MEKKE`DEKİ ZİYARET YERLERİ "Umreden sonra Mekke`de

advertisement
MEKKE'DEKİ ZİYARET YERLERİ
"Umreden sonra Mekke'de Hacıların Yapacakları ve Ziyaret Yerleri" konulu
Video klibi izlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:
http://www.youtube.com/watch?v=H27EVG_Q1-0
1. SEVR DAĞI (Sevr Mağarası)
Mekke'nin güneyinde Kabe'ye yaklaşık 4 km. uzaklıkta, yüksekliği 500 m.
civarında olan bir dağdır. Bu dağın zirvesine yakın bir yerde Peygamber
Efendimiz ile arkadaşı Hz. Ebubekir'in Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken
gizlendikleri mağara bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşı gece
vakti bu dağa çıkmışlar ve üç gece burada kalmışlardır. Sonra gizlendikleri
mağaradan çıkarak Kızıl Deniz sahil yolundan Medine'ye ulaşmışlardır. Mağara'da
kaldıkları zaman süresince bazı mucizeler vuku bulmuştur. Allah (c.c.) Resulünü
müşriklerin kötülüklerinden örümcek ve güvercin gibi mahlûkatından bir kısmını
görevlendirerek korumuştur. Bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:
"Siz o Resul'e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu
Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, (Hz. Muhammed ve Ebu
Bekir) ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah
bizimle beraberdir” diyordu. Allah onun kalbine sükunet ve kuvvet indirmişti ve
onu sizin bilmediğiniz ve göremediğiniz askerler ile de desteklemişti..." (Tevbe
40) Hz. Ebubekir mağaradaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile
mağarada iken, müşrikler bize o kadar yaklaştılar ki biz onları görüyor ve
seslerini işitiyorduk. O'na zarar verirler diye çok korktum ve "Ya Resulullah eğilip
baksalar bizi görecekler" dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Sen
burada yalnızca ikimiz mi varız zannediyorsun, Allah (c.c.)da bizimle beraberdir".
2. ARAFAT
Mekke'nin güney doğusunda, şehre 20 km. mesafede, alanı 14 km2 civarında düz
bir ovadır. Bu sahanın batısında Hz. Peygamber'in Veda Haccı'nda konakladığı
yere yapılan Nemire Mescidi, doğusunda ise Rahmet Tepesi bulunmaktadır.
Cebrail Aleyhisselam Hz. İbrahim'e Hac ile ilgili bilgileri ve Hacc'ın nasıl
yapılacağını burada öğretmiştir. Ayrıca Hac yapmak üzere gelen Müslümanlar bu
meydanda bulundukları zaman içinde günahlarının affı için Allah'a tövbe ederler.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bilme, anlama, tanışma, konuşma ve buluşma
yeri manalarına gelen ARAFAT kelimesi bu meydanın ismi olmuştur. Kur'an-ı
Kerim'de Arafat'tan bahsedilerek şöyle buyuruImuştur:
"Vakfenizi tamamlayıp Arafat'tan Müzdelife'ye doğru coşkuyla akın ettiğinizde
Meş'arı Harem civarında Allah'ı zikrediniz". (Bakara 198) Dünya'nın her
tarafından gelen Müslümanlar, Hac ibadetinin en önemli farzı olan "Arafat
Vakfesi" için Zilhicce ayının 9. günü (Arefe günü) bu meydanda toplanırlar ve
güneş batıncaya kadar burada ibadet halinde bulunurlar. Sevgili Peygamberimiz:
"Hac Arafat'tır ve Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir" sözleriyle Arafat'ın önemini
işaret buyurmuşlardır.
3. MÜZDELİFE
Mina ile Arafat arasında bulunan 12 km2 genişliğindeki bölgeye Müzdelife denir.
Yüce Allah bu meydanda bolca ibadet etmemizi emir buyurmuşlardır. Hacc'ın
vaciblerinden olan Müzdelife vakfesi bu meydanda gece konaklayarak yapılır.
Akşam vakti Arafat'tan yola çıkan Hacılar, akşam ve yatsı namazlarını yine bu
meydanda kılarlar. Şeytan taşlama da kullanılacak taşlar da buradan toplanır.
Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Müzdelife'den Mina'ya hareket
edilir.
4. MİNA
Mekke'nin kuzeydoğusunda Müzdelife ile Mekke arasında kalan geniş bölgeye
Mina denir. Cemerat ismiyle bilinen şeytan taşlama yerleri, Hac kurbanlarının
kesildiği mezbahaneler ve sevgili Peygamberimizin Mina günlerini geçirdiği
mekâna yapılan Mescid-ül Hayf burada bulunmaktadır. Müzdelife vakfesinden
sonra hacılar Mina'ya gelerek Hacc'ın vaciblerinden olan ve üç gün devam eden
şeytan taşlama görevini burada yerine getirirler. Ayrıca bu günlerin gecelerini
Mina'da geçirmek Hacc'ın sünnetlerindendir.
5. AKABE
Mina sınırından Mekke istikametine doğru 300 m. kadar sonra sağ tarafta yer
almaktadır. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye hicretinden iki sene önceki Hac
mevsiminde insanları İslam'a davet ederken 12 kişiden oluşan Medine'li bir
grupla karşılaşır. Bu grubun hepsi Hz. Muhammed'e burada biat ederek
Müslüman olurlar. Bir sonraki senenin haccına 72 kişi olarak gelirler ve aynı
yerde Peygamberimize biat ederek onlar da Müslüman olurlar. İslam tarihinde bu
olaya 1. ve 2. Akabe Biat'ları denmektedir.
6. NUR DAĞI (Hira Mağarası)
Mekke'nin kuzeydoğusunda, 300 m. yüksekliğinde kütle kayalardan oluşan ve
Kabe'ye 5 km. mesafede bulunan bir dağdır.
Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed'in Ramazan aylarını ibadetle geçirdiği
"Hira Mağarası" bu dağın zirvesinde bulunmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz 40 yaşına girdiği senenin Kadir Gecesi'nde bu dağda
ibadet halinde iken Hz. Cebrail gelmiş ve kendisine "Ey Muhammet! Sen Allah'ın
Resulü, ben de Cebrailim" diyerek peygamber olduğunu tebliğ etmiştir. Kur'an-ı
Kerim'in ilk ayetleri aynı gecede Peygamberimize burada inmeye başlamıştır. Bu
sebeple bu dağa Nur'un indiği yer manasına gelen NUR DAĞI denmektedir.
Burada inen ilk ayetler mealen şöyledir:
"Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı koyu kan halindeki bir sıvıdan yarattı
(embriyon). Oku! Ki senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 0, kalemle yazmayı
öğretmiştir. İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir”. (Alak Suresi, 1-5)
7. CENNET-ÜL MA'LA (Mekke Mezarlığı)
Mescid-i Harem'in yaklaşık 1.5 km. kuzeyinde yer alan bu mezarlık aynı zamanda
şehrin tarihi mezarlığıdır. Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası
Ebu Talip, hanımı Hz. Hatice validemiz, küçük yaşta ölen oğulları Kasım ve
Abdullah'ın ve birçok Sahabi ve İslam büyüklerinin kabirleri bu mezarlıkta
bulunmaktadır. Mekke'de vefat eden yerli-yabancı her Müslüman günümüzde de
bu mezarlığa defnedilmektedir.
8. CİN MESCİDİ
Peygamber efendimiz davet için gittiği Taif dönüşünde yol üzerindeki Nahle
Vadisi'nde namaz kılarken bir grup cin Kur'an-ı Kerim'i dinleyerek
etkilenmişlerdir. Daha sonra Hz. Muhammed'i takip eden bu cinler Mekke
girişinde efendimizle görüşmüşler ve müslüman olmuşlardır. Kur'an-ı Kerim'deki
Cin Suresi burada nazil olmuştur. Sonraları bu mekana bir mescit yapılarak Cin
Mescidi ismi verilmiştir. Peygamberimiz insanlara ve cinlere İslam'ı tebliğ etmek
için görevlendirilmiştir. Bu hakikat Kur'an-ı Kerim'de şu ayetle açıklanır: "Ben
insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım". (Zariyat, 56)
9. HZ. MUHAMMED'İN DOĞDUĞU YER
Hz. Peygamberin doğduğu ev Kabe'nin doğu tarafında kalan Beni Haşim
mahallesinde idi. Hz. Muhammed Miladi 20 Nisan 571 (12 Rebiulevvel) Pazartesi
gecesi tan yeri ağarırken bu evde dünyaya gelmiştir. Daha sonra buradaki ev
yıkılmıştır ve yerine yapılan bina günümüzde Mekke Kütüphanesi olarak
kullanılmaktadır.
MESCİD-İ HARAM
El-Mescidü'l-Haram, Mekke'de Kâbe'nin bulunduğu alandaki caminin adıdır.
Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescit anlamında bu ad verilmiştir.
Yeryüzünde inşa edilen ilk mescit ve Müslümanların kıblesidir. Buraya Mescid-i
Haram denildiği gibi, Harem-i Şerif de denir. Açık bir alan üzerinde bulunan Kâbe,
Hacer'ül Esved, Makam-ı İbrahim, Zemzem Kuyusu ve Safa-Merve tepeleri bu
mescidin birer parçasıdır.
İslam'ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble Kudüs'teki Mescid-i Aksa iken hicretten
sonra onaltıncı ayda, kıble Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmiştir. Kur'an-ı
Kerim'de bu değişiklik şöyle açıklanır: "Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir.
