduğunu savunmuşlar ancak Berlin Anlaşmasında Hıristiyanlardan
vergi alınması hükme bağlanınca, bu sayıyı Osmanlı Hükümetinin belirlediği sayının altına
indirmişlerdir.
Osmanlı Devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük
görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi FRANCO adlı bir Musevi,
1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç ŞINABYAN isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları
arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet BEHİÇ Bey
yapmıştır9.
Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği
dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle,
bugüne kadar aksi bir belge ve kanaat olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar
edilmesi gerekmektedir.
- 1893 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.001.465'tir.
- 1906 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.120.748'dir.
- 1914 Nüfus istatistiğine göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir10.
Her üç grup veri kaynağı değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı, gerek Ermeni ve yabancı
istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000
civarında olduğunu ortaya koymaktadır.
Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları
ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8
Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine
taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi'nin ilgili
tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir11:
Sevk edilen
Adana12
Kalan
14.000
15-16.000
21.236
733
250
-
1.200
-
Diyarbakır
20.000
-
Dörtyol17
9.000
-
Ankara (Merkez)
Aydın
14
Birecik
15
16
13
158
Erzurum18
5.500
-
Eskişehir
7.000
-
Giresun
328
-
Görele
250
-
Halep21
26.064
-
60
-
256
-
58.000
-
19
20
Haymana
22
İzmir
23
İzmit
24
Kal'acık
257
-
Karahisarı sahib26
5.769
2.222
Kayseri
45.036
4.911
1.169
-
Kırşehir
747
-
Konya
1.900
-
1.400
-
51.000
4.000
-
8.845
Nallıhan
479
-
Ordu
36
-
Perşembe
390
-
Sivas
136.084
6.055
Sungurlu
576
-
Sürmene
290
-
Tirebolu
45
-
3.400
-
Ulubey
30
-
Yozgat
10.916
-
422.758
32.766
25
27
Keskin
28
29
Kütahya30
Mamuretülaziz
Maraş
32
33
Trabzon
34
35
TOPLAM
31
Diğer taraftan Göçmen ve Aşiretleri Yerleştirme Müdürü Şükrü Bey'in 18 Ekim 1915
tarihinde Halep'ten gönderdiği telgrafta, Halep'e sevk edilen Ermenilerin tahminen
100.000 civarında olduğu bildirilmektedir36.
Bu arada Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle
Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle de Cizre'de 136.084 Ermeni nüfusun
toplandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır37. Şükrü Bey'in 3 Kasım 1915 tarihinde Nizip'ten
çektiği bir şifre telgrafta ise, taşımanın gayet düzenli bir şekilde devam ettiği ifade
edilmektedir38.
Yukarıda verilen listede yer değiştiren nüfus içinde yer alıp da henüz taşınmamış olduğu
belirtilen kalan nüfustan Adana'dakiler, daha sonra yeni yerleşim bölgelerine
taşınmışlardır39. Buna göre sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte
iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir. 40 Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik
bir fark bulunmaktadır.
Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark,
belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi ErzurumErzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin
civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani
159
yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere
yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür41. Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer
değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir.
Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır42. Bunun dışında
tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin
öldüğü tahmin edilmektedir ki 43, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.
Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine
varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde
alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan
Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir 44. Öte
yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı
ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.
Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin
Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan
ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de,
Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı
mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır45.
Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da
eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce
ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela
ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak
1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce
Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade
edilmektedir46.
Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan
Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu
göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının
olmadığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000 civarında olduğu
belirlendiğine göre, sevk ve iskana tabi tutulmayan Katolik ve Protestanlarla yine yer
değiştirme dışında tutulan İstanbul, Bursa, Kütahya vs. Ermenilerinin ve bu sırada Rus
işgali altında bulunan Kars ve Van gibi doğu illerindeki Ermenilerle birlikte, Osmanlı
Ermenilerinin toplam nüfuslarının da ancak 600.000 ila 800.000 arasında olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Nitekim 1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa
Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da
250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul-Bağdad'da 20.000 olmak üzere
390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış
sürgünleri kapsamadığını bildiriyor47.
Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması
dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam
sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye
tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu
başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği
sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk
görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını
ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.
160
Nitekim o sırada Amerika Büyükelçisi bulunan Morgenthau da günlüğünde Ermeni
Protestanlarının vekili olan Zenop Bezciyan'la olan görüşmesinde Bezciyan'ın
ifadelerinden hayrete düştüğünü belirtiyor48. Bu görüşmesiyle ilgili olarak Morgehthau
şöyle diyor:
"Ermeni Protestanlarının vekili Zenop Bezciyan uğradı. Schmavonian kendisini benimle
tanıştırdı. Okul arkadaşıymışlar. (İçerilerdeki) şartlar hakkında bana çok şey anlattı.
Zor'daki Ermenilerin hallerinden oldukça memnun olduklarını söylemesine şaşardım;
işlerini kurup, hayatlarını kazanmaya başlamışlar bile; bunlar ilk gönderilenler olup
katledilmeden oraya varmışa benziyorlar. Bana çeşitli kampların nerelerde olduğunu
gösteren bir liste verdi ve yarım milyon kişinin buralara nakledildiğini sandığını söyledi.
Kış bastırmadan onlara yardım edilmesi gerektiği hususunda ısrarlıydı."
Bu ifadeler, ABD Büyükelçisi Morgenthau'nun, bir Ermeni'nin ağzından Ermenilerin
hallerinden memnun olduklarının ifade edilmesi karşısında nasıl hayrete düştüğünü
gösteriyor.
Keza 1917'de Deyr-i Zor'a gelen İsveçli Sven Hedin'in İstanbul Ermenilerinden olan
tercümanı da, Fırat kenarında yer yer yüzlerce beyaz çadır gördüğünü, içerisinde
barınanların Kafkas cephesinden veya Halep'ten gelen Ermeni kadın ve çocuklar olduğunu
anlatmaktadır49.
Bu konuyla ilgili olarak, kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen
Türklerin sayısıdır. Justin McCarthy bu konuda şunları yazmaktadır:
"Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler
çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman'ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin
yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür... Sivas ili savaş sınırları içinde
değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas'ta 180 bin Müslüman öldü.
Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.50"
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) 1917 Britannica Yıllığı
2) Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987
3) Aslan, Kevork, Ermenistan ve Ermeniler, İstanbul 1914.
4) Uras, Esat, a.g.e.
5) Uras, Esat, a.g.e.
6) 1893-1897 Ermeni İşleri, Paris, 1897 nakleden Uras, Esat, a.g.e.
7) Uras, Esat, a.g.e.
8) Uras, Esat, a.g.e.
9) Mazıcı, Nurşen, Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorunu, İstanbul 1987.
10) Daha geniş bilgi için bkz. Karpat, Kemal, H. Ottoman Population 1830-1914
Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985 London.
11) Bu arada Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa Ermenileriyle, Protestan ve
Katolik Ermenilerle, hastalar, öğretmenler, yetim çocuklar ve kimsesiz kadınlar sevk
edilmemiştir.
12) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
13) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
14) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/250.
15) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
16) Belgelerde Diyarbakır'dan ne kadar Ermeni'nin naklolunduğu bildirilmemektedir.
Bununla beraber başka illerden gelenlerle birlikte 120 bin Ermeni'nin sevk edildiği
161
kayıtlarda yer almaktadır. Bu sebeple bu ilden 20.000 Ermeni'nin sevk edildiği
varsayılmıştır.
17) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/89.
18) ŞFR. nr.54/162. Her iki belgede sevk olunan Ermenilerden 500 kişilik bir kafilenin
Erzurum-Erzincan arasında Kürtler tarafından katledildiği, diğer belgede ise Dersim
bölgesinden gönderilen kafilelerin Dersim eşkıyası tarafından yine tamamen katledildiği
bildirilmektedir. Bu kafilelerde kaç kişinin bulunduğu bilinmediğinden tahmini olarak
5.000 kişi alınmıştır.
19) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/72.
20) Giresun, Perşembe, Ulubey, Sürmene, Tirebolu, Ordu ve Görele aynı vesikada
verilmiştir (Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41).
21) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/76.
22) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
23) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/260.
24) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/67 (Ek-XXIV)
25) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/79
26) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/73.
27) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/75 (Ek-XXV).
28) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
29) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/34.
30) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/93.
31) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/70 (Ek-XXVII).
32) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
33) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/84 (Ek-XXVII).
34) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
35) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
36) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/80 (Ek-XXVIII).
37) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/71 (Ek-XXIX); 2. Şube, nr.68/84.
38) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
39) Haleb'e gelenlerin 100 bin civarında olduğu bildirilmesine karşılık (Bkz. DH. EUM. 2.
Şube, nr.68/80) buraya gelen nüfus 100.000 olarak alınmıştır.
40) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili
olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar
verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
41) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik
mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık
ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni'nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul'da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi
bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz
1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıflığına 3 Şubat 1916, ŞFR.,
nr.60/219).
42) ŞFR., nr.57/110.
43) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
44) ŞFR., nr. 63/119.
45) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
46) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.
47) Archives des Affaires Etrangéres de France, Série Levant, 1918-1928, Sous Série
Arménie, Vol. 2, folio 47'den naklen bkz. Bilal ªimºir, Les Departén de Melte et les
Allégations Armeniennes, Ankara 1998, p. 49.
48) Bkz. Heath W. Lowry, Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası, İstanbul
1991, s. 47-48.
49) Sven Hedin, Bağdad, Babylon, Ninive, Leipzig 1918, s. 60-63'ten naklen N. Göyünç,
s. 13.
50) McCarthy, Justin: "The Anatolian Arrmenians 1912-1922". Armenians in the Ottoman
Empire and Modern Turkey (1912-1926), Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 1984, s.23-25
162
Hayatlarını Kaybeden Ermenilerin Sayısı 1.5 Milyon mudur?
Ermeni iddialarına göre, 1915 yer değiştirme uygulaması sırasında 1.5 milyon Ermeni
"soykırım"a tabi tutulmuştur.
Ermeniler bu olaylarda önce 600 bin, sonra 800 bin Ermeni'nin öldüğünü ileri sürmüşler,
bu sayı daha sonra sürekli olarak artırılmış ve 1,5 milyona varılmıştır. Bu açık artırmanın
devam etmesine ve Ermeni çevrelerinin yarın, öbür gün ölü sayını 2, hatta 3 milyona
çıkarmalarına da şaşmamak gerekecektir.
Bu açık arttırmaya ne yazık ki ciddiyetleriyle tanınan bazı yayın organları da
katılmaktadır. Örneğin Encyclopedia Britannica'nın 1918 baskısında ölen Ermenilerin
sayısı 600 bin olarak kayıtlı iken, bu sayı 1968 baskısında 1,5 milyon olarak belirtilmiştir.
Gerçek Ermeni kaybı nedir? Bunu kesin olarak tespit etmeye elbette imkân yoktur.
Ancak, ortada esas olarak alınabilecek temel bir veri vardır, bu da Osmanlı Devletinde o
dönemdeki Ermeni nüfusudur.
Ermeniler ve diğer yabancı kaynaklara göre Osmanlı devletinde Ermeni nüfusu şöyledir:
- 1917 İngiliz Salnamesine göre; 1.056.0001
- Patrik Ormanyan'a göre; 1.579.000 2
- Kevork Aslan'ın "Ermenistan ve Ermeniler isimli kitabında Anadolu'da 920.000, Kilikya
(Adana, Sis, Maraş Bölgesi) 180.000, Osmanlıların diğer bölgelerinde 700.000, olmak
üzere toplam 1.800.000 3
- Alman Papas Johannes Lepsius'a göre; 1.600.000 4
- Cuinet'e göre; 1.045.018 5
- Fransız Sarı Kitabına göre; 1.475.011 6
- Basmacıyan'a göre: 2.280.000 7
- Patrik Nerses Varjabedyan'a göre; 1.150.000 8
Osmanlı devleti resmi belgelerine göre Ermeni nüfusu ise şöyledir:
Osmanlı Devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük
görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi FRANCO adlı bir Musevi,
1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç ŞINABYAN isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları
arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet BEHİÇ Bey
yapmıştır9.
Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği
dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle,
bugüne kadar aksi bir belge ve kanaat olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar
edilmesi gerekmektedir.
- 1893 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.001.465'tir.
- 1906 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.120.748'dir.
- 1914 Nüfus istatistiğine göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir10.
Her üç grup veri kaynağı değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı, gerek Ermeni ve yabancı
istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000
civarında olduğunu ortaya koymaktadır.
163
Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam
438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir11. Görüldüğü
gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.
Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark,
belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi ErzurumErzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin
civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani
yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere
yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür12. Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer
değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan
da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır13.
Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30
bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki 14, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda
kaybedilmiştir.
Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine
varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde
alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan
Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir 15. Öte
yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı
ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.
Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin
Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan
ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de,
Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı
mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır16.
Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da
eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce
ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela
ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak
1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce
Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade
edilmektedir17.
Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan
Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu
göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının
olmadığını ortaya koymaktadır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara
2001.
DİPNOTLAR
1) 1917 Britannica Yıllığı
2) Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987
3) Aslan, Kevork, Ermenistan ve Ermeniler, İstanbul 1914.
4) Uras, Esat, a.g.e.
5) Uras, Esat, a.g.e.
6) 1893-1897 Ermeni İşleri, Paris, 1897 nakleden Uras, Esat, a.g.e.
7) Uras, Esat, a.g.e.
164
Uras, Esat, a.g.e.
Mazıcı, Nurşen, Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorunu, İstanbul 1987.
10) Daha geniş bilgi için bkz. Karpat, Kemal, H. Ottoman Population 1830-1914
Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985 London.
11) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili
olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar
verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
12) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik
mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık
ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni'nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul'da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi
bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz
1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıflığına 3 Şubat 1916, ŞFR.,
nr.60/219).
13) ŞFR., nr.57/110.
14) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
15) ŞFR., nr. 63/119.
16) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
17) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.
8)
9)
Osmanlı Devleti Soruşturmadan Kaçtı mı?
Osmanlı Devleti, 26 Mart 1919 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı'nda taraf olmamış olan
İspanya İsviçre, Danimarka, İsveç ve Norveç'e gönderdiği notalarla bu ülkelerden, ikişer
hukukçu gönderilmesini istemiştir. Bu girişim, İngilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz
kalmış, komisyonun kurulması ve dolayısıyla konunun soruşturması engellenmiştir 1.
Bu konu, Osmanlı Devleti'nin icra etmiş olduğu işlemlerde uluslararası hukuk
çerçevesinde yanlış bir şeyin bulunmadığını gösteren, kendisine olan özgüvenin önemli bir
göstergesidir. Adeta, gerçek faillerin ve tasvirlerin ortaya çıkarılması islenmemiştir. Eğer
bu komisyon kurulsa idi, bugün Türk milletine yöneltilen asılsız ithamlar gerçek
muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bu asılsız iddialar da o gün
tarihin derinliklerine gömülebilecekti.
Osmanlı Devleti'nin girişimleri bununla da bitmemiş ve Osmanlı Hükümeti 7 Mart 1920
tarihli telgrafı2 ile İtilaf Devletleri ve Amiral Bristol'dan konunun araştırılmasını,
gerçeklerin tespit edilerek dünya ve Türk Kamuoyunun aydınlatılmasını talep etmiştir. Bu
başvuruda "...uydurma Ermeni katli meselesinin uluslararası bir komisyon oluşturularak
yerinde süratle tetkik edilmeli ve kasıl ve ihtiras ürünü propagandaların aydınlatılarak
Türk milletinin kötü ve adi töhmetten aklanması için..." yardım istenmiştir.
Aynı tarihlerde, tüm gazetelerde de açık duyuru şeklinde yayımlanmıştır. Ayrıca ikinci
Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Ahmet Refik başkanlığında bir grup yabancı gazeteci
mahallinde inceleme yapılmak üzere Doğu Anadolu'ya gönderilmiştir3.
Hukuk ve insanlık dışı bir suçu işleyen bir devletin, böyle girişimlerde bulunması
düşünülebilir mi? Bu ve Burada bahsedilen onlarca örnek ele alındığında Türk Milleti'ne ve
tarihine karşı yapılan haksızlığın ne kadar ileri götürüldüğü ve insanlık adına utanç
duyulacak bir hal aldığı görülebilmektedir.
KAYNAKLAR
1) Başbakanlık Osmanlı Arşivi HR. MİJ. 43/ 17
2) ATASE Arşivi dolap no. 169. göz no. 3 kls. 23 dos. no. 1336/13-1 fih. 32-1.2.3
3) Daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Refik, Kafkas yollarında, Öncü Kitap, Ankara 1992.
165
Talat Paşa'nın Soykırımı Emreden Gizli Telgrafı Var mıdır?
"Soykırım" iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni propagandası,
bir de bu yönde alınmış bir karar olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bunun için de bir
formül bulunmuş ve Talat Paşa'ya atfedilen ve General Allenby komutasındaki
kuvvetlerce Halep'te ele geçildiği ileri sürülen bir takım telgraf örnekleri ortaya
çıkarılmıştır. Bu telgrafların Naim Bey adlı bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz
işgalinin öngörülenden daha kısa sürede gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha
edilemediği iddia olunmaktadır.
Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920'de yayınlamış 1,
ayrıca Talat Paşa'yı Berlin'de katleden Tehlirian'ı yargılayan mahkemeye de verilmiştir.
Mahkemede bunlardan 5'i söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi,
otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır.
Diğer Ermeni iddiaları gibi, bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur. Şöyle ki;
a) Bu telgraflar 1922'de İngiltere'de Daily Telegraph gazetesinde yayınlanmıştır 2. İngiliz
Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda
bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı, Paris'teki bir Ermeni gurubunca icat
edildiği anlaşılmıştır.
b) Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını
açıkça göstermektedir.
c) İngilizler ve Fransızlar İstanbul'un işgalinden sonra Ermenilere karşı girişilen
"katliamın" sorumlularını cezalandırmak amacıyla tutuklamalara girişmişler, Osmanlı
Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticilerine olan düşmanlığı
nedeniyle işgal kuvvetlerine bu hususta elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır.
Tutuklananlardan bir kısmı İstanbul'da yargılanmış, bir kısmı ise Malta'ya sürülmüştür.
İstanbul'daki mahkeme İttihat ve Terakki'nin firardaki 4 yöneticisini gıyaplarında idama
mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi daha idam cezasına çarptırmıştır. Bu son idam cezalarının
yalancı tanıkların ifadelerine dayanarak verildiği daha sonra açığa çıkmıştır.
İngilizler Malta'ya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya
girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetinin de yardımlarına rağmen hiçbir belge
bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir. Bu arşivlerde de katliam
iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır.
Vashington'daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu cevabı göndermiştir:
"Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey
olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum. Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut
vakıa mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir suretle, Türkler hakkında Majesteleri
Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yaralı olabilecek delilleri bile
ihtiva eder görünmemektedir. 3"
İngiliz Dışişleri bu cevap karşısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet Savcılığına
sormuştur. Savcılığın yanıtı şöyledir:
"Şimdiye kadar hiçbir şahitten,tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğruluğunu
kanıtlayabilen bir ifade alınmış değildir. Esasen herhangi bir şahit bulunup bulunmayacağı
da belli değildir...4"
166
Sonuç olarak, Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve
duruşma yapılmaksızın 1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.
İngilizler belge aramakla meşgul iken Andonian'dan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir.
İngilizlerin bu telgraflara rağbet etmemeleri bunların uydurma olduklarını
bilmelerindendir.
d) Andonian'ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
1. Andonian, yaptığı sahte belgelerin "gerçek Osmanlı belgeleri" olduğunu kanıtlamak
için, söz konusu belgelerdeki Halep Valisi Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasına dayanmıştır.
Ancak, halihazırdaki arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasını taşıyan bir çok
belge incelendiğinde, Andonian belgelerindeki imzanın sahte olduğu ortaya çıkmaktadır.
2. Andonian'ın Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasının taşıyan sahte belgelerinin bir
tanesinde bir tarih yer almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği
arasındaki yazışmalara ilişkin asıl belgeler incelendiğinde sözkonusu tarihte Halep
Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir Sami Bey olduğu görülmektedir.
3. Dolayısıyla, Andonian'ın sahte belgeleri şunu kanıtlıyor ki, Andonian'ya Müslüman
Rumi takvimi ile Hıristiyan takvimi arasındaki farklardan tamamen habersizdi, ya da
belgeleri hazırlarken bu farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve
referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin sahte olduğu konusunda şüpheye yer
bırakmaktadır.
