anabilim dalı papa - Evrenin Sırları Dergisi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ)
ANABİLİM DALI
PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ
Doktora Tezi
Mürsel ÖZALP
ANKARA - 2015
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ)
ANABİLİM DALI
PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ
Doktora Tezi
Mürsel ÖZALP
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ali İsra GÜNGÖR
ANKARA - 2015
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (05.02.2015).
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Mürsel ÖZALP
İmzası
…………………………
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………..II
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………..VI
KISALTMALAR………………………………………………………………...VIII
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
1. ARAŞTIRMA HAKKINDA GENEL BİLGİ ...................................................... 1
1.1. Araştırmanın Önemi ve Sınırları ........................................................................... 1
1.2. Metodoloji ve Kaynaklar....................................................................................... 3
2. DİNİ VE SİYASİ BİR YAPI OLARAK PAPALIK VE PAPA ......................... 4
2.1. Papalık ve Papa Kavramları Hakkında Genel Bilgi .............................................. 5
2.2. Papalığın Teşekkülü .............................................................................................. 8
2.3. Papalık-Katoliklik Özdeşliği ............................................................................... 13
I. BÖLÜM
PAPALIK OTORİTESİNİN TARİHSEL SEYRİ ................................................ 16
1. GEÇ ANTİKÇAĞDA PAPALIK ....................................................................... 17
1.1. Petrus’un Kürsüsü ............................................................................................... 18
1.2. Hıristiyanlığın Devlet Dini Olması ..................................................................... 22
1.3. Kutsal Makam ..................................................................................................... 25
1.4. Büyük Leo ve Kilisenin Dini-Dünyevi Güç Ġddiası ............................................ 26
2. ORTAÇAĞDA PAPALIK .................................................................................. 28
2.1. Batı Roma’nın Yıkılışı ve Papalığın Otorite Boşluğunu Doldurması ................. 29
II
2.2. Gelasien Düalizm ................................................................................................ 31
2.3. Büyük Gregory .................................................................................................... 33
2.4. Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu .................................................................. 34
2.5. Doğu-Batı (Ortodoks-Katolik) Ayrılığı .............................................................. 35
2.6. VII. Gregory ve Dünyevi Ġktidar (Dictatus Papae) ............................................ 38
2.7. Papalık Otoritesinin Zirvesi ................................................................................ 42
2.8. Konsiliyarizm ...................................................................................................... 48
3. REFORMASYON DÖNEMİNDE PAPALIK………………………………...51
3.1 Ana Bünyeden Ġkinci Kopuş: Protestan Reformu ................................................ 51
3.2. Papalığın Kendisini Koruma Refleksi: Karşı Reform ......................................... 56
3.3. Konsiller ve Papalık Otoritesi ............................................................................. 59
II. BÖLÜM
PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ............... 66
1. YANILMAZLIK DOKTRİNİ HAKKINDA GENEL BİLGİ ......................... 67
1.1. Yanılmazlığın Tanımı ve Kapsamı ..................................................................... 68
1.2. Kilisenin Korunmuşluğu ile Papanın Yanılmazlığı Arasındaki Ġlişki ................ 71
2. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİNİN DOĞUŞU .............................. 75
2.1. Peter Olivi ve Papanın Yanılmazlığı ................................................................... 75
2.2. Papa XXII. John ve Fransisken Öğretilerin Kınanması ...................................... 78
3. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİNİN GELİŞMESİ ......................... 80
4. PAPALIK KARŞITI VE TARAFTARI AKIMLAR: GALLİKANİZM VE
ULTRAMONTANİZM ........................................................................................... 85
4.1. Gallikanizm ......................................................................................................... 86
4.2. Ultramontanizm................................................................................................... 90
5. I. VATİKAN KONSİLİ ÖNCESİ SİYASİ VE DİNİ GELİŞMELER ............ 96
III
5.1. Liberal Bir Papa: IX. Pius ................................................................................... 97
5.2. Ġtalyan Birliği (Risorgimento) Hareketi .............................................................. 99
5.3. Meryem’in Asli Günahtan Korunmuşluğu: Immaculate Conception ............... 101
5.4. Liberalizme Meydan Okuma: Hatalar Manzumesi ........................................... 105
6. I. VATİKAN KONSİLİ VE YANILMAZLIK DOKTRİNİNİN KABULÜ . 108
6.1. Konsil Çağrısı ve Konsilin Amacı .................................................................... 108
6.2. Konsil Gündemine Ġlk Tepkiler ........................................................................ 111
6.3. Konsilin Açılışı ................................................................................................. 116
6.4. Konsilde Yanılmazlık Karşıtları ve Savunucuları............................................. 118
6.4.1. Yanılmazlık Karşıtları: Inopportunistler ........................................................ 119
6.4.2. Yanılmazlık Savunucuları: Infallibilistler ...................................................... 122
6.5. Konsil Oturumları: Müzakere ve Tartışmalar ................................................... 125
6.6. Son Oylama ve Yanılmazlık Doktrininin Kabulü ............................................. 136
7. I. VATİKAN KONSİLİ SONRASI GELİŞMELER ...................................... 138
7.1. Ġtalya’nın Roma’yı Ġşgali .................................................................................. 139
7.2. Konsil Kararlarına Katılım............................................................................... 140
7.3. Döllinger ve Eski Katolikler Kilisesi ................................................................ 142
7.4. Konsilin Meşruiyeti Tartışmaları ...................................................................... 145
III. BÖLÜM
I. VATİKAN KONSİLİ SONRASI YANILMAZLIK DOKTRİNİ .................. 148
1. II. VATİKAN KONSİLİ VE YANILMAZLIK YETKİSİNİN
GENİŞLETİLMESİ ............................................................................................... 149
1.1. II. Vatikan Konsili’ne Etki Eden Teologlar ve Yanılmazlık Anlayışları .......... 153
1.1.1. John Henry Newman ve Vicdan Hürriyeti ..................................................... 153
1.1.2. Yves Congar ve Kolektif Çalışma ................................................................. 157
IV
1.1.3. Hans Küng ve Kilisenin Korunmuşluğu ........................................................ 159
2. YANILMAZLIK DOKTRİNİNE FARKLI YAKLAŞIMLAR ..................... 167
3. YANILMAZLIĞIN KRİTERLERİ VE YANILMAZLIK YETKİSİNİN
KULLANIMI .......................................................................................................... 171
3.1. Yanılmazlığın Kriterleri .................................................................................... 172
3.2. Yanılmazlık Yetkisinin Kullanımı .................................................................... 181
3.3. Yanılmazlığın Diğer Çeşidi: Kilisenin Öğreti Otoritesi (Magisterium) ........... 185
4. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRİNİ VE DİĞER KİLİSELERDEKİ
YANSIMALARI ..................................................................................................... 189
4.1. Ortodoks Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine Yaklaşımları .......................... 191
4.2. Protestan Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine Yaklaşımları .......................... 196
4.3. Yanılmazlık Doktrini ve Diğer Kiliselerle Ġlişkiler .......................................... 202
SONUÇ .................................................................................................................... 206
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 210
ÖZET....................................................................................................................... 236
ABSTRACT ............................................................................................................ 237
V
ÖNSÖZ
Ġnanca müteallik konularda Tanrısal bir murâkabe ile “hatadan korunmuşluk”
ve “hataya düşmeme” olarak tarif edilen yanılmazlık anlayışı, bütün dinlerde yaşanan
hakiki, saf îtikadın temsilcisi iddiasındaki ortodoksi ve ana akımdan sapan öteki;
heresi kavgasıyla da birebir ilişkili teolojik, aynı zamanda politik ve felsefî çok eski
bir kavramdır. Bir fenomen olarak hemen her inanç sisteminde açık ya da örtülü bir
şekilde bulunan, kendisinin hidayette (ortodoks) diğerlerinin ise dalalette (heretik)
olduğu şeklindeki bu tekelci tavrı, îtikadî tartışmaların ve itizalî hareketlerin
başladığı ilk yüzyıllardan itibaren Roma (Katolik) Kilisesi de takınmaya başlamıştır.
Roma Kilisesi’nin böylesi bir tavır takınmasında, bizzat Ġsa’nın yetkilendirdiğine
inanılan havari Petrus’un Roma Kilisesi’nin bânisi olduğu telakkisi önemli yer
tutmuştur. Kilise babaları tarafından daha çok Ġsa’nın Petrus’u muhatap aldığı Ġncil
metinleri Roma Kilisesi lehine yorumlanarak kalıp yargılara dönüşmüş ve bu yargılar
zamanla Roma Kilisesi’nin her zaman ortodoks îtikat üzere sabit kaldığı ve her dâim
kalacağı şeklindeki bir anlayışa mesnet teşkil etmiştir. Ancak ilk dönemlerde Roma
Kilisesi’nin nezdinde, yaşayan bir beden olarak kabul edilen Kilisenin birliğini ve
bütün bir Hıristiyan inancını ifade etmek için kullanılan bu argümanlar belli bir süre
sonra Roma Kilisesi’nin bir temyiz ve karar mercii olarak temerküz etmesine sebep
olmuştur. Roma Katolik Kilisesi’nin gözetim ve denetiminde toplanan konsillerde
mütemadiyen vurgulanan bu husus en nihayetinde 1870 I. Vatikan Konsili’nde kabul
edilen kararla Kilisenin başı kabul edilen papaya transfer edilerek Katolik bir inanç
akîdesi halini almıştır.
Katolik bir doktrin ve dogma olarak “yanılmazlık” (infallibility) kısaca,
papanın kutsal makamından inanç ve ahlaka dair bir doktrin va’z ettiğinde Kutsal
Ruh’un gözetim ve denetimiyle yanılmazlık yetkisine sahip olmasını ifade eder.
Literatürde “infallibilite yasası” olarak da geçen bu konu, daha çok skandallarla
gündeme gelen Papalık ya da papa mevzu bahis olduğunda ilk tartışma konularının
başında gelmekte ve onun en çok eleştirilen yönünü teşkil etmektedir. Hem
Hıristiyan hem Hıristiyan olmayan dünyada çok zaman genel anlamda ve kapsamı
geniş tutularak ele alınan papanın yanılmazlığı doktrini, Hıristiyan mezhepleri
arasında yeniden bir araya gelme adına bazen açıktan bazen gizli yürütülen ökümenik
VI
hareketin önünde bir problematik olarak varlığını koruduğu gibi, aynı zamanda
Katolik Kilisesi’nin kendi içinde de tartışma ve bölünmelere sebebiyet vermiştir. Bu
sebepten yanılmazlık doktrinin tarihsel gelişimi, kayıt ve sınırlılıkları ile önde gelen
Katolik teologların ve Hıristiyan mezheplerin eleştiri ve yanılmazlık anlayışları tez
konusu olarak seçildi. Çalışma bu yönüyle papanın yanılmazlığı doktrininin bütün
yönleriyle anlaşılmasına katkı sağlayacağı gibi, papalığın dini (aynı zamanda
dünyevi) otoritesinin tarihsel seyrinin incelenmesi bakımından da önem arz
etmektedir.
Tez giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde yanılmazlığın izafe
edildiği kurum ve kişi olarak Papalık ve papa kavramları ile papalığın teşekkülü ve
Papalık-Katoliklik özdeşliği hakkında bilgi verilmiştir.
Birinci bölümde, yanılmazlık anlayışının alt yapısını anlamak adına ve I.
Vatikan Konsili öncesi, konsil esnası ve sonrasında doktrin taraftarlarının tezlerine
delil göstermesi bakımından, kurumsal olarak teşekkülünden başlayarak bütün bir
Ortaçağ Papalık otoritesinin tarihsel seyri ve Papalığın ikinci bölünmeyi yaşadığı
Reform dönemindeki egemen konumunu sürdürme refleksleri kronolojik olarak ele
alınmıştır. Ayrıca Kilisenin bir yasama organı işlevini haiz hem yerel hem genel
(ökümenik) konsillerin papalık otoritesinin tesisine yönelik işleviyle papalık
otoritesine bir alternatif olarak ileri sürülen konsilyarizm fikrine değinilmiştir.
Ġkinci ve üçüncü bölüm tezin esasını teşkil etmektedir. Ġkinci bölümde
yanılmazlık kavramı hakkında bilgi verilerek papanın yanılmazlığı ile Kilisenin
yanılmazlığı arasındaki ilişki ele alınmıştır. Ardından papanın yanılmazlığı
doktrininin ilk defa ileri sürülmesi, yani doğuşu ile ilerleyen dönemlerde çeşitli
teologlarca tekrar ele alınarak geliştirilmesi, doktrine destek ve muhalefet adına
ultramontanizm ve gallikanizm gibi papalık taraftarı ve karşıtı akımlar ile
yanılmazlık doktrininin resmen kabul edildiği I. Vatikan Konsili (1869-70) öncesi
dini-siyasi gelişmelerden bahsedilmiştir. Yanılmazlık doktrininin dogmaya dahil
edildiği I. Vatikan konsili’nin açılışı, konsilde yanılmazlık doktrini, taraflar, yapılan
müzakere ve tartışmalar ve nihayet doktrinin dogmalaşması tarihsel seyri içerisinde
verilmiştir. Konsil sonrası konsilde alınan kararlara itirazlar ve siyasi-dini gelişmeler
de yine bu bölümde ortaya konulmuştur.
VII
Üçüncü bölümde ise I. Vatikan Konsili’nde dogmatik bir kararla kabul edilen
yanılmazlık doktrinine II. Vatikan Konsili (1962-65)’nde şerh mahiyetinde yapılan
Kilisedeki piskoposlar arası iş birliğini vurgulayan (collegiality) yetki genişletilmesi
ele alınmıştır. Yine II. Vatikan’ın bu kararı almasında etkili olan önde gelen
teologların yanılmazlık anlayışları ile yanılmazlık doktrinini olumlu yönde ele alan
farklı yaklaşımlar ortaya konulmuştur. Ayrıca icra yönünden papanın yanılmazlığı
doktrininin kriterleri, kayıt ve sınırlılıkları ile doktrinin uygulanması hakkında bilgi
verilmiştir. Son olarak da Ortodoks, Protestan ve diğer kiliselerin papanın
yanılmazlığı doktrinine yaklaşımları ile bu kiliselerin yanılmazlık anlayışları ortaya
konulmuştur.
Öncelikle çalışmamın her aşamasında bilgi ve tecrübesiyle büyük katkılarını
gördüğüm danışman hocam Prof. Dr. Ali Ġsra GÜNGÖR’e içten teşekkürlerimi
sunarım. Yine hem ders hem tez aşamasında desteklerini esirgemeyen Prof. Dr.
Ahmet Hikmet EROĞLU’na ve diğer Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
hocalarına, kaynak temini başta olmak üzere tez jürisindeki tavsiyelerinden dolayı
Dokuz Eylül Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesinden Doç. Dr. Bekir Zakir ÇOBAN’a
müteşekkirim. Ayrıca desteklerini gördüğüm Dr. Hayati SAKALLIOĞLU, Dr.
Muhammet Ali BAGIR, Ali AYDIN ve Ayşenur KILINÇ’a samimi teşekkürlerimi
sunarım. Elbette en önemlisi çalışmam süresince bana her türlü desteği
sağlamalarından dolayı ihmal ettiğim eşim Kevser ve oğullarım Ahmet Akif ile
Mehmet Fatih’e çok teşekkür ederim.
Mürsel ÖZALP
Ankara-2015
VIII
KISALTMALAR
AÜĠFD
: Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
Bkz
: Bakınız
c.
: Cilt
CD
: Christus Dominus
Çev.
: Çeviren
DĠA
: Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi
Ed.
: Editör
ER
: Encyclopedia of Religion
ERE
: Encyclopedia of Religion and Ethics
ĠÜĠFD
: Ġstanbul Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
LG
: Lumen Gentium
Md.
: Madde
MÜĠFD
: Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
OMÜĠFD : On Dokuz Mayıs Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
ö.
: Ölüm Tarihi
UÜĠFD
: Uludağ Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
s.
: Sayfa
ss.
: Sayfadan sayfaya
Sy.
: Sayı
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve diğerleri
vol.
: Volume
Yay.
: Yayınları
IX
GĠRĠġ
1. ARAġTIRMA HAKKINDA GENEL BĠLGĠ
1.1. AraĢtırmanın Önemi ve Sınırları
Diğer faktörlerin yanında coğrafi konum gereği çok uzun zamandan beri
çeşitli şekillerde ve hemen her alanda ilişki içerisinde olduğumuz Avrupa‟nın kültür
katmanlarında Hıristiyanlık önemli bir yer tutmaktadır. Hıristiyanlık söz konusu
olduğunda da ilk akla gelen kişi ve kurumların başında papa ve Papalık gelir. Papalık,
Avrupa‟nın dini, siyasi, sosyal ve kültürel hayatını yüzyıllar boyunca etkilemiş,
yönlendirmiş ve şekillendirmiş çok önemli bir kurumdur.
Hıristiyanlıkta ana bünyeyi teşkil eden (Roma) Katolik Kilisesi‟nin hiyerarşik
yapılanmasında en tepe konumda bulunan Papalık, nüfus ve yüzölçüm bakımından
dünyanın en küçük devleti (Vatikan Şehir Devleti) olmasına rağmen, dünya sathına
yayılan yaklaşık 1.2 milyar müntesibin dini merkezi olması hasebiyle nüfuz olarak
çok büyük bir etkinliğe sahiptir. Özellikle bu merkezin başı olan papanın -kayıt ve
kriterlerden bağımsız- genel anlamda bir yanılmazlık karizmasına sahip olduğuna bir
iman şartı olarak inanılması onun etkinliğini daha da artırmaktadır. İşte bu
etkinliğinden dolayı, her ne kadar içiçe geçmiş olup birbirinin yerine kullanılsa da bir
ayrım yapmak gerekirse siyasi anlamda Vatikan, dini anlamda Roma Katolik Kilisesi
veya Papalık çeşitli araştırma ve incelemelere konu olmuştur. Yapılan bu
çalışmaların çoğunda papanın yanılmazlığı konusuna Katolisizmin bir karakteristiği
olarak değinilmiş, ancak bu doktrinin tarihsel gelişimi, mahiyeti, koşul, kayıt ve
sınırlılıkları ile doktrin etrafında yapılan tartışmalar bütünlük içerisinde ele
alınmamıştır. Türkiye‟de yapılan çalışmalar açısından bu eksikliği dolduracağı
düşünüldüğünden bu çalışmada tedricen tesis edilen Papalık otoritesi ve bu
otoriteden devşirilen bir yetki ya da karizma olarak “Papanın Yanılmazlığı Doktrini”
adlı konunun doktora tezi olarak çalışılmasına karar verilmiştir.
1
Bu araştırmanın amacı; aynı zamanda Hıristiyan kiliseleri arasında, özellikle
yeniden bir araya gelme adına başlatılan ökümenik hareket önünde aşılması güç bir
engel olarak da görülen, tartışmalı bir konu olan papanın yanılmazlığı doktrininin
tarihsel gelişimini, doktrinin mahiyetini, kayıt ve sınırlılıkları ile koşul ve kriterlerini
kronolojik ve deskriptif bir şekilde ortaya koymaktır. Ayrıca önde gelen Katolik
teologlarla diğer kiliselerin papanın yanılmazlığı doktrinine yaklaşımları ve bu
kiliselerin yanılmazlık anlayışlarının ana hatlarıyla belirtilmesi çalışmamızın
amaçları arasındadır. Çalışmamız bu yönüyle çok zaman genel anlamda ele alınarak
hem Hıristiyan hem Hıristiyan olmayan dünyada yanlış anlaşılan yanılmazlık
konusunu her yönüyle Türk bilim dünyasına sunacaktır.
Papanın, dini konularda doktrin tanımlarken yanılmazlık karizmasına sahip
olduğu anlayışının Katolik bir dogma olarak kabul edilmesi ya da en azından bu
doktrinin kabulüne bir hazır bulunuşluk sağlama adına Roma Piskoposluğunun
tarihsel öncelik ve üstünlük iddiaları ile öne çıkarak otoritesini tesis etmesi büyük
önem arz etmektedir. Bundan dolayı özellikle ilk bölümde, Roma‟nın dini ve
dünyevi otoritesinin göstergesi kabul edilen tarihsel vaka, Papalık bildirileri ve
Roma‟nın öncelik ve üstünlüğüne atıf yapan Kilise babalarıyla önde gelen
teologların görüş ve düşünceleri ele alınmış, otoritede düşüş ya da Doğu-Batı ayrılığı
gibi kırılma dönemleriyle Avignon Papalığı gibi çöküntü dönemlerine ve Protestan
reformu, aydınlanma, Fransız İhtilali ile modernizmin getirdiği Roma‟nın dinidünyevi otoritesini tehdit eden diğer bölünme ve fikir ayrılıklarına da çalışmada ana
hatlarıyla değinilmiştir. Bu yönüyle çalışma aynı zamanda dini ve dünyevi erklerin
tarih boyunca birbirlerine karşı yürüttükleri üstünlük kurma yarışı ya da bir başka
ifadeyle bir teokrasi-laiklik mücadelesini de göstermektedir.
Yanılmazlık doktrininin Katolik bir inanç esası olarak kabul edildiği ya da
dogmalaştırıldığı bir platform olarak I. Vatikan Konsili; konsilin açılışı,
katılımcıların sayısı ve bölgesel dağılımı ile konsildeki yanılmazlık taraftarları ve
muhalifleri, doktrin üzerinde yapılan müzakere ve tartışmalar, konsilin işleyişi ve
konsil sonrası gelişmeler derinlemesine ancak araştırma konusu sınırları içerisinde
ele alınmıştır. Yine yanılmazlık doktrininin II. Vatikan Konsili‟nde yeniden ele
alınarak kapsamının genişletilmesi ve konsilin bu kararı almasında büyük etkileri
olan önde gelen Katolik teologlardan John Henry Newman, Yves Congar ve Hans
2
Küng gibi teologların Kilise ve yanılmazlık anlayışları başlıklar halinde verilmiş,
diğer bazı teologların görüşlerine ise genel çerçevede değinilmiştir.
Diğer kiliselerin papanın yanılmazlığı doktrinine yaklaşımlarıyla bu
kiliselerin yanılmazlık anlayışları Ortodoks ve Protestan Kiliseler cephesinden alt
başlıklar halinde ortaya konulmuş, daha lokal kalan bunların dışındaki kiliselerin
görüşleri ise tek bir başlık altında verilmiştir.
1.2. Metodoloji ve Kaynaklar
1870 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması,
Roma Katolik Kilisesi‟nin asırlar boyunca ince ince dokuyarak kurduğu dini
otoritesinin zirve noktası olarak görülmüştür. Bundan dolayı araştırmamıza temel
teşkil etmesi için Papalığın mütevazi bir kilise olarak tarihsel yolculuğuna başladığı
miladi çağın başlarından, devasa bir yapıya dönüşüp Avrupa‟nın dini ve siyasi
hayatına yön verdiği Ortaçağ ile Fransız İhtilali, Protestan Reformu, aydınlanma ve
modernizm gibi siyasi, dini ve bilimsel meydan okumalarla baş başa kaldığı döneme
kadar olan zaman dilimi deskriptif bir metotla kronolojik olarak ele alınmıştır. Bu
bölümü oluştururken de Roma Katolik Kilisesi, Papalık ve Avrupa siyasi tarihiyle
ilgili olarak İngilizce ve Türkçe yazılmış belli başlı eser, makale ve ansiklopedi
maddelerine müracaat edilmiştir. Papalık tarihiyle ilgili olarak özellikle ülkemizde
yapılmış bir çalışma olarak Bekir Zakir Çoban‟ın Geçmişten Günümüze Papalık adlı
eserinden faydalanılmıştır.
Çalışmamızın ana kısmını oluşturan “Papanın Yanılmazlığı Doktrininin
Doğuşu, Gelişmesi ve Kabulü” ile “I. Vatikan Konsili Sonrası Papanın Yanılmazlığı
Doktrini” bölümlerinde hem tarihsel olarak I. Vatikan Konsili hem de Katolik bir
dogma olarak papanın yanılmazlığıyla alakalı birincil kaynaklara başvurulmuştur.
Papanın
yanılmazlığıyla
alakalı
olarak
yeterli
derecede
Türkçe
kaynak
bulunmamaktadır. Bu alanda sadece bir yüksek lisans çalışması 1 yapılmış, ancak
doktora düzeyinde bir araştırma yapılmamıştır. Çalışmamızda yabancı kaynaklar
içerisinde özellikle bu konuyla alakalı olarak kaleme alınmış bir eser olarak Robert
1
Hatice Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinini Eleştirisi,
Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2010.
3
McClory‟nin Power and the Papacy: The People and Politics Behind the Doktrine of
Infallibility adlı eserinden hem kurgu hem içerik olarak faydalanılmıştır. Yanılmazlık
doktrininin kökenleri ve tarihsel gelişimiyle alakalı olarak ise bu alanda yapılan
bütün çalışmalarda atıf yapılarak bir klasik haline gelmiş olan Brian Tierney‟in
Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the Concepts of Infallibility,
Sovereignty and Tradition in the Middle Ages adlı eserine başvurulmuştur.
Yanılmazlık doktrininin tanımlandığı, üzerinde tartışma ve müzakerelerin yapıldığı I.
Vatikan Konsili ele alınırken de konuyla alakalı diğer çalışmaların yanında özellikle
Vatikan‟da Hıristiyan Birliği Sekreteri olarak çalışmış olan Başpiskopos August
Bernhard Hasler‟ın How the Pope Became Infallible: Pius IX and the Politics of
Persuasion adlı eserlerinden faydalanılmıştır. Papanın yanılmazlığı doktrininin en
önde gelen muhaliflerinden olan Hans Küng‟ün Infallible? An Unresolved Enquiry
adlı eseri de özellikle Küng‟ün yanılmazlık eleştirisi ve yanılmazlık anlayışı ortaya
konulurken başvurulan kaynaklar içerisinde yer almıştır.
Çalışmamızda internet kaynakları olarak Papalık bildirilerine ve Kilise Hukuk
maddelerine ulaşmak için Papalığın resmi sitesi http://www.vatican.va ve
http://www.papalencyclicals.net gibi Katolik sitelerden, http://www.newadvent.org
gibi Catholic Encyclopedia‟nın online versiyonundan, http://www.dusuncetarihi.com
gibi Alev Alatlı‟nın editörlüğünde yayınlanan Batıya Yön Veren Metinler‟in internet
formatından ve bazı akademik makalelerin yayınlandığı web sitelerinden
yararlanılmış, akademik karakterdeki çalışmalar dışındakiler dikkate alınmamakla
birlikte Papalık ve papayla ilgili bazı haber ve gazete siteleri de alıntılarımızda yer
almıştır.
2. DĠNĠ VE SĠYASĠ BĠR YAPI OLARAK PAPALIK VE PAPA
Günümüzde yaklaşık 1.2 milyar Katoliğin bağlı olduğu merkez konumunda
bulunan ve dini olduğu kadar siyasi bir yapı arz eden Papalık, miladi çağın
başlarında mütevazi bir kilise; Roma Kilisesi ya da Roma Piskoposluğu olarak
tarihsel yolculuğuna başlamıştır. İlk yüzyıllarda Roma piskoposları geleneksel
Katolik öğretiye göre Petrus tarafından kurulduğuna inanılan bu biricik kiliseye
önem vermişler, onu pagan bir imparatorluktan gelebilecek tehlike ve tehditlere karşı
4
koruyup kollamaya ve taraftar kitlesini artırmaya çalışmışlardır. Hayatta kalma
mücadelesini kazanan bu kilise önce serbestiyet kazanmış sonra da Roma
İmparatorluğunun resmi kurumu olma hüviyetini elde etmiştir. Hıristiyanlıkta Roma
Kilisesi, Petrus ve Pavlus gibi müstesna iki havariye dayandırdığı meşruiyet ve
başkent kilisesi olma avantajıyla tedricen Hıristiyanlığı temsil eden en üst mercii
konumuna yükselmiş, bir anlamda daha lokal ve sınırlayıcı bir anlam ihtiva eden
Roma Kilisesinden, daha cihanşümul ve evrensel bir anlam ihtiva eden Papalığa terfi
ederek –dönemsel kırılmalar olsa da- bütün Ortaçağa hükmeden devasa bir yapıya
dönüşmüştür. Öncelikle konumuzun öznesi olan Papalık ve papa hakkında genel bir
bilgi verilip ardından Roma Kilisesi‟ni ya da Papalığı tanımlayıcı ve ayırt edici bir
kavram olarak Papalık-Katoliklik ilişkisi ele alınacaktır.
2.1. Papalık ve Papa Kavramları Hakkında Genel Bilgi
Kilise Hukuku tarafından “Kutsal Makam” (Holy See) veya “Havarisel
Makam” (Apostolic See) olarak adlandırılan Papalık, Roma Piskoposu‟nun, yani
papanın pastoral ve siyasi liderliğinde Roma Katolik Kilisesi‟nin merkezi yönetim
teşkilatıdır. “Papalık” kavramı (Grekçe pappas, Latince papatus) ortaçağ menşeli
olup Latince papa kelimesinden türemiştir ve (şefkatli) “baba” , (kilisenin) “babası”,
pir, üstad, önder gibi anlamlara gelmektedir. 2
V. yüzyıla kadar hemen hemen bütün piskoposların kullandığı “papa” unvanı,
I. Leo (440-461)‟dan itibaren giderek Roma piskoposlarının kullandığı bir unvan
olmuş, Büyük Gregory (590-604) zamanında hemen hemen Roma piskoposlarının
tasarrufuna geçerek3 998 yılında gerçekleştirilen Pavie Sinodu ile de sadece Roma
piskoposuna hasredilmiştir. VII. Gregory (1073-85) 1073 yılında bu unvanın Roma
Piskoposu dışındakilerin kullanmasını yasaklayarak resmi unvan haline getirmiştir.
2
Bkz. Patrick Granfield, “Papacy”, The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (Editor in Chief),
Simon&Schuster Macmillan, New York 1995, vol.11, s. 171; Alfred Fawkes, “Papacy”, Encyclopedia
of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings), T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, s. 620.
3
Bkz. Gregg R. Allison, Historical Theology: An Introduction to Christian Doctrine: A Companion to
Wayne Grudem’s Systematic Theology, Zondervan, USA 2011, s. 598.
5
Günümüzde bu unvanı Katolik Kilisesi‟nin başı dışında sadece İskenderiye Patriği
kullanmaktadır.4
Papalık aynı zamanda "Petrusçu İdare" (Petrine Ministry) olarak da bilinir.
Zira geleneksel Katolik öğretisine göre İsa kendisinden sonra tam öğretme ve
yönetme yetkisiyle yerine Petrus‟u bırakmış ve bu yetki Petrus‟tan Roma
piskoposlarına geçmiştir.5 Katolik Kilisesi‟nin bu iddiası da İsa‟nın Petrus‟a verdiği
“…ben Kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım…” (Matta 16:18) şeklindeki
taahhüdü ile “…Kuzularımı otlat… Koyunlarımı güt” (Yuhanna 21:15-16)
şeklindeki direktifine dayanır. Yine İsa‟nın “Son Akşam Yemeği”nde Petrus‟a
söylediği “Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün
zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka 22:32) ifadesi de Petrus‟un Kilise
organizasyonundaki yerine referans olarak gösterilmiştir.6 Buna göre Roma Kilisesi
Petrus ve Petrus dolayısıyla bizzat İsa tarafından kurulmuştur. 7 Kilise Hukuku ve
4
Bkz. Bekir Zakir Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, İnsan Yayınları, İstanbul 2009, s. 219-20;
Richard P. McBrien, The Church: The Evolution of Catholicism, Harper Collins e-books, 2008, s. 93;
John W. O‟Malley, A History of the Popes: From Peter to the Present, A Sheed & Ward Book, UK
2010, s. xi; Mehmet Aydın- Ahmet Hikmet Eroğlu, “Papalık”, DİA, c. 34, s. 160.
5
Code of Canan Law, canon 204/2; 245/2.
6
Geleneksel olarak Roma Kilisesi‟nin önceliğini kanıtlamak için kullanılan argümanlardan ilk ve en
önemli tanık Antakyalı Ignatius‟tur. Ignatius, Roma‟da şehit edilmesinin hemen öncesinde yazdığı
meşhur mektubunda Roma Kilisesi‟ni Tanrı‟ya layık, övgüye, şükrana ve başarıya mazhar olmuş, en
kutsal ve “Roma havalindeki topraklarda merkezi yer tutan kilise” olarak tarif etmektedir. Clement ve
Ignatius dışında ilk yüzyılların önemli kilise babaları ve yazarları da Roma‟nın öncelik ve
üstünlüğünü dile getiren beyanatlarda bulunmuşlardır. Irenaeus (ö. 200) gnostiklere karşı havarisel
silsileyi vurgulamış, Tertullian Katolik olduğu dönemde Irenaeus‟la benzer görüşleri paylaşmış ancak
montanizme kaydığı evrede ise söylemini sertleştirerek Kilisenin günahkarlığı üzerinde durmuştur.
Bkz. McBrien, The Church, s. 63 ve 98; Paolo Brezzi, The Papacy: Its Origins and Historical
Evolution, translated by Henry J. Yannone, The Newman Press, Maryland 1958, s. 25-6; Petrus‟la
bağlantılı olarak Roma‟nın öncelik ve üstünlük iddialarının İncillerdeki ifadelerin bir analizi için bkz.
Brezzi, The Papacy, ss. 2-7.
7
Ancak İnciller‟de ilk Roma piskoposu olarak kabul edilen Petrus‟un Roma‟ya gittiğine dair herhangi
bir ifade olmadığı gibi onun Roma‟da bulunduğunu, Roma‟da ya da Antakya‟da herhangi bir kilisede
piskoposluk ya da yerel yöneticilik yaptığını ispatlayabilecek tarihsel herhangi bir belge de mevcut
değildir. Bununla birlikte bazı apokrif metinlerde ve Kilise babalarına isnat edilen bir takım yazılarda
Petrus‟un hayatının son devrelerinde Roma‟ya gittiği ve orada misyon faaliyetlerinde bulunduğu ifade
edilmektedir. Roma Kilisesi‟nin Petrus ve Pavlus‟tan önce, miladi 50 yıllarında oraya gelen YahudiHıristiyanlar tarafından kurulduğunu ileri sürenler de vardır. Bu araştırmacılara göre Roma
Kilisesi‟nin Petrus tarafından kurulduğu iddiası Irenaeus tarafından Roma‟ya apostolik orijin ve itibar
kazandırma gayretinden ötürü ileri sürülen gerçek dışı beyandır. Zaten Pavlus‟un Roma‟ya gitmeden
önce oradaki cemaate mektuplar yazması da daha önce orada bir Hıristiyan cemaatin varlığının en
sağlam delili kabul edilmektedir. Her ne kadar Aziz Petrus Bazilikasında 1942 yılında başlanılan
kazılar neticesinde Petrus‟un kemiklerine ulaşıldığı bizzat Papa VI Paul (1963-1978) tarafından 26
Haziran 1968 tarihinde ilan edilse de bu tür kanıtlardan ziyade Papalığın kalbi niteliğindeki Aziz Pier
(St. Peter) Kilisesinin inşasıyla, İsa‟nın “Sen Petrus‟sun ve ben Kilisemi bu kaya üzerine kuracağım”
sözünün gerçekleştiğini savunabilmek için Petrus‟un Roma‟da bulunup orada öldüğünü kabul etmek
gerekmiştir. Bkz Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.35; Granfield, “Papacy”, ER, s.171; Brezzi,
6
Katolik Kateşizmi‟nde de vurgulanan bu apostolik özellik, 8 aynı zamanda Katolik
Kilisesi‟nin inanç ve pratiklerinin otantikliğini garanti etmekte,9 dolayısıyla ilerleyen
yüzyıllarda ortaya çıkacak olan, Petrus‟un kutsal makamında (ex cathedra)
oturduğuna inanılan10 papanın inanç ve ahlak konularında yanılmaz yorumlama hak
ve yetkisine sahip olduğu şeklindeki bir anlayışa da mesnet teşkil edecektir.
İsa, Kilise‟nin bekasını istediği için, Petrus‟un görevi sadece kendi dönemiyle
sınırlı değildir. Nitekim günümüzde de Petrus‟un halefi Roma Piskoposudur.
Herhangi bir zaaf durumunda Petrus, kardeşleri olarak diğerlerine destek olacak,
sağlam bir kaya olarak onların dayanağı olacaktır. Petrus, “kaya” anlamına
geldiğinden taşın sağlamlığının, kayanın mukavemet ve sabitliğinin timsalidir. Bu
sebeple ne şiddetli rüzgar ne azgın sel basmaları ondan en ufak bir parça
koparamayacaktır.11 Petrus‟un bu pastoral liderliği, sonraları papa tarafından ifa ve
icra edilen Pertrusçu idare için bir rol model olmuş ve evrensel Kilise namına bu
görevi yerine getirmişlerdir. Dolayısıyla ilk yüzyıldan itibaren her Roma Piskoposu
Petrus‟un halefi (vicar of Petrus), piskoposlar da havarilerin halefleridir.12
The Papacy, s. 16; Roger Collins, Keepers of the Keys of Heaven: A History of the Papacy, Basic
Books, New York 2009, s. 7 vd; John W. O‟Malley, A History of the Popes, s.11; Albert Houtin,
“Hıristiyanlığın Kısa Tarihi”, çev. Abdurrahman Küçük, AÜİFD, XXV, 1981, s.127; McBrien, The
Churh, s.42; Ayrıca Katolik Kilisesi‟nin, Roma ve Papalığın önceliği ve üstünlüğü için bir argüman
olarak kullandığı bu metinler diğer kiliseler tarafından farklı şekilde yorumlanmaktadır. Bu konuyla
alakalı olarak bkz. Kenneth Hagen, (Ed.), The Bible in the Chuches: How Various Christians Interpret
the Scriptures, Marquette University Press, 1998, ss. 29-172.
8
Code of Canon Law, canon 204/2, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PT.HTM,
(15.05.2014); 245/2, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PW.HTM, (15.05.2014); Katolik
Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, md. 857.
9
Bkz. Lawrence S. Cunningham, An Introduction To Catholicism, Cambridge University Press, New
York 2009, s.12.
10
Yüzyıllar boyunca Roma, fiziki olarak da papaların Petrus‟un makamında oturduklarını iddia
etmiştir. 1968 tarihinde Papa VI. Paul alanında uzman bir heyeti Petrus‟un tahtının yaklaşık tarihini
tespit etmeleri için görevlendirmiştir. Radyo karbon tarihleme ve diğer yaş tespiti teknikleriyle yapılan
araştırma sonuçları 1969 tarihinde resmi bir rapor halinde yayımlanmıştır. Buna göre Petrus‟un
oturduğuna inanılan tahtın, IX. yüzyılda Fransa Kralı II. Charles‟ın (823-77) taç giyme töreninde
oturduğu taht olduğu ifade edilmiştir. bkz. Todd D. Baker, Exodus From Rome: A Biblical And
Historical Critique of Roman Catholicism, vol. 1, iUniverse LLC, Bloomington 2014, s. 84.
11
Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, Aziz Andaç Yayınları, Ankara
2005, s. 117.
12
Canon 330, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P15.HTM, (12.02.2014); Diğer yandan en
erken papalık listelerinde Petrus ilk papa olarak geçmez. Bu listelerde ilk papa olarak Linus geçer.
Petrus‟un ilk papa olarak gösterilmesi II. yüzyılın sonları III. yüzyılın başlarından itibaren
gerçekleşmiştir. Buna gerekçe olarak da Petrus‟un seçkin bir havari olması, sonraki papalara göre
aşkın, yeri doldurulamaz ve süper bir kategoride bulunması gösterilmektedir. Bkz. O‟Malley, A
History of the Popes, s. 11; McBrien, The Church, s. 93 ve 105-106; Bu durum aynı zamanda
papaların hangi anlamda Petrus‟u temsil ettiği ya da onun halefleri olduğu sorusunu da gündeme
getirmektedir. McBrien‟e göre Petrus‟un sahip olduğu apostolik rol ve müstesna kişiliğinden dolayı
onun halefleri olamaz. Roma piskoposları, on iki havari içerisinde Petrus‟un icra ettiği pastoral
7
Papanın tarihsel olarak birincil ve en önemli unvanı "Roma Piskoposu"
(Roman Pontiff)'dur. Ancak bu unvana ek olarak papalar çeşitli dönemlerde İsa ve
Petrus ile izafeli olarak pek çok farklı unvan ve sıfat kullanmışlardır. Bunlar
"Petrus'un Vekili" (Vicar of Peter), "İsa Mesih'in Vekili" (Vicar of Jesus Christ),
"Havarilerin başının halefi" (successor of the chief of the apostles), "evrensel
kilisenin en yüksek rütbeli piskoposu" (supreme pontiff of the universal church),
"İtalya başpiskoposu" (primate of Italy), "Roma diyarının başpiskoposu ve
metropoliti" (archbishop and metropolitan of the roman province), "Vatikan Site
Devletinin Kralı" (sovereign of Vatican city state), "Tanrı'nın hizmetkarlarının
hizmetkarı" (servant of the servants of god) gibi ünvanlardır. Bu ünvanlardan "Batı
Patriği" (patriarch of the west) ünvanı 2006 yılında Papa XVI. Benedict'in onayıyla
kullanımdan düşürülmüştür.13
2.2. Papalığın TeĢekkülü
Yahudilik bünyesinden doğan 14 ve ilk çekirdek kadrosunu Yahudilerden
oluşturan sami kökenli bir Doğu dini olan Hıristiyanlık, dini ve siyasi sebeplerle15
doğduğu toprakların dışına çıkmış ve asıl taraftar kitlesini de bu topraklardan;
entelektüel elit Romalılarca eğitimsiz alt sınıfların batıl bir inancı olarak görüldüğü16
otoriteye benzer bir görevi piskoposlar heyeti içerisinde icra etme, İncil‟i bütün dünyaya yayma ve
Kilisenin birlik ve bütünlüğünü koruma şeklinde onun idarecilik görevini devam ettirseler de bir
başbakanın yerini ondan sonra gelenin alması anlamında Petrus‟un yerini alamazlar. Bkz. McBrien,
The Church, s. 105-6.
13
Bkz. McBrien, The Church, s. 92.
14
Teolojik doktrin ve dogmalarını Mesih kavramı çerçevesinde şekillendiren Hıristiyanlık, kristosentrik (mesih merkezli) bir dindir. Hıristiyanlıkta merkezi bir yere sahip olan İsa bir Yahudi olduğu
gibi onun Mesihliği de Yahudiliğe dayanmaktadır. İncillerde geçen ve Hz. İsa‟ya atfedilen ifadelerde
de onun Yahudi şeriatını ortadan kaldırmak için değil, bilakis tamamlamak için geldiği
belirtilmektedir. (Matta, 5: 17-18) Erken dönem Hıristiyanlık, İsa‟nın sadece bir peygamber olduğuna
inanan ve dirilişini reddeden Ebionitler gibi bir Yahudi mezhebiydi. Zamanla Yahudilikten koparak
müstakil bir din haline gelen Hıristiyanlıkta İsa, Pavlus tarafından bir Yahudi mesihi olmaktan
çıkarılıp “Kurtarıcı Tanrı”ya dönüştürülmüştür.
15
Daha Hıristiyanlığın filizlenme yıllarında Hz. İsa ve onun müntesipleri iki önemli engelle karşı
karşıya kalmıştır: Birincisi, İsa‟nın kendilerine gönderildiğini ilan edip muhalefet ettiği Doğu‟nun
kadim dini olan Yahudiliğin reaksiyonu, diğeri de dini karmaşa içerisindeki bu bölgeyi ellerinde
bulunduran Roma İmparatorluğu‟nun baskısıdır.
16
Hıristiyanlığın erken biçimleri tıpkı diğer gizem kültleri gibi büyük ölçüde eğitimsiz ve okur-yazar
olmayan kitleye yönelikti. O dönemin insanları için Hıristiyanlık sadece bir başka gizem kültü, silik
soluk bir Yahudi mezhebi, çok kısa bir süre sonra yerini alacağı rakiplerinin çoğundan daha önemsizdi.
II. yüzyılın elit entelektüellerine çekici gelen Yeni Platonculuk, zamanın revaç bulan felsefi teorisi
8
Greko-Romen diyardan edinmiştir. Bu geçiş döneminde Hıristiyanlık önemli bir
değişim ve dönüşüm göstererek Mesihçi bir doğu dini olmaktan çıkarak senkretik
Pax Romananın bünyesindeki bütün inanç sistemlerinden etkilenen eklektik bir din
haline gelerek Yahudilikle arasındaki köprüleri atmıştır.17
Hıristiyanlık I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Filistin bölgesinden Suriye
ve Anadolu‟ya, oradan da Yunanistan üzerinden İtalya‟ya kadar ulaşmıştır.
Kendisine öncelikle kadınları ve ezilenleri hedef kitlesi olarak seçen18 Hıristiyanlığın
teolojik ve örgütsel gelişimi, Roma düzeni içerisinde yaklaşık dört asır süren bir
etkileşim ve dönüşüm sürecinde gerçekleşmiştir. Pavlus ile başlayan bu dönüşüm
süreci, Athanasius, Basil, Naziansuslu Gregory, Cyril, Justin Martyr, Clement,
Origen, Hippolytus, Irenaeus, Tetrtulllian, Ambrose ve Augustine gibi bu sürecin
öncü isimleri ile gittikçe çeşitlenerek artmış ve kadim geleneklerin Hıristiyanlık
potasında yeniden şekillenmesini ve bu anlamda bir sürekliliğin gerçekleşmesini
sağlamıştır. Roma‟dan doğan boşluğun Katolik Kilisesi tarafından doldurulması ve
yeni gelen kavimlerin bu jeokültürel ortama intibakı da Hıristiyanlığın bu
dönüşümcü ve dönüştürücü özelliği sayesinde mümkün olmuştur.19
Yabancı bir imparatorluk içerisinde komünal ve kadim dünyanın toplumsal,
kültürel ve politik meselelerine kayıtsız kıyamet beklentisi içerisinde sade bir hayat
olduğu için, felsefi bir zemin edinme özlemi içerisinde olan Hıristiyanlık onu hesaba katmak
durumunda kalıp model alacaktır. Bkz. W. T. Jones, Ortaçağ Düşüncesi/Batı Felsefesi Tarihi, c. 2,
çev. Hakkı Üner, Paradigma Yay., İstanbul 2006, s. 35.
17
Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten ayrıştırma girişimlerinin siyasi ve dini temeli hakkında bkz.
Turhan Kaçar, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2009, s. 25; Baki
Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, Pınar Yay., İstanbul, 2002, s. 126-7.
18
Kilise başka faktörlerin yanında, kocaların eşlerine iyi davranmalarını, imanlarını korumalarını ve
çocuklarına bakmalarını istediği için kadınlara ilgi çekici gelmiştir. Diğer yandan yoksullara ve
yaşlılara sosyal yardım niteliğinde hizmetler götürerek, köle, suçlu gibi ayrımlar yapmayıp toplum
dışına itilmiş bu tür insanlara kucak açarak hızla taraftar kitlesini artırma yoluna gitmiştir. Bkz.
Mehmet Ali Ağaoğulları- Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Yayınları, Ankara
2006, s. 107; Nitekim Pavlus‟un Korint‟teki Hıristiyanlara yönelik “Bir çoğunuz insani ölçülere göre
bilge, güçlü ya da soylu kişiler değildiniz…” (Korintlilere I. Mektup 1:26) şeklindeki ifadesi ilk
Hıristiyanlığın proleter karakterini göstermektedir. Hıristiyanlığın başlangıçta izlediği bu yöntem
diğer pek çok dini ve sosyal hareketin çıkış ve ayakta kalma noktasını teşkil etmiştir. Hıristiyanlığın
doğduğu ve yayıldığı zaman dilimi çok sayıda insanın yer ve yurtlarından edildiği bir dönemdir.
Toplumsal yapının çözüldüğü, cemaat düzeninin bozulduğu büyük şehirlerde Hıristiyanlık geniş
taraftar kitlesine ulaşırken, cemaat düzeninin kısmen varlığını devam ettirdiği taşrada, şehirlerdeki
başarısına ulaşamamıştır. Benzer şekilde Hıristiyanlık birlik ve beraberlik bağlarının güçlü olduğu
hem Filistin bölgesindeki hem de diasporadaki Yahudiler arasında yaşama imkanı bulamamıştır. Bkz.
Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, çev. Erkıl Günur, İm Yayınları, İstanbul 2005, s. 77 vd.
19
Bkz. Ahmet Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, Divan İlmi
Araştırmalar, 2000/2, yıl 5, sayı 9, s. 35;
9
süren
20
ilk Hıristiyanlar beklenen kıyametin gecikmesiyle organize olmaya
başlamışlardır.21 Bu ilk organizasyon içersinde şühhesiz Roma Kilisesi dikkat çeken
bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Tam olarak ne zaman oluştuğu bilinmese de, 40
ve 50‟li yıllarla tarihlenen bir zaman diliminde Roma‟da bir Hıristiyan cemaatin
varlığı bilinmektedir. Çünkü ilerleyen zamanlar Hıristiyanların sistematik bir devlet
baskısına maruz kaldıkları dönemdir. Başlangıçta Romalılarca Yahudiliğin bir
mezhebi veya bu mezhebin mensupları olarak görülen Hıristiyanlar 64-68 yılları
arasına rastlayan dönemde devlet zulmüyle karşı karşıya kalmışlar ve Pavlus ve
Petrus gibi iki sembol isim de bu dönemde öldürülmüşlerdir.22
İmparatorluk baskısı altında geçen bu dönemlerde sonraki biçimiyle bir
hiyerarşiden bahsetmek mümkün olmasa da dini otorite konusunda ilk işaretler
kendisini göstermektedir. Örneğin şimdiki anlamda olmasa da “idareci” anlamına
gelen episkopos ünvanı özellikle pagan asıllı kiliselerdeki lider kadro için
kullanılmıştır. Başlangıçta kıdemlilerden (elders) oluşan bir heyet (presbyters)
tarafından yönetilen kiliseler tedricen otokratik (monepiskopacy) bir sisteme doğru
geçmişler
ve
150‟li
benimsemişlerdir.
23
yıllara
gelindiğinde
bütün
kiliseler
bu
uygulamayı
Bu teşkilat şeması Anadolu ve Suriyedeki kiliseler için
Antakyalı İgnatius‟un mektuplarında görülmektedir. Misyonlarının havariler
kanalıyla Tanrı‟dan geldiğini iddia eden bu hiyerarşi, daha sonra yerlerini alacak
20
Bkz. Resullerin İşleri 4:32-35.
İlk Hıristiyanların devlet karşısındaki ilgisizlikleri, Roma İmparatorluğu‟nun, Hıristiyanları
imparator kültü gibi kendi inançlarının hilafına bir takım şeyleri yapmaya zorladıkları andan itibaren
keskin bir devlet düşmanlığına dönüşmüştür. Mensching‟e göre Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde
“dünyadan tiksinme” ve “dünyada yaşama” şeklinde iki zıt temayül gelişmiştir ki bu iki temayül
bütün Hıristiyanlık tarihinde varlığını korumuştur. Hıristiyan mezhep ve tarikatlarında, kıyameti
bekleme süresinin kısalığı yüzünden “dünyadan tiksinme” kendisini gösterirken, kilisede ise dünyanın
daha çok devam edeceği düşüncesiyle “dünyada yaşama” kabul edilerek hiyerarşik bir teşkilatlanma
yoluna gidilmiştir. Bkz. Gustave Mensching, Dini Sosyoloji, çev. Mehmet Aydın, Din Bilimleri
Yayınları, Konya 2004, s. 89 ve 118.
22
Bkz. George Stebbing, The Story of the Catholic Church, B. Herder Book Company, London and
Edinburg Tarihsiz, s. 20; Eusebius‟a göre Hıristiyanlığa karşı ilk takibatı başlatan İmparator Nero‟dur.
Bkz. Eusebios, Kilise Tarihi, çev. Furkan Akderin, İstanbul, 2011, s.60-1; Başlangıçta lokal kalan
ancak zamanla genelleşen Nero‟nun zulmü sırasında Hıristiyanlar imparatorluğun genelinde
hapsedilme ve dövülmeden diri diri yakılmaya, eğlence amacıyla arenalarda vahşi hayvanların önüne
atılmaya kadar çeşitli muamelelere maruz kalmışlardır. Çeşitli apokrif metinlerle erken dönem Kilise
babalarının konuya ilişkin rivayetlerine göre Pavlus ve Petrus aynı günde şehit edilmişlerdir. Yine
İmparator Nero zamanında Hıristiyanların meşhur Roma yangını ile suçlandıkları ve bu suçlama
sonucunda sistematik işkencelere maruz kaldıkları ifade edilir. Pavlus ve Petrus‟un işte bu takibatlar
sırasında şehit oldukları öne sürülür. Bkz. Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2001, s.82 vd.
23
Bkz. Allison, Historical Theology, s. 589 vd; Granfield, “Papacy”, s.172; O‟Malley, A History of
the Popes, s.13; Çoban, a.g.e., s.37.
21
10
olan haleflerini de yetiştirmeye gayret etmiştir. 24 Dolayısıyla sonraki yüzyıllarda
keskin hatlara sahip olacak bir ruhban ve laik ayrımı daha ilk dönemlerden itibaren
kendisini göstermiştir.
Resmi liderlik rolleri biçimlendikçe, bu roller öncelikle İsa ile doğrudan
herhangi bir şekilde irtibatlı olduğunu iddia edenlere verilmiştir. Zamanla İsa‟nın
çağdaşları ölünce “havarilerin mirasçıları” kavramı gelişmiş ve yetki İsa‟ya ve onu
doğrudan tanımış olan havarilere uzanan bir akrabalık silsilesinin sadece erkek
üyelerine geçmiştir. Bu silsilenin saflığını korumak için de kendilerinden sonra
gelenler özenle seçilmiş ve selefler haleflerin üzerlerine ellerini koyarak onları
yetkilendirmişlerdir. Bu liderlik rollerinin oluşmasında sakramentler öğretisi merkezi
bir rol oynamıştır. Çünkü sakramentlerin ifası için din adamlarına ihtiyaç vardır.
Eğer Rabbin sofrasındaki ekmek ve şarap inanıldığı gibi İsa‟nın eti ve kanıysa (Luka
22:17-20), bunlara dokunan kişiler de Tanrı‟nın kutsal bir güce sahip olan vekilleri
olmalıydılar. Yani Kilisenin kurumsal organizasyonunda göklerden yeryüzüne
uzanan bir hiyerarşi vardır ki bu hiyerarşinin en tepesinde bulunan Baba Tanrı‟nın
gücü, Oğul İsa vasıtasıyla, onunki de yeryüzündeki temsilcileri olan din adamları
kanalıyla yeryüzüne inmiştir. Böylece Kilise kendisini göklerden gelen bu yüce
hiyerarşik güç modeline göre yapılandırmış ve bunu toplumun her kesimine teşmil
ederek evrensel bir Hıristiyan toplum (Christendom) oluşturmayı amaçlamışlar ve bu
uğurda siyasal yönetimlerle iş birliğine gitmişlerdir.25
Havariler dönemindeki karizmatik liderlikten sonra kiliselerin birbirleriyle
olan ilişkilerinde bir hiyerarşiden söz edilemez, ancak zamanla metropolitan
statüdeki kiliselerle taşra kiliseleri arasında bir farklılaşma meydana gelecektir. IV.
yüzyıla, yani İznik Konsili‟ne kadar Hıristiyan cemaat organik bir bağdan yoksun
olarak kendi bölgelerinde kendi kurallarınca ve aralarında az ya da çok teolojik ve
idari farklılıklarla birlikte yaşamaktadırlar. Bu dönemin belli başlı Hıristiyan
merkezleri olan Roma, İskenderiye ve Antakya‟nın metropolitan statüde oldukları ve
diğer kiliselere öncelikleri İznik Konsili‟nde alınan bir kararla resmiyet
kazanmıştır.26 451 Kadıköy Konsili‟nin 28. Kanonuyla da İstanbul Roma ile aynı
24
Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I. ve IVncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, çev. Antun Göral, Güler Mabaası,
1972. s. 79 vd.
25
Bkz. Linda Woodhead, Hıristiyanlık, Çev. Sevda Çalışkan, Dost Kitabevi Yay. Ankara 2006, s. 65
vd.
26
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 37.
11
statüye çıkarılmıştır.27 İlk yedi konsil ışığında, Roma ile İstanbul arasında; Roma,
İstanbul, İskenderiye, Antakya, Kudüs Kiliselerinin hiyerarşik yapısı, taşıdıkları
manevi değere göre kabul edilmiştir. Bu hiyerarşinin tepesinde Roma Kilisesi
görülmektedir. Roma bu haliyle evrensel bir imtiyaza sahiptir. Bu imtiyazı ona
bahşeden de Roma Kilisesi‟nin havari Petrus tarafından kurulmuş olmasıdır. Çünkü
İsa'nın ifadesine göre Hıristiyanlık bizzat Petrus üzerine bina edilmiştir. Zira İsa,
Kilisesini Petrus‟un üzerinde kuracağını ifade etmiş28, Petrus da Hıristiyanlık misyon
faaliyeti için geldiği Roma'da çarmıha gerilerek şehit edilmiştir. Roma Kilisesi‟nin
sahip olduğu bu imtiyaz, ona her türlü dini toplantıya katılma, verilen bir hükmü
bozma, yerine bir başka hüküm koyma yetkisi vermiştir.29
313 Milano Fermanıyla imparatorluk baskısından kurtulan Hıristiyanlık,
İmparator Theodosius (375-395) döneminde imparatorluğun resmi dini olma
hüviyetini elde etmiş, bu sayede kilise ile imparatorluk karşılıklı bir etkileşim
içerisinde olmuşlardır. Bir yandan imparatorluk Hıristiyanlaştırılırken diğer yandan
Hıristiyanlık Romalılaştırılmıştır. Bazı inanç ve pratiklerdeki benzerlikler bir yana
kilisenin yönetim biçimi ile imparatorluk formları arasındaki benzerlikler dikkat
çekicidir. Örneğin papalar I. Leo (440-461)‟dan itibaren Pontifex Maximus (başrahip)
ünvanını
kullanmışlardır
ki
bu
unvan
önceleri
imparatorlar
tarafından
kullanılmıştır.30 Bu karşılıklı etkileşimde daha dinamik bir görüntü çizen Kilise, Batı
Roma İmparatorlığu‟nun yıkılmasıyla oluşan otorite boşluğunu –şartların da
elvermesiyle- çok iyi değerlendirerek Avrupa‟da inisiyatifi ele geçirmiş ve Batı
Avrupa‟da toplumsal hayatın her alanına hükmeden devasa bir yapıya dönüşmüştür.
İşte bu yapının kumanda merkezi Papalık, en amir konumdaki şahsiyet ise papa
olmuştur.
Dini alanda elde etmiş olduğu bu amir konumundan kaynaklanan güçle
Papalık ilk defa 756 yılında Frenk Kralı Pepin (Kısa Pepin)‟in Papa II. Stephen‟e
Orta İtalya‟nın geniş bir bölümünün hakimiyetini bahşetmesiyle (Donation of Pepin)
de “Papalık Devletleri” (Papal States) kurulmuş ve böylece Papalık dünyevi bir
27
Bkz. William A. Curtis, “Infallibility”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings),
T&T Clark, London and New York 2003, s. 272.
28
Bkz. Matta 16:18-19; İncillerde hiçbir yerde İsa‟nın “Kilise” ya da “benim Kilisem” ifadelerinin
geçmez. Bunun yerine “topluluk”, “meclis” anlamına gelen Aramca qahal ifadesini kullanması daha
olasıdır. Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 5.
29
Bkz. Mehmet Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, AÜİFD, c. 27, sy.1, s. 127.
30
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 267 vd.
12
hakimiyet sahasına kavuşmuştur. 31 Papalığın bu dünyevi hakimiyeti 1870 yılına,
İtalyan birliğini hedefleyen risorgimento (diriliş) kuvvetlerinin Roma‟yı işgaline
kadar bin yıldan fazla bir süre devam edecektir. 1870 İtalyan işgaliyle dönemin
papası IX. Pius Vatikan‟a kapanarak kendisini mahpus ilan etmiş ve Papalığın bu
esareti 1929 Lateran Antlaşmasına kadar yaklaşık 60 yıl sürmüştür. Bu tarihte Papa
XI. Pius‟un idaresi altında Papalık Devlet Sekreteri (Dış İşleri Bakanı) Kardinal
Pietro Gasparri ve İtalya Başbakanı Senyor Cavaliere Benito Mussolini bir araya
gelmişler ve İtalya –çok küçük de olsa- Papaya bir toprak egemenliği tanıyarak
günümüz Papalığının, yani Vatikan Şehir Devleti (Vatican City State)‟nin temelleri
atılmıştır. 32 Bu anlaşma neticesinde papa uluslararası arenada var olma, geniş bir
diplomatik temsil ağına sahip olma ve uluslararası organizasyonlara hükumet dışı bir
kuruluş olarak katılmaktan daha ileri bir erişim imkanına sahip olmuştur.33
2.3. Papalık-Katoliklik ÖzdeĢliği
“Katolik” kelimesi Grekçe “evrensel” anlamına gelen katholikos sıfatından
gelir. İlk defa Antakya Kilisesi‟nin lideri Aziz Ignatius (?35-107)‟un mektuplarında
geçen bu kelime muayyen küçük bir cemaate karşın inananların oluşturduğu
topluluğu; parçaya göre bütünü ifade etmektedir. “Katolik” kelimesi II. asrın
sonlarından önce ayrılıkçı gruplar karşısında evrensel ya da “Katolik” Kilisenin
tanıklığını ve öğretisini ifade etmeye başlamıştır. IV. yüzyıldan itibaren de heretik ya
da ayrılıkçı gruplara karşı “hakiki-doğru” kiliseyi belirtmek için kullanılmıştır. 34
Ortaçağlarda heresinin karşıtı olarak hakiki, gerçek itikadı (ortodoksi) tanımlamak
için kullanılan bu kavram 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından (Schisma) ve XVI.
yüzyıldaki Protestan Reformundan sonra ayrıştırıcı bir karakter kazanmıştır. 1054
yılından itibaren Roma Kilisesi kendisini “Katolik” olarak vasıflandırırken Doğu
31
Bkz. Walter Ullmann, A Short History of the Papacy in the Middle Ages, Routledge Taylor &
Francis e-Library, London and New York 2005, s.49; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 75-6;
Stebbing, The Story of the Catholic Church, s. 204.
32
Lateran Antlaşmasının tam metni için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 391-400.
33
Bkz. Jean François Mayer, “II. Vatikan Konsili‟nden Sonra Hıristiyan Dünyasındaki Yeni
Temayüller ve Gelişmeler” Divan İlmi Araştırmalar, 2000/2, yıl 5, sayı 9, s. 79.
34
Bkz. Cunningham, An Introduction To Catholicism, s. 4-5; Katolisizmin en erken biçimleri için bkz.
McBrien, The Church, s. 46-48.
13
Kiliseleri ise “Ortodoks” ünvanını kullanmışlardır. Katolik kavramı Reformasyondan
itibaren ise “Protestan” kelimesine karşıt olarak kullanılmıştır. Ancak bu kelimenin
tam karşıtı “sectarian” (dar görüşlü, tarikatçi, mezhepçi) kelimesi, yani kendisini
bütün yeryüzüne yayılmış kiliseden ve bir dereceye kadar da dünyadan soyutlamış ve
“Kilisenin sadece bir parçasına ait olan” anlamına gelmektedir. Anglikanlar ise
Katolikliğin sadece Roma'ya tahsisini doğru bulmamış, eski bölünmemiş Kilisenin
temsil ettiği tek bir Katolik Kilisenin mevcudiyetini ve bunun Anglikanlar'la eski
Katolikler'i (old Catholics) ve Ortodokslar'ı da kapsadığını, çünkü onların da
havarilere dayandıklarını, eski Katolik (evrensel) inanç ve uygulamayı devam
ettirdiklerini söylemişlerdir. Bununla birlikte Anglikanlar, XVI. yüzyıldan itibaren
Roma'ya bağlı kiliselere Roma Katolik Kilisesi adını vermişlerdir. Reformasyon
sonrası Roma ile bağını koparan kiliseler ise “Protestan” adını almışlardır. 35 Öte
yandan XX. yüzyılın ortalarına kadar Katolik, Ortodoks ve Protestan olarak
kendilerini tanımlayan cemaatlerin her birinin kendilerini Hıristiyanlığın gerçek
temsilcisi olarak görüp diğerlerini sapkınlıkla suçlayıp tekfir etmelerinden dolayı
bazen de “Katolik dini”, “Ortodoks dini”, “Protestan dini” şeklinde müstakil bir dini
ifade ediyor gibi kullanılmıştır.36 Ancak günümüzde papayı Tanrı‟nın yeryüzündeki
temsilcisi, İsa‟nın vekili, Petrus‟un halefi, inanç ve ahlak konularında bağlayıcı
yanılmazlık yetki ve otoritesine sahip en üst otorite olarak kabul eden kilise ve
müntesipleri Katolik olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile papayı kabul
etmekle Katolik olmak adeta özdeşleşmiş37, Papalık ve Roma Kilisesi iç içe geçmiş
ve Papalık Katolik kimliğinin en belirgin simgesi haline gelmiştir. Buna ilaveten
merkezi ve muhafazakar yönetim şekli ve papanın davet ve onayıyla meşruiyet
35
Bkz. Ali İsra Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, Dinler Tarihi Araştırmaları-III, 2000.
Yılında Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği), Dinler Tarihi Derneği Yay., Ankara 2002, s. 259;
Ömer Faruk Harman, “Katoliklik, DİA, c. 25, s.56.
36
Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”, AÜİFD, c. 41,
sy. 1, 2000, s. 309.
37
Bununla birlikte doğrudan Roma‟ya bağlı olmayan kiliseler nazarında papanın otoritesi değişkendir.
Anglikan Kilisesi ile bazı Ortodoks ve Protestan Kiliseler kendilerini Katolik saymakta ancak papanın
otoritesini tanımamaktadırlar. Doğu Hıristiyanları içerisinde de “Uniate Kiliseler” adı verilen;
Keldaniler, Ermeniler ve Kıbtîler arasında, kendi inanç ve uygulamalarını devam ettirmekle birlikte
papanın otoritesini kabul edenler bulunmaktadır. Bunlar en çok Ukrayna, Romanya, Hindistan, Suriye
ve Lübnan‟da bulunur. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Katoliklik”, DİA, C. XXV, s.56-58; Woodhead,
Hıristiyanlık, s.147; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.260.
14
kazanan bir genel konsil anlayışı da Katolik Kilisesi‟nin ayırt edici özellikleri
arasında yer alır olmuştur.38
Diğer yandan Roma‟nın, Katolikliğin merkezi konumunda (ve iddiasında)
olması temel ökümenik bir problem olarak da görülmektedir. Zira Roma ile irtibatı
olan Katolikler “Roma Katoliği” midir yoksa sadece “Katolik” midir. Bu görüşte
olanlara göre bir çok Anglikan, Ortodoks, Protestan ve Doğu Hıristiyan‟ı da
kendilerini Katolik saymaktadır. Yine bazı Katolikler de “Roma” tanımlamasının
Kilise bilimi (ecclesiology) içerisinde kullanılmasına karşı çıkmaktadırlar. Zira
“Roma” sıfatı Katolikliği tanımlamaktan ziyade sınırlamakta, daraltmaktadır. Onlara
göre “Roma” sıfatı Roma piskoposluk bölgesine veya Roma‟nın görüşlerine delalet
etmektedir. Ayrıca Petrus‟un Kilise‟nin temeli ve lideri olarak görevlendirilişinin
Roma‟da değil Kudüs‟te gerçekleştiği, dolayısıyla kiliseler arasında Katolikliğin
alameti farikasının Roma‟nın önceliği değil, Petrus‟un önceliği olduğunu ve Kilise‟yi
aynı anda “Katolik” ve “Roma” diye isimlendirenlerin tutarsız duruma düştüklerini
belirtmektedirler. Diğer yandan doğu ritlerini uygulayan, Latin ve Roma karakterli
olmayan ancak Roma ile birlik halinde olan Katolik yedi kilise geleneğinin de
(Ermeni,
Bizans,
Kıpti,
Habeş,
Keldani,
Maroni)
“Roma”
sıfatını
hoş
karşılamadıklarını ifade etmektedirler. Zira bu kiliselerin hiç birisi Roma Katolik
Kilisesi değildir. Bu sebeple Katoliklik, Roma veya Batı ile sınırlandırılamaz,
Katoliklik, evrenselliktir. Bununla birlikte 1054 yılındaki Doğu-Batı bölünmesinden
itibaren Batı Kilisesi‟nin takip ettiği politikanın bir sonucu olarak, bugün Katolik
Kilisesi denildiğinde Roma Katolik Kilisesi anlaşılmaktadır.39
38
Bkz. Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, s.259.
Bkz. Güngör, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, s. 260; Cunningham, Catholicism, s. 14;
McBrien, The Church, s. 6.
39
15
I. BÖLÜM
PAPALIK OTORĠTESĠNĠN TARĠHSEL SEYRĠ
Tarihsel süreç içersinde muazzam imparatorlukların bile yıkıldığı ve çeşitli
siyasi kargaşaların hüküm sürdüğü hemen her dönemde ayakta kalmayı başarabilmiş
olan Roma Kilisesi, yani Papalık, -arada kırılmalar olsa da- dini alanda olduğu kadar
siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda da her istediğini yaptırma kudretine sahip
hiyerarşik devasa bir yapıya dönüşmüştür. Yine de Papalığın sahip olduğu bu devasa
güç ve nüfuz, sadece papada bulunan, onun inanç ve ahlak konularında yanılmaz,
hatta sorgulanamaz bir yorumlama otoritesi yanında gölgede kalmaktadır. Genelde
Papalığın (konsil bazında) özelde de papaların (onay mercii olarak) böylesi bir
karizmayı kendilerinde hak olarak görmeleri giriş bölümünde de değindiğimiz gibi
Petrus doktrinine dayanmaktadır. Petrus doktrini aynı zamanda papalığın otoritesini
hem Batı‟da hem de bütün Hıristiyan dünyada hissettirmesinde bir dayanak noktası
teşkil etmiş, otoritesini tesis ettikçe de doktrin tanımlama ve dogma ihdas etme
noktasında kendisinde özgüven bulmuştur. 40 Roma (Katolik) Kilisesi Ortaçağda
alternatifsiz bir güç olarak yoluna devam ederken “papanın yanılmazlığı”nın Roma
Piskoposluğunun daha önce tesis edilmiş olan üstünlüğünden devşirilmiş bir doktrin
olduğu ifade edilmektedir. 41 Bu sebepten yanılmazlık doktrininin alt yapısını
anlamak adına bu ilk bölümde, Geç Antikçağdan 1870 I. Vatikan‟ın eşiğine;
aydınlanma ya da “akıl çağı”42 olarak nitelendirilen döneme kadar olan uzunca bir
dönem aralığında (kırılma dönemleri de dahil olmak üzere) papalığın önce dini, ve
bu dini otorite vasıtasıyla kurmaya çalıştığı dünyevi öncelik ve üstünlük iddialarını
ele alacağız.
40
Papalığın üstünlük teolojisi için bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 170-5.
Bkz. Dany Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, Homiletic & Pastoral
Review, June/July 2011, s. 50.
42
Bu dönemin bir analizi için bkz. Batıya Yön Veren Metinler, Derleyen Alev Alatlı, Cilt III, s. 917925.
41
16
1. GEÇ ANTĠKÇAĞDA PAPALIK
Batı‟da I. yüzyıldan itibaren Roma piskoposları, Petrus‟un bânisi olduğu bir
kilisenin (ecclesia Petri) başı olarak istisnai bir yere sahiptirler. Buna rağmen
Kilise‟nin ilk çağlarında Roma piskoposunun otoritesi hakkında bir sessizlik
hakimdir. Bu dönemlerde papaların statüsü piskoposluk mesabesinde olup Papalık da
ortaçağda ulaşacağı zirve düzeyinden epey uzaktır. İlk yüzyıllarda papaların
posizyonu Kilisenin birliğini muhafaza etmekten ibaret olup bu birliğe inanç ve
disiplin ayrılıkları halel getirmedikçe çeşitli eyalet kiliseleri işlerini bağımsız olarak
yürütmüşlerdir. Havariler hayattayken ne piskoposun ne de papanın görüntüsü vardı.
Zira papa ve piskoposlar havarilerin sahip olduğu gibi bir prestije sahip değildi.
Havariler yerel kiliseleri kurmak ve onları evrensel Kiliseye bağlamak için dışarı
giden İsa‟nın elçileriydi. Bu sırada Petrus “bütün bir Kilise koordinasyonunun
görünür merkezi” konunundaydı. Ancak son havarinin ölümüyle Roma Piskoposluğu
açısından otoritenin önceliği şekillenmeye ve III. yüzyıldan itibaren Roma
Piskoposluğunun üstünlük iddiasının bir öğretisi gelişmeye başlamıştır. İlk
yüzyıllarda kilise babaları tarafından Roma Kilisesi ve piskoposunun üstün vasıflarla
tanımlanması, bu yönde bir öğretinin geliştirilmesi ve Roma‟nın bu argümanlara
dayanarak piskoposluk bölgeleri arasında kendisini Principalis; “Ana Kilise” olarak
kabul ettirip bütün ortaçağa hükmedecek bir güç olması yolunda önemli bir başlangıç
olmuştur. Bu ilk filizlenme dönemlerinde Roma‟nın temerküz etmesine biraz da
Petrus‟un makamına gösterilen saygıdan olsa gerek diğer Kiliselerin benzer
iddialarla ortaya çıkmamış olması gösterilmektedir ki bu durumu “sükûtun çok şey
anlatması” olarak ifade edilmiştir.43
43
Bkz. Stephen K. Ray, Upon This Rock: St. Peter and the Primacy of Rome in Scripture and the
Early Church, Ignatius, San Francisco 1999, s. 12; Garland, “The Development of the Dogma of
Papal Infallibility”, s. 49.
17
1.1. Petrus’un Kürsüsü
Roma Katolik Kilisesi‟nin, yani Papalığın, etkin bir kurum olarak varlığını
hissettirmesi Ortaçağ‟a rastlar. Ancak, Piskoposluk makamının oluşması ve
piskoposluk
bölgelerinin
belirmesiyle
birlikte
Roma
Kilisesi‟nin
Petrus‟a
dayandırdığı meşruiyet ve ayrıcalık ile daha ilk dönemlerden itibaren diğer kiliseler
üzerinde otoriter emir ve eylemlerinin ilk işaretleri görülebilmektedir. Öncelikle
burası Batıdaki tek apostolik makam, hatta Petrus‟la birlikte Pavlus gibi bir diğer
gözde havarinin misyon faaliyetinde bulunduğu ve şehit edildiği yer olmasından
kaynaklanan “duble apostolik” özelliğinin 44 yanında imparatorluğun başkentinde
bulunma ayrıcalığına sahiptir. Antakyalı Ignatius, Romalılara yazdığı mektubunda
Roma Kilisesi‟ni vurgulu bir şekilde “muhabbet bağı” (foremost in love) 45 Lyon
Piskoposu Iranaeus ise “heybetli kurum”46 olarak nitelendirmişlerdir. Dini duygu ve
saiklerle yapılan bu nitelendirmelerin fiiliyattaki karşılığını ise daha ilk yüzyılın
sonundan itibaren Roma piskoposlarının teolojik-liturjik ve siyasi tartışmalarda
Hıristiyan merkezlere müdahalesinde görmek mümkündür.