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir." (Bakara Suresi 149. Ayet)
"Yüzünü çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz.
Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey müminler! Siz de nerede
olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çevirin." (Bakara Suresi 144.
Ayet)
Mescid-i Haram, önceleri Kâbe'nin çevresinde tavaf edenlere ayrılmış bir alandan
ibaretti. Asr-ı Saadette ve Ebu Bekir (r.a.)'ın halifeliği döneminde mescidin
çevresinde duvar yoktu. Etrafı evlerle çevrili idi. Zamanla hacıların
kalabalıklaşması ve sıkışıklık meydana gelmesi üzerine kenardaki evler satın
alınıp yıktırılmış ve çevresine duvar çektirilmiştir. Mescid, Emeviler, Abbasiler,
Osmanlılar, Suudlular zamanında çeşitli tamirler görmüş ve değişikliklere
uğramıştır. Şimdiki haliyle Kâbe'ye yakın olan kısmın üzeri açık, dış kısmın üzeri
kapalıdır. Kapalı bölüm say mahallini de içine alacak şekilde genişletilmiştir.
Mescid-i Haram, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Burada kılınan bir
namaz başka mescitlerde kılınan bin namazdan daha efdaldir.
Bir hadis-i şerifte: "Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka
mescitlerde kılınan bin namazdan daha efdaldir." (İbn Mace)
Fazilet bakımından Mescid-i Haram'dan sonra Mescid-i Nebevi, ondan sonra da
Mescid-i Aksa gelir.
Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: "(Fazla sevap umarak) Yalnız şu üç
mescide gitmek üzere yolculuk yapılabilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve
Mescid-i Aksa" (Buhari)
PEYGAMBERİMİZİN EVİ
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin dünyaya teşrif ettikleri evdir. Zaman içerisinde
çeşitli tadilatlardan geçerek restore edilmiştir. Şu anda Mekke-i Mükerreme
Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Bu kütüphaneye yanlızca erkeklerin
ziyaretine izin verilmekte olup, Mescid-i Haram'ın Safa -Merve tarafında yakın bir
mesafededir.
Nisan ayının 17'nci, Rebîulevvel ayınım 12'nci Pazartesi gecesi sabah olurken
Mekke'de Haşim Oğulları mahallesinde, âlemlere rahmet olan iki cihan güneşi,
son peygamber Muhammed Mustafa Aleyhisselâm, tek bir inci gibi dünyaya geldi.
O sabah âlem başka bir âlem oldu, bütün cihan nur ile doldu, kâinat muradına
erdi.
Peygamberimiz Aleyhisselâmın doğduğu gece bir çok mucizeler meydana geldi.
Mübarek sırtının iki küreği arasında, kalbinin hizasında Peygamberlik mührü
vardı. Melekler validesini tebrike geldi. Kabe'deki ve civardaki putlar yüzüstü yere
serilmiş halde bulundu. Hükümdarların sarayları sarsıldı, direkleri yıkıldı.
Mecûsilerin bin seneden beri devamlı yanan ateşleri söndü, iran'da Sâve Gölü
kurudu, bin yıldır kurumuş olan Semâve vadisi sularla dolup taştı. İnsanlar,
büyük bir hâdisenin başladığını anladı. Çünkü bu mucizeler, hükümdarların
saltanatının yıkılışını, dünyadaki küfür ateşlerinin sönüşünü, bâtıl dinlerin, sapık
inançların kuvvetinin kuruyuşunu haber veriyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselâmın yüce soyu, İbrahim Aleyhisselâmın oğlu Hazreti
İsmail'e dayanır. Babası Kureyş'in Haşim Oğulları sülâlesinden Abdulmuttalib'in
oğlu Hazreti Abdullah'dır. Annesi ise, Zühre Oğulları'ndan Vehb'in kızı Hazreti
Âmine'dir. İkisi de Mekke'li olmakla birkaç göbek yukarıda soyları birleşir. Hazreti
Abdullah, Peygamberimiz daha ana rahminde iken, doğumundan iki ay evvel
Suriye seyahatinden dönerken Medine'de 25 yaşında vefat etmişti. Bu sebeple
Efendimiz doğuştan öksüz olarak doğdu.
Doğduğunda Muhammed ve Ahmed isimleri, daha sonra Mahmud ve Mustafa
isimleri verilen Fahri Kâinat Efendimize, babasından miras olarak beş deve, bir
sürü koyun, Ümmü Eymen adında Habeşli bir cariye ve doğduğu kutlu bir ev
kalmış.
AY MUCİZESİ
(İnşikaku'l-Kamer) Yarılmak, parçalanmak ve bölünmek anlamına gelen "inşikak"
kelimesiyle ay, hilâl anlamına gelen "kamer" kelimelerinden meydana gelmiş
olup, terkip olarak "ayın ikiye bölünmesi, parçalanması" demektir.
İnşikak-ı Kamer; ayın ikiye bölünmesi, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
mucizelerinden biridir. Kur'an-ı Kerîm ve hadîs-i şerifle sabittir. Buhârî ve
Müslim'in rivayet ettiğine göre hâdiseye bizzat şahit olan Abdullah b. Mes'ud
şöyle nakleder:
"Ay, Hz. Peygamber'in zamanında iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın bir
tarafında, diğer parçası dağın diğer tarafında idi. Hz. Peygamber bize şahit
olunuz." dedi. (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Kamer, 1; Müslim, Kıyame, 44). "Kıyamet
saat(i) yaklaştı, ay yarıldı. Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen
bir büyüdür" derler. " (Kamer Suresi 12. Ayet).Sahabenin ileri gelenlerinden Hz.
Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Huzeyfe, Enes, Cübeyr İbn Mut'im, İbn Ömer gibi
zatların bildirdiğine göre; Peygamberimiz (s.a.v.) müşriklerin istekleri üzerine
Mina'da ay yarılma mucizesi göstermiş ve bu vakayı görenlere "şahit olunuz"
deyip onları tanık tutmuştur. Hâdisenin meydana gelişi ayet ve sahih hadisle
sabit olup inkârı mümkün değildir. Ebu Nuaym el-İsfahanî'nin İbn Abbâs ve İbn
Mes'ud'tan bildirdiklerine göre olay şöyle meydana gelmiştir: Müşriklerden Velid
b. Muğîre, Ebu Cehl, Âs b. Hişam, Esved b. Abd-i Yağus, Esved b. Muttalib, Zem'a
b. Esved, Nadr b. Hâris ve daha bir çokları toplanarak Peygamberimiz'e, "Eğer,
sen gerçekten peygambersen, bize yarısı Ebu Kubeys dağı, yarısı da Kuaykıan
dağı üzerinde görülmek üzere, Ay'ı ikiye ayır." dediler. Peygamberimiz onlara;
"Eğer, bunu yaparsam, iman eder misiniz?" dedi. "Evet iman ederiz" dediler.
Ay'ın, bedir olduğu, iyice göründüğü ondördüncü gecesiydi. Peygamberimiz,
müşriklerin istedikleri şeyin olmasını Yüce Allah'tan diledi. Allah da, o gece ayın
yarısını Ebu Kubeys dağı, yarısını da, Kuaykıan dağı üzerinde doğdurunca,
Peygamberimiz: "Ey Ebu Seleme b. Abdu'l-Esed Erkam b. Ebi'l-Erkam! Şahit
olunuz! Şahit olunuz!" diyerek seslendi. İbn Mes'ud'a göre, Kureyş müşrikleri bu
mucizeyi görünce (peygamberimizi kastederek) "Bu da Ebu Kebşe'nin oğlunun bir
sihridir." dediler. İçlerinden Ebu Cehil ise "Gelecek yolcularınızı gözetin.
Muhammed, sizi büyülemeğe güç yetirse bile bütün halkı, bütün yeryüzünü de
büyüleyebilecek değil ya! Onlara bir sorun bakalım. Onlar da sizin gördüğünüz
şeyi görmüşler mi?" dedi. Gelenlerden sordular. Müşrikler bu mucizeyi inanmak
için değil, İslâm davasına engel olabilecek bir şey gözüyle baktıkları için, hâdiseyi
gördükleri halde inanmadılar, "Süregelen bir büyüdür" dediler.
"İnşikak-ı Kamer mucizesi, bütün peygamberlere verilen ayetlerden hiçbiri
kendisine kıyas olunamayacak derecede büyüktür. Çünkü bu mucize, gökyüzü
cisimleri içinde parlak bir surette göze çarpan bir küre üzerinde izhar
buyurulmuştur. Bunun için insan üzerinde tesiri büyüktür ve en açık bir
burhandır."
Kur'an-ı Kerîm bu hâdiseyi, Kıyametin yaklaştığının büyük alâmeti olarak
saymıştır. Tirmizî'nin bir rivayetinde hâdisenin hem meydana geldiği zamanı,
hem de yeri ve keyfiyeti tayin edilerek Abdullah İbn Mes'ud demiştir ki: "Biz bir
kere Resulullah ile Mina'da idik. Ay iki parçaya bölündü. Bir bölüğü dağın
arkasında, öbür bölüğü de berisinde idi. Bunun üzerine Resulullah: Şahit olunuz!
