OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ SUNUM METAETİK AÇISINDAN EPİK TİYATRO, SEZUAN’IN İYİ İNSANI VE KURALDIŞI VE KURAL OYUNLARINDAN ÖRNEKLERLE Metaetik Etiğin, normatif etiği dışlayan bir başka yönelişi ise “metaetik”tir. Normatif etiğe bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenen metaetik için, çözümleyici etik de denilmektedir. 1 Metaetik, normatif yargı ya da değer yargısı dillendirmeyi veya savunmayı yadsır. İyi, doğru ve gerekli olana ilişkin yargılarla ilgili özel veya genel soruları da yanıtlamaya çalışmaz. Sadece aşağıdaki şu soruları sorar ve yanıtlamaya çalışır; “Ahlaksal olarak doğru ya da iyi ifadelerinin anlamı ve işlevi nedir? Etik ve değer yargıları nasıl geçerli kılınabilir ya da temellendirilebilir? Temellendirilmeleri mümkün müdür? Ahlaklılık nedir? Ahlaksal olanla olmayan arasındaki fark nedir? Özgür ya da sorumlu sözcüklerinin anlamı nedir?2 Metaetik, eylem için herhangi bir amaç ya da ahlaksal ilke önermez. Metaetik tümüyle felsefi bir çözümlemedir. Çok genel düzeyde de olsa, eyleme yol göstericilik yapmaz; sadece anlam ve açıklamayla uğraşır. Etik yargıların temellendirilmesi ve anlamının soruşturulması metaetiğin ana konusudur. Metaetiğin etkinlik alanında yukarıdaki genel soruların altında şu soruların yanıtları da bulunmaya çalışılır; “Kötü, iyi, yanlış, doğru gibi etik kavram ve terimlerin tanımı veya anlamı nedir? Etik ve değer yargıları kanıtlanabilir, temellendirilebilir ya da bu yargıların geçerliliği gösterilebilir mi? Bu gibi terimlerin ahlaksal kullanılışı, ahlaksal olmayan kullanılışından nasıl ayrılabilir? Ahlaksal olmayanın karşıtı olarak, ahlaksal olanın anlamı nedir? 1 2 Tepe, s. 5. A.g.e., s. 20. İsteyerek yapma, neden, sorumluluk, affetme, söz verme, niyet, özgür isteme, bilinç, eylem ve benzeri ilgili kavram ve terimlerin çözümlenmesi veya anlamı nedir?”3 Daha çok 20.yüzyılda karşımıza çıkan metaetik, herhangi bir iddiada bulunmayıp, etik cümleler, kuramlar, dizgeler hakkında konuşur. Metaetikte önermeler aracılıyla, etik kuramlar ve dizgeler betimlenir, çözümlenir, yeniden kurulur ve eleştirel olarak değerlendirilir.4 Metaetik, kişilere nasıl hareket etmeleri gerektiğini söyleyen, normatif türden bir etik değildir. Ahlaka ilişkin önermelerin anlamlarını, ahlak yargılarının ve normatif buyrukların dayanaklarını inceleyen bir çözümleme yöntemidir ve bu yönüyle metaetik herhangi bir ahlaki ilke ya da ahlaklılık konusunda bir öneri getirmek savında değildir. 5 Normatif etik ve metaetik arasındaki bu ayrım, dramatiğin etikle olan ilişkisinde, dramatiğe ilişkin kuramların oluşturulması ve alımlanmasında da karşımıza çıkacaktır. Bununla ilgili olarak çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı bilgi verilecektir, fakat kısaca değinmek gerekirse; Aristotelesçi Dram yapısı genellikle normatif etikle örtüşürken, Brechtçi Dram yapısının daha çok metaetikle örtüştüğü söylenebilir. Epik Tiyatro, kendisinden önceki tiyatro anlayışının ahlak dersi verme ilkesine karşı çıkar, dolayısıyla o tiyatro anlayışının etik önermelerini de yadsır. Egemen ahlakın ve onun değerlerinin dramatik anlatım yöntemleriyle seyirciye benimsetilmesi çabası, bilim çağında artık mümkün görünmemektedir6, yanlış bilinçlendirici ve gerici bir yöneliştir. Kalıplaşmış ve kısıtlayıcı değerlerlerin sürekli dillendirilmesi gerçeğin görünür kılınmasının önünde engel oluşturur. Marx’ın dünyayı yorumlayarak değil, çözümleyerek ve giderek de değiştirerek felsefeyi dönüştürmesi gibi, Brecht de toplumu çözümleyecek ve değiştirecek bir tiyatro anlayışını olanaklı kılmak ister.7 Onun yaşanan tarihsel zamanın özünü kavrama ve görünür kılma çabası, dünyanın değişebileceği, daha akılcı ve daha iyi bir dünya ülküsüne ulaşılabileceği düşüncesinden kaynaklanır. Bu yöneliş hiç kuşkusuz ahlaki olanı içermekte, fakat bu ahlak bilindik dizgelerin, inançların, törelerin dışında, onları aşan, norm koymaktan öte, koyulmuş, kanıksanmış normları ve önermeleri çözümleyen ve bunların nasıl mümkün olamayacağını gösteren bir ahlaktır. Bu çözümleyici yönelişi daha çok metaetik çerçevesinde değerlendirmek doğru olacaktır. Brecht’in metaetiği diyebileceğimiz kuramsal kalkış 3 A.g.e., s. 31. Pieper, a.g.e., s. 80. 5 William Frankena, Ethics, Prentic Hal. İnc. New Jersey, 1963, s. 69. 