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Hıristiyanlık, farklı kültürlerden
beslenerek birçok düşünce örüntüsü içerisinde yoluna devam etmiştir. Bu birbirinden
kopuk düşünceleri tutarlı bir öğreti bütünlüğü içerisinde düzenlemek son derece zor
olmuş, dolayısıyla Hıristiyanlığın biçimleniş yılları heresi ile mücadele ve
ortodoksiyi tesis etmeye yönelik mücadeleler altında geçmiştir. Daha ilk
dönemlerden itibaren Roma Kilisesi ortodoksiyi temsil eden bir merkez ve onun
kaynağı konumundadır.
47
Çeşitli bölgesel kiliselerin ve bu kiliselere bağlı
44
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. xv.
Bkz. McBrien, The Church, s. 98.
46
Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172.
47
Kilise Babalarına göre ortodoksi havariler kanalıyla intikal etmiştir. Havariler öğretiyi doğrudan İsa
Mesih‟ten almışlar ve onu kendilerinden sonra gelen piskoposlara aktarmışlardır. Ancak Bauer‟e göre
ortodoksi ve heresi arasındaki kutuplaşma oldukça geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bauer‟e göre ilk
Hıristiyanlık biçimleri, sonraları heretic kabul edilen biçimlere daha yakındır. Hıristiyanlığın üç
büyük merkezi Edessa (Urfa), İskenderiye ve Anadolu ilk iki yüzyılda sapkındı; ortodoksluk buralara
sonradan girmiştir. Başından beri tek ortodoks merkez Roma idi ve Antikçağda ortodoksluğun zaferi
Roma Hıristiyanlığının zaferi anlamına geliyordu. Bkz. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler
Tarihi, s.453; Heresinin kökenleri ve Roma Kilisesi‟nin ilk dönemlerden itibaren kendisini
ortodoksinin temsilcisi görüp kendi görüşünden olmayan grupları heretik addedip dışlama ve yok
etme girişimleri için bkz. Michael C. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, McFarland &
Company, Inc., Publishers, Jefferson, North Carolina, and London 2011, s. 24 vd; Bu konuyla alakalı
45
18
piskoposların
da
kendi
aralarında
çözüme
kavuşturamadıkları
ayrılık
ve
uyuşmazlıklarda Roma Kilisesi bir şer‟i mahkeme olarak başvurulan en son merci
konumundadır. Örneğin ilk dönem Hıristiyanlığında önemli yer tutan gnostisizm
tartışmasında havariler tarafından, özellikle Petrus ve Pavlus gibi gözde iki havari
tarafından kurulan Roma Kilisesi‟nin görüşleri ortodoks inancın tespitinde bir
turnusol görevi görmüştür. Roma, uzak kiliselerin işlerine müdahale etmiş, teolojik
tartışmalarda taraf olmuş, dini ve ahlaki konularda diğer piskoposlara danışmanlık
yapmış ve uzak konsillere delegeler göndermiştir. 48 Ortodoks grupların seslerini
duyurmak, sapkın ve ayrılıkçı (heretik) akımların her şeyden önce Roma tarafından
tanınmak için gayret sarf etmeleri de bu gerçeği teyit etmektedir. Çünkü Roma ile
entegrasyon bütün kiliseler nazarında prestij sağlıyordu.49
Roma Katolik görüşe göre henüz ilk yüzyılın sonlarına doğru Corinthus
Kilisesi‟nde ortaya çıkan krizde Papa I. Clement (90-99)‟in Roma Kilisesi‟nden
gönderdiği mektupla arabuluculuk yapması 50 , II. yüzyılda Papa I. Victor (189198)‟un kiliseler arasında ortaya çıkan paskalya (easter) tarihi ile ilgili
anlaşmazlıkta51 belirleyici olması52 Papalık otoritesinin göstergesi kabul edilmiş, her
ne kadar Doğu‟da etkili olmasa da Batı‟da hiçbir kilisenin bu karara itiraz etmemesi
papalığın otoritesi ve önceliği sayılmıştır. 53 Lyon Piskoposu Irenaeus da 165
yılllarında gnostik akımlar nedeniyle baş gösteren tartışmalarda, seçkin iki havari
olarak ayrıca bkz. Şinasi Gündüz, “Dinlerde Ayrılık ve Çatışma: Ortodoksi-Heresi Kavgası”, İÜİFD
Sayı: 9, Yıl: 2004, ss. 1-19.
48
Bkz. McBrien, The Church, s. 99.
49
Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık s. 84; Granfield, “Papacy”, s. 172.
50
Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172; Bu teşebbüs bazılarınca Papalığın üstünlüğünün ilk göstergesi
olarak kabul edilse de Brezzi‟ye göre mektupta bu iddiaya dair herhangi bir ima ya da işaret
görünmez. Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 24.
51
Doğu Kiliseleri paskalyayı Yahudi Pesah‟ı yani “Hamursuz” bayramıyla aynı tarihte; Yahudi
takvimindeki Nisan ayının 14. günü kutlarken Papa I. Victor bu tarihi takip eden Pazar gününe
kaydırmıştır. Papa Victor bu tarihi, aforoz tehdidiyle Asya‟daki kiliselere de kabul ettirmek istemiş
ancak başarılı olamamıştır. Bu farklılık I. İznik Konsili (325)‟nde Batı Kilisesinin benimsediği tarihin
kabul edilişine kadar devam etmiştir.
52
Bu girişim Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten koparma girişimi olarak da görülmektedir.
Hıristiyanlığın kendisini Yahudilikten ayrıştırması Yahudilerle giriştikleri bir mücadele olmaktan öte
kendi içlerindeki Yahudi geleneği yanlıları ile olan mücadelesinden kaynaklanmıştır. Nitekim Yahudi
olmayan Hıristiyanların (goyim) kiliselerde hakim pozisyonlara yükselmeleri neticesinde
Yahudilikten kopuş süreci hızlanmıştır ki Laodikya Konsili‟nde (343-348) Hıristiyanların Şabat‟ı
kutsal gün olarak kutlamaları yasaklanmış, sadece Pazar kutsal gün ilan edilmiştir. Bkz. Turhan
Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, s. 25; Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer
Dinler, s. 127-128.
53
Bkz. Granfield “Papacy”, s. 172; Çoban, Geçmişten günümüze Papalık, s. 39-40; BihlmeyerTuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84; Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, s. 25.
19
Petrus ve Pavlus tarafından kurulduğu için Roma Kilisesi‟nin diğer kiliseler üzerinde
üstün ve otoriter bir gücü haiz olduğunu belirtmiştir. Ona göre, havariler geleneğine
bağlı olan her kilise zorunlu olarak Roma ile aynı fikirde olmalıdır. 54 Kartaca
Piskoposu Cyprien de Papa Cornelius‟a yazdığı mektubunda Roma Kilisesi‟ni
“Petrus‟un Kürsüsü” (cathedra Petri), episkopol birliğin menşei55 ve bütün kiliselerin
rol model olarak benimsemesi gereken “Eski Kilise” (principal church) olarak
adlandırmaktadır. Cyprien‟in yine Roma Kilisesi‟ni kastederek söylemiş olduğu
“Anası Kilise olmayanın Babası Tanrı olamaz” 56 yargısı Roma‟nın ilk dönemlere
ilişkin konumunu göstermesi açısından önemlidir.
Yine Kartaca Piskoposu Cyprian (ö.258) ile Papa I. Stephen (254-257)
arasında yaşanan ve baskı döneminde dinden dönenlerin tekrar vaftiz olmalarının
gerekip-gerekmediği veya kiliselere kabul edilip edilmemeleri sorunu olarak bilinen
lapsi (dönme) tartışmasıdır ki ikili arasında uzunca bir süre sürmüş ve büyük bir
probleme dönüşmüştür. Her ne kadar Roma‟nın isteği Cyprian tarafından reddedilse
de Stephen‟ın bu tavrı papaların kendi kiliseleri dışındaki bir kiliseye ilk müdahale,
dolayısıyla ilk üstünlük teşebbüsü olarak yorumlanmıştır. 57 Papa Dionysius (25969)‟un İskenderiye piskoposuna logos ya da Kutsal Üçleme (Blessed Trinity)
konusunda ileri sürdüğü yanlış fikirlerin hesabını sorması da Roma piskoposlarının
Kilisedeki ayrıcalıklı konumlarına örnek gösterilmiştir. 58 337-52 yılları arasında
papalık yapan Julius, Papa‟nın tek başına, tüm kiliseler üzerinde temyiz hakkı
olduğunu savunmuştur. 340 yılında da Roma‟da Athanasius‟un baskısıyla Papa
Julius‟un önderliğinde toplanan bir konsil Roma‟nın onayını almadan Athanasius ve
Marcellus adlı iki piskoposun sürgüne gönderilmesini protesto etmiş ve doğulu
54
Irenaeus‟un diğer kiliseler arasında Roma Kilisesi‟ni öne çıkarması, Roma‟nın apostolik
meşruiyetini öne çıkarma girişimlerinden ziyade ona diğer Kiliseler nezdinde otoritesinin tanınmasını
sağlayacak siyasi bir statü kazandırma gayretleri olduğu da ifade edilmektedir. August Bernhard
Hasler, How The Pope Became Infallible: Pius IX and the Politics of Persuasion, translated by Peter
Heinegg, Doubleday & Company, Inc. New York 1981, s. 34.
55
Bkz. Ludwig Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, edited in English by James Canon Bastible,
translated from the German by Patrick Lynch, Roman Catholic Books, Cork 1952, s. 289.
56
Bkz. Brezzi, The Papacy, s.35-6; Granfield, “Papacy”, s. 172; Irenaeus ve Cyprian‟ın Roma Kilisesi
ve Roma piskoposuna dair görüşleri için bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 28-36.
57
Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 271; O‟Malley, A History of the Popes, s. 20; Çoban, Geçmişten
Günümüze Papalık, s. 42.
58
Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84; Çoban, a.g.e., s. 42; Brezzi, The
Papacy, s. 37; Logos doktrininin tarihsel gelişimi ve bu konudaki farklı görüşler için ayrıca bkz.
Muhammet Tarakçı, “Hıristiyanlıkta Logos Doktrini”, Milel ve Nihal, Cilt 8, sayı 1, Ocak Nisan 2011,
ss. 201-24.
20
piskoposların herhangi bir şeye karar vermeden önce Roma‟dan izin almaları
gerektiğini ilan etmiştir.59
Kilisenin ilk dönemlerine kadar götürülen ve çok sık atıfta bulunulan bu ve
benzeri ifade ve uygulamalar, papanın liderlik ve rehberliği gibi özel bir pozisyonu
sağlama ve papanın üstünlüğü savlarına çok katkıda bulunmuş, papanın başından
beri mutlak ve yanılmaz güçlere sahip olduğu şeklinde bir düşüncenin
resmileştirilmesi için birer temel vazifesi görmüştür. İlk dönem Kilise babalarına
atfedilen bu ifadeler ile ilk dönem Roma piskoposlarının söylem ve icraatları, Roma
Kilisesi ya da Papalığın başından itibaren diğer kiliseler ya da piskoposluklar
nezdinde ayrıcalıklı bir konumda olduğu iddialarına mesnet teşkil etmiştir. Nitekim I.
Vatikan Konsili‟nde yanılmazlık taraftarı piskoposlar görüşlerini desteklemek için bu
ilk dönem argümanlarına da başvurmuşlardır.60
Diğer yandan bir dine gönülden bağlı müntesipler açısından düşünüldüğünde
Tanrısal bir menşei olan Roma Kilisesi‟nin (ve piskoposunun) bu yüceltici
tanımlamaların yanında yanılmazlık gibi Tanrısal bir inayete sahip olduğu kanaatinin
kısa bir süre sonra oluşabileceğini varsayabiliriz. Nitekim doktrinel tartışmalar başlar
başlamaz hakiki, saf itikadı teşkil etmek adına ayrılıkçı düşüncelere karşı koymada
en etkin silahın Roma piskoposunun doktrinel otoritesinin, yani onun inanca
müteallik konularda yanılmaz olduğu yönündeki bir telakkinin daha II. yüzyılda
oluştuğu ve evrensel olarak kabul gördüğü ileri sürülmektedir.61 Ancak Kilisede ilk
dönemlerden itibaren varlığını hissettiren bir yanılmazlık ya da dini otorite
telakkisinin, modern dönemde ortaya çıkıp I. Vatikan‟da dogmalaşan resmi
söylemden ziyade, Kutsal Ruh‟un denetim ve gözetimi altında Kilisenin
yanılmazlığına, onun hata yapmayacağına duyulan bir inanç olduğu ifade
edilmektedir. Yine de bir kuruma duyulan kanaatin kolayca bu kurumun başında
bulunan şahsa da atfedilebileceği göz önüne alındığında, resmi bir şekilde olmasa da
Roma Kilisesi ve papalar bu özelliği haiz olduklarını iddia ederek ortodoksiyi tesis
ve heresiyi dışlama yoluna gitmişlerdir. Zaten ellerinde böylesi bir argüman olmadan
bu mücadelede başarılı olmaları da mümkün değildir.62
59
Bkz. http://www.dusuncetarihi.com/makale/papa-julius-bildirisi, (25.01.2015).
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 162-3.
61
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 29.
62
Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s. 6 ve 21.
60
21
Bazı Kilise tarihçileri ise ilk kilise babalarının bu görüş ve beyanlarına çok
sık atıf yapılarak öne çıkarılmasını Roma‟nın öncelik ve üstünlük gayretleri olarak
görmüşlerdir. Nitekim Stephen K. Ray bu durumla alakalı olarak “Biz (Kilise)
babalarının ne dedikleriyle alakalı pek çok şey, ne demedikleriyle alakalı çok az şey
duyuyoruz” demektedir. Bu tarihçilere göre çağdaş Roma Katoliklerinin ilk Kilise
babalarının anlayışlarına dair yorumları Kutsal Kitaba dayanmamaktadır. Stephen K.
Ray, William Webster‟ın görüşü olarak ilk kilise babalarının Petrus‟un öncelik ve
üstünlüğünü ve Roma piskoposlarının onun halefi olduklarını hiçbir zaman
reddetmediklerini ifade etmiştir. Ancak buradaki asıl mesele Kilise babalarının bu
durumu nasıl yorumladıklarıydı. Webster, sonraki yüzyıllarda oluşan bir Roma
Katolik iddiası olarak, bu ilk kilise babalarının Roma piskoposlarına (papa) bağlı bir
öncelik ve üstünlük anlayışına sahip olmadıklarını ileri sürmektedir.63
1.2. Hıristiyanlığın Devlet Dini Olması
313 Milano Fermanı‟na kadar imparatorluk baskısı altında yaklaşık üç asırlık
bir mücadele ve propaganda dönemi yaşayan Hıristiyanlık bu fermanla imparatorluk
içinde serbestiyet kazanarak pek çok maddi manevi kazanç elde etmiştir. İmparator
Constantine özellikle Papa Sylvester zamanında kiliseye paha biçilmez bağışlarda ve
vakfiyelerde bulunmuş ve Roma‟nın apostolik ve Katolik özelliğini vurgulamak için
kullandığı Aziz Petrus Bazilikası da dahil birçok kilise yaptırmıştır. Örneğin
papalığın Ortaçağ boyunca karargahı olacak Lateran Sarayı İmparatoriçe Fausta
tarafından Papalığa bağışlanmıştır. Roma Kilisesi daha sonra Constantine‟in bu
vakıflarını seküler idarecilere karşı mülkiyet iddialarına dayanak yapacaktır.
313 Milan Fermanı ile Büyük Constantine döneminde serbestlik kazanan
Hıristiyanlık, 381 yılında I. Theodosius zamanında imparatorluğun resmi dini olma
hüviyetini kazanmıştır. Hıristiyanlığın hayatiyeti ve müntesiplerini artırması
açısından bir kilometre taşı niteliğinde olan bu gelişmeler, diğer pek çok kazanımın
yanında Roma Kilisesi‟nin öncelik ve üstünlük iddiası ve dini otorite olması
açısından çok önemli ve elverişli bir zemin oluşturmuştur. Bu fermanla İmparatorluk
63
Aktaran, Ray, Upon This Rock, s. 12-3; Benzer ifadeler için bkz. Klaus Schatz, Papal Primacy:
From Its Origins To The Present, translated from German by John A. Otto and Linda M. Maloney,
The Liturgical Press, USA 1996, s. 3.
22
içersindeki diğer kiliseler gibi Roma Kilisesi de Roma Hukuk terminolojisine göre
yasal bir kurumsal şahsiyet kazanmıştır. Ancak Roma Kilisesi‟nin diğer kiliselere
göre daha avantajlı olduğu konum ise, onun bir devlet kuruluşu ayrıcalığı
kazanmasıydı. Bu durum onun bütün Hıristiyan toplumu temsil eden evrensel bir
kilise olarak tanımlanmasını sağlamıştır.64
Theodosius zamanındaki bir diğer önemli gelişme de kilisenin kendi
mahkemelerini kurmasına izin verilmesidir. Din adamlarıyla ilgili uyuşmazlıklarda
ve dini konularda bu mahkemeler yetkili kılınmış ve böylece Kilise Hukuku daha ilk
dönemlerden itibaren gelişmeye başlamıştır. Theodosius‟un ölümünde kilise büyük
ölçüde Roma‟dan bağımsız bir kuruluş haline gelmişti. 65 Hıristiyanlığın devletin
resmi dini olması aynı zamanda Hıristiyanlığın devlete engaje olma dezavantajını da
beraberinde getirmiştir. Çünkü Roma imparatorları, kendileri ve imparatorluğun
bekası için Hıristiyanlığın daha avantajlı olduğunu fark etmişlerdir. Zira Hıristiyanlık
iktidarı halka değil Tanrı‟ya hasrediyordu. İmparatorun gücünü kaba kuvvetten alan
bir zorba olarak görülmesindense, yeryüzünde adaleti gerçekleştiren Tanrı‟nın
temsilcisi olarak görülmesi daha iyiydi. 66 Halkın, idareciliğin kutsal bir hak, ona
boyun eğmenin de kutsal bir görev, bir zorunluluk olduğuna inanması tercihe şayan
olup imparatorluğu birleştirme ve genişletme ülküsü olan bir imparator bu konuda da
Hıristiyanlıktan yararlanabilirdi. Çünkü kalpleri fethetmek anlamında kilisenin amacı
da böyle evrensel bir fetih ülküsünün gerçekleştirilmesiydi. Böylece devletle
işbirliğine kilise de razı olmuş ve imparatorluğun himayesini kabul etmiştir. Çünkü
Kilise bundan çok kazançlı çıkacaktı. Eski çağlarda siyasi desteği olmayan dinler
savunmasız kalıyordu. Constantine ve sonra gelen imparatorlar kiliseden yana tavır
koyunca kilisenin başarısı garantilendi. Kilise sadece mali ve hukuki kazanımlar elde
etmekle kalmadı, aynı zamanda piskoposlar heretik gruplarla ve paganlığın
kalıntılarıyla olan mücadelelerinde devletten yardım aldılar. Piskoposlar kendi
64
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 1 ve 3.
Bkz. Levent Gönenç, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”,
Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, Yetkin Yay., Ankara, 2008, cilt II, s. 275.
66
Eusebius (?260-340) gibi yazarlar Constantine‟i “Mesih‟in Vekili” olarak nitelendirmişler ve kilise
ile imparatorluğun birlikteliğinin Tanrı‟nın dünya için tasarladığı ilahi planın bir parçası olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Kilise tarihçisi Eusebius‟un bu konudaki söylemleri imparatorların düşüncelerine
mesnet teşkil eder. “Göksel egemenliğe benzeyen bir egemenlikle donanmış olan imparator, yüzünü
yukarıya çevirir ve dünyadaki yönetimini ilahi örneğe uydurur; yönetimi Tanrı‟nın hükümdarlığına ne
kadar benzerse, imparator da kendini o kadar güçlü hisseder. (…) Elbette monarşi her türlü yönetim
biçimine üstündür; çünkü monarşinin zıddı olan demokratik güç eşitliği, anarşi ve düzensizlik olarak
tanımlanabilir.” Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s. 72.
65
23
piskoposluk bölgelerinde hem dünyevi hem de göksel hükümdarın temsilcileri olarak
otoriteyi ellerinde tutan kimseler haline geldiler.67
İlk Hıristiyan imparator olarak kabul edilen Constantine‟in 324 yılında
imparatorluk başkentini Roma‟dan İstanbul‟a taşımasıyla, Papalık Batıda daha etkin
bir rol oynamaya başlamıştır. Hıristiyanlık 381 yılında imparatorluğun resmi dini
oluncaya değin değişik papalar tarafından papalığın başpiskoposluk olarak otoritesi
zaten tekrar edilmekteydi. Öte yandan bu dönemde bazı önemli dini şahsiyetler dini
ve dünyevi alana yönelik bir yetki alanı belirlemeye yönelik görüşler ortaya koymaya
başlamışlardır. Örneğin patristik düşüncenin Augustinus‟tan önceki son ve en önemli
şahsı olan Milano Piskoposu Ambrosius (340-397)‟a göre imparator da diğer bütün
Hıristiyanlar gibi “Kilisenin Oğlu”dur; kilisenin üstünde değil, içindedir. Dolayısıyla
imanla ilgili konularda tek yetkili piskoposlardır. Ambrosius seküler alanda
imparatorun hakkını teslim etmiş, hatta kilisenin sahip olduğu toprakların
mülkiyetini de imparatorun otoritesine hasretmiş ancak kilise yapılarının kiliseye ait
olduğunu belirtmiştir. 68 Ortaçağ boyunca sürecek olan dini-siyasi çekişmelerin ilk
somut işaretlerinden olan bir olayda İmparator Theodosius, Ambrosius‟tan katedral
kilisesini imparatora devretmesini talep etmiş, Ambrosius ise ona “Saraylar
imparatorun malıdır ama kiliseler piskoposa aittir” şeklinde karşılık vererek dini ve
seküler alanların yetki sınırlamasını ortaya koymuştur.69
Bu dönemde kilise devlet ilişkilerinde Kilisenin devlete üstünlüğünü savunan
bir diğer Hıristiyan entelektüel ise Augustine (354-430)‟dir. Hıristiyanlığı, Roma
İmparatorluğu‟nun çöküşünden sorumlu tutan paganlara karşı kaleme almış olduğu
“Tanrı Devleti” (Civitas Dei)‟nde Augustine, insanın iki devlet vatandaşı olduğunu
belirtiyordu: “Dünya Devleti” ve “Tanrı Devleti”. Bu iki devletin vatandaşlığı
insanın iki boyutuna, “ruh” ve “beden”e karşılık geliyordu; bu anlamıyla “Dünya
Devleti” insanın günahkar yönünü ifade ederken “Tanrı Devleti” “İlahi Kurtuluşu”
müjdeliyordu. Yani dünya devleti günahkarların; Tanrı devleti ise Tanrı‟nın lütfuyla
arınanların
devletiydi.
Tanrı
devletinin
yeryüzündeki
temsilcisi
Kiliseydi.
Dolayısıyla, kurtuluşa ulaşmak için dünya devleti Tanrı devletine benzemeye
67
Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s. 72-73.
Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.138; Granfield, “Papacy”, s. 172.
69
Bkz. Gönenç, “a.g.m.”, s. 275.
68
24
çalışmalı ve Tanrı devletinin üstünlüğünü kabul etmeli ve onun sözünden
çıkmamalıdır.70
Yine IV. yüzyılda Basil, Nazianzen‟li Gregory, Ambrose gibi bir çok önde
gelen kilise babası Roma Kilisesi‟ni taltif eden ifadelerle diğer kilise ve
piskoposluklarla Roma arasında net bir ayrıma gitmişlerdir. Cyprien‟e nisbet edilen
ve Petrus‟a işaret edip haleflerini kapsamayan Ubi Petrus, ibi ecclesi “Petrus
neredeyse Kilise de oradadır” özdeyişinin bu yüzyılda Ambrose tarafından kendi
bağlamından alınarak Roma piskoposlarına hamledildildiği ve Roma Kilisesi‟nin
üstünlük ve öncelik aracı olarak kullanılmıştır.71
1.3. Kutsal Makam
Papa I. Damasus (366-84) ile I. Leo (440-61) dönemleri arasının Papalığın
üstünlüğü doktrininin sistemleştirilmesinde önemli bir eşik olduğu ifade edilmektedir.
Bu dönem papaları, Roma Piskoposunun Petrus‟tan aldığı otoriteyle bütün kiliselerin
başı olduğunu net bir şekilde dile getirmişlerdir. Damasus 382 yılında Roma‟da
topladığı bir synodda Roma Kilisesi‟ni ilk defa “kutsal makam”, sedes apostolica
olarak tanımlamış ve Papalığın Roma dışındaki kiliseler üzerinde hakim konumda
olduğunu ifade etmiştir. Bu tanımlama Roma Kilisesinin sonraki yüzyıllarda devamlı
surette kullanarak kendisini diğer kiliselerden farklılaştırdığı standart bir kavram
haline gelmiştir. 72 Petrus‟un önceliği ve ayrıcalığı daha önce de dillendirilmekle
birlikte Papalık doktrininin ve ideolojisinin bir parçası haline gelişi ve temel “Petrus
doktrini” (petrinology) tanımlaması Papa Damasus‟un döneminde gerçekleşmiştir.
Damasus‟un halefi Siricius (384-99) ise dekretal mektuplarında73 Roma Kilisesi‟nin
70
Bkz. “Tanrı‟nın Şehri Aziz Augustin”, Batıya Yön Veren Metinler, Cilt I, ss. 187-200; Ayrıca bkz.
Mehmet Ali Ağaoğulları (ed), Sokrates’ten Jakobenlere Batıda Siyasal Düşünceler, İletişim
Yayınları, İstanbul 2012, s. 220-222.
71
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 54.
72
Brezzi, The Papacy, s. 48.
73
Dekretaller ya da dekretal mektuplar, papaların bir konu hakkında yazdıkları mektuplardır.
Papaların yargılama alanları içerisinde kanun hükmündedir. Kilise tarihindeki gönderilen İlk dekretal
mektup 385 yılında Papa Siricius tarafından Tarragona piskoposu Himerius‟a gönderilen dekretaldir.
850‟li yıllarda pek çok sahtesi düzenlenen dekretaller Papalığın dini otoritesinin tesisinde önemli
fonksiyon icra etmişlerdir. Bkz. F. L. Cross, (ed.), The Oxford Dictionary of the Christian Church,
Oxford University Press, London 1974, s. 385.
25
sadece Batı kiliselerinin değil, Doğudakiler de dahil olmak üzere tüm Hıristiyanların
üzerinde otorite sahibi olduğunu vurgulamıştır.74
Papa I. Innocent (401-17)‟ten itibaren ise diğer kiliselere yazılan mektupların
içeriği giderek daha buyurgan bir yapı arz etmiştir. Innocent, piskoposların inanca
müteallik herhangi bir sorunla yüzyüze geldiklerinde bunu Roma piskoposuna
sunmalarını istemiştir. Innocent‟ten sonra papa olan Zosimus (417-418) döneminde
Roma‟nın bu tavrı yüzünden özellikle Afrika Kilisesi ile gerginlikler yaşanmıştır ki
Aziz Augustine‟in bile bu durumdan rahatsız olduğu anlaşılmaktadır ki Augustine‟in
doktrinel bir ihtilaf üzerine yaptığı “Roma konuştu, sorun çözüldü”75 özdeyişi Roma
Kilisesi‟nin bu doktrinel tartışmalarda son sözü söyleyen bir temyiz mercii olduğu
kadar doktrinel tartışmalara ne kadar müdahil olduğunu göstermektedir.
Papa I. Boniface (418-422) döneminde, kendisine başvuran görevden
azledilmiş Afrika‟lı bir piskoposun tekrar göreve kabulünü istemesi, ancak papanın
bu isteğinin yasal görülmeyerek yerine getirilmemesi, Roma piskoposlarının
etkinliğinin azaldığına dair bir gelişme olarak görülse de halefi I. Celestine (422-432)
Papalık mektuplarındaki ifadelerin “hukuk” olduğunu ve bunlara mutlak itaatin
gerektiği şeklindeki ifadesiyle mukabelede bulunmuştur. 76
1.4. Büyük Leo ve Kilisenin Dini-Dünyevi Güç Ġddiası
Papa I. Leo (440-461)‟nun Papalığın üstünlüğünün teorik temellerini attığı ve
dolayısıyla kurumsal manada bu yüzyıldan itibaren papalığın etkin bir teşkilat olarak
tarih sahnesine çıktığı ifade edilmiştir. Bu dönemde Roma piskoposları sadece diğer
piskoposlar karşısında öncelik ve üstünlük iddiasında bulunmakla kalmamış, aynı
zamanda en yüksek dünyevi otorite olduklarını da dillendirmeye başlamışlardır. 77
Leo, diğer piskoposlara karşı İsa‟nın Petrus‟a karşı söylemiş olduğu “…ben kilisemi
bu kayanın üzerine kuracağım… Göklerin egemenliğinin anahtarlarını sana
vereceğim”78 sözlerine dayanan Petrus” doktrinini öne sürmüştür. Papalar, Roma‟nın
74
Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 172; Ullmann, a.g.e., s. 5;Çoban, a.g.e., s. 52.
Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 272; Brezzi, The Papacy, s. 56; Çoban, a.g.e., s. 56.
76
Bkz. Ullmann, a.g.e., s. 9; Çoban, a.g.e., s. 56.
77
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.57; McBrien, The Church, s.99.
78
Matta, 16:18.
75
26
manevi derecesini kanıtlamak için önceki yüzyıllarda da bu metinlere başvurmuşlardı,
ancak artık bu satırlar, dolayısıyla “Petrus” doktrini Roma‟nın üstünlük iddiasının
hareket noktasını teşkil etmeye başlamıştır. Örneğin Leo‟nun Papalık otoritesine
referans olarak aldığı kaynakları, “Efendimiz İsa Mesih Aziz Petrus‟u tüm
havarilerin başına getirdi ki onun ihsanları ondan bütün bedene onların başından
aşağı yağar gibi yağsın. Öyle ki herhangi bir kimse kendisini Petrus‟tan ayırırsa, ilahi
kutsanmışlıkta hiçbir payının olmadığını bilsin. Kutsal Roma Kilisesi‟nin, havarilerin
başı Aziz Petrus sayesinde, bütün dünyadaki tüm kiliselerin başı olması makul ve
adildir” şeklinde ifade etmiştir.79
Leo‟ya göre papalar Petrus‟un varisleri ve onun makamının iştirakçileri (sedis
ipsius consorte)‟dir. Bundan dolayı Kilise Petrus tarafından ve dolayısıyla onun
halefleri tarafından yönetilir. Papalar Petrus‟tan dolayı üstün güce haizdirler ve
hatadan münezzehtirler. Leo, hem ruhani hem de dünyevi iktidarın (plenitudo
potestatis) Kilise‟ye ait olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca O, Kilisenin öğretim yapma
ve hukuk vazetme ayrıcalığını ilk ortaya koyan kişidir ki kendisini Petrus ile
ilişkilendirmiş ve Roma Piskoposunu “en yüksek hükümdar”, “en yüksek öğretmen”
ve “en yüksek yargıç” olarak nitelendirmiştir. Papalığı kurumsal bir çerçeveye
yerleştirerek kurumla kişiyi, yani Papalıkla papayı ayıran Leo‟ya göre papa yanlış
yapsa, bu sıfata layık bir insan olmasa da bulunduğu makamdan ötürü ona saygı
duyulması gerekmektedir. Bundan dolayı Leo kendisini “Petrus‟un layık olmayan
halefi” olarak nitelendirmiştir.80
Leo döneminde Roma Kilisesi‟nin itikadi konularda son sözü söyleyen bir
karar mercii olduğu iddialarına dair bir gelişme de 431 Efes Konsili‟nin ardından
yaşanan, İsa‟nın tek kişiliğe ve tabiata sahip olduğunu savunan monofizitizm
tartışmasında yaşanmıştır. Bu ihtilafı gidermek 449 yılında alel acele toplanan
konsilden monofizitizmin mahkumiyeti yerine onayı çıkmıştır. “Haydutlar Konsili”
olarak adlandırılan bu konsil hem Roma hem de İstanbul Kiliselerince geçersiz
sayılmıştır. Ardından bu itizale son vermek için İmparator Marcian‟ın girişimiyle
451 Kadıköy Konsili düzenlenmiştir. Bu konsilin öncesinde Papa Leo‟nun İstanbul
79
Bkz. Jones, Ortaçağ Düşüncesi, s. 227.
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.58; Brezzi, The Papacy, s. 60; Granfield, “Papacy”, s.
172; ayrıca bkz. Eusebios, Kilise Tarihi, s. 238.
80
27
Patriği Flavian‟a gönderdiği ve Roma‟nın görüşlerini içeren bir mektup (Tome)81
konsilde kabul edilen itikat formülasyonuna (credo) temel teşkil ettiği ve konsilde
alınan kararlarda Roma Kilisesi‟nin bu görüşlerinin etkili olduğu şeklinde
yorumlanmıştır. Zira Katoliklerin iddialarına göre, konsilden çıkan; “İsa‟da, karışma,
değişme ve bölünme olmaksızın, hem beşeri hem de ilahi iki tabiat vardır” kararı
Leo‟nun görüşlerini yansıtmaktadır ki bu durum I. Vatikan Konsili‟ndeki
müzakerelerde yanılmazlık taraftarı piskoposlar tarafından papaların yanılmazlığının
geleneksel/tarihsel delilleri olarak kullanılacağı gibi yanılmazlık karşıtları, özellikle
tarihçi Karl Hefele tarafından farklı bir şekilde yorumlanarak anti-tez olarak ileri
sürülecektir.
Öte yandan Kadıköy Konsili‟nde Roma‟nın öncelik ve üstünlük iddialarına
halel getirecek ve Roma‟nın asla kabul etmeyeceği bir karar da alınmıştır. Her ne
kadar papaya şeref önceliği verilmişse de konsilin 28. kanonu ile Roma‟nın
önceliğinin Petrus‟tan değil imparatorluğun başkenti olmasından kaynaklandığı,
İstanbul‟un da “Yeni Roma” olmasından dolayı Roma ile aynı statüde olduğu ifade
edilmiştir. Böylece İstanbul patriğine papada bulunan yetkilere benzer şekilde
Anadolu ve Trakya‟daki bazı bölgelerin papazlarını tayin yetkisi sağlanmış ve bir
ölçüde İstanbul ile Roma eşit konuma gelmiştir. Papalık delegeleri bu karara şiddetle
karşı çıkmalarına rağmen onu değiştirmeyi başaramamışlardır.82
2. ORTAÇAĞDA PAPALIK
Her ne kadar tam olarak ne zaman başlayıp bittiği hususunda bir mutabakat
olmasa da ağır basan görüşe göre Ortaçağ, yaklaşık 476‟dan 1500‟lü yıllara kadar
olan dönemi kapsayan yaklaşık bin yıllık bir zaman dilimidir. İlk kez İtalyan
Rönesansı zamanında kullanılan “Ortaçağ” (Middle Ages) terimi, antikite ile
“modern” kavramının doğuşu arasında ve içerisinde belli bir dönemin ilk defa
81
Leo‟nun Flavian‟a gönderdiği mektup için bkz. Norman P. Tanner, Decrees of the Ecumenical
Councils: Nicaea I to Lateran V, vol. 1, Sheed & Ward, Georgetown University Press, 1990, ss.77-82.
82
Bkz. McBrien, The Church, s. 99; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 58-9; Leo‟nun papalık
dönemi için ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss. 58-9; O‟Malley, A History of the Popes, ss. 38-42.
28
Petrarch tarafından “Karanlık çağ”83 olarak da nitelendirildiği, aklın “hapiste” olduğu
varsayılan ve kilise/monarşi ittifakının tahakkümü altında insanların köleleştirildiği
bir dönem olarak değerlendirilir.84
Bu dönemde Papalık eşine ender rastlanacak bir adaptasyon göstererek
hayatta kalmayı başarabilmiştir. Birbirini izleyen bu dönem papaları imparatorluk
gücüne karşı koydukları gibi Kilisede reform teşebbüslerinde bulunmuşlar ve XIIXIII. yüzyıllarda papalığın otoritesini zirve noktasına taşımışlardır. Ancak takip eden
yıllarda da keskin bir düşüş yaşanmıştır. Bu dönemde Kilise ile siyasi iktidarlar
arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı bir görünüm arz eder. İki tarafın birbirlerine karşı
üstünlük kurma mücadelelerine sahne olan bu dönemin sonlarına doğru Kilise ile
devletin ayrılığı fikri oluşmaya başlamıştır. İki taraf arasındaki bu güç mücadelesine
rağmen, dini ve dünyevi otorite, amaçlarını gerçekleştirebilmek için birbirlerine
ihtiyaç hissetmiş ve bu durum iki aktör arasındaki işbirliğini geliştirmiştir. Siyasal
yönetimler, imparatorlar ve krallar erklerini kullanırken Kiliseyi hesaba katmak
zorunda kalmışlar, bir başka ifadeyle dini otorite siyasi otoriteyi dengeleyici ve
sınırlayıcı bir fonksiyon icra etmiştir.85
2.1. Batı Roma’nın YıkılıĢı ve Papalığın Otorite BoĢluğunu Doldurması
Batı Roma İmparatorluğu‟nun yıkılmasıyla bölgede oluşan otorite boşluğu
aynı zamanda Akdeniz havzasında büyük bir düzenin ve Pax Romananın sona ermesi
anlamına geliyordu. Bundan sonraki gelişmeler, Batı Avrupa‟da yeniden Roma
Barışı‟nı tesis etmeye yönelik iktidar mücadelelerine sahne olmuştur. Batı Roma‟nın
83
Dante‟ye göre Ortaçağ; barbarlık, akıldışılık ve batıl inançlarla örülüdür ve bu dönemi incelemenin
insanlara aptallığını hatırlatmaktan başka hiçbir faydası yoktur. Henry Osborn Taylor ise bu dönem
için “lekeli gerçeklik” (spotted actuality) olarak adlandırdığı bir durumun varolduğunu belirtip
Ortaçağın “antik” ile “modern” arasında kısır bir geçiş dönemi değil, entelektüel ve kültürel açıdan bir
başlangıç olduğunu ifade eder. Karşılaştırmalı bir Ortaçağ analizi ve bu dönemin dini, sosyoekonomik yapısı ve sanat anlayışı için bkz.”Ortaçağ Hıristiyanlığının Dünya Görüşü”, Batıya Yön
Veren Metinler, Cilt I, ss. 205-213.
84
Yine üzerinde tartışmalar olmakla birlikte Ortaçağı nitelemek için iktisadi alanda feodalite, siyasal
düzeyde merkezi yönetimlerin yokluğu ve yerel yönetimlerin öne çıkması, kültürel alanda ise
Hıristiyanlığın kurumsallaşması öne sürülür. Bkz. Ağaoğulları (ed.), Batıda Siyasal Düşünceler,
s.223; “Ortaçağ” kavramına farklı bir yaklaşım olarak bkz. Umberto Eco (ed.), Ortaçağ: Barbarlar,
Hıristiyanlar, Müslümanlar, Alfa Yay., çev., Leyla Tonguç Basmacı, c. 1, İstanbul 2014, ss. 11-41;
Murat Belge, “Ortaçağ”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, yıl 4, sayı 14, 2001, ss. 77-84.
85
Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 175; Gönenç, “a.g.m.”, s.271.
29
enkazında iktidar mücadelesine girişen taraflar, geçmişin Roma topraklarında bir biri
ardına kurulan Germen krallıkları, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ve Roma
Kilisesi olmuştur.
Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar Kilise devletin bir kurumu
görünümündedir. Ancak ortaya çıkan bu otorite boşluğundan yararlanarak
imparatorluk baskısından kurtulan kilise Avrupa‟da mutlak bir güç haline gelmiştir.86
Roma Kilisesi‟nin böylesi bir güce ulaşmasının sebebi, iktidarın Batı‟da çok sayıda
savaşçı kral ve prens ile prens-piskopos arasında bölünmüş olması ve hiç kimsenin
uzun süreli bir egemenlik sağlayamamış olmasıydı. Diğer yandan Hıristiyanlığın,
sadece kendisinin taşıyıcısı olduğuna inandığı geleceğe matuf bir hakikat anlayışı
gereği kendisini Greko-Latin enkazdan farklı tutmuştur. Batı Hıristiyanlığının
böylesi bir dönemde sivrilmesinin bir diğer nedeni de Kilise organizasyonu
içerisinde sahip olduğu sağlam teşkilat yapısıdır. İşte bundan dolayı işgal kuvvetleri
her yerde karşılarında Kiliseyi bulmuşlar ve kilise mensuplarına saygılı davranarak
bundan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Batı Roma İmparatorluğu‟na son veren bu
yeni aktörler Hıristiyanlığı ulvi bir din olarak görmüş ve vaftiz olarak Kiliseye
bağlanmışlardır. Yeni Batı‟nın anası ve mürebbiyesi olan Kilise ilerleyen yüzyıllarda
hemen her alanda etkin bir güç olarak kendisini göstermiştir.87
Bu siyasi ortamda mutlak iktidarı engelleyen düalist bir yapı bulunmaktadır.
Bu düalist otorite biçimi kendisini iki farklı yönde göstermiştir: Birincisi, Ortaçağ‟da
Kilise-devlet ilişkileri iktidarın mutlaklaşmasını engellemiştir. Devlet yöneticileri
Kiliseyi görmezden gelip devre dışı bırakarak iktidarı tek başına kullanma imkanına
sahip olamamış, toplumu ilgilendiren temel konularda –önceleri dini, giderek din dışı
konularda- kilisenin isteklerini hesaba katmak, hatta onun onayını almak zorunda
kalmıştır. Bu konumuyla Ortaçağ‟da Kilise, dünyevi otoriteye balans ayarı yapan
frenleyici bir unsur olmuştur. Düalist otorite yapısının ikinci boyutu, feodalite ile
ilgilidir. Ortaçağ‟da kral sadece siyasi iktidarı elinde bulunduran ve bu erki kullanan
bir aktör değil, aynı zamanda feodal bir bey konumundadır. Bu sebeple, pek çok
konuda iktidarını feodal sözleşmelerle bağlı olduğu diğer feodal beylerle paylaşmıştır.
86
Philip Hughes bu dönemi “Ortaçağ, Kilisenin içinde ortaya çıktığı dünyadır; Batı Roma‟nın yıkılışı
sonrasındaki dönem ise Kilisenin ortaya çıkardığı ve şekillendirdiği dünyadır” şeklinde tanımlamıştır.
Bkz. Philip Hughes, A History of the Church, vol. II, Sheed and Ward, London 1935, s. VII.
87
Bkz. Aydın, “Batı ve Doğu Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, s.128-9.
30
Bu iki düalist otorite yapısı XVI. yüzyılda mutlak monarşilerin ortaya çıkışıyla
birlikte kralların bu kayıttan kurtulmasına kadar varlığını korumuştur.88 Bu ortamda
geçmişe uzanan tarihi ve Roma‟daki üssü, her yere dağılmış olan bağlıları ve etkili
alt yapısı, artan zenginliği ve toprakları sayesinde Kilise mutlak bir güç haline
gelmiştir. Roma piskoposları bu durumdan yararlanıp tüm Batı Kilisesi‟nin önderleri
olduklarını iddia etmişlerdir.
2.2. Gelasien Düalizm
Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte papalar, kendilerini Roma
İmparatorluğunun varisi olarak gören ve hem kutsal otoriteyi hem dünyevi iktidarı
kendi kişiliğinde ve imparatorluk makamında temsil etme iddiasında bulunan Bizans
İmparatorluğu ile görev ve yetki tartışmasına girerek dünyevi konularda imparatorun,
dini konularda ise papanın yetkili olduğunu söyleyerek egemenlik alanlarını
belirleme yoluna gitmişlerdir. Ambrosso ve Augustine‟in geliştirdiği, Kilise ve
devletin ayrı egemenlik alanlarına sahip olduğu ve inançla ilgili konularda Kilisenin
söz sahibi olduğu görüşü bir yetki alanı belirlemesini gündeme getirmiştir. Bu yetki
saptaması 492-496 yılları arasında papalık yapan I. Gelasius tarafından ileri sürülen
“Gelasiyen Düalizm”de ifadesini bulmuştur. Çifte kılıç teorisi olarak da bilinen bu
düşünceye göre Tanrı İsa‟ya biri dinsel erk (auctoritas sacerdotium) diğeri ise laik
erk (regalis potestas) olmak üzere iki kılıç vermiştir. Bu kılıçlar hem dinsel erk hem
de laik erk olarak sadece İsa‟da bir arada bulunmuştur. İsa‟dan sonra ise dinsel erki
temsil eden kılıç papalara, laik erki temsil eden ise imparatorlara geçmiştir. Bu
bağlamda papalar dini konularda, imparatorlar ise laik (seküler) konularda Tanrı‟nın
yeryüzündeki temsilcisidirler.89
Daha sonra papaların, imparatorların dünyevi kılıcı nasıl kullandığını
denetleyebileceği ve gerekli gördüğü durumlarda da dünyevi kılıcı alıp bir başkasına
verebileceği şeklinde yerleşen anlayışın Ortaçağ siyasal düşüncesinde bir siyaset
kuramı olarak kullanılmasının Karolenj döneminde; XI. yüzyılda Papa VII. Gregory
ile İmparator IV. Henry arasında yaşanan “atama” (Investiture) tartışması sırasında
88
89
Bkz. Gönenç, “a.g.m.”, s. 271.
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s.20-1; Gönenç, “a.g.m.”, s. 276.
31
gündeme geldiği ifade edilmektedir. Ayrıca Gelasius‟un auctoritas ve potestas
kavramlarını Roma‟daki teknik anayasal anlamlarını bilerek kullanmadığı, ancak bu
öğretinin papalığın üstünlüğüne hamledilmesi için ortamın müsait olduğu ve “iki
kılıç” öğretisinin papalığın üstünlüğüne vardırıldığı da ileri sürülmüştür.90
Kilise idaresinin dünyevi idareden üstün olduğunu savunan Gelasius, Doğu
Roma İmparatoru I. Anastasius (491-518)‟un kilise işlerine müdahalesine tepki
olarak 494 yılında yazdığı bir mektupla, dünyevi liderin “öğreten” değil “öğrenen”
olduğunu bundan dolayı da Kilisenin, yani papanın sözlerine itibar etmesi gerektiğini
ifade
etmiştir.
Ayrıca
Gelasius
din
adamlarının
seküler
mahkemelerde
yargılanamayacağını da iddia etmiştir ki bu görüş zaman içerisinde “Papa hiçbir güç
tarafından yargılanamaz” biçimine dönüşmüştür.91
Yine bu dönemde, Papa Hormisdas (514-523) zamanında vuku bulan
“Acacian ayrılığı” (Acacian schism) ya da Henoticon tartışması adı verilen Roma ile
İstanbul arasındaki tartışma neticesinde yayımlanan Hormisdas formülasyonunda,
(Formula Hormisdae) Roma Kilisesi‟nin Mesih‟in taahhüdüne göre hakiki ve saf
Katolik itikadı muhafaza eden tek apostolik kilise olduğu dile getirilmiştir.92 Değişik
şekillerde pekçok kişi tarafından dile getirilen bu kanaat, nihayet I. Vatikan
Konsili‟nde de gündeme getirilirek papanın doktrinel konulardaki yanılmazlığına
dayanak yapılmıştır. Ancak bu iddiaya Doğu Kiliselerinden olduğu gibi Batı‟dan da
itirazlar yükselmiştir. Doğu Hıristiyanları, Roma Kilisesi‟nin bu tekelci yaklaşımına
karşın Roma‟nın da diğer kiliseler gibi apostolik merkezlerden sadece birisi
olduğunu ileri sürmüşlerdir.93
90
Bkz. Ağaoğulları- Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.160 vd.
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.61: Ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss.61-2.
92
Henoticon tartışması için bkz. Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz,
Doz Yayınları, İstanbul 2005, ss. 90-94; Kaçar, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, ss. 152-4.
93
Bkz. Brian Tierney, Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the Concepts of
Infallibility, Sovereignty and Tradition in the Middle Ages, E. J. Brill, Leiden 1972, s. 34; McBrien,
The Church, s. 102-103; Stebbing, The History of the Catholic Church, s. 134; Ott, Fundamentals of
Catholic Dogma, s. 289; http://www.newadvent.org/cathen/07470a.htm, (05.05.2014).
91
32
2.3. Büyük Gregory
I. Leo gibi “büyük” ünvanıyla anılan ve tüm ortaçağ papalık çizgisinin
mimarı kabul edilen bir diğer papa da I. Gregory (590-604)‟dir.94 Kendisini Servus
Servorum Dei (Tanrı‟nın Hizmetkarlarının Hizmetkarı) olarak tanıtan 95 Gregory
İstanbul Patriği John (582-595) 587 yılında ökümenik sıfatını kullanınca bu sıfatı
kullanmaması konusunda patriği sert bir şekilde uyarmışsa da hem Patrik John hem
de halefi Cyriacus bu ökümenik sıfatını kullanmaya devam etmişlerdir.96 Papalığın
teolojisi gereği etrafına otoritesini kabul ettirme ve katolik/evrensel hale getirme
aşamasında İstanbul Kilisesi‟nin böylesi bir iddia ile karşısına çıkması doğal olarak
papalığın tepkisini çekmiştir. 97 Yine de I. Gregory kendisi daha önceden Doğu
Roma‟da görev yaptığı için burada dünyevi olanla kutsal olan arasındaki
bütünleşmenin ne denli önemli olduğunun ve buna karşı çıkarak Kilisenin
üstünlüğünü ileri sürmenin vahim sonuçlara yol açacağının farkındadır. Bu nedenle
Gregory, Gelasius‟un yukarıda belirttiğimiz dini-dünyevi erkler ayrımını Kilisenin
manevi
üstünlüğüyle
sınırlı
olarak
okumayı
seçmiştir.
Gregory
Batı‟da
imparatorluğun çöküşüyle birlikte doldurulması gereken bir otorite boşluğunu
görmüş ve bunu sağlamak için hızla harekete geçmiştir. Doğu‟nun aksine Batı‟da,
Kilisenin dünyevi otoritenin üstünde bir otoriteye sahip olduğu iddiasına dayalı bir
Hıristiyan monarşisi kurmak için gerekli zemin mevcuttu. Zira Batı‟da savunulan tez
dünyevi otoritenin Papalık karşısında ikincilleştirilmesine, daha doğrusu Papalığın
tahakküm ve denetiminde bir dünyevi yönetim anlayışına dayanıyordu. I. Gregory bu
durumu Frank Kralı II. Childebert‟e yazdığı mektubunda “Kral olmak olağan üstü bir
durum değildir; zira başka krallar da vardır. Önemli olan Katolik bir kral olmaktır”
şeklinde ifade etmiştir.98 Leo gibi Gregory de Petrus‟un kutsal ve evrensel Kilisedeki
94
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 65.
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 71; Stebbing, The Story of the Catholic Church, s. 167.
96
İstanbul Patrikliğinin ökümeniklik iddiası için bkz. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin Ökümenik
İddiasının Tarihi Seyri, Akademi Kitabevi, İzmir 2000.
97
Bkz. Çoban, a.g.e., s. 65 vd; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 98vd; Gregory‟nin papalık
dönemi için ayrıca bkz. O‟Malley, A History of the Popes, ss. 43-50; Ullmann, A Short History of the
Papacy, ss. 33-37;Gregory‟nin papalık dönemi için ayrıca bkz. Brezzi, The Papacy, ss.69-74.
98
Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.227.
95
33
konumuna atıf yaparak Roma piskoposunun diğer bütün kiliseler üzerinde en üst
otoriteye sahip olduğunu ileri sürmüştür.99
2.4. Kutsal Roma Cermen Ġmparatorluğu
İslam dininin tarih sahnesine çıkıp Doğu‟da fetihlere girişmesiyle birlikte
papalar da Hıristiyanların başkomutanı olarak kabul edilip hem dini hem siyasi
alanda inisiyatifi ellerinde tutan birer güç haline gelmiştir. Hal böyle olunca
Avrupa‟nın teokratik bir Kilise devleti olmaya doğru yol aldığı görülmüştür. Ancak
Kilise giderek ruhani/manevi bir kurum olmaktan ziyade hukuki (idari ve siyasi) bir
kuruma dönüşmüş, zenginlik, refah ve siyasi gücünün artmasıyla birlikte Kilise
“laikleşme” tehlikesiyle de karşı karşıya kalmıştır. 100 Ancak papalar her surette
Roma Kilisesinin manevi üstünlüğünü ileri sürerek Roma‟nın apostolik ve seçkin bir
konumda olduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin Papa Agatho (678-681) “Roma
Kilisesinin hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmadığını ve ne şekilde olursa olsun asla
hataya kucak açmayacağını” ileri sürmüştür.101
Papalığın dini alanda olduğu gibi siyasi alanda da otoritesini kurması sonucu
tamamen papanın ve Kilisenin egemenliği altında olan ve Roma‟nın otoritesini kabul
eden laik hükümdarlarca korunan birleşik bir Hıristiyan toplumu (Christendom)
ideali oluşmuştur. Bu ideolojinin hareket noktası olarak da Papa III. Leo (795-816),
800 yılının başında Charlemagne da dahil Avrupa‟daki güçlü hanedan yöneticilerini
kutsayarak Batı‟da kendi istekleri doğrultusunda davranan yeni bir Kutsal Roma
imparatorları silsilesi başlatmışlardır. Böylece XIX. yüzyıla kadar varlığını
koruyacak olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu tarih sahnesine çıkmıştır. Hem
böylece artık Papalığın Doğu Roma‟ya hiçbir bağlılığı da kalmamıştır. Çünkü artık
papalar Doğu Roma tarafından değil Frank krallarınca onaylanacaktır. Fakat
uygulamada Tanrı‟dan Mesih‟e, Mesih‟ten papaya, papadan Kutsal Roma
İmparatoruna doğru inen sıralı bir dini hiyerarşi oluşturma ideali, laik yöneticilerin
siyasi egemenliği sağlamak için sürekli papayla rekabet etmesi yüzünden
99
Bkz. Allison, Historical Theology, s. 598.
Bkz. Christopher Dawson, İlerleme ve Din, çev. Y. Kaplan ve A. Doğan, İstanbul, 2003, s.158.
101
Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.50.
100
34
bozulmuştur. Her iki tarafın uzun dönemli bir üstünlük sağlayamaması sebebiyle bu
rekabet bütün ortaçağ boyunca sürüp gitmiştir. Gerçi Kilise seküler konularda hiçbir
zaman tam bir egemenlik sağlayamamış ama kendisini ve Hıristiyan kültürünü Batı
Avrupa‟nın büyük bir bölümünde yerleştirmeyi başarmıştır. Artık Batı‟daki
imparatorlar Kiliseyi göz ardı edemez hale gelmişlerdir. Papalar kendilerini
destekleyenleri meşrulaştırma yoluna gitmiş, desteklemeyenleri ise aforoz etmişledir.
Aforoz, kralları sadece kiliseden, sakramentlerden ve kurtuluştan dışlamakla
kalmamış aynı zamanda halkına krala itaat etmeme izni de vermiştir.102
I. Leo ve VII. Gregory‟den sonra “büyük” olarak tavsif edilen papalardan I.
Nicholas (858-867) da Korolenj İmparatorluğunun Papalık üzerinde Charlamagne
döneminden başlayan etkisine karşı çıkarak Papalığın siyasi ve dini bağımsızlığını
gözetmiştir. “Ben Petrus, Tanrı‟nın havarisi…” diye söze başlayan Nicholas, papanın
söz ve fiillerinde başkaları tarafından yargılanamayacağını ve onun bütün kiliselerin
işlerini düzenleme hatta yargılamaksızın piskoposları görevden alma yetkisine sahip
olduğunu ileri sürmüştür ki 103 bu ifadeler daha önceki selefler, özellikle Papa
Hormisdas ve Agatho‟nun Roma‟nın ve Roma piskoposlarının safiyetini,
orijinalliğini, öncelik ve üstünlüğünü ortaya koyan ifadeleri gibi itikadi konularda
yanılmaz ve yargılanamaz bir Roma Kilisesi ve bu kilisenin başı tanımlaması
yolunda kilometre taşı mesabesindedir.
2.5. Doğu-Batı (Ortodoks-Katolik) Ayrılığı
330 yılında İmparator Constantine‟in, imparatorluğun başkentini Roma‟dan
İstanbul‟a taşımasıyla “Yeni Roma” ve “Constantinopolis” ünvanını alan İstanbul,
bu tarihten sonra her alanda hızlı bir büyüme sergilemiştir. Şehrin büyümesine
paralel olarak buradaki kilise de aynı ölçüde gelişme göstererek önemli Hıristiyan
merkezleri arasındaki yerini almıştır. Önceleri Heraclea (Marmara Ereğlisi)
metropolitliğine bağlı sıradan bir piskoposluk olan İstanbul Kilisesi, 381 İstanbul
102
Bkz. Woodhead, Hıristiyanlık, s.78 vd; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 78; Örneğin XII.
yüzyılın sonunda otuz yıllık bir süre içerisinde İskoçya, Fransa ve İngiltere toptan aforoz edilerek
enterdi uygulanmıştır. Bir ülkenin aforoz edilmesiyle o ülkede kilise ayinleri yapılmıyor, ölüler
gömülmüyor, evlilik işlemleri yürütülmüyordu. Bkz. Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık
Tarihi, İnsan Yayınları İstanbul 2004, s. 19.
103
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 80
35
Konsili‟nde alınan kararla başpiskoposluk konumuna yükseltilip, daha önceden 325
İznik Konsili‟yle Roma, İskenderiye, Antakya şeklinde sıralanan şeref önceğinde
“Yeni Roma” olması hasebiyle diğer rakiplerini geride bırakıp Roma‟dan sonra
ikinci konuma yükseltilmiştir.104
Daha önce de değinildiği gibi Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla
birlikte kendisini imparatorluğun varisi olarak gören Doğu Roma İmparatorluğu ile
Roma Kilisesi arasında hak ve yetki tartışması yaşanmıştır. Milan Fermanı ile
serbestiyet elde edip I. Theodosius‟un fermanıyla da devletin resmi dini olma
hüviyetini kazanan Roma Kilisesi, teolojik olarak Petrus doktrinini, siyasal olarak da
başkent kilisesi olma ayrıcalığını diğer kiliseler üzerinde öncelik ve üstünlük
iddialarına dayanak yapmıştır. İmparatorluk yıkılınca Roma Kilisesi bu otorite
boşluğunu kullanarak Roma sonrası düzenin tam ortasına yerleşmiştir. İstanbul‟da
ise sezaropapizm diyebileceğimiz imparatora bağlı bir kilise kurumu anlayışı
yerleşmiştir ki Roma İmparatorluğu‟nun yıkılmasıyla ortaya çıkan bu hak ve yetki
tartışmasında Roma Kilisesi‟ni endişelendiren İstanbul Kilisesi‟nin bu siyasal
yönetimle iç içe geçmiş halidir. İşte bu endişeden dolayı daha önce değindiğimiz gibi
Papa I. Gelasius (492-496) Kilisenin Doğu Roma İmparatorluğu karşısında
özerkliğini güvence altına almak için iki ayrı otoriteye sahip iki ayrı erk, yani ruhani
otorite (auctoritas sacerdotium) ve dünyevi iktidar (regalis potestatis) tezini öne
sürmüştür.
Aslında Batı ile Doğu‟nun kopuş süreci çok önceden başlamıştı ve esas
itibariyle tartışma bir Yunan-Latin yani Bizans-Roma çekişmesinin yansımasıydı.
Papalık Avrupa‟da nüfuz ve otoritesini artırdıkça hırsı ve kendini beğenmişliği de
artmıştır ki her iki durum Bizansta endişeyle değil gücenmeyle izlenmiştir. Çünkü
Doğu Kiliseleri apostolik olarak Roma‟nın primus interpares (eşitler arasında birinci)
olduğunu kabul etmekteydiler. Ne var ki papaların Doğuya yön vermesi, kendini hem
dini hem dünyevi iktidar sahibi olarak addetmesi tepki toplamıştır. 105 V. yüzyıla
104
İstanbul Kilisesi‟nin Roma‟dan sonra ikinci sıraya yükselmesi hem önüne geçtiği İskenderiye
Kilisesi‟ni hem de ilerde kendisine rakip olacağını düşündüğü Roma Kilisesi‟ni rahatsız etmiştir. 431
Efes Konsili‟nde İskenderiyeli piskoposların İstanbul Kilisesi piskoposlarının teolojik fikirlerine biraz
da bu sebepten şiddetle karşı çıktığı belirtilmektedir. Bkz. Turhan Kaçar, “İstanbul Piskoposluğunun
Doğuşu ve Yükselişi” Akademik Araştırmalar Dergisi 9-10, (Kasım 2000-Nisan 2001) s. 63-85.
105
Bkz. John Julius Norwich, Bizans 2 Yükseliş Dönemi (M S 803-1081), çev. Selen Hırçın Riegel,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2013, s.250.
36
kadar geri giden çeşitli siyasi ve dini amiller106 neticesinde zaten gergin olan Roma
ile İstanbul arasındaki ilişkiler Kutsal Ruh‟un menşei konusunda devam eden
tartışmalar çerçevesinde filioque (ve oğuldan) takısından kaynaklı olarak kopma
noktasına gelmiş ve 1054 yılının Temmuz ayında karşılıklı aforozlaşmayla tamamen
kopmuştur.107 Daha sonra kendisini Katolik olarak tanımlayacak olan Batı Kilisesi
Doğuyu papalığın kazaî (jurisdiction) yetkisini tanımadığı gerekçesiyle “ayrılıkçı”
olmakla itham etmiş, Ortodoks Kilisesi de Batı Kilisesi‟ni filioque takısını kredoya
dahil ederek Kutsal Metinlerden ve gelenekten sadır olan hakikatlerde oynama
yaparak ve papalığı olağanüstü bir mertebeye yükselterek heresiye kaydığını iddia
etmiştir.108 Her ne kadar iki kilisenin birbirlerini (papayla patriğin birbirlerini değil)
aforozu 1965 yılında Papa VI. Paul‟ün İstanbul patriği I. Athenagoras‟ı ziyaretinde
karşılıklı olarak kaldırılmış ise de Kardinal Humbertus ve Patrik Michael
Caerularios‟un açtığı yara tam olarak kapanmamış, iki kilise arasındaki temkinli
yakınlık ya da soğukluk çeşitli birleşme çabalarına rağmen devam etmiştir.109
1054 yılında Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki büyük ayrılık öncesinde
Roma Kilisesi, hem Batı Kiliselerinin hem de İstanbul ve İskenderiye gibi uzak Doğu
Kiliselerinin
aralarındaki
doktrinel
106
uyuşmazlıklarda
bir
karar
mercii
Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki ayrılış süreci için bkz. John Antony McGuckin, The Orthodox
Church An Introduction to its History, Doctrine, and Spiritual Culture, Blackwell Publishing, USA
and UK 2008, s. 20-21;; John Meyendorff, The Orthodox Church: Its Past and Its Role in the World
Today, St Viladimir‟s Seminary Press, Crestwood 1996, ss. 35-49; Çoban, Geçmişten Günümüze
Papalık, s.91; Harry J. Magoulias, Byzantine Christianity: Emperor, Church and the West, Wayne
State University Press, Detroit 1982, ss. 109-115.
107
Bkz. Timothy Ware, The Orthodox Church, Penguin Books, England 1964, s. 51 ve 67; Filioque
tartışmaları ve gelişen olaylar için bkz. Michael C. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church,
ss. 66-70; Magoulias, Byzantine Christianity, s.116; Timothy Ware, The Orthodox Church, ss. 58-67;
Karşılıklı aforozlaşma ve Bizans halkının bu karara tepkisi için bkz. Norwich, The Orthodox Church,
ss. 250-256.
108
Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s. 21.
109
Bkz. Norwich, Bizans, s. 255; İki Kilise arasındaki ilk birleşme girişimi dini bir motivasyondan
ziyade Bizans İmparatoru VIII. Michael (1259-82)‟in Türklere karşı Batı‟nın desteğini sağlamak gibi
politik kaygılarla olmuştur. Bu amaçla 1274 yılında toplanan II. Lyon Konsili‟nde Ortodoks
delegasyon Papalığın iddialarını ve filioque doktrinini kabul etmişler ancak diğer Ortodoks
coğrafyadan olduğu gibi Bizans Kilisesinden yükselen şiddetli tepki nedeniyle bu birleşme kağıt
üstünde kalmıştır. İkinci birleşme teşebbüsü ise 1438-9 Florence Konsili‟nde bizzat İmparator VIII.
John (1425-48) ve İstanbul Patriğinin katılımıyla olmuştur. Bu konsilde çeşitli itikadi tartışmalar
sonunda bir birleşme akdi imzalanmış ancak Doğulu bazı din adamlamrının buna muhalefet etmesi ve
kısa bir süre sonra da İstanbul‟un Türkler tarafından fethedilmesiyle bu birleşme çabaları da sonuçsuz
kalmıştır. Bkz. Timothy Ware, The Orthodox Church, s. 71, 80-1; John Binns, An Introduction to the
Christian Orthodox Churches, Cambridge University Press, UK 2002, s. 216-7.
37
konumundadır. 110 1054 yılındaki Doğu-Batı Kiliseleri arasındaki ayrılıkla birlikte
papalığın yapısında çok önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. İki kilise arasındaki
ayrılığın öncesinde Roma Piskoposu, İstanbul, Antakya, İskenderiye ve Kudüs
patriklerinin yanında Roma Patriği müstesna bir yere sahipken, iki kilisenin
ayrılığından sonra Roman patriarkal makamla papalık makamı birleşmiş ve patriarkal
makam
papalığın
gücü
tarafından
tamamen
absorbe
edilmiştir.
Doğu
Hıristiyanlarının çoğuna göre de bu durumda Batı Hıristiyanlığı, yerel kiliselerin ve
piskoposlarının ağırlıklı olarak kendisine bağımlı oldukları, sanki sadece onun bir
delegesi ya da vekili konumuna geldikleri bir papa kilisesi haline dönüşmüştür.
Roma piskoposu da evrensel Kilisenin başpiskoposu (primate) olarak addedilerek111
kendi bünyesinden kopan ve siyasal iktidara bağlı bir kurum olarak varlığını devam
ettiren Ortodoks Kilisesi ile günümüze kadar sürecek olan dini ve siyasi rekabete
girişmiştir.
2.6. VII. Gregory ve Dünyevi Ġktidar (Dictatus Papae)
Papa II. Nicholas (1059-61) döneminde soyluların ve Kutsal Roma Cermen
imparatorlarının papa seçimlerine müdahalelerine son verilerek kilisede cardinal
denilen üst düzey din adamları papa seçimlerinde inisiyatifi ele alması sağlanmıştır.
Dünyevi iktidar odaklarına karşı bağımsızlığı ve Hıristiyanlığın “bozulmamışlığı”nı
korumaya yönelik yeni bir “özerklik hareketi” olarak değerlendirilebilecek bu
teşebbüs 1073 tarihinde VII Gregory adıyla papa seçilen Hildebrand‟ın görüş ve
girişimlerinden sonra kilisenin dünyevi iktidar üzerindeki üstünlük iddiası halini
almıştır. Kendisini “Mesih‟in vekili” vicarius Christi olarak tanımlayan
Gregory‟ye
göre
papa
yeryüzünde
bir
Hıristiyan
toplumu
112
(Christendom)
oluşturmakla yükümlüdür. Ona göre Petrus‟un halefi sıfatıyla papa iman ve öğreti
konularında son sözü söyleme yetki ve selahiyetine sahip olup bütün piskoposlar
üzerinde mutlak otoriteye sahiptir. Hatta Gregory, papanın otoritesinin sadece kilise
110
Bkz. Robert McClory, Power and the Papacy: The People and Politics Behind the Doktrine of
Infallibility, Triumph, Liguori, Missouri 1997, s. 11.
111
Bkz. McBrien, The Church, s. 99
112
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 99-100.
38
ile sınırlı olmadığını, kendilerine bu görevin Tanrı tarafından verilmesinden dolayı
dünyevi iktidar sahiplerinin iktidarlarını Hıristiyanlığın amaçları uğruna kullanmaları
gerektiğini ve papanın emirlerine bağlı olduklarını ifade etmiştir. Eğer krallar bu
ödevlerini (minister dei=Tanrı‟nın hizmetkârı) yerine getirmekte başarısız olursa
kralın iktidarı papa tarafından hükümsüz kılınabilir. Tanrının kanununu uygulamakla
yükümlü olan papa hiçbir zaman krala bağımlı olamaz. 113 Gregory bu görüşlerini
uygulamaya koymak ve hem kilise içerisinde hem de kilise ile dünyevi iktidarlar
arasındaki ilişkilerde bir reform gerçekleştirmek amacıyla tarihte “Gregoryen
Reformu” olarak bilinen düzenlemeler ortaya koymuştur.
Gregory‟nin papalığı esnasında kilisede birbiriyle ilişkili dört önemli sorun
vardır. Bunlar ruhban sınıfındaki yozlaşma, kilise görevlerinin para karşılığında
alınıp satılması (simony), kayırmacılık (nepotizm) ve kilise görevlilerinin atama
tartışması (investitura) idi. Hareketin öncülerince “evangelik saflığa”, havarilerin
düşüncelerine geri dönüşü temsil ettiği için “reform” olarak nitelendirilmesine
rağmen aslında bir yenilik; laiklerin yanı sıra din adamlarının da hayatlarını
düzenleme ve Kilise ile laik dünya arasındaki ilişkilere biçim verme çabasıydı. Yani
din adamlarının kanonik hukuka tabi olarak, dini kimliği olmayan (laik) kişilerin
kontrolünden çıkarılarak Kilisenin özgürlüğünü sağlamaktı. Doğu ve Batı
Kiliselerinin kesin bir şekilde ayrılma dönemine denk gelen bu hareketin sonucunda
Roma Kilisesi‟nin aşınan itibarı yükselmiştir. Bu hareket hem dogma hem disiplin
bakımından papanın saygınlığını artırmış ve artık papa, Kilisenin yargılayamayacağı
ve kararlarını tartışamayacağı bir kişi konumuna gelmiştir. Bu reform Papalık
otoritesinin tatbikinde ve Papalığın yasallaşmasında çok derin ve kalıcı bir etki
yapmıştır. Seküler güçlere karşı Kilisenin bağımsızlığını ve Hıristiyanlığın
“bozulmamışlığını” korumaya yönelik olan bu hareket, Gregory‟nin görüş ve
faaliyetlerinden sonra Kilisenin dünyevi iktidar üzerindeki üstünlük iddiası halini
almıştır. Gregory‟nin görüşleri düşünsel planda da yankı bulmuş, özellikle
Salisbury‟li John “Policraticus” adlı eserinde, papanın pratikte gerçekleştirmek
istediği Kilisenin üstünlüğü anlayışının teorik altyapısını kurmaya çalışmıştır.
Salisburyli John‟a göre “Tanrı‟nın, dolayısıyla Kilisenin buyruklarına aykırı
davranan bir prens yasa dışına çıkmış olur ve bir zorba, „tiran‟ haline gelir ve bu
113
Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.192 vd; Gregory dönemi ve
Gregoryen reformları için bkz. Brezzi, The Papacy, ss.92-104.
39
nedenle Kitab-ı Mukaddes‟in verdiği yetkiyle tiranları öldürmek, yasaya uygun ve
şanlı bir harekettir. Burada John‟un hareket noktası diğer Ortaçağ düşünürleriyle
aynıdır. Yani ona göre hem dini hem dünyevi otorite sahibi Tanrı‟dır ve Tanrı hiç
şüphesiz bu iki yetki (kılıç)‟yi Kiliseye vermiştir. Kilise de dünyevi kılıcı, kendisi
kan dökücü olmadığından prenslerin kullanımına vermiştir. 114
Mart 1075‟te Papa VII. Gregory, Vatikan arşivinde The Memorandum of the
pope olarak geçen papalık yetkileri hakkında mutlak ifadeler içeren 27 maddeden
oluşan Dictatus Papae (Papanın Emirleri) olarak bilinen meşhur bildiriyi
yayımlamıştır. Bu bildirinin ilk üç maddesinde Roma Kilisesi‟nin bizzat Tanrı
tarafından kurulduğu, evrensel sıfatını almaya tek yetkili kişinin papa olduğu ve
piskoposları atama ve azletme yetkisinin sadece papanın uhdesinde bulunduğu
belirtilmiştir. Diğer dikkat çekici hükümlerden bazıları ise şunlardır:
 Papa, bütün prenslerin ayaklarını öptüğü tek insandır. (md. 9)
 Papa imparatorları azletme hakkına sahiptir. (md. 12)
 Yalnızca Papa sinod toplayabilir. (md. 16)
 Papa tarafından verilen bir hüküm, papanın kendisi hariç hiç kimse tarafından
değiştirilemez. (Md. 18)
 Hiç kimse onu yargılayamaz. (md. 19)
 Roma Kilisesi asla hata yapmamıştır ve kutsal yazıların ortaya koyduğu üzere
gelecekte de yapmayacaktır. (md. 22)
 Papa tebaanın adaletsizlere ettiği sadakat yeminini bozabilir. (md. 27)115
Görüldüğü gibi kendisinden önceki pek çok selefi gibi Petrus‟un kendisinde
yaşadığına ve onun vasıtasıyla hareket ettiğine inanan 116 Gregory, Dictatus‟ta yer
alan bu hükümlerle Papalığın ve papanın ruhani ve dünyevi en yüksek hukuk ve
114
Salisbury‟li John‟un görüşleri için bkz. Ağaoğulları (ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler, s. 250-253;
McBrien, The Church, 71; Gönenç, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal
Temelleri”, s. 278;
115
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 99-100; Norman Tanner, The Church In Council, I.B.
Tauris, London and New York 2001, s. 84; Dictatus Papae‟nin tüm maddeleri için bkz. Çoban,
Geçmişten Günümüze Papalık, s. 377-8.
116
Cluny tarikatının etkisiyle Müslümanlara yönelik bir haçlı seferi fikri ilk defa VII. Gregory
zamanında dile getirilmiştir. Haçlı seferlerinin fiilen başlaması ise Papa II. Urban (1088-1099)
zamanında gerçekleşmiştir. Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 96-97.
40
yargı mercii olduğunu vurgulayarak papalığı tamamen monarşik bir hüviyete
kavuşturmuştur.117
Dictatus Papae‟de yer alan bu vb. hükümler papanın dini-dünyevi (plenitudo
potestatis) en üst otorite iddialarını ortaya koyduğu gibi aynı zamanda onun
yanılmazlığı anlayışının ortaya çıkışı açısından önemlidir. Özellikle bildiride geçen
“Roma Kilisesi‟nin asla hata yapmadığı ve yapmayacağı” ifadesi ile “papanın verdiği
bir hükmün, papanın kendisi hariç hiçbir surette değiştirilemeyeceği” ifadesi onun
yanılmazlığına giden yolda resmi bir beyanat mesabesinde olup yanılmazlığın
dogmalaşmasından önce papaların bu yetkiyi kendilerinde bir hak olarak gördükleri
görüşünü desteklemektedir.
