İDEOLOJİK OLARAK ULUS NEDİR EKONOMİK

advertisement
İDEOLOJİK OLARAK ULUS NEDİR
EKONOMİK ALTYAPISI NASIL ANLAMLANDIRILMALIDIR?
Yar. Doç. Dr. Nazım Beratlı
Girne Amerikan Üniversitesi/ Kıbrıs
Amerika’nın keşfi ile Avrupa’ya akan altınların yardımı ve diğer büyük
keşiflerin sunduğu olanaklarla zenginleşen tacirler, giderek sanayie de yönelmiş
ve orta çağ’da, aristokrat şatoları ile köyler arasındaki iletişimin sağlandığı ara
yerleşim birimlerinin (Bourg) sakinleri olan bu insanlar, (Bourgoise = Burglu=
Burjuvazi) giderek paraya kayan değer ölçüsüne sahip olmanın etkisiyle,
ekonominin dizginlerini ellerine geçirmişlerdir. Oysa politik güç, halâ kralın temsil
ettiği aristokrasinin elindedir. Ülke, aristokrasinin çıkarlarına uygun olarak
yönetilmektedir ama onların çıkarları, toplumsal ilerlemenin çıkarlarına ters
düşmektedir ve ekonominin egemenleri, aristokrasinin keyfi olsun diye iflas
edecek değildir.
Üretilen bir metanın pazara ulaştırılması esnasında, geçilen her derebeyinin
bölgesinde o beye ayrı bir vergi verilmekte, bu da maliyeti artırıp, tüketimi
düşürmektedir. Sonuçta burjuvalar ile, aristokrasinin çıkarları çelişmekte olup, hem
genel olarak ekonominin ve hem de bu yeni üretim biçiminin dinamik gücü olan
burjuvazinin çıkarları, mal ve paranın serbestçe dolaşacağı ortak bir pazarı
dayatmaktadır.” doğal sınırlarla çevrilmiş, halkının ayni dili konuştuğu tek bir
pazar”... Bir başka söylemle : Ulusal Pazar...
Ekonominin dinamik gücünü oluşturan bu yeni sınıf, krallığı devirip, hem
kendinin ve hem de toplumun çıkarlarına uygun, yeni bir nizam kurmaya girişir.
Bu yeni düzende artık imparatorlukların yerini, ayni dili konuşan insanların
doğal sınırlarla çevrili olarak birlikte yaşadıkları topraklarda kurulacak, Ulus
Devlet alır. Ulus Devlet’te, herkes özgür vatandaş olacak, demokrasi uygulanacak,
(mümkünse) cumhuriyete geçilecek, egemenlik kiliseden ve güya Tanrı’nın yer
yüzündeki temsilcisi olan kraldan alınıp, halka(ulusa) devredilecek, bölünmez ve
paylaşılmaz olacak, dünya ile ahret işleri birbirinden ayrılacaktır.1 Başlıca
teorisyeni J.J.Rousseau olan bu yeni ideolojinin ulus devlet kuramı, adı geçen
düşünürün Toplum Sözleşmesi isimli eserinde, vücut bulur.
1
- J. J. Rousseau -Toplum Sözleşmesi - Öteki Yay. Ankara 1999
ÜÇ FARKLI ULUSÇULUK ANLAYIŞI:
“Ulusçuluk” doğup büyüdüğü batı Avrupa’da iki disiplin gösterir:
Fransızlar, bunun ne olduğunu bilir, sınıfsal ve ekonomik zemininden
koparmadan, bir politik kavram olan bu terimin içini boşaltmaz, devletle ulusu
özdeşleştirirler. Bu anlayışa göre, “ortak bir siyasi irade gösteren, bir devlete
vatandaşlık bağı ile bağlı olan” insanlar bir ulusu oluştururlar. Yani ortak bir
pazarda yaşayıp, ortak çıkarları olan insanlar, bir ulusturlar...
Kendisi Sorbonne’da siyaset bilimi okuyan ve Sorel’in doğrudan öğrencisi olan
Akçura da ulusu böyle görür...