6 Tuncay, a.g.e.,s.26. 7 Elizabeth Wright, Postmodern Brecht, (Çev: Ayşegül Bahcıvan), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s.56. 4 noktasının kaynağını şüphesiz Marx’da aramak gerekir. Peki Marx nasıl bir etik çerçevesinde değerlendirilmelidir? Burjuva ideologlarına ya da idealist düşünürlere göre; genellikle Marx’ın bir etik görüşünün olmadığı, etiği göz ardı ettiği söylenmekte, komünizmi ise bunların dışında bir düzleme oturttuğu belirtilmektedir. Genel etik kuramlar açısından bakıldığında, Marx’ın o etik kuramlar içinde ele alınamayacağı açıktır. Fakat Marx’ın bir etik görüşü vardır ve bu ahlak teorisi onun görüşlerinin bütünleyici parçasını oluşturur.8 Kaldı ki Marx, etiği olmayan bir düşünür olsaydı, komünizmin genel insanlık için daha yüksek bir nitelik taşıdığına ve yine komünizmin özgürlüğün gerçek evrenini oluşturacağına ilişkin kendisinin pek çok yorumunu nasıl anlamamız gerektiği de belirsiz kalırdı.9 Marx’ın etiğe ilişkin yönelişini iki ayrı yönde değerlendirilmek gerekir. Öncellikle yaptığı ya da yapmaya çalıştığı, mevcut etik dizgelerini çözümlediği ve kıyasıya eleştirdiği yönelişidir ki bu onun metaetik yanını verir. Bu çerçevede burjuva düşünürlerini ve onların etiğini, Hıristiyanlık Etiği’ni, kaynağını buralardan alan ahlakı çözümlemiş ve bunun nasıl mümkün olamayacağını göstermiştir. Bu çerçevede “iyi”, “kötü” gibi etik kavramları bir başına ele almanın sonuçsuzluğunu öne sürmüştür. Bu çözümlemenin ardından Marx kendi Özgürlük Etiği’ni ortaya koyar ki bu da onun normatif yanına işaret eder. Filozof kendi döneminin ahlakçılarına ve ahlak filozoflarına karşı çıkarken, insan ve topluma ilişkin güvenilir bir eleştirel teorinin görünen ile gerçeklik arasında kesin bir ayrım yapması gerektiğini vurgulamış, dolayısıyla gizlenen ya da gizli kalmış gerçeğin izlenmesi ve çözümlenmesi noktasında ısrar etmiştir. Marx için böyle bir çözümleme; toplumun gerçekte nasıl işlediğini, onun kendi iç dinamiklerinin özelliklerini doğru anlamak için bir önkoşuldu. Ancak o zaman toplumun neden değişmesi gerektiği ve nasıl değiştirilebileceği sorularının yanıtları tam ve eksiksiz verilebilirdi. Dolayısıyla çözümleyici ve eleştirel bir bilimin yanılsamasız ve etkin olması için bu bir zorunluluktu.10 Bu düşünceye koşut olarak Epik Tiyatro da; eşitsizlikçi düzenin haksızlıklarını gözler önüne sermek, sınıflı toplum yapısını ve sınıflar arası çatışma konularını anlatmak, gerçekleri tarihsel maddeciliğin ışığında yorumlamak ve irrasyonel anamalcı ekonominin çözümlemesini ve eleştirisini yapma görevini George G. Brenkert, Marx’ın Özgürlük Etiği, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s.21. Brenkert, a.g.e., s.19 10 Brenkert, a.g.e., s.27 8 9 üstlenmiştir .11 Bu aynı zamanda insanın dünyayı değiştirebileceği gücüne de sahip olduğunu göstermektir. Epik Tiyatro bu amacı gerçekleştirmek için salt gerçeği yansıtmakla kalmayıp, bu gerçeği değiştirecek yönlendirici gücü de oluşturma savındadır.12Örneğin bu sav, Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı adlı oyununun “Sondeyiş”inde şöyle dillendirilir: “SONDEYİŞ: ... Bizimki olağan. Ne dersiniz, nasıl bitmeli? Para ile bile bir son bulamadık oyuna. İnsan mı değişmeli, dünya mı yoksa? Başka tanrılar mı olmalı? Ya da hiç mi olmasın Tanrı! Şaka değil, gerçekten fırlatıp atılmışız! Tek çıkar yol bu karmaşada: Siz kendiniz düşünün bütün bunları, Ne türlü yardım etmeli ki iyilere bu dünyada Doğru dürüst yaşayabilsin ömrü boyunca. Sayın seyirciler, hadi, bir son bulun bu oyuna. Güzel bir son olmalı, olmalı, olmalı,olmalı!...”13 Marx ahlak ve ahlaki ilkelerin tarihsel ve maddi ortamla ilişkisini ortaya koymuş, faydacılığı, bencilliği, burjuvazinin hak, adalet ve özgürlük anlayışını, hayırseverlik gibi etiğe ilişkin kavramları çözümlemiş giderek de eleştirmiştir. Yine burjuva toplum yapısı eleştirilirken sıklıkla şu etik kavramlarla karşılaşırız; “insan”, “insanlık dışı”, “sömürü”, “özgürlük”, “kölelik”, “bağımlılık”, “boyun eğdirme”, “kusur”, “vahşileşme”, “çürüme”, “fahişelik”, “despotluk”, “iğrençlik”, “acı çekme” vb. Bu sözcüklerin kullanımının da ahlaki bir düşünce ve yöneliş içerdiği kesindir.14 Marx’ın yaşamı boyunca sürdürdüğü çalışma, insan toplumunu çözümleme ve bu çözümlemenin ardından varolan irrasyonel toplum düzenini eleştirme girişimiydi. Bu eleştiri toplumun değiştirilmesinde aktif ve etkili rol oynayabilecek, ahlaki olanı da içeren bir eleştiriydi. Marx’a kadar gelen etikte ve onun ardından gelen ahlakta insan bilincinde ve insanların düşünce ve iradeleri aracılığıyla , insani olayların yönlendirilmesinde önemli ve anlamlı bir rol oynayabileceği öne sürülmüştür. Dolayısıyla, kişinin benimsediği ahlak sadece toplum içinde önemli bir belirleyici güç olarak kalmaz, kişiler de eylemlerinden ve içinde Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Anadolu Üni. Yayınları, Eskişehir,1991, s.310. Şener, a.g.e.,s.319. 