Oryantalizm ve Avrupa Birliği

advertisement
Hilmi Yavuz: Alafrangalığın Tarihi. Geleneğin tasfiyesi ya da yeniden üretilmesi.
İstanbul: Timaş Yayınları, 2009.
Oryantalizm ve Avrupa Birliği
s. 221:
Önce, koyu bir Katolik olan Helmut Kohl baklayı ağzından çıkardı ve biz fena halde
içerledik. Daha sonra da Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grup Başkanı
Wilfried Martens’den duyduk: Türkiye, Avrupa Birliği için tam üyeliğe aday bir ülke
değil! „Çünkü“ diyor Martens, „bizim önümüzde şu anda bir Avrupa medeniyeti
projesi duruyor!“
Bu sözlere fena halde içerledik gerçekten. Hıristiyan Demokrat Partililerin
‚içlerindeki bağnazlık ve ayrımcılık zehrini’ dışa vurduklarını söyleyenler çıktı;
‚bunlar Türkiye’nin medeniyetin beşiği olduğunu unuttular mı?’ diyenler de! Kohl’ün
ırkçı ve dinci bir fanatizm ile malûl olduğunu da hatırlamamıza vesile oldu bu
tartışmalar... Ama bütün bu kuru gürültü, sonucu değiştirmiyor: Avrupa Hıristiyan
Demokratlar Zirvesi’nde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda aşılamayacak
sorunlara sahip ve öteki adaylardan (Doğu Avrupa ülkeleri) farklı bir ülke olduğu
gerekçesiyle ‚liste dışı’ bırakılması görüşü benimsendi. Asıl gerekçe, ‚medeniyet
farkı’ elbet...
Medeniyet farkı, ya da Samuel Huntington’ın deyişiyle, ‚medeniyetler çatışması!’
Huntington, Kohl’ün ve Avrupalı Hıristiyan Demokratlarının önündeki ‚medeniyet
projesi’nin entelektüel öncüsü. Globalleşen dünyada „mücadelenin asıl kaynağının
ideolojik ve ekonomik olmayacağını; insanlıkta222:
ki büyük bölünmelerin ve hâkim mücadele kaynağının ‚kültürel’ olacağını söyleyen
Huntington değil miydi? ‚Medeniyetler birbirinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en
önemlisi de din yoluyla farklılaşırlar’ diyen de o!
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İnsan hakları, demokrasi vb. konusunda öne
sürülen taleplerin birer ‚bahane’ oldukları açık! Gerçek neden, medeniyetlerin ‚din’
yoluyla birbirlerinden farklılaşmaları! Huntington’a göre, ideolojik bölünmeler
ortadan kalkınca, ‚Avrupa’nın bir yandan Batı Hıristiyanlığı ve Ortodoks
Hıristiyanlığı arasındaki, öte yandan da İslam’la kendisi arasındaki kültürel
bölünmesi’ yeniden ortaya çıkmıştır. Yeniden, çünkü Batı ve İslam medeniyetleri
arasındaki ‚fay kırıkları’ boyunca süregelen mücadele, 1300 yıldan beri var. 1300
yıldan beri, dikkat edilsin, yani Müslümanlığın ortaya çıkışından beri...
İslam’a bu karşı koyuşun, bir ‚medeniyet çatışması’ olarak meşrulaştırılmasının tarihi
bir hayli eski. Huntington, aslında yeni bir şey söylemiyor; oryantalist söylemi
tekrarlıyor. Gene de, Avrupa Birliği Hıristiyan Demokratlarının bir ‚medeniyet
projesi’nden söz ediyor olmalarını özel bir anlamı var. Bir kere, Edward Said’in
Covering Islam’da1 dile getirdiği durumun değiştiği anlaşıyor. Said, „İslam’la karşı
karşıya getirilen Hıristiyanlık değil, hep Batı olmuştur.“ diyor ve bunun nedenini
şöyle açıklıyordu: „Çünkü varsayıma göre Betı, Hıristiyanlığı aşmış, ana dini
Hıristiyanlıktan daha büyük bir şey olmuşken İslam dünyası farklılaşmış toplulukları,
tarihleri ve dillerine karşın dinin, ilkeliğin ve geriliğin çamuruna saplanıp kalmıştır.“
Oysa şimdi ne görüyoruz? Batı, kendisini bir ‚medeniyet projesi’ olarak
Hıristiyanlıkla özdeşleştiriyor ve bu kimliğini açıkça ortaya koyuyor!
1
Edward Said: Covering Islam. London: Vintage 1997
Hilmi Yavuz: Alafrangalığın Tarihi. Geleneğin tasfiyesi ya da yeniden üretilmesi.
İstanbul: Timaş Yayınları, 2009.
223:
Dedim ya, Avrupa Birliği Hıristiyan Demokrat Grubu’nun bu tavrına fena halde
içerledik. ‚Medenî’ sayılmamak ya da bir ‚medeniyet projesi’nin dışında bırakılmak,
en azından son yüzyıldan beri ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ni tutturabilmek için yırtınan
bir ülkenin insanları olarak bizi derinden yaraladı. Öyle ya, bunca çabadan sonra, hâlâ
‚medenî’ sayılmamak, gururumuza dokunmaz olur muydu? Biz kendimizi
‚medenîleşmiş’ sayıyorduk ya, nasıl oluzor da Avrupa bunu görmezlikten geliyordu?