Almanlar’a göre ise ulus, bir etnik köken meselesidir... Avrupa’da en geç
uluslaşan millet olan Almanlar’ın, ulusal pazarı birleştirmek üzere böyle bir tez
ileri sürmekten başka seçenekleri yoktu çünkü, onlarda burjuvazi bir Pazar ihtiyacı
oluşturacak aşamaya geldiğinde, Fransa’daki gibi bir krallık yönetiminde değil, her
biri bir başka devlet olan, bölük pörçük bölgesel prenslikler yönetimine
yaşamaktaydılar. Bütün o devletçikleri birleştirmek için, etnik köken birliğinden
başka sarılabilecekleri başka bir silah, bulunmamaktaydı... Bundan dolayı, Fransız
tipi ulusçuluk, modern ulusçuluğa daha yakın: politik bir bağ olarak görür ulusu...
Alman tipi ulusçuluk ise romantik bir kan, soy-sop ilişkisi olarak yorumlar...
Doğu Avrupa’da, üçüncü bir ulusçuluk tipi gelişmiştir. Üretim biçiminin bir
burjuvazi yaratamadığı yani ekonomik bir ihtiyaç bulunmayan koşullarda; ulusçu
düşüncelerin topluma küçük burjuva aydınlarınca sokulduğu bilinir. Genel
anlamda, Alman romantiklerinin etkisinde gelişen bu süreç, en uç örneğini ise
“Balkan Ulusçulukları”nda (Sırp, Bulgar, Arnavut, Makedon ve Hellen) bulur! Bir
bakıma en etnosantrik ulusçuluklar, kendini Balkanlar’da göstermiş olan bu
ulusçuluklardır. “Balkanlaşma” terimi, günümüzde dahi parçalanmayı ifade ediyor.
Günümüzde dahi Ulus, ne olduğu konusunda genel bir konsensus bulunan bir
kavram değildir. Kedouri, ulus için “19.yy başlarında Avrupa’da icat edilmiş bir
teoridir” der.2 Gellnier ise ulusçuluğun ulusların uyanması ile gelişmediğini, tam
tersine ulusları ulusçulukların yarattığını ileri sürer.3 Smith, bu iddiaya katılmakla
2
- Anthony D. Smith, Milli Kimlik s. 117 İletişim Yayınları, İst: 1991
3
- age. S. 117
birlikte, bunun herhangi bir ideolojiden daha fazla “icat edilmiş” olmadığını
düşünür.4 Ona göre ulusçuluk siyasi bir ideoloji, toplumsal bir hareket ve bir
kültürel türdür!
Yaşamı boyunca, işin sadece teorisi ile ilgilenmenin ötesinde bir “ulusal
çatışmanın” içinde yaşayan bu satırların yazarına göre ise yukarıdaki tanımlar
doğru olmakla beraber, yetersizdir. Ulus ve ulusçuluk, bir ideoloji olmanın
ötesinde, ekonomik zemini de hiç akıldan çıkarılmadan, bu tanımların çok
ötesindeki bir tarihsel, kültürel kategoridir.
Bu düşünce ilk defa 18.yy sonlarında, Montesqiueu ve J.J. Rousseu’nun
yazılarında kendini göstermiştir. Daha sonra, Herder “kültürel milliyetçilik”
kavramını geliştirmiş, ulusçuluğun deyim yerinde ise “populistleşmesi”ni,
sağlamış, Alman romantikliğinin de temellerini atmıştır. Fransız tipi ulusçuluk
denilen düşünce biçiminin düşünür olarak doruğunu oluşturan ise Renan’dır.
Almanya’da bu düşünce Herder, Fichte, Schlegel ve diğer Alman romantiklerinin
etkisi ile Alman Tipi dediğimiz, etnosantrik ulusçuluğa dönüşmüştür. Örneğin
“self-determinasyon” fikrini ilk ortaya atan ne Wilson ne de Lenin’dir. Bu fikrin
babası, İmmanuel Kant’tır. “Her ulusun bir de devleti olur” fikri, politikacılardan
önce, ulusçu düşünürlerce ileri sürülmüştür.
Fransız ulusçuluğu Renan, Alman ulusçuluğu Herder tarafından üretildiği gibi,
Anlo-Sakson ulusçuluk anlayışının babası da John Stuart Mill’dir. Ulusun bireyi
olmak, ilkine göre ortak bir kültüre; ikincisine göre ortak bir soya, sonuncusuna
göre de ortak vatandaşlığa sahip olmakla mümkündür.