13 Bertolt Brecht, Sezuan’ın İyi İnsanı, Bütün Oyunları, c.8, , (Çev: Özdemir Nutku), MitosBOYUT Yayınları, İstanbul, 1999, s.244. 14 Brenkert, a.g.e., s.34. 11 12 yaşadıkları ilişkilerden ahlaki olarak sorumlu tutulabilirler. Bu açıdan bakıldığında, ahlaki özne başlı başına bir varlık alanıdır ve ancak kendi içinde değerlendirilmelidir. “İyi”, “kötü”, “haklı”, “adil” gibi ahlaki nitelemeler bu çerçevede anlam kazanmaktadır. Buna karşın Tarihsel Maddeciliğin, yani Marx’ın, bu etiği ve ahlak anlayışını temelden yadsıdığı görülür. Filozofa göre ahlaki olanın kullanımı sürekli olarak paylaşılan bir toplumsal düzen formunu ön gerektirir. Filozof, bir toplumun üretim biçiminin toplumun izleyeceği yolu da belirleyen bir güç olduğunu söylemekte, etik ve ahlakın yanı sıra, devlet, kültürel formlar gibi toplumun öteki öğelerinin de gölge fenomenler oldukları, üretim süreçleri tarafından belirlendikleri, ekonominin güçsüz yan ürünleri olduklarını öne sürer. O halde geleneksel anlamda etik ve giderek ahlak imkansızdır. İrrasyonel toplum yapısı içinde birey eylemlerinden ve ilişkilerinden sorumlu tutulamaz.15 Bu durumu Agusta Boal şöyle bir örnekle açıklamaktadır: “... Örnek: “Kennedy Domuzlar Körfezine saldırdı” Burada Hegelyen özne “Kennedy”dir ve içsel özünün güdüleri Küba’nın işgali biçiminde ortaya çıkmıştır; “saldırı” yüklemdir ve “Domuzlar Körfezi” ise doğrudan nesnedir. Öte yandan Brecht’in önerdiği biçimiyle Marxsist poetikayı bu örnekte referans olarak gösterecek olursak, yapacağımız bilgi çözümlemesi bir ana şart ile ikinci şarta gereksinim duyar ki, “Kennedy özne olmayı tamamlayabilsin; Ancak ana şartın öznesi bu kez başka bir şey olacaktır. Dramatik aksiyonu en iyi açıklayabilecek tümce bu durumda, şöyle bir şey olacaktır. “Ekonomik güçler Kennedy’i Domuzlar Körfezi’ne saldırmaya yönlendirmiştir”...Gerçek özne Kennedy’i yönlendiren ekonomik güçlerdir. Ana şart ekonomik güçlerle olan bir ilişkidir. Karakter tam anlamıyla özgür değildir...İdealist poetikaya göre toplumsal düşünce toplumsal varoluşu belirler. Marxsist poetikaya göre toplumsal varoluş toplumsal poetikayı belirler...Brecht için dramatik aksiyonu yaratan şey karakterin toplumsal ilişkileridir.”16 Brecht’in oyun kişileri tam anlamıyla özgür eyleyenler değildir. Birtakım değerlerin sahibidirler, fakat sahip oldukları değerleri gerçekleştirme noktasında sürekli bir ikilem içindedirler. Bu durum onları eylemin öznesi kılmaz. İçinde yaşadıkları toplumsal yapı ve o toplumsal yapıyı belirleyen üretim ilişkileri ve ekonomik güçler oyun kişisinin üzerinde etkilidir. Bu ikilemi Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı adlı oyunu tüm açıklığıyla gözler önüne serer: Dünyanın, insan soyundan, yeterli sayıda insanın adına layık yaşam sürmelerine fırsat verecek bir yer olup olmadığını anlamak için cennetten üç tanrı yeryüzüne gönderilir. Tanrılar iki bin yıldır insan soyunun gidişatı hakkında şikayetler dinlemektedir. Ancak sorunun insanların iyi ya da kötü olmaları değil, dünyanın olduğu gibi kalıp kalamayacağı sorusu olduğuna dikkat edilmelidir. Oyun ironik bir biçimde Hıristiyanlık etiğinin nasıl mümkün olamayacağını ve teolojinin sunduğu “iyi”, “kötü” gibi kavramların temelsizliğine işaret eder: 15 16 Brenkert, a.g.e., s.45. Agusto Boal, Ezilenlerin Tiyatrosu, (Çev:Semih Çelenk), Etki Yayınları, İzmir, 1996, s.97. “...WANG: Shen-Te geldi aklıma efendilerim! “Komşunu seveceksin” buyruğunu yerine getirebilsin diye kendi aşkını feda etmek zorunda kaldı. Belki de o bu dünya için fazlasıyla iyi, efendilerim! İKİNCİ TANRI:(sert) Durumu kötüleştikçe iyi insan olduğu daha çok ortaya çıkar. İnsan acı çekerek arınır!...”17 Üç Tanrı dünyanın içinde bulunduğu durum