Gregory‟nin papalık döneminde, Papa ile Kral IV. Henry arasında yaşanan
kilise görevlilerini atamada kimin söz sahibi olacağı kavgası (investitura) papaların
dini alanda olduğu kadar siyasi alanda da ne kadar etkin olduğunu göstermesi
açısından önemlidir. Taraflar arasındaki yetki tartışması Henry‟nin Worms‟da kendi
taraftarlarından oluşan bir sinod toplayarak Gregory‟yi azletmesi, Gregory‟nin de
Lenten Sinodu ile Henry‟yi aforoz etmesiyle başlamıştır. Henry‟in muhalifleri bu
aforozu fırsat bilerek Swabia Dükü Rudolf‟u imparator seçmişler, zor durumda kalan
Henry soğuk bir kış günü papanın kapısında günah çıkarma kıyafetleri içerisinde üç
gün beklettikten sonra papanın ayaklarına kapanarak af dilmiştir.118
Bu olayın papa açısından getirisi yüksek olmuş, bir imparatoru ayağına kadar
getirip af dilemek zorunda bırakması papaların ve papalığın prestijini ve otoritesini
artırmıştır. Zira Batı‟nın en güçlü kralı Petrus‟un halefi önünde af dilemiş, eman
istemiştir. Bu nedenledir ki gelecek iki asır boyunca krallar papaların karşısında
duramamışlardır. Petrus‟un sözcüsü olarak kendisine iktidarının Tanrı tarafından
bahşedildiğine inanan Gregory, IV. Henry ile olan atama kavgasından evvel papa ile
imparatoru iki göze benzetmesi, 119 ikisini eşdeğerde gördüğünün göstergesidir.
Ancak çatışmadan sonra papayı güneşe, imparatoru ise aya benzetmiştir. Bu alegorik
117
Yine Gregory‟nin Metz Başpiskoposu Hermann‟a yazdığı mektubunda da önceki papaların
beyanatlarından referansla Papalığın dini ve dünyevi en büyük güç olduğu fikrini ortaya koymaktadır.
Gregory‟nin mektubu için bkz. Batıya Yön Veren Metinler, Cilt I, ss. 316-323.
118
IV. Henry ile Papa VII. Gregory arasındaki atama tartışması (Lay Investitura) için bkz. Sayime
Durmaz, “Yüksek Ortaçağ‟da Papa-İmparator Çatışması: Kılıç ile Âsâ‟nın Savaşı, Çankırı Karatekin
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1, 2010, 93-120.
119
VII. Gregory‟nin IV. Henry‟e gönderdiği 1073 tarihli mektubunda bu ifade görülmektedir. Bkz.
The Correspondence of Pope Gregory VII: Selected Letters from the Registrum I 19:31.
41
anlatımla Gregory ayın ışığını güneşten aldığı gibi imparatorun da yetkilerini
papadan aldığını belirtmiştir.120
Papalığın dini alandaki kaim otoritesinin yanında dünyevi otoritesinin de
zirve denemeleri yaptığı bu dönemde Cristendom‟un birlik ve bütünlüğünü
sağlamaya yönelik olarak papanın de facto uygulamaları dışında yanılmazlık
hususunda henüz net bir söylem gelişmemiştir. Ancak Gregory‟nin papalığı
döneminde Kilise Hukuku (Canon Law) alanında çalışmalar yapan Hıristiyan
fakihlerin (canonist) ortaya çıkmasıyla Kilisede son sözü söyleyecek en yüksek
öğreti otoritesinin kim olduğu soruları sorulmaya başlanmıştır.121
2.7. Papalık Otoritesinin Zirvesi
Papalığın en etkili olduğu dönem, “Yüksek Ortaçağ” (High Middle Ages) adı
verilen XI ile XIV. yüzyıllar arasıdır. Kurumsal olarak teşekkül etmesinden itibaren
inişli çıkışlı istikrarsız bir seyir izleyen papalık otoritesi bu dönemde de benzer bir
seyir izlemekle birlikte bu dönemde daha önceki dönemlerdeki kırılganlıklara
nispetle, özellikle de Brezzi‟nin teokrasi olarak tanımladığı III. Innocent (1198-1216)
zamanında gücünün doruğuna ulaşmıştır.122 Bu dönemde Roma‟da papa, şehirlerde
piskoposlar, kasabalarda rahipler ve kırsalda keşişlerden müteşekkil din, toplumun
her kesiminde ve hemen her alanda kendisini güçlü bir şekilde hissettirmiş, en
görkemli gotik tarzda yapılan katedraller şehir hayatının merkezinde boy gösterirken,
taşrada ise kiliseler mekezi bir konumda olmuşlardır. Zaman zaman papalar
imparatorlardan, piskoposlar ise prens ve baronlardan daha etkin bir konuma
yükselmişlerdir. Bazılarının hukukçu bir karaktere sahip olduğu bu dönem papaları
1123-1274 yılları arasında altı genel konsil toplanarak Kilise disiplini ile ilgili
doktrinel konularda pek çok kanun neşretmişlerdir.123
Bu devirde Kiliseler, hemen her alanda olduğu gibi eğitim alanında da söz
sahibi olmuş, pozitif bilimlerde eğitim veren Bologna, Paris, Cologne, Cambridge ve
120
VII. Gregory‟nin papalık dönemi ve Investitura tartışması için bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze
Papalık, s. 97-98; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 220 vd.
121
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36.
122
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 104; Allison, Historical Theology, s. 598-9.
123
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 108; Granfield, Papacy”, s. 177.
42
Oxford üniversitelerini yönetmiştir.
124
Yine bu çağlarda IX. Gregory (1227-
1241)‟nin başına Dominiken ve Fransiskenleri getirerek sürekli hale getirdiği
engizisyon önemli bir kilise aracı olarak etkin bir şekilde kullanılmıştır. Özellikle
Waldensian ve Cathariler heretik addedilerek bu dönemde çok sert muamelelere
maruz kalmışlardır.125 Heretikler sadece Kiliseye karşı değil aynı zamanda devlete
karşı da suç işlemiş sayıldıklarından IV. Innocent (1243-54) devlet desteğini de
alarak
heretiklere
karşı
işkencelere varan
uygulamalarda bulunmuştur.
126
Engizisyonun bu dönemlerde, Avrupa‟da devlet yapısının değişmeye başlamasıyla,
yani geleneksel Christendom idealinin sarsılması sonucu, papalığın otoritesini
güçlendirmek için bir silah olarak kullanıldığını düşününler de vardır.127
Papalığın üstünlüğü ve otoritesi konusunda en etkili propagandalar XII.
yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmıştır. III. Eugene (1145-1153) dönemine kadar
yaygın olarak papalar “Petrus‟un Vekili” (Vicar of Peter) unvanını kullanmışlar,
piskoposlar ise “İsa‟nın vekilleri” (vicars Of Christ) olarak addedilmişlerdir. Ancak o,
“İsa‟nın Vekili” ünvanını sadece Roma Piskoposuna hasretmiştir. Ona göre papa, İsa
ile insanlar arasında bir aracıdır. Papanın bedeni Tanrı‟nın bedeninden, ruhu
Tanrı‟nın ruhundandır. Dolayısıyla yeryüzünde papanın eşi ve benzeri yoktur. O,
Plenitudo Potatis‟tir; yani hem dini hem dünyevi otoriteye sahiptir. Sadece başrahip
(Pontifex Maximus) değil, tüm Hıristiyanlar üzerindeki en büyük idarecidir. Papanın
bu şekilde, Vicarius Christi; İsa‟nın vekili olarak Tanrı‟nın yeryüzündeki temsilcisi
olarak görülmesi bundan sonra yaygınlaşmıştır. Papa Plenitudo Potatis, yani sadece
baş rahip (pontifex maximus) değil, tüm Hıristiyanlar üzerindeki en büyük idareci;
hem dini hem dünyevi otoriteye sahip tek kişidir ve onun yeryüzünde eşi benzeri
yoktur. 128
Teokratik iktidar anlayışını daha da ileri götüren Papa III. Innocent (11981216) ise prenslerin dünyada papazların ise ruh üzerinde iktidar sahibi olduğunu
124
Bu konuyla alakalı olarak bkz. F. Rukancı, H. Anameriç, “Ortaçağda İlk Üniversiteler: Studium
Generale”, Felsefe Dünyası, 2004/1, sayı 39, ss.170-186.
125
Bkz. Guy Testas & Jean Testas, Engizisyon: Orta Çağ Hıristiyan Dünyasında Dinsel Şiddet, çev.,
Ali Erbaş, İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 8 ve 20-21; Catharizm ve Waldensian tarikatlarının
teolojik görüşleri ve heretik addedilerek gördükleri baskılar için bkz. Thomsett, Heresy in the Roman
Catholic Church, ss. 77-107.
126
Bkz. Granfield, “Papacy” s. 177.
127
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s.114;
128
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 103 vd; McBrien, The Church, s. 107; Brezzi, The
Papacy, s. 100.
43
ifade etmiştir. Ruhun bedenden değerli olduğu ölçüde papalığın da monarşiden
değerli olduğunu, hiçbir kralın, İsa‟nın vekiline kendisini adayarak hizmet etmediği
sürece doğru bir hükümranlık süremeyeceğini ileri sürerek “iki kılıç kuramı” ile
fomüle edilen Kilisenin devlet karşısındaki üstünlüğünü organizmacı bir toplum
kuramıyla temellendirmiştir.129 Tevrat‟ta geçen alegorik güneş ve ay benzetmesini130
kullanarak papayı ontolojik olarak daha farklı bir konuma yükselten 131 Innocent‟e
göre Papa, belki Tanrı değildir ama insan da değildir. Tanrı ile insan arasında bir
varlıktır. Bu sebeple onun otoritesine sınır çizilemez. IV. Innocent (1243-1254)
papalık teolojisini daha da ileri götürerek cihan şümul bir tanımla papanın
otoritesinin Hıristiyan olmayanları da kapsadığını ileri sürmüştür. Ona göre
yeryüzündeki her canlı papanın kuludur. Hatta bunlar imansız dahi olsalar ve
Kilisenin birer üyesi olmamalarına rağmen yaratılışları gereği Mesih‟in koyunlarıdır.
Bu “dünya teokrasisi” fikri aynı zamanda haçlı seferlerinin dini ve siyasi mesnedini
oluşturmuştur.132
2.8. VIII. Boniface ve Unam Sanctam
1296 yılında Fransa Kralı IV. Philip (Güzel Philip) (1268-1314) ile Papa VIII.
Boniface (1294-1303) arasında yetki tartışmasından ortaya çıkan bir kriz on iki
yüzyılı aşkın bir süredir Roma‟da ikamet eden Papalık makamının tarihsel seyrinde
çok önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Bu krizin adı çok hızlı bir şekilde Frankları
bileştirerek Fransa Kralı olan Philip‟in İngiltere ile savaş halinde olmasından dolayı
ihtiyaç duyduğu finansmanı temin etmek için ruhban sınıfı ve piskoposlar üzerinde
bir takım vergiler koyması üzerine, sert bir mizaca sahip İtalyan Papa VIII.
Boniface‟ın da bu kararın alınabilmesi için Papalığın rızasının alınması gerektiğini
belirterek din adamlarının bu vergileri ödemelerini yasaklamasıydı. Ruhani otorite ile
dünyevi otorite arasındaki bu güç mücadelesinde Boniface, papaların tarih boyunca
yaptığı gibi Roma‟da bir konsil toplayarak 18 Kasım 1302 tarihinde Unam Sanctam
129
Bkz. Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s. 202; Brezzi, The Papacy, s. 100.
Yaratılış 1:14-18.
131
Allison, Historical Theology, s.599.
132
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık s.110; Granfield, “Papacy”, s. 172.
130
44
adında bir bulla 133 yayınlayarak durumu lehine çevirmeye çalışmıştır. Papalığın
üstünlüğüne dair formüle edilen en etkileyici ve mutlak açıklamalardan birini teşkil
eden ünlü Unam Sanctam‟da Boniface, hem dini hem dünyevi otoritenin, yani her iki
kılıcın da papaya ait olduğunu, birincisini din adamları kullanırken, ikincisini onların
rızasıyla kral ve şövalyelerin kullandığını ifade etmektedir. Bu konsil dönemin
idarecilerini, özellikle Fransa Kralı IV. Philip‟i hedef almakla birlikte bütün kralların
papanın otoritesine tabi olması gerektiğini ifade etmektedir. Roma‟lı Gilles ve
Thomas Aquinas (1225-74)‟ın öğrencisi Aegidus Colonna Romanus‟un teorik alt
yapısını oluşturduğu 134 bulla da geçen “Biz, bildiriyoruz ve ilan ediyoruz ki her
insanoğlunun, kurtuluş için Roma piskoposu‟na tabi olması kesinlikle zorunludur”135
ifadesiyle geleneksel Roma Katolik tezi bir kez daha ortaya konulmuştur. Ayrıca
Boniface, Pavlus‟un Korintlilere I. Mektup‟unda geçen “Ruhsal kişi herkesi
yargılayabilir, fakat hiç kimse tarafından yargılanamaz” (2:15) biçimindeki pasajı da
papanın yargılanamayacağının delili olarak kullanmıştır. Unam Sanctam‟da tek bir
Kilisenin olduğu ve onun İsa‟dan, Petrus‟tan ve Petrus‟un haleflerinden oluşan bir
birlik içerisinde tek bir bedenden ve baştan müteşekkil olduğu vurgulanmış,
Roma‟yla birlikte diğer kiliselerin varlığı çift başlı bir canavara benzetilmiştir.
133
Latince „mühür‟ anlamına gelen bullalar, papaların yazılı fermanlarının yazılı olduğu ve Papalık
talimatlarının etkili bir şekilde ifade edildiği belgelerdir. Bullaları mühürlemke için ilk zamanlarda
papanın imzalı yüzüğü kullanılırken VI. yüzyıldan itibaren kurşundan yapılmış mühürlü kutular ya da
mumdan yapılmış damgalar kullanılmıştır. 1878 yılından beri sadece en yüksek derecede öneme sahip
kardinaller kurulu bullaları (Consistorial bulls) bu şekilde damgalanırken diğer bullalar ise kırmızı bir
damga ile mühürlenmektedir. Kardinaller kurulu bullaları sadece papa tarafından değil kardinaller
tarafından da imzalanır ve bu bulların orijinal nüshası Roma‟da saklanırken diğer kopyaları neşredilir.
Bkz. Cross, The Oxford Dictionary of the Christian Church, s. 208.
134
Romanus 1301 yılında kaleme aldığı De Potestate Ecclesastica (Kilise İktidarı Üzerine) adlı
yapıtında Aristo‟nun “madde form ve evrensel hiyerarşik düzen” kuramından hareketle ruhun
maddeye, ruhani olanın da dünyevi olana üstünlüğü doğal hiyerarşinin gereği olduğundan “ruhani
otorite dünyevi iktidara üstündür ve ondan daha saygındır” görüşüne yer vermiştir. Ayrıca bu
dünyadaki her şey Tanrı‟dan gelmektedir; dolayısıyla bir kişinin başkaları üzerindeki iktidarı (siyasi
otorite) ya da bir kişinin bir nesne üzerindeki iktidarı (mülkiyet) Tanrı yolunda kullanılmalıdır. Bu da
ancak Kilise içersinde bulunmakla ya da onun yol göstermesiyle olur. Aynı şekilde Viterbolu Jacobus
da dünyevi idarenin manevi otoritenin emri altında olması gerektiğini belirtmiş, Kilisenin tek gerçek
krallık papanın da tek gerçek kral olduğunu ileri sürmüştür. Buna karşılık Philip‟in danışmanlığını
üstlenen Paris‟li John da 1302 yılında yazdığı De Potestate Regia et Papali (Krallık ve Papalık
İktidarı Üzerine) adlı eserinde yukarıda geçen papalık savunucularına karşı tez ileri sürmüş kralın
kendi krallığı içerisinde tam egemenliğe sahip ve sadece Tanrı‟ya karşı sorumlu olduğunu söyleyerek
aksi yönde görüş geliştirmiştir. Bkz. Ağaoğulları, Batıda Siyasal Düşünceler, s.267-270.
135
Bkz. Çoban, a.g.e., s. 119.
45
Ayrıca Boniface kiliseyi Nuh‟un gemisine, kendisini de Nuh‟a benzeterek gemiye
binmeyenlerin helak olacağını ifade etmiştir.136
Ortaçağ papalığının tarihten gelen mağrur, özgüveni yüksek ve etkili en son
gösterisi olarak kabul edilen137 bu meydan okuma neticesinde Philip, elli yıl önce
herhangi bir Frank kralı gibi korkudan titremek yerine papanın ikamet ettiği Roma
yakınlarındaki bir kasabaya küçük bir birlik gönderip onu kaçırmak suretiyle
misillemede bulunmuştur. Böylesi gelişmeleri hiç beklemeyen Papa Boniface
esaretinin ilk yılı içerisinde ölünce yerine bir Fransız, Bordeaux piskoposu papa
olarak seçilmiştir. Yeni papa bir zafer kazandığını düşünürken Kral Philip papaya
Roma‟ya taşınmak yerine Fransa‟da kalması yönünde baskı yapmış, bunun üzerine
1305 yılında İtalya sınırındaki bir Fransız kasabası olan Avignon‟da Papalık
karargahı kurularak 1378 tarihine Papa XI. Gregory dönemine kadar burada kalmıştır.
Bu yüzden 73 yıllık Avignon Papalığı dönemine “Kilisenin (Papalığın) Babil
Esareti” (Babylonian Captivity of the Church) adı verilmiştir.138
Papalığın prestiji açısından Avignon dönemi, onarılamaz tahribatlara yol
açmıştır. Avignon papalarından birisi olan XXII. John‟un papalığı döneminde –bu
papa aynı zamanda Pietro Olivi‟nin yanılmazlık teorilerini reddetmiştir- kilise yeni
heretik hareketler ve benzeri görülmemiş bir yozlaşmanın yanı sıra aşırı savurganlık
ve lüks tutkusu yüzünden çok şiddetli bir mali dar boğazla da karşı karşıya
kalmıştır. 139 Papalar otoritelerine başvurarak bu sorunlarla mücadele için çaba
harcasalar da bir sonuç elde edememişlerdir. Geçmişte uzun süre papaları ve
ordularını destekleyerek ayakta kalmalarını sağlayan kilise vergi sisteminde
tıkanmalar meydana gelmiştir. Papa XXII. John‟un zamanında 46 başrahip, 30
piskopos, 5 başpiskopos ve bir başpapaz (patriarch) vergilerini ödemede başarısız
136
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 179-81; O‟Malley, A History of the Popes, s. 1367; McClory, Power and the Papacy, s. 30; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 119; Collins,
Keepers of the Keys of Heaven, s. 279-280; Brezzi, The Papacy, s. 112; Stebbing, The Story of the
Catholic Church, s. 380; Papa Baniface‟ın Unam Sanctam adlı bullasının tam tercümesi için bkz.
Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 379-81.
137
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 180.
138
Bkz. Allison, Historical Theology, 599-600; Papalığın Avignon dönemi, Avignon papaları ve bu
dönemde yaşanan gelişmeler için bkz. Collins, Keepers Of The Keys Of Heaven, ss. 281-293;
O‟Malley, A History of the Popes, ss.139-147; Francis Oakley, The Conciliarist Tradition
Constitutionalism in the Catholic Church 1300-1870, Oxford University Press, New York 2003, ss.
28-31; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 120-6.
139
Avignon Papalığı dönemindeki lüks tutkusu ve israf için bkz. Joëlle Rollo-Koster and Thomas M.
Izbicki (ed), A Companion to the Great Western Schism (1378–1417), Brill, Leiden and Boston 2009,
ss. 67-87; Stebbing, The Story of the Catholic Church, ss. 383-6.
46
oldukları için aforoz edilmişlerdir. Bu gelişmeler neticesinde Papalığın özellikle
siyasal gücü önemli oranda gerileme göstermiştir.140
Bu dönemde yine ruhani ve dünyevi otorite arasındaki ilişkileri konu edinen
bir literatür ortaya çıkmıştır. Bu kez Pavoda‟lı Marsilius141 ve Ockham‟lı William142
dünyevi otoritenin üstünlüğünü savunarak önceki dönemlerde geliştirilen “Kilisenin
Üstünlüğü” tezine karşı çıkmışlardır. Hem Marsilius hem William, papanın
otoritesinin sadece manevi alana has olduğunu belirtmişler ve bu otoritenin de
dünyevi siyasal alanda olduğu gibi sınırsız mutlak bir anlamda olmadığını ifade
etmişlerdir. William, papayı denetim altına almak için temsil mekanizması yoluyla
Hıristiyan dünyanın her bir köşesinden gelen ruhban ve laiklerden oluşan Kilise
Genel Kurulu düşüncesini ortaya atmıştır. William‟a göre bu Genel Kurul bütün
Hıristiyan bilgeliğini taşımasına rağmen tümüyle yanılmaz değildir, imana müteallik
140
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 30 vd.
Pavoda‟lı Marsilius Defensor Pacis (Barış Savunucusu) adlı çalışmasında papanın siyasal iktidarlar
üzerinde hak iddia etmesini insanlığın refah, huzur ve mutluluğuna kasteden çok tehlikeli ve zararlı
bir veba olarak nitelendirmiştir. Marsilius, bu çalışmasının temel amacının, bu veba ile, yani kilisenin
plenitudo potestatis (plenty of power=tam iktidar) iddiasının ne denli gerçek dışı olduğunu ortaya
koymaya çalışmak olduğunu ifade etmektedir. Marsilius‟a göre kilisenin plenitudo potestatiste ısrar
etmesi durumunda siyasal iktidarın birliği, dolayısıyla da siyasal toplumun (civitas) varlığı tehlikeye
düşer. Çünkü iki iktidara aynı anda itaat edildiğinde hiçbirine tam olarak itaat edilemez. Karşıt iki
iktidarın yan yana (ya da karşı karşıya) bulunduğu bir siyasal toplum olamaz. Dolayısıyla yapılması
gereken bu ikiliği ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla Marsilius öncelikle Kilisenin, daha doğrusu
papanın sahip olduğu iddia edilen otoritesini iki koldan, hem ruhani erk, hem de dünyevi erk açısından
çürütmeye yönelmiştir. Marsilius‟a göre Kilise, hiyerarşik bir yapılanma olmayıp aynı imana sahip
din adamları ve laiklerden oluşmaktadır. Marsilius, İsa‟dan benzer yetkileri diğer havarilerin de
aldığını ifade eder. Bundan dolayı da papanın dini otoritesi bir gasptır. Dahası Kilise gerçek anlamda
yasalara, yani zorlayıcı güçle mücehhez yasalara sahip olmadığından bir toplumsal beden değildir ve
bunun içinde yer alan herhangi bir kişinin (özellikle de papanın) diğerleri üzerinde hiçbir dini otoritesi
yoktur ve Papalık tamamen insani bir oluşumdur. Papanın dini iktidarı gibi dünyevi iktidarı da meşru
değildir. Zira ruhban sınıfının (özellikle papanın) görevi ruhların kurtuluşunu sağlamaya yönelik
olarak insanlara öğüt ve eğitim vermekle sınırlıdır, bu dünya işlerini kesinlikle kapsamaz. Marsilius
için Kilise her ne kadar dünyevi bir nitelik taşımasa da siyasal toplumun dışında değil, toplumsal
bölümlerden biridir. Papazlığa atanma işlemi de insani ve bu dünyada gerçekleşmesinden dolayı
siyasal iktidarın yetki alanı içinde bulunmaktadır. Bkz. Ağaoğulları (ed.), Sokrates’ten Jakobenlere
Batı’da Siyasal Düşünceler, s.279-285; Paul Vincent Spade (ed.), The Cambridge Companion To
Ockham, Cambridge University Press, Cambridge 1999, s.314; Brian Tierney, Religion, law, and the
growth of constitutional thought 1150-1650, Cambridge University Press, Cambridge 1982, s.49-50;
Ayrıca Marsilius‟un papalığın plenitudo potestatis söylemini dini argümanlarla çürütmeye çalıştığı II.
Konuşması için bkz. Celalettin Güngör, “Bir Reformasyon Öncüsü: Padovalı Marsilius”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. XVI, y. 2012, sa. 4, ss. 183-247.
142
Ockham‟lı William da Marsilius gibi papanın otoritesinin bu dünyayı kapsamadığını açık bir dille
ifade etmiştir. Aynı şekilde William da Kiliseyi sadece ruhban sınıfının değil bütün inananlar
topluluğunun bir toplamı olarak nitelendirmiş ve papaya iman konusunda sınırsız yetki vermenin
Kutsal Kitap‟ın Hıristiyanlara bahşettiği özgürlüğü yok ederek onları köle mesabesine indirgeyeceğini
belirtmiştir. Marsilius‟unda öne sürdüğü şekliyle William‟a göre Mesih Petrus‟u diğer havariler
üzerine egemen kılmamış, diğer havarilere bahşettiği gücün ötesinde herhangi bir yetkilendirmede
bulunmamıştır. Bkz Spade, The Cambridge Companion To Ockham, s. 314.
141
47
hakikatlere ancak Kutsal Kitap temelinde akıl yürütme yoluyla ulaşılabilir. Ancak
William papanın dini otoritesinin bu şekilde kayıt altına alınması gerektiğini
belirtmesine karşın, papanın Hıristiyanların ruhani birliğinin bir mümessili olduğunu
da ifade etmiştir. Yine William‟a göre normal koşullardaki dini ve dünyevi alan
ayrımına karşın, olağan üstü koşullarda; örneğin bir imparator ve monarkın devlet
işlerinde günaha veya despotizme kayması durumunda papaların ya dolaylı ya da
direkt yoldan dünyevi alana müdahale edebilmesi gibi, papanın heresiye kayması,
karar ve uygulamalarının devlete zarar vermesi durumunda da monark tebasının
inancını korumak adına Kilise Genel Kurulu‟nu toplama ve papayı zor kullanarak
makamdan uzaklaştırma hak ve yetkisine sahiptir.143
2.8. Konsiliyarizm
Yetmiş yılı aşkın bir süre dini, siyasi ve mali sıkıntılar içerisinde Avignon‟da
kalan Papalık nihayet 1378 yılında tekrar doğduğu yer olan Vatikan‟a dönmüş, ancak
bu sefer de başka bir krizle başbaşa kalmıştır. Bu kriz 1378‟den 1417‟ye kadar süren
ve idari, mali ve sosyal bazı sebeplerden kaynaklanan 144 “Büyük Bölünme” (The
Great Scism of the West) denilen, farklı devletlerin desteğiyle; Vatikan‟da İtalya ve
müttefiklerinin papası, Avignon‟da Fransa ve müteffiklerinin papası olmak üzere
aynı anda iki, hatta bu soruna bir çözüm yolu bulmak için toplanan 1409 Pisa
Konsili‟nde ilginç bir şekilde bir üçüncü papanın ilanıyla da üç ayrı papanın varlığı
sorunudur. Christendom‟daki bu üç başlılık uzunca bir süre papalığı meşgul etmiş ve
1414-1418 yılları arasında düzenlenen Constance Konsili‟nde bu duruma bir çözüm
yolu aranarak, bu konsilin yayınlamış olduğu Haec Sancta adlı belgede “bir genel
konsilin –en azından böylesi olağan üstü bir durumda- papanın üstünde bir otoriteye
sahip olduğu” şeklinde ifadesini bulan 145 papanın otoritesine karşı alternatif bir
argüman olarak kabul edilen konsilyarizm fikriyle kriz aşılmıştır.
143
Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.278-79; Brezzi, The Papacy, s. 119-120.
Büyük Batı Bölünmesinin kökenleri, sorunu çözme girişimleri ve Constance Konsili için bkz.
Thomas E. Morrissey, “Current Theology After Six Hundred Years: The Great Western Schism,
Conciliarism, And Constance”, Theological Studies, ss. 495-509; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca
bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, ss. 126-129; Stebbing, The Story of the Catholic Church,
ss. 400-414.
145
Bkz. Norman Tanner, The Church In Council, s.84-5.
144
48
Konsilyarizm fikrinde ifadesini bulan temel düşünceye göre dini otorite
papalık makamında değil bizatihi kilisede temerküz eder ve Kilise de bu otoriteyi
genel konsiller vasıtasıyla kullanır. Bu sistemde papa sadece genel konsilin ve
nihayetinde Kilisenin bir temsilcisi konumundadır. Yine bu minvalde “evrensel
Kilise” ve “apostolik Kilise” ayrımına gidilmiştir ki “evrensel Kilise” bütün bir
Hıristiyan dünyayı temsil ederken “apostolik Kilise” ise papa, piskoposlar ve diğer
yöneticilerden müteşekkil olan Roma Kilisesidir. Bu ayrımdaki temel düşünce
apostolik Kilise evrensel Kiliseye göre tali bir konumda olup ona bağlı olmak
durumundadır. 146
İlk defa XII. yüzyıl kanonistlerince ifade edilen konsilyarizm düşüncesi kilise
idaresine yeni bir yaklaşım getirmiş ve aslında Papalığın altın çağında hiçbir şekilde
ciddiye alınmayacak olan bu düşünce papalığın gücünün aşınmaya uğramasıyla
başvurulan bir çözüm yolu olarak görülmüştür. 147 Yaklaşık 350 yıl önce VII.
Gregory‟nin ilan ettiği Dictatus Papae‟de yer alan hatta daha da öncesinde Kilise
tarafından Kilise Hukukunun bir prensibi olarak kabul gören “papa hiç kimse
tarafından yargılanamaz” formülü bu süreçte kanonist ve teologlarca “papa doğru
yoldan çıkmadıkça hiç kimse tarafından yargılanamaz” şeklinde tartışılmış ve kabul
görmüştür. Bu durumda papanın da heresiye kayma ihtimalinin olabileceği ifade
edilerek papanın yargılanabileceği, hatta azledilebileceği görüşü ileri sürülmüştür.148
Bu tartışmalar neticesinde Hıristiyan dünyada Ortaçağın sonlarına doğru
Kilise veya onun karar organı olarak konsillerin mi yoksa papanın mı yanılmaz
olduğuna dair bir otorite arayışı söz konusudur. Yves Congar‟a göre bu dönemde,
Kilise hiyerarşisinden bir şahsiyetin –ya da kuruluşun- hata yapmaktan korunduğuna
dair tam bir görüş birliği yoktur, ancak Kilisenin yanılmaz olduğu hususunda
Hıristiyanlar arasında çok açık evrensel bir mutabakat söz konusudur. 149 Hasler‟a
göre ise bu dönemde Fransız teolog Jean Charlier Gerson (1363-1429) ilk defa
konsilleri bir iman kuralı olarak nitelendirerek konsil kararlarının hatadan beri
olduğunu ifade ederken, Cusa‟lı Nicholas (1401-64) ise konsilleri için bizzat
“yanılmaz” terimini kullanmıştır.150 Teokratik bir kıtada ”Sınırlı iktidar”, “iktidarın
146
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 135; McClory, Power and the Papacy, s.32.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 31-2.
148
Bkz. O‟Malley, History of the Popes, s. 153.
149
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 34 vd.
150
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infalllible, s. 37.
147
49
çeşitli organlar arasında paylaşılması”, “temsil” ve “rıza” gibi çağdaş liberal
demokratik rejimlerin özünü oluşturması151 bakımından önemli görülen konsilyarizm,
papanın yanılmazlığı iddiaları şöyle dursun, papanın üstünlüğü için bile çok küçük
bir alan bırakıyordu, hatta bu resmi deklerasyon ilerde papanın yanılmazlığı yolunda
bir diğer kronik engel oluşturacaktır.
Karşı papalar (anti-popes) dönemi olarak da literatüre geçen “Büyük Batı
Bölünmesi”nin konumuz açısından dikkat çeken kısmı aynı zaman diliminde birden
fazla yanılmaz papanın varlığı sorunudur. Kilise tarihinde örneğine yaklaşık otuz beş
kez rastlandığı ifade edilen bu durum, yani bir papa görevdeyken aynı zamanda bir
de anti-papanın görevde bulunması durumu cevaplanması gereken bazı soruları
gündeme getirmiştir. Kilisede nasıl aynı anda birbirine muhalif ve yanılmaz iki ayrı
papa olabilir? Hangisi gerçek papadır? Yanılmaz papaların bir listesi ya da
hangisinin yanılmaz papa olduğunu belirlemek için geçerli bir ölçüt de olmadığından
dolayı sistem ciddi mantık hatalarını da barındırmaktadır.
Katolik apolojistler ise bu dönemde gerçekte tek bir yanılmaz papanın var
olduğunu iddia ederek diğerini dışlama yoluna gitmektedir. Bu durum sorunu
çözmekten ziyade başvurulan en pratik çözüm yolu olarak görülmüştür. Her iki
papanın birbirlerini aforoz ettiğini de göz önünde bulundurursak, inanç ve ahlaka
dair yanılmaz saptamada bulunduğu iddiasıyla rehberliğine inanılan papaların
hangisi gerçek hangisi değil, işi daha da karmaşık hale getirmiştir. 152
151
Bkz. Gönenç, “Ortaçağ Avrupasında Anayasacılığın Düşünsel ve Kurumsal Temelleri”, s. 280.
Bkz. Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 217; Ayrıca bkz. Ali İsra
Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar ve Katoliklerin Yaklaşımları”, Dini
Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 2009, c. 12, sy. 34, s. 23-4.
152
50
3. REFORMASYON DÖNEMĠNDE PAPALIK
Hıristiyanlığın Ortadoğu coğrafyasından Greko-Romen diyara geçişi ile
teolojik ve örgütsel olarak tecrübe ettiği ilk ve önemli dönüşümden sonra ikinci
büyük dönüşümü, zihni ve felsefi düzlemde skolastik düşünceden Rönesans‟a, dini
açıdan da Katoliklikten Protestanlığa geçiş sürecini kapsayan dönemde yaşamıştır.
İlk nüveleri kitleleri harekete geçirerek Avrupa‟daki statik feodal yapıyı çözen ve
diğer kültürel havzalarla temasa geçişi sağlayan Haçlı Seferleri ile atılan, XIII ve
XIV. yüzyılda bir geçiş dönemi yaşadıktan sonra XV. yüzyılda olgunlaşan bu
dönüşüm sürecinin Hıristiyanlığı hem teolojik hem kurumsal açıdan yeniden
yapılandırması XVI ve XVII. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Kuruluşundan XV. yüzyıla
kadar Papalığın temel politikası, kendisini Hıristiyanlar üzerinde ruhani egemen bir
güç olarak göstermek ve bu egemen konumunu siyasi alana da teşmil etmek şeklinde
gelişmiştir. Bu uğurda kilise bütün silahlarını kullanmış, otoritesini seküler güçlere,
imparatorlara ve krallara karşı aforoz tehdidiyle de olsa kabul ettirmeyi başarmıştır.
Ancak XV. yüzyıldan itibaren XVIII. yüzyıla kadar papalık Rönesans, Protestan
Reformu ve Aydınlanma‟nın getirmiş olduğu çeşitli dini ve toplumsal meydan
okumalarla karşı karşıya kalmıştır.153
3.1 Ana Bünyeden Ġkinci KopuĢ: Protestan Reformu
Reform ya da Protestan Reformu kısaca hiyerarşik bir yapılanmayla maddi ve
manevi bir sömürü düzeni kuran Katolik Kilisesi‟ne karşı oluşan belirgin
hoşnutsuzluğun bir ifadesidir. Aslında Martin Luther (1483-1546) ile özdeşleştirilen
Reformasyondan asırlar önce Papalığa karşı bir reaksiyonun ilk işaretleri
görülüyordu. Örneğin Clairvaux‟lu Bernard (ö.1153), Siena‟lı Catherine (ö. 1380),
John Wycliff (ö. 1384) John Huss (ö.1415) ve Prag‟lı Jerome (ö.1416) gibi din
adamları reformasyondan asırlar öncesinde papalığın üslup ve uygulamalarına karşı
seslerini yükseltiyordu.154 Reformasyonun öncüleri olarak kabul edebileceğimiz bu
153
Bkz. Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, s.36; Granfield,
“Papacy”, s.178.
154
Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s.111-121; McBrien, The Church, s.103.
51
düşünürlerin yaşadıkları dönemlerde Papalık, gerek siyasal iktidarlarla çatışma
içerisine girmesi, gerek halk üzerinde sistemli bir şekilde uyguladığı sömürü
politikası ve vazgeçemediği lüks tutkusundan dolayı geniş bir kitlenin nefretini
üzerine çekmeye başlamıştır. Ayrıca Papalığın bazı kralların müdahalelerine açık
hale gelmesi ve kendi içerisinde de çeşitli çatışmalar yaşaması halk nezdinde
geleneksel Papalık saygınlığının kaybolmasına sebep olmuştur. Yine bu dönemlerde
Papalık iki önemli sorunla baş başa kalmıştır ki bu Papalığın nüfuz, otorite ve
saygınlığında onarılmaz tahribatlara yol açmıştır. İlki 1309-1377 yılları arasında
vuku bulan “Papalığın Babil Esareti” olarak da isimlendirilen Avignon yıllarında
papalığın Fransa Krallığının etkisi altında kalması –ki bu dönemdeki yedi papa da,
kardinallerin büyük bir çoğunluğu ve papalık görevlileri Fransızdır-155 diğer kral ve
prenslerden büyük tepki toplamıştır. “Yüz Yıl Savaşları” esnasında İngiliz
askerlerinin dile getirdiği “ Papa Fransız ise İsa Mesih de İngilizdir” 156 ifadesi
Papalık makamının ve papaların ne derece politik ihtiraslar için bir rekabet ortamı
oluşturduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Papalığa karşı yükselen bu muhalif sesler içerisinde özellikle iki düşünür;
İngiltere‟de John Wyclif ile Bohemya‟da John Huss öne çıkmaktaydı.. Bu düşünürler
reform tasarılarında kendi ülkelerine özgü “ulusal” çıkarların gözetilmesi gerektiğine
yer verirken dinsel törencilik ile dini hiyerarşi anlayışına ve papanın Kilise
içerisindeki mutlak egemenliğine karşı çıkıyorlar, öte yandan Kilisenin servet
edinmesini eleştirip Kilise mallarından vergi alınmasını savunuyorlardı. Wyclif,
papalık kurumunun Kutsal Kitap‟ta hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürerek
papayı deccal ile özdeşleştirmekte ve “Büyük Bölünme”yi papalığın ortadan
kalkışının habercisi olarak memnuniyetle karşılamaktaydı.
Papalığın mutlak otoritesini hedef alan reformun bu öncüleri kaçınılmaz
olarak siyasal iktidarların güçlenmesine katkıda bulunmuşlardır. Zira dini
hiyerarşinin tasallutundan kurtulmak siyasal yönetimlere daha çok bağlanmak
anlamına geliyordu. Wyclif, Kilisede bir reform yapabilmek için krallığın gücünün
gerekliliğine inandığından dolayı kralın kutsal hakkı öğretisini savunmuştur. Buna
göre kral Tanrı‟nın temsilcisidir ve krala karşı gelmek doğru değildir. Piskoposlar
bile iktidarlarını ondan alırlar ve bu dünya söz konusu olduğunda kral din
155
156
Bkz. Tanner, The Church in Council, s. 84.
Bkz. Brezzi, The Papacy, s.117.
52
adamlarından daha saygındır. Üstelik kral yasaya ve adalete uygun yönetim
sergilemese bile yine de ona itaat edilmelidir. Ayrıca kralın kilise içerisine müdahale
ederek oradaki bozuklukları düzeltme yetkisi de vardır.157
Kilise çok erken devirlerden beri kendi içerisinde çeşitli şekillerde reform
yapma ihtiyacı hissetmiş ve buna teşebbüs etmişti. Ancak genel anlamda reform ya
da Protestan158 reformu, Martin Luther‟in yıllarca bünyesinde papaz olarak çalıştığı
Katolik Kilisesi‟ne karşı başlatmış olduğu bir hareketle özdeşleşmiştir.159
Reformasyon devrinde aslında Kilisenin gücüne değil zaaflarına itiraz
edilmiştir. Kiliseye karşı içeriden ve dışarıdan verilen mücadele, Kilise etkinliğinin
157
Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, S.286-87; Wylif‟in Papalık Eleştirisi İçin Ayrıca
Bkz. Mevlüde Atasever, John Wycliffe Ve Papalık Eleştirisi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2011; Beklenildiği üzere Papalık, kendi
otoritesine karşı geliştirilen bu görüşlere kayıtsız kalmamış, İmparator Sigismund‟un kendisine
verdiği teminata güvenerek görüşlerini konsilde dile getirmek üzere Constance‟a gelen Jean Hus
yakılarak öldürülür. Ayrıca daha önceden vefat eden Wyclif de bu konsilde kınanır. Bkz. G.J. Cuming
And Derek Baker, Councils And Assemblies, Cambridge University Press, Cambridge 1971, s. 209 Vd;
Luther öncesi Katolik Kilisesi‟nin içinde bulunduğu durum ve reform öncüleri için ayrıca bkz. A.
Hikmet Eroğlu, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”, ss. 309-325.
158
“Protestan” terimi, kendilerini Roma Katoliklerinden ve Ortodoks Doğu Kiliseleri‟nden bilerek
ayrı tutan Hıristiyan Kiliseleri ve toplulukları için ilk defa 1529‟da Spire‟de toplanan bir politik
mecliste kullanılmıştır. Bu tarihten üç yıl önce 1526‟da İmparator Şarlken kendisinden Lutherci
reformu desteklemesini isteyen Alman prenslerle geçici bir anlaşma yapmıştı. 1539 yılında bu
kararından vazgeçerek herkesin Roma‟ya bağlı kalmak zorunda olduğunu açıkladı. İmparatorun bu
tavrını protesto eden Luther yanlısı prensler şu deklerasyonu yayımladılar: “Koruyucu, günahtan
kurtarıcı ve bir gün hakimimiz olacak olan yegane yaratıcımız Tanrı önünde protesto ediyor ve
Tanrı‟ya, Kutsal Sözü‟ne, vicdanımıza ve Spire‟deki son karara aykırı olarak hiçbir kararı
benimsemiyoruz.” 19 Nisan 1529‟da beş prens ve on dört kent yöneticisi tarafından gerçekleştirilmiş
olan bu protestoda imparatorun ve Katoliklerin kararlarının kendilerini bağlamayacağı belirtilmiş ve
Luther‟in yanında yer alacaklarını bildirmişlerdir. Yukarıdaki metni imzalamış olanlara o günden
itibaren “Protestan Prensler” adı verilmiştir. Bu olaydan itibaren Lutherci reformları tanıyanlar
“Protestan” diye nitelendirilmişlerdir. Diğer taraftan Alman İmparatoru Şarlken‟in Luther ve
taraftarlarını 1529‟da protesto ettiği için Almanya‟da yeni oluşan bu mezhebe Protestanlık dendiği de
belirtilmektedir. Protestocular anlamına “Protestanlar” ismini onlara kendi taraftarları değil, Roma
Kilisesi taraftarları vermişlerdir. Yukarıda geçen metin de yerel yöneticilerin Luther ve reform
hareketinin yanında imparatorun karşısında olduklarının ilk resmi beyanı olmuştur. “Protestan” terimi
çok erken tarihlerden itibaren kullanılmış olmasına rağmen, Luther ile başlayan reform hareketlerinin
ardından doğan kiliseleri ve bu doğrultudaki akımları belirtmek için 1620 dolaylarında kullanılmaya
başlanmıştır. Bkz. Ali Erbaş Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, s. 59-60.
159
Martin Luther‟den çok önce Hus ve Wycliff gibi öncü reformistler de en az Luther kadar etkili
olmuşlar ancak onlar Avrupa‟nın yanlış yerlerinde ve yanlış zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Zira
Ortaçağ‟daki koşullar herhangi bir reform hareketi için elverişli bir durum arz etmiyordu. Kilisenin
yozlaşmasının uzun bir tarihsel geçmişi olmasına rağmen Reform hareketi XIV ve XV. yüzyıllarda
değil XVI. yüzyılda gerçekleşmiştir ki bu da bu yüzyılda toplumun Papalığa karşı nefretinin doruk
noktaya çıkması, matbaanın keşfinin bir yandan önemli bir iletişim ikanı sağlayıp diğer yandan
Rönesansın güçlü eleştirisi ile kiliseleri vurması ve Kilisenin siyasal otoritesi karşısında milliyetçilik
akımları ve ulus devletlerin yükselişi gibi üç faktörün bir araya gelmesiyle olmuştur. Bundan dolayı
Luther‟in hareketi başarılı olurken Hus heretik addedilip yakılarak cezalandırılmıştır. Bkz. Stephen J.
Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, çev., Ertürk Demirel, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
2004, s. 21.
53
azaltılması için değil, aksine dini etkinliğin daha çok derinleştirilmesi, deformasyondan dolayı acı çeken Kiliseyi re-forme etmek için yürütülen bir
harekettir.160 Luther, başlangıçta ıslah etme niyetinde olduğu Katolik Kilisesi‟ni daha
sonra “deccal” olarak nitelendirip tamamen reddetmiştir. Zira Luther‟in amacı deccal
bir papanın elindeki Katolik Kilisesi‟nden Hıristiyanları çekip kurtarmak,
özgürleştirmektir. Bunun için de Papalığın Hıristiyanlar üzerinde otorite oluşturup
dünyevi kazanımlar elde ettiği bütün argümanları elinden alarak Hıristiyanların
dünyevileşmesini önermiştir. Ona göre ancak bu şekilde Hıristiyanlar bu cendereden
kurtulabilecekti. 161 Luther‟in yıllardır bünyesinde din eğitimi aldığı ve hiyerarşisi
içersinde adım adım yükseldiği Katolik Kilisesi‟ne ve Papalığa karşı gelmesinin ilk
adımı, papalığın endüljans uygulamalarına yönelik eleştirileridir. 162 Endüljanslara
yönelik eleştirilerini 95 maddelik bir manifesto olarak 1517 yılında Wittenberg
Kilisesi‟nin kapısına asarak ilan eden reformcu, Protestan reformasyonunu bu tarih
ile başlatmış olur. Katolik Kilisesi‟nin inananları sömürerek büyük servet sahibi
olduğu gerçeğinden hareket eden Luther, aynı zamanda Katolik Kilisesi‟nin ve
papanın para hırsıyla lanetlenmiş faizciliğe meylettiğini hatta kilisenin faize dayanan
bir yapı arz ettiğini belirtmiştir.163
Kilisenin Roma‟nın esaretinde olduğunu savunan Luther, Kilisenin üç önemli
duvarın yıkılmasıyla gerçek özgürlüğüne kavuşacağını belirtmektedir. Bunların ilki
papa, rahipler, papazlar ve keşişlerin kilise görevlisi olmayan halk üzerindeki
üstünlük iddiaları; ikincisi, kutsal metni yorumlama hakkının sadece papaya ait
olduğu iddiası; üçüncüsü ise konsil toplama ve burada alınan kararları onaylama hak
ve yetkisinin de yine sadece papanın uhdesinde olduğu iddiasıdır.164
160
Michael A. Mullett, The Catholic Reformation, Routledge, London and New York 2002, s. 29;
Maurice Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, çev. Özkan Gözel, Kaknüs Yayınları,
İstanbul 1999, s. 24 ve 27; Hoffer, Kesin İnançlılar, s.78-79.
161
Bkz. Hakan Olgun, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık,İz Yayıncılık, İstanbul 2006, s.
236-237.
162
Bkz. Hakan Olgun, “Katolik Kilisesi‟nin Endüljans Uygulaması ve Protestan Reformuna Etkisi”,
OMÜİFD, sayı 18-19, 2005, ss. 327-345
163
“Hırsız ve soyguncuları adil bir şekilde idam ederek cazalandırırken Roma‟nın tamahkarını niçin
cezalandırmadan bırakıyoruz. O, yeryüzünde görülmüş ve görülecek en büyük hırsız ve soyguncudur.
Üstelik bütün yolsuzluklarını Mesih ve Aziz Petrus adına yapmaktadır. Dolayısıyla Tanrı‟nın Sodom
ve Gomore‟de olduğu gibi Roma üzerine de ateş yağdırmasına şaşırmayacağım. Ey asil prens ve
idareciler, halkınızın ve topraklarınızın aç gözlü kurtlar tarafından talan edilmesine daha ne kadar
dayanacaksınız?” Olgun, Protestanlık s. 214 dipnot.
164
Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 202.
54
Katolik Kilisesi‟nin yanlış inanç, tutum ve uygulamalarına karşı bir aksiyon
olarak ortaya çıkan Reformasyon, aynı zamanda Batı dünyasını ortaçağın
uyuşukluğundan çıkaran ve Hıristiyan Batı dünyasının modernleşmesi üzerinde çok
etkili olan bir faktördür. Doğası gereği Protestanlık, dünyanın ve toplumun seküler
bir yoruma tabi tutulmasını teşvik etmiş, bunun sonucu olarak da bilimsel keşifler
artmış ve bu sayede gelişen toplum için “gelecek” daha fazla öngörülebilir olmuştur.
Artık insanlar kaprisli güçlerin rahmetine ve onların güvence veren telkinlerine daha
az ihtiyaç hissetmiştir. Bu süreçte din, fiziki dünyayı bilimsel olmayan bir tarzda
yorumlayan ve toplumsal baskı oluşturmak isteyen bir görünümde algılanmıştır.
Reformasyon sonrası yaşanan aydınlanma çağının akılcılığı da Katolik inanç karşıtı
eğilimi artırmış ve dinin dünyada yerinin olmadığı izlenimini sağlamıştır.165
Luther‟in başlattığı bu hareket kısa zamanda benzer reform hareketlerini
tetiklemiş ve John Calvin (1509-1564) ve Ulrich Zwingli (1484-1531) gibi reformun
diğer temsilcileriyle yayılmıştır. Protestan reformuyla birlikte Avrupa‟nın dinsel
bütünlüğü bozulmuş ve Roma Katolik Kilisesi Avrupa kıtasındaki dini hakimiyetini
kaybetmiştir. Reformun etkili olduğu ülkelerde dini alan ile dünyevi alan arasındaki
ayrım ya da gerilim dünyevi alan lehine çözümlenmiş, Katolik Kilisesi‟nin otoritesi
tümüyle kırılmış, onun yerini farklı form ve isimlerle Protestan Kiliseleri almıştır.
Yine bu dönemde Papa VII. Clement (1523-1534)‟in dini ve siyasi
nedenlerden dolayı İngiltere Kralı VIII. Henry‟nin eşinden boşanmasına izin
vermemesinden dolayı gelişen olaylar Papalığın İngiltere‟yi kaybetmesiyle
neticelenmiştir. VIII. Henry 1534 yılında İngiliz Meclisi‟nde kabul edilen Üstünlük
Yasası (Act of Supremacy) ile kendisini İngiltere Kilisesi‟nin başı ilan etmiş ve
İngilizler
kendi
koparmışlardır.
milli
kiliselerini
kurarak
Papalıkla
bağlarını
tamamen
166
165
Bkz. Olgun, Protetanlık, s. 243 vd; Ortaçağ ve Reformasyon dönemlerinde bilimsel faaliyetlerin
bir mukayesesi için bkz. Kürşat Haldun Akalın, “Reform Sürecindeki Avrupa‟da Dogmatik
Sınırlamadan Dinin Dışına Çıkan Dünyaya Geçişte Bilimin Yükselişi”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi c. 32 Nisan 2012 ss. 81-94.
166
İngiltere‟de bu dönemde Lord High Chancellor (bugünkü karşılığıyla başbakan) olarak ünlü
siyaset adamı ve düşünür Thomas More vardır. Thomas More, İngiltere‟nin Katolisizmden ayrılmasını
istemediğinden dolayı bu yasayı onaylamak istemez ve sağlık gerekçeleri ileri sürerek 1532 yılında bu
görevinden ayrılır. Daha sonra bu yasayı onayladığına dair yemin etmeye zorlanan More bu baskılara
da boyun eğmemiş ve bu yasanın Tanrı‟nın yasasına aykırı olduğunu, parlamentonun kral dahi olsa
hiç kimseyi Kilisenin başı ilan etmeye hakkının olmadığını ileri sürmüştür. Tabi bu çıkışı More‟un
sonunu getirmiş, 1535 yılında başı kesilerek idam edilmiştir. Reform hareketinin karşısında yer alan
ve Ortaçağ‟a özgü bir Hıristiyan birliği düşüncesine sahip olan More bu birliktelik için adres olarak
55
Protestan Reformu sayesinde güç ve nüfuz kaybına uğrayarak hırpalanan
Katolik Kilisesi ise Karşı Reform ya da Katolik Reformu olarak tanımlanan karşı
atakla Hıristiyan dünyadaki nüfuzunu korumaya çalışmıştır.
3.2. Papalığın Kendisini Koruma Refleksi: KarĢı Reform
Katolik Kilisesi‟nin XVI ve XVII. yüzyıllarda Protestan Reformu karşısında
kendi içerisinde bir yenilenme ve reform hareketi olarak geliştirdiği tepkisel hareketi
genel olarak “Karşı Reform” (Counter Reformation) ya da “Katolik Reformu”
kavramıyla ifade edilmektedir. Ancak bu iki kavram arasında Katolik ve Protestan
cephelerden her iki tarafın kendi bakış açısını yansıtan farklı tanımlamalara
gidilmiştir. Öncelikle Katolik Kilisesi Protestanlığın doğmasına yol açan
suiistimallerin ortadan kaldırılması, kilisenin kurumsal ıslahı ve Protestanlıkla ortak
bir inanç platformunda uzlaşarak mezhepsel çatışmayı azaltmayı amaçlayan kendi
içinde dini nitelikli bir yeniden doğuş hareketi, bir iç reform hareketine girişmiştir ki
bazıları bunu Katolik Reformu olarak isimlendirmektedir.167 Zaten Katolik Kilisesine
göre de Trent Konsili ile başlayan hareket bir reformdur, karşı reform değildir; Karşı
Reform kavramı Protestanlara aittir. Çünkü Katolik Kilisesine göre Protestan
hareketi bir reform değil, itizaldir. Dolayısıyla Katolik Kilisesi reform hareketini
evrensel kiliseye karşı bir isyan olarak algılamış ve Protestan terimini de reform
taraftarları için “isyancı” anlamında kullanmıştır. Ancak yine de Katolik Kilisesi‟nin
giriştiği bu reform sürecinin doğrudan Protestan reformuna yönelik olduğu hakim
görüştür.168
Kilisenin kurumsal yozlaşması ve bunun sebep olduğu Protestan Reformuna
yönelik olarak Katolik Kilisesi ilk adımı Papa III. Paul tarafından oluşturulan
Kardinaller Kurulu ve kurulun sunduğu Consilium directorum cardinalium de
emenda ecclesia başlıklı rapor (1537) ile atmıştır.
169
Bu raporda Papalığın
Papalığı göstermiştir. Bundan dolayı More Katolik Kilisesi tarafından takdis edilerek aziz ilan
edilmiştir. Bkz. Ağaoğulları (ed), Sokrates’ten Jakobenlere Batıda Siyasal Düşünceler, s. 363-4 ve
366-7.
167
Bkz. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler, s. 50.
168
Bkz. Mullet, The Catholic Reformation, s.1; McBrien, The Church, s.84; Erbaş, Hıristiyanlıkta
Reform ve Protestanlık Tarihi, s. 63.
169
Bkz. Lee, a.g.e., s. 22.
56
dünyevileşmesi sorunun kaynağı olarak görülmüş ve Papalık bütün kötülüklerin
içerisinden çıktığı bir Truva Atı olarak nitelendirilmiştir. Katolik Reformu en azından
1541‟e, yani Ratisbon‟da Protestanlarla doktrinel bir uzlaşma çabasının sonuçsuz
kalmasına kadar akıl yürütme ve doktrinel uzlaşma yoluyla Lutheranların tekrar
Katolik Kilisesine dönmesi ümidi ve çabalarıyla geçmiştir. Ancak bu entegrasyonun
Lutheranların öğretilerinde büyük değişikliklerin olmadığı sürece imkansız olarak
görülmesiyle yerini zor kullanmaya bırakmıştır. Ancak Stephen Lee‟ye göre her ikisi
de bütün bir yüzyıl boyunca devam ettiği için 1541 yılını Katolik Reformunun Karşı
Reformdan ayrıldığı nokta olarak görmek anlamsızdır. Yine de ilk dönemde ağırlıklı
olarak iç düzenlemeler söz konusuyken sonraki dönemde doktrinel mezhepsel
ayrılıklarda daha saldırgan bir tutum takınılmıştır.170
Bu bağlamda Karşı Reform hareketi proaktif ve aksiyoner bir tutum olarak
1545 Trent Konsili‟yle belirginlik kazanmıştır. 1563 yılına kadar süren Trent
Konsili‟nde engizisyon, aforoz, ve Katolik tarikatları gibi hususlardan, misyonerlik
faaliyetleri, kilise idare ve disiplini konularına kadar geniş bir faaliyet alanı ele
alınmıştır. Trent Konsili ile başlayan Karşı Reformun ne zamana kadar sürdüğü
konusunda Hıristiyanlar arasında bir konsensüs bulunmamaktadır. Genellikle iki
tarih; 1648 Westfalya Anlaşması ve II. Vatikan Konsili (1962-1965) Karşı Reformun
bitişi olarak kabul edilmektedir. Karşı Reformun II. Vatikan Konsili‟ne kadar
sürdüğünü savunanlar bu hareketin sadece Protestanlığa bir tepki olarak görmemekte,
sonraki gelişmeleri, özellikle de aydınlanma ve modernizm ile girişilen mücadeleyi
göz önüne almaktadırlar ki yanılmazlık doktrininin kabul edildiği I. Vatikan Konsili
de bu amaçla toplanmıştır. Bu süreç esnasında hem Katolik hem Protestan cepheden
Hıristiyanlığın parçalanmasını istemeyen ılımlı kişilerin tekrar bir araya gelme
teşebbüsleri olmakla beraber böyle bir birleşme gerçekleşmemiştir. Karşı Reformun,
Katolik Kilisesi‟nin sadece Protestanlığa değil, aynı zamanda gallikanizm,
konsiliarizm, biblikal hümanizm, ve augustincilik gibi akımların getirdiği
bunalımlara karşı geliştirdiği bir hareket olduğunu ileri sürenler de vardır.171
Papa III. Paul (1534-49) zamanında çalışmalarına başlayan ve Papa III. Julius
(1550-55) ile devam edip IV. Pius (1559-65) ile sona eren ve en uzun süren konsil
170
171
Bkz. Lee, a.g.e., s. 51-3.
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 147-8.
57
olma ünvanını alan Trent Konsil‟i sürecinde beş papa görev yapmıştır. 172 Bu
konsilde alınan kararlardan en önemlileri, Vulgat‟in 173 esas ve otantik versiyon
olarak kabul edilmesi,174 Kitab-ı Mukaddes‟le birlikte geleneğin de Katolik doktrinin
temel kaynağı kabul edilmesi, asli günah doktrininin ne olduğunun vurgulanması,
sakramentler ve kilise disiplini ile ilgili diğer kararlar, ibadette bütünlük sağlamak
için Katolik ilmihalinin ve dua kitabı (missal)‟nın kabul edilmesi ve index‟in 175
oluşturulmasıdır. Bu kararların tamamı Luther ve diğer reformcuların tezlerine cevap
niteliğinde olup konsil bildirgesinde sıklıkla tekrar edilen “Bırakın, bir lanetli olarak
kalsınlar” şeklindeki ifade de Katolik Kilisesinin uzlaşmaz tutumunu yansıtan bir
ifade olarak görülmüştür. Kararlar 26 Ocak 1564‟te IV. Pius tarafından onaylanarak
Benedictus Deus isimli bir bulla ile resmen ilan edilmiştir.176
Cizvitlerin çok önemli bir rol oynadığı Papalık otoritesini tekrar tesis etme
mantığı üzerine kurulan Karşı Reform süreci, Katolik Kilisesi‟nin Protestan hareketi
karşısındaki kayıplarının tamamen telafi edilmesini sağlamasa da onu Protestanlar
karşısında daha güçlü bir konuma getirmiştir. Protestanlığın Avusturya, Macaristan,
Almanya ve Polonya‟da yayılması durdurulmuş, Polonya tamamen Katolisizme
dönmüş, büyük bölümü itibariyle Almanya, Fransa, Güney Hollanda ve Lehistan dini
172
III. Julius‟tan sonra Papa seçilen II. Marcellus sadece 22 gün yaşamıştır. Halefi IV. Paul ise yarım
kalan konsili tekrar toplamak konusunda istekli olmamış kendisinden sonra papa seçilen IV. Pius ile
tamamlanmıştır. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/15030c.htm, (27.01.2015).
173
Kitab-ı Mukaddes‟in Latince çevirisi
174
Luther her inananın Kutsal metinleri okuma, anlama ve yorumlama hakkına sahip olduğunu ileri
sürerek Kutsal Kitabı Almancaya çevirmiş ve diğer dillere de çevrilmesini telkin etmişti. Trent Konsili
ise Luther‟in görüşlerine bir cevap niteliğinde Kutsal Kitabın ve teoloji çalışmalarının Latince
dışındaki dillerde ifade edilemeyecek çok büyük sırlar içerdiğini ilan ederek Kilisenin bu konulardaki
tekelini korunmaya çalışılmıştır. Bkz. Paul N. Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, çev. Selin Dingiloğlu,
Yordam Kitap, İstanbul 2013, s. 147.
175
Index Librorum Prohibitorum; yasaklanan kitaplar listesi. Bu Katolik Kilisesi‟nin matbaanın icadı
neticesinde bilginin yayılmasıyla mücadele biçimi olarak görülmüştür. İznik Konsili‟nden beri bazı
kitapların yasaklandığı ve mahkum edildiği bilinmektedir. Ancak Index‟in kurumsal bir yapı halinde
ortaya ilk çıkışı 1559 yılında Trent Konsili ile; Papa IV. Paul zamanında olmuştur. Index‟e ilk olarak
Erasmus‟un kitapları ve Kitab-ı Mukaddes‟in yerel dillere yapılmış bazı çevirileri alınmıştır. Hatta
Indexe kilise komisyonunun çeşitli reform önerilerini içeren bir raporu da girmiştir. Vulgat‟in bir
başka dile çevrilmesi tamamen yasaklanmasa da bu tür çevirilere izin verilmesi XVIII. yüzyılın
ortalarında, XIV. Benedict (1740-1758) zamanındadır. Index‟i kilisede sürekli bir konsey haline
getiren ise Papa V. Pius (1566-1572)‟tur. İlginçtir ki index‟e dahil edilen kitaplar genellikle “en çok
satanlar listesi”nde de yer almıştır. Vatikan İman Doktrini Meclisi tarafından 1966 gibi çok yakın bir
tarihte askıya alındığı bildirilen Index‟e 4000 civarında kitap dahil edilmiştir. Bazıları tek bir kitabıyla
bazıları tüm eserleriyle Index‟te yer alan yazarlardan bazıları şunlardır: Bodin, Calvin, Descartes,
Diderot, Freud, Hobbes, Hume, Kant, Locke, Machiavelli, Marx, J. S. Mill, Montaigne, Rousseau,
Spinoza, Voltaire gibi felsefeci ve siyaset kuramcılarıyla, Copernicus, Sartre, Emile Zola, Dumas,
Galilei, Andre Gide gibi bilim adamı ve edebiyatçılar. Bkz.Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık,
s.149 dipnot; Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.273; Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, s. 142.
176
Bkz. Marvin R. O‟Connel, “Trent, Council Of” ER, vol. 15, s. 36-7; Lee, a.g.e., s. 53.
58
açıdan tekrar Papalığa bağlanmıştır. Karşı Reform‟un bu başarısında Papalar,
Cizvitler ve Charles Borromeo gibi gayretli piskoposlar ile yine Cizvitler‟in başrolde
olduğu misyonerlik faaliyetlerini çok etkili olmuştur. Zira misyonerlik faaliyetleri
neticesinde Papalık yeni müntesipler kazanmış, coğrafi keşifler de misyonerlik
çalışmalarına katkı sağlamış, kaşifler gittikleri yerlere misyonerleri de götürmüşlerdir.
Sonuçta Karşı Reform Katolik Kilisesi‟nin kısmen toparlanmasına imkan sağlasa da
artık Avrupa‟da birleşik yekpare bir Hıristiyanlıktan toplumdan bahsetmek imkansız
hale gelmiştir.177
3.3. Konsiller ve Papalık Otoritesi
Başlangıcı havariler dönemine kadar götürülen 178 ve Kilisenin bir karar ve
yürütme organı işlevini haiz olan konsiller, inanç ve ibadet esaslarında birliği
sağladığı kadar ihtilaf ve bölünmelere de sebebiyet vermiştir. Karşı karşıya kalınan
çeşitli itikadi problemlerin çözümünde nihai karar mercii olarak kabul edilen
konsillerde baskın gelen görüşler ortodoks kabul edilerek Hıristiyan coğrafyaya
empoze edilmiş, mağlubiyete uğrayan düşünce ve temsilcileri ise heretik addedilerek
aforoza uğramış ve siyasi erklerin de yardımıyla çeşitli mahkumiyetlere
çarptırılmıştır. Bu durumu ilk dönem Kilise babalarının farklı görüşlerinde görmek
mümkündür. Örneğin Tertullian (160-225) ilk Kilise konsilleri için “Hıristiyanlık
dininin onuru ve temsili” derken, Kapadokya Babaları‟ndan Nazianzuslu Gregory
(329-389) Kilise konsillerinden “kötülük üreten platformlar” olarak bahsetmiş ve
onların “çözüm merkezi olmaktan ziyade sorun merkezi” olduğunu ifade etmiştir.179
İlk dönemlerde herhangi bir eyaletin dini ihtilaf ve sorunlarının çözmü için
toplanan “Bölge Konsilleri”nde alınan kararların papanın onayına bağlı180 olması ve
II. yüzyılın sonundan itibaren toplanan Roma Sinodlarında Roma Piskoposunun
diğer piskoposlar üzerinde tek başına karar almaya yetkili kılınması 181 sonraki
yüzyıllarda toplanacak ve Roma Kilisesi‟nin domine edeceği konsillerde Roma‟nın
177
Karşı Reformun etkileri için bkz. Mullett, The Catholic Reformation, s.142 vd; Lee, a.g.e., s. 54-5.
Bkz. Resullerin İşleri 15:2; Galatyalılara Mektup 2:1-2
179
Bkz. Kaçar, s. Geç Antikçağda Hıristiyanlık, s. 70
180
Bkz. Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 3.
181
Bkz. Bihlmeyer-Tuchle, I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, s. 84.
178
59
ve Roma Piskoposunun öncelik ve üstünlüğü ile papanın yanılmazlığını ortaya koyan
kararların alınmasının ilk aşamasını teşkil etmektedir.
Hıristiyanlar arasındaki doktrinel ihtilafları gidermek ve aralarında ortak bir
inanç ilkesi (credo) tespit etmek üzere tertip edilen bu konsil toplantılarının
bağlayıcılığının bir tanımlaması yapılmıştır. Buna göre konsiller, İznik ve Kadıköy
Konsillerinde olduğu gibi Kutsal Ruh‟un ilham ve inayetiyle havarilerden intikal
eden saf imanın belirlenip korunduğu ilahi bir kuruluş olarak ifade edilmiştir. Kilise,
karşı karşıya kaldığı çalkantılı dönemlerde ortodoks akideyi tespit etme ihtiyacı
hissettiği zamanlarda Mesih adına bir araya gelen182 ve Kutsal Ruh‟un her daim hazır
ve nazır bulunduğu bu birlikteliğin yanılmazlığına güvenmiştir.183
Kilise Hukuku‟nun oluşumunda konsiller çok önemli bir fonksiyon icra
etmiştir. Hıristiyanlıkta Hz. İsa bir beşer-peygamber olarak görülmediği için onun
sünnetine ittiba diye bir anlayış gelişmemiş, Îsevî çizginin ve tedvin edilmiş ahkamın
yokluğundan kaynaklanan bu otorite boşluğunu konsiller ve Kilise müessesesi
doldurmaya çalışmıştır. Kitap ve sünnetin ilmi esaslara göre incelenmesi ve
yorumlanmasından kaynaklanan bir “fıkıh” da mevcut olmadığından, gelişen hukuk
bir teşkilatın, yani Kilisenin vazettiği hukuk olmuştur. Yine konsillerde alınan
kararlar için “kanon” teriminin kullanılmaya başlanması bu ökümenik konsillerle
birlikte IV. yüzyıldan itibaren olmuş, ancak burada “kanon” henüz “kanun”
anlamında değil, “kural, karar” anlamında kullanılmıştır.184
Ökümenik konsillerde kabul edilen kararların yanılmaz karaketere sahip
olduğunu ilk öne süren kişinin IX. yüzyıl piskoposu Theodore Abu Quarra olduğu
ifade edilmektedir. Abu Quarra, miladi 49-50‟li yıllarda Kudüs‟teki havariler
toplantısında inanca müteallik konuların ele alınması öncesinde söylenen “O Kutsal
Ruh‟a ve bize iyi göründü” 185 ifadesini, ökümenik konsillerde alınan kararlarda
Kutsal Ruh‟un inayet ve yardımının bulunduğuna bir argüman olarak kullanmış ve
bu konsil kararlarının yanılmaz, hatadan münezzeh doğrular olarak kabul edilmesi
182
Matta 28:20
Bkz. Charles Joseph Hefele, A History of The Christian Councils, From the Orfiginal Documents
to the Close of the Council of Nicaea, translated from German and edited by William R. Clark, T & T
Clark, Edinburg 1871, s. 52 vd.
184
Tuncay Başoğlu, “Hıristiyan Hukuku” İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 9, 2007, s. 39 vd.
185
Resullerin İşleri 15:28.
183
60
gerektiğini ileri sürmüştür. 186 Burada ökümenik konsillerin yanılmaz kararlar va‟z
etmesindeki temel gerekçe de bütün bir piskoposluk sınıfının yanlış veya batılda
ittifak etmelerinin imkansızlığıdır. Ökümenik konsillerin yanılmazlığı Kutsal Ruh‟un
özel rehberliği hatta vahiy-ilham olgusuyla da izah edilmiştir.187 Nitekim II. Vatikan
Konsili‟nde kabul edilen Lumen Gentium adlı konsil yasasında da inananlardan
müteşekkil ve kutsal bir menşei olan bu yapının inanç konularında hata yapmayacağı
vurgulanmıştır.188
Antikite konsilleri olarak adlandırılan ilk dönem konsillerinde Roma Kilisesi
ile daha sonra Ortodoks olarak kendisinden ayrılacak olan İstanbul Kilisesi arasında
bir mutabakat söz konusudur. Petrus‟a dayandırdığı meşruiyet ile hareket eden Roma
Kilisesi ile İstanbul Kilisesi arasında 1054 yılındaki bölünmeye kadar özellikle VIII.
yüzyıldan itibaren zaman zaman ayrılıklar olmuşsa da resmi Hıristiyanlık olarak tüm
heretik hareketler karşısında Roma ve İstanbul birlikte hareket etmişlerdir. Özellikle
teslisin unsurları konusunda devam eden itikadi çekişmelerin sonunda 381 I. İstanbul
Konsili‟nde Macedonius ve taraftarları aforoz edilmiş, 431 Efes Konsili‟nde
Nestorius ve taraftarları lanetlenmiş, 451 Kadıköy Konsili‟nde monofizit doktrin ve
taraftarları reddedilmiştir. 553 II. İstanbul, 681 III. İstanbul ve 787 II. İznik
Konsili‟nde Roma ve İstanbul birlikte hareket etmişlerdir. Zaten bu ilk yedi konsil
hem Katolik hem Ortodoks kiliseler tarafından ökümenik olarak kabul edilir. Ancak
XI. yüzyıldaki büyük bölünmeden sonraki süreçte Ortodoks Kilisesi, ökümenik bir
konsilin toplanmadığını ve tekrardan bir birleşme mümkün oluncaya değin de
toplanamayacağını iddia etmiştir. Ortodoks Kilisesi‟nin bu tavrı ökümenik konsil
anlayışında ciddi sıkıntılar oluştursa da Batı Kilisesi defaatle ikinci milenyumda da
meşru konsiller toplandığında ısrar etmiştir.189
VII. Gregory (1073-85)‟ye kadar genel konsiller papanın otoritesinden daha
üst bir otoriteyi temsil etmekteydi. VII. Gregory ile papanın otoritesi konsilin
üzerinde bir konuma getirilmiştir. 994 yılında Chelles Sinodu‟nda, Kilise Babalarının
görüşleri ile ters düşmesi durumunda papaların buyruklarının geçersiz olacağı
kararlaştırılmış, ancak XI. yüzyılda bu kural değişmiş ve Gregory döneminde
186
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 9-10
Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 16.
188
Bkz. LG md. 12.
189
Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s.14-15; McClory, Power and the Papacy, s. 10.
187
61
papanın otoritesi konsillerin ve Kilise babalarının üzerine çıkmıştır. Hatta Gregory
Papalık emirlerinin bizzat Kutsal Ruh‟un emirleri olduğunu ileri sürerek yeni bir
kanun koyma selahiyetinin sadece papaların inisiyatifinde olduğunu beyan etmiştir.
Sonraki dönemlerde bir genel konsilin papaya üstün olması gerektiği mevzu bahis
olsa da bu eğilim etkili olamamış190 ve sonraki yüzyıllarda da papanın yeryüzünde en
üstün konumda olup bütün konsillere ve tüm kanun, yasa ve nizamnamelere
üstünlüğü ve her tür kanuni düzenlemelerin sınırlayıcılığından muaf olduğu dile
getirilmiştir. Papanın bizzat kendisinin yaşayan canlı kanlı kanun olduğu ve her ne
şekilde olursa olsun ona karşıtlığın kişiyi yasadışılığa düşüreceği ileri sürülmüş, hatta
papanın herhangi bir şeyin aslını değiştirme yetkisine sahip olup, gayri meşru olanı
meşru yapma gücüne sahip olduğu ve hiç kimsenin ona herhangi bir tasarrufu için
bunu neden yaptın deme hakkının olmadığı ifade edilmiştir.191
Papalık otoritesinin zirvede olduğu XIII. yüzyılın olduğu gibi bütün bir
Hıristiyanlık tarihinin en etkin teoloğu olarak kabul edilen Thomas Aquinas, Summa
adlı eserinde “Roma Piskoposu, sadece kendisinin topladığı ve kararlarını onayladığı
bir konsilden dolayı, sahip olduğu otoritesi ile öğretileri yorumlayabilir”192 ifadesiyle
“papalar inanç ile ilgili meselelerde son karar merci oldukları için sağlam bir inanca
sahip olmalıdırlar” ifadeleri öne çıkarılmış ve 1274 yılındaki II. Lyon Konsili‟nde
Roma‟nın, evrensel Katolik Kiliseler üzerinde en üstün ve tam bir otorite ve önceliğe
sahip olduğu kararı alınmıştır. 193 Bu resmi deklarasyon diğer pek çok tarihi ve
teolojik argümanla birlikte I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen “Roma Kilisesi‟nin
diğer tüm kiliseler üzerinde tam bir üstünlüğe sahip olduğu” şeklindeki dogmatik
tanımlamaya mesnet yapılmıştır.194 Yine bu konsillerde Hıristiyanların yeniden bir
araya gelmeleri çağrısında bulunulmuş, ancak bu çağrıyla Hıristiyan grupların bir
ortak paydada toplanmasından ziyade diğer kiliselerin Katolisizmin çatısı altında
birleşmeleri hedeflenmiştir. Günümüzde de ökümenik konsil sadece papanın
otoritesine boyun eğen piskoposları ve delegeleri bir araya getirmektedir. Diğer
kiliseler bu toplantıda sadece “gözlemci” statüsünde yer alırlar. Öte yandan bu gün
190
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 279.
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 23.
192
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 20.
193
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 289; Geisler and MacKenzie, Roman Catholic and
Evangelicals, s. 206.
194
Bkz. McBrien, The Church, s.100.