Kıyamet yaklaştı, yarıldı kamer, buyurdu. Bir başka rivayette, Hıra Dağı'nı ayın iki
bölüğün arasında gördükleri ziyadesi vardır. (Tirmizî, Tefsir Sureti'l-Kamer, 1, 3,
5; İbn Hanbel, I, 456-465). Konu ile ilgili rivayetler; bu büyük mucizenin şu
safhalarını belirtmektedir: Mucize, müşriklerin isteği üzerine, Mekke'de,
Peygamberimiz'in hayatında kendi tarafından, bir defa vuku bulduğu ayın ikiye
bölündüğü ve parçalarının dağın iki tarafına ayrıldığı görülmüştür. Birbirini
destekleyen bu rivayetlerin dışındaki rivayet ve mütalâalar zayıftır. Bu çürük
görüşlerden biri de, bu mucizenin Peygamber zamanında meydana gelmediği,
bunun Kıyamet alâmetlerinden birisi olarak ileride meydana geleceği iddiasıdır.
Nesefi gibi bazı müfessirler Hasan-ı Basrî'ye nisbet ederek bu iddiayı ileri
sürmüşlerdir. Ayette geçen "yarıldı" fiilini geçmiş zaman olarak değil, "yarılacak"
şeklinde gelecek zaman olarak düşünmüşlerdir. Bu durumda "Ay, Kıyamet günü
bölünecek" demek olur. Konu ile ilgili Kamer suresinin ikinci ayeti, yukarda iddia
edilen manaya uygun düşmemektedir. Bu iddianın kendilerine nisbet edilen
Hasan-ı Basrî ve Ata İbn Ebi Rebah'ın (ki bu iki zat Tabiînden, yani sahabeyi
görenlerdendir) bu görüşleri hakkında merhum Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde
şöyle diyor: "Bu iki Tabiî İmamı, ayette ve hadiste meşhur olan geçmişteki ay'ın
yarılmasını inkâr etmiş değil, ayetin işaret ettiği diğer bir manayı tefsir etmişler
ve İnşikak-ı Kamer mucizesinden, ileride ay'ı büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı
manasını anlamanın gereğine işaret etmişlerdir.
İnşikak-ı Kamer mucizesinin aklen mümkün olup olmaması konusunda filozoflar
ve kelâmcılar arasında münakaşalar olmuştur. Eski filozoflara göre, gök ve gök
cisimlerinin bölünüp sonra birbirine eklenmeleri mümkün değildir. Bu nedenle
Şakk-ı Kamer mucizesi de aklen mümkün değildir. Kelâmcılar da bunlara gereken
cevabı vermişlerdir. Güneşin ve küremizin de içinde bulunduğu güneş
manzumesinin, kendisinden daha büyük cisimlerden ayrılarak meydana geldiğini
kabul eden yeni astronomi nazariyeleri, Ay'ın ikiye ayrılma mucizesini kabul
etmeye daha müsaittirler.
Mucize, muhatabı acze düşüren fevkalâde bir olaydır. Bu münasebetle
mucizelerin akla uygun olup olmaması münakaşa konusu olamaz. Ay'ın yarılması
mucizesini akla kabul ettirebilmek için bir başka görüş ileri atılmıştır: "Ay
hakikatte iki parçaya bölünmemiştir; Ama ona bakanların nazarında öyle
görülmüştür; ' Bu tezi açıkça müdafaa eden Şah Veliyullah Dehlevî'dir. Bu
görüşün temeli de Enes b. Mâlik'in, "Mekke müşrikleri Peygamber'den bir ayet
göstermesini istediler de Resulullah onlara ay'ı iki parça gösterdi." şeklinde
rivayet ettiği hadistir. Mekkelilerin ay'ı iki parçaya bölünmüş gördükleri
muhakkak olmakla beraber gerçekte ay ikiye bölündü mü, yoksa Mekkelilere öyle
mi gösterildi? Bu tür düşünce, mucizenin meydana gelmesini akla uygun
göstermek isterken onu müşriklerin iddia ettikleri bir sihir mertebesine indirmek
olur. (Tecrid-i Sarih, 1483). Mucizeyi akla uygun göstermeye çalışmak, onu
alelâde bir olay durumuna düşürmektir ki bu durumda hâdise, mucize olmaktan
çıkar. Ve akıl, tabiat üstü olan olayların mahiyetini idraktan acizdir. Aklı bunu
idrake zorlamak, birçok tehlikeler doğurur.
Beyhakî'nin İbn Mes'ud'dan yaptığı bir rivayette: "Peygamber çıkmazdan
(Medine'ye hicretten) evvel Mekke'de iken Kamer'in iki kerre şakk olduğunu
gördüm" diyor. (Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, III, 165). Hâfız Ebu'l Fadl Irakî bu
hadîse dayanarak Kamer'in ayrılmasının iki kerre olduğunu söyler. Hafız İbn
Hacer de bu konuda: "Peygamber'in zamanında inşikakın iki kerre vukuunu kabul
eden bir hadis âlimi bilmiyorum." diyor. İbn Kayyim el-Cevziyye de olayın bir
kerre meydana geldiğini söylemektedir. İnşikak-ı Kamer hadisesi iki değil, birdir.
Ancak bu inşikak esnasında Ay şimşek çakar gibi süratle iki kerre ayrılıp
kapanmıştır. Ve iki ayrılış esnasında da Ebu Kubeys veya Hıra Dağı aradan
görünmüştür.
Yukarda belirtildiği gibi "İnşikakı Kamer" olayı, vukû ayet ve hadisle sabit bir
olaydır. Değişik yorumlara gitmeden, bildirildiği şekilde kabul etmek gerekir.
Bilindiği gibi mucizelerin meydana gelişindeki ana gaye, Allah'ın izni ile onu
meydana getiren Peygamber'in, peygamberlik iddiasının ispatıdır. Mucize, günlük
olaylar niteliğinde olsaydı, o tür olayları rastgele herhangi bir insan da meydana
getirebilirdi. Bu nedenle mucizeleri illa da akılla bağdaştırmaya çalışmanın manası
yoktur.
CENNET'ÜL MUALLA KABRİSTANI
Peygamber Efendimiz'in evinden kuzeye doğru uzanan Gazze Caddesinin
solunda, yaklaşık 2 km ilerde insanı alıp zamanın derinliklerine daldıran bir tarih
yatıyor: Mualla Mezarlığı.
Mezar, "ziyaret yeri" anlamına gelir. Mezarı ziyaret yeri olmaktan çıkarıp, tapınak
hâline getiren anlayışa Peygamber'in lanet okumuştur, hem de sıradan mezarları
değil insanlığın ufku olan peygamber mezarlarını: "Allah Yahudilere ve
Hıristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerin kabirlerini tapınak haline getirdiler."
(Buhari, Cenaiz 2/91; Müslim, Mesacid 19) Hatta bu tehlikenin önüne geçmek
için ilk yıllarda Rasulullah kabir ziyaretini dahi yasaklamış, ancak daha sonra
mü'minlerin tevhid şuuru olgunlaşınca bu yasağı kaldırmış ve (Müslim 2/672,
nu.977) hatta ölülerden ibret alıp ölüme hazırlık için teşvik dahi etmiştir.
Mualla mezarlığı, ölmeden evvel ölümü tailm etmek için gelen hacılara öldükten
sonra yaşamanın sırrını söylemektedir. Rasülullah'a büyük emekleri geçen dedesi
Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip ve anaların anası Hz. Hatice burada yatmakta.
Kimbilir, belki de işkenceyle öldürülen İslam'ın ilk şehidleri Sümeyye, Yasir...vd.
de buradadırlar.
Ebu Talip'le Ebu Lehep farkı burada gündeme geliyor. İkisi de amca, ikisi de aynı
inançta ama aralarında ahlak, tavır, davranış açısından dağlar kadar fark var.
İman davasının takipçileri Ebu Talip ve Ebu Lehep'in şahsında kendi çağlarında da
bu iki tipi görüp, tesbit edebilirler.
HİRA MAĞRASI
Hirâ aslında, Mekke'nin üç mil kuzeydoğusunda bir dağın adı olup bu dağdaki bir
mağarada Peygamber efendimize ilk vahyin geldiği mekân oluşu sebebiyle bu
dağa "Cebelü'n-nûr (Nur Dağı)" adı da verilir.
Nûr dağı, kendisini çevreleyen dağlar arasında uzaktan farkedilmekte olup, özel
bir yapı arzeder.Bu tepeye niçin Nûr dağı denildiği bilinmiyor. Mekke'den Mina'ya
giden yolun yakınındadır. Hacılar Mina'da birkaç gün geçirirler. O dönemde tatbik
edilen bir adete göre, yolunu kaybedenlere yardım için bu dağın tepesinde ateş
yakılmış olması ve bu nedenle Nûr dağı denilmiş olması mümkündür. Nitekim o
dönemde Müzdelife'de bir tepe üzerinde ateş yakıldığı bilinmektedir. Başka
tepelerde ve bu arada Cebel-i Nûr üzerinde de ateş yakılmış olması mümkündür.
(M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 64-65)
Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine peygamberlik gelmeden önce de
putperestlikten nefret ederdi. özellikle 35 yaşından sonra Mekke'nin şirk,
ahlâksızlık, haksızlık ve zulümle dolu havasından sıyrılarak sık sık evine bir
kilometre uzaklıkta olan Hirâ Dağı'ndaki bu mağaraya gidip uzlete çekiliyor, Hirâ
Mağarası'nda kendisini Allah'a vererek O'nun varlığını, birliğini, kudret ve
azametini; insanların aczini ve Allah'a olan ihtiyaçlarını, ama buna karşılık onların
isyanını, ahlâksızlık ve sapıklıklarını tefekkür ederek Cenâb-ı Hakk'a ubûdiyette
bulunuyordu. İşte bu şekilde Hak Teâlâ'ya kullukta bulunduğu anlardan birisinde
kırk yaşında iken bu mağarada O'na ilk vahiy indirildi ve peygamberlik verildi.