hakkında bir deney yürütecektir. Tanrılar bir kere oyunun başlangıcında deney başladığı zaman ve bir de deney hakkında düşüncelerini açıkladıkları oyun sonunda olmak üzere iki kere görünürler; aralarda ya rüyada ya da gözlemci olarak ortaya çıkarlar. Üç Tanrı geceyi geçirmek için ümitsizlikle bir yer aramaya başlarlar. Bu arada bir fahişe olan Shen-Te konukseverliğini onlara gösterir. Onların adını kötüye çıkarmamak için özellikle kimseye söylememesi rica edilir: Tanrılar, doğrudan şan ve söhretlerini kaybetmemek için çaba gösteren dünya insanları olarak sunulur.Tanrılar oradan ayrılırken sağladığı yemek ve konaklama için Shen-Te’ye para verirler; Shen-Te daha sonra bu parayla iş kurmaya çalışır. Fakat hem yardımsever bir hayat sürdürüp hem de işine devam etmeyi başaramaz. İş hayatında başarı sağlamak için Shui-Ta adında “kötü” bir benliği olan ve hayır demeyi bilen bir kuzen yaratır. Oyunun argümanı açıkça diyalektiktir: İnsanlar ancak aynı zamanda kötü olabildiklerinde iyidirler. Bu bir ikilemdir, açmazdır, dolayısıyla dünya değiştirilmek zorundadır. “...TANRILARIN ve İYİLERİN GÜÇSÜZLÜĞÜNÜ ANLATAN ŞARKI: Bizim ülkemizde, İşe yarayanlar talihli olmak zorundadır. Arkaları güçlüyse ancak iş yapabilirler. İyilerin eli kolu bağlı Tanrılarınsa gücü kalmamış. Neden tankı topu yok tanrıların, Zırhlıları, bomba uçakları, mayınları, Kötüleri yok etmek, korumak için iyileri? Böylesi çok daha iyi olurdu hepimiz için. (Shui-Ta kıyafetini giyer, onun gibi birkaç adım atar) İyiler Uzun süre iyi kalamazlar bizim ülkemizde. Çanak boşsa eğer açlar boğuşurlar. Tanrıların buyruklarıysa Merhem olmuyor yoksulluğa. Neden gezmez tanrılar çarşı pazar, Bertolt Brecht, Sezuan’ın İyi İnsanı, Bütün Oyunları, c.8, , (çev: Özdemir Nutku), Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 1999, s. 213. 17 Gülümseyerek bol bol dağıtmazlar malları, Ekmek ve şarapla güçlenen kişilerin Dost olmalarını neden sağlamazlar? (Shui-Ta’nın maskesini yüzüne geçirir onun sesiyle şarkıyı sürdürür) Yiyebilmek için bir öğle yemeği Katı yürekli olmak gerekiyor zenginler gibi Ezip geçmeden oniki kişiyi Yardım edilemiyor bir yoksula bile. Neden seslenmiyor tanrılar yüce katlara İyilere iyi bir dünya borçluyuz diye? Neden iyilerin yanında değiller tankla topla Versinler ateş emrini! Göz yummasınlar göz yummaya!...”18 Tanrılar deneylerin bazı koşullarından vazgeçmek zorundadırlar, çünkü yorgunluk veren arayışları boyunca tek bir iyi insan bulabilirler: Shen-Te. Sonunda çaresizce yaptıkları deneyi bırakmayı seçerek aceleyle dünyadan ayrılırlar. O zamana kadar geçerli olan ahlaki argümanlar bir çıkış yolu sunamaz. Shen-Te içindeki değişiklikler nedeniyle bölünmüştür. Oyunun başında fahişe olarak Shen-Te, sosyoekonomik düzenin en alt seviyesindedir: Kendini satmaktadır. “...SHEN-TE: Durun gitmeyin efendilerim! İyi bir insan olduğuma pek inanamıyorum. İyi olmayı istiyorum, ama kiramı nasıl ödeyeceğim? Açıklayayım, yaşayabilmek için kendimi satıyorum. Yine güçlükle ayakta durabiliyorum; çünkü benim gibi birçok kadın bu işi yapmak zorunda. İyi olmak için her şeyi yapmaya razıyım. Zaten kim iyi olmayı istemez ki? Çocuk sevgisi ve namus konusunda Tanrı buyruklarını tutabilseydim elbette mutlu olurdum. Komşumu kıskanmaz, kocamı aldatmaktan kaçınırdım. Kimsenin sırtından geçinmek, yardıma muhtaç olanları da kandırmak istemiyorum. Ama olmuyor, bütün her şeyle başa çıkamıyorum. Buyrukları tutamadığıma göre rahat yaşayabilsem bari...”19 Başkasına duyulan sevgi burada tekrar bir meta olarak başkasına duyulan sevgiye indirgenir. Tanrıların hediyesi sayesinde Shen-Te merdivenin birkaç basamağını tırmanabilir: Bir tütün dükkanı satın aldıktan sonra, işçilerin üstündeki küçük burjuvalar arasında sayılabilir. Aynı zamanda, dükkanlarını kaybedenler merdivenden aşağıya inmek zorundadırlar. Shen-Te’nin yeni konumu onun kapitalist değişim yasaları kapsamına girmesine olanak tanır: Bir iş kadını olarak, ancak alıp da karşılığında hiç bir şey vermediği zaman kar sağlayabilir. Bu yüzden “iyi insan” olarak o, alım ve satım işlerinden uzak 18 19 Brecht, a.g.e. s.194 Brecht, a.g.e. s.162. dururken, ticareti yürüten “Kötü Kuzen”e ihtiyaç vardır. Böylece Brecht, burjuva bireyinin kişisel ahlak benliğiyle, kamusal iş benliği olarak gerçek bölünüşünü gösterir. “İyi” yanın korunması “kötü” yanın daha fazla güç göstermesine izin vermeyi gerektirir. Böylece vermenin ancak bir kar elde edildiğinde mümkün olduğu gösterilir. “İyi” yan bundan etkilenir çünkü “kötü” yan onu yardım etmek istediklerinden ayırmak için çalışır. “İyi insan” “Kötü” olanın edimleriyle yalnız bırakılır. “Kötü” olan giderek daha da kamusallaşır ve “iyi”yi siler.20 Oyundaki sorun; iyi olmayan bir dünyada insanın nasıl iyi olabileceği sorunudur. Genel bir yanlışlığın içerisinde doğru bir yaşam olanaklı mıdır? Shen-te’nin gittikçe daha sık ona benzediği “kötü” kuzeni Shui-Ta’ya gereksinimi vardır. Bu bir zorunluluktur. Oyunun sonunda “kötü” kuzen, kalan “iyiliği” de tüketecektir. Buna karşın Tanrıların elinden de bir şey gelmez. “İyi” olmaya ilişkin etik istem bu Tanrıların katında sığ ve sıradan bir söyleme dönüşecektir.21 Oyunda, sucu Wang’ın Tanrılar’la yaptığı konuşma bu düşünce üzerine kuruludur: “ ...ÜÇÜNCÜ TANRI: Ne yapmamızı önerirsin? WANG: Yasaları biraz olsun yumuşatmalısınız efendilerim. Şu kötü günleri göz önüne alarak yasa balyalarını birazcık hafifletmelisiniz ulu Tanrılarım! ÜÇÜNCÜ TANRI: Yani nasıl Wang, nasıl olsun? WANG: Örneğin, yanlızca iyilik yapma benimsensin sevgi yerine ya da... ÜÇÜNCÜ TANRI: Bu daha zor mutsuz adam! WANG: Ya da adalet yerine hoşgörü. ÜÇÜNCÜ TANRI: Bu fazladan bir işi demektir! WANG: Öyleyse namus yerine ahlak! ÜÇÜNCÜ TANRI: Ama bu daha da zor aklı karışmış adam!...”22 Marx’a göre; hakim sınıfın fikirleri her çağda hakim fikirlerdir. Yani, toplumun maddi gücüne hakim olan sınıf aynı zamanda o toplumun hakim entellektüel gücünü oluşturur. Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf, sonuç olarak zihinsel üretim araçlarını da denetim altında tutar. Öyle ki zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirleri bütünüyle ona tabidir. Hakim fikirler başat maddi ilişkilerin fikirleri olarak kavranan başat maddi ilişkilerin ideal ifadesinden başka bir şey değildir. Bir sınıfı hakim sınıf haline getiren ilişkiler o sınıfın fikirlerini de başat fikirler haline getirir. Böylelikle ahlaki iddiaların hakim sınıfın pratik çıkarlarını karşıladığı ölçüde doğrulandığı ya da geçerli olduğu görülür. Ahlak hakim sınıfın Elizabeth Wright, Postmodern Brecht, (Çev: Ayşegül Bahçıvan), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s.59. 21 Hans Mayer, Brecht’i Anımsamak, (Çev: Ahmet Cemal), Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 1998, s.47. 22 Brecht, a.g.e.,s.223. 20 konumunun bir biçimde rasyonalize edilmesidir.23 Brecht de, insansızlaşan ve irrasyonel bir dünyada, seyirciyi bu durum üzerine düşündüren oyunlar kaleme alarak, insana yeni bir bakış açısı ve yeni bir etikle yönelmiştir. Yazar, tıpkı Marx gibi mevcut durumun aşılabilir olduğuna inanır. Seyircinin dikkati işte bu durumun nedenlerinin çözümlenmesine ve giderek değiştirilmesine yönlendirilmiştir.24 Burjuva toplum yapısının özü sermayenin çıkarlarını artırmak ve sürekli kılmak adına teknik yeniliktir. Feodal toplum yapısının bağları kırılır, girişimci ruh başıboş bırakılır. İnsanın doğa üzerindeki gücü ve denetimi sınırsızca genişletilir. Bu nedenle bu toplumda serbest pazar ilişkisi içine salıverilen bireyin etkinlik için gerekli olan “özgürlüğü” merkezi önemdedir. Fakat Marx’a göre bu özgürlükler yanılsatıcıdır. Bu toplumsal yapının toplumsal ve ekonomik formları, özgür bireyi, onun sivil ve yasal özgürlüğünü ortadan kaldırır ve onu gelişimi engelleyen bir ilişkiler kümesi içine hapseder. Tüm toplumlarda, insan emeğinin ve toplumsal örgütlenmenin doğası, insanın kendini ve kendi olanaklarını çarpıtılmış formlar dışında algılayamaması sonucunu doğurmuştur. İnsanlar bu yapı içinde, yaşamları boyu oynadıkları rolleri gerçekte ekonomik ve toplumsal formların dikte ettiği yaşam alanlarında kendilerini özgür eyleyenler olarak da görürler.25 İşte bu yanılsama insanın yabancılaşmasını ve kendi doğasını kavrayamaması sonucunu doğurur. Bu yabancılaşma mülkiyet ilişkileri içerisinde daha da şiddetlenir. Böylelikle bireyci ahlak burjuva toplumu içinde görünürde özgürleştirici olarak algılansa da irrasyonel olanın rasyonelleştirilmesidir ve bu anlamda kısıtlayıcı, sınırlandırıcı karakteristikler içermekten öteye gidemez. Buradan hareketle, toplumsal sınıflar arasındaki çatışma sorunlarında ahlak yargılarına başvurmanın yalnızca anlamsız olmakla kalmayıp, kesinlikle yanlış yönlendirici olduğu da gözler önüne serilir. Brecht de çalışmalarının kalkış noktasına bu yadsımayla başlar. O zamana kadar ki etik önermeleri dışlar: “...Ahlak adına değil kurban adına konuşuyoruz. Bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü kurbanlara çoğu kez kendi paylarına düşenle yetinmeleri, bunun bir erdem olduğu söylenmiştir. Bu çeşit ahlakçılara göre ahlak insan için değil, insan ahlak içindir...”26 23 Brenkert, a.g.e., s.93. Sevda Şener, Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s.122. 