4. Dönemin İçişleri Bakanlığının "giden şifre" kayıtları ayrıntılı olarak incelendiğinde
Bakanlığın şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian'ın sahte belgelerinde yer alan tarih
ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı, Andonian'ın sözde "şifreli
telgraf"ları ile dönemin İçişleri Bakanlığının Halep'e gönderdiği gerçek şifreli telgraflar
arasında bir ilişkinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.
5. Andonian'ın "şifreli telgraflarının" Türkçe "orijinalleri" ile dönemin Osmanlı şifreli
mesajları karşılaştırıldığında, görülmektedir ki, kullanılan şifre sistemleri arasında da
herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için
hiç kullanılmayan, mevcut olmayan yeni bir şifreleme metodu kullanmıştır. Sahte
belgelerin üstlerindeki tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca aynı şifreleme yöntemini
kullanmış oldukları sonucu çıkar ki, bu imkansızdır. Zira o dönemde yayınlanan bir
genelge ile savaş yıllarında kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme
zorunluluğu getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır.
6. Andonian'ın iki sahte belgesinde yer alan Besmele'nin acemice yazılış şekli de gerçek
belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonian'ın belgelerinin sahte olduğuna delalet
etmektedir. Bu acemice yazım şekli, Osmanlılarda müslüman olmayanların -Osmanlıca'yı
bilseler bile- Besmeleyi yazışmalarında hiç kullanmamış olmalarından kaynaklanmış
olabilir.
7. Andonian'ın bir çok sahte belgesinde yer alan cümle yapıları ile gramer yanlışlarının bir
Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür. Aynı şekilde, önemli Osmanlı
görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı
Türkü tarafından bile kullanılması mümkün değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından
itiraf ettiklerini kanıtlama çabası içerisindeki Andonian bu hususu da gözden kaçırmıştır.
8. Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin Osmanlı bürokrasisinin kullandığı
resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır. Sahte belgelerden
birinin, Osmanlıların özel yazışmalarda bile kullanmadıkları çizgili kağıda yazılmış olduğu,
diğer iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden alınabilen boş telgraf formlarına
167
yazıldığı görülmektedir.
9. İngilizlerin, Ermeni olaylarından sorumlu tuttukları Osmanlı görevlileri aleyhinde
kullanılabilecek belgeler bulmak için yoğun çaba sarf ettikleri bir dönemde, İngilizce
edisyonu bulunmasına rağmen Andonian dokümanlarını kullanmamış olmaları İngiliz
hükümetinin belgelerinin sahte olduğunu kanısını taşıdığını göstermektedir.
10. Andonian tarafından uydurulan belgeler eğer varolmuş olsalardı, çok gizli ibaresi
taşımalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye vasıtasıyla gönderilmeleri ve dosyalarda
üç yıl boyunca tutulmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekirdi.
11. Andonian'ın kitabının İngilizce ve Fransızca baskıları arasında, baskı veya tercüme
yanlışlıklarından kaynaklanmış olamayacak kadar önemli bir çok farklılıklar vardır.
12. Son olarak, Ermenilerin sözcüleri olarak hareket eden, Ermeni çevrelere yakın ilişkiler
içindeki bazı yazarlar bile, Andonian belgelerinin gerçeklikleri üzerinde şüphelerini dile
getirmektedirler.
Kısacası, meşhur "Talat Paşa Telgrafları" Andonian ve çevresi tarafından uydurulmuş
aldatmacadan başka bir şey değildir.
e) Talat Paşanın Ermenilerin katledilmesini emrettiği ileri sürülen telgrafıyla aynı
tarihlerde gönderdiği başka gizli telgraflar da vardır. Bu telgraflar tehcir sırasında suç
işleyecek görevlilerin cezalandırılmasına ilişkindir. Bir yandan Ermenilerin "katli"
istenirken, diğer yandan da bu "katliamı" yapacak görevlilerin cezalandırılmaları
talimatının verilmesinin izahı yoktur.
f) Neareast Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermenilere
yardım etmek üzere Anadolu'da görev yapmasına Osmanlı Hükümetince izin verilmiştir.
ABD'nin İtilaf Devletlerin safında Osmanlılara karşı savaşa girmesinden sonra da bu
kuruluşun Anadolu'da kalmasına müsaade olunmuştur. Bu husus ABD Büyükelçisi
Elkus'un raporlarına da konu teşkil etmiştir.
Bu durumda, eğer "katliam" emri verilmişse, Amerikan kuruluşunun faaliyet
göstermesine ve "katliama" tanık olmasına nasıl müsaade edilmiştir, yani, "biz Ermenileri
katlediyoruz, siz de gelin seyredin"mi, demiştir? Bunu herhalde mantıklı açıklamak imkanı
bulunmaktadır.
g) İstanbul, Batı Anadolu ve Trakya'da oturan Ermeniler tehcir dışında bırakılmıştır. Hatta
Orta Anadolu Ermenilerinden bile yerlerinde bırakılanlar olmuştur. Topyekûn bir tehcir
bile söz konusu olmadığına göre, "topyekûn bir katliam" hiç iddia edilemeyecektir.
Nihayet, eğer Hükümet Ermenileri topyekûn imha etmek niyetinde olsaydı, herhalde bunu
aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini üzerine çekerek değil,
Ermenilerin bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın bölgelerde çok kolay bir
şekilde yapabilirdi.
Görüldüğü gibi, Ermenilerin sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası da yalandan başka bir şey
değildir ve bir soykırım hiç bir zaman söz konusu olmamıştır.
KAYNAKLAR
1) Andonian, Aram; Documents officels concernants les Massacres Armeniens, Paris
1920. Imprimerie Turabian
2) Daily Telegraph, 29 mayıs 1922.
3) Washington'daki İngiliz Büyükelçiliği, R.C. Craigie'den Lord Jurzona 13 Temmuz 1921;
168
İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/6504/8519.
4) 29 Temmuz 1921, İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/6504/E8745
Osmanlı Arşivleri Kapalı mı? Belgeler Saklanıyor mu?
Tehcirle ilgili her konuda orijinal belgelere ulaşım şansı vardır. Bu belgelerin bulunduğu
Osmanlı Arşivleri 1925 yılından itibaren tüm araştırmacıların incelemesine açıktır. Bu
tarifen günümüze kadar; ABD'den 605, Japonya'dan 203, Almanya'dan 168, Fransa'dan
150, Suudi Arabistan'dan 98, İran'dan 84, İngiltere'den 74, İsrail'den 70, Libya'dan 63,
Macaristan'dan 58, Arjantin'den 52, Bulgaristan'dan 47, Mısır'dan 47, Hollanda'dan 39,
Romanya'dan 36, Cezayir'den 35, Tunus'tan 35 ve Kanada'dan 28 olmak üzere toplam
3.817 bilim adamlarınca Osmanlı Arşivleri'ni incelemiştir. Ayrıca 180'i Ermeni asıllı
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan toplam 190 kişi de, özellikle Ermeniler konusunda bu
arşivlere giriş ve çalışma yapmıştır.
Binlerce yabancının bizzat belgeye ulaşarak yaptıkları çalışma yanında, bu belgeler
Türkçe ve İngilizce olarak da yayınlanmış ve araştırmacıların kullanımına sunulmuştur.
Bunların yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki belgeler ATASE Başkanlığı'nca,
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi adı altında orijinal ve günümüz Türkçesiyle yayınlanmakta
ve satışa sunulmaktadır.
Bu konuda hazırlanan bir başka yayın ise, Başbakanlık Yıldız Arşivinden yararlanılarak
Osmanlıca ve günümüz Türkçesiyle İngilizce dillerinde sunulan 3 ciltlik yayındır. Tüm bazı
gerçeklere rağmen, ya bilgisizliklerinden ya da kasıtlı olarak yerli ve yabancı bazı kişi ve
kurumların Türkiye Cumhuriyeti'ni, "arşivleri incelemeye açmaktan kaçtığı" şeklinde
suçladığı görülmektedir.
Soykırım İddialarına Karşı Bilim Adamlarının Görüşleri Nedir?
Tarihi, tarih biliminin ölçüleri ve ilkeleri doğrultusunda algılayan bilim adamları, 1925
yılından bugüne kadar konuyla ilgili bilgi ve belgelerin orijinallerine ulaşmış, canlı şahitleri
dinlemiş, olay yerlerinde bizzat gözlemde bulunmuş kişilerdir. Bunlar, 1925'ten beri
Osmanlı Arşivlerinin yabancı araştırmacılara açık olduğunu bilen ve belgelere bizzat
ulaşan bilim adamlarıdır. Dolayısıyla kanaatleri hakkındaki yorumu veya karşı görüşü,
ancak onlar kadar konuyu derinlemesine bilenler yapabilecektir. Bu nedenle Amerikalı 69
bilim adamının konuyla ilgili olarak yayınladığı bildiri son derece önemlidir. Söz konusu
bildiride şöyle denilmiştir1:
"ABD Temsilciler Meclisi Üyelerinin Dikkatine
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan
Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin
birçok açıdan yanıltıcı ve/veya yanlış olduğu görüşündedirler.
'İnsanlıkdışı Davranışları Anma Milli Günü' kavramına tam olarak destek vermemize
karşın, söz konusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul edilemez buluyoruz:
... Türkiye'de 1915 ve1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5
milyon Ermeni kökenli insan..."
Çekincelerimiz 'Türkiye' ve 'soykırım' sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta
olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
169
14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu 'Türkiye
Cumhuriyeti' olarak adlandırılan alan, çok dinli, çok uluslu bir devlet ölen Osmanlı
İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya
Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile
bir tutmak da yanlıştır.
Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle
1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu
Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye
Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran
bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu
tutulamaz. Ancak kararda 'Türkiye' adını kullanarak kararı yazanlar 1915 ve 1923 yılları
arasındaki 'soykırım'ın sorumluluğunu Türkiye'ye yüklemek istemişlerdir.
'Soykırım' suçlamasına gelince, bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri
acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde söz konusu
bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği
görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kayıtlar, toplumlararası bir iç savasın,
(Müslüman ve Hıristiyan gruplar arasındaki) Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı
hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da
karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir.
Gerçekten de söz konusu yıllar boyunca, bölgede, geçen on yılda Lübnan'da yaşanan
trajediden çok farklı olmayan bir sürekli savaş durumu yaşanmıştır Hem Müslüman hem
de Hıristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardadır. Ancak saldırgan ve masum
olanı ayırt edebilmek, çok sayıda Hıristiyan kadar Müslümanın da içinde bulunduğu Doğu
Anadolu halkının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayların nedenlerini belirleyebilmek
için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.
Tarihi devlet adamları ve politikacılar yapar, bilim adamları ise yazar. Bu sürecin işlemesi
için bilim adamlarına, geçmişteki devlet adamları ve politikacıların yazılı kayıtlarına
ulaşabilme şansı verilmelidir Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye,
Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu
arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı
İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.
Biz ABD Kongresinin bu ve bununla ilgili konularda tarih arşivlerinin tam olarak açılmasını
teşvik etmesi ve tarihsel olaylar hakkında, tam aydınlığa kavuşturulmadan ithamlarda
bulunmaması gerektiğine inanıyoruz. Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararındaki gibi
ithamlar kaçınılmaz olarak Türkiye halkı hakkında adaletsiz yargılara varılmasına ve belki
de tarihçilerin bu trajik olayları anlamakta kaydetmeye başladıkları gelişmeye zarar
verilmesine yol açacaktır.
Yukarıdaki yorumların da gösterdiği gibi, Osmanlı-Ermenileri'nin tarihi tarihçiler arasında
sıkça tartışılan bir konundur ve tarihçilerin bir çoğu da 192 sayılı karardaki ifadelere
katılmamaktadır. Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru
olduğuna yasa yolu ile karar vermeye çalışmış olacaktır Tarihsel olarak şüpheli
varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve
Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar. 19 Mayıs 1985
RIFAAT ABOU-EL-HAJ
Tarih, Profesör, Long Beach. California State Üniversitesi
SARAH MOMENT ATIS
Türk Dili ve Edebiyatı. Doçent, Madison, W'isconsin Ünivertesi
KARL BARBIR
Tarih, Doçent, Siena Yüksekokulu(New York)
170
Ilhan BAŞGÖZ
Ura&.Altay Çalışmaları Bölümü, Türk Araşarznalan Programı Direktörü İndiana
Üniversitesi
DANIEL G. HATES
Antropoloji, Prafesör Hunter Yüksekokulu, New York Şehir Üniversitesi
ÜLKÜ BATES
Sanat tarihi. Profesör Hunter Yüksek okulu, New York Şehir Üniversitesi
GUSTAV BAYERLE
Ural-Altay, Çalışmaları, Prof Indiana Üniversitesi
ANDREAS G. E. BODROGLIGETTI
Türk&İran Dilleri, Prof., LosAngeles. California Üniv.
KATHLEEN BURRIL
Türk Araştırmaları Doçent, Columbia Üniversitesi
ALAN FISHER
Tarih, Profesör, Michigan Üniversitesi
TIMOTHY CHILDS
Prof. Eğitmen, Johns Hopkins Üniversitesi SAIS Enstitüsü
SHAFIGA DAULET
Siyaset Bilimi. Doçent, Connecticut Üniversitesi
RODERIC DAVISON
Tarih. Profesör, Gorge Washington Üniversitesi Washington D.C
WALTER DENNY
Sanat Tarihi & Yakın Doğu Araştırmaları, Ordinaryüs Profesör Massachussets Üniversitesi
DR.ALAN DUBEN
Antropolog, Araştırmacı, New York
ELLEN ERVIN
Türkçe, Araştırmalar Doçenti, New York Üniversitesi
CAESAR FARAH
İslam & Ortadoğu Tarihi, Profesör, Minnesota Üniversitesi
CARTER FINDLEY
Tarih, Profesör, Ohio State Üniversitesi
MICFIAEL FfNEFROCK
Tarih, Profesör, Charleston Yüksekokulu
WILLIAM HICKMAN
Türkçe, Doçent, California Berkeley Üniversitesi
FREDERICK LATIMER
Tarih, Emekli Doçent, Utah Üniversitesi
JOHN HYMES
Tarih, Profesör, Glenville State Yüksekokulu Batı Virginia
DR. HEATH W.LOWRY
Türk Araştırmaları Enstitüsü, Inc. Washington D.C.
HALİL İNALCIK
Osmanlı Tarihi, Profesör, Amerikan Sanat & Bilim Akademisi Üyesi, Chicago Üniversitesi
RALPH JAECKEL
Türkçe, Doçent, Los Angeles, California Üniversitesi
RONALD JENNINGS
Tarih & Asya Araştırmaları, Doçent Illinois Üniversitesi
CORNELL FLEISCHER
Tarih, Doçent, Missoun, Washington Üniv.
PETER GOLDEN
Tarih. Profesör, Newark, Rutgers Üniversitesi
TOM GOODRICH
Tarih Profesör, Pennsylvania, İndiana Üniv.
AVDREW COULD
Osmanlı Tarihi, Doktor, Arizona, Flagstaff
WILLIAM GRISWOLD
Tarih Profesör, Colorado State Üniversitesi
171
TIBOR HALASI-KUV
Türk Araştırmaları, Profesör, Culombia Profesör
J.C. HUREWITZ
Yönetım Bilimi, Ordinaryüs Prafesör Orta-Doğu Enstitüsü eski Direktörü, Profesör
Colombia Üniversitesi
AVGDORLEVY
Tarih Prafesör, Brandens Üniversitesi
BERNARD LEW'IS
Yakın Doğu Tarihi, Profesör, Princeton Universitesi
JUSTIN McCARTHY
Tarih, Doçent, Louisville Üniversitesi
JON MANDAVILLE
Ortadoğu Tarihi, Profesör Oregon., Portlant State Üniv.
MICHAEL MEEKER
Antropoloji, Profesör, San Diego. California Üniv.
JAMES KELLY
Türkçe, Misafir Doçent, Utalı Üniversitesi
KERİM BEY
Yardımcı Profesör, Washington D.C. Southeastem Üniversitesi
METİN KUNT
Osmanlı Tarihi, Profesör, New York
WILLIAM OCHSENWALD
Tarih, Doçent, Virginia Polytechnic Enstitüsü
ROBERT OLSON
Tarih, Doçent, Kentucky Üniversitesi
WILLIAM PEACHY
Yahudi ve Yakın Doğu Dilleri & Edebiyatları, Doçent, Ohio State Üniversitesi
DONALD QUATAERT
Tarih. Doçent, Hauston Universitesi
HOWARD REED
Tarih, Profesör, Connecııcul Ünıversitesi
DANK WART RUSTOW
Siyaset Bilimi, Profesör, New York Şehir Üniversitesi, Lisansüstü Bölümü
EZEL KURAL SHAW
Tarih, Doçent, Northridge, California Üniversitesi
JOHN MASSON SMITH, JR
Tarih, Profesör, California Berkely Universitesi
DR. SVAT SOUCEK
Türkolog, New York
DR.PHILIP STODDARD
Ortadoğu Enstitüsü Direktörü, Washington, D.C.
FRANK TACHAU
Siyaset Bilimi, Profesör, Chicago, Illinois Üniversitesi
ROBERT STAAB
Ortadoğu Merkezi Direktör Yardımcısı, Utah Üniversitesi
RHOADS MURPHEY
Ortadoğu Dilleri, Kültürleri ve Tarihı, Profesör, Columbia Üniversitesi
JUNE STARR
Antropolaji, Doçent, Suny Stony Brook
JAMES STEWART-ROBINSON
Türk Araştırmaları, Profesör, Michigan Üniversitesi
THOMAS NAFF
Tarih, Profesör, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü DirektörüPennsytvaniaÜniversitesi
JOHN WOODS
Ortadoğu Tuihi, Doçent, Chicago Üniversitesi
PIERRE OBERLING
Tarih, Profesör, Hunter YüksekokuluNew York Şehir Üniversitesi
172
MADELINE ZILFI
Tarih, Doçent, Maryland Üniversitesi
METİN TAMKOÇ
Uluslararası Hukuk, Profesör, Texas Tech. Üniversitesi
STANFORD SHAW
Tarih. Profesör, Los Angeles, California Üniv.
ELAINE SMITH
Türk Tarıhi, Doktor, Emekli Dışişleri GörevlisiWashington, D.C.
DAVID THOMAS
Tarih, Doçent, Rhode Island Yüksekokulu
GRACE M. SMITH
Tarih, Doçent, California Berkely Üniversitesi
MARGARET L. VENZKE
Tarih, Doçent, Dickinson Yüksekokulu (Pennsylvania)
DONALD WEBSTER
Türk Tarihi, Emekli Profesör
WALTER WEIKER
Siyaset Bilimi, Profesör, Rutgers Üniversitesi
WARREN S. WALKER
İngilizce, Profesör, Türkçe Sözlü Hikayeler Arşivi DirektörüTexas Tech. Üniversitesi
Batı Avrupa Devletleriyle, Rusya destekli Ermeni iddiaları ve Ermenilerin ileri sürdükleri
belgelerin doğuluk durumunu tartışmak üzere Türkiye Devleti tarafından değişik
zamanlarda çağrılar yapılmıştır. Bu çağrılar doğrudan Ermeni bilim adamlarına yapıldığı
gibi, Ermeniler adına onların propagandasını üstlenen şahıslara da yapılmıştır. Ancak
Bunların önemli bir bölümünün gerekçe göstermeden toplantıya katılmadıkları
bilinmektedir. Bunun son örneği 1990 yılında XI. Türk Tarih Kongresinde yaşanmıştır.
XI. Türk Tarih Kongresinde ilk defa olarak bir Ermeni Seksiyonu programlanmış ve bu
Seksiyon'daki tartışmalara "Ermeni Davası Savunucusu" yabancı tarihçiler de davet
edildiği halde, her biri çeşitli mazeretler ileri sürerek, bu bilimsel tartışmalara katılmaktan
kaçınmışlardır.
