T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ) ANABİLİM DALI PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ Doktora Tezi Mürsel ÖZALP ANKARA - 2015 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ) ANABİLİM DALI PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ Doktora Tezi Mürsel ÖZALP Tez Danışmanı Prof. Dr. Ali İsra GÜNGÖR ANKARA - 2015 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (05.02.2015). Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Mürsel ÖZALP İmzası ………………………… İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………..II ÖNSÖZ……………………………………………………………………………..VI KISALTMALAR………………………………………………………………...VIII GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 1. ARAŞTIRMA HAKKINDA GENEL BİLGİ ...................................................... 1 1.1. Araştırmanın Önemi ve Sınırları ........................................................................... 1 1.2. Metodoloji ve Kaynaklar....................................................................................... 3 2. DİNİ VE SİYASİ BİR YAPI OLARAK PAPALIK VE PAPA ......................... 4 2.1. Papalık ve Papa Kavramları Hakkında Genel Bilgi .............................................. 5 2.2. Papalığın Teşekkülü .............................................................................................. 8 2.3. Papalık-Katoliklik Özdeşliği ............................................................................... 13 I. BÖLÜM PAPALIK OTORİTESİNİN TARİHSEL SEYRİ ................................................ 16 1. GEÇ ANTİKÇAĞDA PAPALIK ....................................................................... 17 1.1. Petrus’un Kürsüsü ............................................................................................... 18 1.2. Hıristiyanlığın Devlet Dini Olması ..................................................................... 22 1.3. Kutsal Makam ..................................................................................................... 25 1.4. Büyük Leo ve Kilisenin Dini-Dünyevi Güç Ġddiası ............................................ 26 2. ORTAÇAĞDA PAPALIK .................................................................................. 28 2.1. Batı Roma’nın Yıkılışı ve Papalığın Otorite Boşluğunu Doldurması ................. 29 II 2.2. Gelasien Düalizm ................................................................................................ 31 2.3. Büyük Gregory .................................................................................................... 33 2.4. Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu .................................................................. 34 2.5. Doğu-Batı (Ortodoks-Katolik) Ayrılığı .............................................................. 35 2.6. VII. Gregory ve Dünyevi Ġktidar (Dictatus Papae) ............................................ 38 2.7. Papalık Otoritesinin Zirvesi ................................................................................ 42 2.8. Konsiliyarizm ...................................................................................................... 48 3. REFORMASYON DÖNEMİNDE PAPALIK………………………………...51 3.1 Ana Bünyeden Ġkinci Kopuş: Protestan Reformu ................................................ 51 3.2. Papalığın Kendisini Koruma Refleksi: Karşı Reform ......................................... 56 3.3. Konsiller ve Papalık Otoritesi ............................................................................. 59 II. BÖLÜM PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ............... 66 1. YANILMAZLIK DOKTRİNİ HAKKINDA GENEL BİLGİ ......................... 67 1.1. Yanılmazlığın Tanımı ve Kapsamı ..................................................................... 68 1.2. Kilisenin Korunmuşluğu ile Papanın Yanılmazlığı Arasındaki Ġlişki ................ 71 2. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİNİN DOĞUŞU .............................. 75 2.1. Peter Olivi ve Papanın Yanılmazlığı ................................................................... 75 2.2. Papa XXII. John ve Fransisken Öğretilerin Kınanması ...................................... 78 3. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİNİN GELİŞMESİ ......................... 80 4. PAPALIK KARŞITI VE TARAFTARI AKIMLAR: GALLİKANİZM VE ULTRAMONTANİZM ........................................................................................... 85 4.1. Gallikanizm ......................................................................................................... 86 4.2. Ultramontanizm................................................................................................... 90 5. I. VATİKAN KONSİLİ ÖNCESİ SİYASİ VE DİNİ GELİŞMELER ............ 96 III 5.1. Liberal Bir Papa: IX. Pius ................................................................................... 97 5.2. Ġtalyan Birliği (Risorgimento) Hareketi .............................................................. 99 5.3. Meryem’in Asli Günahtan Korunmuşluğu: Immaculate Conception ............... 101 5.4. Liberalizme Meydan Okuma: Hatalar Manzumesi ........................................... 105 6. I. VATİKAN KONSİLİ VE YANILMAZLIK DOKTRİNİNİN KABULÜ . 108 6.1. Konsil Çağrısı ve Konsilin Amacı .................................................................... 108 6.2. Konsil Gündemine Ġlk Tepkiler ........................................................................ 111 6.3. Konsilin Açılışı ................................................................................................. 116 6.4. Konsilde Yanılmazlık Karşıtları ve Savunucuları............................................. 118 6.4.1. Yanılmazlık Karşıtları: Inopportunistler ........................................................ 119 6.4.2. Yanılmazlık Savunucuları: Infallibilistler ...................................................... 122 6.5. Konsil Oturumları: Müzakere ve Tartışmalar ................................................... 125 6.6. Son Oylama ve Yanılmazlık Doktrininin Kabulü ............................................. 136 7. I. VATİKAN KONSİLİ SONRASI GELİŞMELER ...................................... 138 7.1. Ġtalya’nın Roma’yı Ġşgali .................................................................................. 139 7.2. Konsil Kararlarına Katılım............................................................................... 140 7.3. Döllinger ve Eski Katolikler Kilisesi ................................................................ 142 7.4. Konsilin Meşruiyeti Tartışmaları ...................................................................... 145 III. BÖLÜM I. VATİKAN KONSİLİ SONRASI YANILMAZLIK DOKTRİNİ .................. 148 1. II. VATİKAN KONSİLİ VE YANILMAZLIK YETKİSİNİN GENİŞLETİLMESİ ............................................................................................... 149 1.1. II. Vatikan Konsili’ne Etki Eden Teologlar ve Yanılmazlık Anlayışları .......... 153 1.1.1. John Henry Newman ve Vicdan Hürriyeti ..................................................... 153 1.1.2. Yves Congar ve Kolektif Çalışma ................................................................. 157 IV 1.1.3. Hans Küng ve Kilisenin Korunmuşluğu ........................................................ 159 2. YANILMAZLIK DOKTRİNİNE FARKLI YAKLAŞIMLAR ..................... 167 3. YANILMAZLIĞIN KRİTERLERİ VE YANILMAZLIK YETKİSİNİN KULLANIMI .......................................................................................................... 171 3.1. Yanılmazlığın Kriterleri .................................................................................... 172 3.2. Yanılmazlık Yetkisinin Kullanımı .................................................................... 181 3.3. Yanılmazlığın Diğer Çeşidi: Kilisenin Öğreti Otoritesi (Magisterium) ........... 185 4. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ VE DİĞER KİLİSELERDEKİ YANSIMALARI ..................................................................................................... 189 4.1. Ortodoks Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine Yaklaşımları .......................... 191 4.2. Protestan Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine Yaklaşımları .......................... 196 4.3. Yanılmazlık Doktrini ve Diğer Kiliselerle Ġlişkiler .......................................... 202 SONUÇ .................................................................................................................... 206 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 210 ÖZET....................................................................................................................... 236 ABSTRACT ............................................................................................................ 237 V ÖNSÖZ Ġnanca müteallik konularda Tanrısal bir murâkabe ile “hatadan korunmuşluk” ve “hataya düşmeme” olarak tarif edilen yanılmazlık anlayışı, bütün dinlerde yaşanan hakiki, saf îtikadın temsilcisi iddiasındaki ortodoksi ve ana akımdan sapan öteki; heresi kavgasıyla da birebir ilişkili teolojik, aynı zamanda politik ve felsefî çok eski bir kavramdır. Bir fenomen olarak hemen her inanç sisteminde açık ya da örtülü bir şekilde bulunan, kendisinin hidayette (ortodoks) diğerlerinin ise dalalette (heretik) olduğu şeklindeki bu tekelci tavrı, îtikadî tartışmaların ve itizalî hareketlerin başladığı ilk yüzyıllardan itibaren Roma (Katolik) Kilisesi de takınmaya başlamıştır. Roma Kilisesi’nin böylesi bir tavır takınmasında, bizzat Ġsa’nın yetkilendirdiğine inanılan havari Petrus’un Roma Kilisesi’nin bânisi olduğu telakkisi önemli yer tutmuştur. Kilise babaları tarafından daha çok Ġsa’nın Petrus’u muhatap aldığı Ġncil metinleri Roma Kilisesi lehine yorumlanarak kalıp yargılara dönüşmüş ve bu yargılar zamanla Roma Kilisesi’nin her zaman ortodoks îtikat üzere sabit kaldığı ve her dâim kalacağı şeklindeki bir anlayışa mesnet teşkil etmiştir. Ancak ilk dönemlerde Roma Kilisesi’nin nezdinde, yaşayan bir beden olarak kabul edilen Kilisenin birliğini ve bütün bir Hıristiyan inancını ifade etmek için kullanılan bu argümanlar belli bir süre sonra Roma Kilisesi’nin bir temyiz ve karar mercii olarak temerküz etmesine sebep olmuştur. Roma Katolik Kilisesi’nin gözetim ve denetiminde toplanan konsillerde mütemadiyen vurgulanan bu husus en nihayetinde 1870 I. Vatikan Konsili’nde kabul edilen kararla Kilisenin başı kabul edilen papaya transfer edilerek Katolik bir inanç akîdesi halini almıştır. Katolik bir doktrin ve dogma olarak “yanılmazlık” (infallibility) kısaca, papanın kutsal makamından inanç ve ahlaka dair bir doktrin va’z ettiğinde Kutsal Ruh’un gözetim ve denetimiyle yanılmazlık yetkisine sahip olmasını ifade eder. Literatürde “infallibilite yasası” olarak da geçen bu konu, daha çok skandallarla gündeme gelen Papalık ya da papa mevzu bahis olduğunda ilk tartışma konularının başında gelmekte ve onun en çok eleştirilen yönünü teşkil etmektedir. Hem Hıristiyan hem Hıristiyan olmayan dünyada çok zaman genel anlamda ve kapsamı geniş tutularak ele alınan papanın yanılmazlığı doktrini, Hıristiyan mezhepleri arasında yeniden bir araya gelme adına bazen açıktan bazen gizli yürütülen ökümenik VI hareketin önünde bir problematik olarak varlığını koruduğu gibi, aynı zamanda Katolik Kilisesi’nin kendi içinde de tartışma ve bölünmelere sebebiyet vermiştir. Bu sebepten yanılmazlık doktrinin tarihsel gelişimi, kayıt ve sınırlılıkları ile önde gelen Katolik teologların ve Hıristiyan mezheplerin eleştiri ve yanılmazlık anlayışları tez konusu olarak seçildi. Çalışma bu yönüyle papanın yanılmazlığı doktrininin bütün yönleriyle anlaşılmasına katkı sağlayacağı gibi, papalığın dini (aynı zamanda dünyevi) otoritesinin tarihsel seyrinin incelenmesi bakımından da önem arz etmektedir. Tez giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde yanılmazlığın izafe edildiği kurum ve kişi olarak Papalık ve papa kavramları ile papalığın teşekkülü ve Papalık-Katoliklik özdeşliği hakkında bilgi verilmiştir. Birinci bölümde, yanılmazlık anlayışının alt yapısını anlamak adına ve I. Vatikan Konsili öncesi, konsil esnası ve sonrasında doktrin taraftarlarının tezlerine delil göstermesi bakımından, kurumsal olarak teşekkülünden başlayarak bütün bir Ortaçağ Papalık otoritesinin tarihsel seyri ve Papalığın ikinci bölünmeyi yaşadığı Reform dönemindeki egemen konumunu sürdürme refleksleri kronolojik olarak ele alınmıştır. Ayrıca Kilisenin bir yasama organı işlevini haiz hem yerel hem genel (ökümenik) konsillerin papalık otoritesinin tesisine yönelik işleviyle papalık otoritesine bir alternatif olarak ileri sürülen konsilyarizm fikrine değinilmiştir. Ġkinci ve üçüncü bölüm tezin esasını teşkil etmektedir. Ġkinci bölümde yanılmazlık kavramı hakkında bilgi verilerek papanın yanılmazlığı ile Kilisenin yanılmazlığı arasındaki ilişki ele alınmıştır. Ardından papanın yanılmazlığı doktrininin ilk defa ileri sürülmesi, yani doğuşu ile ilerleyen dönemlerde çeşitli teologlarca tekrar ele alınarak geliştirilmesi, doktrine destek ve muhalefet adına ultramontanizm ve gallikanizm gibi papalık taraftarı ve karşıtı akımlar ile yanılmazlık doktrininin resmen kabul edildiği I. Vatikan Konsili (1869-70) öncesi dini-siyasi gelişmelerden bahsedilmiştir. Yanılmazlık doktrininin dogmaya dahil edildiği I. Vatikan konsili’nin açılışı, konsilde yanılmazlık doktrini, taraflar, yapılan müzakere ve tartışmalar ve nihayet doktrinin dogmalaşması tarihsel seyri içerisinde verilmiştir. Konsil sonrası konsilde alınan kararlara itirazlar ve siyasi-dini gelişmeler de yine bu bölümde ortaya konulmuştur. VII Üçüncü bölümde ise I. Vatikan Konsili’nde dogmatik bir kararla kabul edilen yanılmazlık doktrinine II. Vatikan Konsili (1962-65)’nde şerh mahiyetinde yapılan Kilisedeki piskoposlar arası iş birliğini vurgulayan (collegiality) yetki genişletilmesi ele alınmıştır. Yine II. Vatikan’ın bu kararı almasında etkili olan önde gelen teologların yanılmazlık anlayışları ile yanılmazlık doktrinini olumlu yönde ele alan farklı yaklaşımlar ortaya konulmuştur. Ayrıca icra yönünden papanın yanılmazlığı doktrininin kriterleri, kayıt ve sınırlılıkları ile doktrinin uygulanması hakkında bilgi verilmiştir. Son olarak da Ortodoks, Protestan ve diğer kiliselerin papanın yanılmazlığı doktrinine yaklaşımları ile bu kiliselerin yanılmazlık anlayışları ortaya konulmuştur. Öncelikle çalışmamın her aşamasında bilgi ve tecrübesiyle büyük katkılarını gördüğüm danışman hocam Prof. Dr. Ali Ġsra GÜNGÖR’e içten teşekkürlerimi sunarım. Yine hem ders hem tez aşamasında desteklerini esirgemeyen Prof. Dr. Ahmet Hikmet EROĞLU’na ve diğer Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi hocalarına, kaynak temini başta olmak üzere tez jürisindeki tavsiyelerinden dolayı Dokuz Eylül Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesinden Doç. Dr. Bekir Zakir ÇOBAN’a müteşekkirim. Ayrıca desteklerini gördüğüm Dr. Hayati SAKALLIOĞLU, Dr. Muhammet Ali BAGIR, Ali AYDIN ve Ayşenur KILINÇ’a samimi teşekkürlerimi sunarım. Elbette en önemlisi çalışmam süresince bana her türlü desteği sağlamalarından dolayı ihmal ettiğim eşim Kevser ve oğullarım Ahmet Akif ile Mehmet Fatih’e çok teşekkür ederim. Mürsel ÖZALP Ankara-2015 VIII KISALTMALAR AÜĠFD : Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi Bkz : Bakınız c. : Cilt CD : Christus Dominus Çev. : Çeviren DĠA : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi Ed. : Editör ER : Encyclopedia of Religion ERE : Encyclopedia of Religion and Ethics ĠÜĠFD : Ġstanbul Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi LG : Lumen Gentium Md. : Madde MÜĠFD : Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi OMÜĠFD : On Dokuz Mayıs Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi ö. : Ölüm Tarihi UÜĠFD : Uludağ Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi s. : Sayfa ss. : Sayfadan sayfaya Sy. : Sayı vb. : Ve benzeri vd. : Ve diğerleri vol. : Volume Yay. : Yayınları IX GĠRĠġ 1. ARAġTIRMA HAKKINDA GENEL BĠLGĠ 1.1. AraĢtırmanın Önemi ve Sınırları Diğer faktörlerin yanında coğrafi konum gereği çok uzun zamandan beri çeşitli şekillerde ve hemen her alanda ilişki içerisinde olduğumuz Avrupa‟nın kültür katmanlarında Hıristiyanlık önemli bir yer tutmaktadır. Hıristiyanlık söz konusu olduğunda da ilk akla gelen kişi ve kurumların başında papa ve Papalık gelir. Papalık, Avrupa‟nın dini, siyasi, sosyal ve kültürel hayatını yüzyıllar boyunca etkilemiş, yönlendirmiş ve şekillendirmiş çok önemli bir kurumdur. Hıristiyanlıkta ana bünyeyi teşkil eden (Roma) Katolik Kilisesi‟nin hiyerarşik yapılanmasında en tepe konumda bulunan Papalık, nüfus ve yüzölçüm bakımından dünyanın en küçük devleti (Vatikan Şehir Devleti) olmasına rağmen, dünya sathına yayılan yaklaşık 1.2 milyar müntesibin dini merkezi olması hasebiyle nüfuz olarak çok büyük bir etkinliğe sahiptir. Özellikle bu merkezin başı olan papanın -kayıt ve kriterlerden bağımsız- genel anlamda bir yanılmazlık karizmasına sahip olduğuna bir iman şartı olarak inanılması onun etkinliğini daha da artırmaktadır. İşte bu etkinliğinden dolayı, her ne kadar içiçe geçmiş olup birbirinin yerine kullanılsa da bir ayrım yapmak gerekirse siyasi anlamda Vatikan, dini anlamda Roma Katolik Kilisesi veya Papalık çeşitli araştırma ve incelemelere konu olmuştur. Yapılan bu çalışmaların çoğunda papanın yanılmazlığı konusuna Katolisizmin bir karakteristiği olarak değinilmiş, ancak bu doktrinin tarihsel gelişimi, mahiyeti, koşul, kayıt ve sınırlılıkları ile doktrin etrafında yapılan tartışmalar bütünlük içerisinde ele alınmamıştır. Türkiye‟de yapılan çalışmalar açısından bu eksikliği dolduracağı düşünüldüğünden bu çalışmada tedricen tesis edilen Papalık otoritesi ve bu otoriteden devşirilen bir yetki ya da karizma olarak “Papanın Yanılmazlığı Doktrini” adlı konunun doktora tezi olarak çalışılmasına karar verilmiştir. 1 Bu araştırmanın amacı; aynı zamanda Hıristiyan kiliseleri arasında, özellikle yeniden bir araya gelme adına başlatılan ökümenik hareket önünde aşılması güç bir engel olarak da görülen, tartışmalı bir konu olan papanın yanılmazlığı doktrininin tarihsel gelişimini, doktrinin mahiyetini, kayıt ve sınırlılıkları ile koşul ve kriterlerini kronolojik ve deskriptif bir şekilde ortaya koymaktır. Ayrıca önde gelen Katolik teologlarla diğer kiliselerin papanın yanılmazlığı doktrinine yaklaşımları ve bu kiliselerin yanılmazlık anlayışlarının ana hatlarıyla belirtilmesi çalışmamızın amaçları arasındadır. Çalışmamız bu yönüyle çok zaman genel anlamda ele alınarak hem Hıristiyan hem Hıristiyan olmayan dünyada yanlış anlaşılan yanılmazlık konusunu her yönüyle Türk bilim dünyasına sunacaktır. Papanın, dini konularda doktrin tanımlarken yanılmazlık karizmasına sahip olduğu anlayışının Katolik bir dogma olarak kabul edilmesi ya da en azından bu doktrinin kabulüne bir hazır bulunuşluk sağlama adına Roma Piskoposluğunun tarihsel öncelik ve üstünlük iddiaları ile öne çıkarak otoritesini tesis etmesi büyük önem arz etmektedir. Bundan dolayı özellikle ilk bölümde, Roma‟nın dini ve dünyevi otoritesinin göstergesi kabul edilen tarihsel vaka, Papalık bildirileri ve Roma‟nın öncelik ve üstünlüğüne atıf yapan Kilise babalarıyla önde gelen teologların görüş ve düşünceleri ele alınmış, otoritede düşüş ya da Doğu-Batı ayrılığı gibi kırılma dönemleriyle Avignon Papalığı gibi çöküntü dönemlerine ve Protestan reformu, aydınlanma, Fransız İhtilali ile modernizmin getirdiği Roma‟nın dinidünyevi otoritesini tehdit eden diğer bölünme ve fikir ayrılıklarına da çalışmada ana hatlarıyla değinilmiştir. Bu yönüyle çalışma aynı zamanda dini ve dünyevi erklerin tarih boyunca birbirlerine karşı yürüttükleri üstünlük kurma yarışı ya da bir başka ifadeyle bir teokrasi-laiklik mücadelesini de göstermektedir. Yanılmazlık doktrininin Katolik bir inanç esası olarak kabul edildiği ya da dogmalaştırıldığı bir platform olarak I. Vatikan Konsili; konsilin açılışı, katılımcıların sayısı ve bölgesel dağılımı ile konsildeki yanılmazlık taraftarları ve muhalifleri, doktrin üzerinde yapılan müzakere ve tartışmalar, konsilin işleyişi ve konsil sonrası gelişmeler derinlemesine ancak araştırma konusu sınırları içerisinde ele alınmıştır. Yine yanılmazlık doktrininin II. Vatikan Konsili‟nde yeniden ele alınarak kapsamının genişletilmesi ve konsilin bu kararı almasında büyük etkileri olan önde gelen Katolik teologlardan John Henry Newman, Yves Congar ve Hans 2 Küng gibi teologların Kilise ve yanılmazlık anlayışları başlıklar halinde verilmiş, diğer bazı teologların görüşlerine ise genel çerçevede değinilmiştir. Diğer kiliselerin papanın yanılmazlığı doktrinine yaklaşımlarıyla bu kiliselerin yanılmazlık anlayışları Ortodoks ve Protestan Kiliseler cephesinden alt başlıklar halinde ortaya konulmuş, daha lokal kalan bunların dışındaki kiliselerin görüşleri ise tek bir başlık altında verilmiştir. 1.2. Metodoloji ve Kaynaklar 1870 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması, Roma Katolik Kilisesi‟nin asırlar boyunca ince ince dokuyarak kurduğu dini otoritesinin zirve noktası olarak görülmüştür. Bundan dolayı araştırmamıza temel teşkil etmesi için Papalığın mütevazi bir kilise olarak tarihsel yolculuğuna başladığı miladi çağın başlarından, devasa bir yapıya dönüşüp Avrupa‟nın dini ve siyasi hayatına yön verdiği Ortaçağ ile Fransız İhtilali, Protestan Reformu, aydınlanma ve modernizm gibi siyasi, dini ve bilimsel meydan okumalarla baş başa kaldığı döneme kadar olan zaman dilimi deskriptif bir metotla kronolojik olarak ele alınmıştır. Bu bölümü oluştururken de Roma Katolik Kilisesi, Papalık ve Avrupa siyasi tarihiyle ilgili olarak İngilizce ve Türkçe yazılmış belli başlı eser, makale ve ansiklopedi maddelerine müracaat edilmiştir. Papalık tarihiyle ilgili olarak özellikle ülkemizde yapılmış bir çalışma olarak Bekir Zakir Çoban‟ın Geçmişten Günümüze Papalık adlı eserinden faydalanılmıştır. Çalışmamızın ana kısmını oluşturan “Papanın Yanılmazlığı Doktrininin Doğuşu, Gelişmesi ve Kabulü” ile “I. Vatikan Konsili Sonrası Papanın Yanılmazlığı Doktrini” bölümlerinde hem tarihsel olarak I. Vatikan Konsili hem de Katolik bir dogma olarak papanın yanılmazlığıyla alakalı birincil kaynaklara başvurulmuştur. Papanın yanılmazlığıyla alakalı olarak yeterli derecede Türkçe kaynak bulunmamaktadır. Bu alanda sadece bir yüksek lisans çalışması 1 yapılmış, ancak doktora düzeyinde bir araştırma yapılmamıştır. Çalışmamızda yabancı kaynaklar içerisinde özellikle bu konuyla alakalı olarak kaleme alınmış bir eser olarak Robert 1 Hatice Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinini Eleştirisi, Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2010. 3 McClory‟nin Power and the Papacy: The People and Politics Behind the Doktrine of Infallibility adlı eserinden hem kurgu hem içerik olarak faydalanılmıştır. Yanılmazlık doktrininin kökenleri ve tarihsel gelişimiyle alakalı olarak ise bu alanda yapılan bütün çalışmalarda atıf yapılarak bir klasik haline gelmiş olan Brian Tierney‟in Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the Concepts of Infallibility, Sovereignty and Tradition in the Middle Ages adlı eserine başvurulmuştur. Yanılmazlık doktrininin tanımlandığı, üzerinde tartışma ve müzakerelerin yapıldığı I. Vatikan Konsili ele alınırken de konuyla alakalı diğer çalışmaların yanında özellikle Vatikan‟da Hıristiyan Birliği Sekreteri olarak çalışmış olan Başpiskopos August Bernhard Hasler‟ın How the Pope Became Infallible: Pius IX and the Politics of Persuasion adlı eserlerinden faydalanılmıştır. Papanın yanılmazlığı doktrininin en önde gelen muhaliflerinden olan Hans Küng‟ün Infallible? An Unresolved Enquiry adlı eseri de özellikle Küng‟ün yanılmazlık eleştirisi ve yanılmazlık anlayışı ortaya konulurken başvurulan kaynaklar içerisinde yer almıştır. Çalışmamızda internet kaynakları olarak Papalık bildirilerine ve Kilise Hukuk maddelerine ulaşmak için Papalığın resmi sitesi http://www.vatican.va ve http://www.papalencyclicals.net gibi Katolik sitelerden, http://www.newadvent.org gibi Catholic Encyclopedia‟nın online versiyonundan, http://www.dusuncetarihi.com gibi Alev Alatlı‟nın editörlüğünde yayınlanan Batıya Yön Veren Metinler‟in internet formatından ve bazı akademik makalelerin yayınlandığı web sitelerinden yararlanılmış, akademik karakterdeki çalışmalar dışındakiler dikkate alınmamakla birlikte Papalık ve papayla ilgili bazı haber ve gazete siteleri de alıntılarımızda yer almıştır. 2. DĠNĠ VE SĠYASĠ BĠR YAPI OLARAK PAPALIK VE PAPA Günümüzde yaklaşık 1.2 milyar Katoliğin bağlı olduğu merkez konumunda bulunan ve dini olduğu kadar siyasi bir yapı arz eden Papalık, miladi çağın başlarında mütevazi bir kilise; Roma Kilisesi ya da Roma Piskoposluğu olarak tarihsel yolculuğuna başlamıştır. İlk yüzyıllarda Roma piskoposları geleneksel Katolik öğretiye göre Petrus tarafından kurulduğuna inanılan bu biricik kiliseye önem vermişler, onu pagan bir imparatorluktan gelebilecek tehlike ve tehditlere karşı 4 koruyup kollamaya ve taraftar kitlesini artırmaya çalışmışlardır. Hayatta kalma mücadelesini kazanan bu kilise önce serbestiyet kazanmış sonra da Roma İmparatorluğunun resmi kurumu olma hüviyetini elde etmiştir. Hıristiyanlıkta Roma Kilisesi, Petrus ve Pavlus gibi müstesna iki havariye dayandırdığı meşruiyet ve başkent kilisesi olma avantajıyla tedricen Hıristiyanlığı temsil eden en üst mercii konumuna yükselmiş, bir anlamda daha lokal ve sınırlayıcı bir anlam ihtiva eden Roma Kilisesinden, daha cihanşümul ve evrensel bir anlam ihtiva eden Papalığa terfi ederek –dönemsel kırılmalar olsa da- bütün Ortaçağa hükmeden devasa bir yapıya dönüşmüştür. Öncelikle konumuzun öznesi olan Papalık ve papa hakkında genel bir bilgi verilip ardından Roma Kilisesi‟ni ya da Papalığı tanımlayıcı ve ayırt edici bir kavram olarak Papalık-Katoliklik ilişkisi ele alınacaktır. 2.1. Papalık ve Papa Kavramları Hakkında Genel Bilgi Kilise Hukuku tarafından “Kutsal Makam” (Holy See) veya “Havarisel Makam” (Apostolic See) olarak adlandırılan Papalık, Roma Piskoposu‟nun, yani papanın pastoral ve siyasi liderliğinde Roma Katolik Kilisesi‟nin merkezi yönetim teşkilatıdır. “Papalık” kavramı (Grekçe pappas, Latince papatus) ortaçağ menşeli olup Latince papa kelimesinden türemiştir ve (şefkatli) “baba” , (kilisenin) “babası”, pir, üstad, önder gibi anlamlara gelmektedir. 2 V. yüzyıla kadar hemen hemen bütün piskoposların kullandığı “papa” unvanı, I. Leo (440-461)‟dan itibaren giderek Roma piskoposlarının kullandığı bir unvan olmuş, Büyük Gregory (590-604) zamanında hemen hemen Roma piskoposlarının tasarrufuna geçerek3 998 yılında gerçekleştirilen Pavie Sinodu ile de sadece Roma piskoposuna hasredilmiştir. VII. Gregory (1073-85) 1073 yılında bu unvanın Roma Piskoposu dışındakilerin kullanmasını yasaklayarak resmi unvan haline getirmiştir. 2 Bkz. Patrick Granfield, “Papacy”, The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon&Schuster Macmillan, New York 1995, vol.11, s. 171; Alfred Fawkes, “Papacy”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, s. 620. 3 Bkz. Gregg R. Allison, Historical Theology: An Introduction to Christian Doctrine: A Companion to Wayne Grudem’s Systematic Theology, Zondervan, USA 2011, s. 598. 5 Günümüzde bu unvanı Katolik Kilisesi‟nin başı dışında sadece İskenderiye Patriği kullanmaktadır.4 Papalık aynı zamanda "Petrusçu İdare" (Petrine Ministry) olarak da bilinir. Zira geleneksel Katolik öğretisine göre İsa kendisinden sonra tam öğretme ve yönetme yetkisiyle yerine Petrus‟u bırakmış ve bu yetki Petrus‟tan Roma piskoposlarına geçmiştir.5 Katolik Kilisesi‟nin bu iddiası da İsa‟nın Petrus‟a verdiği “…ben Kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım…” (Matta 16:18) şeklindeki taahhüdü ile “…Kuzularımı otlat… Koyunlarımı güt” (Yuhanna 21:15-16) şeklindeki direktifine dayanır. Yine İsa‟nın “Son Akşam Yemeği”nde Petrus‟a söylediği “Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka 22:32) ifadesi de Petrus‟un Kilise organizasyonundaki yerine referans olarak gösterilmiştir.6 Buna göre Roma Kilisesi Petrus ve Petrus dolayısıyla bizzat İsa tarafından kurulmuştur. 7 Kilise Hukuku ve 4 Bkz. Bekir Zakir Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, İnsan Yayınları, İstanbul 2009, s. 219-20; Richard P. McBrien, The Church: The Evolution of Catholicism, Harper Collins e-books, 2008, s. 93; John W. O‟Malley, A History of the Popes: From Peter to the Present, A Sheed & Ward Book, UK 2010, s. xi; Mehmet Aydın- Ahmet Hikmet Eroğlu, “Papalık”, DİA, c. 34, s. 160. 5 Code of Canan Law, canon 204/2; 245/2. 6 Geleneksel olarak Roma Kilisesi‟nin önceliğini kanıtlamak için kullanılan argümanlardan ilk ve en önemli tanık Antakyalı Ignatius‟tur. Ignatius, Roma‟da şehit edilmesinin hemen öncesinde yazdığı meşhur mektubunda Roma Kilisesi‟ni Tanrı‟ya layık, övgüye, şükrana ve başarıya mazhar olmuş, en kutsal ve “Roma havalindeki topraklarda merkezi yer tutan kilise” olarak tarif etmektedir. Clement ve Ignatius dışında ilk yüzyılların önemli kilise babaları ve yazarları da Roma‟nın öncelik ve üstünlüğünü dile getiren beyanatlarda bulunmuşlardır. Irenaeus (ö. 200) gnostiklere karşı havarisel silsileyi vurgulamış, Tertullian Katolik olduğu dönemde Irenaeus‟la benzer görüşleri paylaşmış ancak montanizme kaydığı evrede ise söylemini sertleştirerek Kilisenin günahkarlığı üzerinde durmuştur. Bkz. McBrien, The Church, s. 63 ve 98; Paolo Brezzi, The Papacy: Its Origins and Historical Evolution, translated by Henry J. Yannone, The Newman Press, Maryland 1958, s. 25-6; Petrus‟la bağlantılı olarak Roma‟nın öncelik ve üstünlük iddialarının İncillerdeki ifadelerin bir analizi için bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 2-7. 7 Ancak İnciller‟de ilk Roma piskoposu olarak kabul edilen Petrus‟un Roma‟ya gittiğine dair herhangi bir ifade olmadığı gibi onun Roma‟da bulunduğunu, Roma‟da ya da Antakya‟da herhangi bir kilisede piskoposluk ya da yerel yöneticilik yaptığını ispatlayabilecek tarihsel herhangi bir belge de mevcut değildir. Bununla birlikte bazı apokrif metinlerde ve Kilise babalarına isnat edilen bir takım yazılarda Petrus‟un hayatının son devrelerinde Roma‟ya gittiği ve orada misyon faaliyetlerinde bulunduğu ifade edilmektedir. Roma Kilisesi‟nin Petrus ve Pavlus‟tan önce, miladi 50 yıllarında oraya gelen YahudiHıristiyanlar tarafından kurulduğunu ileri sürenler de vardır. Bu araştırmacılara göre Roma Kilisesi‟nin Petrus tarafından kurulduğu iddiası Irenaeus tarafından Roma‟ya apostolik orijin ve itibar kazandırma gayretinden ötürü ileri sürülen gerçek dışı beyandır. Zaten Pavlus‟un Roma‟ya gitmeden önce oradaki cemaate mektuplar yazması da daha önce orada bir Hıristiyan cemaatin varlığının en sağlam delili kabul edilmektedir. Her ne kadar Aziz Petrus Bazilikasında 1942 yılında başlanılan kazılar neticesinde Petrus‟un kemiklerine ulaşıldığı bizzat Papa VI Paul (1963-1978) tarafından 26 Haziran 1968 tarihinde ilan edilse de bu tür kanıtlardan ziyade Papalığın kalbi niteliğindeki Aziz Pier (St. Peter) Kilisesinin inşasıyla, İsa‟nın “Sen Petrus‟sun ve ben Kilisemi bu kaya üzerine kuracağım” sözünün gerçekleştiğini savunabilmek için Petrus‟un Roma‟da bulunup orada öldüğünü kabul etmek gerekmiştir. Bkz Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.35; Granfield, “Papacy”, ER, s.171; Brezzi, 6 Katolik Kateşizmi‟nde de vurgulanan bu apostolik özellik, 8 aynı zamanda Katolik Kilisesi‟nin inanç ve pratiklerinin otantikliğini garanti etmekte,9 dolayısıyla ilerleyen yüzyıllarda ortaya çıkacak olan, Petrus‟un kutsal makamında (ex cathedra) oturduğuna inanılan10 papanın inanç ve ahlak konularında yanılmaz yorumlama hak ve yetkisine sahip olduğu şeklindeki bir anlayışa da mesnet teşkil edecektir. İsa, Kilise‟nin bekasını istediği için, Petrus‟un görevi sadece kendi dönemiyle sınırlı değildir. Nitekim günümüzde de Petrus‟un halefi Roma Piskoposudur. Herhangi bir zaaf durumunda Petrus, kardeşleri olarak diğerlerine destek olacak, sağlam bir kaya olarak onların dayanağı olacaktır. Petrus, “kaya” anlamına geldiğinden taşın sağlamlığının, kayanın mukavemet ve sabitliğinin timsalidir. Bu sebeple ne şiddetli rüzgar ne azgın sel basmaları ondan en ufak bir parça koparamayacaktır.11 Petrus‟un bu pastoral liderliği, sonraları papa tarafından ifa ve icra edilen Pertrusçu idare için bir rol model olmuş ve evrensel Kilise namına bu görevi yerine getirmişlerdir. Dolayısıyla ilk yüzyıldan itibaren her Roma Piskoposu Petrus‟un halefi (vicar of Petrus), piskoposlar da havarilerin halefleridir.12 The Papacy, s. 16; Roger Collins, Keepers of the Keys of Heaven: A History of the Papacy, Basic Books, New York 2009, s. 7 vd; John W. O‟Malley, A History of the Popes, s.11; Albert Houtin, “Hıristiyanlığın Kısa Tarihi”, çev. Abdurrahman Küçük, AÜİFD, XXV, 1981, s.127; McBrien, The Churh, s.42; Ayrıca Katolik Kilisesi‟nin, Roma ve Papalığın önceliği ve üstünlüğü için bir argüman olarak kullandığı bu metinler diğer kiliseler tarafından farklı şekilde yorumlanmaktadır. Bu konuyla alakalı olarak bkz. Kenneth Hagen, (Ed.), The Bible in the Chuches: How Various Christians Interpret the Scriptures, Marquette University Press, 1998, ss. 29-172. 8 Code of Canon Law, canon 204/2, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PT.HTM, (15.05.2014); 245/2, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PW.HTM, (15.05.2014); Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, md. 857. 9 Bkz. Lawrence S. Cunningham, An Introduction To Catholicism, Cambridge University Press, New York 2009, s.12. 10 Yüzyıllar boyunca Roma, fiziki olarak da papaların Petrus‟un makamında oturduklarını iddia etmiştir. 1968 tarihinde Papa VI. Paul alanında uzman bir heyeti Petrus‟un tahtının yaklaşık tarihini tespit etmeleri için görevlendirmiştir. Radyo karbon tarihleme ve diğer yaş tespiti teknikleriyle yapılan araştırma sonuçları 1969 tarihinde resmi bir rapor halinde yayımlanmıştır. Buna göre Petrus‟un oturduğuna inanılan tahtın, IX. yüzyılda Fransa Kralı II. Charles‟ın (823-77) taç giyme töreninde oturduğu taht olduğu ifade edilmiştir. bkz. Todd D. Baker, Exodus From Rome: A Biblical And Historical Critique of Roman Catholicism, vol. 1, iUniverse LLC, Bloomington 2014, s. 84. 11 Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005, s. 117. 12 Canon 330, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P15.HTM, (12.02.2014); Diğer yandan en erken papalık listelerinde Petrus ilk papa olarak geçmez. Bu listelerde ilk papa olarak Linus geçer. Petrus‟un ilk papa olarak gösterilmesi II. yüzyılın sonları III. yüzyılın başlarından itibaren gerçekleşmiştir. Buna gerekçe olarak da Petrus‟un seçkin bir havari olması, sonraki papalara göre aşkın, yeri doldurulamaz ve süper bir kategoride bulunması gösterilmektedir. Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 11; McBrien, The Church, s. 93 ve 105-106; Bu durum aynı zamanda papaların hangi anlamda Petrus‟u temsil ettiği ya da onun halefleri olduğu sorusunu da gündeme getirmektedir. McBrien‟e göre Petrus‟un sahip olduğu apostolik rol ve müstesna kişiliğinden dolayı onun halefleri olamaz. Roma piskoposları, on iki havari içerisinde Petrus‟un icra ettiği pastoral 7 Papanın tarihsel olarak birincil ve en önemli unvanı "Roma Piskoposu" (Roman Pontiff)'dur. Ancak bu unvana ek olarak papalar çeşitli dönemlerde İsa ve Petrus ile izafeli olarak pek çok farklı unvan ve sıfat kullanmışlardır. Bunlar "Petrus'un Vekili" (Vicar of Peter), "İsa Mesih'in Vekili" (Vicar of Jesus Christ), "Havarilerin başının halefi" (successor of the chief of the apostles), "evrensel kilisenin en yüksek rütbeli piskoposu" (supreme pontiff of the universal church), "İtalya başpiskoposu" (primate of Italy), "Roma diyarının başpiskoposu ve metropoliti" (archbishop and metropolitan of the roman province), "Vatikan Site Devletinin Kralı" (sovereign of Vatican city state), "Tanrı'nın hizmetkarlarının hizmetkarı" (servant of the servants of god) gibi ünvanlardır. Bu ünvanlardan "Batı Patriği" (patriarch of the west) ünvanı 2006 yılında Papa XVI. Benedict'in onayıyla kullanımdan düşürülmüştür.13 2.2. Papalığın TeĢekkülü Yahudilik bünyesinden doğan 14 ve ilk çekirdek kadrosunu Yahudilerden oluşturan sami kökenli bir Doğu dini olan Hıristiyanlık, dini ve siyasi sebeplerle15 doğduğu toprakların dışına çıkmış ve asıl taraftar kitlesini de bu topraklardan; entelektüel elit Romalılarca eğitimsiz alt sınıfların batıl bir inancı olarak görüldüğü16 otoriteye benzer bir görevi piskoposlar heyeti içerisinde icra etme, İncil‟i bütün dünyaya yayma ve Kilisenin birlik ve bütünlüğünü koruma şeklinde onun idarecilik görevini devam ettirseler de bir başbakanın yerini ondan sonra gelenin alması anlamında Petrus‟un yerini alamazlar. Bkz. McBrien, The Church, s. 105-6. 13 Bkz. McBrien, The Church, s. 92. 14 Teolojik doktrin ve dogmalarını Mesih kavramı çerçevesinde şekillendiren Hıristiyanlık, kristosentrik (mesih merkezli) bir dindir. Hıristiyanlıkta merkezi bir yere sahip olan İsa bir Yahudi olduğu gibi onun Mesihliği de Yahudiliğe dayanmaktadır. İncillerde geçen ve Hz. İsa‟ya atfedilen ifadelerde de onun Yahudi şeriatını ortadan kaldırmak için değil, bilakis tamamlamak için geldiği belirtilmektedir. (Matta, 5: 17-18) Erken dönem Hıristiyanlık, İsa‟nın sadece bir peygamber olduğuna inanan ve dirilişini reddeden Ebionitler gibi bir Yahudi mezhebiydi. Zamanla Yahudilikten koparak müstakil bir din haline gelen Hıristiyanlıkta İsa, Pavlus tarafından bir Yahudi mesihi olmaktan çıkarılıp “Kurtarıcı Tanrı”ya dönüştürülmüştür. 15 Daha Hıristiyanlığın filizlenme yıllarında Hz. İsa ve onun müntesipleri iki önemli engelle karşı karşıya kalmıştır: Birincisi, İsa‟nın kendilerine gönderildiğini ilan edip muhalefet ettiği Doğu‟nun kadim dini olan Yahudiliğin reaksiyonu, diğeri de dini karmaşa içerisindeki bu bölgeyi ellerinde bulunduran Roma İmparatorluğu‟nun baskısıdır. 16 Hıristiyanlığın erken biçimleri tıpkı diğer gizem kültleri gibi büyük ölçüde eğitimsiz ve okur-yazar olmayan kitleye yönelikti. O dönemin insanları için Hıristiyanlık sadece bir başka gizem kültü, silik soluk bir Yahudi mezhebi, çok kısa bir süre sonra yerini alacağı rakiplerinin çoğundan daha önemsizdi. II. yüzyılın elit entelektüellerine çekici gelen Yeni Platonculuk, zamanın revaç bulan felsefi teorisi 8 Greko-Romen diyardan edinmiştir. Bu geçiş döneminde Hıristiyanlık önemli bir değişim ve dönüşüm göstererek Mesihçi bir doğu dini olmaktan çıkarak senkretik Pax Romananın bünyesindeki bütün inanç sistemlerinden etkilenen eklektik bir din haline gelerek Yahudilikle arasındaki köprüleri atmıştır.17 Hıristiyanlık I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Filistin bölgesinden Suriye ve Anadolu‟ya, oradan da Yunanistan üzerinden İtalya‟ya kadar ulaşmıştır. Kendisine öncelikle kadınları ve ezilenleri hedef kitlesi olarak seçen18 Hıristiyanlığın teolojik ve örgütsel gelişimi, Roma düzeni içerisinde yaklaşık dört asır süren bir etkileşim ve dönüşüm sürecinde gerçekleşmiştir. Pavlus ile başlayan bu dönüşüm süreci, Athanasius, Basil, Naziansuslu Gregory, Cyril, Justin Martyr, Clement, Origen, Hippolytus, Irenaeus, Tetrtulllian, Ambrose ve Augustine gibi bu sürecin öncü isimleri ile gittikçe çeşitlenerek artmış ve kadim geleneklerin Hıristiyanlık potasında yeniden şekillenmesini ve bu anlamda bir sürekliliğin gerçekleşmesini sağlamıştır. Roma‟dan doğan boşluğun Katolik Kilisesi tarafından doldurulması ve yeni gelen kavimlerin bu jeokültürel ortama intibakı da Hıristiyanlığın bu dönüşümcü ve dönüştürücü özelliği sayesinde mümkün olmuştur.19 Yabancı bir imparatorluk içerisinde komünal ve kadim dünyanın toplumsal, kültürel ve politik meselelerine kayıtsız kıyamet beklentisi içerisinde sade bir hayat olduğu için, felsefi bir zemin edinme özlemi içerisinde olan Hıristiyanlık onu hesaba katmak durumunda kalıp model alacaktır. Bkz. W. T. Jones, Ortaçağ Düşüncesi/Batı Felsefesi Tarihi, c. 2, çev. Hakkı Üner, Paradigma Yay., İstanbul 2006, s. 35. 17 Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten ayrıştırma girişimlerinin siyasi ve dini temeli hakkında bkz. Turhan Kaçar, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2009, s. 25; Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, Pınar Yay., İstanbul, 2002, s. 126-7. 18 Kilise başka faktörlerin yanında, kocaların eşlerine iyi davranmalarını, imanlarını korumalarını ve çocuklarına bakmalarını istediği için kadınlara ilgi çekici gelmiştir. Diğer yandan yoksullara ve yaşlılara sosyal yardım niteliğinde hizmetler götürerek, köle, suçlu gibi ayrımlar yapmayıp toplum dışına itilmiş bu tür insanlara kucak açarak hızla taraftar kitlesini artırma yoluna gitmiştir. Bkz. Mehmet Ali Ağaoğulları- Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Yayınları, Ankara 2006, s. 107; Nitekim Pavlus‟un Korint‟teki Hıristiyanlara yönelik “Bir çoğunuz insani ölçülere göre bilge, güçlü ya da soylu kişiler değildiniz…” (Korintlilere I. Mektup 1:26) şeklindeki ifadesi ilk Hıristiyanlığın proleter karakterini göstermektedir. Hıristiyanlığın başlangıçta izlediği bu yöntem diğer pek çok dini ve sosyal hareketin çıkış ve ayakta kalma noktasını teşkil etmiştir. Hıristiyanlığın doğduğu ve yayıldığı zaman dilimi çok sayıda insanın yer ve yurtlarından edildiği bir dönemdir. Toplumsal yapının çözüldüğü, cemaat düzeninin bozulduğu büyük şehirlerde Hıristiyanlık geniş taraftar kitlesine ulaşırken, cemaat düzeninin kısmen varlığını devam ettirdiği taşrada, şehirlerdeki başarısına ulaşamamıştır. Benzer şekilde Hıristiyanlık birlik ve beraberlik bağlarının güçlü olduğu hem Filistin bölgesindeki hem de diasporadaki Yahudiler arasında yaşama imkanı bulamamıştır. Bkz. Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, çev. Erkıl Günur, İm Yayınları, İstanbul 2005, s. 77 vd. 19 Bkz. Ahmet Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, Divan İlmi Araştırmalar, 2000/2, yıl 5, sayı 9, s. 35; 9 süren 20 ilk Hıristiyanlar beklenen kıyametin gecikmesiyle organize olmaya başlamışlardır.21 Bu ilk organizasyon içersinde şühhesiz Roma Kilisesi dikkat çeken bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Tam olarak ne zaman oluştuğu bilinmese de, 40 ve 50‟li yıllarla tarihlenen bir zaman diliminde Roma‟da bir Hıristiyan cemaatin varlığı bilinmektedir. Çünkü ilerleyen zamanlar Hıristiyanların sistematik bir devlet baskısına maruz kaldıkları dönemdir. Başlangıçta Romalılarca Yahudiliğin bir mezhebi veya bu mezhebin mensupları olarak görülen Hıristiyanlar 64-68 yılları arasına rastlayan dönemde devlet zulmüyle karşı karşıya kalmışlar ve Pavlus ve Petrus gibi iki sembol isim de bu dönemde öldürülmüşlerdir.22 İmparatorluk baskısı altında geçen bu dönemlerde sonraki biçimiyle bir hiyerarşiden bahsetmek mümkün olmasa da dini otorite konusunda ilk işaretler kendisini göstermektedir. Örneğin şimdiki anlamda olmasa da “idareci” anlamına gelen episkopos ünvanı özellikle pagan asıllı kiliselerdeki lider kadro için kullanılmıştır. Başlangıçta kıdemlilerden (elders) oluşan bir heyet (presbyters) tarafından yönetilen kiliseler tedricen otokratik (monepiskopacy) bir sisteme doğru geçmişler ve 150‟li benimsemişlerdir. 23 yıllara gelindiğinde bütün kiliseler bu uygulamayı Bu teşkilat şeması Anadolu ve Suriyedeki kiliseler için Antakyalı İgnatius‟un mektuplarında görülmektedir. Misyonlarının havariler kanalıyla Tanrı‟dan geldiğini iddia eden bu hiyerarşi, daha sonra yerlerini alacak 20 Bkz. Resullerin İşleri 4:32-35. İlk Hıristiyanların devlet karşısındaki ilgisizlikleri, Roma İmparatorluğu‟nun, Hıristiyanları imparator kültü gibi kendi inançlarının hilafına bir takım şeyleri yapmaya zorladıkları andan itibaren keskin bir devlet düşmanlığına dönüşmüştür. Mensching‟e göre Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde “dünyadan tiksinme” ve “dünyada yaşama” şeklinde iki zıt temayül gelişmiştir ki bu iki temayül bütün Hıristiyanlık tarihinde varlığını korumuştur. Hıristiyan mezhep ve tarikatlarında, kıyameti bekleme süresinin kısalığı yüzünden “dünyadan tiksinme” kendisini gösterirken, kilisede ise dünyanın daha çok devam edeceği düşüncesiyle “dünyada yaşama” kabul edilerek hiyerarşik bir teşkilatlanma yoluna gidilmiştir. Bkz. Gustave Mensching, Dini Sosyoloji, çev. Mehmet Aydın, Din Bilimleri Yayınları, Konya 2004, s. 89 ve 118. 22 Bkz. George Stebbing, The Story of the Catholic Church, B. Herder Book Company, London and Edinburg Tarihsiz, s. 20; Eusebius‟a göre Hıristiyanlığa karşı ilk takibatı başlatan İmparator Nero‟dur. Bkz. Eusebios, Kilise Tarihi, çev. Furkan Akderin, İstanbul, 2011, s.60-1; Başlangıçta lokal kalan ancak zamanla genelleşen Nero‟nun zulmü sırasında Hıristiyanlar imparatorluğun genelinde hapsedilme ve dövülmeden diri diri yakılmaya, eğlence amacıyla arenalarda vahşi hayvanların önüne atılmaya kadar çeşitli muamelelere maruz kalmışlardır. Çeşitli apokrif metinlerle erken dönem Kilise babalarının konuya ilişkin rivayetlerine göre Pavlus ve Petrus aynı günde şehit edilmişlerdir. Yine İmparator Nero zamanında Hıristiyanların meşhur Roma yangını ile suçlandıkları ve bu suçlama sonucunda sistematik işkencelere maruz kaldıkları ifade edilir. Pavlus ve Petrus‟un işte bu takibatlar sırasında şehit oldukları öne sürülür. Bkz. Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001, s.82 vd. 23 Bkz. Allison, Historical Theology, s. 589 vd; Granfield, “Papacy”, s.172; O‟Malley, A History of the Popes, s.13; Çoban, a.g.e., s.37. 21 10 olan haleflerini de yetiştirmeye gayret etmiştir. 24 Dolayısıyla sonraki yüzyıllarda keskin hatlara sahip olacak bir ruhban ve laik ayrımı daha ilk dönemlerden itibaren kendisini göstermiştir. Resmi liderlik rolleri biçimlendikçe, bu roller öncelikle İsa ile doğrudan herhangi bir şekilde irtibatlı olduğunu iddia edenlere verilmiştir. Zamanla İsa‟nın çağdaşları ölünce “havarilerin mirasçıları” kavramı gelişmiş ve yetki İsa‟ya ve onu doğrudan tanımış olan havarilere uzanan bir akrabalık silsilesinin sadece erkek üyelerine geçmiştir. Bu silsilenin saflığını korumak için de kendilerinden sonra gelenler özenle seçilmiş ve selefler haleflerin üzerlerine ellerini koyarak onları yetkilendirmişlerdir. Bu liderlik rollerinin oluşmasında sakramentler öğretisi merkezi bir rol oynamıştır. Çünkü sakramentlerin ifası için din adamlarına ihtiyaç vardır. Eğer Rabbin sofrasındaki ekmek ve şarap inanıldığı gibi İsa‟nın eti ve kanıysa (Luka 22:17-20), bunlara dokunan kişiler de Tanrı‟nın kutsal bir güce sahip olan vekilleri olmalıydılar. Yani Kilisenin kurumsal organizasyonunda göklerden yeryüzüne uzanan bir hiyerarşi vardır ki bu hiyerarşinin en tepesinde bulunan Baba Tanrı‟nın gücü, Oğul İsa vasıtasıyla, onunki de yeryüzündeki temsilcileri olan din adamları kanalıyla yeryüzüne inmiştir. Böylece Kilise kendisini göklerden gelen bu yüce hiyerarşik güç modeline göre yapılandırmış ve bunu toplumun her kesimine teşmil ederek evrensel bir Hıristiyan toplum (Christendom) oluşturmayı amaçlamışlar ve bu uğurda siyasal yönetimlerle iş birliğine gitmişlerdir.25 Havariler dönemindeki karizmatik liderlikten sonra kiliselerin birbirleriyle olan ilişkilerinde bir hiyerarşiden söz edilemez, ancak zamanla metropolitan statüdeki kiliselerle taşra kiliseleri arasında bir farklılaşma meydana gelecektir. IV. yüzyıla, yani İznik Konsili‟ne kadar Hıristiyan cemaat organik bir bağdan yoksun olarak kendi bölgelerinde kendi kurallarınca ve aralarında az ya da çok teolojik ve idari farklılıklarla birlikte yaşamaktadırlar. Bu dönemin belli başlı Hıristiyan merkezleri olan Roma, İskenderiye ve Antakya‟nın metropolitan statüde oldukları ve diğer kiliselere öncelikleri İznik Konsili‟nde alınan bir kararla resmiyet kazanmıştır.26 451 Kadıköy Konsili‟nin 28. Kanonuyla da İstanbul Roma ile aynı 24 Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I. ve IVncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, çev. Antun Göral, Güler Mabaası, 1972. s. 79 vd. 25 Bkz. Linda Woodhead, Hıristiyanlık, Çev. Sevda Çalışkan, Dost Kitabevi Yay. Ankara 2006, s. 65 vd. 26 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 37. 11 statüye çıkarılmıştır.27 İlk yedi konsil ışığında, Roma ile İstanbul arasında; Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya, Kudüs Kiliselerinin hiyerarşik yapısı, taşıdıkları manevi değere göre kabul edilmiştir. Bu hiyerarşinin tepesinde Roma Kilisesi görülmektedir. Roma bu haliyle evrensel bir imtiyaza sahiptir. Bu imtiyazı ona bahşeden de Roma Kilisesi‟nin havari Petrus tarafından kurulmuş olmasıdır. Çünkü İsa'nın ifadesine göre Hıristiyanlık bizzat Petrus üzerine bina edilmiştir. Zira İsa, Kilisesini Petrus‟un üzerinde kuracağını ifade etmiş28, Petrus da Hıristiyanlık misyon faaliyeti için geldiği Roma'da çarmıha gerilerek şehit edilmiştir. Roma Kilisesi‟nin sahip olduğu bu imtiyaz, ona her türlü dini toplantıya katılma, verilen bir hükmü bozma, yerine bir başka hüküm koyma yetkisi vermiştir.29 313 Milano Fermanıyla imparatorluk baskısından kurtulan Hıristiyanlık, İmparator Theodosius (375-395) döneminde imparatorluğun resmi dini olma hüviyetini elde etmiş, bu sayede kilise ile imparatorluk karşılıklı bir etkileşim içerisinde olmuşlardır. Bir yandan imparatorluk Hıristiyanlaştırılırken diğer yandan Hıristiyanlık Romalılaştırılmıştır. Bazı inanç ve pratiklerdeki benzerlikler bir yana kilisenin yönetim biçimi ile imparatorluk formları arasındaki benzerlikler dikkat çekicidir. Örneğin papalar I. Leo (440-461)‟dan itibaren Pontifex Maximus (başrahip) ünvanını kullanmışlardır ki bu unvan önceleri imparatorlar tarafından kullanılmıştır.30 Bu karşılıklı etkileşimde daha dinamik bir görüntü çizen Kilise, Batı Roma İmparatorlığu‟nun yıkılmasıyla oluşan otorite boşluğunu –şartların da elvermesiyle- çok iyi değerlendirerek Avrupa‟da inisiyatifi ele geçirmiş ve Batı Avrupa‟da toplumsal hayatın her alanına hükmeden devasa bir yapıya dönüşmüştür. İşte bu yapının kumanda merkezi Papalık, en amir konumdaki şahsiyet ise papa olmuştur. Dini alanda elde etmiş olduğu bu amir konumundan kaynaklanan güçle Papalık ilk defa 756 yılında Frenk Kralı Pepin (Kısa Pepin)‟in Papa II. Stephen‟e Orta İtalya‟nın geniş bir bölümünün hakimiyetini bahşetmesiyle (Donation of Pepin) de “Papalık Devletleri” (Papal States) kurulmuş ve böylece Papalık dünyevi bir 27 Bkz. William A. Curtis, “Infallibility”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings), T&T Clark, London and New York 2003, s. 272. 28 Bkz. Matta 16:18-19; İncillerde hiçbir yerde İsa‟nın “Kilise” ya da “benim Kilisem” ifadelerinin geçmez. Bunun yerine “topluluk”, “meclis” anlamına gelen Aramca qahal ifadesini kullanması daha olasıdır. Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 5. 29 Bkz. Mehmet Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, AÜİFD, c. 27, sy.1, s. 127. 30 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 267 vd. 12 hakimiyet sahasına kavuşmuştur. 31 Papalığın bu dünyevi hakimiyeti 1870 yılına, İtalyan birliğini hedefleyen risorgimento (diriliş) kuvvetlerinin Roma‟yı işgaline kadar bin yıldan fazla bir süre devam edecektir. 1870 İtalyan işgaliyle dönemin papası IX. Pius Vatikan‟a kapanarak kendisini mahpus ilan etmiş ve Papalığın bu esareti 1929 Lateran Antlaşmasına kadar yaklaşık 60 yıl sürmüştür. Bu tarihte Papa XI. Pius‟un idaresi altında Papalık Devlet Sekreteri (Dış İşleri Bakanı) Kardinal Pietro Gasparri ve İtalya Başbakanı Senyor Cavaliere Benito Mussolini bir araya gelmişler ve İtalya –çok küçük de olsa- Papaya bir toprak egemenliği tanıyarak günümüz Papalığının, yani Vatikan Şehir Devleti (Vatican City State)‟nin temelleri atılmıştır. 32 Bu anlaşma neticesinde papa uluslararası arenada var olma, geniş bir diplomatik temsil ağına sahip olma ve uluslararası organizasyonlara hükumet dışı bir kuruluş olarak katılmaktan daha ileri bir erişim imkanına sahip olmuştur.33 2.3. Papalık-Katoliklik ÖzdeĢliği “Katolik” kelimesi Grekçe “evrensel” anlamına gelen katholikos sıfatından gelir. İlk defa Antakya Kilisesi‟nin lideri Aziz Ignatius (?35-107)‟un mektuplarında geçen bu kelime muayyen küçük bir cemaate karşın inananların oluşturduğu topluluğu; parçaya göre bütünü ifade etmektedir. “Katolik” kelimesi II. asrın sonlarından önce ayrılıkçı gruplar karşısında evrensel ya da “Katolik” Kilisenin tanıklığını ve öğretisini ifade etmeye başlamıştır. IV. yüzyıldan itibaren de heretik ya da ayrılıkçı gruplara karşı “hakiki-doğru” kiliseyi belirtmek için kullanılmıştır. 34 Ortaçağlarda heresinin karşıtı olarak hakiki, gerçek itikadı (ortodoksi) tanımlamak için kullanılan bu kavram 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından (Schisma) ve XVI. yüzyıldaki Protestan Reformundan sonra ayrıştırıcı bir karakter kazanmıştır. 1054 yılından itibaren Roma Kilisesi kendisini “Katolik” olarak vasıflandırırken Doğu 31 Bkz. Walter Ullmann, A Short History of the Papacy in the Middle Ages, Routledge Taylor & Francis e-Library, London and New York 2005, s.49; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 75-6; Stebbing, The Story of the Catholic Church, s. 204. 32 Lateran Antlaşmasının tam metni için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 391-400. 33 Bkz. Jean François Mayer, “II. Vatikan Konsili‟nden Sonra Hıristiyan Dünyasındaki Yeni Temayüller ve Gelişmeler” Divan İlmi Araştırmalar, 2000/2, yıl 5, sayı 9, s. 79. 34 Bkz. Cunningham, An Introduction To Catholicism, s. 4-5; Katolisizmin en erken biçimleri için bkz. McBrien, The Church, s. 46-48. 13 Kiliseleri ise “Ortodoks” ünvanını kullanmışlardır. Katolik kavramı Reformasyondan itibaren ise “Protestan” kelimesine karşıt olarak kullanılmıştır. Ancak bu kelimenin tam karşıtı “sectarian” (dar görüşlü, tarikatçi, mezhepçi) kelimesi, yani kendisini bütün yeryüzüne yayılmış kiliseden ve bir dereceye kadar da dünyadan soyutlamış ve “Kilisenin sadece bir parçasına ait olan” anlamına gelmektedir. Anglikanlar ise Katolikliğin sadece Roma'ya tahsisini doğru bulmamış, eski bölünmemiş Kilisenin temsil ettiği tek bir Katolik Kilisenin mevcudiyetini ve bunun Anglikanlar'la eski Katolikler'i (old Catholics) ve Ortodokslar'ı da kapsadığını, çünkü onların da havarilere dayandıklarını, eski Katolik (evrensel) inanç ve uygulamayı devam ettirdiklerini söylemişlerdir. Bununla birlikte Anglikanlar, XVI. yüzyıldan itibaren Roma'ya bağlı kiliselere Roma Katolik Kilisesi adını vermişlerdir. Reformasyon sonrası Roma ile bağını koparan kiliseler ise “Protestan” adını almışlardır. 35 Öte yandan XX. yüzyılın ortalarına kadar Katolik, Ortodoks ve Protestan olarak kendilerini tanımlayan cemaatlerin her birinin kendilerini Hıristiyanlığın gerçek temsilcisi olarak görüp diğerlerini sapkınlıkla suçlayıp tekfir etmelerinden dolayı bazen de “Katolik dini”, “Ortodoks dini”, “Protestan dini” şeklinde müstakil bir dini ifade ediyor gibi kullanılmıştır.36 Ancak günümüzde papayı Tanrı‟nın yeryüzündeki temsilcisi, İsa‟nın vekili, Petrus‟un halefi, inanç ve ahlak konularında bağlayıcı yanılmazlık yetki ve otoritesine sahip en üst otorite olarak kabul eden kilise ve müntesipleri Katolik olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile papayı kabul etmekle Katolik olmak adeta özdeşleşmiş37, Papalık ve Roma Kilisesi iç içe geçmiş ve Papalık Katolik kimliğinin en belirgin simgesi haline gelmiştir. Buna ilaveten merkezi ve muhafazakar yönetim şekli ve papanın davet ve onayıyla meşruiyet 35 Bkz. Ali İsra Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, Dinler Tarihi Araştırmaları-III, 2000. Yılında Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği), Dinler Tarihi Derneği Yay., Ankara 2002, s. 259; Ömer Faruk Harman, “Katoliklik, DİA, c. 25, s.56. 36 Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”, AÜİFD, c. 41, sy. 1, 2000, s. 309. 37 Bununla birlikte doğrudan Roma‟ya bağlı olmayan kiliseler nazarında papanın otoritesi değişkendir. Anglikan Kilisesi ile bazı Ortodoks ve Protestan Kiliseler kendilerini Katolik saymakta ancak papanın otoritesini tanımamaktadırlar. Doğu Hıristiyanları içerisinde de “Uniate Kiliseler” adı verilen; Keldaniler, Ermeniler ve Kıbtîler arasında, kendi inanç ve uygulamalarını devam ettirmekle birlikte papanın otoritesini kabul edenler bulunmaktadır. Bunlar en çok Ukrayna, Romanya, Hindistan, Suriye ve Lübnan‟da bulunur. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Katoliklik”, DİA, C. XXV, s.56-58; Woodhead, Hıristiyanlık, s.147; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.260. 14 kazanan bir genel konsil anlayışı da Katolik Kilisesi‟nin ayırt edici özellikleri arasında yer alır olmuştur.38 Diğer yandan Roma‟nın, Katolikliğin merkezi konumunda (ve iddiasında) olması temel ökümenik bir problem olarak da görülmektedir. Zira Roma ile irtibatı olan Katolikler “Roma Katoliği” midir yoksa sadece “Katolik” midir. Bu görüşte olanlara göre bir çok Anglikan, Ortodoks, Protestan ve Doğu Hıristiyan‟ı da kendilerini Katolik saymaktadır. Yine bazı Katolikler de “Roma” tanımlamasının Kilise bilimi (ecclesiology) içerisinde kullanılmasına karşı çıkmaktadırlar. Zira “Roma” sıfatı Katolikliği tanımlamaktan ziyade sınırlamakta, daraltmaktadır. Onlara göre “Roma” sıfatı Roma piskoposluk bölgesine veya Roma‟nın görüşlerine delalet etmektedir. Ayrıca Petrus‟un Kilise‟nin temeli ve lideri olarak görevlendirilişinin Roma‟da değil Kudüs‟te gerçekleştiği, dolayısıyla kiliseler arasında Katolikliğin alameti farikasının Roma‟nın önceliği değil, Petrus‟un önceliği olduğunu ve Kilise‟yi aynı anda “Katolik” ve “Roma” diye isimlendirenlerin tutarsız duruma düştüklerini belirtmektedirler. Diğer yandan doğu ritlerini uygulayan, Latin ve Roma karakterli olmayan ancak Roma ile birlik halinde olan Katolik yedi kilise geleneğinin de (Ermeni, Bizans, Kıpti, Habeş, Keldani, Maroni) “Roma” sıfatını hoş karşılamadıklarını ifade etmektedirler. Zira bu kiliselerin hiç birisi Roma Katolik Kilisesi değildir. Bu sebeple Katoliklik, Roma veya Batı ile sınırlandırılamaz, Katoliklik, evrenselliktir. Bununla birlikte 1054 yılındaki Doğu-Batı bölünmesinden itibaren Batı Kilisesi‟nin takip ettiği politikanın bir sonucu olarak, bugün Katolik Kilisesi denildiğinde Roma Katolik Kilisesi anlaşılmaktadır.39 38 Bkz. Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, s.259. Bkz. Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, s. 260; Cunningham, Catholicism, s. 14; McBrien, The Church, s. 6. 39 15 I. BÖLÜM PAPALIK OTORĠTESĠNĠN TARĠHSEL SEYRĠ Tarihsel süreç içersinde muazzam imparatorlukların bile yıkıldığı ve çeşitli siyasi kargaşaların hüküm sürdüğü hemen her dönemde ayakta kalmayı başarabilmiş olan Roma Kilisesi, yani Papalık, -arada kırılmalar olsa da- dini alanda olduğu kadar siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda da her istediğini yaptırma kudretine sahip hiyerarşik devasa bir yapıya dönüşmüştür. Yine de Papalığın sahip olduğu bu devasa güç ve nüfuz, sadece papada bulunan, onun inanç ve ahlak konularında yanılmaz, hatta sorgulanamaz bir yorumlama otoritesi yanında gölgede kalmaktadır. Genelde Papalığın (konsil bazında) özelde de papaların (onay mercii olarak) böylesi bir karizmayı kendilerinde hak olarak görmeleri giriş bölümünde de değindiğimiz gibi Petrus doktrinine dayanmaktadır. Petrus doktrini aynı zamanda papalığın otoritesini hem Batı‟da hem de bütün Hıristiyan dünyada hissettirmesinde bir dayanak noktası teşkil etmiş, otoritesini tesis ettikçe de doktrin tanımlama ve dogma ihdas etme noktasında kendisinde özgüven bulmuştur. 40 Roma (Katolik) Kilisesi Ortaçağda alternatifsiz bir güç olarak yoluna devam ederken “papanın yanılmazlığı”nın Roma Piskoposluğunun daha önce tesis edilmiş olan üstünlüğünden devşirilmiş bir doktrin olduğu ifade edilmektedir. 41 Bu sebepten yanılmazlık doktrininin alt yapısını anlamak adına bu ilk bölümde, Geç Antikçağdan 1870 I. Vatikan‟ın eşiğine; aydınlanma ya da “akıl çağı”42 olarak nitelendirilen döneme kadar olan uzunca bir dönem aralığında (kırılma dönemleri de dahil olmak üzere) papalığın önce dini, ve bu dini otorite vasıtasıyla kurmaya çalıştığı dünyevi öncelik ve üstünlük iddialarını ele alacağız. 40 Papalığın üstünlük teolojisi için bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 170-5. Bkz. Dany Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, Homiletic & Pastoral Review, June/July 2011, s. 50. 42 Bu dönemin bir analizi için bkz. Batıya Yön Veren Metinler, Derleyen Alev Alatlı, Cilt III, s. 917925. 41 16 1. GEÇ ANTĠKÇAĞDA PAPALIK Batı‟da I. yüzyıldan itibaren Roma piskoposları, Petrus‟un bânisi olduğu bir kilisenin (ecclesia Petri) başı olarak istisnai bir yere sahiptirler. Buna rağmen Kilise‟nin ilk çağlarında Roma piskoposunun otoritesi hakkında bir sessizlik hakimdir. Bu dönemlerde papaların statüsü piskoposluk mesabesinde olup Papalık da ortaçağda ulaşacağı zirve düzeyinden epey uzaktır. İlk yüzyıllarda papaların posizyonu Kilisenin birliğini muhafaza etmekten ibaret olup bu birliğe inanç ve disiplin ayrılıkları halel getirmedikçe çeşitli eyalet kiliseleri işlerini bağımsız olarak yürütmüşlerdir. Havariler hayattayken ne piskoposun ne de papanın görüntüsü vardı. Zira papa ve piskoposlar havarilerin sahip olduğu gibi bir prestije sahip değildi. Havariler yerel kiliseleri kurmak ve onları evrensel Kiliseye bağlamak için dışarı giden İsa‟nın elçileriydi. Bu sırada Petrus “bütün bir Kilise koordinasyonunun görünür merkezi” konunundaydı. Ancak son havarinin ölümüyle Roma Piskoposluğu açısından otoritenin önceliği şekillenmeye ve III. yüzyıldan itibaren Roma Piskoposluğunun üstünlük iddiasının bir öğretisi gelişmeye başlamıştır. İlk yüzyıllarda kilise babaları tarafından Roma Kilisesi ve piskoposunun üstün vasıflarla tanımlanması, bu yönde bir öğretinin geliştirilmesi ve Roma‟nın bu argümanlara dayanarak piskoposluk bölgeleri arasında kendisini Principalis; “Ana Kilise” olarak kabul ettirip bütün ortaçağa hükmedecek bir güç olması yolunda önemli bir başlangıç olmuştur. Bu ilk filizlenme dönemlerinde Roma‟nın temerküz etmesine biraz da Petrus‟un makamına gösterilen saygıdan olsa gerek diğer Kiliselerin benzer iddialarla ortaya çıkmamış olması gösterilmektedir ki bu durumu “sükûtun çok şey anlatması” olarak ifade edilmiştir.43 43 Bkz. Stephen K. Ray, Upon This Rock: St. Peter and the Primacy of Rome in Scripture and the Early Church, Ignatius, San Francisco 1999, s. 12; Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s. 49. 17 1.1. Petrus’un Kürsüsü Roma Katolik Kilisesi‟nin, yani Papalığın, etkin bir kurum olarak varlığını hissettirmesi Ortaçağ‟a rastlar. Ancak, Piskoposluk makamının oluşması ve piskoposluk bölgelerinin belirmesiyle birlikte Roma Kilisesi‟nin Petrus‟a dayandırdığı meşruiyet ve ayrıcalık ile daha ilk dönemlerden itibaren diğer kiliseler üzerinde otoriter emir ve eylemlerinin ilk işaretleri görülebilmektedir. Öncelikle burası Batıdaki tek apostolik makam, hatta Petrus‟la birlikte Pavlus gibi bir diğer gözde havarinin misyon faaliyetinde bulunduğu ve şehit edildiği yer olmasından kaynaklanan “duble apostolik” özelliğinin 44 yanında imparatorluğun başkentinde bulunma ayrıcalığına sahiptir. Antakyalı Ignatius, Romalılara yazdığı mektubunda Roma Kilisesi‟ni vurgulu bir şekilde “muhabbet bağı” (foremost in love) 45 Lyon Piskoposu Iranaeus ise “heybetli kurum”46 olarak nitelendirmişlerdir. Dini duygu ve saiklerle yapılan bu nitelendirmelerin fiiliyattaki karşılığını ise daha ilk yüzyılın sonundan itibaren Roma piskoposlarının teolojik-liturjik ve siyasi tartışmalarda Hıristiyan merkezlere müdahalesinde görmek mümkündür. Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Hıristiyanlık, farklı kültürlerden beslenerek birçok düşünce örüntüsü içerisinde yoluna devam etmiştir. Bu birbirinden kopuk düşünceleri tutarlı bir öğreti bütünlüğü içerisinde düzenlemek son derece zor olmuş, dolayısıyla Hıristiyanlığın biçimleniş yılları heresi ile mücadele ve ortodoksiyi tesis etmeye yönelik mücadeleler altında geçmiştir. Daha ilk dönemlerden itibaren Roma Kilisesi ortodoksiyi temsil eden bir merkez ve onun kaynağı konumundadır. 47 Çeşitli bölgesel kiliselerin ve bu kiliselere bağlı 44 Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. xv. Bkz. McBrien, The Church, s. 98. 46 Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172. 47 Kilise Babalarına göre ortodoksi havariler kanalıyla intikal etmiştir. Havariler öğretiyi doğrudan İsa Mesih‟ten almışlar ve onu kendilerinden sonra gelen piskoposlara aktarmışlardır. Ancak Bauer‟e göre ortodoksi ve heresi arasındaki kutuplaşma oldukça geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bauer‟e göre ilk Hıristiyanlık biçimleri, sonraları heretic kabul edilen biçimlere daha yakındır. Hıristiyanlığın üç büyük merkezi Edessa (Urfa), İskenderiye ve Anadolu ilk iki yüzyılda sapkındı; ortodoksluk buralara sonradan girmiştir. Başından beri tek ortodoks merkez Roma idi ve Antikçağda ortodoksluğun zaferi Roma Hıristiyanlığının zaferi anlamına geliyordu. Bkz. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, s.453; Heresinin kökenleri ve Roma Kilisesi‟nin ilk dönemlerden itibaren kendisini ortodoksinin temsilcisi görüp kendi görüşünden olmayan grupları heretik addedip dışlama ve yok etme girişimleri için bkz. Michael C. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, McFarland & Company, Inc., Publishers, Jefferson, North Carolina, and London 2011, s. 24 vd; Bu konuyla alakalı 45 18 piskoposların da kendi aralarında çözüme kavuşturamadıkları ayrılık ve uyuşmazlıklarda Roma Kilisesi bir şer‟i mahkeme olarak başvurulan en son merci konumundadır. Örneğin ilk dönem Hıristiyanlığında önemli yer tutan gnostisizm tartışmasında havariler tarafından, özellikle Petrus ve Pavlus gibi gözde iki havari tarafından kurulan Roma Kilisesi‟nin görüşleri ortodoks inancın tespitinde bir turnusol görevi görmüştür. Roma, uzak kiliselerin işlerine müdahale etmiş, teolojik tartışmalarda taraf olmuş, dini ve ahlaki konularda diğer piskoposlara danışmanlık yapmış ve uzak konsillere delegeler göndermiştir. 48 Ortodoks grupların seslerini duyurmak, sapkın ve ayrılıkçı (heretik) akımların her şeyden önce Roma tarafından tanınmak için gayret sarf etmeleri de bu gerçeği teyit etmektedir. Çünkü Roma ile entegrasyon bütün kiliseler nazarında prestij sağlıyordu.49 Roma Katolik görüşe göre henüz ilk yüzyılın sonlarına doğru Corinthus Kilisesi‟nde ortaya çıkan krizde Papa I. Clement (90-99)‟in Roma Kilisesi‟nden gönderdiği mektupla arabuluculuk yapması 50 , II. yüzyılda Papa I. Victor (189198)‟un kiliseler arasında ortaya çıkan paskalya (easter) tarihi ile ilgili anlaşmazlıkta51 belirleyici olması52 Papalık otoritesinin göstergesi kabul edilmiş, her ne kadar Doğu‟da etkili olmasa da Batı‟da hiçbir kilisenin bu karara itiraz etmemesi papalığın otoritesi ve önceliği sayılmıştır. 53 Lyon Piskoposu Irenaeus da 165 yılllarında gnostik akımlar nedeniyle baş gösteren tartışmalarda, seçkin iki havari olarak ayrıca bkz. Şinasi Gündüz, “Dinlerde Ayrılık ve Çatışma: Ortodoksi-Heresi Kavgası”, İÜİFD Sayı: 9, Yıl: 2004, ss. 1-19. 48 Bkz. McBrien, The Church, s. 99. 49 Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık s. 84; Granfield, “Papacy”, s. 172. 50 Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172; Bu teşebbüs bazılarınca Papalığın üstünlüğünün ilk göstergesi olarak kabul edilse de Brezzi‟ye göre mektupta bu iddiaya dair herhangi bir ima ya da işaret görünmez. Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 24. 51 Doğu Kiliseleri paskalyayı Yahudi Pesah‟ı yani “Hamursuz” bayramıyla aynı tarihte; Yahudi takvimindeki Nisan ayının 14. günü kutlarken Papa I. Victor bu tarihi takip eden Pazar gününe kaydırmıştır. Papa Victor bu tarihi, aforoz tehdidiyle Asya‟daki kiliselere de kabul ettirmek istemiş ancak başarılı olamamıştır. Bu farklılık I. İznik Konsili (325)‟nde Batı Kilisesinin benimsediği tarihin kabul edilişine kadar devam etmiştir. 52 Bu girişim Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten koparma girişimi olarak da görülmektedir. Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten ayrıştırması Yahudilerle giriştikleri bir mücadele olmaktan öte kendi içlerindeki Yahudi geleneği yanlıları ile olan mücadelesinden kaynaklanmıştır. Nitekim Yahudi olmayan Hıristiyanların (goyim) kiliselerde hakim pozisyonlara yükselmeleri neticesinde Yahudilikten kopuş süreci hızlanmıştır ki Laodikya Konsili‟nde (343-348) Hıristiyanların Şabat‟ı kutsal gün olarak kutlamaları yasaklanmış, sadece Pazar kutsal gün ilan edilmiştir. Bkz. Turhan Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, s. 25; Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, s. 127-128. 53 Bkz. Granfield “Papacy”, s. 172; Çoban, Geçmişten günümüze Papalık, s. 39-40; BihlmeyerTuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84; Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, s. 25. 19 Petrus ve Pavlus tarafından kurulduğu için Roma Kilisesi‟nin diğer kiliseler üzerinde üstün ve otoriter bir gücü haiz olduğunu belirtmiştir. Ona göre, havariler geleneğine bağlı olan her kilise zorunlu olarak Roma ile aynı fikirde olmalıdır. 54 Kartaca Piskoposu Cyprien de Papa Cornelius‟a yazdığı mektubunda Roma Kilisesi‟ni “Petrus‟un Kürsüsü” (cathedra Petri), episkopol birliğin menşei55 ve bütün kiliselerin rol model olarak benimsemesi gereken “Eski Kilise” (principal church) olarak adlandırmaktadır. Cyprien‟in yine Roma Kilisesi‟ni kastederek söylemiş olduğu “Anası Kilise olmayanın Babası Tanrı olamaz” 56 yargısı Roma‟nın ilk dönemlere ilişkin konumunu göstermesi açısından önemlidir. Yine Kartaca Piskoposu Cyprian (ö.258) ile Papa I. Stephen (254-257) arasında yaşanan ve baskı döneminde dinden dönenlerin tekrar vaftiz olmalarının gerekip-gerekmediği veya kiliselere kabul edilip edilmemeleri sorunu olarak bilinen lapsi (dönme) tartışmasıdır ki ikili arasında uzunca bir süre sürmüş ve büyük bir probleme dönüşmüştür. Her ne kadar Roma‟nın isteği Cyprian tarafından reddedilse de Stephen‟ın bu tavrı papaların kendi kiliseleri dışındaki bir kiliseye ilk müdahale, dolayısıyla ilk üstünlük teşebbüsü olarak yorumlanmıştır. 57 Papa Dionysius (25969)‟un İskenderiye piskoposuna logos ya da Kutsal Üçleme (Blessed Trinity) konusunda ileri sürdüğü yanlış fikirlerin hesabını sorması da Roma piskoposlarının Kilisedeki ayrıcalıklı konumlarına örnek gösterilmiştir. 58 337-52 yılları arasında papalık yapan Julius, Papa‟nın tek başına, tüm kiliseler üzerinde temyiz hakkı olduğunu savunmuştur. 340 yılında da Roma‟da Athanasius‟un baskısıyla Papa Julius‟un önderliğinde toplanan bir konsil Roma‟nın onayını almadan Athanasius ve Marcellus adlı iki piskoposun sürgüne gönderilmesini protesto etmiş ve doğulu 54 Irenaeus‟un diğer kiliseler arasında Roma Kilisesi‟ni öne çıkarması, Roma‟nın apostolik meşruiyetini öne çıkarma girişimlerinden ziyade ona diğer Kiliseler nezdinde otoritesinin tanınmasını sağlayacak siyasi bir statü kazandırma gayretleri olduğu da ifade edilmektedir. August Bernhard Hasler, How The Pope Became Infallible: Pius IX and the Politics of Persuasion, translated by Peter Heinegg, Doubleday & Company, Inc. New York 1981, s. 34. 55 Bkz. Ludwig Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, edited in English by James Canon Bastible, translated from the German by Patrick Lynch, Roman Catholic Books, Cork 1952, s. 289. 56 Bkz. Brezzi, The Papacy, s.35-6; Granfield, “Papacy”, s. 172; Irenaeus ve Cyprian‟ın Roma Kilisesi ve Roma piskoposuna dair görüşleri için bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 28-36. 57 Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 271; O‟Malley, A History of the Popes, s. 20; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 42. 58 Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84; Çoban, a.g.e., s. 42; Brezzi, The Papacy, s. 37; Logos doktrininin tarihsel gelişimi ve bu konudaki farklı görüşler için ayrıca bkz. Muhammet Tarakçı, “Hıristiyanlıkta Logos Doktrini”, Milel ve Nihal, Cilt 8, sayı 1, Ocak Nisan 2011, ss. 201-24. 20 piskoposların herhangi bir şeye karar vermeden önce Roma‟dan izin almaları gerektiğini ilan etmiştir.59 Kilisenin ilk dönemlerine kadar götürülen ve çok sık atıfta bulunulan bu ve benzeri ifade ve uygulamalar, papanın liderlik ve rehberliği gibi özel bir pozisyonu sağlama ve papanın üstünlüğü savlarına çok katkıda bulunmuş, papanın başından beri mutlak ve yanılmaz güçlere sahip olduğu şeklinde bir düşüncenin resmileştirilmesi için birer temel vazifesi görmüştür. İlk dönem Kilise babalarına atfedilen bu ifadeler ile ilk dönem Roma piskoposlarının söylem ve icraatları, Roma Kilisesi ya da Papalığın başından itibaren diğer kiliseler ya da piskoposluklar nezdinde ayrıcalıklı bir konumda olduğu iddialarına mesnet teşkil etmiştir. Nitekim I. Vatikan Konsili‟nde yanılmazlık taraftarı piskoposlar görüşlerini desteklemek için bu ilk dönem argümanlarına da başvurmuşlardır.60 Diğer yandan bir dine gönülden bağlı müntesipler açısından düşünüldüğünde Tanrısal bir menşei olan Roma Kilisesi‟nin (ve piskoposunun) bu yüceltici tanımlamaların yanında yanılmazlık gibi Tanrısal bir inayete sahip olduğu kanaatinin kısa bir süre sonra oluşabileceğini varsayabiliriz. Nitekim doktrinel tartışmalar başlar başlamaz hakiki, saf itikadı teşkil etmek adına ayrılıkçı düşüncelere karşı koymada en etkin silahın Roma piskoposunun doktrinel otoritesinin, yani onun inanca müteallik konularda yanılmaz olduğu yönündeki bir telakkinin daha II. yüzyılda oluştuğu ve evrensel olarak kabul gördüğü ileri sürülmektedir.61 Ancak Kilisede ilk dönemlerden itibaren varlığını hissettiren bir yanılmazlık ya da dini otorite telakkisinin, modern dönemde ortaya çıkıp I. Vatikan‟da dogmalaşan resmi söylemden ziyade, Kutsal Ruh‟un denetim ve gözetimi altında Kilisenin yanılmazlığına, onun hata yapmayacağına duyulan bir inanç olduğu ifade edilmektedir. Yine de bir kuruma duyulan kanaatin kolayca bu kurumun başında bulunan şahsa da atfedilebileceği göz önüne alındığında, resmi bir şekilde olmasa da Roma Kilisesi ve papalar bu özelliği haiz olduklarını iddia ederek ortodoksiyi tesis ve heresiyi dışlama yoluna gitmişlerdir. Zaten ellerinde böylesi bir argüman olmadan bu mücadelede başarılı olmaları da mümkün değildir.62 59 Bkz. http://www.dusuncetarihi.com/makale/papa-julius-bildirisi, (25.01.2015). Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 162-3. 61 Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 29. 62 Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s. 6 ve 21. 60 21 Bazı Kilise tarihçileri ise ilk kilise babalarının bu görüş ve beyanlarına çok sık atıf yapılarak öne çıkarılmasını Roma‟nın öncelik ve üstünlük gayretleri olarak görmüşlerdir. Nitekim Stephen K. Ray bu durumla alakalı olarak “Biz (Kilise) babalarının ne dedikleriyle alakalı pek çok şey, ne demedikleriyle alakalı çok az şey duyuyoruz” demektedir. Bu tarihçilere göre çağdaş Roma Katoliklerinin ilk Kilise babalarının anlayışlarına dair yorumları Kutsal Kitaba dayanmamaktadır. Stephen K. Ray, William Webster‟ın görüşü olarak ilk kilise babalarının Petrus‟un öncelik ve üstünlüğünü ve Roma piskoposlarının onun halefi olduklarını hiçbir zaman reddetmediklerini ifade etmiştir. Ancak buradaki asıl mesele Kilise babalarının bu durumu nasıl yorumladıklarıydı. Webster, sonraki yüzyıllarda oluşan bir Roma Katolik iddiası olarak, bu ilk kilise babalarının Roma piskoposlarına (papa) bağlı bir öncelik ve üstünlük anlayışına sahip olmadıklarını ileri sürmektedir.63 1.2. Hıristiyanlığın Devlet Dini Olması 313 Milano Fermanı‟na kadar imparatorluk baskısı altında yaklaşık üç asırlık bir mücadele ve propaganda dönemi yaşayan Hıristiyanlık bu fermanla imparatorluk içinde serbestiyet kazanarak pek çok maddi manevi kazanç elde etmiştir. İmparator Constantine özellikle Papa Sylvester zamanında kiliseye paha biçilmez bağışlarda ve vakfiyelerde bulunmuş ve Roma‟nın apostolik ve Katolik özelliğini vurgulamak için kullandığı Aziz Petrus Bazilikası da dahil birçok kilise yaptırmıştır. Örneğin papalığın Ortaçağ boyunca karargahı olacak Lateran Sarayı İmparatoriçe Fausta tarafından Papalığa bağışlanmıştır. Roma Kilisesi daha sonra Constantine‟in bu vakıflarını seküler idarecilere karşı mülkiyet iddialarına dayanak yapacaktır. 