benî ahmer devleti

advertisement
BENÎ AHMER DEVLETİ
İspanya’da kurulan ve Nasrîler adı ile de anılan bir İslâm devleti. Ebû Abdullah
Muhammed bin Ahmer tarafından 1232 (H. 629)’da kuruldu. 1492 (H. 897) senesine
kadar hüküm sürdü, İspanya’daki son İslâm devleti idi.
Emevîler Kuzey Afrika’yı fethettikten sonra, İspanya’ya geçip burada İslâmiyet’i
yaymışlardı. Abbâsîlerin ilk zamanlarında, burada, Endülüs Emevî Devleti kuruldu.
Böylece, İber yarımadası (İspanya=Endülüs) 781 sene müslümanların hâkimiyeti altında
kaldı. Asırlarca İspanya’ya hâkim olan müslümanlar, müstesna bir medeniyet te’sis
ettiler. Çeşitli müesseseler kurdular.
Umumiyetle Kurtuba, İşbiliyye, Mürsiye, Belensiye, Tuleytula ve Gırnata şehirlerinde
üstün san’at eserleri ve ilim yuvaları yaptılar, hayır müesseseleri kurdular. Cami ve
medreselerde pek çok âlim yetiştirdiler. Onların bu üstün medeniyeti, Avrupa’nın
medenîleşip, ilim ve teknolojide ilerlemesinde mühim rol oynadı. Fakat Avrupalılar hiç
bir zaman İslâmiyet’in; “Memleketleri îmâr ve bütün insanları ruh, düşünce ve beden
bakımlarından rahat yaşatmak” şeklinde tarif ettiği hakîkî medeniyete ulaşamayıp,
yalnız teknolojide ilerlediler. Teknik imkânları da güçsüz insanları sömürmekte
kullandılar. Madden refaha ulaşan Avrupalılar, manevî saadete kavuşamadılar.
Kendilerin,! tatmin etmenin yolunu da diğer insanlara zulmetmekte buldular. İnsanları
madden ve manen refaha kavuşturan hakîkî medeniyetin sırrının İslâmiyet’te olduğunu
anlayamadılar.
Fas’ta kurulan Murâbitler Devleti’nin yıkılmasından sonra, burada Muvahhidler adı ile
yeni bir İslâm devleti kuruldu. Endülüs’te bulunan müslümanlar, İspanyolların
baskılarına karşı Muvahhidlerden yardım istediler. Bunun üzerine Muvahhidler
Endülüs’e geçip, hıristiyanlarla seksen sene mücâdele ettiler. Birleşerek harekete geçen
İspanyollara karşı tutunamayan Muvahidler, sonunda Fas’a çekildiler Muvahidlerin
Endülüs’ten ayrılması üzerine, burada, yeniden Tavâif-i mülûk denilen ve müslüman
olan devletçikler kuruldu. Müslümanların birliği tamamen bozuldu. Bunu fırsat bilen
İspanya hıristiyan devletleri, müslümanlar üzerine saldırmaya başladılar. Endülüs’ün en
büyük merkezi olan Kurtuba şehri, Kastilya kralı İkinci Ferdinand tarafından ele
geçirilerek, yakılıp yıkıldı. Bundan sonra, müslümanların hâkimiyeti altında bulunan
diğer şehirler de birer birer hıristiyanların eline geçti. Endülüs beylikleri tamamen
ortadan kalktı. Bunlardan sâdece bir tanesi, güneydoğu İspanya’da hıristiyanlara karşı
bir müddet daha varlığını koruyabildi. Bu devlet, merkezi Gırnata şehri olan Benî Ahmer
idi. Kuzey ve orta İspanya hıristiyanlarının saldırıları netîçesinde buradaki müslümanlar,
Gırnata’da toplanarak, Benî Ahmer Devleti’ni güçlendirdiler. Gırnata’da müslümanların
başına geçen Birinci Muhammed el-Gâlib, Gırnata’nın dağlık ve savunması kolay
olmasından istifâde etti. Gırnata kalesini kendisine merkez yaptı. Kastilya kralı Birinci
Ferdinand’la ve halefi Onuncu Alfonso ile anlaştı. Onlara haraç ödemek mecburiyetinde
kaldı. Kendisi ve oğulları İspanyol hıristiyanlarını bu yollarla oyalarken, Afrika’daki
müslüman Merîni Devleti ile işbirliği yaptılar. Merînîlerin Endülüs’te yaptıkları cihâd
faaliyetlerini desteklediler. Ancak 1340 (H. 741) yılında Merîni sultânı Ebü’l-Hasen Ali,
Rio Salado’da Kastilya kralı Onbirinci Alfonso karşısında mağlûb oldu. Endülüs’ün tekrar
İslâm beldesi olacağı kanâatine varıp, sevinen müslümanlar mahzunlaştılar. Fakat
hıristiyan İspanyollar, yaptıkları bütün zulümlere, elde ettikleri bütün güçlere rağmen,
Benî Ahmer Devleti’nin iki buçuk asır devam etmesine mâni olamadılar.