191
62
ökümenik olarak kabul edilen 21 konsilin geçerliliği de Katolisizm tarafından
belirlenmektedir. Bir konsilin ökümenik olarak nitelendirilip kararlarının bağlayıcı
olarak addedilmesi büyük ölçüde geçerli olan gelenek ve göreneklere, aktüel hukuka,
kilisenin dogmatik doktrinine bağlıdır.195
XV. yüzyılda ise Kilise “Büyük Bölünme” krizini aşabilmek için Constance
Konsili (1414-28)‟ni toplamış ve 1415 tarihinde konsilin beşinci oturumunda Haec
Sancta196 adlı bir yasada belirtilen ve konsiliarizm olarak bilinen ve bir genel konsili
kilisede en üst otorite sayan bir görüş kabul etmiştir. 197 Bu konsiliarist söylem
Tanrısal otoritenin anayasal bir şekilde ifadesi ve ortaçağ anayasacılığının doruk
noktası olarak kabul edilmektedir. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilecek olan
papanın “üstünlüğü” ve “yanılmazlığı” doktrinine tam tezat teşkil eden ve bir
konsilin en üst otorite kabul edilmesi gerektiğini beyan eden bu görüş mevcut krizi
(aynı anda 3 farklı papanın varlığı) çözdüğü gibi Papalık otoritesine karşı alternatif
bir teoloji haline gelmiştir. Constance Konsili‟nde kabul edilen ilk karara göre bir
genel konsilin “Kilise” anlamına geldiği ve en üst otorite olduğu beyan edilmiştir.
Buna göre güç sadece Kilisenindir ve papa konsilde sadece bir temsilci
konumundadır. 198 Bu anlayış belli bir dönem kabul görerek zaman zaman papa
otoritesine karşı ileri sürülen bir alternatif olmuş, ancak bu çift başlı papalık sorunu
çözüme kavuşturulduktan sonra etkisini kaybetmiştir. Zira Papa II. Pius (1458-64)
Execrabilis ve daha sonra papalık makamına oturan IV. Sixtus (1471-84) ve II. Julius
(1503-13) yayınladıkları bullalar ile papanın otoritesi üzerinde bir temyiz makamı
konumunda olan konsilin hükmünü geçersiz kılarak papanın otoritesinin yerine
konsilin geçmesine karşı gerekli önlemleri almışlardır.199 Ancak etkisini yitirse de bu
konsiliyarist söylem XVII ve XVIII. yüzyıllarda Gallikanizm ve Febronianizm
formlarında kendisini tekrar gösterecektir. Basel, Ferrara ve Florence‟da toplanan
konsillerde Grek ve Latin dünyadan üst düzey din adamları papanın üstünlüğünü de
içeren bazı doktrinel kararlar almışlardır. 1439 yılında alınan Laetentur Caeli adlı
195
Bkz. Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 5.
Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Councils/ecum16.htm, (12.03.2014).
197
Bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, s.40; Pisa, Constance, Basel-Ferrara-Florence Konsilleri
süreci ile ilgili olarak bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, ss. 32-51.
198
Bkz. Ullmann, A Short History of the Papacy, s. 195; Oakley, The Conciliarist Tradition, s. 223;
Klaus Schatz, Papal Primacy: From Its Origins To The Present, translated from German by John A.
Otto and Linda M. Maloney, The Liturgical Press, USA 1996, s. 111.
199
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 172
196
63
yasa, papanın üstünlüğüne dair bir konsil tarafından alınan ilk dogmatik
tanımlamadır. Bu tanımlamada Papalığın ve Papanın bütün kiliseler üzerinde
önceliğinin olduğu ve Papanın, Kilisenin başı, Mesih‟in gerçek vekili ve Petrus‟un
halefi olduğu belirtilmiştir. 200 I. Vatikan Konsili‟ndeki çoğunluk piskoposlar bu
tanımlamanın net bir şekilde papanın yanılmazlığını ortaya koyduğunu iddia etmişler,
buna karşın azınlık piskoposlar ise Ortodoks dünyasının da kabul ettiği bu
tanımlamanın Türklerin Bizansın kapısına dayandığı ve Bizans İmparatoru VIII.
Palaiologos‟un Papalık yardımına ihtiyaç duyduğu bir dönemde ağır politik baskı
altında alındığını ifade etmişlerdir.201 Zaten Roma ve Grek dünyası piskoposlarının
birlikte aldığı bu karar birliği (decree of union) Grek dünyasından yükselen
tepkilerden dolayı uzun ömürlü olmamıştır.
Ökümenik konsillerle papanın ilişkisine dair Bellarmine‟in tamamen papayı
merkeze alan görüşlerine göre de bir genel konsil toplamak ya da bir başkası
tarafından toplanan bir konsilin kararlarının onaylanması papaya aittir. Papa
tarafından toplanmayan, onaylanmayan ve kararları tasdik edilmeyen konsil meşru
bir konsil karakterini haiz olmayıp sadece bir toplantı (conciliabulum)‟dır. Genel
konsil kararlarının inanç ve ahlak konularında hatadan münezzeh olarak sıhhat ve
otorite kazanması tamamen papanın onayına bağlıdır. Papa tarafından onaylanmadan
önce yanılma payı bulunan, onun onayından sonra ise artık hatadan muaf olarak
tescil edilen 202 ökümenik konsiller I. Vatikan Konsili‟nde Kutsal Metinler ve
gelenekle irtibatlı olarak papanın yanılmazlığına mesnet olarak kullanılmıştır.
Özellikle IV. İstanbul, II. Lyon ve Florence Konsillerinde kabul edilen Roma ve
papayı öne çıkaran kararları yanılmazlık doktrinine delil olarak kullanan
ultramontanist piskoposlara karşın yanılmazlık karşıtları da Papa I. Honorius‟un
görüşlerinin kınandığı konsilleri ve Constance Konsili‟nde alınan konsilyarist
söylemi öne sürmüştür.203
Katolik Kilisesi siyasi ve itikadi tartışmalarla dolu kaotik Ortaçağ boyunca
kendi kontrolünde düzenlenen konsillerde Katolik öğretilerin doğruluğunu devamlı
surette vurgulamış, otoritesine boyun eğmeyen kişi ve gruplarla kendi öğretileri
200
Bkz. Granfield, “Papacy”, s. 178; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 129;Mullet, The
Catholic Reformation, s.2-3; Klaus Schatz, Papal Primacy, s. 116.
201
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 159-60.
202
Bkz. McClory, Power and Papacy, s.40
203
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 156 vd.
64
dışındaki doktrinleri gayri meşru ilan etmiş, en nihayetinde de papanın inanç
konularında hata yapmayacağını bir dogma olarak kabul etmiştir. Katolik inancına
göre Tanrısal Hukuk üzerine bina olan Kilise hiyerarşisinde Papa baştır; diğer
piskoposlar ve bu bünyeye belli bir ölçüde iştirak eden rahipler ve laikler de bu başta
birleşen uzuvlardır. Bir genel konsilde bu baş ve azalar Kutsal Ruh‟un yardımı ile
İsa‟nın bedenini (Aedificatio Corporis Christi) vucuda getirmek için toplanırlar ve
papanın başkanlığı altında papa ile bazı kararlar alırlar. Katolik öğretisine ve Kilise
Hukuku‟na göre de Petrus‟un halefi papa ve havarilerin halefleri kabul edilen konsil
piskoposları Kilisenin yüce iktidarını icra eder ve inanç konusunda yanılmaz kararlar
alırlar.204
204
Canon 336 vd.
65
II. BÖLÜM
PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ
Roma Katolik Kilisesi‟nin tarihsel seyri içerisinde bu kilisenin başı olan
papayla bağlantılı olarak kabul edilen papanın üstünlüğü doktrininden sonra inanca
müteallik bir dogma olarak ikinci ana doktrin I. Vatikan Konsili‟nde formüle edilen,
tanımlanan ve resmen ilan edilen papanın yanılmazlığı doktrinidir. Ancak papanın
öncelik ve üstünlüğü doktrininden farklı olarak papanın yanılmazlığına dair
İncillerde net bir kanıt yoktur. 205 Daha çok Petrus‟u muhatap alan ve Roma‟nın
üstünlük ve önceliğine delil olarak kullanılan metinler yanılmazlık bahsi için de
başvurulan kaynaklardır. 206 Bu minvalde İncil metinlerine ve Kilise babalarının
Roma
Kilisesini
ve
papayı
öne
çıkaran
beyanlarına
dayanarak
papanın
yanılmazlığının temellendirilmeye çalışılması 207 bu doktrinin de facto bir durum
olarak yerleşmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bu konuda yapılan tartışmalar ışığında
papanın yanılmazlığı doktrininin tamamen tarihsel şartların da elvermesiyle İncil
pasajlarına binaen önceden tesis edilen öncelik ve üstünlük doktrininden yapılan bir
205
Yanılmazlık doktrini savunucuları hemen her dönemde görüşlerini desteklemek için İncillerden
deliller getirmişlerdir. (Matta 28:18-20; 16:18; Luka 22:32; Yuhanna 21:15-17; Resullerin İşleri
15:28) Ancak yanılmazlık karşıtları bu İncil metinlerinin gayet açık bir şekilde farklı bir anlam ihtiva
ettiğini ve zorlama da olsa papanın yanılmazlığı için delil olarak kullanılamayacağını ileri
sürmüşlerdir. Örneğin onlar Matta‟da geçen ifadelerden, sadece Petrus‟un Kilisenin kurucu unsuru
olarak görülemeyeceğini, diğer havarilerin de Kilise için temel teşkil ettiğini, bağlama ve çözme
yetkisinin onlara da verildiğini iddia ederek Kilise babalarının çoğunun bu metinde geçen “kaya”
kavramını ondaki “iman” şeklinde yorumladıklarını iddia etmişlerdir. Dahası burada muhatabın Petrus
olduğunun kabul edilmesi halinde bile papanın yanılmazlığının çıkarılamayacağını ifade etmişlerdir.
Luka‟da geçen ifade de Mesih‟in sadece Petrus‟un zatına bir dua ve şefaatte bulunduğu, bunun bir
yetki transferi şeklinde anlaşılamayacağını, burada geçen “iman” ifadesinin de Mesih‟e güven ve
sadakat ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir. Yine papanın yanılmazlığı taraftarlarının Yuhanna‟da geçen
“kuzularımı güt; koyunlarımı otlat” şeklindeki görevlendirmenin, ancak onun yanılmazlık yetkisine
sahip olmasıyla hakkıyla yerine getirilebileceği şeklindeki yorumları da hem konsil piskoposları hem
de modern teologlar tarafından reddedilmiştir. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 32-3;
benzer ifadeler için bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 92.
206
Yanılmazlık taraftarlarının kullandığı bu metinlerden en önemlisi Matta 16:18-19‟da geçen “… sen
Petrus‟sun ve ben Kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı
direnemeyecek. Göklerin Egemenliği‟nin anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her
şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak” ile,
Luka 22:32‟deki “Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman
kardeşlerini güçlendir” ve Yuhanna 21:15-17‟de geçen İsa‟nın Petrus‟a söylediği “…kuzularımı
otlat…koyunlarımı güt” ifadeleridir.
207
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287-8.
66
çıkarsama olduğu anlaşılmaktadır. İlk bölümde de değinildiği gibi Papa
Hormisdas‟ın (514-23) formülasyonunda ifadesini bulan ve Roma‟nın safiyetini
ifade eden “Roma‟nın hiç hata yapmadığı” anlayışı belli bir zaman sonra Dictatus
Papae’de geçtiği şekliyle “Roma‟nın hiç hata yap(a)mayacağı” şeklinde bir anlayışa
bürünmüş ve Roma Kilisesi'nin görüşlerinin resmi ortodoks normlar olarak
benimsenmesini sağlamıştır. Ancak genellikle net bir telaffuz ve resmi bir anlayış
olarak papanın yanılmazlığı XIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısında
Fransisken tarikatı kurallarından "yoksulluk" üzerine yapılan bir tartışmaya
dayandırılmaktadır. Kendilerini en elzem ihtiyaçlardan bile mahrum bırakarak
asketik bir hayatı savunan Fransiskenlerin, önceki papaların bu asketik hayatı
meşrulaştıran Fransisken karakterdeki kararların bağlayıcılığını sağlamak ve bu
kararlara mer‟iyet kazandırmak için "yanılmazlık" terimini devreye soktukları ifade
edilmektedir.
Sonraki
dönemlerde
ise
hem
Fransisken
hem
de
papa
mutlakiyetçiliğini savunan ultramontanist teologlar tarafından çeşitli şekillerde
işlenerek gelişmesini tamamlayan papanın yanılmazlığı doktrini 1870 I. Vatikan
Konsili ile dogmaya dahil edilmiş, II. Vatikan Konsili ile de son rötuşları yapılarak
Katolik iman ilkeleri içerisindeki yerini almıştır.
1. YANILMAZLIK DOKTRĠNĠ HAKKINDA GENEL BĠLGĠ
Bütün dinlerde ve o dinin yelpazesini oluşturan mezhep ve tarikatlarda –hatta
bazı seküler sosyal ve siyasal sistemlerde- yanılmazlık telakkisi en azından de facto
bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanrının sözleri ve onun insanlarla iletişim
biçimi olarak Kutsal Metinler,208 ve yine Tanrının insanlarla iletişiminin bir başka
şekli olarak addedebileceğimiz ilahi bir inayet ya da klavuzluk olarak bazı dini
şahsiyetler yanılmazlık atfedilen konuların başında gelmektedir.
Papaya atfedilen bir vasıf olarak kısaca dini konularda temel “hatalardan
muafiyet” ve “hatalardan korunmuşluk” şeklinde tanımlanan yanılmazlık doktrini,
Hıristiyanlığın ana bünyesini oluşturan ve müntesip bakımından da en büyük
mezhebi konumunda bulunan Katolik Kilisesi‟nin bir karakteristiğini oluşturur.
Bununla birlikte bu konu diğer Hıristiyan mezhepler tarafından eleştirilen ve yeniden
208
Kutsal Metinlerin yanılmazlığı için bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 261-4.
67
bir araya gelme adına başlatılan ökümenik çalışmaların önünde aşılması en zor
engellerden birisi olarak görülmektedir. Bu başlık altında kısaca yanılmazlığın tanım
ve kapsamı ve papanın yanılmazlığı ile Kilisenin korunmuşluğu arasındaki ilişkiyi
ele alacağız.
1.1. Yanılmazlığın Tanımı ve Kapsamı
Ortaçağ Latin kökene sahip olan yanılmazlık (infallibility, Latince
infallibilitas) terimi hem dini hem politik bir kavram olarak Kilisede ve siyasal
yönetimlerde “otorite” kavramı kadar köklü bir geçmişe sahip olup hatasızlık,
kusursuzluk (inerrancy), bozulmazlık, çürümezlik (indefectibility), güvenilirlik
(reliability, trustworthiness) ve sıdk (trueness) anlamlarına gelmektedir. 209 Roma
Katolik otoriteleri yanılmazlığı kelime olarak “hataya düşmeme, hataya düşmenin
imkansızlığı, hem pasif hem aktif çürüme ya da bozulmaya (deception) karşı
korunmuşluk” olarak tanımlamaktadırlar. 210 Bu korunmuşluk kişi ve kurumların,
yani II. Vatikan‟da tanımlandığı şekliyle piskoposlar kurulunun, daha özelde ise
papanın ve Kilisenin hata ve gaflete düşme ihtimaline karşı korunmuşluktur. Teolojik
bir tarif olarak ise yanılmazlık, Kilisenin, dini ve ahlaki bir mesele hakkında resmen
bir tayin ve tesbitte bulunduğu zaman Kutsal Ruh (Holy Spirit)'un rehberliği ve
inayetiyle (charism) temel hatalardan korunmuşluğuna işaret eder. Yani, papanın
yanılmazlığının kaynağı papayı hatadan koruyan Kutsal Ruh‟un mucizevi yardımıdır.
Bu yardım, Kutsal Ruh‟un en yüksek öğreti otoritesini (magister) yanlış ya da batıl
kararlardan koruması ve papaya hakikatin doğru bilgisine ulaşmada ve onu doğru bir
şekilde ifade etmede içsel (deruni) ve zahiri bir lütufla rehberlik etmesidir (assistentia
positiva). Ancak Katolik teologlar bu ilahi inayetin, vahye muhatap olma, vahyin
kaynağı Tanrıyla iletişime geçme ya da Tanrının pozitif bir etkisini ifade eden
esinlenme (inspiration)‟den ayrı olduğunu ve sadece bireysel yanılmazlığı garanti
etmesinden dolayı olumsuz bir inayet (negative charism; assistentia negativa)
olduğuna işaret ederler. Onlara göre yanılmazlık inayeti bireysel öğretiye dini ve
ahlaki konularda tam, uygun veya yeterli bir garanti sağlamaz. Üstelik papanın
209
Bkz. Curtis, “Infallibility”, s. 257.
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 297; Norman L. Geisler ve Ralph E. MacKenzie,
Roman Catholics and Evangelicals: Agreements and Differences, Baker Books, USA 2004, s. 203.
210
68
yanılmazlığı Kilisenin yanılmazlığının bir boyutudur, onun tam tersi değildir.
Bununla alakalı olarak Ludwig Ott, I. Vatikan Konsili kararlarından Pastor
Aeternus‟da geçen “papa ex cathedradan inanç ve ahlaka dair bir doktrin
tanımlamada bulunurken ilahi kurtarıcının Kiliseye bahşettiği yanılmazlığa sahiptir”
ifadesinin Kilisenin yanılmazlığına işaret ettiğini ifade etmiştir.211 Joseph de Maistre
ise dini alandaki “yanılmazlık” ile dünyevi alandaki “egemenlik” kavramlarını özdeş
iki kavram olarak nitelendirmiştir. Ancak Tierney‟e göre bu karşılaştırma doğru
değildir. Çünkü, dünyevi “egemen”in (kral) kararları kendisinden sonra gelen
haleflerini bağlamayan, değitirilebilir kararlardır. Oysa papanın yanılmaz addedilen
kararları haleflerini de zorunlu olarak bağlayan değiştirilemez kararlardır.212
Roma Katolik Kilisesi‟nin, Roma piskoposuna Petrus kanalıyla Mesih
tarafından bahşedildiğini iddia ettiği yanılmazlık sıfatı bizzat İsa tarafından kendisi
için hiçbir şekilde kullanılmamıştır. Kendisinin sadece İsrailoğullarına gönderilen bir
elçi olduğunu ve Yahudi şeriatının her daim bağlayıcılığını ifade eden213 İsa, bütün
peygamberlerin tebliğlerinde olduğu gibi tek değişmez, şaşmaz ve yanılmaz doğrular
olarak bildirdiği ilahi mesajları göstermiştir. Ancak İncillerde geçtiği şekliyle kesin
bir gerçeklik olarak Tanrısal ya da göksel krallığın çok yakın olduğunu 214 ifade eden
İsa bu beyanından dolayı da yanılmıştır.215
IV. yüzyıl başlarında İsa‟nın tabiatı üzerine yapılan kristolojik tartışmalarda
ise yanılmazlık bahsi taraflar arasında İsa‟nın Tanrı ya da insan olup olmadığı
konusunda bir argüman olarak kullanılmıştır. Örneğin ilk dönem itikadi tartışmalar
içerisinde önemli bir yere sahip olan Arianizm tartışmasında İskenderiye Piskoposu
Alexander, bir tahkikatta Arius taraftarı birisinin “Oğul‟un yanılabileceğini” itiraf
ettiğini belirtmektedir.216 Katolik apolojistlerin ve yanılmazlık taraftarı piskoposların
sıklıkla atıfta bulundukları Petrus da hiçbir zaman yanılmazlık iddiasında
211
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287 ve 297-8; McBrien, The Church, s.101-2; Mark
E. Powell, Papal Infallibility As Religious Epistemology: Manning, Newman, Dulles, And Küng,
Doktora Tezi, Southern Methodist University Dedman College of Humanities and Sciences, USA
2005, s. 40. (Mark Powell‟ın hazırladığı bu doktora tezi 2009 yılında Papal Infallibility: A Protestant
Evaluation of an Ecumenical Issue adıyla basılmıştır. Ancak biz çalışmamızda doktora tezini
kullandık)
212
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallilibility, s. 1-2.
213
Matta 15:24; Matta 5:17-19.
214
Matta 4:17
215
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 32.
216
Bkz. Geç Antikçağda Hıristiyanlık, s. 57.
69
bulunmadığı gibi, Pavlus ile yaşanan Yahudi şeriatına uyup uymama konusundaki
inanç ve ibadet tartışmasında Pavlus‟un görüşleri geçerli olmuştur.217
Katolik Kilise anlayışında (ecclesiology) belirli kayıt ve sınırlılıklarıyla
ifadesini bulan yanılmazlık doktrini Yeni Platoncu (Neoplatonic) felsefenin idealizm
anlayışıyla da temellendirilmektedir. Buna göre başlangıçta Mesih‟in kurduğu
hatadan beri, değişim ve dönüşümden uzak ebedi ideal bir Kilise vardır. Belli bir
zamanda kusurlu bir dünyada kurulan Kilise ise bu göksel ideal Kilisenin
yeryüzündeki yansımasıdır. Bu yeryüzü Kilisesinin değişim ve dönüşüme maruz
kalma ve hataya düşme ihtimali bulunmaktadır. İşte bu Tanrısal Kilisenin bir şubesi
olarak Papalık, bu yeryüzü Kilisesi ile Mesihin kurduğu göksel ideal Kilise arasında
sahip olduğu sınırlı Tanrısal yanılmazlıkla bir hakem (mediator) görevi
görmektedir.218
İlk defa VI. yüzyılda kendini gösteren "Roma hiç kimse tarafından
yargılanamaz" biçimindeki resmi ilke daha sonraları "papanın en üst öğreti
otoritesine (magisterium) sahip olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Daha sonra XIII.
yüzyılda Thomas Aquinas, "hatadan korunmuş" olan evrensel bir Kiliseyi temsil
etmesinden dolayı papanın öğretilerinin her daim takip edilmesi gerektiğini ileri
sürmüş, 1274 II. Lyon Konsili‟nde papanın en üst otorite olduğu karara bağlanmış ve
reformasyonun etkisi altında Robert Bellarmine gibi bazı Karşı Reform teologları
arasında yanılmazlık kavramı daha geniş bir yaygınlık kazanmıştır. Ayrıca
Yanılmazlık mefhumu XVII ve XVIII. yüzyıllarda ekseriyetle iki Fransız ayrılıkçı
hareket olan jansenizm ve gallikanizm'in mahkumiyetinde de başvurulan bir araç
olmuş ve en nihayetinde 1350 yıl önce Hormisdas‟ın formülasyonunda ifadesini
bulan yanılmazlık anlayışına I. Vatikan‟da başvurulmuştur.219
Sonuçta seçimle işbaşına gelen bir insanoğlunun eylem ve söylemlerinde
yanılmazlık gibi bir karizmaya sahip olması için -diğer inanç ve kültürlerde olduğu
gibi- onun bizzat kendisinin veya makamının Tanrı ile manevi bir irtibatının
bulunması gerekmektedir. Arz ile semayı birleştiren (köprü kuran) papanın 220
217
Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 102.
Bkz. Elaine M. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the Middle Ages, (Ed.) Stephen
J. Harris and Bryon L. Grigsby, Routledge, New York 2009, s. 41.
219
Bkz. McBrien, The Church, s. 103; Ayrıca bkz. Ullmann, Papacy in the Middle Ages, s. 25;
http://www.newadvent.org/cathen/08285a.htm, (05.02.2015).
220
Bkz. Rene Guenon, Doğu Düşüncesi, çev., L. Fevzi Topaloğlu, İz Yay., Ankara 1997, s. 18.
218
70
yanılmazlığı doktrini üç aşamalı bir temele dayanmaktadır. Buna göre Tanrı hata
yapmayacağı için onun bir ifadesi veya hükmü de yanılmaz olmalıdır, Tanrı, bu
yanılmaz hakikatinin korunması ve öğretilmesi görevini Kiliseye tevdi etmiştir ve
son olarak inancın safiyetinin korunması için inanca müteallik kararların en üst
otorite tarafından alınması gerekmektedir ki bu otorite de ilerde görüleceği üzere I.
Vatikan Konsili‟nin Pastor Aeternus adlı konsil yasası gereği papaya verilmiştir.
Papanın inanç konularında Tanrı tarafından görevlendirilen bir rehber ve otorite
olduğuna inanmak bir Katolik doktrinidir. Çünkü Katoliklere göre Tanrı tarafından
görevlendirilen bir şahsın İncillere aykırı hüküm ihdas etmesine Tanrı asla müsaade
etmeyecektir. 221
1.2. Kilisenin KorunmuĢluğu ile Papanın Yanılmazlığı Arasındaki ĠliĢki
İlk bölümde de ortaya koymaya çalıştığımız gibi, Papalık, kurumsal ve
hiyerarşik bir yapılanma sonrası kendisini öncelik ve üstünlük bakımından diğer
piskoposluklardan ayrıştırma yoluna gitmiş, hem Batı‟da hem Doğu‟da inanç ve
ibadete müteallik konularda bir temyiz mercii olduğu iddiasını her surette
dillendirmiştir. Papalığın ve papaların bu iddialarında başvurdukları kriter ise Roma
Piskoposluğunun İsa‟nın yetkilendirdiği Petrus tarafından kurulmuş olmasıydı.
Papalığın ve papaların bu doktrini baz alarak devasa güç ve nüfuza ulaşmasında, ilk
dönemlerden itibaren hemen her devirde önde gelen kilise babalarının ve teologların
ortaya koymuş oldukları söylemlerin etkisi büyüktür. Bu entelektüeller çeşitli eser ve
söylemleriyle, tarihsel süreç içerisinde Papalığın diğer pek çok iddiasının teorik
temellerini sağladığı gibi, bu iddiaların belki de en tartışmalısı olan papanın inanç ve
ahlak konularında yanılmaz yorumlama yetki ve otoritesine sahip olduğu inancının
yolunu açıp dogmalaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Papalığın ve papaların dini ve
dünyevi alanlarda en üst otorite olmasında böylesi bir teorik ve entelektüel destek
dikkat çekmektedir.
Thomas Aquinas‟ın, papanın kararlarını onayladığı bir konsilden dolayı öğreti
yorumlayabileceğini ve Kutsal Roma Kilisesi‟nin tüm kiliseler üzerinde öncelik ve
eğemenlik hakkına sahip olduğunu, ona da bu hakkın Petrus‟tan geldiğini ifade
221
Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 17-8.
71
etmiştir. Aziz Bonaventure (1221-74) da papanın diğer piskoposluklara olan öncelik
ve üstünlük yönünü belirtmek için “Sadece Papa Mesih‟in Kiliseye bahşettiği tam ve
eksiksiz otoriteye sahiptir… Bu otorite ondan yeryüzüne dağılmış olan daha alt
derecedeki diğer bütün kiliselere doğru akar” ifadeleriyle tanımlamıştır. Bu
metinlerin gerçek ve düzmece olarak222 bu kadar bollaşması pek çok Katolik tarihçi
ve teolog tarafından XII ve XIII. yüzyıllarda Katolik Kilisesi‟nin evrensel olarak
sadece öncelik ve üstünlüğünün değil aynı zamanda papanın yanılmazlığının da
kabul görmesini sağlama girişimleri olarak değerlendirilmiştir. Ancak Aquinas ve
Bonaventure gibi teologların çalışmalarında papanın yanılmazlığı doktrininin bütün
öncülleri bulunmasına rağmen açık bir şekilde bu doktrinin varlığına ya da kabülüne
yönelik bir sonuç çıkarmanın zor olduğu ifade edilmiştir. Zira Aquinas gibi teologlar,
bu yanılmazlık inancının her daim Kiliseye karşı duyulan güven ve itimadın, daha
doğrusu Kilisenin yanılmazlığı ve onun bozulmamışlığı inancının ayrılmaz bir
parçası olduğunu ifade etmişlerdir.223
L’Eglise du Verbe İncarné (The Church of the Word Incarnate) adlı eserinde
Kiliseyi, Mesih‟in mistik bedeninde bütün inananların birleştikleri bir yapı olarak
tanımlayan224 İsviçreli teolog Charles Journet de Papanın yanılmazlığının her daim
piskopos ve teologların bir konu üzerinde genel mutabakatını ifade eden “olağan
öğreti otoritesi” (ordinary magisterium) olarak anlaşıldığını ifade etmiştir. Journet,
papanın yanılmazlığı inancınn ilk dönemlerde inananlar arasında bilinçaltı bir
durumda olduğunu, ancak ikinci bin yılın ilk yüzyıllarında bariz ve dikkat çekici bir
şekilde kendisini gösterdiğini ifade etmiştir. Journet‟e göre papa, hiçbir şekilde
Kiliseden ve piskoposlardan ayrı düşünülemez, ancak o, Kilisenin bir delegesi olarak
222
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 83; Papalık otoritesinin zayıflamaya yüz tuttuğu
845-853 yılları arasında, görünürdeki amacının laiklerin kontrolünden uzak bağımsız piskoposlukların
kurulmasını sağlamak olan ancak daha sonra sahte olduğu anlaşılan, Hıristiyanlığın en eski bu konsil
dökümanlarının ve papalık fermanlarının ustaca bir karışımından ibaret olan “Sahte Isidor
Dekretalleri” (Pseudo Isidorian Decretals), Papalığın alternatifsiz bir güç olarak temerküz etmesinde
çok önemli bir işlev görmüştür. Sonraları Mainz‟da Benedictus Levita gibi din adamları tarafından da
benzerleri türetilse de Isidor‟un dekretalleri kadar etkili olmamışlardır. Tam da ihtiyaç duyulduğu
anda ortaya çıktığından Papalığa “cennetten gönderilen bir hediye” olarak nitelendirilmişlerdir. Bkz.
Ullmann, Papacy in the Middle Ages, s. 64-5; Çoban, Geçmişten Günümze Papalık, s. 81; Collins,
Keepers of the Keys of Heaven, s. 160 vd; Hasler da I. Vatikan‟daki piskoposların yanılmazlık
temellendirmelerinde bu dekretallerden faydalandıklarını ifade etmektedir. bkz. Hasler, How The
Pope Became Infallible, s. 162.
223
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 82 vd; McClory, Power and the Papacy, s. 20-1;
Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s. 50.
224
Bkz. Dennis M. Doyle, “Journet, Congar and the Roots of Communion Ecclesiology”, Theological
Studies 58 (1997), s. 463.
72
da düşünülemez. Petrus‟un Kilisedeki yeri neyse papanın yeri de odur. Papa bir insan
olarak eylemlerinde yanılabilir, ancak o, makamının gereği (pontifical) bir eylemde
bulunduğunda bunu Petrus‟un vekili olarak yapmaktadır ki işte burada Kutsal
Ruh‟un inayeti devreye girmektedir.225
Brian Tierney, hem papaların kendi ifadelerinin hem Aquinas ve
Bonaventure‟ın metinlerinin papanın yanılmazlığına dair herhangi bir kanıt ortaya
koymadığını ifade etmiştir. Ona göre kanonistler papayı, yeryüzünde Tanrının
kudretini elinde bulunduran ve Tanrı‟nın yaptığı herşeyi yapabilme gücüne sahip bir
varlık olarak görerek Kilisenin hatadan münezzeh (impeccability) ya da korunmuş
(indefectibility) olduğuna dair sağlam bir itikatla papanın üstünlüğüne dair sınırsız,
abartılmış bir methiye düzmüşlerdir.
226
Tierney, XI ve XIII. yüzyıl Kilise
hukukçuları (canonist-decretalist) üzerine yaptığı çalışmaya dayanarak Kilise
geleneğinde tarihsel belgelere dayalı, zımnen de olsa papanın yanılmazlığına dair bir
inanç geliştirmenin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Tierney‟in görüşlerine mesnet
yaptığı Gratian ve Huguccio gibi hukukçular günümüze kadar ulaşan mevcut
Hıristiyan inanç ve pratiklerine dair kayıtları harmanlamışlardır. Roma Kilisesi ve
papaya dair tutulan bu kayıtlarda papanın yanılmazlığına dair genel, olumlu bir
öğretinin
olmadığı
belirtilmiştir.
Tierney‟e
göre
kanonistler,
derlemelerini
oluşturdukları bu dönemlerde Papa I. Leo‟dan itibaren dillendirilen Papalığın hem
dini hem dünyevi güce sahip olduğu anlayışıyla uyumlu olarak papalığın sınırsız
mutlak egemenliğinin büyüsü altında kalmışlar ve papanın tanrısal vahyin ikincil
kaynağını teşkil etmesi anlamında ona herhangi bir yanılmazlık atfetmemişler ancak
sıklıkla başvurdukları Petrus‟u muhatap alan İncil metinlerinden (Petrine texts)
hareketle ona Kilisede müstesna bir konum atfetmişlerdir.227
Papanın yanılmazlığı inancının ilk on iki yüzyıl boyunca açık bir şekilde
dillendirilmemesinin sebebi olarak da, onun zaten olması gereken bir durum olarak
görülmesi ileri sürülür. Ancak karşıt bir görüş olarak da Tierney, kanonistlerin
defalarca kişisel olarak papanın yanılabileceğine, ilahi bir kuruluş olarak Kilisenin
225
Bkz. Charles Cardinal Journet, The Church of the Word Incarnate,
http://www.ewtn.com/library/THEOLOGY/chwordin3.htm#0, (29.01.2015).
226
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 17-8; Tierney, Religion, law, and the growth of
constitutional thought, s.15-6; McClory, Power and the Papacy, s. 21.
227
Bkz. Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought, s. 14; McClory, Power and
the Papacy, s. 21-2.
73
ise yanılmaz olduğuna dair atıflarda bulunulduğuna dikkat çekmektedir. Ancak
kanonistler, Luka İncili‟nde geçen İsa‟nın Petrus‟un sebatkarlığı için yapmış olduğu
duayı 228 onun hatadan korunmuşluğuna temel olarak almışlardır. Zira Petrus‟un,
İsa‟nın çarmıha gerilmesi öncesi onu inkar etmesiyle İsa‟ya olan bağlılığı ve inancı
akamete uğramıştır. Ayrıca yine İsa‟nın dirilişinden kısa bir zaman sonra gentileden
Mesih‟e inananların Tevrat‟ın hükümlerinden hepsiyle sorumlu tutulmaları gerektiği
şeklindeki yargısı da tutmamış ve onun bu tutumu Pavlus tarafından eleştirilmiştir.229
Bu Ortaçağ kanonistleri Kilisede çok erken devirlerden kendi dönemlerine
kadar olan dönemde “yanılmazlığın” varlığına dair bir inancın var olduğunu, ancak
bunun, Kilisenin her daim kutsal, Tanrısal ve Mesih‟in hakiki mesajına bağlı
kalacağına dair bir inanç olduğunu belirtmişlerdir. Tierney, kanonistlerin
yanılmazlığı, günümüzdeki şekliyle modern anlamda değil de, daha ziyade Kilisenin
bozulmamışlığı (indefectibility) şeklinde düşündüklerini ileri sürmüştür. Mesih‟in
Matta 16:18‟de geçen Petrus‟a yapmış olduğu taahhüt ise bariz bir şekilde Kilisenin
ilel ebed hüküm sürmesi ve ortodoks itikadın her daim muhafaza altında olması, en
azından büyük çoğunluk yoldan çıksa bile hakiki apostolik itikada sahip küçük bir
kitlenin varlığını koruyacağı anlamında ele alınmıştır.
230
Zira Gratian‟ın
derlemelerinde göze çarpan hususun, papanın zaman zaman hata yapmasının Roma
Kilisesi‟nin de hata yaptığı anlamına gelmeyeceğidir. Çünkü Roma Kilisesi, sadece
papadan müteşekkil olmayıp bütün inananların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir
yapıdır. “Her nerede imanlı Hıristiyanlar varsa orası Roma Kilisesidir” ifadesi
kanonistlerin genel görüşünü ortaya koymaktadır.231
Tierney‟e göre Ortaçağ kanonistleri papaların yanılabileceğini, ancak
evrensel Kilisenin imanının asla hataya düşmeyeceğini net bir şekilde ortaya
koymuşlardır. Bu kanonistlere göre papalar, daha önceki papaların onayladığı
ökümenik bir konsilin kararlarına ve Kutsal Kitaba dayanan öğretilere ya da
seleflerinin inanca müteallik kararlarına uymakla yükümlüdürler. Ancak sonraki
dönemlerde formüle edilen yanılmazlık kavramının önceki papaların kararlarının katı
228
“Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini
güçlendir.”(Luka 22:32)
229
Bkz. Galatyalılara II, 1-10; Resullerin işleri 15;1-29; Tierney, Origins of Papal Infallibility, 35-6;
Tierney, Religion, law, and the growth of constitutional thought, s. 46.
230
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, 35.
231
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 37; McClory, Power and the Papacy, s. 22; Curtis,
“Infallibility”, s. 264 vd.
74
bir değiştirilemezlik (ex sese) durumunu ifade etmez. Buna göre bir papa yanılabilir
ve bir sonraki papa tarafından düzeltilmeye muhtaçtır. Daha önce verilen hatalı bir
doktrin bir sonraki papa tarafından geliştirilemez. Kısaca Ortaçağ kanonistlerinin
yanılmazlık anlayışıyla I. Vatikan Konsilinde ortaya konulan yanılmazlık anlayışı
arasında büyük fark vardır. Modern dönemlerde formüle edilen bu doktrine benzer
bir düşünce Ortaçağ kononistlerince savunulmamıştır. Onlara göre bir ökümenik
konsil her zaman papanın üstünde bir otoriteye sahiptir.232
2. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠNĠN DOĞUġU
Önde gelen tarihçi ve teologlar tarafından iddia edildiği şekliyle, Kilise
geleneğinde yaklaşık on iki yüzyıl boyunca belli belirsiz yer edinen papanın
yanılmaz yorumlama ve tanımlama hak ve yetkisine sahip olduğu anlayışı net bir
şekilde XIII. yüzyılın son çeyreğinde dile getirilmiştir. Ancak bu açık beyan
Hıristiyan toplumun genelinin görüşünü yansıtmadığı gibi papanın liderliğini yaptığı
Katolik Kilisenin de genel görüşü olmamıştır. Yanılmaz papalar tanımlaması bir
Hıristiyan tarikatının; Fransisken tarikatının ileri gelenlerinin tarikat taassubu
içerisindeki reflekslerinin sonucu olarak gösterilmektedir. Her ne kadar modernizmin
eşiğinde Kilisenin karşı karşıya kaldığı çeşitli meydan okumalar neticesinde
aksiyoner bir tutum olarak takındığı yanılmazlık doktriniyle farklılık arz etse de
papanın yanılmazlığı doktrininin ilk defa canlı kanlı bir şekilde kendisini hissettirdiği
bu dönem tartışmalarını ele almak yerinde olacaktır.
2.1.
Peter Olivi ve Papanın Yanılmazlığı
Genel olarak modern zamanlardaki anlayışa yakın bir yanılmazlık anlayışının
XIII. yüzyılın son çeyreğinde birden bire ortaya çıktığı ve asıl gelişmesini de yine bu
dönemde tamamladığı ileri sürülür. Bu anlayışın ilk olarak kimden çıktığı konusunda
232
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 38-9 ve 57.
75
ise koyu bir Fransisken tarikatı müntesibi ve hocası; İtalyan teolog Peter (Pietro)
Olivi (1248/9-98) gösterilmektedir.233
1229 yılında karizmatik lider Assisili Francis‟in
234
ölümünden sonra
takipçileri arasında Manastırcılar (conventuals) ve Ruhaniler (Spirituals) olmak
üzere bir bölünme gerçekleşmiştir. Kişisel ya da müşterek her türlü dünya
nimetinden feragat ederek katı bir sadeliği ön plana çıkaran Ruhanilerin lideri olan
Peter Olivi de bu sadelik hususunda kararlı bir tutuma sahip olup mistik, mütefekkir
vizyoner bir figür olan Fioralı Joachim‟den etkilenmiştir. XII. yüzyılda yaşayan ve o
dönemde büyük bir taraftar kitlesine sahip olan Joachim, insanlık tarihini Eski ve
Yeni Ahit‟e karşılık gelen iki devreye, bu iki devreyi de her biri Vahiy Kitabı‟ndaki
yedi melekten biriyle ilişkili olarak yedi aşamaya ayrılmıştır. Joachim‟e göre bu
melekler içerisinde ikince devrenin altıncı meleği kutsal yazıların üstündeki sır
perdesini 235 aralayarak o güne kadar derinlerde bir yerlerde gizli kalmış “ruhani
anlamı” açığa çıkaracaktır. Olivi‟ye göre bu altıncı melek Aziz Francis olup onun
öğretilerinden olan sadelik ve yoksulluk, altıncı mührün altında gizli kalmış mesajı
oluşturmaktaydı. Yedinci mührün açılması ise dünyanın sonu anlamına geliyordu.
Tierney‟e göre Olivi, bütün on ikinci yüzyılı altıncı aşamanın güçleri, aynı zamanda
Hakiki Kilise ile dünyevi Kilise arasında geçen bir mücadele olarak da görmüş ve
Aziz Francis tarafından da bildirilen bu kehanete kozmik, apokaliptik bir önem
atfetmiştir.236
1279 Ağustos ayında Papa III. Nicholas, Exiit qui seminat237 adlı bir bulla ile
Fransisken değerlerinin bütün dünyayı kuşatması gerektiğini, bu yolun Mesih‟in
şahsen hem söz hem davranışlarıyla şakirtlerine öğrettiği mükemmel yol olduğunu
belirtmiştir.238 Olivi‟ye göre bu Papalık bildirisi dünyanın son aşaması ve Mesih‟in
ikinci gelişi için elverişli bir ortam hazırlamıştır. Ancak Joachim, Mesih‟in gelişi
233
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 93; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 36.
Assisili Francis‟in hayatı ve mistik düşünceleri için bkz. Cengiz Batuk, Assisili Francis ve
Hıristiyan Mistisizmi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2002.
235
“Tahtta oturanın sağ elinde iki yanı da yazılı, yedi mühürle mühürlenmiş bir tomar gördüm.
Yüksek sesle, „Tomarı açmaya, mühürlerini çözmeye kim layıktır?‟ diye seslenen güçlü bir melek de
gördüm. Ama ne gökte, ne yeryüzünde, ne de yer altında tomarı açıp içine bakabilecek kimse yoktu.
Acı acı ağlamaya başladım. Çünkü tomarı açıp içine bakmaya layık kimse bulunamadı.” (Vahiy 5:1-2)
236
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 61-2 ve 77; McClory, Power and the Papacy, s. 24.
237
Exiit qui seminat‟ın tam metni için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Nichol03/exiit-e.htm,
(30.05.2014).
238
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 70, 97 vd; Hasler, How The Pope Became Infallible,
s. 36.
234
76
öncesinde bir deccalin (antichrist), bir “sahte papa”nın (pseudo-pope) ortaya
çıkacağını haber vermişti ki bu sahte papa Mesih‟in gerçek öğretilerine ve Aziz
Francis‟in evanjelik prensiplerine fesat karıştıracaktı. Olivi için Joachim‟in
kehanetlerinde belirttiği bu felaketlere düçar olunmaması için, inanca müteallik
konularda doktrinel tanımlamalarda bulunan ve onu uygulamaya koyan sahih itikada
sahip ortodoks papaların doğru kararları hayati öneme sahipti. Bu kararlar sadece
içinde bulunulan zaman zarfı için değil, tüm zamanlar için değişmez, değişemez,
kat‟i ve otoriter hükümler olarak kabul edilmelidir. Kehanetlerde geleceği haber
verilen bu sahte papanın Fransiskenizme bağlı papaların tasdik ettiği esasları ifsat
etmesine müsaade edilmemelidir.239
Exiit‟in neşrinden bir yıl sonra Olivi, Kilisenin öğreti otoritesi (magisterium)
üzerine bazı argümanlar ileri sürerek papanın inanç ve ahlak konularında kesin ve
kat‟i bir hüküm verdiği zaman, Kilisenin başı ve İsa‟nın vekili olması hasebiyle
yanılmazlık garantisine sahip olduğunu detaylı bir şekilde işlemiştir. Olivi‟nin bu
görüşleri daha önce başkaları tarafından kesinlikle dile getirilmemiş bir konuya,
papanın önceliği ya da üstünlüğü konusundan ziyade, papanın yanılmazlığı konusuna
değiniyordu. Dolayısıyla Peter Olivi, De perfections evangelica a quaestio adlı
eserinde papanın inanç ve ahlak konularında hata yapmayacağını, yani papanın
yanılmazlığı doktrinini ilk ortaya atan Ortaçağ düşünürü olarak görülmüştür.
Olivi‟ye göre öncelikle (apriori) gerekli olan şey Kilisenin hata yapmayacağını
(inerrancy), ikinci olarak da özellikle papalığın ve papanın hata yapmayacağını kabul
etmektir. Olivi, geçmiş dönemlerde papaların bazı hatalar yaptığının farkındadır,
bundan dolayı o ustaca yapılmış bazı istisnalar şart koşmuştur ki bunlardan bazıları
altı yüzyıl sonra toplanan I. Vatikan Konsili‟ndeki polemiklerde yer almıştır.240
Diğer yandan Olivi‟nin bir yanılmazlık teolojisi geliştirme gerekçesi, 1870
yılında I. Vatikan Konsili‟ndeki piskoposların maksatlarıyla tam bir zıtlık teşkil
etmektedir. Olivi, papanın güç ve egemenliğini sınırlamak istemiştir. Zira Olivi
papanın aşırı bir destekçisi değildir. O papanın dini alandaki üstünlüğünü kabul etse
239
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 172-3; McClory, Power and the Papacy, s. 24-5;
Ayrıca bkz. Wolfgang Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, International Journal
fort he Study of the Christian Church, 3:1, s. 52.
240
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 93 vd; Ayrıca bkz. Brian Tierney, “Notes John Peter
Olivi And Papal Inerrancy: On A Recent Interpretation Of Olivi's Ecclesiology”, Theological Studies
46, 1985, s. 315 ve 320; McClory, Power and the Papacy, s. 25; Richard R. Gaillardetz, Teaching
With Authority: A Theology of the Magisterium in the Church, Liturgical Press, USA 1997, s. 207.
77
de dünyevi alandaki üstünlüğünü reddetmiştir. Oysa I. Vatikan Konsili papanın
yetkilerini genişletmek istemiştir. Olivi, şöyle bir mantık yürütmüştür: eğer önceki
papalara ait herhangi bir resmi öğreti dogma olarak kabul edilirse, o zaman gelecek
bütün papalar bu hüküm üzerinde görüş beyan etmekten imtina edecekler;
seleflerinin aksini iddia edemeyeceklerdir. Bu bağlamda Exiit doktrininin bundan
böyle hiçbir papa ya da sahte papa tarafından değiştirilemeyerek sabit ve nihai bir
karakter kazanması Olivi için temel amaç olmuştur.241 Olivi‟ye göre gerçek bir papa,
öğreti otoritesine binaen (magisterial) yaptığı inanç ikrarında hata yapmaz. Ancak
daha önceden tanımlanan doktrinleri reddeden ve heretik olarak kendisini gösteren
papa sadece ismen ve görünüş olarak bir papadır. Olivi, Papalık makamında oturan
herhangi birisinin Exiit‟in hakikatlerine karşı çıkabileceğini, bu durumda inananların
sadece bir isim ve görüntüden ibaret olan bu sahte papanın farkına vararak onu
görevden azletmesi gerektiğini ileri sürerek apokaliptik bir musibeti engellemiş
olmanın memnuniyeti içerisinde 1298 yılında ölmüştür 242
2.2.
Papa XXII. John ve Fransisken Öğretilerin Kınanması
Papa III. Nicholas‟nın Fransisken öğretilerin Mesih‟in yolu olduğuna dair
Exiit bullasıyla Fransiskenler için olumlu geçen yaklaşık kırk yıldan sonra yeni Papa
XXII. John (1316-34) “yoksulluk ve dünya nimetlerinin kullanımında sadelik”
konusunu tartışmaya açmıştır. Ruhani Fransiskenler bu tartışmaların yersiz olduğunu
ve seleflerinden IV. Nicholas‟nın da Exiit‟in hükümlerinin devamından yana karar
verdiğini ve kendisinin de başka seçeneğinin olmadığı yolunda onu uyarsalar da
XXII. John 1324 tarihinde açıkça papanın her istediğini yapabileceği, seleflerinin
koymuş olduğu kanunların onları bağladığını ve bu kanunların kendisinin aleyhine
kullanılamayacağını belirten Quia quorundam adlı bir bulla ile cevap vermiştir.243
241
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 121 ve 130; McClory, Power and the Papacy, s.26.
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 126; Tierney, “Notes John Peter Olivi And Papal
Inerrancy” , s.322; McClory, Power and the Papacy, s. 26.
243
Tam metin için bkz. http://www.franciscan-archive.org/bullarium/qquor-e.html, (25.04.2014);
XXII. John‟un bu bildirisi Par in parem non habet imperium; eşit düzeydeki şahıslar birbirleri
üzerinde herhangi bir otoriteye sahip olmamaz şeklinde hukuk kaidesi olarak yerleşmiştir. Bkz.
Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 53, 127 ve 171; Klausnitzer, “How can the Church Remain
in the Truth”, s. 53.
242
78
Bu doğrultuda Papa John, Quum inter nonnullos adlı dogmatik bildiriyle
İsa‟nın ve havarilerinin hiç bir mülkiyet hakkını tanımadığı şeklindeki bir iddiayı
gereksiz kısıtlamalar olarak görüp heretik addetmiş, Exiit‟in temel görüşlerini
reddederek Olivi‟nin papanın yanılmazlığı görüşlerini de “şeytan işi” olarak
nitelendirmiştir. Tabi bütün bu yaşananlar eski Ruhanilere daha önceden Joachim‟in
öngördüğü ve Olivi‟nin de başlarına gelmesinden korktuğu felaketleri hatırlatmıştır.
Bunun üzerine Fransiskenler XXII. John‟u sahte papa, deccal (antichrist) ve
Petrus‟un tahtına layık olmayan birisi olduğu iddiasıyla onu yerinden etme
teşebbüsünde bulundularsa da başarılı olmamışlar,244 Olivi ve diğer Fransiskenlerle
birlikte Papa III. Nicholas ve XXII. John‟un da içerisinde bulunduğu bu tartışma
gündemden düşerek tarihteki yerini almıştır.
Kilise tarihçisi Owen Chadwick ise yanılmazlık teriminin Papalığın
başlangıçtan itibaren ileri sürdüğü üstünlük, öncelik ve hatadan korunmuşluk gibi
geleneksel iddialarını tanımlamak için ilk defa XVI. yüzyıl sonlarında İspanyol bir
akademisyen tarafından kullanıldığı yönündedir.245 Yine Ulrich Horst gibi Tierney‟in
ileri sürdüğü görüşe katılmayan teologlar bulunmakla birlikte 246 yanılmazlığın
kökeniyle alakalı olarak verilen atıfların çoğu dönem olarak XIV. yüzyıldaki bu
tartışmaları ve Peter Olivi‟yi göstermektedir. Yani Olivi, Fransisken yolunun koyu
bir müntesibi olarak, III. Nicholas‟nın Exiit bullasıyla resmiyet kazandırıp yücelttiği
yoksulluk ve sadelik üzere bir hayatı telkin eden Fransisken ilkelerin selameti gereği
“papanın inanç ve ahlak konularında yanılmaz” olduğu fikrini ortaya koyan ilk
Ortaçağ teoloğudur. Bütün bu ortaya konulanlardan hareketle Peter Olivi‟nin ileri
sürdüğü papanın yanılmazlığı anlayışının, papayı üstün vasıflarla tanımlayıp merkeze
alan mutlakiyetçi ya da ultramontanist bir anlayıştan ziyade, koyu bir Fransisken
müntesibi olarak Olivi‟nin tarikat taassubundan ileri geldiğini söyleyebiliriz.
244
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 73 ve 114; Tierney “Notes John Peter Olivi And
Papal Inerrancy”, s.328; McClory, Power and the Papacy, s.27; Hasler, How The Pope Became
Infallible, s. 36-7; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca bkz. John T. Ford, “Current Theology,
Infallibility: A Review of Recent Studies”, Theological Studies, vol. 40, no.2 (Jun. 1979), ss. 282-9;
Powell, Papal Infallibility, 39-40.
245
Bkz. Owen Chadwick, The Popes And European Revolution, Clarendon Press, Oxford 2003, s.
284.
246
Bkz. Tierney, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy”, ss. 315-28.
79
3. PAPANIN YANILMAZLIĞI DOKTRĠNĠNĠN GELĠġMESĠ
Petrus Olivi‟den önce zihinlerde belli belirsiz yer eden ve ilk defa Olivi
tarafından açıkça ortaya konulan “papanın yanılmazlığı” anlayşı, tarihsel süreç
içerisinde çeşitli teologlar tarafından çeşitli şekilerde işlenerek gündemdeki yerini
korumuştur. Ockhamlı William, Guido Terreni, Thomas Cajetan, Bellarmine, de
Maistre gibi teologlar papanın yanılmazlığına dair görüş ve eserler ortaya koyarak, I.
Vatikan Konsili‟nde bir araya gelen piskoposların bu doktrini Katolik bir inanç
ilkesi olarak kabul edilip dogmaya dahil etmelerinde önemli rol oynamışlardır.
Yanılmazlık anlayışının tekrar gündeme gelmesinde etkin rol oynayan kişi
yine bir Fransisken Ockhamlı William‟dır. Genç yaşlarında tarikata intisap eden ve
Oxford
Üniversitesinde
teoloji
dersleri
veren
William,
gerek
Fransisken
görüşlerinden gerek Roscelinus‟un nominalizm (adcılık) öğretisini benimseyip o
yönde fikirler serdetmesinden dolayı Papalığın tepkisini çekmiştir. Çünkü
Fransiskenler İsa ve havarilerinin mal mülk edinmediklerini, sade bir hayat
sürdüklerini ileri sürerek Kilisenin mal mülk edinmesine karşı çıkıyorlardı. Öte
yandan nominalizm Kilisenin benimsediği realizm akımının “tümel gerçektir” savına
karşı, genel kavramların; tümellerin hiçbir somut gerçekliklerinin bulunmadığını;
bunların insanların düşünce biçimlerine rapteddikleri birer “ad”dan (nomen) ibaret
olduklarını savunuyordu. “Nesneler zorunlu olmadıkça çoğaltılmamalıdır” deyişiyle
“Ockham‟ın usturası” (Ockham‟s razor)247 olarak bilinen görüşünü ortaya koyan ve
insanın yalnızca duyularıyla algıladığı tikel varlıkları anlayabildiğini kabul eden
William, başta Tanrı olmak üzere bütün doğaüstü varlıkların akli ilkelere göre
açıklanamayacağını, bunların inanç konusu olduğunu savunmuştur. Böylece bilgi ile
imanı, felsefe ile teolojiyi birbirinden ayırmış ve bir “ad”dan ibaret olan Kilisenin
iman üzerinde tahakkümde bulunamayacağı gibi dünyevi alana da müdahil
olamayacağını ifade etmiştir. Bu görüşlerinden ötürü Papa XXII. John tarafından
hakkında soruşturma açılarak Avignon‟a çağrılan William, bu dönemde papa ile
çatışma içerisinde olmasından dolayı konumunu güçlendirmek için Fransiskenleri
kollayan İmparator IV. Ludwig‟e sığınmak üzere Avignon‟dan İtalya‟ya kaçmıştır.
247
Ockham‟ın usturası için bkz. Spade, The Cambridge Companion To Ockham, s. 101-2.
80
William‟ın IV. Ludwig‟e “sen beni kılıçla koru, ben de seni kalemimle
koruyacağım” dediği rivayet edilir.248
William XIV. yüzyılın ilk yıllarında yukarıda bahsettiğimiz sadeleştirme
(ustura) yöntemiyle yanılmazlık doktrininden Olivi ve Joachim‟in bütün uçuk
yorumlarını traşlamıştır. Papanın yanılmazlığı doktrininin ilk savunucularından olan
William, papanın söz ve eylemlerinde yanılmaz olduğu fikrine destek vermiş, Kutsal
Metinlerin yanı sıra papaların yanılmazlıklarını icra ettiği materyalleri içeren
geleneğin de vahyin sahih kaynakları olduğunu iddia eden ilk kişi olmuştur.
William‟ın bu iddiası daha sonra Katolik bir doktrin olarak “iki kaynak teorisi”
şeklinde sadece Kutsal Kitap sloganıyla ortaya çıkan Wyclif ve Luther‟e karşı bir
argüman olarak kullanılacaktır. William, kendisinin de bağlı olduğu Fransisken
görüşlerin resmen kabul gördüğü Exiit bullasıyla aşırı derecede papanın
yanılmazlığının destekçisi olup papaların bu tasarruflarının doğruluğunun halefleri
tarafından sorgulanamayacağını ve bunlara aykırı görüş beyan edilemeyeceğini ileri
sürerken, XXII. John‟un papalığı döneminde Exiit hükümlerinin ilga edilmesiyle bu
iddiasından vazgeçmiş ve papayı heretik addetmiştir. Tierney‟e göre bu yönüyle
Olivi gibi William da kendi içerisinde bir tutarsızlık yaşamaktadır. Zira Papalık
makamında gerçek bir papanın var olduğuna inanılırsa o papa yanılmazdır, ancak
Papalık makamını işgal eden kişinin itikadi ve ahlaki konularda vermiş olduğu resmi
bir beyanda hata yaptığına inanılırsa, o zaman bir teolog için oradaki mevcut şahsı
sahte papa olarak suçlamaktan başka seçenek yoktur.249
Papanın yanılmazlığı doktrinine önemli bir rötuş da William‟ın çağdaşı
İtalyan piskopos Guido Terreni‟den gelmiştir. Kilise Hukukunda uzmanlaşan Terreni,
Roma Hukuku, İnciller, Kilise babalarının yazıları ve çeşitli dönemlerdeki Papalık
bildirilerinden oluşan ve Kilise Hukukunun önemli koleksiyonlarından kabul edilen
Gratian‟ın dekretallerini yorumlamıştır. Quaestio adlı çalışmasında papanın
yanılmazlığını hem İncil‟e hem Gratian‟ın dekretallerine uyumlu hale getirmeye
çalışan Terreni, papanın yanılmazlığı doktrininin gelişmesinde çok önemli bir rol
oynamıştır. Terreni, papanın yanılmazlığına dair sadece istisnai ya da münferit
248
Bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s.276; John Kilcullen, “Ockham and Infallibility”,
The Journal of Religious History, 16 (1991), ss. 387-409.
249
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 209 ve 269-70; Ayrıca bkz. Spade, The Cambridge
Companion To Ockham, s. 311, William‟ın heresi ve heretikler ile ilgili görüşleri için bkz. Spade,
a.g.e., 309-310.
81
argümanlar ileri sürmemiş, bizzat bu doktrinle hem teolojik hem kanonik olarak nasıl
dönemin papalarının otoritesinin artırılabileceğinin ve bunun savunulabileceğinin
yolunu ortaya koymuştur. Terreni, yanılmazlık doktrinini Fransisken muhalefetinden
de kurtarmıştır. Ockham‟lı William ve Ovili‟den farklı olarak papanın otoritesini
dizginlemekten yana olmamış bilakis onu daha da genişletmiştir. Terreni, açık bir
şekilde inanç konularında nihai bir saptamada bulunmanın papanın hakkı olduğunu
ve onun bu işte hata yapmayacağını, Kutsal Ruh‟un papayı hataya düşmekten
koruyacağını ifade etmiştir. Terreni, papanın yanılmazlığı doktrinini desteklemek
için Luka 11:52‟de geçen Fransisken teorisi “bilginin anahtarı” (key of knowledge)
teorisini kullanmıştır. Terreni, aynı zamanda, bazı hile ve desiseyle sahte bir papanın
Petrus‟un makamına yükselebileceği fikrini de terk etmiştir. Terreni‟ye göre heretik
birisi papalık makamını işgal edebilir, ancak oradan heretik bir doktrin vaz edilemez,
heretik bir papalık öğretisi neşredilemez. 250 Terreni aynı zamanda I. Vatikan
Konsili‟nde kabul edilen “papanın inanç ve ahlaka müteallik konularda bizzat
Kilisenin başı olarak doktrinel tanımlamalarda bulunduğu zaman yanılmazık
yetkisine sahip olduğu” anlayışına benzer şekilde, papanın resmi doktrin
tanımlamalarında yanılmaz olduğunu ancak her ne kadar önemli olsa da şahsi görüş
ve düşüncelerinde yanılmazlık kapsamı dışında olduğunu ileri sürmüştür. Ancak
Guido, modern dönemlerde ortaya konulan bir ayrım olarak papanın, yanılmazlık
payı bulunan olağan ve (yanılmaz olan) olağan üstü öğreti otoritesi ayrımına dair bir
görüş belirtmemiştir.251 XIV. yüzyıl piskoposu Terreni‟nin, Katolik doktrin ve Kutsal
yazılarla ilişkili olarak papanın yanılmazlığı doktrini hakkındaki görüşlerinin çok
ince bir ayrıntıyla I. Vatikan Konsili‟nde ortaya konulan doktrinle tam bir uyum
içerisinde olduğu ifade edilmiştir. 252
XVI. yüzyılda Dominiken teolog ve filozof Thomas Cajetan (ö.1534) ise
papanın yanılmazlığına dair yeni bir fikir ortaya atmıştır. Ona göre en başta apriori
olarak yanılmazlık vasfını haiz olan Kilisedir, ancak Kilisenin bu yanılmazlığı
müessir sebep değildir. Yani Kilisenin haiz olduğu bu vasfı kendisini çekip çeviren,
yöneten lidere transferi söz konusudur ki bu sebepten papa her halükarda yanılmazdır.
250
Bkz. Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208.
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 268.
252
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s.238-40; Garland, “The Development of the Dogma
of Papal Infallibility”, s. 50; Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208; Terreni‟nin papanın
yanılmazlığı görüşleri için bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, ss. 238-59.
251
82
Protestan Reformunun öncüsü Martin Luther ile de bir araya gelerek teolojik
tartışmalar yapan Cajetan‟a göre, Petrus‟a bahşedilen yanılmazlık ondan haleflerine
intikal etmiştir.253
XIII ve XIV. yüzyılın siyasi ve kültürel şartları sonraki dönemlerde de stabil
bir şekilde kalsaydı Papalık nüfuzu süresiz olarak devam edebilir, papanın
yanılmazlığı doktrini de gözlerden uzakta ve bilimsel bir tartışma konusu olarak
iyiden iyiye yer edinebilirdi. Ancak şartlar değişmiş, Papalık da zamanın
gelişmelerine adapte olmakta başarısız olunca bu durum onun mutlak gücünde bir
düşüş meydana getirmiştir. Bu dönemde bilimsel gelişmelerle birlikte yeni bir siyasal
güç olan milliyetçilik de yükselişe geçmiştir ki bu yeni akım bölgesel ya da ulusal
her devletin bağımsızlık hakkının olduğu şeklinde devrimci fikirleriyle birleşik bir
Hıristiyan toplumu idealini sarsmaya başlamıştır. Aynı meydan okuma manevi
alanda da kendini göstermiş ve tepeden tırnağa geleneksel kilise teşkilatına karşı bir
mücadeleye girişilmiştir.
Katolik Kilisesi XVI. yüzyılda yüzleştiği ve kendisini zor durumda bırakan
Protestan reformu karşısında kayıplarını telafi etmek ve Kilise otoritesini tekrar sabit
bir temel üzere takviye etmek amacıyla Karşı Reform karakterli konsilllerin ilki olan
Trent Konsili‟ni (1545-1563) toplamıştır. Bu konsilde özellikle İtalyan ve Cizvit
teologlar başta olmak üzere piskoposların çoğu Protestanların Kilise ve papanın
otoritesini tanımamalarından dolayı papanın yanılmazlığı doktrinini belirlemek için
elverişli bir durumun olduğunu ifade etmişler, ancak Fransa, Almanya ve İskandinav
şehirlerinden gelen piskoposlar bu hareketin Protestanlar için sebepsiz bir tokat
anlamı taşıyacağı gerekçesiyle itiraz etmişlerdir.254 Diğer taraftan Constance Konsili
(1414)‟nde kabul edilen konsilyarizmin etkileri de hala varlığını korumaktaydı.
Ulusal kiliseler özellikle de Fransız piskoposlar papa ve Roma merkeziyetçiliğine
karşıydı. Bu sebepten her ne kadar yanılmazlık doktrinine yönelik bir karar alınmasa
da Trent Konsili papanın gücünü XIII. yüzyıldan beri hiç ulaşmadığı bir seviyeye
yükselterek korumuştur. 255
253
Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.51.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 38.
255
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 38-9; Trent Konsili için bkz. Marvin R.
O‟Connell, “Trent, Council of”, ER, vol. 15, ss. 33-38; Tanner, The Church in Council, s.25 ve 31-34.
254
83
1586 yılında ise Kardinal Robert Bellarmine Controversies Against the
Heretics of Our Times adlı eserinde papanın üstünlüğünü ve ilk defa açık bir şekilde
papanın yanılmazlığının delillerini ortaya koymuştur. Kilise idaresinin demokrasi ve
aristokrasi değil, monarşi olduğunu vurgulayan Bellarmine‟e göre Roma Piskoposu
sadece papalık makamına gelen birisi değil, aynı zamanda Petrus‟un öncelik ve
yetkilerinin de varisidir ki bu veraset Kilise hukukundan kaynaklanan bir durum
değil, ilahi bir hükümdür. Ayrıca Bellarmine, Papa‟nın itikadi ve ahlaki konulardaki
ihtilafları çözmede en yüksek yargıç olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre papa tüm
Kiliseye, inanca ilişkin bir öğreti vaz‟ ettiğinde, kurtuluş için gerekli olan
hükümlerde ve tüm Kilise için belirlenmiş ahlaki öğretilerde asla hata yapmaz. Bu
görüşüyle Bellarmine, papanın yanılmazlığını inanç ve ahlaki meselelerle kayıt altına
almıştır. Ayrıca Bellarmine de Terreni gibi Olivi‟nin görüşlerinin aksine papalık
makamına heretik birisinin gelebileceğini ancak heretik bir doktrinin va‟z
edilemeyeceğini ifade etmiştir.256 Bellarmine ile aynı dönemde yaşayan Suarez de,
daha önce Terreni tarafından ortaya atılan papanın sahip olduğu bilginin anahtarına
ek olarak gücün anahtarı (key of power) ifadesini kullanmıştır. Buna göre papa sahip
olduğu bilginin anahtarını itikadi konularda yanılmaz tanımlamalar tespit ederken
kullanırken gücün anahtarını ise Kiliseyi idari olarak yönetirken kullanır.257
Bellarmine‟in fikirleriyle ilk defa akademik çevrelerde ve eğitimli insanlar
arasında tartışma konusu haline gelen yanılmazlık fikri XVII. yüzyıl Kilise camiasını
da belli ölçüde etkilemiştir. Avrupa tam bu esnada, inançtan ziyade aklın ön plana
çıkarıldığı, her türlü otorite ve geleneğe karşı özgürlük ve yeniliğin vurgulandığı ve
Immanuel Kant‟ın “kişinin çocukluktan kurtulması” olarak niteledirdiği Aydınlanma
(Enlightenment; Aufklärung) denilen bir çağa girmişti. 258 Aydınlanma çağında
Galileo, Newton, Descartes ve Diderot gibi büyük düşünürler, her daim Kilisenin
tekelinde olan bilim, felsefe, sanat ve müzik alanlarındaki bütün o eski kesin
belirleme (veya tanımlamalara) karşı büyük bir maydan okumaya girişecekti. İncil
esaslı bir eleştiri ve yorumlamaya maruz bırakılacak ve Voltaire gibi rasyonalistlerce
256
Bkz. Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 208-9; ayrıca bkz. Tierney, Origins of Papal
Infallibility, s. 271.
257
Bkz. Tierney, a.g.e., s. 271.
258
Bkz. Jacqueline Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınları,
Ankara 2011, s.199; Aydınlanma düşüncesi için ayrıca bkz. Kasım Küçükalp-Ahmet Cevizci, Batı
Düşüncesi: Felsefi Temeller, İsam Yayınları, Ankara 2009, ss. 134-140.
84
Kilise kurumu alay konusu haline getirilecekti. İşte böylesi bütün o eski yerleşik
tanımlamaların ve Kilise kurumunun daha önceden hiç karşılaşmadığı amansız
saldırılara maruz kaldığı bir dönemde, inananlar nazarında ilahi otoritesiyle hiçbir
şek ve şüpheye mahal bırakmaksızın konuştuğu bilinen, çok özel birinin hakikat
vazettiği telakkisi muktedir bir temyiz makamı olarak addedilmiştir.259
Bellarmine‟den sonra papanın yanılmazlığı doktrini belli belirsiz bir şekilde
Kilisenin korunmuşluğu ya da hataya düşmeme anlayışıyla ilişkili bir şekilde
gündemde kalmıştır. I. Vatikan Konsili‟nin öncesinde yanılmazlık doktrinine bir
diğer katkıyı da papanın ve papalığın mutlakiyet ve merkeziyetçiliğini savunan
Count Joseph de Maistre 1817 yılında kaleme aldığı Du Pape adlı çalışmasıyla
yapmıştır.
4. PAPALIK KARġITI VE TARAFTARI AKIMLAR: GALLĠKANĠZM
VE ULTRAMONTANĠZM
Ortaçağda Kilise teşkilatı ekseninde örgütlenen Hıristiyanlığın gerek Kiliseyi
gerek devleti aşan teşkilatlar üstü bir hukuk ortaya koyamamış olması, hukuk
ihtiyacını karşılamaya çalışan Kilise ve çeşitli gruplar ile devlet arasındaki ayrılığın
çatışmalarla sürmesine sebep olmuştur. Katolik Kilisesi‟nin Ortaçağda had safhaya
ulaşan mutlak otorite iddiaları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunlar, Hıristiyan
teologların bir yanda laiklik ile Teonomi260 ve Kilisenin veya papanın masumiyeti ve
mutlak iktidarı tezini işleyen Ultramontanizm ile Erastianizm 261 ve Gallikanizm
arasında çeşitlilik gösteren farklı hukuk görüşleri geliştirmelerini de beraberinde
getirmiştir.262 Bu başlık altında Papalık otoritesine bir alternatif olarak ileri sürülen
ve yerel kiliselerin otonomluğunu savunan Gallikanizm ile uluslardan ve devletlerden
bağımsız mutlak bir Papalık iktidarını şiar edinen Ultramontanizm akımları ele
alınacaktır.
259
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.38 vd.
Teonomy (theonomy): Tanrı‟nın kanunu/yönetimi: Devletin ve toplumun tüm alanlarının Tanrı‟nın
koyduğu kaidelere göre yönetilmesi.
261
Erastianizm (erastianism): Kilisenin tamamen devlet kontrolünde olmasını ifade eder. Bu görüş
İsviçreli Protestan teolog Thomas Erastus‟a (1524-83) ve onun izinden gidenlere atfedildiği için
Erastianizm (Erastusçuluk) adıyla anılmıştır.
262
Bkz. Başoğlu, “Hıristiyan Hukuku”, s. 49.
260
85
4.1. Gallikanizm
Papalığın merkeziyetçi otoritesine karşı yerel kilisenin otonomluğunu
savunan gallikanizm, Galya bölgesine ve Fransız Kilisesine (Lat. Ecclesia Gallicana)
nispetle verilmiş bir isimdir. Politik, episkopal ve teolojik üç çeşit gallikanizmden
bahsedilir ki Kilise açısından sorun teşkil eden politik Gallikanizmdir. Jean Bodin‟in
hakimiyetin bölünemezliği263 kavramı üzerine temellendirilen (politik) gallikanizme
göre Papalık dışarıdandır ve yabancıdır, dolayısıyla devletin işlerine karışmamalıdır.
Bu devlet hakimiyetinin ihlalidir. Farklı ülkelerde farklı biçimlerde kendisine taraftar
bulan gallikanizm (Cermen ülkelerde Febronianism, Habsburg topraklarında
Josephism ya da Cameralism, Akdeniz ülkelerinde ise Regalism) Fransız İhtilali‟ne
kadar papalığı ciddi derecede rahatsız etmiş ve XIX. yüzyıla kadar varlığını
hissettirmiştir.264
Roma papasının Fransa‟ya müdahalesine karşı milli duygularla hareket eden
mağrur Galya ruhunun bir direnişi ve tipik bir Fransız Katolisizmi olarak görülen265
gallikanizm, asıl yükselişini XVII. yüzyılın son çeyreğinde “Güneş Kral” (Sun King)
olarak da anılan Fransız Kralı XIV. Louis‟nin idaresi altında altında yaşamıştır.
Ülkesini müreffeh bir hale getirmeyi başaran ve dış siyasetinde ise sınırlarını daha da
genişleterek Kutsal Roma İmparatorluğunu yeniden kurmayı amaçlayan Louis, bir
monark olarak Fransa Kilisesine müdahil olmaya başlamıştır. Louis, Fransa
263
Bodin devlete ve krala mutlak, egemen bir güç atfederek onları dini tartışmaların üzerinde bir
konuma yerleştirmiştir. Bu lokasyon devletin ve kralın birbirleriyle çatışma halindeki mezheplerden
bağımsız olmalarını sağlamıştır. Bodin‟e göre sadece güçlü bir devlet ve hiçbir şeye bağımlı olmayan
mutlak bir kral milletin birliğini koruyarak sürdürebilir ve devleti yıkıma uğratabilecek dini
çatışmalardan kurtulma ve mezhepler arasındaki çatışmaları aynı zamanda bu mezheplere hoşgörüyle
yaklaşarak aşma imkanı sağlar. Dini devletin temeli ve amacı olarak gören Bodin, iktidarın ilahi
kaynağı konusunda hükümdarların Tanrı‟nın otoritesini ellerinde tuttuklarını ve insanları yönetmek
üzere onun yeryüzündeki temsilcileri olduklarını ileri sürmüştür. Yeryüzünde Tanrı‟dan sonra onun
yeryüzündeki sureti olan hükümdarlardan daha büyük kimse yoktur. Onlar Tanrı tarafından onun
vekili olarak insanları yönetmekle memur edilmişlerdir. Bundan dolayı kim Tanrı‟nın yeryüzündeki
sureti olan egemeni hafife alırsa Tanrı‟yı hafife almış olur. Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde
Din ve Siyaset, s. 56 ve 58-9; Ayrıca bkz. Ağaoğulları, Batı’da Siyasal Düşünceler, s. 414.
264
Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015); Çoban, Geçmişten Günümüze
Papalık, s. 166-7; Thomas Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, Doubleday, New
York 1990, s. 242; Joseph N. Moody, “Gallicanism”, ER, vol. V, s. 467; Hasler, How The Pope
Became Infallible, s. 167.
265
Bkz. Huzeyfe Süleyman Arslan (ed.), Statükodan Değişime Milliyetçilik Ufku, Binyıl Yayınevi,
Ankara 2008, s. 227.