25 Alasdair Maclntyre, Ethik’in Kısa Tarihi, (Çev. Hakkı Hünler ve Solmaz Zelyüt Hünler), Paradigma Yayınları, İstanbul, 2001, s.240. 26 Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Anadolu Üni. Yayınları, Eskişehir, 1991, s.322. 24 Marxist dizge içinde gerçeğin bilgisi kişiyi özgürleştiren önemli ve asal bir unsurdur. Böylece gerçekliğin görünüşten ayrılması Marx’ın çabasının tam merkezinde yer alır. Marx yaşadığı dönemin etik ve ahlakının öne sürdüklerinin tersine, bir toplumsal eleştiriye, Tanrı, Kutsal Ruh ya da idealist bir kalkış noktasından başlanamayacağını öne sürer. Filozof’a göre etiğin ayakları yere basmalıdır.27 Epik Tiyatro’nun etikle olan ilişkisi de bu düşünüş doğrultusunda yeni bir düzleme oturtulmuştur: “...Burjuva tiyatrosunun gözettiği dramatik anlayış Brecht’e göre güzellik ve iyilik ideallerini destekleyecek niteliklerle çalışmaktadır. Bilim çağının seyircisi içinse doğrular ve yanlışlar önemlidir. Bu çağda sanatın görevi insanlara böyle bir dünyada yaşayabilmelerini sağlayacak doğru bilgileri vermek, onları bilinçlendirmek olmalıdır...”28 Marx kendinden önceki etiklerin çözümlemesini yaptıktan ve bunların nasıl mümkün olamayacağını gösterdikten sonra özgürlük temeli üstüne kurulu etiğini ortaya koyar. Bu etik, bir özgürlük etiğidir ve Marx bu özgürlüğe “doğru bireyselliği kuran olumlu güç” der. Buradaki “doğru bireysellik” hemcinsleriyle tam ve etkin işbirliği yaparak ve doğayı denetimine alarak, gücünün doruğuna ulaşan insandır. Özgür etkinlik bu türden güçleri mümkün kılan etkinliktir ve dolayısıyla özgürlük insanın güçlerini gerçekleştirmesinin önkoşuludur.29 Filozof’un gözünde özgürlük sadece toplumsal dayatmanın olmamasını değil aynı zamanda kişinin kendisi dışındaki kişilerle akılcı ve uyumlu ilişkiler içerisinde kendisini geliştirmesini sağlayan bir yaşamı gerektirir. Böylece özgürlük kavramı toplumsal, kollektif ve pozitiftir. Özgürlük; insanın öteki insanlarla komünal ilişkiler içinde, bir kişi olarak öznesneleştirimini (self-objectification) oluşturan arzu, yetenek ve becerilerin somut toplamını belirleyecek bir biçimde yaşamasıdır. Kişinin kendini gerçekleştirmesi yani özbelirlenim; kişinin arzu, istek, yetenek ve becerileri yoluyla öznesneleştirimi zorunlu kılar. Bu öznesneleştirim öteki insanlara ve doğaya göre somut bir öznesneleştirim olmalıdır ve özbelirlenim yani kişinin kendini gerçekleştirmesi, ancak uyum içinde, başkalarıyla komünal ilişkiler içinde olanaklıdır.30 Böylece etiğe ilişkin bir kavram olarak özgürlük bireysel düzlemde değil toplumsal düzlemde ele alınmış olur. Özgürlük, rasyonel bir temelde, toplumsallık içinde kendi kaderini belirlemedir.31 Brecht de bu düşünceyle koşut olarak Tiyatro İçin Küçük Organon’da şunları söyler: 27 Brenkert, a.g.e., s.32. Tuncay, a.g.e., s.26. 29 Brenkert, a.g.e., s.121. 30 Brenkert, a.g.e., s.124. 31 Steven Lukes, Marksizm ve Ahlak, (Çev. Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 105. 28 “...Doğada gerçekleştirilen köklü değişimler gibi, toplumda gerçekleştirilen köklü değişimler de bir özgürleştirme eylemidir. Ve bilimsel bir çağın tiyatrosuna düşen özgürlüğe kavuşmanın sevinçlerini iletmektir...”32 Bu yöneliş, bir değer olarak özgürlüğün farklı bir biçimde ele alınışı ve tiyatronun bunu gerçekleştirme yolunda yeni bir işlevle yükümlü kılınmasıdır. Marx’ın etiğinde özgürlüğün gerçekleştiriminin önündeki engel ise yabancılaşmadır. Yabancılaşma özgürlüksüzlüğü oluşturan ve ortadan kaldırılmasıyla insanın kurtuluşunu getirecek faktörleri içerir. Filozof yabancılaşma kavramını özellikle modern toplumda yaygın olarak görülen bir insani hastalığı veya işlev bozukluğunu belirlemek ya da tanımlamak için kullanmıştır. Bu