Benî Ahmer Devleti, siyâsi bir güç olmaktan çok, kültür ve medeniyet alanında üstün bir
varlık gösterdi. Bilhassa devletin kurucusu Muhammed bin Ahmer’in Gırnata’da
yaptırdığı el-Hamra sarayı, dünyâ mîmârlık târihinin en muhteşem eserleri arasında yer
aldı.
Benî Ahmer Devleti, varlığını on beşinci asrın sonuna kadar sürdürdü. Ancak bu
devirde, İspanya’nın kuvvetli krallıklarından olan Kastilya’nın Kraliçesi İzabella ile
Argonya kralı Ferdinand’ın evlenmeleri, İspanyolların birliğini sağladı. 1474 (H. 879)
senesinde Argonya kralı Ferdinand müslümanlar üzerine akınlar yapmaya ve
yurtlarından çıkarmak için sıkıştırmaya başladı. 1462 (H. 867)’de Cebel-i Târik, 1489 (H.
894)’de Kadiz, İspanyolların eline geçti. Benî Ahmer Devleti bu sıkışık durumda iken,
Afrika’daki müslüman devletlerden yardım istediyse de bu yardım gerçekleşemedi. O
zamanki Benî Ahmer Devleti hükümdarı Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmer (Onbirinci
Muhammed), 1487 (H. 892) senesinde Osmanlı Devleti’ne elçi göndererek yardım
istedi. Ancak bu sırada, Osmanlı Devleti deniz kuvvetlerinin uzak seferlere çıkmaya
elverişli olmaması ve papanın elinde esir bulunan Cem Sultgn’ın devletin aleyhine
kullanılma tehlikesi, istenilen yardımın yapılmasına mâni oldu. Nihayet 1492 (H. 897)
senesinde, İspanyollar, Benî Ahmer Devleti’nin merkezi Gırnata’yı kuşattılar. Son Benî
Ahmer hükümdarı Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmer, bâzı şartlarla şehri katolik
Ferdinand’a teslim etmeye razı oldu. Sonra da Afrika’ya çekildi. Böylece yaklaşık sekiz
yüz yıldan beri bir İslâm memleketi olan İspanya, tamamen hıristiyanların eline geçti.
Gırnata’ya giren hıristiyanlar, haçlı taassubu ile yapmadık zulüm bırakmadılar. İslâm
kültür ve medeniyetinin en güzel yerlerinden biri olan Endülüs’ün bu müstesna
şehirlerini yakıp yıktılar. San’at hârikası camileri harâb ettiler ve bir kısmını kiliseye
çevirdiler. Beş yüz bin el yazması kitap; tarihte eşine ender rastlanan ilim ve medeniyet
düşmanı katolik kral Ferdinand tarafından bir meydana yığdırılarak yakıldı. Kurtuba’da
tam bir şaheser olarak inşâ edilen Kurtuba Büyük Câmii’ne saldırdılar. Bu çok güzel
haşmetli binaya atlarıyla girdiler. Câmiye sığınan müslümanları merhametsizce
boğazladılar. Daha sonra, caminin altın minberini parçalayarak, aralarında taksim ettiler.
Fildişirîden yapılmış rahleleri paylaştılar. Minberde saklanan ve hazret-i Osman’ın
yazdığı Kur’ân-ı kerîmin bir eşi olan ince ve zümrüdle işlenmiş nefis mıshafı ayaklarının
altına alarak çiğnediler. Böylece, bu eşsiz eser tamamen yok edildi. Benî Ahmer
Devleti’nin yıkılışından önce ve sonra İspanyollar, bir çok müslüman ve yahûdiyi kılıç
tehdidi ile zorla hıristiyan yaptılar. Ellerinden kaçabilenler, Osmanlı Devleti’ne iltica
ettiler. Hâlbuki müslümanlar, ilk defa bu memleketleri zapt ettikleri zaman, orada
yaşayan hıristiyan ve yahûdîlere hiç dokunmamış, onların kendi dinlerine göre ibâdet
etmelerine kat’iyyen mâni olmamıştı.
Hıristiyan İspanyollar, görülmemiş bir vahşet ile müslüman ve yahûdîleri yok edip, bir
san’at âbidesi olan Kurtuba Câmii’ni tahrîb ettiler. (Bkz. Kurtuba Camii).
Hıristiyan İspanyollar, İslâm eserlerini böyle gaddarâne bir şekilde yakıp-yıkarken,
müslüman ahâliye karşı da çok zulmettiler ve pek çok insan öldürdüler.
Kaçabilen müslümanlar Kuzey Afrika’ya sığındılar. Geride kalanlar ise, topluca şehîd
edildiler. 1505 (H. 911) senesinde Osmanlı Devleti, Kemâl Reis komutasında bir
donanmayı yardım için İspanyş’ya gönderdi. Bu donanma, İspanya kıyılarını vurdu.