Cebel-i Nûr ve onun üzerinde bulunan Hıra mağarası Hz. Muhammed (s.a.v.)'e
inen, insanlara ilim ve medeniyet yolunu gösteren ilk vahye beşiklik yapmıştır:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alâkdan (kan pıhtısından) yarattı. Oku,
Rabbın en büyük kerem sahibidir. O, (insana) kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana
bilmediğini öğretti." (Alâk Suresi 1-5 Ayetler) ayetleri burada inmiştir.
Rasûlü Ekrem, peygamberliğinden sonra da bazan Hirâ Dağı'na gitmiştir. Meselâ
bir defasında ashâbından bir grupla Hirâ'nın zirvesine çıkmış, bu sırada dağ
sarsılıp sallanmaya başlamıştı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Sâkin ol,
ey Hirâ! Şu anda senin üzerinde bulunanlar ya bir peygamber, ya bir sıddîk, ya
bir şehittir" buyurmuştu (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 50).
Hıra mağarası ancak bir insanın ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve
yatabileceği kadar uzunluktadır.Hirâ Dağı'nda susuzluk sebebiyle hemen hemen
hiç nebat ve ağaç mevcut değildir. Sadece çok az miktarda dikenli çalılar görülür.
Hirâ Mağarası bugün dahi mevcûdiyetini korumakta olup hacca ve umreye
gidenlerin ziyaret ettiği bir yerdir.
SEVR MAĞRASI
Sevr dağı, Mekke'nin güney tarafında ve 5 km. uzaklıktadır. Sevr, bir çok
tepeden oluşan bir dağdır. Bu dağda pek çok irili ufaklı mağara vardır. Bu
mağaralar dağın değişik yerlerine dağılmıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hicret
sırasında Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile birlikte sığındıkları mağaranın bazı özellikleri
vardır. Öncelikle gizlenmeye elverişli olup, kayadan yontularak yapılmış bir
mağarayı andırır. Ön ve arkasında delikleri vardır. Bunlar mağaranın alt
kısmındadır. Bu sebeple mağaraya ancak sürünerek veya eğilerek girmek
mümkündür. Mağaranın çevresinde, dışarıda dolaşan kimsenin içeriyi görebileceği
başka delikler yoktur. Mağara içinde bulunanlar, dışarıda dolaşanların ayaklarını
görebilir, fakat dışarıda olanlar mağara içindekileri göremezler. Görebilmeleri için
eğilip, başlarını ayaklarının hizasına getirmeleri gerekir. Öte yandan Hicret
esnasında Sevr mağarasında gizlenmenin bir başka avantajı daha vardı. Hemen
dağın eteğinde Âmir b. Füheyre'nin koyunları otlattığı ve geceleri sütünü Hz.
Peygamber ile Hz. Ebu Bekir'e ikram edeceği bir otlak vardı. Yeri gelmişken, bu
iki dostu, bu mağaraya getiren olayları ve mağarada yaşadıkları anlara kısaca
değinmek uygun olacaktır.
Müşriklerin bitmez tükenmez baskı ve işkenceleri üzerine Hz. Peygamber,
müslümanlara İslam için uygun bir ortam olan Medine'ye hicret etmelerini
emretti. Bu emir üzerine hicret başladı. Ancak Kureyşliler bu durumdan son
derece rahatsız oldu. Buna sebep, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de hicret edip
Medine'de bir güç ve merkez oluşturması korkusu idi. Kureyş korkmakta haklıydı;
çünkü Medine, Mekke ile Şam yolu üzerinde bulunuyordu. Bu da Mekke'nin
iktisâdi durumunu tehlikeye düşürmeye yeterliydi. O halde putları ve ticari
faaliyetleri için önemli bir tehlike olan bu İslâm dini daha şimdiden ortadan
kaldırılmalıydı. Takip edecekleri politikayı belirlemek için Kureyş'in ileri gelenleri
bir araya geldiler. Bu hususa Kur'an şöyle değinir:
"Ey Muhammed! Hatırla, bir zaman kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek,
yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken;
Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları bozanların en
hayırlısıdır." (Enfal Suresi 30. Ayet)
Kureyş âyette belirtilen hapis, sürgün ve öldürme yollarından en kötüsünü
yürürlüğe koymayı kararlaştırdı. Bütün kabilelerden kuvvetli gençlerin seçilerek
bir çete oluşturulması en uygun yol olarak benimsendi. Nihayet Hz. Peygamber'in
evinde olduğu bir gece saldırıya geçilecekti. Ancak Allah, müşriklerin toplantısını
ve aldıkları kararı elçisine bildirdi ve Medine'ye hicret imi verdi. Hz. Ebu Bekir'i
haberdar etti. O da yol hazırlıklarına başladı. Hz. Muhammed (s.a.v.) akşam
olunca, müşriklerin yatakta kendisinin yattığını zannetmeleri ve bir süre
oyalanmaları için Hz. Ali (r.a.)'yi yatağına yatırdı. Evden çıkarken eline aldığı bir
avuç toprağı suikastçilerin üzerine saçtı. O sırada şu anlama gelen âyeti
okumaktaydı:
"Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık
görmezler." (Yâsin Suresi 9. Ayet)
Gerçekten de müşriklerin gözleri bir an perdelendi. Hz. Peygamber de oradan
ayrılıp Hz. Ebû Bekir'in evine geldi. Beraberce Mekke'yi terkedip Sevr dağına
doğru yola koyuldular. Sonunda Sevr mağarasına ulaştılar. İlkin Hz. Ebu Bekir,
zararlı hayvan olup olmadığını araştırmak ve içerisini temizlemek için mağaraya
girdi. M. Hamidullah hadislere dayanarak olayları şöyle aktarır: "Hz. Ebu Bekir
mağaraya girince orada gördüğü delikleri, yılan vb. zararlı hayvanların girmesine
engel olabilmek için üzerindeki örtüyü yırtarak delikleri tıkadı. Sonra Rasûlüllah
(s.a.v.)'ı içeri çağırdı. Ancak delikleri kapamada kullandığı bez, son deliği
kapatmaya yetmemişti. O deliği de ayak topuğu ile kapamıştı. Gerçekten de bu
delikten gelen bir yılan Hz. Ebu Bekir'i acı bir biçimde ısırmıştı. Hz. Peygamber,
son derece yorgun olması hasebiyle dostunun dizine başını dayayarak
uyuyakalmıştı. Hz. Ebu Bekir, topuğunda hissettiği acıya rağmen hiç kımıldamadı,
fakat çektiği acı gözlerinden yaşların boşalmasına yol açmıştı. Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın yüzüne bu yaşlar dökülünce hemen uyandı. Durumu öğrenince Hz.
Muhammed (s.a.v.), kendi tükrüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü. Bir süre
sonra ayağı tamamen iyileşmişti" (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 174-175)
Yine kaynaklarda verilen bilgilere göre, mağarada iken bir örümcek mağaranın
giriş kısmına ağ örmüş, ayrıca iki güvercin de hemen yanıbaşında bir çalı bitkisi
üzerinde bir yuva yapmışlardı. (İbn Sad, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut t.y., I, 228
vd.) Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir'i takip eden grup mağaraya
ulaşmadan önce, bu iki kuş bir de yumurtlamışlardı.
Bu sırada Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber'in Mekke dışına çıktığını anlamada
fazla gecikmediler. Sabah olunca yatakta yatanın Hz. Ali (r.a.) olduğunu
anladılar. Medine'ye gidebileceğini tahmin ederek yola koyulup araştırmaya
başladılar. Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Muhammed (s.a.v.)'i kendilerine ölü veya
diri olarak getirene yüz deve ödül vereceklerini her tarafa duyurdular. Gerçekten
de O'nu yakalamak için Medine yolu didik didik arandı. Bu arada Sevr mağarasına
da geldiler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir hayli endişelenmişti; ancak bu endişesi
kendisi için değil, Âlemlerin Efendisi içindi. Rasûlüllah (s.a.v.) ona;
"Ey Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa sen ne olacağını zannediyorsun?"
diyerek teskin etti. Allah Teâlâ bu durumu Kur'ân-ı Kerim'de şu meâldeki âyette
açıklar:
"Siz Peygamber'e yardım etmeseniz de Allah ona yardım etti. Hani bir zaman
Peygamber, iki kişiden biri iken kâfirler O'nu Mekke'den çıkardılar. Onlar
mağarada iken arkadaşına, 'Üzülme, Allah bizimle beraberdir' diyordu. Böylece
Allah, peygamberin üzerine emniyet indirdi ve O'nu görmediğiniz askerlerle
destekledi." (Tevbe Suresi 40. Ayet)
Hz. Peygamber (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) mağarada kaldıkları üç gün
süreyle, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, şehirdeki konuşmaları ve gelişmeleri,
gece mağaraya gelerek aktarıyordu. Âmir b. Füheyre de koyunları mağara
çevresinde otlatarak geceleri süt içmelerine imkân veriyordu.
