Müslümanların İslamofobyayı Besleyen Hataları

advertisement
MÜSLÜMANLARIN İSLAMOFOBYAYI BESLEYEN HATALARI1
Dr. Emir KAYA
Anayasa Mahkemesi Raportörü
Özet
Bir sosyo-psikolojik vakıa olarak İslamofobya, temelde sorunlu bir iletişim sahasına
işaret etmektedir. İletişim ise en az iki tarafın ortak eylemidir. Tüm tarafların kültür, karakter
ve sosyal yapı analizi şarttır; fakat bu şartın nasıl yerine getirilmesi gerektiği ayrı bir
sorundur. Hariçtekinin eleştirilmesi ayrılıkları daha keskin, fobileri daha kronik hale
getirebilir. Bu nedenle, özeleştiri bir prensip olarak benimsenmelidir.
Bu çalışma bir özeleştiri örneği sunmak çabasındadır. İslam içi ve dışı kaynaklardan
özeleştiri tavrının izleri gösterilerek öncelikle “mevcut eleştirelliğin eleştirisi” yapılmaktadır.
Müslümanların
İslamiliği
kavramı, böylesi
bir ölçümün
mümkün
olup olmadığı
sorgulanmaktadır. Müslümanlığın bir kimlik olarak ağırlığı ve diğer kimlik unsurları
karşısındaki konumu irdelenmektedir. Bu irdeleyiş, tabii olarak, bizzat “kimlik” kavramının
kapsamı, doğallığı, analitik geçerliliği, nihayet sahihliği hakkında bazı soru işaretleri
oluşturmaktadır.
Gerek uluslararası ahval gerekse yerel ve kültürel dinamikler Müslümanların toplumsal
bünyesine nasıl dahil olmaktadır? Bu bünyenin İslamofobya oluşumunda bir rolü olmakta
mıdır? Müslümanların dinle alakası doğrudan kurulamayacak duygusal ve tepkisel
davranışları nelerdir? Bu bağlamda, İslamofobyadan ziyade Muslimofobyadan söz etmek
gerekir mi? Çalışma bu gibi sorulara cevap arama ve İslamofobyanın hedefi konumundaki
Müslümanların mağduriyetlerinin kendilerinden kaynaklanan kısımlarına dikkat çekmek
amacındadır.
*
*
*
1
Üsküdar Üniversitesi tarafından İstanbul’da düzenlenen Uluslararası İslamofobya Sempozyumu kapsamında 30
Haziran 2012 tarihinde sunulan tebliğdir.
1
1992 Çin yapımı bir filmde başrol oyuncusu kadın, bir tartışmanın sonucunda şikayetçi
olarak yetkililere gider.2 Yetkili, taraflara hükmünü şu cümlelerle açıklar: “Sen kendini eleştir.
Sen de kendini eleştir.” İslamofobya gibi kitlesel ayrışmanın görüldüğü her alanda, özeleştiri
çözümün zorunlu koşullardan biridir. Özeleştirinin başarısı ise; arka plan, katılım, bütünlük,
pratiğe dönüş gibi unsurlara bağlıdır.
Arka plandan kasıt, özeleştirinin mümkün ve samimi olmasıdır. Özeleştirinin her
kültürel zeminde aynı oranda teşvik ve iltifat gördüğünü söyleyemeyiz. Gerek gruplaşma
psikolojisinin ve tutuculuğun gerekse toplumsal hafızanın özeleştiriyi zorlaştırdığı malumdur.
Bu engeli aşmak, özeleştirin vuku bulacağı ortamı normalleştirmek başlı başına bir iştir.
Sonrasında ise zaten aşırı siyasileşmiş ve kutuplaşmış bir sosyal alanda siyaseten özeleştiri
yapma tehlikesiyle mücadele edilmelidir. Kaba mücadelenin inceldiği ve stratejilerin
kılcallaştığı bir ortamda özeleştirinin samimi olmaması ihtimali vardır. Oysa bu tavır, olağan
eleştirilerden ve zıtlaşmalardan daha yıkıcı olabilir. Zira kendi hizbinin gücünü pekiştirmek
adına yapılan özeleştiriler kılıçları bilemeye benzer ve uçurumları daha da açar. Son olarak,
kişilerin sadece kendi parametreleri ve jargonları, mevcut düşünce kalıpları kapsamında
özeleştiri yapmaları ihtimaliyle mücadele edilmelidir. Müslümanların sadece din ve dindarlık
bazlı özeleştiri yapmaları, bunun ötesinde sosyal ve metodolojik sorgulamalar yapamamaları
bu ihtimale bir örnek olabilir. Tüm bu engellerden kurtularak, daha derin ve samimi bir
tavırla, ortak insanlık değerleri açısından hangi hataların yapıldığına dair muhakemelerin
zenginleştirilmesi özeleştirinin saiki olmalıdır.