- TÜRK ULUSÇLUĞUNUN DÜŞÜNSEL OLARAK DOĞMASI:
Bugün bizim ulusçularımızın konuşmaktan hiç hazzetmedikleri bir konu, Türk
ulusçuluğu ve Turan fikrinin, bizden önce Macar Şarkiyatçılar tarafından ileri
sürülmüş olmasıdır. Türkçülük konusunu ele ilk alan yazar, bir Fransız Şarkiyatçı
olan Joseph de Guignes’tir. Hunların, Türkler’in, Moğolların ve Tatarlar’ın Genel
Tarihi diye çevrilebilecek olan kitabını, 18.yy ortalarında yazmıştır! Bir Macar
Yahudisi olan, Türkolog ve antropolog Vambery (1852-1913) ise Türkçülük ve
Turan meselesini kurcalayan ilk yazardır! Vambery, dünyada ilk defa bir Turan
derneği kurarak, bu yolda mücadele başlatan kişidir de! İstanbul’da değil!
4
- age
Budapeşte’de... Macarlar dahil, Türk soyundan gelen bütün halkların birleşmesini
ve önderliğin de (elbette ki) Macarlar’a verilmesini savunmaktaydı!5
Günümüzde anti-semitizm’i politika haline getiren bizim milliyetçilerin pek
hoşuna gitmeyecek bir gerçek olsa da bir Fransız Yahudisi Şarkiyatçı olan Leon
Cahun da (1841-1900) Türkler’in uygarlıktaki rollerini ele alan ilk yazardır.6
1867’de “Antik ve Modern Türkler diye çevirebileceğimiz bir kitap yazmış olan
Mustafa Celalettin Paşa7 ise Polonyalı olup, gerçek adı Konstantin
Borzscki’dir.8Yani ulusçuluk fikri bize doğal olarak kaynağından, batı Avrupa’dan
gelmiş ama nerede ise bir asır, kabul görmemiştir. Bizzat Ziya Gökalp,
Türkçülüğün Esasları’nda, Leon Cahun, de Guigne ve A.L.Davit’in Osmanlı
aydınları arasında en çok okunan Türkçü yazarlar olduğunu yazar.9 XX. yy
başlarında, Türk Ulusçuluğu fikri, Osmanlı imparatorluğu dışında, bambaşka bir
yerde filizlenmeye başlamıştır: Rusya’da... 10
Çünkü bu düşüncenin, ekonom,k alt yapısı, Türkçe konuşan halklar arasında
önce zamanın Rusya’sında ortaya çıkmıştır. Osmanlı imparatorluğunda ticaret (ve
elbette sanayi) henüz gayri Müslimlerin elinde iken, Rusya’da Tatarlar, Kırımlılar
ve Azerbaycan Türkleri o alana henüz, aristokrasinin bir ülkeyi yönetmeye
yeteceğini sanan, Ruslar’dan önce hakim olmuşlardır.
Ve bir gerçektir ki Osmanlı İmparatorluğu’nun son, Türkiye Cumhuriyetinin ilk
yıllarında, ortada bir Türk burjuvazisinin olmamasıdır. Ulusçuluğun gerçek
sahibinin bulunmadığı bu koşullarda, ulusçuluk Türk düşünce dünyasına aslına
bakılırsa ne Yusuf Akçura’nın ne de Ziya Gökalp’in düşücelerinin ürünü olarak da
girmemiştir.
Konumuzda sanki de Gellnier haklı çıkmaktadır. Ulusçuluk, ulusun uyanması ile
gelişmemiş, tam tersine ulusu ulusçular yaratmış gibidir.
5
- Tarık Demirkan, Macar Turancıları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul: 2000
6
- Prof. Şerif Mardin’e göre, Cahun, Namık Kemal ile ilişki içerisindeydi. Age. S.73
- Mustafa Celâleddin Paşa, 1849’da Osmanlı ülkesine göçmüş, özgürlükçü bir Polonez aristokratıdır.