Sonunda, dördüncü günün sabahı, Âmir ile kılavuzluk yapması için kiralanan
Abdullah b. Ureykıt, beraberlerinde iki deve ile mağaraya geldiler. Böylece dört
kişiden oluşan küçük kervan Medine'ye doğru yola koyuldu. İşte, Hicret olayında
en zor anlar Sevr mağarasında yaşanmıştı.
ARAFAT
Mekke'nin yirmi kilometre uzaklığında ve doğusunda bulunan bir dağ. Aynı adı
taşıyan ova içinde yaklaşık yetmiş metre kadar yükseklikte bir tepe
görünümündedir. Tepeye koyu yeşil taş yığınları hakimdir. Arafat'a "Cebelü'rRahme" (Rahmet Dağı) de denir.
Hac ibadetinin rükünlerinden biri olan vakfenin yapıldığı yer olmasından dolayı
büyük bir önem taşımaktadır. Bu dağın, ismini nasıl aldığı hakkında çeşitli
görüşler vardır:
Rivayetlere göre Hz. Adem (a.s.) ile eşi Hz. Havva Cennet'ten çıkarıldıktan sonra
yeryüzüne indirilmiş ve bir müddet ayrı kalıp nihayet Arafat Dağı'nda
buluşmuşlardır. Buluşma anlamına gelen "Ta'arrefe" kelimesinden alınmış ve
buraya Arafat denilmiştir. Bu ismin ve rivayetin Hz. Adem (a.s.) zamanından beri
nesilden nesile aktarılmış olduğu ifade edilmektedir. İsmin nereden geldiğine dair
diğer bir rivayet de hacıların Arafat dağındaki vakfeleri sırasında Allah'ın
yüceliğini, kendilerinin ihtiyaç ve kulluklarını "itiraf" ettiklerinden dolayı buraya
Arafat adının verildiği söylenmektedir. Bu konu ile ilgili diğer bir üçüncü görüş ise
şöyledir: "Hac ibadetinin önemli bir rüknü olan vakfeyi tamamlayanlar manevi bir
kokuya (Arf) büründükleri için bu anlamda bu dağa Arafat adı verilmiştir.
Cenab-ı Hak bu dağın adını Kuran-ı Kerim'de şöyle zikretmiştir: "..Arafat'tan
ayrılıp (seller gibi) akın edince Meşarü'l Haram'da Allah'ı zikredin.." (Bakara: 198)
Hac ibadetini yerine getirmek üzere orada bulunan Müslümanlar Terviye'den
(yani Zilhicce'nin sekizinci günü sabah namazını Mekke'de kıldıktan) sonra
Mina'ya, sonra Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra Arafat'a çıkarlar.
Haccın farzlarından biri olan vakfe Arefe günü zeval vaktinden başlar, nahir günü
yani bayramın birinci günü sabah namazı vaktine kadar süren zaman içinde
yapılır. Genellikle Arafe günü akşamı Arafat'tan ayrılma işlemleri başlar.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisine göre Arafat'ın her yeri vakfe yeridir. Buna
göre vakfe için belli bir yer söz konusu değildir. Arafat dağında vakfe sırsında
Allah'a dua etmek ve isteklerde bulunmak müstehabdır. Arefe günü Arafat'ta
vakfe yapmasının önemi ve fazileti hakkında Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyururlar:
"Cenab-ı Hakk'ın, Arefe günü (vakfe sırasında) Cehennem'den azad ettiği kulların
sayısı diğer günlerde azad edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arafe
günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek
"bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar" der." (Müslim)
Ebu Katade Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben
Allah'dan umuyorum ki Arefe günü tutulan oruç, içinde bulunulan seneden önceki
ve sonraki seneye kefaret olur." (İbn Mace, Siyam, 40; Darimi, Savm, 54;
Ahmed b. Hanbel, V, 296-297)
Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: "Ben şurada kurban kestim,
Mina'nın her tarafı bir kurban yeridir. Konakladığınız yerde kurban kesiniz. Ben
şurada vakfe yaptım. Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir..." (Müslim)
NEMİRE MESCİDİ
"Nemire", kaplanın dişisine denir. Erkeğine de "nemir" denir. Çoğulu; enmur,
enmâr, numur, numûr ve nimâr olarak gelir. Fakat Araplar, daha ziyade "numr"
derler.
Üzerinde siyah beyaz çizgiler olan peştemal, örtü, ihram ve benzeri giysi ve
kumaşlarla alacalı bulut parçalarına da Arap dilinde "nemire" denir. Bu tür eşyaya
nemire denmesi, üzerlerindeki desenlerin kaplan derisi üzerindeki desene
benzemesindendir. (İbn Manzûr, Lisânül-Arab, Beyrut, 1375-1956, V, 234 vd.)
Nemire, aynı zamanda, Arafat Dağına yakın bir yerin adıdır, fakat Arafat'tan
değildir. Hill ile Harem arasındadır. (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, Beyrut (t.y), II,
156)
Nemire Mescid'inin inşa edilmiş olduğu bu yerin Nemire diye adlandırılması da,
muhtemelen buradaki taşlarla kayalıklarda, siyah ve beyaz rengin hakim
olmasındandır.
İbn Cüreyc anlatıyor, diyor ki; Atâ'ya: "Arefe günü Hz. Peygamber (s.a.v.)
nerede vakfe yapardı?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Arafat'a giderken sağ
taraftaki dağın dibine düşmüş bulunan taşın yanında (vakfe için) konaklamıştı.
Halifeler de buraya inmekteydiler. Bu taşın üzerine bezler asılmak suretiyle Hz.
Peygambere gölge yapılıyordu." (Ebul-Velîd el-Ezrakî, Ahbâru Mekke" trc. Yunus
Vehbi Yavuz, İstanbul 1974, 419)
Peygamber (s.a.v.) Hac zamanı Mina'ya geldiğinde öğle, ikindi, akşam, yatsı ve
sabah namazlarını burada kılmış ve güneş doğuncaya kadar istirahat etmiştir.
Kendisine Nemire de kıldan bir çadır kurulmasını emir buyurduktan sonra Meş'ar-i
Haram'a doğru yola koyulmuştur. Müzdelife'ye geldiğinde durmayarak Arafat'a
varıncaya kadar yoluna devam etmiştir. Arafat'a vardığı zaman çadırın Nemire'de
kurulmuş olduğunu görmüş, güneş batıya meyledinceye kadar burada istirahat
ettikten sonra, insanlara hitabetmek üzere Kasva adlı devesine binerek Arafat
vadisine inmiştir. (Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Beyrut (t.y), III, 645)
İşte isminden de anlaşıldığı gibi, Nemire Mescidi yukarda bahsi geçen Nemire adlı
yerde Peygamber (s.a.v.)'den sonra kurulmuş bir mesciddir.
Bir yandan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hatırasını yaşatmak, diğer yandan sayılan
günden güne artan hacıların ibadetlerini rahatlıkla yapabilmelerini sağlamak için,
gerektiğinde dinlenme yeri olarak da kullanılabilecek bir mekâna ihtiyaç
olduğundan, sözkonusu mescid inşa edilmiştir. Mir'âtül-Haremeyn adlı eserin
yazarı, Nemire Mescidi ile ilgili olarak şu malumatı vermektedir:
"Bu mescid-i şerîf, insanın mutlutuğunu arttıran, kutsal Arafat fezasın' da, vakfe
günü, öğle ve ikindi namazlarının cem edilerek edâ olunduğu kutsal yer olup,
Cebelürrahme'nin sağ tarafına düşmektedir. Mısırlı Sultan Kayıtbay, hicri 873
yılında tamir edip hacıların gölgelenmesi için iki büyük sundurma ve mezkur
mescidin yakınında Arafat hududunu göstermek için "alemeyn" denilen iki de
alamet-i farika yapmıştır.
Şimdi kıble tarafında altı saf olacak kadar yerin üzeri örtülü, diğer yerlerin üstü
ise açıktır. Doğu tarafında altı adet büyük kapısı ve dört köşesinde dört metre
yüksekliğinde duvarı ve mihrabı üzerinde bir de kubbesi vardır. Mezkur mescidin
dört tarafı ikiyüz seksen kadem olup, yakınında hacıların su ihtiyacını gidermek
için, hacdan önce "Ayn-ı Zübeyde" (Zübeyde Çeşmesi) mecrasından doldurulan
bir sarnıcı vardır.
Nemire mescidi, vakfe yerine yarım saat uzakta olup güneşin gayet şiddetli
vaktinde, yani zevâl-ı şems esnasında mescide gitmek usulden olmakla,
gidenlerin, vücutlarını muhafaza etmeleri tavsiye olunur. Zira Arafat yerindeki
çadırların altında hava çok sıcak olduğundan hacıların çoğu, beyne kan
toplanması yüzünden fenalık geçirmektedir. Hattâ birinin, çıplak olarak iki üç
parça çamaşırını yıkarken güneşin tesiriyle arkası kaynar su dökülmüş gibi
kabardığı rivayet edilir. (Sabri Eyyüb, Mirâtül-Haremeyn-Mirâtü Mekke,
Kostantiniye 1301, VII, 1135-I 136)
MÜZDELİFE
Müzdelife; Mekke'de, Arafat ile Mina arasında bulunan ve Hac'da Arafat'tan sonra
vakfe yapılan yerdir. Müzdelife kelimesi "yaklaşmak, yakınlaşmak" anlamındaki
Arapça "zelefe" kökünden türemiştir. Ayrıca burası, "toplanma, bir araya gelme"
anlamında cem adıyla da anılmaktadır.