5-9 Eylül 1990 tarihleri arasında Ankara'da düzenlenen XI. Türk Tarih Kongresi'ne davet
edilen "Ermeni Meselesi ile ilgili" yabancı bilim adamlarının listesi şöyledir:
Prof.Dr. Heath LOWRY (Katıldı) Washington - USA
Garin ZEDLIAN (Cevap vermedi) California - USA
Prof.Dr. Bernard LEWIS (Katılamadı) Philadelphia - USA
Prof.Dr. Justin McCARTHY (Katıldı) Kentucky - USA
Prof.Dr. Stanford SHAW (Katıldı) California - USA
Prof. Dr. Anthony BRYER (Cevap vermedi) Birmingham - ENGLAND
Dr. Andrew MANG0 (Katıldı) London - ENGLAND
Prof.Dr.Salahi R. SONYEL (Katıldı) London-ENGLAND
Prof. Dr. M.MARMURA (Cevap vermedi) Toronto - CANADA
Prof. Dr. Allan CUNNIGHAM (Cevap vermedi) Vancover-CANADA
Prof. Dr. Robert ANCIAUX (Katıldı) Brüksel - BELÇIKA
Prof. Dr. Aryeh SHMUELEVITZ (Katıldı) Tel-aviv - ISRAEL
Prof. Dr. Jak YAKAR (Katıldı) Tel-Aviv - ISRAEL
Prof. Dr. Hans G. MAJER (Katılamadı) München - DEUTSCHLAND
Prof. Dr. Wolf Dietrich HUTTEROTH (Cevap vermedi) Erlangen - DEUTSCHLAND
Prof.Dr. Klaus KREISER (Katılamadı) Bamberg - DEUTSCHLAND
Prof. Dr. Jean-Paul ROUX (Cevap vermedi) Vesinet - FRANCE
Prof.Dr. Paul DUMONT (Katıldı) Snasbuvg- FRANCE
Prof. Dr. Robert MANTRAN (Katılamadı) Aix-en-Provance - FRANCE
Prof.Dr. Richard HOVANNISIAN (Cevap vermedi) Califonia USA
Dr. Gerard LIBARDIAN (Cevap vermedi) Cambrridge - USA
173
Dr. Levon MARASHLIAN (Katıldı) Califonia - USA
Prof Vahakn DADRIAN (Cevap vermedi) New York - USA
Christopher WALKER (Katılamadı) London - ENGLAND
Anahid Ter MIMASSIAN (Katılamadı) Paris- FRANCE
Tessa HOFFMAN (Cevap vermedi) Berlin - DEUTSCHLAND
KAYNAK:
Yabancılar Tarafından Yapılan İncelemeler ve Varılan Sonuçlar Nelerdir?
Birinci Dünya Savaşının hemen sonrasında, İtilaf Devletleri ordularının İstanbul ve diğer
bölgeleri işgal etmelerini müteakip, birkaç yüz Osmanlı siyasi ve askeri lideri ile aydını
savaş suçlusu oldukları iddiası ile İngilizler tarafından Malta Adası'na gönderilerek
hapsedilmişlerdir. İstanbul'daki Hükümet, hem saltanatın ve kendi varlığının muhafazası,
hem de son on yıl içinde imparatorluğu yöneten ve hükümete hakim olan İttihat ve
Terakki Partisi'nin ortadan kaldırılması amacıyla, İtilaf devletleri ile her konuda işbirliğine
girme konusunda istekli davranmıştır.
Sonuç olarak, gerek İttihat ve Terakki rejimi gerek İstanbul'da ve Malta'da tutuklu
bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarına bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde geniş
çaplı araştırmalar yapılmıştır. Bununla birlikte, ne zamanı İstanbul Hükümeti, ne de
Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delil
mahkemeye sunulmamıştır. İngiliz Hükümeti çaresizlik içinde kendi arşivlerinde ve ABD
Hükümetinin Washington'daki arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış,
ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır.
ABD arşiv raporlarında; Washington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C Craıgıe, Lord Curzon'a 13
Temmuz 1921'de çektiği mesajda şöyle demektedir:
"Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey
olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun
vakit mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri
Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile
ihtiva eder görünmemektedir.1"
Londra'daki Hukuk Danışmanları, 29 Temmuz 1921'de, Dışişleri listesindeki kişilere karşı
yöneltilen suçlamaların yarı siyasi bir maliyet taşıdığına ve bu nedenle haklarında, harp
sırasında İngiliz savaş esirlerine zulüm yapıldığı iddiasıyla İngiliz Hukuk Danışmanları'nın
önerisi üzerine savaş suçlusu olarak tutuklanan Türklerden ayrı işlem yapılması
gerektiğine karar vermişlerdir.
Ayrıca, "Şimdiye kadar hiçbir şahitten, tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğru
olduğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir. Esasen, herhangi bir şahit bulunup
bulunamayacağı da belli değildir, zira Ermenistan gibi uzak ve ulaşılması zor bir ülkede ve
özellikle bu kadar uzun bir zaman geçtikten sonra şahit bulunması ne ölçüde zor
olduğunu belirtmek dahi gereksizdir(2)" ifadeleri de İngiliz Kralı'nın Londra'daki Hukuk
Danışmanlarına aittir.
Sonuç olarak; Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilemeden
mahkeme edilmiş ve 1922'de serbest bırakılmışlardır.
Bu zaman zarfında İngiliz basınında Osmanlı Hükümetin sözde soykırım ile suçlayan ve bu
konuyu ispata yeltenen bazı belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General
Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet
Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir.
174
Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz
basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp,
Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara yazılan
uydurma belgeler olduğu anlaşılmıştır.
KAYNAKLAR:
1) PRO.FO. 13 Temmuz 1921, 371 / 6504 / E.8519 2) Foreign Office, 29 Temmuz 1921.
371 / 6504 / E.8745
"Dört T" Planı Nedir?
İşin ucunu insanların canına kastetmeye kadar götüren Ermeni terörünün amacı; sözde
Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır.
Nihai hedef ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır. Büyük Ermenistan'a giden yolda atılması
gereken en önemli adım, sözde iddialar konusunda kamuoyu oluşturmak ve Türkiye'ye
yönelik emelleri gerçekleştirmektir.
Bunun için uygulamaya konan ve "Dört T" şeklinde adlandırılabilecek olan plan şu dört
kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Buna göre, sözde
Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca
kabul edilip Türkiyece "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat"
alınacak ve "Büyük Ermenistan" sınırları içerisinde yer aldığı iddia edilen "toprak" parçası
Türkiye'den koparılacaktır!...
"Dört T" planına dayanak oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır:
1. Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
2. Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi
tutmuşlardır.
3. Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.
4. Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.
5. Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1.5 milyondur.
Sevr Anlaşması Hala Geçerli mi?
Ermeni propagandası Sevr Anlaşmasının kendileri açısından hâlâ geçerli ve yürürlükte
olduğunu iddia etmekte ve buna dayanarak Sevr'de öngörülen "Ermeni topraklarının"
Ermenilere iadesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu anlaşmayı imzalayan devletlerin, anlaşmanın yürürlüğe giremeden ortadan kalktığını
ve yerini Lozan Anlaşmasının aldığını imzalarıyla tasdik etmeleri muvacehesinde bu
derece gülünç bir iddia nasıl mesmu olabilir, bilinemez. Ancak, bir de Ermenilerin devlet
olarak kendi imzaladıkları anlaşmalar vardır.
Bunların başında Batum Anlaşması gelir. Taşnaklar 28 Mayıs 1918'de Erivan'da bir Ermeni
Cumhuriyeti ilân etmişler, Osmanlı Devleti Ermenilerle 4 Haziranda 1918'de yaptığı
175
Batum Anlaşması ile bu Cumhuriyeti tanımıştır. Ermeni Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
Hadisyan bu anlaşmadan sonra şunları söylemiştir:
"Türkiye Ermenileri artık Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmayı düşünmüyorlar
Türkiye'deki Ermenilere ilişkin sorunlar Osmanlılar ile Ermeni Cumhuriyeti arasında
görüşme konusu bile yapılamaz. Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni Cumhuriyeti
arasındaki ilişkiler mükemmeldir ve gelecekte de böyle olmalıdır Bütün Ermeni siyasi
partileri bu konuda aynı görüştedirler. Bu iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi Dışişleri
Bakanı olduğum Ermeni Hükümetince izlenen programın başlıca noktalarından biridir1."
Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır:
"Rusya'nın Türkiye'ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de
cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu.
Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri
selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar.
Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık
Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların
ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları
ortadan kalkmalıdır2."
Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:
a) Ermeni meselesi kapanmıştır.
b) Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur.
c) Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir.
Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de
Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir. Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce
kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin
peşinden gideceklerdir. Nitekim, Batum anlaşmasına rağmen Ermeni çete harekâtı devam
etmiştir.
Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşında yenilgiye uğraması ve 30 Ekim 1918'de Mondros
Mütarekesini imzalanması Ermenileri yeniden harekete geçirmiştir.
Büyük hayaller peşinden koşan Taşnak denetimindeki Kafkas Ermeni Cumhuriyeti
kuruluşunun I. Yıldönümü olan 28 Mayıs 1919'da "Türkiye Ermenistan'ını ilhak ettiğini"
açıklamıştır. Bu açıklama, İtilâf Devletleri dahil, hiç kimse tarafından ciddiye alınmamıştır.
Sevr diktası ile sonuçlanan Paris Barış Konferansı Ermenistan'ın sınırları konusunu ABD
Başkanı Wilson'un hakemliğine bırakmış, Wilson da General James G. Harbord
başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında
Türkiye'ye yollamıştır. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye'de incelemeler yapan
Harbord heyeti vardığı sonuçları bir rapor halinde ABD Kongresine sunmuştur.
Gerçekleri yansıtan bu raporda; "Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana
yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri Türk köylerinin
yakıldığı savaşa giden Türk köylülerinden en çok %20'sinin geri dönebildiği. I. Dünya
Savaşının başlangıcında Ermenilerin Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman
çoğunlukta olmadıkları tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim
merkezinde dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri döne Ermenilerin tehlike içinde
176
bulunmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru olmadığının tespit
edildiği" belirlenmiştir3.
ABD Kongresi bu rapor üzerine 1920 Nisanında Ermenistan'a mandater olunmasını
reddetmiştir.
10 Ağustos 1920'de Ermenileri bir kez daha umutlandıran Sevr Anlaşması imzalanmıştır.
Anlaşma, Osmanlı Devletinin Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını
hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson'un hakemliğine bırakmıştır.
Bilindiği üzere 10 Ağustos 1920'de Türkiye'de biri İstanbul'da Osmanlı Hükümeti, diğeri
Ankara'da Meclis Hükümeti olmak üzere iki Hükûmet bulunmaktadır. Sevr'i imzalayan
Osmanlı Hükümetidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara Hükümeti "Ermeni Sorununu"
kendi başına halledecektir.
Mondros Mütarekesi sonrasında Fransızlar Adana vilâyetini, İngilizler de Urfa, Maraş ve
Antep'i işgal etmişlerdi. Daha sonra İngilizler kendi işgal bölgelerini Fransızlara
bırakmışlar ve Fransızların beraberlerinde getirerek Fransız üniforması giydirdikleri
Ermeniler Türklere saldırmaya başlamışlardır. Bu zulüm Türklerin tepkisiyle karşılaşmış ve
Fransız-Ermeni işgaline karşı Türk direnişi örgütlenmiştir. Bunun üzerine yine Türklerin
Ermenileri katlettikleri propagandası başlamış, ancak başta Fransız komutanlığı olmak
üzere bu kez Ermenilere kimse inanmamıştır.
ABD Kongresinin Ermenistan için mandaterliği kabul etmemesinden sonra, Kafkas Ermeni
Cumhuriyetine bağlı düzenli birlikler ve çeteler 1920 Haziranında Türkiye'ye karşı
saldırıya geçmişler, Eylülde bu kez Ankara Hükûmeti karşı taarruz emretmiş ve Türk
kuvvetleri Ermenileri ağır yenilgilere uğratarak Kars dahil bütün Türk topraklarını
kurtarmışlar ve sınırı da aşarak Gümrü'ye girmişlerdir. Bu yenilgi karşısında Ermeni
Hükümetinin barış istemesi üzerine 3 Aralık 1920'de Gümrü (Alexandropol) Anlaşması
imzalanmıştır. Ermeniler bu anlaşma ile Sevr'in geçersiz olduğunu kabul etmişler ve
Türkiye'ye yönelik toprak taleplerinden resmen vazgeçmişlerdir.
Ancak bu anlaşma onaylanmadan Kızılordu Erivan'a girmiş ve Sovyet Ermeni Hükûmeti
kurulmuştur.
Erivan'da yönetim Vratzian'ın 18 Şubat 1921'de giriştiği ayaklanma ile tekrar Taşnakların
eline geçmiştir. Vratzian Hükümeti 18 Martta Ankara'ya bir heyet göndererek Ankara
Hükümetinden Bolşeviklere karşı yardım istemiştir. Tarihin ne garip cilvesidir ki, daha 2
yıl önce Doğu Anadolu topraklarını ilhak ettiğini açıklayan Taşnak Hükümeti bu kez
varlığını devam ettirebilmek için Ankara'nın yardımını talep etmektedir. Bu Taşnak
Hükümeti uzun ömürlü olamamış ve Sovyetler Erivan'da yeniden iktidarı ele
geçirmişlerdir.
Türkiye 16 Mart 1921'de Sovyetler Birliği ile Moskova Anlaşmasını imzalamış ve bugünkü
Türk- Sovyet sınırı çizilmiştir. Bu anlaşmanın tamamlanması amacıyla bu kez 13 Ekim
1921'de Sovyet Ermenistan'ı ile Kars Anlaşması imzalanmıştır. Her iki anlaşmada da
Sevr'in tanınmadığına ilişkin hükümler yer almaktadır. Böylece, Taşnak Hükümetinden
sonra, Sovyet Ermeni Hükümeti de her türlü talepten vazgeçmiş olmakta ve Sevr'in
geçersizliği bir kez daha belgelenmektedir.
Sovyet Ermenistan'ı Adalet ve İşçi Komiseri Şahverdof Kars Anlaşmasının imza töreninde
yaptığı konuşmada, "bundan böyle bu iki milleti başkalarının çıkarları uğruna birbirlerinin
üzerine saldırtmanın mümkün olamayacağını" vurgulamıştır.
Doğu cephesinin bu şekilde tasfiye edilmesinden sonra, güney, cephesi de 20 Ekim
1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Anlaşması ile tasfiye edilmiş ve Fransız kuvvetleri
177
beraberlerinde getirdikleri Ermeni lejyonunu ve mahallî komitecileri yanlarına alarak
çekilmişler, mahallî Ermeni halkının büyük kısmını da adeta zorla beraber götürüp
Lübnan'a yerleştirmişlerdir. Aynı olaya Hatay'ın anavatana katılmasında da şahit
olunacaktır.
24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Sevr'in yerini alan Lozan Anlaşmasında ise Ermeniler
hakkında hiçbir hüküm bulunmamaktadır.
Böylece mesele Lozan'da bütünüyle çözümlenmiş olmaktadır. Ermenilerin bugün Sevr'e
dayalı olarak birtakım iddialarda bulunmaları da hiçbir anlam taşımamaktadır. Konuyu
kapatırken, Sevr anlaşmasının taraf ülkelerce onaylanmamış olduğunu da hatırlamak
yerinde olur.
KAYNAKLAR
1) SCHEMSI, Kara-; op. cit., p. 31.
2) SCHEMSI, Kara-; op. cit., pp. 31-32.
3) URAS, Esat-; a.g.e. sayfa 682 - 683
Türkler Tarih Boyunca Her Zaman Ermenilere Baskı ve Zulüm mü Yapmışlardır?
Ermeni propagandası, sözde "soykırım" iddiasını tarihi bir zemine oturabilmek amacıyla,
Türklerin tarih boyunca her zaman gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele ettiğini
savunagelmektedir. Zira, bu iddiada bulunmadıkça "600 yıldır Ermenilerle birlikte
yaşayan Türklerin, durup dururken, nasıl olup da bir günde Ermenileri topyekün imha
etmeye karar verdikleri" sorusunu yanıtlayamayacakları kanısındadırlar. Ermenileri bu
iddiaya sarılmaya yönelten bir başka etken de meseleyi tahrif ederek bir "HıristiyanMüslüman mücadelesi"ne dönüştürmek ve böylece Hıristiyanlık dünyasının desteğini
peşinen kazanabilmek arzusudur.
Ermenilerin uğradıkları Bizans zulmü nedeniyle, Türklerin Anadolu'ya girmelerini bir
bayram havası içinde karşıladıklarını kendi tarihçileri yazarlar. Nitekim, Selçuklular
Bizans'ın ezmeye ve yok etmeye çalıştığı Ermeni kilisesini himaye etmeye başlamış,
Ermeni kilisesi, manastırları ve ruhban sınıfına Bizans tarafından konulan ağır vergileri
kaldırarak bunları vergiden muaf tutmuş, Ermeni toplumunu ibadet, eğitim ve içişlerinde
serbest bırakmış, içişlerine müdahale etmemiş ve Ermenileri Müslüman olmaya hiçbir
zaman zorlamamışlardır. Ermeni ruhanî lideri Selçukluların bu tutumu karşısında Sultan
Melikşah'ı ziyaret ederek şükranlarını bildirmiştir. Özetle, Ermeniler bu dönemde gerek
toplum olarak varlıklarını, gerek din ve kiliselerini Türkler sayesinde koruyabilmişlerdir.
Bu olgu, bizzat Ermeni tarihçilerince de iftiharla dile getirilmiştir. Ermeni tarihçi Urfalı
Mateos 129 sayı kroniğinde Selçuk Sultanı Melikşah'tan şöyle söz etmiştir:
"Melikşah'ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu. İsa'nın evlatlarına çok iyi
davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi 1."
Mateos, Sultan Kılıç Aslan'ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:
"Kılıç Aslan'ın ölümü Hıristiyanlar yasa boğmuştur. Zira bu Sultan yüksek karakterli ve
hayırsever bir insandı."
Selçuklu Türklerinin Ermenilere ne kadar iyi davrandıkları Taşirk ailesi gibi bazı Ermeni
beylerinin kendiliklerinden Müslümanlığı kabul etmelerinden ve Türklerle birlikte Bizans'a
karşı çarpışmalarından da bellidir.
178
Türklerin gayrimüslimlere iyi muamele etmeleri ifadesini İslâm-Türk felsefesinde
bulmaktadır. Bu felsefeyi şu şekilde özetlemek mümkündür: Türkler, Müslüman olmayan
kavimlerin yaşadıkları topraklan kendi ülkelerine kattıklarında bu bölgeler halkı ile zimma
adı verilen bir anlaşma yapmaktadırlar. Müslüman olmayan halkın hak ve hukuku bu
anlaşma ile güvence altına alınmakta ve bu halka zımmî denmektedir. Böylece diğer
dinlerden olan insanlara o zamana kadar tanık olunmamış bir hoşgörü ile
davranılmaktadır.
Bu dönemin Yunus Emre ve Mevlâna Celaleddin Rumî gibi büyük düşünürlerinin "72
millete bir göz ile bakan" ve "ne olursan ol, yine gel" diyen insanlık ve hoşgörüye dayalı
felsefeleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Hıristiyanlar arasında mezhep kavgaları
ve özellikle Bizans'ın Ermenilere yaptığı zulüm göz önünde tutulduğunda bunun ne denli
insanca bir yaklaşım olduğu ortadadır.
Osmanlı Devletinin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle İstanbul'un fethi sonucu Bizans'ın
yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiç bir döneminde yaşamadıkları yeni bir çağ
açılmış, üzerindeki dinsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel her türlü baskı
kalkmış ve barış, güven ve refah dönemi başlamıştır.
Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti Türk kökenli, İslâmi yapıya sahip ve çok uluslu bir devlettir.
Bu çok uluslu yapı içinde Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardır. Nitekim, ilk Osmanlı
Padişahı Osman Bey Ermenilerin Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir
toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu'daki ilk Ermeni dinî merkezi
Kütahya'da kurulmuştur. Bursa'nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dinî merkezi
Kütahya'dan Bursa'ya taşınmış ve Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra
Bursa'daki Ermeni dinî lideri Hovakim 1461'de İstanbul'a getirilmiş ve Fatih'in fermanı ile
İstanbul'da bir Ermeni patrikhanesi kurulmuş2.
Bunu izleyerek han, Kafkasya, Doğu ve Orta Anadolu, Balkanlar ve Kırım'dan İstanbul'a
Ermeni göçleri başlamış ve Osmanlı imparatorluğu Ermeniler için bir çekim merkezi haline
gelmiştir. Görüldüğü gibi, Ermeni toplumu ve kilisesi Osmanlı Devletinin gelişmesine
paralel olarak gelişmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu Gregoryen Ermenileri "millet" adı altında örgütlemiş ve kendi dinî
liderlerinin yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet Ermeni Patrikhanesini kuran
fermanında, Patriğin imparatorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî, hem cismanî
lideri olduğunu hükme bağlamıştır.
Ermeniler Müslümanlara verilen her türlü haktan yararlandıkları gibi, bazı ayrıcalıklara da
sahip olmuşlar, örneğin askere alınmamışlardır. Askere alınmamaları ise Ermeni
ailelerinin sürekliliğini ve dolayısıyla refaha kavuşmalarını sağlamıştır.
Müslümanlarla gayrîmüslimlerden haraç ve cizye vergileri alınmış, buna karşılık
Müslümanların tâbi oldukları zekât ve öşür vergilerinden muaf tutulmuşlardır. Haraç ve
cizye vergilerinin Ermeni toplumuna nasıl dağıtılacağının tespiti de dini liderlere
bırakılmıştır.
Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürütebilmeleri için gerekli mali güçlerinin
yetişmemesi halinde Osmanlı yönetimi yardımda bulunmuş, Patrikhanenin açıklarını
kapatmış, Ermeni kurumlarına malî destek sağlamıştır. Bu vakıf sistemi bugün de
muhafaza edilmektedir.