313 Milan Fermanı ile Büyük Constantine döneminde serbestlik kazanan Hıristiyanlık, 381 yılında I. Theodosius zamanında imparatorluğun resmi dini olma hüviyetini kazanmıştır. Hıristiyanlığın hayatiyeti ve müntesiplerini artırması açısından bir kilometre taşı niteliğinde olan bu gelişmeler, diğer pek çok kazanımın yanında Roma Kilisesi‟nin öncelik ve üstünlük iddiası ve dini otorite olması açısından çok önemli ve elverişli bir zemin oluşturmuştur. Bu fermanla İmparatorluk 63 Aktaran, Ray, Upon This Rock, s. 12-3; Benzer ifadeler için bkz. Klaus Schatz, Papal Primacy: From Its Origins To The Present, translated from German by John A. Otto and Linda M. Maloney, The Liturgical Press, USA 1996, s. 3. 22 içersindeki diğer kiliseler gibi Roma Kilisesi de Roma Hukuk terminolojisine göre yasal bir kurumsal şahsiyet kazanmıştır. Ancak Roma Kilisesi‟nin diğer kiliselere göre daha avantajlı olduğu konum ise, onun bir devlet kuruluşu ayrıcalığı kazanmasıydı. Bu durum onun bütün Hıristiyan toplumu temsil eden evrensel bir kilise olarak tanımlanmasını sağlamıştır.64 Theodosius zamanındaki bir diğer önemli gelişme de kilisenin kendi mahkemelerini kurmasına izin verilmesidir. Din adamlarıyla ilgili uyuşmazlıklarda ve dini konularda bu mahkemeler yetkili kılınmış ve böylece Kilise Hukuku daha ilk dönemlerden itibaren gelişmeye başlamıştır. Theodosius‟un ölümünde kilise büyük ölçüde Roma‟dan bağımsız bir kuruluş haline gelmişti. 65 Hıristiyanlığın devletin resmi dini olması aynı zamanda Hıristiyanlığın devlete engaje olma dezavantajını da beraberinde getirmiştir. Çünkü Roma imparatorları, kendileri ve imparatorluğun bekası için Hıristiyanlığın daha avantajlı olduğunu fark etmişlerdir. Zira Hıristiyanlık iktidarı halka değil Tanrı‟ya hasrediyordu. İmparatorun gücünü kaba kuvvetten alan bir zorba olarak görülmesindense, yeryüzünde adaleti gerçekleştiren Tanrı‟nın temsilcisi olarak görülmesi daha iyiydi. 66 Halkın, idareciliğin kutsal bir hak, ona boyun eğmenin de kutsal bir görev, bir zorunluluk olduğuna inanması tercihe şayan olup imparatorluğu birleştirme ve genişletme ülküsü olan bir imparator bu konuda da Hıristiyanlıktan yararlanabilirdi. Çünkü kalpleri fethetmek anlamında kilisenin amacı da böyle evrensel bir fetih ülküsünün gerçekleştirilmesiydi. Böylece devletle işbirliğine kilise de razı olmuş ve imparatorluğun himayesini kabul etmiştir. Çünkü Kilise bundan çok kazançlı çıkacaktı. Eski çağlarda siyasi desteği olmayan dinler savunmasız kalıyordu. Constantine ve sonra gelen imparatorlar kiliseden yana tavır koyunca kilisenin başarısı garantilendi. Kilise sadece mali ve hukuki kazanımlar elde etmekle kalmadı, aynı zamanda piskoposlar heretik gruplarla ve paganlığın kalıntılarıyla olan mücadelelerinde devletten yardım aldılar. Piskoposlar kendi 64 Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 1 ve 3. Bkz. Levent Gönenç, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”, Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, Yetkin Yay., Ankara, 2008, cilt II, s. 275. 66 Eusebius (?260-340) gibi yazarlar Constantine‟i “Mesih‟in Vekili” olarak nitelendirmişler ve kilise ile imparatorluğun birlikteliğinin Tanrı‟nın dünya için tasarladığı ilahi planın bir parçası olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kilise tarihçisi Eusebius‟un bu konudaki söylemleri imparatorların düşüncelerine mesnet teşkil eder. “Göksel egemenliğe benzeyen bir egemenlikle donanmış olan imparator, yüzünü yukarıya çevirir ve dünyadaki yönetimini ilahi örneğe uydurur; yönetimi Tanrı‟nın hükümdarlığına ne kadar benzerse, imparator da kendini o kadar güçlü hisseder. (…) Elbette monarşi her türlü yönetim biçimine üstündür; çünkü monarşinin zıddı olan demokratik güç eşitliği, anarşi ve düzensizlik olarak tanımlanabilir.” Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s. 72. 65 23 piskoposluk bölgelerinde hem dünyevi hem de göksel hükümdarın temsilcileri olarak otoriteyi ellerinde tutan kimseler haline geldiler.67 İlk Hıristiyan imparator olarak kabul edilen Constantine‟in 324 yılında imparatorluk başkentini Roma‟dan İstanbul‟a taşımasıyla, Papalık Batıda daha etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Hıristiyanlık 381 yılında imparatorluğun resmi dini oluncaya değin değişik papalar tarafından papalığın başpiskoposluk olarak otoritesi zaten tekrar edilmekteydi. Öte yandan bu dönemde bazı önemli dini şahsiyetler dini ve dünyevi alana yönelik bir yetki alanı belirlemeye yönelik görüşler ortaya koymaya başlamışlardır. Örneğin patristik düşüncenin Augustinus‟tan önceki son ve en önemli şahsı olan Milano Piskoposu Ambrosius (340-397)‟a göre imparator da diğer bütün Hıristiyanlar gibi “Kilisenin Oğlu”dur; kilisenin üstünde değil, içindedir. Dolayısıyla imanla ilgili konularda tek yetkili piskoposlardır. Ambrosius seküler alanda imparatorun hakkını teslim etmiş, hatta kilisenin sahip olduğu toprakların mülkiyetini de imparatorun otoritesine hasretmiş ancak kilise yapılarının kiliseye ait olduğunu belirtmiştir. 68 Ortaçağ boyunca sürecek olan dini-siyasi çekişmelerin ilk somut işaretlerinden olan bir olayda İmparator Theodosius, Ambrosius‟tan katedral kilisesini imparatora devretmesini talep etmiş, Ambrosius ise ona “Saraylar imparatorun malıdır ama kiliseler piskoposa aittir” şeklinde karşılık vererek dini ve seküler alanların yetki sınırlamasını ortaya koymuştur.69 Bu dönemde kilise devlet ilişkilerinde Kilisenin devlete üstünlüğünü savunan bir diğer Hıristiyan entelektüel ise Augustine (354-430)‟dir. Hıristiyanlığı, Roma İmparatorluğu‟nun çöküşünden sorumlu tutan paganlara karşı kaleme almış olduğu “Tanrı Devleti” (Civitas Dei)‟nde Augustine, insanın iki devlet vatandaşı olduğunu belirtiyordu: “Dünya Devleti” ve “Tanrı Devleti”. Bu iki devletin vatandaşlığı insanın iki boyutuna, “ruh” ve “beden”e karşılık geliyordu; bu anlamıyla “Dünya Devleti” insanın günahkar yönünü ifade ederken “Tanrı Devleti” “İlahi Kurtuluşu” müjdeliyordu. Yani dünya devleti günahkarların; Tanrı devleti ise Tanrı‟nın lütfuyla arınanların devletiydi. Tanrı devletinin yeryüzündeki temsilcisi Kiliseydi. Dolayısıyla, kurtuluşa ulaşmak için dünya devleti Tanrı devletine benzemeye 67 Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s. 72-73. Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.138; Granfield, “Papacy”, s. 172. 69 Bkz. Gönenç, “a.g.m.”, s. 275. 68 24 çalışmalı ve Tanrı devletinin üstünlüğünü kabul etmeli ve onun sözünden çıkmamalıdır.70 Yine IV. yüzyılda Basil, Nazianzen‟li Gregory, Ambrose gibi bir çok önde gelen kilise babası Roma Kilisesi‟ni taltif eden ifadelerle diğer kilise ve piskoposluklarla Roma arasında net bir ayrıma gitmişlerdir. Cyprien‟e nisbet edilen ve Petrus‟a işaret edip haleflerini kapsamayan Ubi Petrus, ibi ecclesi “Petrus neredeyse Kilise de oradadır” özdeyişinin bu yüzyılda Ambrose tarafından kendi bağlamından alınarak Roma piskoposlarına hamledildildiği ve Roma Kilisesi‟nin üstünlük ve öncelik aracı olarak kullanılmıştır.71 1.3. Kutsal Makam Papa I. Damasus (366-84) ile I. Leo (440-61) dönemleri arasının Papalığın üstünlüğü doktrininin sistemleştirilmesinde önemli bir eşik olduğu ifade edilmektedir. Bu dönem papaları, Roma Piskoposunun Petrus‟tan aldığı otoriteyle bütün kiliselerin başı olduğunu net bir şekilde dile getirmişlerdir. Damasus 382 yılında Roma‟da topladığı bir synodda Roma Kilisesi‟ni ilk defa “kutsal makam”, sedes apostolica olarak tanımlamış ve Papalığın Roma dışındaki kiliseler üzerinde hakim konumda olduğunu ifade etmiştir. Bu tanımlama Roma Kilisesinin sonraki yüzyıllarda devamlı surette kullanarak kendisini diğer kiliselerden farklılaştırdığı standart bir kavram haline gelmiştir. 72 Petrus‟un önceliği ve ayrıcalığı daha önce de dillendirilmekle birlikte Papalık doktrininin ve ideolojisinin bir parçası haline gelişi ve temel “Petrus doktrini” (petrinology) tanımlaması Papa Damasus‟un döneminde gerçekleşmiştir. Damasus‟un halefi Siricius (384-99) ise dekretal mektuplarında73 Roma Kilisesi‟nin 70 Bkz. “Tanrı‟nın Şehri Aziz Augustin”, Batıya Yön Veren Metinler, Cilt I, ss. 187-200; Ayrıca bkz. Mehmet Ali Ağaoğulları (ed), Sokrates’ten Jakobenlere Batıda Siyasal Düşünceler, İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 220-222. 71 Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 54. 72 Brezzi, The Papacy, s. 48. 73 Dekretaller ya da dekretal mektuplar, papaların bir konu hakkında yazdıkları mektuplardır. Papaların yargılama alanları içerisinde kanun hükmündedir. Kilise tarihindeki gönderilen İlk dekretal mektup 385 yılında Papa Siricius tarafından Tarragona piskoposu Himerius‟a gönderilen dekretaldir. 850‟li yıllarda pek çok sahtesi düzenlenen dekretaller Papalığın dini otoritesinin tesisinde önemli fonksiyon icra etmişlerdir. Bkz. F. L. Cross, (ed.), The Oxford Dictionary of the Christian Church, Oxford University Press, London 1974, s. 385. 25 sadece Batı kiliselerinin değil, Doğudakiler de dahil olmak üzere tüm Hıristiyanların üzerinde otorite sahibi olduğunu vurgulamıştır.74 Papa I. Innocent (401-17)‟ten itibaren ise diğer kiliselere yazılan mektupların içeriği giderek daha buyurgan bir yapı arz etmiştir. Innocent, piskoposların inanca müteallik herhangi bir sorunla yüzyüze geldiklerinde bunu Roma piskoposuna sunmalarını istemiştir. Innocent‟ten sonra papa olan Zosimus (417-418) döneminde Roma‟nın bu tavrı yüzünden özellikle Afrika Kilisesi ile gerginlikler yaşanmıştır ki Aziz Augustine‟in bile bu durumdan rahatsız olduğu anlaşılmaktadır ki Augustine‟in doktrinel bir ihtilaf üzerine yaptığı “Roma konuştu, sorun çözüldü”75 özdeyişi Roma Kilisesi‟nin bu doktrinel tartışmalarda son sözü söyleyen bir temyiz mercii olduğu kadar doktrinel tartışmalara ne kadar müdahil olduğunu göstermektedir. Papa I. Boniface (418-422) döneminde, kendisine başvuran görevden azledilmiş Afrika‟lı bir piskoposun tekrar göreve kabulünü istemesi, ancak papanın bu isteğinin yasal görülmeyerek yerine getirilmemesi, Roma piskoposlarının etkinliğinin azaldığına dair bir gelişme olarak görülse de halefi I. Celestine (422-432) Papalık mektuplarındaki ifadelerin “hukuk” olduğunu ve bunlara mutlak itaatin gerektiği şeklindeki ifadesiyle mukabelede bulunmuştur. 76 1.4. Büyük Leo ve Kilisenin Dini-Dünyevi Güç Ġddiası Papa I. Leo (440-461)‟nun Papalığın üstünlüğünün teorik temellerini attığı ve dolayısıyla kurumsal manada bu yüzyıldan itibaren papalığın etkin bir teşkilat olarak tarih sahnesine çıktığı ifade edilmiştir. Bu dönemde Roma piskoposları sadece diğer piskoposlar karşısında öncelik ve üstünlük iddiasında bulunmakla kalmamış, aynı zamanda en yüksek dünyevi otorite olduklarını da dillendirmeye başlamışlardır. 77 Leo, diğer piskoposlara karşı İsa‟nın Petrus‟a karşı söylemiş olduğu “…ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım… Göklerin egemenliğinin anahtarlarını sana vereceğim”78 sözlerine dayanan Petrus” doktrinini öne sürmüştür. Papalar, Roma‟nın 74 Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172; Ullmann, a.g.e., s. 5;Çoban, a.g.e., s. 52. Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 272; Brezzi, The Papacy, s. 56; Çoban, a.g.e., s. 56. 76 Bkz. Ullmann, a.g.e., s. 9; Çoban, a.g.e., s. 56. 77 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.57; McBrien, The Church, s.99. 78 Matta, 16:18. 75 26 manevi derecesini kanıtlamak için önceki yüzyıllarda da bu metinlere başvurmuşlardı, ancak artık bu satırlar, dolayısıyla “Petrus” doktrini Roma‟nın üstünlük iddiasının hareket noktasını teşkil etmeye başlamıştır. Örneğin Leo‟nun Papalık otoritesine referans olarak aldığı kaynakları, “Efendimiz İsa Mesih Aziz Petrus‟u tüm havarilerin başına getirdi ki onun ihsanları ondan bütün bedene onların başından aşağı yağar gibi yağsın. Öyle ki herhangi bir kimse kendisini Petrus‟tan ayırırsa, ilahi kutsanmışlıkta hiçbir payının olmadığını bilsin. Kutsal Roma Kilisesi‟nin, havarilerin başı Aziz Petrus sayesinde, bütün dünyadaki tüm kiliselerin başı olması makul ve adildir” şeklinde ifade etmiştir.79 Leo‟ya göre papalar Petrus‟un varisleri ve onun makamının iştirakçileri (sedis ipsius consorte)‟dir. Bundan dolayı Kilise Petrus tarafından ve dolayısıyla onun halefleri tarafından yönetilir. Papalar Petrus‟tan dolayı üstün güce haizdirler ve hatadan münezzehtirler. Leo, hem ruhani hem de dünyevi iktidarın (plenitudo potestatis) Kilise‟ye ait olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca O, Kilisenin öğretim yapma ve hukuk vazetme ayrıcalığını ilk ortaya koyan kişidir ki kendisini Petrus ile ilişkilendirmiş ve Roma Piskoposunu “en yüksek hükümdar”, “en yüksek öğretmen” ve “en yüksek yargıç” olarak nitelendirmiştir. Papalığı kurumsal bir çerçeveye yerleştirerek kurumla kişiyi, yani Papalıkla papayı ayıran Leo‟ya göre papa yanlış yapsa, bu sıfata layık bir insan olmasa da bulunduğu makamdan ötürü ona saygı duyulması gerekmektedir. Bundan dolayı Leo kendisini “Petrus‟un layık olmayan halefi” olarak nitelendirmiştir.80 Leo döneminde Roma Kilisesi‟nin itikadi konularda son sözü söyleyen bir karar mercii olduğu iddialarına dair bir gelişme de 431 Efes Konsili‟nin ardından yaşanan, İsa‟nın tek kişiliğe ve tabiata sahip olduğunu savunan monofizitizm tartışmasında yaşanmıştır. Bu ihtilafı gidermek 449 yılında alel acele toplanan konsilden monofizitizmin mahkumiyeti yerine onayı çıkmıştır. “Haydutlar Konsili” olarak adlandırılan bu konsil hem Roma hem de İstanbul Kiliselerince geçersiz sayılmıştır. Ardından bu itizale son vermek için İmparator Marcian‟ın girişimiyle 451 Kadıköy Konsili düzenlenmiştir. Bu konsilin öncesinde Papa Leo‟nun İstanbul 79 Bkz. Jones, Ortaçağ Düşüncesi, s. 227. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.58; Brezzi, The Papacy, s. 60; Granfield, “Papacy”, s. 172; ayrıca bkz. Eusebios, Kilise Tarihi, s. 238. 80 27 Patriği Flavian‟a gönderdiği ve Roma‟nın görüşlerini içeren bir mektup (Tome)81 konsilde kabul edilen itikat formülasyonuna (credo) temel teşkil ettiği ve konsilde alınan kararlarda Roma Kilisesi‟nin bu görüşlerinin etkili olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Zira Katoliklerin iddialarına göre, konsilden çıkan; “İsa‟da, karışma, değişme ve bölünme olmaksızın, hem beşeri hem de ilahi iki tabiat vardır” kararı Leo‟nun görüşlerini yansıtmaktadır ki bu durum I. Vatikan Konsili‟ndeki müzakerelerde yanılmazlık taraftarı piskoposlar tarafından papaların yanılmazlığının geleneksel/tarihsel delilleri olarak kullanılacağı gibi yanılmazlık karşıtları, özellikle tarihçi Karl Hefele tarafından farklı bir şekilde yorumlanarak anti-tez olarak ileri sürülecektir. Öte yandan Kadıköy Konsili‟nde Roma‟nın öncelik ve üstünlük iddialarına halel getirecek ve Roma‟nın asla kabul etmeyeceği bir karar da alınmıştır. Her ne kadar papaya şeref önceliği verilmişse de konsilin 28. kanonu ile Roma‟nın önceliğinin Petrus‟tan değil imparatorluğun başkenti olmasından kaynaklandığı, İstanbul‟un da “Yeni Roma” olmasından dolayı Roma ile aynı statüde olduğu ifade edilmiştir. Böylece İstanbul patriğine papada bulunan yetkilere benzer şekilde Anadolu ve Trakya‟daki bazı bölgelerin papazlarını tayin yetkisi sağlanmış ve bir ölçüde İstanbul ile Roma eşit konuma gelmiştir. Papalık delegeleri bu karara şiddetle karşı çıkmalarına rağmen onu değiştirmeyi başaramamışlardır.82 2. ORTAÇAĞDA PAPALIK Her ne kadar tam olarak ne zaman başlayıp bittiği hususunda bir mutabakat olmasa da ağır basan görüşe göre Ortaçağ, yaklaşık 476‟dan 1500‟lü yıllara kadar olan dönemi kapsayan yaklaşık bin yıllık bir zaman dilimidir. İlk kez İtalyan Rönesansı zamanında kullanılan “Ortaçağ” (Middle Ages) terimi, antikite ile “modern” kavramının doğuşu arasında ve içerisinde belli bir dönemin ilk defa 81 Leo‟nun Flavian‟a gönderdiği mektup için bkz. Norman P. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils: Nicaea I to Lateran V, vol. 1, Sheed & Ward, Georgetown University Press, 1990, ss.77-82. 82 Bkz. McBrien, The Church, s. 99; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 58-9; Leo‟nun papalık dönemi için ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 58-9; O‟Malley, A History of the Popes, ss. 38-42. 28 Petrarch tarafından “Karanlık çağ”83 olarak da nitelendirildiği, aklın “hapiste” olduğu varsayılan ve kilise/monarşi ittifakının tahakkümü altında insanların köleleştirildiği bir dönem olarak değerlendirilir.84 Bu dönemde Papalık eşine ender rastlanacak bir adaptasyon göstererek hayatta kalmayı başarabilmiştir. Birbirini izleyen bu dönem papaları imparatorluk gücüne karşı koydukları gibi Kilisede reform teşebbüslerinde bulunmuşlar ve XIIXIII. yüzyıllarda papalığın otoritesini zirve noktasına taşımışlardır. Ancak takip eden yıllarda da keskin bir düşüş yaşanmıştır. Bu dönemde Kilise ile siyasi iktidarlar arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı bir görünüm arz eder. İki tarafın birbirlerine karşı üstünlük kurma mücadelelerine sahne olan bu dönemin sonlarına doğru Kilise ile devletin ayrılığı fikri oluşmaya başlamıştır. İki taraf arasındaki bu güç mücadelesine rağmen, dini ve dünyevi otorite, amaçlarını gerçekleştirebilmek için birbirlerine ihtiyaç hissetmiş ve bu durum iki aktör arasındaki işbirliğini geliştirmiştir. Siyasal yönetimler, imparatorlar ve krallar erklerini kullanırken Kiliseyi hesaba katmak zorunda kalmışlar, bir başka ifadeyle dini otorite siyasi otoriteyi dengeleyici ve sınırlayıcı bir fonksiyon icra etmiştir.85 2.1. Batı Roma’nın YıkılıĢı ve Papalığın Otorite BoĢluğunu Doldurması Batı Roma İmparatorluğu‟nun yıkılmasıyla bölgede oluşan otorite boşluğu aynı zamanda Akdeniz havzasında büyük bir düzenin ve Pax Romananın sona ermesi anlamına geliyordu. Bundan sonraki gelişmeler, Batı Avrupa‟da yeniden Roma Barışı‟nı tesis etmeye yönelik iktidar mücadelelerine sahne olmuştur. Batı Roma‟nın 83 Dante‟ye göre Ortaçağ; barbarlık, akıldışılık ve batıl inançlarla örülüdür ve bu dönemi incelemenin insanlara aptallığını hatırlatmaktan başka hiçbir faydası yoktur. Henry Osborn Taylor ise bu dönem için “lekeli gerçeklik” (spotted actuality) olarak adlandırdığı bir durumun varolduğunu belirtip Ortaçağın “antik” ile “modern” arasında kısır bir geçiş dönemi değil, entelektüel ve kültürel açıdan bir başlangıç olduğunu ifade eder. Karşılaştırmalı bir Ortaçağ analizi ve bu dönemin dini, sosyoekonomik yapısı ve sanat anlayışı için bkz.”Ortaçağ Hıristiyanlığının Dünya Görüşü”, Batıya Yön Veren Metinler, Cilt I, ss. 205-213. 84 Yine üzerinde tartışmalar olmakla birlikte Ortaçağı nitelemek için iktisadi alanda feodalite, siyasal düzeyde merkezi yönetimlerin yokluğu ve yerel yönetimlerin öne çıkması, kültürel alanda ise Hıristiyanlığın kurumsallaşması öne sürülür. Bkz. Ağaoğulları (ed.), Batıda Siyasal Düşünceler, s.223; “Ortaçağ” kavramına farklı bir yaklaşım olarak bkz. Umberto Eco (ed.), Ortaçağ: Barbarlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar, Alfa Yay., çev., Leyla Tonguç Basmacı, c. 1, İstanbul 2014, ss. 11-41; Murat Belge, “Ortaçağ”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, yıl 4, sayı 14, 2001, ss. 77-84. 85 Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 175; Gönenç, “a.g.m.”, s.271. 29 enkazında iktidar mücadelesine girişen taraflar, geçmişin Roma topraklarında bir biri ardına kurulan Germen krallıkları, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ve Roma Kilisesi olmuştur. Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar Kilise devletin bir kurumu görünümündedir. Ancak ortaya çıkan bu otorite boşluğundan yararlanarak imparatorluk baskısından kurtulan kilise Avrupa‟da mutlak bir güç haline gelmiştir.86 Roma Kilisesi‟nin böylesi bir güce ulaşmasının sebebi, iktidarın Batı‟da çok sayıda savaşçı kral ve prens ile prens-piskopos arasında bölünmüş olması ve hiç kimsenin uzun süreli bir egemenlik sağlayamamış olmasıydı. Diğer yandan Hıristiyanlığın, sadece kendisinin taşıyıcısı olduğuna inandığı geleceğe matuf bir hakikat anlayışı gereği kendisini Greko-Latin enkazdan farklı tutmuştur. Batı Hıristiyanlığının böylesi bir dönemde sivrilmesinin bir diğer nedeni de Kilise organizasyonu içerisinde sahip olduğu sağlam teşkilat yapısıdır. İşte bundan dolayı işgal kuvvetleri her yerde karşılarında Kiliseyi bulmuşlar ve kilise mensuplarına saygılı davranarak bundan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Batı Roma İmparatorluğu‟na son veren bu yeni aktörler Hıristiyanlığı ulvi bir din olarak görmüş ve vaftiz olarak Kiliseye bağlanmışlardır. Yeni Batı‟nın anası ve mürebbiyesi olan Kilise ilerleyen yüzyıllarda hemen her alanda etkin bir güç olarak kendisini göstermiştir.87 Bu siyasi ortamda mutlak iktidarı engelleyen düalist bir yapı bulunmaktadır. Bu düalist otorite biçimi kendisini iki farklı yönde göstermiştir: Birincisi, Ortaçağ‟da Kilise-devlet ilişkileri iktidarın mutlaklaşmasını engellemiştir. Devlet yöneticileri Kiliseyi görmezden gelip devre dışı bırakarak iktidarı tek başına kullanma imkanına sahip olamamış, toplumu ilgilendiren temel konularda –önceleri dini, giderek din dışı konularda- kilisenin isteklerini hesaba katmak, hatta onun onayını almak zorunda kalmıştır. Bu konumuyla Ortaçağ‟da Kilise, dünyevi otoriteye balans ayarı yapan frenleyici bir unsur olmuştur. Düalist otorite yapısının ikinci boyutu, feodalite ile ilgilidir. Ortaçağ‟da kral sadece siyasi iktidarı elinde bulunduran ve bu erki kullanan bir aktör değil, aynı zamanda feodal bir bey konumundadır. Bu sebeple, pek çok konuda iktidarını feodal sözleşmelerle bağlı olduğu diğer feodal beylerle paylaşmıştır. 86 Philip Hughes bu dönemi “Ortaçağ, Kilisenin içinde ortaya çıktığı dünyadır; Batı Roma‟nın yıkılışı sonrasındaki dönem ise Kilisenin ortaya çıkardığı ve şekillendirdiği dünyadır” şeklinde tanımlamıştır. Bkz. Philip Hughes, A History of the Church, vol. II, Sheed and Ward, London 1935, s. VII. 87 Bkz. Aydın, “Batı ve Doğu Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, s.128-9. 30 Bu iki düalist otorite yapısı XVI. yüzyılda mutlak monarşilerin ortaya çıkışıyla birlikte kralların bu kayıttan kurtulmasına kadar varlığını korumuştur.88 Bu ortamda geçmişe uzanan tarihi ve Roma‟daki üssü, her yere dağılmış olan bağlıları ve etkili alt yapısı, artan zenginliği ve toprakları sayesinde Kilise mutlak bir güç haline gelmiştir. Roma piskoposları bu durumdan yararlanıp tüm Batı Kilisesi‟nin önderleri olduklarını iddia etmişlerdir. 2.2. Gelasien Düalizm Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte papalar, kendilerini Roma İmparatorluğunun varisi olarak gören ve hem kutsal otoriteyi hem dünyevi iktidarı kendi kişiliğinde ve imparatorluk makamında temsil etme iddiasında bulunan Bizans İmparatorluğu ile görev ve yetki tartışmasına girerek dünyevi konularda imparatorun, dini konularda ise papanın yetkili olduğunu söyleyerek egemenlik alanlarını belirleme yoluna gitmişlerdir. Ambrosso ve Augustine‟in geliştirdiği, Kilise ve devletin ayrı egemenlik alanlarına sahip olduğu ve inançla ilgili konularda Kilisenin söz sahibi olduğu görüşü bir yetki alanı belirlemesini gündeme getirmiştir. Bu yetki saptaması 492-496 yılları arasında papalık yapan I. Gelasius tarafından ileri sürülen “Gelasiyen Düalizm”de ifadesini bulmuştur. Çifte kılıç teorisi olarak da bilinen bu düşünceye göre Tanrı İsa‟ya biri dinsel erk (auctoritas sacerdotium) diğeri ise laik erk (regalis potestas) olmak üzere iki kılıç vermiştir. Bu kılıçlar hem dinsel erk hem de laik erk olarak sadece İsa‟da bir arada bulunmuştur. İsa‟dan sonra ise dinsel erki temsil eden kılıç papalara, laik erki temsil eden ise imparatorlara geçmiştir. Bu bağlamda papalar dini konularda, imparatorlar ise laik (seküler) konularda Tanrı‟nın yeryüzündeki temsilcisidirler.89 Daha sonra papaların, imparatorların dünyevi kılıcı nasıl kullandığını denetleyebileceği ve gerekli gördüğü durumlarda da dünyevi kılıcı alıp bir başkasına verebileceği şeklinde yerleşen anlayışın Ortaçağ siyasal düşüncesinde bir siyaset kuramı olarak kullanılmasının Karolenj döneminde; XI. yüzyılda Papa VII. Gregory ile İmparator IV. Henry arasında yaşanan “atama” (Investiture) tartışması sırasında 88 89 Bkz. Gönenç, “a.g.m.”, s. 271. Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s.20-1; Gönenç, “a.g.m.”, s. 276. 31 gündeme geldiği ifade edilmektedir. Ayrıca Gelasius‟un auctoritas ve potestas kavramlarını Roma‟daki teknik anayasal anlamlarını bilerek kullanmadığı, ancak bu öğretinin papalığın üstünlüğüne hamledilmesi için ortamın müsait olduğu ve “iki kılıç” öğretisinin papalığın üstünlüğüne vardırıldığı da ileri sürülmüştür.90 Kilise idaresinin dünyevi idareden üstün olduğunu savunan Gelasius, Doğu Roma İmparatoru I. Anastasius (491-518)‟un kilise işlerine müdahalesine tepki olarak 494 yılında yazdığı bir mektupla, dünyevi liderin “öğreten” değil “öğrenen” olduğunu bundan dolayı da Kilisenin, yani papanın sözlerine itibar etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca Gelasius din adamlarının seküler mahkemelerde yargılanamayacağını da iddia etmiştir ki bu görüş zaman içerisinde “Papa hiçbir güç tarafından yargılanamaz” biçimine dönüşmüştür.91 Yine bu dönemde, Papa Hormisdas (514-523) zamanında vuku bulan “Acacian ayrılığı” (Acacian schism) ya da Henoticon tartışması adı verilen Roma ile İstanbul arasındaki tartışma neticesinde yayımlanan Hormisdas formülasyonunda, (Formula Hormisdae) Roma Kilisesi‟nin Mesih‟in taahhüdüne göre hakiki ve saf Katolik itikadı muhafaza eden tek apostolik kilise olduğu dile getirilmiştir.92 Değişik şekillerde pekçok kişi tarafından dile getirilen bu kanaat, nihayet I. Vatikan Konsili‟nde de gündeme getirilirek papanın doktrinel konulardaki yanılmazlığına dayanak yapılmıştır. Ancak bu iddiaya Doğu Kiliselerinden olduğu gibi Batı‟dan da itirazlar yükselmiştir. Doğu Hıristiyanları, Roma Kilisesi‟nin bu tekelci yaklaşımına karşın Roma‟nın da diğer kiliseler gibi apostolik merkezlerden sadece birisi olduğunu ileri sürmüşlerdir.93 90 Bkz. Ağaoğulları- Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.160 vd. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.61: Ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss.61-2. 92 Henoticon tartışması için bkz. Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, Doz Yayınları, İstanbul 2005, ss. 90-94; Kaçar, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, ss. 152-4. 93 Bkz. Brian Tierney, Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the Concepts of Infallibility, Sovereignty and Tradition in the Middle Ages, E. J. Brill, Leiden 1972, s. 34; McBrien, The Church, s. 102-103; Stebbing, The History of the Catholic Church, s. 134; Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 289; http://www.newadvent.org/cathen/07470a.htm, (05.05.2014). 91 32 2.3. Büyük Gregory I. Leo gibi “büyük” ünvanıyla anılan ve tüm ortaçağ papalık çizgisinin mimarı kabul edilen bir diğer papa da I. Gregory (590-604)‟dir.94 Kendisini Servus Servorum Dei (Tanrı‟nın Hizmetkarlarının Hizmetkarı) olarak tanıtan 95 Gregory İstanbul Patriği John (582-595) 587 yılında ökümenik sıfatını kullanınca bu sıfatı kullanmaması konusunda patriği sert bir şekilde uyarmışsa da hem Patrik John hem de halefi Cyriacus bu ökümenik sıfatını kullanmaya devam etmişlerdir.96 Papalığın teolojisi gereği etrafına otoritesini kabul ettirme ve katolik/evrensel hale getirme aşamasında İstanbul Kilisesi‟nin böylesi bir iddia ile karşısına çıkması doğal olarak papalığın tepkisini çekmiştir. 97 Yine de I. Gregory kendisi daha önceden Doğu Roma‟da görev yaptığı için burada dünyevi olanla kutsal olan arasındaki bütünleşmenin ne denli önemli olduğunun ve buna karşı çıkarak Kilisenin üstünlüğünü ileri sürmenin vahim sonuçlara yol açacağının farkındadır. Bu nedenle Gregory, Gelasius‟un yukarıda belirttiğimiz dini-dünyevi erkler ayrımını Kilisenin manevi üstünlüğüyle sınırlı olarak okumayı seçmiştir. Gregory Batı‟da imparatorluğun çöküşüyle birlikte doldurulması gereken bir otorite boşluğunu görmüş ve bunu sağlamak için hızla harekete geçmiştir. Doğu‟nun aksine Batı‟da, Kilisenin dünyevi otoritenin üstünde bir otoriteye sahip olduğu iddiasına dayalı bir Hıristiyan monarşisi kurmak için gerekli zemin mevcuttu. Zira Batı‟da savunulan tez dünyevi otoritenin Papalık karşısında ikincilleştirilmesine, daha doğrusu Papalığın tahakküm ve denetiminde bir dünyevi yönetim anlayışına dayanıyordu. I. Gregory bu durumu Frank Kralı II. Childebert‟e yazdığı mektubunda “Kral olmak olağan üstü bir durum değildir; zira başka krallar da vardır. Önemli olan Katolik bir kral olmaktır” şeklinde ifade etmiştir.98 Leo gibi Gregory de Petrus‟un kutsal ve evrensel Kilisedeki 94 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 65. Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 71; Stebbing, The Story of the Catholic Church, s. 167. 96 İstanbul Patrikliğinin ökümeniklik iddiası için bkz. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin Ökümenik İddiasının Tarihi Seyri, Akademi Kitabevi, İzmir 2000. 97 Bkz. Çoban, a.g.e., s. 65 vd; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 98vd; Gregory‟nin papalık dönemi için ayrıca bkz. O‟Malley, A History of the Popes, ss. 43-50; Ullmann, A Short History of the Papacy, ss. 33-37;Gregory‟nin papalık dönemi için ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss.69-74. 98 Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.227. 95 33 konumuna atıf yaparak Roma piskoposunun diğer bütün kiliseler üzerinde en üst otoriteye sahip olduğunu ileri sürmüştür.99 2.4. Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu İslam dininin tarih sahnesine çıkıp Doğu‟da fetihlere girişmesiyle birlikte papalar da Hıristiyanların başkomutanı olarak kabul edilip hem dini hem siyasi alanda inisiyatifi ellerinde tutan birer güç haline gelmiştir. Hal böyle olunca Avrupa‟nın teokratik bir Kilise devleti olmaya doğru yol aldığı görülmüştür. Ancak Kilise giderek ruhani/manevi bir kurum olmaktan ziyade hukuki (idari ve siyasi) bir kuruma dönüşmüş, zenginlik, refah ve siyasi gücünün artmasıyla birlikte Kilise “laikleşme” tehlikesiyle de karşı karşıya kalmıştır. 100 Ancak papalar her surette Roma Kilisesinin manevi üstünlüğünü ileri sürerek Roma‟nın apostolik ve seçkin bir konumda olduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin Papa Agatho (678-681) “Roma Kilisesinin hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadığını ve ne şekilde olursa olsun asla hataya kucak açmayacağını” ileri sürmüştür.101 Papalığın dini alanda olduğu gibi siyasi alanda da otoritesini kurması sonucu tamamen papanın ve Kilisenin egemenliği altında olan ve Roma‟nın otoritesini kabul eden laik hükümdarlarca korunan birleşik bir Hıristiyan toplumu (Christendom) ideali oluşmuştur. Bu ideolojinin hareket noktası olarak da Papa III. Leo (795-816), 800 yılının başında Charlemagne da dahil Avrupa‟daki güçlü hanedan yöneticilerini kutsayarak Batı‟da kendi istekleri doğrultusunda davranan yeni bir Kutsal Roma imparatorları silsilesi başlatmışlardır. Böylece XIX. yüzyıla kadar varlığını koruyacak olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu tarih sahnesine çıkmıştır. Hem böylece artık Papalığın Doğu Roma‟ya hiçbir bağlılığı da kalmamıştır. Çünkü artık papalar Doğu Roma tarafından değil Frank krallarınca onaylanacaktır. Fakat uygulamada Tanrı‟dan Mesih‟e, Mesih‟ten papaya, papadan Kutsal Roma İmparatoruna doğru inen sıralı bir dini hiyerarşi oluşturma ideali, laik yöneticilerin siyasi egemenliği sağlamak için sürekli papayla rekabet etmesi yüzünden 99 Bkz. Allison, Historical Theology, s. 598. Bkz. Christopher Dawson, İlerleme ve Din, çev. Y. Kaplan ve A. Doğan, İstanbul, 2003, s.158. 101 Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.50. 100 34 bozulmuştur. Her iki tarafın uzun dönemli bir üstünlük sağlayamaması sebebiyle bu rekabet bütün ortaçağ boyunca sürüp gitmiştir. Gerçi Kilise seküler konularda hiçbir zaman tam bir egemenlik sağlayamamış ama kendisini ve Hıristiyan kültürünü Batı Avrupa‟nın büyük bir bölümünde yerleştirmeyi başarmıştır. Artık Batı‟daki imparatorlar Kiliseyi göz ardı edemez hale gelmişlerdir. Papalar kendilerini destekleyenleri meşrulaştırma yoluna gitmiş, desteklemeyenleri ise aforoz etmişledir. Aforoz, kralları sadece kiliseden, sakramentlerden ve kurtuluştan dışlamakla kalmamış aynı zamanda halkına krala itaat etmeme izni de vermiştir.102 I. Leo ve VII. Gregory‟den sonra “büyük” olarak tavsif edilen papalardan I. Nicholas (858-867) da Korolenj İmparatorluğunun Papalık üzerinde Charlamagne döneminden başlayan etkisine karşı çıkarak Papalığın siyasi ve dini bağımsızlığını gözetmiştir. “Ben Petrus, Tanrı‟nın havarisi…” diye söze başlayan Nicholas, papanın söz ve fiillerinde başkaları tarafından yargılanamayacağını ve onun bütün kiliselerin işlerini düzenleme hatta yargılamaksızın piskoposları görevden alma yetkisine sahip olduğunu ileri sürmüştür ki 103 bu ifadeler daha önceki selefler, özellikle Papa Hormisdas ve Agatho‟nun Roma‟nın ve Roma piskoposlarının safiyetini, orijinalliğini, öncelik ve üstünlüğünü ortaya koyan ifadeleri gibi itikadi konularda yanılmaz ve yargılanamaz bir Roma Kilisesi ve bu kilisenin başı tanımlaması yolunda kilometre taşı mesabesindedir. 2.5. Doğu-Batı (Ortodoks-Katolik) Ayrılığı 330 yılında İmparator Constantine‟in, imparatorluğun başkentini Roma‟dan İstanbul‟a taşımasıyla “Yeni Roma” ve “Constantinopolis” ünvanını alan İstanbul, bu tarihten sonra her alanda hızlı bir büyüme sergilemiştir. Şehrin büyümesine paralel olarak buradaki kilise de aynı ölçüde gelişme göstererek önemli Hıristiyan merkezleri arasındaki yerini almıştır. Önceleri Heraclea (Marmara Ereğlisi) metropolitliğine bağlı sıradan bir piskoposluk olan İstanbul Kilisesi, 381 İstanbul 102 Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s.78 vd; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 78; Örneğin XII. yüzyılın sonunda otuz yıllık bir süre içerisinde İskoçya, Fransa ve İngiltere toptan aforoz edilerek enterdi uygulanmıştır. Bir ülkenin aforoz edilmesiyle o ülkede kilise ayinleri yapılmıyor, ölüler gömülmüyor, evlilik işlemleri yürütülmüyordu. Bkz. Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları İstanbul 2004, s. 19. 103 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 80 35 Konsili‟nde alınan kararla başpiskoposluk konumuna yükseltilip, daha önceden 325 İznik Konsili‟yle Roma, İskenderiye, Antakya şeklinde sıralanan şeref önceğinde “Yeni Roma” olması hasebiyle diğer rakiplerini geride bırakıp Roma‟dan sonra ikinci konuma yükseltilmiştir.104 Daha önce de değinildiği gibi Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte kendisini imparatorluğun varisi olarak gören Doğu Roma İmparatorluğu ile Roma Kilisesi arasında hak ve yetki tartışması yaşanmıştır. Milan Fermanı ile serbestiyet elde edip I. Theodosius‟un fermanıyla da devletin resmi dini olma hüviyetini kazanan Roma Kilisesi, teolojik olarak Petrus doktrinini, siyasal olarak da başkent kilisesi olma ayrıcalığını diğer kiliseler üzerinde öncelik ve üstünlük iddialarına dayanak yapmıştır. İmparatorluk yıkılınca Roma Kilisesi bu otorite boşluğunu kullanarak Roma sonrası düzenin tam ortasına yerleşmiştir. İstanbul‟da ise sezaropapizm diyebileceğimiz imparatora bağlı bir kilise kurumu anlayışı yerleşmiştir ki Roma İmparatorluğu‟nun yıkılmasıyla ortaya çıkan bu hak ve yetki tartışmasında Roma Kilisesi‟ni endişelendiren İstanbul Kilisesi‟nin bu siyasal yönetimle iç içe geçmiş halidir. İşte bu endişeden dolayı daha önce değindiğimiz gibi Papa I. Gelasius (492-496) Kilisenin Doğu Roma İmparatorluğu karşısında özerkliğini güvence altına almak için iki ayrı otoriteye sahip iki ayrı erk, yani ruhani otorite (auctoritas sacerdotium) ve dünyevi iktidar (regalis potestatis) tezini öne sürmüştür. Aslında Batı ile Doğu‟nun kopuş süreci çok önceden başlamıştı ve esas itibariyle tartışma bir Yunan-Latin yani Bizans-Roma çekişmesinin yansımasıydı. Papalık Avrupa‟da nüfuz ve otoritesini artırdıkça hırsı ve kendini beğenmişliği de artmıştır ki her iki durum Bizansta endişeyle değil gücenmeyle izlenmiştir. Çünkü Doğu Kiliseleri apostolik olarak Roma‟nın primus interpares (eşitler arasında birinci) olduğunu kabul etmekteydiler. Ne var ki papaların Doğuya yön vermesi, kendini hem dini hem dünyevi iktidar sahibi olarak addetmesi tepki toplamıştır. 105 V. yüzyıla 104 İstanbul Kilisesi‟nin Roma‟dan sonra ikinci sıraya yükselmesi hem önüne geçtiği İskenderiye Kilisesi‟ni hem de ilerde kendisine rakip olacağını düşündüğü Roma Kilisesi‟ni rahatsız etmiştir. 431 Efes Konsili‟nde İskenderiyeli piskoposların İstanbul Kilisesi piskoposlarının teolojik fikirlerine biraz da bu sebepten şiddetle karşı çıktığı belirtilmektedir. Bkz. Turhan Kaçar, “İstanbul Piskoposluğunun Doğuşu ve Yükselişi” Akademik Araştırmalar Dergisi 9-10, (Kasım 2000-Nisan 2001) s. 63-85. 105 Bkz. John Julius Norwich, Bizans 2 Yükseliş Dönemi (M S 803-1081), çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2013, s.250. 36 kadar geri giden çeşitli siyasi ve dini amiller106 neticesinde zaten gergin olan Roma ile İstanbul arasındaki ilişkiler Kutsal Ruh‟un menşei konusunda devam eden tartışmalar çerçevesinde filioque (ve oğuldan) takısından kaynaklı olarak kopma noktasına gelmiş ve 1054 yılının Temmuz ayında karşılıklı aforozlaşmayla tamamen kopmuştur.107 Daha sonra kendisini Katolik olarak tanımlayacak olan Batı Kilisesi Doğuyu papalığın kazaî (jurisdiction) yetkisini tanımadığı gerekçesiyle “ayrılıkçı” olmakla itham etmiş, Ortodoks Kilisesi de Batı Kilisesi‟ni filioque takısını kredoya dahil ederek Kutsal Metinlerden ve gelenekten sadır olan hakikatlerde oynama yaparak ve papalığı olağanüstü bir mertebeye yükselterek heresiye kaydığını iddia etmiştir.108 Her ne kadar iki kilisenin birbirlerini (papayla patriğin birbirlerini değil) aforozu 1965 yılında Papa VI. Paul‟ün İstanbul patriği I. Athenagoras‟ı ziyaretinde karşılıklı olarak kaldırılmış ise de Kardinal Humbertus ve Patrik Michael Caerularios‟un açtığı yara tam olarak kapanmamış, iki kilise arasındaki temkinli yakınlık ya da soğukluk çeşitli birleşme çabalarına rağmen devam etmiştir.109 1054 yılında Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki büyük ayrılık öncesinde Roma Kilisesi, hem Batı Kiliselerinin hem de İstanbul ve İskenderiye gibi uzak Doğu Kiliselerinin aralarındaki doktrinel 106 uyuşmazlıklarda bir karar mercii Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki ayrılış süreci için bkz. John Antony McGuckin, The Orthodox Church An Introduction to its History, Doctrine, and Spiritual Culture, Blackwell Publishing, USA and UK 2008, s. 20-21;; John Meyendorff, The Orthodox Church: Its Past and Its Role in the World Today, St Viladimir‟s Seminary Press, Crestwood 1996, ss. 35-49; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.91; Harry J. Magoulias, Byzantine Christianity: Emperor, Church and the West, Wayne State University Press, Detroit 1982, ss. 109-115. 107 Bkz. Timothy Ware, The Orthodox Church, Penguin Books, England 1964, s. 51 ve 67; Filioque tartışmaları ve gelişen olaylar için bkz. Michael C. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, ss. 66-70; Magoulias, Byzantine Christianity, s.116; Timothy Ware, The Orthodox Church, ss. 58-67; Karşılıklı aforozlaşma ve Bizans halkının bu karara tepkisi için bkz. Norwich, The Orthodox Church, ss. 250-256. 108 Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s. 21. 109 Bkz. Norwich, Bizans, s. 255; İki Kilise arasındaki ilk birleşme girişimi dini bir motivasyondan ziyade Bizans İmparatoru VIII. Michael (1259-82)‟in Türklere karşı Batı‟nın desteğini sağlamak gibi politik kaygılarla olmuştur. Bu amaçla 1274 yılında toplanan II. Lyon Konsili‟nde Ortodoks delegasyon Papalığın iddialarını ve filioque doktrinini kabul etmişler ancak diğer Ortodoks coğrafyadan olduğu gibi Bizans Kilisesinden yükselen şiddetli tepki nedeniyle bu birleşme kağıt üstünde kalmıştır. İkinci birleşme teşebbüsü ise 1438-9 Florence Konsili‟nde bizzat İmparator VIII. John (1425-48) ve İstanbul Patriğinin katılımıyla olmuştur. Bu konsilde çeşitli itikadi tartışmalar sonunda bir birleşme akdi imzalanmış ancak Doğulu bazı din adamlamrının buna muhalefet etmesi ve kısa bir süre sonra da İstanbul‟un Türkler tarafından fethedilmesiyle bu birleşme çabaları da sonuçsuz kalmıştır. Bkz. Timothy Ware, The Orthodox Church, s. 71, 80-1; John Binns, An Introduction to the Christian Orthodox Churches, Cambridge University Press, UK 2002, s. 216-7. 37 konumundadır. 110 1054 yılındaki Doğu-Batı Kiliseleri arasındaki ayrılıkla birlikte papalığın yapısında çok önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. İki kilise arasındaki ayrılığın öncesinde Roma Piskoposu, İstanbul, Antakya, İskenderiye ve Kudüs patriklerinin yanında Roma Patriği müstesna bir yere sahipken, iki kilisenin ayrılığından sonra Roman patriarkal makamla papalık makamı birleşmiş ve patriarkal makam papalığın gücü tarafından tamamen absorbe edilmiştir. Doğu Hıristiyanlarının çoğuna göre de bu durumda Batı Hıristiyanlığı, yerel kiliselerin ve piskoposlarının ağırlıklı olarak kendisine bağımlı oldukları, sanki sadece onun bir delegesi ya da vekili konumuna geldikleri bir papa kilisesi haline dönüşmüştür. Roma piskoposu da evrensel Kilisenin başpiskoposu (primate) olarak addedilerek111 kendi bünyesinden kopan ve siyasal iktidara bağlı bir kurum olarak varlığını devam ettiren Ortodoks Kilisesi ile günümüze kadar sürecek olan dini ve siyasi rekabete girişmiştir. 2.6. VII. Gregory ve Dünyevi Ġktidar (Dictatus Papae) Papa II. Nicholas (1059-61) döneminde soyluların ve Kutsal Roma Cermen imparatorlarının papa seçimlerine müdahalelerine son verilerek kilisede cardinal denilen üst düzey din adamları papa seçimlerinde inisiyatifi ele alması sağlanmıştır. Dünyevi iktidar odaklarına karşı bağımsızlığı ve Hıristiyanlığın “bozulmamışlığı”nı korumaya yönelik yeni bir “özerklik hareketi” olarak değerlendirilebilecek bu teşebbüs 1073 tarihinde VII Gregory adıyla papa seçilen Hildebrand‟ın görüş ve girişimlerinden sonra kilisenin dünyevi iktidar üzerindeki üstünlük iddiası halini almıştır. Kendisini “Mesih‟in vekili” vicarius Christi olarak tanımlayan Gregory‟ye göre papa yeryüzünde bir Hıristiyan toplumu 112 (Christendom) oluşturmakla yükümlüdür. Ona göre Petrus‟un halefi sıfatıyla papa iman ve öğreti konularında son sözü söyleme yetki ve selahiyetine sahip olup bütün piskoposlar üzerinde mutlak otoriteye sahiptir. Hatta Gregory, papanın otoritesinin sadece kilise 110 Bkz. Robert McClory, Power and the Papacy: The People and Politics Behind the Doktrine of Infallibility, Triumph, Liguori, Missouri 1997, s. 11. 111 Bkz. McBrien, The Church, s. 99 112 Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 99-100. 38 ile sınırlı olmadığını, kendilerine bu görevin Tanrı tarafından verilmesinden dolayı dünyevi iktidar sahiplerinin iktidarlarını Hıristiyanlığın amaçları uğruna kullanmaları gerektiğini ve papanın emirlerine bağlı olduklarını ifade etmiştir. Eğer krallar bu ödevlerini (minister dei=Tanrı‟nın hizmetkârı) yerine getirmekte başarısız olursa kralın iktidarı papa tarafından hükümsüz kılınabilir. Tanrının kanununu uygulamakla yükümlü olan papa hiçbir zaman krala bağımlı olamaz. 113 Gregory bu görüşlerini uygulamaya koymak ve hem kilise içerisinde hem de kilise ile dünyevi iktidarlar arasındaki ilişkilerde bir reform gerçekleştirmek amacıyla tarihte “Gregoryen Reformu” olarak bilinen düzenlemeler ortaya koymuştur. Gregory‟nin papalığı esnasında kilisede birbiriyle ilişkili dört önemli sorun vardır. Bunlar ruhban sınıfındaki yozlaşma, kilise görevlerinin para karşılığında alınıp satılması (simony), kayırmacılık (nepotizm) ve kilise görevlilerinin atama tartışması (investitura) idi. Hareketin öncülerince “evangelik saflığa”, havarilerin düşüncelerine geri dönüşü temsil ettiği için “reform” olarak nitelendirilmesine rağmen aslında bir yenilik; laiklerin yanı sıra din adamlarının da hayatlarını düzenleme ve Kilise ile laik dünya arasındaki ilişkilere biçim verme çabasıydı. Yani din adamlarının kanonik hukuka tabi olarak, dini kimliği olmayan (laik) kişilerin kontrolünden çıkarılarak Kilisenin özgürlüğünü sağlamaktı. Doğu ve Batı Kiliselerinin kesin bir şekilde ayrılma dönemine denk gelen bu hareketin sonucunda Roma Kilisesi‟nin aşınan itibarı yükselmiştir. Bu hareket hem dogma hem disiplin bakımından papanın saygınlığını artırmış ve artık papa, Kilisenin yargılayamayacağı ve kararlarını tartışamayacağı bir kişi konumuna gelmiştir. Bu reform Papalık otoritesinin tatbikinde ve Papalığın yasallaşmasında çok derin ve kalıcı bir etki yapmıştır. Seküler güçlere karşı Kilisenin bağımsızlığını ve Hıristiyanlığın “bozulmamışlığını” korumaya yönelik olan bu hareket, Gregory‟nin görüş ve faaliyetlerinden sonra Kilisenin dünyevi iktidar üzerindeki üstünlük iddiası halini almıştır. Gregory‟nin görüşleri düşünsel planda da yankı bulmuş, özellikle Salisbury‟li John “Policraticus” adlı eserinde, papanın pratikte gerçekleştirmek istediği Kilisenin üstünlüğü anlayışının teorik altyapısını kurmaya çalışmıştır. Salisburyli John‟a göre “Tanrı‟nın, dolayısıyla Kilisenin buyruklarına aykırı davranan bir prens yasa dışına çıkmış olur ve bir zorba, „tiran‟ haline gelir ve bu 113 Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.192 vd; Gregory dönemi ve Gregoryen reformları için bkz. Brezzi, The Papacy, ss.92-104. 39 nedenle Kitab-ı Mukaddes‟in verdiği yetkiyle tiranları öldürmek, yasaya uygun ve şanlı bir harekettir. Burada John‟un hareket noktası diğer Ortaçağ düşünürleriyle aynıdır. Yani ona göre hem dini hem dünyevi otorite sahibi Tanrı‟dır ve Tanrı hiç şüphesiz bu iki yetki (kılıç)‟yi Kiliseye vermiştir. Kilise de dünyevi kılıcı, kendisi kan dökücü olmadığından prenslerin kullanımına vermiştir. 114 Mart 1075‟te Papa VII. Gregory, Vatikan arşivinde The Memorandum of the pope olarak geçen papalık yetkileri hakkında mutlak ifadeler içeren 27 maddeden oluşan Dictatus Papae (Papanın Emirleri) olarak bilinen meşhur bildiriyi yayımlamıştır. Bu bildirinin ilk üç maddesinde Roma Kilisesi‟nin bizzat Tanrı tarafından kurulduğu, evrensel sıfatını almaya tek yetkili kişinin papa olduğu ve piskoposları atama ve azletme yetkisinin sadece papanın uhdesinde bulunduğu belirtilmiştir. Diğer dikkat çekici hükümlerden bazıları ise şunlardır: Papa, bütün prenslerin ayaklarını öptüğü tek insandır. (md. 9) Papa imparatorları azletme hakkına sahiptir. (md. 12) Yalnızca Papa sinod toplayabilir. (md. 16) Papa tarafından verilen bir hüküm, papanın kendisi hariç hiç kimse tarafından değiştirilemez. (Md. 18) Hiç kimse onu yargılayamaz. (md. 19) Roma Kilisesi asla hata yapmamıştır ve kutsal yazıların ortaya koyduğu üzere gelecekte de yapmayacaktır. (md. 22) Papa tebaanın adaletsizlere ettiği sadakat yeminini bozabilir. (md. 27)115 Görüldüğü gibi kendisinden önceki pek çok selefi gibi Petrus‟un kendisinde yaşadığına ve onun vasıtasıyla hareket ettiğine inanan 116 Gregory, Dictatus‟ta yer alan bu hükümlerle Papalığın ve papanın ruhani ve dünyevi en yüksek hukuk ve 114 Salisbury‟li John‟un görüşleri için bkz. Ağaoğulları (ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler, s. 250-253; McBrien, The Church, 71; Gönenç, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”, s. 278; 115 Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 99-100; Norman Tanner, The Church In Council, I.B. Tauris, London and New York 2001, s. 84; Dictatus Papae‟nin tüm maddeleri için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 377-8. 116 Cluny tarikatının etkisiyle Müslümanlara yönelik bir haçlı seferi fikri ilk defa VII. Gregory zamanında dile getirilmiştir. Haçlı seferlerinin fiilen başlaması ise Papa II. Urban (1088-1099) zamanında gerçekleşmiştir. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 96-97. 40 yargı mercii olduğunu vurgulayarak papalığı tamamen monarşik bir hüviyete kavuşturmuştur.117 Dictatus Papae‟de yer alan bu vb. hükümler papanın dini-dünyevi (plenitudo potestatis) en üst otorite iddialarını ortaya koyduğu gibi aynı zamanda onun yanılmazlığı anlayışının ortaya çıkışı açısından önemlidir. Özellikle bildiride geçen “Roma Kilisesi‟nin asla hata yapmadığı ve yapmayacağı” ifadesi ile “papanın verdiği bir hükmün, papanın kendisi hariç hiçbir surette değiştirilemeyeceği” ifadesi onun yanılmazlığına giden yolda resmi bir beyanat mesabesinde olup yanılmazlığın dogmalaşmasından önce papaların bu yetkiyi kendilerinde bir hak olarak gördükleri görüşünü desteklemektedir. Gregory‟nin papalık döneminde, Papa ile Kral IV. Henry arasında yaşanan kilise görevlilerini atamada kimin söz sahibi olacağı kavgası (investitura) papaların dini alanda olduğu kadar siyasi alanda da ne kadar etkin olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Taraflar arasındaki yetki tartışması Henry‟nin Worms‟da kendi taraftarlarından oluşan bir sinod toplayarak Gregory‟yi azletmesi, Gregory‟nin de Lenten Sinodu ile Henry‟yi aforoz etmesiyle başlamıştır. Henry‟in muhalifleri bu aforozu fırsat bilerek Swabia Dükü Rudolf‟u imparator seçmişler, zor durumda kalan Henry soğuk bir kış günü papanın kapısında günah çıkarma kıyafetleri içerisinde üç gün beklettikten sonra papanın ayaklarına kapanarak af dilmiştir.118 Bu olayın papa açısından getirisi yüksek olmuş, bir imparatoru ayağına kadar getirip af dilemek zorunda bırakması papaların ve papalığın prestijini ve otoritesini artırmıştır. Zira Batı‟nın en güçlü kralı Petrus‟un halefi önünde af dilemiş, eman istemiştir. Bu nedenledir ki gelecek iki asır boyunca krallar papaların karşısında duramamışlardır. Petrus‟un sözcüsü olarak kendisine iktidarının Tanrı tarafından bahşedildiğine inanan Gregory, IV. Henry ile olan atama kavgasından evvel papa ile imparatoru iki göze benzetmesi, 119 ikisini eşdeğerde gördüğünün göstergesidir. Ancak çatışmadan sonra papayı güneşe, imparatoru ise aya benzetmiştir. Bu alegorik 117 Yine Gregory‟nin Metz Başpiskoposu Hermann‟a yazdığı mektubunda da önceki papaların beyanatlarından referansla Papalığın dini ve dünyevi en büyük güç olduğu fikrini ortaya koymaktadır. Gregory‟nin mektubu için bkz. Batıya Yön Veren Metinler, Cilt I, ss. 316-323. 118 IV. Henry ile Papa VII. Gregory arasındaki atama tartışması (Lay Investitura) için bkz. Sayime Durmaz, “Yüksek Ortaçağ‟da Papa-İmparator Çatışması: Kılıç ile Âsâ‟nın Savaşı, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1, 2010, 93-120. 119 VII. Gregory‟nin IV. Henry‟e gönderdiği 1073 tarihli mektubunda bu ifade görülmektedir. Bkz. The Correspondence of Pope Gregory VII: Selected Letters from the Registrum I 19:31. 41 anlatımla Gregory ayın ışığını güneşten aldığı gibi imparatorun da yetkilerini papadan aldığını belirtmiştir.120 Papalığın dini alandaki kaim otoritesinin yanında dünyevi otoritesinin de zirve denemeleri yaptığı bu dönemde Cristendom‟un birlik ve bütünlüğünü sağlamaya yönelik olarak papanın de facto uygulamaları dışında yanılmazlık hususunda henüz net bir söylem gelişmemiştir. Ancak Gregory‟nin papalığı döneminde Kilise Hukuku (Canon Law) alanında çalışmalar yapan Hıristiyan fakihlerin (canonist) ortaya çıkmasıyla Kilisede son sözü söyleyecek en yüksek öğreti otoritesinin kim olduğu soruları sorulmaya başlanmıştır.121 2.7. Papalık Otoritesinin Zirvesi Papalığın en etkili olduğu dönem, “Yüksek Ortaçağ” (High Middle Ages) adı verilen XI ile XIV. yüzyıllar arasıdır. Kurumsal olarak teşekkül etmesinden itibaren inişli çıkışlı istikrarsız bir seyir izleyen papalık otoritesi bu dönemde de benzer bir seyir izlemekle birlikte bu dönemde daha önceki dönemlerdeki kırılganlıklara nispetle, özellikle de Brezzi‟nin teokrasi olarak tanımladığı III. Innocent (1198-1216) zamanında gücünün doruğuna ulaşmıştır.122 Bu dönemde Roma‟da papa, şehirlerde piskoposlar, kasabalarda rahipler ve kırsalda keşişlerden müteşekkil din, toplumun her kesiminde ve hemen her alanda kendisini güçlü bir şekilde hissettirmiş, en görkemli gotik tarzda yapılan katedraller şehir hayatının merkezinde boy gösterirken, taşrada ise kiliseler mekezi bir konumda olmuşlardır. Zaman zaman papalar imparatorlardan, piskoposlar ise prens ve baronlardan daha etkin bir konuma yükselmişlerdir. Bazılarının hukukçu bir karaktere sahip olduğu bu dönem papaları 1123-1274 yılları arasında altı genel konsil toplanarak Kilise disiplini ile ilgili doktrinel konularda pek çok kanun neşretmişlerdir.123 Bu devirde Kiliseler, hemen her alanda olduğu gibi eğitim alanında da söz sahibi olmuş, pozitif bilimlerde eğitim veren Bologna, Paris, Cologne, Cambridge ve 120 VII. Gregory‟nin papalık dönemi ve Investitura tartışması için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 97-98; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 220 vd. 121 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36. 122 Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 104; Allison, Historical Theology, s. 598-9. 123 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 108; Granfield, Papacy”, s. 177. 42 Oxford üniversitelerini yönetmiştir. 124 Yine bu çağlarda IX. Gregory (1227- 1241)‟nin başına Dominiken ve Fransiskenleri getirerek sürekli hale getirdiği engizisyon önemli bir kilise aracı olarak etkin bir şekilde kullanılmıştır. Özellikle Waldensian ve Cathariler heretik addedilerek bu dönemde çok sert muamelelere maruz kalmışlardır.125 Heretikler sadece Kiliseye karşı değil aynı zamanda devlete karşı da suç işlemiş sayıldıklarından IV. Innocent (1243-54) devlet desteğini de alarak heretiklere karşı işkencelere varan uygulamalarda bulunmuştur. 126 Engizisyonun bu dönemlerde, Avrupa‟da devlet yapısının değişmeye başlamasıyla, yani geleneksel Christendom idealinin sarsılması sonucu, papalığın otoritesini güçlendirmek için bir silah olarak kullanıldığını düşününler de vardır.127 Papalığın üstünlüğü ve otoritesi konusunda en etkili propagandalar XII. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmıştır. III. Eugene (1145-1153) dönemine kadar yaygın olarak papalar “Petrus‟un Vekili” (Vicar of Peter) unvanını kullanmışlar, piskoposlar ise “İsa‟nın vekilleri” (vicars Of Christ) olarak addedilmişlerdir. Ancak o, “İsa‟nın Vekili” ünvanını sadece Roma Piskoposuna hasretmiştir. Ona göre papa, İsa ile insanlar arasında bir aracıdır. Papanın bedeni Tanrı‟nın bedeninden, ruhu Tanrı‟nın ruhundandır. Dolayısıyla yeryüzünde papanın eşi ve benzeri yoktur. O, Plenitudo Potatis‟tir; yani hem dini hem dünyevi otoriteye sahiptir. Sadece başrahip (Pontifex Maximus) değil, tüm Hıristiyanlar üzerindeki en büyük idarecidir. Papanın bu şekilde, Vicarius Christi; İsa‟nın vekili olarak Tanrı‟nın yeryüzündeki temsilcisi olarak görülmesi bundan sonra yaygınlaşmıştır. Papa Plenitudo Potatis, yani sadece baş rahip (pontifex maximus) değil, tüm Hıristiyanlar üzerindeki en büyük idareci; hem dini hem dünyevi otoriteye sahip tek kişidir ve onun yeryüzünde eşi benzeri yoktur. 128 Teokratik iktidar anlayışını daha da ileri götüren Papa III. Innocent (11981216) ise prenslerin dünyada papazların ise ruh üzerinde iktidar sahibi olduğunu 124 Bu konuyla alakalı olarak bkz. F. Rukancı, H. Anameriç, “Ortaçağda İlk Üniversiteler: Studium Generale”, Felsefe Dünyası, 2004/1, sayı 39, ss.170-186. 125 Bkz. Guy Testas & Jean Testas, Engizisyon: Orta Çağ Hıristiyan Dünyasında Dinsel Şiddet, çev., Ali Erbaş, İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 8 ve 20-21; Catharizm ve Waldensian tarikatlarının teolojik görüşleri ve heretik addedilerek gördükleri baskılar için bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, ss. 77-107. 126 Bkz. Granfield, “Papacy” s. 177. 127 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.114; 128 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 103 vd; McBrien, The Church, s. 107; Brezzi, The Papacy, s. 100. 43 ifade etmiştir. Ruhun bedenden değerli olduğu ölçüde papalığın da monarşiden değerli olduğunu, hiçbir kralın, İsa‟nın vekiline kendisini adayarak hizmet etmediği sürece doğru bir hükümranlık süremeyeceğini ileri sürerek “iki kılıç kuramı” ile fomüle edilen Kilisenin devlet karşısındaki üstünlüğünü organizmacı bir toplum kuramıyla temellendirmiştir.129 Tevrat‟ta geçen alegorik güneş ve ay benzetmesini130 kullanarak papayı ontolojik olarak daha farklı bir konuma yükselten 131 Innocent‟e göre Papa, belki Tanrı değildir ama insan da değildir. Tanrı ile insan arasında bir varlıktır. Bu sebeple onun otoritesine sınır çizilemez. IV. Innocent (1243-1254) papalık teolojisini daha da ileri götürerek cihan şümul bir tanımla papanın otoritesinin Hıristiyan olmayanları da kapsadığını ileri sürmüştür. Ona göre yeryüzündeki her canlı papanın kuludur. Hatta bunlar imansız dahi olsalar ve Kilisenin birer üyesi olmamalarına rağmen yaratılışları gereği Mesih‟in koyunlarıdır. Bu “dünya teokrasisi” fikri aynı zamanda haçlı seferlerinin dini ve siyasi mesnedini oluşturmuştur.132 2.8. VIII. Boniface ve Unam Sanctam 1296 yılında Fransa Kralı IV. Philip (Güzel Philip) (1268-1314) ile Papa VIII. Boniface (1294-1303) arasında yetki tartışmasından ortaya çıkan bir kriz on iki yüzyılı aşkın bir süredir Roma‟da ikamet eden Papalık makamının tarihsel seyrinde çok önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Bu krizin adı çok hızlı bir şekilde Frankları bileştirerek Fransa Kralı olan Philip‟in İngiltere ile savaş halinde olmasından dolayı ihtiyaç duyduğu finansmanı temin etmek için ruhban sınıfı ve piskoposlar üzerinde bir takım vergiler koyması üzerine, sert bir mizaca sahip İtalyan Papa VIII. Boniface‟ın da bu kararın alınabilmesi için Papalığın rızasının alınması gerektiğini belirterek din adamlarının bu vergileri ödemelerini yasaklamasıydı. Ruhani otorite ile dünyevi otorite arasındaki bu güç mücadelesinde Boniface, papaların tarih boyunca yaptığı gibi Roma‟da bir konsil toplayarak 18 Kasım 1302 tarihinde Unam Sanctam 129 Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s. 202; Brezzi, The Papacy, s. 100. Yaratılış 1:14-18. 131 Allison, Historical Theology, s.599. 132 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık s.110; Granfield, “Papacy”, s. 172. 130 44 adında bir bulla 133 yayınlayarak durumu lehine çevirmeye çalışmıştır. Papalığın üstünlüğüne dair formüle edilen en etkileyici ve mutlak açıklamalardan birini teşkil eden ünlü Unam Sanctam‟da Boniface, hem dini hem dünyevi otoritenin, yani her iki kılıcın da papaya ait olduğunu, birincisini din adamları kullanırken, ikincisini onların rızasıyla kral ve şövalyelerin kullandığını ifade etmektedir. Bu konsil dönemin idarecilerini, özellikle Fransa Kralı IV. Philip‟i hedef almakla birlikte bütün kralların papanın otoritesine tabi olması gerektiğini ifade etmektedir. Roma‟lı Gilles ve Thomas Aquinas (1225-74)‟ın öğrencisi Aegidus Colonna Romanus‟un teorik alt yapısını oluşturduğu 134 bulla da geçen “Biz, bildiriyoruz ve ilan ediyoruz ki her insanoğlunun, kurtuluş için Roma piskoposu‟na tabi olması kesinlikle zorunludur”135 ifadesiyle geleneksel Roma Katolik tezi bir kez daha ortaya konulmuştur. Ayrıca Boniface, Pavlus‟un Korintlilere I. Mektup‟unda geçen “Ruhsal kişi herkesi yargılayabilir, fakat hiç kimse tarafından yargılanamaz” (2:15) biçimindeki pasajı da papanın yargılanamayacağının delili olarak kullanmıştır. Unam Sanctam‟da tek bir Kilisenin olduğu ve onun İsa‟dan, Petrus‟tan ve Petrus‟un haleflerinden oluşan bir birlik içerisinde tek bir bedenden ve baştan müteşekkil olduğu vurgulanmış, Roma‟yla birlikte diğer kiliselerin varlığı çift başlı bir canavara benzetilmiştir. 133 Latince „mühür‟ anlamına gelen bullalar, papaların yazılı fermanlarının yazılı olduğu ve Papalık talimatlarının etkili bir şekilde ifade edildiği belgelerdir. Bullaları mühürlemke için ilk zamanlarda papanın imzalı yüzüğü kullanılırken VI. yüzyıldan itibaren kurşundan yapılmış mühürlü kutular ya da mumdan yapılmış damgalar kullanılmıştır. 1878 yılından beri sadece en yüksek derecede öneme sahip kardinaller kurulu bullaları (Consistorial bulls) bu şekilde damgalanırken diğer bullalar ise kırmızı bir damga ile mühürlenmektedir. Kardinaller kurulu bullaları sadece papa tarafından değil kardinaller tarafından da imzalanır ve bu bulların orijinal nüshası Roma‟da saklanırken diğer kopyaları neşredilir. Bkz. Cross, The Oxford Dictionary of the Christian Church, s. 208. 134 Romanus 1301 yılında kaleme aldığı De Potestate Ecclesastica (Kilise İktidarı Üzerine) adlı yapıtında Aristo‟nun “madde form ve evrensel hiyerarşik düzen” kuramından hareketle ruhun maddeye, ruhani olanın da dünyevi olana üstünlüğü doğal hiyerarşinin gereği olduğundan “ruhani otorite dünyevi iktidara üstündür ve ondan daha saygındır” görüşüne yer vermiştir. Ayrıca bu dünyadaki her şey Tanrı‟dan gelmektedir; dolayısıyla bir kişinin başkaları üzerindeki iktidarı (siyasi otorite) ya da bir kişinin bir nesne üzerindeki iktidarı (mülkiyet) Tanrı yolunda kullanılmalıdır. Bu da ancak Kilise içersinde bulunmakla ya da onun yol göstermesiyle olur. Aynı şekilde Viterbolu Jacobus da dünyevi idarenin manevi otoritenin emri altında olması gerektiğini belirtmiş, Kilisenin tek gerçek krallık papanın da tek gerçek kral olduğunu ileri sürmüştür. Buna karşılık Philip‟in danışmanlığını üstlenen Paris‟li John da 1302 yılında yazdığı De Potestate Regia et Papali (Krallık ve Papalık İktidarı Üzerine) adlı eserinde yukarıda geçen papalık savunucularına karşı tez ileri sürmüş kralın kendi krallığı içerisinde tam egemenliğe sahip ve sadece Tanrı‟ya karşı sorumlu olduğunu söyleyerek aksi yönde görüş geliştirmiştir. Bkz. Ağaoğulları, Batıda Siyasal Düşünceler, s.267-270. 135 Bkz. Çoban, a.g.e., s. 119. 45 Ayrıca Boniface kiliseyi Nuh‟un gemisine, kendisini de Nuh‟a benzeterek gemiye binmeyenlerin helak olacağını ifade etmiştir.136 Ortaçağ papalığının tarihten gelen mağrur, özgüveni yüksek ve etkili en son gösterisi olarak kabul edilen137 bu meydan okuma neticesinde Philip, elli yıl önce herhangi bir Frank kralı gibi korkudan titremek yerine papanın ikamet ettiği Roma yakınlarındaki bir kasabaya küçük bir birlik gönderip onu kaçırmak suretiyle misillemede bulunmuştur. Böylesi gelişmeleri hiç beklemeyen Papa Boniface esaretinin ilk yılı içerisinde ölünce yerine bir Fransız, Bordeaux piskoposu papa olarak seçilmiştir. Yeni papa bir zafer kazandığını düşünürken Kral Philip papaya Roma‟ya taşınmak yerine Fransa‟da kalması yönünde baskı yapmış, bunun üzerine 1305 yılında İtalya sınırındaki bir Fransız kasabası olan Avignon‟da Papalık karargahı kurularak 1378 tarihine Papa XI. Gregory dönemine kadar burada kalmıştır. Bu yüzden 73 yıllık Avignon Papalığı dönemine “Kilisenin (Papalığın) Babil Esareti” (Babylonian Captivity of the Church) adı verilmiştir.138 Papalığın prestiji açısından Avignon dönemi, onarılamaz tahribatlara yol açmıştır. Avignon papalarından birisi olan XXII. John‟un papalığı döneminde –bu papa aynı zamanda Pietro Olivi‟nin yanılmazlık teorilerini reddetmiştir- kilise yeni heretik hareketler ve benzeri görülmemiş bir yozlaşmanın yanı sıra aşırı savurganlık ve lüks tutkusu yüzünden çok şiddetli bir mali dar boğazla da karşı karşıya kalmıştır. 139 Papalar otoritelerine başvurarak bu sorunlarla mücadele için çaba harcasalar da bir sonuç elde edememişlerdir. Geçmişte uzun süre papaları ve ordularını destekleyerek ayakta kalmalarını sağlayan kilise vergi sisteminde tıkanmalar meydana gelmiştir. Papa XXII. John‟un zamanında 46 başrahip, 30 piskopos, 5 başpiskopos ve bir başpapaz (patriarch) vergilerini ödemede başarısız 136 Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 179-81; O‟Malley, A History of the Popes, s. 1367; McClory, Power and the Papacy, s. 30; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 119; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 279-280; Brezzi, The Papacy, s. 112; Stebbing, The Story of the Catholic Church, s. 380; Papa Baniface‟ın Unam Sanctam adlı bullasının tam tercümesi için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 379-81. 137 Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 180. 138 Bkz. Allison, Historical Theology, 599-600; Papalığın Avignon dönemi, Avignon papaları ve bu dönemde yaşanan gelişmeler için bkz. Collins, Keepers Of The Keys Of Heaven, ss. 281-293; O‟Malley, A History of the Popes, ss.139-147; Francis Oakley, The Conciliarist Tradition Constitutionalism in the Catholic Church 1300-1870, Oxford University Press, New York 2003, ss. 28-31; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 120-6. 139 Avignon Papalığı dönemindeki lüks tutkusu ve israf için bkz. Joëlle Rollo-Koster and Thomas M. Izbicki (ed), A Companion to the Great Western Schism (1378–1417), Brill, Leiden and Boston 2009, ss. 67-87; Stebbing, The Story of the Catholic Church, ss. 383-6. 46 oldukları için aforoz edilmişlerdir. Bu gelişmeler neticesinde Papalığın özellikle siyasal gücü önemli oranda gerileme göstermiştir.140 Bu dönemde yine ruhani ve dünyevi otorite arasındaki ilişkileri konu edinen bir literatür ortaya çıkmıştır. Bu kez Pavoda‟lı Marsilius141 ve Ockham‟lı William142 dünyevi otoritenin üstünlüğünü savunarak önceki dönemlerde geliştirilen “Kilisenin Üstünlüğü” tezine karşı çıkmışlardır. Hem Marsilius hem William, papanın otoritesinin sadece manevi alana has olduğunu belirtmişler ve bu otoritenin de dünyevi siyasal alanda olduğu gibi sınırsız mutlak bir anlamda olmadığını ifade etmişlerdir. William, papayı denetim altına almak için temsil mekanizması yoluyla Hıristiyan dünyanın her bir köşesinden gelen ruhban ve laiklerden oluşan Kilise Genel Kurulu düşüncesini ortaya atmıştır. William‟a göre bu Genel Kurul bütün Hıristiyan bilgeliğini taşımasına rağmen tümüyle yanılmaz değildir, imana müteallik 140 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 30 vd. Pavoda‟lı Marsilius Defensor Pacis (Barış Savunucusu) adlı çalışmasında papanın siyasal iktidarlar üzerinde hak iddia etmesini insanlığın refah, huzur ve mutluluğuna kasteden çok tehlikeli ve zararlı bir veba olarak nitelendirmiştir. Marsilius, bu çalışmasının temel amacının, bu veba ile, yani kilisenin plenitudo potestatis (plenty of power=tam iktidar) iddiasının ne denli gerçek dışı olduğunu ortaya koymaya çalışmak olduğunu ifade etmektedir. Marsilius‟a göre kilisenin plenitudo potestatiste ısrar etmesi durumunda siyasal iktidarın birliği, dolayısıyla da siyasal toplumun (civitas) varlığı tehlikeye düşer. Çünkü iki iktidara aynı anda itaat edildiğinde hiçbirine tam olarak itaat edilemez. Karşıt iki iktidarın yan yana (ya da karşı karşıya) bulunduğu bir siyasal toplum olamaz. Dolayısıyla yapılması gereken bu ikiliği ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla Marsilius öncelikle Kilisenin, daha doğrusu papanın sahip olduğu iddia edilen otoritesini iki koldan, hem ruhani erk, hem de dünyevi erk açısından çürütmeye yönelmiştir. Marsilius‟a göre Kilise, hiyerarşik bir yapılanma olmayıp aynı imana sahip din adamları ve laiklerden oluşmaktadır. Marsilius, İsa‟dan benzer yetkileri diğer havarilerin de aldığını ifade eder. Bundan dolayı da papanın dini otoritesi bir gasptır. Dahası Kilise gerçek anlamda yasalara, yani zorlayıcı güçle mücehhez yasalara sahip olmadığından bir toplumsal beden değildir ve bunun içinde yer alan herhangi bir kişinin (özellikle de papanın) diğerleri üzerinde hiçbir dini otoritesi yoktur ve Papalık tamamen insani bir oluşumdur. Papanın dini iktidarı gibi dünyevi iktidarı da meşru değildir. Zira ruhban sınıfının (özellikle papanın) görevi ruhların kurtuluşunu sağlamaya yönelik olarak insanlara öğüt ve eğitim vermekle sınırlıdır, bu dünya işlerini kesinlikle kapsamaz. Marsilius için Kilise her ne kadar dünyevi bir nitelik taşımasa da siyasal toplumun dışında değil, toplumsal bölümlerden biridir. Papazlığa atanma işlemi de insani ve bu dünyada gerçekleşmesinden dolayı siyasal iktidarın yetki alanı içinde bulunmaktadır. Bkz. Ağaoğulları (ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, s.279-285; Paul Vincent Spade (ed.), The Cambridge Companion To Ockham, Cambridge University Press, Cambridge 1999, s.314; Brian Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought 1150-1650, Cambridge University Press, Cambridge 1982, s.49-50; Ayrıca Marsilius‟un papalığın plenitudo potestatis söylemini dini argümanlarla çürütmeye çalıştığı II. Konuşması için bkz. Celalettin Güngör, “Bir Reformasyon Öncüsü: Padovalı Marsilius”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. XVI, y. 2012, sa. 4, ss. 183-247. 142 Ockham‟lı William da Marsilius gibi papanın otoritesinin bu dünyayı kapsamadığını açık bir dille ifade etmiştir. Aynı şekilde William da Kiliseyi sadece ruhban sınıfının değil bütün inananlar topluluğunun bir toplamı olarak nitelendirmiş ve papaya iman konusunda sınırsız yetki vermenin Kutsal Kitap‟ın Hıristiyanlara bahşettiği özgürlüğü yok ederek onları köle mesabesine indirgeyeceğini belirtmiştir. Marsilius‟unda öne sürdüğü şekliyle William‟a göre Mesih Petrus‟u diğer havariler üzerine egemen kılmamış, diğer havarilere bahşettiği gücün ötesinde herhangi bir yetkilendirmede bulunmamıştır. Bkz Spade, The Cambridge Companion To Ockham, s. 314. 141 47 hakikatlere ancak Kutsal Kitap temelinde akıl yürütme yoluyla ulaşılabilir. Ancak William papanın dini otoritesinin bu şekilde kayıt altına alınması gerektiğini belirtmesine karşın, papanın Hıristiyanların ruhani birliğinin bir mümessili olduğunu da ifade etmiştir. Yine William‟a göre normal koşullardaki dini ve dünyevi alan ayrımına karşın, olağan üstü koşullarda; örneğin bir imparator ve monarkın devlet işlerinde günaha veya despotizme kayması durumunda papaların ya dolaylı ya da direkt yoldan dünyevi alana müdahale edebilmesi gibi, papanın heresiye kayması, karar ve uygulamalarının devlete zarar vermesi durumunda da monark tebasının inancını korumak adına Kilise Genel Kurulu‟nu toplama ve papayı zor kullanarak makamdan uzaklaştırma hak ve yetkisine sahiptir.143 2.8. Konsiliyarizm Yetmiş yılı aşkın bir süre dini, siyasi ve mali sıkıntılar içerisinde Avignon‟da kalan Papalık nihayet 1378 yılında tekrar doğduğu yer olan Vatikan‟a dönmüş, ancak bu sefer de başka bir krizle başbaşa kalmıştır. Bu kriz 1378‟den 1417‟ye kadar süren ve idari, mali ve sosyal bazı sebeplerden kaynaklanan 144 “Büyük Bölünme” (The Great Scism of the West) denilen, farklı devletlerin desteğiyle; Vatikan‟da İtalya ve müttefiklerinin papası, Avignon‟da Fransa ve müteffiklerinin papası olmak üzere aynı anda iki, hatta bu soruna bir çözüm yolu bulmak için toplanan 1409 Pisa Konsili‟nde ilginç bir şekilde bir üçüncü papanın ilanıyla da üç ayrı papanın varlığı sorunudur. Christendom‟daki bu üç başlılık uzunca bir süre papalığı meşgul etmiş ve 1414-1418 yılları arasında düzenlenen Constance Konsili‟nde bu duruma bir çözüm yolu aranarak, bu konsilin yayınlamış olduğu Haec Sancta adlı belgede “bir genel konsilin –en azından böylesi olağan üstü bir durumda- papanın üstünde bir otoriteye sahip olduğu” şeklinde ifadesini bulan 145 papanın otoritesine karşı alternatif bir argüman olarak kabul edilen konsilyarizm fikriyle kriz aşılmıştır. 143 Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.278-79; Brezzi, The Papacy, s. 119-120. Büyük Batı Bölünmesinin kökenleri, sorunu çözme girişimleri ve Constance Konsili için bkz. Thomas E. Morrissey, “Current Theology After Six Hundred Years: The Great Western Schism, Conciliarism, And Constance”, Theological Studies, ss. 495-509; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 126-129; Stebbing, The Story of the Catholic Church, ss. 400-414. 145 Bkz. Norman Tanner, The Church In Council, s.84-5. 144 48 Konsilyarizm fikrinde ifadesini bulan temel düşünceye göre dini otorite papalık makamında değil bizatihi kilisede temerküz eder ve Kilise de bu otoriteyi genel konsiller vasıtasıyla kullanır. Bu sistemde papa sadece genel konsilin ve nihayetinde Kilisenin bir temsilcisi konumundadır. Yine bu minvalde “evrensel Kilise” ve “apostolik Kilise” ayrımına gidilmiştir ki “evrensel Kilise” bütün bir Hıristiyan dünyayı temsil ederken “apostolik Kilise” ise papa, piskoposlar ve diğer yöneticilerden müteşekkil olan Roma Kilisesidir. Bu ayrımdaki temel düşünce apostolik Kilise evrensel Kiliseye göre tali bir konumda olup ona bağlı olmak durumundadır. 146 İlk defa XII. yüzyıl kanonistlerince ifade edilen konsilyarizm düşüncesi kilise idaresine yeni bir yaklaşım getirmiş ve aslında Papalığın altın çağında hiçbir şekilde ciddiye alınmayacak olan bu düşünce papalığın gücünün aşınmaya uğramasıyla başvurulan bir çözüm yolu olarak görülmüştür. 147 Yaklaşık 350 yıl önce VII. Gregory‟nin ilan ettiği Dictatus Papae‟de yer alan hatta daha da öncesinde Kilise tarafından Kilise Hukukunun bir prensibi olarak kabul gören “papa hiç kimse tarafından yargılanamaz” formülü bu süreçte kanonist ve teologlarca “papa doğru yoldan çıkmadıkça hiç kimse tarafından yargılanamaz” şeklinde tartışılmış ve kabul görmüştür. Bu durumda papanın da heresiye kayma ihtimalinin olabileceği ifade edilerek papanın yargılanabileceği, hatta azledilebileceği görüşü ileri sürülmüştür.148 Bu tartışmalar neticesinde Hıristiyan dünyada Ortaçağın sonlarına doğru Kilise veya onun karar organı olarak konsillerin mi yoksa papanın mı yanılmaz olduğuna dair bir otorite arayışı söz konusudur. Yves Congar‟a göre bu dönemde, Kilise hiyerarşisinden bir şahsiyetin –ya da kuruluşun- hata yapmaktan korunduğuna dair tam bir görüş birliği yoktur, ancak Kilisenin yanılmaz olduğu hususunda Hıristiyanlar arasında çok açık evrensel bir mutabakat söz konusudur. 149 Hasler‟a göre ise bu dönemde Fransız teolog Jean Charlier Gerson (1363-1429) ilk defa konsilleri bir iman kuralı olarak nitelendirerek konsil kararlarının hatadan beri olduğunu ifade ederken, Cusa‟lı Nicholas (1401-64) ise konsilleri için bizzat “yanılmaz” terimini kullanmıştır.150 Teokratik bir kıtada ”Sınırlı iktidar”, “iktidarın 146 Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 135; McClory, Power and the Papacy, s.32. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 31-2. 148 Bkz. O‟Malley, History of the Popes, s. 153. 149 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 34 vd. 150 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infalllible, s. 37. 147 49 çeşitli organlar arasında paylaşılması”, “temsil” ve “rıza” gibi çağdaş liberal demokratik rejimlerin özünü oluşturması151 bakımından önemli görülen konsilyarizm, papanın yanılmazlığı iddiaları şöyle dursun, papanın üstünlüğü için bile çok küçük bir alan bırakıyordu, hatta bu resmi deklerasyon ilerde papanın yanılmazlığı yolunda bir diğer kronik engel oluşturacaktır. Karşı papalar (anti-popes) dönemi olarak da literatüre geçen “Büyük Batı Bölünmesi”nin konumuz açısından dikkat çeken kısmı aynı zaman diliminde birden fazla yanılmaz papanın varlığı sorunudur. Kilise tarihinde örneğine yaklaşık otuz beş kez rastlandığı ifade edilen bu durum, yani bir papa görevdeyken aynı zamanda bir de anti-papanın görevde bulunması durumu cevaplanması gereken bazı soruları gündeme getirmiştir. Kilisede nasıl aynı anda birbirine muhalif ve yanılmaz iki ayrı papa olabilir? Hangisi gerçek papadır? Yanılmaz papaların bir listesi ya da hangisinin yanılmaz papa olduğunu belirlemek için geçerli bir ölçüt de olmadığından dolayı sistem ciddi mantık hatalarını da barındırmaktadır. Katolik apolojistler ise bu dönemde gerçekte tek bir yanılmaz papanın var olduğunu iddia ederek diğerini dışlama yoluna gitmektedir. Bu durum sorunu çözmekten ziyade başvurulan en pratik çözüm yolu olarak görülmüştür. Her iki papanın birbirlerini aforoz ettiğini de göz önünde bulundurursak, inanç ve ahlaka dair yanılmaz saptamada bulunduğu iddiasıyla rehberliğine inanılan papaların hangisi gerçek hangisi değil, işi daha da karmaşık hale getirmiştir. 