Müzdelife, Mina ile Arafat arasında Mina'ya üç mil mesafede bir yerde
bulunmaktadır. Burası, Arafat'tan Müzdelife'ye doğru gidilirken Arafat'ın iki
geçidinden geçtikten sonra Muhassır vadisine kadar olan kısmın adıdır. (Ebu
İshak el-Harbi, Taberi, Tefsir, Mısır 1968, II, 287; Kitabu'l Menasik, Riyad 1969,
508)
Hz. Adem (a.s.), Hz. Havva ile burada buluşmuş ve birbirine yaklaşmışlardı.
Katade'den yapılan bir rivayette ise, akşam ile yatsı namazının bir arda
kılınmasından dolayı Cem' adı verildiği söylenmektedir. (İbn Hacer el-Askalani,
Fethu'l-Bari, Mısır 1959, IV,270)
Yine, insanların burada toplanarak vakfe ile Allah Teala'ya yaklaştıkları, Hac
esnasında insanların bir araya gelip toplanmaları yahut Mina'ya yaklaşmış
olmaları veya buranın Allah Teala'ya yaklaşılan bir yer olarak telakki edilmesi vb.
sebeplerden dolayı bu adı almıştır. Bakara suresinin yüz doksan sekizinci ayetine
istinaden buraya, Meşar'ul-Haram da denilmektedir. (Muhammed İbn Kudame,
el-Muğni, Mısır (t.y.), III, 421)
Meş'ar; bilmek, anlamak, hissetmek anlamındaki "şuur" mastarının yer ismidir.
Hissetme, duyma, bulma yeri, hac sırasında ziyaret edilecek yerlerden her biri.
Haram da; yasak, haram, saygı duyulan demektir. Meş'aru'l-Haram tamlaması;
sözlükte saygıya değer, ibadet alameti taşıyan ve yer anlamına gelir.
Müzdelife'nin bir başka adı yanında, Meş'aru'l-Haram, Müzdelife'de bulunan ve
Cebel-i Kuzah da denilen, üzerinde "mikade" adlı silindir biçiminde bir taş olan
tepenin adıdır.
Önceleri burada odunlarla ocaklar, Halife Harun Reşid zamanında büyük mumlar,
sonraları da büyük kandiller yakılırdı. Daha sonra bu kısım üzerine bina
yapılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1935,I 723)
Müzdelife ve orada bulunan Meş'aru'l-Haram hac menasikinin ifa edildiği
yerlerdendir. Kurban Bayramı akşamı sabahleyin şafağın sökmesiyle güneşin
doğması arasına Müzdelife'de bir an da olsa durmak (vakfe yapmak) vacip,
geceyi orada geçirmek sünnet, Meş'aru'l-Haram denen Kuzah dağına gitmek ise
müstehaptır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Arafat'tan sel gibi akıp inerken Meş'ar-i
Haram'da Allah'ı zikredin." (Bakara Suresi 198. Ayet)
Hadis-i Şerifte de şöyle buyrulmuştur: "Kim bizim şu sabah namazımızda hazır
bulunur, biz ayrılıncaya kadar bizimle birlikte vakfe yapar ve daha önce gece
veya gündüz, Arafat vakfesini de yapmış durumda ise, onun haccı tamam olur."
(Tirmizi, Nesai)
Cabir b. Abdullah'tan rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.), Arafat'ta
vakfeden, güneş batıp ayrıldıktan sonra Müzdelife'ye geldi. Orada bir ezan ve iki
kametle akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldırdı. Bu iki namaz arasında
tesbih getirmedi. Sonra şafak sökünceye kadar yan üstü yattı. Sonra sabah
namazı vakti gelince bir ezan ve bir kametle sabah namazını kıldı. Sonra devesi
Kusva'ya binerek el-Meş'aru'l-Haram'a geldi. Kıbleye yöneldi, Allah'a dua etti,
tekbir ve tehlil getirdi, kelime-i tevhid okudu. Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar
vakfeye devam etti. Güneşin doğmasından önce oradan ayrıldı." (İbn Kesir,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1984,I , 352)
MEŞ'ARİL HARAM
Meş'ar; bilmek, anlamak, hissetmek anlamındaki "şuur" mastarının yer ismidir.
Hissetme, duyma, bulma yeri, hac sırasında ziyaret edilecek yerlerden her biri.
Haram da; yasak, haram, saygı duyulan demektir. Meş'aru'l-Haram tamlaması;
sözlükte saygıya değer, ibadet alameti taşıyan ve yer anlamına gelir.
Müzdelife'nin bir başka adı yanında, Meş'aru'l-Haram, Müzdelife'de bulunan ve
Cebel-i Kuzah da denilen, üzerinde "mikade" adlı silindir biçiminde bir taş olan
tepenin adıdır.
Önceleri burada odunlarla ocaklar, Halife Harun Reşid zamanında büyük mumlar,
sonraları da büyük kandiller yakılırdı. Daha sonra bu kısım üzerine bina
yapılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1935,I 723)
Müzdelife ve orada bulunan Meş'aru'l-Haram hac menasikinin ifa edildiği
yerlerdendir. Kurban Bayramı akşamı sabahleyin şafağın sökmesiyle güneşin
doğması arasına Müzdelife'de bir an da olsa durmak (vakfe yapmak) vacip,
geceyi orada geçirmek sünnet, Meş'aru'l-Haram denen Kuzah dağına gitmek ise
müstehaptır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Arafat'tan sel gibi akıp inerken Meş'ar-i
Haram'da Allah'ı zikredin." (Bakara Suresi 198. Ayet)
Hadis-i Şerifte de şöyle buyrulmuştur: "Kim bizim şu sabah namazımızda hazır
bulunur, biz ayrılıncaya kadar bizimle birlikte vakfe yapar ve daha önce gece
veya gündüz, Arafat vakfesini de yapmış durumda ise, onun haccı tamam olur."
(Tirmizi, Nesai)
Cabir b. Abdullah'tan rivayete göre, şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.), Arafat'ta
vakfeden, güneş batıp ayrıldıktan sonra Müzdelife'ye geldi. Orada bir ezan ve iki
kametle akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldırdı. Bu iki namaz arasında
tesbih getirmedi. Sonra şafak sökünceye kadar yan üstü yattı. Sonra sabah
namazı vakti gelince bir ezan ve bir kametle sabah namazını kıldı. Sonra devesi
Kusva'ya binerek el-Meş'aru'l-Haram'a geldi. Kıbleye yöneldi, Allah'a dua etti,
tekbir ve tehlil getirdi, kelime-i tevhid okudu. Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar
vakfeye devam etti. Güneşin doğmasından önce oradan ayrıldı." (İbn Kesir,
Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1984,I , 352)
MİNA
Mekke ile Arafat arasında, ikisini birbirine bağlayan yol üzerinde bir yer. Burası
birinci ve ikinci Akabe bey'atlarında Hz. Peygamber (s.a.v) ile Medineliler
arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yerdir. Kuzeyinde Sabir dağı bulunmaktadır.
Akabe Cemresi ile Muhassir Vadisi arasında kalan yere Mina denilir.Bu bölgeye
Mina adının verilmesiyle ilgili iki görüş vardır:
1. Hz. Adem (a.s.) Mina'dan ayrılmak isteyince Cebrail ona "temenni et" demiştir.
Adem peygamber de Cenneti temenni etmiş. Bundan dolayı buraya Mina adı
verilmiştir.
2. Burada kurban kesildiği kan akıtmak anlamına gelen "Mina" kelimesi "İmna"
kökünden türemiştir. Bu nedenle buraya Mina adı verilmiştir. Bu görüş daha
yaygındır.
Hz. İbrahim, kurban etmek için oğlunu Mina'ya götürür, sonra Hz. İbrahim'e Allah
tarafından bir kurbanlık verilir. Bu kurbanlığın ne olduğu hakkında kesin bir bilgi
yoktur. Bir çokları bunun koç olduğunu belirtmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu olay
"Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik." (Saffat: 107) biçiminde
açıklanır.
Hz. İbrahim, kendisine engel olmak isteyen şeytanı burada taşlar, burada kurban
keser. Hac ibadeti yapanlar da burada kurban keserler ve şeytan taşlarlar.
Hz. İbrahim'den sonra tevhid inancından uzaklaşan insanlar burada şenlikler
yapmışlar ve gayet güzel münasebetler kurmuşlardır.
Kurban Bayramı'nın birinci günü burada kurban kesilir. Bayramın birinci, ikinci,
üçüncü, dördüncü günleri de Cemrelere (Ulâ, Vusta, Akabe) taş atılır. Bu olaya
şeytan taşlama denir.
Tarihi Mina ile bu günkü Mina arasında değişiklikler görülmektedir. Mina, Hac
mevsimindeki izdiham göz önüne alınarak Müslümanların ibadetlerini daha
sağlıklı yapabilmeleri için her yıl değişikliğe uğramaktadır.
ŞEYTAN TAŞLAMA YERLERİ
Istılah olarak; hacıların, Mina'da şeytan taşladıkları üç yer. Bu taşlamada
kullanılan taşlara cemre ismi verilir.
Şeytan taşlama, Hz. İbrahim (a.s.) ile başlar. İbn Abbâs; Peygamber (s.a.v.)'in
şöyle dediğini rivayet eder:
"İbrahim (a.s.) Hac menâsiki için geldiğinde, Akabe cemresi yanında şeytan O'na
gözüktü, İbrahim (a.s.) ona yedi taş atarak yere geçirdi. İkinci cemre yanında
tekrar Hz. İbrahim'e gözüktü. Aynı şekilde ona yedi taş atarak yere geçirdi.