Burada şu noktaya da işaret etmek istiyoruz: Ortodoks Rumlar Ermenilerden önce
örgütlendiklerinden, Ortodoks Rumlar dışında kalan tüm diğer Hıristiyan unsurlar Etmeni
sayılmıştır. Bu unsurlar arasında Anadolu'daki Pavlakiler (Paulicien) ve Yakubîler ve
Balkanlardaki Bogomiller gibi Ermenilikle hiç bir ilişkileri bulunmayan Hıristiyanlar da yer
179
almıştır. Bu olgunun özellikle Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeni nüfusuna ilişkin
tartışmalarda göz önünde tutulması gerekmektedir.
Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş
ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de
benimseyerek kısa zamanda Osmanlıların güvenine lâyık olmuş ve "millet-i sıdıka"
unvanına hak kazanmıştır. Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde iş hayatında olduğu
gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.
Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 milletvekili, 7 Büyükelçi, 11
Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur
kaydetmektedir. Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanları
gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde bulunanlar olmuştur3.
Ermeniler Osmanlı-Türk sanat, kültür ve müziğine önemli katkılar yapmışlar, ünlü
sanatçılar yetiştirmişlerdir. Bu sanatçılar bugün de Türkiye Ermenileri ve Türkler için
övünç kaynağı olarak anılmaktadır.
Burada, dünyadaki ilk Ermeni matbaasının da XVI. yüzyılda İstanbul'da kurulduğunu
belirtmek yerinde olur.
Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, İmparatorluğun tüm unsurlarıyla XIX.
yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili hiçbir
şikâyet ya da sorunları olmamıştır.
Bununla birlikte, zaman zaman kendi aralarında iç çekişmelere düşmüşlerdir. İstanbul'un
fethinden önce ve hemen sonra Anadolu ve Kırım'dan İstanbul'a gelen ve "Yerli" denilen
Ermeniler ile İran ve Kafkasya'dan gelen ve "Doğulu" ya da "Taşralı" denilen Ermeniler
Patrik seçimi nedeniyle mücadeleye girişmişler, birbirlerini Osmanlılara şikâyet etmişler
ve yönetimin kendi lehlerine müdahalesini sağlamaya çalışmışlardır.
Osmanlılar ise Ermeni grupları ve iç sorunları karşısında ısrarla tarafsız kalmışlardır. Bu
mücadeleyi "Doğulu"ların kazanması üzerine Patrikliğe ruhani olmayan kişiler de
getirilmeye başlanmış, mevki ve unvan çatışması kimi zaman kanlı kavgalara
dönüşmüştür. Osmanlılar bu aşamada duruma müdahale etmişler ve Ermenilerin
birbirlerini kırmasını önlemişlerdir.
Mezhep kavgaları Ermenileri birbirlerine düşüren bir diğer etken olmuştur.
Özellikle yabancı müdahaleler sonucu Ermeniler arasında Katoliklik ve Protestanlığın
yayılması Gregoryen Ermenilerde büyük bir infial uyandırmış ve Gregoryen Ermeniler
Osmanlı yönetimine başvurarak bu durumun önlenmesini istemişlerdir. Osmanlı yönetimi
Ermenilerin iç sorunu saydığı bu gelişmeye müdahale etmeyince yine kanlı kavgalar
görülmüş ve Protestanlığı kabul eden Ermeniler Çuhacıyan ve Tahtacıyan adlı Patrikler
tarafından aforoz edilmişlerdir4.
Daha sonra Katolikler arasında da Vatikan'a bağlı olup olmamak konusunda çatışmalar
çıkmış, Papa Vatikan'a bağlı olmayan Ermenileri aforoz etmiş, Osmanlı yönetimi duruma
müdahale ederek 1888'de bu iki Katolik grubu barıştırmıştır.
Osmanlıların gayrîmüslimlere gösterdiği bu engin hoşgörü İmparatorluğu, çöküş yıllarına
kadar, dinî zulümden kaçan bütün insanlar için her zaman sığınılabilecek bir ülke haline
getirmiştir. Bir mezhepteki Hıristiyanların zulmüne uğrayan diğer mezhepteki Hıristiyanlar
ile Katoliklerin ağır işkencelerine manız kalan Musevîler kurtuluşu Osmanlılara sığınmakta
bulmuşlardır. Bunun en belirgin örneği, gerek 15. yüzyıl sonlarında İspanya'nın
180
Katoliklerce yeniden işgalini müteakip, gerek daha sonraki yüzyıllarda Fransa, Orta
Avrupa ve Rusya'daki Hıristiyan baskısından kaçan Musevilerin Osmanlı İmparatorluğuna
göç etmeleridir.
Gerçekler böyle olduğuna göre, Türklerin gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele
ettikleri, baskı yaptıkları ve ezdikleri gibi iddialar ileri sürmek için herhalde mantık,
vicdan, sağduyu, hakkaniyet ve tarih bilgisinden yoksun bulunmak ya da önyargılı olmak
gerekir, çünkü başka bir izah tarzı yoktur. Tarihin bu iddiayı yalanladığı çok sayıda
yabancı tarihçi ya da yazarın eserlerinde de onaya konulmuştur.
Asoghik ve Mateos'dan Voltaire, Lamartine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone
Caetani, Philip Ntarshall Brown, Michelet, Sir Clıarles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart,
Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Lewis, Price, Bombaci ve Shaw'a
kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve
yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim etmişlerdir. Bunlardan bazı örnekler şöyledir:
Voltaire:
"Büyük Türk çeşitli dinlerden 20 milleti barış içinde yönetmektedir Türkler Hıristiyanlara
savaşta ılımlı, zaferde yumuşak olmayı öğretmişlerdir"
Philip Marchall Brown:
"Türkler kazandıkları büyük zafere rağmen fethettikleri yerlerin halkına, kendilerini kendi
yasa ve gelenekleri uyarınca yönetme hakkını cömertçe bahşetmişlerdir."
Venizelos Hükûmetinin Dışişleri Bakanı Politis:
"Türkiye'deki Rumların çıkarları Türklerden başka hiçbir güç tarafından bu kadar iyi
korunamazdı."
J.W. Arnold:
"Türk ordularının fethettikleri yerlerde din ve kültüre müdahale etmediği tarihin inkar
edemeyeceği bir gerçektir."
Alman Generali Bronsart:
"Türkler; kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı dünyanın en
hoşgörülü insanlarıdır."
Son olarak şu örneği verelim: Napolyon Bonapart, Akka yenilgisi üzerine Osmanlı
İmparatorluğundaki Katolik Ermenileri yönetime karşı ayaklandırmayı ve bir tür intikam
almayı düşünür. Bunun mümkün olup olmayacağını İstanbul'daki Büyükelçisi
Sebastiani'den sorar. Büyükelçinin yanıtı çok açık ve kesindir:
"Ermeniler hayatlarından o kadar memnundurlar ki, buna imkan yoktur"
DİPNOTLAR
1) URFALI MATEOS, (Mathieu d'Edesse); Chronicles. No.129.
2) URAS, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul 1976, sayfa.
149.
3) Türk Ermenilerinden Gerçekler, Jamanak Yayını. İstanbul, 1980, sayfa 4 ve KOÇAŞ,
Sadi; Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk - Ermeni İlişkileri. Ankara, 1967. sayfa 92 -I 15.
181
SCHEMSI, Kara-; Turcs et Armeniens devant l'Histoire, Genere. Imprimeric Nationale,
1919, sayfa 19.
4)
Türkler Ermenileri 1890'lardan İtibaren Katletmeye mi Girişmişlerdir?
19. yüzyılın ikinci yarısında bir "Ermeni Sorunu"ndan söz edilmeye başlandığını
görmekteyiz. Ancak, "Ermeni Sorunu" için bir başlangıç noktası aramak gerekirse, bunun
1856 Islahat Fermanı ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunun izleyen
Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ve Berlin Konferansında bulmak mümkündür. Ancak
biz, biraz daha gerilere, 1820'lere kadar gitmenin meselenin anlaşılması bakımından daha
yararlı olacağı kanısındayız.
Çarlık Rusyası bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu emperyalist güç komşu olduğu Osmanlı Devleti topraklarını bir tür
doğal gelişme alanı olarak kabul etmekte olup Osmanlıların sırtından güneye ve
güneybatıya yayılmak peşindedir. Nitekim, Yunanistan'ın Osmanlılardan ayrılarak
bağımsız olması büyük ölçüde Rusya'nın bu politikası sonucudur. Bu politikanın başta
gelen unsurlarından biri de, Rusya'ya göre, Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi olmaktır. Bu
ise, Rusları Ortodoks Rumların yanı sıra Gregoryen Ermenilerle de ilgilenmeye sevk
etmektedir.
Rusya, Batı'da Balkanlara nüfuz etmeye çalışırken, Doğu'da da Kafkasya'ya inmektedir.
Bu gelişme Katkasya'daki Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan'ın batısında) Ermeni kilisesini Rus
tesiri altına sokmaya başlamıştır. Eçmiyazin ise Gregoryen Ermenilerin büyük
çoğunluğunun bağlı oldukları dinsel merkezdir.
Eçmiyazin Kilisesi kısa sürede Rus nüfuzuna girmiş, hatta Katogikos Nerses Aratarakes 60
bin kişilik bir Ermeni kuvvetinin başında 1827-28 Rus-İran Savaşına Ruslar safında
katılmıştır.
Rusların Osmanlı Ermenilerine sızmaya çalışması da Eçmiyazin Kilisesi aracılığıyla olmuş
ve 1844'den itibaren İstanbul Ermeni Patrikhanesindeki ayinlerde Eçmiyazin
Katogikosu'nun adı anılmaya başlamıştır.
Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi olmaya niyetlenen yalnız Rusya değildir. İngiltere ve
Fransa da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazanmak amacındadırlar.
Bunda başarılı olmaları üzerine 1830'da İstanbul'da Etmeni Katolik Kilisesi, 1847de de
Protestan Kilisesi kurulmuştur. Ancak ne bu gelişmeler olup biterken, ne de 1856'da
Islahat Fermanı ilân edilirken bir "Ermeni Sorunu" söz konusu değildir.
Toplumsal düzenin Batı modelinde yeniden örgütlenmesi anlamına gelen Islahat Fermanı
müslümanlarla gayrîmüslimleri aynı statüye getiriyor ve gayrimüslimlere tanınmış
bulunan ayrıcalık ve ruhani muafiyetlere de bu nedenle son veriyordu. Bu Ferman üzerine
Ermeni Patrikhanesince hazırlanan Etmeni Milleti Nizamnamesi Osmanlı Hükümetine
sunulmuş ve 29 Mart 1862'de onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Nizamname ile Ermeni
toplumunun içişlerini görüşmek üzere 140 üyelik bir meclis kurulmuş, bunun 20 üyesinin
İstanbul kilisesi mensuplarından, 80 üyesinin İstanbul'daki kilise cemaatlerinden ve 40
üyesinin taşradan seçilmesi öngörülmüştü.
Islahat Fermanı Rusya'nın yanı sıra, İngiltere ve Fransa'ya da Ermenilerle daha çok
ilgilenmeye sevk etmiş, bu ise Rusya'yı Ermenilerle ilgisini yoğunlaştırmaya yöneltmiştir.
Bu ilginin altında bu devletlerin Ermenilere duydukları sempati değil, kendi emperyalist
çıkarları yatmaktadır. Bunun neden böyle olduğunu görmek için dünyada o dönemde
mevcut güç ilişkilerine ve nüfuz mücadelesine bakmak lâzımdır.
182
Bu nüfuz ve çıkar mücadelesinin önemli alanlarından biri de Osmanlı Devletidir. İzlenen
yeni politikanın temel taşlarından biri ise Osmanlı Devletindeki Hıristiyan unsurları ve
özellikle Ermenileri Osmanlılara karşı kullanmak olmuş ve Ermenilere, gerçekleşmeyeceği
kendilerince de bilinmesine rağmen, Doğu Anadolu'da hayalî bir Ermenistan vaat
edilmiştir.
"Ermeni Sorunu"nun 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Osmanlıların bu savaşı
kaybetmeleri sonucu meydana gelen gelişmeler üzerine çıkması bunun belirgin kanıtıdır.
Savaş sona ererken İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Eçmiyazin Katogikosluğu
aracılığıyla Rus Çarı'ndan Rusya'nın Doğu Anadolu'da işgal ettiği toprakları Osmanlılara
geri vermemesini istemiş, bununla da yetinmeyerek savaş sonunda Ayastefanos'daki Rus
karargâhına gidip Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu'nun Ruslar tarafından
ilhâkını bu olmazsa bölgeye Bulgaristan'a olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün
değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu ıslahat tamamlanana kadar
Rus ordusunun geri çekilmesinini talep etmiştir. Patriğin son talebi Ruslarca kabul edilmiş
ve Ayastefanos Anlaşmasına 16. Madde olarak girmiştir1.
Patrik Varjabedyan'ın Osmanlı vatandaşı olduğunu hatırlatmaya sanırız gerek yoktur.
Doğu Anadolu'daki Rus işgali Rusya'ya Osmanlı Ermenileri üzerindeki etkisini arttırma
olanağı sağlamış ve Rus ordusundaki Ermeni subaylar Osmanlı Ermenilerini devlet
aleyhine kışkırtmaya çalışmış ve Ermenilere "Balkanlardaki Hıristiyanlar gibi
"Osmanlılardan ayrılarak kendi muhtar devletleri kurabileceklerini" telkin etmişlerdir.
Rusların niyetini sezen İngiltere Ayastefanos Anlaşmasına karşı çıkmıştır. Zira, Doğu
Anadolu'da Rusya himayesinde kurulacak bir Ermenistan İngiltere'nin Basra Körfezi ve
Hindistan yolunun güvenliğini tehlikeye düşürecektir. Bunun üzerine İngiltere,
Osmanlılardan Kıbrıs'ı kopararak bunun karşılığında Ayastefanos Anlaşmasının
değiştirilmesini sağlamış ve Berlin Konferansında Rusya'nın Kars, Ardahan ve Batum
dışında işgal ettiği topraklardan hemen geri çekilmesi ve Ermeni ıslahatının bunun
ardından yapılması kararlaştırılmış, üstelik ıslahatın 5 büyük devletin denetiminde
uygulanması öngörülmüştür. Bu tarihten itibaren İngiltere "Ermeni ıslahatı"nı kendi
meselesi olarak görecektir.
Berlin Konferansına İstanbul Ermeni Patrikhanesinden de bir heyet katılmış ve isteklerini
kabul ettiremeyen bu heyet İstanbul'a "mücadele ve ayaklanmaya girişilmedikçe hiç bir
şey elde edilemeyeceği" yargısıyla dönmüştür2.
Ayastefanos Anlaşması ile eline geçirdiği büyük fırsatı Berlin Konferansı ile kaybeden,
ayrıca Batı' da Yunanistan ve Bulgaristan'ı İngiliz nüfuzuna terk etmek zorunda kalan
Rusya Doğu Anadolu'yu doğrudan ilhak etmeyi amaçlayan bir politika izlemeye başlamış,
bu politikasında yine Ermenileri kullanmayı denemiştir.
İngiltere ve Rusya'nın Ermeniler üzerindeki mücadelesi, Türk düşmanlığıyla ünlü Fransız
yazar Rene Pinon'un şu sözleriyle açıkça görülmektedir:
"Rus ve İngiliz nüfuzu Ermenilerin sırtında çarpışmıştır. Ermenistan İngiltere'nin elinde
Rus yayılmacılığına karşı ileri bir karakol olmuştur."
1880'de İngiltere'de Gladstone Hükûmeti'nin iktidara gelmesi bu mücadeleyi daha da
yoğunlaştırmıştır. İngiltere artık Rusya'ya karşı Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü
korumak politikasını terk etmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp kendisine dost
küçük devletler kurmayı ve bunları Rusya'ya karşı tampon olarak kullanmayı öngören bir
politikayı benimsemiştir. İngiltere'ye göre bu tampon devletçiklerden biri de Ermenistan
olacaktır.
183
Bu yeni politikanın ilk sonuçları İngiliz basınında Doğu Anadolu'dan Ermenistan diye söz
edilmesi, Doğu Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile İngiliz Konsoloslukları açılması,
bölgedeki Protestan misyonerlerin sayısının hızla artması ve Londra'da bir İngiliz-Ermeni
Komitesinin kurulmasıyla görülmüştür. Rusya ve İngiltere'nin Ermenileri kendi emellerine
nasıl alet ettikleri çok sayıda Ermeni ve yabancı kaynak tarafından da belgelenmiştir.
Ermeni Patriği Horen Aşıkyan "Ermeni Tarihi" adlı eserinde şunları yazmıştır: "Türkiye'nin
çeşitli yerlerine dağılmış çok sayıda Protestan misyoner İngiltere lehine propaganda
yapmakta, Ermenilerin İngiltere sayesinde muhtariyete kavuşacaklarını ileri
sürmektedirler. Kurdukları okullar gizli tasarıların yuvasıdır."
Ermeni din adamı Hrant Vartabed'e göre de "Osmanlı ülkesinde Protestan topluluklar
kurulması ve bunların İngiltere ve ABD tarafından himaye edilmesi uygarlık iddiasındaki
Batılı güçlerin en kutsal duygu olan din duygusunu bile sömürmekten kaçılmadıklarını
göstermektedir." Vartabed, Eçmiyazin Katogikos'u V. Kevork'u da Çarlık Rusya'sına alet
olmak ve Anadolu Ermenilerine ihanet etmekle suçlamıştır3.
Bir başka teşhis İstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Paul Cambon'a aittir. Cambon 1894'de
Paris'e gönderdiği bir raporda şöyle demektedir:
"Gladstone gayri memnun Ermenileri örgütlemiş, disiplin altına almış, onlara destek
vaadinde bulunmuştur. Bundan sonra propaganda komitesi ilhamını aldığı Londra'ya
yerleşmiştir."
Jean-Paul Ganier şunları söylemektedir:
"Millet-i Sadıka diye adlandırılan Ermeniler, Ruslar ve Protestan misyonerlerce tahrik
edilmiş ve Berlin Konferansına sanki zulüm görmüş bir halkmış gibi başvurmuşlardır."
Edgar Granville, "Rus tahrikinden önce Osmanlı ülkesinde hiç bir Ermeni hareketi
olmadığı; Çar himayesinde bir Ermenistan gibi hayaller yüzünden masum insanların acı
çektiklerini" kaydetmiş ve "asıl büyük canilerin Çarlar olduklarını", "Ermeni hareketlerinin
Doğu Anadolu'nun Rusya'ya ilhakını amaçladığını" vurgulamıştır.
Ermeni yazar Kaprielian Ermeni Krizi ve Yeniden Doğuş adlı kitabında "ihtilâl vaad ve
telkinlerini Ruslara borçlu olduklarını" iftiharla belirtmiştir.
Taşnak yayın organı Hairenik, 8 Haziran 1918 tarihli sayısında şu itirafta bulunmaktadır:
"Türkiye'deki Ermeniler arasında ihtilâlci ruhun uyanması Rus kışkırtmaları sonucudur.
Rusya (...) sınır halklarında her türlü merkezkaç eğilimi teşvik etmiştir."
Bu gerçekler karşısında, Ermeni sorunun ardında emperyalizmin Osmanlı
İmparatorluğunu parçalama ve paylaşma politikalarının yattığını söylemek güç
olmayacaktır.
Bu politika çerçevesinde 1880'den itibaren Doğu Anadolu'da bazı Ermeni komiteleri
kurulmaya başlamış, Van'da "Kara Haç" ve "Armenakar", Erzurum'da "Vatan
Koruyucuları" adlı komiteler teşkil edilmiştir. Bu komiteler yerel düzeyde kalmış ve
Osmanlı yönetiminden bir şikâyeti olmayan ve refah ve barış içinde yaşamaya devam
eden Ermeni halkının büyük çoğunluğunun bu faaliyete rağbet etmemesi nedeniyle etkili
olamamış ve zamanla varlıkları da sona ermiştir.
Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek
mümkün olamayınca, bu kez bir başka yol denenmiş ve Rus Ermenilerine Osmanlı
184
toprakları dışında komiteler kurdurulmuştur. Böylece 1887'de Cenevre'de Hınçak,
1890'da Tiflis'de Taşnak Komiteleri onaya çıkmıştır. Bu komitelere hedef olarak Anadolu
toprakları ve amaç olarak Osmanlı Ermenilerini "kurtarmak" gösterilmiştir.
Ermeni propagandasının bugünkü öncülerinden Louise Nalbandian Hınçak Komitesi için
şöyle demektedir:
"(Ermeni) Halkın(ın) duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardır.
Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetlerinden
yararlanılacaktı. Terör, halkı korumak ve Hınçak programına güven duymasını sağlamak
için bir yöntem olarak kullanılacaktı. Parti (komite), Osmanlı Hükümetini terörize etmeyi
amaçlamıştı. Bu suretle rejimin prestiji azaltılacak ve tam anlamıyla dağılması için çaba
harcanacaktı. Terörist taktiklerin tek odak noktası hükümet olmayacaktı. Hınçaklar, o
sırada hükümet hesabına çalışan en tehlikeli Ermeni ve Türkleri öldürmek istiyor ve bütün
casus ve muhbirleri yok etmeye çalışıyorlardı. Parti (komite), bütün bu terörist
faaliyetlerde bulunabilmek üzere kendisine özgü bir kuruluş meydana getirecekti 4."
K.S. Papazian ise Taşnak Komitesi hakkında şunları yazmaktadır:
"Komitenin programı isyan yoluyla Türkiye Ermenistan'ına siyasî ve ekonomik özgürlük
sağlamaktı... Komitenin 1892 yılında yapılan Genel Kurulunda kararlaştırılan programın 8.
metodu Hükümet yöneticilerini ve hainleri terörize etmek, 11. metodu ise Hükümet
kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktı.5"
Taşnak kurucularından ve ideologlarından Dr. Jean Loris-Melikoff, "Komitenin çıkarlarının
Ermeni toplumunun çıkarlarından önde geldiğini ve amaçlarının gerçekleşmesi uğruna
zengin Ermenilerden terör yoluyla para toplandığını" kabul etmektedir6.
Yine Taşnak ideologlarından Varandian, "Histoy of the Dahnagizoutune" (Paris,1932) adlı
kitabında aynı itiraflarda bulunmaktadır.
Ermeni yazarların da açıkça kaydettikleri gibi amaç Anadolu'da isyanlar çıkarmak, yöntem
ise terördür. Ermeni komiteleri bu programlarını uygulamaya koymak için zaman
kaybetmemişler ve çeşitli ayaklarıma girişimlerinde bulunmuşlardır.
Ayaklanma teşebbüsleri önce Hınçaklardan gelmiş, daha sonra Taşnaklar da bu yolu
izlemişlerdir. Bütün ayaklanma girişimlerinin ortak özelliği bunların Osmanlı ülkesine
dışarıdan gelen komitecilerle planlanmış ve gerçekleştirilmiş olmasıdır.
İlk isyan 1890'daki Erzurum isyanıdır. Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı
gösterisi, 1892-93'de Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'de Sasun isyanı,
1895'de Babıâli gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankasının
işgali, 1903'de 2. Sasun isyanı, 1905'de Padişah Abdülhamid'e suikast teşebbüsü.
1909'da Adana isyanı takip etmiştir.
Bütün bu isyan ve olaylar Ermeni Komitelerince Ermenilerin "Türklerce katledilmesi"
olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoylarına bu şekilde yansıtılarak büyük
bir gürültü koparılmıştır. Bu amaçla hiçbir yalandan kaçınılmamış, olaylar tahrif edilmiştir.
Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar dağılmış Hıristiyan misyonerler ile büyük
devletlerin Konsoloslukları ve İstanbul'daki Büyükelçilikler bu propagandanın batı
kamuoylarına iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük bir rol oynamışlardır.
Buna Batı basının bu yoldaki yayınlan da eklenince, Hıristiyan kamuoyları Ermenilerin
gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan mesajlarını benimsemeye başlamışlardır. Esasen,
kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi.
185
Üstelik, Batı'ya göre bu "Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bir çatışmaydı ve vahşi
Müslümanlar masum Hıristiyanları katletmekteydi." Öyle ise, yapılacak iş Müslümanlara
karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Gerçekten de böyle
yapılmıştır.
Ancak meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu
propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak
amacının yattığı belgelerle sabittir.
İstanbul'daki Ermeni Patriği daha 6 Aralık 1876'da İngiliz Büyükelçisi Elliot'a "eğer
Avrupa'nın bu işe müdahalesi dikkatinin çekilmesi için ihtilâl isyan çıkarmak lâzımsa,
bunu yapmanın hiç de zor olmadığını" söylemiştir7.
İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Currie 28 Mart 1394'de İngiliz Dışişlerine şu raporu
göndermiştir:
"Erzurum'daki ihtilâlcilerin hedefi karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini
temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahale etmesini sağlamaktır8."
Erzurum'daki İngiliz Konsolosu Graves 28 Ocak 1895'de İstanbul'daki İngiliz
Büyükelçiliğine yolladığı mesajda, "Komitelerin amaçlarının genel bir memnuniyetsizlik
yaratarak Türk Hükümeti ve halkının hayali acılarına, dolayısıyla durumu düzeltme
gereğine çekmek" olduğunu bildirmiştir9.
Yine Graves New York Herald Muhabiri Sydney Whitman'ın "eğer bu memlekete hiç bir
Ermeni komitecisi gelmemiş olsaydı ve Ermenileri isyana kışkırtmasaydılar, bu
çarpışmalar olur muydu?" şeklindeki sorusuna şu yanıtı vermiştir:
"Tabîî ki hayır; sanmam ki bir tek Ermeni öldürülmüş olsun.10"
Van'daki İngiliz Muavin Konsolosu Williams 4 Mart 1896 tarihli yazısında "Taşnak ve
Hınçakların kendi vatandaşlarını terörize ettiklerini, aşırılık ve çılgınlıklarıyla Müslüman
halkı kışkırttıklarını,reformların uygulanması için girişilen tüm çabaları felce uğrattıklarını
ve bütün Anadolu'da olup bitenlerden Ermeni komitelerinin cinayetlerinin sorumlu
olduğunu" belirtmiştir11.
Adana'daki İngiliz Başkonsolosu Doughty Wily 1909'daki bir raporunda "Ermenilerin
yabancı müdahaleyi sağlamaya çalıştıklarını" yazmıştır12.
Bitlis ve Van'da Rus Başkonsolosluğu yapan General Mayewski 1912 tarihli bir raporunda
şunları kaydetmiştir:
"1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri Ermenilerle yerel halk arasında öyle bir kuşku
yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkansız hale gelmişti.
Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dini eğitim gayreti içinde değillerdi. Buna
karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar.
Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini
Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve1896 yıllarında Asya
Türkiye'sinin pek çok vilâyetinde çıkan ayaklanmaların sebebi ne Ermeni köylülerin büyük
sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha
zengin ve müreffehtiler:Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu:
1. Bunların siyasi konularda bilinen tekâmülleri,
186
2. Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi,
3. Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve
çabalarıyla yayınlanması. 13"
Mayewski, Aralık 1912 tarihli bir başka raporunda, "Taşnak komitesinin Ermenilerle
müslümanları birbirine düşürerek durumu karıştırmaya ve Rus müdahalesine zemin
hazırlamaya çalıştığını" vurgulamıştır14.
Nihayet, Taşnak ideologu Varandian "Avrupa'nın müdahalesini sağlamak istediklerini"
itiraf etmiş15, Papazian'da "isyanların amacının Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin
içişlerine karışmalarını sağlamak olduğunu' yazmıştır16.
Ermeni komiteleri her isyanı, bu isyandan hemen sonra Avrupalıların müdahalede
bulunacakları propagandasıyla çıkarmışlardır. Bu propagandaya komitecilerden bazıları da
inanmış, Osmanlı Bankasının işgali olayında saatlerce İngiliz donanmasının gelişini
gözleyen komiteci Armen Aknomi kaderine küserek intihar etmiştir.
Gerek Ermeni yazar ve komitecilerin, gerek Ermenileri destekleyen İngiliz ve Rus
diplomatlarının ifadelerinden de açıkça görüldüğü üzere, Ermeni ayaklanmasının nedeni
ne sefalet, ne ıslahat, ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır. Ayaklanmanın nedeni
Batılılar ile Rusya'nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı
İmparatorluğunu parçalamak istemeleridir.
Osmanlılar ise bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmışlar ve isyanları
bastırmak için asilerin üzerine kuvvet göndermişlerdir. İsyanlar, Ermeni halkının
çoğunluğunun komitelerin faaliyetini benimsememesi nedeniyle kısa sürede
bastırılabilmiştir. Ancak, yukarıda da değinildiği gibi. her isyanın bastırılması yeni bir
"katliam" olarak sunulmuştur.
Yakalanan komiteci teröristler yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmışlardır.
Zeytun isyanının, Osmanlı Bankası işgalinin ve padişah Abdülhamid'e yapılan suikast
girişiminin ele başları büyük devletlerin müdahaleleriyle ellerini kollarını sallayarak
Osmanlı topraklarını terk edebilmişler, üstelik düzenlenen sahte pasaportlarla yeni
cinayetler işlemek üzere tekrar geri dönebilmişlerdir.
Ancak, gerek Ermeni komitelerinin, gerek büyük devletlerin gözden uzak tuttukları temel
bir unsur vardır: Ermeniler adına talep edilen topraklarda yaşayan Ermeniler küçük bir
azınlıktır.
Ermenilerin üzerinde özerk bir Ermenistan kurulmasını istedikleri 6 doğu vilâyeti Erzurum,
Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas'tır. Ermeni toprak istekleri zamanla gelişecek ve Adana,
Halep ve Trabzon'u kapsayacaktır. Şimdi, Batı kaynakları içinde doğu illerinde Ermeni
nüfusunu en yüksek gösteren Fransız sarı Kitabını esas alarak bu vilayetlerin nüfus
yapılan ile Ermeni nüfusunun toplam nüfusa oranlarını görelim.
Erzurum
Bitlis
Van
Elazig
Diyarbakir
Sivas
Toplam Nüfus
Gregoryan Ermeni Nüfusu
645,702
398,625
430,000
578,814
471,462
1,086,015
134,967
131,390
80,798
69,718
79,129
170,433
187
Ermeni Oranı
(%)
20,90
32,96
18,79
12,04
16,78
15,68
Adana
Aleppo
Trabzon
403,539
995,758
1,047,700
97,450
37,999
47,200
24,14
3,81
4,50
Buradan, hayalî bir Ermenistan vaadiyle Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırtan
Rusya'nın kendi ülkesinde Ermenilere nasıl muamele ettiğini ve asıl niyetlerinin ne
olduğunu kısaca belirtmekte yarar görüyoruz.
Rusya Kafkaslara indiğinde Kafkas Ermenilerini Ruslaştırmayı ve Ortodokslaştırmayı
öngören bir politika izlemeye başlamıştır. Bu amaçla 1836'da Polijenia kanunu çıkarılmış,
Eçmiyazin Katogikosluğunun yetkileri kısıtlanmış, Katogikos tayini Çarın görev alanına
girmiştir. 1882'de Ermeni gazeteleri ile okulları kapatılmış, 1903'de ise bu kez Ermeni
kilisesi, kurum ve okullarının mal varlığına el konulmuştur. Özetle, Rus Dışişleri Bakanı
Lebonof Rostowski'nin ünlü deyimiyle "Ermenisiz bir Ermenistan" hedef alınmıştır. Bu
deyimin, son yıllarda, bazı Ermeni yazarlarca Osmanlı Yönetimine atfedilmeye çalışıldığı
görülmektedir. Bu husus da Ermeni propagandasının karakteri hakkında belirgin bir fikir
verebilmektedir.
Rusya'nın Ermenilere yaptığı baskı ve zulüm gerek Ermeni, gerek yabancı yazarlarca
ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Biz şu iki örneği vermekle yetiniyoruz:
Ermeni tarihçi Vartanyan Ermeni Harekâtının Tarihi adlı kitabında şunları yazmaktadır:
"Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusyası Ermenisine göre gelenek, din, edebiyat ve dil itibariyle
tamamen serbestti."
Edgar Granville de "Rus mezalimine karşı Ermenilerin fek sığınağının Osmanlı Devleti
olduğunu" kaydetmektedir.
Rusya'nın asıl niyeti Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulmasını sağlamak değil, bu
toprakları ilhak etmektir. I. Dünya Savaşı içinde yapılan Osmanlı imparatorluğunun
paylaşılması anlaşmalarında Ermenilerin üzerinde muhtar bir devlet kurmayı hayal
ettikleri topraklar Rusya ve Fransa arasında taksim edilmiştir. Rus Çan de Eçmiyazin
Katogikosu'na "Rusya'da bir Ermeni meselesi olmadığını' söyleyerek Rus niyetini açıkça
dile getirmiştir.
Ermeni yazar Boryan bu hususu şu sözleriyle isabetle teşhis etmiştir:
"Çarlık Rusya'sı hiçbir zaman Ermeni muhtariyetini sağlamak istememiştir. Bu nedenle
Ermeni muhtariyeti için çalışan Ermeniler aslında Rusya'nın Doğu Anadolu'yu ele
geçirmesi için Çarlık ajanı olarak faaliyet göstermişlerdir."
KAYNAKLAR
1) URAS, Esat-; a.g.e , sayfa 212- 215
2) URAS, Esat-; a.g.e , sayfa 250 - 251
3) SCHEMSİ, Kara-; a.g.e. pp. 20 - 21
4) NALBANDIAN, Luase-; Armenian Revolutionary Movement University of California
Press, 1963, sayfa 110 - 111
5) PAPAZIAN K.S.-, Patriotism Perverted, Boston, Baikar Press1934 ; sayfa 14 - 15
6) Loris-Melikoff, Dr. Jean; La Revolution Russe et les Nouvelles Repobliques
Transcaucasiennes, Paris 1920, sayfa 81
7) İngiliz Dışişleri Arşivi, F.O. 424/46, sayfa 205-206, No.336
8) İngiliz Mavi Kitabı, No.6(1894), sayfa 57.
9) İngiliz Mavi Kitabı, No.6(1894), sayfa.222-223
10) URAS,Esat-; a.g.e., sayfa 426
188
11) İngiliz Mavi Kitabı, No.8 (1896), sayfa 108.
12) SCHEMSI, Kara-; a.g.e., sayfa 11.
13) General MAYEWSKI-; Statistigue des Provinces de Van et de Bitlis.sayfa 11-13
14) SCHEMSİ, Kara-; a.g.e.sayfa11
15) VARANDIAN, Mikayel-; History of the Dashnagtzoutune, Paris 1932 sayfa 302
Papazian, K.S. age. Sayfa 19.
16) PAPAZIAN, K.S.-; a.g.e., sayfa 19.
Türkler Ermenileri 1915'te Planlı ve Sistemli Bir Soykırıma Tabi Tutmuşlar
mıdır?
I. Dünya Savaşının başlaması ve Osmanlı Devletinin 1 Kasım 1914'de İtilâf Devletlerine
karşı Almanların yanında savaşa girmesi Ermenilerce büyük bir fırsat olarak görülmüştür.
Louse Nalbandian'ın belirttiği gibi. "Ermeni komiteleri için ivedi hedeflerini
gerçekleştirecek topyekûn ayaklanmayı başlatmanın en uygun zamanı Osmanlıların savaş
halinde olduğu zamandır.1"
Komitelerin I. Dünya Savaşında faaliyete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti.
savaş öncesinde, 1914 Ağustosunda Erzurum'da Taşnak yöneticileriyle bir toplantı
yapmıştır. Taşnaklar bu toplantıda Osmanlıların savaşa girmesi halinde sadık vatandaşlar
olarak Osmanlı orduları safında görevlerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır.
Bu vaatlerini tutmamışlardır, zira bu toplantıdan önce Haziran ayında yine Erzurum da
düzenlenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devletine karşı mücadelenin sürdürülmesi
kararlaştırılmıştır2.
Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osmanlı Devletine saldırma hazırlıklarına
başlamışlar, Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan yakınlarında) Katogikosu ile Kafkas Genel
Valisi Vranzof-Daşkof arasında "Rusya'nın Osmanlılara Ermeniler için yapılacak ıslâhatı
uygulattırması karşılığında, Rusya Ermenilerinin kayıtsız şartsız Rusya'yı desteklemeleri"
yolunda mutabakata varılmış3.
Katogikos daha sonra Tiflis'te Çar tarafından kabul edilmiş ve Çar'a "Anadolu'daki
Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk egemenliğinden ayrılarak özerk bir Ermenistan
teşkil etmeleri ve bu Ermenistan'ın Rusya'nın himayesiyle mümkün olabileceğini"
bildirmiştir4. Rusya'nın niyeti ise Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu'yu ilhak etmektir.
Rusya'nın Osmanlılara savaş ilân etmesi üzerine Taşnak Komitesi, yayın organı
Horizon'da şu bildiriyi yayınlamıştır:
"Ermeniler en küçük bir tereddüt göstermeden İtilâf Devletlerinin yanında yer almışlar,
bütün güçlerini Rusya'nın emrine vermişler; ayrıca gönüllü alayları teşkil etmişlerdir. 5"
Taşnak Komitesi örgütüne de şu talimat vermiştir:
"Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde
isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı
ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silâhlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek
ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir. 6"
Hınçak Komitesi de örgütüne gönderdiği talimatta, "komitenin bütün gücüyle mücadeleye
katılarak İtilâf Devletlerinin ve özellikle Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Ermenistan, Kilikya.
Kafkasya ve Azerbaycan'da zaferi temin için her türlü vasıta ile İtilâf Devletlerine yardım
edeceğini" bildirmiştir7.
189
Osmanlı Meclisinde Van mebusluğu yapan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak,
"Kafkasya'da gönüllü Ermeni alaylarının hazır bulundurulmasını, bunların Rus ordularının
öncüleri olarak Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmelerini ve
Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile hemen birleşilmesini" istemiştir 8.
Bütün bu emirler fazlasıyla yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin Osmanlı ve Rus
Ermenilerinden kurulmuş gönüllü alayları öncülüğünde Doğu'dan Osmanlı topraklarına
girmesiyle birlikte Osmanlı ordularındaki Ermeniler (burada II. Meşrutiyet döneminde
çıkarılan bir yasa ile Ermenilerin askere alınmalarının kabul edildiğini hatırlatalım)
silahlarıyla firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlar ya da çeteler kurmuşlar, yıllardır
Ermeni ve misyoner okul ve kiliselerinde saklanan silâhlar ortaya çıkarılmış, askerlik
şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır.
Silâhlanan bu çeteler komitelerin "kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür" talimatı
üzerine erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine
saldırarak katliama girişmişler, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlar, Osmanlı
birliklerinin harekâtını engellemişler, ikmâl yollarını kesmişler, yaralı konvoylarını pusuya
düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini
kolaylaştırmışlardır.
Rus kuvvetleri saflarındaki Ermeni gönüllü alaylarının yaptıkları zulüm o kadar ağır
olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara
sevk etmek zorunluluğunu hissetmiştir. O dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı
subayların hatıratı bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir9.
Ermeni katliamı yalnızca Türkleri hedef almamış, Trabzon dolaylarındaki Rumlar ve
Hakkari dolaylarındaki Musevîler de Ermeni çetelerince katledilmişlerdir10. Ermeni
komitelerinin amacı bu topraklar üzerinde yaşayan Ermeniler dışındaki bütün unsurları
yok etmek ya da göçe zorlamak ve böylece kurulması hayal edilen Ermeni Devletinde
Ermenilerin çoğunlukta olmalarını sağlamaktır.
Rus kuvvetleriyle birlikte sının ilk geçen Ermeni birliklerinin başında Armen Garo lâkabıyla
tanınan eski Osmanlı mebusu Karekin Pastırmacıyan bulunmaktadır. Yine eski
mebuslardan Murad lâkabıyla bilinen Hamparsum Boyacıyan Ermeni çetelerinin başında
cephe gerisinde Türk kasaba ve köylerine saldırmakta ve "Ermeni milleti için tehlike teşkil
ettiklerinden Türk çocuklarının dahi öldürülmesini" emretmektedir. Bir diğer eski mebus
Papazyan çeteleriyle Van, Bitlis ve Muş dolaylarını kasıp kavurmaktadır.
Rus kuvvetlerinin 1915 Man ayında bu kez Van yönünde harekâta geçmeleri üzerine 21
Nisanda Van'da geniş çapta bir Ermeni isyanı başlamış, bu isyan sonucu Van Rusların
eline düşmüştür. Rus Çan II. Nikola Van'daki Ermeni komitesine 21 Nisan 1915'de bir
telgraf göndererek, "Rusya'ya yaptığı hizmetler nedeniyle teşekkür etmiştir." ABD'de
yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında "Van'da yalnızca
1.500 Türk'ün kaldığını" iftiharla bildirmiştir.
Taşnak temsilcisinin 1915 Şubatında Tiflis'de toplanan Ermeni Milli Kongresinde yaptığı
konuşmada, "Rusya'nın Osmanlı Ermenilerini silahlandırmak, hazırlamak ve isyanlar
çıkarmalarını sağlamak için savaştan önce 142.900 ruble verdiğini" söylemesi 11, Rus
Ermeni ittifakı ve Ermeni komitelerinin savaş öncesinde nasıl bir hazırlık içinde olduklarını
bütün açıklığıyla gösterecek niteliktedir.