hastalığı; “doğal olmayan ayrılık” ya da “insanın kendi yarattığı şeyin tahakkümü” gibi imge veya metaforlarla örneklenen çok çeşitli fenomenlerin şu ya da bu biçimde katkıda bulunduğu bir hastalık olarak tanımlıyordu. Böylelikle kapitalist toplum içindeki yaşam, kendisinin beslediği gereksinmelerin tek yanlı ve zorlayıcı karakteri nedeniyle, kendi sisteminin toplumsal ilişkilerinin araççı, karşılıklı ilgisizliği körükleyen ve çatışmacı karakteri nedeniyle, ayrıca bu ilişkilerin “fetişe benzeyen” bir biçime bürünmesi nedeniyle, toplumsal bütün sınıfların üyeleri için yabancılaşmıştır. Bu sistemde, insani olmayan, karmaşık, doğal olmayan hayali iştahlar sürekli kabartılır. Bunun için her türlü iyicil eylem hırsın karşısında boğulmalıdır. Giderek insan, aşağılanmış, köleleştirilmiş, yüzüstü bırakılmış, sefil bir varlık durumuna gelir.33 Sonuç olarak kapitalist sistem içinde insan, kendi varlığının yaşamdaki görünümüne uygun bir toplumsal zeminden yoksun kalır. Bu durum Brecht’in, Sezuan’ın İyi İnsanı’nda Shen-te ‘nin şu sözleriyle de vurgulanmaktadır: “...Shen-Te: Evet benim. Hem Shui-Ta hem Shen-Te’yim Benim ikisi de. Şu eski buyruğunuz var ya İyi ol ve yaşa diye İşte yıldırım gibi o böldü beni ikiye. Bilmiyorum neden? Başkalarına iyilik derken Kötülük ediyorum kendime. Çok zor, kişinin yardım etmesi Başkalarına ve kendisine... ... Nereden neyi alsaydım Bertolt Brecht, Tiyatro İçin Küçük Organon, (Çev: Ahmet Cemal), Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 1993, s.80. 33 Lukes, a.g.e., s.113. 32 Herkesin ihtiyacı varken? Kendimden alabilirdim ancak! Ama bu da yıkıp geçti beni!...”34 Marxist yabancılaşma şeyleşme ve parçalanmayı da beraberinde getirir. Parçalanma kapitalist dünyanın büyük ölçüde makineleşmeye, uzmanlığa gitmesine ve insanların anlamını ve işlevini kavrayacak durumda olmadıkları büyük bir sürecin sadece çok küçük bir parçası olan işlerle uğraşmalarına sıkı sıkıya bağlıdır.35 Şeyleşme, Yine Brecht’in öğreti oyunlarından olan Kuraldışı ve Kural adlı oyununda bütün açıklığıyla ele alınır. Bu oyun Marxist Komedya kuramı düşüncesiyle en fazla örtüşen oyundur. Şeyleşmenin bütün yan anlamlarıyla gösterilen, toplumsal düşmanlığın arasına sıkışıp kalmış insanların komedyasıdır.36 Oyunda, “iyi” olmak isterken yok olan bir adamın öyküsü anlatılır. Kendisine köle gibi davranan Efendi’sine karşı gösterdiği saf insanlık örneği, adamın vurulmasına neden olur. Fakat, yalnızca kötülüğün kuralını bilen ve bu kurala aykırı her şeyi daha büyük bir suç sayan mevcut sistem, Efendi’nin, yani katilin suçsuzluğunu savunur.37 Bu yaklaşım oyunda Rehber’in şarkısıyla da seyirciye iletilir: “...REHBER: (Şarkı söyler) Sizin kurduğunuz sistemde İnsanlık kuraldışı bir durumdur. Kim ki insanlık gösterir Bundan zarar görür. Siz sevecen görünen herkesten Korkuyorsunuz! Birine yardım etmek isteyeni Engelliyorsunuz! Yanında biri susuzluk mu çekiyor: kapa hemen gözlerini! Tıka kulaklarını: yanında biri inliyorsa! Arkanı dön ve git: birinin yardıma ihtiyacı varsa! Bunları unutanın vay haline! Bir insana İçecek su uzatıyorsun ve bu suyu Bir kurdun içtiğini görüyorsun...”38 34 Brecht, a.g.e., s.241. Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, (Çev: Cevat Çapan), Kuzey Yayınları, Ankara, 1985,s.99. 36 Wright, a.g.e., s.79. 37 Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği, (Çev: A. Kadir, A. Bezirci), Say Yayınları, İstanbul, 1985, s.27. 38 Bertolt Brecht, Kuraldışı ve Kural, Bütün Oyunları, c.4., (Çev: Ayşe Selen), Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 1997, s.129. 35 Bu oyunda da Brecht’in marxist etikle örtüştüğü görülür. “İyi” ile “kötü” arasında bulunan insanoğlunun ikilemini, bu ikilemi görmezden gelen mevcut etik önermelerin geçersizliğini gözler önüne serer. Oyun burjuva ahlakını ve çürümüşlüğünü ortaya koyar. Brecht, mevcut sistem içinde, seyircinin inandığı “doğru”, “iyi” diye nitelendirilen şeylerin çözümlemesini yapar. Oyun Marx’ın Hegel’den yola çıkarak yeniden yorumladığı diyalektik ilişkiye de işaret eder. Sınıflı toplum yapısı içindeki ilişkiler belli bir diyalektiğe dayanır. Hegel Felsefesinde “Efendi-Köle Diyalektiği” olarak anılan bu ilişki başlangıçta özgürlüğün yabancılaşma içinde nasıl yitip gittiğini de verir. Öncelikle Köle’nin kendi varlığını sürdürebilmek için, varlığını efendinin varlığıyla özdeşleştirdiği görülür. Üretimde, Efendi’nin kararlarına bağlıdır ve onun çıkarları için çalışmaktadır. Emeğini Efendi’nin belirlediği ve istediği biçimde kullanmaktadır. Efendi bu durumun bilincindedir, Kuraldışı ve Kural adlı oyunda, Tüccar yani efendi bu durumu şöyle dillendirir: “...TÜCCAR:...