Üçüncü cemre yanında yine gözükünce, aynı şekilde yedi taş attı, nihayet şeytan
yerin dibine geçti. " İbn Abbâs: "Şeytanı taşlıyorsunuz ve babanız (İbrahim)'in
sünnetine tâbi oluyorsunuz" dedi. (Ahmed b. Hanbel, I, 297)
Hanefî Mezhebine göre, şeytan taşlama vaciptir. Bunu terkedenin kurban kesmesi
gerekir. Vacip oluşunun delili, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünnetine dayanan ümmetin
icmaıdır. (el-Kâsânî, Bedâiü's-Sanâyi, II, 136)
Nitekim Câbir (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'in kurban günü bineğinin üzerinde
olduğu halde cemrelere taş atarken şöyle dediğini rivayet eder:
"Menâsikinizi benden almanız için böyle yapıyorum. Çünkü bu haccımdan sonra
tekrar hacredeceğimi bilmiyorum." (Müslim, Hac, 310)
Cemreler, Akabe cemresi, ortanca cemre ve küçük cemre olmak üzere üç tanedir.
Akabe cemresi, Mina'ya girişte sol taraftadır. Ortanca cemre, Akabe cemresinden
sonra gelir ve aralarında 116.77 mt. mesafe vardır. Küçük cemre, Huleyf
mescidinden sonradır. Ortanca cemreyle aralarında 156.4 mt. vardır. (es-Seyyid
Sabık, Fıkhü's-Sünne, I, 729)
Süleyman b. Amr b. el-Ahvas'ın anası: "Peygamber (s.a.v.)'i vadinin ortasında
gördüm şöyle diyordu: "Ey insanlar! birbirinizi öldürmeyin. Cemreleri attığınız
zaman nohut tanesi büyüklüğünde taşlar atınız". demiştir." (Ebu Davud, Menâsik,
77)
İbn Abbas ise şöyle diyor:
"Hz. Peygamber (s.a.s.); Gel benim için taş topla, dedi. Ben de fiske taşı
büyüklüğünde çakıl taşları topladım." Taşları avucuna koyunca şöyle dedi: "İşte
bunun gibi taş atınız! Dinde aşırı gitmekten sakınınız. Şüphesiz sizden öncekileri,
dinde aşırı gitmek helâk etmiştir." (Nesâî, Menâsik, 217)
Âlimlerin çoğu bu hadislere dayanarak bu büyüklükte taş atmanın evlâ olduğunu
söylemişlerdir. (es-Seyyid Sâbık, a.g.e. I, 727)
Atılan cemrelerin mutlaka taş olmalar: gerekmez. Yeryüzü cinsinden toprak,
çamur, kiremit ve tuğla gibi şeylerle de şeytanı taşlamak caizdir. Ancak demir,
kurşun, cam ayakkabı, terlik ve benzeri şeyleri atmak caiz değildir. (es-Seyyid
Sâbık, a.g.e., I, 729)
Atılacak taşların sayısı kırk dokuz veya yetmiştir. Buna göre, yedi tanesi bayram
günü Akabe cemresine atılır. Yirmibir tanesi onbirinci gün her cemreye yedişer
taş olmak üzere atılır. Yirmibir tanesi de onikinci gün aynı şekilde atılır. Kalan
yirmibir tane onüçüncü gün atılır. Yalnızca üç gün taş atmak da caizdir. (esSeyyid Sâbık, a.g.e., I, 731)
Cenâb-ı Allah: " Allah'ı sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan kimseye, acele
edip Mina'daki ibadeti iki günde bitirse günah yoktur. Geri kalsa da günah yoktur.
" (Bakara Suresi 203. Ayet)
Taşları atarken tekbir getirmek müstahabdır. Süleyman b. Amr b. El Ahvas'ın
anası şöyle diyor:
"Ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın Kurban Bayramı günü Akabe cemresi yanında vadinin
ortasında durup cemreye yedi taş attığını, her taşla birlikte tekbir getirdiğini ve
taşları attıktan sonra oradan ayrıldığını gördüm." (İbn Mâce, Menâsik, 64)
Gündüz taş atmaya bir engel varsa, geceye tehir edilebilir. Özürsüz tehir
mekruhtur. Son gece yarısından önce taş atmak da caiz değildir. Ancak kadınlar,
çocuklar ve özürlülerin Akabe cemresini kurban gecesinin ikinci yarısında
atmalarına ruhsat verilmiştir.
Hastalık ve benzeri sebeplerden dolayı taş atamayanlar yerlerine vekil tayin
edebilirler.
CİN MESCİDİ
Cin Mescidi Mualla Mezarlığı'nın harem-i şerife doğru giden caddenin hemen
sağında, bir yolun girişindedir. Bu mescide 'hars' Mescidi de denir. 2000 yılında
yıkılmış, yeniden yapılmıştır. Tek katlı olup büyük bir sermahfili vardır. Erkekler
altta, kadınlar sermahfilde namaz kılarlar.
Allah Resulü bir gece İbni Mes'ud ile birlikte 'Hacana' gitti. Onun için bir çizgi
çizdi. Olduğu yerde kalmasını, çizginin dışına çıkmamasını emretti. Allah Resulü
sonra İbni Mesud'un yanından ayrıldı ve cinnilerle toplantı yaptı. Onlara Kur'an
okudu ve imana davet etti. Cinnilerden iman edenler kavimlerini imana davet
etmek için yurtlarına döndüler. Şafak atınca Peygamberimiz İbni Mesud'un yanına
geldi. Birlikte Mekke'ye döndüler. Peygamberimizin ahirete irtihalinden sonra İbni
Mesud'un beklediği yere mescid yapıldı. Adına da Mescid-i Cin denildi.
Namaz vaktinden çok önce özellikle Uzakdoğulu Müslümanlar tarafından
doldurulan cami diğer zamanlarda kapalı tutuluyor
Arafat
Mekke'nin yirmi km. uzaklığında ve doğusunda bulunan bir dağ. Aynı adı taşıyan
ova içinde yaklşık yetmiş metre kadar yükseklikte bir tepe görünümündedir.
Tepeye koyu yeşil taş yığınları hakimdir. Arafât'a "Cebelü'r-rahme" (Rahmet
Dağı) da denir.
Hac-ibadetinin rükünlerinden biri olan Vakfe'nin* yapıldığı yer olmasından dolayı
büyük bir önem taşımaktadır. Bu dağın, ismini nasıl aldığı hakkında çeşitli
görüşler vardır:
Rivayetlere göre Hz. Âdem (a.s.) ile eşi Hz. Havva Cennet'ten çıkarıldıktan sonra
yeryüzüne indirilmiş ve bir müddet ayrı kalıp nihayet Arafât Dağı'nda
buluşmuşlardır. Buluşma anlamına gelen "Ta'arrefe" kelimesinden alınmış ve
buraya Arafât denmiştir. Bu ismin ve rivayetin Hz Âdem (a.s.) zamanından beri
nesilden nesile aktarılmış olduğu ifade edilmektedir. ismin nereden geldiğine dair
diğer bir rivayet de hacıların Arafât dağındaki vakfeleri sırasında Allah'ın
yüceliğini, kendilerinin ihtiyaç ve kulluklarını "i'tiraf" ettiklerinden dolayı buraya
Arafât adının verildiği söylenmektedir. Bu konu ile ilgili diğer bir üçüncü görüş ise
şöyledir: Hac ibadetinin önemli bir rüknü olan vakfeyi tamamlayanlar manevî bir
kokuya ("Arf") büründükleri için bu anlamda bu dağa Arafât adı verilmiştir.
Cenâb-ı Hak bu dağın adım Kur'an-ı Kerim'de söyle zikretmiştir: "..Arafât'tan
ayrılıp (seller gibi) akın edince Meş'ar-i Harâm'da* Allah'ı zikredin.. " (el-Bakara,
2/198).
Hac ibadetini yerine getirmek üzere orada bulunan müslümanlar Terviye'den
(yani Zilhicce'nin sekizinci günü sabah namazını Mekke'de kıldıktan) sonra
Mina'ya, sonra Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra Arafât'a çıkarlar.
Haccın farzlarından biri olan vakfe Arefe günü zeval vaktinden başlar, nahir günü
yani bayramın birinci günü sabah namazı vaktine kadar süren zaman içinde
yapılır. Genellikle Arefe günü akşamı Arafât'tan ayrılma işlemleri başlar.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir hadîsine göre Arafât'ın her yeri vakfe yeridir. Buna
göre vakfe için belli bir yer söz konusu değildir. Arafât dağında vakfe sırasında
Allah'a dua etmek ve isteklerde bulunmak müstehabtır. Arefe günü Arafât'ta
vakfe yapmanın önemi ve fazileti hakkında Resulullah şöyle buyururlar: "Cenâb-ı
Hakk'ın, Arefe günü (vakfe sırasında) Cehennem'den azad ettiği kulların sayısı
diğer günlerde azad edilenlerle ki yaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü
vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'bunlar ne
istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar' der." (Müslim, Hacc, 1348).