1860’larda yukarıda adını andığımız kitabı yazan “Paşa”, Nazım Hikmet’in de büyük dedesidir. Elbette onunla
birlikte Ali Fuat Cebesoy ve Oktay Rifat’ın da! Karadağ Savaşı’nda Mirliva rütbesi ile şehit düşmüştür. Şaire
sövmek isteyenler, dedesinin Polonyalı olduğunu hemen hatırlarlar da nedense, Türkler’den çok önce bir Türk
Tarihi yazdığı akıllarına gelmez. Bkz. İ. Ortaylı age s. 247
7
8
- Büsra Ersanlı, İktidar ve Tarih. S. 74, İletişim Yayınları, İst: 2003
9
- Zikr. Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, s. 155. İletişim Yayınları, İstanbul: 2003.
10
- BKZ. Tüş ve Düşünce Dergisi. 3 Kasım 2015 sayısındaki makalem…
TÜRK ULUSÇULUĞUNUN SİYASİ OLARAK ÖN ALMASI:
Türk düşünce dünyasına değil ama Türk siyaset dünyasına Türk Ulusçuluğu’nu
armağan edenler, Balkanlar’da Balkan ulusçulukları ile savaşırken onlardan
etkilenen Osmanlı subaylarıdır. “Bu yönden Türk milliyetçiliği, Balkanlar
tecrübesine veya Osmanlıcılığın Balkanlarda gördüğü ‘ihanet’e tepkidir.”11 Ve
sıcak temas içinde, bire bir etkilenmenin sonucudur. “ Drama kasabasında, genç bir
İttihat ve Terakki subayının, Fransızca olarak La Patrie, Liberté, Egalité, Fraternité
diye bağırdığını, İngiliz Konsolos Yardımcısı kandi kulağıyla duymuştu”12
Ünlü Hürriyet kahramanı Resneli Niyazi Bey, anılarında “Bulgarlar’la
çarpışırken, onları acıdığını, ‘kavmiyetlerine’ ve hürriyetlerine sahip çıkma
gayretlerini, takdir ettiğini” yazar. Öteki “kahraman” Enver Paşa anılarında,
amcası Halil Bey
(Paşa) ile Anadolu’da da benzer çeteler kurmayı
konuştuklarından, söz eder. İttihat Terakki’nin ünlü serdengeçtilerinden Fuat
Balkan, anılarında Balkan çeteciliğinin, soygunculuk olmadığını, “vatanseverliğin
en müfridane şekli” olduğunu ileri sürer.13 Kâzım Karabekir, anılarında Balkan
komitacılığının, “Türkler hariç, her ırkın arkasında Avrupa ile uyum sağlamaya
çalışan bir devlet kurmaya” yönelik olduğunu, belirtir.14 Zaten İttihat Terakki de
kurulurken kendine örnek örgüt olarak, Etniki Etheria’yı seçmiştir!15 Bire bir
etkileşim, bu kadar açık ve ortadadır.
Balkan Bozgunu ve Selânik’in elden gitmesinden sonra, önce ulusçu olunmuş,
Ziya Gökalp ile istim arkadan gelmiş; Akçura ile de hiçbir zaman uyum
sağlanamamıştır.16
Çünkü; Tanıl Bora, bu ulusçuluğun, “sadece yenilmiş değil, eylemci pratikçi”
bir asker kadro tarafından ileri sürülmesinin ve Rusya Türkleri gibi bir vasıflı
entelijensiyadan yoksun olmasının, “tarihsel ve düşünsel yönden silikleşmesine”
neden olduğunu ileri sürer.17 Halil ve Talât paşalar gibi bu ulusçuluğun oluşmasına
en üst düzeyde ve en ileri boyutta katkıda bulunan İttihat Terakki önderlerinin
11
- Tanıl Bora, age s. 252
12
- Alan Palmer, Osmanlı İmp. Bir Çöküşün Yeni Tarihi. S.224
13
- age s. 254
14
- Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti s. 69 Emre Yayınları, İstanbul: 1993
15
- İbrahim Temo, İttihat ve Terakki Anıları, s. 15, Arba Yayınları, İstanbul: 1987
16
- Ağaoğlu, Samet. Babamın Arkadaşları. İletişim Yayınları, İstanbul: 1998
17
- age s. 253
anılarını okuyanlar, hiçbir düşünsel birikim örneği göremeyerek, Bora’nın
yargısına katılmakta duraksamazlar.18
Ve kadronun lideri Enver Paşa da aslında imparatorluğu kurtarmak derdinde
olduğu ve kendine o dönem “yardım edecek” Almanya’dan başka batı Avrupalı
güç bulamadığı için; Alman tipi ulusçu olup çıkar!