Aslında, bu son gelişmelerin bizi asla şaşırtmaması gerekirdi. Yıllardan beri,
Avrupa’nın kendilerinden olmayanlara haydi adlı adınca söyleyeyim, Hıristiyan
olmayan ‚öteki’lere karşı sergilediği zyhniyet yapısının temelinde Oryantalizmin
çöreklediğini bilenler, Huntington’ın ya da Avrupa Hıristiyan Demokratlarının öne
sürdükleri görüşlere hiç şaşırmadılar.
Hepimiz şunu iyice kafamıza sokmalıyız: Avrupalı için (İster Hıristiyan demokrat,
ister sosyal demokrat, ne olursa olsun!) Türkiye’nin ‚Avrupalı’ sayılması söz konusu
olamaz! İnsan hakları ihlalleri, sosyal ve ekonomik bakımdan geri kalmışlık vb.
argümanlar, bir Hollandalı gazetecinin, Jos Krassen’in söylediği gibi, ‚bahaneden ve
ikiyüzlülükten’ başka bir şey değildir! Gerçek sorun, Türkleri Avrupa medeniyetinin
bir parçası olarak kabul edememekten kaynaklanmaktadır. Krassen şöyle diyor:
„İdeolojik savaş sürerken ve Sovyet tehdidi Avrupa’nın öncelikli endişesiyken,
Türklerin başka dinden ve başka medeniyetten olmalarının hiç önemi yoktu. Ne
zaman ki, soğuk savaş son buldu ve Türklerin artık Avrupa savunmasında bir rolü
kalmadı, işte o zaman Avrupa gerçek yüzünü Türklere gösterdi. Böylece aldatmaca
son buldu.“
Kenimizi aldatmayalım ve bu aldatmaca artık son bulsun diyoruz, ama bit türlü son
bulmuyor. Nilüfer Kuyaş’ın
224:
Berlin’de araştırma yapan sosyal bilimcilerimizle yaptığı bir konuşma esnasında Prof.
Dr. Murat Çizakça, Arnold Toynbee\nin ‚hiçbir ülke, Türkiye gibi Batılılaşmaya
çalışmamıştır’ sözünü aktarmış ve Uygarlık Sınavında2 adlı kitabına atıfta bulunarak
Toynbee’nin, Avrupa’nın hiçbir zaman Türkiye’nin Batılılaşma çabalarını ciddiye
almadığını, bu çabaları ‚küçük gördüğünü’ söylediğini belirtmiş. Prof. Çizakça’ya
göre, Toynbee, şunları yazıyormuş: „Türkiye’yi küçük görmekte haklıyız. Çünkü bizi
taklit edene niçin saygı duyalım? Ben ancak medeniyetime katkıda bulunabilecet
olana saygı duyarım.“
Toynbee’nin sözleri yeteri kadar açık. Avrupalı için Türkiye’nin XVIII. yüzyılın son
çeyreğinden itibaren Batılı olam çabaları, bir ‚taklit’ten başka bir şey değildir!
Toynbee’ye göre ise, taklidin bir değeri yoktur. Mukallidi küçük görüyor Batılı, adam
yerine koymuyor! Adam yerine konulmadığımız, elhak, bundan daha veciz bir
biçimde ifade edilemezdi.
2
Civilization on Trial (Oxford University Press 1948) dt. Kultur am Scheidewege, Wien und Zürich:
Europa Verlag 1949
bk?: Ali Hallaç: Cumhuriyet
http://siir.edebiyat.org/siir/siir.asp?siir_id=38394&sair=7124&sira=16&adet=66
Hilmi Yavuz: Alafrangalığın Tarihi. Geleneğin tasfiyesi ya da yeniden üretilmesi.
İstanbul: Timaş Yayınları, 2009.
Türkiye Batılı olmamamıştır ve olması ihtimali de yoktur! Taklitle Batılı olunmaz.
Ama ne olmuştur, bu taklit Türkiye’de oryantalist bir elitin, bir Bihruz Beyler3
takımının, rahmetli Cemil Meriç’in ifadesiyle bir ‚cavalacoz taifesi’nin ortaya
çıkkasına yol açmıştır. Bu taife, daha önce de yazdığım gibi, ‚sömürge entelektüeli’
misyonudur (Edward Said, ‚sömürge entelektüelleri’ deyişini, kendilerini Avrupa
kültürüyle tanımlayan ve sömürgeci ülkeyi ‚anavatan’ sayan aydınlar için kullanıyor.)
Sömürge entelektüeli için ‚medenî’leşmek, kendi ülkesini yaşanmaz, kendi halkını ise
tahammül edilmez bulmak demektir...
Şimdi gelin de Cemil Meriç’i hatırlamayın. Üstad, Jurnal’inde şöyle demişti:
„Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar, Türkiye’yi yaşanmazlaştıranlardır.“
((bunun metinin son))
3
Bhiruz Bey ist die Hauptfigur in dem realistischen Roman „Araba Sevdası“ von Recaizade Mahmud
Ekrem (1896), er spricht in Istanbul mit dem Kutscher, dem Schneider, dem Kellner und dem
Schuster nur Französisch.
Download