152 151 Bkz. Gönenç, “Ortaçağ Avrupasında Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”, s. 280. Bkz. Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 217; Ayrıca bkz. Ali İsra Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar ve Katoliklerin Yaklaşımları”, Dini Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 2009, c. 12, sy. 34, s. 23-4. 152 50 3. REFORMASYON DÖNEMĠNDE PAPALIK Hıristiyanlığın Ortadoğu coğrafyasından Greko-Romen diyara geçişi ile teolojik ve örgütsel olarak tecrübe ettiği ilk ve önemli dönüşümden sonra ikinci büyük dönüşümü, zihni ve felsefi düzlemde skolastik düşünceden Rönesans‟a, dini açıdan da Katoliklikten Protestanlığa geçiş sürecini kapsayan dönemde yaşamıştır. İlk nüveleri kitleleri harekete geçirerek Avrupa‟daki statik feodal yapıyı çözen ve diğer kültürel havzalarla temasa geçişi sağlayan Haçlı Seferleri ile atılan, XIII ve XIV. yüzyılda bir geçiş dönemi yaşadıktan sonra XV. yüzyılda olgunlaşan bu dönüşüm sürecinin Hıristiyanlığı hem teolojik hem kurumsal açıdan yeniden yapılandırması XVI ve XVII. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Kuruluşundan XV. yüzyıla kadar Papalığın temel politikası, kendisini Hıristiyanlar üzerinde ruhani egemen bir güç olarak göstermek ve bu egemen konumunu siyasi alana da teşmil etmek şeklinde gelişmiştir. Bu uğurda kilise bütün silahlarını kullanmış, otoritesini seküler güçlere, imparatorlara ve krallara karşı aforoz tehdidiyle de olsa kabul ettirmeyi başarmıştır. Ancak XV. yüzyıldan itibaren XVIII. yüzyıla kadar papalık Rönesans, Protestan Reformu ve Aydınlanma‟nın getirmiş olduğu çeşitli dini ve toplumsal meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır.153 3.1 Ana Bünyeden Ġkinci KopuĢ: Protestan Reformu Reform ya da Protestan Reformu kısaca hiyerarşik bir yapılanmayla maddi ve manevi bir sömürü düzeni kuran Katolik Kilisesi‟ne karşı oluşan belirgin hoşnutsuzluğun bir ifadesidir. Aslında Martin Luther (1483-1546) ile özdeşleştirilen Reformasyondan asırlar önce Papalığa karşı bir reaksiyonun ilk işaretleri görülüyordu. Örneğin Clairvaux‟lu Bernard (ö.1153), Siena‟lı Catherine (ö. 1380), John Wycliff (ö. 1384) John Huss (ö.1415) ve Prag‟lı Jerome (ö.1416) gibi din adamları reformasyondan asırlar öncesinde papalığın üslup ve uygulamalarına karşı seslerini yükseltiyordu.154 Reformasyonun öncüleri olarak kabul edebileceğimiz bu 153 Bkz. Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, s.36; Granfield, “Papacy”, s.178. 154 Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s.111-121; McBrien, The Church, s.103. 51 düşünürlerin yaşadıkları dönemlerde Papalık, gerek siyasal iktidarlarla çatışma içerisine girmesi, gerek halk üzerinde sistemli bir şekilde uyguladığı sömürü politikası ve vazgeçemediği lüks tutkusundan dolayı geniş bir kitlenin nefretini üzerine çekmeye başlamıştır. Ayrıca Papalığın bazı kralların müdahalelerine açık hale gelmesi ve kendi içerisinde de çeşitli çatışmalar yaşaması halk nezdinde geleneksel Papalık saygınlığının kaybolmasına sebep olmuştur. Yine bu dönemlerde Papalık iki önemli sorunla baş başa kalmıştır ki bu Papalığın nüfuz, otorite ve saygınlığında onarılmaz tahribatlara yol açmıştır. İlki 1309-1377 yılları arasında vuku bulan “Papalığın Babil Esareti” olarak da isimlendirilen Avignon yıllarında papalığın Fransa Krallığının etkisi altında kalması –ki bu dönemdeki yedi papa da, kardinallerin büyük bir çoğunluğu ve papalık görevlileri Fransızdır-155 diğer kral ve prenslerden büyük tepki toplamıştır. “Yüz Yıl Savaşları” esnasında İngiliz askerlerinin dile getirdiği “ Papa Fransız ise İsa Mesih de İngilizdir” 156 ifadesi Papalık makamının ve papaların ne derece politik ihtiraslar için bir rekabet ortamı oluşturduğunu göstermesi açısından önemlidir. Papalığa karşı yükselen bu muhalif sesler içerisinde özellikle iki düşünür; İngiltere‟de John Wyclif ile Bohemya‟da John Huss öne çıkmaktaydı.. Bu düşünürler reform tasarılarında kendi ülkelerine özgü “ulusal” çıkarların gözetilmesi gerektiğine yer verirken dinsel törencilik ile dini hiyerarşi anlayışına ve papanın Kilise içerisindeki mutlak egemenliğine karşı çıkıyorlar, öte yandan Kilisenin servet edinmesini eleştirip Kilise mallarından vergi alınmasını savunuyorlardı. Wyclif, papalık kurumunun Kutsal Kitap‟ta hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürerek papayı deccal ile özdeşleştirmekte ve “Büyük Bölünme”yi papalığın ortadan kalkışının habercisi olarak memnuniyetle karşılamaktaydı. Papalığın mutlak otoritesini hedef alan reformun bu öncüleri kaçınılmaz olarak siyasal iktidarların güçlenmesine katkıda bulunmuşlardır. Zira dini hiyerarşinin tasallutundan kurtulmak siyasal yönetimlere daha çok bağlanmak anlamına geliyordu. Wyclif, Kilisede bir reform yapabilmek için krallığın gücünün gerekliliğine inandığından dolayı kralın kutsal hakkı öğretisini savunmuştur. Buna göre kral Tanrı‟nın temsilcisidir ve krala karşı gelmek doğru değildir. Piskoposlar bile iktidarlarını ondan alırlar ve bu dünya söz konusu olduğunda kral din 155 156 Bkz. Tanner, The Church in Council, s. 84. Bkz. Brezzi, The Papacy, s.117. 52 adamlarından daha saygındır. Üstelik kral yasaya ve adalete uygun yönetim sergilemese bile yine de ona itaat edilmelidir. Ayrıca kralın kilise içerisine müdahale ederek oradaki bozuklukları düzeltme yetkisi de vardır.157 Kilise çok erken devirlerden beri kendi içerisinde çeşitli şekillerde reform yapma ihtiyacı hissetmiş ve buna teşebbüs etmişti. Ancak genel anlamda reform ya da Protestan158 reformu, Martin Luther‟in yıllarca bünyesinde papaz olarak çalıştığı Katolik Kilisesi‟ne karşı başlatmış olduğu bir hareketle özdeşleşmiştir.159 Reformasyon devrinde aslında Kilisenin gücüne değil zaaflarına itiraz edilmiştir. Kiliseye karşı içeriden ve dışarıdan verilen mücadele, Kilise etkinliğinin 157 Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, S.286-87; Wylif‟in Papalık Eleştirisi İçin Ayrıca Bkz. Mevlüde Atasever, John Wycliffe Ve Papalık Eleştirisi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2011; Beklenildiği üzere Papalık, kendi otoritesine karşı geliştirilen bu görüşlere kayıtsız kalmamış, İmparator Sigismund‟un kendisine verdiği teminata güvenerek görüşlerini konsilde dile getirmek üzere Constance‟a gelen Jean Hus yakılarak öldürülür. Ayrıca daha önceden vefat eden Wyclif de bu konsilde kınanır. Bkz. G.J. Cuming And Derek Baker, Councils And Assemblies, Cambridge University Press, Cambridge 1971, s. 209 Vd; Luther öncesi Katolik Kilisesi‟nin içinde bulunduğu durum ve reform öncüleri için ayrıca bkz. A. Hikmet Eroğlu, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”, ss. 309-325. 158 “Protestan” terimi, kendilerini Roma Katoliklerinden ve Ortodoks Doğu Kiliseleri‟nden bilerek ayrı tutan Hıristiyan Kiliseleri ve toplulukları için ilk defa 1529‟da Spire‟de toplanan bir politik mecliste kullanılmıştır. Bu tarihten üç yıl önce 1526‟da İmparator Şarlken kendisinden Lutherci reformu desteklemesini isteyen Alman prenslerle geçici bir anlaşma yapmıştı. 1539 yılında bu kararından vazgeçerek herkesin Roma‟ya bağlı kalmak zorunda olduğunu açıkladı. İmparatorun bu tavrını protesto eden Luther yanlısı prensler şu deklerasyonu yayımladılar: “Koruyucu, günahtan kurtarıcı ve bir gün hakimimiz olacak olan yegane yaratıcımız Tanrı önünde protesto ediyor ve Tanrı‟ya, Kutsal Sözü‟ne, vicdanımıza ve Spire‟deki son karara aykırı olarak hiçbir kararı benimsemiyoruz.” 19 Nisan 1529‟da beş prens ve on dört kent yöneticisi tarafından gerçekleştirilmiş olan bu protestoda imparatorun ve Katoliklerin kararlarının kendilerini bağlamayacağı belirtilmiş ve Luther‟in yanında yer alacaklarını bildirmişlerdir. Yukarıdaki metni imzalamış olanlara o günden itibaren “Protestan Prensler” adı verilmiştir. Bu olaydan itibaren Lutherci reformları tanıyanlar “Protestan” diye nitelendirilmişlerdir. Diğer taraftan Alman İmparatoru Şarlken‟in Luther ve taraftarlarını 1529‟da protesto ettiği için Almanya‟da yeni oluşan bu mezhebe Protestanlık dendiği de belirtilmektedir. Protestocular anlamına “Protestanlar” ismini onlara kendi taraftarları değil, Roma Kilisesi taraftarları vermişlerdir. Yukarıda geçen metin de yerel yöneticilerin Luther ve reform hareketinin yanında imparatorun karşısında olduklarının ilk resmi beyanı olmuştur. “Protestan” terimi çok erken tarihlerden itibaren kullanılmış olmasına rağmen, Luther ile başlayan reform hareketlerinin ardından doğan kiliseleri ve bu doğrultudaki akımları belirtmek için 1620 dolaylarında kullanılmaya başlanmıştır. Bkz. Ali Erbaş Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, s. 59-60. 159 Martin Luther‟den çok önce Hus ve Wycliff gibi öncü reformistler de en az Luther kadar etkili olmuşlar ancak onlar Avrupa‟nın yanlış yerlerinde ve yanlış zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Zira Ortaçağ‟daki koşullar herhangi bir reform hareketi için elverişli bir durum arz etmiyordu. Kilisenin yozlaşmasının uzun bir tarihsel geçmişi olmasına rağmen Reform hareketi XIV ve XV. yüzyıllarda değil XVI. yüzyılda gerçekleşmiştir ki bu da bu yüzyılda toplumun Papalığa karşı nefretinin doruk noktaya çıkması, matbaanın keşfinin bir yandan önemli bir iletişim ikanı sağlayıp diğer yandan Rönesansın güçlü eleştirisi ile kiliseleri vurması ve Kilisenin siyasal otoritesi karşısında milliyetçilik akımları ve ulus devletlerin yükselişi gibi üç faktörün bir araya gelmesiyle olmuştur. Bundan dolayı Luther‟in hareketi başarılı olurken Hus heretik addedilip yakılarak cezalandırılmıştır. Bkz. Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, çev., Ertürk Demirel, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2004, s. 21. 53 azaltılması için değil, aksine dini etkinliğin daha çok derinleştirilmesi, deformasyondan dolayı acı çeken Kiliseyi re-forme etmek için yürütülen bir harekettir.160 Luther, başlangıçta ıslah etme niyetinde olduğu Katolik Kilisesi‟ni daha sonra “deccal” olarak nitelendirip tamamen reddetmiştir. Zira Luther‟in amacı deccal bir papanın elindeki Katolik Kilisesi‟nden Hıristiyanları çekip kurtarmak, özgürleştirmektir. Bunun için de Papalığın Hıristiyanlar üzerinde otorite oluşturup dünyevi kazanımlar elde ettiği bütün argümanları elinden alarak Hıristiyanların dünyevileşmesini önermiştir. Ona göre ancak bu şekilde Hıristiyanlar bu cendereden kurtulabilecekti. 161 Luther‟in yıllardır bünyesinde din eğitimi aldığı ve hiyerarşisi içersinde adım adım yükseldiği Katolik Kilisesi‟ne ve Papalığa karşı gelmesinin ilk adımı, papalığın endüljans uygulamalarına yönelik eleştirileridir. 162 Endüljanslara yönelik eleştirilerini 95 maddelik bir manifesto olarak 1517 yılında Wittenberg Kilisesi‟nin kapısına asarak ilan eden reformcu, Protestan reformasyonunu bu tarih ile başlatmış olur. Katolik Kilisesi‟nin inananları sömürerek büyük servet sahibi olduğu gerçeğinden hareket eden Luther, aynı zamanda Katolik Kilisesi‟nin ve papanın para hırsıyla lanetlenmiş faizciliğe meylettiğini hatta kilisenin faize dayanan bir yapı arz ettiğini belirtmiştir.163 Kilisenin Roma‟nın esaretinde olduğunu savunan Luther, Kilisenin üç önemli duvarın yıkılmasıyla gerçek özgürlüğüne kavuşacağını belirtmektedir. Bunların ilki papa, rahipler, papazlar ve keşişlerin kilise görevlisi olmayan halk üzerindeki üstünlük iddiaları; ikincisi, kutsal metni yorumlama hakkının sadece papaya ait olduğu iddiası; üçüncüsü ise konsil toplama ve burada alınan kararları onaylama hak ve yetkisinin de yine sadece papanın uhdesinde olduğu iddiasıdır.164 160 Michael A. Mullett, The Catholic Reformation, Routledge, London and New York 2002, s. 29; Maurice Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, çev. Özkan Gözel, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 24 ve 27; Hoffer, Kesin İnançlılar, s.78-79. 161 Bkz. Hakan Olgun, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık,İz Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 236-237. 162 Bkz. Hakan Olgun, “Katolik Kilisesi‟nin Endüljans Uygulaması ve Protestan Reformuna Etkisi”, OMÜİFD, sayı 18-19, 2005, ss. 327-345 163 “Hırsız ve soyguncuları adil bir şekilde idam ederek cazalandırırken Roma‟nın tamahkarını niçin cezalandırmadan bırakıyoruz. O, yeryüzünde görülmüş ve görülecek en büyük hırsız ve soyguncudur. Üstelik bütün yolsuzluklarını Mesih ve Aziz Petrus adına yapmaktadır. Dolayısıyla Tanrı‟nın Sodom ve Gomore‟de olduğu gibi Roma üzerine de ateş yağdırmasına şaşırmayacağım. Ey asil prens ve idareciler, halkınızın ve topraklarınızın aç gözlü kurtlar tarafından talan edilmesine daha ne kadar dayanacaksınız?” Olgun, Protestanlık s. 214 dipnot. 164 Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 202. 54 Katolik Kilisesi‟nin yanlış inanç, tutum ve uygulamalarına karşı bir aksiyon olarak ortaya çıkan Reformasyon, aynı zamanda Batı dünyasını ortaçağın uyuşukluğundan çıkaran ve Hıristiyan Batı dünyasının modernleşmesi üzerinde çok etkili olan bir faktördür. Doğası gereği Protestanlık, dünyanın ve toplumun seküler bir yoruma tabi tutulmasını teşvik etmiş, bunun sonucu olarak da bilimsel keşifler artmış ve bu sayede gelişen toplum için “gelecek” daha fazla öngörülebilir olmuştur. Artık insanlar kaprisli güçlerin rahmetine ve onların güvence veren telkinlerine daha az ihtiyaç hissetmiştir. Bu süreçte din, fiziki dünyayı bilimsel olmayan bir tarzda yorumlayan ve toplumsal baskı oluşturmak isteyen bir görünümde algılanmıştır. Reformasyon sonrası yaşanan aydınlanma çağının akılcılığı da Katolik inanç karşıtı eğilimi artırmış ve dinin dünyada yerinin olmadığı izlenimini sağlamıştır.165 Luther‟in başlattığı bu hareket kısa zamanda benzer reform hareketlerini tetiklemiş ve John Calvin (1509-1564) ve Ulrich Zwingli (1484-1531) gibi reformun diğer temsilcileriyle yayılmıştır. Protestan reformuyla birlikte Avrupa‟nın dinsel bütünlüğü bozulmuş ve Roma Katolik Kilisesi Avrupa kıtasındaki dini hakimiyetini kaybetmiştir. Reformun etkili olduğu ülkelerde dini alan ile dünyevi alan arasındaki ayrım ya da gerilim dünyevi alan lehine çözümlenmiş, Katolik Kilisesi‟nin otoritesi tümüyle kırılmış, onun yerini farklı form ve isimlerle Protestan Kiliseleri almıştır. Yine bu dönemde Papa VII. Clement (1523-1534)‟in dini ve siyasi nedenlerden dolayı İngiltere Kralı VIII. Henry‟nin eşinden boşanmasına izin vermemesinden dolayı gelişen olaylar Papalığın İngiltere‟yi kaybetmesiyle neticelenmiştir. VIII. Henry 1534 yılında İngiliz Meclisi‟nde kabul edilen Üstünlük Yasası (Act of Supremacy) ile kendisini İngiltere Kilisesi‟nin başı ilan etmiş ve İngilizler kendi koparmışlardır. milli kiliselerini kurarak Papalıkla bağlarını tamamen 166 165 Bkz. Olgun, Protetanlık, s. 243 vd; Ortaçağ ve Reformasyon dönemlerinde bilimsel faaliyetlerin bir mukayesesi için bkz. Kürşat Haldun Akalın, “Reform Sürecindeki Avrupa‟da Dogmatik Sınırlamadan Dinin Dışına Çıkan Dünyaya Geçişte Bilimin Yükselişi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi c. 32 Nisan 2012 ss. 81-94. 166 İngiltere‟de bu dönemde Lord High Chancellor (bugünkü karşılığıyla başbakan) olarak ünlü siyaset adamı ve düşünür Thomas More vardır. Thomas More, İngiltere‟nin Katolisizmden ayrılmasını istemediğinden dolayı bu yasayı onaylamak istemez ve sağlık gerekçeleri ileri sürerek 1532 yılında bu görevinden ayrılır. Daha sonra bu yasayı onayladığına dair yemin etmeye zorlanan More bu baskılara da boyun eğmemiş ve bu yasanın Tanrı‟nın yasasına aykırı olduğunu, parlamentonun kral dahi olsa hiç kimseyi Kilisenin başı ilan etmeye hakkının olmadığını ileri sürmüştür. Tabi bu çıkışı More‟un sonunu getirmiş, 1535 yılında başı kesilerek idam edilmiştir. Reform hareketinin karşısında yer alan ve Ortaçağ‟a özgü bir Hıristiyan birliği düşüncesine sahip olan More bu birliktelik için adres olarak 55 Protestan Reformu sayesinde güç ve nüfuz kaybına uğrayarak hırpalanan Katolik Kilisesi ise Karşı Reform ya da Katolik Reformu olarak tanımlanan karşı atakla Hıristiyan dünyadaki nüfuzunu korumaya çalışmıştır. 3.2. Papalığın Kendisini Koruma Refleksi: KarĢı Reform Katolik Kilisesi‟nin XVI ve XVII. yüzyıllarda Protestan Reformu karşısında kendi içerisinde bir yenilenme ve reform hareketi olarak geliştirdiği tepkisel hareketi genel olarak “Karşı Reform” (Counter Reformation) ya da “Katolik Reformu” kavramıyla ifade edilmektedir. Ancak bu iki kavram arasında Katolik ve Protestan cephelerden her iki tarafın kendi bakış açısını yansıtan farklı tanımlamalara gidilmiştir. Öncelikle Katolik Kilisesi Protestanlığın doğmasına yol açan suiistimallerin ortadan kaldırılması, kilisenin kurumsal ıslahı ve Protestanlıkla ortak bir inanç platformunda uzlaşarak mezhepsel çatışmayı azaltmayı amaçlayan kendi içinde dini nitelikli bir yeniden doğuş hareketi, bir iç reform hareketine girişmiştir ki bazıları bunu Katolik Reformu olarak isimlendirmektedir.167 Zaten Katolik Kilisesine göre de Trent Konsili ile başlayan hareket bir reformdur, karşı reform değildir; Karşı Reform kavramı Protestanlara aittir. Çünkü Katolik Kilisesine göre Protestan hareketi bir reform değil, itizaldir. Dolayısıyla Katolik Kilisesi reform hareketini evrensel kiliseye karşı bir isyan olarak algılamış ve Protestan terimini de reform taraftarları için “isyancı” anlamında kullanmıştır. Ancak yine de Katolik Kilisesi‟nin giriştiği bu reform sürecinin doğrudan Protestan reformuna yönelik olduğu hakim görüştür.168 Kilisenin kurumsal yozlaşması ve bunun sebep olduğu Protestan Reformuna yönelik olarak Katolik Kilisesi ilk adımı Papa III. Paul tarafından oluşturulan Kardinaller Kurulu ve kurulun sunduğu Consilium directorum cardinalium de emenda ecclesia başlıklı rapor (1537) ile atmıştır. 169 Bu raporda Papalığın Papalığı göstermiştir. Bundan dolayı More Katolik Kilisesi tarafından takdis edilerek aziz ilan edilmiştir. Bkz. Ağaoğulları (ed), Sokrates’ten Jakobenlere Batıda Siyasal Düşünceler, s. 363-4 ve 366-7. 167 Bkz. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler, s. 50. 168 Bkz. Mullet, The Catholic Reformation, s.1; McBrien, The Church, s.84; Erbaş, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, s. 63. 169 Bkz. Lee, a.g.e., s. 22. 56 dünyevileşmesi sorunun kaynağı olarak görülmüş ve Papalık bütün kötülüklerin içerisinden çıktığı bir Truva Atı olarak nitelendirilmiştir. Katolik Reformu en azından 1541‟e, yani Ratisbon‟da Protestanlarla doktrinel bir uzlaşma çabasının sonuçsuz kalmasına kadar akıl yürütme ve doktrinel uzlaşma yoluyla Lutheranların tekrar Katolik Kilisesine dönmesi ümidi ve çabalarıyla geçmiştir. Ancak bu entegrasyonun Lutheranların öğretilerinde büyük değişikliklerin olmadığı sürece imkansız olarak görülmesiyle yerini zor kullanmaya bırakmıştır. Ancak Stephen Lee‟ye göre her ikisi de bütün bir yüzyıl boyunca devam ettiği için 1541 yılını Katolik Reformunun Karşı Reformdan ayrıldığı nokta olarak görmek anlamsızdır. Yine de ilk dönemde ağırlıklı olarak iç düzenlemeler söz konusuyken sonraki dönemde doktrinel mezhepsel ayrılıklarda daha saldırgan bir tutum takınılmıştır.170 Bu bağlamda Karşı Reform hareketi proaktif ve aksiyoner bir tutum olarak 1545 Trent Konsili‟yle belirginlik kazanmıştır. 1563 yılına kadar süren Trent Konsili‟nde engizisyon, aforoz, ve Katolik tarikatları gibi hususlardan, misyonerlik faaliyetleri, kilise idare ve disiplini konularına kadar geniş bir faaliyet alanı ele alınmıştır. Trent Konsili ile başlayan Karşı Reformun ne zamana kadar sürdüğü konusunda Hıristiyanlar arasında bir konsensüs bulunmamaktadır. Genellikle iki tarih; 1648 Westfalya Anlaşması ve II. Vatikan Konsili (1962-1965) Karşı Reformun bitişi olarak kabul edilmektedir. Karşı Reformun II. Vatikan Konsili‟ne kadar sürdüğünü savunanlar bu hareketin sadece Protestanlığa bir tepki olarak görmemekte, sonraki gelişmeleri, özellikle de aydınlanma ve modernizm ile girişilen mücadeleyi göz önüne almaktadırlar ki yanılmazlık doktrininin kabul edildiği I. Vatikan Konsili de bu amaçla toplanmıştır. Bu süreç esnasında hem Katolik hem Protestan cepheden Hıristiyanlığın parçalanmasını istemeyen ılımlı kişilerin tekrar bir araya gelme teşebbüsleri olmakla beraber böyle bir birleşme gerçekleşmemiştir. Karşı Reformun, Katolik Kilisesi‟nin sadece Protestanlığa değil, aynı zamanda gallikanizm, konsiliarizm, biblikal hümanizm, ve augustincilik gibi akımların getirdiği bunalımlara karşı geliştirdiği bir hareket olduğunu ileri sürenler de vardır.171 Papa III. Paul (1534-49) zamanında çalışmalarına başlayan ve Papa III. Julius (1550-55) ile devam edip IV. Pius (1559-65) ile sona eren ve en uzun süren konsil 170 171 Bkz. Lee, a.g.e., s. 51-3. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 147-8. 57 olma ünvanını alan Trent Konsil‟i sürecinde beş papa görev yapmıştır. 172 Bu konsilde alınan kararlardan en önemlileri, Vulgat‟in 173 esas ve otantik versiyon olarak kabul edilmesi,174 Kitab-ı Mukaddes‟le birlikte geleneğin de Katolik doktrinin temel kaynağı kabul edilmesi, asli günah doktrininin ne olduğunun vurgulanması, sakramentler ve kilise disiplini ile ilgili diğer kararlar, ibadette bütünlük sağlamak için Katolik ilmihalinin ve dua kitabı (missal)‟nın kabul edilmesi ve index‟in 175 oluşturulmasıdır. Bu kararların tamamı Luther ve diğer reformcuların tezlerine cevap niteliğinde olup konsil bildirgesinde sıklıkla tekrar edilen “Bırakın, bir lanetli olarak kalsınlar” şeklindeki ifade de Katolik Kilisesinin uzlaşmaz tutumunu yansıtan bir ifade olarak görülmüştür. Kararlar 26 Ocak 1564‟te IV. Pius tarafından onaylanarak Benedictus Deus isimli bir bulla ile resmen ilan edilmiştir.176 Cizvitlerin çok önemli bir rol oynadığı Papalık otoritesini tekrar tesis etme mantığı üzerine kurulan Karşı Reform süreci, Katolik Kilisesi‟nin Protestan hareketi karşısındaki kayıplarının tamamen telafi edilmesini sağlamasa da onu Protestanlar karşısında daha güçlü bir konuma getirmiştir. Protestanlığın Avusturya, Macaristan, Almanya ve Polonya‟da yayılması durdurulmuş, Polonya tamamen Katolisizme dönmüş, büyük bölümü itibariyle Almanya, Fransa, Güney Hollanda ve Lehistan dini 172 III. Julius‟tan sonra Papa seçilen II. Marcellus sadece 22 gün yaşamıştır. Halefi IV. Paul ise yarım kalan konsili tekrar toplamak konusunda istekli olmamış kendisinden sonra papa seçilen IV. Pius ile tamamlanmıştır. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/15030c.htm, (27.01.2015). 173 Kitab-ı Mukaddes‟in Latince çevirisi 174 Luther her inananın Kutsal metinleri okuma, anlama ve yorumlama hakkına sahip olduğunu ileri sürerek Kutsal Kitabı Almancaya çevirmiş ve diğer dillere de çevrilmesini telkin etmişti. Trent Konsili ise Luther‟in görüşlerine bir cevap niteliğinde Kutsal Kitabın ve teoloji çalışmalarının Latince dışındaki dillerde ifade edilemeyecek çok büyük sırlar içerdiğini ilan ederek Kilisenin bu konulardaki tekelini korunmaya çalışılmıştır. Bkz. Paul N. Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, çev. Selin Dingiloğlu, Yordam Kitap, İstanbul 2013, s. 147. 175 Index Librorum Prohibitorum; yasaklanan kitaplar listesi. Bu Katolik Kilisesi‟nin matbaanın icadı neticesinde bilginin yayılmasıyla mücadele biçimi olarak görülmüştür. İznik Konsili‟nden beri bazı kitapların yasaklandığı ve mahkum edildiği bilinmektedir. Ancak Index‟in kurumsal bir yapı halinde ortaya ilk çıkışı 1559 yılında Trent Konsili ile; Papa IV. Paul zamanında olmuştur. Index‟e ilk olarak Erasmus‟un kitapları ve Kitab-ı Mukaddes‟in yerel dillere yapılmış bazı çevirileri alınmıştır. Hatta Indexe kilise komisyonunun çeşitli reform önerilerini içeren bir raporu da girmiştir. Vulgat‟in bir başka dile çevrilmesi tamamen yasaklanmasa da bu tür çevirilere izin verilmesi XVIII. yüzyılın ortalarında, XIV. Benedict (1740-1758) zamanındadır. Index‟i kilisede sürekli bir konsey haline getiren ise Papa V. Pius (1566-1572)‟tur. İlginçtir ki index‟e dahil edilen kitaplar genellikle “en çok satanlar listesi”nde de yer almıştır. Vatikan İman Doktrini Meclisi tarafından 1966 gibi çok yakın bir tarihte askıya alındığı bildirilen Index‟e 4000 civarında kitap dahil edilmiştir. Bazıları tek bir kitabıyla bazıları tüm eserleriyle Index‟te yer alan yazarlardan bazıları şunlardır: Bodin, Calvin, Descartes, Diderot, Freud, Hobbes, Hume, Kant, Locke, Machiavelli, Marx, J. S. Mill, Montaigne, Rousseau, Spinoza, Voltaire gibi felsefeci ve siyaset kuramcılarıyla, Copernicus, Sartre, Emile Zola, Dumas, Galilei, Andre Gide gibi bilim adamı ve edebiyatçılar. Bkz.Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.149 dipnot; Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.273; Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, s. 142. 176 Bkz. Marvin R. O‟Connel, “Trent, Council Of” ER, vol. 15, s. 36-7; Lee, a.g.e., s. 53. 58 açıdan tekrar Papalığa bağlanmıştır. Karşı Reform‟un bu başarısında Papalar, Cizvitler ve Charles Borromeo gibi gayretli piskoposlar ile yine Cizvitler‟in başrolde olduğu misyonerlik faaliyetlerini çok etkili olmuştur. Zira misyonerlik faaliyetleri neticesinde Papalık yeni müntesipler kazanmış, coğrafi keşifler de misyonerlik çalışmalarına katkı sağlamış, kaşifler gittikleri yerlere misyonerleri de götürmüşlerdir. Sonuçta Karşı Reform Katolik Kilisesi‟nin kısmen toparlanmasına imkan sağlasa da artık Avrupa‟da birleşik yekpare bir Hıristiyanlıktan toplumdan bahsetmek imkansız hale gelmiştir.177 3.3. Konsiller ve Papalık Otoritesi Başlangıcı havariler dönemine kadar götürülen 178 ve Kilisenin bir karar ve yürütme organı işlevini haiz olan konsiller, inanç ve ibadet esaslarında birliği sağladığı kadar ihtilaf ve bölünmelere de sebebiyet vermiştir. Karşı karşıya kalınan çeşitli itikadi problemlerin çözümünde nihai karar mercii olarak kabul edilen konsillerde baskın gelen görüşler ortodoks kabul edilerek Hıristiyan coğrafyaya empoze edilmiş, mağlubiyete uğrayan düşünce ve temsilcileri ise heretik addedilerek aforoza uğramış ve siyasi erklerin de yardımıyla çeşitli mahkumiyetlere çarptırılmıştır. Bu durumu ilk dönem Kilise babalarının farklı görüşlerinde görmek mümkündür. Örneğin Tertullian (160-225) ilk Kilise konsilleri için “Hıristiyanlık dininin onuru ve temsili” derken, Kapadokya Babaları‟ndan Nazianzuslu Gregory (329-389) Kilise konsillerinden “kötülük üreten platformlar” olarak bahsetmiş ve onların “çözüm merkezi olmaktan ziyade sorun merkezi” olduğunu ifade etmiştir.179 İlk dönemlerde herhangi bir eyaletin dini ihtilaf ve sorunlarının çözmü için toplanan “Bölge Konsilleri”nde alınan kararların papanın onayına bağlı180 olması ve II. yüzyılın sonundan itibaren toplanan Roma Sinodlarında Roma Piskoposunun diğer piskoposlar üzerinde tek başına karar almaya yetkili kılınması 181 sonraki yüzyıllarda toplanacak ve Roma Kilisesi‟nin domine edeceği konsillerde Roma‟nın 177 Karşı Reformun etkileri için bkz. Mullett, The Catholic Reformation, s.142 vd; Lee, a.g.e., s. 54-5. Bkz. Resullerin İşleri 15:2; Galatyalılara Mektup 2:1-2 179 Bkz. Kaçar, s. Geç Antikçağda Hıristiyanlık, s. 70 180 Bkz. Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 3. 181 Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84. 178 59 ve Roma Piskoposunun öncelik ve üstünlüğü ile papanın yanılmazlığını ortaya koyan kararların alınmasının ilk aşamasını teşkil etmektedir. Hıristiyanlar arasındaki doktrinel ihtilafları gidermek ve aralarında ortak bir inanç ilkesi (credo) tespit etmek üzere tertip edilen bu konsil toplantılarının bağlayıcılığının bir tanımlaması yapılmıştır. Buna göre konsiller, İznik ve Kadıköy Konsillerinde olduğu gibi Kutsal Ruh‟un ilham ve inayetiyle havarilerden intikal eden saf imanın belirlenip korunduğu ilahi bir kuruluş olarak ifade edilmiştir. Kilise, karşı karşıya kaldığı çalkantılı dönemlerde ortodoks akideyi tespit etme ihtiyacı hissettiği zamanlarda Mesih adına bir araya gelen182 ve Kutsal Ruh‟un her daim hazır ve nazır bulunduğu bu birlikteliğin yanılmazlığına güvenmiştir.183 Kilise Hukuku‟nun oluşumunda konsiller çok önemli bir fonksiyon icra etmiştir. Hıristiyanlıkta Hz. İsa bir beşer-peygamber olarak görülmediği için onun sünnetine ittiba diye bir anlayış gelişmemiş, Îsevî çizginin ve tedvin edilmiş ahkamın yokluğundan kaynaklanan bu otorite boşluğunu konsiller ve Kilise müessesesi doldurmaya çalışmıştır. Kitap ve sünnetin ilmi esaslara göre incelenmesi ve yorumlanmasından kaynaklanan bir “fıkıh” da mevcut olmadığından, gelişen hukuk bir teşkilatın, yani Kilisenin vazettiği hukuk olmuştur. Yine konsillerde alınan kararlar için “kanon” teriminin kullanılmaya başlanması bu ökümenik konsillerle birlikte IV. yüzyıldan itibaren olmuş, ancak burada “kanon” henüz “kanun” anlamında değil, “kural, karar” anlamında kullanılmıştır.184 Ökümenik konsillerde kabul edilen kararların yanılmaz karaketere sahip olduğunu ilk öne süren kişinin IX. yüzyıl piskoposu Theodore Abu Quarra olduğu ifade edilmektedir. Abu Quarra, miladi 49-50‟li yıllarda Kudüs‟teki havariler toplantısında inanca müteallik konuların ele alınması öncesinde söylenen “O Kutsal Ruh‟a ve bize iyi göründü” 185 ifadesini, ökümenik konsillerde alınan kararlarda Kutsal Ruh‟un inayet ve yardımının bulunduğuna bir argüman olarak kullanmış ve bu konsil kararlarının yanılmaz, hatadan münezzeh doğrular olarak kabul edilmesi 182 Matta 28:20 Bkz. Charles Joseph Hefele, A History of The Christian Councils, From the Orfiginal Documents to the Close of the Council of Nicaea, translated from German and edited by William R. Clark, T & T Clark, Edinburg 1871, s. 52 vd. 184 Tuncay Başoğlu, “Hıristiyan Hukuku” İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 9, 2007, s. 39 vd. 185 Resullerin İşleri 15:28. 183 60 gerektiğini ileri sürmüştür. 186 Burada ökümenik konsillerin yanılmaz kararlar va‟z etmesindeki temel gerekçe de bütün bir piskoposluk sınıfının yanlış veya batılda ittifak etmelerinin imkansızlığıdır. Ökümenik konsillerin yanılmazlığı Kutsal Ruh‟un özel rehberliği hatta vahiy-ilham olgusuyla da izah edilmiştir.187 Nitekim II. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen Lumen Gentium adlı konsil yasasında da inananlardan müteşekkil ve kutsal bir menşei olan bu yapının inanç konularında hata yapmayacağı vurgulanmıştır.188 Antikite konsilleri olarak adlandırılan ilk dönem konsillerinde Roma Kilisesi ile daha sonra Ortodoks olarak kendisinden ayrılacak olan İstanbul Kilisesi arasında bir mutabakat söz konusudur. Petrus‟a dayandırdığı meşruiyet ile hareket eden Roma Kilisesi ile İstanbul Kilisesi arasında 1054 yılındaki bölünmeye kadar özellikle VIII. yüzyıldan itibaren zaman zaman ayrılıklar olmuşsa da resmi Hıristiyanlık olarak tüm heretik hareketler karşısında Roma ve İstanbul birlikte hareket etmişlerdir. Özellikle teslisin unsurları konusunda devam eden itikadi çekişmelerin sonunda 381 I. İstanbul Konsili‟nde Macedonius ve taraftarları aforoz edilmiş, 431 Efes Konsili‟nde Nestorius ve taraftarları lanetlenmiş, 451 Kadıköy Konsili‟nde monofizit doktrin ve taraftarları reddedilmiştir. 553 II. İstanbul, 681 III. İstanbul ve 787 II. İznik Konsili‟nde Roma ve İstanbul birlikte hareket etmişlerdir. Zaten bu ilk yedi konsil hem Katolik hem Ortodoks kiliseler tarafından ökümenik olarak kabul edilir. Ancak XI. yüzyıldaki büyük bölünmeden sonraki süreçte Ortodoks Kilisesi, ökümenik bir konsilin toplanmadığını ve tekrardan bir birleşme mümkün oluncaya değin de toplanamayacağını iddia etmiştir. Ortodoks Kilisesi‟nin bu tavrı ökümenik konsil anlayışında ciddi sıkıntılar oluştursa da Batı Kilisesi defaatle ikinci milenyumda da meşru konsiller toplandığında ısrar etmiştir.189 VII. Gregory (1073-85)‟ye kadar genel konsiller papanın otoritesinden daha üst bir otoriteyi temsil etmekteydi. VII. Gregory ile papanın otoritesi konsilin üzerinde bir konuma getirilmiştir. 994 yılında Chelles Sinodu‟nda, Kilise Babalarının görüşleri ile ters düşmesi durumunda papaların buyruklarının geçersiz olacağı kararlaştırılmış, ancak XI. yüzyılda bu kural değişmiş ve Gregory döneminde 186 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 9-10 Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 16. 188 Bkz. LG md. 12. 189 Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s.14-15; McClory, Power and the Papacy, s. 10. 187 61 papanın otoritesi konsillerin ve Kilise babalarının üzerine çıkmıştır. Hatta Gregory Papalık emirlerinin bizzat Kutsal Ruh‟un emirleri olduğunu ileri sürerek yeni bir kanun koyma selahiyetinin sadece papaların inisiyatifinde olduğunu beyan etmiştir. Sonraki dönemlerde bir genel konsilin papaya üstün olması gerektiği mevzu bahis olsa da bu eğilim etkili olamamış190 ve sonraki yüzyıllarda da papanın yeryüzünde en üstün konumda olup bütün konsillere ve tüm kanun, yasa ve nizamnamelere üstünlüğü ve her tür kanuni düzenlemelerin sınırlayıcılığından muaf olduğu dile getirilmiştir. Papanın bizzat kendisinin yaşayan canlı kanlı kanun olduğu ve her ne şekilde olursa olsun ona karşıtlığın kişiyi yasadışılığa düşüreceği ileri sürülmüş, hatta papanın herhangi bir şeyin aslını değiştirme yetkisine sahip olup, gayri meşru olanı meşru yapma gücüne sahip olduğu ve hiç kimsenin ona herhangi bir tasarrufu için bunu neden yaptın deme hakkının olmadığı ifade edilmiştir.191 Papalık otoritesinin zirvede olduğu XIII. yüzyılın olduğu gibi bütün bir Hıristiyanlık tarihinin en etkin teoloğu olarak kabul edilen Thomas Aquinas, Summa adlı eserinde “Roma Piskoposu, sadece kendisinin topladığı ve kararlarını onayladığı bir konsilden dolayı, sahip olduğu otoritesi ile öğretileri yorumlayabilir”192 ifadesiyle “papalar inanç ile ilgili meselelerde son karar merci oldukları için sağlam bir inanca sahip olmalıdırlar” ifadeleri öne çıkarılmış ve 1274 yılındaki II. Lyon Konsili‟nde Roma‟nın, evrensel Katolik Kiliseler üzerinde en üstün ve tam bir otorite ve önceliğe sahip olduğu kararı alınmıştır. 193 Bu resmi deklarasyon diğer pek çok tarihi ve teolojik argümanla birlikte I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen “Roma Kilisesi‟nin diğer tüm kiliseler üzerinde tam bir üstünlüğe sahip olduğu” şeklindeki dogmatik tanımlamaya mesnet yapılmıştır.194 Yine bu konsillerde Hıristiyanların yeniden bir araya gelmeleri çağrısında bulunulmuş, ancak bu çağrıyla Hıristiyan grupların bir ortak paydada toplanmasından ziyade diğer kiliselerin Katolisizmin çatısı altında birleşmeleri hedeflenmiştir. Günümüzde de ökümenik konsil sadece papanın otoritesine boyun eğen piskoposları ve delegeleri bir araya getirmektedir. Diğer kiliseler bu toplantıda sadece “gözlemci” statüsünde yer alırlar. Öte yandan bu gün 190 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 279. Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 23. 192 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 20. 193 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 289; Geisler and MacKenzie, Roman Catholic and Evangelicals, s. 206. 194 Bkz. McBrien, The Church, s.100. 191 62 ökümenik olarak kabul edilen 21 konsilin geçerliliği de Katolisizm tarafından belirlenmektedir. Bir konsilin ökümenik olarak nitelendirilip kararlarının bağlayıcı olarak addedilmesi büyük ölçüde geçerli olan gelenek ve göreneklere, aktüel hukuka, kilisenin dogmatik doktrinine bağlıdır.195 XV. yüzyılda ise Kilise “Büyük Bölünme” krizini aşabilmek için Constance Konsili (1414-28)‟ni toplamış ve 1415 tarihinde konsilin beşinci oturumunda Haec Sancta196 adlı bir yasada belirtilen ve konsiliarizm olarak bilinen ve bir genel konsili kilisede en üst otorite sayan bir görüş kabul etmiştir. 197 Bu konsiliarist söylem Tanrısal otoritenin anayasal bir şekilde ifadesi ve ortaçağ anayasacılığının doruk noktası olarak kabul edilmektedir. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilecek olan papanın “üstünlüğü” ve “yanılmazlığı” doktrinine tam tezat teşkil eden ve bir konsilin en üst otorite kabul edilmesi gerektiğini beyan eden bu görüş mevcut krizi (aynı anda 3 farklı papanın varlığı) çözdüğü gibi Papalık otoritesine karşı alternatif bir teoloji haline gelmiştir. Constance Konsili‟nde kabul edilen ilk karara göre bir genel konsilin “Kilise” anlamına geldiği ve en üst otorite olduğu beyan edilmiştir. Buna göre güç sadece Kilisenindir ve papa konsilde sadece bir temsilci konumundadır. 198 Bu anlayış belli bir dönem kabul görerek zaman zaman papa otoritesine karşı ileri sürülen bir alternatif olmuş, ancak bu çift başlı papalık sorunu çözüme kavuşturulduktan sonra etkisini kaybetmiştir. Zira Papa II. Pius (1458-64) Execrabilis ve daha sonra papalık makamına oturan IV. Sixtus (1471-84) ve II. Julius (1503-13) yayınladıkları bullalar ile papanın otoritesi üzerinde bir temyiz makamı konumunda olan konsilin hükmünü geçersiz kılarak papanın otoritesinin yerine konsilin geçmesine karşı gerekli önlemleri almışlardır.199 Ancak etkisini yitirse de bu konsiliyarist söylem XVII ve XVIII. yüzyıllarda Gallikanizm ve Febronianizm formlarında kendisini tekrar gösterecektir. Basel, Ferrara ve Florence‟da toplanan konsillerde Grek ve Latin dünyadan üst düzey din adamları papanın üstünlüğünü de içeren bazı doktrinel kararlar almışlardır. 1439 yılında alınan Laetentur Caeli adlı 195 Bkz. Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 5. Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Councils/ecum16.htm, (12.03.2014). 197 Bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, s.40; Pisa, Constance, Basel-Ferrara-Florence Konsilleri süreci ile ilgili olarak bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, ss. 32-51. 198 Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 195; Oakley, The Conciliarist Tradition, s. 223; Klaus Schatz, Papal Primacy: From Its Origins To The Present, translated from German by John A. Otto and Linda M. Maloney, The Liturgical Press, USA 1996, s. 111. 199 Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 172 196 63 yasa, papanın üstünlüğüne dair bir konsil tarafından alınan ilk dogmatik tanımlamadır. Bu tanımlamada Papalığın ve Papanın bütün kiliseler üzerinde önceliğinin olduğu ve Papanın, Kilisenin başı, Mesih‟in gerçek vekili ve Petrus‟un halefi olduğu belirtilmiştir. 200 I. Vatikan Konsili‟ndeki çoğunluk piskoposlar bu tanımlamanın net bir şekilde papanın yanılmazlığını ortaya koyduğunu iddia etmişler, buna karşın azınlık piskoposlar ise Ortodoks dünyasının da kabul ettiği bu tanımlamanın Türklerin Bizansın kapısına dayandığı ve Bizans İmparatoru VIII. Palaiologos‟un Papalık yardımına ihtiyaç duyduğu bir dönemde ağır politik baskı altında alındığını ifade etmişlerdir.201 Zaten Roma ve Grek dünyası piskoposlarının birlikte aldığı bu karar birliği (decree of union) Grek dünyasından yükselen tepkilerden dolayı uzun ömürlü olmamıştır. Ökümenik konsillerle papanın ilişkisine dair Bellarmine‟in tamamen papayı merkeze alan görüşlerine göre de bir genel konsil toplamak ya da bir başkası tarafından toplanan bir konsilin kararlarının onaylanması papaya aittir. Papa tarafından toplanmayan, onaylanmayan ve kararları tasdik edilmeyen konsil meşru bir konsil karakterini haiz olmayıp sadece bir toplantı (conciliabulum)‟dır. Genel konsil kararlarının inanç ve ahlak konularında hatadan münezzeh olarak sıhhat ve otorite kazanması tamamen papanın onayına bağlıdır. Papa tarafından onaylanmadan önce yanılma payı bulunan, onun onayından sonra ise artık hatadan muaf olarak tescil edilen 202 ökümenik konsiller I. Vatikan Konsili‟nde Kutsal Metinler ve gelenekle irtibatlı olarak papanın yanılmazlığına mesnet olarak kullanılmıştır. Özellikle IV. İstanbul, II. Lyon ve Florence Konsillerinde kabul edilen Roma ve papayı öne çıkaran kararları yanılmazlık doktrinine delil olarak kullanan ultramontanist piskoposlara karşın yanılmazlık karşıtları da Papa I. Honorius‟un görüşlerinin kınandığı konsilleri ve Constance Konsili‟nde alınan konsilyarist söylemi öne sürmüştür.203 Katolik Kilisesi siyasi ve itikadi tartışmalarla dolu kaotik Ortaçağ boyunca kendi kontrolünde düzenlenen konsillerde Katolik öğretilerin doğruluğunu devamlı surette vurgulamış, otoritesine boyun eğmeyen kişi ve gruplarla kendi öğretileri 200 Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 178; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 129;Mullet, The Catholic Reformation, s.2-3; Klaus Schatz, Papal Primacy, s. 116. 201 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 159-60. 202 Bkz. McClory, Power and Papacy, s.40 203 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 156 vd. 64 dışındaki doktrinleri gayri meşru ilan etmiş, en nihayetinde de papanın inanç konularında hata yapmayacağını bir dogma olarak kabul etmiştir. Katolik inancına göre Tanrısal Hukuk üzerine bina olan Kilise hiyerarşisinde Papa baştır; diğer piskoposlar ve bu bünyeye belli bir ölçüde iştirak eden rahipler ve laikler de bu başta birleşen uzuvlardır. Bir genel konsilde bu baş ve azalar Kutsal Ruh‟un yardımı ile İsa‟nın bedenini (Aedificatio Corporis Christi) vucuda getirmek için toplanırlar ve papanın başkanlığı altında papa ile bazı kararlar alırlar. Katolik öğretisine ve Kilise Hukuku‟na göre de Petrus‟un halefi papa ve havarilerin halefleri kabul edilen konsil piskoposları Kilisenin yüce iktidarını icra eder ve inanç konusunda yanılmaz kararlar alırlar.204 204 Canon 336 vd. 65 II. BÖLÜM PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ Roma Katolik Kilisesi‟nin tarihsel seyri içerisinde bu kilisenin başı olan papayla bağlantılı olarak kabul edilen papanın üstünlüğü doktrininden sonra inanca müteallik bir dogma olarak ikinci ana doktrin I. Vatikan Konsili‟nde formüle edilen, tanımlanan ve resmen ilan edilen papanın yanılmazlığı doktrinidir. Ancak papanın öncelik ve üstünlüğü doktrininden farklı olarak papanın yanılmazlığına dair İncillerde net bir kanıt yoktur. 205 Daha çok Petrus‟u muhatap alan ve Roma‟nın üstünlük ve önceliğine delil olarak kullanılan metinler yanılmazlık bahsi için de başvurulan kaynaklardır. 206 Bu minvalde İncil metinlerine ve Kilise babalarının Roma Kilisesini ve papayı öne çıkaran beyanlarına dayanarak papanın yanılmazlığının temellendirilmeye çalışılması 207 bu doktrinin de facto bir durum olarak yerleşmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bu konuda yapılan tartışmalar ışığında papanın yanılmazlığı doktrininin tamamen tarihsel şartların da elvermesiyle İncil pasajlarına binaen önceden tesis edilen öncelik ve üstünlük doktrininden yapılan bir 205 Yanılmazlık doktrini savunucuları hemen her dönemde görüşlerini desteklemek için İncillerden deliller getirmişlerdir. (Matta 28:18-20; 16:18; Luka 22:32; Yuhanna 21:15-17; Resullerin İşleri 15:28) Ancak yanılmazlık karşıtları bu İncil metinlerinin gayet açık bir şekilde farklı bir anlam ihtiva ettiğini ve zorlama da olsa papanın yanılmazlığı için delil olarak kullanılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Örneğin onlar Matta‟da geçen ifadelerden, sadece Petrus‟un Kilisenin kurucu unsuru olarak görülemeyeceğini, diğer havarilerin de Kilise için temel teşkil ettiğini, bağlama ve çözme yetkisinin onlara da verildiğini iddia ederek Kilise babalarının çoğunun bu metinde geçen “kaya” kavramını ondaki “iman” şeklinde yorumladıklarını iddia etmişlerdir. Dahası burada muhatabın Petrus olduğunun kabul edilmesi halinde bile papanın yanılmazlığının çıkarılamayacağını ifade etmişlerdir. Luka‟da geçen ifade de Mesih‟in sadece Petrus‟un zatına bir dua ve şefaatte bulunduğu, bunun bir yetki transferi şeklinde anlaşılamayacağını, burada geçen “iman” ifadesinin de Mesih‟e güven ve sadakat ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir. Yine papanın yanılmazlığı taraftarlarının Yuhanna‟da geçen “kuzularımı güt; koyunlarımı otlat” şeklindeki görevlendirmenin, ancak onun yanılmazlık yetkisine sahip olmasıyla hakkıyla yerine getirilebileceği şeklindeki yorumları da hem konsil piskoposları hem de modern teologlar tarafından reddedilmiştir. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 32-3; benzer ifadeler için bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 92. 206 Yanılmazlık taraftarlarının kullandığı bu metinlerden en önemlisi Matta 16:18-19‟da geçen “… sen Petrus‟sun ve ben Kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek. Göklerin Egemenliği‟nin anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak” ile, Luka 22:32‟deki “Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir” ve Yuhanna 21:15-17‟de geçen İsa‟nın Petrus‟a söylediği “…kuzularımı otlat…koyunlarımı güt” ifadeleridir. 207 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287-8. 66 çıkarsama olduğu anlaşılmaktadır. İlk bölümde de değinildiği gibi Papa Hormisdas‟ın (514-23) formülasyonunda ifadesini bulan ve Roma‟nın safiyetini ifade eden “Roma‟nın hiç hata yapmadığı” anlayışı belli bir zaman sonra Dictatus Papae’de geçtiği şekliyle “Roma‟nın hiç hata yap(a)mayacağı” şeklinde bir anlayışa bürünmüş ve Roma Kilisesi'nin görüşlerinin resmi ortodoks normlar olarak benimsenmesini sağlamıştır. Ancak genellikle net bir telaffuz ve resmi bir anlayış olarak papanın yanılmazlığı XIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısında Fransisken tarikatı kurallarından "yoksulluk" üzerine yapılan bir tartışmaya dayandırılmaktadır. Kendilerini en elzem ihtiyaçlardan bile mahrum bırakarak asketik bir hayatı savunan Fransiskenlerin, önceki papaların bu asketik hayatı meşrulaştıran Fransisken karakterdeki kararların bağlayıcılığını sağlamak ve bu kararlara mer‟iyet kazandırmak için "yanılmazlık" terimini devreye soktukları ifade edilmektedir. Sonraki dönemlerde ise hem Fransisken hem de papa mutlakiyetçiliğini savunan ultramontanist teologlar tarafından çeşitli şekillerde işlenerek gelişmesini tamamlayan papanın yanılmazlığı doktrini 1870 I. Vatikan Konsili ile dogmaya dahil edilmiş, II. Vatikan Konsili ile de son rötuşları yapılarak Katolik iman ilkeleri içerisindeki yerini almıştır. 1. YANILMAZLIK DOKTRĠNĠ HAKKINDA GENEL BĠLGĠ Bütün dinlerde ve o dinin yelpazesini oluşturan mezhep ve tarikatlarda –hatta bazı seküler sosyal ve siyasal sistemlerde- yanılmazlık telakkisi en azından de facto bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanrının sözleri ve onun insanlarla iletişim biçimi olarak Kutsal Metinler,208 ve yine Tanrının insanlarla iletişiminin bir başka şekli olarak addedebileceğimiz ilahi bir inayet ya da klavuzluk olarak bazı dini şahsiyetler yanılmazlık atfedilen konuların başında gelmektedir. Papaya atfedilen bir vasıf olarak kısaca dini konularda temel “hatalardan muafiyet” ve “hatalardan korunmuşluk” şeklinde tanımlanan yanılmazlık doktrini, Hıristiyanlığın ana bünyesini oluşturan ve müntesip bakımından da en büyük mezhebi konumunda bulunan Katolik Kilisesi‟nin bir karakteristiğini oluşturur. Bununla birlikte bu konu diğer Hıristiyan mezhepler tarafından eleştirilen ve yeniden 208 Kutsal Metinlerin yanılmazlığı için bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 261-4. 67 bir araya gelme adına başlatılan ökümenik çalışmaların önünde aşılması en zor engellerden birisi olarak görülmektedir. Bu başlık altında kısaca yanılmazlığın tanım ve kapsamı ve papanın yanılmazlığı ile Kilisenin korunmuşluğu arasındaki ilişkiyi ele alacağız. 1.1. Yanılmazlığın Tanımı ve Kapsamı Ortaçağ Latin kökene sahip olan yanılmazlık (infallibility, Latince infallibilitas) terimi hem dini hem politik bir kavram olarak Kilisede ve siyasal yönetimlerde “otorite” kavramı kadar köklü bir geçmişe sahip olup hatasızlık, kusursuzluk (inerrancy), bozulmazlık, çürümezlik (indefectibility), güvenilirlik (reliability, trustworthiness) ve sıdk (trueness) anlamlarına gelmektedir. 209 Roma Katolik otoriteleri yanılmazlığı kelime olarak “hataya düşmeme, hataya düşmenin imkansızlığı, hem pasif hem aktif çürüme ya da bozulmaya (deception) karşı korunmuşluk” olarak tanımlamaktadırlar. 210 Bu korunmuşluk kişi ve kurumların, yani II. Vatikan‟da tanımlandığı şekliyle piskoposlar kurulunun, daha özelde ise papanın ve Kilisenin hata ve gaflete düşme ihtimaline karşı korunmuşluktur. Teolojik bir tarif olarak ise yanılmazlık, Kilisenin, dini ve ahlaki bir mesele hakkında resmen bir tayin ve tesbitte bulunduğu zaman Kutsal Ruh (Holy Spirit)'un rehberliği ve inayetiyle (charism) temel hatalardan korunmuşluğuna işaret eder. Yani, papanın yanılmazlığının kaynağı papayı hatadan koruyan Kutsal Ruh‟un mucizevi yardımıdır. Bu yardım, Kutsal Ruh‟un en yüksek öğreti otoritesini (magister) yanlış ya da batıl kararlardan koruması ve papaya hakikatin doğru bilgisine ulaşmada ve onu doğru bir şekilde ifade etmede içsel (deruni) ve zahiri bir lütufla rehberlik etmesidir (assistentia positiva). Ancak Katolik teologlar bu ilahi inayetin, vahye muhatap olma, vahyin kaynağı Tanrıyla iletişime geçme ya da Tanrının pozitif bir etkisini ifade eden esinlenme (inspiration)‟den ayrı olduğunu ve sadece bireysel yanılmazlığı garanti etmesinden dolayı olumsuz bir inayet (negative charism; assistentia negativa) olduğuna işaret ederler. Onlara göre yanılmazlık inayeti bireysel öğretiye dini ve ahlaki konularda tam, uygun veya yeterli bir garanti sağlamaz. Üstelik papanın 209 Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 257. Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 297; Norman L. Geisler ve Ralph E. MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals: Agreements and Differences, Baker Books, USA 2004, s. 203. 210 68 yanılmazlığı Kilisenin yanılmazlığının bir boyutudur, onun tam tersi değildir. Bununla alakalı olarak Ludwig Ott, I. Vatikan Konsili kararlarından Pastor Aeternus‟da geçen “papa ex cathedradan inanç ve ahlaka dair bir doktrin tanımlamada bulunurken ilahi kurtarıcının Kiliseye bahşettiği yanılmazlığa sahiptir” ifadesinin Kilisenin yanılmazlığına işaret ettiğini ifade etmiştir.211 Joseph de Maistre ise dini alandaki “yanılmazlık” ile dünyevi alandaki “egemenlik” kavramlarını özdeş iki kavram olarak nitelendirmiştir. Ancak Tierney‟e göre bu karşılaştırma doğru değildir. Çünkü, dünyevi “egemen”in (kral) kararları kendisinden sonra gelen haleflerini bağlamayan, değitirilebilir kararlardır. Oysa papanın yanılmaz addedilen kararları haleflerini de zorunlu olarak bağlayan değiştirilemez kararlardır.212 Roma Katolik Kilisesi‟nin, Roma piskoposuna Petrus kanalıyla Mesih tarafından bahşedildiğini iddia ettiği yanılmazlık sıfatı bizzat İsa tarafından kendisi için hiçbir şekilde kullanılmamıştır. Kendisinin sadece İsrailoğullarına gönderilen bir elçi olduğunu ve Yahudi şeriatının her daim bağlayıcılığını ifade eden213 İsa, bütün peygamberlerin tebliğlerinde olduğu gibi tek değişmez, şaşmaz ve yanılmaz doğrular olarak bildirdiği ilahi mesajları göstermiştir. Ancak İncillerde geçtiği şekliyle kesin bir gerçeklik olarak Tanrısal ya da göksel krallığın çok yakın olduğunu 214 ifade eden İsa bu beyanından dolayı da yanılmıştır.215 IV. yüzyıl başlarında İsa‟nın tabiatı üzerine yapılan kristolojik tartışmalarda ise yanılmazlık bahsi taraflar arasında İsa‟nın Tanrı ya da insan olup olmadığı konusunda bir argüman olarak kullanılmıştır. Örneğin ilk dönem itikadi tartışmalar içerisinde önemli bir yere sahip olan Arianizm tartışmasında İskenderiye Piskoposu Alexander, bir tahkikatta Arius taraftarı birisinin “Oğul‟un yanılabileceğini” itiraf ettiğini belirtmektedir.216 Katolik apolojistlerin ve yanılmazlık taraftarı piskoposların sıklıkla atıfta bulundukları Petrus da hiçbir zaman yanılmazlık iddiasında 211 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287 ve 297-8; McBrien, The Church, s.101-2; Mark E. Powell, Papal Infallibility As Religious Epistemology: Manning, Newman, Dulles, And Küng, Doktora Tezi, Southern Methodist University Dedman College of Humanities and Sciences, USA 2005, s. 40. (Mark Powell‟ın hazırladığı bu doktora tezi 2009 yılında Papal Infallibility: A Protestant Evaluation of an Ecumenical Issue adıyla basılmıştır. Ancak biz çalışmamızda doktora tezini kullandık) 212 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallilibility, s. 1-2. 213 Matta 15:24; Matta 5:17-19. 214 Matta 4:17 215 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 32. 216 Bkz. Geç Antikçağda Hıristiyanlık, s. 57. 69 bulunmadığı gibi, Pavlus ile yaşanan Yahudi şeriatına uyup uymama konusundaki inanç ve ibadet tartışmasında Pavlus‟un görüşleri geçerli olmuştur.217 Katolik Kilise anlayışında (ecclesiology) belirli kayıt ve sınırlılıklarıyla ifadesini bulan yanılmazlık doktrini Yeni Platoncu (Neoplatonic) felsefenin idealizm anlayışıyla da temellendirilmektedir. Buna göre başlangıçta Mesih‟in kurduğu hatadan beri, değişim ve dönüşümden uzak ebedi ideal bir Kilise vardır. Belli bir zamanda kusurlu bir dünyada kurulan Kilise ise bu göksel ideal Kilisenin yeryüzündeki yansımasıdır. Bu yeryüzü Kilisesinin değişim ve dönüşüme maruz kalma ve hataya düşme ihtimali bulunmaktadır. İşte bu Tanrısal Kilisenin bir şubesi olarak Papalık, bu yeryüzü Kilisesi ile Mesihin kurduğu göksel ideal Kilise arasında sahip olduğu sınırlı Tanrısal yanılmazlıkla bir hakem (mediator) görevi görmektedir.218 İlk defa VI. yüzyılda kendini gösteren "Roma hiç kimse tarafından yargılanamaz" biçimindeki resmi ilke daha sonraları "papanın en üst öğreti otoritesine (magisterium) sahip olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Daha sonra XIII. yüzyılda Thomas Aquinas, "hatadan korunmuş" olan evrensel bir Kiliseyi temsil etmesinden dolayı papanın öğretilerinin her daim takip edilmesi gerektiğini ileri sürmüş, 1274 II. Lyon Konsili‟nde papanın en üst otorite olduğu karara bağlanmış ve reformasyonun etkisi altında Robert Bellarmine gibi bazı Karşı Reform teologları arasında yanılmazlık kavramı daha geniş bir yaygınlık kazanmıştır. Ayrıca Yanılmazlık mefhumu XVII ve XVIII. yüzyıllarda ekseriyetle iki Fransız ayrılıkçı hareket olan jansenizm ve gallikanizm'in mahkumiyetinde de başvurulan bir araç olmuş ve en nihayetinde 1350 yıl önce Hormisdas‟ın formülasyonunda ifadesini bulan yanılmazlık anlayışına I. Vatikan‟da başvurulmuştur.219 Sonuçta seçimle işbaşına gelen bir insanoğlunun eylem ve söylemlerinde yanılmazlık gibi bir karizmaya sahip olması için -diğer inanç ve kültürlerde olduğu gibi- onun bizzat kendisinin veya makamının Tanrı ile manevi bir irtibatının bulunması gerekmektedir. Arz ile semayı birleştiren (köprü kuran) papanın 220 217 Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 102. Bkz. Elaine M. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the Middle Ages, (Ed.) Stephen J. Harris and Bryon L. Grigsby, Routledge, New York 2009, s. 41. 219 Bkz. McBrien, The Church, s. 103; Ayrıca bkz. Ullmann, Papacy in the Middle Ages, s. 25; http://www.newadvent.org/cathen/08285a.htm, (05.02.2015). 220 Bkz. Rene Guenon, Doğu Düşüncesi, çev., L. Fevzi Topaloğlu, İz Yay., Ankara 1997, s. 18. 218 70 yanılmazlığı doktrini üç aşamalı bir temele dayanmaktadır. Buna göre Tanrı hata yapmayacağı için onun bir ifadesi veya hükmü de yanılmaz olmalıdır, Tanrı, bu yanılmaz hakikatinin korunması ve öğretilmesi görevini Kiliseye tevdi etmiştir ve son olarak inancın safiyetinin korunması için inanca müteallik kararların en üst otorite tarafından alınması gerekmektedir ki bu otorite de ilerde görüleceği üzere I. Vatikan Konsili‟nin Pastor Aeternus adlı konsil yasası gereği papaya verilmiştir. Papanın inanç konularında Tanrı tarafından görevlendirilen bir rehber ve otorite olduğuna inanmak bir Katolik doktrinidir. Çünkü Katoliklere göre Tanrı tarafından görevlendirilen bir şahsın İncillere aykırı hüküm ihdas etmesine Tanrı asla müsaade etmeyecektir. 221 1.2. Kilisenin KorunmuĢluğu ile Papanın Yanılmazlığı Arasındaki ĠliĢki İlk bölümde de ortaya koymaya çalıştığımız gibi, Papalık, kurumsal ve hiyerarşik bir yapılanma sonrası kendisini öncelik ve üstünlük bakımından diğer piskoposluklardan ayrıştırma yoluna gitmiş, hem Batı‟da hem Doğu‟da inanç ve ibadete müteallik konularda bir temyiz mercii olduğu iddiasını her surette dillendirmiştir. Papalığın ve papaların bu iddialarında başvurdukları kriter ise Roma Piskoposluğunun İsa‟nın yetkilendirdiği Petrus tarafından kurulmuş olmasıydı. Papalığın ve papaların bu doktrini baz alarak devasa güç ve nüfuza ulaşmasında, ilk dönemlerden itibaren hemen her devirde önde gelen kilise babalarının ve teologların ortaya koymuş oldukları söylemlerin etkisi büyüktür. Bu entelektüeller çeşitli eser ve söylemleriyle, tarihsel süreç içerisinde Papalığın diğer pek çok iddiasının teorik temellerini sağladığı gibi, bu iddiaların belki de en tartışmalısı olan papanın inanç ve ahlak konularında yanılmaz yorumlama yetki ve otoritesine sahip olduğu inancının yolunu açıp dogmalaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Papalığın ve papaların dini ve dünyevi alanlarda en üst otorite olmasında böylesi bir teorik ve entelektüel destek dikkat çekmektedir. Thomas Aquinas‟ın, papanın kararlarını onayladığı bir konsilden dolayı öğreti yorumlayabileceğini ve Kutsal Roma Kilisesi‟nin tüm kiliseler üzerinde öncelik ve eğemenlik hakkına sahip olduğunu, ona da bu hakkın Petrus‟tan geldiğini ifade 221 Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 17-8. 71 etmiştir. Aziz Bonaventure (1221-74) da papanın diğer piskoposluklara olan öncelik ve üstünlük yönünü belirtmek için “Sadece Papa Mesih‟in Kiliseye bahşettiği tam ve eksiksiz otoriteye sahiptir… Bu otorite ondan yeryüzüne dağılmış olan daha alt derecedeki diğer bütün kiliselere doğru akar” ifadeleriyle tanımlamıştır. Bu metinlerin gerçek ve düzmece olarak222 bu kadar bollaşması pek çok Katolik tarihçi ve teolog tarafından XII ve XIII. yüzyıllarda Katolik Kilisesi‟nin evrensel olarak sadece öncelik ve üstünlüğünün değil aynı zamanda papanın yanılmazlığının da kabul görmesini sağlama girişimleri olarak değerlendirilmiştir. Ancak Aquinas ve Bonaventure gibi teologların çalışmalarında papanın yanılmazlığı doktrininin bütün öncülleri bulunmasına rağmen açık bir şekilde bu doktrinin varlığına ya da kabülüne yönelik bir sonuç çıkarmanın zor olduğu ifade edilmiştir. Zira Aquinas gibi teologlar, bu yanılmazlık inancının her daim Kiliseye karşı duyulan güven ve itimadın, daha doğrusu Kilisenin yanılmazlığı ve onun bozulmamışlığı inancının ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade etmişlerdir.223 L’Eglise du Verbe İncarné (The Church of the Word Incarnate) adlı eserinde Kiliseyi, Mesih‟in mistik bedeninde bütün inananların birleştikleri bir yapı olarak tanımlayan224 İsviçreli teolog Charles Journet de Papanın yanılmazlığının her daim piskopos ve teologların bir konu üzerinde genel mutabakatını ifade eden “olağan öğreti otoritesi” (ordinary magisterium) olarak anlaşıldığını ifade etmiştir. Journet, papanın yanılmazlığı inancınn ilk dönemlerde inananlar arasında bilinçaltı bir durumda olduğunu, ancak ikinci bin yılın ilk yüzyıllarında bariz ve dikkat çekici bir şekilde kendisini gösterdiğini ifade etmiştir. Journet‟e göre papa, hiçbir şekilde Kiliseden ve piskoposlardan ayrı düşünülemez, ancak o, Kilisenin bir delegesi olarak 222 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 83; Papalık otoritesinin zayıflamaya yüz tuttuğu 845-853 yılları arasında, görünürdeki amacının laiklerin kontrolünden uzak bağımsız piskoposlukların kurulmasını sağlamak olan ancak daha sonra sahte olduğu anlaşılan, Hıristiyanlığın en eski bu konsil dökümanlarının ve papalık fermanlarının ustaca bir karışımından ibaret olan “Sahte Isidor Dekretalleri” (Pseudo Isidorian Decretals), Papalığın alternatifsiz bir güç olarak temerküz etmesinde çok önemli bir işlev görmüştür. Sonraları Mainz‟da Benedictus Levita gibi din adamları tarafından da benzerleri türetilse de Isidor‟un dekretalleri kadar etkili olmamışlardır. Tam da ihtiyaç duyulduğu anda ortaya çıktığından Papalığa “cennetten gönderilen bir hediye” olarak nitelendirilmişlerdir. Bkz. Ullmann, Papacy in the Middle Ages, s. 64-5; Çoban, Geçmişten Günümze Papalık, s. 81; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 160 vd; Hasler da I. Vatikan‟daki piskoposların yanılmazlık temellendirmelerinde bu dekretallerden faydalandıklarını ifade etmektedir. bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 162. 223 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 82 vd; McClory, Power and the Papacy, s. 20-1; Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s. 50. 224 Bkz. Dennis M. Doyle, “Journet, Congar and the Roots of Communion Ecclesiology”, Theological Studies 58 (1997), s. 463. 72 da düşünülemez. Petrus‟un Kilisedeki yeri neyse papanın yeri de odur. Papa bir insan olarak eylemlerinde yanılabilir, ancak o, makamının gereği (pontifical) bir eylemde bulunduğunda bunu Petrus‟un vekili olarak yapmaktadır ki işte burada Kutsal Ruh‟un inayeti devreye girmektedir.225 Brian Tierney, hem papaların kendi ifadelerinin hem Aquinas ve Bonaventure‟ın metinlerinin papanın yanılmazlığına dair herhangi bir kanıt ortaya koymadığını ifade etmiştir. Ona göre kanonistler papayı, yeryüzünde Tanrının kudretini elinde bulunduran ve Tanrı‟nın yaptığı herşeyi yapabilme gücüne sahip bir varlık olarak görerek Kilisenin hatadan münezzeh (impeccability) ya da korunmuş (indefectibility) olduğuna dair sağlam bir itikatla papanın üstünlüğüne dair sınırsız, abartılmış bir methiye düzmüşlerdir. 226 Tierney, XI ve XIII. yüzyıl Kilise hukukçuları (canonist-decretalist) üzerine yaptığı çalışmaya dayanarak Kilise geleneğinde tarihsel belgelere dayalı, zımnen de olsa papanın yanılmazlığına dair bir inanç geliştirmenin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Tierney‟in görüşlerine mesnet yaptığı Gratian ve Huguccio gibi hukukçular günümüze kadar ulaşan mevcut Hıristiyan inanç ve pratiklerine dair kayıtları harmanlamışlardır. Roma Kilisesi ve papaya dair tutulan bu kayıtlarda papanın yanılmazlığına dair genel, olumlu bir öğretinin olmadığı belirtilmiştir. Tierney‟e göre kanonistler, derlemelerini oluşturdukları bu dönemlerde Papa I. Leo‟dan itibaren dillendirilen Papalığın hem dini hem dünyevi güce sahip olduğu anlayışıyla uyumlu olarak papalığın sınırsız mutlak egemenliğinin büyüsü altında kalmışlar ve papanın tanrısal vahyin ikincil kaynağını teşkil etmesi anlamında ona herhangi bir yanılmazlık atfetmemişler ancak sıklıkla başvurdukları Petrus‟u muhatap alan İncil metinlerinden (Petrine texts) hareketle ona Kilisede müstesna bir konum atfetmişlerdir.227 Papanın yanılmazlığı inancının ilk on iki yüzyıl boyunca açık bir şekilde dillendirilmemesinin sebebi olarak da, onun zaten olması gereken bir durum olarak görülmesi ileri sürülür. Ancak karşıt bir görüş olarak da Tierney, kanonistlerin defalarca kişisel olarak papanın yanılabileceğine, ilahi bir kuruluş olarak Kilisenin 225 Bkz. Charles Cardinal Journet, The Church of the Word Incarnate, http://www.ewtn.com/library/THEOLOGY/chwordin3.htm#0, (29.01.2015). 226 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 17-8; Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought, s.15-6; McClory, Power and the Papacy, s. 21. 227 Bkz. Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought, s. 14; McClory, Power and the Papacy, s. 21-2. 73 ise yanılmaz olduğuna dair atıflarda bulunulduğuna dikkat çekmektedir. Ancak kanonistler, Luka İncili‟nde geçen İsa‟nın Petrus‟un sebatkarlığı için yapmış olduğu duayı 228 onun hatadan korunmuşluğuna temel olarak almışlardır. Zira Petrus‟un, İsa‟nın çarmıha gerilmesi öncesi onu inkar etmesiyle İsa‟ya olan bağlılığı ve inancı akamete uğramıştır. Ayrıca yine İsa‟nın dirilişinden kısa bir zaman sonra gentileden Mesih‟e inananların Tevrat‟ın hükümlerinden hepsiyle sorumlu tutulmaları gerektiği şeklindeki yargısı da tutmamış ve onun bu tutumu Pavlus tarafından eleştirilmiştir.229 Bu Ortaçağ kanonistleri Kilisede çok erken devirlerden kendi dönemlerine kadar olan dönemde “yanılmazlığın” varlığına dair bir inancın var olduğunu, ancak bunun, Kilisenin her daim kutsal, Tanrısal ve Mesih‟in hakiki mesajına bağlı kalacağına dair bir inanç olduğunu belirtmişlerdir. Tierney, kanonistlerin yanılmazlığı, günümüzdeki şekliyle modern anlamda değil de, daha ziyade Kilisenin bozulmamışlığı (indefectibility) şeklinde düşündüklerini ileri sürmüştür. Mesih‟in Matta 16:18‟de geçen Petrus‟a yapmış olduğu taahhüt ise bariz bir şekilde Kilisenin ilel ebed hüküm sürmesi ve ortodoks itikadın her daim muhafaza altında olması, en azından büyük çoğunluk yoldan çıksa bile hakiki apostolik itikada sahip küçük bir kitlenin varlığını koruyacağı anlamında ele alınmıştır. 230 Zira Gratian‟ın derlemelerinde göze çarpan hususun, papanın zaman zaman hata yapmasının Roma Kilisesi‟nin de hata yaptığı anlamına gelmeyeceğidir. Çünkü Roma Kilisesi, sadece papadan müteşekkil olmayıp bütün inananların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir yapıdır. “Her nerede imanlı Hıristiyanlar varsa orası Roma Kilisesidir” ifadesi kanonistlerin genel görüşünü ortaya koymaktadır.231 Tierney‟e göre Ortaçağ kanonistleri papaların yanılabileceğini, ancak evrensel Kilisenin imanının asla hataya düşmeyeceğini net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bu kanonistlere göre papalar, daha önceki papaların onayladığı ökümenik bir konsilin kararlarına ve Kutsal Kitaba dayanan öğretilere ya da seleflerinin inanca müteallik kararlarına uymakla yükümlüdürler. Ancak sonraki dönemlerde formüle edilen yanılmazlık kavramının önceki papaların kararlarının katı 228 “Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.”(Luka 22:32) 229 Bkz. Galatyalılara II, 1-10; Resullerin işleri 15;1-29; Tierney, Origins of Papal Infallibility, 35-6; Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought, s. 46. 230 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, 35. 231 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 37; McClory, Power and the Papacy, s. 22; Curtis, “Infallibility”, s. 264 vd. 74 bir değiştirilemezlik (ex sese) durumunu ifade etmez. Buna göre bir papa yanılabilir ve bir sonraki papa tarafından düzeltilmeye muhtaçtır. Daha önce verilen hatalı bir doktrin bir sonraki papa tarafından geliştirilemez. Kısaca Ortaçağ kanonistlerinin yanılmazlık anlayışıyla I. Vatikan Konsilinde ortaya konulan yanılmazlık anlayışı arasında büyük fark vardır. Modern dönemlerde formüle edilen bu doktrine benzer bir düşünce Ortaçağ kononistlerince savunulmamıştır. Onlara göre bir ökümenik konsil her zaman papanın üstünde bir otoriteye sahiptir.232 2. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠNĠN DOĞUġU Önde gelen tarihçi ve teologlar tarafından iddia edildiği şekliyle, Kilise geleneğinde yaklaşık on iki yüzyıl boyunca belli belirsiz yer edinen papanın yanılmaz yorumlama ve tanımlama hak ve yetkisine sahip olduğu anlayışı net bir şekilde XIII. yüzyılın son çeyreğinde dile getirilmiştir. Ancak bu açık beyan Hıristiyan toplumun genelinin görüşünü yansıtmadığı gibi papanın liderliğini yaptığı Katolik Kilisenin de genel görüşü olmamıştır. Yanılmaz papalar tanımlaması bir Hıristiyan tarikatının; Fransisken tarikatının ileri gelenlerinin tarikat taassubu içerisindeki reflekslerinin sonucu olarak gösterilmektedir. Her ne kadar modernizmin eşiğinde Kilisenin karşı karşıya kaldığı çeşitli meydan okumalar neticesinde aksiyoner bir tutum olarak takındığı yanılmazlık doktriniyle farklılık arz etse de papanın yanılmazlığı doktrininin ilk defa canlı kanlı bir şekilde kendisini hissettirdiği bu dönem tartışmalarını ele almak yerinde olacaktır. 2.1. Peter Olivi ve Papanın Yanılmazlığı Genel olarak modern zamanlardaki anlayışa yakın bir yanılmazlık anlayışının XIII. yüzyılın son çeyreğinde birden bire ortaya çıktığı ve asıl gelişmesini de yine bu dönemde tamamladığı ileri sürülür. Bu anlayışın ilk olarak kimden çıktığı konusunda 232 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 38-9 ve 57. 75 ise koyu bir Fransisken tarikatı müntesibi ve hocası; İtalyan teolog Peter (Pietro) Olivi (1248/9-98) gösterilmektedir.233 1229 yılında karizmatik lider Assisili Francis‟in 234 ölümünden sonra takipçileri arasında Manastırcılar (conventuals) ve Ruhaniler (Spirituals) olmak üzere bir bölünme gerçekleşmiştir. Kişisel ya da müşterek her türlü dünya nimetinden feragat ederek katı bir sadeliği ön plana çıkaran Ruhanilerin lideri olan Peter Olivi de bu sadelik hususunda kararlı bir tutuma sahip olup mistik, mütefekkir vizyoner bir figür olan Fioralı Joachim‟den etkilenmiştir. XII. yüzyılda yaşayan ve o dönemde büyük bir taraftar kitlesine sahip olan Joachim, insanlık tarihini Eski ve Yeni Ahit‟e karşılık gelen iki devreye, bu iki devreyi de her biri Vahiy Kitabı‟ndaki yedi melekten biriyle ilişkili olarak yedi aşamaya ayrılmıştır. Joachim‟e göre bu melekler içerisinde ikince devrenin altıncı meleği kutsal yazıların üstündeki sır perdesini 235 aralayarak o güne kadar derinlerde bir yerlerde gizli kalmış “ruhani anlamı” açığa çıkaracaktır. Olivi‟ye göre bu altıncı melek Aziz Francis olup onun öğretilerinden olan sadelik ve yoksulluk, altıncı mührün altında gizli kalmış mesajı oluşturmaktaydı. Yedinci mührün açılması ise dünyanın sonu anlamına geliyordu. Tierney‟e göre Olivi, bütün on ikinci yüzyılı altıncı aşamanın güçleri, aynı zamanda Hakiki Kilise ile dünyevi Kilise arasında geçen bir mücadele olarak da görmüş ve Aziz Francis tarafından da bildirilen bu kehanete kozmik, apokaliptik bir önem atfetmiştir.236 1279 Ağustos ayında Papa III. Nicholas, Exiit qui seminat237 adlı bir bulla ile Fransisken değerlerinin bütün dünyayı kuşatması gerektiğini, bu yolun Mesih‟in şahsen hem söz hem davranışlarıyla şakirtlerine öğrettiği mükemmel yol olduğunu belirtmiştir.238 Olivi‟ye göre bu Papalık bildirisi dünyanın son aşaması ve Mesih‟in ikinci gelişi için elverişli bir ortam hazırlamıştır. Ancak Joachim, Mesih‟in gelişi 233 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 93; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36. Assisili Francis‟in hayatı ve mistik düşünceleri için bkz. Cengiz Batuk, Assisili Francis ve Hıristiyan Mistisizmi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2002. 235 “Tahtta oturanın sağ elinde iki yanı da yazılı, yedi mühürle mühürlenmiş bir tomar gördüm. Yüksek sesle, „Tomarı açmaya, mühürlerini çözmeye kim layıktır?‟ diye seslenen güçlü bir melek de gördüm. Ama ne gökte, ne yeryüzünde, ne de yer altında tomarı açıp içine bakabilecek kimse yoktu. Acı acı ağlamaya başladım. Çünkü tomarı açıp içine bakmaya layık kimse bulunamadı.” (Vahiy 5:1-2) 236 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 61-2 ve 77; McClory, Power and the Papacy, s. 24. 237 Exiit qui seminat‟ın tam metni için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Nichol03/exiit-e.htm, (30.05.2014). 238 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 70, 97 vd; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36. 234 76 öncesinde bir deccalin (antichrist), bir “sahte papa”nın (pseudo-pope) ortaya çıkacağını haber vermişti ki bu sahte papa Mesih‟in gerçek öğretilerine ve Aziz Francis‟in evanjelik prensiplerine fesat karıştıracaktı. Olivi için Joachim‟in kehanetlerinde belirttiği bu felaketlere düçar olunmaması için, inanca müteallik konularda doktrinel tanımlamalarda bulunan ve onu uygulamaya koyan sahih itikada sahip ortodoks papaların doğru kararları hayati öneme sahipti. Bu kararlar sadece içinde bulunulan zaman zarfı için değil, tüm zamanlar için değişmez, değişemez, kat‟i ve otoriter hükümler olarak kabul edilmelidir. Kehanetlerde geleceği haber verilen bu sahte papanın Fransiskenizme bağlı papaların tasdik ettiği esasları ifsat etmesine müsaade edilmemelidir.239 Exiit‟in neşrinden bir yıl sonra Olivi, Kilisenin öğreti otoritesi (magisterium) üzerine bazı argümanlar ileri sürerek papanın inanç ve ahlak konularında kesin ve kat‟i bir hüküm verdiği zaman, Kilisenin başı ve İsa‟nın vekili olması hasebiyle yanılmazlık garantisine sahip olduğunu detaylı bir şekilde işlemiştir. Olivi‟nin bu görüşleri daha önce başkaları tarafından kesinlikle dile getirilmemiş bir konuya, papanın önceliği ya da üstünlüğü konusundan ziyade, papanın yanılmazlığı konusuna değiniyordu. Dolayısıyla Peter Olivi, De perfections evangelica a quaestio adlı eserinde papanın inanç ve ahlak konularında hata yapmayacağını, yani papanın yanılmazlığı doktrinini ilk ortaya atan Ortaçağ düşünürü olarak görülmüştür. Olivi‟ye göre öncelikle (apriori) gerekli olan şey Kilisenin hata yapmayacağını (inerrancy), ikinci olarak da özellikle papalığın ve papanın hata yapmayacağını kabul etmektir. Olivi, geçmiş dönemlerde papaların bazı hatalar yaptığının farkındadır, bundan dolayı o ustaca yapılmış bazı istisnalar şart koşmuştur ki bunlardan bazıları altı yüzyıl sonra toplanan I. Vatikan Konsili‟ndeki polemiklerde yer almıştır.240 Diğer yandan Olivi‟nin bir yanılmazlık teolojisi geliştirme gerekçesi, 1870 yılında I. Vatikan Konsili‟ndeki piskoposların maksatlarıyla tam bir zıtlık teşkil etmektedir. Olivi, papanın güç ve egemenliğini sınırlamak istemiştir. Zira Olivi papanın aşırı bir destekçisi değildir. O papanın dini alandaki üstünlüğünü kabul etse 239 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 172-3; McClory, Power and the Papacy, s. 24-5; Ayrıca bkz. Wolfgang Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, International Journal fort he Study of the Christian Church, 3:1, s. 52. 240 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 93 vd; Ayrıca bkz. Brian Tierney, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy: On A Recent Interpretation Of Olivi's Ecclesiology”, Theological Studies 46, 1985, s. 315 ve 320; McClory, Power and the Papacy, s. 25; Richard R. Gaillardetz, Teaching With Authority: A Theology of the Magisterium in the Church, Liturgical Press, USA 1997, s. 207. 77 de dünyevi alandaki üstünlüğünü reddetmiştir. Oysa I. Vatikan Konsili papanın yetkilerini genişletmek istemiştir. Olivi, şöyle bir mantık yürütmüştür: eğer önceki papalara ait herhangi bir resmi öğreti dogma olarak kabul edilirse, o zaman gelecek bütün papalar bu hüküm üzerinde görüş beyan etmekten imtina edecekler; seleflerinin aksini iddia edemeyeceklerdir. Bu bağlamda Exiit doktrininin bundan böyle hiçbir papa ya da sahte papa tarafından değiştirilemeyerek sabit ve nihai bir karakter kazanması Olivi için temel amaç olmuştur.241 Olivi‟ye göre gerçek bir papa, öğreti otoritesine binaen (magisterial) yaptığı inanç ikrarında hata yapmaz. Ancak daha önceden tanımlanan doktrinleri reddeden ve heretik olarak kendisini gösteren papa sadece ismen ve görünüş olarak bir papadır. Olivi, Papalık makamında oturan herhangi birisinin Exiit‟in hakikatlerine karşı çıkabileceğini, bu durumda inananların sadece bir isim ve görüntüden ibaret olan bu sahte papanın farkına vararak onu görevden azletmesi gerektiğini ileri sürerek apokaliptik bir musibeti engellemiş olmanın memnuniyeti içerisinde 1298 yılında ölmüştür 242 2.2. Papa XXII. John ve Fransisken Öğretilerin Kınanması Papa III. Nicholas‟nın Fransisken öğretilerin Mesih‟in yolu olduğuna dair Exiit bullasıyla Fransiskenler için olumlu geçen yaklaşık kırk yıldan sonra yeni Papa XXII. John (1316-34) “yoksulluk ve dünya nimetlerinin kullanımında sadelik” konusunu tartışmaya açmıştır. Ruhani Fransiskenler bu tartışmaların yersiz olduğunu ve seleflerinden IV. Nicholas‟nın da Exiit‟in hükümlerinin devamından yana karar verdiğini ve kendisinin de başka seçeneğinin olmadığı yolunda onu uyarsalar da XXII. John 1324 tarihinde açıkça papanın her istediğini yapabileceği, seleflerinin koymuş olduğu kanunların onları bağladığını ve bu kanunların kendisinin aleyhine kullanılamayacağını belirten Quia quorundam adlı bir bulla ile cevap vermiştir.243 241 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 121 ve 130; McClory, Power and the Papacy, s.26. Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 126; Tierney, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy” , s.322; McClory, Power and the Papacy, s. 26. 243 Tam metin için bkz. http://www.franciscan-archive.org/bullarium/qquor-e.html, (25.04.2014); XXII. John‟un bu bildirisi Par in parem non habet imperium; eşit düzeydeki şahıslar birbirleri üzerinde herhangi bir otoriteye sahip olmamaz şeklinde hukuk kaidesi olarak yerleşmiştir. Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 53, 127 ve 171; Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s. 53. 242 78 Bu doğrultuda Papa John, Quum inter nonnullos adlı dogmatik bildiriyle İsa‟nın ve havarilerinin hiç bir mülkiyet hakkını tanımadığı şeklindeki bir iddiayı gereksiz kısıtlamalar olarak görüp heretik addetmiş, Exiit‟in temel görüşlerini reddederek Olivi‟nin papanın yanılmazlığı görüşlerini de “şeytan işi” olarak nitelendirmiştir. Tabi bütün bu yaşananlar eski Ruhanilere daha önceden Joachim‟in öngördüğü ve Olivi‟nin de başlarına gelmesinden korktuğu felaketleri hatırlatmıştır. Bunun üzerine Fransiskenler XXII. John‟u sahte papa, deccal (antichrist) ve Petrus‟un tahtına layık olmayan birisi olduğu iddiasıyla onu yerinden etme teşebbüsünde bulundularsa da başarılı olmamışlar,244 Olivi ve diğer Fransiskenlerle birlikte Papa III. Nicholas ve XXII. John‟un da içerisinde bulunduğu bu tartışma gündemden düşerek tarihteki yerini almıştır. Kilise tarihçisi Owen Chadwick ise yanılmazlık teriminin Papalığın başlangıçtan itibaren ileri sürdüğü üstünlük, öncelik ve hatadan korunmuşluk gibi geleneksel iddialarını tanımlamak için ilk defa XVI. yüzyıl sonlarında İspanyol bir akademisyen tarafından kullanıldığı yönündedir.245 Yine Ulrich Horst gibi Tierney‟in ileri sürdüğü görüşe katılmayan teologlar bulunmakla birlikte 246 yanılmazlığın kökeniyle alakalı olarak verilen atıfların çoğu dönem olarak XIV. yüzyıldaki bu tartışmaları ve Peter Olivi‟yi göstermektedir. Yani Olivi, Fransisken yolunun koyu bir müntesibi olarak, III. Nicholas‟nın Exiit bullasıyla resmiyet kazandırıp yücelttiği yoksulluk ve sadelik üzere bir hayatı telkin eden Fransisken ilkelerin selameti gereği “papanın inanç ve ahlak konularında yanılmaz” olduğu fikrini ortaya koyan ilk Ortaçağ teoloğudur. Bütün bu ortaya konulanlardan hareketle Peter Olivi‟nin ileri sürdüğü papanın yanılmazlığı anlayışının, papayı üstün vasıflarla tanımlayıp merkeze alan mutlakiyetçi ya da ultramontanist bir anlayıştan ziyade, koyu bir Fransisken müntesibi olarak Olivi‟nin tarikat taassubundan ileri geldiğini söyleyebiliriz. 244 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 73 ve 114; Tierney “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy”, s.328; McClory, Power and the Papacy, s.27; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36-7; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca bkz. John T. Ford, “Current Theology, Infallibility: A Review of Recent Studies”, Theological Studies, vol. 40, no.2 (Jun. 1979), ss. 282-9; Powell, Papal Infallibility, 39-40. 245 Bkz. Owen Chadwick, The Popes And European Revolution, Clarendon Press, Oxford 2003, s. 284. 246 Bkz. Tierney, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy”, ss. 315-28. 79 3. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠNĠN GELĠġMESĠ Petrus Olivi‟den önce zihinlerde belli belirsiz yer eden ve ilk defa Olivi tarafından açıkça ortaya konulan “papanın yanılmazlığı” anlayşı, tarihsel süreç içerisinde çeşitli teologlar tarafından çeşitli şekilerde işlenerek gündemdeki yerini korumuştur. Ockhamlı William, Guido Terreni, Thomas Cajetan, Bellarmine, de Maistre gibi teologlar papanın yanılmazlığına dair görüş ve eserler ortaya koyarak, I. Vatikan Konsili‟nde bir araya gelen piskoposların bu doktrini Katolik bir inanç ilkesi olarak kabul edilip dogmaya dahil etmelerinde önemli rol oynamışlardır. Yanılmazlık anlayışının tekrar gündeme gelmesinde etkin rol oynayan kişi yine bir Fransisken Ockhamlı William‟dır. Genç yaşlarında tarikata intisap eden ve Oxford Üniversitesinde teoloji dersleri veren William, gerek Fransisken görüşlerinden gerek Roscelinus‟un nominalizm (adcılık) öğretisini benimseyip o yönde fikirler serdetmesinden dolayı Papalığın tepkisini çekmiştir. Çünkü Fransiskenler İsa ve havarilerinin mal mülk edinmediklerini, sade bir hayat sürdüklerini ileri sürerek Kilisenin mal mülk edinmesine karşı çıkıyorlardı. Öte yandan nominalizm Kilisenin benimsediği realizm akımının “tümel gerçektir” savına karşı, genel kavramların; tümellerin hiçbir somut gerçekliklerinin bulunmadığını; bunların insanların düşünce biçimlerine rapteddikleri birer “ad”dan (nomen) ibaret olduklarını savunuyordu. “Nesneler zorunlu olmadıkça çoğaltılmamalıdır” deyişiyle “Ockham‟ın usturası” (Ockham‟s razor)247 olarak bilinen görüşünü ortaya koyan ve insanın yalnızca duyularıyla algıladığı tikel varlıkları anlayabildiğini kabul eden William, başta Tanrı olmak üzere bütün doğaüstü varlıkların akli ilkelere göre açıklanamayacağını, bunların inanç konusu olduğunu savunmuştur. Böylece bilgi ile imanı, felsefe ile teolojiyi birbirinden ayırmış ve bir “ad”dan ibaret olan Kilisenin iman üzerinde tahakkümde bulunamayacağı gibi dünyevi alana da müdahil olamayacağını ifade etmiştir. Bu görüşlerinden ötürü Papa XXII. John tarafından hakkında soruşturma açılarak Avignon‟a çağrılan William, bu dönemde papa ile çatışma içerisinde olmasından dolayı konumunu güçlendirmek için Fransiskenleri kollayan İmparator IV. Ludwig‟e sığınmak üzere Avignon‟dan İtalya‟ya kaçmıştır. 247 Ockham‟ın usturası için bkz. Spade, The Cambridge Companion To Ockham, s. 101-2. 80 William‟ın IV. Ludwig‟e “sen beni kılıçla koru, ben de seni kalemimle koruyacağım” dediği rivayet edilir.248 William XIV. yüzyılın ilk yıllarında yukarıda bahsettiğimiz sadeleştirme (ustura) yöntemiyle yanılmazlık doktrininden Olivi ve Joachim‟in bütün uçuk yorumlarını traşlamıştır. Papanın yanılmazlığı doktrininin ilk savunucularından olan William, papanın söz ve eylemlerinde yanılmaz olduğu fikrine destek vermiş, Kutsal Metinlerin yanı sıra papaların yanılmazlıklarını icra ettiği materyalleri içeren geleneğin de vahyin sahih kaynakları olduğunu iddia eden ilk kişi olmuştur. William‟ın bu iddiası daha sonra Katolik bir doktrin olarak “iki kaynak teorisi” şeklinde sadece Kutsal Kitap sloganıyla ortaya çıkan Wyclif ve Luther‟e karşı bir argüman olarak kullanılacaktır. William, kendisinin de bağlı olduğu Fransisken görüşlerin resmen kabul gördüğü Exiit bullasıyla aşırı derecede papanın yanılmazlığının destekçisi olup papaların bu tasarruflarının doğruluğunun halefleri tarafından sorgulanamayacağını ve bunlara aykırı görüş beyan edilemeyeceğini ileri sürerken, XXII. John‟un papalığı döneminde Exiit hükümlerinin ilga edilmesiyle bu iddiasından vazgeçmiş ve papayı heretik addetmiştir. Tierney‟e göre bu yönüyle Olivi gibi William da kendi içerisinde bir tutarsızlık yaşamaktadır. Zira Papalık makamında gerçek bir papanın var olduğuna inanılırsa o papa yanılmazdır, ancak Papalık makamını işgal eden kişinin itikadi ve ahlaki konularda vermiş olduğu resmi bir beyanda hata yaptığına inanılırsa, o zaman bir teolog için oradaki mevcut şahsı sahte papa olarak suçlamaktan başka seçenek yoktur.249 Papanın yanılmazlığı doktrinine önemli bir rötuş da William‟ın çağdaşı İtalyan piskopos Guido Terreni‟den gelmiştir. Kilise Hukukunda uzmanlaşan Terreni, Roma Hukuku, İnciller, Kilise babalarının yazıları ve çeşitli dönemlerdeki Papalık bildirilerinden oluşan ve Kilise Hukukunun önemli koleksiyonlarından kabul edilen Gratian‟ın dekretallerini yorumlamıştır. Quaestio adlı çalışmasında papanın yanılmazlığını hem İncil‟e hem Gratian‟ın dekretallerine uyumlu hale getirmeye çalışan Terreni, papanın yanılmazlığı doktrininin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Terreni, papanın yanılmazlığına dair sadece istisnai ya da münferit 248 Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.276; John Kilcullen, “Ockham and Infallibility”, The Journal of Religious History, 16 (1991), ss. 387-409. 249 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 209 ve 269-70; Ayrıca bkz. Spade, The Cambridge Companion To Ockham, s. 311, William‟ın heresi ve heretikler ile ilgili görüşleri için bkz. Spade, a.g.e., 309-310. 81 argümanlar ileri sürmemiş, bizzat bu doktrinle hem teolojik hem kanonik olarak nasıl dönemin papalarının otoritesinin artırılabileceğinin ve bunun savunulabileceğinin yolunu ortaya koymuştur. Terreni, yanılmazlık doktrinini Fransisken muhalefetinden de kurtarmıştır. Ockham‟lı William ve Ovili‟den farklı olarak papanın otoritesini dizginlemekten yana olmamış bilakis onu daha da genişletmiştir. Terreni, açık bir şekilde inanç konularında nihai bir saptamada bulunmanın papanın hakkı olduğunu ve onun bu işte hata yapmayacağını, Kutsal Ruh‟un papayı hataya düşmekten koruyacağını ifade etmiştir. Terreni, papanın yanılmazlığı doktrinini desteklemek için Luka 11:52‟de geçen Fransisken teorisi “bilginin anahtarı” (key of knowledge) teorisini kullanmıştır. Terreni, aynı zamanda, bazı hile ve desiseyle sahte bir papanın Petrus‟un makamına yükselebileceği fikrini de terk etmiştir. Terreni‟ye göre heretik birisi papalık makamını işgal edebilir, ancak oradan heretik bir doktrin vaz edilemez, heretik bir papalık öğretisi neşredilemez. 250 Terreni aynı zamanda I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen “papanın inanç ve ahlaka müteallik konularda bizzat Kilisenin başı olarak doktrinel tanımlamalarda bulunduğu zaman yanılmazık yetkisine sahip olduğu” anlayışına benzer şekilde, papanın resmi doktrin tanımlamalarında yanılmaz olduğunu ancak her ne kadar önemli olsa da şahsi görüş ve düşüncelerinde yanılmazlık kapsamı dışında olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Guido, modern dönemlerde ortaya konulan bir ayrım olarak papanın, yanılmazlık payı bulunan olağan ve (yanılmaz olan) olağan üstü öğreti otoritesi ayrımına dair bir görüş belirtmemiştir.251 XIV. yüzyıl piskoposu Terreni‟nin, Katolik doktrin ve Kutsal yazılarla ilişkili olarak papanın yanılmazlığı doktrini hakkındaki görüşlerinin çok ince bir ayrıntıyla I. Vatikan Konsili‟nde ortaya konulan doktrinle tam bir uyum içerisinde olduğu ifade edilmiştir. 252 XVI. yüzyılda Dominiken teolog ve filozof Thomas Cajetan (ö.1534) ise papanın yanılmazlığına dair yeni bir fikir ortaya atmıştır. Ona göre en başta apriori olarak yanılmazlık vasfını haiz olan Kilisedir, ancak Kilisenin bu yanılmazlığı müessir sebep değildir. Yani Kilisenin haiz olduğu bu vasfı kendisini çekip çeviren, yöneten lidere transferi söz konusudur ki bu sebepten papa her halükarda yanılmazdır. 250 Bkz. Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208. Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 268. 252 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s.238-40; Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s. 50; Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208; Terreni‟nin papanın yanılmazlığı görüşleri için bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, ss. 238-59. 251 82 Protestan Reformunun öncüsü Martin Luther ile de bir araya gelerek teolojik tartışmalar yapan Cajetan‟a göre, Petrus‟a bahşedilen yanılmazlık ondan haleflerine intikal etmiştir.253 XIII ve XIV. yüzyılın siyasi ve kültürel şartları sonraki dönemlerde de stabil bir şekilde kalsaydı Papalık nüfuzu süresiz olarak devam edebilir, papanın yanılmazlığı doktrini de gözlerden uzakta ve bilimsel bir tartışma konusu olarak iyiden iyiye yer edinebilirdi. Ancak şartlar değişmiş, Papalık da zamanın gelişmelerine adapte olmakta başarısız olunca bu durum onun mutlak gücünde bir düşüş meydana getirmiştir. Bu dönemde bilimsel gelişmelerle birlikte yeni bir siyasal güç olan milliyetçilik de yükselişe geçmiştir ki bu yeni akım bölgesel ya da ulusal her devletin bağımsızlık hakkının olduğu şeklinde devrimci fikirleriyle birleşik bir Hıristiyan toplumu idealini sarsmaya başlamıştır. Aynı meydan okuma manevi alanda da kendini göstermiş ve tepeden tırnağa geleneksel kilise teşkilatına karşı bir mücadeleye girişilmiştir. Katolik Kilisesi XVI. yüzyılda yüzleştiği ve kendisini zor durumda bırakan Protestan reformu karşısında kayıplarını telafi etmek ve Kilise otoritesini tekrar sabit bir temel üzere takviye etmek amacıyla Karşı Reform karakterli konsilllerin ilki olan Trent Konsili‟ni (1545-1563) toplamıştır. Bu konsilde özellikle İtalyan ve Cizvit teologlar başta olmak üzere piskoposların çoğu Protestanların Kilise ve papanın otoritesini tanımamalarından dolayı papanın yanılmazlığı doktrinini belirlemek için elverişli bir durumun olduğunu ifade etmişler, ancak Fransa, Almanya ve İskandinav şehirlerinden gelen piskoposlar bu hareketin Protestanlar için sebepsiz bir tokat anlamı taşıyacağı gerekçesiyle itiraz etmişlerdir.254 Diğer taraftan Constance Konsili (1414)‟nde kabul edilen konsilyarizmin etkileri de hala varlığını korumaktaydı. Ulusal kiliseler özellikle de Fransız piskoposlar papa ve Roma merkeziyetçiliğine karşıydı. Bu sebepten her ne kadar yanılmazlık doktrinine yönelik bir karar alınmasa da Trent Konsili papanın gücünü XIII. yüzyıldan beri hiç ulaşmadığı bir seviyeye yükselterek korumuştur. 255 253 Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.51. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 38. 255 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 38-9; Trent Konsili için bkz. Marvin R. O‟Connell, “Trent, Council of”, ER, vol. 15, ss. 33-38; Tanner, The Church in Council, s.25 ve 31-34. 254 83 1586 yılında ise Kardinal Robert Bellarmine Controversies Against the Heretics of Our Times adlı eserinde papanın üstünlüğünü ve ilk defa açık bir şekilde papanın yanılmazlığının delillerini ortaya koymuştur. Kilise idaresinin demokrasi ve aristokrasi değil, monarşi olduğunu vurgulayan Bellarmine‟e göre Roma Piskoposu sadece papalık makamına gelen birisi değil, aynı zamanda Petrus‟un öncelik ve yetkilerinin de varisidir ki bu veraset Kilise hukukundan kaynaklanan bir durum değil, ilahi bir hükümdür. Ayrıca Bellarmine, Papa‟nın itikadi ve ahlaki konulardaki ihtilafları çözmede en yüksek yargıç olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre papa tüm Kiliseye, inanca ilişkin bir öğreti vaz‟ ettiğinde, kurtuluş için gerekli olan hükümlerde ve tüm Kilise için belirlenmiş ahlaki öğretilerde asla hata yapmaz. Bu görüşüyle Bellarmine, papanın yanılmazlığını inanç ve ahlaki meselelerle kayıt altına almıştır. Ayrıca Bellarmine de Terreni gibi Olivi‟nin görüşlerinin aksine papalık makamına heretik birisinin gelebileceğini ancak heretik bir doktrinin va‟z edilemeyeceğini ifade etmiştir.256 Bellarmine ile aynı dönemde yaşayan Suarez de, daha önce Terreni tarafından ortaya atılan papanın sahip olduğu bilginin anahtarına ek olarak gücün anahtarı (key of power) ifadesini kullanmıştır. Buna göre papa sahip olduğu bilginin anahtarını itikadi konularda yanılmaz tanımlamalar tespit ederken kullanırken gücün anahtarını ise Kiliseyi idari olarak yönetirken kullanır.257 Bellarmine‟in fikirleriyle ilk defa akademik çevrelerde ve eğitimli insanlar arasında tartışma konusu haline gelen yanılmazlık fikri XVII. yüzyıl Kilise camiasını da belli ölçüde etkilemiştir. Avrupa tam bu esnada, inançtan ziyade aklın ön plana çıkarıldığı, her türlü otorite ve geleneğe karşı özgürlük ve yeniliğin vurgulandığı ve Immanuel Kant‟ın “kişinin çocukluktan kurtulması” olarak niteledirdiği Aydınlanma (Enlightenment; Aufklärung) denilen bir çağa girmişti. 258 Aydınlanma çağında Galileo, Newton, Descartes ve Diderot gibi büyük düşünürler, her daim Kilisenin tekelinde olan bilim, felsefe, sanat ve müzik alanlarındaki bütün o eski kesin belirleme (veya tanımlamalara) karşı büyük bir maydan okumaya girişecekti. İncil esaslı bir eleştiri ve yorumlamaya maruz bırakılacak ve Voltaire gibi rasyonalistlerce 256 Bkz. Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208-9; ayrıca bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 271. 257 Bkz. Tierney, a.g.e., s. 271. 258 Bkz. Jacqueline Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2011, s.199; Aydınlanma düşüncesi için ayrıca bkz. Kasım Küçükalp-Ahmet Cevizci, Batı Düşüncesi: Felsefi Temeller, İsam Yayınları, Ankara 2009, ss. 134-140. 84 Kilise kurumu alay konusu haline getirilecekti. İşte böylesi bütün o eski yerleşik tanımlamaların ve Kilise kurumunun daha önceden hiç karşılaşmadığı amansız saldırılara maruz kaldığı bir dönemde, inananlar nazarında ilahi otoritesiyle hiçbir şek ve şüpheye mahal bırakmaksızın konuştuğu bilinen, çok özel birinin hakikat vazettiği telakkisi muktedir bir temyiz makamı olarak addedilmiştir.259 Bellarmine‟den sonra papanın yanılmazlığı doktrini belli belirsiz bir şekilde Kilisenin korunmuşluğu ya da hataya düşmeme anlayışıyla ilişkili bir şekilde gündemde kalmıştır. I. Vatikan Konsili‟nin öncesinde yanılmazlık doktrinine bir diğer katkıyı da papanın ve papalığın mutlakiyet ve merkeziyetçiliğini savunan Count Joseph de Maistre 1817 yılında kaleme aldığı Du Pape adlı çalışmasıyla yapmıştır. 4. PAPALIK KARġITI VE TARAFTARI AKIMLAR: GALLĠKANĠZM VE ULTRAMONTANĠZM Ortaçağda Kilise teşkilatı ekseninde örgütlenen Hıristiyanlığın gerek Kiliseyi gerek devleti aşan teşkilatlar üstü bir hukuk ortaya koyamamış olması, hukuk ihtiyacını karşılamaya çalışan Kilise ve çeşitli gruplar ile devlet arasındaki ayrılığın çatışmalarla sürmesine sebep olmuştur. Katolik Kilisesi‟nin Ortaçağda had safhaya ulaşan mutlak otorite iddiaları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunlar, Hıristiyan teologların bir yanda laiklik ile Teonomi260 ve Kilisenin veya papanın masumiyeti ve mutlak iktidarı tezini işleyen Ultramontanizm ile Erastianizm 261 ve Gallikanizm arasında çeşitlilik gösteren farklı hukuk görüşleri geliştirmelerini de beraberinde getirmiştir.262 Bu başlık altında Papalık otoritesine bir alternatif olarak ileri sürülen ve yerel kiliselerin otonomluğunu savunan Gallikanizm ile uluslardan ve devletlerden bağımsız mutlak bir Papalık iktidarını şiar edinen Ultramontanizm akımları ele alınacaktır. 259 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.38 vd. Teonomy (theonomy): Tanrı‟nın kanunu/yönetimi: Devletin ve toplumun tüm alanlarının Tanrı‟nın koyduğu kaidelere göre yönetilmesi. 261 Erastianizm (erastianism): Kilisenin tamamen devlet kontrolünde olmasını ifade eder. Bu görüş İsviçreli Protestan teolog Thomas Erastus‟a (1524-83) ve onun izinden gidenlere atfedildiği için Erastianizm (Erastusçuluk) adıyla anılmıştır. 262 Bkz. Başoğlu, “Hıristiyan Hukuku”, s. 49. 260 85 4.1. Gallikanizm Papalığın merkeziyetçi otoritesine karşı yerel kilisenin otonomluğunu savunan gallikanizm, Galya bölgesine ve Fransız Kilisesine (Lat. Ecclesia Gallicana) nispetle verilmiş bir isimdir. Politik, episkopal ve teolojik üç çeşit gallikanizmden bahsedilir ki Kilise açısından sorun teşkil eden politik Gallikanizmdir. Jean Bodin‟in hakimiyetin bölünemezliği263 kavramı üzerine temellendirilen (politik) gallikanizme göre Papalık dışarıdandır ve yabancıdır, dolayısıyla devletin işlerine karışmamalıdır. Bu devlet hakimiyetinin ihlalidir. Farklı ülkelerde farklı biçimlerde kendisine taraftar bulan gallikanizm (Cermen ülkelerde Febronianism, Habsburg topraklarında Josephism ya da Cameralism, Akdeniz ülkelerinde ise Regalism) Fransız İhtilali‟ne kadar papalığı ciddi derecede rahatsız etmiş ve XIX. yüzyıla kadar varlığını hissettirmiştir.264 Roma papasının Fransa‟ya müdahalesine karşı milli duygularla hareket eden mağrur Galya ruhunun bir direnişi ve tipik bir Fransız Katolisizmi olarak görülen265 gallikanizm, asıl yükselişini XVII. yüzyılın son çeyreğinde “Güneş Kral” (Sun King) olarak da anılan Fransız Kralı XIV. Louis‟nin idaresi altında altında yaşamıştır. Ülkesini müreffeh bir hale getirmeyi başaran ve dış siyasetinde ise sınırlarını daha da genişleterek Kutsal Roma İmparatorluğunu yeniden kurmayı amaçlayan Louis, bir monark olarak Fransa Kilisesine müdahil olmaya başlamıştır. Louis, Fransa 263 Bodin devlete ve krala mutlak, egemen bir güç atfederek onları dini tartışmaların üzerinde bir konuma yerleştirmiştir. Bu lokasyon devletin ve kralın birbirleriyle çatışma halindeki mezheplerden bağımsız olmalarını sağlamıştır. Bodin‟e göre sadece güçlü bir devlet ve hiçbir şeye bağımlı olmayan mutlak bir kral milletin birliğini koruyarak sürdürebilir ve devleti yıkıma uğratabilecek dini çatışmalardan kurtulma ve mezhepler arasındaki çatışmaları aynı zamanda bu mezheplere hoşgörüyle yaklaşarak aşma imkanı sağlar. Dini devletin temeli ve amacı olarak gören Bodin, iktidarın ilahi kaynağı konusunda hükümdarların Tanrı‟nın otoritesini ellerinde tuttuklarını ve insanları yönetmek üzere onun yeryüzündeki temsilcileri olduklarını ileri sürmüştür. Yeryüzünde Tanrı‟dan sonra onun yeryüzündeki sureti olan hükümdarlardan daha büyük kimse yoktur. Onlar Tanrı tarafından onun vekili olarak insanları yönetmekle memur edilmişlerdir. Bundan dolayı kim Tanrı‟nın yeryüzündeki sureti olan egemeni hafife alırsa Tanrı‟yı hafife almış olur. Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 56 ve 58-9; Ayrıca bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s. 414. 264 Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015); Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 166-7; Thomas Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, Doubleday, New York 1990, s. 242; Joseph N. Moody, “Gallicanism”, ER, vol. V, s. 467; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 167. 265 Bkz. Huzeyfe Süleyman Arslan (ed.), Statükodan Değişime Milliyetçilik Ufku, Binyıl Yayınevi, Ankara 2008, s. 227. 86 piskoposluğunun gelirlerine el koyduğu gibi Fransa Kilisesini ilgilendiren Roma‟dan gelecek her hangi talimatı kabul ya da reddetme hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş ve bundan dolayı Papa XI. Innocent (1676-1689) ile sert ve uzun bir çatışmaya girmiştir. Güneş Kral‟ın bu tavrı politik gallikanizmin büyük bir manifestosu olarak nitelendirilmiştir. Fransız Kilisesi ise Piskopos Jacques Bossuet‟in liderliği altında Kral Louis‟nin kilise işlerine müdahalelerine rağmen bir şekilde durumu idare etmiş, ancak asıl tehlikenin Roma‟da başgösterdiğini farketmişlerdi. Bu da, Papalığın Trent Konsili‟nde pekiştirilen sınırsız ruhani otorite iddialarının karşı konulamaz bir reddeye gelmesi ve Papalığın bundan böyle kontrol edilemez bir sınırsız bir güç halini alarak mutlak bir tek adam diktatörlüğüne dönüşmesiydi.266 Papanın yanılmazlığının önünü almak adına Fransız ruhban sınıfı için konsilyarizmin bazı varyasyonları makul ve güvenli bir çözüm olarak görünüyordu. Papanın üstünlüğü sorgusuz sualsiz kabul edilebilir ancak yanılmazlık bir bütün olarak Kiliseye ait olmalıydı ve bu da kendisini bir genel konsil ya da Kilisenin onayladığı papalık kararlarıyla olmalıydı. Kral Louis papanın aforoz tehdidi altında ruhban sınıfıyla bir toplantı yapılması çağrısında bulunmuştur. Kralın amacı papayı geri planda tutmak, kilisenin amacı ise papanın yetkilerinde bazı sınırlamalara gitmekti. Önemli tartışmalar neticesinde 1682 yılı Mayıs ayında bir karara varılmış ve Bossuet tarafından fikri alt yapısı oluşturulan, Politik ve Teolojik Gallikanizmin bir karışımı olan “Dört Gallikan Madde” (Four Gallican Article) olarak bilinen şu kararlar alınmıştır: 1- Biz direk ya da dolaylı olarak papanın ya da dini bir gücün sivil ve dünya işlerine müdahale etme yetkisini reddediyoruz. 2- Constance Konsili‟nin dört ve beşinci oturumlarında alınan bir genel konsilin otoritesinin papanın üzerinde olduğuna dair kararların tam meşruluğunu savunuyoruz. 3- Kilise yasasınca düzenlenen ve Fransa‟da Gallikan Kilise‟nin yasa ve gelenekleriyle düzenlenen apostolik (havarisel) uygulamayı bildiriyoruz. 266 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 242-3; Ayrıca bkz. Fredrik Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, vol. 1, 2, E. P. Dutton & Company, New York 1906, s. 8-10. 87 4- İnanç konularında papa çok önemli bir yere sahiptir ve onun kararları bütün bir kiliseyi ilgilendirir; ancak üzerinde bir kilise ittifakı oluşmadıkça onun kararları değişmez (irreformable) nitelikte değildir.267 Bu kararlar beklenildiği üzere papayı kızdırmış ve bu kararların geçersiz olduğunu, kral tarafından kendisine sunulan hiçbir adayı piskopos olarak atamayacağını bildirmiştir. Louis de papayı İtalya üzerine yürümekle ve Avignon‟daki papalık varlıklarına el koymakla tehdit etmiştir. Louis ayrıca bu dört maddenin bütün Fransız üniversitelerinde ve kilise okullarında resmi kilise doktrini olarak öğretilmesi talimatını vermiştir. Bu gelişmeler neticesinde herhangi bir savaş ya da ayrılık meydana gelmemiş, ancak her iki taraf birbirlerine şüpheyle yaklaşan bir politikayla durumu idare etmişlerdir. Roma, krallığın kilise meselelerindeki bazı devam eden uygulamalarına rıza göstermek zorunda kalmış ve Louis de bu maddelerin her yerde okutulması talebinden vazgeçmiştir. 268 Ancak bu dört maddeyle ortaya konulan genel kanaat Fransa‟da kök salarak belli oranda değişmiş biçimiyle I. Vatikan Konsili‟nde tekrar ortaya çıkmıştır. Bu “Dört Madde” den hareketle Fransız yönetimi bütün XVIII. yüzyıl boyunca kilise ve devlet işlerinde bir danışman olarak Roma‟ya daha fazla müdahalede bulunma eğiliminde olmuştur. Fransız Kilisesi ve piskoposları bu dört maddenin arkasında durmuşlar ve yeri geldiğinde konsilin papaya karşı üstünlüğünü gelişen Roma otoriteryanizmi karşısında bir denge unsuru olarak kullanmışlardır. XVII. yüzyılın önde gelen Fransız teologu Piskopos Bossuet de kaleme aldığı Defensio declarationis (A Defence of the Declaration of the Assembly of French Clergy) adlı hacimli çalışmasında Kilise babalarından, konsillerden, teologlardan ve tarihçilerden vermiş olduğu örneklerle konsillerin yanılmazlığını ve papalığın 267 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 243; McClory, Power and the Papacy, s. 43; Joseph N. Moody, “Gallicanism”, ER, vol. V, s.467-8; E. E. Y. Hales, Pio Nono: A Study in European Politics and Religion in the Nineteenth Century, P. J. Kenedy & Sons, New York 1954, s. 41-2; Brezzi, The Papacy, s. 151-2; Nielsen, The History of the Papacy, s. 10; Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 77. 268 Aslında gallikan kilisesi ile Papalık arasındaki mücadelede Kral XIV. Louis‟nin tutumunun kendi siyasi otoritesinin devamı açısından bir tutarsızlık gösterdiği belirtilmektedir ki Papalığa karşı gallikan fikirleri destekleyen Louis, gallikanizmin aşırı güçlenip otoritenin Roma‟dan Fransa‟ya geçmesi durumunda bunun Ruhban Meclisinin işine yarayacağını görünce bu meclisi kapatmış ve 1693 yılında ultramontanist bir tutum takınarak papaya bazı erklerini iade etmiştir. bkz. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler, s. 175. 88 yanılabilirliğini ortaya koymuştur. Bu fikirler Almanya‟da da Febronianizm kavramıyla yerleşmiştir.269 Bu dört gallikan maddeden yaklaşık bir asır sonra benzer fikirler daha gelişmiş bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1768 yılında Benediktin yazar Dom Jamin tarafından eğitimli Fransız okuyucularına yönelik hazırlanan ve Katolik doktrin el kitabı şeklinde ve belli başlı başlıklar halinde sunulmuştur. Bu kitapta Kilise, papa ve Papalık hakkında gallikan fikirlere benzer görüşler ortaya konuşmuştur. Buna göre: Papalık hakkında: Kilise görünen bir başa sahip olmalıdır, zira Kilise biriciktir, onun birliği de müşterek bir merkez olmaksızın korunamaz. Bu baş Roma Piskoposu (Roman Pontiff)‟dur. Ancak o yargılama hak ve şeref önceliğine sahiptir. Hiyerarşi hakkında: Piskoposlar piskoposluğunu ilahi inayetle elde etmişlerdir, onlar güçlerini doğrudan doğruya İsa Mesih‟ten almışlardır ve öncelik dışında Yüce Pontiff‟ten eşitlik olarak farklı değillerdir. Kilisedeki yanılmazlığın kapsamı hakkında: Biz Kilise‟de inanca müteallik ihtilaflara bir son veren yanılmaz bir otoriteyi tanımalıyız. Yanılmazlık dogmatik kararlarda piskoposlar bütününe verilmiştir. Belirli bir piskopos, hatta Roma Piskoposu kendisine böyle olağanüstü bir imtiyaz atfedemez. İsa Mesih bütün havarilere eşit bir şekilde hitap etmiş ve onların üstünden bütün piskoposlara “her zaman sizinle birlikteyim”270 taahhüdünde bulunmuştur. Papanın yetkileri hakkında: Papanın dogmatik kararları bütün bir piskoposlar heyetinin muvafakatı olmadıkça değişmez nitelikte (irreformable) değildir. Papalık kararlarının temyizi hakkında: Belirli durumlarda–bir alt dereceden daha yüksek olana- Roma Piskoposundan bir Genel Konsile müracaat edilmesine imkan tanınır. Papanın, inananları bir konu üzerinde hemfikir yapmaya muktedir olduğunu öne sürmek…papanın yanılmazlığı dogmasını açıkça ilan etmek, kadim Kilise babalarını tanımamak ve piskoposluğun yetkilerini ortadan kaldırmak, Roma kararlarını icra etmede piskoposların temel işlevini zayıflatmaktır. Kilise ve devlet ilişkileri hakkında: İki iktidarın birliği birinin bir diğerine itaatini gerektirmez. Her biri kendi ilgi alanlarında bağımsız ve sınırsızdır. Ne papalar dünya işlerinde krala, ne de kral kilise işlerinde piskoposlara karışabilir.271 269 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 43-4; Brezzi, The Papacy, s. 151; Nielsen, The History of the Papacy, s. 109 vd; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 244; http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015). 270 Matta 28:19-20 271 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 45-6. 89 Kral XIV. Louis‟in ölümüyle güç kaybeden gallikan fikirler 1870 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen yasayla dışlanarak mahkum edilmiş, ancak bundan yaklaşık yüz yıl sonra toplanan II. Vatikan Konsili kararlarıyla ulusal kiliselerin piskoposlarının rolleri yeniden düzenlenmiştir.272 4.2. Ultramontanizm Ultramontanizm, kelime anlamı itibariyle “dağların (Alpler) ötesi” anlamına gelir ve Avrupalılar için İtalya‟yı, özellikle Roma‟yı, en belirgin şekliyle de Vatikan‟ı kasteder. Ultramontanizm Roma Katolik tandanslı bir yapılanma olup, Papalığın, Kilisede öğretme, yönetme ve yargılama yetkisinde en üst otorite olduğunu savunan bir oluşumdur. Başlangıçta Fransa‟da gallikanizme bir tepki olarak doğan ultramontanizm, liberalizme karşıtlığıyla temerküz etmiş ve Kilisenin uluslardan ve devletlerden bağımsız bir şekilde Roma ekseni etrafında birleşmesi gerektiğini vurgulamıştır.273 Ultramontanizm hareketinin hemen her alanda egemen bir papalık özleminin yanı sıra konumuz açısından bir diğer önemi ise, papanın yanılmazlığı doktrininin hem I. Vatikan öncesinde hem sonrasında dogmaya dahil edilmesi için verdiği büyük destektir. Ultramontanist piskoposlar hem konsilin hazırlık komisyonlarında hem de konsil oturumları esnasında bu amaç için çalışmışlar, yanılmazlık doktrininin teorik alt yapısını hazırladıkları gibi aynı zamanda hukuki prosedürüne, yani konsile dayalı işleyişine etkin bir şekilde katkıda bulunmuşlardır. Fransız İhtilalinden kaynaklanan belirsizliklerin hüküm sürdüğü çağda Papalığın kaim otoritesinin çekiciliği ultramontanist bir uyanışa sebep olmuş ve bu hareket Katolikler arasında hızlı bir şekilde yayılarak papanın manevi krallığının devamı ve Katolik Kilisesi‟nin geleceği açısından en güvenilir düşünce olarak görülmüştür.274 XIX. yüzyılda modernizmle birlikte Kilisenin karşı karşıya kaldığı problemlerde ultramontanizm, XI. yüzyılda kendi adıyla anılan reformlarla VII 272 Bkz. Eugene Teselle, “Gallicanism”, The Cambridge Dictionary of Christianity, ed. Daniel Patte, USA 2010, s. 445; Nielsen, The History of the Papacy, s. 15 vd. 273 Bkz. Josef L. Altholz, “Ultramontanizm”, ER, vol. 15, s. 119; Peter C. Erb, “Ultramontanism” The Cambridge Dictionary of Christianity, s.1261. 274 Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 18. 90 Gregory‟nin ileri sürdüğünden daha vurgulu ultramontanist bir eklesiyoloji ortaya koymuş ve modernizmin çeşitli etkilerine karşı durarak geleneksel bir formda kendisini göstererek I. Vatikan Konsili‟nden II. Vatikan Konsili‟ne net bir biçimde Ortodoks Roman Katolisizm ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. 275 Ultramontanizm hareketine en önemli katkıyı Joseph de Maistre (1753-1821) 1819 yılında yayımladığı Du Pape (Papa) adlı eserle sağlamıştır. Pek çok dile çevrilen ve en çok satan kitap olma özelliği kazanan Du Pope, ultramontanizmin entelektüel arka planını teşkil etmiştir. Bu eserinde Maistre, papanın bütün kiliseler üzerinde bir öğretmen olarak en üst ve mutlak otoriteye sahip olduğunu ileri sürmüş ve bu mutlak otoritenin karakteristiği olarak da onun kararlarında yanılmaz olup bütün inananlarca sorgusuz sualsiz kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Maistre, karşı karşıya kalınılan siyasal yönetimler arası savaş durumundan kurtulmak için ise sadece İmparatorlukla Kilise arasında mükemmel bir uyumun yaşandığı Ortaçağ Hıristiyanlığına dönüşü ve uluslar tarafından papanın amir, muktedir ve sorunları çözücü konumuyla Papalığın teminatı altındaki hakiki Hıristiyanlığın benimsenip tanınmasını çözüm yolu olarak önermiştir.276 Ruhban sınıfından olmadığı gibi formal olarak herhangi bir dini eğitim de almayan De Maistre pek çok Fransız aristokrat gibi aydınlanmanın getirmiş olduğu fikirlerden etkilenmiş ancak Fransız Devrimi‟nin kaostan başka bir şey getirmediğini görünce kendisini tamamen monarşiyi ve papalığın mutlak otoritesini savunmaya adamıştır. Devrim esnasında ailesiyle birlikte Fransız ordusunun isitilalarından dolayı pek çok defa sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bütün bu gelişmeler Maistre‟nin “şeytanca” diye nitelendirdiği devrimden ve onun dayandığı ilkelerden nefret etmesine sebep olmuştur. Devrimi ilahi bir ceza olarak gören de Maistre‟ye göre yapılması gereken ilahi hukuk monarşisine, yani Ortaçağ Hıristiyanlığına geri dönmek ve papayı evrensel düzenin teminatı olarak kabul etmektir.277 Bir avukat olan de Maistre görüşlerini kendi davalarına dayandırmış ve gayet açık, teknik olmayan terimler kullanmak suretiyle sıradan insanlara hitap 275 Bkz. Josef L. Altholz, “Ultramontanizm”, s. 119-20; Darrell Jodock (ed.), Catholicism Contending With Modernity Roman Catholic Modernism and Anti-Modernism in Historical Context, Cambridge University Press, UK 2000, s.57; O‟Malley, A History of the Popes, s. 235. 276 Bkz. Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 442; Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 96-7 277 Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 96. 91 etmiştir. Bu eser, papanın yanılmazlığına giden yolda çok önemli bir itici güç olmuş ve I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposlar arasında da müzakere edilmiştir.278 Konuyla alakalı pek çok tarihi ve teolojik çalışmadan farklı olarak yanılmazlık fikrini büyük ölçüde akıl ve sağduyu temelinde tesis etmeye çalışan Maistre, “Din olmadan ne genel ahlaktan ne de ulusal bir karakterden bahsedilebilir. Avrupa‟nın Hıristiyanlık dışında bir dini yoktur; Katolisizm dışında da gerçek bir Hıristiyanlık yoktur; Papasız da Katolisizm mevcut değildir; şahsına bağlı bir üstünlükten (supremacy) yoksun papa da olamaz”279 şeklinde ortaya koyduğu retorik süslü ifadeler ve kendinden emin tarzıyla halkın dikkatini çekmeyi başarmıştır. Maistre‟ye göre, İsa Mesih, Petrus ve haleflerine hatadan korunmuşluk garantisi vermemiş olsaydı bile, papa, bulunduğu makamın doğası gereği yanılmaz olacaktı. Ayrıca Maistre, Ortodoksların, papa da dahil bütün patrikleri eşit derecede en yüksek rütbeli şahsiyetler olarak addetmelerinden dolayı doğru yoldan sapmışlar, Protestan Kiliseleri de yanılmazlığı Kutsal Kitap‟a ve bir bütün olarak kiliseye atfettikleri için hata etmişlerdir. Bu durumda yegane, nihai bir arabulucu olmaksızın bu kafa karışıklığı sürüp gidecektir. 280 De Maistre‟nin analizinde genel konsiller, tavsiye niteliğinde bir danışma organı ya da papa için uzmanlardan müteşekkil bir yapıya benzer; zira uygulamada konsiller problemleri çözmekten ziyade çoğu kez daha fazla problem üretmektedir. “Tehlikeli olmayan ve sakınca oluşturmayan hiçbir konsil toplantısı görmedim. Doğruyu söylemek gerekirse, onlardan olabildiğince sakındığımı söylemeliyim. Herkesin hoşnut ve mutabık bir şekilde karara vardığı toplantıya hiç şahit olmadım” ifadeleri onun bu konudaki yaklaşımını ortaya koymaktadır. Maistre‟ye göre bir konsilin sahip olduğu her türlü kuvvet, sadece papanın yetkisinde doğar. Bir genel konsil toplama yetkisi tamamen Yüce Papa‟ya aittir. Son karar verilmesi gereken durumların tek yargıcı odur. Papa, konsilin gidişatına bağlı olarak bir konsili feshetmek için „ben artık burada değilim‟ demek suretiyle mekanı terk etmeye tek 278 Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s.235; McClory, Power and the Papacy, s.52; Brezzi, The Papacy, s. 158-9. 279 Bkz. De Maistre, The Pope, s. xi-xii. 280 McClory, Power and the Papacy, s.54; de Maistre, Protestanlığı bir XVI. yüzyıl sapkınlığı,Avrupa‟nın suç olmayan yöntemlerle bastırılması gereken en büyük düşmanı, öldürücü bir çıban, kibrin oğlu, anarşinin babası ve evrensel bağ çözücü olarak niteler. Bkz. Joseph de Maistre, “Protestanlık Üzerine Düşünceler”, Batıya Yön Veren Metinler, Cilt III, s. 951-953. 92 yetkilidir. O andan itibaren eğer konsili sürdürmekte ısrar edilirse o artık bir toplantıdan başka bir şey değildir ve gayri meşrudur.281 Papalığı Avrupa egemenliğinin kaynağı ve Ortaçağ Avrupasında siyasal iktidarlar karşısında ilahi bir denge unsuru olarak gören Maistre‟ye göre papanın nüfuzunun etkilemediği ulus ve milletler diğerlerinden aşağı bir konumdadır. Papalığa atfettiği mutlak dini konum sebebiyle Maistre, gallikanizmi tamamen reddetmiş ve gallikan kilisesinin de Anglikan kilisesi kadar bölücülük arz ettiğini ileri sürmüştür. Zira Maistre‟ye göre yapılan şey Papalığı bir taraftan kutsal kabul ederken Fransa kilisesi olgusuyla onu meşru haklarından mahrum kılmak ve dışta bırakmaktır. 282 Ayrıca Maistre gallikanizm‟in ilkelerinden olan ve papa tarafından teyit edilen genel konsil kararlarının müstakil olarak hukuki yaptırım gücüne haiz olmalarını hiçbir şekilde anlayamadığını ifade etmiştir. Ona göre hiç kimsenin; ne bir genel konsilin ne de piskoposlardan müteşekkil daha küçük bir grubun ya da kişisel olarak herhangi bir Katoliğin ex cathedra‟dan resmen bildirilen bir kararı sorgulamaya hakkı yoktur.283 Papanın yanılmazlığına yönelik olarak o dönemdeki diğer methiyeler gibi, Maistre‟nin eseri de yanılmazlığın kapsamına maddi bir sınırlama getirmemiştir. Onun eserinde bu konuyla alakalı herhangi bir kapalı ifade yoktur. Ona göre Papanın yanılmazlığının bekası için tek bir gerekçe olabilir: Papa yanılmazdır; konu kapanmıştır. Louis Veuillot da bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: “Bizler dini, dünyevi bütün otoritenin kendisinden neşet ettiği papanın otoritesini ve onun her şeye kadir olduğunu dobra dobra beyan etmeliyiz. Zaten papanın yanılmazlığı dogmasının resmen ilanının başka da amacı yoktur.”284 XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde Maistre‟nin eserinde ortaya koymuş olduğu temel argüman olan, egemenlik ve yanılmazlık arasındaki yakın ilişkiye karşı duran hiç kimse olmamıştır. Ancak tarihçi Brian Tierney‟in işaret ettiği gibi aslında yanılmazlık taraftarlarının bu doktrini temellendirmek için kullandıkları iki karşılaştırma tamamen aynı değildir: Onların, egemenliğin hakikatine yönelik olarak ortaya koydukları mukayese tabiatı itibariyle birbiriyle uyuşmayan bir durum arz 281 De maistre, The Pope, s.11; Maistre‟nin konsil ve konsillerin işlevi ve papa ile olan ilişkisi için bkz. De Maistre, a.g.e., ss. 9-17. 282 Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 93 vd. 283 Bkz. McClory, a.g.e., s. 54 284 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 1. 93 eder. Şöyle ki, mutlak bir güç olarak kral kendisinden önceki selefinin kararlarıyla mukayyet olamaz. Ancak bu durum yanılmazlığın özü ve esasıdır. Yani, bir papanın mutlak, yanılmaz kararları değiştiril(e)mez (irreformable) tanımlamalar olarak kabul görmesinden itibaren bütün kendisinden sonra gelen papaları bağlayıcı hale gelir.285 Yine 1845 yılında G. E. A. Gosselin tarafından kaleme alınan Pouvoir du pape au Moyen Age (Ortaçağ‟larda Papanın Gücü) adlı kitap da pek çok kez basımı yapılarak farklı dillere çevrilmiş ve papa-kral teorisi savunucularına büyük bir mativasyon kazandırmıştır. Montalembert, Dupanloup, Guizot ve Thiers gibi önde gelen teologlar da bu konuda benzer eserler vermişlerdir.286 1850‟lere gelindiğinde ise bir sürü neşriyat Maistre‟nin eserini bile aşarak ultramontanist kampanyalarını çok ileri taşımışlardır. Fransa‟da çokça okunan L’Univers‟in editörü Louis Veuillot, Mesihî bir çağ tasavvurunu işlediği yazısında, insanlığı kokuşmuş ve çürümeye yüz tutmuş konumundan ancak Roma‟nın çıkaracağını dile getirmiş, dünyanın bütün halklarının papanın idaresi altında tek bir konfederasyon oluşturacaklarını ve “Kutsal İmparatorluk” içerisinde yaşayan kutsal millet olacaklarını ifade etmiştir. 287 Viyana‟da Rauscher, Münih‟te Reisach, Westminster‟de Manning ve Armagh‟da Cullen gibi kardinaller de Roma merkeziyetçiliğini vurgulayarak papanın bireysel yanılmazlığından yana büyük bir gayretle çalışmışlardır.288 Roma‟da ise “Pius‟un bombacıları” olarak nitelendirilen Cizvitler‟in 289 L’Osservatore Romana‟dan önce papalığın resmi yayın organı gibi bir işleve haiz olan etkili yayın organı La Civilta Cattolica papayı Mesih ile özdeşleştirip “Tanrı kelamı ete büründü aramızda yaşıyor”, “Papanın yanılmazlığı, bizzat İsa Mesih‟in yanılmazlığıdır” ve “Papa düşündüğünde, Tanrı onda düşünüyordur” şeklinde övgüde sınır tanımayan yazılarıyla kendisini tamamen ultramontanist hedefleri 285 Bkz. Tierney, a.g.e., s. 2. Brezzi, The Papacy, s. 160. 287 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.55-6. 288 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 287; Manning‟in Roma merkeziyetçiliği ve papanın yanılmazlığı anlayışı için bkz. Kenneth L. Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism: The Anglican Context for an Oxford Movement Convert‟s Faith in Papal Infallibility”, Authority, Dogma and History: The Role of the Oxford Movement Converts in the Papal Infallibility Debates, (ed. Kenneth L. Parker, Michael J. G. Pahls), Academica Press, Palo Alto 2009, ss. 95-113. 289 Bkz. Ali İsra Güngör, Cizvitler, Berikan Yayınevi, Ankara 2012.s. 135. 286 94 gerçekleştirmeye adamıştır. Hatta St. John Basco papadan “yeryüzündeki Tanrı” olarak bahsederken Mesihin papada tam bir Tanrı gibi yer aldığını iddia etmiştir.290 İngiltere‟de ise W. G. Ward, Dublin Review’de yanılmazlık görüşünü daha kapsamlı bir şekilde ifade etmiş ve papanın gözetiminde onun tarafından benimsenen ve yayımlanan Roma Curiasının diğer bütün doktrinel talimatnamelerinin de Kutsal Ruh‟un gözetim ve denetiminde durumun gereği (ipso facto) olarak hatasız, yanılmaz tanımlamalar olduğunu ileri sürmüştür.291 Papanın Tanrı‟nın enkarnasyonu olduğu ve onun bütün ifadelerinin yanılmazlık kapsamında değerlendirilmesi gerektiği şeklindeki abartılı görüşlerle ultramontanist heyecanın sınır tanımadığı bu dönemi Rheims Başpiskoposu “papalığa tapma” olarak nitelendirmiştir.292 Katolik Kilisesi‟nin modernizm karşısında takındığı savunmacı ve Ultramontanist tutumun 293 dışında liderliğini Felicite de Lammenais‟in 294 yaptığı diğer entelektüel bir grup ise Katolik Kilisesi‟nin modern dünyaya karşı savunmacı bir tutum takınmakla hata ettiği görüşünü dile getirmiştir. Günlük yayın yapan L’Avenir (gelecek) gazetesini çıkaran ve görüş olarak da Veuillot‟un gazetesi L’Univers‟in tam karşısında yer alan Lammenais‟nin sloganı “liberalizm karşısında titremeyelim, onu Katolikleştirelim”dir. Kilisenin ancak devletten tam bir ayrılık sayesinde İncil‟i vaaz etmek için ihtiyaç duyduğu hürriyeti elde edebileceğini ileri 290 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 48 ve 101; Hans Küng, Infallible? An Unresolved Enquiry, SCM Press, London 1994, s. 80. 291 Bkz. Küng, Infallible?, s.80; McClory, Power and the Papacy, s. 57. 292 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 288. 293 Bu konuyla alakalı olarak bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 231 vd. 294 Fransız Katolik bir papaz, filozof ve siyaset teorisyeni olan Lammenais (1782-1854), bazı kaynaklarda “Lamennais” ya da “de la Mennais” olarak da geçer. Aslında Lammenais‟nin Hıristiyanlık, Kilise, Kilise-devlet ilişkilerine dair düşünceleri, Prostestanlık, Aydınlanma felsefesi ve Fransız Devrimini Hıristiyanlığın düşmanı olarak kabul edip demokrasiyi eleştirdiği ve onun Hıristiyanlıkla uzlaştırılamayacağını ifade ederek gallikanizm ve ulusal kiliseleri reddedip Avrupa toplumunun ihyası için tek adres olarak papa ve Papalığı gösterdiği coşkun bir ultramontanizm savunusundan, Hıristiyanlığın iktidarlardan bağımsız Kilisenin de devlet karşısında özgür olması gerektiğini ifade ederek Katolisizm ile liberalizmi uzlaştırmaya niyetlendiği hatta Kilisenin nüfuzunu insanlığın ileriye doğru gelişimi üzerinde icra edeceği sekülerleşmiş bir Hıristiyanlığa doğru evrilmiştir. Önceki ve sonraki olmak üzere taban tabana zıtlık arz eden bu görüşlerinden dolayı Lammenais tam olarak anlaşılamamıştır. Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, ss. 229-58; Cemil Meriç de Bu Ülke adlı eserinde kendisinden Kilisenin aşırılıkları karşısında mücadele etmiş demokrasi ve özgürlük sevdalısı bir şahsiyet olarak bahsetmiştir. Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay., 41. Baskı, İstanbul 2003, ss. 240-2. 95 süren Lammenais, Kilisenin en nihayet II. Vatikan Konsili‟nde benimsediği bir doktrini bundan yüz yıldan daha fazla bir zaman önce öngörmüştür.295 Lammenais‟ye göre mutlaka vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü ve eğitim özgürlüğü sağlanmalıdır. Çünkü insanoğlu için en uygun olanı bütün teslimiyetlerden azade olmaktır. Ona göre baskı ve sansür hiç kimseyi doğruya ulaştırmaz. Bunlara ilave olarak Lammenais genel oy hakkını savunarak tam demokrasiye geçilmesi yönünde mücadele vermiş ve bunun, zikredilen özgürlükleri gerçekleştirmenin yegane yolu olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Fransız piskoposlar ve ruhban sınıfı Lammenais‟nin görüşlerinin karşısında durmuşlar ve Kilise çevresinde onun gazetesinin satılmasını yasaklamışlardır. Bunun üzerine Lammenais ve arkadaşları 1831 yılında görüşlerinin uzun bir özetini içeren bir belge hazırlayıp direk olarak Papa XVI. Gregory‟e teslim etmişlerdir. Papanın buna cevabı Mirari Vos296 adında önerilere sert bir kınama içeren bir ansiklikal297 ile olmuştur. Bu genelgede din ve vicdan özgürlüğü “düpedüz budalalık”, basın özgürlüğü “iğrenç ve tiksindirici”, kilise ve devletin ayrılması “saçmalık”, olarak nitelendirilmiştir. Bütün bu gelişmeler neticesinde Lammenais “Kilise hiyerarşisi düşmanlarıyla zina yapmak için insanlığın kurtarıcısı Mesih‟ten boşandı” ifadelerini kullanarak Katolisizmden ayrılmaya karar vermiştir.298 5. I. VATĠKAN KONSĠLĠ ÖNCESĠ SĠYASĠ VE DĠNĠ GELĠġMELER İlk defa XIII. yüzyılın son çeyreğinde Fransisken Peter Olivi tarafından ortaya konulduğu iddia edilen papanın yanılmazlığı doktrini sonraki yüzyıllarda çeşitli entelektüellerin görüş ve eserleriyle gündemdeki yerini korumuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında toplanan I. Vatikan Konsili‟yle de bir inanç kuralı olarak 295 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, 265-6; McClory, Power and the Papacy, s. 57; Ayrıca bkz. Küng, Infallible?, s. 80. 296 Tam metin için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Greg16/g16mirar.htm, (07.01.2014). 297 Ansiklikaller, belirlenen bir bölgedeki bütün kiliselere gönderilen genelgelerdir. İlk dönemlerde herhangi bir piskopos tarafından gönderilen mektup için de kullanılabilen bu kavram modern Roman Katolik kullanımda sadece papa tarafından gönderilen mektupları tanımlamaktadır. Cross, The Oxford Dictionary of the Christian Church, s. 457. 298 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 267; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 442-3; O‟Malley, A History of the Popes, s. 241; Sheridan Gilley & Brian Stanley (ed), The Cambridge History of Christianity, vol. 8, Cambridge University Press, UK 2006, s. 16. 96 kabul edilip katolik dogmaya dahil edilmiştir. I. Vatikan Konsili‟ne geçmeden önce konsilden önce meydana gelen çeşitli siyasi ve dini gelişmeleri bu kısımda ele alacağız. 5.1. Liberal Bir Papa: IX. Pius “Modern Papalığın kurucusu” olarak görülen 299 Kardinal Giovanni Maria Mastai-Ferretti‟nin 17 Temmuz 1846 yılında papa olarak iş başına gelmesi 300 liberalleri çok umutlandırmıştır. Yeni papa, Napolyon‟a boyun eğmeyerek 1809 yılında sürgüne gönderilen efsanevi selef ve aynı zamanda geçliğinde Roma‟dan arkadaşı olan VII. Pius‟un şerefine IX. Pius ünvanını almıştır.301 Ancak VII. Pius‟tan farklı olarak 54 yaşındaki bu genç, etkileyici ve sempatik papa bizzat kendisini ve Vatikan‟ı değişen bir dünyaya adapte etmek için istekli görünüyordu. 302 Etkili bir kişiliğe sahip olduğu ifade edilen IX. Pius‟un, Papalık toplantılarında ziyaretçilerle şen şakrak konuşması, hastaneleri ziyaret etmedeki ısrarı ve hatta yabancılarla Roma sokaklarındaki uzun yürüyüşlerde bulunup onlarla konuşması ihtiyatlı danışmanlarını bile şaşırtmıştır. Papa Pius için -yıllar sonra Papa XXIII. John içinde benzer hikayelere rastlanılacağı gibi- hümanist tavır ve davranışlar içeren bir çok anekdot anlatılır. Örneğin Pius bir keresinde, sokakta elinde ailesi için satın aldığı ancak yere düşerek kırdığı bir şarap şişesi olan perişan vaziyette bir kız çocuğuyla karşılaşmıştır. Anlatıldığına göre papa bir dükkana girerek ona bir şişe şarap alıp vermiştir. Papa seçilmesinden altı ay sonra Aziz Vincent de Paul Cemiyeti kurucusu Frederic Ozanam Roma‟yı ziyaretinde bir arkadaşına şunları yazmıştır: “Sokaklarda dolaşır vaziyette gördüğüm bu papa bu hafta içinde bir akşam dul bir kadını tebdili kıyafet evinde ziyaret edip ona yardım elini uzattı. O her iki haftada bir San Andrea Valle‟de toplanan insanlara vaaz veriyor… Bu cesur 299 Bkz. E. E. Y. Hales, Pio Nono, s.viii; Pius‟un biyografisi için ayrıca bkz. Roger Aubert, “Pius IX”, ER, vol. 11, ss. 356-8. 300 IX. Pius‟un papa seçilme süreci için bkz. Owen Chadwick, A History of the Popes 1830-1914, Oxford University Press, New York 2002, ss. 61-63. 301 Bkz. Davit I. Kertzer, The Kidnapping of Edgardo Mortara, Alfred A. Knopf, New York 1997, s. 75. 302 Stebbing, The history of the Catholic Church, s. 621. 97 reformcu XIX. yüzyılın büyük sorunu olan din ve özgülüğün ittifakını tamamlamak için gerçekten Tanrı tarafından gönderildi.”303 Papa Pius hemen bu büyük beklentileri karşılamaya koyulmuş ve ilk iş olarak Roma hapishanelerinde tutulan siyasi tutuklular için bir genel af ilan etmiş, sürgünde bulunanların da dönüşü sağlanmıştır. Bu gelişmeler neticesinde Paris, Viyana, Frankfurt gibi Avrupa‟nın bütün önemli şehirlerinde liberal bir papanın gelişi heyecanla karşılanmıştır. Öyle ki artık insanlar hem Papalık politikasının hem de bizzat Papalığın yapısının değişmesi konusunda umutlanmıştır. 304 Papalık devletlerinde demiryollarının yapılması talimatını veren Pius, aynı zamanda bu devletleri gaz aydınlatmasıyla tanıştırmış, tarım enstitüleri kurmuş, Papalık Devletleri‟nde vergi politikası ve ceza hukuku konusunda reform çağrısı yapmıştır. Papalık tacını giymesinden bir yıl sonra Pius, bundan böyle Papalık Devletlerinin ve Roma şehrinin idaresinin ağırlıklı olarak her kesimden seçilmiş temsilcilerce desteklenen laik bir kabinenin elinde olacağını duyurmuştur. Papa o kadar popüler hale gelmişti ki Roma sokaklarında ve caddelerde halk onu evviva (çok yaşa) nidalarıyla karşılayıp ona sevgi gösterilerinde bulunmuştur. 305 303 Bkz. McClory, Power and the Papacy s. 59; O‟Malley, A History of the Popes, s. 242. Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 64; Kertzer, The Kidnapping of Edgardo Mortara, s. 75. 305 Bkz. Hales, Pio Nono, s.18; Chadwick, A History of the Popes, s.64-5; Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 16; McClory, Power and the Papacy, s.59; O‟Malley, A History of the Popes, s. 242; Papa IX. Pius XIX. yüzyılın en en popüler ve tartışmalı figürlerinden birisidir. Başlangıçta liberal eğilimlerinden ötürü her kesimden eşi görülmemiş bir teveccühle karşılaşan Pius‟un popülaritesi zamanla azalmış, öldüğünde ise cenazesi bir gece vakti San Lorenzo Fuore le Mure Kilisesi‟ne görürülürken güzergah üzerinde Trastevere mahallesinden geçerken kalabalıklar tarafından lanetlenmiş ve tabutuna Tiber nehrinin çamurları fırlatılmıştır. Bkz. Hales, Pio Nono, s.17; Papa IX. Pius 1985 yılında Papa II. John Paul tarafından azizlik mertebesine yükseltilmiştir. Tabi bu durum bakıcısı tarafından vaftiz edildiği gerekçesiyle yedi yaşında bir Yahudi çocuğu Edgardo Mortara‟nın 1858 tarihinde Pius‟un emriyle ailesinin elinden alınmasından dolayı Yahudiler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bkz. John W. O‟Malley, “The Beatification of Pope Pius IX”, http://americamagazine.org/issue/378/article/beatification-pope-pius-ix, (12.05.2014); Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 285 vd; Hans Küng de Hasler‟ın kitabına 1979 yılında yazdığı önsözde Pius‟un aziz ilan edilmesinin Papa XXIII. John ve II. Vatikan Konsili‟ne karşıtlığın açık göstergesi olarak ideolojik ve politik bir karar olduğunu ifade etmiştir. Diğer yandan Pius‟un zayıf teolojik eğitimi, anti-semitik, anti-ökümenik ve genel olarak anti-demokratik tutum ve davranışlarıyla epilepsi hastalığının kalıcı etkileri ve Kardinal Guidi‟nin onun gayrimeşru çocuğu olduğu iddialarının onun aziz ilan edilmesi önünde bir engel teşkil ettiğini ifade etmiştir. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 17. 304 98 5.2. Ġtalyan Birliği (Risorgimento) Hareketi Papalık tarihinin en kısa konklavlarından birisiyle papa seçilen ve 1846 yılından 1878 tarihine kadar en uzun süre papalık koltuğunda oturacak olan IX. Pius, papalığa seçildiğinde Bologna, Parma, Ancona, ve Modena dahil baştan başa tüm Orta İtalya‟ya hükmediyordu. Ancak Fransız Devrimi sonrası gelişmeler İtalya‟da siyasal birliğe yönelik gayretleri artırmış ve İtalya yarımadası siyasal olarak risorgimento (diriliş) denilen bütün bir ülkede birliği sağlama, bağımsız bir ulus devlet haline gelme ve iki kuzey eyaletini işgal altında tutan Avusturyalıları oradan çıkarıp atma amacını taşıyan bir halk hareketinin merkezi olmuştur. Bu hareket tüm Orta İtalya‟ya hükmeden Papalık iktidarını tehdit eder hale gelmiştir. Büyük ümitlerle papalık koltuğuna oturan ve Katoliklerin güvenini kazanan Pius‟a gösterilen teveccüh, onun karizmatik kişiliğinin İtalya‟nın lehine kullanılması konusunda bir kanaat oluşturmuştur. Üstelik Pius, Peru ve Şili gibi ülkelerde Papalık elçisi olarak bulunmasından ötürü sadece İtalya dışında değil, Avrupa dışındaki dünya konusunda da tecrübeli bir isim ve Imola piskoposu olarak iyi bir şöhrete sahip bir şahsiyet olarak temayüz etmiştir. Pius kendisini siyasi arenaya çekme baskılarına azimle direnmiştir. Hatta Pius, bir İtalyan eyaleti olan Piedmont, 1848 yılında Avusturya‟ya karşı savaş ilan ettiğinde, bizzat papa tarafından atanan Roma kabinesi, Avusturya‟ya karşı olan savaşı desteklemek için bir askeri birlik göndermeye karar vermiş, Pius ise her biri kendi egemenlik alanında olan bu iki Katolik ülkenin arasındaki muhtemel savaştan dolayı çok dehşete kapılmıştır. Bir hitabesinde de askeri harekatı kabul etmediği gibi İtalya birliğine yönelik herhangi bir hareketin öncüsü olmak gibi bir niyetinin de olmadığını belirtmiştir.306 Öte yandan 1848 yılında bütün Avrupa‟yı saran devrim rüzgarları halkı Roma‟da anayasal yönetime yönelik popüler taleplere sevketmişti. Pius, bu talepleri 1848 yılı Mart ayında bir anayasa hazırlanacağı vaadiyle bastırmaya çalışmıştı. Ancak bu açıklamadan birkaç gün sonra İtalyan nasyonalizmini ve kendisine karşıt popüler fikirleri lanetleyen bir açıklama yapmıştır. 16 Eylül gibi çok kısa bir süre 306 Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 242-3; McClory, Power and the Papacy, s. 59; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 436-7; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 272-3; Ayrıca bkz. Richard L. Rubenstein, “Yirmibirinci Yüzyılda Din”, çev. Bekir Zakir Çoban, Doğu Batı, 20 (2002), s. 6. 99 önce göreve getirilen başyardımcı Pellegrino Rossi 13/15(?) Kasım 1848 tarihinde güpegündüz bir suikaste kurban gitmiş ve milliyetçi provokatörlerle kışkırtılan ayaklanmalar baş göstermiştir. Hayatından endişe eden ve kriz durumlarında her zaman ustalığıyla bilinen Pius, kendisini koruyan çok az sayıda İsviçreli muhafız ve kendisinin siyaset ve hukuk müşaviri olan Marcantonio Pacelli ile birlikte sıradan bir rahip kılığına girerek dikkat çekmeyen bir at arabası içinde komşu il olan Roma‟nın yaklaşık 130 km. güneyinde Napoli Krallığı‟ndaki Gaeta‟ya kaçmış ve orada bir yıldan fazla bir süre sürgün hayatı yaşamıştır.307 Papanın kaçışından bir ay sonra Giuseppe Garibaldi‟ye bağlı Risorgimento kuvvetleri Roma‟ya girmiş ve 9 Şubat 1849‟da bir yasama organı kurarak İtalya‟yı birleşik bir cumhuriyet olarak ilan etmiş ve papalık idaresinin sona erdiğini bildirmiştir. Bu işgal papalığın dünyevi hakimiyetinin bitmesi anlamına geliyordu. Uzaktaki papa bu ihaneti kınamış ve olaya müdahil olması için Fransa‟ya başvurmuştur. Her ne kadar Fransız yönetiminde az da olsa Vatikan destekçileri olsa da Fransa eski düşmanı Avusturya‟nın İtalya içlerinde daha fazla ilerlemesinden endişe ederek küçük bir orduyu derhal cumhuriyetçiler üzerine sevk ederek statükoyu yeniden yerine ikame etmiş ve Napoli Kralı‟nın kendi ikbalini düşünerek Papayı yanında kalması için ikna etmeye çalışmasına rağmen Pius tekrar Vatikan‟a dönmüştür.308 Bütün bu gelişmeler neticesinde, Kiliseyi muhafazakar bir yapıya kavuşturan kişi olarak nitelendirilen Pius‟un, Fransız İhtilali ve aydınlanma sonucu Avrupa‟yı etkileyen siyasi ve sosyal gelişmelerin şeytan işi olduğuna yönelik hiçbir şüphesi kalmadı. Liberal ve milliyetçi güçlerle uzlaşmaya yönelik hevesi de sürgünde kaybolan Pius‟a göre Roma Katolik Kilisesi medeniyetle eş anlamlıdır. Hiyerarşideki diğer ruhaniler gibi Pius da sadece Hıristiyan esaslar üzerine kurulmuş bir devletin meşru kabul edilebileceğini düşünüyordu. Bundan dolayı Fransız Devriminin 307 Bkz. Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 439; Rubenstein, “a.g.m.”, s. 6; Chadwick, A History of the Popes, s. 84; O‟Malley, a.g.e., s.243; Bu çalkantılı dönemin detaylı bir analizi için bkz. Chadwick, a.g.e., ss.80-85. 308 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 84; McClory, Power and the Papacy, s. 59-60; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 436-41. 100 olumsuz sonuçlarını bizzat tecrübe eden Pius, kendisini tamamen devrimin bu siyasal etkilerini silmeye adamıştır.309 1850 yılı Nisan ayının ortalarında Papa eski layık olduğu yere, Vatikan‟a bambaşka birisi olarak tekrar dönmüştür. Daha önceden liberal ve demokratik prensiplerle ilgilenen Pius, artık kanaatlerini değiştirmiş ve selefi Gregory‟nin politikalarına dönerek tavizsiz bir tutum sergilemiştir. İlk iş olarak demokratik reformları kınamakla işe başlayan Pius Papalık Devletlerini ölümüne kadar savunmaya yemin etmiş ve birleşik bir İtalya için çalışan hareketi kınamıştır. Hatta Pius, İtalya birliğine engel sembol bir isim haline gelmiştir ki bu durum aşırı muhafazakar John Henry Newman tarafından “sertliğin güzelliği” olarak nitelendirilmiştir. Benzer bir tutum onun kilise idaresinde de kendisini göstermiştir. Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki kilise hiyerarşisi içerisindeki liberal doktrinlerin uzantılarıyla (ve Gallikanizm‟in devam eden tesirleriyle) yakından ilgilenmiştir. Ulusal episkopal toplantı biçimlerini yasaklamış ve ad limina adlı genelge ile zorunlu tutulan, papanın cemaatini daha yakından gözleme ve kollama amacını taşıyan, piskoposların kişisel olarak Vatikan‟ı ziyaret etme uygulamasını düzenli bir uygulama olarak başlatmıştır. Kilisenin seküler dünyanın kaotik modellerini benimsemesinden kaygı duyan Pius‟a göre modernizm, yüzyıllarca terakkiyi ifade etse de o zamanda ideolojik; siyasi bir kavramdır.310 5.3. Meryem’in Asli Günahtan KorunmuĢluğu: Immaculate Conception IX. Pius‟un, I. Vatikan Konsili‟nden, yani onun yanılmazlık vasfının resmen ilan edilmesinden önce yayınlamış olduğu ve papanın yanılmazlığına işaret ettiği, hatta de facto olarak papanın yanılmazlığının ilk icrası 311 şeklinde yorumlanan 309 Bkz. Rubenstein, “a.g.m.”, s. 6-7; Pius‟un liberalizm hakkındaki görüşleri için bkz. Kertzer, The Kidnapping of Edgardo Mortara, s. 78. 310 Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 26; O‟Malley, “The Beatification of Pope Pius IX”, ; Ayrıca bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 243. 311 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 45. 101 önemli genelgelerinden bir diğeri de 8 Aralık 1854‟te ilan ettiği Meryem‟in asli günahtan korunmuş olduğu doktrinini içeren Ineffabilis Deus‟tur.312 Meryem üzerine olan tartışmalar Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yer tutmuş hatta bu konuyla ilgilenen mariology diye müstakil bir alt disiplin oluşmuştur. Meryem‟in tabiatına ilişkin olarak onun theotokos (tanrı anası), anthropotokos (insan anası) ya da ikisi arasında bir uzlaştırma girişimi olarak christotokos (Mesih anası) gibi onun “ne” olduğuna dair ilk ciddi tartışmalar 431 Efes Konsili‟nde başlamış daha sonra 451 Kadıköy Konsili‟yle devam etmiş, 1431-39 Basel ve 1545-63 Trent Konsil‟lerinde de Meryem‟in bütün günahların lekelerinden korunduğuna yönelik tartışmalar yapılarak kararlar alınmıştır.313 İlk yüzyıllara kadar götürülebilen Meryem‟in doğuştan ilk günahtan (original sin) korunduğu düşüncesi 314 baştan beri üzerinde ittifak edilen bir konu değildir. Örneğin Aziz Bernard‟ın etkisi altında kalan XII ve XIII. yüzyılların önde gelen teologlarından Petrus Lombardus, Aziz Alexander, Aziz Bonaventure, Aziz Albert, Thomas Aquinas gibi teologlar Meryem‟in ilk günahtan korunduğu düşüncesiyle ilgili olarak evrensel bir ittifakı sağlayacak herhangi bir usül bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.315 Örneğin ünlü Hıristiyan teolog Thomas Aquinas, bunun İsa‟nın bir kurtarıcı olarak eşsiz konumunu etkileyeceğini ileri sürmüştür. 316 Ancak uzun bir tarihi süreçte Immaculate Conception dini bir düşünce olarak inananlar arasında varlığını korumuştur. Bu doktrin XIV. yüzyılda İspanya‟da bazı Cizvitlerin, havarilere kadar geri götürülen inançları ihtiva eden tabletleri çözmeleriyle gündeme gelmiştir. Sonradan bu tabletlerin sahte ve içerdikleri inanç ilkelerinin de bocalamadan ibaret olduğu ileri sürülmüştür. Rivayete göre 1830 yılında Catherine Laboure (1806-76) bir görüm (vision) ile Meryem‟in kendisine görünüp kendisinin 312 Ineffabilis Deus‟un tam metni için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9ineff.htm, (12.11.2013). 313 Bu konuyla alakalı olarak bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 199, 202 ve 203; Ömer Faruk Harman, “Meryem” DİA, Cilt 29, ss.236-242; Muhammet Tarakçı, “Nestorius Ve Kristolojisi”, UÜİFD, Cilt:19, sayı:1, 2010, ss.215-241. 314 Immaculate Conception doktrinin tarihsel gelişimi için bkz. Francis J. Connell, “Historical Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, The American Ecclesiastical Review, May 1946, ss. 340-346; Ayrıca bu doktrinin Katolik Kilisesi dışındaki Hıristiyanlar ve İslam dinindeki yerinin bir karşılaştırması için bkz. Christopher Evan Longhurst, “Other Sources on the Immaculate Conception of the Blessed Virgin Mary”The Catholic Response, vol. IX, no. 3, November/December 2012, ss.14-19. 315 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 201. 316 Bkz. Connell, “Historical Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, s. 345 102 bu dünya üzerindeki konumunun belirtilmesini istemiştir. 317 İşte bu mucizevi söylenti Meryem‟e olan ilgiyi artırmış ve bazı dindarlar ve özellikle Giovanni Perrone gibi başı çeken teologlar bunun için kiliseden resmi bir bildiri yayımlaması çağrısında bulunmuştur. Pius‟un papa olarak seçildiği 1846 yılında Meryem‟in bu kez Fransa‟nın La Salette şehrinde çobanlık yapan iki çocuğa görünmesi konuya ilgiyi daha da artırmıştır. Rivayete göre Meryem‟in papaya iletilmesi gereken gizli bir mesajı varmış. O gizli mesajın içeriği kesinlikle açığa çıkarılamamış, ancak çocuklardan birinden bu sırrı harf harf kodlaması istendiğinde ortaya “yanılmazlık” (infallibility) ve “deccal” (antichrist) kelimeleri çıkmıştır. 318 Hıristiyan dünyada büyüyerek devam eden Meryem‟ e olan bu düşkünlükle birlikte (onun iki çocuğa göründüğü yer olan La Salette, daha sonraları Fatima gibi bir hac mekanı haline gelmiş) Papa IX. Pius Meryem‟in asli günahtan korunmuş olarak doğduğu Immaculate Conception inancının açık bir şekilde ve resmen onaylanmaya layık olduğunu belirtmiştir. Daha açık bir tutum I. Vatikan Konsili esnasında ortaya konulmuştur. Pius kendi adına bu doktrinin resmen ilan edilmesinden yana olmuştur. O yaklaşık 603 piskoposa bu konuyla ilgili görüşlerini sorduğunda onlardan sadece 56 ya da 57 piskopos aksi yönde görüş beyan etmişlerdir. Onlara göre bu doktrinin kutsal yazılarda bir temeli yoktu ve bunun sıhhati gelenekten –kısmen zayıf bir gelenekten- geliyordu.319 8 Aralık 1854‟te IX. Pius, Katolik kateşizmine de geçtiği şekliyle “En kutlu olan bakire Meryem, gebeliğinin ilk anından itibaren, kadiri mutlak Tanrı‟nın eşsiz fazilet ve mazhariyeti ve insan ırkının kurtarıcısı Mesih İsa‟ya layık olmasından dolayı ilk günahın bütün lekesinden korunmuştur.” şeklinde ifadesini bulan Ineffabilis Deus adlı bullayı yayımlamıştır. 320 Bu ifadelerde ortaya konulan öğreti “Şayet herhangi birisi tarafımızca tanımlanandan başka türlü düşünmeye kalkışırsa o 317 Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/10115a.htm, (31.01.2915). Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 73; McClory, Power and the Papacy, s. 66-7; O‟Malley, A History of the Popes, s.243-4; Chadwick, A History of the Popes, s.120. 319 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 66-7; Connell, “Historical Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, s. 346. 320 Bkz. Anne Fremantle, The Papal Encyclicals: In Their Historical Context, New American Library, New York 1959, s. 134; http://www.vatican.va/archive/ENG0015/__P1K.HTM#-IJ, (03.05.2014). 318 103 kesinlikle kutsal ve Katolik inancı terk ettiğini bilsin” ifadeleriyle de takviye edilmiştir.321 Pius‟un bütün Hıristiyanları bağlayıcı nitelikte böyle bir dogma ortaya koyması bütün Katoliklerce coşku ve heyecanla karşılanmıştır. Tam da dünyevi otoritesinin sallantıda olduğu bir dönemde ultramontanistlerin tezlerinde ortaya koyduğu şekliyle dini alanda mutlak otoritesini ortaya koymuştur. Tabi o güne kadar üzerinde uzun boylu herhangi bir tartışma olmayan Meryem‟in asli günahın her türlü lekesinden korunmuşluğu doktrini üzerinde onun anlamını daha da derinleştirecek ve genişletecek şekilde yeni görüşler ileri sürmüşlerdir.322 Bu resmi bildiri özgün bir emsal ortaya koymakta ve papaların tasarruflarında yeni bir gelişmeye işaret etmektedir. Şöyle ki daha önceki papalar geleneksel olarak bir öğretmen, yargıç ve iltimas dağıtan ruhani önderler konumunda ve yayınladıkları ansiklikalleri basit bir iletişim vasıtası durumundayken, artık daha şümullü, teolojik ve doktrinel ilkeler ortaya koyan ve emredici bir yapıya dönüşmekteydi. Papa, otoritesine dayanarak, evrensel Kilisenin kabul etmesi zorunlu olan bir inanç kuralı koymuştur. Pius‟un danışmanı Schrader‟e göre bu, daha önce hiç bir papalık makamının bu minvalde ortaya koymadığı bir yasaydı. Papa, mutlak otoritesiyle bir dogmayı tanımlamış ve bu dogmaya bir konsil iştirak etmemişti. Bu bağımsız ve kayıtsız uygulama, eğer resmen değilse bile pratik olarak bir diğer dogmatik tanımlamayı ihtiva eder, yani papa -sadece bir konsile başkanlık ettiği zaman değilbizatihi, inanca müteallik konularda yanılmaz yorumlamada bulunabilir demekti.323 Manning ise ökümenik hatta sıradan bir konsil toplantısı yapılmadan Pius‟un böylesi bir tanımlamada bulunmasının Katolik olmayanlar açısından hiçbir şekilde yanılmaz addedilmediğini ancak bütün piskoposların ve bütün Katoliklerin Pius‟un bu tasarrufunu yanılmaz olarak gördüklerini ifade etmektedir.324 321 Bkz. McBrien, The Chucrh, s.1102; Chadwick, A History of the Popes, s.121. Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s.244. 323 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 67; O‟Malley, A History of the Popes, s. 244. 324 Bkz. Henry Edward, The True Story of the Vatican Council, Henry S. King & Co., London 1877, s. 42-3. 322 104 5.4. Liberalizme Meydan Okuma: Hatalar Manzumesi XIX. yüzyıl 1830 ve 1848 devrimlerinin yaşandığı, günümüz düşünce yapısını oluşturan unsurların şekillenmeye başladığı bir çelişkiler ve aynı zamanda derin kopuşlar yüzyılıdır. Leon Daudet, bu çağı, politik kaos ve istikrarlı bir entelektüel örgütlenme yokluğu karşısında “aptal XIX. yüzyıl” olarak nitelendirir. Aslında bu yüzyıl fazlasıyla doktriner olan ve yeni dogmalar yaratan Sosyalizm ve Marksizm gibi büyük düşünce akımlarının üretildiği bir çağdır. Bütün bir yüzyıl boyunca Hıristiyanlık ve Rasyonalizm (akılcılık) birbiriyle mücadele halinde olmuştur. Aydınlanma ve Fransız İhtilali Hıristiyanlığı kötü gösterip inançla alay ederken, rasyonalist ve pozitivist düşünce –özellikle Katolik boyutuyla- dini inanca yönelik küçümseyici tavrını gizlememiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Darwin teorisi nedeniyle Tanrı düşüncesini ve inancı sorgulamaya açan rosyonalizm ile Katolik Kilisesi ya da Ultramontanist bakış açısı arasında bir mücadele dönemi başlamıştır. Böylece doğaüstünü reddeden ve insan aklını ön plana çıkaran hareketlerle skolastik değerler tehlikeye düşmüştür.325 Katolik Kilisesi‟nin geleneksel kabullerine karşı gelişen bu entelektüel meydan okumalar karşısında Pius daha papalığının ilk aylarında 9 Kasım 1846 tarihli Qui Pleribus 326 ansiklikalinde insan aklının Hıristiyan inancının akla ve mantığa uygunluğunu kavrayabilecek güçte olduğunu ve zaten Hıristiyan inancının da bunu istediğini belirtmiştir. 1855 yılında da Index Kurulu (Congregation of the Index) akıl ile iman arasında herhangi bir uyumsuzluk ve çatışma olmadığını ifade eden dört maddelik bir bildiri yayınlamıştır. 1857 yılında Index Kurulu, modern bilimin taleplerine cevap veremediğinden dolayı teolojide skolastik metod terk edilmelidir görüşünü ileri süren Anton Günther‟in eserlerini de kınamıştır ki bu görüşler Syllabus‟ta da kınanacaktır. Katolik Kilisesi ya da Papalık ilerleyen yıllarda da benzer bildiriler ile bu meydan okumalara karşı durmaya çalışmıştır. Örneğin Münih Üniversitesi felsefe profesörü Jacob Frohschammer‟in, felsefenin ve bilimsel felsefe metodunun kilise dogmasından ve kilisenin öğreti otoritesinden bağımsız olması gerektiğini ileri sürmesi üzerine Münih başpiskoposu benzer bir tema içeren bir 325 Bkz. Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, s. 271-274 ve 323; Benzer yorumlar için bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 13. 326 Tam metin için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quiplu.htm, (12.05.2013). 105 kınama mektubu göndermiştir. 11 Aralık 1862 tarihli Gravissimas Inter adlı genelgesinde Pius “Aklın inanç alanını istila etmesini ve bu alana fitne tohumları ekmesini hoş görmemiz mümkün değildir” ifadelerini kullanmıştır.327 Liberal bir görünüm sergileyerek papalık koltuğuna oturan Pio Nono‟nun sürgünden döndükten sonraki bildirileri bir sertlik dönemine işaret eder. Papa IX. Pius‟un, 8 Aralık 1864‟te Collectio Errorum Modernorum (Hatalar Manzumesi=Syllabus of Error) adında bir genelge yayınlaması bu sertlik politikasının zirve noktasıdır. Bu belge hem seküler güçlere hem de kilise içerisindeki liberallere yönelik ifadeler içermekteydi. On başlık altında dönemin seksen önemli hatasını içeren Syllabus ile ifade özgürlüğü, dini tolerans, din-devlet ayrılığı gibi fikirler yanında Papa‟nın ilerleme, liberalizm ve modern medeniyetle uzlaşabileceği ya da uzlaşmak zorunda olduğu fikirleri bir hata olarak nitelendirilmiştir. Syllabus‟la hemen hemen bütün liberal ve modern fikirler; halkın egemenliği, basın özgürlüğü, inanç ve ibadet hürriyeti, skolastisizmden sapma gösteren her tür felsefi düşünce mahkum edilmiştir. Aşırı ultramontanist düşünceyi yansıtan bu fikirler çeşitli teologlardan oluşturulan komisyonlarca özellikle de daha sonra kardinalliğe yükseltilecek olan Luigi Bilio tarafından dört yıllık bir periyotta hazırlanmış ve Quanta Cura328 isimli bir ansiklikal olarak ve kendisine iliştirilmiş zamanın seksen hatasını tanımlayan müstakil bölümler halinde yayımlanmıştır. Ansiklikalin genel olarak kınadığı görüşler Syllabus‟ta daha belirgin bir şekilde kınanmaktaydı. Örneğin “naturalizmin dinsiz ve saçma prensipleri” modern kötülüğün kökeni olarak tanımlanmaktaydı.329 Hatalar Listesi, Pius‟un liberalizmi en sistematik biçimde kınadığı belgedir ve Pius‟un önceden karşı çıktığı seksen sorunun bir listesini içerir. Bu listenin olumsuz bir üslupla hazırlandığı, dolayısıyla orijinal metindeki her maddenin, “Asla doğru değildir ki…” şeklinde başlıyor olması dikkat çekicidir. Quanta Cura ve ona 327 Bkz. Gerald A. McCool, Nineteenth-Century Scholasticism: The Search for a Unitary Method, Fordham University Press, USA 1999, s. 129-131; Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, s. 271-274 ve 323; 328 Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quanta.htm, (17.07.2013). 329 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 281-2; Hans Küng, The Council, Reform and Reunion, Translated by Cecily Hastings, Sheed and Ward, New York 1961, s. 87; Infallible? An Unresolved Enquiry, London, 1994, s.74; O‟Malley, A History of the Popes, s. 245; Chadwick, A History of the Popes, s. 212.Papa IX. Pius tarafından kınanan 80 madde için bkz. Fremantle, The papal encyclicals, ss. 143-152; Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, ss. 433442; ayrıca bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9syll.htm, (06.03.2014); 106 iliştirilmiş Syllabus of Errors dikkatle incelendiğinde aslında Vatikan‟ın yüzyıllardır tesis etmeye ve korumaya çalıştığı hem dini hem de dünyevi en yüksek otorite olduğu iddialarını yinelediği görülmektedir. Ancak Katolik inancının en geçerli inanç olduğu ve kilisenin dünyevi idareden, yani devletten daha üstün olduğu ve her türlü maddi manevi tasarrufa sahip olduğu tezlerini ortaya koyan Syllabus‟ta papanın yanılmazlığına dair herhangi bir ifade ya da ima yer almamıştır. IX. Pius‟un, Syllabus ile bazı hatalı doktrinleri, dönemin eğilim ve fikirlerini hedef alarak liberal güçlerin yükselişi karşısında güçlü ve sözü dinlenilir bir Papalık teşkil ederek Hıristiyan halkı yanlış ve batıl doktrinlerden korumak olmakla birlikte Fransa‟daki etkili din adamlarından Orléans piskoposu Dupanloup‟u da hedef aldığı ifade edilmiştir. Syllabus‟un ilan edildiği dönem, Kilisenin, Papalık Devletlerinin (Papal States) son parçalarına (buna Roma dükalığı da dahil) sahip olduğu ve genel olarak Kilisenin dünyevi otoritesinin saldırı altında olduğu bir zaman dilimiydi. Bu dönemde Syllabus, genel olarak, Kilisenin ve Papalığın, piskoposların seçimi, inananların dini hayatının tanzim edilmesi ve öğretilerin yayılması yoluyla otonomluğunu koruma amacı taşımaktaydı. 