Ulusçularımız, ulusçuluk ile burjuvazi arasında ilişki kurulmasından rahatsızlık
duyarlar. Ama, Turancılık’ın ilk ocağı İttihat ve Terakki’nin “ittihat, müsavat,
uhuvvet, hürriyet” ilkeleri yanında asıl politikasının “milli iktisat” yani Türk
soyundan gelme burjuvazi yaratma politikası olduğunu, görmezden gelirler... Yani
eğer bir burjuvazi olup ekonomik alt yapı ile milliyetçiliği yaratamamışsa,
düşünsel anlamda, batıdan ve Balkanlar’dan etkilenerek milliyetçi olan bir miktar
asker-sivil aydın, kendileri burjuvazi yaratıp, toplumsal taban edinmeyi
denemişlerdir.
ULUSÇULUK KADİM BİR DÜŞÜNCE TARZI MIYDI?
Biz halâ, zaman zaman ümmet ile ulusu birbirine karıştırarak düşünen bir
kültürün sahibiyiz. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi; bu kavramın Osmanlı
toprağının kendi iç dinamiklerinin ürünü değildir. Ulus ve Ulus devlet fikri,
Aydınlanma Felsefesi’nin bir ürünüdür. Aydınlanma ise Protestanlığın
ürünüdür. Peki, protestanlık neyin sonucudur? Lucien Fébvre’a bakarsak:
“Burjuvazinin ahlâğı ile katolik ahlâğın uyuşamaması”nın!19 Osmanlı
Müslümanlarının haliyle böyle bir ahlâki sorunu olmadığı gibi; Osmanlı
hristiyanları da bu çekişmenin dışındadırlar. İmparatorluk ile ulus devlet ve
ulusculuk arasındaki tartışmanın ne düşünsel ne de ekonomik alt yapısı, “bizi”
ilgilendiren bir konu değildi aslına bakarsanız. Ve, Osmanlı ülkesinin hiçbir
yerinde, herhangi bir dili konuşan herhangi bir çoğunluk bulunmamaktaydı.
(Arap vilayetleri hariç) Herkes, her yerde hep beraber yaşamakta idi...
İmparatorluğu yönetenler de bunun farkında idiler...
- Bkz. Taylan Sorgun,Halil Paşa - Bitmeyen Savaş. Kamer Yayınları , İstanbul: 1997 /Kabacalı, Alpay .
Talat Paşa'nın Anıları, İletişim
18
Yayınları : İstanbul, 1994.
19 -
Lucien Fébvre. Uygarlık Kapitalizm ve Kapitalistler. İmge Yayınları, Ankara: 1995
Aslına bakarsanız, “ Tanzimat, Fransız İhtilâli’nden etkilenen değil; ona
tepki olarak düşünülüp, geliştirilmeye çalışılan, bir düşünceydi... ”20
Bu fikirler, ekonomik olarak en yatkın anasır olan Yunanlılar ve Sırplar
üzerinden Osmanlı’yı bölüp, mirasını paylaşmaya niyetli Rusya, Fransa ve
İngiltere tarafından bizim (Osmanlı demek istiyorum) kültürümüze, sokulmuştur.
İkincisi ise Türk Ulusçuluğu fikrinin, bütün Osmanlı toplulukları içerisinde en son
ortaya çıkan, en genç milliyetçilik olmasıdır. Henüz bir ulus olamamış Kürdlerin
milliyetçiliği bile, bizimkinden eskidir. Kendileri de müslüman olan Arnavutlar’ın
ve Araplar’ın isyan edip bizi kovduklarını bugün bile söylemeye utanıyoruz zira
bizim kafamızda, ümmet ile ulus ayni kategoride yer alıyor.
Her iki taraf da bu fikrin imparatorluğu dağıtacağı konusunda, fikir birliğine
sahipti... Biri dağılsın diye soktu... Öteki de dağılmasın diye, karşı çıktı...