Ermeniler, bu ayaklanmaları ve faaliyeti, Osmanlıların tehcir karan üzerine girişilen bir
meşru müdafaa olarak takdim etmek alışkanlığındadırlar. Oysa ortada henüz alınmış bir
tehcir kararı yoktur ve isyanlar tehcirin değil, tehcir isyanların sonucudur.
190
Bütün bunlar olup biterken İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını zorlamakta,
Osmanlı orduları Galiçya'dan Doğu Anadolu ve Irak'a kadar çeşitli cephelerde düşman
kuvvetleriyle çarpışmaktadırlar.
Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında, önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde
gelenlerini çağırarak Ermenilerin müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde
gerekli önlemleri alacağını bildirmekle yetinmiş, bu sonuç vermeyince 24 Nisan 1915'de
Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette
bulunmak suçundan tutuklamıştır.
Dışarıdaki Ermeni toplantılarının her yıl "katliam" yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte
bu 235 kişinin tutuklandığı tarihtir.
Osmanlı Hükümeti maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehlikeler nedeniyle benzer
tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt göstermeyeceği bir önleme
başvurarak, savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı
topraklarına, Suriye'ye tehcir etmiştir. Muvakkat Kanunun tarihi 27 Mayıs 1915'tir.
Ermeni tarihçi Leo'nun da belirttiği gibi, Osmanlı Hükümeti "Rus kışkırtmalarına kapılarak
ve Rus silâhlarına güvenerek karışıklık ve isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında
kendi varlığını korumak hakkını kullanmıştır."
Üstelik tehcir bir cezaî işlem değil, güvenlik nedenleriyle belirli bir grubun belirli bir yerde
ikamete mecbur edilmesidir. Bir savaş halinde düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve
üstelik, bu işbirliğini bir iftihar vesilesi olarak gören topluluklarının, zararlı faaliyetlerinin
önlenmesi bakımından belirli bölgelerde mecburî ikamete tâbi tutulmaları itiraz edilecek
bir husus da olmasa gerektir. Bu tedbir II. Dünya Savaşında bile bütün devletlerce
uygulanmıştır.
Kaldı ki, Osmanlı Hükümeti Ermenilerin tehcir sırasında zarar görmelerini önlemek için
somut bir gayret de göstermiştir. Bu amaçla yayınlanan emirler bunun belirgin kanıtıdır:
"Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme
bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve
malları korunmalıdır; varışlarından yeni yurtlarına tamamıyla yerleşmelerine kadar
iaşeleri mülteci tahsisatlardan karşılanmalıdır: bunlara daha önceki mali durumları ve hali
hazır ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler
yapmalı, çiftçi sahibi zanaatkârlara tohum, alet, teçhizat temin etmelidir." 12
"Bu emrin tamamıyla Ermeni isyancı komitelerinin genişlemesine karşı bir önlem olması
nedeniyle, Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı katliama girişimlerine yol açacak
şekilde yerine getirilmesinden kaçınılmalıdır."
"Yeniden yerleştirilen Ermeni gruplarına refakat etmek üzere özel görevliler temini için
düzenlemeler yapılacak, bunların yiyecek ve diğer ihtiyaçları sağlanacak, bu amaçla
gerekecek harcamalar göçmenlere ayrılan hükümet tahsisatından karşılanacaktır"13
"Göçmenlerin yolculukları sırasında varış yerlerine kadar gerekli iaşeleri sağlanmalıdır.
Yoksul göçmenlere yerleşebilmeleri için kredi verilmelidir. Yolculuk halindeki kişiler için
kurulan kamplar muntazaman denetlenmelidir; bu kişilerin refahı için gerekli önlemler
alınmalı, ayrıca asayiş ve güvenlikleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yeterli yiyecek
verilmeli ve sağlık durumları her gün doktor tarafından denetlenmelidir...
Hasta, kadın ve çocuklar trenle, diğerleri ise dayanıklılıklarına göre katırla, araba içinde
veya yaya olarak gönderilmelidir. Her konvoya bir müfreze muhafız refakat etmeli, her
191
konvoyun yiyecek malzemeleri varış yerine kadar korunmalıdır... Kamplarda veya
yolculuk sırasında göçmenlere karşı bir saldırı vuku bulursa, bu saldırılar derhal
püskürtülmelidir."14
Ermenilerin Doğu Anadolu'daki çarpışmalar ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri
doğrudur, esasen bunu kimse inkâr etmemektedir. Bir dünya savaşı, bir ayaklanma ve
isyan ve bunun sonucu bir tehcir söz konusudur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik
ortamı ve şahsi kin ve intikam duygulan tehcir edilen kafilelerin birtakım saldırılara
uğramasına neden olmuştur. Hükûmet bu durumu elinden geldiğince önlemeye çalışmış
ve sorumlu gördüğü kimseleri de cezalandırmıştır.
Öte yandan, savaş günlerinin güç koşulların, araç, yakıt, gıda, ilaç ve diğer imkânların
yetersizliğini, ağır iklim şartlarını ve tifüs gibi salgın hastalıkların yol açtığı tahribatı da
göz önünde tutmak gerekir. 90 bin kişilik bir Osmanlı kolordusunun Doğu cephesinde
soğuk ve hastalıktan kırıldığı unutulmamalıdır. Cephelere uzak bölgelerde, hatta başkent
İstanbul'da bile feci sıkıntılar çekilmiştir. Bu koşullar ve sıkıntılar yalnız Ermeniler için
değil, bütün Osmanlılar için eşit şekilde geçerlidir ve uğranılan acılar herkes için ortak
acılar olmuştur.
Ermeni propaganda ve terör odaklarının bugün "20. yüzyılın ilk soykırımı" diye ilân
ettikleri olayın aslı işte bundan ibarettir.
KAYNAKLAR
1) NALBANDIAN, Louise-; a.g.e., sayfa 111.
2) Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-i İhtilâliyesi, İstanbul 1917, sayfa 144-146.
3) TCHALKOUCHIAN, Gr.-; Le Livre Rouge, Paris, 1919, sayfa 12.
4) TCHALKOUCHIAN, Gr.-; a.g.e.
5) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 594.
6) HOCAOĞLU, Mehmet-; Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976. Sayfa
570-571.
7) Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-i İhtilâliyesi, sayfa 151-153
8) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 596-600
9) Örneğin "Journal de Guerre du Deuxieme Regiment d'Artillerie de Forteresse Russe
d'Erzoroum, 1919".
10) SCHEMSI, Kara-; a.g.e., sayfa 41-49
11) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 604.
12) 1915 Mayıs Tarihli Bakanlar Kurulu Talimatı, Başbakanlık Arşivi, İstanbul Meclis-i
Vükelâ Mazbataları, Cilt 198. Karar No. 1331/163.
13) İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/9158/E 5523.
14) İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/9158/E 5523.
Doğu Anadolu Ermenilerin Anayurdu mu?
Bu sorunun yanıtını Anadolu tarihinde aramak gerekir. Ermeni tarihçileri kendi aralarında
bile Ermenilerin kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildirler. Bu da anayurdun
neresi olduğunu tartışmalı kılmaktadır. Bu konuda Ermeni tarihçilerin çatışan ve çelişen
görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Ermenileri Nuh Peygambere dayandıran görüş: Bu düşünceye göre Ermeniler Nuh'un
torunu olan Hayk'tan gelmektedir. Nuh'un gemisi Ağrı Dağı'na oturduğundan Ermenilerin
anayurdu Doğu Anadolu'dur. Üstelik Hayk 400 yıl yaşamış ve yurdunu Babil'e kadar
genişletmiştir. Efsanelere dayanan ve bilimsellikle hiç bir ilgisi bulunmayan bu görüşün
üzerinde durulamaz. Tarihçi Auguste Carriére de bu hususu vurgulamakta ve "eski
192
Ermeni tarihçilerin verdikleri bilgilere güvenmenin büyük bir gaflet olacağını. çünkü
verdikleri bilgilerin çoğunun uydurma olduğunu" kaydetmektedir.
b) Ermenileri Urartulara dayandıran görüş: Doğu Anadolu kavimlerinden biri olan
Urartuların M.Ö. 3 bin yılına kadar uzandıkları, M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda önce İskitlerin,
sonra Medlerin saldırısına uğrayarak ortadan kaldırıldıkları, yaşadıkları bölgenin
Lydialılarla Medler arasında mücadeleye sahne olduğu ve sonunda Medlerin nüfuzuna
girdiği bilinmektedir. Bu dönemlerde Anadolu'da Ermeni adına hiç bir şekilde
rastlanmadığı gibi, Urartu dili ile Ermeni dili de birbirlerine benzememektedir. Urartu dili
bir Asya dilidir, Ural-Altay dilleri ile benzerlik göstermektedir. Urartu kültürü ile Ural-Altay
kültürü arasmda da aynı benzerlik vardır. Erzurum yöresindeki son arkeolojik bulgular
bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ermeni dilinin ise Hint-Avrupa dillerinin Satem grubuna
girdiği kabul edilmektedir. Öyle ise, Urartularla Ermeniler arasında bir özdeşlik
bulunduğunu ileri sürmeye imkân yoktur. Bunu doğrulayacak hiçbir somut bulgu da
mevcut değildir.
c) Ermenileri Urartu bölgesini işgal eden bir Trak-Frig soyuna dayandıran görüş: Ermeni
tarihçileri arasında en çok benimsenen bu teoriye göre, Ermeniler Balkan kökenli ve TrakFrig soyundandırlar. İllyrialıların baskısıyla M.Ö. 6. yüzyılda Doğu Anadolu'ya göçederek
yerleşmişlerdir. Ermeni adına ilk kez M.Ö. 521 yılında Med (Pers) İmparatoru Dara'nın
(Darius) Behistun yazıtında rastlanılması ve Dara'nın "Ermenileri yendim" demesinin bunu
doğruladığı ileri sürülmektedir. Bu görüş, Nuh ve Urartu teorilerini de kendiliğinden
çökertmektedir.
d) Ermenileri Güney Kafkas ırkı olarak kabul eden görüş: Buna göre, Ermenilerin
anayurdu Güney Kafkasya'dır. Kafkas boylarına yakınlıkları ve kültür akrabalıkları bu
teoriye gerekçe olarak gösterilmektedir. Bir başka gerekçe de, Ermenilerden ilk kez söz
eden Dara'nın "Ermenileri yendim" derken yer olarak Kafkasya'yı kast etmesidir. Ne var
ki Ermenilerin diğer Kafkas ırkları ile ilgisi yoktur.
e) Ermeniler bir Turan ırkı olarak kabul eden görüş: Bu teori ise Ermenilerin bazı Türk ve
Azeri boylarıyla kültür ve gelenek akrabalığına ve dildeki benzerliklere dayandırılmaktadır.
Görüldüğü gibi, Ermenilerin kökeni ve anayurdu kendi aralarında bile tartışmalıdır.
Böylesine çelişik görüşler karşısında, Ermenilerin Doğu Anadolu da 3-4 bin yıldır mevcut
oldukları herhalde söylenemeyecektir.
Ermeni çevrelerinin bu iddialarının altında Doğu Anadolu'daki Ermeni varlığını mümkün
olduğu kadar eskilere uzatmak, Doğu Anadolu'ya bir anayurt olarak sahip çıkabilmek ve
üstelik bunu eski bir kültür varlığı olarak sunmak hevesi yatmaktadır. Böylece Türklerin
Ermenilerin binlerce yıllık topraklarını işgal ettikleri de ileri sürülmek istenmektedir.
Bu iddia gereksizdir. Tarih itibarıyla Ermenilerin Doğu Anadolu'nun otokton ahalisi
olmayıp dışarıdan buralara yerleştikleri ve bu bölgedeki varlıklarının ancak M.Ö. 521
yılına kadar gidebildiği anlaşılmaktadır. Halbuki Anadolu'nun en az 15 bin yıldır meskun
olduğu bilinmektedir. 15 bin yıldır meskun olan Anadolu ise yerleşik ya da göçebe çok
çeşitli kavimlere ve çok zengin uygarlıklara yurt olmuştur. Bölgeye başka yerlerden ve
nispeten yeni gelmiş kavimlerden biri olan Ermenilerin Doğu Anadolu'ya tek başlarına ve
yurt olarak sahip çıkmaları söz konusu olamaz.
KAYNAK
CARRIERE, Auguste-; Moise de Khoren et la Généalogie Patriarcale, Paris 1896.
193
Türkler, Ermeni Topraklarını Ermenilerden Zorla mı Almış ve İşgal
Etmişlerdir
Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturdukları bölge, tarihin kaydettiği
dönemlerde M.Ö. 521'den 344’e kadar bir Pers vilâyeti, 344’den 215’e kadar
Makedonya İmparatorluğunun bir parçası, 215'den 190'a kadar Selefkitlere tâbi
bir vilâyet, 190'dan M.S. 220'e kadar Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık
sık el değiştiren bir mücadele alanı, 220'lerden V. yüzyıl başına kadar bir Sasani
vilâyeti, V. yüzyıldan VII. yüzyıla kadar bir Bizans vilâyeti, VII. yüzyıldan
başlayarak bu kez Arap egemenliğinde bir toprak parçası, X. Yüzyılda yeniden
Bizans vilâyeti olmuş ve XI. yüzyıldan başlayarak bölgeye Türkler gelmişlerdir.
Bu denli çeşidi egemenlikler altında yaşayan Ermeniler, tarih boyunca, o
dönemlerin olağan siyasî ve toplumsal düzeni olan derebeylik, yani belirli
bölgelerde belirli ailelerin nüfuz sahibi olmaları sistemi dışında, hiçbir zaman
bağımsız, birleşik ve sürekli bir devlete sahip olmamışlardır.
Ermeni tarihçilerin Ermeni Krallıkları olarak niteledikleri Ermeni Beylikleri aslında
her zaman bir "suzerain" e bağlı "vassal”lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler
arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır. Ermeni Beylikleri ya da Prensliklerinin
bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermenileri
kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen hakim
devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beylik ya da
prensliklerin başına getirmişlerdir. Örneğin, Bagrat ailesinden Aşot'u ve Ardruzuni
ailesinden Haçik Gaik'i Arap halifeleri prens yapmışlardır. Prens ya da Bey ünvanı
verilen Ermeni Ailerinden bazılarının da Ermeni değil, Pers soylu olduklarını
belirtmek gerekir.
Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan’ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır.:
"Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan
hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca
yaşadıktarı derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle
bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri
oluşturur. "(1)
Tarihleri boyunca çeşitli büyük imparatorluk ve devletlerin nüfuzu altında
yaşayan ve bunlar arasında mücadele alanı olan Ermeni Beyliklerinin bir takım ek
avantajlar sağlamak amacıyla sık sık taraf değiştirmeleri, Ermeni halkının büyük
acılara maruz kalmasına yol açmıştır. Romalı tarihçisi Tacitus, "Annalium Liber"
adlı eserinde "Ermenilerin Roma ve Pers İmparatorlukları karşısında tutum
değiştirerek kâh Romalılarla, kah Perslerle birlikte hareket ettiklerini” yazmakta
ve bu nedenle Ermeni halkının "acayip bir halk" olarak nitelemektedir.
Gerek bu davranışları, gerek büyük imparatorluklara tâbi olarak yaşamaları
Ermenilerin sık sık tehcire uğramalarına ya da kendiliklerinden neden olmuştur.
Perslerden kaçıp İç Anadolu'da Kayseri yöresine yerleşmişler, Sasanilerce İran
içlerine, Araplarca Suriye ve Arabistan’a, Bizanslılarca İç Anadolu, İstanbul,
194
Trakya, ' Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Transilvanya ve Kırım'a,
Haçlı seferleri sırasında Kıbrıs, Girit ve İtalya'ya, Moğol istilasında Kazan ve
Astrahan’a, Ruslarca Kırım ve Kafkasya'dan Rusya içlerine tehcir edilmişlerdir.
Ermenilerin Sicilya'dan Hindistan'a, Kırım’dan Arabistan’a kadar uzanan çeşitli
bölgelere dağılmaları bu tehcirlerin sonucudur.
Bu da göstermektedir ki, 1915'de Osmanlılarca tehcir edilmeleri uğradıkları ilk
tehcir olmadığı gibi, Ermeni diasporası denilen olgu da 1915 tehcirinin sonucu
olarak ortaya çıkmamıştır. Özellikle Sivas yörelerine getirilişleri Selçukluların
Anadolu'ya gelişlerinden pek kısa bir süre önce olmuştur.
Hıristiyanlığı kabul etmelerinden sonra 451 yılında Bizans kilisesinden ayrılmaları
Türklerin Anadolu'yu iskânlarına kadar süren bir Bizans-Ermeni çatışmasına,
Ermenilerin Bizans tarafından ezilmesine, eritilmeye çalışılmasına ve esasen
Bizans'a tâbi olan Ermeni beyliklerinin yok edilmesine yol açmıştır. Bizans’ın
Ermenileri çeşitli yerlere sürmesi ve diğer yabancı güçlere karşı piyon olarak
kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bizans’ın bu zulmü Ermeni
tarihçilerince bütün ayrıntılarıyla dile getirilmiştir.
Selçuklu Türkleri işte böyle bir ortamda XI. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’ya
toplu şekilde gelmeye başlamışlardır. Selçukluların ele geçirmeye başladıkları
Anadolu topraklarında bir başka devlete tâbi durumda dahi bir Ermeni Prensliği
bulunmamaktadır ve Selçukluların karşısındaki güç Bizans’tır.
Selçuklu Hakanı Alpaslan eski Ermeni Prensliği Ani'nin topraklarını 1064'de ele
geçirmiştir ama, bu Prensliğin varlığına esasen 1045'de, yani Türklerin gelişinden
19 yıl önce Bizans tarafindan son verilmiştir. Dolayısıyla, Selçukluların ilerlediği
topraklar, üzerinde diğer kavimlerin yanı sıra Ermenilerin de yaşadıkları Bizans
topraklandır. Bu nedenle Selçukluların bir Ermeni devleti ya da prensliğini işgal
ve istila ettikleri yolunda ileri sürülebilecek herhangi bir iddianın tarih karşısında
doğrulanmasına maddeten imkân yoktur.
Üstelik, tarih bunun tersini kanıtlamakta ve Ermenilerin Bizans'ın yüzyıllardır
süren zulmüne son verilmesi amacıyla ele geçirmelerine yardımcı olduklarını
göstermektedir.
Ermeni tarihçi Asoghik'in "Ermenilerin Bizans'ın olan düşmanlıkları
nedeniyle Türklerin Anadolu'ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere
yardım etmişlerdir.” yolundaki sözleri bu olguyu belgelemektedir. Urfa'nın
Türklerce fethinin de kentteki Ermenilerce bir bayram havası içinde kutlandığı
yine Ermeni tarihçi Urfalı Mateos tarafından kaydedilmiştir.
Burada, Anadolu Selçuklu Devleti ile çağdaş olan bir Ermeni Prensliğinden de söz
etmek gerekmektedir. Bu Prenslik, Kilikya Ermeni Prensliğidir. Kilikya'daki Ermeni
varlığı ise Bizans’ın Ermenilere uyguladığı tehcir politikası sonucu olarak ortaya
çıkmıştır. Doğu Anadolu'daki son Ermeni Prensliklerinin Bizans tarafından
yıkılması üzerine Kilikya’ya yeni bir Ermeni göçü daha olmuştur ve bu son göç
1080 yılında Kilikya Ermeni Prensliğinin kurulmasına vesile teşkil etmiştir.
Haçlı Seferleri sırasında Haçlılara yaptığı yardımlar ve Bizans'ın giderek
zayıflaması nedeniyle varlığını sürdürebilen, ancak yine de Bizans'a daha sonra
195
Haçlılara ve Moğollara ve nihayet Katoliklere bağımlı durumda bulunan bu
Prenslik Türklerle iyi ilişkiler içinde olmuş ve sonunda Kıbrıs'ta yerleşmiş Katolik
Lusignan ailesinin egemenliğine girmiştir. Bu durum Gregoryen Ermenileri
memnun etmeyecek ve bu memnuniyetsizlik prensliğin 1375 yılında Memlûkların
eline geçmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Kilikya’ya bu son Ermeni göçünün burada Eçmiyazin’den ayrı bir Ermeni
kilisesinin kurulmasına da yol açtığını ve bu ayrılığın bugün de sürdüğünü
belirtmekte yarar vardır. Osmanlılar döneminde ise durum çok daha açıktır. Doğu
Anadolu, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde Akkoyunlular
ile Safarilerden, Güney Anadolu ise Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır
Memlûklularından alınmıştır.
Gerçek bu olduğuna göre, Osmanlıların bir Ermeni Devleti ya da Prenslik ve
Beyliğine ait toprakların işgal ve istila ettikleri yolundaki iddia da tarih önünde
yenik düşmektedir.