330 Dupanloup bu durumu “Kilisenin adapte olmak zorunda olduğu bir dünya değil, herkesin Katolik olduğu ideal bir dünya tasavvuru” olarak ifade etmiştir.331 Daha önce Lammenais liberal görüşlerinden dolayı Pius tarafından kınandığında Katolik dünyada büyük bir protesto olmamıştı. Ancak yeni bir kuşak vardı ve Amerika, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde inanç ve ibadet özgürlüğü politik sisteme entegre olmuştu. Syllabus büyük protestolara sebebiyet vermiş ve Katolikler bile Syllabusu aşırı tepkisel ve çağdışı bulmuştur. Hatta İtalyanlar tarafından Roma‟nın işgalini önlemek için ordusunu teyakkuzda tutan Fransız hükumeti bile Syllabusu Fransa‟da kınamıştır.332 330 Bkz. Mcrien, The Church, s.108; Brezzi, The Papacy, s. 162; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 134. 331 Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 18. 332 Bkz. McBrien, The Church, s.87; McClory, Power and the Papacy, s.70-1; O‟Malley, A History of the Popes, s. 245; Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 52. 107 6. I. VATĠKAN KONSĠLĠ VE YANILMAZLIK DOKTRĠNĠNĠN KABULÜ Hıristiyanlığın başlangıç yıllarına kadar geri götürülen yanılmazlık doktrini etrafındaki asıl tartışma, bu vasfın bulunup bulunmadığı hususundan ziyade bu vasfın kime ait olduğu hususundadır. Daha doğrusu Kutsal Ruh‟un gözetim ve denetimi altında “hataya düşmeme”, “bozulmama”, “saf itikadın korunması” gibi bir nevi sigorta işlevine sahip olan bu karizmanın Kiliseye mi yoksa papaya mı ait olduğudur. İncil ifadelerinden ve gelenekten iktibasla oluşturulan ve ilk dönemlerde bir bütün olarak Kiliseye, tedricen de Roma Kilisesi‟ne hasredilen bu yetki ilk defa XIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısında Fransisken öğretilerin teminatına matuf olarak papaya transfer edilmiş, sonraki yüzyıllarda da papayı merkeze alan ultramontanist teologlarca papanın yanılmazlığı direkt veya dolaylı olarak işlenerek bu doktrininin dogmalaşması yolunda toplumsal ve teolojik bir alt yapı oluşturulmuştur. Reformasyonla başlayıp Fransız İhtilali ile devam eden, aydınlanma ve moderniteyle ivme kazanan Kilisedeki itibar aşınmasına karşı I. Vatikan Konsili‟nde bir araya gelen ve kahir ekseriyetini bu ultramontanist duygulara sahip piskoposların oluşturduğu piskoposlar papanın yanılmazlığı doktrinini bir dogma olarak kabul etmiştir. Bu kısımda I. Vatikan Konsili ve konsilde bu doktrin etrafında yapılan müzakere ve tartışmalar ele alınacaktır. 6.1. Konsil Çağrısı ve Konsilin Amacı Kendisini Tanrı tarafından görevlendirilen bir elçi olarak gören333 Pius‟un ökümenik bir konsil toplama fikrinin oluştuğu tarih olarak 1864 Aralık ayı gösterilmektedir. 334 Syllabus‟un yayımlanmasından sadece iki gün önce 6 Aralık 1864 tarihinde Pius dini tören topluluğunun seçilmiş üyelerine “Hıristiyan dünyanın 333 McClory, Power and the Papacy, s. 65. Bkz. Henry Edward (Manning), The True Story of the Vatican Council, s. 3; Chadwick, A History of the Popes, s.182; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 443; Küng, The Council, Reform and Reunion, s. 87. 334 108 karşı karşıya kaldığı görülmemiş fenalıklar için olağanüstü çareler aramak”335 adına bir konsil toplama fikrini açtığı ve gizlilik yemini alarak onların görüşlerini sorduğu, 13 üyenin bu fikri olumlu bulurken 8 üyenin ise buna karşı görüş belirttiği ya da bazı ciddi endişeleri dile getirdikleri ifade edilmektedir. Bazı din adamları konsilin göz önünde bulundurması gereken öncelikli konunun kilise disiplininin değişen dünyadan dolayı çağa uydurulması ya da hafifletilmesi gerektiğini ileri sürerken, bazıları da daha güçlü bir kilise doktrinininden yana görüş belirtmişlerdir. Bir diğer grup ise konsilin ana gündeminin Hıristiyanların yeniden bir araya getirilmesi için çalışmak olduğunu belirtmiştir. Halihazırda dünyanın içerisinde bulunduğu konjonktür de ökümenik bir konsil toplamanın önünde engel olarak ileri sürülmüştür. 336 Papa IX. Pius‟a gelince, onun bir konsil toplamadaki amacı, aydınlanma ve Fransız İhtilali‟nin topluma nüfuz eden fikir ve prensiplerine karşı bir ağırlık merkezi teşkil etmektir. Pius ve diğer pek çok Katolik çağın getirdiği rasyonalizm, materyalizm, ateizm, sosyalizm, komünizm, liberalizm, demokrasi, milliyetçilik ve bu akımlarla boyanmış diğer modern ideolojileri Kilise ve Kilise otoritesi için bir tehdit olarak görmekteydi. Papanın yanılmazlığı doktrini bütün bu zararlı akımlara karşı bir panzehir olarak görülmüştür.337 Zira Fransız İhtilali‟nden 1944 yılına değin papalar Katolik monarşiyi en ideal yönetim biçimi olarak görmüşler, ancak 1944 yılının başında XII. Pius demokrasinin bir erdem olduğunu ifade etmiştir. Kısaca konsilin gündemi, Pius‟un 1864 yılında yayımladığı Quanta Cura adlı ansiklikale iliştirilen ve iman-akıl ve kilise-devlet bağlamında karşılıklı etkileşime yol açan panteizm ve naturalizm ile alakalı olarak dönemin seksen önemli hatasını kınadığı ünlü Syllabus of Errors ile yakından ilgili olup modernizmin tehditleri karşısında bir savunma mekanizması oluşturmaktır. Her ne kadar papanın yanılmazlığı konusu ilk mülahazalarda net bir şekilde mevzu bahis olmasa da konsil sonunda kabul edilen doktrinin bu amaca matuf olduğu görülmüştür.338 335 Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 31. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 71; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 53-5; Konsil toplantısına ve konsil gündemine ilişkin görüş ve öneriler için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, ss. 4-12. 337 Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 18; ayrıca bkz. Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, s. 568. 338 Bkz. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils, s. 801; McBrien, The Church, s. 108; O‟Malley, A History of the Popes, s.246-7; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 443; Küng, The Council, Reform and Reunion, s. 87-8; Chadwick, A History of the Popes, s. 184; John F Pollard, Money and 336 109 Dört ay sonra Pius, yine gizli kalmak koşuluyla dünyanın dört bir tarafından seçilmiş 34 piskoposa görüşlerini sunmuştur. Bir konsil toplantısından yana olan büyük çoğunluk ve konsilin toplanması hususunda çekincelerini bildiren sekiz piskopos konsilin kabul edilmesi muhtemel kararları arasında bir yanılmazlık bildirisinin de olmasını dile getirmişlerdir. Bütün bu gelişmeler Pius‟u cesaretlendirmiştir ancak konjonktür, özellikle de Avusturya ile Prusya arasındaki savaş dolayısıyla Pius bu niyetini 1867 yılına kadar resmen ilan etmemiştir. Beş yüz kişiden oluşan piskoposlar topluluğu Aziz Petrus‟u anma töreni için Roma‟da bulunduğu 26 Haziran 1867 tarihinde Pius, bir konsil toplama niyet ve amacını herhangi bir şekilde “yanılmazlık” lafızını zikretmeksizin, “Toplantının amacı bu sıkıntılı zamanlarda Tanrının onurunu daha da yükseltmek, inancın safiyetini ve Tanrısal mesleğin itibarını, ruhların kurtuluşunu, papaz ve deyakonların idaresini ve bütün dünyanın ortak barış ve ittifakını sağlamak olacaktır” şeklinde ilan etmiştir.339 Papanın ökümenik bir konsil toplama niyeti 29 Haziran 1868 tarihinde 340 yayınladığı Aeterni Patris (Ebedi Baba) adlı bulla ile resmiyet kazanmıştır.341 Konsil toplantısı için verilen tarih Meryem‟in asli günahın bütün yükünden azade olarak doğduğu inancının dogmatik olarak kabul edilişinin (Immaculate Conception) yıl dönümü olan 8 Aralık 1869, toplanma yeri de Vatikan‟dı.342 Konsilin toplantı yerinin Roma olması bazı riskler barındırmasına rağmen 343 bazı piskoposlar tarafından the Rice of the Modern Papacy: Financing the Vatican, 1850-1950, Cambridge University Press, UK 2005, s. 7. 339 Bkz. McClory, Power and Papacy, s. 71-2; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 62; Thomas Witherow, “History of the Vatican Council”, Southern Presbyterian Review 26.2 (April 1875), s. 340. 340 Aeterni Patris‟in yayımlanma tarihi olarak değişik tarihler de verilmektedir. Manning bu tarihi 26 Haziran 1868 olarak verirken, Aubert 29 Temmuz 1868, Hasler ise 8 Eylül 1868 olarak verir. Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 46; Roger Aubert, “Vatican Councils: Vatican I”, ER, vol. 15, s.194; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 58. 341 Bu ifadelerle başladığı için Aeterni Patris olarak bilinen IX. Pius‟un bu apostolik mektubu da geleneksel Roma merkeziyetçiliğini öne çıkaran; Mesih‟in kendisinden sonra yerine talim, tedris ve yargılamaya tam yetkili olarak havarilerin prensi Petrus‟u bıraktığı, ondan sonra da bu yetkinin o makama oturan haleflerine geçtiği, dolayısıyla Hıristiyan itikadını koruma ve kollama görevinin Roma piskoposlarına ait olduğu ve gerektiğinde bunu sağlama adına bir ökümenik konsil toplayabileceği ifadelerine yer vermektedir. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/01176a.htm, (26.06.2014). 342 Bkz. Tanner, Decrees, s.801; O‟Malley, A History of the Popes, s. 246; McBrien, The Church, s.109; Collins, Keepers of the Keys, s. 443; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 62; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 342; 343 1860 yılında Risorgimento kuvvetleri Papalık Devletlerini ele geçirmiş ve Roma‟yı da yeni devletin başkenti olarak ilan etmişlerdi ve hali hazırda da Roma‟ya karşı bir harekat için tetikte beklemekteydi. O zaman için Napolyon Roma‟nın hamisi olmuş ve İtalyan kuvvetlerinin Roma‟yı 110 memnuniyetle karşılanmıştır. Örneğin Tours Başpiskoposu Guibert için bu durum Katoliklik adına Roma‟nın yeniden ele geçirilmesi anlamına geliyordu. 344 Papanın konsil toplantısını ilan eden bullasını345 okumasını müteakip, protokol, orada hazır bulunan piskoposlardan papaya teşekkür mahiyetinde ve ona destek sözünü içeren bir bildiri hazırlamalarını talep etmiştir. Manning, modern düşünceleri kınayan bir “savaş manifestosu” ve buna ilaveten yanılmazlık mevzusunun da bu söylevde yer almasını istemiştir. Dupanloup ise böylesi bir agresif tavır takınılmasına itiraz etmiş ve yanılmazlık konusunu gündeme getirmenin ayrılığı körüklemekten başka bir işe yaramayacağını öne sürmüştür. Manning ve onun gibi düşünenlere göre Dupanloup ve diğer Fransız ve Alman piskoposlarda teolojik gallikanizminin kırıntıları mevcuttu. Sonuçta tebrik amacıyla hazırlanan metinde şu ifadelere yer verilmiştir: “Biz (Kilise) Babaların Florence Konsili‟nde tanımladıkları; Roma Piskoposu Mesih‟in vekili (vicar of christ) ve bütün kilisenin başı, bütün Hıristiyanların babası ve öğreticisidir ve o Petrus‟a İsa Mesih tarafından bahşedilmiş evrensel kiliseye rehberlik etme, onu idare etme ve yönetme tam yetkisine sahiptir görüşüne tamamen katılıyoruz.”346 6.2. Konsil Gündemine Ġlk Tepkiler İlerleyen aylarda konsilin planlaması kardinallerden oluşan bir komisyonca üstlenilmiştir. Bu komisyon üyeleri Roma Curiası üyelerince özellikle atanmış ve üçte ikisi Roma‟da yaşayan İtalyanlardan oluşmuştur.347 Onların faaliyetleri 1869 yılı Şubat ayına, La Civilta Cattolica‟da348 tavsiye niteliğinde bir makale yayınlanıncaya kadar fazla dikkat çekmemiştir. Çok tartışılan bu makalede “Katoliklerin konsilden beklentisinin Syllabus doktrinlerinin [yanılmaz olarak] ilanı…ve Yüce Papa‟nın yanılmazlığı dogmasının coşkuyla kabul edilip oybirliğiyle tanımlanması” şeklinde işgali durdurulmuştu. Papalık ordusu ise Roma‟yı savunacak güçte değildi. Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 246. 344 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 183. 345 IX. Pius‟un Aeterni Patris adlı bulla için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, ss. 63-66. 346 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 73. 347 Hazırlık Komisyonuna seçilen din adamları, görev yerleri ve ülkeleri için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 89-90. 348 Civilta Cattolica, bizzat Papa IX. Pius tarafından 1850 yılında kurulmuş ve genel başkan Jan Roothan‟ın itirazlarına rağmen Cizvitlerin sorumluluğuna verilen etkili bir yayın organıdır. Bkz. Güngör, Cizvitler, s.135 dipnot. 111 ifade edilmiştir. 349 Makalede, bunların Pius‟un temennileri olduğu belirtilmese de Civilta Cattolica‟nın Vatikan‟ın yarı resmi yayın organı olması, durumu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Eğitimli Katolikler Syllabustaki hususların resmen tasdik edilmesi durumunda Kilise ile toplum arasında büyük bir çatlak oluşacağı endişesiyle bu yazılanlardan rashatsızlıklarını belirtmişlerdir. 350 Ancak asıl tepki makalenin yayımlanmasıyla eş zamanlı olarak Almanya‟dan, “Janus” müstear ismini kullanan ve Avrupa‟da önde gelen bir teolog olarak büyük saygı gören Münih Üniversitesinden Johann Joseph Ignatius von Döllinger‟den gelmiştir. Döllinger, Allgemeine Zeitung’da papanın yanılmazlığını hedef alan bir dizi makale kaleme almış ve bu makaleler eş zamanlı olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyancaya tercüme edilmiştir.351 Döllinger‟in bu konuyla ilgili çalışmaları onu ılımlı bir ultramontan352 rahiplikten ateşli bir teolojik gallikan‟a dönüştürdüğü ifade edilmiştir. Zira o, papanın önceliğini desteklemiş ancak papayı hiç bir şekilde konsil üstü bir konumda görmemiş ve ulusal kiliseler için Roma‟dan bağımsız bir statüyü tercih etmiştir. Döllinger‟e göre dünya çapındaki piskoposlar yeni bir çağda nasıl davranmaları gerektiği hususunda kararsızlık yaşamaktaydı. Bu piskoposlar eğer bütün otoriteyi papalık kurumuna verirlerse, hiyerarşinin eşit oranda yetkiye sahip doğasını yerle bir edeceklerdi. Bir makalede o bu konuda şunları yazmıştır: “449 yılında toplanan bir sinod “haydutlar sinodu” adını almıştır; 1869 Konsili ise “dalkavuklar sinodu” olacak. Eğer konsil kendisinde bulunması gereken yanılmazlık tacını papanın alnına takarsa… Papalığa ve İtalyan ruhban sınıfına karşı büyük bir antipati gittikçe artacak.”353 Döllinger, papanın yanılmazlığı dogmasını “Kilise mutlakiyetçiliğinin Magna Carta‟sı” olarak tanımlamış ve bu dogmanın papanın egemenlik kaprisini daha da kuvvetlendireceği uyarısında bulunmuştur. 354 Döllinger‟in makaleleri iğneleyici ve hakeratamiz bir şekilde ortalıkta yayılmıştır. Döllinger‟e göre papalığın gücü büyük 349 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 187 ve 191; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 288-9; Aubert, “Vatican I”, s. 194; McClory, Power and the Papacy, s.73; Collins, Keepers of the Keys, s. 444; Nielsen, The History of the Papacy, s. 299. 350 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s.191. 351 Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 67-8. 352 Döllinger‟in Ultramontanizm hakkındaki görüşleri için bkz. The Pope And The Council, By Janus, Rivingtons, London, Oxford and Cambridge 1869, ss.37-45. 353 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 74. 354 Bkz. The Pope And The Council, 6th Letter, s.135; Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 1. 112 ölçüde Ortaçağ sahtekarlığına (sahte dekretaller) dayanmaktaydı ve yanılmazlık doktrini İncil ve gelenek ile hiçbir şekilde temellendirilemezdi. Papalığın dayandığı bu gelensel üstünlük iddialarının, kendisinden bir dogma yontulacak ham madde olmadığını ifade eden Döllinger, “Bu modern buluşu zihnime kazımadan önce, elli yıllık teolojik ve tarihi çalışmalarımı Lethe355 nehrine daldırıp boş bir kağıt sayfası olarak çıkarmalıyım” ifadelerini kullanmıştır. Vatikan Konsili‟nden bir ay öncesinde de yaylım ateşini devam ettiren Döllinger‟in bu taciz edici makalelerinin çoğu The Pope and the Council adlı kitapta yayımlanmış ve bu kitap da beklenildiği üzere derhal Index‟e dahil olmuştur.356 Bu noktada konsilin gündeminde ilk sırada olan yanılmazlık tanımlamasına karşı sesini yükselten ilk kişi Döllinger değildir. Döllinger ile birlikte pek çok Alman entelektüel ve piskopos konsilden üç ay önce Fulda‟da toplanarak yanılmazlık doktrinine karşı olduklarını bildirmişlerdir. Bu piskoposlar Kutsal Metinlerde yer almayan geleneğin de teyit etmediği bir şeyi bir genel konsilin yeni bir dogma olarak ortaya koyamayacağını ifade etmişler ve yanılmazlık doktrininin sonuçları itibariyle Katoliklerle Protestanlar arasında bir ayrılığa yol açma riskini içinde barındıran çok gereksiz bir tanımlama olduğunu ileri sürmüşlerdir.357 Fransa‟da da Piskopos Maret On the General Council and Religious Peace adlı esrinde Gallikan tezleri baz alarak papanın ifadelerinin yanılmaz kabul edilebilmesi için Kilisenin mutabakatının şart olduğunu ileri sürmüştür. 358 Fransa, Almanya ve Belçika gibi ülkelerde de yanılmazlık karşıtı konferanslar düzenlenmiş, konuyla alakalı bilimsel çalışma ve broşürler yazılmıştır.359 İngiltere‟de Döllinger‟in eski öğrencisi olan Lord Acton da papanın yanılmazlığını naif gerçekliğin tipik bir örneği olarak görmüş ve modern fikirlerin papaya yarı-ilahi güçler atfedilerek ortadan kaldırılamayacağını öne sürmüştür. Onun Papalık mutlakiyetçiliğine dair söylemiş olduğu “Güç yozlaştırır ve 355 Yunan mitolojisinde suyunu içen ruharın her şeyi unuttukları unutkanlık nehri. Bkz. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972, s. 242. 356 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 180; McClory, Power and the Papacy, s. 74; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 289; Chadwick, A History of the Popes, s. 192; Döllinger‟in papanın yanılmazlığı anlayışına karşı geliştirdiği dini ve tarihi itirazlar ve onun yanılmazlık anlayışı için bkz. The Pope And The Council; Ayrıca bkz. Nielsen, The History of the Papacy, s. 307; Todd, Exodus From Rome, s. 94. 357 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s.193; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 49; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 346. 358 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 289; Ayrıca bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 362. 359 Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 68. 113 mutlak güç tamamen yozlaştırır” ifadesi bu duruma işaret etmektedir. Acton‟a göre kilise, muhalifleriyle onların bilgi ve anlayışı temelinde yüz yüze gelmelidir. Acton‟a göre her yanılmaz yargı edimi mutlak gücün bir uygulamasıdır. 360 Louis Veuillot gibi yanılmazlık taraftarları Döllinger‟i bir heretik olarak nitelemişler ve onu –kilise içerisinde bir Fransız İhtilali- “bir 1789” başlatmaya çalışmakla suçlamışlardır. Manning‟e göre ise bir bütün olarak Kilise yanılmazdır ve papa da bu Kilisenin başıdır ki yanılmaz bir kurumun yanılmaz bir başının olmaması anlamsızdır, bundan dolayı papa ex cathedradan herhangi bir tanımlamada bulunduğunda ya da inanç ve ahlaka dair meselelerde yanılmazdır olup en üst karar mercidir ve onun üstünde başka bir karar ve temyiz merci yoktur. Papaların hata yaptığına inanılan tarihî örnekler çok da ciddiye alınmamalıdır. Manning bu konuda “şu anda oluşan ilahi sedayı boğmaya çalıştığından eski çağa (antiquity) müracaat etmek ihanettir. Yanılmazlık dogması tarihe galebe çalmalıdır” ifadelerini kullanmıştır.361 Bu süreçte yanılmazlık konusu sadece Kilise içerisinde değil siyasi alanda da tansiyonu epeyce yükseltmiştir. Syllabusta kınanan maddelerin irticalen serdedilen görüşler olmaktan çıkarılıp dogmatik tanımlamalar seviyesine yükseltilmesi ihtimalinden Avusturya, Prusya, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerdeki hem Katolik hem laik idareciler rahatsız olmuştur. Çünkü bu ülkeler, vatandaşlarının hakları anayasayla güvence altına alınmış, özgürlüklerden yana bir devlet kurmak istiyorlardı. İspanyol bakan Olozaga ise Kiliseyi Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya ve Bavyera ittifakıyla tehdit etmiştir. Bavyera Dış İşleri Bakanı Prince Hohenlole uluslar arası diplomatlara yazdığı bir mektupta, konsilde Roma‟nın dogmatik olarak ilan etmek istediği papanın yanılmazlığının, dünyevi alanda da papanın gücünü artırıp tamamen dini ve ahlaki alanın ötesine geçeceği ve son derece politik bir mesele haline geleceğinden siyasal yönetimlerin kendi piskoposlarına ve Vatikan 360 Bkz. Kenneth L. Parker, “Historical Consciousness And The First Vatican Council: Manning, Döllinger, Newman, And Acton‟s Uses Of „History‟ In The Papal Infallibility Debates”, The Rise Of Historical Consciousness Among The Christian Churches, Kenneth L. Parker and Eric H. Moser (ed.), University Press of America, Lanham 2013, s.104; Todd, Exodus From Rome, s. 95.the 361 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.75; Powell, Papal Infallibility, s.93. 114 Konsili piskoposlarına Kilise-devlet ilişkilerinde oluşacak feci sonuçlar için ikazda bulunması gerektiğini ifade etmiş, ancak bu istek pek karşılık bulmamıştır.”362 Papalık topraklarında birlikleri bulunan ve Papalığın hamisi konumunda bulunan tek ülke olan Fransa hariciye bakanı da Vatikan‟a gönderdiği bir direktifte yanılmazlık dogmasıyla ilgili endişelerini “Son birkaç yıldır Katolik Kilisesinde gereksiz yere papanın yetkilerini artırmaya yönelik bir hareket oluyor…Şüphesiz ex cathedradan konuşan papanın yanılmazlığı doktrini pek çok üstü kapalı ayrıcalıkları da içerir. Biz bu konuda aklı selimin tercih edileceğini umuyoruz” şeklinde ifade etmiştir.363 Konsilin 1869 yılı Aralık ayında başlaması planlanmış ve konsile yönelik hazırlıklar için özellikle yaz ve güz aylarında yoğun bir şekilde mesai harcanmıştır. Gündeme yönelik çalışmalara katkıda bulunması için Curia üyelerine ek olarak çeşitli ülkelerden bir takım teologlar da davet edilmişler ve 102 teolog ve kanonistten oluşan hazırlık komisyonu taslak üzerinde çalışmaya başlamıştır. 364 Bu davetliler içerisinde Döllinger ve John Henry Newman da yer almış ancak Newman bu daveti geri çevirmiştir. Her ne kadar Newman 1875 yılında Norfolk düküne yazdığı mektupta bir Katolik olarak yanılmazlık doktrinine inandığını belirtmiş olsa da yanılmazlığın bazı olumsuz ökümenik yanlarına dikkat çekmiştir.365 Döllinger ile birlikte diğer kilise tarihçisi olan Tübingen Üniversitesinden Joseph Karl Hefele bu çalışmalarda hazır bulunmuştur. Hefele, Vatikan Konsili‟nin açılışından yaklaşık 6 ay önce Rottenburg piskoposluğuna seçilmiş, ancak bu durumun Roma curiası tarafından hoş karşılanmadığı ifade edilmektedir. Bundan dolayı seçimin onay işini Roma ağırdan almış, en nihayetinde konsilin açılışından çok kısa bir süre sonra yapmıştır. Yanılmazlık doktrinine en güçlü muhaliflerden olan Hefele, Acton‟a “eğer konsil bu doktrini kabul ederse Almanya iki yıl içersinde Protestanlığa dönecektir” demiştir. 366 Hefele Roma‟dayken papanın etrafını saran grup tarafından tespit edilen gündemin ve konsilin nihai sonucunun şimdiden belli olduğunu “buradaki bütün hazırlıklar papanın yanılmazlığını ilan etmek için” 362 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 49; Chadwick, A History of the Popes, s. 192; McClory, Power and the Papacy, s. 75; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 68-9. 363 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 76. 364 Konsilin hazırlık çalışmaları, usül ve esaslar için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, ss. 78-84. 365 Bkz. McBrien, The Church, s. 89; McClory, Power and the Papacy, s. 76. 366 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 188. 115 şeklinde ifade etmiştir. Hefele yine arkadaşına yazdığı bir mektupta kendisinin Roma‟ya danışman sıfatıyla çağrılmasının aslında Roma‟nın iki yüzlü bir tutum sergileyerek tarafsız görünüp halkı kandırmak olduğunu, atandığı görevdeki tek işinin Trent Konsili‟nin seramonik parçalarından alıntı yapmak olduğunu ifade etmiştir. İçinde bulunduğu duruma da sinsi Cizvitlerin kıs kıs güldüğünü tahmin ettiğini belirtmiştir.367 6.3. Konsilin AçılıĢı I. Vatikan Konsili kararlaştırıldığı gibi 8 Aralık 1869 tarihinde Aziz Petrus Bazilikasında ekmek şarap ayiniyle (mass) başlamıştır. Açılıştaki genel manzara şu şekilde tanımlanmaktadır: “İbadet maksadıyla orada bulunan kalabalık bir hacı topluluğun elbise ve şemsiyelerinden damlayan sudan dolayı Aziz Petrus Bazilikasının zemini suyla kaplanmıştı. İzdihamdan Avusturya imparatoriçesi mahsur kalmış ve İsviçreli korumaların yardımıyla kurtarılmıştı. Liberalizmin fenalıklarından dem vuran ve piskoposların her daim Kutsal Makam‟a sadık kalmalarını salık veren bir konuşma yapan Papa Pius‟un duygulu hali gözlerden kaçmıyordu. Çalan Te Deum marşı da katılımcıları duygulandırmış, göz yaşlarına boğulmuşlardı.”368 Büyük çoğunluğu piskopos olan 700‟ü aşkın kardinal, başpiskopos, ve başrahip, papanın Tanrının annesine adadığı konsil çalışmalarında hazır bulunmuştur. Katılımcıların üçte biri, yani büyük çoğunluğu İtalyan, üçte biri diğer Avrupa ülkelerinden ve kalan üçte biri de 113 üyesi Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada‟dan olmak üzere dünyanın geri kalanından oluşuyordu. 369 İlk defa Avrupa 367 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 66-7; McBrien, The Church, s.89; McClory, Power and the Papacy, s.76; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 289 vd. 368 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 197. 369 Konsile Avrupa kıtası dışından iştirak eden bu üçte birlik kesimin de aslında oralara misyoner olarak giden Avrupalı piskoposlar olduğu ifade edilmektedir. Bu da I. Vatikan Konsili‟nin aslında Avrupalı piskoposlardan, daha da önemlisi papanın çizgisini takip eden ultramontanist piskoposlardan müteşekkil bir konsil olduğunu göstermektedir. Bkz. Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, s. 569; Konsile katılım konusunda 700‟den 900‟e varan farklı rakamlar verilmektedir. Ancak incelediğimiz kaynaklardan en az 700 piskoposun hazır bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Listenin tamamının, yani konsile katılma hakkı bulunan ruhanilerin 792, 1002, 1049, 1050 ve 1056 isimden oluştuğu yönünde rivayetler vardır. Ancak hastalık, yaşlılık ve diğer sebeplerden dolayı bu sayıya ulaşılamamıştır. Tabi uzun süren konsil oturumlarında iştirakçi sayısının devamlı değiştiği de bir gerçektir. Daha sonraki oturumlarda sayı yaklaşık 600‟dür. Katılımcıların sayısı, ulusal ve bölgesel 116 kıtası ve bu kıtaya komşu coğrafya dışından katılımın gerçekleştiği konsil olma özelliğine sahip I. Vatikan‟a, bu konsilin Florence ve II. Lyon Konsillerinde olduğu gibi yeniden bir birlik tesis edeceği ümidiyle Protestan ve Doğu Ortodoks Kiliseleri de davet edilmesine rağmen –davetteki bazı yakışıksız ifadeler nedeniyle- herhangi bir katılım gerçekleşmemiştir.370 Yaklaşık yüz elli milyonluk Ortodoks ve Protestan coğrafyanın I. Vatikan Konsili‟nde temsil edilmemesi bu konsilin ökümenik bir konsil olma özelliğine halel getiren bir durum olarak görülmüştür.371 Genel kongreler tarafından yönetilen ana oturumların hepsi bir tür konferans salonu olarak düzenlenen Aziz Petrus Bazilikasının sağ tarafında toplanmıştır. Papa Pius‟un Petrus‟un kabrine daha yakın olduğu gerekçesiyle tercih ettiği Aziz Petrus Bazilikası‟ndaki son derece kötü akuistik, konsilin başından sonuna değin genel bir şikayet ve memnuniyetsizlik sebebi olmuştur. Hatta azınlık piskoposlar burasının böylesi tartışmalı bir konu için kasten seçildiğini bile düşünmüşlerdir. Bazı yoklamalarda bu durumdan şikayetçi olan piskoposlar “çünkü biz konuyu anlamadık” diye eklemede bulunarak verilen teklife karşı oy kullanma (non placet) eğilimi içerisine girmişlerdir. Fiziksel olarak elverişsiz şartlara ek olarak bazı katılımcıları rahatsız eden asıl mesele, papanın konsil gündemini kendisinin belirlemesiydi. Buna göre bir piskopos konsile öneri sunmak isterse önce bunu papanın onaylaması için bir komiteye sunacaktı, papa da bunu uygun bulduğu takdirde onaylayacaktı. Konsilin işleyişi Trent ve daha önceki genel konsilere kıyasla daha bir kural ve kaidelerle kayıt altına alınmıştır. Konsilde gizlilik esastı ve piskoposların konsile ait konuşma, tartışma ve müzakereleri yazma ve basması da yasaklanmıştı. Alınan bütün bu önlemlerin amacı her halükarda gizliliği sağlamaktı, ancak bu müzakereler esnasında alınan kararlar muhtelif piskoposlar tarafından dağılım için bkz. The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, (Official Documents, Diary, Lists Of Bishops), Burns, Oates, and co., Strand, Tarihsiz. s. iv-v; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 347-8; Chadwick, A History of the Popes, s. 197-8; Aubert, “Vatican I” s. 195; McBrien, The Church, s.109; McClory, Power and the Papacy, s. 77; Tanner, Decrees, s.801;Tanner, Church in Council, s.37; Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 52; Nielsen, The History of the Papacy, s. 318. 370 Bkz. Charles A. Frazee, Catholics and Sultans: The Church and the Ottoman Empire 1453-1923, Cambridge University Press, New York 1983, s. 234; Chadwick, A History of the Popes, s. 189; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 73; I. Vatikan Konsili‟ne Mezopotamya, Mardin ve Maraş gibi İç ve Güney Anadolu coğrafyası başta olmak üzere Türkiye‟den de 10 kişiden oluşan bir heyet katılmıştır. Bkz. The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, s. iv ve 82; Anglikanlar heretik kabul edilerek görmezden gelinmiş ve herhangi bir davette bulunulmamıştır. Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 343. 371 Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 347. 117 yayımlanan ve dağıtılan materyallerle ifşa olunca plan büyük ölçüde sonuçsuz kalacaktır.372 Konsilde yapılan ilk konuşmalarda ve müzakere edilmek üzere dolaştırılan dökümanlarda papanın yanılmazlığına dair bir ifade geçmemiştir. Ancak katılımcıların büyük çoğunluğu konsilin amacının yanılmazlık doktrinin dogmatik bir kararla kabul edilmesi olduğunu düşünerek bu konu üzerine yoğunlaşmışlardı. Papalık otoritesinin restorasyonu adına konsilin “Papanın yanılmazlığı” doktrinini kabul edeceğine yönelik ilk işaretler önceden kendisini göstermişti. Zaten ultramontanist düşüncenin önemli simalarından Maistre, Du Pape adlı eserinde papanın kişisel yanılmazlığını savunmuş, Cizvitlerin L’Osservatore‟den önce papalığın resmi yayın organı gibi bir işleve haiz olan etkili yayın organları La Civilta Cattolica doktrinin dogmalaşması yönünde önemli katkı sağlamıştır. Yine bir Cizvit yayın organında papa tefekküre daldığında Tanrı‟nın onun aklıyla düşündüğü yazılmış, önde gelen Fransız bir ultramontanist piskopos ise Papa Pius için vücut bulmuş kelamın, yani İsa‟nın devamı olduğunu ileri sürmüştür.373 Dahası La Civilta Cattolica‟da konsilden yaklaşık bir yıl kadar önce, 6 Şubat 1869‟da yayımlanan “Correspondence from France” adlı anonim bir makalede toplanacak olan konsilin belli başlı hedefinin Syllabus‟ta belirtilen doktrinlerin mahkum edilmesi ve papanın yanılmazlığı doktrininin ilan edileceği yazılmış ve bu haber çeşitli tartışmalara yol açmıştır. 374 6.4. Konsilde Yanılmazlık KarĢıtları ve Savunucuları Yanılmazlık doktrini muhalifleri çoğu kez “Inopportunists” (uygunsuzcular/yersizciler) olarak anılmışlardır. Zira onlardan bir grup papanın yanılmazlığının bir dogma olarak belirlenmesi için uygun yer ve zamanda olunmadığı ve kesinlikle böylesi bir tanımlama yoluna gidilmemesi gerektiği 372 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 77-9; Chadwick, A History of the Popes, s. 196; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 290; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 86. 373 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 79; Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, s. 152. 374 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 288.9; McBrien, The Church, s. 90; McClory, Power and the Papacy, s. 73; Aubert, “Vatican I”, s. 194; Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 52; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 179. 118 kanaatine sahiplerdi. Bu tanımlamanın yanında yanılmazlık taraftarlarına nispetle çok az sayıda olduklarından dolayı özellikle basında yer aldığı şekliyle “azınlık” (minority) olarak da anılmışlardır. Yanılmazlık doktrini destekçileri ise “Infallibilists” (yanılmazcılar) olarak adlandırılmışlar ve kahir ekseriyet yanılmazlık doktrininden yana tutum takındığı için de “çoğunluk” (majority) olarak anılmışlardır.375 6.4.1. Yanılmazlık KarĢıtları: Inopportunistler Inopportunist liderler arasında en göze çarpan isim Orleanslı Felix-Antoine Philbert Dupanloup olmuştur. Çok karizmatik ve enerjik bir kişiliğe sahip olan Dupanloup, konsilin toplandığı dönemde, altmış sekiz yaşında, Fransız piskoposluk bölgesinin sözcüsü olarak kabul edilmiştir. Bütün kariyeri boyunca papalık yetkilerini savunmuş olan Dupanloup aynı zamanda İtalyan milliyetçilerini Roma dışına çıkarması için Fransız hükumetini ikna etmiş ve papalık devletleri üzerinde bir askeri koruma kalkanı oluşturmuş kişidir. IX. Pius defaatle ona olan minnettarlığını dile getirmiş ve Dupanloup‟un bu ikna kabiliyetinden istifade etmeye çalışmıştır. Ancak Dupanloup yanılmazlık doktrinine karşı çıkmış ve başından itibaren yeteneğini bu doktrine karşı mücadelede kullanmıştır. Konsilin açılışından çok kısa bir süre önce 11 Kasım 1869 tarihinde kaleme aldığı Observation on the Controversy adlı eserinde Dupanloup yanılmazlık tanımlamasının uygunsuz olacağını ve üzerinde özenle düşünüp taşınılması gerektiğini ifade etmiştir. Zira ona göre yanılmazlık doktrininin papayı bu şekilde yüceltmesinin, Kilisedeki piskoposların kişisel otoritelerini azaltmak gibi bir tehlikesi vardır. 376 Altı sekreter ile Roma‟ya gelen Dupanloup sürekli seri makale ve büroşürler yayımlamış ve bunlar posta teşkilatındaki papalık sansüründen bir şekilde sıyrılarak geniş kitlelere yayılma imkanı bulmuştur. Dupanloup, Kiliseden bağımsız, konsilin dogmalaştırıp papaya tahsis ettiği bir çeşit “müstakil yanılmazlık” (separate infallibility) anlayışına değil, Kilisede her daim var olan onu hataya düşmekten koruyan “yanılmazlık” telakkisine 375 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 199; McBrien, The Church, s. 108-9; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 147. 376 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 193, McClory, Power and the Papacy, s. 80; Nielsen, The History of the Papacy, s. 308. 119 inandığını belirtmiştir. Dupanloup, Hefele ve Strossmayer başta olmak üzere I. Vatikan Konsili‟ne katılan azınlık ya da inopportunist olarak adlandırılan piskoslar papanın yanılmazlığı doktrinine şu gerekçelerle karşı çıkmışlardır: Papanın yanılmazlığını tanımlamaya ihtiyaç yoktur; Kilisenin yanılmazlığı on sekiz yüzyıldır yeterlidir. Trent Konsili‟nin bu doktrini belirlemek için pek çok sebebi vardı, ancak piskoposlar arasında oluşacak bir bölünmeden dolayı bunu yapmadı. Bu tanımlama Ortodoks ve Protestan Kiliselerinin geri dönüşü için yeni duvarlar oluşturacaktır. Papayı resmen yanılmaz yapmak seküler yönetimleri kızdıracak ve onlar bunu VIII. Boniface‟ın Unam Sanctam‟ının sil baştan yeniden düzenlenmesi olarak anlayacaklar. Teolog ve piskoposlar arasında yanılmazlığın anlam ve sınırı hususunda fikir birliği yoktur, kavram muğlak ve bu sebeple terk edilmelidir. Tarihteki sayısız olay göstermiştir ki papalar inanç ve ahlaki konularda bile yanılmaz değildir, bu itirazlara tatmin edici cevap da verilememiştir. Papanın yanılmazlığı doktrini inananların nazarında piskoposların itibarını düşürecek, onları özellikle papaya bağımlı kılacak ve kendilerinden beklenilen sadece en yüksek yargıcın kararlarını teyit etmek olacaktır.377 Bu muhalif görüşlere karşın yanılmazlık taraftarları da onların iddialarının yetersizliğini ve zayıflığını dile getirmişlerdir. Yanılmazlık taraftarlarına göre bu doktrinin zamanlaması gelinen noktada uygun, müsait ve doğru olup Kilisenin başı olan papanın Tanrının yardımıyla hakikate ulaşmada yararlanılması gereken kullanışlı bir durumdur. Onlara göre bütün Hıristiyanlar Kilisenin yanılmaz bir 377 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 80; ayrıca bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 101-3. 120 karaktere sahip olduğu hususunda hemfikirdirler. Bu sebepten yanılmaz bir Kilisenin yanılmaz bir başının olması da normal bir durumdur.378 Konsile katılan en akademik piskopos olarak kabul edilen ökümenik konsiller tarihi yazarı olan Hefele konsil hazırlıkları esnasında bir danışman olarak Tübingen‟den davet edilmiş ve konsil oturumlarından kısa bir süre önce Almanya Rottenburg piskoposu olarak takdis edilmiştir. Hefele‟nin önerilen bu yanılmazlık dogmasına karşı çıkması, tamamen tarihi örneklere dayanmaktaydı. Geçmişte Vigilius ve Honorious gibi papalar dini ve ahlaki konularda resmi beyanatlarda bulunmuşlar ve daha sonra bunların yanlış olduğu anlaşılmıştır. Ona göre bu tarihi hataların tatminkar bir açıklaması yapılmadan yanılmazlık doktrini oylanması için konsile sunulamazdı.379 Doktrin tartışmalarında görüş ve düşüncelerini en cesur bir şekilde ifade eden Inopportunist piskopos 380 ise elli beş yaşındaki Diakovar (Hırvatistan) Piskoposu Joseph Georg Strossmayer idi. Vatikan‟a ilk ulaşan piskoposlardan biri olan Strossmayer yanılmazlık doktrininin tamamen saçma olduğunu ve piskoposların özgürce hareket edememelerinden dolayı da konsilin illegal olduğunu ifade ediyordu. Strossmayer özellikle Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki birliğin yeniden tesis edilmesiyle ilgileniyordu ve yıllarca bu iki cenah arasındaki tansiyonu düşürmek için gayret sarfetmişti. Ökümenik kaygılarla hareket eden Strossmayer, yanılmazlık doktrininin işleri daha da kötüleştireceğini, belki de olası birleşmenin bütünleşmenin önüne kalıcı engeller koyacağını düşünüyordu. Görüşlerinde samimi olduğu söylenen Strossmayer ayrıca özgür ve açık bir toplantının hilafına papa ve Curia’nın kısıtlayıcı prosedürler empoze etmesini “papaya göre piskoposlar Roma‟ya sadece „evet‟ ve „amen‟ demek için gelmiştir” şeklinde ifade etmiştir.381 378 Yanılmazlık taraftarlarının doktrin muhaliflerinin ileri sürdüğü gerekçelere karşı tezleri ve görüşleri için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 108-13. 379 McClory, Power and the Papacy, s. 81. 380 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 69. 381 Bkz. Ante Kadic, “Bishop Strossmayer and the First Vatican Council”, The Slavonic and East European Review, vol. 49, no. 116 (jul., 1971), ss. 382-409; Karl Keating, Catholicism and Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, Ignatius, San Francico 1988, s. 35; McClory, Power and the Papacy, s. 81; Letters of Archbishop Ullathorne, s. 222; Chadwick, A History of the Popes, s. 201-2; Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, s. 310; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 117. 121 6.4.2. Yanılmazlık Savunucuları: Infallibilistler Infallibilistlerin (yanılmazcı) ya da yanılmazlık taraftarı olan çoğunluğun önderi ise Henry Edward Manning idi. Manning, I. Vatikan Konsili‟nin hem komisyonlarında hem de doktrin üzerine yapılan tartışmalarda çok etkin bir şekilde yer almış ve bundan dolayı I. Vatikan Manning‟in konsili olarak tanımlanmıştır.382 Manning, 1845 yılında liberalizme ve çağın getirmiş olduğu akılcılığa karşı Katolik gelenekleri savunmadığı gerekçesiyle Anglikan Kilisesi‟nden Katolisizme geçmiş ve özellikle İngilizce konuşan Katolik dünyada büyük bir nüfuza sahip olmuş ünlü bir İngiliz teologdur. 383 Katolisizme döndükten on hafta sonra rahip olarak atanan ve Katolik Kilisesinde çok hızlı bir yükseliş kaydeden Manning, I. Vatikan Konsili‟nden beş sene önce 1865 yılında Ultramontanizmin ve Roma Katolikliğinin etkinleştirilmesi politikasının (Romanization) bir zaferi olarak İngiltere Westminster Başpiskoposu olarak atanmış, 1875 yılında ise kardinalliğe terfi ettirilmiştir. 384 I. Vatikan Konsili‟ndeki tek dönme olan Manning kendini tamamen papalığın görüşlerine adamıştır. Konsil‟in ele alacağı konuların belirlendiği hazırlık komisyonunun (de postulatis) ve konsil sonunda oylamaya sunulacak olan yasa tasarısının planlamasını yapan iman komsiyonun (de fide) bir üyesi olan Manning ultramontanist grubun lideri olarak temayüz etmiştir. Bu özelliğinden dolayı Manning sık sık konsili manipüle etmekle suçlanmıştır. Manning, papanın yanılmazlığını, baş düşman olarak gördüğü modern dönemde olması gereken bir doktrin olarak görmüş ve bunun hakikati ifade etmekten ziyade Katolik bir doktrin olduğunu ileri sürmüştür. Manning‟e göre yanılmazlık Kilisenin başına; Papaya ait olup Kiliseden “ayrı” ve “bağımsız”dır. Bilakis Kilisenin yanılmazlığı papanın yanılmazlığına bağlıdır. Yanılmazlığı çok geniş kapsamlı bir şekilde (maximal infallibility) tanımlayan Manning, bütün Hıristiyanların pastörü ve doktoru olarak 382 Bkz Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 97; Powell, Papal Infallibility, s. 97. Manning, E. S. Purcell‟in 1896 yılında hakkında yazdığı biyografisinde kendisini işbirlikçi, aşırı hırslı ve zorba bir kişilik olarak tanıtmasından ötürü Katolik entelijansiyasında geç kalmış bir şöhrete sahiptir. Bundan dolayı olsa gerek incelediğimiz bu biyografinin ilk sayfasında el yazısıyla Owen Chadwick‟in Victorian Church adlı eserinin I. cildinin 100. sayfasına referansla “Purcell‟in meşhur ve küçük düşürücü biyografisi” notu geçilmiştir. Bkz. Edmund Sheridan Purcell, Life of Cardinal Manning , 2 vols., Macmillan and Co., Ltd., London and New York 1861. Daha sonra Purcell‟in bu biyografisine cevap niteliğinde pek çok eser kaleme alınmıştır. Bkz. Mark Powell, Papal Infallibility, s. 57-8; Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 110. 384 Manning‟in hayat hikayesi için bkz. Powell, Papal Infallibility, ss. 59-65. 383 122 papanın ex cathedradan inanç ve ahlak konularında konuştuğu zaman yanılmazlık yetkisine sahip olduğunu ileri sürmüş, hatta bu yanılmazlık yetkisini bütün papalık bullalarına da teşmil ederek geçmiş ve geleceği de kapsayacak şekilde genişletmiştir. Ona göre papanın yanılmazlığı Hıristiyan doktrininin korunması için gerekli bir durumdur. 385 Manning‟e göre herhangi birisinin yanılmazlık doktrinine karşı olmasını anlamak imkansızdır. Bir rahip ve başpiskopos olarak Manning İngiltere‟de Katolik görüşlerin etkili bir savunucusu olmuş, onun liderliği altında İngiliz Katolikler “Roma‟dan daha Romacı ve Papadan daha ultramontanist” olmak yönünde teşvik edilmiştir. 386 Ancak Manning‟in bu durumu temsil ettiği bütün İngiliz piskoposları kapsayan bir durum değildi. Ayrıca I. Vatikan‟ın dogmatik bir kararla kabul ettiği “yanılmazlık” doktrininden sonra İngiltere‟deki Katolik piskoposlar arasında bu konu etrafında anlaşmazlıklar baş göstermiştir.387 Ancak Manning, aşırı kuramsal ve soyut bir düşünür olan John Henry Newman ile hiçbir zaman geçinemediği gibi Cizvitlerle de iyi geçinememiştir. Hefele gibi yanılmazlık karşıtı söylemlere sahip olan bilim adamlarına karşı tahammülü olmayan Manning bu piskoposları kastederek “Tarih bilimi ve bilim tarihçilerinin bu küstahça gururlarını layık olduğu alana püskürtmek ve onları kendi hak ettikleri sınırlar içerisinde tutmanın zamanı geldi. Bu konsil bunu münakaşa ve kınamayla değil, sadece „bu Kutsal Ruh‟a ve bize iyi göründü‟ kelimeleriyle yapacak” ifadelerini kullanmıştır.388 Manning‟in bu azmi ona Pius‟un minnettarlığını kazandırmış, ancak Dupanloup‟un muhalefetini de üstüne çekmiştir. Bu ikilinin konsil esnasındaki tartışmaları makale ve broşürlerle sürekli olarak devam etmiştir. Manning‟in çalışmalarına benzer bir çalışma da Belçika Mallines Başpiskoposu Victor August Dechamps tarafından yapılmıştır. Dechamps, Inopportunistlerin papanın yanılmazlığı dogmasının, papayı istediği herhangi bir konuda dogmatik bildirimlerde bulunan her şeyi bilen ilahi bakış açısına sahip birisi haline getireceği 385 Bkz. Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 111-2; Powell, a.g.e., s. 74-96. Bkz. Jodock, Catholicism Contending With Modernity,, s. 254; Diğer bütün ultramontanist piskoposlar gibi Manning‟e göre de Papalık havarilerin prensi Petrus‟tan Papa IX. Pius‟a kadar uzanan ve hiç kopmadan gelen bir silsileyi ve devamlılığı temsil etmektedir. bkz. Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism, s. 111 387 Bkz. . Jodock, a.g.e., s.254; John T. Ford, “Infallibility”, s.292-293; İngiltere‟deki Katolisizm hakimiyeti ve I. Vatikan konsili sonrası yanılmazlık doktrini üzerindeki tartışmalar için bkz. Richard J. Schiefen, “Vaticanism in England, 1874-1875”, St. Basil’s Seminary, Toronto, CCHA, report, 29 (1962), ss.9-24. 388 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 82. 386 123 endişelerine tekrar tekrar değinerek Dupanloup‟un –kiliseden bağımsız- “müstakil yanılmazlık” (separate infallibility) kaygısı hakkında şunları ifade etmiştir: “Eğer „müstakil yanılmazlık‟ terimiyle insanlar, papanın hiçbir surette bir konsil toplantısına ihtiyaç hissetmeyeceği ya da piskoposlara danışmayacağı şeklinde bir anlam kastediyorlarsa, kastettikleri şey doğrudur, ancak bunu çok kötü bir şekilde ifade ediyorlar. Kilise yaşayan bir bedendir ve bu bedenin başının yanılmaz olması için ayrı olması gerekir ve Kilisenin başının da bizatihi bedenden ayrı olması kaçınılmazdır. Yanılmazlık, özel bir şahsiyete değil, kamusal bir kişiliğe vaat edilmiştir ve bu yüce görevin ifası da sadece sağlam inancı tanımlamaya ve korumaya yöneliktir. İtikadi tanımlama kapsamına girmeyen ya da bütün bir kiliseyi kapsamayan ve inananları yükümlü tutmayan işlerde yanılmazlık söz konusu değildir. Bütün bu tanımlamalar şu üç karakteri haizdir: 1- Bizzat papadan gelirler, 2- Evrensel kiliseye hitap ederler, 3- Bir inanç dogması olarak sunulurlar. Bu üç karaktere sahip olmayan papalık (pontifical) dökümanları ex cathedra tanımlamalarına uygun değildir”.389 Daha kapsamlı ve tartışmalı bir diğer yaklaşım da Bavyera Regensburg Piskoposu Ignatius von Senestrey‟e aittir. Dechamps‟ın aksine Senestrey, yanılmazlığın papalık bildirgeleri (encyclical) ve Syllabus of Error gibi ekli belgelerden aziz ilan etmeye, papanın din üzerine serdettiği herhangi bir görüşe ve hatta papanın laf arasında politik arenaya dair beyan etmiş olduğu görüşlerine kadar geniş bir alana teşmil edilmesi gerektiğine inanıyordu. 390 Infallibilistler tarafından desteklenen bu durum Inopportunistler arasında panik ve endişeye sebep olmuştur. Bir Inopportunist olan Kardinal Friedrich Schwarzenberg itirazlarını gizli bir görüşme şeklinde Pius‟a sunduğu zaman, Papa: “Ben, Giovanni Maria Mastai, yanılmazlığa inanıyorum. Papa olarak konsilden hiçbir şey istemiyorum. Kutsal Ruh onu aydınlığa kavuşturacak” şeklinde resmi beyanatta bulunmuştur.391 İlk bölümde de ortaya koymaya çalıştığımız gibi Roma Kilisesi, mütevazi bir piskoposluk olarak kuruluşunu müteakip kendisini Petrus ile temellendirmiş ve bu 389 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 82. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 148. 391 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 83 vd. 390 124 durumu Roma‟nın ve papanın öncelik ve üstünlüğüne delil olarak kullanmıştır. I. Vatikan‟a katılan piskoposlar papanın yanılmazlığını temellendirmeye çalışırken de benzer argümanlara müracaat etmişlerdir. Manning‟e göre Kutsal Metinler detaylı bir şekilde Petrus‟un halefi olan papanın bütün Kiliseler üzerindeki kazaî üstünlüğünü ortaya koymaktadır ki bu durum aynı zamanda onun en üst öğreti otoritesine sahip olduğu anlamına gelmektedir. Hem vakıa hem de Kilise babalarının öğretilerinden anlaşıldığı gibi evrensel ve kesintisiz gelenek de papanın inanç ve ahlaka dair yargısının değiştirilemez (irreformable) olduğunu göstermektedir. Yine Manning‟e göre II. Lyon Konsili‟nde alınan “inanç konularında herhangi bir anlaşmazlık baş gösterdiğinde bu anlaşmazlık Roma piskoposunun kararıyla çözüme kavuşturulmalıdır” inanç kuralı hem Latin hem de Greklerin mutabakatıyla kabul edilmiştir. Florence Konsili‟nde de “Roma piskoposunun Mesih‟in hakiki vekili, bütün bir Kilisenin başı, bütün Hıristiyanların babası ve öğretmeni, bütün bir Kilisenin idaresinin Petrus vasıtasıyla ona verildiği” tanımlamasının papanın yanılmazlığına yönelik güçlü deliller olduğunu ileri sürmüştür.392 6.5. Konsil Oturumları: Müzakere ve TartıĢmalar 8 Aralık 1869 tarihindeki seramonik açılıştan sonra konsilde hazır bulunan piskoposlar hazırlık komisyonu tarafından tespit edilen konuları görüşmeye başlamışlardır. Konsil oturumları başladığında hazırlık komisyonu tarafından sunulan iki ana dökümanda393 herhangi bir şekilde yanılmazlık ifadesinin geçmediği, ancak meselenin sümen altında hazır bir vaziyette bekletildiği nakledilir. 17 Aralık tarihinde, konsilde kilit öneme sahip inanç komiteleri (De Fide) için yapılan seçim sonuçları ilan edilmiştir. Bu komiteler Katolik inancıyla alakalı herhangi yeni bir bildiriyi (örneğin yanılmazlık bildirisini) kurula sunmak üzere gözden geçirecek olan organlardı ve buralara seçilen 24 piskoposun tamamı Manning ve Senestrey de dahil infallibilistler içinden olnuştur. Tabi bu durum azınlık grup 392 Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 115. The Schema on Catholic Doctrine, The Schema on the Church. Bu taslaklar nihai olarak Dogmatic Constitution on the Catholic Faith ve First Dogmatik Constitution on the Church of Christ olarak isimlendirilip son 18 Temmuz 1970 tarihindeki son oylamaya sunulmuştur. Bkz. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils, s. 801. 393 125 tarafından tepkiyle karşılanmış ve seçime hile karıştırıldığı yüksek sesle dile getirilmiştir.394 I. Vatikan Konsili tarihçisi olarak görev yapan Piskopos Plantier de azınlık piskoposlar (inopportunist) arasında bilgi ve hitabetiyle komisyona seçilmeyi daha çok hak eden piskoposların var olduğunu ancak bunların yanılmazlık doktrinine muhalif olmalarından dolayı dışlandığını yazarken395 Piskopos Darboy da dürüst bir seçimin olmadığını ifade etmiştir.396 Ayrıca konsil komisyonlarında cereyan eden olaylar Augsburg‟da Allgemeine Zeitung‟da “Konsilden Mektuplar” (Letters from the Council) başlığı altında yayımlanmıştır. 397 Bu durum piskoposlar arasında dışarıya bilgi sızdıran biri veya birilerinin olduğunu düşündürmüş ve şüpheler Kardinal Gustav Hoenhole üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak daha sonra konsilde olup bitenleri Döllinger‟e aktaran kişinin Münih‟ten eski öğrencisi olan Lord John Acton olduğu anlaşılmıştır.398 28 Aralıktaki müzakerelerde üzerinde tartışılan taslağın dil ve üslubu üzerine -çok negatif ve soyut içeriğinden dolayı- bazı piskoposların serzenişleri olmuş, özellikle Piskopos Strossmayer taslağın giriş kısmında yer alan “Piskopos Pius, konsilin onayıyla Tanrı’nın hizmetkarlarının hizmetkarı” ifadesinin, papayı daha alt pozisyondaki piskoposların kendisine bağımlı olduğu bir kanun koyucu haline getirdiği gerekçesiyle itiraz etmiş ve ve taslak tekrar gözden geçirilmek üzere geri gönderilmiştir.399 2 Ocak 1870 tarihinde La Civilta Cattolica‟nın editörü Cizvit papazı Matteo Liberatore koordinatörlüğünde Manning, Senestrey ve Dechamps, konsil üyelerinden yanılmazlık doktrininin Kilise Hakkındaki Taslağa (The Schema on the Church) eklenmesi için imza toplamaya başlamışlardır. Bu girişim karşısında çoğunluğunu Fransız, Alman ve İngiliz piskoposların oluşturduğu inopportunistler de kendi doktrinlerini ortaya koymak için 140 imza toplayarak karşı atağa geçmişlerdir. 400 İlerleyen günlerde yanılmazlık doktrininin diğer kiliselerle tekrar birleşme ümitlerini 394 Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 203; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 290. 395 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 85 396 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 71. 397 Bu mektuplar için bkz. Letters From Rome on the Council By “Quirinus” (Johann Joseph Ignaz von Döllinger) Reprinted from the Allgemeine Zeiting, Authorized Translation, Rivingtons London, Oxford, and Cambridge 1870. 398 Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/05094a.htm, (24.05.2014). 399 Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 352-3. 400 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infalllible, s. 72-4; McClory, Power and the Papacy, s. 86 126 ortadan kaldıracağı gerekçesiyle Döllinger tarafından Allgemeine Zeitung’da bir makale yayımlanmıştır.401 21 Ocak tarihinde piskoposlar arasında büyük bir infiale sebep olan bu yayın karşısında Senestrey Münih‟teki teoloji öğrencilerine Döllinger‟in herhangi bir konferansına katılmalarını yasaklamış, Papa da Civilta Cattolica‟ya bu taarruzlara karşılık vermesi için izin vermiştir.402 7 Mart tarihinde konsil birleşimine, daha sonra görüşülmesi planlanan Kilise Hakkındaki Taslağa “piskoposların büyük çoğunluğunun talebine binaen” papanın yanılmazlığının da dahil edilmek suretiyle değiştirileceği açıklanmış, bu oldu bitti karşısında Dupanloup ve diğer pek çok Fransız piskopos ve St. Louis‟li Kenrick konsilden ayrılma kararlarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine konsil liderleri derhal geri adım atarak bu durumun tekrar ele alınması yönünde görüş belirtmişlerdir. Bu arada 9 Martta Parisli Piskopos Darboy da Fransız Başbakanına yazdığı bir mektupta konsile açık bir şekilde hükumet düzeyinde bir müdahale çağrısında bulunmuştur. 403 13 Mayıs 1870 tarihinde müzakere ve tartışmalar papanın üstünlüğü ve yanılmazlığıyla ilgili tasarı üzerinde başlamış ve on dört oturum boyunca devam etmiştir. Ön taslak piskoposlara Mart ayında sunulmuş ve değiştirilmesi için 147 yazılı öneri ve yoruma sebep olmuştu. Tamamen yanılmazlık savunucularından oluşan 25 piskopos tarafından iki aydan fazla süren bir mücadeleden sonra konsilin gündemine getirilen bu taslak, dört bölümden oluşmakta ve üçüncü bölüm papanın üstünlüğü, dördüncü bölüm de yanılmazlıkla ilgiliydi. Konsil yönetimi öncelikle tasarının bütünü üzerinde, ardından belirli bölümler üzerinde müzakere etmeye çağırmıştır. Müzakereler esnasında dikkatleri üzerine çeken piskopos Manning‟e göre papanın yanılmazlığı herkesin uymak zorunda olduğu ilahi inancın katolik doktrinidir. Çünkü o, modern dünyada inkar edilen ama hiç değişmeyen Kilise geleneğinin bir parçasıdır. Bu konuda yeni bir bölünme artık kabul edilemez. Onun sarih bir açıklaması olmaması nedeniyle onu sorgulamak en azından bedensel bir heresidir, zira o ilahi vahiy içersinde mahfuz bir doktrindir. Bundan dolayı Manning‟e göre papanın yanılmazlığı doktrinini reddetmek, kaçınılmaz bir şekilde bütün bir Hıristiyan inancını reddederek uçurumdan yuvarlanmak demektir. Manning ayrıca 401 Bkz. Letters From Rome on the Council, (11th Letter), ss. 104-108 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 89. 403 Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 136; McClory, Power and the Papacy, s. 90. 402 127 İngiltere özelinden yola çıkarak papanın yanılmazlığının Katolik olmayanlar için “güçlü bir albeni” olabileceğini ifade etmiştir ki ona göre İngiltere‟de Katolisizmin gelişmesine Katoliklerin kendi aralarında yanılmazlıkla alakalı tereddüt ve çekişmeleri zarar vermektedir. İki saate yakın bir konuşma yapan Manning, Kendisinden önceki ve sonraki pek çok konuşmacının aksine yanılmazlık doktrininin tarihsel ve teolojik yönünden ziyade pastoral (otorite) etkisi üzerine yoğunlaşmıştır. Onun bu sunumu çok sık tekrarladığı “Dogma tarihi yenmeli” ya da “Dogma tarihi yendi” sloganıyla meşhur olmuştur.404 Konsilde Manning‟in temas etmediği yanılmazlık doktrininin tarihsel ve teolojik yönü ise bu alanda uzman Karl Hefele tarafından dile getirilmiştir. Hefele‟nin ortaya koyduğu örnek 451 Kadıköy Konsili öncesinde Papa I. Leo tarafından kaleme alınıp Patrik Flavian‟a gönderilen ve “The Tome” olarak bilinen mektuptur. Mektupta Leo, monofizit görüş olan Mesih‟in bir değil, iki tabiata sahip olduğunu (diofizit) çok açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Hefele‟ye göre Tome, tam bir ex cathedra, bir dogmatik tanımlama örneğidir. Ancak konsil toplantısı esnasında Papa Leo bütün piskoposların bu mektubu okumasını ve yeminli bir şekilde oradaki doktrinin daha önceki konsillerde kabul edilmiş olan dogmalara uygun olup olmadığının ilan edilmesini ısrarla iştemiştir. Hefele‟ye göre konsil babaları mektuptaki doktrinin ortodoks olup olmadığını incelemeye tabi tutmuştur. Piskoposlardan bazıları mektubun üç yerinde heresiden şüphlenmiş ancak hiç kimse onların bu şüphesini sorgulamamıştır. Mektubun okunmasını müteakip Kadıköy‟deki piskoposlar oy birliğiyle Leo‟nun görüşlerini kabul etmişler ve “Bu babaların ve havarilerin inancıdır, Petrus Leo vasıtasıyla konuştu” diye bağırmışlardır. Hefele‟ye göre bu nümayişten ziyade asıl üzerinde durulması gereken nokta Leo‟nun Roma‟nın görüşlerini içeren mektubu piskoposlara sunmasıydı. Eğer Leo kendisini “yanılmaz” olarak addetseydi böyle bir yola başvurmazdı. Hefele ayrıca kristolojik tartışmaların yaşandığı VII. yüzyılda, Papa I. Honorius (625-638)‟un İsa‟nın tabiatına dair vermiş olduğu hükmü örnek olarak vermiştir. Kadıköy Konsili‟nden yaklaşık iki asır sonra Doğu Kiliselerinin monofizitizm (tek tabiat) ile diofizitizm (çift tabiat) arasında bir uzlaştırma arayışına girişilmişti. Bu noktada Patrik Sergius tarafından -daha sonra Monotelitizm 404 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 96; Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism, s. 112; Powell, Papal Infallibility, s. 75; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 179. 128 (monothelitism) olarak adlandırılan- İsa‟nın iki tabiatının, ancak sadece tek bir iradesinin olduğu görüşü ortaya atılmış ve Sergius, Papa Honorius‟a bu durumla ilgili hüküm sorduğunda papa, bu mesele etrafında tartışma çıkaran herkesi “vıraklayan kurbağalar” olarak nitelendirmiş ve yazdığı mektubunda tek irade (one will) teorisini desteklemiştir. Bundan yaklaşık kırk yıl sonra toplanan III. İstanbul Konsili ise net bir şekilde monotelitizmi kınamış ve Honorius‟un bir heretik (sapkın) olduğunu ilan etmiştir. Hefele, Papa Honorius‟un bir inanç meselesinde tam öğreti otoritesini işe koşup bir karara varmasını ancak daha sonra bu kararın hem bir ökümenik konsil hem de Katolik gelenek tarafından yanlış kabul edilmesini bir argüman olarak ileri sürüp “burada papanın yanılmazlığı nerede?” diye sormuştur. Bu durum yanılmaz addedilen bir papanın yanılabilir olduğunu, hatta heretik bir doktrin va‟z ettiğini göstermektedir. I. Vatikan‟a katılan piskoposların kahir ekseriyetinin savunduğu papanın yanılmaz doktrinel tanımlamalarda bulunacağı, heresiye kaymaktan korunduğu kanaatleriyle uzlaştırılması zor ve karmaşık bir durum arz etmiştir. Günümüzde papanın bireysel yanılmazlığını reddedenler bu tarihsel tenakuzu öne sürmektedir.405 Benzer şekilde Hefele, II. İstanbul Konsili (553)‟nde aforoz edilen monofizit görüşlerin Papa Vigilius (537-555) tarafından daha sonradan onaylanmasını, Constance Konsili (1414-18)‟nde „papaların daima konsil kararlarına tabi olacağı‟ hükmünün yer almasına rağmen Florence Konsili (1431-49)‟nin bu hükme aykırı kararların alınmasını ve VIII. Boniface‟ın yayımladığı ve haleflerinin de onayladığı Unam Sanctam’da yer alan papanın dini-dünyevi alanlarda üstünlük iddiaları ile Katolik Kilisesi dışında kurtuluşun olmadığı ifadelerinin papanın yanılmazlığı 405 Bkz. Hasler, How The pope Became Infallible, s. 165-6; Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 23; McGlory, Power and the Papacy, s. 97; Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 213; J. H. R., “The Supposed Fall of Honorius and His Condemnation”, American Catholic Quarterly Review, v. 7, 1882, ss. 162-8; Hefele‟nin yanılmazlık eleştirilerine mesnet olarak ileri sürdüğü tarihsel argümanlardan hareketle daha önceki papalar tarafından yayımlanan bildiri ve ansiklikallerden hangilerinin yanılmazlık kapsamı içerisinde hangilerinin yanılmazlık kapsamı dışında kabul edileceği de bir muamma olarak karşımıza çıkmaktadır. John T. Ford‟a göre I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposlar daha önceki papaların yanılmaz tasarruflarda bulunduklarını kabul etmekteydi. Ancak konsil bu tür bir yanılmaz tanımlamalar listesi ortaya koymadığından dolayı I. Vatikan öncesindeki Papalık bildirilerinden hangilerinin bu özelliği haiz olduğu hususunda piskoposlar arasında bir mutabakat yoktu. Örneğin piskoposlar Papa VIII. Boniface‟ın meşhur Unam Sanctam (1302)‟ının yanılmazlık kapsamı içerisinde olup olmadığı konusunda farklı düşünmekteydiler. Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review, http://www.hprweb.com/2012/03/papalinfallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/, (07.08.2014). 129 bağlamında nasıl açıklanabileceğini sormuştur. Bu tarihsel çelişkileri bir tarihçi olarak Hefele‟nin ileri sürmedeki amacının, papanın yanılmazlığı doktrinini bütünüyle reddetmekten ziyade tarih ve dogma arasında tatmin edici bir uzlaşının mümkün olmadığını göstermek olduğu ifade edilmektedir. Ultramontanist piskoposlar ise Hefele‟nin ortaya koyduğu bu tarihsel örnekleri çarpıtma olarak nitelendirmişlerdir.406 Yanılmazlık yanlısı olan çoğunluk piskoposlar doktrinin birleştirici yönüne dikkat çekerek papanın yanılmazlığının Katolik olmayanların tekrar Kiliseye dönmeleri için büyük bir çekim oluşturacağını ifade etmişlerdir. Bu piskoposlara göre eğer tarih dogmanın önünde engel oluşturuyorsa tarihçilere düşen bunu çözmektir, çünkü mevcut vahim durum geçmişin kafa karışıklığı ve yanlış anlamalarından daha fazla önem arz etmektedir. Bazı piskoposlar ise karşılıklı oturulup her iki tarafın da kabul edebileceği, makul yeni bir formülasyon oluşturmayı önermişler ancak bu öneri, taslağın düzenlenip konsile sunulmuş olması gerekçe gösterilerek kabul edilmemiştir. Bu durum Paris Başpiskopos‟u Darboy tarafından, yanılmazlık doktrininin resmi konsil dökümanlarında muğlak ifade edildiği, ayrıca papaya bireysel ve mutlak bir yanılmazlık tanımladığı gerekçesiyle eleştirmiştir.407 Azınlık piskoposlar papanın yanılmazlığının dogmatik bir kararla kabul edilmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünerek büyük ölçüde durumu kabullenmişlerdi. 18 Haziran tarihinde ise Bologna Başpiskoposu Kardinal Philip Maria Guidi, Kiliseden bağımsız bireysel yanılmazlığın bizzat papanın yanılmazlığı olarak görülmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Guidi‟ye göre papaya Kutsal Ruh tarafından verilen yardım, belirli şartlar altında onun söylediği şeylerin hatasız olmasını garanti eder; işte her şeyiyle yanılmazlık budur, bunun dışında yanılmazlık doktrini yarı ilahi, doğaüstü bir varlıkmış gibi onu daimi ya da bizzat yanılmaz yapmaz. Guidi, üzerinde tartışılan bölüm olan “Roma Piskoposunun Yanılmazlığı” faslının “Papanın Dogmatik Tanımlamalarının Yanılmazlığı” olarak değiştirilmesini önermiştir. Guidi, müstakil ve mutlak yanılmazlık endişelerinin yersiz olduğunu, çünkü bir papanın bu hediyeyi alelacele kullanamayacağını, bilakis onun “doğru karara ulaşmada sıradan bir insan dikkatini” kullanmakla yükümlü olduğunu belirtmiş ve bunun genellikle Kilise geleneğini gözetmek ve piskoposlarla istişare etmek anlamına geldiğini ifade 406 407 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 97. Bkz. McClory, a.g.e., s. 98-100; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 153 ve 164. 130 etmiştir. Guidi‟nin bu konuşmasından sonra Papa Pius‟un Guidi‟yi yanına çağırıp azarladığı ve “ben geleneğim, ben Kiliseyim” dediği rivayet edilir.408 Daha sonra inanç komitesi üyesi olan İrlandalı Kardinal Cullen başka bir formülasyonla ortaya çıkmıştır. Bu, piskoposların o ana kadar tartışmakta oldukları formüle benzemekle birlikte papanın yanılmazlığına daha net bir tanım getirmekteydi. Cullen, konuşmasına mantıksal bir temel ortaya koyan bir çeşit önsözle başlamıştır: “Mesih, Petrus‟a, piskoposlara ya da teologlara danışmak koşuluyla „Sen kayasın‟ dememiştir; „cennetin krallığının anahtarlarını sana vereceğim‟ ancak onları kullanmadan önce diğerlerine kulak vermelisin de dememiştir. O otoritesini Kiliseden değil, bizzat Mesih‟ten almıştır.” Daha sonra Kardinal Cullen önerilen formülü okumuştur: “Papa, ex cathedradan konuştuğu zaman, yani, bütün Hıristiyanların pastörü ve doktoru olarak görevini yerine getirdiğinde, evrensel kilise tarafından uyulması gereken inanç ve ahlaka ilişkin bir doktrini kendisine taahhüt edilmiş ilahi yardım vasıtasıyla tanımlar. İlahi kurtarıcı tarafından onun Kilisesine bahşedilen inanç ve ahlaka ilişkin doktrin tanımlama yetkisinden dolayı bu yanılmazlığa sahiptir.”409 Konsilin son oylamada kabul ederek dogmaya dahil ettiiği Pastor Aeternus adlı yasadaki ifadelerle büyük ölçüde örtüşen bu formülasyondaki “uyulması gereken” (Tendenda) ibaresinin önemli bir ayrıma işaret ettiği ifade edilmektedir. Buna göre eğer formül “inanılması gereken” (credenda) şeklinde okunmuş olsaydı yanılmazlık doktrini sadece itikadi konuları kapsayacaktı ki bu son değişiklik Kiliseye bahşedilen- yanılmazlığın kapsamını tamamen belirsiz ve muğlak bir duruma sokmuş ve yanılmazlığın kapsamı farklı şekillerde algılanmıştır. Örneğin papanın yanılmazlığını en geniş anlamda (maximal infallibility) ele alan Manning‟e göre Pius‟un rasyonalizm, liberalizm gibi modernizm ve modernizmle ilişkili akımları kınadığı Hatalar Manzumesi (Syllabus) gibi ansiklikaller de yanılmazlık kapsamındadır.410 408 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 107-10; Chadwick, A History of the Popes, s. 210; Powell, Papal Infallibility, s. 35; Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, s. 361; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 291; Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 19. 409 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 109. 410 Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 81; McClory, Power and the Papacy, s.110. 131 İlerleyen günlerde iki taraf arasında gayrı resmi bazı toplantılar tertip edilmiş ve her iki taraf da karşılıklı argümanlarla kendi görüşlerini delillendirmeye çalışmışlardır. Polycarpi, Iranaeus, Robert Bellarmine ve Augustine gibi önemli isimlerin yanılmazlık görüşleri araştırılmış ve sonunda her iki tarafın liderleri bu tartışmalara bir son verilmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Nihayetinde İnanç Komitesi (de fide) yanılmazlık faslı üzerinde yaklaşık yüz elli tavsiye ve değişiklik önerisi üzerinde çalışmaya başlamış ve komiteye bu konuda Curia‟dan Cizvit Clemens Schrader ve Baptist Franzelin gibi piskoposlar danışmanlık yapmışlardır. Birkaç gün içinde bütün bu değişiklik önerileri gözden geçirilerek reddedilmiş, daha önceden Kardinal Cullen‟in önermiş olduğu formülasyonla örtüşen bir “tanımlama” kabul edilmiştir.411 11 Temmuz tarihinde Avusturyalı Piskopos ve İnanç Komitesi sekreteri Vincent Gasser, dört saate yakın uzun bir konuşmayla konsildeki en uzun konuşmayı yapmıştır. 412 Ilımlı bir kişiliğe sahip olduğu ifade edilen Gasser‟ın konuşması, önerilen formülasyona karşı ayrıntılı bir savunma ve bazı muğlak değişikliklere bir izahat mahiyetinde olmuştur. Gasser konuşmasında nihai konsil yasası Pastor Aeternus‟ta da geçtiği şekliyle papanın resmi kararlarının (decree) yanılmaz olarak nitelendirilebilmesi için olmazsa olmaz bazı şartları taşıması gerektiğini vurgulamıştır. Gasser‟a göre öncelikle papanın kararları, Kilisenin en yüksek çobanı (pastor) sıfatıyla ex cathedradan olmalıdır, papa, inanç ve ahlak konularına dair bir saptamada bulunmalıdır ve bu saptama, sadece Tanrı tarafından Kiliseye bahşedilen (papaya değil) ve papayı hataya düşmekten koruyan ilahi inayetle (gift) olmalıdır. Gasser‟ın bu ifadeleri papanın yanılmazlığının Kiliseden ayrı bizatihi şahsına münhasır olmayıp Kilisenin yanılmazlığıyla örtüşmesi olarak görülmüştür.413 Daha sonra Gasser yanılmazlık karşıtı azınlık piskoposların önerilerini ele almış ve onları üç başlıkta toplamıştır. Buna göre, üyelerin başa (papa), başın da üyelere iştirak ettiği bir birliktelik olmalı, bir inanç dogması oluşturmada piskoposların papa olmaksızın hareket edemeyeceği gibi, papanın da piskoposlar 411 Bkz. McClory, a.g.e., s. 111-2; Güngör, Cizvitler, s.136. Gasser‟ın konsildeki konuşmasının tamamı için bkz. Bishop Vincent Ferrer Gasser, The Gift of Infallibility, ss. 21-100, Ignatius Press, San Francisco 2008. 413 Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292. 412 132 olmaksızın karar verememesi, Kilisenin bir konudaki ittifakı papanın da uyması gereken bir inanç kuralı olduğudur. Gasser‟ın azınlık piskoposların bu önerilerine cevabı ise, papa için her durumda piskoposlara müracaat etmesi gibi bir zorunluluk iddia edilemeyeceği, çünkü onun otoritesinin farklı bir durumdan kaynakladığı şeklinde olmuştur. Gasser‟a göre papa, ex cathedradan olan tanımlamalarında Kiliseyle aynı kaynaklara sahiptir ki bunlar Kutsal Kitap ve gelenektir. Kilisenin baş ile bütünleşmesi bir iman kuralıdır, ancak bundan, piskoposların katı-kuralcı ve mutlak bir denetim zorunluluğu olduğu hiçbir surette çıkarılamaz ve dogmatik kararlar için de gerekli olacak böylesi bir zorunluluk konulamaz. Gasser‟a göre papanın, piskoposların danışmanlığına başvurmak zorunda olması teolojik gallikanizme teslim olmak demektir.414 Gasser‟ın bu konuşması her iki tarafın da kabul ederek uzlaşacağı bir formülasyon ümitlerini artırmıştır. Azınlık piskoposlar papanın (ex cathedradan) yapacağı ve yanılmaz olarak kabul edilecek tasarruflara piskoposların da iştirak etmesi üzerinde ısrar ederken, çoğunluk azınlık grubun bu önerisini Gallikan görüşler olarak addetmiş ve papanın kararlarını değiştirilemez (irreformable) yapmak için reddetmiştir. Konsildeki piskoposların büyük çoğunluğunun –ki özellikle toplam sayının üçte birini oluşturan İtalyanların- her iki tarafın üzerinde uzlaştığı bir formülasyondan yana oldukları ifade edilmektedir. Ancak Papa Pius‟un uzlaşmaz bir tutum sergilemesiyle bu uşlaşı çabaları ortadan kalkmıştır.415 13 Temmuz tarihinde İnanç Komitesi‟nin önerdiği, papanın öncelik, üstünlük ve yanılmazlığını ortaya koyan yasa oylamaya sunulmuştur. Ancak dikkat çekecek bir şekilde yaklaşık 76 piskopos genel kongreye katılmamıştır. Bazıları sadece oylama günü için kongreden uzak durmuş diğerleri ise Roma‟dan ayrılık hazırlığında olduklarını bildirmişlerdir. Beş gün sonra yapılacak son oylama için bir hazırlık ve deneme oylaması mahiyetindeki bu oylamanın herhangi bir bağlayıcılığı yoktu. 414 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 114. Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292; Papa IX. Pius‟un otoriter kişiliği ve konsile katılan piskoposlar üzerindeki baskıcı tutumu pek çok piskoposun bu yönde eleştiriler geliştirmesine yol açmıştır. Hatta sıcak geçen yaz ve Roma‟da salgın halini alan sıtmadan dolayı pek çok piskoposun sıtmaya yakalandığı ve bundan dolayı konsilin ertelenmesini talep etmelerine rağmen Pius‟un bu talepleri görmezden geldiği ifade edilmiş, onun bu tutumu da yanılmazlık doktrininin bir an önce dogmalaşmasındaki ısrarına dayandırılmıştır. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 114 ve 116. 415 133 Piskoposlar yasayı oylarken tercihlerini placet (kabul), non placet (ret) ya da placet juxta modum (şartlı kabul) şeklinde beyan etmişlerdir. Hazır bulunan 601 piskoposun 451‟i kabul, 88‟i ret ve 62 piskopos da şartlı kabul yönünde görüş belirtmiştir.416 Koşullu olarak kabul yönünde oy kullananların gerekçelerini yazılı olarak sunmaları istenmiş ve bunların son oylamadan önce değerlendirmeye alınacağı ifade edilmiştir. Oylamada ret oyu kullanan piskoposların kahir ekseriyeti Fransız piskoposlar olmuştur. Zaten konsilin başından Darboy ve Dupanloup gibi Fransız piskoposlar yanılmazlık doktrininin mahzurlarını ortaya koyarak muhalefet etmişlerdir.417 Onları 15 kişiyle Macarlar ve 11 kişiyle de Almanlar izlemiştir. Ocak ayında yanılmazlık aleyhinde dilekçe veren 24 Kuzey Amerikalı piskoposun sadece 9‟u bu oylamada ret oyu kullanmıştır. Bu piskoposlar arasında da Verot, Kenrick ve Little Rock‟lı Edward Fitzgerald bulunmaktaydı. 418 Oylamada şartlı kabul (placet juxta modum) oyu kullanan bazı piskoposların katı infallibilist, yani yanılmazlık savunucuları olması dikkat çekmiştir. Onların itirazı önsözde aynı cümle içerisinde kullanılan ve Gallikanizme teslimiyet gibi görünen “papa” ile birlikte “genel konsiller” ifadesine olmuştur. Ret oyları ise beklenildiği üzere papaya atfedilen “kişisel, müstakil ve mutlak” yanılmazlık tanımlaması sebebiyle azınlık piskoposlardan gelmiştir. İnanç Komitesi şartlı kabul oyu kullananlardan gelen teklif ve eleştirilerin ikisi dışında hepsini geri çevirmiştir. Gündeme alınan tekliflerin ilki papanın üstünlüğü (primacy) ile ilgili fasılların birinde geçen Augustine‟den yapılan bir alıntının çıkarılması çağrısı, diğeri de bir gün önce oylanan formülasyonun en sonuna kısa bir cümlenin eklenmesiydi. Bir gün önce oylanan metin “ papanın (bizatihi) tanımlamaları değiştirilemez (irreformable)” ile sona ermekteydi. Komisyon buna “kilisenin mutabakatıyla dahi olsa” ibaresini eklemeyi önermiş ve formülasyona bu ibare eklenmiştir. 419 Yanılmazlık karşıtı piskoposlar son bir hamle olarak halka açık oturumda vurgulu bir şekilde karşı oy kullanmak suretiyle bir infial uyandırmayı 416 Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 138-9; Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, s. 363; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 368; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 187. 417 Bkz. Margaret O‟Gara, “Infallibility and the French Minority Bishops of the First Vatican Council” s. 212-3, https://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/download/2987/2601 (15.03.2014). 418 Bu oylamada ret oyu veren piskoposlar için bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 368-9. 419 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 116-7. 134 düşünmüşlerdir. Azınlık üyeler bir araya gelerek altı kişiden oluşan bir komiteyi Papa IX. Pius ile görüşmek ve ona bir teklif sunmak üzere yetkilendirmişlerdir. Bu alel acele görüşmede Darboy Papa Pius‟a, oylanacak olan yasadaki ifadelerde iki küçük değişiklik yapılması durumunda azınlık piskoposların açık oturumda ittifakla kabul oyu kullanacağını belirtmiştir. Azınlık piskoposlar, “papanın otorite ya da yetkinin en önemli kısmına sahip olduğunu, bu otorite ya da yetkinin bütününe sahip olmadığını” ve papanın tanımladığı dogmaların “Kilise geleneğine dayanması” ya da bazı kanallardan Kiliseyle irtibatlı olması; episkopal bir onayının da işin içerisinde olmasını istirham etmişlerdir. Hatta bu görüşme esnasında Piskopos Ketteler‟in bir yerde dizleri üzerine çökerek “Merhametli Baba, bizi ve Tanrının Kilisesini koru” diye yalvardığı rivayet edilir.420 Papanın bu durum karşısındaki tepkisi konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bir rivayete göre Pius oralı olmamış ve herhangi bir değişiklik için artık geç olduğunu belirtmiş, yine de bu konuyla alakalı olarak konsile müracaat etmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Bir diğer rivayete göre ise Papa, can sıkıcı bir oylama ihtimalinden dolayı kaygılanmış ve küçük değişiklikler konusunda bir temayül göstermiştir. Ancak azınlık piskoposlardan hemen sonra yanılmazlık savunucusu Manning ve Senestrey‟in ziyaretleri papayı bu meylinden döndürmüştür. Nitekim Manning daha sonra bu durumu “Onlar (azınlık piskoposlar) IX. Pius‟a gittiklerinde biz de gittik; hararetli bir tartışmaydı.” şeklinde itiraf etmiştir.421 420 McClory, Power and the Papacy, s. 118; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 369-70; Hasler, How The pope Became Infallible, s. 139 ve 187. 