Türkler, elbette ki ikinci gruptaydılar...
Ne Yeni Osmanlılar, ne de Jöntürkler bu fikre ilgi göstermiş değildirler!21
Ulusçuluğu yaratıp, Osmanlı imparatorluğuna sokanlar, “dış” Türkler’dir, deyim
yerinde ise... Bunu da herkesten önce yine Ziya Gökalp yazar, ayni eserinde:
“ Rusya’dan gelen Hüseyinzade Ali Bey, Tıbbıyede Türkçülük esaslarını
yayıyordu. ‘Turan ‘ adlı şiiri, Turancılık ülküsünün ilk ortaya konuluşu idi.”22
Turancılık çok daha eskiden 1904’te Yusuf Akçura tarafından ortaya
konulmuştu ama Gökalp demek ki ilk defa Hüseyinzade Ali’den duymuş! Aslına
bakarsanız, 1913’ten itibaren Ziya Gökalp’in ağzından işittiğimiz “Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muassırlaşmak” formülü de kendisine ait olmayıp, daha 1907’de
Bakü’de yayınlanan Füyuzat dergisi’nde ilk defa Hüseyinzade Ali tarafından ileri
sürülmüştür.23
KARŞI ÇIKAN DA MI VARDI?
20
- İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 113. İletişim yayınları, İstanbul: 2000
- Meraklısına Şerif Mardin ve Niyazi Berkes’in burada andığımız kitaplarını salık veriyorum! Osmanlı
“aydınları” imparatorluğu kurtarmanın peşindedirler. Bu bakımdan ulusçuluk devleti dağıtacak bir bozgunculuk
olarak görülür taa 1913’te Selânik de elden gidene dek!
21
22
- Ziya Gökalp. Türkçülüğün Esasları. Varlık Yayınları. İstanbul 1968
23
. F. Georgeon age. S. 103. Yusuf Akçura/ Türk Yurdu Dergisi Aralık 1924 sayısı. Samet Ağaoğlu, Babamın
Arkadaşları, s. 101
1912’de İstanbul’da yayınlanan Sebi-ül Reşat dergisinde ünlü yazar Süleyman
Nazif, ulusçuluğu “dış kaynaklı bir ideoloji” olarak eleştirir!24
Ama o esnada Mustafa Kemal de kendi not defterine şunları yazmaktadır:
“ Bir millet ki bir akidenin, akılcı kanıtları olmaksızın, sırf manevi bir takım
sebeplerden dolayı muhafazasına hapistir; o milletin tanevvür ve terakkisi
tabiyatıyla geç olur. Ve belki de hiç olmaz! Gecikme ve anlayış konusunda, kayıt
ve şartlara bağlı olan bu gibi milletlerdir ki daha makul düşünen, felsefe-i hayatı
geniş anlamı ile idrak eden milletlerin hakimiyeti altına girerler!”25
Akçuraoğlu Yusuf, ulusçuluğun ne olduğu konusunda hiç çekinmeden, bunun
bir burjuva ideolojisi olduğunu kabul etmiştir. O güne kadar, Osmanlı toprağında
bu yönde bir fikir kargaşası hüküm sürmektedir. Örneğin Namık Kemal, 19.yy’ın
başında Fransızca “patrié” kelmesinden çevrilmiş bir “vatan” kelimesi yaratmış
ama ne olduğunu bir türlü tarif edemeyerek, kâh Kanuni zamanında onun
yönetiminde olan toprakların, kâh Halife Ömer döneminde onun yönetiminde olan
toprakların bu “vatan” olduğunu söylemiştir. “Millet”ten ne anladığı konusunda,
“nation” ile Osmanlı “cemaat” kavramını hep birbirine karıştırmış, hep bir
(olmayan ve kurulamayacak olan) “Osmanlı Milleti”nden bahsetmiştir.26 Zaten, taa
1912’ye gelindiğinde de Türk lâfına ve ulusçuluğuna karşı çıkanlar Sebi-ül Reşat
dergisinde27, bunun “Tatarların bir uydurması”28 olduğunu, boşuna ileri
sürmemişlerdir.