Katılım ise bir çatışmanın tüm taraflarının özeleştiriyi benimsemesini ifade eder. Tek bir
tarafın özeleştiri yapması yeterince verimli olamaz. Bununla beraber büsbütün kıymetten ari
değildir. Özeleştiriyle kendine ait kusurlardan sıyrılabilen taraf, dolaylı olarak diğer tarafı da
uzun vadede dönüştürebilir. Bu süreç çok zorlu sınavlarla dolu olacaktır. Fakat çözüme
götüren yollardan biridir ve belki de en güzelidir. İslamofobya konusunda ideal olan; bir
yandan islamofobların Hıristiyanlık, sekülerizm ve hümanizm gibi mensubu olduklarını iddia
ettikleri felsefelerde derinleşmesi ve kapsam kazanması, diğer yandan Müslümanların İslam’ı
ontolojik bir seviyeden süzerek toplumsala bağlamasıdır. Bu yönde istekli olma, bütün
dinlerin ve felsefelerin tabileri için ve bütün sosyal problemlerin çözümü için bir gerekliliktir.
Bütünlük, özeleştirinin bizzat işleyişine dair önemli bir prensiptir. Sosyal ve kültürel
alanda uyuşmazlık halinde olan farklılıkların zihin planında bir bütünlüğe ve ortak kadere
bağlanmasını ifade eder. Zihinde iki nazar, iki çözüm, iki politika, kısacası çifte standart
yoktur. Özeleştiriyi yürütenlerin; karşılıklı bağlılık, olgulara maruz kalmada beraberlik gibi
2
The Story of Qui Ju.
2
gerçeklerden hareketle, ortak iletişim sahası açısından makul sayılacak çözümleri kendi
düşünce dünyalarından devşirmeleri gerekir.
Sayılan teorik unsurları beraber değerlendirdiğimizde, karşıtlık hissinden bağımsız
olarak özeleştiri kültürünün geliştirilmesi bir hedef şeklinde ortaya çıkar. Kişinin kendi
dini/felsefesi açısından muhalifleriyle temas noktalarını soruşturması, ayrışmanın altında veya
üstünde uzlaşma kanalları araması, kısacası temel insani bağlantıları kavraması ve toplam
iyiliği arzulaması zarureti anlaşılır. Yine doğal bir zaruret olarak, başarılı özeleştirinin
dördüncü unsuru olan pratiklik bu safhada kendini dayatır. Pratiklikten kasıt, özeleştirinin
sonucu olan bulguların reel hayatta gerek kanun gerekse kültür araçlarıyla düzenlenmesidir.
Bu aşama, aynı zamanda diğer unsurlardaki başarının test edilmesine de şahit olur. Özeleştiri,
sahibinde, kendine odaklanan fakat sonuçta bütünü iyileştiren kararlar ve eylemler şeklinde
zuhur etmelidir.
Bu noktada muhtemel iki tereddüdü bertaraf etmek gerekmektedir. Birincisi,
önerdiğimiz bu yol epistemolojik anlamda mutlak bir değere sahip değildir. Yani özeleştiriyi
oluşturan sorgulayışlar saf ve kesin bilgi ürünü değildir. İkincisi, özeleştiriyi ahlaki bir yol
olarak da öne çıkarmıyoruz. Aksi halde “Özeleştiri yapan iyi ve mütevazi insan, yapmayan
kötü insan.” gibi bir ayrım üzerinden sürtüşmeler katman kazanabilir. Peki özeleştiri kesin
bilgiye veya ahlaklı olmaya bağlanmıyorsa nedir?