421 Bkz. Shane Leslie, Henry Edward Manning: His Life and Labours, Burns Oates & Washbourne Limited, London 1921, s. 216-7; Azınlık piskoposların görüşme esnasında Pius‟tan ricada bulundukları papanın yanılmazlığının Kilisenin rıza ve onayıyla bir şekilde irtibatlı olması gerektiği şeklindeki tekliften sonra papanın buna çok kızdığı ve Kardinal Luigi Bilio‟dan formülasyonda herhangi bir şekilde geçen Kilisenin onayı ifadelerinin çıkarılarak sertleştirilmesini istediği ifade edilmektedir. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; Pius‟un yanılmazlık doktrinin dogmalaşması yönündeki ısrarında, özellikle gençlik yıllarında yakalandığı epilepsi hastalığından kaynaklanan ruhsal durumunun da etken olduğu ileri sürülmektedir. Bu konuyla alakalı bir analiz için bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 299-302; Ayrıca, Pius‟un, Meryem‟in ilk günahın her türlü lekesinden azade olduğu immaculate conception dogmasını ilan etmesinde de yakalandığı bu hastalığın etkili olduğu iddia edilir. Şöyleki, rivayete göre Pius, yakalandığı bu müzmin hastalıktan kurtulmak için Meryem‟in görüldüğü yer kabul edilen İtalya‟nın Loreto kasabasına farklı zamanlarda gidip ona bu illetten kurtulmak için dua etmiş, -şifa bulduğuna inanmış olmalı ki- papa seçilmesinden sonra da bu dogmayı ilan etmiştir. IX. Pius‟un en az papalık dönemi, karar ve uygulamaları kadar öne çıkan bu marazî durumu günümüzde de çeşitli araştırma ve incelemelere konu yapılmaktadır. Pius‟un bu hastalığı, hastalığının tipi ve onun kariyerine ve doktrinel kararlarına etkilerine dair Mayo Clinic tarafından yapılan bir analiz için bkz. http://www.mayoclinicproceedings.org/article/S00256196(11)61100-2/fulltext#cesec70, (01.02.2015). 135 Kaynaklara göre 18 Temmuzdaki genel kurulun bir gün öncesinde azınlık piskoposların ne yapmaları gerektiği hususunda kararsızlık içerisinde oldukları ifade edilmektedir. O günün akşamında azınlık liderler bir araya gelerek bir gün sonraki oturuma iştirak edilmesini ve karşıt oylarla salonu inleterek muhalif bir tavır takınılmasını kararlaştırmışlar, ancak son anda toplantıya katılan Dupanloup, dogmaya karşı olanların ertesi günkü oylamaya katılmamalarını tavsiye etmiştir. Yapılan tartışma ve müzakerelerden sonra bu tutum benimsenmiş ve takınılan tavır Papa Pius‟a bildirilmiştir. Alınan bu karardan sonra yaklaşık 60 kadar piskoposun oylamaya katılmadan Roma‟yı terkettiği nakledilmektedir.422 6.6. Son Oylama ve Yanılmazlık Doktrininin Kabulü 18 Temmuz 1870 Pazartesi günü, 535 üst düzey din adamından oluşan konsil heyeti son oturum için Aziz Petrus Bazilikası‟nda bir araya gelmiştir. Bazilikanın sağ tarafında U şeklindeki sekiz sıraya oturan piskoposların tam ortasında Papa Pius‟un tahtı bulunmaktaydı. Tören elbiseleri içerisindeki bu yüksek rütbeli din adamlarının yanında çeşitli ülkelerden üst düzey katılımcılar, gazeteciler ve büyük bir izleyici kitlesi konsildeki yerlerini almışlardı. Nağmesiz olarak icra edilen mass (ekmek şarap) ayininden sonra aylardır üzerinde çalışılan formülasyonların nihai formunu teşkil eden ve ilk kelimeleri Pastor Aeternus (Ebedi Çoban) olarak başladığı için bu adla bilinen Mesih’in Kilisesi Üzerine İlk Dogmatik Yasa (First Dogmatic Constitution on the Church of Christ)‟yı bir piskopos salonun ortasındaki podyuma çıkarak okumuştur. Dört bölümden oluşan bu yasanın ilk üç bölümü genellikle İncil metinlerine referansla Petrus‟un apostolik üstünlüğünü ortaya koymakta ve papanın da onun halefi olması sebebiyle bütün Kiliseler üzerinde yargılama öncelik ve üstünlüğüne sahip olduğu ifadeleriyle Florence Konsili‟nde yine bu minvalde alınan papayla ilgili kararları 423 içermekteydi. Bu dogmatik yasanın 422 dördüncü bölümü ise konsiller Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292; McClory, Power and the Papacy, s. 120; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 370; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189. 423 “Roma Piskoposu Mesih‟in hakiki vekili ve bütün bir Kilisenin başı ve bütün Hıristiyanların çobanıdır. Petrus vasıtasıyla bizzat Mesih‟ten aldığı yetkiyle evrensel Kiliseyi koruyup kollama, 136 tarihinin en tartışmalı konularından birisi olan papanın yanılmazlığını, yani papanın ex cahtedradan inanç ve ahlak konularında doktrinel bir tanımlamada bulunduğunda yanılmazlık yetkisine sahip olduğunu vurgulayan şu ifadelerle sona eriyordu: “…Hıristiyan inancının başlangıcından itibaren tevarüs edilen geleneğe içtenlikle bağlı kalarak, Kurtarıcı‟mız olan Tanrı‟nın izzeti, Katolik dininin yüceliği ve Hıristiyan toplumun selameti için, kutsal konsilin onayı ile, vahyedilmiş kutsal bir dogma olarak şunu öğretir ve açıklarız ki: Papa (Roman Pontiff) yüce apostolik otoritesiyle; tüm Hıristiyanların öğretmeni ve çobanı olarak kutsal kürsüsünden (ex cathedra) konuştuğunda, yani, makamının gereği bir uygulamada bulunduğunda, inanç ve ahlaka ilişkin bütün bir Kilise tarafından uyulması gereken bir doktrin belirlediğinde, kendisine Petrus vasıtasıyla taahhüt edilmiş olan ilahi yardıma; inanç ve ahlak konularında (doktrin) belirlemede İlahi Kurtarıcı‟nın, Kilisesine bahşettiği yanılmazlığa sahiptir. Bu nedenle, Papanın bu türden tanımlamaları –kendisinin ve kilisenin mutabakatıyla dahi olsa- değiştirilemez.” 424 Ve bu dogmatik yasaya ihtar mahiyetinde bir ifade de eklenmişti. “Şu halde, her kim, bizim bu (dogmatik) tanımlamamızı -Tanrı‟nın da yasak ettiği gibi- reddetme cüretine sahip olursa o aforoz edilir.” Metnin okunması bitince bu konsil yasası oylamaya sunulmuştur. Genel manzara The Times of London muhabiri Thomas Mozley 425 tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: “Yukarıda gök gürlemesiyle birlikte aşağıdan ana kubbe ve kalabalığı ayıran küçük kubbelere doğru bütün pencerelere çakan şimşek eşliğinde babaların “kabul” sesi fırtınaya karışıyordu. Papa Hazretleri yüksek sesle “kabul”diye bağırınca sanki cevap verircesine büyük bir gök gürültüsü duyuldu ve hemen ardından sanki cevabı anons eder gibi şimşek konsil salonunun her bir köşesinde şakıdı.”426 yönetme ve ona liderlik etme tam yetki ve selahiyetine sahiptir.” Bkz. Henry Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, translated by Roy J. Deferrari from the Thirtieth Edition of Henry Denzinger‟s Enchiridion Symbolorum, Loreto Publications, USA 1955, s. 456; The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, s. 106-119. 424 Bkz. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils, s.816; Tanner, The Church in Council, s.36; Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, s. 457; The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, s. 119; McBrien, The Church, s.117; Chadwick, A History of the Popes, s.214. 425 T. Mozley aynı zamanda ilerde yanılmazlık görüşlerini daha detaylı açıklayacağımız Cardinal John Henry Newman‟ın kayın biraderidir. Bkz. John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 273-4. 426 Bkz. Thomas Mozley, Letters from Rome on the Occasion of the Oecumenical Council, 1869-1870, vol. 2, s.445-446. 137 Benzer yorumlara hemen her inanç ve kültürde rastalanıldığı gibi ultramontanist piskoposlar bu durumu Tanrı‟nın tezahürü (Theophany); konsil kararlarının doğaüstü bir şekilde tasdik edildiğinin göstergesi olarak addederken umutlarını yitirmiş yanılmazlık karşıtı piskoposlar ise Kilisenin küstahlığı karşısında Tanrının öfkesinin işareti olarak görmüşlerdir.427 Oylama sonucunu Papa Pius 553 kabul (placet), 2 ret (non placet) şeklinde bağırarak okuyunca428 salondan coşkulu tezahüratlar yükselmiştir.429 Ardından Pius “Bu okunanları bizler, konsilin tasvibi ve apostolik otorite vasıtasıyla açıklıyor ve tasdik ediyoruz” ifadelerini kullanmıştır. Oylamada ret oyu veren Little Rock‟lı Fitzgerald ve Napoli‟li Luigi Riccio‟nun yerlerinden kalkarak papanın tahtına doğru ilerledikleri “Şimdi kutsal babaya inanıyorum” dedikleri rivayet edilmiştir. Bu iki piskoposun tutumuyla alakalı azınlık piskoposların aldığı karardan habersiz oldukları, beyanlarının yanlış anlaşıldığı vb. görüşler olmakla birlikte kendileri daha sonra bu konuyla alakalı olarak herhangi bir görüş beyan etmemişlerdir.430 Daha sonra Papa IX. Pius kendisini destekleyen piskoposlara teşekkür etmiş, kendisini desteklemeyen piskoposlara da kapılarının açık olduğunu, zira İsa‟nın düşmanlarına karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirten birleştirici bir konuşma yaparak oturumu kapatmıştır.431 7. I. VATĠKAN KONSĠLĠ SONRASI GELĠġMELER I. Vatikan Konsili, Papalığın tarih boyunca ileri sürdüğü öncelik-üstünlük ve dini-dünyevi otorite olduğu iddialarının en uç noktasını teşkil eden papanın inanç ve ahlak konularında yanılmazlık vasfına sahip olduğunu Katolik bir dogma olarak 427 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s.273-4; Örneğin bir önceki Papa XVI. Benedict‟in istifa kararından saatler sonra Aziz Petrus Kilisesi‟nin kubbesine yıldırım düşmüş ve bu tabiat olayı Kardinaller Koleji Dekanı Angelo Sodano‟nun “Sakin gökten sanki bir yıldırım düştü” sözlerinden hemen sonra gerçekleşince bazıları bunu kutsal bir işaret olarak algılanmıştır. 428 Ullathorne oylamaya sunulan konsil yasasına kabul (placet) oyu verenlerin sayısını 533 olarak verir. Bkz. Letters of Archbishop Ullathorne, Burns & Oates, London, Tarihsiz, s. 250; Nielsen, The History of the Papacy, s. 370-1; Bazı kaynaklarda da bu sayı 531 ve 535 olarak geçer. Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 371; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; Ayrıca bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 142. 429 Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 371. 430 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; McClory, Power and the Papacy, s. 122. 431 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 122; Nielsen, The History of the Papacy, s. 371. 138 kabul etmiştir. Bu dogma bir anlamda modernizmle birlikte Papalığın dini-dünyevi otoritesinin azalmasına karşı atılmış bir adım, yani Reformasyonla başlayıp Aydınlanma ve Fransız İhtilali ile devam eden ve modernizmle ivme kazanan Kiliseye karşı saldırılar ve ortaya çıkan yeni teolojik yaklaşımlar karşısında Ultramontanist bir heyecanla papa ve Papalığın nüfuzunu yeniden tesis etme çabaları olarak görülmüştür. Ancak bu dogma, Papalığın dini otoritesine herhangi bir katkı sağlamadığı gibi konsilin hemen sonrasında ortaya çıkan siyasi-askeri gelişmeler Papalığın dünyevi otoritesinin de tamamen ortadan kalkmasına sebep olmuştur. 7.1. Ġtalya’nın Roma’yı ĠĢgali Konsilin çalışmalarına ara vermesinden iki gün sonra 19 Temmuz 1870 tarihinde İmparator Napoleon Bonaparte idaresindeki Fransa Prusya‟ya karşı savaş ilan etmiştir. Bu savaş durumu Papalığı ve Papalık Devletlerini koruyan Fransız kuvvetlerinin neredeyse tamamının derhal Papalık topraklarından çekilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durumda uzun zamandan beri bütün İtalya‟yı tek bir bayrak altında birleştirme özlemi içerisindeki Kral Victor Emmanuel harekete geçerek Papalık Devletlerini ve Roma‟yı ele geçirmiştir. Her ne kadar ufak çaplı çatışmalar yaşansa da Papa Pius ordusuna direnmeme emri vermiştir. Kral Emmanuel, papanın kişisel güvenliğini garanti etmiş, diplomatik bir heyet, bağımsız bir postane ve İsviçreli muhafızlarla Vatikan üzerindeki kontrolünü korumasına izin vermiştir. Curia‟nın düzenli faaliyetleri de aynı şekilde devam ettirilmiş ancak artık papalığın bin yıllık bir dünyevi egemenliği sona ermiştir.432 Bu gelişmeler üzerine yeni kurulan hükumeti illegal addeden Papa IX. Pius, her türlü işbirliğini reddederek Vatikan‟a kapanmış ve kendisinin bir tutsak olduğunu çeşitli kitle iletişim vasıtalarıyla tüm dünyaya duyurmuştur. Böylece bütün dünya tarafından tanınan bir şahsiyet olarak Papa, elindeki dünyevi-siyasi otoritenin son kalıntılarından da feragat etmeye zorlandığı bir anda, birden hukuki-manevi otoritenin tarihteki en yüksek seviyesine ulaşmıştır. IX. Pius‟un bu esareti 1929 Lateran Antlaşmasına kadar yaklaşık 60 yıl sürmüştür. Bu antlaşmayla Papalığa 40 432 İtalya‟nın Roma‟yı işgali için bkz. Nielsen, The History of the Papacy, s. 375 vd. 139 hektarlık sembolik bir toprak bağışlanarak günümüz Vatikan Devleti‟nin temelleri atılmıştır. Sonbaharda yarım kalan işleri ele almak için tekrar toplanması planlanan konsil için resmi olarak önce 20 Ekim, ardından 20 Kasım tarihi verilmiş ancak daha sonra herhangi bir tarih belirtilmeksizin (sine die) ertelenmiş ve bir daha toplanamamıştır. 433 Bundan dolayı I. Vatikan Konsili‟nin resmi bir kapanışı da olmamıştır. Ancak doksan iki yıl sonra yapılan II. Vatikan Konsili‟nde bu durum gündeme gelmiş ve bu konsilde I. Vatikan‟ın tamamlandığı kabul edilmiştir. Diğer konsillerde olduğu gibi papanın başkanlık ettiği ve yönettiği bir konsil olması, alınan kararların bulla formunda olması ve kararların sonunda açık bir şekilde “kutsal konsilin onayıyla” (with the approval of the sacred council) ifadesinin yer alması konsilin meşruiyeti için kriter olarak kabul edilmiştir.434 7.2. Konsil Kararlarına Katılım Konsilin bütün oturumlarında ele alınan bir problematik olarak papanın yanılmazlığı konusu sert tartışmaların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Her ne kadar son oturumda oy birliğiyle de diyebileceğimiz ezici bir çoğunluk tarafından kabul edilmiş olsa da, hatırı sayılır sayıda piskopos tarafından da boykot edilmiştir. Bundan sonra ne olacağı konusunda merak edilen, papanın kendisi için tanımlanan görülmemiş bu fevkalade gücü (charism) bütün Katolikler, hatta dünyevi (siyasi) alanı da kapsayacak şekilde kullanıp kullanmayacağı, sıradan Katoliklerin ise, zaten zar zor anlayabildikleri bu yeni dogmayı kabul edip etmeyecekleriydi. 18 Temmuzdaki son oturuma katılmadan piskoposluk bölgelerine dönen her bir piskopostan, Pastor Aeternus doktrininin resmi bir kabul beyanını acilen papaya teslim etmeleri istenmiştir. Azınlık piskoposların tepkileri ise karmaşık bir görünüm arz etse de genel olarak vicdan muhasebesi altında ve gel gitler yaşayarak istemeyerek de olsa bir kabulleniş şeklinde olmuştur. Aslında konsilde kabul oyu veren pek çok piskoposun da benzer duygular içerinden olduğu iddia edilmiştir ki bu konsilin meşruiyeti tartışmalarını gündeme getirmiştir. Fransız piskoposların 433 434 Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 373. Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292-3; Tanner, Decrees, s.801. 140 konsilde yanılmazlık doktrinine en sert muhalefeti göstermelerine rağmen konsil sonrasında bu doktrini kabul etmeleri şaşırtıcı bulunmuştur. Tarihçi O‟Gara, azınlık piskoposların konsili erken terk etmelerini, onların oylamadaki “oybirliği”ni bozmak istememelerine bağlamıştır. Onlar, yanılmazlık doktrininin kilisenin tamamının inancını ifade etmesi gerektiği prensibinden hareket etmişler, sonunda, görüşlerinde başarısız olunca bir bakıma kendi görüşlerini konsilde oy birliğiyle ifade edilen görüşün içerisine dahil etmişlerdir.435 Azınlık piskoposların ya da diğer bir ifadeyle yanılmazlık karşıtı piskoposların, konsilin gündemindeki en hassas konu olan “papanın yanılmazlığı” meselesine karşı tutumları, konsil oturumları sırasında ve yasanın oylanması sonrasında değişiklik göstermiştir. Bu tutum Piskopos Felix de Las Cases‟in şu söyleminde ifadesini bulmaktadır: “Konsil (doktrini) ilan etmedikçe fikirlerime bağlı kaldım; ancak bu tanımlamanın ertesi günü Tanrı bana hakikati söyleyebilme lütfu bahşetti. Dün papanın yanılmazlığına inanmadığım kadar bugün onun yanılmazlığına inanıyorum.”436 Benzer tutum Alman azınlık piskoposlar arasında da görülmüştür. Ağustos 1870‟de Fulda‟da bir araya gelen yetmiş Alman piskopos, daha önce karşısında yer aldıkları I. Vatikan Konsili kararlarını kabul etmişlerdir. Tabi bu durum özellikle Strossmayer gibi önde gelen yanılmazlık karşıtları tarafından hayret ve tepkiyle karşılanmıştır.437 Ancak, kibir ve gurur abidesi Baal önünde diz çökmeyeceğini438 ifade eden Strossmayer de 1872 yılında piskoposluk bölgesinin gazetesi Glasnikte konsil yasasını yayınlayacak, 1875 tarihinde de Papa Pius‟la uzlaşacak, 1881 tarihinde Papa XIII. Leo döneminde de dogmayı resmen kabul edecektir.439 “Fulda topluluğu” olarak tanımlanan bu toplantıya dogmaya en sert muhalefetiyle bilinen Hefele katılmamıştır. Ancak hem çevresinin hem Roma‟nın (psikolojik) baskıları neticesinde “aklın kurban edilişi” olarak nitelendirdiği bu 435 Bkz. Margaret O‟Gara, “Infallibility and the French Minority Bishops of the First Vatican Council” s. 214-6; Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 213. 436 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 127-8. 437 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 199-200. 438 Romalılara Mektup 11:4. 439 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 224-5. 141 dogmaya açık bir telaffuz şeklinde olmasa da 11 Nisan 1871 tarihinde iştirak etmiş ya da en azından dogmaya muhalefeti terketmiştir.440 Yanılmazlık dogmasını kabul eden ya da kabul etmek zorunda kalan azınlık piskoposları bu kararlarında bir nebze olsun rahatlatan bir bildiri konsilin kesintiye uğramasından bir yıl sonra 1871 yılında Avusturya piskoposu Joseph Fessler tarafından yayımlanmıştır. Konsil sekreterliği yapmış olan Fessler‟in bildirisi, Papa Pius‟un kendisine “yanılmazlık dogmasının gerçek anlamını ortaya çıkarması”ndan dolayı yazdığı bir teşekkür mektubundan esinlenmiştir. Fessler, yanılmazlığı daha dar bir çerçevede ortaya koymuştur. Papanın ifadeleri yalnızca dogmada ifade edilen değişmeyen belirli şartlar altında yanılmaz olarak kabul edilmelidir; ex cathedra’dan olduğu açıkça ifade edilenlerin dışında hiçbir şey yanılmaz olarak kabul edilemez. Papa, “kendi heva ve hevesiyle” yanılmaz tanımlamaları ilahi vahiyle ilişkili ve inanca müteallik olmayan meselelere teşmil edemez.441 Papaya ait bu mahdut yanılmazlık anlayışı daha gelişmiş bir biçimde II. Vatikan Konsili‟nde de ele alınacaktır. Ancak nelerin yanılmaz dogma olarak ilan edilebileceği, nelerin edilemeyeceği düşüncesi bir sorunsal olarak günümüze kadar varlığını korumuştur. Avrupa‟da bazı piskoposlar konsilin birkaç ay içersinde tekrar çalışmalarına başlayacağı ümidiyle resmi bir ibrazda bulunmayı ertelemişler, hatta bu konuyla alakalı çalışmalara bile başlamışlardır. Ancak Fransa ve Prusya arasındaki savaş durumu konsilin tekrar toplanmasını mümkün kılmamıştır. 7.3. Döllinger ve Eski Katolikler Kilisesi Vatikan Konsili‟nin resmen ilan ettiği dogmaya karşı en önemli blok Almanya‟da Münih Üniversitesi Teoloji Fakültesi camiasında oluşmuştur. Döllinger ve akademideki diğer muhaliflerler 1870 Ağustos ayında Nurenberg‟de konsilde hür iradenin tecelli etmediği, bundan dolayı da konsilin aldığı kararların geçerli olmadığı şeklinde bir deklerasyon yayınlayarak ilerde yeni bir konsilin (biri Roma dışında olmak üzere) toplanması çağrısında bulunmuşlardır. Eylül ayında dekan Scherr, 440 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 223-4; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 374; Nielsen, The History of the Papacy, s. 418. 441 Bkz. Joseph Fessler, The True And The False Infalllibility Of The Popes, Burns And Oates, London, 1875, s. 64-65. 142 Teoloji Fakültesinden Vatikan Konsili kararlarının kabul edilmesini istediğinde Döllinger ve Friedrich dışında herkes kabul etmiştir. Döllinger ise yanılmazlık doktriniyle ilgili kannaatlerini 1872 yılı Mart ayında Allgemeine Zeitung'da çıkan bir makaleyle ifade etmiştir. Döllinger makalesinde "Papa, şimdi tek bir 'Orbi' sözcüğüyle 442 her hükmü, her doktrini ve her buyruğu bir inanç kuralı yapabilir. Onun iradesine hiç bir şekilde itiraz hakkı yoktur; ne bireysel ne de kurumsal hürriyetten bahsedilmez. Tanrı'nın kürsüsüyle papanın kürsüsü birebir aynıdır. Bir Hıristiyan, bir teolog, bir tarihçi ve bir vatandaş olarak ben bu doktrini kabul edemem" şeklinde ifade etmiştir. Zaten Döllinger‟in papalığa karşı olan muhalefeti yeni değildi. 1861 tarihinde kaleme aldığı The Church and the Churches adlı eserinde Döllinger, papanın dünyevi hükümlerinin Kiliseyi bağlamadığını ifade etmiştir. 1864 yılında yayımlanan Hatalar Manzumesi (Syllabus)‟ni de eleştirmiş ve ordaki ifadeleri modernizm karşıtı papalık despotizmi olarak nitelendirmiştir. Ayrıca yine Döllinger Past and Present of Catholic Theolog (1863) ve Universities Past and Present (1867) adlı eserleriyle I. Vatikan‟ı etkilemiş bir teologdur. 443 Bunun üzerine Scherr, Döllinger ve Friedrich'i aforoz etmiş ve bu durum Katolik dünyada şok etkisi yaratmıştır. Zira Döllinger Avrupa'da Katolik hakların ve Katolik doktrinin en önemli savunucusu olmuştur. Döllinger'in kiliseden kovulması, beklenildiği gibi büyük bir bölünmeyi de beraberinde getirmiştir. 1872 yılı Mayıs ayında Münih‟te toplanan bir grup akademisyen-teolog bir yürütme heyet oluşturarak Bavyera kralına Pastor Aeternus öğretisinin devlet üniversitelerinde yasaklanması çağrısında bulunmuşlar ve kraldan “Roma terbiyesizliğine ve cehaletine” karşı da harekete geçmesini istemişlerdir. Haziran ayında resmi bir organizasyon olarak temayüz eden “Eski Katolikler Kilisesi” (Old Catholics Church) 444 Prag‟dan laik bir kilise hukuk profesörü Johann von Schulte ve Hollanda Utrecht‟den Alman Jansenist teolog ve piskopos Paul Reinkens‟in idaresinde yola çıkmıştır. Bu yeni kilisenin ilk 442 Orbi "dünyaya ya da bütün dünya için" anlamına gelen Latince bir terimdir. Tam terkibi Urbi et Orbi (kente ve dünyaya) olup deyimleşmiş bir ifadedir. Buradaki kentten kasıt ise Roma‟dır. Papa‟nın önemli günlerde (örneğin Paskalya ve Noel, papa seçimi) Vatikan‟da yaptığı açıklamanın ya da bir Papalık bullasının adresini gösterir, yani “kente ve dünyaya sesleniyorum” anlamı ihtiva eder. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/15221a.htm, (12.08.2013). 443 Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s.229-30. Eski Katolik Kilisesi‟nin tarihsel temelleri ve teolojik görüşleri için bkz. . Jan Visser, “The Old Catholic Churches of the Union of Utrecht”, International journal for the Study of the Christian Church, 3:1, 68-84 444 143 başarısı da Prusya‟nın Fransa‟ya karşı kazandığı askeri zaferle gelmiştir. Prusya, Bavyera ve diğer Germen devletlerin yeni birliğinin “demir şansölye”si (iron chancellor) Otto von Bismarck bu yeni teolojik girişimi milli kilise modeli olarak açık bir şekilde desteklemiştir.445 Kilisede inanç ve pratiklerde eski saafiyete dönüşü isteyen Eski Katolikler bütün Hıristiyan coğrafyada aynı itikadın egemen olduğu ve Doğu-Batı kiliselerinin kabul ettiği ilk yedi konsilin ökümenik konsil olduğunu, Batı Kilisesi ve papanın idaresi altında toplanan konsillerin bu vasfı haiz olmadığını ifade etmişlerdir.446 Eski Katolikler, papanın yanılmazlığıyla Hatalar Manzumesi’ni mesnetsiz Roma merkeziyetçiliğinin en üst noktası olarak görüp kabul etmemişlerdir. Kilise içinden ve dışından kendi papaz ve piskoposlarını atamışlar ve milli kültür ve gelenekleri mufafaza ederek yeni bir dini hareket başlatmışlardır.447 Eski Katolikler, 1889 Utrecht Deklerasyonunda I. Vatikan Konsili‟nin ilan ettiği papanın yanılmazlığı dogması ve papanın evrensel Kilisede en üst ve öncelikli yargılama hak ve yetkisine sahip olduğu kararlarının eski Kilise ve Kilise babalarının kararlarına tezat teşkil ettiği gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. Onlar ökümenik konsillerin papaya atfettiği eşitler arasında birinci kararını kabul etmişlerdir. Ancak eşitler arasında birincilik payesinin hiçbir zaman Roma‟ya diğer kiliselere hükmetme yetkisi vermediğini ifade eden Eski Katolikler ayrıca 1854 yılında Papa IX. Pius‟un ex cathedradan ilan ettiği Meryem‟in asli günahın her türlü lekesinden korunduğu (Immaculate Conception) doktrinini de kabul etmemişlerdir.448 Kilisede teolojik ve idari (ecclesiastic) reform ile kiliselerin inanç ve ibadet 445 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması Bismarck Almanyasında dini alanın ötesine geçen politik bir mesele olarak algılanmıştır. Almanya‟daki Katoliklerin siyaseten kayzere değil de papaya ve Roma Kilisesi‟nin kanunlarına bağımlı olacağı endişesi Bismarck‟ı Katolisizme karşı önlemler almaya itmiştir. Bismarck, Katolik Kilisesi‟nin Almanya‟daki hegemonyasını kırarak yerine Protestanlığı ikame etmek için başlattığı kulturkampf (kültür savaşı) siyaseti doğrultusunda Roma Katolik Kilisesi‟nin karşısında yer alan oluşumları desteklemiştir. Bu konuyla alakalı olarak bkz. Michael B. Gross, The War Against Catholicism: Liberalism and the AntiCatholic Imagination in Nineteenth-Century Germany, The University of Michigan Press, USA, 2004, s. 240 vd. 446 Bkz. E. Michaud, “Old Catholicism”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, s. 485. 447 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 134-5; Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s.229-233; Nielsen, The History of the Papacy, s. 435-6. 448 Bkz. Bishop Andre J. Queen, Old Catholic: History, Ministry, Faith and Mission, iUniverse, New York 2003, s. 15; Michaud, “Old Catholicism”, s. 485. 144 yönünden yeniden bir araya geldiği bir birliği amaçlayan 449 bu yeni kilise Almanya‟nın yanısıra İsviçre, Hollanda ve Avusturya‟nın bir bölümünde kök salarak ve 1880‟li yılların başlarında 250 bin üyeye ulaşmıştır. Ancak Bismarck‟ın Eski Katolikler Kilisesi‟ni kendi politik ihtirası için kullanmaya çalışması Alman Katoliklerin ayaklanması sonucunu doğurmuş, aynı zamanda modernizm için teolojik doktrinler terk edilmiş, bu da iç yapının dağılmasına yol açmıştır. Eski Katoliklerin sayısı 1957‟de 80 bin civarına düşmüştür. Günümüzde ise bu sayı bütün Avrupa‟da 40 bin civarındadır. 450 7.4. Konsilin MeĢruiyeti TartıĢmaları Fransa ile Prusya arasındaki savaş durumundan kaynaklanan gelişmeler İtalya‟nın Roma‟yı ele geçirerek Papalık Devletleri‟ne son vermesiyle sonuçlanınca güz aylarında tekrar toplanması kararlaştırılan konsil bir daha toplanamamıştır. Dolayısıyla I. Vatikan Konsili, yedi ay gibi kısa bir sürede Hıristiyan tarihinin en tartışmalı yasasını çıkartarak, bazen yıllarca süren ve birkaç ayrı şehirde toplanmak zorunda kalan Ortaçağ konsillerine nazaran “ekonomik” bir konsil olarak nitelendirilmiş ancak bu durum onun “ökümenik” bir konsil olup-olmama tartışmalarını beraberinde getirmiştir. 451 Konsilin tekrar toplanma kararı vererek dağılmasından sonra bazı yanılmazlık karşıtı piskoposların dogmanın tekrar ele alınması için hazırlıklara başladığı 452 göz önüne alındığında dogma etrafındaki tartışmaların henüz sona ermediği görülmektedir. Ayrıca konsil oturumları esnasında olduğu gibi konsil sonrasında da oturumların hürriyeti meselesi eleştiri konusu olmaya devam etmiştir. Eleştiriler, papa, Curia ve içerdeki piskoposlardan oluşan bir zümrenin (clique) kendi aralarında kararlaştırdıkları bir sonucu sağlamaya yönelik olarak piskoposları tahakkümü altına alıp özgür iradeden yoksun bıraktıkları yönündeydi. Bunlara göre I. Vatikan Konsili‟ne hile karışmıştır, dolayısıyla bu konsil ökümenik olma karakterini kaybetmiştir. Konsilde olup bitenlerin gizli tutulması 449 Bkz. Michaud, “Old Catholicism”, s. 484-5. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/11235b.htm, (11.11.2013); Aydın, Mehmet, Konsiller Tarihi, s.53. 451 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 276. 452 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 130. 450 145 yönünde piskoposlardan yemin alınması, 453 papanın, piskoposlara herhangi bir konuyla ilgili teklifin sadece kendisine sunulmasını şart koşması, azınlık piskoposların temsilcilerinin İnanç Komitesinden kasten uzak tutulması, 454 Papa tarafından, sapmaları önlemek amacıyla konsil üyelerine (örneğin Kardinal Guidi) güçlü bir baskı uygulanması, kabul edilen nihai formülasyon hakkında konsile sunulan teklif ve önerilerin kurulda tartışılmaması, oluşturulan nihai formülasyona yapılan ilavelerin, onun oylanacağı saate kadar hiçbir piskopos tarafından bilinmemesi ve dünya çapında görüş birliği sağlamak adına konsil sonrasında bile azınlık piskoposlara baskıya devam edilmesi ve gözdağı verilmesi yapılan bu eleştirileri doğrular niteliktedir. Bütün bunlara ilaveten, belki de konsilde kanaat hürriyetinin yokluğunun en güçlü kanıtı, konsil boyunca yapılan konuşmalarda, yazıya dökülmüş itirazlarda ve Döllinger‟e sızdırılmış şikayetlerde kendisini gösteren pek çok üyenin ısrarla kendilerini özgür hissetmedikleri iddialarıydı. Örneğin konsilin başlamasını müteakip Piskopos François Lecourtier pek çok piskoposun bu tür serzenişlerinden hareketle azınlık piskoposların asıl sorununun özgürlükten yoksun olmaları olduğunu ifade etmiştir. Fransız azınlık piskoposlar da benzer durumdan şikayet ederken Piskopos Dupanloup bu durumu “konuşma özgürlüğü var, ancak tartışma özgürlüğü yok” şeklinde ifade etmiştir. Başpiskopos Richard Kenrick de konsilin geçersiz olduğunu ileri sürerek 4 Haziran 1870 tarihinden sonraki hiçbir genel kurulda konuşmama kararı almıştır. Kenrick‟in bu iddiasına Hefele ve Strossmayer de destek vermişler, Strossmayer “hiç şüphe yok ki bu konsil başından sonuna hürriyetten yoksun” ifadeleriyle konsilin geçersiz bir konsil olduğunu ileri sürmüştür.455 I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposların hürriyetten yoksun olduğu iddiaları konsili takip eden yıllarda pek çok popüler ve bilimsel çalışmalarda yazılmış ve bugün de aynı iddia dile getirilmektedir. İsviçreli teolog Hans Küng, “Elim ve can sıkıcı olarak kabul etmek gerekir ki bu konsil, özgür bir Hıristiyan toplumun oluşturduğu özgür bir toplantıdan ziyade, iyi örgütlenmiş ve manipüle edilmiş totaliter parti kongresine benzemektedir” derken456 aynı minvalde Ortodoks 453 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 206. Bkz. Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, s. 569. 455 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 131-3. 456 Bkz. Hasler, a.g.e.,, s. 12. 454 146 teolog Sergei Bulgakov da eski demir perde “Sovyet cumhuriyetlerinin, delege toplantılarında hür iradenin tecelli ettiğini söyleyebildiği ölçüde I. Vatikan Konsili‟nin de kendisini bir konsil olarak nitelendirme hakkı vardır” şeklide ifade etmektedir. 457 Ancak çoğunluk piskoposlar I. Vatikan Konsili‟nin, hür iradenin ortaya konulduğu özgür bir konsil olduğunu, güçlüklere rağmen onun kararlarının geçerli ve inananları bağlayıcı olduğunu iddia etmişlerdir. Konsil gözlemcisi Joseph Icard da I. Vatikan Konsili‟nin kuşkuya mahal vermeyecek şekilde gerekli özgürlüğe sahip olduğunu, oturumlarda piskoposların ifade hürriyetine sahip olduğunu, oylamada da vicdani hürriyetin mevcut olduğunu yazmıştır. Yine konsilde her yönüyle vicdan ve ifade hürriyetinin var olduğunu savunanlara göre, Hıristiyan geleneğinde bütün yönleriyle ökümenik konsil olarak kabul gören İznik ve Kadıköy Konsilleri‟nde piskoposlar pek çok kanaldan baskılarla; özellikle de imparator baskısıyla karşılaşmıştır ve bu konsillerde görevli piskoposlar I. Vatikan‟dan çok daha zor şartlar altında görev yapmışlardır. Bu sebepten bu tür toplantılardaki göreceli özgürlük tartışmaları sorunu çözmekten uzaktır. Onlara göre burada asıl önemli olan husus dogmanın ittifakla kabul edilmiş olmasıdır. Her ne kadar bazı kabul oylarında (placet) bir nebze baskı ve etkilemenin (manipulation) varlığı kabul edilse de, bütün bir Kilise tarafından dogmanın kabul edilmesi kendi içerisinde teololojik olarak uygun bir durumdur.458 457 Bkz. Hasler, a.g.e., s. 145. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 136-9; Hasler, How The Pope Became Infallible, s.142 ve 302-4. 458 147 III. BÖLÜM I. VATĠKAN KONSĠLĠ SONRASI YANILMAZLIK DOKTRĠNĠ Ultramontanist Konsili‟nde papanın düşüncenin hakimiyeti yanılmazlığı doktrini altında dogmaya toplanan dahil I. Vatikan edilmiş, yani, Hıristiyanlığın ilk dönemlerine kadar geri götürülebilecek ve üzerinde güçlü bir ittifak bulunan Kutsal Ruh‟un gözetim ve denetimi altındaki Kilisenin yanlışa düşmekten korunduğu ve hatadan münezzeh olduğu şeklindeki bir inanç, bir ölçüde Kilisenin başı olarak kabul edilen şahsa (papa) transfer edilerek papalık teolojisine nihai şekil verilmiştir. Papa bu dogmayla sadece Kilisenin ve piskoposların bir öğreticisi ya da pastörü olarak kalmayıp aynı zamanda emanet bırakılan ve gizli kalmış Tanrısal vahyi ifşa eden bir “şâri” ve en üst yargıç konumuna yükseltilmiştir. Fransa ile Prusya arasında patlak veren savaş sebebiyle resmi kapanışı yapılmadan dağılmak zorunda kalan I. Vatikan Konsili‟nden geriye papanın Kilise ve din adamlarıyla ilişkisi, papanın dini ve öğreti otoritesinin (magisterium) sınırları ve I. Vatikan Konsili‟nde tanımlanan bu yanılmazlık yetkisinin nasıl ve ne şekilde kullanılacağı gibi merak edilen bazı soru işaretleri kalmıştır. I. Vatikan Konsili‟ni müteakip bütün bu konularla alakalı olarak önde gelen Katolik teologlarca öneri ve eleştiriler ileri sürülmüş ve I. Vatikan‟dan yaklaşık yüz yıl sonra toplanan II. Vatikan Konsili‟nde bu durum tekrar gündeme gelmiştir. I. Vatikan‟da papaya hasredilen yanılmazlık II. Vatikan‟da bazı kayıt ve kriterlerle piskopoları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu bölümde papanın yanılmazlığı doktrin ya da dogmasının II. Vatikan Konsili‟nde yeniden ele alınarak kapsamının genişletilmesi süreci ile dogmanın teoriden pratiğe dökülmesi, yani icrası ve diğer kiliselerin bu dogmaya yaklaşımları, bu kiliselerin yanılmazlık anlayışları ortaya konulacaktır. 148 1. II. VATĠKAN KONSĠLĠ VE YANILMAZLIK YETKĠSĠNĠN GENĠġLETĠLMESĠ Aydınlanma felsefesi ve Kant etkisi ile ortaya çıkan yeni teolojik, epistemolojik ve aksiyolojik meydan okumalarla dinin sonu ve Tanrının ölümü gibi sembolizmin gölgesi altında toplanan 459 I. Vatikan Konsili‟nde papanın itikadî ve ahlakî konularda yanılmaz yorumlama güç ve selahiyetine sahip olduğu dogmasının ilanıyla birlikte artık yeni bir konsilin toplanması uzak bir ihtimal olarak görülmüştür. Bu dogmadan sonra papaların yeni bir konsil toplamak yerine piskoposlarla istişare ederek sorunlara çözüm bulacağı, hatta artık konsiller döneminin kapandığı yönündeki kanaatler yaygınlık kazanmıştır. 460 Zira Papa XII. Pius (1939-1958) Meryem‟in göğe yükselişi (assumption) dogmasını bu şekilde ilan etmiştir.461 Ancak modern dönemle birlikte her alanda kendisini gösteren gelişmeler karşısında Kilise de yeni adımlar atmak zorunda kalmıştır. 1962 yılının sonbaharında “Kilisenin kendisini zamanın icaplarına uygun olarak güncellemesi” ve “Kilisenin modern dünyada daha aktif olarak yer alması” anlamında aggiornamento462 parolasıyla Roma‟da II. Vatikan Konsili için bir araya gelinmiştir. Yaklaşık 2500 piskopos, 92 yıl önce I. Vatikan‟da toplanan din adamları topluluğundan oldukça farklı dünyalardan gelmekteydiler. 1870‟li yıllardaki piskoposların dünyasıyla, elektrik, telefon, radyo ve televizyonun insan hayatında önemli bir yer işgal ettiği, ulaşımda otomobil ve uçakların kullanıldığı 1960‟ların dünyası neredeyse kıyas kabul etmeyecek biçimde farklılık arz etmekteydi. II. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposların çoğu, çeşitli siyasi ideolojilerle kuşatılmış bir dünyayı kasıp kavuran iki dünya savaşı görmüş; ve atom çağının doğuşuna ve hemen her alanda bilimsel gelişmelere tanık olmuşlardı. Konsile özellikle Avrupa‟dan iştirak edenler kendilerine her türlü düşünce, kanaat, inanç ve ibadet hürriyeti ile basın özgürlüğü sağlayan anayasal yönetimlere sahip ülkelerden gelmişlerdir. Bundan dolayı bu konsile katılan piskoposların deneyimlerine ve 459 Bkz. Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, s. 37. Bkz. Denis Fortin, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”, Andrews University Seminary Studies, vol. 41, no, 2, (Autumn 2003), s. 201. 461 Bu konuyla alakalı olarak bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, ss. 207-211. 462 Bu konuyla alakalı olarak bkz. John W. O‟Malley, “Reform, Historical Consciousness, And Vatican II‟s Aggiornamento”, Theological Studies, 32 (1971), ss.573-601. 460 149 kültürel altyapılarına bakılarak bu konsilin daha önceki konsillere göre Katolisizm ve papa merkeziyetçiliğinden uzak, çağın ideolojilerine uygun daha toleranslı kararlar alması beklenebilirdi. Ancak Nostra Aetate adlı konsil yasasında diğer dinlerden övgüyle söz edilip onlarla diyalog yollarının aranmasına rağmen yine de geleneksel Katolik reflekslerle Katolik Kilisesi‟nin merkeziyetçi çizgisi takip edilmiştir. 463 1962 yılından 1965 yılına kadar süren II. Vatikan Konsili, 21 Kasım 1964 tarihinde resmen ilan ettiği Kilise Hakkında Dogmatik Yasa (Dogmatic Constitution on the Church) olan Lumen Gentium (insanlığın ışığı)‟da Christus Dominus464 kararı ile papa ve din adamları arasındaki koordinasyon ve işbirliğine vurgu yapılmaya çalışılmışsa da, papanın İsa’nın vekili ve Kilisenin pastörü olarak her zaman özgürce kullanabileceği evrensel, yüce ve eksiksiz bir güce sahip olduğu yinelenmiş ve papalığın geleneksel otorite iddiasından taviz verilmemiştir. Böylece piskoposlar kurulunun da dini yönetim ve öğretimde kesinlikle papayla mutabık olması gerektiği ve onun onayıyla benzer yetkiye sahip olduğu vurgulanmıştır. 465 Yine Lumen Gentium‟da I. Vatikan‟da kabul edildiği şekliyle papanın yanılmazlığı doktrinine herhangi bir kayıt ve sınırlama getirilmemiş ve mevcut durumun devamı yönünde görüş ortaya konulmuştur. Ancak I. Vatikan‟da papaya hasredilen bu yanılmazlık yetkisi (charism), Kiliseyi ve papayı temsilen piskoposlar heyetine de teşmil edilerek Kilisede daha geniş anlamda bir yanılmazlık tanımlaması ortaya konulmuştur. Lumen Gentium‟da ifade edildiği şekliyle yanılmazlık yetkisini piskoposlar kurulu (college of bishops) şu muayyen şartlar altında icra eder: Piskoposlar şahsi olarak yanılmazlık yetkisine sahip olmamalarına rağmen, yine de bütün bir yeryüzüne dağıldıklarında, kendileriyle Petrus’un halefi (papa) arasınaki gönül bağını (bond of communion) korumak kaydıyla… inanç ve ahlaka dair… Mesih’in doktrinini resmen ve yanılmaz bir şekilde ortaya koyabilirler... Onlar, evrensel Kilise için inanç ve ahlak yargıçları ve öğretmenleridirler; 463 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 157-8; II. Vatikan Konsili‟ni hazırlayan sebepler, işleyişi, ele aldığı konular ve özellikle Katolik Kilisesi‟nin misyon ve diyalog anlayışı için bkz. Ali İsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, Alperen Yay., Ankara, 2002. Ayrıca bkz. O‟Malley, A History of the Popes, ss.299-301; Tanner, The Church in Council, ss.38-52; İsmail Taşpınar, “Katolik Kilisesi‟nin Modern Dünyaya Uyumu: II. Vatikan Konsili ve Katoliklerin Yaklaşımı”, MÜİFD 41, (2011/2), 107-120; Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, ss. 569-571. 464 Bkz. CD, md. 3-4; http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_decree_19651028_christus-dominus_en.html, (10.12.2013). 465 Bkz. LG, md. 22; http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (18.12.2013). 150 dolayısıyla onların yaptıkları –uyulması gereken- kesin tanımlamalar, imandan kaynaklanan tam bir teslimiyetle kabul edilmelidir. İçtenlikle açıklanması ve itinayla korunması gereken ilahi vahyin emanetinin kapsamı ne kadar genişse, inanç ve ahlaka müteallik öğretiyi tanımlarken İlahi Kurtarıcının Kiliseye bahşettiği bu yanılmazlık da o kadar kapsamlıdır. Bütün kardeşlerini imanla güçlendiren (bkz. Luka 22:32) en yüce çoban ve tüm inananların öğretmeni olan piskoposlar topluluğunun başı papa, kesin bir tavırla inanç ve ahlak hakkındaki öğretiyi onayladığı zaman, bu yanılmazlık özelliğinden faydalanmaktadır. Bu nedenle, Papa'nın tanımlamaları, Kilisenin onayı olmadan da, haklı olarak değiştirilemez (irreformable) olarak isimlendirilir. Çünkü bunlar Kutsal Ruh'un yardımıyla bildirilmiş ve kutsal Petrus'un şahsında papaya vaat edilmiştir. Bundan dolayı başkalarının onayına gerek duyulmadığı gibi daha yüksek bir mercie de götürülemez. Bu durumda papa, özel bir kişi olarak değil, evrensel Kilisenin yüce öğretmeni olarak bir yargıda bulunduğu zaman bizzat Kilisenin yanılmazlık lütfunu özel olarak taşıması nedeniyle, Katolik İmanın öğretisini açıklamakta ya da korumaktadır.” 466 Görüldüğü gibi II. Vatikan Konsili‟nde papanın meslektaş bir piskopos olduğu ve birlikte çalışma ruhu (collegality) vurgulanarak yanılmazlık yetkisi piskoposları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak bu yanılmazlık yetkisi her halükarda papanın rıza ve onayı şartına bağlanarak bir anlamda papanın domine ettiği ve piskoposların da papaya angaje oldukları bir yapı korunmaya çalışılmıştır. I. Vatikan Konsili‟nde dogmalaştırılan papanın evrensel kazaî yetki ve otoritesine yönelik ise herhangi bir sınırlama ya da açıklama yapılmamıştır. Papanın otoritesini mutlak, sınırsız hale getiren yanılmazlık doktrini gündeme dahi gelmemiş, yani II. Vatikan, uzun bir tarihsel süreçte teşekkül eden Katolik doktrin ve geleneği inkar etmemek için hassas davranarak I. Vatikan‟ın mantalitesini devam ettirmiş ve onaylamıştır.467 II. Vatikan Konsili‟nden papayla piskoposların işbirliğine dayalı böylesi bir kararın çıkmasında, yani I. Vatikan‟da papaya hasredilen Kiliseden ayrı, müstakil ve 466 Bkz. LG, md. 25 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 268; Bradley C. Hanson, Introduction to Christian Theology, Fortress Press, Minneapolis 1999, s.219; Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 140; ayrıca bkz. George A. Lindbeck, Infallibility, Marquette University Press, Milwaukee 1972, s. 32. 467 151 mutlak bir yanılmazlık otoritesinin biraz daha genele yayılmasında, bu konsil esnasında ve sonrasında bu konuda görüşler serdedip eserler neşreden Katolik entelektüellerin çok büyük bir katkısı olmuştur. II. Vatikan Konsili‟ne katılan pek çok piskopos, özellikle John Henry Newman, Karl Rahner, Edward Schillebeeckx, Leonardo Boff, Charles Curran, Henri de Lubac, Yves Congar ve Hans Küng gibi teologların teolojilerinden etkilenmiştir. 468 Bu teologların genelde Kilise, Kilise hiyerarşisi ve dini otorite ile özelde papanın hiyerarşideki yeri, onun yanılmaz yorumlama hak ve yetkisine sahip olması ve diğer piskoposlarla olan ilişkisine dair görüş ve önerileri farklı ve alternatif bir eklesiyoloji ortaya koymaktadır. Bu teologların görüşleri diğer Kiliselerle olan ekümenizm amaçlı ilişkilerde aşılması güç bir engel oluşturmasından dolayı yanılmazlık doktrinine yönelik eleştirileri içinde barındırmaktadır.469 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen Pastor Aeternus adlı konsil yasasının tersine piskoposlar arası işbirliğini öne çıkaran liberal ve ilerici (progressive) pek çok Katolik teolog papanın piskoposlardan bağımsız bireysel yanılmazlığa sahip olmadığına inanmaktadır. 470 II. Vatikan Konsili‟ne İman Doktrini Kurulu (CDF=Congregation for the Doctrine of the Faith) başkanı olarak katılan ve yaklaşık 600 yıl sonra istifa ederek tarihe geçen bir önceki Papa XVI. Benedict (Joseph Ratzinger) de I. Vatikan‟da ultramontanist bir bakış açısıyla tanımlanan yanılmazlık doktrininden farklı şekilde bir bütün olarak Kilisedeki işbirliği ve piskoposlar arası görüş birliğinden yana tavır koymuştur. Papanın bir kahin olmadığını vurugulayan Ratzinger‟e göre yanılmazlık yetkisi çok nadir durumlarda söz konusu olup tek başına papayla temellendirilemez. 471 Daha ziyade yanılmazlık bütün bir Kilisenin birleşik yapısında kendisini gösterir. Bundan dolayı papa, bütün bir Kilisenin 468 Karl Rahner, Edward Schillebeeckx ve Henri de Lubac‟ın II. Vatikan Konsili‟ne etkileri ve Kilise görüşleri için bkz. The Modern Theologians: An Introduction to Christian Theology since 1918, David F. Ford (ed.) Blackwell Publishing, USA and UK, 2005; McBrien, The Church, ss. 135-7; Güngör, Cizvitler, ss. 146 vd; Karl Rahner‟ın Kilisede işbirliğini (collegiality) öne çıkaran teolojik görüşleri için ayrıca bkz. Oliver Putz, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and the Second Vatican Council. New Wineskins 2, no. 1, 2007, s. 16; Henri de Lubac‟ın hayatı, eserleri ve Kilise anlayışı için bkz. İsmet Eşmeli, Henri De Lubac’ın Kilise Anlayışı, Teolojik Görüşleri ve Katolik İlahiyatına Katkıları, basılmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014, ss. 66-119. 469 Bkz. Graham A. Duncan, “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church, HTS Teologiese Studies/Theological Studies, vol 69 no 1 (2013), ss.1-8. 470 Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205. 471 Bkz. http://www.zenit.org/en/articles/pope-has-no-easy-recipe-for-church-crisis, (29.01.2015). 152 yanılmaz olarak kabul ettiği şeyi ifade ettiği zaman yanılmazdır. Hal böyle olunca laikler de yeryüzüne yayılmış bütün bir Kilisenin yanılmaz inancına iştirak ederler.472 1.1. II. Vatikan Konsili’ne Etki Eden Teologlar ve Yanılmazlık AnlayıĢları I. Vatikan‟da papaya hasredilen yanılmazlığın, II. Vatikan‟da kabul edilen Lumen Gentium adlı konsil yasasında ifadesini bulduğu şekliyle piskoposları da kapsayacak şekilde genişletilmesinde etkisi olduğunu düşündüğümüz önde gelen bu teologlardan özellikle Newman, Congar ve Küng‟ün görüşleri bu başlık altında ana hatlarıyla ortaya konulacaktır. Tabi özellikle Hans Küng‟ün papanın yanılmazlığı doktrinine yönelik eleştirilerinin II. Vatikan Konsili‟nden hemen sonra, 1970 yılında yayımlanan eserine dayandığını belirtmemiz gerekir. 1.1.1. John Henry Newman ve Vicdan Hürriyeti XIX. yüzyıl İngilteresi‟nde popüler bir figür olan John Henry Newman (1801-1890) XX. yüzyılın ilerlemeci (progressive) teolojisine belki de en çok ilham veren teologlardandır. Newman, başlangıçta Anglikan Kilisesi‟ne mensup olan ve Ultramontanizm ve papanın yanılmazlığı doktrinine muhalefet eden bir teologdur. Bu yüzden papanın merkeziyetçiliğini savunan ultramontanist piskoposlar kendisine kuşkuyla yaklaşmışlardır. John Henry Newman Katolisizme intisap ettikten sonra Katolik Kilise‟sinde o derece etkiye sahip olmuştur ki Papa VI. Paul II. Vatikan Konsili‟ni “Newman‟ın konsili” olarak isimlendirmiş, böylece o, “II. Vatikan‟ın Babası” olarak vasıflandırılmıştır.473 472 Bkz. Oliver Putz, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and the Second Vatican Council. New Wineskins 2, no. 1, 2007, s.17. 473 Bkz. Avery Dulles, Newman, Continuum, New York, 2005, s.151-2; Powell, Papal Infallibility, s.97 ve 125; Newman‟ın II. Vatikan‟a etkileri için bkz. Ian Ker, “Newman, The Councils, And Vatican II”, Communio: International Catholic Review 28 (Winter 2001) s.713; Newman‟ın hayatı için bkz. Powell, a.g.e., ss.98-109; John Henry Newman, Papa XVI. Benedict tarafından İngiltere‟ye yapılan resmi bir ziyaret esnasında 19 Eylül 2010 tarihinde aziz ilan edilmiştir. Bkz. http://www.vatican.va/holy_father/benedict_xvi/homilies/2010/documents/hf_benxvi_hom_20100919_beatif-newman_en.html, (13.09.2013). 153 John Henry Newman, I. Vatikan Konsili‟ne katılmamıştır. Ancak onun hoşlanmadığını belirtttiği yanılmazlık taraftarı infallibilistlerin yöntemleri hakkında yazdığı bir mektubun basına sızmasıyla istemeyerek de olsa konsil oturumlarında bazı tartışmaların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Newman, papanın yanılmazlığına inanmaktaydı, fakat onun yanılmazlık anlayışı egemen papa merkeziyetçiliğinden çok farklıydı. Newman‟a göre yanılmazlık vasfı sadece Kiliseye ait olup bu da sadece inanç konularında geçerlidir. Ona göre dini konularla bağlantılı olmayan “seküler meselelerde” yanılmazlık söz konusu değildir. İnanç konularında da yanılmazlık yetkisinin belli şartları vardır. Ona göre Kilise ahlaki kuralların genel geçer doğrularına, fıtrata (natural religion) ve apostolik inanca muhalif dogmalar ihdas edemez.474 Aslında Newman‟ın yanılmazlık doktrini hakkındaki tutumu dönemsel olarak kompleks bir durum arz eder. Zira o, yanılmazlık doktrinine hem muhalefet hem destek babında bütün pozisyonlarda pratik olarak bulunmuş birisidir. Anglikan olduğu günlerde Newman, yanılmazlık doktrinini Roman Katolik sistemin en temel hatası olarak görüp muhalefette bulunmuş, “Tanrı‟nın bir mucizesi” olarak nitelendirdiği Katolikliğe geçtikten sonra ise, Apologia pro vita sua adlı eserinde yanılmazlık doktrinini kuvvetli bir şekilde savunmuş ve önceki karşıtlığını yanılmaz öğreti otoritesi için gerekli bir durum olarak görmüştür.475 Yine I. Vatikan Konsili esnasında yanılmazlık doktrinine olan karşıtlığını heyecanlı bir şekilde ifade etmiş, yanılmazlığın dogmalaşmasından itibaren başlangıçta bunun bütün Katolikleri bağlayıcı olup olmadığı konusunda bir tereddüt yaşamış, ancak daha sonra tereddütlerini yenerek bu tanımlamanın en önde gelen savunucusu olmuştur. Yine bu aşamada Newman önce yanılmazlığı dar bir alanla sınırlandırmış, sonra daha geniş bir çerçevede ele almıştır.476 474 Bkz. Powell, Papal Infallibility as Religious Epistemology, s.122; Newman‟ın yanılmazlık anlayışı için bkz. John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, ss. 289-292. 475 Newman „papanın yanılmazlığı‟ doktrinine işaret eden kanaatlerini Apologia‟da şu şekilde ifade eder: “İnsanlar öz değişimine (transubstantiation) inanmanın çok zor olduğunu söylüyor; Katolik olana kadar ben de bu doktrine inanmamıştım. Roma Katolik Kilisesi‟nin Tanrı‟nın bir mucizesi olduğuna inanır inanmaz ve Katolik Kilisesi bu doktrinin hakiki vahyin bir parçası olduğunu ifade eder etmez bu doktrine inanmam için hiçbir engel kalmadı. Bkz. Apologia Pro Vita Sua, http://www.newmanreader.org/works/apologia/part7.html, (15.05.2013). 476 Newman‟ın yanılmazlık doktrini üzerine bütün bu tutumlarının analizi için bkz. Powell, Papal Infallibility, ss. 120-135; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 181; Avery Dulles, “Newman On Infallibility”, Theological Strudies 51, 1990, s.434-449; McClory, Power and the Papacy, s. 151 154 Vicdan hürriyetinin güçlü bir savunucusu olan Newman‟ın söylemleri, dini itaat konusunda muhafazakar kesim tarafından hoş karşılanmamıştır. Newman, yanılmazlık dogmasıyla ilgili olarak Norfolk Düküne yazdığı mektubunda “Eğer bir akşam yemeği sonrasında dine kadeh kaldırmak zorundaysam (doğrusu pek böyle bir adet yoksa da) eğer müsadeniz olursa papaya içeceğim; ancak önce vicdana, sonra papaya içeceğim” 477 ifadelerini kullanmıştır. Hatta Newman‟a göre, “eğer kişinin vicdanı ona bir şeyin mutlak doğru ve gerçek olduğunu söylüyorsa, hatalı ve yanlış olsalar bile bunları kanunen anlatmak ve öğretmek isteyebilir”478 demiştir. Newman‟a göre Kutsal Ruh her kilise üyesinde aktif bir şekilde mevcuttur ve bu Ruh dindar kişiyi soyut mantık, deneyim, duygu ve diğer gözlenemeyen etkileri de kapsayan çeşitli “keşif enstrümanları” vasıtasıyla tasdike sevk etmiştir. Newman, bir bütün, yekpare bir vücut olarak Kilisenin içgüdüsel olarak hakikate ulaştıran ve her daim itibar edilen bir “çıkarımsal muhakeme” (illative sense) ya da meleke (faculty)‟ye479 sahip olduğunu ifade eder. McClory‟ye göre Newman‟ın bu görüşü Papa X. Pius‟un deklerasyonu ile taban tabana zıttır. Zira X. Pius‟a göre Kilise aslında pastörler ve cemaat olmak üzere iki ayrı gruptan müteşekkil eşitlik esasına dayanmayan bir oluşumdur. Sadece piskoposlar ve pastörler otoriteyi haiz olduğundan dolayı kalabalıkların tek görevi yönlendirilmelerine müsaade etmek ve uysal bir cemaat gibi pastörleri takip etmektir.480 Newman‟ın Anglikanizmden Katolisizm‟e geçişi481 onun ilk Kilise babaları 477 Bkz. http://www.newmanreader.org/works/anglicans/volume2/gladstone/section5.html, (11.11.2013); Newman‟ın vicdan hürriyetine dair görüşleri için ayrıca bkz. Kevin Brendan, Freedom of Conscience in John Henry Newman and Miguel de Unamuno, Basılmamış Doktora Tezi, Texax Tech University, 2003. 478 Bkz. http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html madde 10, (11.11.2013); Ayrıca bkz. Powell, Papal Infallibility, s.129. 479 Newman, Grammar adlı eserinde akıl yürütmeye dayalı, çıkarımsal (illative) terimini kullanırken William Froude‟a yazdığı son mektubunda ise “tümevarımsal, endüktif” (inductive sense) terimini kullanır. Bkz. Martin X. Moleski, “Newman Centenary Celebration: John Henry Newman And Inculturation”, s.57, http://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/view/3568/3160, (15.01.2014). 480 Bkz. McClory, a.g.e., s.151. 481 Etkin bir vaiz ve teolog olarak saygın bir yer edinen Newman‟ın Katolik Kilisesi‟ne intisabı pek çok İngiliz Protestan üzerinde şok etkisi yapmış ve “döneklik”le itham edilmiştir. Bu ithamlardan birisi de ünlü romancı Charles Kinsley‟dir. Bu ithamlar karşısında Newman 1864 yılında Apologia pro Vita Sua (Yaşamı Yönetmeye Dair Savunma) adlı ruhsal biyografisini yayınlamıştır. Gelinen noktada Avrupa aklının tesiriyleTanrı inancından ateizme yöneliş endişelerini dile getiren Newman, katolisizmi bir sığınılacak bir liman olarak tarif etmekte ve papanın yanılmazlığının henüz doktrinel bir tarzda gündemde oladığı 1864 yılında Tanrının yeryüzünde yanılmaz bir otorite tesis etmesini hakikatin muhafazası için makul ve elzem bir durum olduğunu ifade etmektedir. Bu biyografiden bir şeçki olarak bkz. Batıya Yöne Veren Metinler, http://www.dusuncetarihi.com/makale/liberalizmeinancini-kaybetmis-olanlar-nereye-siginacaklardir, (05.08.2013). 155 ve Kilise doktorlarına yönelik çalışmaları sebebiyle olmuştur. Bu çalışmalarında Newman, ilk Kilise babalarının aktif bir beden ve yanılmaz bir organizma olarak sunduğu Kilisede bir doktrinin (ister papa, ister konsil ya da olağan öğreti otoritesi vasıtasıyla olsun) hiyerarşinin, teologların ve inancın şahitleri olarak laiklerin müşterek gayretleriyle (per modum unius) ortaya konulduğunu ortaya koymuştur.482 Hatta Newman, Hıristiyanlığın, medeniyetin gelişimi ve dönemlerin ihtiyaçları doğrultusunda ister istemez değişikliğe uğradığını, bundan dolayı Katolik ruhban sınıfının Ortaçağ‟da gerekli olmasına rağmen şimdi uygulamadan kaldırılabileceğini ifade etmiştir.483 Newman‟a göre öğreti otoritesi (magisterium) ile inananların muhakemesi (sense of the faithful) arasında bir çelişki söz konusu olmayıp her ikisi de organik olarak bütünleşmiş yapının iki parçasıdır. O magisterium ve doktrine tanıklık edenler olarak inananlar arasındaki karşılıklı etkileşimde üç anahtar “an” (moment) olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre: 1- Açık telaffuz (articulation): Cemaat içinde beliren inancını muhtelif yönleriyle dilsel (linguistik) formda ifade eder. 2- Pedagoji: Kilisedeki resmi görevliler bu inancın ne olduğunu ve hangi yönleriyle nasıl anlatılması gerektiğini ortaya koyarlar. Bunun için toplumun gelenek ve göreneklerine, kutsal yazılarına vs. bakılarak doktrinin ne anlam ifade ettiği anlamaya çalışılır. 3- Kabul (reception): Newman‟a göre bu noktada, özellikle kendilerine sunulan doktrini kabul edip etmeme hususunda inananların anlayışı devreye girer. Dolayısıyla bu aşamada hiyerarşi ile inananlar arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur ve teologlar bu son aşamada işi kolaylaştırmak için hayati bir rol üstlenirler, doktrinin müzakere edilip tartışıldığı ve nihayetinde karara bağlandığı bir “arena” imkanı sağlarlar. Newman yazılarında "olağan öğreti otoritesi" konusuna özel olarak değinmemiştir. Ancak onun müşterek (iş birliğine dayalı) bir ilişki olarak ele aldığı öğreti tasavvuru, aralarında Karl Rahner, Jean Danielou, Henri de Lubac, Bernard Lonergan ve John Courtney Murray gibi II. Vatikan Konsili'ne büyük tesirleri olan XX. yüzyılın ilk yarısının pek çok teoloğu tarafından dikkate alınmış ve geliştirilmiştir. Her ne kadar Newman tarafından hiç bir şekilde kullanılmamış olsa 482 483 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.152-3. Bkz. http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html madde 7, (18.01.2014). 156 da Cizvit teolog Avery Dulles tarafından, Newman'ın Kilise hakkındaki fikirleri temelinde "meslektaş piskoposlar arasında işbirliği ya da kollektif çalışma" (collegiality) terimi literatüre sokulmuştur ancak muhafazakar Katolikler I. Vatikan konsili‟nin bu görüşleri kınadığını ileri sürmektedirler.484 1.1.2. Yves Congar ve Kolektif ÇalıĢma II. Vatikan Konsili hazırlıklarına ikinci güçlü etkide bulunan bir diğer teolog da Yves Congar olmuştur. Eserlerinde Kilisenin bütün inananlardan müteşekkil olduğunu hatta laiklerin de bu yapıya misyon ve hizmet bakımından tam bir katılımda bulunabileceklerini ifade eden Congar, ayrıca Kilise hiyerarşisinin başlıca görevinin topluma hükmetme değil onlara hizmet olduğunu ifade etmiştir. Ona göre papa cemaatin üstünde değil onun içindedir. Congar, olağan evrensel öğreti otoritesine kesin bir şekilde inanmakla birlikte papanın otoritesinin meslektaş dayanışmasından neşet eden bir otorite olduğunu vurgulamıştır. Congar, papanın ex cathedradan herhangi bir bildirimde bulunduğu zaman bile, bunu öncelikle bir piskopos –Roma piskoposu- olarak, sonrasında ise resmi tanımlamalara “kişilik kazandıran” (personalize) episkopal kurulun başı olarak icra ettiğini iddia etmiştir. Eğer papa piskoposlardan bağımsız bir konumda bulunsaydı meslektaş dayanışması ya da diğer bir ifade ile Kilise memurları arasında kolektif çalışma (collegiality)‟dan bahsetmek mümkün olmazdı. Congar‟a göre baş (papa) bünyeyi temsil etmez ve onun yerine geçemez ve episkopal (kolektif) öğreti papanın öğretisinin bir nakaratı değildir. Congar‟a göre Kilisedeki dini (ecclesiastical) otoritenin temeli papalık değil, piskoposlar kurulu (episcopal college)‟dur. Papanın otoritesi daima eşit oranda yetkiye sahip (collegial) bu piskoposlar kurulundan kaynaklanır. 485 Diğer yandan papanın yanılmazlığı dogması olagandan ziyade olağan üstü öğreti otoritesinin (extraordinary magisterium) bir parçasıdır. Bu olağan üstü öğreti otoritesi de sadece Kiliseye heretik bir saldırı olduğu durumlarda kullanılır. Yves Congar bunu “korku dolu bir mecburiyet” olarak isimlendirir ve Aziz Hilary‟nin şu ifadelerini aktarır: 484 485 Bkz. McClory, a.g.e., s.153; Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.154. 157 Biz kafirlerin küfürlü hataları yüzünden yapılması yasak olanları yapmaya mecbur kalırız: yükseklikleri ölçmek, tarifi imkansız olanları ifade etmek, ele geçirilemeyenlere dokunmaya cesaret etmek… Bizler tarif edilemeyen şeyleri dilimizin zayıflığına hapsetmek zorunda kalıyoruz ve bunu ifade ederken de kalplerimizde saklı kalması gereken ve tapınılması gereken beşeri kelimenin tehlikesine teslim olmak zorunda kalıyoruz.486 Congar ile birlikte Gaillardetz de hiyerarşiyi bir piramide benzeterek otoriteyi piramidin tepesinden (papa) başlayıp tabana akan ya da tabandan tepeye doğru çıkan bir durum olarak görmez. Onlara göre otorite öncelikle Kilisede, ruhban sınıfı, meslekten olmayanlar (laity) içerisinde ve en müşahhas haliyle bütün bir kurulda (college) ikamet eder. Piskoposlar sadece papanın birer temsilcileri olarak görülemeyeceği gibi papa da piskoposların bir sözcüsü olarak anlaşılamaz. Congar‟ın Kiliseyi tanımlamak için kullandığı en önemli kavram Kutsal Ruh (Holy Spirit)‟tur. O, Kilise babalarının da tanımladığı gibi Kiliseyi Kutsal Ruh‟ta birleşen topluluk olarak (congregation of the faithful) tanımlamıştır.487 Congar‟ın çalışmalarını bütün yönleriyle inceleyen Avery Dulles, onun görüşlerine katıldığını açıklamış ve önyargısız bir şekilde onun çalışmalarını asıl kaynağa dönüş olarak nitelendirmiştir. Ancak yine de görüşlerinden dolayı Congar, zamanında papanın otoritesini azaltmak ve hakikati göreceli bir olgu olarak görmekle suçlanmıştır.488 486 Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.52. Öte yandan papa seçilmeden önce modern dönemde Vatikan‟da Roman Katolisizmin muhafazakar (conservative) kanadının sözcüsü konumunda bulunan Joseph Ratzinger ise Kiliseyi, Tanrı‟nın bütün insanlarının bir birlikteliği olarak vurgulayan görüşleri tehlikeli görüşler olarak addetmiştir. Ratzinger‟e göre Kiliseyi tanımlamak için ifade edilecek ifade onun Mesih‟in bedeni (body of Christ) olduğudur. Ona göre bireysel olarak biz günah işleriz, ancak Kilise asla günah işlemez. İnsanlar Kilisenin zahiri yönünü idare ederken, onun asli yapısı Tanrı‟nın iradesi altındadır. Kilisenin hiyerarşik bir karaktere sahip olduğunu ise Ratzinger şu şekilde ifade etmektedir: “Mesih‟in Kilisesi bir parti, bir kuruluş, bir klülp değildir. Onun derin ve daimi yapısı demokratik değil, sakramentaldir, dolayısıyla da hiyerarşiktir. Kilisede otorite oy çokluğundan kaynaklanmaz; bizzat Mesih‟in otoritesinden kaynaklanır ki o, kesin olarak dönünceye kadar bunu kendisini temsil eden kişilere devretmiştir…” Bkz. Hanson, Introduction to Christian Theology, s. 213. 488 Bkz. McBrien, The Church, s.140-1.; McClory, Power and the Papacy, s.154-5; Elizabeth Teresa Groppe, “The Contribution of the Yves Congar‟s Theology of the Holy Spirit”, Theological Studies 62, 2001, ss.451-478. 487 158 1.1.3. Hans Küng ve Kilisenin KorunmuĢluğu II. Vatikan Konsili (1962-65) öncesi hazırlık evresinde, konsil süresince ve bu konsil sonrası günümüze kadar olan dönemde Katolik Kilisesi‟ndeki belki de en popüler şahsiyet Tübingen Üniversitesinden İsviçreli teolog Hans Küng‟dür. Manning ve Newman gibi İngilizce konuşan ve Anglikanizmden dönme olan diğer önde gelen teologlardan farklı olarak Küng‟ün ana dili Almancadır ve Katolik olarak doğup büyümüştür, kendisinin tanımlamasıyla “koyu bir Katoliktir”.489 II. Vatikan‟dan bir yıl önce 33 yaşındayken kaleme aldığı The Council, Reform and Reunion adlı eserinde Küng kendi görüşlerini açık bir şekilde ortaya koyarak kilisenin daha önce yapmış olduğu hataları dile getirmiş ve zamanın papası XXIII. John‟un da izlediği bir yöntem olarak bütün dünyayı kucaklamaya çalışarak Kilisede birliğin yeniden tesis edilme yollarını ortaya koymaya çalışmıştır.490 Küng Alman teolog Michael Schmaus‟dan iktibasla kilisenin kalıcı reformlara imza atması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü ona göre “öncelikle Kilise insanoğlundan, ikinci olarak da günahkar insanoğlundan oluşmaktadır.491 Ancak Katolik dünyada Küng‟ün daha önceki çalışmalarından492 hiç birisi onun 1970 yılında yayımlanan Infallibility? An Unresolved Enquiry adlı eseri kadar büyük yankı uyandırmamıştır. Küng bu eserinde yanılmazlık doktrinini pek çok yönden esaslı bir eleştiriye tabi tutmaktadır. Kitap provokatif içeriği sebebiyle Hıristiyan dünyanın hemen her kesiminden büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır. Hatta bir ara Karl Rahner, Küng‟ün bu saldırıları neticesinde çileden çıkmış ve onu “liberal Protestan” olmakla suçlamıştır.493 Küng ise eserini yazma amacının provokasyon olmayıp yapıcı eleştiri 489 Bkz. Powell, Papal Infallibility as Religious Epistemology, s.187. Küng‟ün biyografisi için ayrıca bkz. Hatice Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinin Eleştirisi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2010, ss. 5-19. 490 Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s.101 vd; Ayrıca bkz. Powell, a.g.e., s.192; Küng, XXIII. John‟un makamını Kilisedeki diğer kardeşlerine mütevazi, insancıl ve ekümen bir şekilde yansıttığını ve yanılmazlık vasfına çok az değer atfettiğini hatta “Ben yanılmaz değilim; ben sadece ex cathedradan konuştuğum zaman yanılmazım. Ama asla ex cathedradan konuşmayacağım” dediğini ve öyle de yaptığını belirtir. Bkz. Küng, Infallible? An Unresolved Enquiry, s.71. 491 Bkz. McBrien, The Church, s.137-8. 492 Küng‟ün daha önceki eserleri The Structures of the Church, 1964; On Being a Christian, 1966; The Church, 1967. 493 Bkz. Paul D. Murray, “Roman Catholic Theology After Vatican II”, The Modern Theologians, s.266; McClory, Power and the Papacy, s.155; Ayrıca Rahner, Kung'ün görüşlerinin, Katoliklerin kendi içlerindeki diyalogda Onu dışarda bıraktığını belirtmiştir. Bununla birlikte, Rahner bir sonraki 159 olduğunu ifade etmiştir. Sonraki yıllarda da onlarca kitap ve yüzlerce makale bu konuyla alakalı olarak kaleme alınmış, bazıları Küng‟ü bu açık yürekliliğinden dolayı kutlarken bazıları da onu kiliseye ihanetle suçlamıştır.494 Küng‟ün yanılmazlık doktrinine olan itirazı II. Vatikan‟dan sonra Kilisedeki reform adımlarının yavaşlamasına istinaden olmuştur. II. Vatikan Konsili, Kilise içerisinde kolektif bir meslektaş dayanışmasına (collegiality) başvurarak papanın yanılmazlığı dogmasının keskin uçlarını törpülemiştir. Ancak Küng gibi pek çok Katolik için bu yeterli olmamıştır. Onlar bu temel fikirde pek çok sorun ve tutarsızlık görmüşlerdir. Yanılmaz bir papa ve yanılmaz bir öğreti otoritesi (magisterium) şu veya bu şekilde II. Vatikan‟ın biçimlendirdiği Kiliseyle uyumlu görünmüyordu. Küng‟ün bu son çalışması bu karmaşık ve çetrefil yapının yeniden ele alınması adına XVIII. yüzyılda Count Joseph de Maistre‟nin kaleme aldığı ünlü eseri The Pope‟dan çok daha büyük bir etkiye sahip olmuştur.495 Werner G. Jeanrond‟a göre Hans Küng XXI. yüzyıl teolojisinde fenomen olmuş tek isimdir. Hiç bir teolog bu yüzyılda onun kadar neşredilmemiş, tercüme edilmemiş ve o derece okunmamıştır. Hiçbir teolog onun kadar temel tartışma konularına odaklanmamıştır.496 Küng‟ün hareket noktası, 1968 yılında Papa VI. Paul‟ün çeşitli yapay metotlarla doğum kontrolünü (artificial contraception) mahkum ettiği Humanae Vitae497 adlı ansiklikaldir. Küng‟e göre Papa VI. Paul‟un bu ansiklikali paradoks bir durumdur. Zira papa doğal olarak medikal bir açıklama değil, ahlaki bir tanımlamada bulunmaktadır ve bu da onun işi –ex cathedra- değildir ve bu tanımlama pekala değiştirilebilir. Küng bu konuda 1989 yılında yayımlanan UNİCEF gibi kuruluşların raporlarını ortaya koymaktadır ki buna göre dünya çapında 100 milyon çocuk sokaklarda uygunsuz şartlarda berbat bir hayat sürmektedir. Gelinen noktada doğum konuşmasında Küng'ün görüşleri hakkındaki düşüncelerini biraz daha yumuşatmış ve kesinlikle Küng'ü Katolik diyalogunda veya tartışmasında dışarıda kalmış biri olarak değerlendirmemiştir.Zaten her ikisi de kilise hayatında bir reformun gerekliliğini, doktrinel bir yenilenme ihtiyacının varlığını kabul eder. Küng bu reformasyonda biblikal kanıtın önemini vurgularken Rahner ise Kutsal Kitaba bütün bir kilise hayatı için normatif bir gözle bakar, ancak Kilisenin kurumsal ve doktrinel gelişmesinde Tanrının vahyini ifşa edecek bir temsilcisinin varlığını gerekli görür. Bkz. Thomas J. Shanahan, “The Meaning of Papal Infallibility”, http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html, (23.03.2014). 494 Bkz. Küng, Infallible?, s.12; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s.280. 495 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.174 496 Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 187. 497 Bu ansiklikal için bkz. http://www.vatican.va/holy_father/paul_vi/encyclicals/documents/hf_pvi_enc_25071968_humanae-vitae_en.html, (12.01.2014). 160 kontrolünü gerekli bir durum olarak gören Küng‟e göre aynı zamanda Papa Paul kadın sağlığını da hiçe saymakta ve bu konudaki uzmanların önerilerine kulak tıkayıp sadece Papalığın prestijini korumayı amaç edinmektedir. 498 Ancak McClory‟ye göre Küng, 1966 yılında Papalık Doğum Kontrol Komisyonu (Pontifical Birth Control Commission)‟ndan dört üyenin sunmuş olduğu azınlık raporu (minority report) adlı teze cânı gönülden destek vermiştir.499 Küng, papanın açıkça yanılmaz bir şekilde ortaya koyduğu -modern dünyada ahlaki ve insani zeminde hiçbir şekilde kabul edilemeyen, Katolik laiklerce kabul edilmediği gibi ruhban sınıfı tarafından da göz ardı edilen- bu doğum kontrolü konusundaki yasağın, Kilise tarafından itibar edilmemesi gereken kusurlu bir yanılmazlık anlayışı ortaya koyduğunu ifade eder. yanılmazlığı doktrini Denzinger‟in 500 Enchridion‟undaki Küng‟e göre papanın 501 konsil yasalarının analizinden ya da Mansi‟nin büyük koleksiyonundaki 502 konsil dökümanlarının incelenmesinden hiçbir surette anlaşılamaz. Küng, I. Vatikan Konsili‟nde kurulan öncelikli teolojik temelin Thomas Aquinas‟ın yazılarına dayandığını, ne var ki Aquinas‟ın bu yazılarının da Sahte Isidor Dekretalleri (Pseudo-Isidorian Decretals) de dahil, artık sahteliği kanıtlanmış pek çok sahte dökümana dayandığını ileri sürmüştür. Küng‟e göre yanılmazlık mefhumu dönemin sosyo-politik gelişmelerinin bir sonucudur. I. Vatikan‟a katılan çoğunluk piskoposlar yüzyılın ilk yarısında Avrupa‟da vuku bulan politik restorasyon çağında, aydınlanma ve rasyonalizm karşıtlığı bağlamında romantik bir dönemde yetişmişler, Fransız Devrimi ve Napolyon dönemi gibi kaos ve kargaşanın hüküm sürdüğü bir dönemde Avrupalılar 498 Küng, Infallible?, s. xiii-xvi, 28, 37,51; Ayrıca bkz, Powell, Papal Infallibility, s. 211-2; John C. Ford ve Germain Grisez, “Contraception and the Infallibility Of The Ordinary Magisterium”, Theological Studies, vol. 39, No. 2, June 1978, ss. 258-312; . John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 279-280. 499 Bkz. McClory, Power and the Papacy, 174. 500 Bkz. Küng, Infallible?, s. XVI. 501 Henry Denzinger, Katolik dogma, inanç ve ahlak esaslarını ihtiva eden bu hacimli eserinde, miladi birinci yüzyıldan başlayarak papaların belli dönemlerde çeşitli kiliselerdeki itikadi ve idari tartışmalara ve Roma Kilisesi ile başgösteren itikadi ve idari tartışmalara dair yazdığı ve Roma‟nın görüşünü ortaya koyan mektupları papanın öncelik, üstünlük ve yanılmazlığına delil olarak ortaya koymaya çalışmaktadır. Denzinger‟in I. Clement, I. Innocent, Zosimus, Boniface, I. Gelasius, Hormisdas, I. Pelagius, I. Hadrian ve IX. Leo gibi papaların mektup ve ansiklikallerinden hareketle papanın öncelik ve üstünlüğü argümanları için bkz. Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, ss. 20-142. 502 Giovanni Domenico Mansi (1692-1769), İtalyan teolog ve Kilise tarihçisinin kaleme aldığı Sacrorum Conciliorum Nova et Amplissima Collectio (1758-1798) adlı konsil dökümanlarını içeren hacimli eseri. Mansi‟nin 31 cilt olarak yazdığı eser kendisinden sonra devam ettirilerek 52 ciltlik bir hacime ulaşmıştır. 161 barış ve huzura özlem duyarak eski güzel günleri; “Hıristiyan Ortaçağları” aramışlardır. İşte bu duygular içinde papaya, politik ve dini statükonun restorasyonu için bel bağlanmıştır. Küng, I. ve II. Vatikan Konsillerinde tanımlanan papanın yanılmazlığı doktrininin çok az Kutsal Kitaba ve tarihsel mülahazalara dayandığını, daha ziyade gallikanizme karşı bir reaksiyon gibi diğer faktörlere ve papanın dünyevi otoritesinin azalması ve modernizm karşısındaki kaygılara dayandığını ileri sürmüştür.503 Ludwig Ott da Küng‟ün bu görüşlerini destekler mahiyette papanın ex cathedradan yaptığı dogmatik tanımlamaların, gallikanistlerin ileri sürdüğünün aksine hiçbir şekilde ne papaların kararlarıyla ne de Kilisenin onayıyla değiştirilemeyeceğini ileri sürererek gallikanizmin dördüncü maddesine 504 vurgu yapmıştır.505 Her şeye gücü yeten kadiri mutlak bir papa portresine itiraz eden Küng, yanılmazlık zırhının papayı mutlaklaştırdığını, hatta dünyadaki herhangi bir mutlak monarkın bile ötesine taşıdığını vurgulamıştır. Nihayetinde papanın yanlış bir yanılmazlık doktrini anlayışı üzerine dayandığını ileri süren 506 Küng‟ün aslında I. Vatikan‟daki Manning ve Senestrey‟in başı çektiği diğer ultramontanistlerin dile getirdiği mutlak bir yanılmazlık yorumundan ziyade Gasser‟ın ya da az çok farklılıklarla Newman ve Dulles gibi teologların açıkladığı şekliyle daha ılımlı ve koşullu bir yanılmazlık doktrinini benimser görünüyordu. Yaşayan bir beden ve bir bütün olarak Kiliseden taraf olan Küng, tarihsel ve teolojik temelleri ve uygulamaya yönelik hususları bakımından yanılmazlık doktrininin zayıflığını ortaya koymuştur. Buna göre: Kutsal metinlerden yapılan destekleyici iktibaslar göz ardı edilemez, ancak her iki Vatikan konsillerinde tanımlanan yanılmazlık dogması için gerekli olan şüpheye mahal vermeyecek bir kanıt ortaya koyamaz. Papaların (ve konsillerin) tarih boyunca yaptıkları hatalar görmezden gelinemeyecek ve örtbas edilemeyecek kadar çoktur. Bütün bunların tutarlı hale getirilme teşebbüsleri, Kilise apolojistlerinin sönmeyecek bir 503 Bkz. Küng, Infallible?, s.73; Council, Reform and Reunion, s.84 vd; Ayrıca bkz. Powell, Papal Infallibility, s.213. 504 “İnanç konularında papa çok önemli bir yere sahiptir ve onun kararları bütün bir kiliseyi ilgilendirir; ancak üzerinde bir kilise ittifakı oluşmadıkça onun kararları değiştirilemez (irreformable) nitelikte değildir.” 505 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287. 506 Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s. 194-6; Küng, Infallible?, s. 199. 162 ateşi söndürmeye çalışmalarından başka bir şey değildir. Bizzat papanın yanılmazlığı mefhumu, kısmen XIII. yüzyılda garip bir Fransisken keşiş (friar) tarafından geliştirilene kadar açık bir şekilde ortaya çıkmayan sahte bir belgeye dayanmaktadır. Her iki konsil tarafından papanın yanılmazlığına bazı tahditler konulmasına rağmen, hiç kimse papanın doktrinel meselelerde keyfi ve despotça uygulamada bulunmasını engelleyemez. Her ne kadar papa vahye ve Kilisenin imanına tabi olsa da, bizzat kendi kararını ve ilhamla kendisine münasip görünen kararı Kilisenin geçerli inancı yapabilir. Bu anlayış, bütün itikadi ve ahlaki meseleleri içerdiği gibi bu başlıklar altında Roma görüşlerini yansıtan her şeyi uhdesine bulundurur. Kısaca Pastor Aeternus öğretisi, papanın, buna Kilise dışı da dahil, istediği her şeyi yapabileceği anlamına gelir.507 Küng‟e göre Kilise gerçeklerle yüzleşmeli ve yüz kızartıcı hilelerle mazeretlere bürünmekten vazgeçmelidir. Ona göre Roma‟nın yanılmazlık teorisinin zayıf noktası (achilles heel) en nihayetinde güvensizliktir. O, insanların Kiliseyi (ya da hiyerarşiyi) Kutsal Ruh (Holy Spirit) ile birlikte tanımlamaya çok aşina olduklarını ifade eder ki eğer bazı hatalar, sapmalar ve Kilise yanlışları kabul edilmek durumunda kalınırsa, bunların Kutsal Ruh üzerine hamledilmesi gerektiğini düşünürler.508 Tanrı‟dan başka hiç kimsenin yanılmaz olmadığını ifade eden509 Küng, Kilisenin her daim Kutsal Ruh tarafından korunup gözetildiğini, her daim hakikat üzere olduğunu tanımlamak için daha doğru ve uygun bir karşılık olarak “bozulmazlık” (indefectibility, indestructibility) terimini öne sürer. 510 Buna göre kilise bütün muhtemel hatalara rağmen hakikat üzere kalacak (Perpetuity in truth), bütün sapma, kararsızlık ve şüphe, hatta yanılma ve yanlışa düşme durumlarında bile gerçeğin Ruh‟u (Kutsal Ruh) her zaman kiliseyle olacak ve kilise asla yalanın gücüne boyun eğmeyecektir. Ayrıca böylesi bir telakkinin, yani yapılan onca hataya 507 Bkz. Küng, Infallible?, s.144 vd; Hasler, How The Pope Became Infallible, 2-9; McClory, Power and the Papacy, s.176; John T. Ford, “Infallibility”, s.280; Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinin Eleştirisi, ss. 47-64. 508 Bkz. Küng, Infallible?, s.182. 509 Bkz. Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s.53. 510 Papanın yanılmazlığı doktrinine her haliyle karşı olan Küng Kilisenin bozulmamışlığı inancından dolayı Powell tarafından asgari yanılmazcı (minimal infallibilist) olarak ele alınır. Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 188. 163 rağmen Kilisenin Kutsal Ruh tarafından İncil‟in hakikati üzere sabit kılındığı inancının yanılmazlığı statik bir halden dinamik bir hale dönüştüreceğini ileri sürmüştür.511 Günümüzde diğer Hıristiyan mezhepler tarafından reddedilen hatta bazı Katoliklerin bile anlamakta güçlük çektiği ve yanlış yorumlanmaya çok müsait bir terim olduğu pek çok kişi tarafından dile getirilen “yanılmazlık” terimi Gassser‟a göre de Almanya‟da kolaylıkla hatasızlık, günahsızlık, lekesizlik şeklinde anlaşılmaya çok elverişliydi. Küng “bozulmazlık” (indefectibility) teriminin idealist sözel bir teoriden daha fazlasını ifade ettiğini öne sürmüş ve bunun Kilisenin otoriter öğreti makamına herhangi bir halel getirmeyeceğini, ayrıca Kutsal Kitaba ve geleneğe de uygun olduğunu iddia etmiştir. 