86
piskoposluğunun gelirlerine el koyduğu gibi Fransa Kilisesini ilgilendiren Roma‟dan
gelecek her hangi talimatı kabul ya da reddetme hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş
ve bundan dolayı Papa XI. Innocent (1676-1689) ile sert ve uzun bir çatışmaya
girmiştir. Güneş Kral‟ın bu tavrı politik gallikanizmin büyük bir manifestosu olarak
nitelendirilmiştir. Fransız Kilisesi ise Piskopos Jacques Bossuet‟in liderliği altında
Kral Louis‟nin kilise işlerine müdahalelerine rağmen bir şekilde durumu idare etmiş,
ancak asıl tehlikenin Roma‟da başgösterdiğini farketmişlerdi. Bu da, Papalığın Trent
Konsili‟nde pekiştirilen sınırsız ruhani otorite iddialarının karşı konulamaz bir
reddeye gelmesi ve Papalığın bundan böyle kontrol edilemez bir sınırsız bir güç
halini alarak mutlak bir tek adam diktatörlüğüne dönüşmesiydi.266
Papanın yanılmazlığının önünü almak adına Fransız ruhban sınıfı için
konsilyarizmin bazı varyasyonları makul ve güvenli bir çözüm olarak görünüyordu.
Papanın üstünlüğü sorgusuz sualsiz kabul edilebilir ancak yanılmazlık bir bütün
olarak Kiliseye ait olmalıydı ve bu da kendisini bir genel konsil ya da Kilisenin
onayladığı papalık kararlarıyla olmalıydı. Kral Louis papanın aforoz tehdidi altında
ruhban sınıfıyla bir toplantı yapılması çağrısında bulunmuştur. Kralın amacı papayı
geri planda tutmak, kilisenin amacı ise papanın yetkilerinde bazı sınırlamalara
gitmekti. Önemli tartışmalar neticesinde 1682 yılı Mayıs ayında bir karara varılmış
ve Bossuet tarafından fikri alt yapısı oluşturulan, Politik ve Teolojik Gallikanizmin
bir karışımı olan “Dört Gallikan Madde” (Four Gallican Article) olarak bilinen şu
kararlar alınmıştır:
1- Biz direk ya da dolaylı olarak papanın ya da dini bir gücün sivil ve dünya işlerine
müdahale etme yetkisini reddediyoruz.
2- Constance Konsili‟nin dört ve beşinci oturumlarında alınan bir genel konsilin
otoritesinin papanın üzerinde olduğuna dair kararların tam meşruluğunu savunuyoruz.
3- Kilise yasasınca düzenlenen ve Fransa‟da Gallikan Kilise‟nin yasa ve
gelenekleriyle düzenlenen apostolik (havarisel) uygulamayı bildiriyoruz.
266
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 242-3; Ayrıca bkz. Fredrik
Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, vol. 1, 2, E. P. Dutton & Company, New
York 1906, s. 8-10.
87
4- İnanç konularında papa çok önemli bir yere sahiptir ve onun kararları bütün bir
kiliseyi ilgilendirir; ancak üzerinde bir kilise ittifakı oluşmadıkça onun kararları
değişmez (irreformable) nitelikte değildir.267
Bu kararlar beklenildiği üzere papayı kızdırmış ve bu kararların geçersiz
olduğunu, kral tarafından kendisine sunulan hiçbir adayı piskopos olarak
atamayacağını bildirmiştir. Louis de papayı İtalya üzerine yürümekle ve
Avignon‟daki papalık varlıklarına el koymakla tehdit etmiştir. Louis ayrıca bu dört
maddenin bütün Fransız üniversitelerinde ve kilise okullarında resmi kilise doktrini
olarak öğretilmesi talimatını vermiştir. Bu gelişmeler neticesinde herhangi bir savaş
ya da ayrılık meydana gelmemiş, ancak her iki taraf birbirlerine şüpheyle yaklaşan
bir politikayla durumu idare etmişlerdir. Roma, krallığın kilise meselelerindeki bazı
devam eden uygulamalarına rıza göstermek zorunda kalmış ve Louis de bu
maddelerin her yerde okutulması talebinden vazgeçmiştir.
268
Ancak bu dört
maddeyle ortaya konulan genel kanaat Fransa‟da kök salarak belli oranda değişmiş
biçimiyle I. Vatikan Konsili‟nde tekrar ortaya çıkmıştır.
Bu “Dört Madde” den hareketle Fransız yönetimi bütün XVIII. yüzyıl
boyunca kilise ve devlet işlerinde bir danışman olarak Roma‟ya daha fazla
müdahalede bulunma eğiliminde olmuştur. Fransız Kilisesi ve piskoposları bu dört
maddenin arkasında durmuşlar ve yeri geldiğinde konsilin papaya karşı üstünlüğünü
gelişen Roma otoriteryanizmi karşısında bir denge unsuru olarak kullanmışlardır.
XVII. yüzyılın önde gelen Fransız teologu Piskopos Bossuet de kaleme aldığı
Defensio declarationis (A Defence of the Declaration of the Assembly of French
Clergy) adlı hacimli çalışmasında Kilise babalarından, konsillerden, teologlardan ve
tarihçilerden vermiş olduğu örneklerle konsillerin yanılmazlığını ve papalığın
267
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 243; McClory, Power and the
Papacy, s. 43; Joseph N. Moody, “Gallicanism”, ER, vol. V, s.467-8; E. E. Y. Hales, Pio Nono: A
Study in European Politics and Religion in the Nineteenth Century, P. J. Kenedy & Sons, New York
1954, s. 41-2; Brezzi, The Papacy, s. 151-2; Nielsen, The History of the Papacy, s. 10; Barbier,
Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 77.
268
Aslında gallikan kilisesi ile Papalık arasındaki mücadelede Kral XIV. Louis‟nin tutumunun kendi
siyasi otoritesinin devamı açısından bir tutarsızlık gösterdiği belirtilmektedir ki Papalığa karşı gallikan
fikirleri destekleyen Louis, gallikanizmin aşırı güçlenip otoritenin Roma‟dan Fransa‟ya geçmesi
durumunda bunun Ruhban Meclisinin işine yarayacağını görünce bu meclisi kapatmış ve 1693 yılında
ultramontanist bir tutum takınarak papaya bazı erklerini iade etmiştir. bkz. Lee, Avrupa Tarihinden
Kesitler, s. 175.
88
yanılabilirliğini ortaya koymuştur. Bu fikirler Almanya‟da da Febronianizm
kavramıyla yerleşmiştir.269
Bu dört gallikan maddeden yaklaşık bir asır sonra benzer fikirler daha
gelişmiş bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1768 yılında Benediktin yazar Dom Jamin
tarafından eğitimli Fransız okuyucularına yönelik hazırlanan ve Katolik doktrin el
kitabı şeklinde ve belli başlı başlıklar halinde sunulmuştur. Bu kitapta Kilise, papa ve
Papalık hakkında gallikan fikirlere benzer görüşler ortaya konuşmuştur. Buna göre:
Papalık hakkında: Kilise görünen bir başa sahip olmalıdır, zira Kilise biriciktir, onun
birliği de müşterek bir merkez olmaksızın korunamaz. Bu baş Roma Piskoposu
(Roman Pontiff)‟dur. Ancak o yargılama hak ve şeref önceliğine sahiptir. Hiyerarşi
hakkında: Piskoposlar piskoposluğunu ilahi inayetle elde etmişlerdir, onlar güçlerini
doğrudan doğruya İsa Mesih‟ten almışlardır ve öncelik dışında Yüce Pontiff‟ten
eşitlik olarak farklı değillerdir. Kilisedeki yanılmazlığın kapsamı hakkında: Biz
Kilise‟de inanca müteallik ihtilaflara bir son veren yanılmaz bir otoriteyi tanımalıyız.
Yanılmazlık dogmatik kararlarda piskoposlar bütününe verilmiştir. Belirli bir
piskopos, hatta Roma Piskoposu kendisine böyle olağanüstü bir imtiyaz atfedemez.
İsa Mesih bütün havarilere eşit bir şekilde hitap etmiş ve onların üstünden bütün
piskoposlara “her zaman sizinle birlikteyim”270 taahhüdünde bulunmuştur. Papanın
yetkileri hakkında: Papanın dogmatik kararları bütün bir piskoposlar heyetinin
muvafakatı
olmadıkça
değişmez
nitelikte
(irreformable)
değildir.
Papalık
kararlarının temyizi hakkında: Belirli durumlarda–bir alt dereceden daha yüksek
olana- Roma Piskoposundan bir Genel Konsile müracaat edilmesine imkan tanınır.
Papanın, inananları bir konu üzerinde hemfikir yapmaya muktedir olduğunu öne
sürmek…papanın yanılmazlığı dogmasını açıkça ilan etmek, kadim Kilise babalarını
tanımamak ve piskoposluğun yetkilerini ortadan kaldırmak, Roma kararlarını icra
etmede piskoposların temel işlevini zayıflatmaktır. Kilise ve devlet ilişkileri hakkında:
İki iktidarın birliği birinin bir diğerine itaatini gerektirmez. Her biri kendi ilgi
alanlarında bağımsız ve sınırsızdır. Ne papalar dünya işlerinde krala, ne de kral kilise
işlerinde piskoposlara karışabilir.271
269
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 43-4; Brezzi, The Papacy, s. 151; Nielsen, The History of
the Papacy, s. 109 vd; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 244;
http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015).
270
Matta 28:19-20
271
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 45-6.
89
Kral XIV. Louis‟in ölümüyle güç kaybeden gallikan fikirler 1870 I. Vatikan
Konsili‟nde kabul edilen yasayla dışlanarak mahkum edilmiş, ancak bundan yaklaşık
yüz yıl sonra toplanan II. Vatikan Konsili kararlarıyla ulusal kiliselerin
piskoposlarının rolleri yeniden düzenlenmiştir.272
4.2. Ultramontanizm
Ultramontanizm, kelime anlamı itibariyle “dağların (Alpler) ötesi” anlamına
gelir ve Avrupalılar için İtalya‟yı, özellikle Roma‟yı, en belirgin şekliyle de
Vatikan‟ı kasteder. Ultramontanizm Roma Katolik tandanslı bir yapılanma olup,
Papalığın, Kilisede öğretme, yönetme ve yargılama yetkisinde en üst otorite
olduğunu savunan bir oluşumdur. Başlangıçta Fransa‟da gallikanizme bir tepki
olarak doğan ultramontanizm, liberalizme karşıtlığıyla temerküz etmiş ve Kilisenin
uluslardan ve devletlerden bağımsız bir şekilde Roma ekseni etrafında birleşmesi
gerektiğini vurgulamıştır.273 Ultramontanizm hareketinin hemen her alanda egemen
bir papalık özleminin yanı sıra konumuz açısından bir diğer önemi ise, papanın
yanılmazlığı doktrininin hem I. Vatikan öncesinde hem sonrasında dogmaya dahil
edilmesi için verdiği büyük destektir. Ultramontanist piskoposlar hem konsilin
hazırlık komisyonlarında hem de konsil oturumları esnasında bu amaç için
çalışmışlar, yanılmazlık doktrininin teorik alt yapısını hazırladıkları gibi aynı
zamanda hukuki prosedürüne, yani konsile dayalı işleyişine etkin bir şekilde katkıda
bulunmuşlardır.
Fransız İhtilalinden kaynaklanan belirsizliklerin hüküm sürdüğü çağda
Papalığın kaim otoritesinin çekiciliği ultramontanist bir uyanışa sebep olmuş ve bu
hareket Katolikler arasında hızlı bir şekilde yayılarak papanın manevi krallığının
devamı ve Katolik Kilisesi‟nin geleceği açısından en güvenilir düşünce olarak
görülmüştür.274 XIX. yüzyılda modernizmle birlikte Kilisenin karşı karşıya kaldığı
problemlerde ultramontanizm, XI. yüzyılda kendi adıyla anılan reformlarla VII
272
Bkz. Eugene Teselle, “Gallicanism”, The Cambridge Dictionary of Christianity, ed. Daniel Patte,
USA 2010, s. 445; Nielsen, The History of the Papacy, s. 15 vd.
273
Bkz. Josef L. Altholz, “Ultramontanizm”, ER, vol. 15, s. 119; Peter C. Erb, “Ultramontanism” The
Cambridge Dictionary of Christianity, s.1261.
274
Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 18.
90
Gregory‟nin ileri sürdüğünden daha vurgulu ultramontanist bir eklesiyoloji ortaya
koymuş ve modernizmin çeşitli etkilerine karşı durarak geleneksel bir formda
kendisini göstererek I. Vatikan Konsili‟nden II. Vatikan Konsili‟ne net bir biçimde
Ortodoks Roman Katolisizm ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. 275
Ultramontanizm hareketine en önemli katkıyı Joseph de Maistre (1753-1821)
1819 yılında yayımladığı Du Pape (Papa) adlı eserle sağlamıştır. Pek çok dile
çevrilen ve en çok satan kitap olma özelliği kazanan Du Pope, ultramontanizmin
entelektüel arka planını teşkil etmiştir. Bu eserinde Maistre, papanın bütün kiliseler
üzerinde bir öğretmen olarak en üst ve mutlak otoriteye sahip olduğunu ileri sürmüş
ve bu mutlak otoritenin karakteristiği olarak da onun kararlarında yanılmaz olup
bütün inananlarca sorgusuz sualsiz kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Maistre,
karşı karşıya kalınılan siyasal yönetimler arası savaş durumundan kurtulmak için ise
sadece İmparatorlukla Kilise arasında mükemmel bir uyumun yaşandığı Ortaçağ
Hıristiyanlığına dönüşü ve uluslar tarafından papanın amir, muktedir ve sorunları
çözücü konumuyla Papalığın teminatı altındaki hakiki Hıristiyanlığın benimsenip
tanınmasını çözüm yolu olarak önermiştir.276
Ruhban sınıfından olmadığı gibi formal olarak herhangi bir dini eğitim de
almayan De Maistre pek çok Fransız aristokrat gibi aydınlanmanın getirmiş olduğu
fikirlerden etkilenmiş ancak Fransız Devrimi‟nin kaostan başka bir şey getirmediğini
görünce kendisini tamamen monarşiyi ve papalığın mutlak otoritesini savunmaya
adamıştır. Devrim esnasında ailesiyle birlikte Fransız ordusunun isitilalarından
dolayı pek çok defa sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bütün bu
gelişmeler Maistre‟nin “şeytanca” diye nitelendirdiği devrimden ve onun dayandığı
ilkelerden nefret etmesine sebep olmuştur. Devrimi ilahi bir ceza olarak gören de
Maistre‟ye göre yapılması gereken ilahi hukuk monarşisine, yani Ortaçağ
Hıristiyanlığına geri dönmek ve papayı evrensel düzenin teminatı olarak kabul
etmektir.277 Bir avukat olan de Maistre görüşlerini kendi davalarına dayandırmış ve
gayet açık, teknik olmayan terimler kullanmak suretiyle sıradan insanlara hitap
275
Bkz. Josef L. Altholz, “Ultramontanizm”, s. 119-20; Darrell Jodock (ed.), Catholicism Contending
With Modernity Roman Catholic Modernism and Anti-Modernism in Historical Context, Cambridge
University Press, UK 2000, s.57; O‟Malley, A History of the Popes, s. 235.
276
Bkz. Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 442; Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve
Siyaset, s. 96-7
277
Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 96.
91
etmiştir. Bu eser, papanın yanılmazlığına giden yolda çok önemli bir itici güç olmuş
ve I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposlar arasında da müzakere edilmiştir.278
Konuyla alakalı pek çok tarihi ve teolojik çalışmadan farklı olarak
yanılmazlık fikrini büyük ölçüde akıl ve sağduyu temelinde tesis etmeye çalışan
Maistre, “Din olmadan ne genel ahlaktan ne de ulusal bir karakterden bahsedilebilir.
Avrupa‟nın Hıristiyanlık dışında bir dini yoktur; Katolisizm dışında da gerçek bir
Hıristiyanlık yoktur; Papasız da Katolisizm mevcut değildir; şahsına bağlı bir
üstünlükten (supremacy) yoksun papa da olamaz”279 şeklinde ortaya koyduğu retorik
süslü ifadeler ve kendinden emin tarzıyla halkın dikkatini çekmeyi başarmıştır.
Maistre‟ye göre, İsa Mesih, Petrus ve haleflerine hatadan korunmuşluk
garantisi vermemiş olsaydı bile, papa, bulunduğu makamın doğası gereği yanılmaz
olacaktı. Ayrıca Maistre, Ortodoksların, papa da dahil bütün patrikleri eşit derecede
en yüksek rütbeli şahsiyetler olarak addetmelerinden dolayı doğru yoldan sapmışlar,
Protestan Kiliseleri de yanılmazlığı Kutsal Kitap‟a ve bir bütün olarak kiliseye
atfettikleri için hata etmişlerdir. Bu durumda yegane, nihai bir arabulucu olmaksızın
bu kafa karışıklığı sürüp gidecektir. 280
De Maistre‟nin analizinde genel konsiller, tavsiye niteliğinde bir danışma
organı ya da papa için uzmanlardan müteşekkil bir yapıya benzer; zira uygulamada
konsiller problemleri çözmekten ziyade çoğu kez daha fazla problem üretmektedir.
“Tehlikeli olmayan ve sakınca oluşturmayan hiçbir konsil toplantısı görmedim.
Doğruyu söylemek gerekirse, onlardan olabildiğince sakındığımı söylemeliyim.
Herkesin hoşnut ve mutabık bir şekilde karara vardığı toplantıya hiç şahit olmadım”
ifadeleri onun bu konudaki yaklaşımını ortaya koymaktadır. Maistre‟ye göre bir
konsilin sahip olduğu her türlü kuvvet, sadece papanın yetkisinde doğar. Bir genel
konsil toplama yetkisi tamamen Yüce Papa‟ya aittir. Son karar verilmesi gereken
durumların tek yargıcı odur. Papa, konsilin gidişatına bağlı olarak bir konsili
feshetmek için „ben artık burada değilim‟ demek suretiyle mekanı terk etmeye tek
278
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s.235; McClory, Power and the Papacy, s.52; Brezzi, The
Papacy, s. 158-9.
279
Bkz. De Maistre, The Pope, s. xi-xii.
280
McClory, Power and the Papacy, s.54; de Maistre, Protestanlığı bir XVI. yüzyıl
sapkınlığı,Avrupa‟nın suç olmayan yöntemlerle bastırılması gereken en büyük düşmanı, öldürücü bir
çıban, kibrin oğlu, anarşinin babası ve evrensel bağ çözücü olarak niteler. Bkz. Joseph de Maistre,
“Protestanlık Üzerine Düşünceler”, Batıya Yön Veren Metinler, Cilt III, s. 951-953.
92
yetkilidir. O andan itibaren eğer konsili sürdürmekte ısrar edilirse o artık bir
toplantıdan başka bir şey değildir ve gayri meşrudur.281
Papalığı Avrupa egemenliğinin kaynağı ve Ortaçağ Avrupasında siyasal
iktidarlar karşısında ilahi bir denge unsuru olarak gören Maistre‟ye göre papanın
nüfuzunun etkilemediği ulus ve milletler diğerlerinden aşağı bir konumdadır.
Papalığa atfettiği mutlak dini konum sebebiyle Maistre, gallikanizmi tamamen
reddetmiş ve gallikan kilisesinin de Anglikan kilisesi kadar bölücülük arz ettiğini
ileri sürmüştür. Zira Maistre‟ye göre yapılan şey Papalığı bir taraftan kutsal kabul
ederken Fransa kilisesi olgusuyla onu meşru haklarından mahrum kılmak ve dışta
bırakmaktır. 282 Ayrıca Maistre gallikanizm‟in ilkelerinden olan ve papa tarafından
teyit edilen genel konsil kararlarının müstakil olarak hukuki yaptırım gücüne haiz
olmalarını hiçbir şekilde anlayamadığını ifade etmiştir. Ona göre hiç kimsenin; ne bir
genel konsilin ne de piskoposlardan müteşekkil daha küçük bir grubun ya da kişisel
olarak herhangi bir Katoliğin ex cathedra‟dan resmen bildirilen bir kararı
sorgulamaya hakkı yoktur.283
Papanın yanılmazlığına yönelik olarak o dönemdeki diğer methiyeler gibi,
Maistre‟nin eseri de yanılmazlığın kapsamına maddi bir sınırlama getirmemiştir.
Onun eserinde bu konuyla alakalı herhangi bir kapalı ifade yoktur. Ona göre Papanın
yanılmazlığının bekası için tek bir gerekçe olabilir: Papa yanılmazdır; konu
kapanmıştır. Louis Veuillot da bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: “Bizler dini,
dünyevi bütün otoritenin kendisinden neşet ettiği papanın otoritesini ve onun her
şeye kadir olduğunu dobra dobra beyan etmeliyiz. Zaten papanın yanılmazlığı
dogmasının resmen ilanının başka da amacı yoktur.”284
XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde Maistre‟nin eserinde ortaya koymuş olduğu
temel argüman olan, egemenlik ve yanılmazlık arasındaki yakın ilişkiye karşı duran
hiç kimse olmamıştır. Ancak tarihçi Brian Tierney‟in işaret ettiği gibi aslında
yanılmazlık taraftarlarının bu doktrini temellendirmek için kullandıkları iki
karşılaştırma tamamen aynı değildir: Onların, egemenliğin hakikatine yönelik olarak
ortaya koydukları mukayese tabiatı itibariyle birbiriyle uyuşmayan bir durum arz
281
De maistre, The Pope, s.11; Maistre‟nin konsil ve konsillerin işlevi ve papa ile olan ilişkisi için
bkz. De Maistre, a.g.e., ss. 9-17.
282
Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, s. 93 vd.
283
Bkz. McClory, a.g.e., s. 54
284
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 1.
93
eder. Şöyle ki, mutlak bir güç olarak kral kendisinden önceki selefinin kararlarıyla
mukayyet olamaz. Ancak bu durum yanılmazlığın özü ve esasıdır. Yani, bir papanın
mutlak, yanılmaz kararları değiştiril(e)mez (irreformable) tanımlamalar olarak kabul
görmesinden itibaren bütün kendisinden sonra gelen papaları bağlayıcı hale gelir.285
Yine 1845 yılında G. E. A. Gosselin tarafından kaleme alınan Pouvoir du
pape au Moyen Age (Ortaçağ‟larda Papanın Gücü) adlı kitap da pek çok kez basımı
yapılarak farklı dillere çevrilmiş ve papa-kral teorisi savunucularına büyük bir
mativasyon kazandırmıştır. Montalembert, Dupanloup, Guizot ve Thiers gibi önde
gelen teologlar da bu konuda benzer eserler vermişlerdir.286
1850‟lere gelindiğinde ise bir sürü neşriyat Maistre‟nin eserini bile aşarak
ultramontanist kampanyalarını çok ileri taşımışlardır. Fransa‟da çokça okunan
L’Univers‟in editörü Louis Veuillot, Mesihî bir çağ tasavvurunu işlediği yazısında,
insanlığı kokuşmuş ve çürümeye yüz tutmuş konumundan ancak Roma‟nın
çıkaracağını dile getirmiş, dünyanın bütün halklarının papanın idaresi altında tek bir
konfederasyon oluşturacaklarını ve “Kutsal İmparatorluk” içerisinde yaşayan kutsal
millet olacaklarını ifade etmiştir.
287
Viyana‟da Rauscher, Münih‟te Reisach,
Westminster‟de Manning ve Armagh‟da Cullen gibi kardinaller de Roma
merkeziyetçiliğini vurgulayarak papanın bireysel yanılmazlığından yana büyük bir
gayretle çalışmışlardır.288
Roma‟da ise “Pius‟un bombacıları” olarak nitelendirilen Cizvitler‟in 289
L’Osservatore Romana‟dan önce papalığın resmi yayın organı gibi bir işleve haiz
olan etkili yayın organı La Civilta Cattolica papayı Mesih ile özdeşleştirip “Tanrı
kelamı ete büründü aramızda yaşıyor”, “Papanın yanılmazlığı, bizzat İsa Mesih‟in
yanılmazlığıdır” ve “Papa düşündüğünde, Tanrı onda düşünüyordur” şeklinde
övgüde sınır tanımayan yazılarıyla kendisini tamamen ultramontanist hedefleri
285
Bkz. Tierney, a.g.e., s. 2.
Brezzi, The Papacy, s. 160.
287
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.55-6.
288
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 287; Manning‟in Roma
merkeziyetçiliği ve papanın yanılmazlığı anlayışı için bkz. Kenneth L. Parker, “Henry Manning and
Neo-Ultramontanism: The Anglican Context for an Oxford Movement Convert‟s Faith in Papal
Infallibility”, Authority, Dogma and History: The Role of the Oxford Movement Converts in the Papal
Infallibility Debates, (ed. Kenneth L. Parker, Michael J. G. Pahls), Academica Press, Palo Alto 2009,
ss. 95-113.
289
Bkz. Ali İsra Güngör, Cizvitler, Berikan Yayınevi, Ankara 2012.s. 135.
286
94
gerçekleştirmeye adamıştır. Hatta St. John Basco papadan “yeryüzündeki Tanrı”
olarak bahsederken Mesihin papada tam bir Tanrı gibi yer aldığını iddia etmiştir.290
İngiltere‟de ise W. G. Ward, Dublin Review’de yanılmazlık görüşünü daha
kapsamlı bir şekilde ifade etmiş ve papanın gözetiminde onun tarafından benimsenen
ve yayımlanan Roma Curiasının diğer bütün doktrinel talimatnamelerinin de Kutsal
Ruh‟un gözetim ve denetiminde durumun gereği (ipso facto) olarak hatasız, yanılmaz
tanımlamalar olduğunu ileri sürmüştür.291 Papanın Tanrı‟nın enkarnasyonu olduğu ve
onun bütün ifadelerinin yanılmazlık kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
şeklindeki abartılı görüşlerle ultramontanist heyecanın sınır tanımadığı bu dönemi
Rheims Başpiskoposu “papalığa tapma” olarak nitelendirmiştir.292
Katolik
Kilisesi‟nin
modernizm
karşısında
takındığı
savunmacı
ve
Ultramontanist tutumun 293 dışında liderliğini Felicite de Lammenais‟in 294 yaptığı
diğer entelektüel bir grup ise Katolik Kilisesi‟nin modern dünyaya karşı savunmacı
bir tutum takınmakla hata ettiği görüşünü dile getirmiştir. Günlük yayın yapan
L’Avenir (gelecek) gazetesini çıkaran ve görüş olarak da Veuillot‟un gazetesi
L’Univers‟in tam karşısında yer alan Lammenais‟nin sloganı “liberalizm karşısında
titremeyelim, onu Katolikleştirelim”dir. Kilisenin ancak devletten tam bir ayrılık
sayesinde İncil‟i vaaz etmek için ihtiyaç duyduğu hürriyeti elde edebileceğini ileri
290
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 48 ve 101; Hans Küng, Infallible? An Unresolved
Enquiry, SCM Press, London 1994, s. 80.
291
Bkz. Küng, Infallible?, s.80; McClory, Power and the Papacy, s. 57.
292
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 288.
293
Bu konuyla alakalı olarak bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 231 vd.
294
Fransız Katolik bir papaz, filozof ve siyaset teorisyeni olan Lammenais (1782-1854), bazı
kaynaklarda “Lamennais” ya da “de la Mennais” olarak da geçer. Aslında Lammenais‟nin
Hıristiyanlık, Kilise, Kilise-devlet ilişkilerine dair düşünceleri, Prostestanlık, Aydınlanma felsefesi ve
Fransız Devrimini Hıristiyanlığın düşmanı olarak kabul edip demokrasiyi eleştirdiği ve onun
Hıristiyanlıkla uzlaştırılamayacağını ifade ederek gallikanizm ve ulusal kiliseleri reddedip Avrupa
toplumunun ihyası için tek adres olarak papa ve Papalığı gösterdiği coşkun bir ultramontanizm
savunusundan, Hıristiyanlığın iktidarlardan bağımsız Kilisenin de devlet karşısında özgür olması
gerektiğini ifade ederek Katolisizm ile liberalizmi uzlaştırmaya niyetlendiği hatta Kilisenin nüfuzunu
insanlığın ileriye doğru gelişimi üzerinde icra edeceği sekülerleşmiş bir Hıristiyanlığa doğru
evrilmiştir. Önceki ve sonraki olmak üzere taban tabana zıtlık arz eden bu görüşlerinden dolayı
Lammenais tam olarak anlaşılamamıştır. Bkz. Barbier, Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, ss.
229-58; Cemil Meriç de Bu Ülke adlı eserinde kendisinden Kilisenin aşırılıkları karşısında mücadele
etmiş demokrasi ve özgürlük sevdalısı bir şahsiyet olarak bahsetmiştir. Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke,
İletişim Yay., 41. Baskı, İstanbul 2003, ss. 240-2.
95
süren Lammenais, Kilisenin en nihayet II. Vatikan Konsili‟nde benimsediği bir
doktrini bundan yüz yıldan daha fazla bir zaman önce öngörmüştür.295
Lammenais‟ye göre mutlaka vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü ve eğitim
özgürlüğü sağlanmalıdır. Çünkü insanoğlu için en uygun olanı bütün teslimiyetlerden
azade olmaktır. Ona göre baskı ve sansür hiç kimseyi doğruya ulaştırmaz. Bunlara
ilave olarak Lammenais genel oy hakkını savunarak tam demokrasiye geçilmesi
yönünde mücadele vermiş ve bunun, zikredilen özgürlükleri gerçekleştirmenin
yegane yolu olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Fransız piskoposlar ve ruhban sınıfı
Lammenais‟nin görüşlerinin karşısında durmuşlar ve Kilise çevresinde onun
gazetesinin satılmasını yasaklamışlardır. Bunun üzerine Lammenais ve arkadaşları
1831 yılında görüşlerinin uzun bir özetini içeren bir belge hazırlayıp direk olarak
Papa XVI. Gregory‟e teslim etmişlerdir. Papanın buna cevabı Mirari Vos296 adında
önerilere sert bir kınama içeren bir ansiklikal297 ile olmuştur. Bu genelgede din ve
vicdan özgürlüğü “düpedüz budalalık”, basın özgürlüğü “iğrenç ve tiksindirici”,
kilise ve devletin ayrılması “saçmalık”, olarak nitelendirilmiştir. Bütün bu gelişmeler
neticesinde Lammenais “Kilise hiyerarşisi düşmanlarıyla zina yapmak için insanlığın
kurtarıcısı Mesih‟ten boşandı” ifadelerini kullanarak Katolisizmden ayrılmaya karar
vermiştir.298
5. I. VATĠKAN KONSĠLĠ ÖNCESĠ SĠYASĠ VE DĠNĠ GELĠġMELER
İlk defa XIII. yüzyılın son çeyreğinde Fransisken Peter Olivi tarafından
ortaya konulduğu iddia edilen papanın yanılmazlığı doktrini sonraki yüzyıllarda
çeşitli entelektüellerin görüş ve eserleriyle gündemdeki yerini korumuştur. XIX.
yüzyılın ikinci yarısında toplanan I. Vatikan Konsili‟yle de bir inanç kuralı olarak
295
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, 265-6; McClory, Power and the
Papacy, s. 57; Ayrıca bkz. Küng, Infallible?, s. 80.
296
Tam metin için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Greg16/g16mirar.htm, (07.01.2014).
297
Ansiklikaller, belirlenen bir bölgedeki bütün kiliselere gönderilen genelgelerdir. İlk dönemlerde
herhangi bir piskopos tarafından gönderilen mektup için de kullanılabilen bu kavram modern Roman
Katolik kullanımda sadece papa tarafından gönderilen mektupları tanımlamaktadır. Cross, The Oxford
Dictionary of the Christian Church, s. 457.
298
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 267; Collins, Keepers of the Keys
of Heaven, s. 442-3; O‟Malley, A History of the Popes, s. 241; Sheridan Gilley & Brian Stanley (ed),
The Cambridge History of Christianity, vol. 8, Cambridge University Press, UK 2006, s. 16.
96
kabul edilip katolik dogmaya dahil edilmiştir. I. Vatikan Konsili‟ne geçmeden önce
konsilden önce meydana gelen çeşitli siyasi ve dini gelişmeleri bu kısımda ele
alacağız.
5.1. Liberal Bir Papa: IX. Pius
“Modern Papalığın kurucusu” olarak görülen 299 Kardinal Giovanni Maria
Mastai-Ferretti‟nin 17 Temmuz 1846 yılında papa olarak iş başına gelmesi 300
liberalleri çok umutlandırmıştır. Yeni papa, Napolyon‟a boyun eğmeyerek 1809
yılında sürgüne gönderilen efsanevi selef ve aynı zamanda geçliğinde Roma‟dan
arkadaşı olan VII. Pius‟un şerefine IX. Pius ünvanını almıştır.301 Ancak VII. Pius‟tan
farklı olarak 54 yaşındaki bu genç, etkileyici ve sempatik papa bizzat kendisini ve
Vatikan‟ı değişen bir dünyaya adapte etmek için istekli görünüyordu. 302 Etkili bir
kişiliğe sahip olduğu ifade edilen IX. Pius‟un, Papalık toplantılarında ziyaretçilerle
şen şakrak konuşması, hastaneleri ziyaret etmedeki ısrarı ve hatta yabancılarla Roma
sokaklarındaki uzun yürüyüşlerde bulunup onlarla konuşması ihtiyatlı danışmanlarını
bile şaşırtmıştır. Papa Pius için -yıllar sonra Papa XXIII. John içinde benzer
hikayelere rastlanılacağı gibi- hümanist tavır ve davranışlar içeren bir çok anekdot
anlatılır. Örneğin Pius bir keresinde, sokakta elinde ailesi için satın aldığı ancak yere
düşerek kırdığı bir şarap şişesi olan perişan vaziyette bir kız çocuğuyla karşılaşmıştır.
Anlatıldığına göre papa bir dükkana girerek ona bir şişe şarap alıp vermiştir. Papa
seçilmesinden altı ay sonra Aziz Vincent de Paul Cemiyeti kurucusu Frederic
Ozanam Roma‟yı ziyaretinde bir arkadaşına şunları yazmıştır:
“Sokaklarda dolaşır vaziyette gördüğüm bu papa bu hafta içinde bir akşam
dul bir kadını tebdili kıyafet evinde ziyaret edip ona yardım elini uzattı. O her iki
haftada bir San Andrea Valle‟de toplanan insanlara vaaz veriyor… Bu cesur
299
Bkz. E. E. Y. Hales, Pio Nono, s.viii; Pius‟un biyografisi için ayrıca bkz. Roger Aubert, “Pius IX”,
ER, vol. 11, ss. 356-8.
300
IX. Pius‟un papa seçilme süreci için bkz. Owen Chadwick, A History of the Popes 1830-1914,
Oxford University Press, New York 2002, ss. 61-63.
301
Bkz. Davit I. Kertzer, The Kidnapping of Edgardo Mortara, Alfred A. Knopf, New York 1997, s.
75.
302
Stebbing, The history of the Catholic Church, s. 621.
97
reformcu XIX. yüzyılın büyük sorunu olan din ve özgülüğün ittifakını tamamlamak
için gerçekten Tanrı tarafından gönderildi.”303
Papa Pius hemen bu büyük beklentileri karşılamaya koyulmuş ve ilk iş olarak
Roma hapishanelerinde tutulan siyasi tutuklular için bir genel af ilan etmiş, sürgünde
bulunanların da dönüşü sağlanmıştır. Bu gelişmeler neticesinde Paris, Viyana,
Frankfurt gibi Avrupa‟nın bütün önemli şehirlerinde liberal bir papanın gelişi
heyecanla karşılanmıştır. Öyle ki artık insanlar hem Papalık politikasının hem de
bizzat
Papalığın
yapısının
değişmesi
konusunda umutlanmıştır.
304
Papalık
devletlerinde demiryollarının yapılması talimatını veren Pius, aynı zamanda bu
devletleri gaz aydınlatmasıyla tanıştırmış, tarım enstitüleri kurmuş, Papalık
Devletleri‟nde vergi politikası ve ceza hukuku konusunda reform çağrısı yapmıştır.
Papalık tacını giymesinden bir yıl sonra Pius, bundan böyle Papalık Devletlerinin ve
Roma şehrinin idaresinin ağırlıklı olarak her kesimden seçilmiş temsilcilerce
desteklenen laik bir kabinenin elinde olacağını duyurmuştur. Papa o kadar popüler
hale gelmişti ki Roma sokaklarında ve caddelerde halk onu evviva (çok yaşa)
nidalarıyla karşılayıp ona sevgi gösterilerinde bulunmuştur. 305
303
Bkz. McClory, Power and the Papacy s. 59; O‟Malley, A History of the Popes, s. 242.
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 64; Kertzer, The Kidnapping of Edgardo Mortara, s. 75.
305
Bkz. Hales, Pio Nono, s.18; Chadwick, A History of the Popes, s.64-5; Gilley & Stanley, The
Cambridge History of Christianity, s. 16; McClory, Power and the Papacy, s.59; O‟Malley, A History
of the Popes, s. 242; Papa IX. Pius XIX. yüzyılın en en popüler ve tartışmalı figürlerinden birisidir.
Başlangıçta liberal eğilimlerinden ötürü her kesimden eşi görülmemiş bir teveccühle karşılaşan
Pius‟un popülaritesi zamanla azalmış, öldüğünde ise cenazesi bir gece vakti San Lorenzo Fuore le
Mure Kilisesi‟ne görürülürken güzergah üzerinde Trastevere mahallesinden geçerken kalabalıklar
tarafından lanetlenmiş ve tabutuna Tiber nehrinin çamurları fırlatılmıştır. Bkz. Hales, Pio Nono, s.17;
Papa IX. Pius 1985 yılında Papa II. John Paul tarafından azizlik mertebesine yükseltilmiştir. Tabi bu
durum bakıcısı tarafından vaftiz edildiği gerekçesiyle yedi yaşında bir Yahudi çocuğu Edgardo
Mortara‟nın 1858 tarihinde Pius‟un emriyle ailesinin elinden alınmasından dolayı Yahudiler
tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bkz. John W. O‟Malley, “The Beatification of Pope Pius IX”,
http://americamagazine.org/issue/378/article/beatification-pope-pius-ix, (12.05.2014); Hasler, How
The Pope Became Infallible, s. 285 vd; Hans Küng de Hasler‟ın kitabına 1979 yılında yazdığı önsözde
Pius‟un aziz ilan edilmesinin Papa XXIII. John ve II. Vatikan Konsili‟ne karşıtlığın açık göstergesi
olarak ideolojik ve politik bir karar olduğunu ifade etmiştir. Diğer yandan Pius‟un zayıf teolojik
eğitimi, anti-semitik, anti-ökümenik ve genel olarak anti-demokratik tutum ve davranışlarıyla epilepsi
hastalığının kalıcı etkileri ve Kardinal Guidi‟nin onun gayrimeşru çocuğu olduğu iddialarının onun
aziz ilan edilmesi önünde bir engel teşkil ettiğini ifade etmiştir. Bkz. Hasler, How The Pope Became
Infallible, s. 17.
304
98
5.2. Ġtalyan Birliği (Risorgimento) Hareketi
Papalık tarihinin en kısa konklavlarından birisiyle papa seçilen ve 1846
yılından 1878 tarihine kadar en uzun süre papalık koltuğunda oturacak olan IX. Pius,
papalığa seçildiğinde Bologna, Parma, Ancona, ve Modena dahil baştan başa tüm
Orta İtalya‟ya hükmediyordu. Ancak Fransız Devrimi sonrası gelişmeler İtalya‟da
siyasal birliğe yönelik gayretleri artırmış ve İtalya yarımadası siyasal olarak
risorgimento (diriliş) denilen bütün bir ülkede birliği sağlama, bağımsız bir ulus
devlet haline gelme ve iki kuzey eyaletini işgal altında tutan Avusturyalıları oradan
çıkarıp atma amacını taşıyan bir halk hareketinin merkezi olmuştur. Bu hareket tüm
Orta İtalya‟ya hükmeden Papalık iktidarını tehdit eder hale gelmiştir. Büyük
ümitlerle papalık koltuğuna oturan ve Katoliklerin güvenini kazanan Pius‟a
gösterilen teveccüh, onun karizmatik kişiliğinin İtalya‟nın lehine kullanılması
konusunda bir kanaat oluşturmuştur. Üstelik Pius, Peru ve Şili gibi ülkelerde Papalık
elçisi olarak bulunmasından ötürü sadece İtalya dışında değil, Avrupa dışındaki
dünya konusunda da tecrübeli bir isim ve Imola piskoposu olarak iyi bir şöhrete
sahip bir şahsiyet olarak temayüz etmiştir. Pius kendisini siyasi arenaya çekme
baskılarına azimle direnmiştir. Hatta Pius, bir İtalyan eyaleti olan Piedmont, 1848
yılında Avusturya‟ya karşı savaş ilan ettiğinde, bizzat papa tarafından atanan Roma
kabinesi, Avusturya‟ya karşı olan savaşı desteklemek için bir askeri birlik
göndermeye karar vermiş, Pius ise her biri kendi egemenlik alanında olan bu iki
Katolik ülkenin arasındaki muhtemel savaştan dolayı çok dehşete kapılmıştır. Bir
hitabesinde de askeri harekatı kabul etmediği gibi İtalya birliğine yönelik herhangi
bir hareketin öncüsü olmak gibi bir niyetinin de olmadığını belirtmiştir.306
Öte yandan 1848 yılında bütün Avrupa‟yı saran devrim rüzgarları halkı
Roma‟da anayasal yönetime yönelik popüler taleplere sevketmişti. Pius, bu talepleri
1848 yılı Mart ayında bir anayasa hazırlanacağı vaadiyle bastırmaya çalışmıştı.
Ancak bu açıklamadan birkaç gün sonra İtalyan nasyonalizmini ve kendisine karşıt
popüler fikirleri lanetleyen bir açıklama yapmıştır. 16 Eylül gibi çok kısa bir süre
306
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 242-3; McClory, Power and the Papacy, s. 59; Collins,
Keepers of the Keys of Heaven, s. 436-7; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s.
272-3; Ayrıca bkz. Richard L. Rubenstein, “Yirmibirinci Yüzyılda Din”, çev. Bekir Zakir Çoban,
Doğu Batı, 20 (2002), s. 6.
99
önce göreve getirilen başyardımcı Pellegrino Rossi 13/15(?) Kasım 1848 tarihinde
güpegündüz bir suikaste kurban gitmiş ve milliyetçi provokatörlerle kışkırtılan
ayaklanmalar baş göstermiştir. Hayatından endişe eden ve kriz durumlarında her
zaman ustalığıyla bilinen Pius, kendisini koruyan çok az sayıda İsviçreli muhafız ve
kendisinin siyaset ve hukuk müşaviri olan Marcantonio Pacelli ile birlikte sıradan bir
rahip kılığına girerek dikkat çekmeyen bir at arabası içinde komşu il olan Roma‟nın
yaklaşık 130 km. güneyinde Napoli Krallığı‟ndaki Gaeta‟ya kaçmış ve orada bir
yıldan fazla bir süre sürgün hayatı yaşamıştır.307
Papanın kaçışından bir ay sonra Giuseppe Garibaldi‟ye bağlı Risorgimento
kuvvetleri Roma‟ya girmiş ve 9 Şubat 1849‟da bir yasama organı kurarak İtalya‟yı
birleşik bir cumhuriyet olarak ilan etmiş ve papalık idaresinin sona erdiğini
bildirmiştir. Bu işgal papalığın dünyevi hakimiyetinin bitmesi anlamına geliyordu.
Uzaktaki papa bu ihaneti kınamış ve olaya müdahil olması için Fransa‟ya
başvurmuştur. Her ne kadar Fransız yönetiminde az da olsa Vatikan destekçileri olsa
da Fransa eski düşmanı Avusturya‟nın İtalya içlerinde daha fazla ilerlemesinden
endişe ederek küçük bir orduyu derhal cumhuriyetçiler üzerine sevk ederek
statükoyu yeniden yerine ikame etmiş ve Napoli Kralı‟nın kendi ikbalini düşünerek
Papayı yanında kalması için ikna etmeye çalışmasına rağmen Pius tekrar Vatikan‟a
dönmüştür.308
Bütün bu gelişmeler neticesinde, Kiliseyi muhafazakar bir yapıya kavuşturan
kişi olarak nitelendirilen Pius‟un, Fransız İhtilali ve aydınlanma sonucu Avrupa‟yı
etkileyen siyasi ve sosyal gelişmelerin şeytan işi olduğuna yönelik hiçbir şüphesi
kalmadı. Liberal ve milliyetçi güçlerle uzlaşmaya yönelik hevesi de sürgünde
kaybolan Pius‟a göre Roma Katolik Kilisesi medeniyetle eş anlamlıdır. Hiyerarşideki
diğer ruhaniler gibi Pius da sadece Hıristiyan esaslar üzerine kurulmuş bir devletin
meşru kabul edilebileceğini düşünüyordu. Bundan dolayı Fransız Devriminin
307
Bkz. Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 439; Rubenstein, “a.g.m.”, s. 6; Chadwick, A
History of the Popes, s. 84; O‟Malley, a.g.e., s.243; Bu çalkantılı dönemin detaylı bir analizi için bkz.
Chadwick, a.g.e., ss.80-85.
308
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 84; McClory, Power and the Papacy, s. 59-60; Collins,
Keepers of the Keys of Heaven, s. 436-41.
100
olumsuz sonuçlarını bizzat tecrübe eden Pius, kendisini tamamen devrimin bu siyasal
etkilerini silmeye adamıştır.309
1850 yılı Nisan ayının ortalarında Papa eski layık olduğu yere, Vatikan‟a
bambaşka birisi olarak tekrar dönmüştür. Daha önceden liberal ve demokratik
prensiplerle ilgilenen Pius, artık kanaatlerini değiştirmiş ve selefi Gregory‟nin
politikalarına dönerek tavizsiz bir tutum sergilemiştir. İlk iş olarak demokratik
reformları kınamakla işe başlayan Pius Papalık Devletlerini ölümüne kadar
savunmaya yemin etmiş ve birleşik bir İtalya için çalışan hareketi kınamıştır. Hatta
Pius, İtalya birliğine engel sembol bir isim haline gelmiştir ki bu durum aşırı
muhafazakar John Henry Newman tarafından “sertliğin güzelliği” olarak
nitelendirilmiştir. Benzer bir tutum onun kilise idaresinde de kendisini göstermiştir.
Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki kilise hiyerarşisi içerisindeki liberal doktrinlerin
uzantılarıyla (ve Gallikanizm‟in devam eden tesirleriyle) yakından ilgilenmiştir.
Ulusal episkopal toplantı biçimlerini yasaklamış ve ad limina adlı genelge ile zorunlu
tutulan, papanın cemaatini daha yakından gözleme ve kollama amacını taşıyan,
piskoposların kişisel olarak Vatikan‟ı ziyaret etme uygulamasını düzenli bir
uygulama olarak başlatmıştır. Kilisenin seküler dünyanın kaotik modellerini
benimsemesinden kaygı duyan Pius‟a göre modernizm, yüzyıllarca terakkiyi ifade
etse de o zamanda ideolojik; siyasi bir kavramdır.310
5.3. Meryem’in Asli Günahtan KorunmuĢluğu: Immaculate Conception
IX. Pius‟un, I. Vatikan Konsili‟nden, yani onun yanılmazlık vasfının resmen
ilan edilmesinden önce yayınlamış olduğu ve papanın yanılmazlığına işaret ettiği,
hatta de facto olarak papanın yanılmazlığının ilk icrası 311 şeklinde yorumlanan
309
Bkz. Rubenstein, “a.g.m.”, s. 6-7; Pius‟un liberalizm hakkındaki görüşleri için bkz. Kertzer, The
Kidnapping of Edgardo Mortara, s. 78.
310
Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 26; O‟Malley, “The Beatification
of Pope Pius IX”, ; Ayrıca bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s. 243.
311
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 45.
101
önemli genelgelerinden bir diğeri de 8 Aralık 1854‟te ilan ettiği Meryem‟in asli
günahtan korunmuş olduğu doktrinini içeren Ineffabilis Deus‟tur.312
Meryem üzerine olan tartışmalar Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yer
tutmuş hatta bu konuyla ilgilenen mariology diye müstakil bir alt disiplin oluşmuştur.
Meryem‟in tabiatına ilişkin olarak onun theotokos (tanrı anası), anthropotokos (insan
anası) ya da ikisi arasında bir uzlaştırma girişimi olarak christotokos (Mesih anası)
gibi onun “ne” olduğuna dair ilk ciddi tartışmalar 431 Efes Konsili‟nde başlamış
daha sonra 451 Kadıköy Konsili‟yle devam etmiş, 1431-39 Basel ve 1545-63 Trent
Konsil‟lerinde de Meryem‟in bütün günahların lekelerinden korunduğuna yönelik
tartışmalar yapılarak kararlar alınmıştır.313
İlk yüzyıllara kadar götürülebilen Meryem‟in doğuştan ilk günahtan (original
sin) korunduğu düşüncesi 314 baştan beri üzerinde ittifak edilen bir konu değildir.
Örneğin Aziz Bernard‟ın etkisi altında kalan XII ve XIII. yüzyılların önde gelen
teologlarından Petrus Lombardus, Aziz Alexander, Aziz Bonaventure, Aziz Albert,
Thomas Aquinas gibi teologlar Meryem‟in ilk günahtan korunduğu düşüncesiyle
ilgili olarak evrensel bir ittifakı sağlayacak herhangi bir usül bulunmadığını ileri
sürmüşlerdir.315 Örneğin ünlü Hıristiyan teolog Thomas Aquinas, bunun İsa‟nın bir
kurtarıcı olarak eşsiz konumunu etkileyeceğini ileri sürmüştür. 316 Ancak uzun bir
tarihi süreçte Immaculate Conception dini bir düşünce olarak inananlar arasında
varlığını korumuştur. Bu doktrin XIV. yüzyılda İspanya‟da bazı Cizvitlerin,
havarilere kadar geri götürülen inançları ihtiva eden tabletleri çözmeleriyle gündeme
gelmiştir. Sonradan bu tabletlerin sahte ve içerdikleri inanç ilkelerinin de
bocalamadan ibaret olduğu ileri sürülmüştür. Rivayete göre 1830 yılında Catherine
Laboure (1806-76) bir görüm (vision) ile Meryem‟in kendisine görünüp kendisinin
312
Ineffabilis Deus‟un tam metni için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9ineff.htm,
(12.11.2013).
313
Bu konuyla alakalı olarak bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 199, 202 ve 203; Ömer
Faruk Harman, “Meryem” DİA, Cilt 29, ss.236-242; Muhammet Tarakçı, “Nestorius Ve Kristolojisi”,
UÜİFD, Cilt:19, sayı:1, 2010, ss.215-241.
314
Immaculate Conception doktrinin tarihsel gelişimi için bkz. Francis J. Connell, “Historical
Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, The American Ecclesiastical Review,
May 1946, ss. 340-346; Ayrıca bu doktrinin Katolik Kilisesi dışındaki Hıristiyanlar ve İslam dinindeki
yerinin bir karşılaştırması için bkz. Christopher Evan Longhurst, “Other Sources on the Immaculate
Conception of the Blessed Virgin Mary”The Catholic Response, vol. IX, no. 3, November/December
2012, ss.14-19.
315
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 201.
316
Bkz. Connell, “Historical Development of the Dogma of the Immaculate Conception”, s. 345
102
bu dünya üzerindeki konumunun belirtilmesini istemiştir. 317 İşte bu mucizevi
söylenti Meryem‟e olan ilgiyi artırmış ve bazı dindarlar ve özellikle Giovanni
Perrone gibi başı çeken teologlar bunun için kiliseden resmi bir bildiri yayımlaması
çağrısında bulunmuştur.
Pius‟un papa olarak seçildiği 1846 yılında Meryem‟in bu kez Fransa‟nın La
Salette şehrinde çobanlık yapan iki çocuğa görünmesi konuya ilgiyi daha da
artırmıştır. Rivayete göre Meryem‟in papaya iletilmesi gereken gizli bir mesajı
varmış. O gizli mesajın içeriği kesinlikle açığa çıkarılamamış, ancak çocuklardan
birinden bu sırrı harf harf kodlaması istendiğinde ortaya “yanılmazlık” (infallibility)
ve “deccal” (antichrist) kelimeleri çıkmıştır. 318
Hıristiyan dünyada büyüyerek devam eden Meryem‟ e olan bu düşkünlükle
birlikte (onun iki çocuğa göründüğü yer olan La Salette, daha sonraları Fatima gibi
bir hac mekanı haline gelmiş) Papa IX. Pius Meryem‟in asli günahtan korunmuş
olarak doğduğu Immaculate Conception inancının açık bir şekilde ve resmen
onaylanmaya layık olduğunu belirtmiştir. Daha açık bir tutum I. Vatikan Konsili
esnasında ortaya konulmuştur. Pius kendi adına bu doktrinin resmen ilan
edilmesinden yana olmuştur. O yaklaşık 603 piskoposa bu konuyla ilgili görüşlerini
sorduğunda onlardan sadece 56 ya da 57 piskopos aksi yönde görüş beyan
etmişlerdir. Onlara göre bu doktrinin kutsal yazılarda bir temeli yoktu ve bunun
sıhhati gelenekten –kısmen zayıf bir gelenekten- geliyordu.319
8 Aralık 1854‟te IX. Pius, Katolik kateşizmine de geçtiği şekliyle “En kutlu
olan bakire Meryem, gebeliğinin ilk anından itibaren, kadiri mutlak Tanrı‟nın eşsiz
fazilet ve mazhariyeti ve insan ırkının kurtarıcısı Mesih İsa‟ya layık olmasından
dolayı ilk günahın bütün lekesinden korunmuştur.” şeklinde ifadesini bulan
Ineffabilis Deus adlı bullayı yayımlamıştır. 320 Bu ifadelerde ortaya konulan öğreti
“Şayet herhangi birisi tarafımızca tanımlanandan başka türlü düşünmeye kalkışırsa o
317
Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/10115a.htm, (31.01.2915).
Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 73; McClory, Power and the
Papacy, s. 66-7; O‟Malley, A History of the Popes, s.243-4; Chadwick, A History of the Popes, s.120.
319
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 66-7; Connell, “Historical Development of the Dogma of
the Immaculate Conception”, s. 346.
320
Bkz. Anne Fremantle, The Papal Encyclicals: In Their Historical Context, New American Library,
New York 1959, s. 134; http://www.vatican.va/archive/ENG0015/__P1K.HTM#-IJ, (03.05.2014).
318
103
kesinlikle kutsal ve Katolik inancı terk ettiğini bilsin” ifadeleriyle de takviye
edilmiştir.321
Pius‟un bütün Hıristiyanları bağlayıcı nitelikte böyle bir dogma ortaya
koyması bütün Katoliklerce coşku ve heyecanla karşılanmıştır. Tam da dünyevi
otoritesinin sallantıda olduğu bir dönemde ultramontanistlerin tezlerinde ortaya
koyduğu şekliyle dini alanda mutlak otoritesini ortaya koymuştur. Tabi o güne kadar
üzerinde uzun boylu herhangi bir tartışma olmayan Meryem‟in asli günahın her türlü
lekesinden korunmuşluğu doktrini üzerinde onun anlamını daha da derinleştirecek ve
genişletecek şekilde yeni görüşler ileri sürmüşlerdir.322
Bu resmi bildiri özgün bir emsal ortaya koymakta ve papaların tasarruflarında
yeni bir gelişmeye işaret etmektedir. Şöyle ki daha önceki papalar geleneksel olarak
bir öğretmen, yargıç ve iltimas dağıtan ruhani önderler konumunda ve yayınladıkları
ansiklikalleri basit bir iletişim vasıtası durumundayken, artık daha şümullü, teolojik
ve doktrinel ilkeler ortaya koyan ve emredici bir yapıya dönüşmekteydi. Papa,
otoritesine dayanarak, evrensel Kilisenin kabul etmesi zorunlu olan bir inanç kuralı
koymuştur. Pius‟un danışmanı Schrader‟e göre bu, daha önce hiç bir papalık
makamının bu minvalde ortaya koymadığı bir yasaydı. Papa, mutlak otoritesiyle bir
dogmayı tanımlamış ve bu dogmaya bir konsil iştirak etmemişti. Bu bağımsız ve
kayıtsız uygulama, eğer resmen değilse bile pratik olarak bir diğer dogmatik
tanımlamayı ihtiva eder, yani papa -sadece bir konsile başkanlık ettiği zaman değilbizatihi, inanca müteallik konularda yanılmaz yorumlamada bulunabilir demekti.323
Manning ise ökümenik hatta sıradan bir konsil toplantısı yapılmadan Pius‟un böylesi
bir tanımlamada bulunmasının Katolik olmayanlar açısından hiçbir şekilde yanılmaz
addedilmediğini ancak bütün piskoposların ve bütün Katoliklerin Pius‟un bu
tasarrufunu yanılmaz olarak gördüklerini ifade etmektedir.324
321
Bkz. McBrien, The Chucrh, s.1102; Chadwick, A History of the Popes, s.121.
Bkz. O‟Malley, A History of the Popes, s.244.
323
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 67; O‟Malley, A History of the Popes, s. 244.
324
Bkz. Henry Edward, The True Story of the Vatican Council, Henry S. King & Co., London 1877, s.
42-3.
322
104
5.4. Liberalizme Meydan Okuma: Hatalar Manzumesi
XIX. yüzyıl 1830 ve 1848 devrimlerinin yaşandığı, günümüz düşünce
yapısını oluşturan unsurların şekillenmeye başladığı bir çelişkiler ve aynı zamanda
derin kopuşlar yüzyılıdır. Leon Daudet, bu çağı, politik kaos ve istikrarlı bir
entelektüel örgütlenme yokluğu karşısında “aptal XIX. yüzyıl” olarak nitelendirir.
Aslında bu yüzyıl fazlasıyla doktriner olan ve yeni dogmalar yaratan Sosyalizm ve
Marksizm gibi büyük düşünce akımlarının üretildiği bir çağdır. Bütün bir yüzyıl
boyunca Hıristiyanlık ve Rasyonalizm (akılcılık) birbiriyle mücadele halinde
olmuştur. Aydınlanma ve Fransız İhtilali Hıristiyanlığı kötü gösterip inançla alay
ederken, rasyonalist ve pozitivist düşünce –özellikle Katolik boyutuyla- dini inanca
yönelik küçümseyici tavrını gizlememiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle
Darwin teorisi nedeniyle Tanrı düşüncesini ve inancı sorgulamaya açan rosyonalizm
ile Katolik Kilisesi ya da Ultramontanist bakış açısı arasında bir mücadele dönemi
başlamıştır. Böylece doğaüstünü reddeden ve insan aklını ön plana çıkaran
hareketlerle skolastik değerler tehlikeye düşmüştür.325
Katolik Kilisesi‟nin geleneksel kabullerine karşı gelişen bu entelektüel
meydan okumalar karşısında Pius daha papalığının ilk aylarında 9 Kasım 1846 tarihli
Qui Pleribus 326 ansiklikalinde insan aklının Hıristiyan inancının akla ve mantığa
uygunluğunu kavrayabilecek güçte olduğunu ve zaten Hıristiyan inancının da bunu
istediğini belirtmiştir. 1855 yılında da Index Kurulu (Congregation of the Index) akıl
ile iman arasında herhangi bir uyumsuzluk ve çatışma olmadığını ifade eden dört
maddelik bir bildiri yayınlamıştır. 1857 yılında Index Kurulu, modern bilimin
taleplerine cevap veremediğinden dolayı teolojide skolastik metod terk edilmelidir
görüşünü ileri süren Anton Günther‟in eserlerini de kınamıştır ki bu görüşler
Syllabus‟ta da kınanacaktır. Katolik Kilisesi ya da Papalık ilerleyen yıllarda da
benzer bildiriler ile bu meydan okumalara karşı durmaya çalışmıştır. Örneğin Münih
Üniversitesi felsefe profesörü Jacob Frohschammer‟in, felsefenin ve bilimsel felsefe
metodunun kilise dogmasından ve kilisenin öğreti otoritesinden bağımsız olması
gerektiğini ileri sürmesi üzerine Münih başpiskoposu benzer bir tema içeren bir
325
Bkz. Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, s. 271-274 ve 323; Benzer yorumlar için bkz. Gilley &
Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 13.
326
Tam metin için bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quiplu.htm, (12.05.2013).
105
kınama mektubu göndermiştir. 11 Aralık 1862 tarihli Gravissimas Inter adlı
genelgesinde Pius “Aklın inanç alanını istila etmesini ve bu alana fitne tohumları
ekmesini hoş görmemiz mümkün değildir” ifadelerini kullanmıştır.327
Liberal bir görünüm sergileyerek papalık koltuğuna oturan Pio Nono‟nun
sürgünden döndükten sonraki bildirileri bir sertlik dönemine işaret eder. Papa IX.
Pius‟un,
8
Aralık
1864‟te
Collectio
Errorum
Modernorum
(Hatalar
Manzumesi=Syllabus of Error) adında bir genelge yayınlaması bu sertlik
politikasının zirve noktasıdır. Bu belge hem seküler güçlere hem de kilise
içerisindeki liberallere yönelik ifadeler içermekteydi. On başlık altında dönemin
seksen önemli hatasını içeren Syllabus ile ifade özgürlüğü, dini tolerans, din-devlet
ayrılığı gibi fikirler yanında Papa‟nın ilerleme, liberalizm ve modern medeniyetle
uzlaşabileceği ya da uzlaşmak zorunda olduğu fikirleri bir hata olarak
nitelendirilmiştir. Syllabus‟la hemen hemen bütün liberal ve modern fikirler; halkın
egemenliği, basın özgürlüğü, inanç ve ibadet hürriyeti, skolastisizmden sapma
gösteren her tür felsefi düşünce mahkum edilmiştir. Aşırı ultramontanist düşünceyi
yansıtan bu fikirler çeşitli teologlardan oluşturulan komisyonlarca özellikle de daha
sonra kardinalliğe yükseltilecek olan Luigi Bilio tarafından dört yıllık bir periyotta
hazırlanmış ve Quanta Cura328 isimli bir ansiklikal olarak ve kendisine iliştirilmiş
zamanın seksen hatasını tanımlayan müstakil bölümler halinde yayımlanmıştır.
Ansiklikalin genel olarak kınadığı görüşler Syllabus‟ta daha belirgin bir şekilde
kınanmaktaydı. Örneğin “naturalizmin dinsiz ve saçma prensipleri” modern
kötülüğün kökeni olarak tanımlanmaktaydı.329
Hatalar Listesi, Pius‟un liberalizmi en sistematik biçimde kınadığı belgedir ve
Pius‟un önceden karşı çıktığı seksen sorunun bir listesini içerir. Bu listenin olumsuz
bir üslupla hazırlandığı, dolayısıyla orijinal metindeki her maddenin, “Asla doğru
değildir ki…” şeklinde başlıyor olması dikkat çekicidir. Quanta Cura ve ona
327
Bkz. Gerald A. McCool, Nineteenth-Century Scholasticism: The Search for a Unitary Method,
Fordham University Press, USA 1999, s. 129-131; Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni, s. 271-274
ve 323;
328
Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quanta.htm, (17.07.2013).
329
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 281-2; Hans Küng, The Council,
Reform and Reunion, Translated by Cecily Hastings, Sheed and Ward, New York 1961, s. 87;
Infallible? An Unresolved Enquiry, London, 1994, s.74; O‟Malley, A History of the Popes, s. 245;
Chadwick, A History of the Popes, s. 212.Papa IX. Pius tarafından kınanan 80 madde için bkz.
Fremantle, The papal encyclicals, ss. 143-152; Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, ss. 433442; ayrıca bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9syll.htm, (06.03.2014);
106
iliştirilmiş Syllabus of Errors dikkatle incelendiğinde aslında Vatikan‟ın yüzyıllardır
tesis etmeye ve korumaya çalıştığı hem dini hem de dünyevi en yüksek otorite
olduğu iddialarını yinelediği görülmektedir. Ancak Katolik inancının en geçerli inanç
olduğu ve kilisenin dünyevi idareden, yani devletten daha üstün olduğu ve her türlü
maddi manevi tasarrufa sahip olduğu tezlerini ortaya koyan Syllabus‟ta papanın
yanılmazlığına dair herhangi bir ifade ya da ima yer almamıştır.
IX. Pius‟un, Syllabus ile bazı hatalı doktrinleri, dönemin eğilim ve fikirlerini
hedef alarak liberal güçlerin yükselişi karşısında güçlü ve sözü dinlenilir bir Papalık
teşkil ederek Hıristiyan halkı yanlış ve batıl doktrinlerden korumak olmakla birlikte
Fransa‟daki etkili din adamlarından Orléans piskoposu Dupanloup‟u da hedef aldığı
ifade edilmiştir. Syllabus‟un ilan edildiği dönem, Kilisenin, Papalık Devletlerinin
(Papal States) son parçalarına (buna Roma dükalığı da dahil) sahip olduğu ve genel
olarak Kilisenin dünyevi otoritesinin saldırı altında olduğu bir zaman dilimiydi. Bu
dönemde Syllabus, genel olarak, Kilisenin ve Papalığın, piskoposların seçimi,
inananların dini hayatının tanzim edilmesi ve öğretilerin yayılması yoluyla
otonomluğunu koruma amacı taşımaktaydı. 330 Dupanloup bu durumu “Kilisenin
adapte olmak zorunda olduğu bir dünya değil, herkesin Katolik olduğu ideal bir
dünya tasavvuru” olarak ifade etmiştir.331
Daha önce Lammenais liberal görüşlerinden dolayı Pius tarafından
kınandığında Katolik dünyada büyük bir protesto olmamıştı. Ancak yeni bir kuşak
vardı ve Amerika, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde inanç ve ibadet özgürlüğü
politik sisteme entegre olmuştu. Syllabus büyük protestolara sebebiyet vermiş ve
Katolikler bile Syllabusu aşırı tepkisel ve çağdışı bulmuştur. Hatta İtalyanlar
tarafından Roma‟nın işgalini önlemek için ordusunu teyakkuzda tutan Fransız
hükumeti bile Syllabusu Fransa‟da kınamıştır.332
330
Bkz. Mcrien, The Church, s.108; Brezzi, The Papacy, s. 162; Çoban, Geçmişten Günümüze
Papalık, s. 134.
331
Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 18.
332
Bkz. McBrien, The Church, s.87; McClory, Power and the Papacy, s.70-1; O‟Malley, A History of
the Popes, s. 245; Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 52.
107
6. I. VATĠKAN KONSĠLĠ VE YANILMAZLIK DOKTRĠNĠNĠN
KABULÜ
Hıristiyanlığın başlangıç yıllarına kadar geri götürülen yanılmazlık doktrini
etrafındaki asıl tartışma, bu vasfın bulunup bulunmadığı hususundan ziyade bu vasfın
kime ait olduğu hususundadır. Daha doğrusu Kutsal Ruh‟un gözetim ve denetimi
altında “hataya düşmeme”, “bozulmama”, “saf itikadın korunması” gibi bir nevi
sigorta işlevine sahip olan bu karizmanın Kiliseye mi yoksa papaya mı ait olduğudur.
İncil ifadelerinden ve gelenekten iktibasla oluşturulan ve ilk dönemlerde bir bütün
olarak Kiliseye, tedricen de Roma Kilisesi‟ne hasredilen bu yetki ilk defa XIII.
yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısında Fransisken öğretilerin teminatına
matuf olarak papaya transfer edilmiş, sonraki yüzyıllarda da papayı merkeze alan
ultramontanist teologlarca papanın yanılmazlığı direkt veya dolaylı olarak işlenerek
bu doktrininin dogmalaşması yolunda toplumsal ve teolojik bir alt yapı
oluşturulmuştur. Reformasyonla başlayıp Fransız İhtilali ile devam eden, aydınlanma
ve moderniteyle ivme kazanan Kilisedeki itibar aşınmasına karşı I. Vatikan
Konsili‟nde bir araya gelen ve kahir ekseriyetini bu ultramontanist duygulara sahip
piskoposların oluşturduğu piskoposlar papanın yanılmazlığı doktrinini bir dogma
olarak kabul etmiştir. Bu kısımda I. Vatikan Konsili ve konsilde bu doktrin etrafında
yapılan müzakere ve tartışmalar ele alınacaktır.
6.1. Konsil Çağrısı ve Konsilin Amacı
Kendisini Tanrı tarafından görevlendirilen bir elçi olarak gören333 Pius‟un
ökümenik bir konsil toplama fikrinin oluştuğu tarih olarak 1864 Aralık ayı
gösterilmektedir. 334 Syllabus‟un yayımlanmasından sadece iki gün önce 6 Aralık
1864 tarihinde Pius dini tören topluluğunun seçilmiş üyelerine “Hıristiyan dünyanın
333
McClory, Power and the Papacy, s. 65.
Bkz. Henry Edward (Manning), The True Story of the Vatican Council, s. 3; Chadwick, A History
of the Popes, s.182; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 443; Küng, The Council, Reform and
Reunion, s. 87.
334
108
karşı karşıya kaldığı görülmemiş fenalıklar için olağanüstü çareler aramak”335 adına
bir konsil toplama fikrini açtığı ve gizlilik yemini alarak onların görüşlerini sorduğu,
13 üyenin bu fikri olumlu bulurken 8 üyenin ise buna karşı görüş belirttiği ya da bazı
ciddi endişeleri dile getirdikleri ifade edilmektedir. Bazı din adamları konsilin göz
önünde bulundurması gereken öncelikli konunun kilise disiplininin değişen
dünyadan dolayı çağa uydurulması ya da hafifletilmesi gerektiğini ileri sürerken,
bazıları da daha güçlü bir kilise doktrinininden yana görüş belirtmişlerdir. Bir diğer
grup ise konsilin ana gündeminin Hıristiyanların yeniden bir araya getirilmesi için
çalışmak olduğunu belirtmiştir. Halihazırda dünyanın içerisinde bulunduğu
konjonktür de ökümenik bir konsil toplamanın önünde engel olarak ileri
sürülmüştür. 336 Papa IX. Pius‟a gelince, onun bir konsil toplamadaki amacı,
aydınlanma ve Fransız İhtilali‟nin topluma nüfuz eden fikir ve prensiplerine karşı bir
ağırlık merkezi teşkil etmektir. Pius ve diğer pek çok Katolik çağın getirdiği
rasyonalizm, materyalizm, ateizm, sosyalizm, komünizm, liberalizm, demokrasi,
milliyetçilik ve bu akımlarla boyanmış diğer modern ideolojileri Kilise ve Kilise
otoritesi için bir tehdit olarak görmekteydi. Papanın yanılmazlığı doktrini bütün bu
zararlı akımlara karşı bir panzehir olarak görülmüştür.337 Zira Fransız İhtilali‟nden
1944 yılına değin papalar Katolik monarşiyi en ideal yönetim biçimi olarak
görmüşler, ancak 1944 yılının başında XII. Pius demokrasinin bir erdem olduğunu
ifade etmiştir. Kısaca konsilin gündemi, Pius‟un 1864 yılında yayımladığı Quanta
Cura adlı ansiklikale iliştirilen ve iman-akıl ve kilise-devlet bağlamında karşılıklı
etkileşime yol açan panteizm ve naturalizm ile alakalı olarak dönemin seksen önemli
hatasını kınadığı ünlü Syllabus of Errors ile yakından ilgili olup modernizmin
tehditleri karşısında bir savunma mekanizması oluşturmaktır. Her ne kadar papanın
yanılmazlığı konusu ilk mülahazalarda net bir şekilde mevzu bahis olmasa da konsil
sonunda kabul edilen doktrinin bu amaca matuf olduğu görülmüştür.338
335
Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 31.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 71; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 53-5;
Konsil toplantısına ve konsil gündemine ilişkin görüş ve öneriler için bkz. Manning, The True Story
of the Vatican Council, ss. 4-12.
337
Bkz. Güngör, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 18; ayrıca bkz. Mahmut Aydın,
“Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, s. 568.
338
Bkz. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils, s. 801; McBrien, The Church, s. 108; O‟Malley,
A History of the Popes, s.246-7; Collins, Keepers of the Keys of Heaven, s. 443; Küng, The Council,
Reform and Reunion, s. 87-8; Chadwick, A History of the Popes, s. 184; John F Pollard, Money and
336
109
Dört ay sonra Pius, yine gizli kalmak koşuluyla dünyanın dört bir tarafından
seçilmiş 34 piskoposa görüşlerini sunmuştur. Bir konsil toplantısından yana olan
büyük çoğunluk ve konsilin toplanması hususunda çekincelerini bildiren sekiz
piskopos konsilin kabul edilmesi muhtemel kararları arasında bir yanılmazlık
bildirisinin
de
olmasını
dile
getirmişlerdir. Bütün
bu
gelişmeler
Pius‟u
cesaretlendirmiştir ancak konjonktür, özellikle de Avusturya ile Prusya arasındaki
savaş dolayısıyla Pius bu niyetini 1867 yılına kadar resmen ilan etmemiştir. Beş yüz
kişiden oluşan piskoposlar topluluğu Aziz Petrus‟u anma töreni için Roma‟da
bulunduğu 26 Haziran 1867 tarihinde Pius, bir konsil toplama niyet ve amacını
herhangi bir şekilde “yanılmazlık” lafızını zikretmeksizin, “Toplantının amacı bu
sıkıntılı zamanlarda Tanrının onurunu daha da yükseltmek, inancın safiyetini ve
Tanrısal mesleğin itibarını, ruhların kurtuluşunu, papaz ve deyakonların idaresini ve
bütün dünyanın ortak barış ve ittifakını sağlamak olacaktır” şeklinde ilan etmiştir.339
Papanın ökümenik bir konsil toplama niyeti 29 Haziran 1868 tarihinde 340
yayınladığı Aeterni Patris (Ebedi Baba) adlı bulla ile resmiyet kazanmıştır.341 Konsil
toplantısı için verilen tarih Meryem‟in asli günahın bütün yükünden azade olarak
doğduğu inancının dogmatik olarak kabul edilişinin (Immaculate Conception) yıl
dönümü olan 8 Aralık 1869, toplanma yeri de Vatikan‟dı.342 Konsilin toplantı yerinin
Roma olması bazı riskler barındırmasına rağmen 343 bazı piskoposlar tarafından
the Rice of the Modern Papacy: Financing the Vatican, 1850-1950, Cambridge University Press, UK
2005, s. 7.
339
Bkz. McClory, Power and Papacy, s. 71-2; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 62;
Thomas Witherow, “History of the Vatican Council”, Southern Presbyterian Review 26.2 (April
1875), s. 340.
340
Aeterni Patris‟in yayımlanma tarihi olarak değişik tarihler de verilmektedir. Manning bu tarihi 26
Haziran 1868 olarak verirken, Aubert 29 Temmuz 1868, Hasler ise 8 Eylül 1868 olarak verir. Bkz.
Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 46; Roger Aubert, “Vatican Councils: Vatican I”,
ER, vol. 15, s.194; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 58.
341
Bu ifadelerle başladığı için Aeterni Patris olarak bilinen IX. Pius‟un bu apostolik mektubu da
geleneksel Roma merkeziyetçiliğini öne çıkaran; Mesih‟in kendisinden sonra yerine talim, tedris ve
yargılamaya tam yetkili olarak havarilerin prensi Petrus‟u bıraktığı, ondan sonra da bu yetkinin o
makama oturan haleflerine geçtiği, dolayısıyla Hıristiyan itikadını koruma ve kollama görevinin Roma
piskoposlarına ait olduğu ve gerektiğinde bunu sağlama adına bir ökümenik konsil toplayabileceği
ifadelerine yer vermektedir. Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/01176a.htm, (26.06.2014).