Özeleştiri, sorunları gerçekten çözmek isteyenlerin hem ihtiyacıdır hem de metodudur.
Özeleştiri Örnekleri
İslamiyet’te özeleştiriyi önemli bir konumda buluyoruz. Kuran-ı Kerim’deki nefs-i
levvame ibaresi “kendini kınayıcı olma” istikrarını anlatır. 3 Sıradan her insan ruhen destek
bulmadıkça hakikate kapalı emmare nefse -büyük ölçüde şuursuzca- tabidir. 4 Manevi
olgunlaşma benliğini fark ve kritik etmekle başlar. Yine hadis kitaplarında Fiten başlığı
altında ekseriyetle Müslümanların ahvali ile ilgili tespitler görmekteyiz. Bu ahval pek çok
gaflet, dalalet, yozlaşma ve çözülme emareleri içerir. Bu hadislerle Müslümanların tezyif
edildiğini iddia etmek mümkün değildir. Öyleyse bir özeleştiri yönlendirmesi yapılmaktadır.
Müslümanların çoğu hata içinde olan pek çok fırkaya ayrılması, camilerin artıp hakiki
müminlerin azalması, kişilerin aynı günün sabahı ile akşamı arasında bile bir iman tutarlılığı
3
4
Kıyamet Suresi, 75/2.
Yusuf Suresi, 12/53.
3
gösterememesi, din bağlarının birer birer çözülmesi, sünnetlerin bidat ve bidatlerin sünnet
addedilmesi gibi hadisler malumumuzdur. Biz bu hadislerle bağlantılı ya da bağlantısız olarak
Müslümanları dini yönden yargılayacak bir konumda değiliz. Bu haddimizin üstündedir.
Lakin bir yandan Müslümanların kendi dindarlıkları bağlamında uyarıldığını görüyor, diğer
yandan İslamofobyadaki “İslam”ın sıhhati hakkında tereddütlere yol alıyoruz: Belki de sorun
İslamofobya değildir, İslam’ın girdiği kalıba ve girdiği forma dair bir fobidir. Tabii bizim
işaret ettiğimiz hadisler sayesinde tasavvur edebildiğimiz bu ayrımı fobi sahipleri yahut iyi
niyetli gayrimüslimler yapamayıp vakıayı doğrudan İslam’a bağlayabilir ya da İslamofobya
teriminde ısrar edebilirler.
Said Nursi Münazarat adlı eserinde “Herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması
lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez.”
şeklindeki tespitiyle İslamofobyanın mahiyeti hakkındaki sorgulamalarımızı destekliyor.
İslamofobyanın, Müslümanların Müslüman olmayan sıfatları sebebiyle oluşması ihtimalini
düşündürüyor. Saygın bir mesleğe mensup olan bir kimse mesleğiyle alakasız bir hata yapsa,
o hata toplumda yine de kişinin mesleği üzerinden yargılanabilmektedir. Bunun gibi,
Müslümanların dinle zıt yahut ilgisiz hataları da Müslüman kimliği kapsamında
görülebilmektedir. İki durumda da kimliğin ortaya konması ve algılanması açısından kusurlu
bir alışkanlık ve şartlanmışlık olduğu aşikardır.
Kimlik konusunu detaylandırmadan önce şunu da belirtmek gerek: Özeleştirinin saf
dindarlık sahasında (az ibadet/itaat – çok ibadet/itaat arasında) yapılmasının da aslında
özeleştirinin potansiyelini azalttığını düşünüyoruz. Bu tavırda; ibadete, itaate, dinin
umdelerine ve gereklerine ilişkin önyargılar vardır. Özeleştirinin benlik ve akıl sahasında
yapılıp dinin sunduğu tüm malzemelerden yardım alınması daha sağlıklı olacaktır.
Son olarak, özeleştirinin sadece İslami literatürde yer almadığını, batıda da zaman
zaman bu yönde olumlu gelişmeler yaşandığını ifade etmemiz gerek. Yakın geçmişte
başlanan ve Avrupa Birliği fonuyla desteklenen Religare projesini bu bağlamda zikredebiliriz.
Religare projesi Avrupa’nın sekülerizminin yerelliğini ve Hıristiyanlığa tepkisellikle
oluşturduğu söylemleri kritik ederek daha esnek, ideolojik yüklerden arınmış ve gerçekçi bir
din-devlet dengesi oluşturma gayesine yönelmektedir.