(Şarkı söyler), Hasta olan ölür güçlü olan sapa sağlam kalır Böyle olması da iyidir. Güçlü olana yardım edilir, zayıf olana edilmez Böyle olması da iyidir. Bırak düşen düşsün, bir tekme de sen vur ona, Çünkü böyle olması iyidir. Zafere ulaşmak için çaba harcayan yemek yemeğe hak kazanır Böyle olması da iyidir. Çatışmadan sonra ahçı ölüleri saymaz İyi de yapar. Tanrı kimilerini efendi kimilerini uşak olarak yaratmıştır! İyi de olmuştur. Kimin keyfi iyiyse, kendisi de iyidir; kimin keyfi kötüyse kendisi de kötüdür Böyle olması da iyidir...”39 Oysa Köle, Kuli bunun farkında değildir. Varlığını kendi bilincinde Efendi’nin varlığı ile özdeşleştirmiştir ve bunun bilincinde değildir. Üretim için kullandığı güç, yaptığı işi, gerçekleştirdiği iş ve emekte doğal olarak onu biçimlendirmektedir. Ama Köle bu durumun da farkında değildir. Bilinçsiz olma durumu onun gerçek durumudur. Efendi durumun bilincindedir, genel anlamda üretimin, özel anlamda Köle’nin, yani Kuli’nin üretiminin kendi varlığının tümü olduğunu bilir. Üstelik yaşamda kalma koşulları da buna bağlıdır. Buna karşılık Kuli kendi varlığının sürekliliğini, Tüccar’ın, yani Efendi’sinin yaşam koşullarının gerçekleşmesiyle özdeş kılar. Kısaca Efendi’nin mutluluğu Köle’yi de mutlu eder. Oysa 39 Brecht, a.g.e, s.120. emeğin işlemesinden yararlanan sadece Efendi’dir. Köle emeğin yaratıcı gücü olmasına rağmen emeğin yöneticisi Efendi’dir. Fakat bu sürekli değildir. Bir vesile Efendi’nin hem kendi durumunun hem de Köle’nin durmunun, Köle’nin de hem kendisinin içinde bulunduğu durum ile hem de Efendi’sinin içinde bulunduğu durumun farkına varma olasılığı vardır. Bu olasılık, bu bilinçlenme olasılığı Efendi’yi tetikte durmaya zorlar ve giderek bir çatışmaya, toplum ve üretim ilişkileri sonucu ortaya çıkan Efendi-Köle çatışmasına, ölüm-kalım savaşına dönüşür.40 Oyundaki bu diyalektik ilişki oyunun sonunda Oyuncular’ın şu sözleriyle vurgulanır: “...OYUNCULAR: Yolculuğun öyküsü İşte böyle bitiyor. Duydunuz ve gördünüz Alışılmış olanı, olageleni gördünüz. Ama sizden şunu rica ediyoruz: Yabancı olmayanı yadırgatıcı bulun! Alışılmış olanı açıklanamaz bulun! Olağan olan, sizi şaşırtmalı. Kuralı, kötüye kullanım olarak değerlendirin Ve kötüye kullanımı saptadığınız anda Çaresini bulun!...”41 Özgürlüksüzlüğe neden olan yabancılaşmayı, ancak bu maddi güçleri kendilerine bağımlı kılan ve işbölümünü kaldıran kişiler son verebilir. Bu ise topluluk olmadan olanaklı değildir. Her insan kendi yeteneklerini her yönde geliştirme araçlarına yalnızca topluluk içinde sahiptir; dolayısıyla kişi özgürlüğü yalnızca topluluk içinde olanaklıdır.42 Bu toplum insanın saygın olduğu bir toplumdur. Emeğin saygınlık kazandığı, işbirliği ve ortak amaçların veri olduğu bir topluluğa eksiksiz ve bilinçli katılımı sağladığı için özgür bir toplumdur. İnsanın bir amaç olarak yaşadığı toplumda insanın kendisi başattır. Özetlemek gerekirse, Epik Tiyatro ve etik arasında da doğal olarak bir ilişki vardır. Marxist felsefede ifadesini bulan bu yeni etik ağırlıklı olarak çözümleyici bir etiktir, yani metaetiktir. Yargı dile getirmek, norm koymak ya da koyulmuş normları olumlamak yerine, mevcut yapı içinde anlam kazanan değerlerin geçerli olup olamayacakları, akılcı olup olmadıkları sorgulanır. Ancak o zaman egemen ahlakın, egemenin ahlakı olduğu ve akıl dışılığı kavranılabilir ve böylelikle bu yeni etik aracılığıyla gerçekler görünür kılınabilir ve giderek de değiştirilebilir. Bu yöneliş dram sanatının işlevi açısından yeni bir özü oluşturur; Şahin Yenişehirlioğlu, Felsefe ve Sanat, Dayanışma Yayınları, Ankara, 1982, s.73. Brecht, a.g.e., s.130. 42 Akt. Lukes, a.g.e., 116. 40 41 dram sanatına gerçeği çözümlemek ve değiştirmek gibi yeni bir görev yüklenmiştir. Bu yeni anlayış zorunlu olarak yeni bir biçimi getirmiştir ki; biz ona Epik Tiyatro diyoruz. Sonuç olarak; Epik Tiyatro’nun – Etik’le olan ilişkisini daha çok metaetik düzlemde değerlendirmek gerekir, demek hiç de yanlış sayılmaz.