1912’te tam da Sebi-ül Reşat dergisi bunlara saldırırken, İttihat Terakki de
Balkan Harbi’nde bütün Rumeli’yi yitirince, Alman İmparatoru ll.Wilhelm’in de
kışkırtması ile Osmanlıcılık’tan; Türkçülük’e sıçrayıp, hiç olmazsa “Kızıl Elma’yı
kurtaralım” politikasına geçilince, kendine “Tatarların”kinden farklı bir Türkçülük
teorisi kurmak üzere, yani bir ideolog bulur. Ziya Gökalp! Istanbul gazetelerinde
de “Devlet-i Ali Osman” yerine ilk defa “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk
hakanı” lâfları görülmeye başlanır! 1912’de... O güne kadar bu kelimeler
kullanılmış değillerdirler!29
İttihatçılar ile Yusuf Akçura’nın yıldızı hiç barışmamıştır! Turancı geçinen bu
adamlar, Turancılık’ın babasını, hiç benimsememişlerdir... Şimdiki ülkücüler de
24
- Niyazi Berkes, Türkiyede Çağdaşlaşma, s. 436.
25
- Kemal Atatürk, 18. numaralı not defteri. Bkz. A. M. İnan age s. 91
26
- Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu, s. 363. İletişim Yay. Ist: 1998
27
- Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 436 YKB Yayınları, Ist: 2002
28
- age s. 436
29
- Niyazi Berkes, Felsefe ve Toplumbilim Yazıları. s. 435 Adam Yayınları, İstanbul: 1985
Akçura’yı pek hazzetmezler... Ama Atatürk de Ziya Gökalp’i yanına pek
sokmamış, ama Akçura’yı taşımıştır... Neden?
Burada yazımızın başına dönmek gerekmektedir. Akçura ve Mustafa Kemal,
Fransız tipi ulusçuluğa daha yatkın görünmektedirler. Bir iddiaya göre düşüncenin
bu tarzının asıl lideri de Cemal Paşa’dır.30
Akçura,1919’da, bir Rusya seyahati sonunda İstanbul Türk Ocağı salonunda
verdiği bir konferansta söyledikleri, bunun nedenlerini açıkça ortaya koymaktaydı.
Akçura, iki türlü Türkçülük olduğunu; bunlardan birinin emperyalist, ikincisinin
ise demokratik karakterli olduğunu, kendisinin, ikinciden yana olduğunu, kendi
milletinizi kurtarırken, başka milletleri ezmek gibi bir hedefinizin olamayacağını,
eğer olursa bunun söz konusu düşüncenin ruhuna aykırı olacağını söylemekteydi.31
1919’a gelindiğinde, İttihatçılar arasında iki tür Türk milliyetçilği vardır:
Enver Paşa ekibinin başını çektiği, romantik Alman tipi ulusçuluk ki ideoloğu,
Ziya Gökalp olup, ulusu soy – sop, kültür (hars) birliği olarak niteler... Sınıfsal ve
ekonomik kökenini sarfı nazar eder, politik bir birlik demek olduğunun farkında
değildir, politik irade birliği olduğundan da hiç söz etmemeyi yeğler... Mümkünse
imparatorluk peşindedir.
Ve sonunda başına Mustafa Kemal’in geçtiği, modern Fransız tipi ulusçuluk...