Müslümanların Sosyal Profili
4
Müslümanların dini profilini çizemeyeceğimi belirttim. Bununla beraber, sosyal profile
dair bazı tespitlerle özeleştiri kanalları açabilmek ümidindeyim.
Her şeyden önce, “Müslüman”ı bir sabite olarak mı düşüneceğiz? Müslümanlar “Evet”
derlerse yaptıkları her şeyin bir Müslüman ve İslam imajı oluşmasına katkı yapmasına razı
olmalıdırlar. “Hayır” derlerse daha derin ve dinamik bir anlayış mümkün olur. Ben tekfir
mülahazalarından tamamen ayrı olarak bu soruya “Hayır, Müslümanlık akademik
değerlendirme açısından bir sabite değildir.” diye cevap veriyorum.
Bu cevabım bazı itirazlar oluşturabilir. Zira kimlik kaygısının ve kavgasının had safhaya
ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Kimlik kavramının tanrısallaştırıldığını bile iddia edebiliriz.
Kanımca konunun en problemli kısmı da burasıdır. Müslümanlıktan benim anladığım Allah’a
rabıtayla yaşamaktır. Allah’a nispetle kimlik iddia edilemeyeceğine göre, kimlik nedir?
Kimlik sosyal bir olgudur ve diğer insanlara referansla gelişir. Kimlik arayışındaki ve
kavgasındaki Müslümanlar sosyal kayboluşlarına dini bir anlam yüklemektedirler. Bu
tamamen psikolojik bir olaydır. Tanımını ve yerini bulamamış her insan önce yönelimler
yaşar, sonra bu yönelimler üzerinden tanım kazanır. Kişiler benlik anaforlarını klasik
anlamdaki menhiyat ve şehvaniyet içinde değil, bizzat dini metinler ve yaklaşımlar üzerinden
yaşarlar.
Bir psikolojik ihtiyacı paylaşan insanlar için en kolay çarelerden biri gruplaşmaktır.
Müşterek ortamlar, tarzlar, söylemler, semboller yoluyla kişiler birbirlerinin kimlik arayışını
kolaylaştırır, hatta çözüme ulaştırır. Tüm bunlar psikolojik olarak normal olmakla beraber,
normal
olmayan
sosyo-psikolojik
olayların
dini
hüviyete
bürünmesidir.
Din
kimlikselleştirilerek hedef haline getirilmektedir. Zira her sosyal iddia, her gruplaşma tepkiler
oluşturur. İddiaların kuvvetince tepkiler de kuvvetlenip sistematikleşir. İslamofobyaya biraz
da bu açıdan bakmakta yarar vardır.
Türkiye’de çok suiistimal edilmiş fakat aslında çok ciddiye alınması gereken bir ibare
var: “dini istismar”. Bizzat bu ihtimal istismar edilerek çok haksızlıklar yapılmıştır. Fakat
özeleştiri
boyutunda
Müslümanlar
dini
istismar
hakkındaki
muhasebelerini
hassaslaştırabilirlerse ihtimal ki bazı kusurlarla karşılaşılacaktır. Müslümanların eylemlerinin
ne kadarı nura, safiyete, arınmışlığa ve kurtulmuşluğa işaret etmektedir? Sadece görünüşe
bakan, belli simgeleri algılamaya hazır, belli formüllere koşullanmış insanların iletişiminin,
simgelerin altındakine aykırı düşmesi ve zarar vermesi akla çok da uzak görünmemektedir.