512 Papanın yanılmazlığı dogmasının Hıristiyan Kiliseleri ile olan ökümenik ilişkilerde de aşılması zor bir engel teşkil ettiğini belirten Küng, hem ilk kitabı The Council, Reform and Reunion‟da hem de Infallible? adlı eserinde “yanılmazlık” teriminin yerine “bozulmazlık” teriminin geçmesi durumunda Katolik Kilisesi‟nden kopan Protestan ve Ortodoks Hıristiyanların bu ilk kiliseye dönüşünün hızlanacağını yazmıştır.513 II. Vatikan‟ın I. Vatikan‟da alınan yanılmazlık kararına aynen iştirak ettiğini ifade eden Küng, Doğu Ortodoks Kiliseleri için asıl olanın ökümenik konsillerin yanılmazlığı, Protestan Kiliseler için ise Kutsal Kitap‟ın yanılmazlığı (inerrancy) olduğunu ve bu kiliselerin Roman Katolik yanılmazlık anlayışıyla mücadele ettiğini belirtmiştir.514 Pek çok yorumcuya göre Küng‟ün de içerisinde yer aldığı bu tartışmada yanılmazlığın sınırlı doğası ve maksadı hususundaki genel yanlış anlama bu doktrinin en büyük dezavantajıydı ve bu yorumcular Küng‟ü bu yanlış anlamayı büyütüp besleyerek kullanmakla suçlamışlardır. McBrien, Dulles gibi teologlara göre Küng‟ün yanılmazlık eleştirisinde hareket noktası olarak ele aldığı Papa VI. Paul‟ün 1968 yılında yayımladığı yapay metodlarla doğum kontrolünü kınayan ansiklikal ex cathedradan yapılmış yanılmaz bir tanımlama olarak değerlendirilemez. Ancak Küng, Humanae Vitae ansiklikalinin yanılmaz bir papalık bildirisi olmasa bile I. 511 Bkz. Küng, Infallible?, s. 149 vd., 163; Ayrıca bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 271-3; Graham A. Duncan, “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church”, s.6; Powell, Papal Infallibility, s. 216; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies, s.280; Çiçek, Papanın Yanılmazlığı Doktrini ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinini Eleştirisi, s. 59. 512 Bkz. Küng, Infallible?, s. 154 vd. 513 Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s. 93vd; Infallible?, s. 152. 514 Bkz. Küng, Infallible?, s. 163vd; Powell, Papal Infallibility, s. 217. 164 Vatikan‟dan sonra yayımlandığı için yanılmazlık fonksiyonuna sahip olduğunu ifade etmiştir.515 Rahner‟ın da aralarında bulunduğu bazı teologlar ise doktrini kabul etmek için Kutsal Kitap ve gelenekten mutlak deliller getirilmesini isteyen Küng‟e çıkışmışlardır. Rahner, Kilise öğretisinde bu inanç uygulaması için çok geniş ve yeterli bir zemin bulunduğunu ifade etmiştir. Ancak diğer bazıları da Küng‟ü bu çetrefil doktrini her ne kadar Kilisede fikir ayrılığına sebebiyet verecek bir tarzda sunmuş olsa da gün ışığına çıkarmasından dolayı tebrik etmişlerdir.516 Ancak İman Kurulu (Congregatin of the Faith) Küng‟ün yanılmazlık görüşü ve onun “Kilise öğreti otoritesini aşağılaması”nı delil göstererek 1979 yılında, Infallible? kitabının yayımlanmasından dokuz yıl sonra onun artık Katolik bir teolog olarak görülemeyeceğine hükmetmiş ve Küng Tübingen üniversitesindeki görevinden uzaklaştırılmıştır. Ancak Küng itibar sahibi bir papaz olarak kalmış ve heretik olarak addedilmemiştir. 1996 yılında emekli oluncaya değin Tübingen‟de ökümenik araştırmalar (ecumenical research) direktörlüğü görevini sürdürmüştür. Hans Küng‟ün de görüşlerinden alıntı yaptığı Hindistan‟da misyonerlik görevinde bulunan bir diğer Katolik piskopos Hollandalı Francis Simon da kaleme aldığı Infallibility and the Evidence adlı eserinde papanın yanılmazlığı bir tarafa Kilisenin yanılmazlığıyla ilgili olarak İncillerde herhangi bir delilin bulunmadığını öne sürmüş ve Katolik Kilisesinin yanılmazlık inancının teolojik bir şaibe barındırdığını ifade etmiştir. Simon, havarilere ve Kiliseye ilahi bir yardımının vaat edildiğini ancak bunun yanılmazlıkla aynı şey olmadığını ileri sürmüştür.517 Fransız teolog Rene Beaupere de Küng ve Kilisenin yanılmazlığını savunan benzer teologlar gibi düşünerek Kilisenin yanılmazlığından kolayca papanın yanılmazlığına geçilebileceğini ifade etmiştir. Beaupere‟ye göre papanın yanılmazlığı Kiliseden ayrı bireysel bir yanılmazlıktan ziyade inanç konularında evrensel Kilise adına bir açıklama yaptığında yanılmazlık yetkisine sahiptir.518 Papanın yanılmazlığının kökeninin XIII. yüzyıla dayandığını ortaya koyan 515 Bkz. Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 112. McClory, Power and the Papacy, s. 177-8. 517 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 178; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 271; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 277; Duncan, ““The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church”, s. 6. 518 Bkz. Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 120. 516 165 tarihçi Brian Tierney‟e göre yanılmazlık doktrini uzun bir geçmişe sahip köklü Kilise inancından ziyade tarihsel bir garabet içermektedir. Bu doktrin bir zorunluluktan değil beklenmedik tarihsel şartların getirdiği bir tasadüf sonucu 519 ve tamamen I. Vatikan Konsili‟deki çoğunluk oylar neticesinde geliştirilmiş olup, başından sonuna teolojik, tarihsel ve akli gerçeklere zıt bir saçmalık (reductio ad absurdum) olarak nitelendirilmiştir.520 Yanılmazlık konusunda bir diğer yaklaşım da tarihçi Francis Oakley tarafından ortaya konulan konsilyarist söylemdir. Oakley‟e göre, çift başlı papalık sorununu çözmek için toplanan Constance Konsili (1414-18)‟nde kabul edilen Haec Sancta adlı yasaya bu tartışmada da başvurulabilir. Zira Haec Sancta‟ya göre hiç kimse, hatta papa bile meşru bir ökümenik toplantının kararlarının üzerinde değildir, diğer bir ifadeyle bir konsilin papaya üstünlüğü veya önceliği vardır.521 Küng‟ün başlatmış olduğu bu girişim, uzun zamandan beri papanın önceliği (primacy) ve yanılmazlığını Hıristiyan birliği önünde en büyük engel olarak gören Ortodoks Hıristiyan dünyadan olumlu tepkiler almıştır. Eğer bu engeller kaldırılırsa, pek çok Doğu Hıristiyanına göre bu iki eski ve büyük kilise arasında yeniden birlik tesis edilecektir. Zira Ortodoks Kilisesiz bir Katolik Kilisesi tam bir kilise sayılmaz. Ayrıca Ortodoks dünyası 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından sonra her iki kilise arasında kolektif işbirliğine dayalı çalışmanın sona erdiğini ileri sürmektedir. Zira Ortodoks Hıristiyanlar bu tarihten sonra Batı Katolik Kilisesi‟nin öncülüğünde gerçekleşen ökümenik konsillerde alınan kararları geçerli kabul etmez, çünkü bu konsiller bütün Hıristiyan dünyanın katılımını gerektiren ökümenik karakterli konsiller değil, Batı konsilleridirler. Yine Ortodoks Kilisesi‟ne bağlı teologlar II. Vatikan Konsili‟nin aldığı, meslektaş piskoposlar arasında kolektif çalışmaya (collegiality) dikkat çekerler ancak bu kolektivitenin de kapsayıcı ve tam bir işbirliğine dayanması halinde meyve vereceğini ifade ederler. Ayrıca iki eski kilise arasındaki birleşme ve bütünleşme önünde bir tuzak olarak gördükleri yanılmazlık doktrini, İsa‟nın vekili (vicar of Christ) ve “en yüce piskopos” (supreme pontiff) gibi terimlerin kullanımdan kaldırılması gerektiğini belirtirler.522 519 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 181 Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 104. 521 Bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, s. 80, 251 vd; Ayrıca bkz. McClory Power and the Papacy, s.180; John T. Ford, “Infallibility”, s. 277-78. 522 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 36,243 vd. 520 166 2. YANILMAZLIK DOKTRĠNĠNE FARKLI YAKLAġIMLAR Yukarıda gerekçeli olarak görüşlerini ortaya koymaya çalıştığımız Hans Küng başta olmak üzere diğer teologların itirazlarına karşın bir diğer grup ise papanın yanılmazlığı hususunda onlar kadar kaygılı değildir. Bunlar doktrin muhaliflerinin pek çok itirazlarının geçerliliğini kabul etmekle birlikte yanılmazlığın olumlu bir yönde de ele alınabileceği üzerinde dururlar. Bu teologlara göre tarihsel tahliller ve yoğun, soyut, rasyonel tartışmalar durumu açıklığa kavuşturmaktan uzaktır. Gregory Baum doktrin konusunda bu optimist teologlardan birisidir. Küng‟ün görüşlerine bir cevap niteliğinde o, yanılmazlık kavramının yeniden yorumlanmasını mantıklı, psikolojik ya da metafizik bir süreç olarak değil, hayati bir süreç olarak görmüştür. Hiçbir kilise bildirilerinin tek başına yanılmaz olarak addedilemeyeceğini ifade eden Baum‟a göre yanılmazlık doktrini, literal olarak kesin (muhkem) bir hüküm olmayıp sembolik bir anlama sahiptir. Gelinen tarihsel koşullarda İncil‟in özünün ortaya çıkarılmasını ifade eden bu özel armağanın “yanılmazlık” olarak isimlendirilmesinde bir beis yoktur. Aslında, yanılmazlığı uygulanabilir (geçerli) bir kavram olarak kabul eden her teolog, aynı zamanda acilen onun yeniden gözden geçirilmesi ya da yeniden “kavramsallaştırılması” gerektiği hususunda da ortak kanaate sahiptirler.523 Cizvit Ladislas Orsy de bu konuyla alakalı olarak “yanılmazlık yakışıksız bir terim olabilir ancak o harikulade bir eylemi -Kilisede Söz‟ün 524 gizemli ve daimi mevcudiyetini- ifade etmeye çalışır” demiştir. J. P. Kenny ise bu doktrini “kiliseyle birlikte çalışan Ruh‟un yaratılmamış faal armağanı” olarak tanımlayacaktır. A. Chavisse‟e göre de “Kilisenin yanılmazlığı, bozulmazlık ve etkili yardım taahhüdüne yönelik ilahi bağlılığın meyvesinden başka bir şey değildir.”525 Katoliklerin ve diğer Hıristiyan grupların yeniden bir araya gelmek adına belli bir aşama kaydettikleri son dönemlerde, yanılmazlık telakkisinin yeniden gözden geçirilerek üzerinde bir revizyona gidilmesi Hıristiyan dünyada daha bir 523 Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 44-5; McClory, Power and the Papacy, s. 182. Yuhanna 1:1-3. 525 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 182. 524 167 önem kazanmıştır. Bununla alakalı olarak Avery Dulles de II. Vatikan‟da kabul edildiği şekliyle yanılmazlık doktrininin bütün Kiliseye ait bir vasıf olduğunu ileri sürmüş ve evrensel bir öğretici olarak papanın istisnai bir “ses” olmadığını, manevi yanılmazlık karizması için papanın ökümenik bir şehadetle desteklenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Piskoposların da papanın birer delegesi ya da gölgesi konumunda bulunmayıp, diğer belirli Kiliselerin hakiki pastörleri olduğunun altını çizen Dulles, papanın bu yapıda aslî sözcü (primary spokesman) olabileceğini belirtmiştir.526 Bu konuyla alakalık olarak Dulles‟e göre yanılmazlık “genellikle bir topluluk olarak piskoposlara, ökümenik konsillere ve papalara atfedilir.” 527 Yani papa, Kilisenin mutabakatı ya da İslami literatürde icma diye tanımlayabileceğimiz dini ya da ahlaki bir meseledeki yanılmaz ittifakın ya da hükmün sözcüsü mesabesindedir. “Eğer yanılmazlık dogması bugün tanımlanmış olsaydı muhtemelen „yanılmazlık‟ kelimesi kullanılmazdı” diyen Dulles‟e göre “yanılmazlık” (infallibility) tanımlaması daha çok (Kilisenin) “bozulmamışlık” (indefectibility) kavramını ifade etmektedir.528 Her ne kadar aralarında bir ilişki olması gerektiğini belirtse de bu iki kavram arasında bir ayrıma giden Dulles‟e göre “bozulmamışlık” kavramı her daim “mevcudiyetin kesintiye uğramasının imkansızlığı” ya da diğer bir ifadeyle “geçmişe dayalı olarak devamlılığın garantide olması” anlamına gelmektedir. Dulles‟e göre elbette Kilise her daim var olagelmiştir, ancak, İncil‟in hakikatlerini kaybettiği dönemler olmuştur ki bu durum da bütün bir Kilise için geçerli değildir. Ayrıca Dulles “bozulmamışlık” teriminin hem inanç hem irşat (preaching) boyutunda belirli bir yanılmazlığı kapsayacağını ileri sürmüştür. Zira Tanrı Kiliseyi İncil‟in hakikatleri üzerinde sabit kılacaktır.529 Yine Dulles, dini konulardaki yanılmazlıktan bilimsel ve matematiksel 526 Bkz. Avery Dulles, The Catholicity of the Church, Clarendon Press, Oxford, 1987, s.143-4. Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205. 528 I. Vatikan Konsili oturumlarında Gasser, yanılmazlık (infallibility) teriminin Almanca konuşulan ülkelerde yanlış yorumlanmaya müsait bir terim olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Küng, Infallible?, s.154; Gasser‟ı haklı çıkaracak şekilde Hans Urs von Balthasar gibi bazı Almanca konuşan teologlar yanılmazlık terimi yerine İslami literatürden farz ya da vacip ile karşılaştırabileceğimiz “bağlayıcı güç” (ultimate binding power) terimini tercih etmiştir. Yanılmazlık teriminin farklı yorumları için bkz. John T. Ford, “Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term”, Homiletic & Pastoral Review,http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/, (25.05.2014). 529 Bkz. Powell, Papal Infallibility, s.166; Aynı zamanda Dulles “Papalık” (papacy) teriminin bizzat kendisinin bir müphemlik içerdiğini ve bizzat papayı ima ettiğini ileri sürerek, Papalığın Roma piskoposuna raptedilmesinin gereksiz olduğunu ifade etmiştir. Ona göre Papalığın başka bir şehrin piskoposu tarafından da temsil edilebileceği ya da bütün diğer piskoposluklar arasında dönem başkanlığı şeklinde dönüşümlü olarak yürütülebileceğidir şeklindedir. Bkz. Powell, a.g.e., s. 170. 527 168 bir kat‟iyet veya kesinliğin beklenemeyeceğinin altını çizmiş, konsillerin ve papanın ortaya koyduğu dogmaların ve özellikle papanın yanılmazlığının Kilisede mütemadiyen devam eden yorumlama faaliyeti olarak görülebileceğini ve dini konulardaki dogmatik tanımlamalarda bulunabileceğini ifade etmiştir. 530 da belli bir ölçüde müphemliğin Dulles, “ılımlı yanılmazlık” taraftarı diğer teologlar gibi yanılmaz tanımlamaların (infallible definitions) çok nadir olduğunu ileri sürerek “bu ökümenik çağda yanılmazlık dogması, Katoliklerle diğer Hıristiyanlar arasına gereksiz bir duvar örüyor ve hızlı değişimlerin yaşandığı bir çağda gereksiz yere Kiliseyi geçmişe rapteder görünüyor. Bunun yanında papanın yanılmazlığının, somut sonuçlar açısından ortaya koyduğu yararlı bir şey hemen hemen yoktur. Son yüzyılda papa sadece bir kez yanılmaz bir şekilde konuştuğunu açıkça iddia etmiştir ki o da en müphemliğiyle şöhret bulan Hz. Meryem‟in göğe yükselişi (Assumption) dogmasıdır. Hiç şüphesiz artık yanılmazlık dogmasının yeniden değerlendirilmesinin tam vaktidir” ifadelerini kullanmıştır.”531 Yanılmazlık dogmasının yeniden gözden geçirilmesi için bir diğer önemli gelişme de 1965 yılından itibaren başlayan Lutheranlar ile Roma Katolikleri arasındaki diyalog toplantılarında kendisini göstermiştir. 1973-1978 yılları arasında Amerikan Ekümenizm ve Dinlerarası İlişkiler Piskoposlar Komitesi (U.S. Bishops Committee for Ecumenism and Interreligious Affairs) ve Ulusal Luteran Dünya Federasyon Komitesi (Committee of the Lutheran World Federation) temsilcileri arasında devam eden diyalog toplantılarının konusu olmuştur. Yirmi iki katılımcının iştirak ettiği ve Katolik cenahtan Avery Dulles ve George Tovard, Maurice C. Duchaine, Joseph A. Fitzmyer‟ın da içerisinde olduğu grup ile Paul Empie ve George Lindbeck gibi Luteran teologlar, dokuz oturum boyunca birbirlerinin yanılmazlık anlayışlarını karşı karşıya getirip ortak bir noktada buluşmayı hedeflemişlerdir. Roma Katolik Kilisesi papanın öncelik ve üstünlüğü ile yanılmazlığını Kutsal Kitap ve patristik dönem ile temellendirmeye çalışmış, ayrıca I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen bu dogmanın dikkatli bir şekilde sınırlandırılmasına rağmen II. Vatikan Konsili‟ne kadar olan dönemde çok geniş bir şekilde ele alınarak yanlış anlaşıldığını ifade etmiştir. Lutheranların yanılmazlık dogmasına karşı tepkileri ise genellikle olumsuz 530 531 yönde olmuş, Roma Katolik Kilisesi‟nin yanılmazlık doktrinini Bkz. Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 109. Bkz. Powell, Papal Infallibility, s.168; McClory, Power and the Papacy, s. 183. 169 temellendirmeye çalıştığı tarihi ve teolojik delillere karşı argümanlar ileri sürerek genellikle Kilisenin her daim ortodoks itikat üzerinde sabit kaldığı görüşünü, yani Kilisenin bozulmamışlığını (indefectibility) ortaya koymaya çalışmışlardır. Tam bir konsensus sağlanamamakla birlikte bazı ortak noktalarda buluşulmuştur. Bunlardan bazıları; Kutsal Metinlerde de ifade edildiği gibi göğe yükselen Mesih'in sürekli varlığı ve Kutsal Ruh'un denetim ve gözetimiyle, Kilise sonsuza dek İncil'in hakikatini koruyup "bozulmazlık" (indefectibility) üzere kalacak ve bunu azimle devam ettirecektir. Bu bozulmazlık ya da korunmuşluk, doktrin öğretiminde ve piskoposların bir doktrini hükme bağlama ve İncil'e aykırılık teşkil eden doktrinleri de kınama yetkisini içeren denetim görevini yerine getireceği konsil ve sinod gibi kurumların varlığını içerir. Bu denetleme sorumluluğu gerektiğinde Kutsal Metinlere uygun olarak yeniden doktrin formüle etme yetkisi verir. Kutsal metinlere uygunluğun göstergesi de liderlerin öğretisinin inananlarca kabulündeki ahenktir."532 George Lindbeck ise yanılmazlık kavramının birleştirici yönüne dikkat çekerek iyi ya da kötü, lehte veya aleyhte olsun, yanılmazlık telakkisinin Hıristiyan fikriyatında her daim var olduğunu ifade etmiş ve Katolik Kilisesi‟nin papaya atfettiği yanılmazlık tanımlamasını Ortodoksların Kilise konsillerine, Protestanların ise kutsal metinlere atfettiğini, bunun da Hıristiyan birliği önündeki engellerin ortadan kaldırılması ve bütün Kiliselerin bağlılarını aynı inanç akidesi içersinde tutabilmesi için gerekli bir durum olduğunu ileri sürmüştür. Zira Lindbeck‟e göre I. Vatikan Konsili‟ndeki piskoposlar heretik bir papanın ex cathedradan heretik bir doktrin va‟a ederek Kilisenin ortodoks itikadına fesat karıştırma ihtimalinin farkında olmalarına rağmen bunu bilinçli bir şekilde göz ardı etmişlerdir.533 Her iki Vatikan konsilinde kabul tanımlanan doktrinden farklılık arz eden bu bildiri ve diyalog toplantısına katılan Katolik teologların yanılmazlık dogmasıyla ilgili olarak yeni bir bakış açısı sunmaları açısından önemli görülmüştür. Bu toplantıda teologlar yanılmazlık anlayışının II. Vatikan Konsili‟nde alınan kararlar ışığında nasıl yeniden değerlendirildiğini ve yeniden kavramsallaştırıldığını ortaya 532 Bkz. Carl E. Braaten ve Robert W. Jensen (ed.), Church Unity and the Papal Office: An Ecumenical Dialogue on John Paul II’s Encyclical Ut Unum Sint, Eerdmans Publishing, USA 2001, s. 98 vd; “Lutheran-Roman Catholic Dialogue,Teaching Authority and Infallibility In The Church”, Theological Studies, http://www.ts.mu.edu/readers/content/pdf/40/40.1/40.1.5.pdf, (18.03.2014); McClory, Power and the Papacy, s.183-4. 533 Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 8 vd., 20. 170 koymuşlardır. Buna göre, öncelikle II. Vatikan, papa ve piskoposların yanılmazlığının Tanrı‟nın bütün kullarının sahip olduğu “inanç anlayışına” bağlı olması gerektiğini belirterek açıklığa kavuşturmuştur. Papalar ve piskoposlar bir bütün olarak Kilisenin hali hazırdaki inancıyla desteklendikleri ölçüde onu resmi olarak ifade etmede yanılmazdırlar. II. Vatikan, papanın yanılmazlığını, papayı bu kurulun başı atfederek piskoposlar kuruluyla yakından bağıntılı görmüştür. Kilise tarafından yanılmazlığın icrası için ne önce ne de sonra herhangi hukuki bir onayın lüzumlu olmadığını belirtmiştir. Ayrıca II. Vatikan Konsili yanılmazlık dogmasının Hıristiyan toplumun Roma‟yla tam bir bütünleşme amacına hizmet edipedemeyeceği sorusunu da gündeme getirmiştir. Son olarak bu konsil Kiliseyi, her daim insanın sınırlılığı ve günahkarlığından etkilenen bir kurum olarak tanımlamıştır ki bu zaafiyetlerin emarelerinin en üstün öğreti otoritesi (magisterium)‟nin en kutsal işlerinde de görülebileceğini ifade etmiştir. Bu yeni bakış açılarından bazıları, tanımlanan her bir dogmaya inanç boyutunda bütün Katoliklerin kayıtsız şartsız itaat etmeleri gerektiğini ortaya koyan Kilisenin geleneksel tutumuna tezat teşkil etmesi sebebiyle dikkate şayan bulunmuştur. Dulles‟in “Ilımlı Yanılmazlık” (Moderate Infallibilizm) 534 olarak isimlendirdiği bu bakış açısına göre teologların ortaya konulan doktrinle mücadele etme özgürlüğüne sahip olduğu ifade edilmiştir. 535 3. YANILMAZLIĞIN KRĠTERLERĠ VE YANILMAZLIK YETKĠSĠNĠN KULLANIMI I. Vatikan Konsili‟nde tanımlanıp II. Vatikan Konsili‟nde ise yeniden ele alınarak genişletilen, özellikle akademik platformda olmak üzere hemen her dönemde güncel bir tartışma konusu olarak varlığını korumuş olan papanın yanılmazlığı dogması ne ifade etmekte, kriterleri, kayıt ve sınırlamaları nelerdir ve bu yetki ile yapılan dogmatik tanımlamalar nelerdir. Bu bölüm altında yanılmazlık 534 Ilılmlı Yanılmazlık tartışmaları için bkz. Powell, Papal Infallibility, ss. 186-88. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.184-5; Günümüzde de I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen yanılmazlık tanımlamasının o döneme has koşullar altında ve yine o dönemin sınırlı bilgisi dahilinde alındığını ve yeniden yorumlanmaya muhtaç olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşler için bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 20. 535 171 doktrininin sınırlarını belirterek onun mahiyetini ortaya koyacağız ve papanın ex cathedradan yaptığı itikadi ve ahlaki konulardaki tanımlamaların neler olduğunu ifade edeceğiz. 3.1. Yanılmazlığın Kriterleri Genel olarak yanılmazlık konusu I. Vatikan‟da tanımlanıp kabul edilen Pastor Aeternus adlı konsil yasasındaki kayıt ve sınırlamalar dışında, yani kapsamı daha geniş bir çerçevede tutularak ele alınmakta, dolayısıyla dogmatik olarak kabul edildiği yıllarda olduğu gibi bugün de Hıristiyan ve Hıristiyan olmayan dünyada yanlış anlaşılmaktadır. Aslında hiyararşik yapılanmanın en tepe noktasında bulunan papalar Pastor Aeternus yasasında ifadesini bulan yanılmazlık dogmasından önce uzunca bir dönem hem doktrinel konularda hem idari konularda otoritesini ortaya koymuştur. Hatta I. Vatikan‟da tanımlanan bu yanılmazlık dogmasına başvurmadan, ex cathedra dışından doktrinel tanımlamalar günümüzde de devam etmektedir. I. Vatikan Konsili'nde kabul edilen konsil yasasında da ifadesini bulduğu şekliyle papanın yanılmazlığı sadece belirlenmiş koşullar altında söz konusudur. Yoksa genel anlamda papanın hemen her konuda yanılmaz saptama ve tanımlamalarda bulunması söz konusu değildir. Yani ilerde düzenlenecek olan turnuvada dünya kupasını hangi ülkenin kaldıracağına ilişkin olarak papanın görüşü herhangi sıradan birisinin bu yöndeki görüşünden daha itimada şayan olmadığı gibi bir trigonometri sorusunu doğru cevaplama olasılığı da yüzde sıfırdır. 536 Papaya, Petrus kanalıyla intikal ettiği iddia edilen yanılmazlık yetkisi sadece dini ve ahlaki konularda ex cathedradan bir dogma tanımlaması halinde geçerlidir. Dahası papanın yanılmazlığı doktrini yeni bir hüküm ihdas etme, yeni bir öğreti ya da yeni bir dogma ortaya koyma ve bu tasarrufları ilham (vahiy) alarak ya da esinlenme ile ifa etme olarak anlaşılamaz. Yani papa, İslamî literatürdeki anlamıyla bütün inananları bağlayıcı nitelikte hükümler bildiren bir şâri‟ olarak tanımlanamaz. Yanılmazlık doktrini “başından itibaren tevarüs edilen geleneğe sadakatle bağlı kalarak” (faithfully adhering to the tradition received from the beginning of the Christian 536 Bkz. Hanson, Introduction to Christian Theology, s. 219; Keating, Catholicism and Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, s. 215. 172 faith) 537 gizli kalan Tanrısal vahyi açığa çıkarma ameliyesidir. Esinlenme ya da vahye muhatap olma olumlu bir inayet (positive charism) iken papanın yanılmazlığı olumsuz bir inayet (negative charism) olarak görülmektedir. Diğer bir ifadeyle bu inayet (charism) hatadan korunmuşluğu ifade etmekte, yoksa bir esin (inspiration) ya da vahiy (revelation) anlamına gelmemektedir. Papa, Kutsal Ruh‟un özel yardımı ve dikkatli bir tefekkür ve gayretle Tanrısal vahyi içtenlikle yorumlayabilir, açıklayabilir, yani ictihatta bulunabilir, ancak yeni bir vahiy ortaya koyamaz.538 Konsilde oylanarak dogmaya dahil edilen formülasyondan hareketle Katolik teologlar, papanın yanılmaz bir tanımlamada bulunabilmesi için bazı kriterler veya kayıtlar ortaya koyarlar. Buna göre papa: 1- Bütün Hıristiyanların en yüksek öğretmeni (magister) ve çobanı (shepherd) olarak sahip olduğu en yüksek otorite ile ve resmen kilisenin görünen başı, inanç ve ahlakın yetkili tercümanı olarak (Petrus‟un) kutsal kürsüsünden (ex cathedra) konuşuyor olmalıdır. Bundan dolayı herhangi bir papalık ansiklikali ya da apostolik mektup ya da bir yönerge yanılmaz olarak addedilemez. Bazı yanlış yorumlamalar neticesinde bu tür dökümanlar da yanılmazlık kapsamında değerlendirilmiştir ki zaten papanın bu türden beyanatı dogmanın konusu dahilinde değildir. 539 Yine papa bir teolog ya da piskoposluk bölgesinin bir piskoposu olarak inanç ve ahlak konuları dışında, örneğin politik ve bilimsel konularda bir görüş ortaya koyarsa yanılmaz değildir.540 Petrus‟un ve dolayısıyla papanın kutsal kürsüsünü ifade eden ex cathedra kavramı, bağlayıcı bir şekilde kutsal, resmi bir doktrin tanımlamasına delalet etmektedir. Ex cathedra kavramı Katolik teologları papanın uhdesinde bulunan olağan ve olağanüstü olmak üzere iki öğreti otoritesi (magisterium) arasında ayrıma sevketmiştir. Olağan magisterium var olanı öğretme, olağanüstü magisterium ise yeni 537 Bkz. Pastor Aeternus Bkz. S. M. Brandi, “When Is The Pope Infallible”, The North American Review, Vol. 155, No. 433 (Dec. 1892), s.652-3; Mark E. Powell, Papal Infallibility, s.40-41; Ayrıca bkz. Mark E. Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility: Contributions of A Free-Church Theologian”, Theological Studies 74, (2013), s. 107-8. 539 Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41; Richard R. Gaillardetz, By What Authority?: A Primer on Scripture, the Magisterium, and the Sense of the Faithful, Liturgical Press, USA 2003, s. 83; Brandi, “When Is The Pope Infallible”, s. 654. 540 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287 ve 299-301; Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 107-8. 538 173 bir dogma ihdas etme ile ilgilidir.541 Powell‟a göre papa, olağanüstü öğreti otoritesi ile kutsal ve resmi bir doktrin tanımlamasında bulunduğu zaman yanılmazdır. Öte yandan papa olağan öğreti otoritesiyle yetkin bir şekilde bir doktrin öğretiminde bulunduğunda ise yanılmaz değildir. 542 Katolik dogma konusunda otorite kabul edilen Avery Dulles ise resmi bir Papalık bildirisinin ex cathedradan olması için dört kriter ortaya koymuştur. Buna göre bu resmi bildiri; I- Papanın makamını bütün Hıristiyanların en yüksek öğretmeni ve pastörü olarak işe koşmalıdır. II- Papanın en yüksek apostolik otoritesine, yani Petrus‟un halefi olması vasfına uygun düşmelidir. III- İnanç ve ahlaka müteallik bir doktrini, yani kutsal vahyi açığa çıkaran bir doktrini belirlemelidir. IV- Açık bir şekilde herkes tarafından uyulması gereken bir doktrini uygulamaya koymalıdır. Dulles ayrıca bir diğer koşulu; papanın yanılmazlığı için lüzumlu görülen bütün bir kilisenin mutabakatını I. Vatikan Konsili‟nin kesin bir şekilde reddettiğinin altını çizmiştir.543 Hasler‟a göre ise ex cathedra kavramı XVI. yüzyılla birlikte literatüre sokulmuş ve XIX. yüzyıla kadar da pek çok farklı anlam yüklenmiştir. Bu kavramın muğlaklığı, onun gerçek anlamının ötesine taşınarak yanılmazlığın aurasının daha geniş bir kapsamda ele alınmasına imkan vermiştir. Bu yönüyle ex cathedra Hasler tarafından bütün problemleri ortadan kaldıran tılsımlı bir sözcük olarak tanımlananmıştır.544 2- Papa, yönetim, idare/organizasyon ve disiplin konularında değil, Kiliseyi İncil‟in hakikat ve istikameti üzerinde kaim tutacak, vahyin muhtevası olan inanç ya da ahlaki konularda (concerning faith or morals) görüş belirtiyor olmalıdır. Yoksa papanın yanılmazlığı diğer alanlara, örneğin Hans Küng‟ün de vurguladığı şekliyle doğum kontrolü gibi üzerinde uzmanlık gerektiren medical alanlara teşmil edilemez. Zaten bütün Katolikler papanın bu alanlarda, XVII. yüzyılda Galileo‟nin 541 Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 172-3. Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41; S. M. Brandi, “When Is The Pope Infallible”, s. 654; 543 Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204. 544 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 183 ve 281. 542 174 kınanması 545 ve XX. yüzyılda faşizmin desteklenmesinde olduğu gibi hata yapıp yanılabileceğini rahatlıkla ifade eder. 546 Ancak I. Vatikan‟ı takip eden yıllarda teologlar bu ahlaki konuların ne anlama geldiği ve bunların vahiyle irtibatı noktasında tartışmışlardır. Yves Congar bu konuyla alakalı olarak “Ben, papanın 1870 (I. Vatikan) dogmasına müracaat ederek ahlaki alanla ilgili herhangi bir dogmatik tanımlamaya gittiğini görmedim. Bazı teologların örneklendirdiği şekliyle ahlaki alanla ilgili papalık açıklamaları ex cathedra bildirileri değildir” demektedir.547 3- Papa bütün bir Kilisenin inancını ifade etmeli ve net bir şekilde bütün bir Kiliseyi yasal olarak bağlamaya niyetlenmelidir.548 Gasser‟ın I. Vatikan‟da açıkladığı şekliyle “Petrus ve onun halefleri bütün bir Kiliseden ayrı olarak bu karizmaya sahip olmayıp”, onlar sadece Kilisenin otantik birer sözcüsüdürler. 549 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi papanın ex cathedradan yaptığı tanımlamalar yanılmaz karaktere sahip olup evrensel bir mahiyet arzetmektedir. Yani bu tanımlamalar “bütün bir Kilise tarafından uyulması/tutulması gereken” (to be held) itikadi ve ahlaki bir hüküm olarak kabul edilmelidir. Diğer bir ifadeyle papa, yanılmazlık yetkisini kullanmak durumunda kalırsa, bunu, yani, ortaya koyduğu hakikatin bütün Hıristiyanlarca bağlayıcı olduğunu apaçık ve resmi bir şekilde belirtmelidir. Dahası Pastor Aeternus bu “yanılmazlık kuralı”nın “inanç ve ahlaka dair bütün bir yeryüzüne dağılmış (universal) Kilise tarafından uyulması gereken doktrin” tanımlama durumunda kullanılacağını belirterek buna bir kayıt (tahdit) koymuştur. 545 Galileo Galilei olayı Kilisenin kendisinden menkul yanılmazlık iddiasının çürütüldüğü en somut örneklerden biridir. Katolik Kilisesinin kabul ettiği Batlamyus‟a ait yerküre merkezli evren anlayışının karşısında teleskopla gökyüzünü inceleyerek Kopernik‟e ait güneş merkezli evren anlayışını benimseyen Galileo doğal olarak Roma‟nın tepkisini çeker. 1632 yılında engizisyon tarafından Roma‟ya çağrılan Galileo 1633 yılında heretik addedilerek cezalandırılmıştır. Nihayet 1979 yılında Papa II. John Paul Papalık Bilim Akademisinde (Pontifical Academy of Science) yaptığı “İnanç, Bilim ve Galileo Olayı” başlıklı konuşmasında bu durumun bütün yönleriyle yeniden incelenmesi için çağrıda bulunmuştur. Papa John Paul, 1983 yılında Kilise ve bilim konularına dair konuşurken “Galileo‟nun Kilisenin birimlerinden acı çektiğini” kabul etmiştir. Bu itiraf Galileo olayıyla ilgili açık bir geri adım olarak görülmediği gibi yanılmazlık iddiasındaki Kilisenin nasıl bariz yanlış kararlara imza atabildiği problemini de çözmemiştir. Bkz. Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 218-9. 546 Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41-2. 547 Bkz. Wolfgang Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s.55; Powell, Papal Infallibility, s. 41-2; ayrıca bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204. 548 Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287. 549 Bkz. McBrien, The Church, s. 104; Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s. 56. 175 1983 yılında düzenlenerek yürülüğe giren Kilise Hukuku da "bu üç hususla sabit olmadıkça hiç bir doktrin hatasız ya da yanılmaz olarak tanımlanmıştır şeklinde anlaşılamaz" şartını koymuştur.550 Papanın yanılmazlığı “onun makamının icrasıyla” alakalı bir durum olup onun zatına (per se) bağlı değildir. Papanın yanılmazlığı daha ziyade inananların ortodoks akide üzerinde sabit kaldığı ve İsa‟nın verdiği taahhüt gereği her daim Kiliseyle bir ve beraber olduğu anlamına gelmektedir. Papa ex cathedradan konuştuğu zaman “bütün hıristiyanların öğretmeni ve çobanı” olarak konuşmuş olmaktadır. Bu sebepten herhangi bir kayıt ve vasıflandırma olmaksızın "papa yanılmazdır" demek doğru bir tanımlama değildir. Yani papanın resmi dinsel edim ve söylemleriyle bir teolog olarak şahsi edim ve söylemlerini ayırmak gerekmektedir. Yani papanın uhdesinde bulunan bu yanılmazlık yetki ya da inayeti (charism) ona “Petrus‟un nezdinde taahhüt edilen ilahi yardım”dır. 551 Zira geleneksel Katolik inancına göre piskoposlar havarilerin halefleridir, papalar ise Petrus‟un halefidir. Papanın bu konumundan dolayı İsa‟nın Petrus‟a verdiği taahhüt ve direktifler papaya yapılmış taahhüt ve direktiflerdir. John T. Ford‟a göre, genel olarak toplumda hatta teologlar arasında konuşulduğu şekliyle “papanın yanılmazlığı” terimi I. Vatikan‟da kabul edilen Pastor Aeternus yasasında geçmez. Çünkü Pastor Aeternus‟un dördüncü bölümünün başında geçen “papanın yanılmazlığı” (the infallibility of the Roman Pontiff) ibaresi, “papanın yanılmaz öğreti otoritesi” (the infallible magisterium of the Roman Pontiff) şeklinde değiştirilmiştir. Ford‟a göre bu ifade değişikliği, papanın bütün beyanlarının yanılmazlık kapsamı altında değerlendirildiği; bireysel, mutlak bir yanılmazlığın söz konusu olmaması ve yanılmazlık yetkisinin sadece papanın tasarrufunda olmayıp, II. Vatikan Konsili‟nde kabul edildiği şekliyle piskoposlar heyetinin de bu yetkinin kullanımında papaya katılması552 şeklinde iki duruma işaret etmektedir. Dolayısıyla 550 Canon 749/1-3, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014). Bkz. Pastor Aeternus. 552 Bkz. LG, md. 25, http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (25.05.2014). 551 176 I. Vatikan papanın yanılmazlığının koşullarını belirlemiş, II. Vatikan ise bunları açıklamıştır.553 Avery Dulles de papanın yanılmaz olduğunu ancak bu yanılmazlığın sınırsız, mutlak bir anlamda olmadığını ifade eder. Dulles‟e gore “(her yönden, herhangi bir şeye bağımlı olmayan) mutlak yanılmazlık Tanrı‟ya mahsustur… Diğer bütün yanılmazlıklar ikincil (tali) ve kapsam bakımından sınırlıdır. Zira mutlak yanılmazlık temyizi mümkün olmayan kat‟iyet şartına bağlıdır. Oysa papa bunu yapamaz, yani Kilisenin eski hükümsüz resmi bildirilerini tekrar edemez.554 Pastor Aeternus yasası yanılmazlık doktrinini temellendirmek için bir çok İncil pasajını referans olarak almıştır. 555 Katolik Kilisesi‟nin papanın yanılmazlığı doktrinini temellendirmek için kullandığı bu pasajlar, önceleri Roma Piskoposluğunun (Papalık) öncelik ve üstünlük iddialarını kuvvetlendirmek için başvurdukları argümanlar olmuştur. Yani İsa‟nın Petrus‟a söylediği bu İncil ifadeleri Papalığın otoritesini tesis etme işlevini yerine getirdikten sonra, papanın yanılmazlığı doktrini için de kullanılmıştır. McBrien‟e göre papanın yanılmazlığı dogması, papanın herhangi bir şekilde Kilisenin üstünde olduğu anlamına gelmez. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papaların aldığı kararlarının "kendileri tarafından (ex sese) ve Kilisenin mutabakatı ile değişmeyeceği (irreformable) (non autem ex consensu ecclesiae)" hükmü, Fransa'da çok etkin olan ve papalık hükümleri ve diğer kararların ancak Kilisenin onayından sonra yürürlüğe gireceğini ifade eden Gallikanizme karşı bir argüman 553 Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review, bkz.http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/, (25.05.2014). 554 Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204-5. 555 “Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus‟sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek. Göklerin Egemenliği‟nin anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak.” (Matta 16:18-19) “Simun, Simun, Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka 22:31-32) Yemekten sonra İsa, Simun Petrus‟a, “Yuhanna oğlu Simun, beni bunlardan daha çok seviyor musun?” diye sordu. Petrus, “Evet, ya Rab” dedi, “Seni sevdiğimi bilirsin.” İsa ona, “Kuzularımı otlat” dedi. İkinci kez yine ona, “Yuhanna oğlu Simun, beni seviyor musun?” diye sordu. O da, “Evet, ya Rab, seni sevdiğimi bilirsin” dedi. İsa ona, “Koyunlarımı güt” dedi. Üçüncü kez ona, “Yuhanna oğlu Simun, beni seviyor musun?” diye sordu. Petrus kendisine üçüncü kez, “Beni seviyor musun?” diye sormasına üzüldü. “Ya Rab, sen her şeyi bilirsin, seni sevdiğimi de bilirsin” dedi. İsa ona, “Koyunlarımı otlat” dedi. (Yuhanna 21:15-17). 177 olarak eklenmiştir. 556 Diğer yandan I. Vatikan Konsili‟nde papanın yanılmazlığı dogmasının resmi sunucusu olan piskopos Vincent Gasser (ö.1879) bu tartışmada, Kilise onayının, papanın hatadan berî ve yanılmaz olan ilanından farklı olmayacağı şeklinde bir açıklamada bulunarak bir nevi papanın kararları ve kilisenin görüşleri arasında bir uzlaşmaya gitmiştir. Aynı zamanda I. Vatikan Konsili, bu "değiştirilemez" (irreformable) kelimesini kullanmak suretiyle, papanın yanılmaz öğretilerinin asla değişmeyeceğini kastetmemiştir. Eğer durum böyle olsaydı yanılmaz olmayan doktrinler de dahil (noninfallible doctrines) dogmaların nasıl bir gelişim gösterdiğini görmek çok zor olurdu. Dogmalar ya da diğer bir ifadeyle hatadan münezzeh ifadeler insan dilinde formüle edilmişlerdir ve insan anlayışının dışa vurumudurlar. Dogmalar da tarihi seyir içerisinde düzenlenmişlerdir. Bunun anlamı; yanılmaz öğretilerin hakikatinin değişmemesine karşın, bu hakikatin ifade ediliş tarzı, onun kavramsal temellerindeki bir ifade ya da değişiklik ile bir düzeltme şeklinde de olsa değişebilir. Temel ilke olarak sadece papa ve diğer piskoposlar değil, (yeryüzüne yayılmış) bütün bir kilise yanılmazdır. (Dogmatic Constitution on the Church, n. 25) Bu madde II. Vatikan konsili tarafından açık bir şekilde ifade edilmiş olan daha geniş bir prensibi, yani kilisenin sadece papadan ve diğer kilise hiyerarşisinden müteşekkil olmayıp, Tanrı‟nın bütün insanlarından oluştuğu prensibini takip eder. (Dogmatic Constitution on the Church, n. 30).557 Roma Katolik Kilisesi‟ne göre papanın yanılmazlığı dogması opsiyonel (ihtiyari) bir durum olmayıp bütün Katolikleri bağlayıcı, kurtuluş için gerekli bir iman akidesidir.558 Diğer yandan John T. Ford “Katoliklerce uyulması gereken” ve “inanılması gereken doktrin” ifadeleri arasında gizli bir ayrımın olduğunu belirtir. Ona göre “Katoliklerce uyulması gereken” ifadesi yanılmazlık yetkisinin hiçbir şekilde vahyi (itikadi) konuları kapsamayan, diğer meselelere de teşmil edilme ihtimalini ortaya koyar. 559 John T. Ford‟un belirttiği bu “uyulması gereken” ve 556 Öte yandan ex cathedra tanımlamaların değiştirilemezliği (irreformable/irreversible), diğer bir ifadeyle temyizinin mümkün olmaması, inananların kurtuluşuyla alakalı olarak inanca müteallik meselelerde Kutsal Ruh‟un klavuzluğuna, dolayısıyla Kilisenin hatadan korunmuşluğuna ve hükmün nihailiğine işaret olarak görülmektedir. Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 95-6. 557 Bkz. McBrien, The Church, s.104-105; Ayrıca bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review, http://www.hprweb.com/2012/03/papalinfallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/#fn-2170-14, (25.05.2014); Powell, Papal Infallibility, s. 43-4. 558 Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 83. 559 Bkz. John T. Ford, “Infallibility” Commonweal, (26 Jan. 1996) s. 9. 178 “inanılması gereken” hususlardaki ayrım hem I. Vatikan Konsili esnasında hem de sonrasında çok ciddi tartışmalara sebebiyet vermiştir. Örneğin I. Vatikan Konsili‟ndeki en başta gelen yanılmazlık savunucusu olan Henry Edward Manning yukarıda görüşlerini ortaya koyduğumuz gibi bütün papalık kararlarının potansiyel olarak yanılmazlık kapsamı altına girmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Öte yandan John Henry Newman ise çok az papalık bildirisinin yanılmazlık kapsamına dahil edilmesi gerektiğini ifade eden asgarileştirme prensibini savunmuştur. Bununla birlikte Lumen Gentium‟un sonraki paragrafı yanılmazlığı “dinen korunması ve bağlılıkla açıklanması gereken ilahi vahyin emaneti” ile eş zamanlı olarak açıklığa kavuşturur. Yani, yanılmazlığın kapsamı “inanılması gereken” şeylerle sınırlıdır. Bu şu konsil ifadesiyle daha da tekit edilmiştir: “Papa (Roman Pontiff), yahut onunla birlikte piskoposlar bütünü, bir öğreti tanımladıkları zaman, onlar bu bildiriyi vahye uygun olarak yaparlar.” Lumen Gentium adlı konsil yasasıyla birlikte 1970‟lerde başlayan yanılmazlık üzerine tartışmalarda iki önemli ayrım gündeme gelmiştir: Uyulması gereken hususlar nelerdir? İnanılması gereken hususlar nelerdir? İnanılması gereken hususlar ilahi vahye, yani vahyin açınlanmasına, gizli kalan hakikatin ifşasına dair iken, uyulması ya da tutulması gereken hususlar ise inançla yakın alakalı olarak liturjiyi, dindar toplumun tasvip ve onaylarını ve azizlik mertebesine yükseltme (canonization) gibi birkaç hususu kapsar. Genel olarak teologlar, geleneksel inanç (deposit of faith) ile yakından alakalı olarak uyulması/tutulması ya da itikadi bir ilke olarak kabul edilmesi gereken şeylerin bir zaman sonra inanılması gereken şeyler haline geldiğini kabul ederler. Meryem‟in göğe yükseltilmesi (Assumption) inancı bunun için güzel bir örnektir. 1950 yılından önce Assumption doktrini Hıristiyan toplumunca itikadi olarak uyulması gereken bir öğreti iken 1950 yılında inanılması gereken bir şey olarak ilan edilmiştir.560 Katolik Kateşizmi‟nde de papanın yanılmazlığı doktrini şu şekilde ifade edilmektedir: “Episkoposlar kurulunun lideri Papa, bütün inanlıların doktoru ve çobanı olarak kendi görevi gereği bu yanılmazlık yetkisini -kardeşlerini imanda pekiştirmek amacıyla- iman ve ahlâkla ilgili doktrinin bir noktasını, kesin bir kararla resmen 560 Bkz. John T. Ford, “Infallibility”, s.9; Ayrıca bkz. Thomas J. Shanahan, “The Meaning of Papal Infallibility”, http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html, (23.03.2014). 179 beyan ederek kullanır. ( ... ) Kilise‟ye vadedilmiş yanılmazlık yetkisi Petrus‟un halefi ile birlik içinde iken özellikle de bir Ökümenik Konsil‟de yüce yetkisini kullanan episkoposlar birliğinde de vardır. (LG 25) Kilise, Yetkili Kurulu‟yla birlikte "bir şeyin Tanrı tarafından açınlanmış” ve Mesih‟in bir öğretisi olduğunu ileri sürüyorsa, böylesi tanımlamaları "imana olan itaat içinde benimsemek gerekir" (LG 25). Bu yanılmazlık Tanrısal Vahyin emanetinin kendisine kadar uzanır. (LG 25) Tanrısal himaye yetkisi Petrus‟un halefi ile birlikte öğreten havarilerin haleflerine ve özel bir biçimde de, bütün Kilisenin Çobanı olan Roma episkoposuna verilmiştir. Kilise Yetkili Kurulu görevini ifa ederken kesin bir şekilde ifade etmeden, yanılmaz bir tanımlamaya varmadan, iman ve ahlâk konusunda Vahyin daha iyi anlaşılmasına yarayacak bir öğretiyi ileri sürebilir. İnanlılar bu olağan öğretiye "dinsel bakımdan içten rıza göstermelidir" (LG 25) her ne kadar bu rıza görünüşte iman rızasından ayrılıyorsa da, onun devamı gibidir.”561 Bir önceki Papa XVI. Benedict‟in ilerleyen yaşından dolayı papalık görevini yerine getirememesini gerekçe gösterip 11 Şubat 2013 tarihindeki sürpriz istifası nedeniyle istifa eden bir papanın statüsü yeniden tartışma konusu olmuştur. Katolik Üniversitesi profesörlerinden Ken Pennington‟a göre istifa eden bir papanın ünvanı, onun yetkileri ve yanılmazlık yetkisi hususunda belli bir kural bulunmamaktadır. 2002 yılından 2012 yılına kadar Canterbury Başpiskoposluğu görevini yürütmüş olan teolog Rowan Williams da Benedict‟in bu kararının “papaların ile‟l-ebed hüküm süren bir Tanrı-Kral olmadığını” gösterdiğini ifade etmiştir. 562 Bu konuda genel görüş yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yanılmazlık yetkisinin belli kriterlerinin olduğu, yani bu yetkinin papanın şahsında değil Papalık makamında bulunduğu ve ex cathedradan yapılan tanımlamalarda bunun geçerli olduğudur. Dolayısıyla istifa eden papanın, vefat eden bir papa gibi addedilip güç ve yetkilerinin Kutsal Makam‟a (apostolic see) tam bir transferle devri söz konusudur. Papa XXIII. John‟un da bu konuda “Ben yanılmaz değilim; ben sadece ex cathedradan konuştuğum zaman yanılmazım. Ama asla ex cathedradan konuşmayacağım” 563 şeklindeki ifadesi de 561 Katolik Kilisesi Din ve Ahlak ilkeleri, md. 891-892. Bkz. http://www.nytimes.com/2013/02/18/world/europe/what-do-you-call-a-retired-pope-and-is-hestill-infallible.html?pagewanted=1, (21.03.2013). 563 Bkz. Küng, Infallible?, s. 71. 562 180 bunu kanıtlar niteliktedir. Powell‟a göre de bir papa istifa ederse artık o yanılmazlık yetki ve inayetine (charism) sahip değildir.564 3.2. Yanılmazlık Yetkisinin Kullanımı Papanın yanılmazlığı doktrini, genel kabul ve bağlayıcılık açısından tüm argümanlara son vererek bütün tartışmaları bitiren teolojik bir silah 565 olarak nitelendirildiği gibi, benzer şekilde araştırma ve incelemeyi gereksiz kılan, farklı görüş ve düşüncelerin dile getirilmesi olan demokrasiyi altederek onun yerini alan, ifadenin, sözün ve söylemin egemenliği (logocracy) 566 ya da papayı teori ve uygulamada eklesiyastik bir despot haline getiren ve onun sözlerini Tanrı‟nın sözü mesabesine çıkartan yakışıksız bir tanımlama567 olarak eleştirilmiştir. Yanılmazlık doktrini (ya da dogması) konusunda asıl merak edilen soruya gelince, papanın kendisine tanınan bu gücü bundan böyle kullanıp kullanmayacağı idi. Ancak büyük bir etkinliğe sahip olduğu düşünülen bu silah, ismen (veya görüntüsüyle) ses getiren, hemen hiç kullanılmayan işlevsiz bir güç olarak görülmektedir. 568 Nitekim John T. Ford‟a göre de papanın yanılmazlığı kavramı, uzun bir tarihi geçmişine rağmen Katolikler için çok zaman kendilerini Anglikan, Ortodoks ve Protestanlardan ayırt etmeye yarayan bir öz-kimlik nişanesi; papanın otoritesini tanımayan Hıristiyanlar için ise bir karşı sembol (counter-symbol) olmuştur. Zira Katolik olmayan (non-Catholic) pek çok Hıristiyan için bu kavram Roma Katolisizminin içinde bulunduğu pek çok yanlışı sembolize eder. Bundan dolayı papanın yanılmazlığı son derece sembolik ve problematik bir kavram olarak değerlendirilmiştir. 569 564 Bkz. Powell, Papal Infalllibility, s. 41. Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.vii. 566 Bkz. Elizabeth Fenton, Religious Liberties: Anti-Catholicism and Liberal Democracy in Nineteenth-Century U.S. Literature and Culture, Oxford University Press, New York 2011, s. 127-8; Bu dogmanın ayrıca Kutsal Kitap vb. üzerine yapılan araştırmalardaki şevki de kırdığı ifade edilmiştir. Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 56. 567 Bkz. Baker, Exodus From Rome, s. 82 ve 106. 568 Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 3. 569 Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review,http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/, (18.09.2013); Ayrıca bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 74; Yanılmazlık doktrininin Roma Katolik Kilisesi‟nin diğer kiliseler üzerinde merkezi bir konum kazanarak ağırlığını hissettirmesine (Romanise) katkı sağladığı da ifade edilmektedir. Bkz. Pollard, 565 181 Papanın yanılmazlığı doktrininin dogmaya dahil edilmesi için büyük çaba gösteren Papa IX. Pius, koyu Ultramontanistleri hayal kırıklığına uğratacak şekilde kalan sekiz yıllık ömrü süresince kendisine bahşedilen bu yanılmazlık yetkisini (charism) hiçbir şekilde kullanmamıştır.570 Örneğin İngiliz yayıncı W. G. Ward‟ın hemen hemen her gün Dublin Review adlı gazetesinin baş sayfasında inanç ve ahlaka dair güncel bir “yanılmaz bildiri” görmeyi arzuladığı kaydedilmektedir.571 Ancak bu durum IX. Pius‟un sağlığında olmadığı gibi, özellikle modernizmin getirdiği çeşitli fikir ve sorunlarla mücadelede epey gayret sarf eden halefleri XIII. Leo (1878-1903) ve X. Pius (1903-1914)‟un papalık dönemlerinde de görülmemiştir. 1950 yılında XII. Pius‟un Meryem‟in göğe yükseltildiği dogması (Assumption) hariç, seküler dünya görüşüyle birlikte liberal fikirlerin iyice yerleştiği ideolojik kriz ortamlarında, XX. yüzyılın diğer papaları da ne doktrinlerini tekit etmek adına ne de heresileri bastırmak için hiç bir şekilde bu yanılmazlık gücüne başvurmamışlar ve ex cathedradan yanılmaz bir deklarasyonda bulunma konusunda bir çekimserlik göstermişlerdir. Muhtemelen bu durum gelinen bilimsel ve kültürel düzlemde Kilisede ve toplumda bir çatlak oluşturma ihtimalinden kaynaklanmıştır. Altmış yıl önceden, Katolik Kilisesi'nin, vicdan ve basın hürriyeti gibi fikirlerle uzlaşması gerektiğini ifade eden Lammenais ve arkadaşlarının öne sürdüğü düşüncelerin çoğu XIX. yüzyıl sonlarında ve XX. yüzyıl başlarında Katolik entellektüelleri tarafından da dillendirilmeye başlanmıştır. Bu entellektüellere göre Kilise, modern eleştirel analiz metodlarını İncil de dahil olmak üzere diğer dayandığı deliller ve belgeler için kullanmalıdır. Bunlar, gerçeğin ortaya konulmasına ilişkin olarak skolastik karakterli durağan, mutlakiyetçi yorumların yerine, daha dinamik ve değişken yaklaşımların benimsenmesi gerektiğini kiliseden ısrarla istemekteydi. Bu Money and the Rice of the Modern Papacy, s. 9 ve 2; Öte yandan Hasler‟ın da eserinde yer verdiği, Papa IX. Pius‟un elinde yapraklarını çekerek “yanılır mıyım” “yanılmaz mıyım” şeklinde papatya falına baktığı bir karikatürde olduğu gibi (bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 56) yanılmazlık meselesi bizzat bu karizmanın atfedildiği papalar tarafından da espri konusu yapılmıştır. Papa seçilmeden önce Vatikan‟ın Almanya büyükelçisi (nuncius) olarak görev yapan Papa XII. Pius, çok sık bir şekilde nazilerin yakın bir zamanda kaybolup gideceklerini ifade etmiştir. Papa seçildikten sonra Vatikan‟da kendisini ziyaret eden Amerika‟nın Vatikan büyükelçisi Kennedy, XII. Pius‟a daha önceki ifadelerini hatırlatıp Nazilerin daha da güçlendiğini ve öngörüsünün tutmadığını söyleyince papanın cevabı “o zaman yanılmaz değildim” olumuştur. Bkz. http://www.milliyet.com.tr/dijital-deolsa-adi-britannica/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/18.03.2012/1516729/default.htm, (18.08.2014). 570 Hatta ölümünden kısa bir süre önce Papa Pius‟un, kendi uygulama ve politikalarının artık demode olduğunu ancak yeni bir yöntem benimsemek için ise çok yaşlı olup bunu haleflerinin yerine getirmesi gerektiğini söylediği rivayet edilir. Bkz. Siegel, a.g.e., s. 152. 571 http://www.newmanreader.org/biography/ward/volume2/chapter27.html#note3, (10.12.2013). 182 hareketin liderleri İngiliz Cizvit George Tyrell ve Fransız tarihçi Alfred Loisy'ydi. Kilisenin ortaya koyduğu herşeyin Ortaçağ‟a özgü bir mekanizmanın ürünü olup, bunların modasının çoktan geçtiğini ileri süren Tyrell, İsa‟nın teşkilat esaslı hiyerarşik bir Kilise kurmadığını ve hiçbir şekilde dogma ve inanç formülleri vermediğini ifade etmiştir. Tyrell, papa, piskopos ve rahipten oluşan öğreten Kilise ile teologlar da dahil diğer inananlardan müteşekkil inanan Kilise arasında bir ayrıma gitmiştir. Ayrıca Tyrell, gelinen noktada bir modernistin bilimde alabildiğince hür olması gerektiğini ifade etmiş, teolojinin de İncillerden alınan kalıp yargı ve klişelerden kurtarılması gerektiğini ileri sürmüştür.572 Kiliseyi bütün Hıristiyanlardan oluşan canlı bir organizma olarak tanımlayan Loisy ise eleştirel (critical) analizlerini Hıristiyan tarihinin bütününü içine alacak şekilde genişletmiş ve bu analizleri neticesinde vardığı sonucu alaylı bir üslupla şu şekilde ifade etmiştir: "Mesih'in ilan ettiği şey Tanrı Krallığıydı; gelense Katolik Kilisesi oldu." 573 Hatalar listesini anımsatan, özellikle 1893'te neşredilen Providentissimus574 ve 1907'deki İman Kurulu (Holy Office) belgesi Lamentabile ile birlikte neşredilen Pascendi575 ansiklikallerinde yapılan açıklamalar, kınamalar ve aforozlar silsilesinde papalar modernistleri "bugüne kadarki Kilise düşmanlarının en zararlıları" şeklinde tanımlayarak ağır bir dil kullanmışlardır. Kilisenin, kendisine musallat olan bu bulaşıcı ve ölümcül hastalıklardan kurtulmak için attığı daha ileri bir adım da, Papa X. Pius'un teşkil ettiği ve her piskoposlukta, papaz ve piskoposların ortodoks istikamette olup olmadıklarının kontrol edilip doğrudan Roma'ya bildirilmelerini sağlayan teyakkuz komiteleridir. Buna göre bütün papazların ve teologların modernizme karşı olduklarına dair ant içmeleri gerekiyordu. X. Pius, 1908'de; beşinci papalık yıldönümünde, kendisini elinde kılıç, modernizm ejderhasını katlederken resmeden bir madalya alıyordu; ve modernizm hareketi çökertilmişti. Aslında Modernistlerin geçmişte dile getirdiği fikirlerin çoğu, günümüzde pek çok Katolik teolog tarafından kabul edilmiştir. Örnek vermek gerekirse, bu dogmatik 572 Bkz. Ali Murat Yel, “Geleneğin Bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”, Divan İlmi Araştırmalar, 1998/2, cilt: III, sayı 5, s. 50; ayrıca bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 247-8. 573 Bkz. Valentine G. Moran, “Loisy‟s Theological Development”, Theological Studies, Sep.,79, Vol. 40, Issue 3, ss. 411-452; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 246; McClory, Power and the Papacy, s. 143-4. 574 Metnin tamamı için bkz.http://www.papalencyclicals.net/Leo13/l13provi.htm, (21.02.2014). 575 Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius10/p10pasce.htm, (13.03.2014). 183 formülasyonlar maksatlarına izafetle her zaman yetersizdirler ve bu yargı, tedrici olarak Kilisenin hayatında ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bugün kabul edildiği şekliyle İncil'in ve Hıristiyan geleneğinin diğer bütün kaynaklarının mevcut bilimsel eleştirel metodlarla yeniden ele alınması gerektiği fikri, önceki devirlerde I. Vatikan'da oluşturulan muhkem kaleye karşı doğrudan bir başkaldırı olarak görülmektedir. 576 Francis Sullivan‟a göre ökümenik bir konsilden bağımsız olarak papaların ex cathedradan tanımladıkları beş örnek vardır. Bunlar Papa XII. Benedict‟in, Tanrının cennette direkt olarak görüleceğine (beatific vision) dair öğretisi Benedictus Deus (1336); X. Innocent‟in beş jansenist tezi kınadığı Cum Occasione (1653); VI. Pius‟un Pistoia Sinod‟unda ifade edilen yedi jansenist tezi kınadığı Auctorem Fidei (1794); IX. Pius‟un Meryem‟in asli günahın bütün lekelerinden ari olarak doğduğu öğretisi olan Ineffabilis Deus (1854) ve XII. Pius‟un Meryem‟in göğe yükseltildiği öğretisi olan Munificentissimus Deus (1950) dogmalarıdır.577 1870 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen yasadan önceki tanımlamaları Papalığın yüzyıllar boyunca uhdesinde tuttuğu de facto yanılmaz tanımlamalar olarak da kabul edebiliriz. Ancak en net şekliyle ve üzerinde ittifak olan papaların ex cathedradan resmen ilan ettikleri dogmaların sadece 1854 tarihinde Meryem'in asli günahtan âri olarak dünyaya geldiği immaculate conception ve 1950 tarihinde XII. Pius‟un Munificentissimus Deus 578 adlı apostolik yasayla ilan ettiği onun göğe yükselişi (Assumption of Mary) dogmalarıdır. Yani papanın yanılmazlığının dogmalaşmasından sonraki en eklesiyolojik uygulama Meryem‟in göğe yükseltildiği inancını içeren tanımlamadır.579 Ancak teologlar bu zaman diliminde, yanılmazlığın benzer bir diğer uygulamasının da kendisini gösterdiğini farketmişlerdir ki o da Kilisenin “olağan evrensel öğreti otoritesinin” (ordinary universal magisterium) yanılmazlığıdır. Papa bu öğreti otoritesi (magisterium)‟ni kullanmak için yanılmazlık doktrinine ihtiyaç hissetmez. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması Kilisenin hem dini hem dünyevi otoritesinin düşüş yaşadığı olağan üstü bir dönemde 576 Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 248-9; McClory, Power and the Papacy, s.144. Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 84. 578 Bkz. http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deuittifaks_en.html, (25.11.2013). 579 Assumption dogmasının teolojik ve tarihsel gelişimi için bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, ss.262--7 577 184 başvurulan bir silah olarak görülmüştür. Ancak papalar yanılmazlığın dogmalaşmasından önce uzun bir zaman diliminde hakikatin meşru öğreticisi (magister) sıfatıyla dogmatik tanımlamalarda bulunmuşlardır.580 3.3. Yanılmazlığın Diğer ÇeĢidi: Kilisenin Öğreti Otoritesi (Magisterium) Apostolik dönemden beri Hıristiyanlar, bütün inananlardan müteşekkil faal bir yapı olarak Kilisenin yanılmazlığına inanmaktadır. Onlara göre Kilise, Kutsal Ruh‟un klavuzluğunda her zaman Mesih‟in öğretilerine sadık kalmıştır. İlk bin yıllık bir süreçte, belirli şartlar altında genel konsillerin yanılmaz kararlar vazettiğine dair genel bir inanç da söz konusudur. Nihayet 1870 yılında bu yanılmazlık anlayışları resmen papaların dini beyanatlarını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak hem konsiller hem de papa tarafından ortaya konan bildiriler, özel meselelere cevaben hazırlanmışlar ve yanılmazlığın olağaüstü tezahürleri niteliğinde olmuşlardır. Öte yandan yanılmazlık, Kilisenin normal hayatın akışı içinde her zaman ve her yerde telkin ettiği spesifik doktrinlere de şamil midir? Bazı teologlar bunların da Kilisenin öğreti otoritesi (magisterium) altında bazı bakımlardan yanılmazlık şemsiyesi altında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.581 Magisterium terimi uzun bir geçmişe sahiptir. Latince “öğretmen” anlamına gelen magister kelimesinden türeyen magisterium “hakikatin meşru bir öğretmeninin otoritesi” anlamına gelir. İlk Kilisede en yüce öğretici olarak Tanrı‟ya ya da onun ete kemiğe bürünmüş hali (incarnation) olarak Mesih‟e atfedilen bu sıfat, II. ve III. yüzyıllarda toplulukta inancın sırlarına vakıf ve onu aktaran herhangi birisini tanımlamakta kullanılmıştır. Kilisenin organik bir yapıya kavuşmasından itibaren magisterium, Kutsal Ruh tarafından bahşedilen bir inayet (charism) olarak herhangi bir kısıtlamaya gidilmeksizin diyakozlara (deacon), kateşistlere, hatta sıradan laik öğretmenlere bile atfedilmiş, ilk Hıristiyan imparator olarak kabul edilen Constantine döneminden itibaren ise kilisenin daha resmi ve hukuki bir yapı kazanmasıyla birlikte otorite, rehberlik etme, takdis etme ve öğretme fonksiyonu tamamen piskoposlara geçmiştir. Ortaçağda Kilise, üniversitelerdeki doktor ve teologları da 580 581 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 145. Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 74 ve 81-2. 185 “magisterium” olarak tanımış ve tedricen de olsa (özellikle XIX. yüzyıldan itibaren) bu yetki özellikle episkopal makamı elinde tutanlarla özdeşliğe doğru evrilmiş, yani bir kapsam daralması yaşamıştır. Bugün magisterium terimi genel anlamda Roma Piskoposu (papa)‟nun liderliği altında piskoposlar heyetiyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.582 Francis Sullivan da magisteriumu, liderleri Roma piskoposuyla (papa) birlikte episkopol kurul (episcopal college) olarak tanımlamıştır. Yani en üst öğreti otoritesi olarak ökümenik konsillerin ya da papanın (ex cathedradan bir tanımlamada bulunarak) Tanrı tazrafından vahyedilen ve Katolik cemaatin inancına müteallik bazı hakikatleri en üst düzeyde ortaya koyma ameliyesidir.583 “Olağan evrensel öğreti otoritesi” (ordinary universal magisterium) terimi eklesiastik bir doküman olarak ilk defa Papa IX. Pius‟un I. Vatikan‟dan yedi yıl önce 1863 yılında Münih‟te toplanan bir teologlar kongresinin aldığı meclis kararına cevaben yazdığı bir mektupta, Tuas Libenter‟de geçer. Bu meclis, Döllinger‟in önerdiği Katolikler için vicdanen sadece resmen tanımlanmış doktrinlerin bağlayıcı olacağı ilkesini kabul etmişti. Diğer bütün öğretiler için ise onlar eğer makul gerekçeleri varsa kabul etmeme özgürlüğüne sahip idiler. Pius‟un bu karara cevabı Tuas Libenter‟de şu şekilde olmuştur: “Kutsal inanç yasasına gösterilen bağlılık (konsiller ve papalar tarafından) tanımlanmış sınırlı konularla olmamalı, bilakis bu bağlılık yeryüzüne yayılmış olan Kilisenin olağan öğreti otoritesince kuşaktan kuşağa aktarılan konuları da kapsamalıdır.”584 Alman teolog Joseph Kleutgen ise bu yeni terim üzerine eğilerek onu geliştirmiştir. Ona göre “olağan evrensel öğreti otoritesi” yanılmazlık kategorisi içerisinde çok geniş çaplı bir öğretiye imkan sağlar. Aslında Kleutgen‟e göre İbrahim‟in kurban hadisesi, Yunus (Jonah)‟un bir balina tarafından yutulması ve İsa‟nın ve havarilerinin mucizeleri gibi bütün kutsal metinlerde geçen konular bile Kilisenin bu öğreti otoritesi (magisterium) tarafından öğretilmiştir. I. Vatikan Konsili‟nde Kleutgen, Kilisede büyük tartışmalara yol açan bir taslağın 582 Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 60; McClory, Power and the Papacy, s.146; Powell, Papal Infallibility, s. 41; Todd, Exodus From Rome, s. 110 vd. 583 Bkz. Francis A. Sullivan, Magisterium: Teaching Authority in the Catholic Church, Paulist Press, 1983, s. 79. 584 Bkz. Richard R Gaillardetz, “The Ordinary Universal Magisterium: Unresolved Questions” Theological Studies, No. 3. September 2002, ss. 448; Lawrence J. Welch, “The Infallibility of the Ordinary Universal Magisterium: A Critique of Some Recent Observations”, The Heythrop Journal, vol. 39, Issue 1, 1998, s. 18, 23-4. 186 geliştirilmesinde İnanç Komitesi‟yle çok yakın bir çalışma içerisinde olmuştur. Bu belge, papanın üstünlüğü ve yanılmazlığı tartışmalarının hemen öncesinde, piskoposların 1870 yılının Ocak ayından Nisan ayına kadar üzerinde tartıştıkları Filius Dei adlı belgeydi. Nisan ayında 667 oyun tamamını alarak geçen bu belgenin şu paragrafı dikkat çekmiştir: “Yazılı olarak bulunan ya da geçmişten tevarüs edilen ve Kilise tarafından ya dini bir hüküm olarak veya onun olağan ve evrensel öğreti otoritesince (ordinary universal magisterium) inanç adına kutsal bir esinle önerilen Tanrı kelamını içeren bütün bunlara kutsal ve Katolik bir imanla inanılmalıdır.” Bazı piskoposlar “olağan evrensel öğreti otoritesi”nin bir konsilden ayrı olarak papanın yanılmazlığına işaret edip etmediğini sorduğunda ise Almanya‟dan Piskopos Konrad Martin bu soruya hayır şeklinde cevap verip şöyle izahatta bulunmuştur: “Hepinizin bildiği üzere İznik Konsili‟nden önce bütün Katolik piskoposlar Efendimiz İsa Mesih‟in tanrısallığına inanmaktaydı. Ancak konsilden önce hiçbir şekilde bu dogma açıkça tanımlanmamış ya da ilan edilmemiştir. Dolayısıyla, İznik Konsili‟nden önce bu dogma “olağan magisterium” tarafından öğretilmiştir.585 Bu argüman seksen yıl sonra 1 Kasım 1950 tarihinde Papa XII. Pius tarafından açıklanan Meryem‟in göğe yükseltildiği (Assumption) tanımlamasını açıklamak için de kullanılmıştır. 586 Böylece, aslında I. Vatikan Konsili iki tür yanılmazlık tanımlamıştır: “Papanın yanılmazlığı” ve “olağan evrensel öğreti otoritesi” (ordinary universal magisterium). McClory‟ye göre yanılmazlığın bu ikinci formu ilginç bir biçimde, I. Vatikan ile alakalı pek çok çalışmada “papanın yanılmazlığı” meselesi tarafından absorbe edilmiş ve neredeyse hiç fark edilmemiştir. Böylece olağan öğreti otoritesi (magisterium) daha karmaşık bir şekilde kilisenin bünyesine dahil olmuştur. Ortaya çıkan yanılmazlığın bu yeni türünün (magisterium) bütün bir yeryüzüne dağılmış olan ve bu sayede yanılmazlığın taşıyıcısı olan piskoposları daha bir ön plana çıkarması beklenebilirdi. Ancak bu “öğreti otoritesi” bunu temin etmek yerine papanın otoritesine payanda olarak görülmüş ve teoloji fakültelerinde (seminary) bu minvalde işlenmiştir. I. Vatikan Konsili‟nin hemen sonrasında da sahip olunan bütün otorite papayla ilişkilendirilmiş ve her şeyin onun 585 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.147-8. Bkz. Apostolic Constitution Of Pope Pius XII Munificentissimus Deus Defining The Dogma Of The Assumption 12. md., http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deus_en.html, (12.01.2014). 586 187 yargılama önceliği altında olduğu bir merkeziyetçilik desteklenmiştir. Bu eğilim (bazı dikkate değer istisnalar dışında) II. Vatikan Konsili‟ne kadar devam ederek bu son ökümenik konsilin bazı dökümanlarında yansımıştır.587 Gaillardetz‟e göre Kilisede var olan bu öğreti otoritesi üç şekilde tezahür etmektedir: 1- Olağan Öğreti Otoritesi (Ordinary Magisterium): Papa ve piskoposların bireysel ya da kollektif öğretilerine işaret eder, ancak bu öğretiler yanılmaz değildir. 2- Olağanüstü Öğreti Otoritesi (Extraordinary Magisterium): Papayla birlikte piskoposlar heyetinin bir ökümenik konsil vasıtasıyla yayınladıkları resmi bildirileri ve konsilden ayrı papanın ex cathedra tanımlamalarına işaret eder ki bu öğretiler yanılmaz olarak kabul edilir. 3- Olağan Evrensel Öğreti Otoritesi (Ordinary Universal Magisterium): Yeryüzüne dağılmış bütün bir piskoposlar heyetinin papayla bağlantılı olarak bir hükümde bulunmalamrına işaret eder. İnananlar tarafından bağlayıcı olan bu öğreti de yanılmazdır.588 Gaillardetz589, Domeniz Palmieri, Christian Pesch gibi teologların eserlerinde hep bu olağan öğreti otoritesi ortaya konulmuştur. Teolog Francis Sullivan‟a göre de bütün bir Kilise, II. yüzyıldan beri, cemaatlerinin gerçek pastörü, inancın otoriter (yetkili) doktorları ve havarilerin temsilcileri olarak piskoposların, olarak otantik öğreti otoritesine sahip olduklarını kabul etmiştir. Bu sebeple Sullivan, piskoposların sadece Roma piskoposuyla birleştikleri ölçüde ilahi kanun vasıtasıyla Kilisede otoriter (güvenilir) öğreti otoritesine sahip olduğunu ileri sürmüş ve onların inanç ve ahlakla ilgili herhangi bir meseledeki eşit (collegial) mutabakatlarını yanılmaz kabul etmiştir. Ancak geçmişten günümüze pek çok Katolik tarafından “yanılmazlık” kelimesiyle sadece papanın yanılmazlığı anlaşılmaktadır. 590 Öte yandan I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen yasada ifadesini bulduğu şekliyle belirli koşul ve kriterlerle kayıt altına alınan papanın yanılmazlığı doktrini, papaların uhdesinde bulunduğuna 587 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 148-150. Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 75; Ayrıca bkz. Mark Lowery, “Infallibility in the Context of Three Contemporary Developments”, Faith & Reason, vol. XXIII, nos 3 & 4, (1998), ss. 225-253. 589 II. Vatikan‟dan 2002 yılına kadar papalık ansiklikallerinde “olağan evrensel öğreti otoritesi”nin uygulama örnekleri için bkz. Richard R Gaillardetz, “The Ordinary Universal Magisterium: Unresolved Questions” Theological Studies, No. 3. September 2002, ss.447-71. 590 Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.150. 588 188 inanılan olağan öğreti otoritesinde (ordinary magisterium) bir düşüş yaşattığı da ileri sürülmüştür.591 4. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠ VE DĠĞER KĠLĠSELERDEKĠ YANSIMALARI I. Vatikan Konsili‟ne Doğu Ortodoks ve Protestan Kiliseleri de davet edilmesine rağmen bu davet olumlu karşılık bulmamıştır. Pius‟un Doğu Hıristiyanlarını konsile davet etmesi, onların da desteğini alarak hasımlarına karşı elini güçlendirmek için yapılmış bir hamle olarak görülmüştür. Ancak bu girişim, iki kilise arasında uzun yıllara dayanan ayrılık ve kabulü mümkün olmayan konsil kararlarının önceden bilinmesinden dolayı sonuçsuz kalmıştır.592 Zira konsilde kabul edilen papanın önceliği ve üstünlüğü ile papanın yanılmazlığı doktrini hem Ortodoksların hem de Protestanların kesinlikle kabul etmeyeceği bir durumdur ki Pastor Aeternus yasasının son cümlesinde geçen “her kim bu doktrinin karşısında olursa aforoz edilir” ifadesi Katolik Kilisesi içerisindeki muhalefete bir göz dağı olduğu gibi, aynı zamanda bu doktrini kabul etmeyen Ortodoks ve Protestanları heretik kapsamına alan dışlayıcı bir mahiyet arz etmiştir.593 Yine de tarihsel süreç içerisinde kiliseler çeşitli vesilelerle yeniden bir araya gelme teşebbüslerinde bulunmuşlardır. Özellikle II. Vatikan Konsili‟nde bu amaçla çeşitli konsey vb. alt birimler kurulmuş ve bu kuruluşlar nezdinde çalışmalar yapılmıştır. 594 Katolik Kilisesi‟nin moderatör konumda bulunduğu ve diğer kiliselerin de buna tepki gösterdiği595 ökümenik hareket önünde papa, temel tartışma konularının başında gelmektedir. Protestan teolog Gagnebin tarafından “bir adam, bir kadın ve bir şey; yani papa, Meryem ve Evharistiya” 596 şeklinde ifade edilen bu tartışma konularından papanın varlığı, bizzat Papa VI. Paul tarafından da ökümenizm 591 Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 275. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 178 ve 182. 593 Bkz. Baker, Exodus From Rome, s. 83. 594 Ökümenik hareket ve çalışmaları için bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 46; Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, McBrien, The Church, s.9. 595 Bkz. Eroğlu, “Ökümenik Hareketin Ortaya Çıkışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları I, Ankara, 1998, ss. 234-236. 596 Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 115. 592 189 yolunda aşılması en güç engellerden birisi olarak tarif edilmiştir.597 Ancak Roma Kilisesi geleneksel öncelik ve üstünlük iddialarından hiçbir şekilde taviz vermemiştir. Papa II. John Paul, 1995‟te yayımladığı Ut unum Sint 598 (Ekümenizme Bağlılık Üzerine) adlı genelgede Hıristiyanlar arasında birleşmenin adresi olarak Papalığı göstermiş, Petrus kanalıyla papanın önceliği ve üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmış, hatta “papanın yanılmazlığı” öğretisinin Hıristiyanların birleşmeleri yolunda hizmet edebileceğini savunmuştur. 599 Kutsal metinlerden ve gelenekten iktibasla tesis edilen ve inkarı mümkün görünmeyen Roma Kilisesi‟nin öncelik ve üstünlüğü öğretisinin yanında papanın yanılmazlığı doktrini bu öğretilerin bir uzantısı mesabesindedir. Hal böyle olunca bu doktrin etrafında yapılan tartışmalarda bütün kiliselerin uzlaşacağı ortak bir zeminin bulunması, kişiyi öldürmeden hayati bir organdan büyüyen bir tümörü almak kadar 600 çetrefil bir durum olarak tarif edilmiştir. Zira Roma Katolik Kilisesi dışındaki Hıristiyan mezheplerinde papanın önceliği, üstünlüğü, yanılmazlığı gibi üstün meziyetler bir yana papanın meşruiyeti dahi tartışma konusudur. Örneğin ana bünyeden kopan ve Hıristiyanlığın ana mezheplerinden olan Protestanlığın varlık sebebi Papalık ve papadır. Her ne kadar Katolik Kilisesi‟nin bazı uygulamalarına (endüljans vb.) bir tepki olarak ortaya çıkmışsa da Luteran Protestan teolojide papa, kabul edilmeyen ve eleştirilen bir şahsiyettir. Benzer şekilde Papa VII. Clement (1523-1534) ile İngiltere Kralı VIII. Henry arasında yaşanan bir sürtüşme de İngiltere‟nin Papalıkla bağlarını tamamen kopararak kendi milli kiliselerini kurmalarıyla sonuçlanmıştır.601 1534 yılında İngiliz Meclisi‟nde kabul edilen Üstünlük Kanunu (Act of Supremacy) ile VIII. Henry kendisini İngiltere Kilisesi‟nin başı ilan etmiş ve Papa„nın yetkilerinin bir kısmı Canterbury Başpiskoposu„na ve diğer bir kısmı İngiltere kralına devredilmiştir. Böylelikle İngiltere kralları, “İsa‟nın Kanunu” unvanını taşıma, Anglikan Kilisesi adına doktrin tayin etme ve herhangi bir görüşü heretik ilan etme gibi önemli haklar 597 Bkz. Braaten ve. Jensen, Church Unity and the Papal Office, s. 2. Bkz. http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/encyclicals/documents/hf_jpii_enc_25051995_ut-unum-sint_en.html, (23.03.2014). 599 Bkz. Ut Unum Sint, madde 94, 2. Paragraf; Katolik olmayan Hıristiyanlarla yürütülen ökümenik ilişkiler için ayrıca bkz. Denis Fortin, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”, ss. 199-206. 600 Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 2. 601 Papayla Henry arasındaki bu tartışmanın detayları için bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve Günümüz İngiltere’sinde Yeri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001, s. 24-26. 598 190 elde etmişlerdir. 602 Dolayısıyla kiliseler arasında cereyan eden itikadi tartışmalarda ilk bin yıllık dönemi kapsayan “Roma konuştu, sorun çözüldü” şeklinde ifadesini bulan Roma Kilisesi‟nin hakem statüsü işlevini kaybetmiştir. 4.1. Ortodoks Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine YaklaĢımları Bugün bir mezhebi ve onun teolojik doktrinlerini benimseyen müntesiplerini belirtmek için kullanılan Ortodoks kavramı; “ortho” (doğru, hakiki) ve “doxa” (kanaat, inanç) kelimelerinden mürekkep olup, İsa‟nın kutsal bedeninden müteşekkil olan Kiliseye doğru imanı, doğru ibadeti ve gerçek öğretiyi ifade etmektedir. Ortodoks bakış açısına göre İsa Mesih‟in yeryüzündeki bedeni olarak simgelenen kiliseyi “Ortodoks” kavramı karşılamaktadır. Kelimenin Kilise literatüründe apolojik anlamda kullanımı oldukça eskiye dayanmakla birlikte bir mezhebi ima edecek şekilde kullanımı XI. yüzyıldan itibarendir. Bugün Ortodoks gelenek büyük oranda Slav ve Grek halklar tarafından temsil edilir. Afrika‟da Mısır ve Habeş kiliselerinde güçlü etkisi vardır ve Ortadoğu‟da Süryanilerin bir kısmı da Ortodoksluğu seçmiştir. Ortodoks Kiliseler idari açıdan birbirlerinden bağımsız bir yapı sergileseler de inanç ve ibadette aynı şeyleri paylaşırlar.603 Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi‟nin benimsemiş olduğu hiyerarşik bir yapılanma yerine eşitlik esasına dayalı birbirinden bağımsız kiliseler birliğinden müteşekkildir. Katolik Kilisesindekine benzer diğer bütün Kiliseler üzerinde hakim ve mutlak güce sahip bir piskopos ve merkezi otorite ve papanın Katolik Kilisesindeki pozisyonuna eşdeğerde bir şahsiyet yoktur. Ancak yine de doktrinel meselelerde tam bir mutabakat ve aralarında sakramental bir birlik bulunur. Her ne kadar Doğu-Batı ayrılığından (scism) sonra İstanbul Kilisesi (Fener Rum Patrikhanesi) ökümenik ya da evrensel addedilip bir şeref önceliğine (primus interpares) sahip olsa da bu konum ona diğer kiliselerin işlerine müdahale yetkisi 602 Bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve Günümüz İngiltere’sinde Yeri, s. 26-7 ve 76-7; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 145-6. 603 Bkz. Kürsat Demirci, Bir Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 2005, s. 3; Demirci, “Ortodoksluk”, DİA, c. 33, ss. 409-414; Şinasi Gündüz, (ed.) Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 118-9; Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005, s. 55. 191 vermemektedir. İstanbul Piskoposu (patrik) bütün Ortodoks kiliselerinin başı görünümünde olsa bile bu durum sembolik bir anlam ihtiva eder, kutsal bir otorite ve ilahiliği içermez.604 Ortodokslara göre Katolik Kilisesi‟nin mevcut papa anlayışı İncillere değil tarihi konjonktüre göre şekillenmiştir. Ayrıca Ortodoks Kilisesi'ne göre, Petrus'un apostolik öncelik veya üstünlüğünü icra ettiği ve apostolik silsilenin cereyan ettiği tek makam Roma Kilisesi değildir. Onlar Antakya (Antioch)'yı da bu apostolik piskoposluklar içersinde bir piskoposluk olarak görürler. Buna rağmen, Katolik doktrinin bir sorunsalı olarak "Petrus'un halefleri" (Petrine succession) meselesi, Kutsal Ruh (Holy Spirit)'un klavuzluğunda gelişim göstermiş, bir anlamda ilahi bir teşekküldür. Ortodoksların papaya bakışı ilk dönemlerde kurulan beş patrikliğe göre belirlenmiştir. Bu bakış açısına göre papa Roma‟nın patriğidir ve Roma Patrikliğinin diğer patriklikler üzerinde idare ya da yargılama değil şeref önceliği vardır. Yani Ortodokslar havarilerin gözdesi olan Petrus‟un piskoposu olduğu, onun ve bir diğer gözde havari Pavlus‟un şehit edildikleri yer olmasından dolayı Roma‟nın kutsal ve apostolik bir makam olduğunu ve bütün bir Hıristiyan dünyada belirli şartlar altında şeref önceliği (primacy of honor) olduğunu inkar etmezler. Öte yandan Ortodokslar İncillerde geçen Petrus‟a ilişkin metinleri (Petrine texts) (Matta 16:18-19, Luka 22:32, Yuhanna 21:15-17) kabul ederler ancak Roma Katolik Kilisesi‟nin yorumladığından farklı şekilde yorumlarlar.605 Ortodokslar, Katoliklerin I. Vatikan Konsili kararlarıyla ilan ettiği şekliyle papanın ya da başka bir piskoposun (otoritesini) yanılmazlığını kabul etmezler. Ortodokslar Roma Piskoposluğunu ve onun başı olan papayı konumlandırırken “en üstünlük” (supremacy) kavramını değil, “öncelik” (primacy) kavramını kullanırlar. Ortodokslara göre papa Aziz Ignatius‟un da ifade ettiği gibi “aşkta başkanlık eden” (presides in love)‟dir. Ancak Ortodokslar Roma‟nın bu ifadeyi asıl bağlamından kopararak, yani bu “aşk”taki öncelik ve başkanlığı en üstün harici güç ve yargılama 604 Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s.35; Ware, The Orthodox Church, s. 15; Demirci, Bir Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi, s. 9; Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, s. 118. 