342
Bkz. Tanner, Decrees, s.801; O‟Malley, A History of the Popes, s. 246; McBrien, The Church,
s.109; Collins, Keepers of the Keys, s. 443; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 62;
Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 342;
343
1860 yılında Risorgimento kuvvetleri Papalık Devletlerini ele geçirmiş ve Roma‟yı da yeni
devletin başkenti olarak ilan etmişlerdi ve hali hazırda da Roma‟ya karşı bir harekat için tetikte
beklemekteydi. O zaman için Napolyon Roma‟nın hamisi olmuş ve İtalyan kuvvetlerinin Roma‟yı
110
memnuniyetle karşılanmıştır. Örneğin Tours Başpiskoposu Guibert için bu durum
Katoliklik adına Roma‟nın yeniden ele geçirilmesi anlamına geliyordu. 344 Papanın
konsil toplantısını ilan eden bullasını345 okumasını müteakip, protokol, orada hazır
bulunan piskoposlardan papaya teşekkür mahiyetinde ve ona destek sözünü içeren
bir bildiri hazırlamalarını talep etmiştir. Manning, modern düşünceleri kınayan bir
“savaş manifestosu” ve buna ilaveten yanılmazlık mevzusunun da bu söylevde yer
almasını istemiştir. Dupanloup ise böylesi bir agresif tavır takınılmasına itiraz etmiş
ve yanılmazlık konusunu gündeme getirmenin ayrılığı körüklemekten başka bir işe
yaramayacağını öne sürmüştür. Manning ve onun gibi düşünenlere göre Dupanloup
ve diğer Fransız ve Alman piskoposlarda teolojik gallikanizminin kırıntıları
mevcuttu. Sonuçta tebrik amacıyla hazırlanan metinde şu ifadelere yer verilmiştir:
“Biz (Kilise) Babaların Florence Konsili‟nde tanımladıkları; Roma Piskoposu
Mesih‟in vekili (vicar of christ) ve bütün kilisenin başı, bütün Hıristiyanların babası
ve öğreticisidir ve o Petrus‟a İsa Mesih tarafından bahşedilmiş evrensel kiliseye
rehberlik etme, onu idare etme ve yönetme tam yetkisine sahiptir görüşüne tamamen
katılıyoruz.”346
6.2. Konsil Gündemine Ġlk Tepkiler
İlerleyen aylarda konsilin planlaması kardinallerden oluşan bir komisyonca
üstlenilmiştir. Bu komisyon üyeleri Roma Curiası üyelerince özellikle atanmış ve
üçte ikisi Roma‟da yaşayan İtalyanlardan oluşmuştur.347 Onların faaliyetleri 1869 yılı
Şubat ayına, La Civilta Cattolica‟da348 tavsiye niteliğinde bir makale yayınlanıncaya
kadar fazla dikkat çekmemiştir. Çok tartışılan bu makalede “Katoliklerin konsilden
beklentisinin Syllabus doktrinlerinin [yanılmaz olarak] ilanı…ve Yüce Papa‟nın
yanılmazlığı dogmasının coşkuyla kabul edilip oybirliğiyle tanımlanması” şeklinde
işgali durdurulmuştu. Papalık ordusu ise Roma‟yı savunacak güçte değildi. Bkz. O‟Malley, A History
of the Popes, s. 246.
344
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 183.
345
IX. Pius‟un Aeterni Patris adlı bulla için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, ss.
63-66.
346
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 73.
347
Hazırlık Komisyonuna seçilen din adamları, görev yerleri ve ülkeleri için bkz. Manning, The True
Story of the Vatican Council, s. 89-90.
348
Civilta Cattolica, bizzat Papa IX. Pius tarafından 1850 yılında kurulmuş ve genel başkan Jan
Roothan‟ın itirazlarına rağmen Cizvitlerin sorumluluğuna verilen etkili bir yayın organıdır. Bkz.
Güngör, Cizvitler, s.135 dipnot.
111
ifade edilmiştir. 349 Makalede, bunların Pius‟un temennileri olduğu belirtilmese de
Civilta Cattolica‟nın Vatikan‟ın yarı resmi yayın organı olması, durumu açık bir
şekilde ortaya koymuştur. Eğitimli Katolikler Syllabustaki hususların resmen tasdik
edilmesi durumunda Kilise ile toplum arasında büyük bir çatlak oluşacağı endişesiyle
bu yazılanlardan rashatsızlıklarını belirtmişlerdir. 350 Ancak asıl tepki makalenin
yayımlanmasıyla eş zamanlı olarak Almanya‟dan, “Janus” müstear ismini kullanan
ve Avrupa‟da önde gelen bir teolog olarak büyük saygı gören Münih
Üniversitesinden Johann Joseph Ignatius von Döllinger‟den gelmiştir. Döllinger,
Allgemeine Zeitung’da papanın yanılmazlığını hedef alan bir dizi makale kaleme
almış ve bu makaleler eş zamanlı olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyancaya tercüme
edilmiştir.351 Döllinger‟in bu konuyla ilgili çalışmaları onu ılımlı bir ultramontan352
rahiplikten ateşli bir teolojik gallikan‟a dönüştürdüğü ifade edilmiştir. Zira o,
papanın önceliğini desteklemiş ancak papayı hiç bir şekilde konsil üstü bir konumda
görmemiş ve ulusal kiliseler için Roma‟dan bağımsız bir statüyü tercih etmiştir.
Döllinger‟e göre dünya çapındaki piskoposlar yeni bir çağda nasıl davranmaları
gerektiği hususunda kararsızlık yaşamaktaydı. Bu piskoposlar eğer bütün otoriteyi
papalık kurumuna verirlerse, hiyerarşinin eşit oranda yetkiye sahip doğasını yerle bir
edeceklerdi. Bir makalede o bu konuda şunları yazmıştır: “449 yılında toplanan bir
sinod “haydutlar sinodu” adını almıştır; 1869 Konsili ise “dalkavuklar sinodu”
olacak. Eğer konsil kendisinde bulunması gereken yanılmazlık tacını papanın alnına
takarsa… Papalığa ve İtalyan ruhban sınıfına karşı büyük bir antipati gittikçe
artacak.”353
Döllinger, papanın yanılmazlığı dogmasını “Kilise mutlakiyetçiliğinin Magna
Carta‟sı” olarak tanımlamış ve bu dogmanın papanın egemenlik kaprisini daha da
kuvvetlendireceği uyarısında bulunmuştur. 354 Döllinger‟in makaleleri iğneleyici ve
hakeratamiz bir şekilde ortalıkta yayılmıştır. Döllinger‟e göre papalığın gücü büyük
349
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 187 ve 191; Bokenkotter, A Concise History of the
Catholic Church, s. 288-9; Aubert, “Vatican I”, s. 194; McClory, Power and the Papacy, s.73;
Collins, Keepers of the Keys, s. 444; Nielsen, The History of the Papacy, s. 299.
350
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s.191.
351
Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 67-8.
352
Döllinger‟in Ultramontanizm hakkındaki görüşleri için bkz. The Pope And The Council, By Janus,
Rivingtons, London, Oxford and Cambridge 1869, ss.37-45.
353
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 74.
354
Bkz. The Pope And The Council, 6th Letter, s.135; Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 1.
112
ölçüde Ortaçağ sahtekarlığına (sahte dekretaller) dayanmaktaydı ve yanılmazlık
doktrini İncil ve gelenek ile hiçbir şekilde temellendirilemezdi. Papalığın dayandığı
bu gelensel üstünlük iddialarının, kendisinden bir dogma yontulacak ham madde
olmadığını ifade eden Döllinger, “Bu modern buluşu zihnime kazımadan önce, elli
yıllık teolojik ve tarihi çalışmalarımı Lethe355 nehrine daldırıp boş bir kağıt sayfası
olarak çıkarmalıyım” ifadelerini kullanmıştır. Vatikan Konsili‟nden bir ay öncesinde
de yaylım ateşini devam ettiren Döllinger‟in bu taciz edici makalelerinin çoğu The
Pope and the Council adlı kitapta yayımlanmış ve bu kitap da beklenildiği üzere
derhal Index‟e dahil olmuştur.356
Bu noktada konsilin gündeminde ilk sırada olan yanılmazlık tanımlamasına
karşı sesini yükselten ilk kişi Döllinger değildir. Döllinger ile birlikte pek çok Alman
entelektüel ve piskopos konsilden üç ay önce Fulda‟da toplanarak yanılmazlık
doktrinine karşı olduklarını bildirmişlerdir. Bu piskoposlar Kutsal Metinlerde yer
almayan geleneğin de teyit etmediği bir şeyi bir genel konsilin yeni bir dogma olarak
ortaya koyamayacağını ifade etmişler ve yanılmazlık doktrininin sonuçları itibariyle
Katoliklerle Protestanlar arasında bir ayrılığa yol açma riskini içinde barındıran çok
gereksiz bir tanımlama olduğunu ileri sürmüşlerdir.357 Fransa‟da da Piskopos Maret
On the General Council and Religious Peace adlı esrinde Gallikan tezleri baz alarak
papanın ifadelerinin yanılmaz kabul edilebilmesi için Kilisenin mutabakatının şart
olduğunu ileri sürmüştür.
358
Fransa, Almanya ve Belçika gibi ülkelerde de
yanılmazlık karşıtı konferanslar düzenlenmiş, konuyla alakalı bilimsel çalışma ve
broşürler yazılmıştır.359 İngiltere‟de Döllinger‟in eski öğrencisi olan Lord Acton da
papanın yanılmazlığını naif gerçekliğin tipik bir örneği olarak görmüş ve modern
fikirlerin papaya yarı-ilahi güçler atfedilerek ortadan kaldırılamayacağını öne
sürmüştür. Onun Papalık mutlakiyetçiliğine dair söylemiş olduğu “Güç yozlaştırır ve
355
Yunan mitolojisinde suyunu içen ruharın her şeyi unuttukları unutkanlık nehri. Bkz. Azra Erhat,
Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972, s. 242.
356
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 180; McClory, Power and the Papacy, s. 74;
Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 289; Chadwick, A History of the Popes, s.
192; Döllinger‟in papanın yanılmazlığı anlayışına karşı geliştirdiği dini ve tarihi itirazlar ve onun
yanılmazlık anlayışı için bkz. The Pope And The Council; Ayrıca bkz. Nielsen, The History of the
Papacy, s. 307; Todd, Exodus From Rome, s. 94.
357
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s.193; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 49;
Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 346.
358
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 289; Ayrıca bkz. Witherow,
“History of the Vatican Council”, s. 362.
359
Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 68.
113
mutlak güç tamamen yozlaştırır” ifadesi bu duruma işaret etmektedir. Acton‟a göre
kilise, muhalifleriyle onların bilgi ve anlayışı temelinde yüz yüze gelmelidir. Acton‟a
göre her yanılmaz yargı edimi mutlak gücün bir uygulamasıdır. 360
Louis Veuillot gibi yanılmazlık taraftarları Döllinger‟i bir heretik olarak
nitelemişler ve onu –kilise içerisinde bir Fransız İhtilali- “bir 1789” başlatmaya
çalışmakla suçlamışlardır. Manning‟e göre ise bir bütün olarak Kilise yanılmazdır ve
papa da bu Kilisenin başıdır ki yanılmaz bir kurumun yanılmaz bir başının olmaması
anlamsızdır, bundan dolayı papa ex cathedradan herhangi bir tanımlamada
bulunduğunda ya da inanç ve ahlaka dair meselelerde yanılmazdır olup en üst karar
mercidir ve onun üstünde başka bir karar ve temyiz merci yoktur. Papaların hata
yaptığına inanılan tarihî örnekler çok da ciddiye alınmamalıdır. Manning bu konuda
“şu anda oluşan ilahi sedayı boğmaya çalıştığından eski çağa (antiquity) müracaat
etmek ihanettir. Yanılmazlık dogması tarihe galebe çalmalıdır” ifadelerini
kullanmıştır.361
Bu süreçte yanılmazlık konusu sadece Kilise içerisinde değil siyasi alanda da
tansiyonu epeyce yükseltmiştir. Syllabusta kınanan maddelerin irticalen serdedilen
görüşler olmaktan çıkarılıp dogmatik tanımlamalar seviyesine yükseltilmesi
ihtimalinden Avusturya, Prusya, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerdeki hem Katolik
hem laik idareciler rahatsız olmuştur. Çünkü bu ülkeler, vatandaşlarının hakları
anayasayla güvence altına alınmış, özgürlüklerden yana bir devlet kurmak
istiyorlardı. İspanyol bakan Olozaga ise Kiliseyi Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya ve
Bavyera ittifakıyla tehdit etmiştir. Bavyera Dış İşleri Bakanı Prince Hohenlole
uluslar arası diplomatlara yazdığı bir mektupta, konsilde Roma‟nın dogmatik olarak
ilan etmek istediği papanın yanılmazlığının, dünyevi alanda da papanın gücünü
artırıp tamamen dini ve ahlaki alanın ötesine geçeceği ve son derece politik bir
mesele haline geleceğinden siyasal yönetimlerin kendi piskoposlarına ve Vatikan
360
Bkz. Kenneth L. Parker, “Historical Consciousness And The First Vatican Council: Manning,
Döllinger, Newman, And Acton‟s Uses Of „History‟ In The Papal Infallibility Debates”, The Rise Of
Historical Consciousness Among The Christian Churches, Kenneth L. Parker and Eric H. Moser (ed.),
University Press of America, Lanham 2013, s.104; Todd, Exodus From Rome, s. 95.the
361
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.75; Powell, Papal Infallibility, s.93.
114
Konsili piskoposlarına Kilise-devlet ilişkilerinde oluşacak feci sonuçlar için ikazda
bulunması gerektiğini ifade etmiş, ancak bu istek pek karşılık bulmamıştır.”362
Papalık topraklarında birlikleri bulunan ve Papalığın hamisi konumunda
bulunan tek ülke olan Fransa hariciye bakanı da Vatikan‟a gönderdiği bir direktifte
yanılmazlık dogmasıyla ilgili endişelerini “Son birkaç yıldır Katolik Kilisesinde
gereksiz yere papanın yetkilerini artırmaya yönelik bir hareket oluyor…Şüphesiz ex
cathedradan konuşan papanın yanılmazlığı doktrini pek çok üstü kapalı ayrıcalıkları
da içerir. Biz bu konuda aklı selimin tercih edileceğini umuyoruz” şeklinde ifade
etmiştir.363
Konsilin 1869 yılı Aralık ayında başlaması planlanmış ve konsile yönelik
hazırlıklar için özellikle yaz ve güz aylarında yoğun bir şekilde mesai harcanmıştır.
Gündeme yönelik çalışmalara katkıda bulunması için Curia üyelerine ek olarak
çeşitli ülkelerden bir takım teologlar da davet edilmişler ve 102 teolog ve kanonistten
oluşan hazırlık komisyonu taslak üzerinde çalışmaya başlamıştır. 364 Bu davetliler
içerisinde Döllinger ve John Henry Newman da yer almış ancak Newman bu daveti
geri çevirmiştir. Her ne kadar Newman 1875 yılında Norfolk düküne yazdığı
mektupta bir Katolik olarak yanılmazlık doktrinine inandığını belirtmiş olsa da
yanılmazlığın bazı olumsuz ökümenik yanlarına dikkat çekmiştir.365
Döllinger ile birlikte diğer kilise tarihçisi olan Tübingen Üniversitesinden
Joseph Karl Hefele bu çalışmalarda hazır bulunmuştur. Hefele, Vatikan Konsili‟nin
açılışından yaklaşık 6 ay önce Rottenburg piskoposluğuna seçilmiş, ancak bu
durumun Roma curiası tarafından hoş karşılanmadığı ifade edilmektedir. Bundan
dolayı seçimin onay işini Roma ağırdan almış, en nihayetinde konsilin açılışından
çok kısa bir süre sonra yapmıştır. Yanılmazlık doktrinine en güçlü muhaliflerden
olan Hefele, Acton‟a “eğer konsil bu doktrini kabul ederse Almanya iki yıl içersinde
Protestanlığa dönecektir” demiştir. 366 Hefele Roma‟dayken papanın etrafını saran
grup tarafından tespit edilen gündemin ve konsilin nihai sonucunun şimdiden belli
olduğunu “buradaki bütün hazırlıklar papanın yanılmazlığını ilan etmek için”
362
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 49; Chadwick, A History of the Popes, s. 192;
McClory, Power and the Papacy, s. 75; Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 68-9.
363
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 76.
364
Konsilin hazırlık çalışmaları, usül ve esaslar için bkz. Manning, The True Story of the Vatican
Council, ss. 78-84.
365
Bkz. McBrien, The Church, s. 89; McClory, Power and the Papacy, s. 76.
366
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 188.
115
şeklinde ifade etmiştir. Hefele yine arkadaşına yazdığı bir mektupta kendisinin
Roma‟ya danışman sıfatıyla çağrılmasının aslında Roma‟nın iki yüzlü bir tutum
sergileyerek tarafsız görünüp halkı kandırmak olduğunu, atandığı görevdeki tek
işinin Trent Konsili‟nin seramonik parçalarından alıntı yapmak olduğunu ifade
etmiştir. İçinde bulunduğu duruma da sinsi Cizvitlerin kıs kıs güldüğünü tahmin
ettiğini belirtmiştir.367
6.3. Konsilin AçılıĢı
I. Vatikan Konsili kararlaştırıldığı gibi 8 Aralık 1869 tarihinde Aziz Petrus
Bazilikasında ekmek şarap ayiniyle (mass) başlamıştır. Açılıştaki genel manzara şu
şekilde tanımlanmaktadır:
“İbadet maksadıyla orada bulunan kalabalık bir hacı topluluğun elbise ve
şemsiyelerinden damlayan sudan dolayı Aziz Petrus Bazilikasının zemini suyla
kaplanmıştı. İzdihamdan Avusturya imparatoriçesi mahsur kalmış ve İsviçreli
korumaların yardımıyla kurtarılmıştı. Liberalizmin fenalıklarından dem vuran ve
piskoposların her daim Kutsal Makam‟a sadık kalmalarını salık veren bir konuşma
yapan Papa Pius‟un duygulu hali gözlerden kaçmıyordu. Çalan Te Deum marşı da
katılımcıları duygulandırmış, göz yaşlarına boğulmuşlardı.”368
Büyük çoğunluğu piskopos olan 700‟ü aşkın kardinal, başpiskopos, ve
başrahip,
papanın
Tanrının
annesine
adadığı
konsil
çalışmalarında
hazır
bulunmuştur. Katılımcıların üçte biri, yani büyük çoğunluğu İtalyan, üçte biri diğer
Avrupa ülkelerinden ve kalan üçte biri de 113 üyesi Amerika Birleşik Devletleri ve
Kanada‟dan olmak üzere dünyanın geri kalanından oluşuyordu. 369 İlk defa Avrupa
367
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 66-7; McBrien, The Church, s.89; McClory,
Power and the Papacy, s.76; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 289 vd.
368
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 197.
369
Konsile Avrupa kıtası dışından iştirak eden bu üçte birlik kesimin de aslında oralara misyoner
olarak giden Avrupalı piskoposlar olduğu ifade edilmektedir. Bu da I. Vatikan Konsili‟nin aslında
Avrupalı piskoposlardan, daha da önemlisi papanın çizgisini takip eden ultramontanist piskoposlardan
müteşekkil bir konsil olduğunu göstermektedir. Bkz. Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42,
s. 569; Konsile katılım konusunda 700‟den 900‟e varan farklı rakamlar verilmektedir. Ancak
incelediğimiz kaynaklardan en az 700 piskoposun hazır bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Listenin tamamının, yani konsile katılma hakkı bulunan ruhanilerin 792, 1002, 1049, 1050 ve 1056
isimden oluştuğu yönünde rivayetler vardır. Ancak hastalık, yaşlılık ve diğer sebeplerden dolayı bu
sayıya ulaşılamamıştır. Tabi uzun süren konsil oturumlarında iştirakçi sayısının devamlı değiştiği de
bir gerçektir. Daha sonraki oturumlarda sayı yaklaşık 600‟dür. Katılımcıların sayısı, ulusal ve bölgesel
116
kıtası ve bu kıtaya komşu coğrafya dışından katılımın gerçekleştiği konsil olma
özelliğine sahip I. Vatikan‟a, bu konsilin Florence ve II. Lyon Konsillerinde olduğu
gibi yeniden bir birlik tesis edeceği ümidiyle Protestan ve Doğu Ortodoks Kiliseleri
de davet edilmesine rağmen –davetteki bazı yakışıksız ifadeler nedeniyle- herhangi
bir katılım gerçekleşmemiştir.370 Yaklaşık yüz elli milyonluk Ortodoks ve Protestan
coğrafyanın I. Vatikan Konsili‟nde temsil edilmemesi bu konsilin ökümenik bir
konsil olma özelliğine halel getiren bir durum olarak görülmüştür.371
Genel kongreler tarafından yönetilen ana oturumların hepsi bir tür konferans
salonu olarak düzenlenen Aziz Petrus Bazilikasının sağ tarafında toplanmıştır. Papa
Pius‟un Petrus‟un kabrine daha yakın olduğu gerekçesiyle tercih ettiği Aziz Petrus
Bazilikası‟ndaki son derece kötü akuistik, konsilin başından sonuna değin genel bir
şikayet ve memnuniyetsizlik sebebi olmuştur. Hatta azınlık piskoposlar burasının
böylesi tartışmalı bir konu için kasten seçildiğini bile düşünmüşlerdir. Bazı
yoklamalarda bu durumdan şikayetçi olan piskoposlar “çünkü biz konuyu
anlamadık” diye eklemede bulunarak verilen teklife karşı oy kullanma (non placet)
eğilimi içerisine girmişlerdir. Fiziksel olarak elverişsiz şartlara ek olarak bazı
katılımcıları rahatsız eden asıl mesele, papanın konsil gündemini kendisinin
belirlemesiydi. Buna göre bir piskopos konsile öneri sunmak isterse önce bunu
papanın onaylaması için bir komiteye sunacaktı, papa da bunu uygun bulduğu
takdirde onaylayacaktı. Konsilin işleyişi Trent ve daha önceki genel konsilere kıyasla
daha bir kural ve kaidelerle kayıt altına alınmıştır. Konsilde gizlilik esastı ve
piskoposların konsile ait konuşma, tartışma ve müzakereleri yazma ve basması da
yasaklanmıştı. Alınan bütün bu önlemlerin amacı her halükarda gizliliği sağlamaktı,
ancak bu müzakereler esnasında alınan kararlar muhtelif piskoposlar tarafından
dağılım için bkz. The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, (Official Documents,
Diary, Lists Of Bishops), Burns, Oates, and co., Strand, Tarihsiz. s. iv-v; Witherow, “History of the
Vatican Council”, s. 347-8; Chadwick, A History of the Popes, s. 197-8; Aubert, “Vatican I” s. 195;
McBrien, The Church, s.109; McClory, Power and the Papacy, s. 77; Tanner, Decrees, s.801;Tanner,
Church in Council, s.37; Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri, s. 52; Nielsen, The History of
the Papacy, s. 318.
370
Bkz. Charles A. Frazee, Catholics and Sultans: The Church and the Ottoman Empire 1453-1923,
Cambridge University Press, New York 1983, s. 234; Chadwick, A History of the Popes, s. 189;
Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 73; I. Vatikan Konsili‟ne Mezopotamya, Mardin
ve Maraş gibi İç ve Güney Anadolu coğrafyası başta olmak üzere Türkiye‟den de 10 kişiden oluşan
bir heyet katılmıştır. Bkz. The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, s. iv ve 82;
Anglikanlar heretik kabul edilerek görmezden gelinmiş ve herhangi bir davette bulunulmamıştır. Bkz.
Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 343.
371
Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 347.
117
yayımlanan ve dağıtılan materyallerle ifşa olunca plan büyük ölçüde sonuçsuz
kalacaktır.372
Konsilde yapılan ilk konuşmalarda ve müzakere edilmek üzere dolaştırılan
dökümanlarda papanın
yanılmazlığına dair bir ifade geçmemiştir. Ancak
katılımcıların büyük çoğunluğu konsilin amacının yanılmazlık doktrinin dogmatik
bir kararla kabul edilmesi olduğunu düşünerek bu konu üzerine yoğunlaşmışlardı.
Papalık otoritesinin restorasyonu adına konsilin “Papanın yanılmazlığı” doktrinini
kabul edeceğine yönelik ilk işaretler önceden kendisini göstermişti. Zaten
ultramontanist düşüncenin önemli simalarından Maistre, Du Pape adlı eserinde
papanın kişisel yanılmazlığını savunmuş, Cizvitlerin L’Osservatore‟den önce
papalığın resmi yayın organı gibi bir işleve haiz olan etkili yayın organları La Civilta
Cattolica doktrinin dogmalaşması yönünde önemli katkı sağlamıştır. Yine bir Cizvit
yayın organında papa tefekküre daldığında Tanrı‟nın onun aklıyla düşündüğü
yazılmış, önde gelen Fransız bir ultramontanist piskopos ise Papa Pius için vücut
bulmuş kelamın, yani İsa‟nın devamı olduğunu ileri sürmüştür.373 Dahası La Civilta
Cattolica‟da konsilden yaklaşık bir yıl kadar önce, 6 Şubat 1869‟da yayımlanan
“Correspondence from France” adlı anonim bir makalede toplanacak olan konsilin
belli başlı hedefinin Syllabus‟ta belirtilen doktrinlerin mahkum edilmesi ve papanın
yanılmazlığı doktrininin ilan edileceği yazılmış ve bu haber çeşitli tartışmalara yol
açmıştır. 374
6.4. Konsilde Yanılmazlık KarĢıtları ve Savunucuları
Yanılmazlık
doktrini
muhalifleri
çoğu
kez
“Inopportunists”
(uygunsuzcular/yersizciler) olarak anılmışlardır. Zira onlardan bir grup papanın
yanılmazlığının bir dogma olarak belirlenmesi için uygun yer ve zamanda
olunmadığı ve kesinlikle böylesi bir tanımlama yoluna gidilmemesi gerektiği
372
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 77-9; Chadwick, A History of the Popes, s. 196;
Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 290; Manning, The True Story of the
Vatican Council, s. 86.
373
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 79; Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, s. 152.
374
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 288.9; McBrien, The Church, s.
90; McClory, Power and the Papacy, s. 73; Aubert, “Vatican I”, s. 194; Aydın, Hıristiyan Genel
Konsilleri, s. 52; Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 179.
118
kanaatine sahiplerdi. Bu tanımlamanın yanında yanılmazlık taraftarlarına nispetle
çok az sayıda olduklarından dolayı özellikle basında yer aldığı şekliyle “azınlık”
(minority)
olarak
da
anılmışlardır.
Yanılmazlık
doktrini
destekçileri
ise
“Infallibilists” (yanılmazcılar) olarak adlandırılmışlar ve kahir ekseriyet yanılmazlık
doktrininden yana tutum takındığı için de “çoğunluk” (majority) olarak
anılmışlardır.375
6.4.1. Yanılmazlık KarĢıtları: Inopportunistler
Inopportunist liderler arasında en göze çarpan isim Orleanslı Felix-Antoine
Philbert Dupanloup olmuştur. Çok karizmatik ve enerjik bir kişiliğe sahip olan
Dupanloup, konsilin toplandığı dönemde, altmış sekiz yaşında, Fransız piskoposluk
bölgesinin sözcüsü olarak kabul edilmiştir. Bütün kariyeri boyunca papalık
yetkilerini savunmuş olan Dupanloup aynı zamanda İtalyan milliyetçilerini Roma
dışına çıkarması için Fransız hükumetini ikna etmiş ve papalık devletleri üzerinde bir
askeri koruma kalkanı oluşturmuş kişidir. IX. Pius defaatle ona olan minnettarlığını
dile getirmiş ve Dupanloup‟un bu ikna kabiliyetinden istifade etmeye çalışmıştır.
Ancak Dupanloup yanılmazlık doktrinine karşı çıkmış ve başından itibaren
yeteneğini bu doktrine karşı mücadelede kullanmıştır. Konsilin açılışından çok kısa
bir süre önce 11 Kasım 1869 tarihinde kaleme aldığı Observation on the Controversy
adlı eserinde Dupanloup yanılmazlık tanımlamasının uygunsuz olacağını ve üzerinde
özenle düşünüp taşınılması gerektiğini ifade etmiştir. Zira ona göre yanılmazlık
doktrininin papayı bu şekilde yüceltmesinin, Kilisedeki piskoposların kişisel
otoritelerini azaltmak gibi bir tehlikesi vardır. 376 Altı sekreter ile Roma‟ya gelen
Dupanloup sürekli seri makale ve büroşürler yayımlamış ve bunlar posta
teşkilatındaki papalık sansüründen bir şekilde sıyrılarak geniş kitlelere yayılma
imkanı bulmuştur. Dupanloup, Kiliseden bağımsız, konsilin dogmalaştırıp papaya
tahsis ettiği bir çeşit “müstakil yanılmazlık” (separate infallibility) anlayışına değil,
Kilisede her daim var olan onu hataya düşmekten koruyan “yanılmazlık” telakkisine
375
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 199; McBrien, The Church, s. 108-9; Hasler, How The
Pope Became Infallible, s. 147.
376
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 193, McClory, Power and the Papacy, s. 80; Nielsen,
The History of the Papacy, s. 308.
119
inandığını belirtmiştir. Dupanloup, Hefele ve Strossmayer başta olmak üzere I.
Vatikan Konsili‟ne katılan azınlık ya da inopportunist olarak adlandırılan piskoslar
papanın yanılmazlığı doktrinine şu gerekçelerle karşı çıkmışlardır:
 Papanın yanılmazlığını tanımlamaya ihtiyaç yoktur; Kilisenin
yanılmazlığı on sekiz yüzyıldır yeterlidir.
 Trent Konsili‟nin bu doktrini belirlemek için pek çok sebebi vardı,
ancak piskoposlar arasında oluşacak bir bölünmeden dolayı bunu
yapmadı.
 Bu tanımlama Ortodoks ve Protestan Kiliselerinin geri dönüşü için
yeni duvarlar oluşturacaktır.
 Papayı resmen yanılmaz yapmak seküler yönetimleri kızdıracak ve
onlar bunu VIII. Boniface‟ın Unam Sanctam‟ının sil baştan yeniden
düzenlenmesi olarak anlayacaklar.
 Teolog ve piskoposlar arasında yanılmazlığın anlam ve sınırı
hususunda fikir birliği yoktur, kavram muğlak ve bu sebeple terk
edilmelidir.
 Tarihteki sayısız olay göstermiştir ki papalar inanç ve ahlaki
konularda bile yanılmaz değildir, bu itirazlara tatmin edici cevap da
verilememiştir.
 Papanın yanılmazlığı doktrini inananların nazarında piskoposların
itibarını düşürecek, onları özellikle papaya bağımlı kılacak ve
kendilerinden beklenilen sadece en yüksek yargıcın kararlarını teyit etmek
olacaktır.377
Bu muhalif görüşlere karşın yanılmazlık taraftarları da onların iddialarının
yetersizliğini ve zayıflığını dile getirmişlerdir. Yanılmazlık taraftarlarına göre bu
doktrinin zamanlaması gelinen noktada uygun, müsait ve doğru olup Kilisenin başı
olan papanın Tanrının yardımıyla hakikate ulaşmada yararlanılması gereken
kullanışlı bir durumdur. Onlara göre bütün Hıristiyanlar Kilisenin yanılmaz bir
377
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 80; ayrıca bkz. Manning, The True Story of the Vatican
Council, s. 101-3.
120
karaktere sahip olduğu hususunda hemfikirdirler. Bu sebepten yanılmaz bir Kilisenin
yanılmaz bir başının olması da normal bir durumdur.378
Konsile katılan en akademik piskopos olarak kabul edilen ökümenik konsiller
tarihi yazarı olan Hefele konsil hazırlıkları esnasında bir danışman olarak
Tübingen‟den davet edilmiş ve konsil oturumlarından kısa bir süre önce Almanya
Rottenburg piskoposu olarak takdis edilmiştir. Hefele‟nin önerilen bu yanılmazlık
dogmasına karşı çıkması, tamamen tarihi örneklere dayanmaktaydı. Geçmişte
Vigilius ve Honorious gibi papalar dini ve ahlaki konularda resmi beyanatlarda
bulunmuşlar ve daha sonra bunların yanlış olduğu anlaşılmıştır. Ona göre bu tarihi
hataların tatminkar bir açıklaması yapılmadan yanılmazlık doktrini oylanması için
konsile sunulamazdı.379
Doktrin tartışmalarında görüş ve düşüncelerini en cesur bir şekilde ifade eden
Inopportunist piskopos 380 ise elli beş yaşındaki Diakovar (Hırvatistan) Piskoposu
Joseph Georg Strossmayer idi. Vatikan‟a ilk ulaşan piskoposlardan biri olan
Strossmayer yanılmazlık doktrininin tamamen saçma olduğunu ve piskoposların
özgürce hareket edememelerinden dolayı da konsilin illegal olduğunu ifade ediyordu.
Strossmayer özellikle Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki birliğin yeniden tesis
edilmesiyle ilgileniyordu ve yıllarca bu iki cenah arasındaki tansiyonu düşürmek için
gayret sarfetmişti. Ökümenik kaygılarla hareket eden Strossmayer, yanılmazlık
doktrininin işleri daha da kötüleştireceğini, belki de olası birleşmenin bütünleşmenin
önüne kalıcı engeller koyacağını düşünüyordu. Görüşlerinde samimi olduğu söylenen
Strossmayer ayrıca özgür ve açık bir toplantının hilafına papa ve Curia’nın kısıtlayıcı
prosedürler empoze etmesini “papaya göre piskoposlar Roma‟ya sadece „evet‟ ve
„amen‟ demek için gelmiştir” şeklinde ifade etmiştir.381
378
Yanılmazlık taraftarlarının doktrin muhaliflerinin ileri sürdüğü gerekçelere karşı tezleri ve
görüşleri için bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 108-13.
379
McClory, Power and the Papacy, s. 81.
380
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 69.
381
Bkz. Ante Kadic, “Bishop Strossmayer and the First Vatican Council”, The Slavonic and East
European Review, vol. 49, no. 116 (jul., 1971), ss. 382-409; Karl Keating, Catholicism and
Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, Ignatius, San Francico 1988, s. 35;
McClory, Power and the Papacy, s. 81; Letters of Archbishop Ullathorne, s. 222; Chadwick, A
History of the Popes, s. 201-2; Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, s. 310;
Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 117.
121
6.4.2. Yanılmazlık Savunucuları: Infallibilistler
Infallibilistlerin (yanılmazcı) ya da yanılmazlık taraftarı olan çoğunluğun
önderi ise Henry Edward Manning idi. Manning, I. Vatikan Konsili‟nin hem
komisyonlarında hem de doktrin üzerine yapılan tartışmalarda çok etkin bir şekilde
yer almış ve bundan dolayı I. Vatikan Manning‟in konsili olarak tanımlanmıştır.382
Manning, 1845 yılında liberalizme ve çağın getirmiş olduğu akılcılığa karşı Katolik
gelenekleri savunmadığı gerekçesiyle Anglikan Kilisesi‟nden Katolisizme geçmiş ve
özellikle İngilizce konuşan Katolik dünyada büyük bir nüfuza sahip olmuş ünlü bir
İngiliz teologdur. 383 Katolisizme döndükten on hafta sonra rahip olarak atanan ve
Katolik Kilisesinde çok hızlı bir yükseliş kaydeden Manning, I. Vatikan
Konsili‟nden beş sene önce 1865 yılında Ultramontanizmin ve Roma Katolikliğinin
etkinleştirilmesi politikasının (Romanization) bir zaferi olarak İngiltere Westminster
Başpiskoposu olarak atanmış, 1875 yılında ise kardinalliğe terfi ettirilmiştir. 384 I.
Vatikan Konsili‟ndeki tek dönme olan Manning kendini tamamen papalığın
görüşlerine adamıştır. Konsil‟in ele alacağı konuların belirlendiği hazırlık
komisyonunun (de postulatis) ve konsil sonunda oylamaya sunulacak olan yasa
tasarısının planlamasını yapan iman komsiyonun (de fide) bir üyesi olan Manning
ultramontanist grubun lideri olarak temayüz etmiştir. Bu özelliğinden dolayı
Manning sık sık konsili manipüle etmekle suçlanmıştır. Manning, papanın
yanılmazlığını, baş düşman olarak gördüğü modern dönemde olması gereken bir
doktrin olarak görmüş ve bunun hakikati ifade etmekten ziyade Katolik bir doktrin
olduğunu ileri sürmüştür. Manning‟e göre yanılmazlık Kilisenin başına; Papaya ait
olup Kiliseden “ayrı” ve “bağımsız”dır. Bilakis Kilisenin yanılmazlığı papanın
yanılmazlığına bağlıdır. Yanılmazlığı çok geniş kapsamlı bir şekilde (maximal
infallibility) tanımlayan Manning, bütün Hıristiyanların pastörü ve doktoru olarak
382
Bkz Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 97; Powell, Papal Infallibility, s. 97.
Manning, E. S. Purcell‟in 1896 yılında hakkında yazdığı biyografisinde kendisini işbirlikçi, aşırı
hırslı ve zorba bir kişilik olarak tanıtmasından ötürü Katolik entelijansiyasında geç kalmış bir şöhrete
sahiptir. Bundan dolayı olsa gerek incelediğimiz bu biyografinin ilk sayfasında el yazısıyla Owen
Chadwick‟in Victorian Church adlı eserinin I. cildinin 100. sayfasına referansla “Purcell‟in meşhur ve
küçük düşürücü biyografisi” notu geçilmiştir. Bkz. Edmund Sheridan Purcell, Life of Cardinal
Manning , 2 vols., Macmillan and Co., Ltd., London and New York 1861. Daha sonra Purcell‟in bu
biyografisine cevap niteliğinde pek çok eser kaleme alınmıştır. Bkz. Mark Powell, Papal Infallibility,
s. 57-8; Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 110.
384
Manning‟in hayat hikayesi için bkz. Powell, Papal Infallibility, ss. 59-65.
383
122
papanın ex cathedradan inanç ve ahlak konularında konuştuğu zaman yanılmazlık
yetkisine sahip olduğunu ileri sürmüş, hatta bu yanılmazlık yetkisini bütün papalık
bullalarına da teşmil ederek geçmiş ve geleceği de kapsayacak şekilde genişletmiştir.
Ona göre papanın yanılmazlığı Hıristiyan doktrininin korunması için gerekli bir
durumdur.
385
Manning‟e göre herhangi birisinin yanılmazlık doktrinine karşı
olmasını anlamak imkansızdır. Bir rahip ve başpiskopos olarak Manning İngiltere‟de
Katolik görüşlerin etkili bir savunucusu olmuş, onun liderliği altında İngiliz
Katolikler “Roma‟dan daha Romacı ve Papadan daha ultramontanist” olmak
yönünde teşvik edilmiştir.
386
Ancak Manning‟in bu durumu temsil ettiği bütün
İngiliz piskoposları kapsayan bir durum değildi. Ayrıca I. Vatikan‟ın dogmatik bir
kararla kabul ettiği “yanılmazlık” doktrininden sonra İngiltere‟deki Katolik
piskoposlar arasında bu konu etrafında anlaşmazlıklar baş göstermiştir.387
Ancak Manning, aşırı kuramsal ve soyut bir düşünür olan John Henry
Newman ile hiçbir zaman geçinemediği gibi Cizvitlerle de iyi geçinememiştir.
Hefele gibi yanılmazlık karşıtı söylemlere sahip olan bilim adamlarına karşı
tahammülü olmayan Manning bu piskoposları kastederek “Tarih bilimi ve bilim
tarihçilerinin bu küstahça gururlarını layık olduğu alana püskürtmek ve onları kendi
hak ettikleri sınırlar içerisinde tutmanın zamanı geldi. Bu konsil bunu münakaşa ve
kınamayla değil, sadece „bu Kutsal Ruh‟a ve bize iyi göründü‟ kelimeleriyle
yapacak” ifadelerini kullanmıştır.388 Manning‟in bu azmi ona Pius‟un minnettarlığını
kazandırmış, ancak Dupanloup‟un muhalefetini de üstüne çekmiştir. Bu ikilinin
konsil esnasındaki tartışmaları makale ve broşürlerle sürekli olarak devam etmiştir.
Manning‟in çalışmalarına benzer bir çalışma da Belçika Mallines Başpiskoposu
Victor August Dechamps tarafından yapılmıştır. Dechamps, Inopportunistlerin
papanın yanılmazlığı dogmasının, papayı istediği herhangi bir konuda dogmatik
bildirimlerde bulunan her şeyi bilen ilahi bakış açısına sahip birisi haline getireceği
385
Bkz. Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism”, s. 111-2; Powell, a.g.e., s. 74-96.
Bkz. Jodock, Catholicism Contending With Modernity,, s. 254; Diğer bütün ultramontanist
piskoposlar gibi Manning‟e göre de Papalık havarilerin prensi Petrus‟tan Papa IX. Pius‟a kadar
uzanan ve hiç kopmadan gelen bir silsileyi ve devamlılığı temsil etmektedir. bkz. Parker, “Henry
Manning and Neo-Ultramontanism, s. 111
387
Bkz. . Jodock, a.g.e., s.254; John T. Ford, “Infallibility”, s.292-293; İngiltere‟deki Katolisizm
hakimiyeti ve I. Vatikan konsili sonrası yanılmazlık doktrini üzerindeki tartışmalar için bkz. Richard
J. Schiefen, “Vaticanism in England, 1874-1875”, St. Basil’s Seminary, Toronto, CCHA, report, 29
(1962), ss.9-24.
388
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 82.
386
123
endişelerine tekrar tekrar değinerek Dupanloup‟un –kiliseden bağımsız- “müstakil
yanılmazlık” (separate infallibility) kaygısı hakkında şunları ifade etmiştir: “Eğer
„müstakil yanılmazlık‟ terimiyle insanlar, papanın hiçbir surette bir konsil
toplantısına ihtiyaç hissetmeyeceği ya da piskoposlara danışmayacağı şeklinde bir
anlam kastediyorlarsa, kastettikleri şey doğrudur, ancak bunu çok kötü bir şekilde
ifade ediyorlar. Kilise yaşayan bir bedendir ve bu bedenin başının yanılmaz olması
için ayrı olması gerekir ve Kilisenin başının da bizatihi bedenden ayrı olması
kaçınılmazdır. Yanılmazlık, özel bir şahsiyete değil, kamusal bir kişiliğe vaat
edilmiştir ve bu yüce görevin ifası da sadece sağlam inancı tanımlamaya ve
korumaya yöneliktir. İtikadi tanımlama kapsamına girmeyen ya da bütün bir kiliseyi
kapsamayan ve inananları yükümlü tutmayan işlerde yanılmazlık söz konusu değildir.
Bütün bu tanımlamalar şu üç karakteri haizdir:
1- Bizzat papadan gelirler,
2- Evrensel kiliseye hitap ederler,
3- Bir inanç dogması olarak sunulurlar.
Bu üç karaktere sahip olmayan papalık (pontifical) dökümanları ex cathedra
tanımlamalarına uygun değildir”.389
Daha kapsamlı ve tartışmalı bir diğer yaklaşım da Bavyera Regensburg
Piskoposu Ignatius von Senestrey‟e aittir. Dechamps‟ın aksine Senestrey,
yanılmazlığın papalık bildirgeleri (encyclical) ve Syllabus of Error gibi ekli
belgelerden aziz ilan etmeye, papanın din üzerine serdettiği herhangi bir görüşe ve
hatta papanın laf arasında politik arenaya dair beyan etmiş olduğu görüşlerine kadar
geniş bir alana teşmil edilmesi gerektiğine inanıyordu. 390 Infallibilistler tarafından
desteklenen bu durum Inopportunistler arasında panik ve endişeye sebep olmuştur.
Bir Inopportunist olan Kardinal Friedrich Schwarzenberg itirazlarını gizli bir
görüşme şeklinde Pius‟a sunduğu zaman, Papa: “Ben, Giovanni Maria Mastai,
yanılmazlığa inanıyorum. Papa olarak konsilden hiçbir şey istemiyorum. Kutsal Ruh
onu aydınlığa kavuşturacak” şeklinde resmi beyanatta bulunmuştur.391
İlk bölümde de ortaya koymaya çalıştığımız gibi Roma Kilisesi, mütevazi bir
piskoposluk olarak kuruluşunu müteakip kendisini Petrus ile temellendirmiş ve bu
389
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 82.
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 148.
391
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 83 vd.
390
124
durumu Roma‟nın ve papanın öncelik ve üstünlüğüne delil olarak kullanmıştır. I.
Vatikan‟a katılan piskoposlar papanın yanılmazlığını temellendirmeye çalışırken de
benzer argümanlara müracaat etmişlerdir. Manning‟e göre Kutsal Metinler detaylı bir
şekilde Petrus‟un halefi olan papanın bütün Kiliseler üzerindeki kazaî üstünlüğünü
ortaya koymaktadır ki bu durum aynı zamanda onun en üst öğreti otoritesine sahip
olduğu anlamına gelmektedir. Hem vakıa hem de Kilise babalarının öğretilerinden
anlaşıldığı gibi evrensel ve kesintisiz gelenek de papanın inanç ve ahlaka dair
yargısının değiştirilemez (irreformable) olduğunu göstermektedir. Yine Manning‟e
göre II. Lyon Konsili‟nde alınan “inanç konularında herhangi bir anlaşmazlık baş
gösterdiğinde
bu
anlaşmazlık
Roma
piskoposunun
kararıyla
çözüme
kavuşturulmalıdır” inanç kuralı hem Latin hem de Greklerin mutabakatıyla kabul
edilmiştir. Florence Konsili‟nde de “Roma piskoposunun Mesih‟in hakiki vekili,
bütün bir Kilisenin başı, bütün Hıristiyanların babası ve öğretmeni, bütün bir
Kilisenin idaresinin Petrus vasıtasıyla ona verildiği” tanımlamasının papanın
yanılmazlığına yönelik güçlü deliller olduğunu ileri sürmüştür.392
6.5. Konsil Oturumları: Müzakere ve TartıĢmalar
8 Aralık 1869 tarihindeki seramonik açılıştan sonra konsilde hazır bulunan
piskoposlar hazırlık komisyonu tarafından tespit edilen konuları görüşmeye
başlamışlardır. Konsil oturumları başladığında hazırlık komisyonu tarafından
sunulan iki ana dökümanda393 herhangi bir şekilde yanılmazlık ifadesinin geçmediği,
ancak meselenin sümen altında hazır bir vaziyette bekletildiği nakledilir.
17 Aralık tarihinde, konsilde kilit öneme sahip inanç komiteleri (De Fide) için
yapılan seçim sonuçları ilan edilmiştir. Bu komiteler Katolik inancıyla alakalı
herhangi yeni bir bildiriyi (örneğin yanılmazlık bildirisini) kurula sunmak üzere
gözden geçirecek olan organlardı ve buralara seçilen 24 piskoposun tamamı Manning
ve Senestrey de dahil infallibilistler içinden olnuştur. Tabi bu durum azınlık grup
392
Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 115.
The Schema on Catholic Doctrine, The Schema on the Church. Bu taslaklar nihai olarak Dogmatic
Constitution on the Catholic Faith ve First Dogmatik Constitution on the Church of Christ olarak
isimlendirilip son 18 Temmuz 1970 tarihindeki son oylamaya sunulmuştur. Bkz. Tanner, Decrees of
the Ecumenical Councils, s. 801.
393
125
tarafından tepkiyle karşılanmış ve seçime hile karıştırıldığı yüksek sesle dile
getirilmiştir.394 I. Vatikan Konsili tarihçisi olarak görev yapan Piskopos Plantier de
azınlık piskoposlar (inopportunist) arasında bilgi ve hitabetiyle komisyona seçilmeyi
daha çok hak eden piskoposların var olduğunu ancak bunların yanılmazlık doktrinine
muhalif olmalarından dolayı dışlandığını yazarken395 Piskopos Darboy da dürüst bir
seçimin olmadığını ifade etmiştir.396
Ayrıca konsil komisyonlarında cereyan eden olaylar Augsburg‟da Allgemeine
Zeitung‟da “Konsilden Mektuplar” (Letters from the Council) başlığı altında
yayımlanmıştır. 397 Bu durum piskoposlar arasında dışarıya bilgi sızdıran biri veya
birilerinin olduğunu düşündürmüş ve şüpheler Kardinal Gustav Hoenhole üzerinde
yoğunlaşmıştır. Ancak daha sonra konsilde olup bitenleri Döllinger‟e aktaran kişinin
Münih‟ten eski öğrencisi olan Lord John Acton olduğu anlaşılmıştır.398
28 Aralıktaki müzakerelerde üzerinde tartışılan taslağın dil ve üslubu üzerine
-çok negatif ve soyut içeriğinden dolayı- bazı piskoposların serzenişleri olmuş,
özellikle Piskopos Strossmayer taslağın giriş kısmında yer alan “Piskopos Pius,
konsilin onayıyla Tanrı’nın hizmetkarlarının hizmetkarı” ifadesinin, papayı daha alt
pozisyondaki piskoposların kendisine bağımlı olduğu bir kanun koyucu haline
getirdiği gerekçesiyle itiraz etmiş ve ve taslak tekrar gözden geçirilmek üzere geri
gönderilmiştir.399
2 Ocak 1870 tarihinde La Civilta Cattolica‟nın editörü Cizvit papazı Matteo
Liberatore koordinatörlüğünde Manning, Senestrey ve Dechamps, konsil üyelerinden
yanılmazlık doktrininin Kilise Hakkındaki Taslağa (The Schema on the Church)
eklenmesi için imza toplamaya başlamışlardır. Bu girişim karşısında çoğunluğunu
Fransız, Alman ve İngiliz piskoposların oluşturduğu inopportunistler de kendi
doktrinlerini ortaya koymak için 140 imza toplayarak karşı atağa geçmişlerdir. 400
İlerleyen günlerde yanılmazlık doktrininin diğer kiliselerle tekrar birleşme ümitlerini
394
Bkz. Chadwick, A History of the Popes, s. 203; Bokenkotter, A Concise History of the Catholic
Church, s. 290.
395
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 85
396
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 71.
397
Bu mektuplar için bkz. Letters From Rome on the Council By “Quirinus” (Johann Joseph Ignaz
von Döllinger) Reprinted from the Allgemeine Zeiting, Authorized Translation, Rivingtons London,
Oxford, and Cambridge 1870.
398
Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/05094a.htm, (24.05.2014).
399
Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 352-3.
400
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infalllible, s. 72-4; McClory, Power and the Papacy, s. 86
126
ortadan kaldıracağı gerekçesiyle Döllinger tarafından Allgemeine Zeitung’da bir
makale yayımlanmıştır.401 21 Ocak tarihinde piskoposlar arasında büyük bir infiale
sebep olan bu yayın karşısında Senestrey Münih‟teki teoloji öğrencilerine
Döllinger‟in herhangi bir konferansına katılmalarını yasaklamış, Papa da Civilta
Cattolica‟ya bu taarruzlara karşılık vermesi için izin vermiştir.402
7 Mart tarihinde konsil birleşimine, daha sonra görüşülmesi planlanan Kilise
Hakkındaki Taslağa “piskoposların büyük çoğunluğunun talebine binaen” papanın
yanılmazlığının da dahil edilmek suretiyle değiştirileceği açıklanmış, bu oldu bitti
karşısında Dupanloup ve diğer pek çok Fransız piskopos ve St. Louis‟li Kenrick
konsilden ayrılma kararlarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine konsil liderleri derhal
geri adım atarak bu durumun tekrar ele alınması yönünde görüş belirtmişlerdir. Bu
arada 9 Martta Parisli Piskopos Darboy da Fransız Başbakanına yazdığı bir mektupta
konsile açık bir şekilde hükumet düzeyinde bir müdahale çağrısında bulunmuştur. 403
13 Mayıs 1870 tarihinde müzakere ve tartışmalar papanın üstünlüğü ve
yanılmazlığıyla ilgili tasarı üzerinde başlamış ve on dört oturum boyunca devam
etmiştir. Ön taslak piskoposlara Mart ayında sunulmuş ve değiştirilmesi için 147
yazılı öneri ve yoruma sebep olmuştu. Tamamen yanılmazlık savunucularından
oluşan 25 piskopos tarafından iki aydan fazla süren bir mücadeleden sonra konsilin
gündemine getirilen bu taslak, dört bölümden oluşmakta ve üçüncü bölüm papanın
üstünlüğü, dördüncü bölüm de yanılmazlıkla ilgiliydi. Konsil yönetimi öncelikle
tasarının bütünü üzerinde, ardından belirli bölümler üzerinde müzakere etmeye
çağırmıştır.
Müzakereler esnasında dikkatleri üzerine çeken piskopos Manning‟e göre
papanın yanılmazlığı herkesin uymak zorunda olduğu ilahi inancın katolik doktrinidir.
Çünkü o, modern dünyada inkar edilen ama hiç değişmeyen Kilise geleneğinin bir
parçasıdır. Bu konuda yeni bir bölünme artık kabul edilemez. Onun sarih bir
açıklaması olmaması nedeniyle onu sorgulamak en azından bedensel bir heresidir,
zira o ilahi vahiy içersinde mahfuz bir doktrindir. Bundan dolayı Manning‟e göre
papanın yanılmazlığı doktrinini reddetmek, kaçınılmaz bir şekilde bütün bir
Hıristiyan inancını reddederek uçurumdan yuvarlanmak demektir. Manning ayrıca
401
Bkz. Letters From Rome on the Council, (11th Letter), ss. 104-108
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 89.
403
Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 136; McClory, Power and the Papacy, s. 90.
402
127
İngiltere özelinden yola çıkarak papanın yanılmazlığının Katolik olmayanlar için
“güçlü bir albeni” olabileceğini ifade etmiştir ki ona göre İngiltere‟de Katolisizmin
gelişmesine Katoliklerin kendi aralarında yanılmazlıkla alakalı tereddüt ve
çekişmeleri zarar vermektedir. İki saate yakın bir konuşma yapan Manning,
Kendisinden önceki ve sonraki pek çok konuşmacının aksine yanılmazlık doktrininin
tarihsel ve teolojik yönünden ziyade pastoral (otorite) etkisi üzerine yoğunlaşmıştır.
Onun bu sunumu çok sık tekrarladığı “Dogma tarihi yenmeli” ya da “Dogma tarihi
yendi” sloganıyla meşhur olmuştur.404
Konsilde Manning‟in temas etmediği yanılmazlık doktrininin tarihsel ve
teolojik yönü ise bu alanda uzman Karl Hefele tarafından dile getirilmiştir.
Hefele‟nin ortaya koyduğu örnek 451 Kadıköy Konsili öncesinde Papa I. Leo
tarafından kaleme alınıp Patrik Flavian‟a gönderilen ve “The Tome” olarak bilinen
mektuptur. Mektupta Leo, monofizit görüş olan Mesih‟in bir değil, iki tabiata sahip
olduğunu (diofizit) çok açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Hefele‟ye göre Tome,
tam bir ex cathedra, bir dogmatik tanımlama örneğidir. Ancak konsil toplantısı
esnasında Papa Leo bütün piskoposların bu mektubu okumasını ve yeminli bir
şekilde oradaki doktrinin daha önceki konsillerde kabul edilmiş olan dogmalara
uygun olup olmadığının ilan edilmesini ısrarla iştemiştir. Hefele‟ye göre konsil
babaları mektuptaki doktrinin ortodoks olup olmadığını incelemeye tabi tutmuştur.
Piskoposlardan bazıları mektubun üç yerinde heresiden şüphlenmiş ancak hiç kimse
onların bu şüphesini sorgulamamıştır. Mektubun okunmasını müteakip Kadıköy‟deki
piskoposlar oy birliğiyle Leo‟nun görüşlerini kabul etmişler ve “Bu babaların ve
havarilerin inancıdır, Petrus Leo vasıtasıyla konuştu” diye bağırmışlardır. Hefele‟ye
göre bu nümayişten ziyade asıl üzerinde durulması gereken nokta Leo‟nun Roma‟nın
görüşlerini içeren mektubu piskoposlara sunmasıydı. Eğer Leo kendisini “yanılmaz”
olarak addetseydi böyle bir yola başvurmazdı.
Hefele ayrıca kristolojik tartışmaların yaşandığı VII. yüzyılda, Papa I.
Honorius (625-638)‟un İsa‟nın tabiatına dair vermiş olduğu hükmü örnek olarak
vermiştir. Kadıköy Konsili‟nden yaklaşık iki asır sonra Doğu Kiliselerinin
monofizitizm (tek tabiat) ile diofizitizm (çift tabiat) arasında bir uzlaştırma arayışına
girişilmişti. Bu noktada Patrik Sergius tarafından -daha sonra Monotelitizm
404
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 96; Parker, “Henry Manning and Neo-Ultramontanism, s.
112; Powell, Papal Infallibility, s. 75; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 179.
128
(monothelitism) olarak adlandırılan- İsa‟nın iki tabiatının, ancak sadece tek bir
iradesinin olduğu görüşü ortaya atılmış ve Sergius, Papa Honorius‟a bu durumla
ilgili hüküm sorduğunda papa, bu mesele etrafında tartışma çıkaran herkesi
“vıraklayan kurbağalar” olarak nitelendirmiş ve yazdığı mektubunda tek irade (one
will) teorisini desteklemiştir. Bundan yaklaşık kırk yıl sonra toplanan III. İstanbul
Konsili ise net bir şekilde monotelitizmi kınamış ve Honorius‟un bir heretik (sapkın)
olduğunu ilan etmiştir. Hefele, Papa Honorius‟un bir inanç meselesinde tam öğreti
otoritesini işe koşup bir karara varmasını ancak daha sonra bu kararın hem bir
ökümenik konsil hem de Katolik gelenek tarafından yanlış kabul edilmesini bir
argüman olarak ileri sürüp “burada papanın yanılmazlığı nerede?” diye sormuştur.
Bu durum yanılmaz addedilen bir papanın yanılabilir olduğunu, hatta heretik bir
doktrin va‟z ettiğini göstermektedir. I. Vatikan‟a katılan piskoposların kahir
ekseriyetinin savunduğu papanın yanılmaz doktrinel tanımlamalarda bulunacağı,
heresiye kaymaktan korunduğu kanaatleriyle uzlaştırılması zor ve karmaşık bir
durum arz etmiştir. Günümüzde papanın bireysel yanılmazlığını reddedenler bu
tarihsel tenakuzu öne sürmektedir.405
Benzer şekilde Hefele, II. İstanbul Konsili (553)‟nde aforoz edilen monofizit
görüşlerin Papa Vigilius (537-555) tarafından daha sonradan onaylanmasını,
Constance Konsili (1414-18)‟nde „papaların daima konsil kararlarına tabi olacağı‟
hükmünün yer almasına rağmen Florence Konsili (1431-49)‟nin bu hükme aykırı
kararların alınmasını ve VIII. Boniface‟ın yayımladığı ve haleflerinin de onayladığı
Unam Sanctam’da yer alan papanın dini-dünyevi alanlarda üstünlük iddiaları ile
Katolik Kilisesi dışında kurtuluşun olmadığı ifadelerinin papanın yanılmazlığı
405
Bkz. Hasler, How The pope Became Infallible, s. 165-6; Güngör, “Papanın Yanılmazlığı
Konusundaki Tartışmalar”, s. 23; McGlory, Power and the Papacy, s. 97; Geisler and MacKenzie,
Roman Catholics and Evangelicals, s. 213; J. H. R., “The Supposed Fall of Honorius and His
Condemnation”, American Catholic Quarterly Review, v. 7, 1882, ss. 162-8; Hefele‟nin yanılmazlık
eleştirilerine mesnet olarak ileri sürdüğü tarihsel argümanlardan hareketle daha önceki papalar
tarafından yayımlanan bildiri ve ansiklikallerden hangilerinin yanılmazlık kapsamı içerisinde
hangilerinin yanılmazlık kapsamı dışında kabul edileceği de bir muamma olarak karşımıza
çıkmaktadır. John T. Ford‟a göre I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposlar daha önceki papaların
yanılmaz tasarruflarda bulunduklarını kabul etmekteydi. Ancak konsil bu tür bir yanılmaz
tanımlamalar listesi ortaya koymadığından dolayı I. Vatikan öncesindeki Papalık bildirilerinden
hangilerinin bu özelliği haiz olduğu hususunda piskoposlar arasında bir mutabakat yoktu. Örneğin
piskoposlar Papa VIII. Boniface‟ın meşhur Unam Sanctam (1302)‟ının yanılmazlık kapsamı içerisinde
olup olmadığı konusunda farklı düşünmekteydiler. Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic,
Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review, http://www.hprweb.com/2012/03/papalinfallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/, (07.08.2014).
129
bağlamında nasıl açıklanabileceğini sormuştur. Bu tarihsel çelişkileri bir tarihçi
olarak Hefele‟nin ileri sürmedeki amacının, papanın yanılmazlığı doktrinini
bütünüyle reddetmekten ziyade tarih ve dogma arasında tatmin edici bir uzlaşının
mümkün
olmadığını
göstermek
olduğu
ifade
edilmektedir.
Ultramontanist
piskoposlar ise Hefele‟nin ortaya koyduğu bu tarihsel örnekleri çarpıtma olarak
nitelendirmişlerdir.406
Yanılmazlık yanlısı olan çoğunluk piskoposlar doktrinin birleştirici yönüne
dikkat çekerek papanın yanılmazlığının Katolik olmayanların tekrar Kiliseye
dönmeleri için büyük bir çekim oluşturacağını ifade etmişlerdir. Bu piskoposlara
göre eğer tarih dogmanın önünde engel oluşturuyorsa tarihçilere düşen bunu
çözmektir, çünkü mevcut vahim durum geçmişin kafa karışıklığı ve yanlış
anlamalarından daha fazla önem arz etmektedir. Bazı piskoposlar ise karşılıklı
oturulup her iki tarafın da kabul edebileceği, makul yeni bir formülasyon oluşturmayı
önermişler ancak bu öneri, taslağın düzenlenip konsile sunulmuş olması gerekçe
gösterilerek kabul edilmemiştir. Bu durum Paris Başpiskopos‟u Darboy tarafından,
yanılmazlık doktrininin resmi konsil dökümanlarında muğlak ifade edildiği, ayrıca
papaya bireysel ve mutlak bir yanılmazlık tanımladığı gerekçesiyle eleştirmiştir.407
Azınlık piskoposlar papanın yanılmazlığının dogmatik bir kararla kabul
edilmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünerek büyük ölçüde durumu kabullenmişlerdi.
18 Haziran tarihinde ise Bologna Başpiskoposu Kardinal Philip Maria Guidi,
Kiliseden bağımsız bireysel yanılmazlığın bizzat papanın yanılmazlığı olarak
görülmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Guidi‟ye göre papaya Kutsal Ruh tarafından
verilen yardım, belirli şartlar altında onun söylediği şeylerin hatasız olmasını garanti
eder; işte her şeyiyle yanılmazlık budur, bunun dışında yanılmazlık doktrini yarı ilahi,
doğaüstü bir varlıkmış gibi onu daimi ya da bizzat yanılmaz yapmaz. Guidi, üzerinde
tartışılan bölüm olan “Roma Piskoposunun Yanılmazlığı” faslının “Papanın
Dogmatik Tanımlamalarının Yanılmazlığı” olarak değiştirilmesini önermiştir. Guidi,
müstakil ve mutlak yanılmazlık endişelerinin yersiz olduğunu, çünkü bir papanın bu
hediyeyi alelacele kullanamayacağını, bilakis onun “doğru karara ulaşmada sıradan
bir insan dikkatini” kullanmakla yükümlü olduğunu belirtmiş ve bunun genellikle
Kilise geleneğini gözetmek ve piskoposlarla istişare etmek anlamına geldiğini ifade
406
407
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 97.
Bkz. McClory, a.g.e., s. 98-100; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 153 ve 164.
130
etmiştir. Guidi‟nin bu konuşmasından sonra Papa Pius‟un Guidi‟yi yanına çağırıp
azarladığı ve “ben geleneğim, ben Kiliseyim” dediği rivayet edilir.408
Daha sonra inanç komitesi üyesi olan İrlandalı Kardinal Cullen başka bir
formülasyonla ortaya çıkmıştır. Bu, piskoposların o ana kadar tartışmakta oldukları
formüle benzemekle birlikte papanın yanılmazlığına daha net bir tanım getirmekteydi.
Cullen, konuşmasına mantıksal bir temel ortaya koyan bir çeşit önsözle başlamıştır:
“Mesih, Petrus‟a, piskoposlara ya da teologlara danışmak koşuluyla „Sen kayasın‟
dememiştir; „cennetin krallığının anahtarlarını sana vereceğim‟ ancak onları
kullanmadan önce diğerlerine kulak vermelisin de dememiştir. O otoritesini
Kiliseden değil, bizzat Mesih‟ten almıştır.” Daha sonra Kardinal Cullen önerilen
formülü okumuştur:
“Papa, ex cathedradan konuştuğu zaman, yani, bütün Hıristiyanların pastörü
ve doktoru olarak görevini yerine getirdiğinde, evrensel kilise tarafından uyulması
gereken inanç ve ahlaka ilişkin bir doktrini kendisine taahhüt edilmiş ilahi yardım
vasıtasıyla tanımlar. İlahi kurtarıcı tarafından onun Kilisesine bahşedilen inanç ve
ahlaka ilişkin doktrin tanımlama yetkisinden dolayı bu yanılmazlığa sahiptir.”409
Konsilin son oylamada kabul ederek dogmaya dahil ettiiği Pastor Aeternus
adlı yasadaki ifadelerle büyük ölçüde örtüşen bu formülasyondaki “uyulması
gereken” (Tendenda) ibaresinin önemli bir ayrıma işaret ettiği ifade edilmektedir.
Buna göre eğer formül “inanılması gereken” (credenda) şeklinde okunmuş olsaydı
yanılmazlık doktrini sadece itikadi konuları kapsayacaktı ki bu son değişiklik Kiliseye bahşedilen- yanılmazlığın kapsamını tamamen belirsiz ve muğlak bir
duruma sokmuş ve yanılmazlığın kapsamı farklı şekillerde algılanmıştır. Örneğin
papanın yanılmazlığını en geniş anlamda (maximal infallibility) ele alan Manning‟e
göre Pius‟un rasyonalizm, liberalizm gibi modernizm ve modernizmle ilişkili
akımları kınadığı Hatalar Manzumesi (Syllabus) gibi ansiklikaller de yanılmazlık
kapsamındadır.410
408
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 107-10; Chadwick, A History of the Popes, s. 210;
Powell, Papal Infallibility, s. 35; Nielsen, The History of the Papacy in the XIXth Century, s. 361;
Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 291; Gilley & Stanley, The Cambridge
History of Christianity, s. 19.
409
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 109.
410
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 81; McClory, Power and the Papacy, s.110.
131
İlerleyen günlerde iki taraf arasında gayrı resmi bazı toplantılar tertip edilmiş
ve her iki taraf da karşılıklı argümanlarla kendi görüşlerini delillendirmeye
çalışmışlardır. Polycarpi, Iranaeus, Robert Bellarmine ve Augustine gibi önemli
isimlerin yanılmazlık görüşleri araştırılmış ve sonunda her iki tarafın liderleri bu
tartışmalara bir son verilmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Nihayetinde İnanç
Komitesi (de fide) yanılmazlık faslı üzerinde yaklaşık yüz elli tavsiye ve değişiklik
önerisi üzerinde çalışmaya başlamış ve komiteye bu konuda Curia‟dan Cizvit
Clemens Schrader ve Baptist Franzelin gibi piskoposlar danışmanlık yapmışlardır.
Birkaç gün içinde bütün bu değişiklik önerileri gözden geçirilerek reddedilmiş, daha
önceden Kardinal Cullen‟in önermiş olduğu formülasyonla örtüşen bir “tanımlama”
kabul edilmiştir.411
11 Temmuz tarihinde Avusturyalı Piskopos ve İnanç Komitesi sekreteri
Vincent Gasser, dört saate yakın uzun bir konuşmayla konsildeki en uzun konuşmayı
yapmıştır. 412 Ilımlı bir kişiliğe sahip olduğu ifade edilen Gasser‟ın konuşması,
önerilen formülasyona karşı ayrıntılı bir savunma ve bazı muğlak değişikliklere bir
izahat mahiyetinde olmuştur. Gasser konuşmasında nihai konsil yasası Pastor
Aeternus‟ta da geçtiği şekliyle papanın resmi kararlarının (decree) yanılmaz olarak
nitelendirilebilmesi
için
olmazsa
olmaz
bazı
şartları
taşıması
gerektiğini
vurgulamıştır. Gasser‟a göre öncelikle papanın kararları, Kilisenin en yüksek çobanı
(pastor) sıfatıyla ex cathedradan olmalıdır, papa, inanç ve ahlak konularına dair bir
saptamada bulunmalıdır ve bu saptama, sadece Tanrı tarafından Kiliseye bahşedilen
(papaya değil) ve papayı hataya düşmekten koruyan ilahi inayetle (gift) olmalıdır.
Gasser‟ın bu ifadeleri papanın yanılmazlığının Kiliseden ayrı bizatihi şahsına
münhasır olmayıp Kilisenin yanılmazlığıyla örtüşmesi olarak görülmüştür.413
Daha sonra Gasser yanılmazlık karşıtı azınlık piskoposların önerilerini ele
almış ve onları üç başlıkta toplamıştır. Buna göre, üyelerin başa (papa), başın da
üyelere iştirak ettiği bir birliktelik olmalı, bir inanç dogması oluşturmada
piskoposların papa olmaksızın hareket edemeyeceği gibi, papanın da piskoposlar
411
Bkz. McClory, a.g.e., s. 111-2; Güngör, Cizvitler, s.136.
Gasser‟ın konsildeki konuşmasının tamamı için bkz. Bishop Vincent Ferrer Gasser, The Gift of
Infallibility, ss. 21-100, Ignatius Press, San Francisco 2008.
413
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292.
412
132
olmaksızın karar verememesi, Kilisenin bir konudaki ittifakı papanın da uyması
gereken bir inanç kuralı olduğudur.
Gasser‟ın azınlık piskoposların bu önerilerine cevabı ise, papa için her
durumda piskoposlara müracaat etmesi gibi bir zorunluluk iddia edilemeyeceği,
çünkü onun otoritesinin farklı bir durumdan kaynakladığı şeklinde olmuştur.
Gasser‟a göre papa, ex cathedradan olan tanımlamalarında Kiliseyle aynı kaynaklara
sahiptir ki bunlar Kutsal Kitap ve gelenektir. Kilisenin baş ile bütünleşmesi bir iman
kuralıdır, ancak bundan, piskoposların katı-kuralcı ve mutlak bir denetim
zorunluluğu olduğu hiçbir surette çıkarılamaz ve dogmatik kararlar için de gerekli
olacak böylesi bir zorunluluk konulamaz.
Gasser‟a göre papanın, piskoposların
danışmanlığına başvurmak zorunda olması teolojik gallikanizme teslim olmak
demektir.414
Gasser‟ın bu konuşması her iki tarafın da kabul ederek uzlaşacağı bir
formülasyon ümitlerini artırmıştır. Azınlık piskoposlar papanın (ex cathedradan)
yapacağı ve yanılmaz olarak kabul edilecek tasarruflara piskoposların da iştirak
etmesi üzerinde ısrar ederken, çoğunluk azınlık grubun bu önerisini Gallikan
görüşler olarak addetmiş ve papanın kararlarını değiştirilemez (irreformable) yapmak
için reddetmiştir. Konsildeki piskoposların büyük çoğunluğunun –ki özellikle toplam
sayının üçte birini oluşturan İtalyanların- her iki tarafın üzerinde uzlaştığı bir
formülasyondan yana oldukları ifade edilmektedir. Ancak Papa Pius‟un uzlaşmaz bir
tutum sergilemesiyle bu uşlaşı çabaları ortadan kalkmıştır.415
13 Temmuz tarihinde İnanç Komitesi‟nin önerdiği, papanın öncelik, üstünlük
ve yanılmazlığını ortaya koyan yasa oylamaya sunulmuştur. Ancak dikkat çekecek
bir şekilde yaklaşık 76 piskopos genel kongreye katılmamıştır. Bazıları sadece
oylama günü için kongreden uzak durmuş diğerleri ise Roma‟dan ayrılık hazırlığında
olduklarını bildirmişlerdir. Beş gün sonra yapılacak son oylama için bir hazırlık ve
deneme oylaması mahiyetindeki bu oylamanın herhangi bir bağlayıcılığı yoktu.
414
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 114.
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292; Papa IX. Pius‟un otoriter
kişiliği ve konsile katılan piskoposlar üzerindeki baskıcı tutumu pek çok piskoposun bu yönde
eleştiriler geliştirmesine yol açmıştır. Hatta sıcak geçen yaz ve Roma‟da salgın halini alan sıtmadan
dolayı pek çok piskoposun sıtmaya yakalandığı ve bundan dolayı konsilin ertelenmesini talep
etmelerine rağmen Pius‟un bu talepleri görmezden geldiği ifade edilmiş, onun bu tutumu da
yanılmazlık doktrininin bir an önce dogmalaşmasındaki ısrarına dayandırılmıştır. Bkz. Hasler, How
The Pope Became Infallible, s. 114 ve 116.
415
133
Piskoposlar yasayı oylarken tercihlerini placet (kabul), non placet (ret) ya da placet
juxta modum (şartlı kabul) şeklinde beyan etmişlerdir. Hazır bulunan 601 piskoposun
451‟i kabul, 88‟i ret ve 62 piskopos da şartlı kabul yönünde görüş belirtmiştir.416
Koşullu olarak kabul yönünde oy kullananların gerekçelerini yazılı olarak sunmaları
istenmiş ve bunların son oylamadan önce değerlendirmeye alınacağı ifade edilmiştir.
Oylamada ret oyu kullanan piskoposların kahir ekseriyeti Fransız piskoposlar
olmuştur. Zaten konsilin başından Darboy ve Dupanloup gibi Fransız piskoposlar
yanılmazlık doktrininin mahzurlarını ortaya koyarak muhalefet etmişlerdir.417 Onları
15 kişiyle Macarlar ve 11 kişiyle de Almanlar izlemiştir. Ocak ayında yanılmazlık
aleyhinde dilekçe veren 24 Kuzey Amerikalı piskoposun sadece 9‟u bu oylamada ret
oyu kullanmıştır. Bu piskoposlar arasında da Verot, Kenrick ve Little Rock‟lı
Edward Fitzgerald bulunmaktaydı. 418 Oylamada şartlı kabul (placet juxta modum)
oyu kullanan bazı piskoposların katı infallibilist, yani yanılmazlık savunucuları
olması dikkat çekmiştir. Onların itirazı önsözde aynı cümle içerisinde kullanılan ve
Gallikanizme teslimiyet gibi görünen “papa” ile birlikte “genel konsiller” ifadesine
olmuştur. Ret oyları ise beklenildiği üzere papaya atfedilen “kişisel, müstakil ve
mutlak” yanılmazlık tanımlaması sebebiyle azınlık piskoposlardan gelmiştir.
İnanç Komitesi şartlı kabul oyu kullananlardan gelen teklif ve eleştirilerin
ikisi dışında hepsini geri çevirmiştir. Gündeme alınan tekliflerin ilki papanın
üstünlüğü (primacy) ile ilgili fasılların birinde geçen Augustine‟den yapılan bir
alıntının çıkarılması çağrısı, diğeri de bir gün önce oylanan formülasyonun en sonuna
kısa bir cümlenin eklenmesiydi. Bir gün önce oylanan metin “ papanın (bizatihi)
tanımlamaları değiştirilemez (irreformable)” ile sona ermekteydi. Komisyon buna
“kilisenin mutabakatıyla dahi olsa” ibaresini eklemeyi önermiş ve formülasyona bu
ibare eklenmiştir. 419
Yanılmazlık karşıtı piskoposlar son bir hamle olarak halka açık oturumda
vurgulu bir şekilde karşı oy kullanmak suretiyle bir infial uyandırmayı
416
Bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 138-9; Nielsen, The History of the Papacy
in the XIXth Century, s. 363; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 368; Hasler, How The
Pope Became Infallible, s. 187.