Ebû Katâde Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben
Allah'dan umuyorum ki Arefe günü tutulan oruç, içinde bulunulan seneden önceki
ve sonraki seneye keffâret olur. " (İbn Mâce, Siyam,40; Dârimî, Savm, 54;
Ahmed b. Hanbel, V, 296-297). Bu hadis şöyle yorumlanır: Eğer küçük günahlar
işlemişse yahut işleyecekse onlar afvedilir, eğer küçük günahı yoksa büyük
günahları hafifletilir, büyük günahı da yoksa derecesi yükseltilir (et-Tâc, elCâmi'u li'l-Usûl, II, 95). Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: "Ben şurada
kurban kestim, Mina'nın her tarafı bir kurban yeridir. Konakladığınız yerde kurban
kesiniz. Ben şurada vakfe yaptım. Arafât'ın her tarafı vakfe yeridir..." (Müslim,
Hacc)
Şamil İslam Ansiklopedisi
SEVR MAĞARASI
Hz. Muhammed (s.a.s)'in Mekke'den Medine'ye hicreti sırasında Hz. Ebu
Bekir ile birlikte müşriklerden gizlendikleri ve üç gün süreyle kaldıkları
mağara.
Sevr dağı, Mekke'nin güney tarafında ve 5 km. uzaklıktadır. Sevr, birçok
tepeden oluşan bir dağdır. Bu dağda pek çok irili ufaklı mağara vardır. Bu
mağaralar dağın değişik yerlerine dağılmıştı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in
Hicret sırasında Hz. Ebu Bekir (r.a) ile birlikte sığındıkları mağaranın bazı
özellikleri vardır. Öncelikle gizlenmeye elverişli olup, kayadan yontularak
yapılmış bir mağarayı andırır. Ön ve arkasında delikleri vardır. Bunlar
mağaranın alt kısmındadır. Bu sebeple mağaraya ancak sürünerek veya
eğilerek girmek mümkündür. Mağaranın çevresinde, dışarıda dolaşan
kimsenin içeriyi görebileceği başka delikler yoktur. Mağara içinde
bulunanlar, dışarıda dolaşanların ayaklarını görebilir, fakat dışarıda olanlar
mağara içindekileri göremezler. Görebilmeleri için eğilip, başlarını
ayaklarının hizasına getirmeleri gerekir. Öte yandan Hicret esnasında Sevr
mağarasında gizlenmenin bir başka avantajı daha vardı. Hemen dağın
eteğinde Âmir b. Füheyre'nin koyunları otlattığı ve geceleri sütünü Hz.
Peygamber ile Hz. Ebu Bekir'e ikram edeceği bir otlak vardı. Yeri
gelmişken, bu iki dostu, bu mağaraya getiren olayları ve mağarada
yaşadıkları anlara kısaca değinmek uygun olacaktır.
Müşriklerin bitmez tükenmez baskı ve işkenceleri üzerine Hz. Peygamber,
Müslümanlara İslam için uygun bir ortam olan Medine'ye hicret etmelerini
emretti. Bu emir üzerine hicret başladı. Ancak Kureyşliler bu durumdan
son derece rahatsız oldu. Buna sebep, Hz. Muhammed (s.a.s)'in de hicret
edip Medine'de bir güç ve merkez oluşturması korkusu idi. Kureyş
korkmakta haklıydı; çünkü Medine, Mekke ile Şam yolu üzerinde
bulunuyordu. Bu da Mekke'nin iktisâdi durumunu tehlikeye düşürmeye
yeterliydi. O halde putları ve ticari faaliyetleri için önemli bir tehlike olan
bu İslâm dini daha şimdiden ortadan kaldırılmalıydı. Takip edecekleri
politikayı belirlemek için Kureyş'in ileri gelenleri bir araya geldiler. Bu
hususa Kur'an şöyle değinir:
"Ey Muhammed! Hatırla, bir zaman kâfirler seni tutup bağlamak veya
öldürmek, yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Onlar sana
tuzak kurarlarken; Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah
tuzakları bozanların en hayırlısıdır" (el-Enfal, 8/30).
Kureyş âyette belirtilen hapis, sürgün ve öldürme yollarından en kötüsünü
yürürlüğe koymayı kararlaştırdı. Bütün kabilelerden kuvvetli gençlerin
seçilerek bir çete oluşturulması en uygun yol olarak benimsendi.
Nihayet Hz. Peygamber'in evinde olduğu bir gece saldırıya geçilecekti.
Ancak Allah, müşriklerin toplantısını ve aldıkları kararı elçisine bildirdi ve
Medine'ye hicret imi verdi. Hz. Ebu Bekir'i haberdar etti. O da yol
hazırlıklarına başladı. Hz. Muhammed (s.a.s) akşam olunca, müşriklerin
yatakta kendisinin yattığını zannetmeleri ve bir süre oyalanmaları için Hz.
Ali (r.a)'yi yatağına yatırdı. Evden çıkarken eline aldığı bir avuç toprağı
suikastçıların üzerine saçtı. O sırada şu anlama gelen âyeti okumaktaydı:
"Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık
görmezler" (Yâsin, 36/9).
Gerçekten de müşriklerin gözleri bir an perdelendi. Hz. Peygamber de
oradan ayrılıp Hz. Ebû Bekir'in evine geldi. Beraberce Mekke'yi terk edip
Sevr dağına doğru yola koyuldular. Sonunda Sevr mağarasına ulaştılar.
İlkin Hz. Ebu Bekir, zararlı hayvan olup olmadığını araştırmak ve içerisini
temizlemek için mağaraya girdi. M. Hamidullah hadislere dayanarak
olayları şöyle aktarır:
"Hz. Ebu Bekir mağaraya girince orada gördüğü delikleri, yılan vb. zararlı
hayvanların girmesine engel olabilmek için üzerindeki örtüyü yırtarak
delikleri tıkadı. Sonra Rasûlüllah (s.a.s)'ı içeri çağırdı. Ancak delikleri
kapamada kullandığı bez, son deliği kapatmaya yetmemişti. O deliği de
ayak topuğu ile kapamıştı. Gerçekten de bu delikten gelen bir yılan Hz.
Ebu Bekir'i acı bir biçimde ısırmıştı. Hz. Peygamber, son derece yorgun
olması hasebiyle dostunun dizine başını dayayarak uyuyakalmıştı. Hz. Ebu
Bekir, topuğunda hissettiği acıya rağmen hiç kımıldamadı, fakat çektiği acı
gözlerinden yaşların boşalmasına yol açmıştı. Rasûlüllah (s.a.s)'ın yüzüne
bu yaşlar dökülünce hemen uyandı. Durumu öğrenince Hz. Muhammed
(s.a.s), kendi tükürüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü. Bir süre sonra
ayağı tamamen iyileşmişti"
Yine kaynaklarda verilen bilgilere göre, mağarada iken bir örümcek
mağaranın giriş kısmına ağ örmüş, ayrıca iki güvercin de hemen yanı
başında bir çalı bitkisi üzerinde bir yuva yapmışlardı (İbn Sad, TabakâtülKübrâ, Beyrut t.y., I, 228 vd.). Hz. Muhammed (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir'i
takip eden grup mağaraya ulaşmadan önce, bu iki kuş bir de
yumurtlamışlardı.
Bu sırada Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber'in Mekke dışına çıktığını
anlamada fazla gecikmediler. Sabah olunca yatakta yatanın Hz. Ali (r.a)
olduğunu anladılar. Medine'ye gidebileceğini tahmin ederek yola koyulup
araştırmaya başladılar. Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Muhammed (s.a.s)'i
kendilerine ölü veya diri olarak getirene yüz deve ödül vereceklerini her
tarafa duyurdular. Gerçekten de O'nu yakalamak için Medine yolu didik
didik arandı.
Bu arada Sevr mağarasına da geldiler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir hayli
endişelenmişti; ancak bu endişesi kendisi için değil, Âlemlerin Efendisi
içindi. Rasûlüllah (s.a.s) ona;
-"Ey Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa sen ne olacağını
zannediyorsun?" diyerek teskin etti. Allah Teâlâ bu durumu Kur'ân-ı
Kerim'de şu meâldeki âyette açıklar:
-"Siz Peygamber'e yardım etmeseniz de Allah ona yardım etti. Hani bir
zaman Peygamber, iki kişiden biri iken kâfirler O'nu Mekke'den çıkardılar.
Onlar mağarada iken arkadaşına, 'Üzülme, Allah bizimle beraberdir'
diyordu. Böylece Allah, peygamberin üzerine emniyet indirdi ve O'nu
görmediğiniz askerlerle destekledi" (et-Tevbe, 9/40).
Hz. Peygamber (s.a.s) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) mağarada kaldıkları üç gün
süreyle, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, şehirdeki konuşmaları ve
gelişmeleri, gece mağaraya gelerek aktarıyordu. Âmir b. Füheyre de
koyunları mağara çevresinde otlatarak geceleri süt içmelerine imkân
veriyordu.
Sonunda, dördüncü günün sabahı, Âmir ile kılavuzluk yapması için
kiralanan Abdullah b. Ureykıt, beraberlerinde iki deve ile mağaraya
geldiler. Böylece dört kişiden oluşan küçük kervan Medine'ye doğru yola
koyuldu. İşte, Hicret olayında en zor anlar Sevr mağarasında yaşanmıştı.
(İbn Sa'd Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut ty., I, 228 vd.; M. Hamidullah, İslâm
Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, I,172-176; Mevlana Şiblî, Asr-ı
Saadet, çev. Ö. Rıza Doğrul, İstanbul 1977, I, 197-200).
Download