Kimlikleştirmeyle başa baş giden bir diğer problem de kültürleştirmedir. Din, her millet
için aynı anlamı taşıyan ortak bir kulvar değildir fakat kültür yani “olanı doğuran şartlar”
5
evrensel bir mukayese sahası açmaktadır. Ekonomik, teknolojik, askeri, politik ve diğer
alanlarda geri kimseler aslında kültür alanında geridirler. Kültürel rölativizm çerçevesinde
düşünürsek “geri” değil “ham”, “hasta” gibi kelimeler kullanmak gerekir. Her halükarda
mağlubiyet sahası kültürdür. Bu sahayı takviye için yine din imdada çağrılmaktadır. Nitekim
büyük ve samimi Müslüman şuurunda din en büyük kuvvet kaynağıdır. Fakat din istimal
edilen değil eden, sevk edilen değil eden bir güç olduğunda anlamlıdır. Dinin bu bağlamda
şahsi ve içtimai boyutlardaki fonksiyonlarını, aktif ve pasif hallerini ayırt etmek zorlardan zor
bir iştir. İslam terminolojisiyle olaya bakarsak emmare nefsin dini dahi kendine malzeme
yapabileceğini görmemiz gerekir. Böyle olunca din, aslında sosyal bir proje olan
kültürleştirme çabasının bir unsuru olur, kültleşir. Bu çabada tarih, milliyet, mefkureler,
sanat.. her şey harmanlanır. İdeolojileşen, kitleselleşen, güçlenen ve İslam şeklinde gösterilip
görünen olgu İslamofobya paralelini kendisi besler.
İslamofobya arka planında kültürleştirmeden ayrı olarak bir de kültürellik söz
konusudur. Birincisi yapay bir yaratım çabasını, ikincisi ise doğal bir alışkanlığı ifade eder.
Bilhassa batı ülkelerinde kültürlerinde ısrar eden Müslümanların, İslamofobya tahribatını
artırdıklarını ve kısmen hak ettiklerini itiraf edelim. Tabii burada katiyen toptancı bir
yaklaşım içine giremeyiz: Kültürle dinin iç içe geçtiği alanlar nedir? Ayrışma bölgeleri
nelerdir? Müslümanların feragat etmeleri gereken kültürel vasıfları ve alışkanlıkları nelerdir?
Gittikleri yerin kültürüne katabilecekleri zenginlikler nelerdir? Bu sorgulamaların sürekli
yapılması gerekmektedir.
İngiltere’de birbirine bitişik bir bar ve bir mescit gözlemlemiştim. Dinin çirkin ve hoş
göreceği bu iki farklı mekan kanaatimce kısmen kültürellik noktasında birleşiyordu. Bunun en
basit
delili
muhtelif
milletlerden
olan
Müslümanların
cami
adabı
konusunda
uyuşmamalarıydı. O derece ki, tamamen kitaplar yoluyla İslamiyet’ten haberdar olan ve bir
süre sonra Müslüman olan bir arkadaşım zaman sonra camiye giremez hale gelmiş, belki de
bir fobi geliştirmişti. Camide, Müslümanlar arasında bile ciddi bir kültürel mevcudiyet, hatta
ayrışma varken Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrışmaları yekten art niyete ve
İslamofobya ayıbına yormak haksızlık olur.
Esasen Müslümanların bir yandan İslam’ın güzelliklerini diğer yönden İslamofobyayı
konuşmaları bir çelişkidir. Müslim-gayrimüslim temasları yeni değil, 1400 yıllık bir olgudur.
İslam’ın alanının bu süre zarfında genişleyip daralmasını İslam soyutuna bağlamak mümkün
değildir. İslamiyet’te, Müslümanların saf imani nedenlerle çektikleri zorluklar dinin ve
hayatın tabii parçaları olarak görülmekte değil midir? İslami literatürde bu zorlukları
6
çektirenler üzerinde birincil mahiyette durulmamıştır. Oysa İslamofobya gibi kavramlarla
bugün dikkat odağında kayma oluşmaktadır. Belki de bu dini değil, kimliksel bir zorlanma
yaşandığının bir itirafı olarak düşünülmelidir. Burada hatırlatalım: Kastım dini yargılama
yapmak değil; sorunun özünde dindarlıkla ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Sorun belki
bilgi, belki anlayış, belki de kültür zemininde; henüz hakiki dindarlığın belki ufkumuza bile
girmediği bir yerde olabilir.
Bu gözlemlerle İslamofobya eleştirelliğine bir eleştiri getirebildiğimi umuyorum.
Daraltılmış ve kültleştirilmiş din algısının ve simgelerinin dışında psikolojik ve sosyopsikolojik sorgulamalar yapılması İslamofobyanın Müslüman tarafının en ciddi ihtiyacı olan
özeleştiriyi bir parça tatmin edecektir.
7
Download