605 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 35; Laurent Cleenewerck, His Broken Body, Understanding and Healing the Scism between the Roman Catholic and Eastern Orthodox Church, Euclid University Press, Washington 2007, s. 113; Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 121-2; Mehmet Aydın - Ahmet Hikmet Eroğlu “Papalık” DİA, c. 32, s. 161; McBrien, The Church, s.106. 192 mercii olmaya dönüştürmüşler ve “Primatus”tan “Papatus”a geçmişlerdir.606 Onlara göre sadece Roma piskoposları Petrus‟un halefleri değil, diğer bütün piskoposlar da Petrus‟un halefleridirler. Bununla birlikte Kadıköy Konsili‟nin 28. kanonunda da ifade edildiği gibi Roma Piskoposunun Petrus‟un halefi olması ve imparatorluğun kadim şehri olan Roma‟nın piskoposu olması sebebiyle özel bir yeri ve önceliği bulunmaktadır.607 Sadece Ortodoks Kilisesi‟nin tek, kutsal, katolik ve apostolik kilise olduğunu iddia eden apolojetik eserlerde ise Roma Katolik Kilisesi‟nin pek çok yanlış ve dinin aslında olmayan (heretik) dogma ve öğretiyi Hıristiyanlığa sokarak onu maneviyattan uzaklaştırdığı ve Hıristiyanlığı maddeci ve seküler bir forma soktuğu ileri sürülür. Bu yanlış dogma ve öğretiler içerisinde ise I. Vatikan‟da kabul edilen papanın üstünlüğü ve yanılmazlığı dogması başı çekmektedir. Onlara göre bu dogma papayı insan üstü Tanrısal bir konuma; Kilisenin lideri, yöneticisi ve başı olan İsa Mesih‟in konumuna yükseltmiştir ki böyle bir kilise Mesih‟in Kilisesi olamaz.608 Sadece Roma piskoposunun değil bütün piskoposların (ortodoks) inancın bir öğreticisi olarak Tanrı tarafından atandığına inanan Ortodokslara göre yanılmazlık sadece Kilise mutabakatının (consensus) olağan bir organı olarak ökümenik konsillere aittir. Bu konsillerde kabul edilen kararlar bütün bir Kilise tarafından kabul edildiğinde artık ökümenik ya da evrensel bir otorite kazanarak herkes tarafından kabul edilmesi gereken kararlar haline gelir. 609 Ancak ökümenik konsillerde alınan kararları da lokal Kiliselerin üstünde ve dışında değiştirilemeyen (ex sese) bir otorite olarak görmezler. Konsiller kiliselerin uyumunun bir göstergesi ve ifadesidir. Formal olarak “ökümenik” tanımlamasını hak eden bir konsil bile, 449 Efes ve 1438 Florence Konsillerinde olduğu gibi Kilise tarafından reddedilebilir.610 Ortodokslar Katoliklerle i‟tizalî problemlerin yaşanmadığı sekizinci yüzyıla kadar gerçekleştirilen ilk yedi konsili 611 ökümenik olarak kabul ederler, daha sonra düzenlenen ve Katoliklerin kabul ettiği konsil kararlarından zaman zaman 606 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 35-6; Bkz. John Binns, An Introduction to the Christian Orthodox Churches, s. 212 vd; Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 123-4. 608 Bkz. Tyneh, Orthodox Christianity: Overview and Bibliography, Nova Science Publishers, New York 2003, s. 98. 609 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 210-1. 610 Bkz. Meyendorff, The Orthodox Church, s. 194. 611 325 I. İznik, 381 I. İstanbul, 431 Efes, 451 Kadıköy, 553 II. İstanbul, 680 III. İstanbul ve 787 II. İznik Konsili, bkz. Meyendorff, The Orthodox Church, s. 27-8. 607 193 faydalanılmışsa da resmi bağlayıcılığını kabul etmemişler, bunların Hıristiyan dünyasını temsil etmediğini, bu sebeple ökümenik olmadığını ileri sürmüşlerdir. 612 Papanın yanılmazlığı dogması, Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi arasında diğer dogmatik ayrılıkların nihai çözüm yollarını da doğrudan etkileyen en temel tartışma konularının başında gelmektedir. Aslında Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi Kilisenin müntesipleri için bağlayıcı kararlar almak için Tanrı tarafından yetkilendirildiğini, daha doğrusu Kilisenin ilahi yanılmazlığa sahip olduğu hususunda hemfikirdirler. Ancak Ortodoks Kilisesi, Kiliseye ait olan yanılmazlığın herhangi bir organa ya da şahsiyete ait olmadığı hususunda Katolik Kilisesi‟nden ayrılır. Ortodokslara göre yanılmazlık vasfı sadece içsel (deruni) olarak kiliseye aittir ve Papalık gibi herhangi muayyen bir kuruluş bu vasfa haiz değildir.613 Ortodokslar eski Kilisenin hiçbir surette Roma Piskoposunu hatadan münezzeh addetmediğini ve eski papaların da hiçbir zaman yanılmazlık iddiasında bulunmadıklarını ileri sürerler ve bu iddialarına da 680 yılında toplanan III. İstanbul Konsili‟nin Papa Honorius‟u monotelitizm (İsa‟da tek bir iradenin var olduğu) inancından dolayı heresiye kaydığı gerekçesiyle kınamasını hatta aforoz etmesini delil gösterirler. Roma Katolik Kilisesi ise Papa Honorisun‟un bu inancı ex cathedradan ilan etmediğini ileri sürer. Yine Ortodokslara göre I. Vatikan‟da kabul edilen yanılmazlık dogması adeta bütün papalar için koruyucu bir kalkan oluşturmuş ve papalık görevi için gerekli liyakat ölçülerinin göz ardı edilmesine neden olmuştur ki onlara göre özellikle İtalyan rönesansı döneminde zihnen ve bedenen makamın gereklerini yerine getirmekten aciz dirayetsiz papalar iş başında bulunmuştur. Oysa Ortodoks Kilisesi böyle yetersiz patrikleri uzaklaştırmıştır.614 Roma Katolik Kilisesi, Kilisede papanın en üstün (supremacy) bir konumda bulunup evrensel yargılama yetkisine sahip olduğu şeklinde bir tek adamlığı öne çıkarırken Ortodokslar, piskoposlardan müteşekkil bir heyet (college of bishops) ve ökümenik konsil terimlerini ileri sürerler. Roma Katolik Kilisesi papanın yanılmazlığını vurgularken Ortodoks Kilisesi ise kendisi dışında kurtuluşun olmadığı bir ve bütün olarak 612 Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s. 110; Ware, The Orthodox Church, s. 36 ve 210. Bkz. Manabu Waida, “Authority”, ER, vol. 1, s.4; McGuckin, The Orthodox Church, s. 104; Cleenewerck, His Broken Body,s. 43 ve 310. 614 Bkz. Archpriest John W. Morris, The Historic Church: An Orthodox View of Christian History, AutorHouse, Bloomington 2011, s. 96 ve 214. 613 194 Kilisenin yanılmazlığına inanırlar. Kilisenin bu yanılmazlığı ise genel olarak ökümenik konsiller vasıtasıyla açığa çıkar.615 “Tanrı‟nın yeryüzünde yaşayan imajı ve evrensel (catholic) Kilisenin bütün sakramentlerinin kaynağı” olarak görülen Kilisede havarisel silsileye dayanan hiyerarşik bir yapılanma vardır ve bu yapılanma Ortodoks ilahiyatında çok büyük önem taşır. Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılan Ortodoks bir piskoposun cemaati idare etmek, onlara öğretimde bulunmak ve sakramentleri yönetmek gibi üç önemli yetki ve sorumluluğu vardır. Ortodoks ilahiyatına göre inanç öğreticisi olarak piskoposlar Tanrı tarafından atanmışlardır. Ancak inancın tek koruyucusu piskoposluk değildir. Piskoposlarlar, diğer ruhban sınıfı ve ruhban sınıfı dışından Tanrı‟nın bütün kulları hep birlikte inancı kaim tutmakla yükümlüdür. Hakikati ilan etmekle hakikate sahip olmak aynı şey değildir. Bütün herkes hakikate sahip olabilir ancak onu ilan etmek piskoposluk makamının işidir. Yanılmazlık münhasıran sadece piskoposluğa ait olmayıp bütün bir Kiliseye aittir. Bu durum Ortodoks patriklerin 1848 yılında Papa IX. Pius‟a yazdıkları mektupta şu şekilde ifade edilmektedir: “Bizim aramızda ne patrikler ne de konsiller hiçbir şekilde yeni bir öğreti ortaya koyamaz. Dinin hâmisi bütünüyle Kilisenin bedeni, yani inananların ta kendisidir.”616 Bu ifadeleri Khamiakov şu şekilde yorumlamaktadır: “Papa, kilise hiyerarşisinin dogmanın muhafızı olduğunu hesaba kattığı takdirde büyük bir hata içerisindedir. Çünkü Hıristiyan dogmasının kaim ve şaşmaz hakikati herhangi hiyerarşik bir düzene bağlı değildir. O, bütün bir cemiyet, Mesih‟in bedeni olan Kilisenin bütün müntesipleri tarafından korunur.”617 Yanılmazlığı bütünüyle Kiliseye atfeden ve Kilisenin de sahip olduğu bu yanılmazlığın ökümenik konsillerle ifşa edildiğine, diğer bir tabirle potansiyel olarak Mesih‟in yolu üzerinde bulunup hatadan münezzeh ve yanılmaz olan Kilisenin yanılmazlığı ökümenik konsiller vasıtasıyla tecelli eder. Ökümenik konsillerde alınan kararlar şaşmaz doğrulardır. Ancak Ortodokslar bir konsilin ökümenik karaktere haiz 615 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 243, 251-2; ayrıca bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 125. 616 Mektubun tam metni için bkz. http://orthodoxinfo.com/ecumenism/encyc_1848.aspx, (06.12.2014). 617 Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 253-255. 195 olabilmesi ve yanılmaz kararlar alabilmesi için hangi kriterlere sahip olması gerektiği konusunda net bir tanımlamada bulunmazlar. Ortodokslara göre bir konsilin ökümenik olabilmesi için sadece harici ya da fiziki kriterler, kem‟iyet, konsile katılan üye sayısı ve bunların dağılımı yeterli değildir. Bir konsilin ökümenikliği için konsil kararlarının bütün bir Kilise tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Genel olarak Ortodokslar daha önce de belirttiğimiz gibi ilk yedi konsili ökümenik olarak kabul ederler. 618 Ökümenik bir konsilde piskoposlar hakikatin ne olduğunu ortaya koyar ve onu ilan ederler ve konsilin ilan ettiği bu hüküm bütün bir Hıristiyan cemaatin onayıyla tasdik edilir. Ancak bu onay, bir kural ve kaide olarak, sarih ve formal bir şekilde olmaz, ancak yerleşik bir hüküm olarak yaşar. Zira Kilisenin yanılmazlığı maddileştirilemediği gibi çok cismani bir anlamda da anlaşılamaz. Çünkü bir konsilin kararlarını bağlayıcı kılan onun ökümenikliği değil, onun (yanılmaz) hakikatleridir. 619 Ortodoks Kilisesi papanın yanılmazlığının bir icrası olarak gösterilen Meryem‟le alakalı olarak onun lekesizliği, kusursuzluğu (immaculate conception) ve onun göğe yükselişi (assumption) dogmalarının anlamlarının çok geniş tutularak tazimde ileri gidildiğini ifade etmiştir. Meryem konusu aynı zamanda Ortodokslarla Katolikler arasında temel ökümenik bir problematik olarak da varlığını korumaktadır.620 4.2. Protestan Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine YaklaĢımları Protestanlık621 Martin Luther‟in Katolik Kilisesi‟ne karşı başlatmış olduğu bir harekettir. Luther, Katolik Kilisesi‟nin bir papazı olarak yıllarca bu kiliseye hizmet 618 Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 22-3. Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 256-8. 620 Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 125, 128 ve 132. 621 “Protestan” terimi, kendilerini Roma Katoliklerinden ve Ortodoks Doğu Kiliseleri‟nden bilerek ayrı tutan Hıristiyan Kiliseleri ve toplulukları için ilk defa 1529‟da Spire‟de toplanan bir politik mecliste kullanılmıştır. Bu tarihten üç yıl önce 1526‟da İmparator Şarlken kendisinden Lutherci reformu desteklemesini isteyen Alman prenslerle geçici bir anlaşma yapmıştı. 1539 yılında bu kararından vazgeçerek herkesin Roma‟ya bağlı kalmak zorunda olduğunu açıkladı. İmparatorun bu tavrını protesto eden Luther yanlısı prensler şu deklerasyonu yayımladılar: “Koruyucu, günahtan kurtarıcı ve bir gün hakimimiz olacak olan yegane yaratıcımız Tanrı önünde protesto ediyor ve Tanrı‟ya, Kutsal Sözü‟ne, vicdanımıza ve Spire‟deki son karara aykırı olarak hiçbir kararı benimsemiyoruz.” 19 Nisan 1529‟da beş prens ve on dört kent yöneticisi tarafından gerçekleştirilmiş olan bu protestoda imparatorun ve Katoliklerin kararlarının kendilerini bağlamayacağı belirtilmiş ve 619 196 etmiş bir insandır. Onun reform teolojisinin oluşmasına neden olan zihinsel yapılanması, bu kilise bünyesinde şekillenmiştir. Luther, “Sadece imanla aklanma” anlayışını bile kilise ortamı içerisinde geliştirmiştir. Dolayısıyla onun bütün Katolik Kilisesi‟ni karşısına alan bir reform sürecini bir anda başlattığı söylenemez. Zira Luther‟in başlangıçtaki söylemi, papalığın ve ruhban sınıfının, kutsal metin doğrultusunda bir ıslah sürecine girmeleri gerektiği üzerinedir. 622 Nitekim H. G. Wells‟in ifadesine göre reformasyon devrinde kilisenin gücüne değil zaafına itiraz edilmişti. Kiliseye karşı içeriden ve dışarıdan verilen mücadele, kilise etkinliğinin azaltılması için değil, aksine dini etkinliğin daha çok derinleştirilmesi için yürütülen bir hareketti.623 Luther, başlangıçta ıslah etme niyetinde olduğu Katolik Kilisesi‟ni daha sonra “deccal” olarak nitelendirip tamamen reddetmiştir. Zira Luther‟in amacı deccal bir papanın elindeki Katolik Kilisesi‟nden Hıristiyanları çekip kurtarmak, özgürleştirmektir. Bunun için de Papalığın Hıristiyanlar üzerinde otorite oluşturup dünyevi kazanımlar elde ettiği bütün argümanları elinden alarak Hıristiyanların dünyevileşmesini önermiştir.624 Luther‟in yıllardır bünyesinde din eğitimi aldığı ve hiyerarşisi içersinde adım adım yükseldiği Katolik Kilisesi ve Papalığa karşı gelmesinin ilk adımı, papalığın endüljans uygulamalarına yönelik eleştirileridir. Endüljanslara yönelik eleştirilerini 95 maddelik bir manifesto olarak 1517 yılında Wittenberg Kilisesi‟nin kapısına asarak ilan eden Luther, Protestan Reformasyonunu bu tarih ile başlatmış olur. Aklanma sadece iman ile olur625 düsturunu benimseyen ve ibadetlerde din adamlarının aracılığını reddeden Luther, otorite olarak sadece Kutsal Kitap‟ı kabul etmiştir. Luther, “vaftiz suyundan çıkan herkesin Tanrı‟ya adanmış bir rahip, papaz ve papa olmakla övünebileceğini” öne sürerek “bütün inananların din adamlığı öğretisi”ni ortaya koymaktadır. Bu nedenle Katolik rahip, otoritesini papalığın onayı anlamında yukarıdan, yani Tanrısal bir kaynaktan elde ettiğine Luther‟in yanında yer alacaklarını bildirmişlerdir. Yukarıdaki metni imzalamış olanlara o günden itibaren “Protestan Prensler” adı verilmiştir. Bu olaydan itibaren Lutherci reformları tanıyanlar “Protestan” diye nitelendirilmişlerdir. “Protestan” terimi çok erken tarihlerden itibaren kullanılmış olmasına rağmen, Luther ile başlayan reform hareketlerinin ardından doğan kiliseleri ve bu doğrultudaki akımları belirtmek için 1620 dolaylarında kullanılmaya başlanmıştır. Bkz. Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yay. İstanbul 2004, s. 59-60. 622 Bkz. Hakan Olgun, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık, İz Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 194. 623 Bkz. Hoffer, Kesin İnançlılar, s. 78-79. 624 Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 236-237. 625 Romalılara Mektup 1:17. 197 inanırken, Lutheran rahip bu otoriteyi, temsil ettiği kişilerden oluşan beşeri fakat kutsanmış kilise cemaatinden, yani aşağıdan aldığına inanmaktadır. Dolayısıyla Lutheranlar, Katolik Kilisesi‟nin özel rahiplik sınıfı karakterine bağlı bir atama modelini reddederken, Tanrı‟nın sözünün doğru anlatılması ve sakramentlerin bu söze uygun bir şekilde yönetilmesi için resmi bir kilise rahipliği oluşturmanın gereğine inanmamıştır. Nitekim Lutheran teolojiye göre kilise, papalığın iddia ettiği gibi “yanılmaz” ve kurumsal yapısıyla değişmeyen bir oluşum değildir. Kilisenin Roma‟nın esaretinde olduğunu savunan Luther, kilisenin üç önemli duvarın yıkılmasıyla gerçek özgürlüğüne kavuşacağını belirtmektedir. Bunların ilki papa, rahipler, papazlar ve keşişlerin kilise görevlisi olmayan halk üzerindeki üstünlük iddiaları; ikincisi, kutsal metni yorumlama hakkının sadece papaya ait olduğu iddiası; üçüncüsü ise konsil toplama ve burada alınan kararları onaylama hak ve yetkisinin de yine sadece papanın uhdesinde olduğu iddiasıdır.626 Luther, Hıristiyan için tek otoritenin Kutsal Kitap olduğunu ve Hıristiyan cemaatin Tanrı sözü‟nden başka Papalık ve Katolik Kilisesi dahil bütün otoritelerden bağımsız olduğunu vurgulamıştır. Luther, Roma Kilisesi‟nin başlangıçta tüm kiliselerin en kutsalı olduğunu, ancak şu haliyle kanun dışı haydutların yatağı, utanç verici bir fahişe evi, günah, ölüm ve cehennem krallığı olduğunu ifade etmektedir.627 Papalık ve papa hakkında böylesi sert ifadeleri kullanan Luther‟in elbette onun yanılmazlığını kabul etmesi beklenemez. Zaten Lutheranizmde papanın varlığı ve meşruiyeti hemen hemen yok gibidir. Zira Protestanlar, sonradan ortaya çıkmış bir kurum olarak papalığı otoritenin, hiyerarşinin ve iktidarın mükemmel temsilcisi olarak görürler, yani papalık ve papa idari bir kuruluş olarak vardır, ancak Kitab-ı Mukaddes‟te yeri olmayan papanın dini açıdan herhangi bir önem ve değeri yoktur. Protestan anlayışına göre papa demek kardinaller, başpiskoposlar, papazlar topluluğu, yani bütün bir ruhban sınıfı demektir. Protestanlar, Kilisede papanın uhdesinde bulunan tarzda bir yetkinin kimseye verilmediğini savunarak bu yetkiyi reddederler. Bu durum aynı zamanda çözüm bekleyen bir Kilise yönetimi (ministry) sorunudur.628 Bundan dolayı Kilise ve papalık kurumunun dinsel anlamda “yanılmazlık” ve “tek 626 Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 200 vd. Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 213. 628 Bkz. Mehmet Aydın-Ahmet Hikmet Eroğlu, “Papalık” DİA, c. 34, s.161; Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 126. 627 198 yetkili” sıfatları Luther tarafından reddedildiğinden, papalık ve Kilise hiyerarşisi artık dini otoriteyi temsil etmemektedir. Bilakis dini otorite ve yanılmazlık vasfını haiz tek kaynak Kutsal Kitaptır ve bütün inananların onu yorumlama yetkisi vardır. Hiçbir kişi ve kurumun Kutsal Kitap‟ı yanılmaz yorumlama yetki ve selahiyeti yoktur. Devlet idarecileri de “bütün inananların din adamlığı” öğretisi doğrultusunda din adamlığı vasfına sahiptir. Bu doktrin ile Luther, Ortaçağ Avrupasında hakim görüş olan dini ve dünyevi otorite kategorisini de ortadan kaldırmıştır.629 Papanın yanılmazlık iddialarına yönelik olarak Protestan cepheden gelen itirazlardan en önemlisi İrlandalı teolog ve aynı zamanda bir matematikçi olan George Salmon‟dan gelmiştir. Salmon 1888 yılında kaleme aldığı The Infallibility of the Church 630 adlı hacimli eserinde papanın yanılmazlığı iddilarını esaslı bir eleştiriye tabi tutmuştur. Salmon, yanılmazlık vasfına sahip tek otoritenin Kutsal Metinler olduğunu ileri sürmüş ve Hefele ve Döllinger gibi papanın yanılmazlığı doktrininin tarihi ve teolojik mahzurlarını ortaya koymuştur.631 Katolik Kilisesi‟nin Petrus kanalıyla ileri sürdüğü geleneksel öncelik ve üstünlük iddialarının da güçlü delillere dayanmadığını iddia etmiştir. İncillerde geçen ve Roma‟nın üstünlük ve yanılmazlık iddialarına kanıt olarak gösterdiği pasajların ilk dönemlerde bu şekilde yorumlanmadığını ileri süren Salmon, Meryem‟in lekesiz doğum ve göğe yükselişi dogmalarının da Kutsal Metinlere ve geleneğe dayanmadığını ifade etmiştir.632 II. Vatikan Konsili‟nden itibaren daha yoğun bir şekilde gündeme gelen Hıristiyanların bölünmüşlüğünü ortadan kaldırıp birleşik bir Christendom oluşturma gayretlerinde papanın bazı vasıflarının kullanılması gerektiğini belirten Protestanlar da bulunmaktadır. Ökümenik hareket için kullanılabilecek bu vasıflar arasında en önemlileri papanın bir birlik simgesi olması ve onun yanılmazlığıdır. Bu görüşü ifade eden Protestanlar, papanın bu vasıflarının ökümenik hareket için geliştirilecek olan 629 Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 206 ve 215; Olgun, Protestanlık, s.213-219. 630 Bkz. George Salmon, The Infallibility of the Church: A Course of Lectures, John Murray, London 1888. 631 Papanın yanılmazlığı doktrinine yönelik olarak Protestan cepheden gelen itirazlar genel olarak Ortaçağda Papalık kurumunun içerisinde bulunduğu yozlaşma ve önceki papaların yanlış doktrinel kararları çerçevesinde yapılmaktadır. Bkz. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the Middle Ages, s. 41. 632 Salmon‟un bu eleştirilerine de Katolik cenahtan karşı tezler ileri sürülmüştür. Bkz. B. C. Butler, The Church and Infallibility: A Reply to the Abridged “Salmon”, Sheed & Ward, London & New York 1954. 199 teolojiye model olmasını kastetmektedirler. 633 Yoksa papalık şemsiyesi altında bir araya gelmek ya da papanın yanılmazlığını kabul etmek anlamında değildir. Zaten ekümenizm önündeki en büyük engelin Roma Katolik Kilisesi‟nin üstünlük iddialarının yattığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Lutheran Protestanlara göre ekümenizm için yanılmazlığın felsefi yorumu mühim bir mesele değildir. Onlara göre asıl mesele Eklesial politik bir mesele olarak otoritenin tanımlanmasıdır. Lutheranlar dar anlamda yanılmazlık doktrininden ziyade papanın öğreti otoritesi üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Yani, tek otorite olarak Kutsal Kitap‟ı gören Lutheranlara göre papanın evrensel Kilisenin bir pastörü olarak yargılama önceliğine sahip olduğu iddiası ökümenik tartışmalardan verimli bir sonuç alınmasını engellemektedir. Bundan dolayı papaya izafe edilen bu vasıfların yeniden bir tanımlamasının yapılması gerekmektedir, aksi takdirde Protestanlarla Katoliklerin yeniden bir araya gelmeleri mümkün görünmemektedir.634 XVI. yüzyılın ilk yarısında Roma Katolik Kilisesi‟nden ayrılarak müstakil bir kilise olarak yoluna devam eden Anglikan Kilisesi, inanç ve ibadette büyük ölçüde benzediği Roma Katolik Kilisesi‟nden Kilise anlayışı noktasında ayrılır. 1534 yılında kabul edilen “Üstünlük Kanunu” (Act of Supremacy) ile papanın yetkileri Canterbury başpiskoposu ile İngiltere kralı arasında paylaşılmıştır. Kendilerini gerçek Katolik Kilise olarak nitelendiren Anglikan Kilisesi, papayı Kilisenin başı olarak görmemekte, dolayısıyla onun yanılmazlığını da kabul etmemektedir. Diğer Protestan Kiliseler gibi Kutsal Kitap‟ı tek otorite kabul eden Anlikan Kilisesi‟nde papanın üstlendiği rol monarşinin başı olan krala verilmiştir.635 Evanjelik 636 ve Fundamentalist Hıristiyanlar 637 gibi reform karakterli diğer Hıristiyan gruplar da tek otorite ve yanılmaz (inerrancy) olarak Kutsal Kitap‟ı kabul ettikleri (Biblicism) için papanın yanılmazlığı doktrinini kabul etmezler.638 Örneğin 633 Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 293. Bkz. Braaten ve Jensen, Church Unity and the Papal Office, s.113-4; Lindbeck, Infallibility, s. 12. 635 Bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve Günümüz İngiltere’sinde Yeri, s. 88. 636 Evanjelik hareketin doğuşu, evanjelik dini gruplar, ortak özellikleri ve teolojileri için bkz. Ali İsra Güngör, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005. 637 Fundamentalist Hıristiyanlık için bkz. Ali Rafet Özkan, Fundamentalist Hıristiyanlık (Yedinci Gün Adventizmi), Alperen Yayınları, Ankara 2002. 638 Fundamentalist Hıristiyanlara göre İncil Tanrı‟nın sözü olduğu için yanılmaz mutlak hakikatleri ifade eder. Bundan dolayı (Darvin‟in evrim teorisi gibi) İncil öğretilerine karşı yapılan herhangi bir meydan okuma doğru olmadığı gibi aynı zamanda günahtır. Bkz. Steve Bruce, Fundamentalism, Polity Press, UK and USA 2008, s. 69; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca bkz. Ned B. Stonehouse, 634 200 Presbiteryen Kilisesi‟nin inanç esaslarını ihtiva eden Westminster İnanç Bildirgesi‟nin birinci bölümünün 9 ve 10. maddelerinde yanılmaz tek otoritenin sadece Kutsal Kitap olduğu ifade edilirken, yirmi beşinci bölümün 6. maddesinde ise Kilisenin başının sadece İsa Mesih olduğu vurgulanarak Roma papası deccal, günahın adamı ve azabın çocuğu şeklinde nitelendirilmiştir.639 Genel olarak bu tür hareketlerin papanın yanılmazlığına hatta bizzat papanın varlığına yönelik itirazları Kilise anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Bu Hıristiyanlar, Mesih‟in, Katolik Kilisesi‟nin iddia ettiği gibi papanın mutlak otoritesi altında piskoposlardan müteşekkil, görünen (visible) bir Kilise kurmadığını iddia ederek Kilisede hiyerarşik bir yapılanmayı kabul etmezler ve Luther‟in ileri sürdüğü “bütün inananların din adamlığı” prensibinden hareketle Katolik Kilisesi‟nin iddia ettiği Kutsal Kitap‟ın en doğru şekilde apostolik gelenek yoluyla magisterium tarafından yorumlanabileceğini de reddederler.640 Bazı teologlar ise Katolik bir dogma olarak papanın yanılmazlığının Protestanlarca yanlış anlaşılan bir mevzu olduğunu ileri sürerler. Onlara göre öncelikle Protestanlar papayı yekpare bir beden olan Kilisenin başından ziyade bir diktatör (autocrat) olarak görürler. İkinci olarak Protestanlar çok sefer Kiliseye politik bir bakış açısıyla yaklaşarak orada demokratik unsurların var olmasını isterler. Katolik cenah ise bu teze İncillerden hareketle itiraz eder. İncillere göre Kilise denilen yapı organik bir yapıdır ve hiçbir organik yapıda demokrasi bulunmaz. Katoliklere göre bir diğer yanlış yorumlama ise, Protestanlar yanılmazlığı çok zaman papanın şahsına bağlı anlarlar ki gerçekte yanılmazlık papanın şahsı ile ilişkili olmayıp makamla bağlantılıdır ve sadece inanç ve ahlaka müteallik bir dogma tanımlamada geçerlidir.641 “The Infallibility of Scripture and Evangelical Progress”, Bulletin of the Evangelical Theological Society, 1.1. (Winter 1958), ss. 9-13. 639 Bkz. http://www.reformed.org/documents/wcf_with_proofs/, (05.12.20014). 640 Bkz. Güngör, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, s. 115 vd; Karl Keating, Catholicism and Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, s. 230; Timothy Larsen & Daniel J. Trier, The Cambridge Companion to Evangelical Theology, Cambridge University Press, New York 2007, s. 38 vd; Ayrıca bkz. H. Şule Albayrak, “Tarihi ve Sosyal Bir Realite Olarak Amerika Birleşik Devletleri‟nde Gelişen Protestan Fundamentalizmi”, MÜİFD 42 (2012/1), s. 131. 641 Bkz. Ray, Upon This Rock, s. 58 dipnot. 201 4.3. Yanılmazlık Doktrini ve Diğer Kiliselerle ĠliĢkiler Papalık, doğrudan kendisine bağlı olmayan bazı kiliselerle farklı bir ilişki içerisindedir. Anglikan Kilisesi ile bazı Ortodoks ve Protestan Kiliseler, kendilerini Katolik (evrensel) saymakta ancak papanın otoritesini tanımamaktadırlar. Doğu Hıristiyanları içerisinde de “Uniate Kiliseler” 642 adı verilen kiliseler içerisinde, birincilerin tersine ana Ortodoks Kiliseye bağlı olup kendilerine has inanç ve ibadete sahip olmalarına, yani Roma tarzı ibadet etmemelerine rağmen Kıptiler, Süryaniler, Keldaniler ve Ermeniler gibi papanın otoritesini kabul edenler bulunmaktadır.643 Keldaniler (Chaldean), ilk dönem kristolojik ve mariyolojik tartışmalar neticesinde Batı Kilisesi tarafından heretik addedilerek aforoz edilen Nasturîlerilerle aynı inanç, ibadet, gelenek ve yaşayışı paylaşan bir mezheptir. Nestorius (Nastur), Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde çok sık yaşanan İsa‟nın tabiatı üzerine olan tartışmalarında İsa‟nın hem insan hem Tanrı olmak üzere iki tabiata sahip olduğunu savunmuştur. Meryem‟in “Tanrı anası” (theotokos) değil, insan anası ya da Mesih‟i doğuran anlamında Cristotokos olduğunu, dolayısıyla İsa‟nın insan olarak doğduktan sonra Tanrı tabiatını kazandığını, yani Kilise Tarihi‟nde diofizitçilik (çift tabiatçılık) adı verilen düşünceyi dile getirmiştir. İşte bu görüşün taraftarları Nestorius‟a nispetle Nasturîler adını almıştır. Bilindiği gibi İstanbul patriği Nestorius‟un bu görüşleri 431 Efes Konsili‟nde reddedilmiştir.644 Ancak bunlardan bir grup, patrik seçimlerindeki 642 Slav dilindeki „Unia‟ kelimesinden türetilen „Uniate‟ terimi yaygınlık kazandığı dönemde olmasa da günümüzde küçültücü bir anlam ihtiva eder. Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 412. 643 Bkz. Gilley & Stanley, a.g.e., s. 412; Harman, “Katoliklik” s. 56-58. 644 Sonu gelmeyen ilk dönem İsa‟nın tabiatı tartışmalarında İskenderiye cemaati ile Antakya cemaati arasında monofizit-diyofizit tartışması yaşanmıştır. İskenderiye tarafından Cyril‟in Antakya tarafından da Nestorius‟un ön plana çıktığı bu tartışmaya bir son vermek için 431 yılında Efes Konsili toplanmıştır. İmparator II. Theodosius,‟un Batı‟daki iktidar ortağı Valentianus ile anlaşarak karar verdikleri bu konsilde Nestorius ve onun görüşleri aforoz edilmiş ve Nestorius‟un İsa‟da hem hem Tanrı hem insan olmak üzere iki tabiat olduğu yönündeki diofizit akide reddedilerek İsa‟da tek bir ilahi tabiatın olduğu ve bu ilahi tabiatın insani yönü mezcettiği şeklinde karar alınmıştır. Ayrıca Meryem‟in Tanrı anası (Theotokos) olduğu kabul edilmiştir. Görüşleri reddedilerek aforoz edilen ve eserleri de İmparator Theodosius‟un emriyle yakılan Nestorius sürgüne gönderilmiş ve orada ölmüştür. Ancak bir şekilde yakılmaktan kurtulan ve XIX. yüzyılın sonlarında keşfedilen ve Nestorius‟a ait olduğu belirtilen bir kitaptan hareketle aslında Nestorius‟un Efes‟te mahkum edilen diofizit bir akideye sahip olmadığı, görüşlerinin Ortodoks akideye –bir şahıs iki doğa- uygun olduğu araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir. Ancak bir genel konsilin yanılmazlığı ve kararlarının sorgulanamazlığı ilkesi gereği Katolik dogmalardan hareket eden bazı araştırmacılar ya Nestorius‟un diofizit akideyi benimsediğini dillendirmektedirler ya da Nestorius ile Nesturîlik arasında bir ayrıma 202 usule itiraz ederek 1552 yılında Roma Katolik Kilisesi‟ne bağlanmışlar ve bu sayede Doğu‟da Batı ile aynı paralelde bir mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlara Roma tarafından Keldanîler adı verilmiştir. Yani Keldanîler, Nasturîlerden tepkisel bir hareketle ayrılarak Roma‟ya bağlanan ancak Nasturîlerle aynı inanç, ibadet ve geleneği paylaşan, resmiyette Katolik ancak inanç ve pratikte Nasturî olan bir mezheptir. Doğu ile Batı Hıristiyanlığı arasında bir köprü ve geçiş görevi gören ve doğulular gibi düşünüp yaşayan bu kilise mensupları resmiyette ve idarede Roma‟ya bağlıdırlar. 1552 yılında gerçekleşen bu entegrasyondan itibaren her iki taraf da birbirlerine şüphe ile yaklaşmışlardır. Batı Hıristiyanlarının son yüzyıllarda genlerine işleyen Doğu toplumlarını ikinci sınıf gören bakış açısı, aynı dini inancı paylaşmalarına rağmen Doğu Hıristiyanlarını da kapsamıştır. Roma Kilisesi Keldanîleri eski inanç ve ibadetlerine bağlı kaldıkları gerekçesiyle gerçek anlamda Katolik olmamakla itham etmişlerdir. Bununla birlikte Keldanî Kilisesi‟nin patrikleri Roma‟ya bağlıdır ve bunlar patrik seçildikten sonra papadan onay ve berat almak zorundadırlar. Aksi halde bu seçim kanuni geçerlilikten yoksun olur. 645 Bu siyasi bağlılık sebebiyle 1877 yılında Keldani Patriği Joseph (Yusuf) Audo 646 papanın yanılmazlığı dogmasını kabul etsede 647 bu samimi ve tüm Keldanileri kapsayan itikadi bir kabulden ziyade Roma‟ya olan resmi ve siyasi bağlılığın ve içinde bulunulan koşulların bir sonucu gibi görünmektedir. Daha lokal kalan diğer Uniate Kiliseler de aynı şekilde Roma‟ya bağlanarak dini ve idari olarak papanın otoritesi altına girseler de648 Doğu orijinli olan, Doğu Hıristiyanlarıyla aynı inanç ve ibadeti paylaşan bu kiliselerin hangi ölçüde papaların dini otoritesi altında bulunduğu tartışmaya açık bir konu olduğu gibi papanın yanılmazlığını kabul etmeleri de aynı şekilde sorunludur. giderek bu ikilemden kurtulma yoluna gitmektedirler. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Bkz. Muhammet Tarakçı, “Nestorius ve Kristolojisi”, UÜİFD, c.19, s.1, ss. 215-241. 645 Bkz. Kadir Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara 1997, s. 9 ve 12-3. 646 Joseph Audo aynı zamanda -eğer Keldanileri de Katolik kabul edersek- Doğu Katoliklerini temsilen Katolik (uniate) bir Ermeni olan Andon Hassoun ile birlikte I. Vatikan Konsili‟nde bulunmuştur. Konsilde doktrin karşıtlığıyla temayüz eden ve Doğu Kiliselerinin kendilerine özgü uygulamalarına saygı duyulması gerektiğinde ısrar eden Audo, 13 Hazirandaki ön oylamada ret (non placet) oyu kullanmış, 18 Temmuzdaki son oylamada ise papaya karşı oy kullanmaktansa Roma‟yı terketmeyi tercih ederek oylamaya katılmamıştır. Bkz. Frazee, Catholics and Sultans, s. 234 ve 236; Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 423. 647 Bkz. Aprem (Mar), The Chaldean Syrian Church of the East, Published by Indian Society for Promoting Christian Knowledge, New Delhi 1983, s. 40. 648 Bkz. Code of Canons of Oriental Churches, canon 671/3. 203 Ortodoks Kiliseler ailesine mensup 451 Kadıköy Konsili karşıtı monofizit bir kilise olarak Ermeni Kilisesi‟nin papaya bakışı da Ortodoks bakış açısını yansıtır. Din ile etnisitenin iç içe geçtiği Ermeni Kilisesi de Ortodokslar gibi papaya pastoral olarak “şeref önceliği” (first in honor) vermiştir. Ancak Ermeni Kilisesi papanın dini hiyerarşik otoritesini kabul etse de onun yanılmazlığını kabul etmez. Yanılmazlık yetkisini sadece Kilisenin bir organı olarak ökümenik konsillere atfeden Ermeni Kilisesi, dogmaların kaynağı olarak ilk üç konsili (325 İznik, 381 İstanbul ve 431 Efes) kabul etmiştir. 649 Kilisenin günahları bağışlama yetkisini de kabul etmeyen Ermeniler 650 en yüksek rütbeli din adamları olan katolikoslara da herhangi bir yanılmazlık atfında bulunmazlar. Hatta tarih boyunca bazı katolikoslar hata, yetersizlik ve ulusla uyuşmazlık gibi nedenlerden dolayı ya istifa etmiş ya da devrilmiştir.651 Yine Doğu Hıristiyanlığı karakteristiğine sahip bir diğer grup olan Süryaniler de Kadıköy Konsili kararlarına muhalefet ederek Batı Kilisesi tarafından aforoz edilmişlerdir. Ermeniler gibi ilk üç konsilin kararlarını kabul eden Süryaniler de hiçbir şekilde papanın yanılmazlığı söz konusu değildir. Süryanilerde patrik, Petrus‟un halefi olarak kabul edilse de temsil patriğin şahsında değil kilisededir.652 Ancak Doğu‟nun bu kadim Hıristiyan geleneğide Katolik misyonerlerin çalışmalarından nasibini almış ve onlardan bir grup Roma‟nın otoritesi altına girmiştir. Süryani papazlara, Kadıköy Konsili kararlarına açık bir şekilde muhalefeti terk etme ve papanın üstünlüğünü kabul etme gibi küçük değişikliklerle Katolikliğe geçiş izni verilmiştir. Süryaniler de Roma‟yı İskenderiye ve Antakya ile birlikte üç eski apostolik merkezden birisi olarak kabul etmektedirler.653 Çoğunluğu Mısır‟da bulunan ve dört milyona yakın müntesibi ile İskenderiye‟deki Kıpti patriği tarafından yönetilen Kıpti Ortodoks Kilisesi, kendisini Hıristiyanlığın teolojik gelişiminin temelinde yer alan İskenderiye ekolünün devam ettiricisi olarak kabul eden İznik inanç akidesine bağlı monofizit bir kilisedir.654 451 649 Bkz. Hratch Tchilingirian, The Armenian Church: A Brief Introduction, Western Diocese of the Armenian Church, Burbank 2008, s. 13; http://www.armenianchurchlibrary.com/FAQ.html, (14.06.2014); Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, III. Baskı, Ankara 1997, s. 309. 650 Bkz. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 309. 651 Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 371. 652 Bkz. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 305. 653 Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 200 ve 239 vd. 654 Bkz. Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, s . 138. 204 Kadıköy Konsili ile sonraki yıllarda toplanan hiçbir konsili ökümenik konsil olarak kabul etmeyen Kıptiler dolayısıyla papa ya da papayla birlikte piskoposlarının yanılmazlığına inanmazlar. Ayrıca Kıptiler İskenderiye, Antakya ve Roma Kiliselerinin eşit statüde olduklarını ileri sürerler.655 655 Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, 75-6 ve 145-6. 205 SONUÇ Miladi çağın başlarında tarih sahnesine çıkan Roma Katolik Kilisesi, köken itibarıyle kendisini Petrus‟a, Petrus kanalıyla da İsa‟ya dayandırıp üstün vasıflarla tanımlayarak emsallerinden ayrışma yoluna gitmiştir. Bu kilisenin en tepe noktasında bulunan papalar, kendilerini İsa‟nın vekili, Petrus‟un halefi addederek inanç ve ibadete müteallik konularda ortodoksiyi tespit eden, heresiyi kınayan bir temyiz ve karar merci olarak konumlandırmış ve bu yönde uygulamalarda bulunmuşlardır. Hıristiyan teolojisinde, Tanrısal bir lütuf olarak görülen ve üzerinde güçlü bir ittifak bulunan yanılmazlık anlayışı, Kilisenin kuruluş yıllarına kadar götürebileceğimiz çok eski bir tartışma konusudur. Tartışmanın nedeni ise yanılmazlığın olup-olmadığından ziyade, bir bütün olarak Kilise ve Kilisenin bir karar organı konsillere mi, yoksa evrensel (Katolik) Kilisenin başı addedilen papaya mı ait olduğu hususundadır. Katolik ve Ortodoks Kiliseler vechesinden Kilise ve papa ekseninde XVI. yüzyıla kadar devam eden yanılmazlığın tahsisi konusundaki bu tartışma konusuna Reformasyonla birlikte Protestanların iddiası olarak üçüncü bir unsur olarak Kutsal Kitap da eklenmiştir. Papanın yanılmazlığı doktrini, Roma Katolik Kilisesi‟nin evrensellik, eşsizlik-emsalsizlik, öncelik ve üstünlük gibi geleneksel güç ve otorite iddialarının bir sentezi ve bu iddiaların en vurgulu bir şekilde dile getirilişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Gücünün zirvesinde olduğu dönemlerde yanılmazlık yetki ve salahiyetine kendisini haiz görerek bu minvalde uygulamalarda bulunan ve bu tür bir tanımlamaya ihtiyaç hissetmeyen Papalık, gücünün aşınmaya uğradığı dönemde bir savunma mekanizması olarak yanılmazlık doktrinine başvurmuştur. Her zaman kriz dönemlerinde toplanan konsiller gibi I. Vatikan Konsili de Rönesans ve Reformasyonla başlayıp Fransız İhtilali ve aydınlanma ile ivme kazanan epistemolojik, teolojik ve politik meydan okumaların olduğu bir dönemde karşılaşılan bunalımlar için çareler aramak, tehdit olarak görülen zararlı akımlara karşı bir ağırlık merkezi oluşturmak amacıyla toplanmıştır. Kahir ekseriyetini Kilisede papayı merkeze alan ultramontanist piskoposların oluşturduğu I. Vatikan Konsili, Pastor Aeternus adlı yasayla papanın itikadi ve ahlaki konularda yanılmaz 206 yorumlama ve doktrin belirleme hak ve eyetkisine sahip olduğunu Katolik bir inanç akidesi olarak ilan etmiştir. Konsilde formüle edilen, müzakere edilen ve dogmalaştırılan yanılmazlık anlayışının verbal-literal ya da şifahen ilk dile getirildiği dönem, kişi ve konu olarak genellikle XIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısı, taraflarını da Papa III. Nicholas, Fransisken teolog Peter Olivi, Papa XXII. John ve diğer Fransiskenler‟in oluşturduğu Fransisken öğretileri üzerinde yaşanan tartışmalar gösterilmektedir. Ancak Fransisken teologların ileri sürdüğü papanın yanılmazlığı anlayışıyla I. Vatikan Konsili‟nin kabul ettiği dogma arasında amaç ve içerik bakımından fark vardır. Fransiskenlerin papaya atfettikleri yanılmazlık, havari Petrus kanalıyla intikal eden inayetten ziyade tarikat taassubundan kaynaklanan çelişkili bir görünüm arz etmektedir. Fransisken görüşleri benimeyen Papa III. Nicholas yanılmaz addedilirken bu görüşleri kınayan Papa XXII. John sahte ya da heretik addedilmiştir. Dolayısıyla Olivi, papanın yanılmazlığı telakkisini ilk defa ortaya koyan kişi olsa da I. Vatikan‟da tanımlanan yanılmazlık doktriniyle bunun temellendirilmesi zor görünmektedir. I. Vatikan Konsili teolojik olarak Petrus kanalıyla gelen silsileye vurgu yapmış ve papalar listesinde ortodoks ya da heretik ayrımına gitmemiş, görev yapan bütün papalar ortodoks papalar olarak kabul edilmiştir. I. Vatikan Konsili‟nde tanımlanan yanılmazlık doktrini daha ziyade, Roma Kilisesi‟nin asırlar boyu işlediği geleneksel öncelik ve üstünlük anlayışının abartılı bir ifadesi, aynı zamanda bilimsel, dini ve siyasi saldırıların arttığı olağanüstü şartlarda alınmış konjonktürel ve aynı zamanda anakronik bir durum olarak görülmektedir. Konsilde kabul edilerek dogmalaşan yasadan hareketle teologlar, papanın yanılmazlık yetkisi için belirli durum, koşul ve kriterler ortaya koymuşlardır. Kilise Hukukunda da belirtildiği üzere günümüzde hiçbir teolog papanın yanılmazlığını bu sınırlılıklar dışında mutlak anlamda ele almamaktadır. Buna göre papa, öncelikle bütün Hıristiyanların başı, öğretmeni ve çobanı olarak sahip olduğu en yüksek otoriteden (ex cathedra) bir doktrin tanımlamada bulunmalıdır. İkinci olarak papa inanç ve ahlaka müteallik konularda bir doktrin ortaya koymalıdır. Son olarak da papa tanımladığı itikadi ve ahlaki dogmanın bütün inananlar tarafından uyulması/tutulması gereken bir hüküm olduğunu resmen ve açık bir şekilde ifade 207 edilmelidir. Bu yönüyle papanın yanılmazlığı dogması Papalığın tarih boyunca takındığı özgüveni yüksek mağrur tutum ve davranışlar ile serdettiği görüşler yanında kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı bir mahiyet arz etmektedir. Papanın mutlak üstünlüğünü ve yanılmazlığını ortaya koyan bu dogma tartışmaları sona erdiremediği gibi Kilisedeki otorite tartışmalarını daha da alevlendirmiş, yanılmaz bir papanın yanında diğer piskoposların konumu tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar neticesinde II. Vatikan Konsili papaya hasredilen yanılmazlık doktrinini tekrar ele alarak papayla birlikte piskoposların da yanılmaz doktrinel tanımlamalarda bulunabileceğini belirtmiştir. Ancak piskoposlara da teşmil edilen bu yanılmazlık yetkisi papanın rıza ve onayı şartına bağlanmış, bir anlamda yanılmazlık mührünün papada olduğu, piskoposların da papaya bağımlı oldukları bir yanılmazlık yetkisi verilmiştir. II. Vatikan Konsili‟nde I. Vatikan‟da tanımlanan yanılmazlık dogması herhangi bir şekilde tartışma konusu olmamış, bu dogmaya herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Bu durum uzun bir tarihsel süreçte teşekkül eden geleneksel Katolik öğretilerle çelişmemek adına hassas bir siyaset izlendiğini de göstermektedir. Bir inanç akidesi olarak kabul edilen yanılmazlık yetkisinin icrası için ise genel olarak biri yanılmazlığın dogmalaşmasından önce diğeri resmen dogmalaşmasından sonra olmak üzere Meryem ile alakalı iki dogma gösterilir. Bunlardan ilki 1854 tarihinde IX. Pius‟un tanımladığı Meryem'in asli günahın bütün lekelerinden korunmuş olarak dünyaya geldiği “Lekesiz Doğum” (Immaculate Conception), diğeri ise 1950 tarihinde XII. Pius‟un apostolik yasayla ilan ettiği onun göğe yükselişi (Assumption of Mary) dogmalarıdır. Günümüze kadar olan dönemde papalar bu dogmalar dışında ex cathedradan herhangi bir tanımlamada bulunmaktan kaçınmışlardır. Bu çekimserliğin muhtemel sebebi de gelinen bilimsel düzeyde farklı çevrelerden ve tekrar bir araya gelme adına yürütülen ökümenik ilişkileri sekteye uğratacağı endişesiyle Ortodoks ve Protestan Kiliselerden gelebilecek tepkilerdir. Zira gelinen noktada Roma Katolik Kilisesi‟nin geleneksel dışlayıcı söylemlerinden vazgeçerek hemen her kesimi kucaklayıcı mesajlar verdiği, hatta Papa I. Francis‟in ateistlerin bile cennete gidebileceğini söyleyerek yeni bir Papalık imajı oluşturmaya çalıştığı bir dönemde Hıristiyan 208 Kiliseleri arasında ihtilaflı bir konu hakkında dogmatik tanımlamada bulunması beklenemez. Roma Katolik Kilisesi‟nden ayrılan Ortodoks ve Protestan Kiliseler için ise papanın yanılmazlığı yok hükmündedir. Ortodoks Kilisesi‟ne göre yanılmazlık bir bütün olarak Kiliseye ve Kilisedeki mutabakatın ifade edildiği ökümenik konsillere aittir. Ortodoks Kilisesi 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından sonra Roma Katolik Kilisesi‟nin öncülüğünde toplanan konsilleri ökümenik konsil olarak nitelendirmediğinden dolayı I. Vatikan Konsili de ökümenik vasfını haiz değildir ve burada alınan kararların herhangi bir geçerliliği yoktur. Papalığın uygulamalarına bir tepki olarak XVI. yüzyılda Katolik Kilisesi‟nden ayrılan Protestan Kiliseler için ise papanın yanılmazlığı bir yana başlı başına papanın varlığı bile tartışma konusudur. “Sadece iman, sadece Kutsal Kitap” sloganıyla hareket eden Protestan Kiliseler için tek yanılmaz otorite olarak Kutsal Kitap‟tır. 209 KAYNAKÇA Adam, Baki, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, İstanbul, Pınar Yayınları, 2002. Ağaoğulları, M. Ali - KÖKER, Levent, Ġmparatorluktan Tanrı Devletine, Ankara, İmge Yayınları, 2006. _______________, Tanrı Devletinden Kral-Devlete, Ankara, İmge Yayınları, 2004. Ağaoğulları, Mehmet Ali (ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal DüĢünceler, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012. Albayrak, Kadir, Keldanîler ve Nasturîler, Ankara, Vadi Yayınları, 1997. Albayrak, Şule H., “Tarihi ve Sosyal Bir Realite Olarak Amerika Birleşik Devletleri‟nde Gelişen Protestan Fundamentalizmi”, MÜĠFD, C. 42, S. 1, (2012), (121-140). Allison, Gregg R., Historical Theology: An Introduction to Christian Doctrine: A Companion to Wayne Grudem’s Systematic Theology, USA, Zondervan, 2011. Altholz, Josef L., “Ultramontanizm”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 15, ss. 119-120, 210 Aprem (Mar), The Chaldean Syrian Church of the East, New Delhi, Indian Society for Promoting Christian Knowledge, 1983. Arslan, Süleyman Huzeyfe, Statükodan DeğiĢime Milliyetçilik Ufku, Binyıl Yayınevi, Ankara, 2008. Atiya, Aziz S., Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, (Çev. Nurettin Hiçyılmaz), İstanbul, Doz Yayınları, 2005. Aubert, Roger, “Pius IX”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 11, ss. 356358. ____________, “Vatican Councils: Vatican I”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 15, (194-199). Aydın, Mahmut, “Vatikan Konsili”, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, C. 42, (568-571). Aydın, Mehmet-Eroğlu, Ahmet Hikmet “Papalık”, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, C. 34, (160-162). Aydın, Mehmet, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, AÜĠFD, C. 27, sy.1, (123-148). 211 Aydın, Mehmet, Hıristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, Konya, Selçuk Üniversitesi Basımevi, 1991. Baker, Todd D., Exodus From Rome: A Biblical And Historical Critique of Roman Catholicism, volume 1, Bloomington, iUniverse LLC, 2014. Barbier, Maurice, Modern Batı DüĢüncesinde Din ve Siyaset, (çev. Özkan Gözel), İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999. Başoğlu, Tuncay, “Hıristiyan Hukuku”, Ġslam Hukuku AraĢtırmaları Dergisi, S. 9, 2007, (25-66). Bihlmeyer, K.- Tuchle, H., I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, (Çev. Antun Göral), Güler Mabaası, 1972. Binns, John, An Introduction to the Christian Orthodox Churches, UK, Cambridge University Press, 2002. Bokenkotter, Thomas, A Concise History of the Catholic Church, New York, Doubleday, 1990. Braaten, Carl E. and Jensen, Robert W. (ed.), Church Unity and the Papal Office: An Ecumenical Dialogue on John Paul II’s Encyclical Ut Unum Sint, USA, Eerdmans Publishing, 2001. Brandi, S. M., “When Is The Pope Infallible”, The North American Review, Vol. 155, No. 433 (Dec. 1892), (652-660). 212 Brezzi, Paolo, The Papacy: Its Origins and Historical Evolution, (Translated by Henry J. Yannone), Maryland, The Newman Press, 1958. Bruce, Steve, Fundamentalism, UK and USA, Polity Press, 2008. Chadwick, Owen, A History of the Popes 1830-1914, New York, Oxford University Press, 2002. _________________, The Popes And European Revolution, Oxford, Clarendon Press, 2003. Cleenewerck, Laurent, His Broken Body, Understanding and Healing the Scism between the Roman Catholic and Eastern Orthodox Church, Washington, Euclid University Press, 2007. Collins, Roger, Keepers of the Keys of Heaven: A History of the Papacy, New York, Basic Books, 2009. Connell, Francis J., “Historical Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, The American Ecclesiastical Review, (May 1946), (340-346). Cross, F. L., (ed.), The Oxford Dictionary of the Christian Church, London, Oxford University Press, 1974. 213 Cuming, G.J. and Baker, Derek, Councils And Assemblies, Cambridge, Cambrıdge Unıversıty Press, 1971. Cunningham, S. Lawrence, An Introduction to Catholism, New York, Cambridge University Press, 2009. Curtis, William A. “Infallibility”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg, 2003, vol. IX, (256-278). Çatalbaş, Resul, Anglikan Kilisesi ve Günümüz Ġngiltere’sinde Yeri, Ankara, Basılmamış Doktora Tezi, 2012. Çelik, Mehmet, Fener Patrikhanesinin Ekümenik Ġddiasının Tarihi Seyri, İzmir, Akademi Kitabevi, 2000. Çiçek, Hatice, Papa’nın Yanılmazlığı Doktrini ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinini EleĢtirisi, Samsun, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010. Çoban, Bekir Zakir, GeçmiĢten Günümüze Papalık, İstanbul, İnsan Yayınları, 2009. Davutoğlu, Ahmet, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, Dîvân Ġlmi AraĢtırmalar, S. 9, yıl 5, 2000/2 (1-74). Dawson, Christopher, Ġlerleme ve Din, (Çev. Yusuf Kaplan ve Aylin Doğan), İstanbul, Açılım Kitap, 2003. 214 De Maistre, Count Joseph, The Pope; Considered in His Relation With The Church, Temparal Sovereignties, Seperated Churches, and The Cause of Civilization, New York 1975. Demirci, Kürşat, Bir Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi, İstanbul, Ayışığı Kitapları, 2005. _____________, “Ortodoksluk”, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, C. 33, (409-414). Denzinger, Henry, The Sources of Catholic Dogma, (Translated by Roy J. Deferrari from the Thirtieth Edition of Henry Denzinger‟s Enchiridion Symbolorum), USA, Loreto Publications, 1955. Doyle, Dennis M., “Journet, Congar and the Roots of Communion Ecclesiology”, Theological Studies 58 (1997), ss. 461-479. Döllinger, Johann Joseph Ignaz von, Letters From Rome on the Council By “Quirinus” Reprinted from the Allgemeine Zeiting, Authorized Translation, Rivingtons London, Oxford, and Cambridge, 1870. Dulles, Avery, Newman, New York, Continuum, 2005. ___________, “Newman On Infallibility”, Theological Strudies 51, 1990, (434-449). ___________, The Catholicity of the Church, Oxford, Clarendon Press, 1987. 215 Duncan, Graham A., “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church”, HTS Teologiese Studies/Theological Studies, vol 69 no 1 (2013), (1-8). Dunn, Geoffrey D., ““Validity of Baptism and Ordination in the African Response to the "Rebaptism" Crisis: Cyprian of Carthage's Synod of Spring 256”, Theological Studies, vol. 67 no. 2, (Jun 2006), (257-274). Durmaz, Sayime, “Yüksek Ortaçağ‟da Papa-İmparator Çatışması: Kılıç ile Âsâ‟nın Savaşı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1, 2010, (93-120). Edward, Henry, The True Story of the Vatican Council, London, Henry S. King & Co., 1877. Elaine M. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the Middle Ages, (Ed.) Stephen J. Harris and Bryon L. Grigsby, New York, Routledge, 2009. Eliade, Mircea, Dinsel Ġnançlar ve DüĢünceler Tarihi, (Çev. Ali Berktay), cilt II, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003. Eliade, M. – Couliano, I.P., Dinler Tarihi Sözlüğü, (Çev. A. Erbaş), İstanbul, İnsan Yayınları, 1997. Erb, Peter C., “Ultramontanism” The Cambridge Dictionary Christianity, (ed. Daniel Patte), USA, Cambridge University Press, 2010. 216 of Erbaş, Ali, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İstanbul, İnsan Yayınları, 2004. Eroğlu, Ahmet Hikmet, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”, AÜĠFD, C. 41, s.1, 2000, (309-325). ___________________, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, Ankara, Aziz Andaç Yayınları, 2005. Eusebios, Kilise Tarihi, (Çev. Furkan Akderin), İstanbul, Chiviyazıları Yayınevi, 2011. Fawkes, Alfred, “Papacy”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg, 1994, vol. IX, ss. 620-628. Fenton, Elizabeth, Religious Liberties: Anti-Catholicism and Liberal Democracy in Nineteenth-Century U.S. Literature and Culture, New York, Oxford University Press, 2011. Fessler, Joseph, The True and the False Infallibility of the Popes : A Controversial Reply to Dr. Schulte, London, Burns and Oates, 1875. Ford, John C., and Grisez, Germain, “Contraception and the Infallibility Of The Ordinary Magisterium”, Theological Studies, vol. 39, No. 2, (June 1978), (258312). Ford, John T., “Current Theology, Infallibility: A Review of Recent Studies”, Theological Studies, vol. 40, no.2 (Jun. 1979), (273-305). 217 ___________, “Infallibility” Commonweal, (26 Jan. 1996) s. 9. ___________, “Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term”, Homiletic & Pastoral Review, (March 2012). Fortin, Denis, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”, Andrews University Seminary Studies, vol. 41, no, 2, (Autumn 2003), (199-214). Fremantle, Anne, The Papal Encyclicals: In Their Historical Context, New York, New American Library, 1959. Frazee, Charles A., Catholics and Sultans: The Church and the Ottoman Empire 1453-1923, New York, Cambridge University Press, 1983. Gaillardetz, Richard R., By What Authority?: A Primer on Scripture, the Magisterium, and the Sense of the Faithful, USA, Liturgical Press, 2003. __________________, Teaching With Authority: A Theology of the Magisterium in the Church, USA, Liturgical Press, 1997. __________________, “The Ordinary Universal Magisterium: Unresolved Questions” Theological Studies, No. 3. (September 2002), (447-471). Garland, Dany, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, Homiletic & Pastoral Review 111/9, (June/July 2011), (48-54). 218 Geisler, Norman L. ve Mackenzie, Ralph E., Roman Catholics and Evangelicals: Agreements and Differences, USA, Baker Books, 2004. Gilley, Sheridan & Stanley, Brian, (ed.), The Cambridge History of Christianity, vol. 8, UK, Cambridge University Press, 2006. Gönenç, Levent, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”, Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, Ankara, Yetkin Yay., cilt II, 2008, (267-291. Granfield, Patrick, “Papacy”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 11, ss. 171183. Groppe, Elizabeth Teresa, “The Contribution of the Yves Congar‟s Theology of the Holy Spirit”, Theological Studies 62, 2001, (451-478). Guenon, Rene, Doğu DüĢüncesi, (Çev. L. Fevzi Topaloğlu), Ankara, İz Yayıncılık, 1997. Gündüz, Şinasi, “Dinlerde Ayrılık ve Çatışma: Ortodoksi-Heresi Kavgası”, ĠÜĠFD S. 9, Yıl: 2004, (1-19). ____________, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2001. Gündüz, Şinasi, (ed.) YaĢayan Dünya Dinleri, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007. 219 Güngör, Ali İsra, Cizvitler, Ankara, Berikan Yayınevi, 2012. ______________, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, Dinler Tarihi AraĢtırmalarıIII 2000. Yılında Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü, Geleceği), Ankara, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2002, (259–267). ______________, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, Ankara, Andaç Yayınları, 2006. ______________, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar ve Katoliklerin Yaklaşımları”, Dini AraĢtırmalar, C. XII, S. 34, Mayıs-Ağustos 2009, (7-26). ______________, Vatikan Misyon ve Diyalog, Ankara, Alperen Yay. 2002. Güngör, Celalettin, “Bir Reformasyon Öncüsü: Padovalı Marsilius”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XVI, y. 2012, S. 4, (183-247). Gross, Michael B., The War Against Catholicism: Liberalism and the Anti-Catholic Imagination in Nineteenth-Century Germany, USA, The University of Michigan Press, 2004. Hagen, Kenneth, (Ed.), The Bible in the Churches: How Various Christians Interpret the Scriptures, USA, Marquette University Press, 1998. 220 Hales, E. E. Y., Pio Nono: A Study in European Politics and Religion in the Nineteenth Century, New York, P. J. Kenedy & Sons, 1954. Hanson, Bradley C., Introduction to Christian Theology, Minneapolis, Fortress Press, 1999. Harman, Ömer Faruk, “Katoliklik, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, C. 25, (55-58). Hasler, August Bernhard, How The Pope Became Infallible: Pius IX and the Politics of Persuasion, Translated by Peter Heinegg, New York, Doubleday & Company, Inc. 1981. Hefele, Charles Joseph A History of The Christian Councils, From the Orfiginal Documents to the Close of the Council of Nicaea, (translated from German and edited by William R. Clark), T & T Clark, Edinburg 1871. Hennesey, James, The First Council Of the Vatican: The American Experience, New York, Herder And Herder, 1963. Hennessy, Paul K., “Infallibility in the Ecclesiology of Peter Richard Kenrick”, Theological Studies 45, (1984), (702-714). Hoffer, Eric, Kesin Ġnançlılar, (Çev. Erkıl Günur), İstanbul, İm Yayınları, 2005. Houtin, Albert, “Hıristiyanlığın Kısa Tarihi”, çev. Abdurrahman Küçük, AÜĠFD, C. XXV, 1981, 221 Hughes, Philip, A History of the Church, vol. II, The Church in the World the Church Created: Augustine to Thomas, London, Sheed and Ward, Tarihsiz. J. H.R., “The Supposed Fall of Honorius and His Condemnation”, American Catholic Quarterly Review, v. 7, 1882, (162-8). Jodock, Darrell, (ed.), Catholicism Contending With Modernity Roman Catholic Modernism and Anti-Modernism in Historical Context, United Kingdom, Cambridge University Press, 2000. Jones, W. T., Ortaçağ DüĢüncesi/Batı Felsefesi Tarihi, C. 2, (Çev. Hakkı Üner), İstanbul, Paradigma Yayınları, 2006. Kaçar, Turhan, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2009. _____________, “İstanbul Piskoposluğunun Doğuşu ve Yükselişi” Akademik AraĢtırmalar Dergisi 9-10, (Kasım 2000-Nisan 2001), (63-85). Kadic, Ante, “Bishop Strossmayer and the First Vatican Council”, The Slavonic and East European Review, vol. 49, no. 116 (jul., 1971), (382-409). Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ġlkeleri, (Çev. Dominik Pamir), İstanbul, Yaylacık Matbaacılık Ltd. Şti., 2000. 222 Keating, Karl, Catholicism and Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, San Francico, Ignatius, 1988. Ker, Ian, “Newman, The Councils, And Vatican II”, Communio: International Catholic Review 28 (Winter 2001) (708-728). Kertzer, Davit I., The Kidnapping of Edgardo Mortara, New York, Alfred A. Knopf, 1997. Kilcullen, John, “Ockham and Infallibility”, The Journal of Religious History, 16 (1991), (387-409). Kitabı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, İstanbul, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1997. Klausnitzer, Wolfgang “How can the Church Remain in the Truth”, International Journal for the Study of the Christian Church, 3:1, (47-67). Köstenberger, J. A. – Kruger, J. M., The Heresy Of Orthodoxy: How Contemporary Culture's Fascination with Diversity Has Reshaped Our Understanding of Early Christianity, Illinois, Crossway, 2010. Küng, Hans, Infallible? An Unresolved Enquiry, London, SCM Press, 1994. __________, The Council, Reform and Reunion, (Translated by Cecily Hastings), New York, Sheed and Ward, 1961. 223 Larsen, Timothy & Trier, Daniel J., The Cambridge Companion to Evangelical Theology, New York, Cambridge University Press, 2007. Lee, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, (Çev. Ertürk Demirel), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2004. Leslie, Shane, Henry Edward Manning: His Life and Labours, London, Burns Oates & Washbourne Limited, 1921. Letters of Archbishop Ullathorne, London, Burns & Oates, Tarihsiz. Lindbeck, George A., Infallibility, Milwaukee, Marquette University Press, 1972. Longhurst, Christopher Evan, “Other Sources on the Immaculate Conception of the Blessed Virgin Mary” The Catholic Response, vol. IX, no. 3, (November/December 2012), (14-19). Lowery, Mark, “Infallibility in the Context of Three Contemporary Developments”, Faith & Reason, vol. XXIII, nos 3 & 4, (1998), ss. 225-253. Magoulias, Harry J., Byzantine Christianity: Emperor, Church and the West, Detroit, Wayne State University Press, 1982. 224 Mayer, Jean François, “II. Vatikan Konsili‟nden sonra Hıristiyan dünyasındaki yeni temayüller ve gelişmeler”, Dîvân Ġlmi AraĢtırmalar, S. 9, yıl 5, 2000/2 (75-112). McBrien, Richard P., The Church The Evolution of Catholicism, Harper Collins e-books, 2008. McCool, Gerald A., Nineteenth-Century Scholasticism: The Search for a Unitary Method, USA, Fordham University Press, 1999. McClory, Robert, Power and the Papacy: The People and Politics Behind the Doktrine of Infallibility, Missouri, Triumph, 1997. McGuckin, John Antony, The Orthodox Church An Introduction to its History, Doctrine, and Spiritual Culture, USA and UK, Blackwell Publishing, 2008. Mensching, Gustave, Dini Sosyoloji, (Çev. Mehmet Aydın), Konya, Din Bilimleri Yayınları, 2004. Meyendorff, John, The Orthodox Church: Its Past and Its Role in the World Today, Crestwood, St Viladimir‟s Seminary Press, 1996. Michaud, E., “Old Catholicism”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, ss. 483-486. 225 Moody, Joseph N., “Gallicanism”, The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. V, (467-468) Moran, Valentine G., “Loisy‟s Theological Development”, Theological Studies, Vol. 40 Issue 3, (September 79), (411-452). Morris, Archpriest John W., The Historic Church: An Orthodox View of Christian History, Bloomington, AutorHouse, 2011. Mozley, Thomas, Letters from Rome on the Occasion of the Oecumenical Council, 1869-1870, vol. 2, London, Longmans Green, 1891. Mullett, Michael A., The Catholic Reformation, London and New York, Routledge, 2002. Murray, Paul D., “Roman Catholic Theology After Vatican II”, The Modern Theologians: An Introduction to Christian Theology since 1918, David F. Ford (ed.), USA and UK, Blackwell Publishing, 2005. Nielsen, Fredrik The History of the Papacy in the XIXth Century, vol. I, II, New York, E. P. Dutton & Company, 1906. Norwich, John Julius, Bizans 2 YükseliĢ Dönemi (M S 803-1081), (Çev. Selen Hırçın Riegel), İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2013. Oakley, Francis, The Conciliarist Tradition Constitutionalism in the Catholic Church 1300-1870, New York, Oxford University Press, 2003. 226 O‟Connel, Marvin R. “Trent, Council Of” The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 15, ss.33-39. Olgun, Hakan, “Katolik Kilisesi‟nin Endüljans Uygulaması ve Protestan Reformuna Etkisi”, OMÜĠFD, S. 18-19, 2005, (327-345). Olgun, Hakan, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık, İstanbul, İz Yayıncılık, 2006. O‟Malley, John W., A History of the Popes: From Peter to the Present, United Kingdom, A Sheed & Ward Book, 2010. ________________, “Reform, Historical Consciousness, And Vatican II‟s Aggiornamento”, Theological Studies, 32 (1971), (573-601). Ott, Ludwig, Fundamentals of Catholic Dogma, (Edited in English by James Canon Bastible, Translated from the German by Patrick Lynch), Cork, Roman Catholic Books, 1952. Parker, Kenneth L., “Henry Manning and Neo-Ultramontanism: The Anglican Context for an Oxford Movement Convert‟s Faith in Papal Infallibility”, Authority, Dogma and History: The Role of the Oxford Movement Converts in the Papal Infallibility Debates, Kenneth L. Parker, Michael J. G. Pahls (ed.), Palo Alto, Academica Press, 2009. 227 _________________, “Historical Consciousness And The First Vatican Council: Manning, Döllinger, Newman, And Acton‟s Uses Of “History” In The Papal Infallibility Debates” The Rise Of Historical Consciousness Among The Christian Churches, Kenneth L. Parker and Eric H. Moser (ed.), Lanham, University Press of America, 2013. Pollard, John F., Money and the Rice of the Modern Papacy: Financing the Vatican, 1850-1950, UK, Cambridge University Press, 2005. Powell, Mark E., Papal Infallibility As Religious Epistemology: Manning, Newman, Dulles, And Küng, (Doktora Tezi), USA, Southern Methodist University Dedman College of Humanities and Sciences, 2005. _____________, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility: Contributions of A Free-Church Theologian”, Theological Studies 74, (2013), (105118) Putz, Oliver, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and the Second Vatican Council, New Wineskins 2, no. 1, 2007, (11-30). Queen, Bishop Andre J., Old Catholic: History, Ministry, Faith and Mission, New York, iUniverse, 2003. Rollo-Koster, Joëlle and Izbicki, Thomas M., (ed.) A Companion to the Great Western Chism (1378–1417), Leiden & Boston, Brill, 2009. Rubenstein, Richard L., “Yirmibirinci Yüzyılda Din”, (Çev. Bekir Zakir Çoban), Doğu Batı, 20 (2002), ss. 89-101. 228 Russ, Jacqueline, Avrupa DüĢüncesinin Serüveni, (Çev. Özcan Doğan), Ankara, Doğu-Batı Yayınları, 2011. Salmon, George, The Infallibility of the Church: A Course of Lectures, London, John Murray, 1888. Schatz, Klaus, Papal Primacy: From Its Origins To The Present, (Translated from German by John A. Otto and Linda M. Maloney), USA, The Liturgical Press, 1996. Schiefen, Richard J. “Vaticanism in England, 1874-1875”, CCHA, Report 29, (1962), (9-24). Siegel, Paul N., Dünya Dinleri ve Ġktidar, (Çev. Selin Dingiloğlu), İstanbul, Yordam kitap, 2013. Spade, Paul Vincent, (ed.), The Cambridge Companion To Ockham, Cambridge, Cambridge University Press, 1999, Stebbing, George, The Story of the Catholic Church, London and Edinburg, B. Herder Book Company, Tarihsiz. Sullivan, Francis A., Magisterium: Teaching Authority in the Catholic Church, Eugene, Paulist Press, 1983. 229 Tanner, Norman P., Decrees of the Ecumenical Councils, London and Washington, Sheed & Ward, Georgetown University Press, 1990. _______________, The Church in Council Conciliar Movements, Religious Practice and the Papacy from Nicaea to Vatican II, London and New York, I.B. Tauris, 2001. Tarakçı, Muhammet, “Hıristiyanlkıkta Logos Doktrini”, Milel ve Nihal Ġnanç, Kültür ve Mitoloji AraĢtırmaları Dergisi, C. 8, S. 1, (Ocak Nisan 2011), (201-224). _________________, “Nestorius ve Kristolojisi”, UÜĠFD, C. 19, S. 1, 2010, (215-241). The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, (Official Documents, Diary, Lists Of Bishops), Burns, Oates, and co., Strand, Tarihsiz. Thomsett, Michael C., Heresy in the Roman Catholic Church, North Carolina, and London, McFarland & Company, Inc., Publishers, Jefferson, 2011. Taşpınar, İsmail “Katolik Kilisesi‟nin Modern Dünyaya Uyumu: II. Vatikan Konsili ve Katoliklerin Yaklaşımı”, MÜĠFD, C. 41, (2011/2), (107-120). Tchilingirian, Hratch, The Armenian Church: A Brief Introduction, Burbank, Western Diocese of the Armenian Church, 2008. Teselle, Eugene, “Gallicanism”, The Cambridge Dictionary Christianity, (ed. Daniel Patte), USA, Cambridge University Press, 2010. 230 of Testas, Guy & Testas, Jean, Engizisyon: Orta Çağ Hıristiyan Dünyasında Dinsel ġiddet, (Çev. Ali Erbaş), İstanbul, İnsan Yayınları, 2003. Tierney, Brian, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy: On A Recent Interpretation Of Olivi's Ecclesiology”, Theological Studies, 46, 1985, (315-328). ____________, Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the Concepts of Infallibility, Sovereignty and Tradition in the Middle Ages, Leiden, E. J. Brill, 1972. ____________, Religion, Law, and the Growth of Constitutional Thought 1150-1650, Cambridge, Cambridge University Press, 1982. Tümer, Günay-Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, III. Baskı, Ankara, Ocak Yayınları, 1997. Tyneh, Carl S., (ed.), Orthodox Christianity: Overview and Bibliography, New York, Nova Science Publishers, 2003. Ullmann, Walter, A Short History of the Papacy in the Middle Ages, London and New York, Routledge Taylor & Francis e-Library, 2005. Visser, Jan, “The Old Catholic Churches of the Union of Utrecht”, International Journal for the Study of the Christian Church, 3:1, (68-84) 231 Waida, Manabu, “Authority”, The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 1, ss. 1-7. Ware, Timoty, The Orthodox Church, England, Penguin Books, 1964. Welch, J. Lawrence, “The Infallibility of the Ordinary Universal Magisterium: A Critique of Some Recent Observations”, The Heythrop Journal, vol. 39, Issue 1, 1998, ss. 18-36. Witherow, Thomas, “History of the Vatican Council”, Southern Presbyterian Review 26.2 (April 1875), ss. 339-375. Woodhead, Linda, Hıristiyanlık, (Çev. Sevda Çalışkan), Ankara, Dost Kitabevi Yayınevi, 2006. Yel, Ali Murat, “Geleneğin Bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”, Divan Ġlmi AraĢtırmalar, C. III, S. 5, 1998/2, (33-55). Yıldırım, Münir, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Aziz Andaç Yayınları, 2005. 232 Ġnternet Kaynakları http://americamagazine.org/issue/378/article/beatification-pope-pius-ix, (12.05.2014) https://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/download/2987/2601, (15.03.2014). http://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/view/3568/3160, (15.01.2014). http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html, (23.03.2014). http://orthodoxinfo.com/ecumenism/encyc_1848.aspx, (06.12.2014). http://www.armenianchurchlibrary.com/FAQ.html, (14.06.2014). http://www.dusuncetarihi.com/makale/liberalizme-inancini-kaybetmis-olanlarnereye-siginacaklardir, (05.08.2013). http://www.dusuncetarihi.com/makale/papa-julius-bildirisi, (25.01.2015). http://www.franciscan-archive.org/bullarium/qquor-e.html, (25.04.2014). http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematicterm/, (25.05.2014). http://www.milliyet.com.tr/dijital-de-olsa-adi-britannica/ilberortayli/pazar/yazardetay/18.03.2012/1516729/default.htm, (18.08.2014). http://www.newmanreader.org/works/anglicans/volume2/gladstone/section5.html, (11.11.2013). http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html, (11.11.2013). http://www.newmanreader.org/works/apologia/part7.html, (15.05.2013). http://www.newmanreader.org/biography/ward/volume2/chapter27.html#note3, (10.12.2013). http://www.nytimes.com/2013/02/18/world/europe/what-do-you-call-a-retired-popeand-is-he-still-infallible.html?pagewanted=1, (21.03.2013). http://www.newadvent.org/cathen/01176a.htm, (26.06.2014). 233 http://www.newadvent.org/cathen/05094a.htm, (24.05.2014). http://www.newadvent.org/cathen/07470a.htm, (05.05.2014). http://www.newadvent.org/cathen/11235b.htm, (11.11.2013). http://www.newadvent.org/cathen/15221a.htm, (12.08.2013). http://www.newadvent.org/cathen/15030c.htm, (27.01.2015). http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015). http://www.newadvent.org/cathen/08285a.htm, (05.02.2015). http://www.papalencyclicals.net/Councils/ecum16.htm, (12.03.2014). http://www.papalencyclicals.net/Greg16/g16mirar.htm, (07.01.2014). http://www.papalencyclicals.net/Leo13/l13provi.htm, (21.02.2014). http://www.papalencyclicals.net/Nichol03/exiit-e.htm, (30.05.2014). http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9ineff.htm, (12.11.2013). http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quanta.htm, (17.07.2013). http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quiplu.htm, (12.05.2013). http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9syll.htm, (06.03.2014) http://www.papalencyclicals.net/Pius10/p10pasce.htm, (13.03.2014). http://www.reformed.org/documents/wcf_with_proofs/, (05.12.20014). http://www.ts.mu.edu/readers/content/pdf/40/40.1/40.1.5.pdf, (18.03.2014). http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (18.12.2013). http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_decree_19651028_christus-dominus_en.html, (10.12.2013). http://www.vatican.va/archive/ENG0015/__P1K.HTM#-IJ, (03.05.2014). http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PT.HTM, (15.05.2014). http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PW.HTM, (15.05.2014). http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014). 234 http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P15.HTM, (12.02.2014). http://www.vatican.va/holy_father/benedict_xvi/homilies/2010/documents/hf_benxvi_hom_20100919_beatif-newman_en.html, (13.09.2013). http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/encyclicals/documents/hf_jpii_enc_25051995_ut-unum-sint_en.html, (23.03.2014). http://www.vatican.va/holy_father/paul_vi/encyclicals/documents/hf_pvi_enc_25071968_humanae-vitae_en.html, (12.01.2014). http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deuittifaks_en.html, (25.11.2013). http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deus_en.html, (12.01.2014). http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014). http://www.zenit.org/en/articles/pope-has-no-easy-recipe-for-church-crisis, (29.01.2015). http://www.ewtn.com/library/THEOLOGY/chwordin3.htm#0, (29.01.2015). http://www.mayoclinicproceedings.org/article/S0025-6196(11)611002/fulltext#cesec70, (01.02.2015). 235 ÖZET Mürsel Özalp, Papanın Yanılmazlığı Doktrini, Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ali İsra Güngör, 9+235 s. Papanın Yanılmazlığı Doktrini başlığını taşıyan bu tez giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında araştırma hakkında genel bilgi, konunun önemi ve sınırlılıkları ile takip edilen metot ve kullanılan kaynaklar hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümde ayrıca Papalık ve Papa kavramlarıyla Papalığın teşekkülü ve Papalık Katoliklik hakkında genel bilgiler verilmiştir. Tezin birinci bölümünde papanın yanılmazlığı doktrininin Katolik bir inanç akidesi olma yolundaki ilk işaretleri ortaya konulmuş, Papalık otoritesinin tarihsel seyri İlkçağ, Ortaçağ ve Reformasyon dönemi olmak üzere üç ana başlık altında kırılma dönemleri de ele alınmak suretiyle ele alınmıştır. Tezin ikinci bölümünde yanılmazlık doktrininin doğuşu, gelişmesi ve bir inanç akidesi olarak kabul edildiği I. Vatikan Konsili, konsilin toplanması, taraflar ve tartışmalar ve konsil sonrası gelişmeler ele alınmıştır. Tezin üçüncü ve son bölümü ise I. Vatikan Konsili sonrası yanılmazlık doktrinini kapsamaktadır. Bu bölümde önde gelen Katolik teologların yanılmazlık doktrini üzerindeki düşünceleri ile yanılmazlık anlayışları incelenmiştir. Yine II. Vatikan Konsili‟nin yanılmazlık anlayışı bu bölüm altında değerlendirilmiştir. Ayrıca bu bölümde yanılmazlık doktrininin koşul ve kriterleri, uygulanması ile yanılmazlık doktrininin diğer Kiliselerdeki yansımaları ve bu kiliselerin yanılmazlık anlayışı incelenmiştir. Sonuç bölümünde ise bir bütün olarak papanın yanılmazlığı doktrininin tarihsel gelişimi kayıt ve sınırlılıklarıyla ele alınarak bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Anahtar Kavramlar: Papanın Yanılmazlığı, I. Vatikan Konsili, Papa IX. Pius, Ultramontanizm, Roma Katolik Kilisesi, Papalık otoritesi 236 ABSTRACT Mürsel Özalp, The Doctrine of Papal Infallibility, PhD Dissertation, Supervisor: Prof. Dr. Ali İsra Güngör, Ankara University, Graduate School for Social Sciencies, 9+235 p. With the title of The Doctrine of Papal Infallibility, this thesis consists of an introduction and three chapters. In the introduction, general information about the research, the importance and the limitations of subject, the followed method and the used sources are given. In this section also general information about the Papacy, concept of Pope, the formation of the Papacy and the Pontifical Catholic are provided. First signs of Papal Infallibility of Catholic belief were adressed in the first chapter of the thesis and the historical progress of Papal authority were discussed under the three main headings, which are the Ancient, the Middle Ages and the Reformation period. In the second part of the thesis, birth of the doctrine of the Papal Infallibility, development period, the First Vatican Council in which it was accepted as a creed, gathering of the council, sides, debates and developments after council were discussed. The third and last part of the thesis covers the Papal Infallibility doctrine after the First Vatican Council. In this section, the thoughts of leading Catholic theologians on the doctrine of Infallibility and their understanding of it were examined. The 2nd. Vatican Council's understanding of Infallibility is also assessed under this section. In addition to this, the conditions, the criteria and the practice of Infallibility doctrine, reflections onto the other Churches and their understanding of it were investigated in this section. In the conclusion, the historical development of the doctrine of the Papal Infallibility is taken into consideration within the records and limitations as a whole. Keywords: Papal Infallibility, First Vatican Council, Pope Pius IX, Ultramontanism, Roman Catholic Church, Papal Authority. 237