417
Bkz. Margaret O‟Gara, “Infallibility and the French Minority Bishops of the First Vatican Council”
s. 212-3, https://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/download/2987/2601 (15.03.2014).
418
Bu oylamada ret oyu veren piskoposlar için bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s.
368-9.
419
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 116-7.
134
düşünmüşlerdir. Azınlık üyeler bir araya gelerek altı kişiden oluşan bir komiteyi
Papa IX. Pius ile görüşmek ve ona bir teklif sunmak üzere yetkilendirmişlerdir. Bu
alel acele görüşmede Darboy Papa Pius‟a, oylanacak olan yasadaki ifadelerde iki
küçük değişiklik yapılması durumunda azınlık piskoposların açık oturumda ittifakla
kabul oyu kullanacağını belirtmiştir. Azınlık piskoposlar, “papanın otorite ya da
yetkinin en önemli kısmına sahip olduğunu, bu otorite ya da yetkinin bütününe sahip
olmadığını” ve papanın tanımladığı dogmaların “Kilise geleneğine dayanması” ya da
bazı kanallardan Kiliseyle irtibatlı olması; episkopal bir onayının da işin içerisinde
olmasını istirham etmişlerdir. Hatta bu görüşme esnasında Piskopos Ketteler‟in bir
yerde dizleri üzerine çökerek “Merhametli Baba, bizi ve Tanrının Kilisesini koru”
diye yalvardığı rivayet edilir.420 Papanın bu durum karşısındaki tepkisi konusunda
farklı görüşler mevcuttur. Bir rivayete göre Pius oralı olmamış ve herhangi bir
değişiklik için artık geç olduğunu belirtmiş, yine de bu konuyla alakalı olarak konsile
müracaat etmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Bir diğer rivayete göre ise Papa, can
sıkıcı bir oylama ihtimalinden dolayı kaygılanmış ve küçük değişiklikler konusunda
bir temayül göstermiştir. Ancak azınlık piskoposlardan hemen sonra yanılmazlık
savunucusu Manning ve Senestrey‟in ziyaretleri papayı bu meylinden döndürmüştür.
Nitekim Manning daha sonra bu durumu “Onlar (azınlık piskoposlar) IX. Pius‟a
gittiklerinde biz de gittik; hararetli bir tartışmaydı.” şeklinde itiraf etmiştir.421
420
McClory, Power and the Papacy, s. 118; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 369-70;
Hasler, How The pope Became Infallible, s. 139 ve 187.
421
Bkz. Shane Leslie, Henry Edward Manning: His Life and Labours, Burns Oates & Washbourne
Limited, London 1921, s. 216-7; Azınlık piskoposların görüşme esnasında Pius‟tan ricada
bulundukları papanın yanılmazlığının Kilisenin rıza ve onayıyla bir şekilde irtibatlı olması gerektiği
şeklindeki tekliften sonra papanın buna çok kızdığı ve Kardinal Luigi Bilio‟dan formülasyonda
herhangi bir şekilde geçen Kilisenin onayı ifadelerinin çıkarılarak sertleştirilmesini istediği ifade
edilmektedir. Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; Pius‟un yanılmazlık doktrinin
dogmalaşması yönündeki ısrarında, özellikle gençlik yıllarında yakalandığı epilepsi hastalığından
kaynaklanan ruhsal durumunun da etken olduğu ileri sürülmektedir. Bu konuyla alakalı bir analiz için
bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 299-302; Ayrıca, Pius‟un, Meryem‟in ilk günahın
her türlü lekesinden azade olduğu immaculate conception dogmasını ilan etmesinde de yakalandığı bu
hastalığın etkili olduğu iddia edilir. Şöyleki, rivayete göre Pius, yakalandığı bu müzmin hastalıktan
kurtulmak için Meryem‟in görüldüğü yer kabul edilen İtalya‟nın Loreto kasabasına farklı zamanlarda
gidip ona bu illetten kurtulmak için dua etmiş, -şifa bulduğuna inanmış olmalı ki- papa seçilmesinden
sonra da bu dogmayı ilan etmiştir. IX. Pius‟un en az papalık dönemi, karar ve uygulamaları kadar öne
çıkan bu marazî durumu günümüzde de çeşitli araştırma ve incelemelere konu yapılmaktadır. Pius‟un
bu hastalığı, hastalığının tipi ve onun kariyerine ve doktrinel kararlarına etkilerine dair Mayo Clinic
tarafından yapılan bir analiz için bkz. http://www.mayoclinicproceedings.org/article/S00256196(11)61100-2/fulltext#cesec70, (01.02.2015).
135
Kaynaklara göre 18 Temmuzdaki genel kurulun bir gün öncesinde azınlık
piskoposların ne yapmaları gerektiği hususunda kararsızlık içerisinde oldukları ifade
edilmektedir. O günün akşamında azınlık liderler bir araya gelerek bir gün sonraki
oturuma iştirak edilmesini ve karşıt oylarla salonu inleterek muhalif bir tavır
takınılmasını kararlaştırmışlar, ancak son anda toplantıya katılan Dupanloup,
dogmaya karşı olanların ertesi günkü oylamaya katılmamalarını tavsiye etmiştir.
Yapılan tartışma ve müzakerelerden sonra bu tutum benimsenmiş ve takınılan tavır
Papa Pius‟a bildirilmiştir. Alınan bu karardan sonra yaklaşık 60 kadar piskoposun
oylamaya katılmadan Roma‟yı terkettiği nakledilmektedir.422
6.6. Son Oylama ve Yanılmazlık Doktrininin Kabulü
18 Temmuz 1870 Pazartesi günü, 535 üst düzey din adamından oluşan konsil
heyeti son oturum için Aziz Petrus Bazilikası‟nda bir araya gelmiştir. Bazilikanın sağ
tarafında U şeklindeki sekiz sıraya oturan piskoposların tam ortasında Papa Pius‟un
tahtı bulunmaktaydı. Tören elbiseleri içerisindeki bu yüksek rütbeli din adamlarının
yanında çeşitli ülkelerden üst düzey katılımcılar, gazeteciler ve büyük bir izleyici
kitlesi konsildeki yerlerini almışlardı.
Nağmesiz olarak icra edilen mass (ekmek şarap) ayininden sonra aylardır
üzerinde çalışılan formülasyonların nihai formunu teşkil eden ve ilk kelimeleri
Pastor Aeternus (Ebedi Çoban) olarak başladığı için bu adla bilinen Mesih’in Kilisesi
Üzerine İlk Dogmatik Yasa (First Dogmatic Constitution on the Church of Christ)‟yı
bir piskopos salonun ortasındaki podyuma çıkarak okumuştur.
Dört bölümden oluşan bu yasanın ilk üç bölümü genellikle İncil metinlerine
referansla Petrus‟un apostolik üstünlüğünü ortaya koymakta ve papanın da onun
halefi olması sebebiyle bütün Kiliseler üzerinde yargılama öncelik ve üstünlüğüne
sahip olduğu ifadeleriyle Florence Konsili‟nde yine bu minvalde alınan papayla ilgili
kararları 423 içermekteydi. Bu dogmatik yasanın
422
dördüncü bölümü ise konsiller
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292; McClory, Power and the
Papacy, s. 120; Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 370; Hasler, How The Pope Became
Infallible, s. 189.
423
“Roma Piskoposu Mesih‟in hakiki vekili ve bütün bir Kilisenin başı ve bütün Hıristiyanların
çobanıdır. Petrus vasıtasıyla bizzat Mesih‟ten aldığı yetkiyle evrensel Kiliseyi koruyup kollama,
136
tarihinin en tartışmalı konularından birisi olan papanın yanılmazlığını, yani papanın
ex cahtedradan inanç ve ahlak konularında doktrinel bir tanımlamada bulunduğunda
yanılmazlık yetkisine sahip olduğunu vurgulayan şu ifadelerle sona eriyordu:
“…Hıristiyan inancının başlangıcından itibaren tevarüs edilen geleneğe içtenlikle
bağlı kalarak, Kurtarıcı‟mız olan Tanrı‟nın izzeti, Katolik dininin yüceliği ve
Hıristiyan toplumun selameti için, kutsal konsilin onayı ile, vahyedilmiş kutsal bir
dogma olarak şunu öğretir ve açıklarız ki: Papa (Roman Pontiff) yüce apostolik
otoritesiyle; tüm Hıristiyanların öğretmeni ve çobanı olarak kutsal kürsüsünden (ex
cathedra) konuştuğunda, yani, makamının gereği bir uygulamada bulunduğunda,
inanç ve ahlaka ilişkin bütün bir Kilise tarafından uyulması gereken bir doktrin
belirlediğinde, kendisine Petrus vasıtasıyla taahhüt edilmiş olan ilahi yardıma; inanç
ve ahlak konularında (doktrin) belirlemede İlahi Kurtarıcı‟nın, Kilisesine bahşettiği
yanılmazlığa sahiptir. Bu nedenle, Papanın bu türden tanımlamaları –kendisinin ve
kilisenin mutabakatıyla dahi olsa- değiştirilemez.” 424
Ve bu dogmatik yasaya ihtar mahiyetinde bir ifade de eklenmişti.
“Şu halde, her kim, bizim bu (dogmatik) tanımlamamızı -Tanrı‟nın da yasak ettiği
gibi- reddetme cüretine sahip olursa o aforoz edilir.”
Metnin okunması bitince bu konsil yasası oylamaya sunulmuştur. Genel
manzara The Times of London muhabiri Thomas Mozley 425 tarafından şu şekilde
anlatılmaktadır: “Yukarıda gök gürlemesiyle birlikte aşağıdan ana kubbe ve
kalabalığı ayıran küçük kubbelere doğru bütün pencerelere çakan şimşek eşliğinde
babaların “kabul” sesi fırtınaya karışıyordu. Papa Hazretleri yüksek sesle
“kabul”diye bağırınca sanki cevap verircesine büyük bir gök gürültüsü duyuldu ve
hemen ardından sanki cevabı anons eder gibi şimşek konsil salonunun her bir
köşesinde şakıdı.”426
yönetme ve ona liderlik etme tam yetki ve selahiyetine sahiptir.” Bkz. Henry Denzinger, The Sources
of Catholic Dogma, translated by Roy J. Deferrari from the Thirtieth Edition of Henry Denzinger‟s
Enchiridion Symbolorum, Loreto Publications, USA 1955, s. 456; The Vatican Council: From Its
Opening To Its Prorogation, s. 106-119.
424
Bkz. Tanner, Decrees of the Ecumenical Councils, s.816; Tanner, The Church in Council, s.36;
Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, s. 457; The Vatican Council: From Its Opening To Its
Prorogation, s. 119; McBrien, The Church, s.117; Chadwick, A History of the Popes, s.214.
425
T. Mozley aynı zamanda ilerde yanılmazlık görüşlerini daha detaylı açıklayacağımız Cardinal John
Henry Newman‟ın kayın biraderidir. Bkz. John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”,
s. 273-4.
426
Bkz. Thomas Mozley, Letters from Rome on the Occasion of the Oecumenical Council, 1869-1870,
vol. 2, s.445-446.
137
Benzer yorumlara hemen her inanç ve kültürde rastalanıldığı gibi
ultramontanist piskoposlar bu durumu Tanrı‟nın tezahürü (Theophany); konsil
kararlarının doğaüstü bir şekilde tasdik edildiğinin göstergesi olarak addederken
umutlarını yitirmiş yanılmazlık karşıtı piskoposlar ise Kilisenin küstahlığı karşısında
Tanrının öfkesinin işareti olarak görmüşlerdir.427
Oylama sonucunu Papa Pius 553 kabul (placet), 2 ret (non placet) şeklinde
bağırarak okuyunca428 salondan coşkulu tezahüratlar yükselmiştir.429 Ardından Pius
“Bu okunanları bizler, konsilin tasvibi ve apostolik otorite vasıtasıyla açıklıyor ve
tasdik ediyoruz” ifadelerini kullanmıştır. Oylamada ret oyu veren Little Rock‟lı
Fitzgerald ve Napoli‟li Luigi Riccio‟nun yerlerinden kalkarak papanın tahtına doğru
ilerledikleri “Şimdi kutsal babaya inanıyorum” dedikleri rivayet edilmiştir. Bu iki
piskoposun tutumuyla alakalı azınlık piskoposların aldığı karardan habersiz
oldukları, beyanlarının yanlış anlaşıldığı vb. görüşler olmakla birlikte kendileri daha
sonra bu konuyla alakalı olarak herhangi bir görüş beyan etmemişlerdir.430
Daha sonra Papa IX. Pius kendisini destekleyen piskoposlara teşekkür etmiş,
kendisini desteklemeyen piskoposlara da kapılarının açık olduğunu, zira İsa‟nın
düşmanlarına karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirten birleştirici bir
konuşma yaparak oturumu kapatmıştır.431
7. I. VATĠKAN KONSĠLĠ SONRASI GELĠġMELER
I. Vatikan Konsili, Papalığın tarih boyunca ileri sürdüğü öncelik-üstünlük ve
dini-dünyevi otorite olduğu iddialarının en uç noktasını teşkil eden papanın inanç ve
ahlak konularında yanılmazlık vasfına sahip olduğunu Katolik bir dogma olarak
427
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; John T. Ford, “Infallibility: A Review of
Recent Studies”, s.273-4; Örneğin bir önceki Papa XVI. Benedict‟in istifa kararından saatler sonra
Aziz Petrus Kilisesi‟nin kubbesine yıldırım düşmüş ve bu tabiat olayı Kardinaller Koleji Dekanı
Angelo Sodano‟nun “Sakin gökten sanki bir yıldırım düştü” sözlerinden hemen sonra gerçekleşince
bazıları bunu kutsal bir işaret olarak algılanmıştır.
428
Ullathorne oylamaya sunulan konsil yasasına kabul (placet) oyu verenlerin sayısını 533 olarak
verir. Bkz. Letters of Archbishop Ullathorne, Burns & Oates, London, Tarihsiz, s. 250; Nielsen, The
History of the Papacy, s. 370-1; Bazı kaynaklarda da bu sayı 531 ve 535 olarak geçer. Bkz. Witherow,
“History of the Vatican Council”, s. 371; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; Ayrıca
bkz. Manning, The True Story of the Vatican Council, s. 142.
429
Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 371.
430
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 189; McClory, Power and the Papacy, s. 122.
431
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 122; Nielsen, The History of the Papacy, s. 371.
138
kabul etmiştir. Bu dogma bir anlamda modernizmle birlikte Papalığın dini-dünyevi
otoritesinin azalmasına karşı atılmış bir adım, yani Reformasyonla başlayıp
Aydınlanma ve Fransız İhtilali ile devam eden ve modernizmle ivme kazanan
Kiliseye karşı saldırılar ve ortaya çıkan yeni teolojik yaklaşımlar karşısında
Ultramontanist bir heyecanla papa ve Papalığın nüfuzunu yeniden tesis etme çabaları
olarak görülmüştür. Ancak bu dogma, Papalığın dini otoritesine herhangi bir katkı
sağlamadığı gibi konsilin hemen sonrasında ortaya çıkan siyasi-askeri gelişmeler
Papalığın dünyevi otoritesinin de tamamen ortadan kalkmasına sebep olmuştur.
7.1. Ġtalya’nın Roma’yı ĠĢgali
Konsilin çalışmalarına ara vermesinden iki gün sonra 19 Temmuz 1870
tarihinde İmparator Napoleon Bonaparte idaresindeki Fransa Prusya‟ya karşı savaş
ilan etmiştir. Bu savaş durumu Papalığı ve Papalık Devletlerini koruyan Fransız
kuvvetlerinin neredeyse tamamının derhal Papalık topraklarından çekilmesi
sonucunu doğurmuştur. Bu durumda uzun zamandan beri bütün İtalya‟yı tek bir
bayrak altında birleştirme özlemi içerisindeki Kral Victor Emmanuel harekete
geçerek Papalık Devletlerini ve Roma‟yı ele geçirmiştir. Her ne kadar ufak çaplı
çatışmalar yaşansa da Papa Pius ordusuna direnmeme emri vermiştir. Kral
Emmanuel, papanın kişisel güvenliğini garanti etmiş, diplomatik bir heyet, bağımsız
bir postane ve İsviçreli muhafızlarla Vatikan üzerindeki kontrolünü korumasına izin
vermiştir. Curia‟nın düzenli faaliyetleri de aynı şekilde devam ettirilmiş ancak artık
papalığın bin yıllık bir dünyevi egemenliği sona ermiştir.432
Bu gelişmeler üzerine yeni kurulan hükumeti illegal addeden Papa IX. Pius,
her türlü işbirliğini reddederek Vatikan‟a kapanmış ve kendisinin bir tutsak olduğunu
çeşitli kitle iletişim vasıtalarıyla tüm dünyaya duyurmuştur. Böylece bütün dünya
tarafından tanınan bir şahsiyet olarak Papa, elindeki dünyevi-siyasi otoritenin son
kalıntılarından da feragat etmeye zorlandığı bir anda, birden hukuki-manevi
otoritenin tarihteki en yüksek seviyesine ulaşmıştır. IX. Pius‟un bu esareti 1929
Lateran Antlaşmasına kadar yaklaşık 60 yıl sürmüştür. Bu antlaşmayla Papalığa 40
432
İtalya‟nın Roma‟yı işgali için bkz. Nielsen, The History of the Papacy, s. 375 vd.
139
hektarlık sembolik bir toprak bağışlanarak günümüz Vatikan Devleti‟nin temelleri
atılmıştır.
Sonbaharda yarım kalan işleri ele almak için tekrar toplanması planlanan
konsil için resmi olarak önce 20 Ekim, ardından 20 Kasım tarihi verilmiş ancak daha
sonra herhangi bir tarih belirtilmeksizin (sine die) ertelenmiş ve bir daha
toplanamamıştır. 433 Bundan dolayı I. Vatikan Konsili‟nin resmi bir kapanışı da
olmamıştır. Ancak doksan iki yıl sonra yapılan II. Vatikan Konsili‟nde bu durum
gündeme gelmiş ve bu konsilde I. Vatikan‟ın tamamlandığı kabul edilmiştir. Diğer
konsillerde olduğu gibi papanın başkanlık ettiği ve yönettiği bir konsil olması, alınan
kararların bulla formunda olması ve kararların sonunda açık bir şekilde “kutsal
konsilin onayıyla” (with the approval of the sacred council) ifadesinin yer alması
konsilin meşruiyeti için kriter olarak kabul edilmiştir.434
7.2. Konsil Kararlarına Katılım
Konsilin bütün oturumlarında ele alınan bir problematik olarak papanın
yanılmazlığı konusu sert tartışmaların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Her ne kadar
son oturumda oy birliğiyle de diyebileceğimiz ezici bir çoğunluk tarafından kabul
edilmiş olsa da, hatırı sayılır sayıda piskopos tarafından da boykot edilmiştir. Bundan
sonra ne olacağı konusunda merak edilen, papanın kendisi için tanımlanan
görülmemiş bu fevkalade gücü (charism) bütün Katolikler, hatta dünyevi (siyasi)
alanı da kapsayacak şekilde kullanıp kullanmayacağı, sıradan Katoliklerin ise, zaten
zar zor anlayabildikleri bu yeni dogmayı kabul edip etmeyecekleriydi.
18 Temmuzdaki son oturuma katılmadan piskoposluk bölgelerine dönen her
bir piskopostan, Pastor Aeternus doktrininin resmi bir kabul beyanını acilen papaya
teslim etmeleri istenmiştir. Azınlık piskoposların tepkileri ise karmaşık bir görünüm
arz etse de genel olarak vicdan muhasebesi altında ve gel gitler yaşayarak
istemeyerek de olsa bir kabulleniş şeklinde olmuştur. Aslında konsilde kabul oyu
veren pek çok piskoposun da benzer duygular içerinden olduğu iddia edilmiştir ki bu
konsilin meşruiyeti tartışmalarını gündeme getirmiştir. Fransız piskoposların
433
434
Bkz. Witherow, “History of the Vatican Council”, s. 373.
Bkz. Bokenkotter, A Concise History of the Catholic Church, s. 292-3; Tanner, Decrees, s.801.
140
konsilde yanılmazlık doktrinine en sert muhalefeti göstermelerine rağmen konsil
sonrasında bu doktrini kabul etmeleri şaşırtıcı bulunmuştur. Tarihçi O‟Gara, azınlık
piskoposların konsili erken terk etmelerini, onların oylamadaki “oybirliği”ni bozmak
istememelerine bağlamıştır. Onlar, yanılmazlık doktrininin kilisenin tamamının
inancını ifade etmesi gerektiği prensibinden hareket etmişler, sonunda, görüşlerinde
başarısız olunca bir bakıma kendi görüşlerini konsilde oy birliğiyle ifade edilen
görüşün içerisine dahil etmişlerdir.435
Azınlık piskoposların ya da diğer bir ifadeyle yanılmazlık karşıtı
piskoposların, konsilin gündemindeki en hassas konu olan “papanın yanılmazlığı”
meselesine karşı tutumları, konsil oturumları sırasında ve yasanın oylanması
sonrasında değişiklik göstermiştir. Bu tutum Piskopos Felix de Las Cases‟in şu
söyleminde ifadesini bulmaktadır:
“Konsil (doktrini) ilan etmedikçe fikirlerime bağlı kaldım; ancak bu tanımlamanın
ertesi günü Tanrı bana hakikati söyleyebilme lütfu bahşetti. Dün papanın
yanılmazlığına inanmadığım kadar bugün onun yanılmazlığına inanıyorum.”436
Benzer tutum Alman azınlık piskoposlar arasında da görülmüştür. Ağustos
1870‟de Fulda‟da bir araya gelen yetmiş Alman piskopos, daha önce karşısında yer
aldıkları I. Vatikan Konsili kararlarını kabul etmişlerdir. Tabi bu durum özellikle
Strossmayer gibi önde gelen yanılmazlık karşıtları tarafından hayret ve tepkiyle
karşılanmıştır.437 Ancak, kibir ve gurur abidesi Baal önünde diz çökmeyeceğini438
ifade eden Strossmayer de 1872 yılında piskoposluk bölgesinin gazetesi Glasnikte
konsil yasasını yayınlayacak, 1875 tarihinde de Papa Pius‟la uzlaşacak, 1881
tarihinde Papa XIII. Leo döneminde de dogmayı resmen kabul edecektir.439
“Fulda topluluğu” olarak tanımlanan bu toplantıya dogmaya en sert
muhalefetiyle bilinen Hefele katılmamıştır. Ancak hem çevresinin hem Roma‟nın
(psikolojik) baskıları neticesinde “aklın kurban edilişi” olarak nitelendirdiği bu
435
Bkz. Margaret O‟Gara, “Infallibility and the French Minority Bishops of the First Vatican Council”
s. 214-6; Gaillardetz, Teaching With Authority, s. 213.
436
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 127-8.
437
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 199-200.
438
Romalılara Mektup 11:4.
439
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 224-5.
141
dogmaya açık bir telaffuz şeklinde olmasa da 11 Nisan 1871 tarihinde iştirak etmiş
ya da en azından dogmaya muhalefeti terketmiştir.440
Yanılmazlık dogmasını kabul eden ya da kabul etmek zorunda kalan azınlık
piskoposları bu kararlarında bir nebze olsun rahatlatan bir bildiri konsilin kesintiye
uğramasından bir yıl sonra 1871 yılında Avusturya piskoposu Joseph Fessler
tarafından yayımlanmıştır. Konsil sekreterliği yapmış olan Fessler‟in bildirisi, Papa
Pius‟un kendisine “yanılmazlık dogmasının gerçek anlamını ortaya çıkarması”ndan
dolayı yazdığı bir teşekkür mektubundan esinlenmiştir. Fessler, yanılmazlığı daha
dar bir çerçevede ortaya koymuştur. Papanın ifadeleri yalnızca dogmada ifade edilen
değişmeyen belirli şartlar altında yanılmaz olarak kabul edilmelidir; ex cathedra’dan
olduğu açıkça ifade edilenlerin dışında hiçbir şey yanılmaz olarak kabul edilemez.
Papa, “kendi heva ve hevesiyle” yanılmaz tanımlamaları ilahi vahiyle ilişkili ve
inanca müteallik olmayan meselelere teşmil edemez.441
Papaya ait bu mahdut yanılmazlık anlayışı daha gelişmiş bir biçimde II.
Vatikan Konsili‟nde de ele alınacaktır. Ancak nelerin yanılmaz dogma olarak ilan
edilebileceği, nelerin edilemeyeceği düşüncesi bir sorunsal olarak günümüze kadar
varlığını korumuştur. Avrupa‟da bazı piskoposlar konsilin birkaç ay içersinde tekrar
çalışmalarına başlayacağı ümidiyle resmi bir ibrazda bulunmayı ertelemişler, hatta
bu konuyla alakalı çalışmalara bile başlamışlardır. Ancak Fransa ve Prusya
arasındaki savaş durumu konsilin tekrar toplanmasını mümkün kılmamıştır.
7.3. Döllinger ve Eski Katolikler Kilisesi
Vatikan Konsili‟nin resmen ilan ettiği dogmaya karşı en önemli blok
Almanya‟da Münih Üniversitesi Teoloji Fakültesi camiasında oluşmuştur. Döllinger
ve akademideki diğer muhaliflerler 1870 Ağustos ayında Nurenberg‟de konsilde hür
iradenin tecelli etmediği, bundan dolayı da konsilin aldığı kararların geçerli olmadığı
şeklinde bir deklerasyon yayınlayarak ilerde yeni bir konsilin (biri Roma dışında
olmak üzere) toplanması çağrısında bulunmuşlardır. Eylül ayında dekan Scherr,
440
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 223-4; Witherow, “History of the Vatican
Council”, s. 374; Nielsen, The History of the Papacy, s. 418.
441
Bkz. Joseph Fessler, The True And The False Infalllibility Of The Popes, Burns And Oates,
London, 1875, s. 64-65.
142
Teoloji Fakültesinden Vatikan Konsili kararlarının kabul edilmesini istediğinde
Döllinger ve Friedrich dışında herkes kabul etmiştir. Döllinger ise yanılmazlık
doktriniyle ilgili kannaatlerini 1872 yılı Mart ayında Allgemeine Zeitung'da çıkan bir
makaleyle ifade etmiştir. Döllinger makalesinde "Papa, şimdi tek bir 'Orbi'
sözcüğüyle 442 her hükmü, her doktrini ve her buyruğu bir inanç kuralı yapabilir.
Onun iradesine hiç bir şekilde itiraz hakkı yoktur; ne bireysel ne de kurumsal
hürriyetten bahsedilmez. Tanrı'nın kürsüsüyle papanın kürsüsü birebir aynıdır. Bir
Hıristiyan, bir teolog, bir tarihçi ve bir vatandaş olarak ben bu doktrini kabul
edemem" şeklinde ifade etmiştir. Zaten Döllinger‟in papalığa karşı olan muhalefeti
yeni değildi. 1861 tarihinde kaleme aldığı The Church and the Churches adlı
eserinde Döllinger, papanın dünyevi hükümlerinin Kiliseyi bağlamadığını ifade
etmiştir. 1864 yılında yayımlanan Hatalar Manzumesi (Syllabus)‟ni de eleştirmiş ve
ordaki ifadeleri modernizm karşıtı papalık despotizmi olarak nitelendirmiştir. Ayrıca
yine Döllinger Past and Present of Catholic Theolog (1863) ve Universities Past and
Present (1867) adlı eserleriyle I. Vatikan‟ı etkilemiş bir teologdur. 443
Bunun üzerine Scherr, Döllinger ve Friedrich'i aforoz etmiş ve bu durum
Katolik dünyada şok etkisi yaratmıştır. Zira Döllinger Avrupa'da Katolik hakların ve
Katolik doktrinin en önemli savunucusu olmuştur. Döllinger'in kiliseden kovulması,
beklenildiği gibi büyük bir bölünmeyi de beraberinde getirmiştir. 1872 yılı Mayıs
ayında Münih‟te toplanan bir grup akademisyen-teolog bir yürütme heyet oluşturarak
Bavyera kralına Pastor Aeternus öğretisinin devlet üniversitelerinde yasaklanması
çağrısında bulunmuşlar ve kraldan “Roma terbiyesizliğine ve cehaletine” karşı da
harekete geçmesini istemişlerdir. Haziran ayında resmi bir organizasyon olarak
temayüz eden “Eski Katolikler Kilisesi” (Old Catholics Church) 444 Prag‟dan laik bir
kilise hukuk profesörü Johann von Schulte ve Hollanda Utrecht‟den Alman Jansenist
teolog ve piskopos Paul Reinkens‟in idaresinde yola çıkmıştır. Bu yeni kilisenin ilk
442
Orbi "dünyaya ya da bütün dünya için" anlamına gelen Latince bir terimdir. Tam terkibi Urbi et
Orbi (kente ve dünyaya) olup deyimleşmiş bir ifadedir. Buradaki kentten kasıt ise Roma‟dır. Papa‟nın
önemli günlerde (örneğin Paskalya ve Noel, papa seçimi) Vatikan‟da yaptığı açıklamanın ya da bir
Papalık bullasının adresini gösterir, yani “kente ve dünyaya sesleniyorum” anlamı ihtiva eder. Bkz.
http://www.newadvent.org/cathen/15221a.htm, (12.08.2013).
443
Bkz. Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church, s.229-30.
Eski Katolik Kilisesi‟nin tarihsel temelleri ve teolojik görüşleri için bkz. . Jan Visser, “The Old
Catholic Churches of the Union of Utrecht”, International journal for the Study of the Christian
Church, 3:1, 68-84
444
143
başarısı da Prusya‟nın Fransa‟ya karşı kazandığı askeri zaferle gelmiştir. Prusya,
Bavyera ve diğer Germen devletlerin yeni birliğinin “demir şansölye”si (iron
chancellor) Otto von Bismarck bu yeni teolojik girişimi milli kilise modeli olarak
açık bir şekilde desteklemiştir.445
Kilisede inanç ve pratiklerde eski saafiyete dönüşü isteyen Eski Katolikler
bütün Hıristiyan coğrafyada aynı itikadın egemen olduğu ve Doğu-Batı kiliselerinin
kabul ettiği ilk yedi konsilin ökümenik konsil olduğunu, Batı Kilisesi ve papanın
idaresi altında toplanan konsillerin bu vasfı haiz olmadığını ifade etmişlerdir.446 Eski
Katolikler, papanın yanılmazlığıyla Hatalar Manzumesi’ni mesnetsiz Roma
merkeziyetçiliğinin en üst noktası olarak görüp kabul etmemişlerdir. Kilise içinden
ve dışından kendi papaz ve piskoposlarını atamışlar ve milli kültür ve gelenekleri
mufafaza ederek yeni bir dini hareket başlatmışlardır.447
Eski Katolikler, 1889 Utrecht Deklerasyonunda I. Vatikan Konsili‟nin ilan
ettiği papanın yanılmazlığı dogması ve papanın evrensel Kilisede en üst ve öncelikli
yargılama hak ve yetkisine sahip olduğu kararlarının eski Kilise ve Kilise babalarının
kararlarına tezat teşkil ettiği gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. Onlar ökümenik
konsillerin papaya atfettiği eşitler arasında birinci kararını kabul etmişlerdir. Ancak
eşitler arasında birincilik payesinin hiçbir zaman Roma‟ya diğer kiliselere hükmetme
yetkisi vermediğini ifade eden Eski Katolikler ayrıca 1854 yılında Papa IX. Pius‟un
ex cathedradan ilan ettiği Meryem‟in asli günahın her türlü lekesinden korunduğu
(Immaculate Conception) doktrinini de kabul etmemişlerdir.448
Kilisede teolojik ve idari (ecclesiastic) reform ile kiliselerin inanç ve ibadet
445
I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması Bismarck Almanyasında dini
alanın ötesine geçen politik bir mesele olarak algılanmıştır. Almanya‟daki Katoliklerin siyaseten
kayzere değil de papaya ve Roma Kilisesi‟nin kanunlarına bağımlı olacağı endişesi Bismarck‟ı
Katolisizme karşı önlemler almaya itmiştir. Bismarck, Katolik Kilisesi‟nin Almanya‟daki
hegemonyasını kırarak yerine Protestanlığı ikame etmek için başlattığı kulturkampf (kültür savaşı)
siyaseti doğrultusunda Roma Katolik Kilisesi‟nin karşısında yer alan oluşumları desteklemiştir. Bu
konuyla alakalı olarak bkz. Michael B. Gross, The War Against Catholicism: Liberalism and the AntiCatholic Imagination in Nineteenth-Century Germany, The University of Michigan Press, USA, 2004,
s. 240 vd.
446
Bkz. E. Michaud, “Old Catholicism”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed. James Hastings),
T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, s. 485.
447
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 134-5; Thomsett, Heresy in the Roman Catholic Church,
s.229-233; Nielsen, The History of the Papacy, s. 435-6.
448
Bkz. Bishop Andre J. Queen, Old Catholic: History, Ministry, Faith and Mission, iUniverse, New
York 2003, s. 15; Michaud, “Old Catholicism”, s. 485.
144
yönünden yeniden bir araya geldiği bir birliği amaçlayan
449
bu yeni kilise
Almanya‟nın yanısıra İsviçre, Hollanda ve Avusturya‟nın bir bölümünde kök salarak
ve 1880‟li yılların başlarında 250 bin üyeye ulaşmıştır. Ancak Bismarck‟ın Eski
Katolikler Kilisesi‟ni kendi politik ihtirası için kullanmaya çalışması Alman
Katoliklerin ayaklanması sonucunu doğurmuş, aynı zamanda modernizm için
teolojik doktrinler terk edilmiş, bu da iç yapının dağılmasına yol açmıştır. Eski
Katoliklerin sayısı 1957‟de 80 bin civarına düşmüştür. Günümüzde ise bu sayı bütün
Avrupa‟da 40 bin civarındadır. 450
7.4. Konsilin MeĢruiyeti TartıĢmaları
Fransa ile Prusya arasındaki savaş durumundan kaynaklanan gelişmeler
İtalya‟nın Roma‟yı ele geçirerek Papalık Devletleri‟ne son vermesiyle sonuçlanınca
güz aylarında tekrar toplanması kararlaştırılan konsil bir daha toplanamamıştır.
Dolayısıyla I. Vatikan Konsili, yedi ay gibi kısa bir sürede Hıristiyan tarihinin en
tartışmalı yasasını çıkartarak, bazen yıllarca süren ve birkaç ayrı şehirde toplanmak
zorunda kalan Ortaçağ konsillerine nazaran “ekonomik” bir konsil olarak
nitelendirilmiş ancak bu durum onun “ökümenik” bir konsil olup-olmama
tartışmalarını beraberinde getirmiştir. 451 Konsilin tekrar toplanma kararı vererek
dağılmasından sonra bazı yanılmazlık karşıtı piskoposların dogmanın tekrar ele
alınması için hazırlıklara başladığı 452 göz önüne alındığında dogma etrafındaki
tartışmaların henüz sona ermediği görülmektedir. Ayrıca konsil oturumları esnasında
olduğu gibi konsil sonrasında da oturumların hürriyeti meselesi eleştiri konusu
olmaya devam etmiştir. Eleştiriler, papa, Curia ve içerdeki piskoposlardan oluşan bir
zümrenin (clique) kendi aralarında kararlaştırdıkları bir sonucu sağlamaya yönelik
olarak piskoposları tahakkümü altına alıp özgür iradeden yoksun bıraktıkları
yönündeydi. Bunlara göre I. Vatikan Konsili‟ne hile karışmıştır, dolayısıyla bu konsil
ökümenik olma karakterini kaybetmiştir. Konsilde olup bitenlerin gizli tutulması
449
Bkz. Michaud, “Old Catholicism”, s. 484-5.
Bkz. http://www.newadvent.org/cathen/11235b.htm, (11.11.2013); Aydın, Mehmet, Konsiller
Tarihi, s.53.
451
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 276.
452
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 130.
450
145
yönünde piskoposlardan yemin
alınması, 453 papanın, piskoposlara herhangi bir
konuyla ilgili teklifin sadece kendisine sunulmasını şart koşması, azınlık
piskoposların temsilcilerinin İnanç Komitesinden kasten uzak tutulması, 454 Papa
tarafından, sapmaları önlemek amacıyla konsil üyelerine (örneğin Kardinal Guidi)
güçlü bir baskı uygulanması, kabul edilen nihai formülasyon hakkında konsile
sunulan teklif ve önerilerin kurulda tartışılmaması, oluşturulan nihai formülasyona
yapılan ilavelerin, onun oylanacağı saate kadar hiçbir piskopos tarafından
bilinmemesi ve dünya çapında görüş birliği sağlamak adına konsil sonrasında bile
azınlık piskoposlara baskıya devam edilmesi ve gözdağı verilmesi yapılan bu
eleştirileri doğrular niteliktedir. Bütün bunlara ilaveten, belki de konsilde kanaat
hürriyetinin yokluğunun en güçlü kanıtı, konsil boyunca yapılan konuşmalarda,
yazıya dökülmüş itirazlarda ve Döllinger‟e sızdırılmış şikayetlerde kendisini
gösteren pek çok üyenin ısrarla kendilerini özgür hissetmedikleri iddialarıydı.
Örneğin konsilin başlamasını müteakip Piskopos François Lecourtier pek çok
piskoposun bu tür serzenişlerinden hareketle azınlık piskoposların asıl sorununun
özgürlükten yoksun olmaları olduğunu ifade etmiştir. Fransız azınlık piskoposlar da
benzer durumdan şikayet ederken Piskopos Dupanloup bu durumu “konuşma
özgürlüğü var, ancak tartışma özgürlüğü yok” şeklinde ifade etmiştir. Başpiskopos
Richard Kenrick de konsilin geçersiz olduğunu ileri sürerek 4 Haziran 1870
tarihinden sonraki hiçbir genel kurulda konuşmama kararı almıştır. Kenrick‟in bu
iddiasına Hefele ve Strossmayer de destek vermişler, Strossmayer “hiç şüphe yok ki
bu konsil başından sonuna hürriyetten yoksun” ifadeleriyle konsilin geçersiz bir
konsil olduğunu ileri sürmüştür.455
I. Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposların hürriyetten yoksun olduğu
iddiaları konsili takip eden yıllarda pek çok popüler ve bilimsel çalışmalarda
yazılmış ve bugün de aynı iddia dile getirilmektedir. İsviçreli teolog Hans Küng,
“Elim ve can sıkıcı olarak kabul etmek gerekir ki bu konsil, özgür bir Hıristiyan
toplumun oluşturduğu özgür bir toplantıdan ziyade, iyi örgütlenmiş ve manipüle
edilmiş totaliter parti kongresine benzemektedir” derken456 aynı minvalde Ortodoks
453
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 206.
Bkz. Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, s. 569.
455
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 131-3.
456
Bkz. Hasler, a.g.e.,, s. 12.
454
146
teolog Sergei Bulgakov da eski demir perde “Sovyet cumhuriyetlerinin, delege
toplantılarında hür iradenin tecelli ettiğini söyleyebildiği ölçüde I. Vatikan
Konsili‟nin de kendisini bir konsil olarak nitelendirme hakkı vardır” şeklide ifade
etmektedir. 457 Ancak çoğunluk piskoposlar I. Vatikan Konsili‟nin, hür iradenin
ortaya konulduğu özgür bir konsil olduğunu, güçlüklere rağmen onun kararlarının
geçerli ve inananları bağlayıcı olduğunu iddia etmişlerdir. Konsil gözlemcisi Joseph
Icard da I. Vatikan Konsili‟nin kuşkuya mahal vermeyecek şekilde gerekli özgürlüğe
sahip olduğunu, oturumlarda piskoposların ifade hürriyetine sahip olduğunu,
oylamada da vicdani hürriyetin mevcut olduğunu yazmıştır. Yine konsilde her
yönüyle vicdan ve ifade hürriyetinin var olduğunu savunanlara göre, Hıristiyan
geleneğinde bütün yönleriyle ökümenik konsil olarak kabul gören İznik ve Kadıköy
Konsilleri‟nde piskoposlar pek çok kanaldan baskılarla; özellikle de imparator
baskısıyla karşılaşmıştır ve bu konsillerde görevli piskoposlar I. Vatikan‟dan çok
daha zor şartlar altında görev yapmışlardır. Bu sebepten bu tür toplantılardaki
göreceli özgürlük tartışmaları sorunu çözmekten uzaktır. Onlara göre burada asıl
önemli olan husus dogmanın ittifakla kabul edilmiş olmasıdır. Her ne kadar bazı
kabul oylarında (placet) bir nebze baskı ve etkilemenin (manipulation) varlığı kabul
edilse de, bütün bir Kilise tarafından dogmanın kabul edilmesi kendi içerisinde
teololojik olarak uygun bir durumdur.458
457
Bkz. Hasler, a.g.e., s. 145.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 136-9; Hasler, How The Pope Became Infallible, s.142 ve
302-4.
458
147
III. BÖLÜM
I. VATĠKAN KONSĠLĠ SONRASI YANILMAZLIK DOKTRĠNĠ
Ultramontanist
Konsili‟nde
papanın
düşüncenin
hakimiyeti
yanılmazlığı
doktrini
altında
dogmaya
toplanan
dahil
I.
Vatikan
edilmiş,
yani,
Hıristiyanlığın ilk dönemlerine kadar geri götürülebilecek ve üzerinde güçlü bir
ittifak bulunan Kutsal Ruh‟un gözetim ve denetimi altındaki Kilisenin yanlışa
düşmekten korunduğu ve hatadan münezzeh olduğu şeklindeki bir inanç, bir ölçüde
Kilisenin başı olarak kabul edilen şahsa (papa) transfer edilerek papalık teolojisine
nihai şekil verilmiştir. Papa bu dogmayla sadece Kilisenin ve piskoposların bir
öğreticisi ya da pastörü olarak kalmayıp aynı zamanda emanet bırakılan ve gizli
kalmış Tanrısal vahyi ifşa eden bir “şâri” ve en üst yargıç konumuna yükseltilmiştir.
Fransa ile Prusya arasında patlak veren savaş sebebiyle resmi kapanışı
yapılmadan dağılmak zorunda kalan I. Vatikan Konsili‟nden geriye papanın Kilise ve
din adamlarıyla ilişkisi, papanın dini ve öğreti otoritesinin (magisterium) sınırları ve
I. Vatikan Konsili‟nde tanımlanan bu yanılmazlık yetkisinin nasıl ve ne şekilde
kullanılacağı gibi merak edilen bazı soru işaretleri kalmıştır. I. Vatikan Konsili‟ni
müteakip bütün bu konularla alakalı olarak önde gelen Katolik teologlarca öneri ve
eleştiriler ileri sürülmüş ve I. Vatikan‟dan yaklaşık yüz yıl sonra toplanan II. Vatikan
Konsili‟nde bu durum tekrar gündeme gelmiştir. I. Vatikan‟da papaya hasredilen
yanılmazlık II. Vatikan‟da
bazı kayıt ve kriterlerle piskopoları da kapsayacak
şekilde genişletilmiştir. Bu bölümde papanın yanılmazlığı doktrin ya da dogmasının
II. Vatikan Konsili‟nde yeniden ele alınarak kapsamının genişletilmesi süreci ile
dogmanın teoriden pratiğe dökülmesi, yani icrası ve diğer kiliselerin bu dogmaya
yaklaşımları, bu kiliselerin yanılmazlık anlayışları ortaya konulacaktır.
148
1. II. VATĠKAN KONSĠLĠ VE YANILMAZLIK YETKĠSĠNĠN
GENĠġLETĠLMESĠ
Aydınlanma felsefesi ve Kant etkisi ile ortaya çıkan yeni teolojik,
epistemolojik ve aksiyolojik meydan okumalarla dinin sonu ve Tanrının ölümü gibi
sembolizmin gölgesi altında toplanan 459 I. Vatikan Konsili‟nde papanın itikadî ve
ahlakî konularda yanılmaz yorumlama güç ve selahiyetine sahip olduğu dogmasının
ilanıyla birlikte artık yeni bir konsilin toplanması uzak bir ihtimal olarak görülmüştür.
Bu dogmadan sonra papaların yeni bir konsil toplamak yerine piskoposlarla istişare
ederek sorunlara çözüm bulacağı, hatta artık konsiller döneminin kapandığı
yönündeki kanaatler yaygınlık kazanmıştır. 460 Zira Papa XII. Pius (1939-1958)
Meryem‟in göğe yükselişi (assumption) dogmasını bu şekilde ilan etmiştir.461 Ancak
modern dönemle birlikte her alanda kendisini gösteren gelişmeler karşısında Kilise
de yeni adımlar atmak zorunda kalmıştır.
1962 yılının sonbaharında “Kilisenin kendisini zamanın icaplarına uygun
olarak güncellemesi” ve “Kilisenin modern dünyada daha aktif olarak yer alması”
anlamında aggiornamento462 parolasıyla Roma‟da II. Vatikan Konsili için bir araya
gelinmiştir. Yaklaşık 2500 piskopos, 92 yıl önce I. Vatikan‟da toplanan din adamları
topluluğundan oldukça farklı dünyalardan gelmekteydiler. 1870‟li yıllardaki
piskoposların dünyasıyla, elektrik, telefon, radyo ve televizyonun insan hayatında
önemli bir yer işgal ettiği, ulaşımda otomobil ve uçakların kullanıldığı 1960‟ların
dünyası neredeyse kıyas kabul etmeyecek biçimde farklılık arz etmekteydi. II.
Vatikan Konsili‟ne katılan piskoposların çoğu, çeşitli siyasi ideolojilerle kuşatılmış
bir dünyayı kasıp kavuran iki dünya savaşı görmüş; ve atom çağının doğuşuna ve
hemen her alanda bilimsel gelişmelere tanık olmuşlardı. Konsile özellikle
Avrupa‟dan iştirak edenler kendilerine her türlü düşünce, kanaat, inanç ve ibadet
hürriyeti ile basın özgürlüğü sağlayan anayasal yönetimlere sahip ülkelerden
gelmişlerdir. Bundan dolayı bu konsile katılan piskoposların deneyimlerine ve
459
Bkz. Davutoğlu, “Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hıristiyanlık”, s. 37.
Bkz. Denis Fortin, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”, Andrews
University Seminary Studies, vol. 41, no, 2, (Autumn 2003), s. 201.
461
Bu konuyla alakalı olarak bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, ss. 207-211.
462
Bu konuyla alakalı olarak bkz. John W. O‟Malley, “Reform, Historical Consciousness, And
Vatican II‟s Aggiornamento”, Theological Studies, 32 (1971), ss.573-601.
460
149
kültürel altyapılarına bakılarak bu konsilin daha önceki konsillere göre Katolisizm ve
papa merkeziyetçiliğinden uzak, çağın ideolojilerine uygun daha toleranslı kararlar
alması beklenebilirdi. Ancak Nostra Aetate adlı konsil yasasında diğer dinlerden
övgüyle söz edilip onlarla diyalog yollarının aranmasına rağmen yine de geleneksel
Katolik reflekslerle Katolik Kilisesi‟nin merkeziyetçi çizgisi takip edilmiştir. 463
1962 yılından 1965 yılına kadar süren II. Vatikan Konsili, 21 Kasım 1964
tarihinde resmen ilan ettiği Kilise Hakkında Dogmatik Yasa (Dogmatic Constitution
on the Church) olan Lumen Gentium (insanlığın ışığı)‟da Christus Dominus464 kararı
ile papa ve din adamları arasındaki koordinasyon ve işbirliğine vurgu yapılmaya
çalışılmışsa da, papanın İsa’nın vekili ve Kilisenin pastörü olarak her zaman özgürce
kullanabileceği evrensel, yüce ve eksiksiz bir güce sahip olduğu yinelenmiş ve
papalığın geleneksel otorite iddiasından taviz verilmemiştir. Böylece piskoposlar
kurulunun da dini yönetim ve öğretimde kesinlikle papayla mutabık olması gerektiği
ve onun onayıyla benzer yetkiye sahip olduğu vurgulanmıştır. 465 Yine Lumen
Gentium‟da I. Vatikan‟da kabul edildiği şekliyle papanın yanılmazlığı doktrinine
herhangi bir kayıt ve sınırlama getirilmemiş ve mevcut durumun devamı yönünde
görüş ortaya konulmuştur. Ancak I. Vatikan‟da papaya hasredilen bu yanılmazlık
yetkisi (charism), Kiliseyi ve papayı temsilen piskoposlar heyetine de teşmil edilerek
Kilisede daha geniş anlamda bir yanılmazlık tanımlaması ortaya konulmuştur. Lumen
Gentium‟da ifade edildiği şekliyle yanılmazlık yetkisini piskoposlar kurulu (college
of bishops) şu muayyen şartlar altında icra eder:
Piskoposlar şahsi olarak yanılmazlık yetkisine sahip olmamalarına rağmen,
yine de bütün bir yeryüzüne dağıldıklarında, kendileriyle Petrus’un halefi (papa)
arasınaki gönül bağını (bond of communion) korumak kaydıyla… inanç ve ahlaka
dair… Mesih’in doktrinini resmen ve yanılmaz bir şekilde ortaya koyabilirler...
Onlar, evrensel Kilise için inanç ve ahlak yargıçları ve öğretmenleridirler;
463
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 157-8; II. Vatikan Konsili‟ni hazırlayan sebepler, işleyişi,
ele aldığı konular ve özellikle Katolik Kilisesi‟nin misyon ve diyalog anlayışı için bkz. Ali İsra
Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, Alperen Yay., Ankara, 2002. Ayrıca bkz. O‟Malley, A History
of the Popes, ss.299-301; Tanner, The Church in Council, ss.38-52; İsmail Taşpınar, “Katolik
Kilisesi‟nin Modern Dünyaya Uyumu: II. Vatikan Konsili ve Katoliklerin Yaklaşımı”, MÜİFD 41,
(2011/2), 107-120; Mahmut Aydın, “Vatikan Konsili”, DİA, cilt 42, ss. 569-571.
464
Bkz. CD, md. 3-4; http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_decree_19651028_christus-dominus_en.html, (10.12.2013).
465
Bkz. LG, md. 22; http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (18.12.2013).
150
dolayısıyla onların yaptıkları –uyulması gereken- kesin tanımlamalar, imandan
kaynaklanan tam bir teslimiyetle kabul edilmelidir.
İçtenlikle açıklanması ve itinayla korunması gereken ilahi vahyin emanetinin
kapsamı ne kadar genişse, inanç ve ahlaka müteallik öğretiyi tanımlarken İlahi
Kurtarıcının Kiliseye bahşettiği bu yanılmazlık da o kadar kapsamlıdır. Bütün
kardeşlerini imanla güçlendiren (bkz. Luka 22:32) en yüce çoban ve tüm inananların
öğretmeni olan piskoposlar topluluğunun başı papa, kesin bir tavırla inanç ve ahlak
hakkındaki öğretiyi onayladığı zaman, bu yanılmazlık özelliğinden faydalanmaktadır.
Bu nedenle, Papa'nın tanımlamaları, Kilisenin onayı olmadan da, haklı olarak
değiştirilemez (irreformable) olarak isimlendirilir. Çünkü bunlar Kutsal Ruh'un
yardımıyla bildirilmiş ve kutsal Petrus'un şahsında papaya vaat edilmiştir. Bundan
dolayı başkalarının onayına gerek duyulmadığı gibi daha yüksek bir mercie de
götürülemez. Bu durumda papa, özel bir kişi olarak değil, evrensel Kilisenin yüce
öğretmeni olarak bir yargıda bulunduğu zaman bizzat Kilisenin yanılmazlık lütfunu
özel olarak taşıması nedeniyle, Katolik İmanın öğretisini açıklamakta ya da
korumaktadır.” 466
Görüldüğü gibi II. Vatikan Konsili‟nde papanın meslektaş bir piskopos
olduğu ve birlikte çalışma ruhu (collegality) vurgulanarak yanılmazlık yetkisi
piskoposları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak bu yanılmazlık yetkisi her
halükarda papanın rıza ve onayı şartına bağlanarak bir anlamda papanın domine
ettiği ve piskoposların da papaya angaje oldukları bir yapı korunmaya çalışılmıştır. I.
Vatikan Konsili‟nde dogmalaştırılan papanın evrensel kazaî yetki ve otoritesine
yönelik ise herhangi bir sınırlama ya da açıklama yapılmamıştır. Papanın otoritesini
mutlak, sınırsız hale getiren yanılmazlık doktrini gündeme dahi gelmemiş, yani II.
Vatikan, uzun bir tarihsel süreçte teşekkül eden Katolik doktrin ve geleneği inkar
etmemek için hassas davranarak I. Vatikan‟ın mantalitesini devam ettirmiş ve
onaylamıştır.467
II. Vatikan Konsili‟nden papayla piskoposların işbirliğine dayalı böylesi bir
kararın çıkmasında, yani I. Vatikan‟da papaya hasredilen Kiliseden ayrı, müstakil ve
466
Bkz. LG, md. 25
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 268; Bradley C. Hanson, Introduction to
Christian Theology, Fortress Press, Minneapolis 1999, s.219; Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s.
140; ayrıca bkz. George A. Lindbeck, Infallibility, Marquette University Press, Milwaukee 1972, s.
32.
467
151
mutlak bir yanılmazlık otoritesinin biraz daha genele yayılmasında, bu konsil
esnasında ve sonrasında bu konuda görüşler serdedip eserler neşreden Katolik
entelektüellerin çok büyük bir katkısı olmuştur. II. Vatikan Konsili‟ne katılan pek
çok piskopos, özellikle John Henry Newman, Karl Rahner, Edward Schillebeeckx,
Leonardo Boff, Charles Curran, Henri de Lubac, Yves Congar ve Hans Küng gibi
teologların teolojilerinden etkilenmiştir. 468 Bu teologların genelde Kilise, Kilise
hiyerarşisi ve dini otorite ile özelde papanın hiyerarşideki yeri, onun yanılmaz
yorumlama hak ve yetkisine sahip olması ve diğer piskoposlarla olan ilişkisine dair
görüş ve önerileri farklı ve alternatif bir eklesiyoloji ortaya koymaktadır. Bu
teologların görüşleri diğer Kiliselerle olan ekümenizm amaçlı ilişkilerde aşılması güç
bir engel oluşturmasından dolayı yanılmazlık doktrinine yönelik eleştirileri içinde
barındırmaktadır.469
I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen Pastor Aeternus adlı konsil yasasının
tersine piskoposlar arası işbirliğini öne çıkaran liberal ve ilerici (progressive) pek çok
Katolik teolog papanın piskoposlardan bağımsız bireysel yanılmazlığa sahip
olmadığına inanmaktadır.
470
II. Vatikan Konsili‟ne İman Doktrini Kurulu
(CDF=Congregation for the Doctrine of the Faith) başkanı olarak katılan ve yaklaşık
600 yıl sonra istifa ederek tarihe geçen bir önceki Papa XVI. Benedict (Joseph
Ratzinger) de I. Vatikan‟da ultramontanist bir bakış açısıyla tanımlanan yanılmazlık
doktrininden farklı şekilde bir bütün olarak Kilisedeki işbirliği ve piskoposlar arası
görüş birliğinden yana tavır koymuştur. Papanın bir kahin olmadığını vurugulayan
Ratzinger‟e göre yanılmazlık yetkisi çok nadir durumlarda söz konusu olup tek
başına papayla temellendirilemez. 471 Daha ziyade yanılmazlık bütün bir Kilisenin
birleşik yapısında kendisini gösterir. Bundan dolayı papa, bütün bir Kilisenin
468
Karl Rahner, Edward Schillebeeckx ve Henri de Lubac‟ın II. Vatikan Konsili‟ne etkileri ve Kilise
görüşleri için bkz. The Modern Theologians: An Introduction to Christian Theology since 1918, David
F. Ford (ed.) Blackwell Publishing, USA and UK, 2005; McBrien, The Church, ss. 135-7; Güngör,
Cizvitler, ss. 146 vd; Karl Rahner‟ın Kilisede işbirliğini (collegiality) öne çıkaran teolojik görüşleri
için ayrıca bkz. Oliver Putz, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and the
Second Vatican Council. New Wineskins 2, no. 1, 2007, s. 16; Henri de Lubac‟ın hayatı, eserleri ve
Kilise anlayışı için bkz. İsmet Eşmeli, Henri De Lubac’ın Kilise Anlayışı, Teolojik Görüşleri ve
Katolik İlahiyatına Katkıları, basılmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara 2014, ss. 66-119.
469
Bkz. Graham A. Duncan, “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church, HTS
Teologiese Studies/Theological Studies, vol 69 no 1 (2013), ss.1-8.
470
Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205.
471
Bkz. http://www.zenit.org/en/articles/pope-has-no-easy-recipe-for-church-crisis, (29.01.2015).
152
yanılmaz olarak kabul ettiği şeyi ifade ettiği zaman yanılmazdır. Hal böyle olunca
laikler de yeryüzüne yayılmış bütün bir Kilisenin yanılmaz inancına iştirak ederler.472
1.1. II. Vatikan Konsili’ne Etki Eden Teologlar ve Yanılmazlık
AnlayıĢları
I. Vatikan‟da papaya hasredilen yanılmazlığın, II. Vatikan‟da kabul edilen
Lumen Gentium adlı konsil yasasında ifadesini bulduğu şekliyle piskoposları da
kapsayacak şekilde genişletilmesinde etkisi olduğunu düşündüğümüz önde gelen bu
teologlardan özellikle Newman, Congar ve Küng‟ün görüşleri bu başlık altında ana
hatlarıyla ortaya konulacaktır. Tabi özellikle Hans Küng‟ün papanın yanılmazlığı
doktrinine yönelik eleştirilerinin II. Vatikan Konsili‟nden hemen sonra, 1970 yılında
yayımlanan eserine dayandığını belirtmemiz gerekir.
1.1.1. John Henry Newman ve Vicdan Hürriyeti
XIX. yüzyıl İngilteresi‟nde popüler bir figür olan John Henry Newman
(1801-1890) XX. yüzyılın ilerlemeci (progressive) teolojisine belki de en çok ilham
veren teologlardandır. Newman, başlangıçta Anglikan Kilisesi‟ne mensup olan ve
Ultramontanizm ve papanın yanılmazlığı doktrinine muhalefet eden bir teologdur.
Bu yüzden papanın merkeziyetçiliğini savunan ultramontanist piskoposlar kendisine
kuşkuyla yaklaşmışlardır. John Henry Newman Katolisizme intisap ettikten sonra
Katolik Kilise‟sinde o derece etkiye sahip olmuştur ki Papa VI. Paul II. Vatikan
Konsili‟ni “Newman‟ın konsili” olarak isimlendirmiş, böylece o, “II. Vatikan‟ın
Babası” olarak vasıflandırılmıştır.473
472
Bkz. Oliver Putz, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and the Second
Vatican Council. New Wineskins 2, no. 1, 2007, s.17.
473
Bkz. Avery Dulles, Newman, Continuum, New York, 2005, s.151-2; Powell, Papal Infallibility,
s.97 ve 125; Newman‟ın II. Vatikan‟a etkileri için bkz. Ian Ker, “Newman, The Councils, And
Vatican II”, Communio: International Catholic Review 28 (Winter 2001) s.713; Newman‟ın hayatı
için bkz. Powell, a.g.e., ss.98-109; John Henry Newman, Papa XVI. Benedict tarafından İngiltere‟ye
yapılan resmi bir ziyaret esnasında 19 Eylül 2010 tarihinde aziz ilan edilmiştir. Bkz.
http://www.vatican.va/holy_father/benedict_xvi/homilies/2010/documents/hf_benxvi_hom_20100919_beatif-newman_en.html, (13.09.2013).
153
John Henry Newman, I. Vatikan Konsili‟ne katılmamıştır. Ancak onun
hoşlanmadığını belirtttiği yanılmazlık taraftarı infallibilistlerin yöntemleri hakkında
yazdığı bir mektubun basına sızmasıyla istemeyerek de olsa konsil oturumlarında
bazı tartışmaların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Newman, papanın yanılmazlığına
inanmaktaydı, fakat onun yanılmazlık anlayışı egemen papa merkeziyetçiliğinden
çok farklıydı. Newman‟a göre yanılmazlık vasfı sadece Kiliseye ait olup bu da
sadece inanç konularında geçerlidir. Ona göre dini konularla bağlantılı olmayan
“seküler meselelerde” yanılmazlık söz konusu değildir. İnanç konularında da
yanılmazlık yetkisinin belli şartları vardır. Ona göre Kilise ahlaki kuralların genel
geçer doğrularına, fıtrata (natural religion) ve apostolik inanca muhalif dogmalar
ihdas edemez.474
Aslında Newman‟ın yanılmazlık doktrini hakkındaki tutumu dönemsel olarak
kompleks bir durum arz eder. Zira o, yanılmazlık doktrinine hem muhalefet hem
destek babında bütün pozisyonlarda pratik olarak bulunmuş birisidir. Anglikan
olduğu günlerde Newman, yanılmazlık doktrinini Roman Katolik sistemin en temel
hatası olarak görüp muhalefette bulunmuş, “Tanrı‟nın bir mucizesi” olarak
nitelendirdiği Katolikliğe geçtikten sonra ise, Apologia pro vita sua adlı eserinde
yanılmazlık doktrinini kuvvetli bir şekilde savunmuş ve önceki karşıtlığını yanılmaz
öğreti otoritesi için gerekli bir durum olarak görmüştür.475 Yine I. Vatikan Konsili
esnasında yanılmazlık doktrinine olan karşıtlığını heyecanlı bir şekilde ifade etmiş,
yanılmazlığın dogmalaşmasından itibaren başlangıçta bunun bütün Katolikleri
bağlayıcı olup olmadığı konusunda bir tereddüt yaşamış, ancak daha sonra
tereddütlerini yenerek bu tanımlamanın en önde gelen savunucusu olmuştur. Yine bu
aşamada Newman önce yanılmazlığı dar bir alanla sınırlandırmış, sonra daha geniş
bir çerçevede ele almıştır.476
474
Bkz. Powell, Papal Infallibility as Religious Epistemology, s.122; Newman‟ın yanılmazlık anlayışı
için bkz. John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, ss. 289-292.
475
Newman „papanın yanılmazlığı‟ doktrinine işaret eden kanaatlerini Apologia‟da şu şekilde ifade
eder: “İnsanlar öz değişimine (transubstantiation) inanmanın çok zor olduğunu söylüyor; Katolik
olana kadar ben de bu doktrine inanmamıştım. Roma Katolik Kilisesi‟nin Tanrı‟nın bir mucizesi
olduğuna inanır inanmaz ve Katolik Kilisesi bu doktrinin hakiki vahyin bir parçası olduğunu ifade
eder etmez bu doktrine inanmam için hiçbir engel kalmadı. Bkz. Apologia Pro Vita Sua,
http://www.newmanreader.org/works/apologia/part7.html, (15.05.2013).
476
Newman‟ın yanılmazlık doktrini üzerine bütün bu tutumlarının analizi için bkz. Powell, Papal
Infallibility, ss. 120-135; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 181; Avery Dulles, “Newman
On Infallibility”, Theological Strudies 51, 1990, s.434-449; McClory, Power and the Papacy, s. 151
154
Vicdan hürriyetinin güçlü bir savunucusu olan Newman‟ın söylemleri, dini
itaat konusunda muhafazakar kesim tarafından hoş karşılanmamıştır. Newman,
yanılmazlık dogmasıyla ilgili olarak Norfolk Düküne yazdığı mektubunda “Eğer bir
akşam yemeği sonrasında dine kadeh kaldırmak zorundaysam (doğrusu pek böyle bir
adet yoksa da) eğer müsadeniz olursa papaya içeceğim; ancak önce vicdana, sonra
papaya içeceğim” 477 ifadelerini kullanmıştır. Hatta Newman‟a göre, “eğer kişinin
vicdanı ona bir şeyin mutlak doğru ve gerçek olduğunu söylüyorsa, hatalı ve yanlış
olsalar bile bunları kanunen anlatmak ve öğretmek isteyebilir”478 demiştir.
Newman‟a göre Kutsal Ruh her kilise üyesinde aktif bir şekilde mevcuttur ve
bu Ruh dindar kişiyi soyut mantık, deneyim, duygu ve diğer gözlenemeyen etkileri
de kapsayan çeşitli “keşif enstrümanları” vasıtasıyla tasdike sevk etmiştir. Newman,
bir bütün, yekpare bir vücut olarak Kilisenin içgüdüsel olarak hakikate ulaştıran ve
her daim itibar edilen bir “çıkarımsal muhakeme” (illative sense) ya da meleke
(faculty)‟ye479 sahip olduğunu ifade eder. McClory‟ye göre Newman‟ın bu görüşü
Papa X. Pius‟un deklerasyonu ile taban tabana zıttır. Zira X. Pius‟a göre Kilise
aslında pastörler ve cemaat olmak üzere iki ayrı gruptan müteşekkil eşitlik esasına
dayanmayan bir oluşumdur. Sadece piskoposlar ve pastörler otoriteyi haiz
olduğundan dolayı kalabalıkların tek görevi yönlendirilmelerine müsaade etmek ve
uysal bir cemaat gibi pastörleri takip etmektir.480
Newman‟ın Anglikanizmden Katolisizm‟e geçişi481 onun ilk Kilise babaları
477
Bkz. http://www.newmanreader.org/works/anglicans/volume2/gladstone/section5.html,
(11.11.2013); Newman‟ın vicdan hürriyetine dair görüşleri için ayrıca bkz. Kevin Brendan, Freedom
of Conscience in John Henry Newman and Miguel de Unamuno, Basılmamış Doktora Tezi, Texax
Tech University, 2003.
478
Bkz. http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html madde 10, (11.11.2013);
Ayrıca bkz. Powell, Papal Infallibility, s.129.
479
Newman, Grammar adlı eserinde akıl yürütmeye dayalı, çıkarımsal (illative) terimini kullanırken
William Froude‟a yazdığı son mektubunda ise “tümevarımsal, endüktif” (inductive sense) terimini
kullanır. Bkz. Martin X. Moleski, “Newman Centenary Celebration: John Henry Newman And
Inculturation”, s.57, http://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/view/3568/3160, (15.01.2014).
480
Bkz. McClory, a.g.e., s.151.
481
Etkin bir vaiz ve teolog olarak saygın bir yer edinen Newman‟ın Katolik Kilisesi‟ne intisabı pek
çok İngiliz Protestan üzerinde şok etkisi yapmış ve “döneklik”le itham edilmiştir. Bu ithamlardan
birisi de ünlü romancı Charles Kinsley‟dir. Bu ithamlar karşısında Newman 1864 yılında Apologia
pro Vita Sua (Yaşamı Yönetmeye Dair Savunma) adlı ruhsal biyografisini yayınlamıştır. Gelinen
noktada Avrupa aklının tesiriyleTanrı inancından ateizme yöneliş endişelerini dile getiren Newman,
katolisizmi bir sığınılacak bir liman olarak tarif etmekte ve papanın yanılmazlığının henüz doktrinel
bir tarzda gündemde oladığı 1864 yılında Tanrının yeryüzünde yanılmaz bir otorite tesis etmesini
hakikatin muhafazası için makul ve elzem bir durum olduğunu ifade etmektedir. Bu biyografiden bir
şeçki olarak bkz. Batıya Yöne Veren Metinler, http://www.dusuncetarihi.com/makale/liberalizmeinancini-kaybetmis-olanlar-nereye-siginacaklardir, (05.08.2013).
155
ve Kilise doktorlarına yönelik çalışmaları sebebiyle olmuştur. Bu çalışmalarında
Newman, ilk Kilise babalarının aktif bir beden ve yanılmaz bir organizma olarak
sunduğu Kilisede bir doktrinin (ister papa, ister konsil ya da olağan öğreti otoritesi
vasıtasıyla olsun) hiyerarşinin, teologların ve inancın şahitleri olarak laiklerin
müşterek gayretleriyle (per modum unius) ortaya konulduğunu ortaya koymuştur.482
Hatta Newman, Hıristiyanlığın, medeniyetin gelişimi ve dönemlerin ihtiyaçları
doğrultusunda ister istemez değişikliğe uğradığını, bundan dolayı Katolik ruhban
sınıfının Ortaçağ‟da gerekli olmasına rağmen şimdi uygulamadan kaldırılabileceğini
ifade etmiştir.483
Newman‟a göre öğreti otoritesi (magisterium) ile inananların muhakemesi
(sense of the faithful) arasında bir çelişki söz konusu olmayıp her ikisi de organik
olarak bütünleşmiş yapının iki parçasıdır. O magisterium ve doktrine tanıklık edenler
olarak inananlar arasındaki karşılıklı etkileşimde üç anahtar “an” (moment) olduğunu
ileri sürmüştür. Buna göre:
1- Açık telaffuz (articulation): Cemaat içinde beliren inancını muhtelif yönleriyle
dilsel (linguistik) formda ifade eder.
2- Pedagoji: Kilisedeki resmi görevliler bu inancın ne olduğunu ve hangi yönleriyle
nasıl anlatılması gerektiğini ortaya koyarlar. Bunun için toplumun gelenek ve
göreneklerine, kutsal yazılarına vs. bakılarak doktrinin ne anlam ifade ettiği
anlamaya çalışılır.
3- Kabul (reception): Newman‟a göre bu noktada, özellikle kendilerine sunulan
doktrini kabul edip etmeme hususunda inananların anlayışı devreye girer.
Dolayısıyla bu aşamada hiyerarşi ile inananlar arasında karşılıklı bir etkileşim söz
konusudur ve teologlar bu son aşamada işi kolaylaştırmak için hayati bir rol
üstlenirler, doktrinin müzakere edilip tartışıldığı ve nihayetinde karara bağlandığı bir
“arena” imkanı sağlarlar. Newman yazılarında "olağan öğreti otoritesi" konusuna
özel olarak değinmemiştir. Ancak onun müşterek (iş birliğine dayalı) bir ilişki olarak
ele aldığı öğreti tasavvuru, aralarında Karl Rahner, Jean Danielou, Henri de Lubac,
Bernard Lonergan ve John Courtney Murray gibi II. Vatikan Konsili'ne büyük
tesirleri olan XX. yüzyılın ilk yarısının pek çok teoloğu tarafından dikkate alınmış ve
geliştirilmiştir. Her ne kadar Newman tarafından hiç bir şekilde kullanılmamış olsa
482
483
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.152-3.
Bkz. http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html madde 7, (18.01.2014).
156
da Cizvit teolog Avery Dulles tarafından, Newman'ın Kilise hakkındaki fikirleri
temelinde "meslektaş piskoposlar arasında işbirliği ya da kollektif çalışma"
(collegiality) terimi literatüre sokulmuştur ancak muhafazakar Katolikler I. Vatikan
konsili‟nin bu görüşleri kınadığını ileri sürmektedirler.484
1.1.2. Yves Congar ve Kolektif ÇalıĢma
II. Vatikan Konsili hazırlıklarına ikinci güçlü etkide bulunan bir diğer teolog
da Yves Congar olmuştur. Eserlerinde Kilisenin bütün inananlardan müteşekkil
olduğunu hatta laiklerin de bu yapıya misyon ve hizmet bakımından tam bir
katılımda bulunabileceklerini ifade eden Congar, ayrıca Kilise hiyerarşisinin başlıca
görevinin topluma hükmetme değil onlara hizmet olduğunu ifade etmiştir. Ona göre
papa cemaatin üstünde değil onun içindedir. Congar, olağan evrensel öğreti
otoritesine kesin bir şekilde inanmakla birlikte papanın otoritesinin meslektaş
dayanışmasından neşet eden bir otorite olduğunu vurgulamıştır. Congar, papanın ex
cathedradan herhangi bir bildirimde bulunduğu zaman bile, bunu öncelikle bir
piskopos –Roma piskoposu- olarak, sonrasında ise resmi tanımlamalara “kişilik
kazandıran” (personalize) episkopal kurulun başı olarak icra ettiğini iddia etmiştir.
Eğer papa piskoposlardan bağımsız bir konumda bulunsaydı meslektaş dayanışması
ya da diğer bir ifade ile Kilise memurları arasında kolektif çalışma (collegiality)‟dan
bahsetmek mümkün olmazdı. Congar‟a göre baş (papa) bünyeyi temsil etmez ve
onun yerine geçemez ve episkopal (kolektif) öğreti papanın öğretisinin bir nakaratı
değildir. Congar‟a göre Kilisedeki dini (ecclesiastical) otoritenin temeli papalık değil,
piskoposlar kurulu (episcopal college)‟dur. Papanın otoritesi daima eşit oranda
yetkiye sahip (collegial) bu piskoposlar kurulundan kaynaklanır. 485 Diğer yandan
papanın yanılmazlığı dogması olagandan ziyade olağan üstü öğreti otoritesinin
(extraordinary magisterium) bir parçasıdır. Bu olağan üstü öğreti otoritesi de sadece
Kiliseye heretik bir saldırı olduğu durumlarda kullanılır. Yves Congar bunu “korku
dolu bir mecburiyet” olarak isimlendirir ve Aziz Hilary‟nin şu ifadelerini aktarır:
484
485
Bkz. McClory, a.g.e., s.153; Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.154.
157
Biz kafirlerin küfürlü hataları yüzünden yapılması yasak olanları yapmaya mecbur
kalırız:
yükseklikleri
ölçmek,
tarifi
imkansız
olanları
ifade
etmek,
ele
geçirilemeyenlere dokunmaya cesaret etmek… Bizler tarif edilemeyen şeyleri
dilimizin zayıflığına hapsetmek zorunda kalıyoruz ve bunu ifade ederken de
kalplerimizde saklı kalması gereken ve tapınılması gereken beşeri kelimenin
tehlikesine teslim olmak zorunda kalıyoruz.486
Congar ile birlikte Gaillardetz de hiyerarşiyi bir piramide benzeterek otoriteyi
piramidin tepesinden (papa) başlayıp tabana akan ya da tabandan tepeye doğru çıkan
bir durum olarak görmez. Onlara göre otorite öncelikle Kilisede, ruhban sınıfı,
meslekten olmayanlar (laity) içerisinde ve en müşahhas haliyle bütün bir kurulda
(college) ikamet eder. Piskoposlar sadece papanın birer temsilcileri olarak
görülemeyeceği gibi papa da piskoposların bir sözcüsü olarak anlaşılamaz. Congar‟ın
Kiliseyi tanımlamak için kullandığı en önemli kavram Kutsal Ruh (Holy Spirit)‟tur.
O, Kilise babalarının da tanımladığı gibi Kiliseyi Kutsal Ruh‟ta birleşen topluluk
olarak (congregation of the faithful) tanımlamıştır.487
Congar‟ın çalışmalarını bütün yönleriyle inceleyen Avery Dulles, onun
görüşlerine katıldığını açıklamış ve önyargısız bir şekilde onun çalışmalarını asıl
kaynağa dönüş olarak nitelendirmiştir. Ancak yine de görüşlerinden dolayı Congar,
zamanında papanın otoritesini azaltmak ve hakikati göreceli bir olgu olarak görmekle
suçlanmıştır.488
486
Bkz. Garland, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”, s.52.
Öte yandan papa seçilmeden önce modern dönemde Vatikan‟da Roman Katolisizmin muhafazakar
(conservative) kanadının sözcüsü konumunda bulunan Joseph Ratzinger ise Kiliseyi, Tanrı‟nın bütün
insanlarının bir birlikteliği olarak vurgulayan görüşleri tehlikeli görüşler olarak addetmiştir.