Ki ulusun politik bir antite olduğunun bilincindedir, ulus devlet kurmaya
çalışmaktadır. Sınıfsal ve ekonomik zemininin bilincindedir, burjuvazi yaratmaya
çalışmaktadır. Politik bir irade birliği olduğunu bilincindedir, “hakimiyet
milletindir” diye, kükremektedir, deyim yerinde ise… Bunun bir soy-sop ilişkisi
olmadığını bilmekte, “ne mutlu Türküm diyene” demektedir... Onun da ideoloğu,
sanıldığı gibi Kemal Atatürk değil (o liderdir) Yusuf Akçura’dır... Niyazi Berkes,
onun için şöyle diyor:
“ Ziya Gökalp’in düşün yolu yalın kattır. Boyuna suyun yüzünde yüzen bir
yüzücünün, görünen düzeyinde gider. Akçura’nın düşün denizindeki yeri ise
dışarıdan kolay görünen türden değildir. Kimi kez su yüzüne çıkan, çoğu zaman
suyun altına dalarak yol aldıktan sonra gene gözüken bir yüzücüye benzer. Tek
düzeye alışanlar onun su altında gittiği çizgiyi göremezler. Onun için zaman zaman
hangi ideolojilerin temsilcisi olduğu belirsiz kalmıştır. Bu yüzden onun oportünist
bir düşünür olduğunu sananlar bile olmuştur... Onun dogmalaşmamış,
30
- Erik Jan Zürcher. Milli Mücadelede İttihatçılık. Bağlam Yayınları, İstanbul : 1987
31
- Halit Kakınç, Sultangaliev ve Milli Komünizm, s. 272- Georgeon age Ekler
ayetleşmemiş fikirleri, kör değneğini beller gibi gidenlerin hiçbir işine yaramaz, bu
yüzden de anılmaz.”32
Tarih, “Sarı Paşa”nın33 haklı olduğunun delilidir…Ve dolayısıyla da
Akçura’nın... Bugün böyle bir ulus ve ulusçuluk varsa eğer halâ, onlar
sayesindedir... Öteki romantiklere kalsaydı, Türkiye bugün sömürgelikten yeni
kurtulmuş bir üçüncü dünya ülkesi olurdu hem de başka sınırlar içinde...
KAYNAKLAR:
Ağaoğlu, Samet. Babamın Arkadaşları. İletişim Yayınları, İstanbul: 1998
Akçura Yusuf / Türk Yurdu Dergisi Aralık 1924 sayısı. Zikr. F. Georgeon age. S. 103.
Beratlı, Nazım. Tüş ve Düşünce Dergisi. 3 Kasım 2015 sayısındaki makale.
Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma. YKB Yayınları, Ist: 2002
Berkes,Niyazi. Felsefe ve Toplumbilim Yazıları. Adam Yayınları, İstanbul: 1985
Bora, Tanıl. Milliyetçiliğin Kara Baharı. Birikim Yayınları, İstanbul: 1995
Demirkan Tarık, Macar Turancıları. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul: 2000
Ersanlı, Büsra. İktidar ve Tarih. İletişim Yayınları, İst: 2003
Fébvre, Lucien. Uygarlık Kapitalizm ve Kapitalistler. İmge Yayınları, Ankara: 1995
Georgeon, François. Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Yusuf Akçura. Tarih Vakfı Yurt
Yayınları. İstanbul: 1999
Gökalp, Ziya. Türkçülüğün Esasları. Varlık Yayınları. İstanbul 1968
İnan, Ali Mithat. Atatürk’ün Not Defterleri.Gündoğan Yayınları, Ankara: 1998
Jan Zürcher, Erik. Milli Mücadelede İttihatçılık. Bağlam Yayınları, İstanbul : 1987
Kabacalı, Alpay . Talat Paşa'nın Anıları. İletişim Yayınları : İstanbul, 1994.
Kabacalı, Alpay. Türkiye'de Siyasal Cinayetler. Altın Kitaplar : İstanbul, 1993
32
- Niyazi Berkes, Felsefe ve Toplumbilim Yazıları s. 211. Adam Yayınları, İstanbul: 1985
33
- Mustafa Kemal’in ordu ve İttihat Terakki içindeki lâkabı, “Sarı Paşa”dır.
Karabekir,Kâzım. İttihat ve Terakki Cemiyeti. Emre Yayınları, İstanbul: 1993
Kakınç, Halit. Sultangaliev ve Milli Komünizm, Bulut Yayınları, İstanbul: 2003
Kızılyürek Niyazi, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs. İletişim Yayınları, İstanbul: 2003.
Mardin, Şerif. Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu. İletişim Yay. Ist: 1998
Ortaylı, İlber. İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı. İletişim yayınları, İstanbul: 2000
Palmer,Alan. Osmanlı İmp. Bir Çöküşün Yeni Tarihi. Sabah Yayınları, İstanbul:1993
Smith, Anthony D. Milli Kimlik. İletişim Yayınları, İst: 1991
Sorgun,Taylan. Halil Paşa - Bitmeyen Savaş. Kamer Yayınları , İstanbul: 1997 /
Temo, İbrahim. İttihat ve Terakki Anıları. Arba Yayınları, İstanbul: 1987
.
-
Download