Kaynak:
1) ASLAN, Kevork-; L’Arménie et les Arméniens, İstanbul 1914.
Türkler, Bugün de Türkiye'deki Ermenileri Baskı Atında mı Tutmaktadırlar?
Türkiye'deki Ermenilerin bugün de baskı altında tutuldukları iddiası zaman zaman
gündeme gelmektedir. Ermeni propaganda çevreleri bu iddiayı şu amaçlarla ileri
sürmektedirler:
a) "Ermeni'ye zulmeden Türk imajını" tarih içinde kesintisiz olarak sürdürerek bugüne
kadar getirmek,
b) Genç Ermeni kitlelerine uğruna mücadele edilecek bir hedef göstermek,
c) Propagandaya güncel bir nitelik kazandırmak,
d) Yabancı ülkelere Türkiye'nin içişlerine müdahale imkânı sağlayabilmek. Bu iddia da,
diğerleri gibi, hiçbir esasa dayanmamaktadır.
Türkiye'deki 40-50 bin Ermeni vatandaşımız bugün hiçbir ayırıma tâbi tutulmadan, Türk
vatandaşlarının sahip oldukları tüm hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanarak
güven, huzur ve refah içinde yaşamaktadırlar.
Kendi kiliselerinde özgürce ibadet etmekte, kendi okullarında kendi dilleriyle öğrenim
görmekte, yine kendi dilleriyle yayın organları çıkarmakta, kendi derneklerinde sosyal ve
kültürel faaliyetlerini sürdürmektedirler. Türkiye'deki Ermeni toplumu 30 okula, 17 hayır
ve kültür demeğine, Jamanak ve Marmara adlı 2 günlük gazeteye ve ayrıca bazı
dergilere, Şişli ve Taksim adlı iki spor kulübüne, çeşitli vakıflara ve sağlık kuruluşlarına
sahip bulunmaktadır.
Türkiye Ermenilerinin büyük çoğunluğu Gregoryenâdir. Dini liderleri Türkiye Ermenileri
Patriği unvanını taşımaktadır. Bu Gregoryen çoğunluğun yanında Katolik ve Protestan
Ermeniler de vardır, bunlar da kendi kiliselerine sahiptir.
Ermeni vatandaşlarımızın çok büyük ekseriyeti İstanbul'da oturmaktadır. Bu nedenle
kurumlarının büyük çoğunluğu da İstanbul'da bulunmaktadır.
196
Hiçbir baskıya maruz kalmadıklarını, Türkiye'de yaşamaktan büyük bir memnunluk
duyduklarını ve Türk vatandaşı olmakla iftihar ettiklerini her vesile ile dile getiren Ermeni
vatandaşlarımız, yurtdışındaki Türk diplomatlarını hedef olan Ermeni terör örgütlerinin
saldırılarını başta Patrik olmak üzere, her fırsatta şiddetle kınamışlar, bu terörün yol açtığı
acıları diğer Türklerle birlikte aynı ortak duygularla paylaşarak Ermeni propaganda ve
terör odaklarına en etkili yanıtı bizzat vermişlerdir.
1 Kasım 1981 günü İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesinde şehit Türk diplomatlarının
anısına düzenlenen ve Patrik tarafından yönetilen dinî ayin Türkiye Ermenilerinin Ermeni
terörü karşısındaki kararlı tutumlarının açık bir örneğini teşkil etmiştir.
Avrupa Konseyinin Türkiye'deki azınlıklara baskı yapıldığı yolundaki kararı üzerine 1982
Şubatında Ermeni Patrikliğince yapılan açıklamada, "Türkiye Ermenilerinin birer Türk
vatandaşı olarak Türkiye'de huzur içinde yaşadıkları ve her türlü inanç hürriyetinden
yararlanarak ayinlerini serbestçe yaptıkları" vurgulanmış, Türkiye'nin Los Angeles
Başkonsolosu Kemal Arıkan'ın 28 Ocak 1982 günü Ermeni teröristlerce şehit edilmesi
üzerine Patrik verdiği demeçte "Türk Ermenilerinin bu cinayeti her Türk vatandaşı gibi
büyük bir üzüntüyle karşıladıkları" ifadesini kullanarak "dışarıdaki Ermenileri bütün yasa
dışı eylem ve cinayetlere karşı çıkmaya" çağırmıştır.
Böylece, Ermeni propagandasının bu iddiası hak ettiği cevabı Türkiye Ermenilerinden
almış olmaktadır.
BM Soykırım Sözleşmesi Açısından Durum Nasıldır?
Soykırım kavramı, 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına
İlişkin Sözleşme ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre soykırım; ulusal,
etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle;
Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde
zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu
verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler
alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi
birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş
eylemler söz konusudur.
Konuyu soykırım sözleşmesi açısından yorumladığımızda, tarihteki bazı olaylara
değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için
o milletin tarihinde bu suça yatkınlık gerekir. Bir fert için suça eğilimlilik nasıl bir özellik
ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona
rastlanamaz.
Osmanlının yayıldığı coğrafyayı hatırladığınızda Osmanlının; Avrupâ da Viyana önlerine
kadar; Afrikâ da, Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika'yı; Ortadoğu'nun tamamını ve Arap
yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tuttuğu görünür. Bu süre asgari 200-400 yıl
arasıdır. Bu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir?
Anadolu'da şer'i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi
Süryanilik, tavus kuşuna ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda
şer hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta kardeşlerden
biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesine
Patrik tayini edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Avrupa'daki mezhepler mücadelesi
döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili
ve dini değişen Afrikayı, Güney Amerika'yı görürüz.
197
Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya
alışıktır. Belki de bu tarihinde uzun süre farklı kültürlerle bir arada yaşamanın
kazandırdığı bir özelliktir.
Türk devlet geleneğinde adalet vardır, kültürlerin yaşatılması vardır ancak, katliam ya da
soykırım yoktur. Bu konuyu. Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça
ortaya koyulmaktadır. Bu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için
Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını görürüz.
Yine Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve
Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları
Macaristan'dan, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve
2000 kişilik Macar grubu, İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları, 1841 ve 1856
yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski, 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus
komutan Vrangel, hatta Troçki ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar?
Tabii ki Osmanlı ülkesine.
1915 yılında "Sözde Ermeni Soykırımı"nın yapıldığını iddia edenler, 1930'lu yıllardan
itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı?
Sözde Ermeni soykırımından 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı
iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir acaba?
Bugünkü insan hakları normlarını ihtiva eden 1478 tarihli Fermanı ile ülkesi insana sahip
oldukları tüm değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere nakletme imkanı veren
Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve
asimilasyonları hatırlayalım. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına
alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına 21. Yüzyıla girildiği bir
dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini
yurtlarından söküp atmışlardır. Bugün Türkiye'yi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren
katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını
tıkamıştır.
Balkan halkları ile, Batılı kimyasal silah üreticilerinden temin ettiği hardal gazı ile
soykırıma kalkışan Saddam'ın elinden kaçan Irak halkı, yine Türkiye'ye sığınmıştır. Türk
insanı sınırlı imkanlarına rağmen, ekmeğini paylaşmış, mazlum halklara tarihin her
döneminde kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer
milletlere ve devletlere örnek olacak temiz sicili budur.
Prof. Justin McCarthy de ABD Temsilciler Meclisinde yaptığı Savunma Bilgilendirme
konuşmasında, I. Dünya Savaşı'nda Türklerin de büyük acılar yaşadığını ancak bu acıları
yüreğinde saklamayı tercih ettiğini şu sözlerle ifade etmiştir:
"... Savaşlarda her şeylerini kaybedenlerin akıllarında intikam duygusu yer etmiştir. Yeni
Türkiye Cumhuriyetini bu duyguların yönetmesi halinde daha çok fazla ölüm olayı
yaşanacaktı. Mustafa Kemal Atatürk hükümeti bu nedenle geçmişteki kayıpları
görmezden gelen ve eski düşmanlarla barış imzalayan bir politika ortaya koymuştur. Türk
hükümeti, Ermenilere ve diğerlerine karşı Türk davasında baskı yapılmasının eski
nefretleri canlandıracağını ve savaşa davetiye çıkaracağını hissetmiştir.
Bu yüzden Türkler dertleri ile ilgili hiçbir şey söylememişlerdir. Bu, o dönem için
alınabilecek en doğru karardı. Hiç kimsenin Türkler adına konuşmaması ise bu noktadaki
olumsuz sonucu oluşturmuştur... Yapmadıklarına inandıkları bir şeyden dolayı haksız yere
eleştirilen Türklerin ne düşünmesi gerekiyor..."
Ermeni Din Adamlarının, Soykırım İddialarına Bakış Açıları Nasıldır?
198
DİKRAN KEVORKAN
(Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı)
7 Ekim 2000 tarihli Sözde Ermeni Yasa Tasarısı hakkındaki görüşlere yer veren "Ceviz
Kabuğu" adlı TV programına katılan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan,
şunları söylemiştir:
"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir.
Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din
adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda
patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın
arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?
Tehcir meselesinde Almanya'nın İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın yerleşik
düzenini sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama
almak amacı vardı. Atatürk'ün sağlığında Ermeni meselesi niye gündeme gelmedi. Çünkü,
ulusal ruh vardı, tek yumruk vardı. Bugün bence devlet sisteminde bir laçkalık vardır.
Asimilasyon konusunda ise şunu söyleyebilirim; bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en
rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza eden ülke: Türkiye'dir.
Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü,
oralarda bir kültür ağırlığıyla o insanların kültürünü eritmek var.
Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki,
Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler
ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için
Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün
emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar
dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu.
Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer
akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."
II. MESROB
(ERMENİ PATRİĞİ)
CNN-Türk Televizyonunda 2000 Ekiminde yayınlanan bir programa katılan Ermeni Patriği
II. Mesrob, Henika Kiremitçi isimli bir izleyicinin yönelttiği "Ben Türkiye'de yaşayan
Ermeni'ler yani azınlık olarak ne olacağız yani biz burada tedirgin oluyoruz." Şeklindeki
sözlerine şu cevabı verdi:
MESROB II- Gerçektende ben de nabzını yoklarken bizim İstanbul'da yaşayan kilise
üyelerimizin bir tedirginlik sezinliyorum; ama buradan izin verirseniz, Türkiye'de yaşayan
bütün hem Ermenilere hem kilisemin üyelerine şunu söylemek istiyorum; tedirgin
olmanıza hiçbir sebep yok. Lütfen Türkiye'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın ve özellikle
devletimizin sağduyusuna güveniniz ve hiç bir eziklik altında da kendinizi hissetmeyiniz.
Çünkü sizin bu tasarılar ve bu gibi eylemlerle uzaktan yakından hiçbir ilginiz yok.
II. MESROB
ERMENİ PATRİĞİ
22 Ağustos sabahı Kınalıada Surp Krikor Lusavoric Kilisesi'ndeki törenlere başkanlık eden
Ermeni Patriği II. Mesrob, Hayr Sahak Apega'nın sunduğu Surp Badarak ayininde özetle
şu vaazı verdi:
199
VAAZIN BİRİNCİ KISMI
Yerusagem'de Siloam adında kutsal sayılan bir havuz vardı. Rab Hisus'un zamanında,
şehirliler bazen havuzun suyunun birdenbire dalgalandığını söylerlerdi. Bu dalgalanma
esnasında kendini toparlayıp hemen suya atanların hastalıklarına şifa bulacaklarına
inanırlardı. Yüzlerce hasta havuz kenarında imanla nöbet tutar ve dua okurdu. Bir
defasında havuz kenarındaki büyük sütunlardan biri devriliverdi. Havuz başındakilerden
18 kişi feci şekilde ezilerek can verdi. Bu olay Luka İncili'nin 13. bölümünde kayıtlıdır.
Rab Hisus şakirtlerine bu felaketi hatırlatarak, 18 kurbanın cemaatin diğer üyelerinden
daha günahkar olup olmadığını sordu. Sonra da, yanıt alamayınca, "Hayır!" dedi. Çünkü
insanlar yalnız kendi hataları ya da günahları sonucunda değil, birçok başka nedenlerden
ötürü yaşamlarını yitirebilirler. Asıl mesele şu: Doğal afet ya da başka nedenlerle olsun,
insan her zaman o ölümle yaşam arasındaki kritik ana hazırlıklı olmalı, elinden geldiğince
hazırlıksız yakalanmamalıdır.
Ruhani hayatta karşılaşabileceğimiz en büyük felakete gelince, o da Tanrı'nın krallığından
mahrum kalma olasılığıdır. Tanrı'nın yakınlığını ve babalık şefkatini hissetmek istiyorsak ,
tövbe ederek Tanrı ile barışmamız gerekiyor. Bu da, gerek Vaftizci Yahya'nın (Surp
Hovhannes Migirdic), gerek Rab Hisus'un İncil'deki vaazlarının odak noktasını
oluşturuyor: "Tövbe edin, çünkü Tanrı'nın Krallığı yakındır."
Altı gündür merkezi İzmit olan feci depremin etkisi altındayız. Maddi ve manevi değerler
yanında, ve onlardan önce, belki de yirmi bini aşkın can kaybının verdiği ıstırap
dayanılacak gibi değil. Halbuki bu depremin olacağı biliniyordu. İnsanlık tabiatı işte, o an
gelene kadar tedbir almakta ne kadar gecikildiğini anlamak istemiyoruz sanki. Bu kadar
can kaybına neden olan hırsız müteahhitlerin, tabi yapanları kastediyorum, acaba
vicdanları sızlıyor mu? Ya, ağır çekimli film misali yavaş harekete geçen yöneticiler? Öte
yandan, sadece para değil, kanını gönderen Yunan halkını, vatandaşına ve insanına başka
bir ülkede bile değer veren İsrail yetkililerini ibretle takdir etmemek mümkün müdür?
Dindarlıktan önce insanlık gelir. İnsanı sevmeyen, ruh olan ve gözle görünmeyen Tanrı'yı
sevemez, der Surp Hagop. Bu gibi doğal afetlerde, din, dil, ırk farkı gözetenler zavallı
sefillerdir. Rab Hisus'un, İyi Samiriyeli meselinde öğrettiği gibi, farklı din ve etnik
gruplardan olsalar bile, insanlar Göklerdeki Baba'nın evlatları ve birbirinin kardeşleridir.
İnsan, komşusuna ve kardeşine karşılıksız yardımda bulunabilme erdemini
gösterebilmelidir. Marmara depreminde ölenler, geride kalan, kurtulabilen acılı insanlar,
evleri barkları kullanılamaz durumda olanlar bizim Rab'deki kardeşlerimizdir. Her imanlı
elinden gelen yardımı, kendi kararınca, yapmalıdır. Bu acıya seyirci kalmak ayıp ve
günahtır.
Bugünlerde güz yağmurları başladığında sokaklarda yatıp kalkan onbinlerce
depremzedeler bir de hastalanmaya başlayacaklar. Yuvalarımızın güvenliğinde yaşarken,
üç öğün yemeklerimizi yerkenfelaketzede kardeşlerimizi de düşünmeli, Rab'bin bizlere
verdiği nimetlerden onlara da pay çıkarmalıyız. Bu, ilk görevimizdir.
İkinci görevimiz, cemaatimize ait olan okulların, kiliselerin ve Patrikhanemiz'in
binalarındaki hasarları en kısa zamanda el ele vererek onarmalı,güçlendirmeli ve
yöremizdeki olası herhangi yeni bir sarsıntıya karşı bu emanetlerin mukavemet güçlerini
artırmalıyız.
Ancak bunları yaparken en önemli noktayı göz ardı etmemeliyiz. O da şudur: bu deprem
kendimizi sorgulamamıza , tövbemizi yenilememize, sosyal, idari ve manevi anlamda
yeniden yapılanmamıza muhakkak vesile olmalıdır.
VAAZIN İKİNCİ KISMI
Yeni öğrenim dönemi yaklaşırken, sözümün ikinci kısmında önemli bir konuya değinmek
istiyorum. Ruhani ve kültürel hayatımız büyük bir yıpranmaya girmiş bulunuyor. Bunun
200
yegane sebebi snobizm ve gösteriş meraklılığıdır. Cemaat okullarından uzaklaşma ve
özellikle yeni zenginlerin kendi çocuklarını yenibitme okullara büyük masraflarla
kaydetme yarışına akıl ve mantık sığdırmak mümkün değil.
Kendi kendilerini haklı çıkarmak için de cemaat okullarımızın kalitesi hakkında yalan
yanlış hurafeler yayıyorlar. Cemaatimiz ilköğrenim okullarından bu yıl tam 8 talebe
Robert Kolej'in imtihanlarında gayet yüksek puanlar elde ederek başarı kazandılar.
Liselerimizden de üniversiteye giriş oranı gayet yüksek; liselerimiz, yurdumuzdaki
binlerce ortaöğrenim okulları başarı sıralamasında ilk 150'ye giriyor.
Okullarımızın başarı oranının göstergesi değil mi bunlar? Okullarımıza ikiyüz milyonu çok
gören ve evladını en az iki-üç milyarlık yenibitme okullara gönderenler evlatlarına en
büyük kötülüğü yapıyorlar. Onları kendi kültürlerinden, dillerinden ve manevi
zenginliklerinden mahrum bırakıyorlar. Yarın öbür gün yetişip erdikleri zaman, evlatları
kendi ana-babalarını emin olunuz ki suçlayacaklar.
Otomobillerin markası vardır. Komşumun şu marka arabası var, bizimki de ondan olsun
diyebilir birisi, arabaların alternatifleri çok; ancak bizim cemaat okullarımızın alternatifi
yok. Bizim okullarımızda çocuklarımız hem bilinçli Türkiye vatandaşları olarak yetişiyor,
hem de Ermeni dili ve edebiyatına, Hıristiyanlık dininin temel ilkelerine vakıf oluyorlar.
Okullarımızda aksaklıklar yok değil. Peki, öteki okullar mükemmel mi? Tabi ki, değiller.
Öyleyse boş ve kaprisli tenkitleri bir yana bırakarak, sorunları gidermek için
yönetimlerde, okul komisyonlarında ve okul-aile birliklerinde aktif görev almak gerekir.
İyi olmayan, kendini yenileyemeyen yöneticiler demokratik katılımla görevden alınır,
daha iyileri göreve getirilir. Bu da cemaatin etkin ve uyanık katılımıyla olur.
Okullarımıza yabancı kalmanın direkt sonuçlarından biri aile düzenimizin bozulmasıdır.
Hemen hemen boşanma yokken, cemaatimizdeki boşanma oranı son onyılda hızla
yükseliyor. Kutsal olmayan evlilikler ve nikahsız yaşayanlar yüzde 60 oranını neredeyse
geçmek üzere.
Hayırseverlerimiz var ki, hem maddi destek yapıyor hem de cemaatin bu yaraları ile
yakinen ilgileniyor ve bir çıkış yolu arıyorlar. Bir de ağalik taslayanlar var ki, ne maddi
yardımda bulunurlar, ne de bu sorunlara ilgi gösterirler; ama baş masalarda oturmaz ya
da resimlerde görünmezlerse kıyameti koparırlar.
Peki, bu sorunlarla toplumun önde gelenleri, aydınları ve hayırseverleri ilgilenmezse kim
ilgilenecek? Benim ruhani ve manevi yetkim dışında bir gücüm yok. Patriğiniz olarak şu
kadarını söylüyorum: evladını kendi cemaatinden, kendi dininden, kendi okulundan
uzaklaştıran her kişinin ve her ailenin üzerinden takdisimi geri alırım! Vay Resuli Kilise'nin
ve kilise büyüklerinin takdisinden mahrum kalanların haline! Ne mutlu bu büyük ailenin
sevgi bağı ve birliği içinde bulunabilenlere!
Ne mutlu atalarımızın örf ve adetleriyle donanmış olan inayetli ve kadasetli kilisemizin
vasıtasıyla ebediyet suyunun öz kaynağından içebilenlere! Kısacası şunu söylemek
istiyorum: Yeni okul döneminin başlamasına birkaç hafta kaldı. Okullarımıza sahip çıkın,
onlara destek olun, çocuklarınızı kendi okullarınızdan uzaklaştırmayın, okullarımızı ve
sevgili öğretmenlerimizi yüreklendirin, okullarınıza ve kiliselerinize güvenin, bir-iki yıldır
başka yerlerde okuyorlarsa bile, çocuklarınızı kendi eğitim yuvalarına döndürün!
II. MESROB
ERMENİ PATRİĞİ
201
Ermeni Patriği II. Mesrob'un Milliyet Gazetesi muhabiri Yavuz Baydar'a 22 Mayıs 1999
tarihinde verdiği mülakat.
Soru - Fatih dönemine kadar Konstantinopolis'teki Ermenilerin bir Patriği olmamış.