Hıristiyanların zulmü altında kalan bir kısım müslümanı ve yahûdiyi kurtararak, Osmanlı
Devleti’ne getirdi. İspanya’da kalan müslümanlardan kaçmak isteyenler, hıristiyanlar
tarafından yakalanarak esir edildiler Tarla ve zirâat işlerinde köle olarak çalıştırıldılar.
1520 (H. 926) senesinde, kaçan Belensiye müslümanlarını yakalayarak, çocukları ve
kadınları ile birlikte esir olarak sattılar. On altıncı asrın ikinci yarısında, Osmanlı Devleti,
İspanya’da zulüm altında kalan müslümanlara yardım için Kılıç Ali Paşa’yı gönderdi.
Kılıç Ali Paşa, 1570 (H. 978) senesinde hıristiyanların zulmü altında inleyen müslüman
ve yahûdîlerden pek çoğunu Afrika’ya götürdü. Bu göçmenler, daha sonra Osmanlı
topraklarına geldiler. Adana, Tarsus ve Şam Trablus’u bölgelerine yerleştirilip, beş sene
vergiden muaf tutuldular.
Endülüs’ün hıristiyanlar tarafından istilâ edilip, görülmemiş bir vahşetle müslümanların
şehîd edilmesi ve beldelerinin harâb bir hâle sokulması ile ilgili olarak meşhûr şâir Ebü’lBekâ bir şiir yazmıştır. Endülüs Mersiyesi adıyla anılan bu şiirin bir kısmının tercümesi
şöyledir:
Zaman içinde güller hem açılır hem solar,
İspanya’da islâm’ın nice büyük derdi var!
Başlarından geçenler, görülmemiş âlemde,
Teselli bulunur mu, görmezler rüya bile.
Endülüs’ün düştüğü derde bulunmaz derman,
Uhud dağı çökerek parçalanır mı Şehlân?
Müslümanlık burada nazara mı uğradı,
Işığı söndü artık, karanlık beldeleri.
İmrenen o şehirler her biri, birbirine,
Belensiye, Mürsiye, Şâtıba, Ceyyân nerde?
İlim diyarı olan Kurtuba’yı sor hele,
Beşik olmuştu hani bu kadar âlimlere.
Yemyeşil mesireler Hıms ve o tatlı nehri,
Akan müslüman kanı boyamış mı her yeri?
Bunlar gövdesi idi o eşsiz beldelerin,
Gövde gitmişse ayak neye yarar söyleyin.
Âşık’ın maşukuna ağladığı gibi İslâm,
Ağlayacaktır dâim küfrün istilâsından.
Cansız olduğu hâlde minberler ve mihrâblar,
Kiliseye çevrilmiş bahtlarına ağlarlar.
Nice musibetlere taş çıkartan bu belâ,
Asır zaman geçse de söylenecek ebedâ.
Âh o ma’rekelerin kartalları yiğitler,
Kılıçlar kuşanarak beldeleri aşanlar.
En sıcak yuvalarda çok uzakta olanlar,
Kafilelerden de mi haber alamıyorlar.
Pek çoğu öldürülmüş asîl insanlar sizden,
Yardım istemişlerdi cansız mısınız hepten.
Zillet kabul etmeyen cesur yiğitler hani,
Müslümanlar fitneyle alçağa düştüler mi?
Dün mâmur ülkesinde adalet dağıtanlar,
Bugün ise kâfire köle olup kaldılar.
İslâm ışık verip de yollarını bulurken,
Azıttılar onlar da rehberleri var iken,
Yürekler parçalardı her birinin avazı,
Köle olup giderken oğulla, ana, kızı.
Sanki ruhlar sökülüp ayrılırdı bedenden,
Buluşmaları ise âhırette, en erken.
Onlar kalbleri mahzun gözleri yaşla dolu,
Acaba hâllerine acıyanlar oldu mu?
Buna şâhid olan kalb parçalanır kederden,
islâm’dan biraz ışık varsa eğer gerçekten.
Benî Ahmer Devleti; ilimde, fende ve san’atta çok ileri gitmişti. El-Hamra ve Bedâyin
sarayları, tahrib edilmelerine rağmen hâlâ eski ihtişamlarını korumaktadır. Kurtuba
Camii ise bugün bile gönülleri çeken ve akıllara hayranlık veren san’at âbidelerinin
başında gelmektedir.
Bunun yanında Benî Ahmer Devleti’nde yetişen âlimler de ayrı bir yer tutar. Bu âlimler
daha çok çalıştıkları ilim sahalarında kurucu rol oynamışlardır. Bunlardan İbn-i Haldun,
târih sosyolojisinin kurucusudur. Yine Lisânüddîn ibni Hatîb ve Makkarî gibi âlimler de
ünleri her tarafa yayılmış kimselerdir.
www.ehlisunnetbuyukleri.com
Download