Neden?
II. Mesrob - Konstantinopolis'teki Ermeni topluluğunun tarihi MS 4. yüzyıla dayanır. Bir
ara 6. yüzyılda sur içinde bir Ermeni kilisesi olduğunu biliyoruz. Daha sonra Bizans
Ortodoks mezhebi dışındaki Hristiyanlara müsamaha göstermediği için Ermeniler sur
dışında kalan binalarda ibadet etmişler. Tüm Batı Anadolu, Trakya ve hatta Lvov'a kadar
Doğu Avrupa bölgelerindeki Ermeni cemaatlerinin ruhani reisi ise Bursa'da imiş. Bizans'ta
Batı Ermenileri için bir patriğe gerek görülmemiş.
Soru - İstanbul'un fethine kadar Anadolu'daki Ermeni cemaatinin durumu nasılmış?
II. Mesrob - Anadolu'daki Hristiyan Ermenilerin tarihi İsa Mesih'in havarilerinden ikisinin,
Aziz Tadeos ile Aziz Bartolomeos'un doğu yörelerinde misyonerlik yapmalarıyla başlar.
301 yılında Ermeni Krallığı Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etti. Bu olayın 1700'ncü
yıldönümünü 2001 yılında kutlayacağız. Böylece 301 yılında Ermeniler'in başpatrikliği
sayılan Eçmiyadzin Patrikliği kurulmuş oldu.
6. yüzyıldan itibaren Kudüs'te Rum Kilisesi'nden ayrılan Ermeniler bir Ermeni Patrikliği
oluşturdu. 10. yüzyılda Van'ın Aktamar Adası'ndaki Aktamar Patrikliği üçüncüsüydü.
Kozan'daki Kilikya Patrikliği ise 1441'de başladı. Diğer tüm yörelerde Osmanlıca'da
"marhasa" diye adlandırılan Ermeni episkoposları ya da başepiskoposları vardı.
Soru - Fatih'in İstanbul Ermeni cemaatine patriklik berati vermesinin nedeni nedir?
II. Mesrob - Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra şehrin iskanı için Anadolu'nun muhtelif
bölgelerinden Ermenileri İstanbul'a getirdi. Onun Gennadios'u Rum Patriği olarak
tanımasından sonra Bursa Başepiskoposu Hovagim'i Ermeni Patriği olarak tanıması,
Hristiyan tebaa arasında bir denge kurma düşüncesine atfedilir.
İmparatorluk sınırları dahilinde Bizans Ortodoks doktrinini kabul etmeyen büyük bir kitle
olduğunu unutmamak gerek. Ayrıca, devlete ödenecek vergilerin de Ermeni tebaadan
toplanması gerekiyordu. Fatih'in kararının bir nedeni de budur.
Soru - Osmanlı döneminde Ermenileri genelde zanaatkar ve tüccar olarak, sorunları
geniş ölçekli yaşamayan bir topluluk olarak görüyoruz. II. Mahmut döneminden itibaren
saraya yakınlaşıyorlar. Tanzimat'ı izleyen dönemde Nizamname-i Millet-i Ermeniyan
fermanı ile cemaat laik bir özerkliği pekiştiriyor. Bu arada milletvekili ve bakanlar da
çıkarıyor. Ama bu arada Osmanlı topraklarında yaşanan çözülme giderek hız kazanıyor.
Bazı Ermeni siyasi partileri merkezi otoriteye başkaldırıyor. Yaşanan acılı olaylar 1915'te
doruk noktasına geliyor. Siz halen devam etmekte olan bu tartışmalarla ilgili olarak ne
düşünüyorsunuz?
II. Mesrob - Ben o dönemde Ermenilerin bağımsızlık arayışında olduklarına
inanmıyorum. Patrikhane ve cemaatin büyük bir çoğunluğu Osmanlıcıydı. Bir kısmı
doğudaki yağmalama olaylarından, yaşanan siyasi kargaşadan rahatsızlık duyuyor ve
güven ortamının sağlanmasını talep ediyordu. Çok küçük bir kesim, sadece Tasnaklar,
bağımsızlık peşindeydi.
O dönemin paniği içinde, yöneticiler, azınlık içindeki küçücük bir azınlığın eğilimlerini
bütün bir azınlığa mal etme yanlışını yaptılar. Sorun bence şuydu: Osmanlı'nın çöküşü
başlamış, birçok ülke bağımsızlığını ilan etmişti. Tabii bazı Batılı güçler de bu kargaşada
202
roller almıştı. Bu gibi nedenlerle, Türk - Ermeni ilişkileri güvensizlik ortamına sürüklendi.
Böylece tehcir kanunu çıktı, bu da Ermenilerin tarihine "büyük felaket" diye geçen
olaylara sebebiyet verdi.
Ancak TC'nin kuruluşuna kadarki Türk - Ermeni ilişkilerinin bu son dönemini bütün tarihi
açıklamak için kullanmak çok yanlış.
Tarihe besinci yüzyıldan itibaren bakmak gerekir. İlk Ermeni matbaasının İstanbul'da
kurulduğunu, ilk Ermenice kitapların burada basıldığını, ilk Ermeni tiyatrosunun bu
dönemde İstanbul'da kurulduğunu da görmek gerek. Benim için en önemlisi, bu kadar
çok farklı gruplardan, kültürlerden, dinlerden insanın bir imparatorluk çatısı altında 600
yılın üzerinde birlikte yaşamış olmasıdır. Bu bence kutlanması gereken bir şey.
Soru - Cumhuriyet'e geçiş kiliseniz açısından sancılı oldu mu?
II. Mesrob - Oldu elbette. Birinci Dünya Savaşı olmuş, tehcir yaşanmıştı. Bir yıkım tüm
toplumu etkilemişti. Cumhuriyet'in ilk beş yılında cemaat patriksiz kaldı. I. Mesrob'un
1927'de Patrik seçilmesinin ardından normalleşme süreci başladı.
Soru - Bugün kilisenizin ve cemaatinizin sorunları neler?
II. Mesrob - Dini ve ruhani açıdan hiçbir sorunumuz yok. İstediğimiz yerde ve saatte
dini vecibelerimizi yerine getiriyoruz. En büyük sorun, rahip ve papaz sıkıntısı. Bir ruhban
okulu şart, ama biz bunu YÖK kanalıyla üniversite sistemi içinde çözmek istiyoruz.
Cemaatin toplumsal sorunları var. 1936 Beyannamesi'nin vakıflarımıza getirdiği bazı
çağdışı kalmış, artık bugünün şartlarına göre gözden geçirilmesi gereken tahditler var. Bir
camiye bir kişi nasıl hibe edebiliyorsa, bir kiliseye de hibede bulunmalı. 1936'dan sonra
vakıflara verilen mülk bağışları da tapu verildiği halde 1970'lerden itibaren sahiplerine
geri verilmesi kararı altında. Eski sahipleri ölmüş ise, mülklere el konmuş. Bu
uygulamaların bir an önce son bulmasını diliyorum.
Soru - 2000'lere gidilirken Türkiye toplumu sizin pencerenizden nasıl bir manzara arz
ediyor?
II. Mesrob - 75. yıldönümünü birlikte kutlamakta olduğumuz Türkiye, çok karmaşık
gündemli görünse de, ben bu sıkışık ortamdan çıkıp baktığımda, durumun o kadar da
kötü olmadığını görüyorum. Gelecek açısından ümitliyim. Ülkemizin gerek bölgesel
konumundan, gerek kendi içindeki ileriye dönük hamleleri bakımından iyimserim.
Sistemin yeni döneme uyarlanmasıyla birçok sorunun üstesinden gelebileceğimizi
düşünüyorum.
Soru - Günümüzdeki laiklik tartışmalarına ne diyorsunuz?
II. Mesrob - Bu ilke bizim cemaatimizin içinde var. 1863'teki belge bunu tescil ediyor.
Bu anlayış hala devam ediyor. Ben Türkiye Ermenileri patriği olarak, burada insanların
evlenmesi, boşanması, mülkiyet ihtilafları gibi hususlara bakacak dini mahkemelere
başkanlık etmeye hiç mi hiç hevesli değilim.
Cumhuriyet döneminde doğan insanlar olarak geriye dönüşün imkansız olduğu
kanısındayım. 2000'lere adım adım ilerlerken, Orta Çağ'a geri dönüş anlamına gelecek
her çabayı, hayatı dini yasalarla yönetmeye ilişkin her adımı gülünç buluyorum.
Soru - 2000 yılı kutlamaları bütün insanlığın ilgisini çekiyor, ama Hıristiyanlar için ayrı bir
önem taşıyor. Siz Türkiye'de "millennium" kutlamalarına nasıl katkılar yapacaksınız?
203
Türkiye için bu kutlamalar büyük bir fırsat değil mi? Türkiye sizce bu konuyu yeterince
önemsiyor mu?
II. Mesrob - Biz çok önemsiyoruz bunu, ama devletin bu işle alakalı birimleri ne kadar
önemsiyor, hala bilemiyorum. Bakın, Türkiye'de Anadolu'nun üç ana kilisesi var: Ermeni,
Rum ve Süryani kiliseleri. Benim bildiğim kadar, 2000 kutlamaları konusunda bu üç
kiliseden hiçbiriyle temas kurulmadı. Biz her türlü katkıyı yapmaya hazırız, ama son ana
bırakılırsa, korkarım istemediğimiz engeller önümüze çıkabilir. Hep söyledim:
Hristiyanlık açısından birinci dereceden kutsal ülkeler Filistin ve Vatikan ise, ikinci
dereceden kutsal ülke Anadolu, yani Türkiye. Düşünün, İsa'nın havarilerinden yarısının
mezarları buradadır! Bunun turizm, kültür ve dinler arası ilişkiler bakımından devasa
önemi var. 2000 yılında İsrail'e müthiş bir turizm akımı olacak. Bize ne kadarı gelecek?
Biz turizm krizine cevap ararken, bunu da düşünmeliyiz. Türkiye'nin kültürel, folklorik,
dini dokusunun sonuna kadar kullanılması, sergilenmesi gerekiyor. Ben bunun
yapılmadığı kanısındayım. Bu büyük fırsat değerlendirilmelidir.
II. MESROB
ERMENİ PATRİĞİ
22 Mayıs 1999 günü Hilton Oteli'nde düzenlenen resepsiyonda konuşan Ermeni Patriği II.
Mesrob, şunları söylemiştir:
"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya
hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi
kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...
İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir
dünya hepimizin ortak özlemi.
Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav
sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.
Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz, önümüzdeki
binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil.
Tıpkı bugün kutladığımız gibi...
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki
Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in
ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık
bir örneğidir.
Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı
tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü.
Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş
ortamını gözönünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini,
dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.
İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre
düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet
204
adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu
makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.
Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını
coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor
ve yarınlara ümitle bakıyoruz."
KRONOLOJİ
1022
Ermeni topraklarının İmparator II. Basileios tarafından Bizans topraklarına katılması
üzerine 40 bin Ermeni Anadolu'ya sürgün edildi.
1046
Ermeni hanedanları Bizans İmparatoru IX. Konstantin tarafından katledilerek yok edildi.
1054
Sultan Tuğrul Bey döneminde Selçuklulara bağlanan Ermenilere özerklik verildi.
1098
Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar.
1461
Fatih Sultan Mehmed, Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i (Ovakim) İstanbul'a
getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok haklar tanıdı.
1567
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te matbaacılık eğitimi
görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza İstanbul'da bir Ermeni matbaası açması
için izin verildi.
1790
İlk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç tarafından Kumkapı Fıçıcı
Sokak'ta kuruldu.
1823
Artin Bezciyan adlı Ermeni, Kumkapı'da Bezciyan Okulu'nu kurdu.
1824
Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan Kumkapı Okulu'nu Patrikhane'nin himayesine
aldı.
1853
205
(22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu kuruldu.
1876
Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı.
1877
(7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak savaşa katılma kararını
aldı.
1878
(13 Nisan) İstanbul Ermeni Patriği Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye
gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi.
(13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriyle ilgili 61.
madde eklendi.
(3 Ağustos) İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, İstanbul Büyükelçisi Layard'a
gönderdiği talimatta, Osmanlı Hükümeti'nin Doğu'da reformlara başlaması gerektiğini
bildirdi
1890
(20 Haziran) Erzurum İsyanı
(Temmuz) Kumkapı Nümayişi
Birinci Sason İsyanı
1892 - 1893
Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanları
1895
(30 Eylül) Babıâli olayı
Kasım ayında, Ermenilerin Maraş'ta isyan teşebbüsü
1896
30 Ekim İstanbul'da Ermeni eylemi
(1 Haziran) I. Van isyanı
(26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı
1902
Ermeni dilcilerden H. Acaryan, "Ermeni Dili'ne Türk Dili'nin Tesiri ve Ermenilerin
Türkçe'den Aldıkları Sözler" adında bir eser yazdı.
206
1904
İkinci Sason isyanı
1905
(21 Temmuz) Yıldız Camii'nde, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast teşebbüsü.
1908
Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı.
İkinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi'ne girdi
1909
(14 Nisan) Adana'da Ermeni isyanı
1915
(15 Nisan) II. Van İsyanı
(24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni komiteleri kapatıldı. Bu
komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı.
(3 Mayıs) Ermeniler Van'da büyük bir katliama giriştiler.
(27 Mayıs) Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı.
1918
(1 Şubat) Ermeni komitacı Arşak, Bayburt'ta katliam yaptı.
(25 Nisan) Ermeni komitacılar, Kars'ın doğusundaki Subatan köyünde 750 Müslüman'ı
katletti.
(1 Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars'ta, aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman'ı
katletti.
1919
(20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos Nubar Paşa ve Şerif
Paşa, Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar.
1920
(12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, Antep'in Arapdar köyünde Müslümanlar'a
işkence yaptı.
(2 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı.
1921
207
(15 Mart) Talat Paşa, Berlin'de Ermeniler tarafından katledildi.
(6 Aralık) Sait Halim Paşa'yı Ermeniler Roma'da katletti
(16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı.
(18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, Azerbaycan İçişleri Bakanı Cevanşir Han'ı,
Tepebaşı'ndaki Pera Palas Oteli önünde öldürdü.
(13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı.
1922
(22 Temmuz) Cemal Paşa, Tiflis'te Ermeniler tarafından katledildi.
1923
Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi.
(24 Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı.
1934
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de İngilizce yayımlandı.
1935
(15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kilisesi'nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Werfel'in, "Musa
Dağ'da Kırk Gün" adlı eserini "Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu" gerekçesiyle
yaktı.
1936
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin Fransa'da yayımlanması, Türk
basınının tepkisini çekti.
1937
Cevat Rıfat Atilhan, "Musa Dağı" adında kitap yazarak, Franz Werfel'in eserinin gerçekleri
yansıtmadığını bildirdi.
Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD
Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi.
1943
Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, Afyonkarahisar milletvekili oldu.
1957
Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili
seçildi.
1964
208
(24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde
"Ermeni Meselesini" ortaya atarak Türkiye aleyhine karar çıkarmaya çalıştı.
1965
(24 Nisan) Brezilya'nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri
düzenlendi.
1969
(24 Nisan) Londra'da, Türk Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip
edildi.
1973
(27 Ocak) Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır
Demir, Mığırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından katledildi.
1975
(20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu.
(22 Ekim) Viyana'da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi.
(24 Ekim) Paris'te, Büyükelçi İsmail Erez ile polis Talip Yener katledildi.
1976
(16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Cerit katledildi.
(28 Mayıs) Zürih Çalışma Ateşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının faili olduğu anlaşılan
Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve suçu sabit görülerek 15 ay
hapis cezasına çarptırıldı.
1977
(29 Mayıs) İstanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atıldı,
saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları "Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü"
üstlendi.
(9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi Taha Carım katledildi.
1978
(3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği'ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş
Örgütü" üstlendi.
(3 Ocak) Londra'daki Türk bankasına patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş
Örgütü" üstlendi.
(2 Haziran) Madrit'te, Büyükelçi Zeki Kunaralp'ın eşi Necla Kunaralp ve emekli Büyükelçi
Beşir Balcıoğlu katledildi.
209
(8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği ve Türkiye Turizm Bürosuna patlayıcı
maddeler atıldı. Saldırıyı "Ermeni Soykırım Adalet Komandoları" üstlendi.
(6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğu'na patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni
Direniş Örgütü" üstlendi.
(17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Gizli Kurtuluş
Örgütü (ASALA)" üstlendi.
1979
(15 Nisan) Yunan Hükümeti, Atina'nın Nea Simirna meydanında "'Ermeni İntikam
Anıtı"nın dikilmesine izin verdi.
(22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğu'nda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalı'ya karşı
suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(12 Ekim) Lahey'de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler'in oğlu Ahmet Benler
katledildi.
(22 Aralık) Paris'te Turizm Müşaviri Yılmaz Çopan katledildi.
1980
(10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna bombalı saldırıda bulundu.
(6 Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, Bern'de saldırı sonucu yaralandı.
(10 Mart) Ermeni teröristler THY'nın Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2 İtalyan
hayatını kaybetti, 14 İtalyan da yaralandı.
(8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu
iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilân etti.
(17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel silahlı saldırıya uğradı. Koruma görevlisi
Tahsin Güvenç yaralandı.
(19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarlı saldırı düzenledi.
(31 Temmuz) Atina İdari Ateşemiz Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen acımasızca
katledildi.
(5 Ağustos) Lyon'da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan,
Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı vatandaşlar yaralandı.
(26 Eylül) Paris'te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı ve ağır
yaralandı.
(10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu'na bir saldırı düzenledi.
210
(17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma polisi Engin Sever katledildi.
1981
(13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli'nin arabasına bomba
konuldu; Erbeyli ölümden döndü.
(4 Mart) Paris'te Çalışma Müşaviri Reşat Moralı ile din görevlisi Tecelli Arı şehit edildi.
(3 Nisan) Kopenhag'da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni
teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı.
(9 Haziran) Cenevre'de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz
katledildi. Olayı ASALA üstlendi.
(24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu'nu basan Ermeniler, güvenlik görevlisi Cemal Özen'i
acımasızca katlettiler.
(3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin silahlı
saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu.
(27 Kasım) Avrupa'da bulunan "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile "'Kürt Öğrenci Derneği",
Londra'da ortak bildiri yayınladılar
1982
(28 Ocak) Los Angeles'da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba
tarafından katledildi.
(8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri Kemalettin Kâni Güngör silahlı saldırı
sonucu yaralandı.
(5 Mayıs) ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan Gündüz katledildi.
(7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada, Ottowa
Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz Başkonsolosluğu İdari
Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu'nun eşi
Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya uğradılar. Türkiye'nin Kanada Büyükelçiliği görevinde
bulunan Coşkun Kırca da, silahlı saldırıya uğradı.
(7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa Havalanına silahlı, bombalı saldırı
düzenlediler ve katliam yaptılar. Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara
saldıran teröristler, 3'ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi
yaraladılar. Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı.
(10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni, Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile
getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lânetledi.
1983
(29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara'da idam
edildi.
211
Harut Levonyan ve Rafi Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin Yugoslavya
Büyükelçisi'ne düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgrad'lı öldü.
(15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna bombalı
saldırı düzenledi. Olayda, 4'ü Fransız, 2'si Türk, 1'i ABD'li ve 1'i İsveç'li olmak üzere
toplam 8 kişi hayatını kaybetti. 60 kişi de yaralandı.
(27 Temmuz) Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ni basan 5 Ermeni ölü olarak ele geçirildi.
1985
(12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombalı 3 Ermeni terörist tarafından basıldı.
Kanada'lı koruma görevlilerinden biri vurulup öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı
olarak kurtuldu.
1991
(21 Ocak) Ermeniler, Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri
ile 2 Azeri öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin
Askerova'yı katletti.
(13 Nisan) Karabağ'da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri
Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu.
(23 Nisan) Suşa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve makineli
tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hale
geldi.
(26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı "Karabağ
Savaşçıları" adlı Ermeni örgütü üstlendi.
(23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti.
(26 Aralık) Sovyetler Birliği dağıldı. 23 Eylül'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen
ve hukuken bağımsız oldu.
1996
Levon Ter-Petrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı seçildi.
1997
(20 Mart) Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, Ermenistan Başbakanı
oldu.
(20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi'nin 160. yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte
kutladılar.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü'nü gazetecilik dalında Garbis
Özatay'a verdi.
1998
212
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü
vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan'ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti.
(Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan istifa etti. Böylece Robert
Koçaryan'a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin
tepkisini çekmişti.
(Şubat) Petrosyan'ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey,
Koçaryan'ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını
bildirdi.
(30 Mart) Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanlığı'na seçildi.
(Temmuz) Bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte
özel köy tahsis edilmesini istedi.
(14 Ekim) Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermenileri 84. Patriği seçildi.
213
Download