Ratzinger‟e göre Kiliseyi tanımlamak için ifade edilecek ifade onun Mesih‟in bedeni (body of Christ)
olduğudur. Ona göre bireysel olarak biz günah işleriz, ancak Kilise asla günah işlemez. İnsanlar
Kilisenin zahiri yönünü idare ederken, onun asli yapısı Tanrı‟nın iradesi altındadır. Kilisenin
hiyerarşik bir karaktere sahip olduğunu ise Ratzinger şu şekilde ifade etmektedir: “Mesih‟in Kilisesi
bir parti, bir kuruluş, bir klülp değildir. Onun derin ve daimi yapısı demokratik değil, sakramentaldir,
dolayısıyla da hiyerarşiktir. Kilisede otorite oy çokluğundan kaynaklanmaz; bizzat Mesih‟in
otoritesinden kaynaklanır ki o, kesin olarak dönünceye kadar bunu kendisini temsil eden kişilere
devretmiştir…” Bkz. Hanson, Introduction to Christian Theology, s. 213.
488
Bkz. McBrien, The Church, s.140-1.; McClory, Power and the Papacy, s.154-5; Elizabeth Teresa
Groppe, “The Contribution of the Yves Congar‟s Theology of the Holy Spirit”, Theological Studies
62, 2001, ss.451-478.
487
158
1.1.3. Hans Küng ve Kilisenin KorunmuĢluğu
II. Vatikan Konsili (1962-65) öncesi hazırlık evresinde, konsil süresince ve
bu konsil sonrası günümüze kadar olan dönemde Katolik Kilisesi‟ndeki belki de en
popüler şahsiyet Tübingen Üniversitesinden İsviçreli teolog Hans Küng‟dür.
Manning ve Newman gibi İngilizce konuşan ve Anglikanizmden dönme olan diğer
önde gelen teologlardan farklı olarak Küng‟ün ana dili Almancadır ve Katolik olarak
doğup büyümüştür, kendisinin tanımlamasıyla “koyu bir Katoliktir”.489
II. Vatikan‟dan bir yıl önce 33 yaşındayken kaleme aldığı The Council,
Reform and Reunion adlı eserinde Küng kendi görüşlerini açık bir şekilde ortaya
koyarak kilisenin daha önce yapmış olduğu hataları dile getirmiş ve zamanın papası
XXIII. John‟un da izlediği bir yöntem olarak bütün dünyayı kucaklamaya çalışarak
Kilisede birliğin yeniden tesis edilme yollarını ortaya koymaya çalışmıştır.490 Küng
Alman teolog Michael Schmaus‟dan iktibasla kilisenin kalıcı reformlara imza atması
gerektiğini belirtmiştir. Çünkü ona göre “öncelikle Kilise insanoğlundan, ikinci
olarak da günahkar insanoğlundan oluşmaktadır.491 Ancak Katolik dünyada Küng‟ün
daha önceki çalışmalarından492 hiç birisi onun 1970 yılında yayımlanan Infallibility?
An Unresolved Enquiry adlı eseri kadar büyük yankı uyandırmamıştır.
Küng bu eserinde yanılmazlık doktrinini pek çok yönden esaslı bir eleştiriye
tabi tutmaktadır. Kitap provokatif içeriği sebebiyle Hıristiyan dünyanın hemen her
kesiminden büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır. Hatta bir ara Karl Rahner, Küng‟ün bu
saldırıları neticesinde çileden çıkmış ve onu “liberal Protestan” olmakla
suçlamıştır.493 Küng ise eserini yazma amacının provokasyon olmayıp yapıcı eleştiri
489
Bkz. Powell, Papal Infallibility as Religious Epistemology, s.187. Küng‟ün biyografisi için ayrıca
bkz. Hatice Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinin Eleştirisi,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun
2010, ss. 5-19.
490
Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s.101 vd; Ayrıca bkz. Powell, a.g.e., s.192; Küng,
XXIII. John‟un makamını Kilisedeki diğer kardeşlerine mütevazi, insancıl ve ekümen bir şekilde
yansıttığını ve yanılmazlık vasfına çok az değer atfettiğini hatta “Ben yanılmaz değilim; ben sadece ex
cathedradan konuştuğum zaman yanılmazım. Ama asla ex cathedradan konuşmayacağım” dediğini ve
öyle de yaptığını belirtir. Bkz. Küng, Infallible? An Unresolved Enquiry, s.71.
491
Bkz. McBrien, The Church, s.137-8.
492
Küng‟ün daha önceki eserleri The Structures of the Church, 1964; On Being a Christian, 1966; The
Church, 1967.
493
Bkz. Paul D. Murray, “Roman Catholic Theology After Vatican II”, The Modern Theologians,
s.266; McClory, Power and the Papacy, s.155; Ayrıca Rahner, Kung'ün görüşlerinin, Katoliklerin
kendi içlerindeki diyalogda Onu dışarda bıraktığını belirtmiştir. Bununla birlikte, Rahner bir sonraki
159
olduğunu ifade etmiştir. Sonraki yıllarda da onlarca kitap ve yüzlerce makale bu
konuyla alakalı olarak kaleme alınmış, bazıları Küng‟ü bu açık yürekliliğinden
dolayı kutlarken bazıları da onu kiliseye ihanetle suçlamıştır.494
Küng‟ün yanılmazlık doktrinine olan itirazı II. Vatikan‟dan sonra Kilisedeki
reform adımlarının yavaşlamasına istinaden olmuştur. II. Vatikan Konsili, Kilise
içerisinde kolektif bir meslektaş dayanışmasına (collegiality) başvurarak papanın
yanılmazlığı dogmasının keskin uçlarını törpülemiştir. Ancak Küng gibi pek çok
Katolik için bu yeterli olmamıştır. Onlar bu temel fikirde pek çok sorun ve tutarsızlık
görmüşlerdir. Yanılmaz bir papa ve yanılmaz bir öğreti otoritesi (magisterium) şu
veya bu şekilde II. Vatikan‟ın biçimlendirdiği Kiliseyle uyumlu görünmüyordu.
Küng‟ün bu son çalışması bu karmaşık ve çetrefil yapının yeniden ele alınması adına
XVIII. yüzyılda Count Joseph de Maistre‟nin kaleme aldığı ünlü eseri The Pope‟dan
çok daha büyük bir etkiye sahip olmuştur.495 Werner G. Jeanrond‟a göre Hans Küng
XXI. yüzyıl teolojisinde fenomen olmuş tek isimdir. Hiç bir teolog bu yüzyılda onun
kadar neşredilmemiş, tercüme edilmemiş ve o derece okunmamıştır. Hiçbir teolog
onun kadar temel tartışma konularına odaklanmamıştır.496
Küng‟ün hareket noktası, 1968 yılında Papa VI. Paul‟ün çeşitli yapay
metotlarla doğum kontrolünü (artificial contraception) mahkum ettiği Humanae
Vitae497 adlı ansiklikaldir. Küng‟e göre Papa VI. Paul‟un bu ansiklikali paradoks bir
durumdur. Zira papa doğal olarak medikal bir açıklama değil, ahlaki bir tanımlamada
bulunmaktadır ve bu da onun işi –ex cathedra- değildir ve bu tanımlama pekala
değiştirilebilir. Küng bu konuda 1989 yılında yayımlanan UNİCEF gibi kuruluşların
raporlarını ortaya koymaktadır ki buna göre dünya çapında 100 milyon çocuk
sokaklarda uygunsuz şartlarda berbat bir hayat sürmektedir. Gelinen noktada doğum
konuşmasında Küng'ün görüşleri hakkındaki düşüncelerini biraz daha yumuşatmış ve kesinlikle
Küng'ü Katolik diyalogunda veya tartışmasında dışarıda kalmış biri olarak değerlendirmemiştir.Zaten
her ikisi de kilise hayatında bir reformun gerekliliğini, doktrinel bir yenilenme ihtiyacının varlığını
kabul eder. Küng bu reformasyonda biblikal kanıtın önemini vurgularken Rahner ise Kutsal Kitaba
bütün bir kilise hayatı için normatif bir gözle bakar, ancak Kilisenin kurumsal ve doktrinel
gelişmesinde Tanrının vahyini ifşa edecek bir temsilcisinin varlığını gerekli görür. Bkz. Thomas J.
Shanahan, “The Meaning of Papal Infallibility”, http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html,
(23.03.2014).
494
Bkz. Küng, Infallible?, s.12; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s.280.
495
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.174
496
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 187.
497
Bu ansiklikal için bkz. http://www.vatican.va/holy_father/paul_vi/encyclicals/documents/hf_pvi_enc_25071968_humanae-vitae_en.html, (12.01.2014).
160
kontrolünü gerekli bir durum olarak gören Küng‟e göre aynı zamanda Papa Paul
kadın sağlığını da hiçe saymakta ve bu konudaki uzmanların önerilerine kulak
tıkayıp sadece Papalığın prestijini korumayı amaç edinmektedir.
498
Ancak
McClory‟ye göre Küng, 1966 yılında Papalık Doğum Kontrol Komisyonu (Pontifical
Birth Control Commission)‟ndan dört üyenin sunmuş olduğu azınlık raporu
(minority report) adlı teze cânı gönülden destek vermiştir.499
Küng, papanın açıkça yanılmaz bir şekilde ortaya koyduğu -modern dünyada
ahlaki ve insani zeminde hiçbir şekilde kabul edilemeyen, Katolik laiklerce kabul
edilmediği gibi ruhban sınıfı tarafından da göz ardı edilen- bu doğum kontrolü
konusundaki yasağın, Kilise tarafından itibar edilmemesi gereken kusurlu bir
yanılmazlık anlayışı ortaya koyduğunu ifade eder.
yanılmazlığı
doktrini
Denzinger‟in
500
Enchridion‟undaki
Küng‟e göre papanın
501
konsil
yasalarının
analizinden ya da Mansi‟nin büyük koleksiyonundaki 502 konsil dökümanlarının
incelenmesinden hiçbir surette anlaşılamaz. Küng, I. Vatikan Konsili‟nde kurulan
öncelikli teolojik temelin Thomas Aquinas‟ın yazılarına dayandığını, ne var ki
Aquinas‟ın bu yazılarının da Sahte Isidor Dekretalleri (Pseudo-Isidorian Decretals)
de dahil, artık sahteliği kanıtlanmış pek çok sahte dökümana dayandığını ileri
sürmüştür. Küng‟e göre yanılmazlık mefhumu dönemin sosyo-politik gelişmelerinin
bir sonucudur. I. Vatikan‟a katılan çoğunluk piskoposlar yüzyılın ilk yarısında
Avrupa‟da vuku bulan politik restorasyon çağında, aydınlanma ve rasyonalizm
karşıtlığı bağlamında romantik bir dönemde yetişmişler, Fransız Devrimi ve
Napolyon dönemi gibi kaos ve kargaşanın hüküm sürdüğü bir dönemde Avrupalılar
498
Küng, Infallible?, s. xiii-xvi, 28, 37,51; Ayrıca bkz, Powell, Papal Infallibility, s. 211-2; John C.
Ford ve Germain Grisez, “Contraception and the Infallibility Of The Ordinary Magisterium”,
Theological Studies, vol. 39, No. 2, June 1978, ss. 258-312; . John T. Ford, “Infallibility: A Review
of Recent Studies”, s. 279-280.
499
Bkz. McClory, Power and the Papacy, 174.
500
Bkz. Küng, Infallible?, s. XVI.
501
Henry Denzinger, Katolik dogma, inanç ve ahlak esaslarını ihtiva eden bu hacimli eserinde, miladi
birinci yüzyıldan başlayarak papaların belli dönemlerde çeşitli kiliselerdeki itikadi ve idari
tartışmalara ve Roma Kilisesi ile başgösteren itikadi ve idari tartışmalara dair yazdığı ve Roma‟nın
görüşünü ortaya koyan mektupları papanın öncelik, üstünlük ve yanılmazlığına delil olarak ortaya
koymaya çalışmaktadır. Denzinger‟in I. Clement, I. Innocent, Zosimus, Boniface, I. Gelasius,
Hormisdas, I. Pelagius, I. Hadrian ve IX. Leo gibi papaların mektup ve ansiklikallerinden hareketle
papanın öncelik ve üstünlüğü argümanları için bkz. Denzinger, The Sources of Catholic Dogma, ss.
20-142.
502
Giovanni Domenico Mansi (1692-1769), İtalyan teolog ve Kilise tarihçisinin kaleme aldığı
Sacrorum Conciliorum Nova et Amplissima Collectio (1758-1798) adlı konsil dökümanlarını içeren
hacimli eseri. Mansi‟nin 31 cilt olarak yazdığı eser kendisinden sonra devam ettirilerek 52 ciltlik bir
hacime ulaşmıştır.
161
barış ve huzura özlem duyarak eski güzel günleri; “Hıristiyan Ortaçağları”
aramışlardır. İşte bu duygular içinde papaya, politik ve dini statükonun restorasyonu
için bel bağlanmıştır. Küng, I. ve II. Vatikan Konsillerinde tanımlanan papanın
yanılmazlığı doktrininin çok az Kutsal Kitaba ve tarihsel mülahazalara dayandığını,
daha ziyade gallikanizme karşı bir reaksiyon gibi diğer faktörlere ve papanın dünyevi
otoritesinin azalması ve modernizm karşısındaki kaygılara dayandığını ileri
sürmüştür.503 Ludwig Ott da Küng‟ün bu görüşlerini destekler mahiyette papanın ex
cathedradan yaptığı dogmatik tanımlamaların, gallikanistlerin ileri sürdüğünün
aksine hiçbir şekilde ne papaların kararlarıyla ne de Kilisenin onayıyla
değiştirilemeyeceğini ileri sürererek
gallikanizmin dördüncü maddesine 504 vurgu
yapmıştır.505
Her şeye gücü yeten kadiri mutlak bir papa portresine itiraz eden Küng,
yanılmazlık zırhının papayı mutlaklaştırdığını, hatta dünyadaki herhangi bir mutlak
monarkın bile ötesine taşıdığını vurgulamıştır. Nihayetinde papanın yanlış bir
yanılmazlık doktrini anlayışı üzerine dayandığını ileri süren 506 Küng‟ün aslında I.
Vatikan‟daki Manning ve Senestrey‟in başı çektiği diğer ultramontanistlerin dile
getirdiği mutlak bir yanılmazlık yorumundan ziyade Gasser‟ın ya da az çok
farklılıklarla Newman ve Dulles gibi teologların açıkladığı şekliyle daha ılımlı ve
koşullu bir yanılmazlık doktrinini benimser görünüyordu. Yaşayan bir beden ve bir
bütün olarak Kiliseden taraf olan Küng, tarihsel ve teolojik temelleri ve uygulamaya
yönelik hususları bakımından yanılmazlık doktrininin zayıflığını ortaya koymuştur.
Buna göre:
 Kutsal metinlerden yapılan destekleyici iktibaslar göz ardı edilemez,
ancak her iki Vatikan konsillerinde tanımlanan yanılmazlık dogması için
gerekli olan şüpheye mahal vermeyecek bir kanıt ortaya koyamaz.
 Papaların (ve konsillerin) tarih boyunca yaptıkları hatalar görmezden
gelinemeyecek ve örtbas edilemeyecek kadar çoktur. Bütün bunların
tutarlı hale getirilme teşebbüsleri, Kilise apolojistlerinin sönmeyecek bir
503
Bkz. Küng, Infallible?, s.73; Council, Reform and Reunion, s.84 vd; Ayrıca bkz. Powell, Papal
Infallibility, s.213.
504
“İnanç konularında papa çok önemli bir yere sahiptir ve onun kararları bütün bir kiliseyi
ilgilendirir; ancak üzerinde bir kilise ittifakı oluşmadıkça onun kararları değiştirilemez (irreformable)
nitelikte değildir.”
505
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287.
506
Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s. 194-6; Küng, Infallible?, s. 199.
162
ateşi söndürmeye çalışmalarından başka bir şey değildir.
 Bizzat papanın yanılmazlığı mefhumu, kısmen XIII. yüzyılda garip bir
Fransisken keşiş (friar) tarafından geliştirilene kadar açık bir şekilde
ortaya çıkmayan sahte bir belgeye dayanmaktadır.
 Her iki konsil tarafından papanın yanılmazlığına bazı tahditler
konulmasına rağmen, hiç kimse papanın doktrinel meselelerde keyfi ve
despotça uygulamada bulunmasını engelleyemez. Her ne kadar papa
vahye ve Kilisenin imanına tabi olsa da, bizzat kendi kararını ve ilhamla
kendisine münasip görünen kararı Kilisenin geçerli inancı yapabilir. Bu
anlayış, bütün itikadi ve ahlaki meseleleri içerdiği gibi bu başlıklar altında
Roma görüşlerini yansıtan her şeyi uhdesine bulundurur. Kısaca Pastor
Aeternus öğretisi, papanın, buna Kilise dışı da dahil, istediği her şeyi
yapabileceği anlamına gelir.507
Küng‟e göre Kilise gerçeklerle yüzleşmeli ve yüz kızartıcı hilelerle
mazeretlere bürünmekten vazgeçmelidir. Ona göre Roma‟nın yanılmazlık teorisinin
zayıf noktası (achilles heel) en nihayetinde güvensizliktir. O, insanların Kiliseyi (ya
da hiyerarşiyi) Kutsal Ruh (Holy Spirit) ile birlikte tanımlamaya çok aşina
olduklarını ifade eder ki eğer bazı hatalar, sapmalar ve Kilise yanlışları kabul
edilmek durumunda kalınırsa, bunların Kutsal Ruh üzerine hamledilmesi gerektiğini
düşünürler.508 Tanrı‟dan başka hiç kimsenin yanılmaz olmadığını ifade eden509 Küng,
Kilisenin her daim Kutsal Ruh tarafından korunup gözetildiğini, her daim hakikat
üzere olduğunu tanımlamak için daha doğru ve uygun bir karşılık olarak
“bozulmazlık” (indefectibility, indestructibility) terimini öne sürer. 510 Buna göre
kilise bütün muhtemel hatalara rağmen hakikat üzere kalacak (Perpetuity in truth),
bütün sapma, kararsızlık ve şüphe, hatta yanılma ve yanlışa düşme durumlarında bile
gerçeğin Ruh‟u (Kutsal Ruh) her zaman kiliseyle olacak ve kilise asla yalanın
gücüne boyun eğmeyecektir. Ayrıca böylesi bir telakkinin, yani yapılan onca hataya
507
Bkz. Küng, Infallible?, s.144 vd; Hasler, How The Pope Became Infallible, 2-9; McClory, Power
and the Papacy, s.176; John T. Ford, “Infallibility”, s.280; Çiçek, Papa’nın Yanılmazlığı Sorunu ve
Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinin Eleştirisi, ss. 47-64.
508
Bkz. Küng, Infallible?, s.182.
509
Bkz. Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s.53.
510
Papanın yanılmazlığı doktrinine her haliyle karşı olan Küng Kilisenin bozulmamışlığı inancından
dolayı Powell tarafından asgari yanılmazcı (minimal infallibilist) olarak ele alınır. Bkz. Powell, Papal
Infallibility, s. 188.
163
rağmen Kilisenin Kutsal Ruh tarafından İncil‟in hakikati üzere sabit kılındığı
inancının yanılmazlığı statik bir halden dinamik bir hale dönüştüreceğini ileri
sürmüştür.511
Günümüzde diğer Hıristiyan mezhepler tarafından reddedilen hatta bazı
Katoliklerin bile anlamakta güçlük çektiği ve yanlış yorumlanmaya çok müsait bir
terim olduğu pek çok kişi tarafından dile getirilen “yanılmazlık” terimi Gassser‟a
göre de Almanya‟da kolaylıkla hatasızlık, günahsızlık, lekesizlik şeklinde
anlaşılmaya çok elverişliydi. Küng “bozulmazlık” (indefectibility) teriminin idealist
sözel bir teoriden daha fazlasını ifade ettiğini öne sürmüş ve bunun Kilisenin otoriter
öğreti makamına herhangi bir halel getirmeyeceğini, ayrıca Kutsal Kitaba ve
geleneğe de uygun olduğunu iddia etmiştir. 512 Papanın yanılmazlığı dogmasının
Hıristiyan Kiliseleri ile olan ökümenik ilişkilerde de aşılması zor bir engel teşkil
ettiğini belirten Küng, hem ilk kitabı The Council, Reform and Reunion‟da hem de
Infallible? adlı eserinde “yanılmazlık” teriminin yerine “bozulmazlık” teriminin
geçmesi
durumunda
Katolik
Kilisesi‟nden
kopan
Protestan
ve
Ortodoks
Hıristiyanların bu ilk kiliseye dönüşünün hızlanacağını yazmıştır.513 II. Vatikan‟ın I.
Vatikan‟da alınan yanılmazlık kararına aynen iştirak ettiğini ifade eden Küng, Doğu
Ortodoks Kiliseleri için asıl olanın ökümenik konsillerin yanılmazlığı, Protestan
Kiliseler için ise Kutsal Kitap‟ın yanılmazlığı (inerrancy) olduğunu ve bu kiliselerin
Roman Katolik yanılmazlık anlayışıyla mücadele ettiğini belirtmiştir.514
Pek çok yorumcuya göre Küng‟ün de içerisinde yer aldığı bu tartışmada
yanılmazlığın sınırlı doğası ve maksadı hususundaki genel yanlış anlama bu
doktrinin en büyük dezavantajıydı ve bu yorumcular Küng‟ü bu yanlış anlamayı
büyütüp besleyerek kullanmakla suçlamışlardır. McBrien, Dulles gibi teologlara göre
Küng‟ün yanılmazlık eleştirisinde hareket noktası olarak ele aldığı Papa VI. Paul‟ün
1968 yılında yayımladığı yapay metodlarla doğum kontrolünü kınayan ansiklikal ex
cathedradan yapılmış yanılmaz bir tanımlama olarak değerlendirilemez. Ancak Küng,
Humanae Vitae ansiklikalinin yanılmaz bir papalık bildirisi olmasa bile I.
511
Bkz. Küng, Infallible?, s. 149 vd., 163; Ayrıca bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s.
271-3; Graham A. Duncan, “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman Catholic Church”, s.6;
Powell, Papal Infallibility, s. 216; John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies, s.280;
Çiçek, Papanın Yanılmazlığı Doktrini ve Hans Küng’ün Yanılmazlık Doktrinini Eleştirisi, s. 59.
512
Bkz. Küng, Infallible?, s. 154 vd.
513
Bkz. Küng, Council, Reform and Reunion, s. 93vd; Infallible?, s. 152.
514
Bkz. Küng, Infallible?, s. 163vd; Powell, Papal Infallibility, s. 217.
164
Vatikan‟dan sonra yayımlandığı için yanılmazlık fonksiyonuna sahip olduğunu ifade
etmiştir.515
Rahner‟ın da aralarında bulunduğu bazı teologlar ise doktrini kabul etmek
için Kutsal Kitap ve gelenekten mutlak deliller getirilmesini isteyen Küng‟e
çıkışmışlardır. Rahner, Kilise öğretisinde bu inanç uygulaması için çok geniş ve
yeterli bir zemin bulunduğunu ifade etmiştir. Ancak diğer bazıları da Küng‟ü bu
çetrefil doktrini her ne kadar Kilisede fikir ayrılığına sebebiyet verecek bir tarzda
sunmuş olsa da gün ışığına çıkarmasından dolayı tebrik etmişlerdir.516 Ancak İman
Kurulu (Congregatin of the Faith) Küng‟ün yanılmazlık görüşü ve onun “Kilise
öğreti otoritesini aşağılaması”nı delil göstererek 1979 yılında, Infallible? kitabının
yayımlanmasından dokuz yıl sonra onun artık Katolik bir teolog olarak
görülemeyeceğine hükmetmiş ve Küng Tübingen üniversitesindeki görevinden
uzaklaştırılmıştır. Ancak Küng itibar sahibi bir papaz olarak kalmış ve heretik olarak
addedilmemiştir. 1996 yılında emekli oluncaya değin Tübingen‟de ökümenik
araştırmalar (ecumenical research) direktörlüğü görevini sürdürmüştür.
Hans Küng‟ün de görüşlerinden alıntı yaptığı Hindistan‟da misyonerlik
görevinde bulunan bir diğer Katolik piskopos Hollandalı Francis Simon da kaleme
aldığı Infallibility and the Evidence adlı eserinde papanın yanılmazlığı bir tarafa
Kilisenin yanılmazlığıyla ilgili olarak İncillerde herhangi bir delilin bulunmadığını
öne sürmüş ve Katolik Kilisesinin yanılmazlık inancının teolojik bir şaibe
barındırdığını ifade etmiştir. Simon, havarilere ve Kiliseye ilahi bir yardımının vaat
edildiğini ancak bunun yanılmazlıkla aynı şey olmadığını ileri sürmüştür.517
Fransız teolog Rene Beaupere de Küng ve Kilisenin yanılmazlığını savunan
benzer teologlar gibi düşünerek Kilisenin yanılmazlığından kolayca papanın
yanılmazlığına
geçilebileceğini
ifade
etmiştir.
Beaupere‟ye
göre
papanın
yanılmazlığı Kiliseden ayrı bireysel bir yanılmazlıktan ziyade inanç konularında
evrensel Kilise adına bir açıklama yaptığında yanılmazlık yetkisine sahiptir.518
Papanın yanılmazlığının kökeninin XIII. yüzyıla dayandığını ortaya koyan
515
Bkz. Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 112.
McClory, Power and the Papacy, s. 177-8.
517
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 178; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 271;
John T. Ford, “Infallibility: A Review of Recent Studies”, s. 277; Duncan, ““The „enemy within‟ the
post-Vatican II Roman Catholic Church”, s. 6.
518
Bkz. Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 120.
516
165
tarihçi Brian Tierney‟e göre yanılmazlık doktrini uzun bir geçmişe sahip köklü Kilise
inancından ziyade tarihsel bir garabet içermektedir. Bu doktrin bir zorunluluktan
değil beklenmedik tarihsel şartların getirdiği bir tasadüf sonucu 519 ve tamamen I.
Vatikan Konsili‟deki çoğunluk oylar neticesinde geliştirilmiş olup, başından sonuna
teolojik, tarihsel ve akli gerçeklere zıt bir saçmalık (reductio ad absurdum) olarak
nitelendirilmiştir.520
Yanılmazlık konusunda bir diğer yaklaşım da tarihçi Francis Oakley
tarafından ortaya konulan konsilyarist söylemdir. Oakley‟e göre, çift başlı papalık
sorununu çözmek için toplanan Constance Konsili (1414-18)‟nde kabul edilen Haec
Sancta adlı yasaya bu tartışmada da başvurulabilir. Zira Haec Sancta‟ya göre hiç
kimse, hatta papa bile meşru bir ökümenik toplantının kararlarının üzerinde değildir,
diğer bir ifadeyle bir konsilin papaya üstünlüğü veya önceliği vardır.521
Küng‟ün başlatmış olduğu bu girişim, uzun zamandan beri papanın önceliği
(primacy) ve yanılmazlığını Hıristiyan birliği önünde en büyük engel olarak gören
Ortodoks Hıristiyan dünyadan olumlu tepkiler almıştır. Eğer bu engeller kaldırılırsa,
pek çok Doğu Hıristiyanına göre bu iki eski ve büyük kilise arasında yeniden birlik
tesis edilecektir. Zira Ortodoks Kilisesiz bir Katolik Kilisesi tam bir kilise sayılmaz.
Ayrıca Ortodoks dünyası 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından sonra her iki kilise
arasında kolektif işbirliğine dayalı çalışmanın sona erdiğini ileri sürmektedir. Zira
Ortodoks Hıristiyanlar bu tarihten sonra Batı Katolik Kilisesi‟nin öncülüğünde
gerçekleşen ökümenik konsillerde alınan kararları geçerli kabul etmez, çünkü bu
konsiller bütün Hıristiyan dünyanın katılımını gerektiren ökümenik karakterli
konsiller değil, Batı konsilleridirler. Yine Ortodoks Kilisesi‟ne bağlı teologlar II.
Vatikan Konsili‟nin aldığı, meslektaş piskoposlar arasında kolektif çalışmaya
(collegiality) dikkat çekerler ancak bu kolektivitenin de kapsayıcı ve tam bir
işbirliğine dayanması halinde meyve vereceğini ifade ederler. Ayrıca iki eski kilise
arasındaki birleşme ve bütünleşme önünde bir tuzak olarak gördükleri yanılmazlık
doktrini, İsa‟nın vekili (vicar of Christ) ve “en yüce piskopos” (supreme pontiff) gibi
terimlerin kullanımdan kaldırılması gerektiğini belirtirler.522
519
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 181
Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 104.
521
Bkz. Oakley, The Conciliarist Tradition, s. 80, 251 vd; Ayrıca bkz. McClory Power and the
Papacy, s.180; John T. Ford, “Infallibility”, s. 277-78.
522
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 36,243 vd.
520
166
2. YANILMAZLIK DOKTRĠNĠNE FARKLI YAKLAġIMLAR
Yukarıda gerekçeli olarak görüşlerini ortaya koymaya çalıştığımız Hans
Küng başta olmak üzere diğer teologların itirazlarına karşın bir diğer grup ise
papanın yanılmazlığı hususunda onlar kadar kaygılı değildir. Bunlar doktrin
muhaliflerinin pek çok itirazlarının geçerliliğini kabul etmekle birlikte yanılmazlığın
olumlu bir yönde de ele alınabileceği üzerinde dururlar. Bu teologlara göre tarihsel
tahliller ve yoğun, soyut, rasyonel tartışmalar durumu açıklığa kavuşturmaktan
uzaktır.
Gregory Baum doktrin konusunda bu optimist teologlardan birisidir. Küng‟ün
görüşlerine bir cevap niteliğinde o, yanılmazlık kavramının yeniden yorumlanmasını
mantıklı, psikolojik ya da metafizik bir süreç olarak değil, hayati bir süreç olarak
görmüştür. Hiçbir kilise bildirilerinin tek başına yanılmaz olarak addedilemeyeceğini
ifade eden Baum‟a göre yanılmazlık doktrini, literal olarak kesin (muhkem) bir
hüküm olmayıp sembolik bir anlama sahiptir. Gelinen tarihsel koşullarda İncil‟in
özünün ortaya çıkarılmasını ifade eden bu özel armağanın “yanılmazlık” olarak
isimlendirilmesinde bir beis yoktur. Aslında, yanılmazlığı uygulanabilir (geçerli) bir
kavram olarak kabul eden her teolog, aynı zamanda acilen onun yeniden gözden
geçirilmesi ya da yeniden “kavramsallaştırılması” gerektiği hususunda da ortak
kanaate sahiptirler.523
Cizvit Ladislas Orsy de bu konuyla alakalı olarak “yanılmazlık yakışıksız bir
terim olabilir ancak o harikulade bir eylemi -Kilisede Söz‟ün 524 gizemli ve daimi
mevcudiyetini- ifade etmeye çalışır” demiştir. J. P. Kenny ise bu doktrini “kiliseyle
birlikte çalışan Ruh‟un yaratılmamış faal armağanı” olarak tanımlayacaktır. A.
Chavisse‟e göre de “Kilisenin yanılmazlığı, bozulmazlık ve etkili yardım taahhüdüne
yönelik ilahi bağlılığın meyvesinden başka bir şey değildir.”525
Katoliklerin ve diğer Hıristiyan grupların yeniden bir araya gelmek adına
belli bir aşama kaydettikleri son dönemlerde, yanılmazlık telakkisinin yeniden
gözden geçirilerek üzerinde bir revizyona gidilmesi Hıristiyan dünyada daha bir
523
Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 44-5; McClory, Power and the Papacy, s. 182.
Yuhanna 1:1-3.
525
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 182.
524
167
önem kazanmıştır. Bununla alakalı olarak Avery Dulles de II. Vatikan‟da kabul
edildiği şekliyle yanılmazlık doktrininin bütün Kiliseye ait bir vasıf olduğunu ileri
sürmüş ve evrensel bir öğretici olarak papanın istisnai bir “ses” olmadığını, manevi
yanılmazlık karizması için papanın ökümenik bir şehadetle desteklenmesi gerektiğini
ifade etmiştir. Piskoposların da papanın birer delegesi ya da gölgesi konumunda
bulunmayıp, diğer belirli Kiliselerin hakiki pastörleri olduğunun altını çizen Dulles,
papanın bu yapıda aslî sözcü (primary spokesman) olabileceğini belirtmiştir.526 Bu
konuyla alakalık olarak Dulles‟e göre yanılmazlık “genellikle bir topluluk olarak
piskoposlara, ökümenik konsillere ve papalara atfedilir.” 527 Yani papa, Kilisenin
mutabakatı ya da İslami literatürde icma diye tanımlayabileceğimiz dini ya da ahlaki
bir meseledeki yanılmaz ittifakın ya da hükmün sözcüsü mesabesindedir. “Eğer
yanılmazlık dogması bugün tanımlanmış olsaydı muhtemelen „yanılmazlık‟ kelimesi
kullanılmazdı” diyen Dulles‟e göre “yanılmazlık” (infallibility) tanımlaması daha
çok (Kilisenin) “bozulmamışlık” (indefectibility) kavramını ifade etmektedir.528 Her
ne kadar aralarında bir ilişki olması gerektiğini belirtse de bu iki kavram arasında bir
ayrıma giden Dulles‟e göre “bozulmamışlık” kavramı her daim “mevcudiyetin
kesintiye uğramasının imkansızlığı” ya da diğer bir ifadeyle “geçmişe dayalı olarak
devamlılığın garantide olması” anlamına gelmektedir. Dulles‟e göre elbette Kilise
her daim var olagelmiştir, ancak, İncil‟in hakikatlerini kaybettiği dönemler olmuştur
ki bu durum da bütün bir Kilise için geçerli değildir. Ayrıca Dulles “bozulmamışlık”
teriminin hem inanç hem irşat (preaching) boyutunda belirli bir yanılmazlığı
kapsayacağını ileri sürmüştür. Zira Tanrı Kiliseyi İncil‟in hakikatleri üzerinde sabit
kılacaktır.529 Yine Dulles, dini konulardaki yanılmazlıktan bilimsel ve matematiksel
526
Bkz. Avery Dulles, The Catholicity of the Church, Clarendon Press, Oxford, 1987, s.143-4.
Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 205.
528
I. Vatikan Konsili oturumlarında Gasser, yanılmazlık (infallibility) teriminin Almanca konuşulan
ülkelerde yanlış yorumlanmaya müsait bir terim olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Küng, Infallible?,
s.154; Gasser‟ı haklı çıkaracak şekilde Hans Urs von Balthasar gibi bazı Almanca konuşan teologlar
yanılmazlık terimi yerine İslami literatürden farz ya da vacip ile karşılaştırabileceğimiz “bağlayıcı
güç” (ultimate binding power) terimini tercih etmiştir. Yanılmazlık teriminin farklı yorumları için bkz.
John T. Ford, “Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term”, Homiletic & Pastoral
Review,http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/,
(25.05.2014).
529
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s.166; Aynı zamanda Dulles “Papalık” (papacy) teriminin bizzat
kendisinin bir müphemlik içerdiğini ve bizzat papayı ima ettiğini ileri sürerek, Papalığın Roma
piskoposuna raptedilmesinin gereksiz olduğunu ifade etmiştir. Ona göre Papalığın başka bir şehrin
piskoposu tarafından da temsil edilebileceği ya da bütün diğer piskoposluklar arasında dönem
başkanlığı şeklinde dönüşümlü olarak yürütülebileceğidir şeklindedir. Bkz. Powell, a.g.e., s. 170.
527
168
bir kat‟iyet veya kesinliğin beklenemeyeceğinin altını çizmiş, konsillerin ve papanın
ortaya koyduğu dogmaların ve özellikle papanın yanılmazlığının Kilisede
mütemadiyen devam eden yorumlama faaliyeti olarak görülebileceğini ve dini
konulardaki
dogmatik
tanımlamalarda
bulunabileceğini ifade etmiştir.
530
da
belli
bir
ölçüde
müphemliğin
Dulles, “ılımlı yanılmazlık” taraftarı diğer
teologlar gibi yanılmaz tanımlamaların (infallible definitions) çok nadir olduğunu
ileri sürerek “bu ökümenik çağda yanılmazlık dogması, Katoliklerle diğer
Hıristiyanlar arasına gereksiz bir duvar örüyor ve hızlı değişimlerin yaşandığı bir
çağda gereksiz yere Kiliseyi geçmişe rapteder görünüyor. Bunun yanında papanın
yanılmazlığının, somut sonuçlar açısından ortaya koyduğu yararlı bir şey hemen
hemen yoktur. Son yüzyılda papa sadece bir kez yanılmaz bir şekilde konuştuğunu
açıkça iddia etmiştir ki o da en müphemliğiyle şöhret bulan Hz. Meryem‟in göğe
yükselişi (Assumption) dogmasıdır. Hiç şüphesiz artık yanılmazlık dogmasının
yeniden değerlendirilmesinin tam vaktidir” ifadelerini kullanmıştır.”531
Yanılmazlık dogmasının yeniden gözden geçirilmesi için bir diğer önemli
gelişme de 1965 yılından itibaren başlayan Lutheranlar ile Roma Katolikleri
arasındaki diyalog toplantılarında kendisini göstermiştir. 1973-1978 yılları arasında
Amerikan Ekümenizm ve Dinlerarası İlişkiler Piskoposlar Komitesi (U.S. Bishops
Committee for Ecumenism and Interreligious Affairs) ve Ulusal Luteran Dünya
Federasyon Komitesi (Committee of the Lutheran World Federation) temsilcileri
arasında devam eden diyalog toplantılarının konusu olmuştur. Yirmi iki katılımcının
iştirak ettiği ve Katolik cenahtan Avery Dulles ve George Tovard, Maurice C.
Duchaine, Joseph A. Fitzmyer‟ın da içerisinde olduğu grup ile Paul Empie ve George
Lindbeck gibi Luteran teologlar, dokuz oturum boyunca birbirlerinin yanılmazlık
anlayışlarını karşı karşıya getirip ortak bir noktada buluşmayı hedeflemişlerdir.
Roma Katolik Kilisesi papanın öncelik ve üstünlüğü ile yanılmazlığını Kutsal Kitap
ve patristik dönem ile temellendirmeye çalışmış, ayrıca I. Vatikan Konsili‟nde kabul
edilen bu dogmanın dikkatli bir şekilde sınırlandırılmasına rağmen II. Vatikan
Konsili‟ne kadar olan dönemde çok geniş bir şekilde ele alınarak yanlış anlaşıldığını
ifade etmiştir. Lutheranların yanılmazlık dogmasına karşı tepkileri ise genellikle
olumsuz
530
531
yönde olmuş,
Roma Katolik
Kilisesi‟nin
yanılmazlık doktrinini
Bkz. Powell, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 109.
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s.168; McClory, Power and the Papacy, s. 183.
169
temellendirmeye çalıştığı tarihi ve teolojik delillere karşı argümanlar ileri sürerek
genellikle Kilisenin her daim ortodoks itikat üzerinde sabit kaldığı görüşünü, yani
Kilisenin bozulmamışlığını (indefectibility) ortaya koymaya çalışmışlardır. Tam bir
konsensus sağlanamamakla birlikte bazı ortak noktalarda buluşulmuştur. Bunlardan
bazıları; Kutsal Metinlerde de ifade edildiği gibi göğe yükselen Mesih'in sürekli
varlığı ve Kutsal Ruh'un denetim ve gözetimiyle, Kilise sonsuza dek İncil'in
hakikatini koruyup "bozulmazlık" (indefectibility) üzere kalacak ve bunu azimle
devam ettirecektir. Bu bozulmazlık ya da korunmuşluk, doktrin öğretiminde ve
piskoposların bir doktrini hükme bağlama ve İncil'e aykırılık teşkil eden doktrinleri
de kınama yetkisini içeren denetim görevini yerine getireceği konsil ve sinod gibi
kurumların varlığını içerir. Bu denetleme sorumluluğu gerektiğinde Kutsal Metinlere
uygun olarak yeniden doktrin formüle etme yetkisi verir. Kutsal metinlere
uygunluğun göstergesi de liderlerin öğretisinin inananlarca kabulündeki ahenktir."532
George Lindbeck ise yanılmazlık kavramının birleştirici yönüne dikkat
çekerek iyi ya da kötü, lehte veya aleyhte olsun, yanılmazlık telakkisinin Hıristiyan
fikriyatında her daim var olduğunu ifade etmiş ve Katolik Kilisesi‟nin papaya
atfettiği yanılmazlık tanımlamasını Ortodoksların Kilise konsillerine, Protestanların
ise kutsal metinlere atfettiğini, bunun da Hıristiyan birliği önündeki engellerin
ortadan kaldırılması ve bütün Kiliselerin bağlılarını aynı inanç akidesi içersinde
tutabilmesi için gerekli bir durum olduğunu ileri sürmüştür. Zira Lindbeck‟e göre I.
Vatikan Konsili‟ndeki piskoposlar heretik bir papanın ex cathedradan heretik bir
doktrin va‟a ederek Kilisenin ortodoks itikadına fesat karıştırma ihtimalinin farkında
olmalarına rağmen bunu bilinçli bir şekilde göz ardı etmişlerdir.533
Her iki Vatikan konsilinde kabul tanımlanan doktrinden farklılık arz eden bu
bildiri ve diyalog toplantısına katılan Katolik teologların yanılmazlık dogmasıyla
ilgili olarak yeni bir bakış açısı sunmaları açısından önemli görülmüştür. Bu
toplantıda teologlar yanılmazlık anlayışının II. Vatikan Konsili‟nde alınan kararlar
ışığında nasıl yeniden değerlendirildiğini ve yeniden kavramsallaştırıldığını ortaya
532
Bkz. Carl E. Braaten ve Robert W. Jensen (ed.), Church Unity and the Papal Office: An
Ecumenical Dialogue on John Paul II’s Encyclical Ut Unum Sint, Eerdmans Publishing, USA 2001, s.
98 vd; “Lutheran-Roman Catholic Dialogue,Teaching Authority and Infallibility In The Church”,
Theological Studies, http://www.ts.mu.edu/readers/content/pdf/40/40.1/40.1.5.pdf, (18.03.2014);
McClory, Power and the Papacy, s.183-4.
533
Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 8 vd., 20.
170
koymuşlardır.
Buna
göre,
öncelikle
II.
Vatikan,
papa
ve
piskoposların
yanılmazlığının Tanrı‟nın bütün kullarının sahip olduğu “inanç anlayışına” bağlı
olması gerektiğini belirterek açıklığa kavuşturmuştur. Papalar ve piskoposlar bir
bütün olarak Kilisenin hali hazırdaki inancıyla desteklendikleri ölçüde onu resmi
olarak ifade etmede yanılmazdırlar. II. Vatikan, papanın yanılmazlığını, papayı bu
kurulun başı atfederek piskoposlar kuruluyla yakından bağıntılı görmüştür. Kilise
tarafından yanılmazlığın icrası için ne önce ne de sonra herhangi hukuki bir onayın
lüzumlu olmadığını belirtmiştir. Ayrıca II. Vatikan Konsili yanılmazlık dogmasının
Hıristiyan toplumun Roma‟yla tam bir bütünleşme amacına hizmet edipedemeyeceği sorusunu da gündeme getirmiştir. Son olarak bu konsil Kiliseyi, her
daim insanın sınırlılığı ve günahkarlığından etkilenen bir kurum olarak tanımlamıştır
ki bu zaafiyetlerin emarelerinin en üstün öğreti otoritesi (magisterium)‟nin en kutsal
işlerinde de görülebileceğini ifade etmiştir. Bu yeni bakış açılarından bazıları,
tanımlanan her bir dogmaya inanç boyutunda bütün Katoliklerin kayıtsız şartsız itaat
etmeleri gerektiğini ortaya koyan Kilisenin geleneksel tutumuna tezat teşkil etmesi
sebebiyle dikkate şayan bulunmuştur. Dulles‟in “Ilımlı Yanılmazlık” (Moderate
Infallibilizm) 534 olarak isimlendirdiği bu bakış açısına göre teologların ortaya
konulan doktrinle mücadele etme özgürlüğüne sahip olduğu ifade edilmiştir. 535
3. YANILMAZLIĞIN KRĠTERLERĠ VE YANILMAZLIK YETKĠSĠNĠN
KULLANIMI
I. Vatikan Konsili‟nde tanımlanıp II. Vatikan Konsili‟nde ise yeniden ele
alınarak genişletilen, özellikle akademik platformda olmak üzere hemen her
dönemde güncel bir tartışma konusu olarak varlığını korumuş olan papanın
yanılmazlığı dogması ne ifade etmekte, kriterleri, kayıt ve sınırlamaları nelerdir ve
bu yetki ile yapılan dogmatik tanımlamalar nelerdir. Bu bölüm altında yanılmazlık
534
Ilılmlı Yanılmazlık tartışmaları için bkz. Powell, Papal Infallibility, ss. 186-88.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.184-5; Günümüzde de I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen
yanılmazlık tanımlamasının o döneme has koşullar altında ve yine o dönemin sınırlı bilgisi dahilinde
alındığını ve yeniden yorumlanmaya muhtaç olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşler için bkz. Güngör,
“Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar”, s. 20.
535
171
doktrininin sınırlarını belirterek onun mahiyetini ortaya koyacağız ve papanın ex
cathedradan yaptığı itikadi ve ahlaki konulardaki tanımlamaların neler olduğunu
ifade edeceğiz.
3.1. Yanılmazlığın Kriterleri
Genel olarak yanılmazlık konusu I. Vatikan‟da tanımlanıp kabul edilen
Pastor Aeternus adlı konsil yasasındaki kayıt ve sınırlamalar dışında, yani kapsamı
daha geniş bir çerçevede tutularak ele alınmakta, dolayısıyla dogmatik olarak kabul
edildiği yıllarda olduğu gibi bugün de Hıristiyan ve Hıristiyan olmayan dünyada
yanlış anlaşılmaktadır. Aslında hiyararşik yapılanmanın en tepe noktasında bulunan
papalar Pastor Aeternus yasasında ifadesini bulan yanılmazlık dogmasından önce
uzunca bir dönem hem doktrinel konularda hem idari konularda otoritesini ortaya
koymuştur. Hatta I. Vatikan‟da tanımlanan bu yanılmazlık dogmasına başvurmadan,
ex cathedra dışından doktrinel tanımlamalar günümüzde de devam etmektedir.
I. Vatikan Konsili'nde kabul edilen konsil yasasında da ifadesini bulduğu
şekliyle papanın yanılmazlığı sadece belirlenmiş koşullar altında söz konusudur.
Yoksa genel anlamda papanın hemen her konuda yanılmaz saptama ve
tanımlamalarda bulunması söz konusu değildir. Yani ilerde düzenlenecek olan
turnuvada dünya kupasını hangi ülkenin kaldıracağına ilişkin olarak papanın görüşü
herhangi sıradan birisinin bu yöndeki görüşünden daha itimada şayan olmadığı gibi
bir trigonometri sorusunu doğru cevaplama olasılığı da yüzde sıfırdır. 536 Papaya,
Petrus kanalıyla intikal ettiği iddia edilen yanılmazlık yetkisi sadece dini ve ahlaki
konularda ex cathedradan bir dogma tanımlaması halinde geçerlidir. Dahası papanın
yanılmazlığı doktrini yeni bir hüküm ihdas etme, yeni bir öğreti ya da yeni bir dogma
ortaya koyma ve bu tasarrufları ilham (vahiy) alarak ya da esinlenme ile ifa etme
olarak anlaşılamaz. Yani papa, İslamî literatürdeki anlamıyla bütün inananları
bağlayıcı nitelikte hükümler bildiren bir şâri‟ olarak tanımlanamaz. Yanılmazlık
doktrini “başından itibaren tevarüs edilen geleneğe sadakatle bağlı kalarak”
(faithfully adhering to the tradition received from the beginning of the Christian
536
Bkz. Hanson, Introduction to Christian Theology, s. 219; Keating, Catholicism and
Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, s. 215.
172
faith) 537 gizli kalan Tanrısal vahyi açığa çıkarma ameliyesidir. Esinlenme ya da
vahye muhatap olma olumlu bir inayet (positive charism) iken papanın yanılmazlığı
olumsuz bir inayet (negative charism) olarak görülmektedir. Diğer bir ifadeyle bu
inayet (charism) hatadan korunmuşluğu ifade etmekte, yoksa bir esin (inspiration) ya
da vahiy (revelation) anlamına gelmemektedir. Papa, Kutsal Ruh‟un özel yardımı ve
dikkatli bir tefekkür ve gayretle Tanrısal vahyi içtenlikle yorumlayabilir,
açıklayabilir, yani ictihatta bulunabilir, ancak yeni bir vahiy ortaya koyamaz.538
Konsilde oylanarak dogmaya dahil edilen formülasyondan hareketle Katolik
teologlar, papanın yanılmaz bir tanımlamada bulunabilmesi için bazı kriterler veya
kayıtlar ortaya koyarlar. Buna göre papa:
1- Bütün Hıristiyanların en yüksek öğretmeni (magister) ve çobanı (shepherd)
olarak sahip olduğu en yüksek otorite ile ve resmen kilisenin görünen başı, inanç ve
ahlakın yetkili tercümanı olarak (Petrus‟un) kutsal kürsüsünden (ex cathedra)
konuşuyor olmalıdır. Bundan dolayı herhangi bir papalık ansiklikali ya da apostolik
mektup ya da bir yönerge yanılmaz olarak addedilemez. Bazı yanlış yorumlamalar
neticesinde bu tür dökümanlar da yanılmazlık kapsamında değerlendirilmiştir ki
zaten papanın bu türden beyanatı dogmanın konusu dahilinde değildir. 539 Yine papa
bir teolog ya da piskoposluk bölgesinin bir piskoposu olarak inanç ve ahlak konuları
dışında, örneğin politik ve bilimsel konularda bir görüş ortaya koyarsa yanılmaz
değildir.540
Petrus‟un ve dolayısıyla papanın kutsal kürsüsünü ifade eden ex cathedra
kavramı, bağlayıcı bir şekilde kutsal, resmi bir doktrin tanımlamasına delalet
etmektedir. Ex cathedra kavramı Katolik teologları papanın uhdesinde bulunan
olağan ve olağanüstü olmak üzere iki öğreti otoritesi (magisterium) arasında ayrıma
sevketmiştir. Olağan magisterium var olanı öğretme, olağanüstü magisterium ise yeni
537
Bkz. Pastor Aeternus
Bkz. S. M. Brandi, “When Is The Pope Infallible”, The North American Review, Vol. 155, No. 433
(Dec. 1892), s.652-3; Mark E. Powell, Papal Infallibility, s.40-41; Ayrıca bkz. Mark E. Powell, “The
„Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility: Contributions of A Free-Church Theologian”,
Theological Studies 74, (2013), s. 107-8.
539
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41; Richard R. Gaillardetz, By What Authority?: A Primer on
Scripture, the Magisterium, and the Sense of the Faithful, Liturgical Press, USA 2003, s. 83; Brandi,
“When Is The Pope Infallible”, s. 654.
540
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287 ve 299-301; Powell, “The „Patient and
Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility”, s. 107-8.
538
173
bir dogma ihdas etme ile ilgilidir.541 Powell‟a göre papa, olağanüstü öğreti otoritesi
ile kutsal ve resmi bir doktrin tanımlamasında bulunduğu zaman yanılmazdır. Öte
yandan papa olağan öğreti otoritesiyle yetkin bir şekilde bir doktrin öğretiminde
bulunduğunda ise yanılmaz değildir. 542 Katolik dogma konusunda otorite kabul
edilen Avery Dulles ise resmi bir Papalık bildirisinin ex cathedradan olması için dört
kriter ortaya koymuştur. Buna göre bu resmi bildiri;
I- Papanın makamını bütün Hıristiyanların en yüksek öğretmeni ve pastörü olarak işe
koşmalıdır.
II- Papanın en yüksek apostolik otoritesine, yani Petrus‟un halefi olması vasfına
uygun düşmelidir.
III- İnanç ve ahlaka müteallik bir doktrini, yani kutsal vahyi açığa çıkaran bir
doktrini belirlemelidir.
IV- Açık bir şekilde herkes tarafından uyulması gereken bir doktrini uygulamaya
koymalıdır.
Dulles ayrıca bir diğer koşulu; papanın yanılmazlığı için lüzumlu görülen bütün bir
kilisenin mutabakatını I. Vatikan Konsili‟nin kesin bir şekilde reddettiğinin altını
çizmiştir.543
Hasler‟a göre ise ex cathedra kavramı XVI. yüzyılla birlikte literatüre
sokulmuş ve XIX. yüzyıla kadar da pek çok farklı anlam yüklenmiştir. Bu kavramın
muğlaklığı, onun gerçek anlamının ötesine taşınarak yanılmazlığın aurasının daha
geniş bir kapsamda ele alınmasına imkan vermiştir. Bu yönüyle ex cathedra Hasler
tarafından bütün problemleri ortadan kaldıran tılsımlı bir sözcük olarak
tanımlananmıştır.544
2- Papa, yönetim, idare/organizasyon ve disiplin konularında değil, Kiliseyi
İncil‟in hakikat ve istikameti üzerinde kaim tutacak, vahyin muhtevası olan inanç ya
da ahlaki konularda (concerning faith or morals) görüş belirtiyor olmalıdır. Yoksa
papanın yanılmazlığı diğer alanlara, örneğin Hans Küng‟ün de vurguladığı şekliyle
doğum kontrolü gibi üzerinde uzmanlık gerektiren medical alanlara teşmil edilemez.
Zaten bütün Katolikler papanın bu alanlarda, XVII. yüzyılda Galileo‟nin
541
Bkz. Brezzi, The Papacy, s. 172-3.
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41; S. M. Brandi, “When Is The Pope Infallible”, s. 654;
543
Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204.
544
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 183 ve 281.
542
174
kınanması 545 ve XX. yüzyılda faşizmin desteklenmesinde olduğu gibi hata yapıp
yanılabileceğini rahatlıkla ifade eder. 546 Ancak I. Vatikan‟ı takip eden yıllarda
teologlar bu ahlaki konuların ne anlama geldiği ve bunların vahiyle irtibatı
noktasında tartışmışlardır. Yves Congar bu konuyla alakalı olarak “Ben, papanın
1870 (I. Vatikan) dogmasına müracaat ederek ahlaki alanla ilgili herhangi bir
dogmatik tanımlamaya gittiğini görmedim. Bazı teologların örneklendirdiği şekliyle
ahlaki alanla ilgili papalık açıklamaları ex cathedra bildirileri değildir”
demektedir.547
3- Papa bütün bir Kilisenin inancını ifade etmeli ve net bir şekilde bütün bir
Kiliseyi yasal olarak bağlamaya niyetlenmelidir.548 Gasser‟ın I. Vatikan‟da açıkladığı
şekliyle “Petrus ve onun halefleri bütün bir Kiliseden ayrı olarak bu karizmaya sahip
olmayıp”, onlar sadece Kilisenin otantik birer sözcüsüdürler. 549 Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi papanın ex cathedradan yaptığı tanımlamalar yanılmaz karaktere sahip
olup evrensel bir mahiyet arzetmektedir. Yani bu tanımlamalar “bütün bir Kilise
tarafından uyulması/tutulması gereken” (to be held) itikadi ve ahlaki bir hüküm
olarak kabul edilmelidir. Diğer bir ifadeyle papa, yanılmazlık yetkisini kullanmak
durumunda kalırsa, bunu, yani, ortaya koyduğu hakikatin bütün Hıristiyanlarca
bağlayıcı olduğunu apaçık ve resmi bir şekilde belirtmelidir. Dahası Pastor Aeternus
bu “yanılmazlık kuralı”nın “inanç ve ahlaka dair bütün bir yeryüzüne dağılmış
(universal) Kilise tarafından uyulması gereken doktrin” tanımlama durumunda
kullanılacağını belirterek buna bir kayıt (tahdit) koymuştur.
545
Galileo Galilei olayı Kilisenin kendisinden menkul yanılmazlık iddiasının çürütüldüğü en somut
örneklerden biridir. Katolik Kilisesinin kabul ettiği Batlamyus‟a ait yerküre merkezli evren anlayışının
karşısında teleskopla gökyüzünü inceleyerek Kopernik‟e ait güneş merkezli evren anlayışını
benimseyen Galileo doğal olarak Roma‟nın tepkisini çeker. 1632 yılında engizisyon tarafından
Roma‟ya çağrılan Galileo 1633 yılında heretik addedilerek cezalandırılmıştır. Nihayet 1979 yılında
Papa II. John Paul Papalık Bilim Akademisinde (Pontifical Academy of Science) yaptığı “İnanç,
Bilim ve Galileo Olayı” başlıklı konuşmasında bu durumun bütün yönleriyle yeniden incelenmesi için
çağrıda bulunmuştur. Papa John Paul, 1983 yılında Kilise ve bilim konularına dair konuşurken
“Galileo‟nun Kilisenin birimlerinden acı çektiğini” kabul etmiştir. Bu itiraf Galileo olayıyla ilgili açık
bir geri adım olarak görülmediği gibi yanılmazlık iddiasındaki Kilisenin nasıl bariz yanlış kararlara
imza atabildiği problemini de çözmemiştir. Bkz. Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and
Evangelicals, s. 218-9.
546
Bkz. Powell, Papal Infallibility, s. 41-2.
547
Bkz. Wolfgang Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s.55; Powell, Papal
Infallibility, s. 41-2; ayrıca bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204.
548
Bkz. Ott, Fundamentals of Catholic Dogma, s. 287.
549
Bkz. McBrien, The Church, s. 104; Klausnitzer, “How can the Church Remain in the Truth”, s. 56.
175
1983 yılında düzenlenerek yürülüğe giren Kilise Hukuku da "bu üç hususla
sabit olmadıkça hiç bir doktrin hatasız ya da yanılmaz olarak tanımlanmıştır şeklinde
anlaşılamaz" şartını koymuştur.550
Papanın yanılmazlığı “onun makamının icrasıyla” alakalı bir durum olup
onun zatına (per se) bağlı değildir. Papanın yanılmazlığı daha ziyade inananların
ortodoks akide üzerinde sabit kaldığı ve İsa‟nın verdiği taahhüt gereği her daim
Kiliseyle bir ve beraber olduğu anlamına gelmektedir. Papa ex cathedradan
konuştuğu zaman “bütün hıristiyanların öğretmeni ve çobanı” olarak konuşmuş
olmaktadır. Bu sebepten herhangi bir kayıt ve vasıflandırma olmaksızın "papa
yanılmazdır" demek doğru bir tanımlama değildir. Yani papanın resmi dinsel edim
ve söylemleriyle bir teolog olarak şahsi edim ve söylemlerini ayırmak gerekmektedir.
Yani papanın uhdesinde bulunan bu yanılmazlık yetki ya da inayeti (charism) ona
“Petrus‟un nezdinde taahhüt edilen ilahi yardım”dır. 551 Zira geleneksel Katolik
inancına göre piskoposlar havarilerin halefleridir, papalar ise Petrus‟un halefidir.
Papanın bu konumundan dolayı İsa‟nın Petrus‟a verdiği taahhüt ve direktifler papaya
yapılmış taahhüt ve direktiflerdir.
John T. Ford‟a göre, genel olarak toplumda hatta teologlar arasında
konuşulduğu şekliyle “papanın yanılmazlığı” terimi I. Vatikan‟da kabul edilen
Pastor Aeternus yasasında geçmez. Çünkü Pastor Aeternus‟un dördüncü bölümünün
başında geçen “papanın yanılmazlığı” (the infallibility of the Roman Pontiff) ibaresi,
“papanın yanılmaz öğreti otoritesi” (the infallible magisterium of the Roman Pontiff)
şeklinde değiştirilmiştir. Ford‟a göre bu ifade değişikliği, papanın bütün beyanlarının
yanılmazlık kapsamı altında değerlendirildiği; bireysel, mutlak bir yanılmazlığın söz
konusu olmaması ve yanılmazlık yetkisinin sadece papanın tasarrufunda olmayıp, II.
Vatikan Konsili‟nde kabul edildiği şekliyle piskoposlar heyetinin de bu yetkinin
kullanımında papaya katılması552 şeklinde iki duruma işaret etmektedir. Dolayısıyla
550
Canon 749/1-3, http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014).
Bkz. Pastor Aeternus.
552
Bkz. LG, md. 25, http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (25.05.2014).
551
176
I. Vatikan papanın yanılmazlığının koşullarını belirlemiş, II. Vatikan ise bunları
açıklamıştır.553
Avery Dulles de papanın yanılmaz olduğunu ancak bu yanılmazlığın sınırsız,
mutlak bir anlamda olmadığını ifade eder. Dulles‟e gore “(her yönden, herhangi bir
şeye bağımlı olmayan) mutlak yanılmazlık Tanrı‟ya mahsustur… Diğer bütün
yanılmazlıklar ikincil (tali) ve kapsam bakımından sınırlıdır. Zira mutlak yanılmazlık
temyizi mümkün olmayan kat‟iyet şartına bağlıdır. Oysa papa bunu yapamaz, yani
Kilisenin eski hükümsüz resmi bildirilerini tekrar edemez.554
Pastor Aeternus yasası yanılmazlık doktrinini temellendirmek için bir çok
İncil pasajını referans olarak almıştır. 555 Katolik Kilisesi‟nin papanın yanılmazlığı
doktrinini
temellendirmek
için
kullandığı
bu
pasajlar,
önceleri
Roma
Piskoposluğunun (Papalık) öncelik ve üstünlük iddialarını kuvvetlendirmek için
başvurdukları argümanlar olmuştur. Yani İsa‟nın Petrus‟a söylediği bu İncil ifadeleri
Papalığın otoritesini tesis etme işlevini yerine getirdikten sonra, papanın yanılmazlığı
doktrini için de kullanılmıştır.
McBrien‟e göre papanın yanılmazlığı dogması, papanın herhangi bir şekilde
Kilisenin üstünde olduğu anlamına gelmez. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen
papaların aldığı kararlarının "kendileri tarafından (ex sese) ve Kilisenin mutabakatı
ile değişmeyeceği (irreformable) (non autem ex consensu ecclesiae)" hükmü,
Fransa'da çok etkin olan ve papalık hükümleri ve diğer kararların ancak Kilisenin
onayından sonra yürürlüğe gireceğini ifade eden Gallikanizme karşı bir argüman
553
Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral
Review,
bkz.http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/,
(25.05.2014).
554
Bkz. Geisler ve MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 204-5.
555
“Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus‟sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım.
Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek. Göklerin Egemenliği‟nin anahtarlarını sana
vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin
her şey göklerde de çözülmüş olacak.” (Matta 16:18-19) “Simun, Simun, Şeytan sizleri buğday gibi
kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri
döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka 22:31-32) Yemekten sonra İsa, Simun Petrus‟a,
“Yuhanna oğlu Simun, beni bunlardan daha çok seviyor musun?” diye sordu. Petrus, “Evet, ya Rab”
dedi, “Seni sevdiğimi bilirsin.” İsa ona, “Kuzularımı otlat” dedi.
İkinci kez yine ona, “Yuhanna oğlu Simun, beni seviyor musun?” diye sordu. O da, “Evet, ya Rab,
seni sevdiğimi bilirsin” dedi. İsa ona, “Koyunlarımı güt” dedi. Üçüncü kez ona, “Yuhanna oğlu
Simun, beni seviyor musun?” diye sordu. Petrus kendisine üçüncü kez, “Beni seviyor musun?” diye
sormasına üzüldü. “Ya Rab, sen her şeyi bilirsin, seni sevdiğimi de bilirsin” dedi. İsa ona,
“Koyunlarımı otlat” dedi. (Yuhanna 21:15-17).
177
olarak eklenmiştir. 556 Diğer yandan I. Vatikan Konsili‟nde papanın yanılmazlığı
dogmasının resmi sunucusu olan piskopos Vincent Gasser (ö.1879) bu tartışmada,
Kilise onayının, papanın hatadan berî ve yanılmaz olan ilanından farklı olmayacağı
şeklinde bir açıklamada bulunarak bir nevi papanın kararları ve kilisenin görüşleri
arasında bir uzlaşmaya gitmiştir. Aynı zamanda I. Vatikan Konsili, bu
"değiştirilemez" (irreformable) kelimesini kullanmak suretiyle, papanın yanılmaz
öğretilerinin asla değişmeyeceğini kastetmemiştir. Eğer durum böyle olsaydı
yanılmaz olmayan doktrinler de dahil (noninfallible doctrines) dogmaların nasıl bir
gelişim gösterdiğini görmek çok zor olurdu. Dogmalar ya da diğer bir ifadeyle
hatadan münezzeh ifadeler insan dilinde formüle edilmişlerdir ve insan anlayışının
dışa vurumudurlar. Dogmalar da tarihi seyir içerisinde düzenlenmişlerdir. Bunun
anlamı; yanılmaz öğretilerin hakikatinin değişmemesine karşın, bu hakikatin ifade
ediliş tarzı, onun kavramsal temellerindeki bir ifade ya da değişiklik ile bir düzeltme
şeklinde de olsa değişebilir. Temel ilke olarak sadece papa ve diğer piskoposlar
değil, (yeryüzüne yayılmış) bütün bir kilise yanılmazdır. (Dogmatic Constitution on
the Church, n. 25) Bu madde II. Vatikan konsili tarafından açık bir şekilde ifade
edilmiş olan daha geniş bir prensibi, yani kilisenin sadece papadan ve diğer kilise
hiyerarşisinden müteşekkil olmayıp, Tanrı‟nın bütün insanlarından oluştuğu
prensibini takip eder. (Dogmatic Constitution on the Church, n. 30).557
Roma Katolik Kilisesi‟ne göre papanın yanılmazlığı dogması opsiyonel
(ihtiyari) bir durum olmayıp bütün Katolikleri bağlayıcı, kurtuluş için gerekli bir
iman akidesidir.558 Diğer yandan John T. Ford “Katoliklerce uyulması gereken” ve
“inanılması gereken doktrin” ifadeleri arasında gizli bir ayrımın olduğunu belirtir.
Ona göre “Katoliklerce uyulması gereken” ifadesi yanılmazlık yetkisinin hiçbir
şekilde vahyi (itikadi) konuları kapsamayan, diğer meselelere de teşmil edilme
ihtimalini ortaya koyar. 559 John T. Ford‟un belirttiği bu “uyulması gereken” ve
556
Öte yandan ex cathedra tanımlamaların değiştirilemezliği (irreformable/irreversible), diğer bir
ifadeyle temyizinin mümkün olmaması, inananların kurtuluşuyla alakalı olarak inanca müteallik
meselelerde Kutsal Ruh‟un klavuzluğuna, dolayısıyla Kilisenin hatadan korunmuşluğuna ve hükmün
nihailiğine işaret olarak görülmektedir. Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 95-6.
557
Bkz. McBrien, The Church, s.104-105; Ayrıca bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic,
Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral Review, http://www.hprweb.com/2012/03/papalinfallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/#fn-2170-14, (25.05.2014); Powell, Papal Infallibility,
s. 43-4.
558
Bkz. Todd, Exodus From Rome, s. 83.
559
Bkz. John T. Ford, “Infallibility” Commonweal, (26 Jan. 1996) s. 9.
178
“inanılması gereken” hususlardaki ayrım hem I. Vatikan Konsili esnasında hem de
sonrasında çok ciddi tartışmalara sebebiyet vermiştir. Örneğin I. Vatikan
Konsili‟ndeki en başta gelen yanılmazlık savunucusu olan Henry Edward Manning
yukarıda görüşlerini ortaya koyduğumuz gibi bütün papalık kararlarının potansiyel
olarak yanılmazlık kapsamı altına girmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Öte yandan
John Henry Newman ise çok az papalık bildirisinin yanılmazlık kapsamına dahil
edilmesi gerektiğini ifade eden asgarileştirme prensibini savunmuştur.
Bununla birlikte Lumen Gentium‟un sonraki paragrafı yanılmazlığı “dinen
korunması ve bağlılıkla açıklanması gereken ilahi vahyin emaneti” ile eş zamanlı
olarak açıklığa kavuşturur. Yani, yanılmazlığın kapsamı “inanılması gereken”
şeylerle sınırlıdır. Bu şu konsil ifadesiyle daha da tekit edilmiştir: “Papa (Roman
Pontiff), yahut onunla birlikte piskoposlar bütünü, bir öğreti tanımladıkları zaman,
onlar bu bildiriyi vahye uygun olarak yaparlar.”
Lumen Gentium adlı konsil yasasıyla birlikte 1970‟lerde başlayan yanılmazlık
üzerine tartışmalarda iki önemli ayrım gündeme gelmiştir: Uyulması gereken
hususlar nelerdir? İnanılması gereken hususlar nelerdir?
İnanılması gereken hususlar ilahi vahye, yani vahyin açınlanmasına, gizli
kalan hakikatin ifşasına dair iken, uyulması ya da tutulması gereken hususlar ise
inançla yakın alakalı olarak liturjiyi, dindar toplumun tasvip ve onaylarını ve azizlik
mertebesine yükseltme (canonization) gibi birkaç hususu kapsar. Genel olarak
teologlar, geleneksel inanç (deposit of faith) ile yakından alakalı olarak
uyulması/tutulması ya da itikadi bir ilke olarak kabul edilmesi gereken şeylerin bir
zaman sonra inanılması gereken şeyler haline geldiğini kabul ederler. Meryem‟in
göğe yükseltilmesi (Assumption) inancı bunun için güzel bir örnektir. 1950 yılından
önce Assumption doktrini Hıristiyan toplumunca itikadi olarak uyulması gereken bir
öğreti iken 1950 yılında inanılması gereken bir şey olarak ilan edilmiştir.560
Katolik Kateşizmi‟nde de papanın yanılmazlığı doktrini şu şekilde ifade
edilmektedir:
“Episkoposlar kurulunun lideri Papa, bütün inanlıların doktoru ve çobanı
olarak kendi görevi gereği bu yanılmazlık yetkisini -kardeşlerini imanda pekiştirmek
amacıyla- iman ve ahlâkla ilgili doktrinin bir noktasını, kesin bir kararla resmen
560
Bkz. John T. Ford, “Infallibility”, s.9; Ayrıca bkz. Thomas J. Shanahan, “The Meaning of Papal
Infallibility”, http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html, (23.03.2014).
179
beyan ederek kullanır. ( ... ) Kilise‟ye vadedilmiş yanılmazlık yetkisi Petrus‟un halefi
ile birlik içinde iken özellikle de bir Ökümenik Konsil‟de yüce yetkisini kullanan
episkoposlar birliğinde de vardır. (LG 25) Kilise, Yetkili Kurulu‟yla birlikte "bir
şeyin Tanrı tarafından açınlanmış” ve Mesih‟in bir öğretisi olduğunu ileri sürüyorsa,
böylesi tanımlamaları "imana olan itaat içinde benimsemek gerekir" (LG 25). Bu
yanılmazlık Tanrısal Vahyin emanetinin kendisine kadar uzanır. (LG 25) Tanrısal
himaye yetkisi Petrus‟un halefi ile birlikte öğreten havarilerin haleflerine ve özel bir
biçimde de, bütün Kilisenin Çobanı olan Roma episkoposuna verilmiştir. Kilise
Yetkili Kurulu görevini ifa ederken kesin bir şekilde ifade etmeden, yanılmaz bir
tanımlamaya varmadan, iman ve ahlâk konusunda Vahyin daha iyi anlaşılmasına
yarayacak bir öğretiyi ileri sürebilir. İnanlılar bu olağan öğretiye "dinsel bakımdan
içten rıza göstermelidir" (LG 25) her ne kadar bu rıza görünüşte iman rızasından
ayrılıyorsa da, onun devamı gibidir.”561
Bir önceki Papa XVI. Benedict‟in ilerleyen yaşından dolayı papalık görevini
yerine getirememesini gerekçe gösterip 11 Şubat 2013 tarihindeki sürpriz istifası
nedeniyle istifa eden bir papanın statüsü yeniden tartışma konusu olmuştur. Katolik
Üniversitesi profesörlerinden Ken Pennington‟a göre istifa eden bir papanın ünvanı,
onun yetkileri ve yanılmazlık yetkisi hususunda belli bir kural bulunmamaktadır.
2002 yılından 2012 yılına kadar Canterbury Başpiskoposluğu görevini yürütmüş olan
teolog Rowan Williams da Benedict‟in bu kararının “papaların ile‟l-ebed hüküm
süren bir Tanrı-Kral olmadığını” gösterdiğini ifade etmiştir. 562 Bu konuda genel
görüş yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yanılmazlık yetkisinin belli kriterlerinin
olduğu, yani bu yetkinin papanın şahsında değil Papalık makamında bulunduğu ve ex
cathedradan yapılan tanımlamalarda bunun geçerli olduğudur. Dolayısıyla istifa eden
papanın, vefat eden bir papa gibi addedilip güç ve yetkilerinin Kutsal Makam‟a
(apostolic see) tam bir transferle devri söz konusudur. Papa XXIII. John‟un da bu
konuda “Ben yanılmaz değilim; ben sadece ex cathedradan konuştuğum zaman
yanılmazım. Ama asla ex cathedradan konuşmayacağım” 563 şeklindeki ifadesi de
561
Katolik Kilisesi Din ve Ahlak ilkeleri, md. 891-892.
Bkz. http://www.nytimes.com/2013/02/18/world/europe/what-do-you-call-a-retired-pope-and-is-hestill-infallible.html?pagewanted=1, (21.03.2013).
563
Bkz. Küng, Infallible?, s. 71.
562
180
bunu kanıtlar niteliktedir. Powell‟a göre de bir papa istifa ederse artık o yanılmazlık
yetki ve inayetine (charism) sahip değildir.564
3.2. Yanılmazlık Yetkisinin Kullanımı
Papanın yanılmazlığı doktrini, genel kabul ve bağlayıcılık açısından tüm
argümanlara son vererek bütün tartışmaları bitiren teolojik bir silah 565 olarak
nitelendirildiği gibi, benzer şekilde araştırma ve incelemeyi gereksiz kılan, farklı
görüş ve düşüncelerin dile getirilmesi olan demokrasiyi altederek onun yerini alan,
ifadenin, sözün ve söylemin egemenliği (logocracy)
566
ya da papayı teori ve
uygulamada eklesiyastik bir despot haline getiren ve onun sözlerini Tanrı‟nın sözü
mesabesine çıkartan yakışıksız bir tanımlama567 olarak eleştirilmiştir.
Yanılmazlık doktrini (ya da dogması) konusunda asıl merak edilen soruya
gelince, papanın kendisine tanınan bu gücü bundan böyle kullanıp kullanmayacağı
idi. Ancak büyük bir etkinliğe sahip olduğu düşünülen bu silah, ismen (veya
görüntüsüyle) ses getiren, hemen hiç kullanılmayan işlevsiz bir güç olarak
görülmektedir. 568 Nitekim John T. Ford‟a göre de papanın yanılmazlığı kavramı,
uzun bir tarihi geçmişine rağmen Katolikler için çok zaman kendilerini Anglikan,
Ortodoks ve Protestanlardan ayırt etmeye yarayan bir öz-kimlik nişanesi; papanın
otoritesini tanımayan Hıristiyanlar için ise bir karşı sembol (counter-symbol)
olmuştur. Zira Katolik olmayan (non-Catholic) pek çok Hıristiyan için bu kavram
Roma Katolisizminin içinde bulunduğu pek çok yanlışı sembolize eder. Bundan
dolayı papanın yanılmazlığı son derece sembolik ve problematik bir kavram olarak
değerlendirilmiştir. 569
564
Bkz. Powell, Papal Infalllibility, s. 41.
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.vii.
566
Bkz. Elizabeth Fenton, Religious Liberties: Anti-Catholicism and Liberal Democracy in
Nineteenth-Century U.S. Literature and Culture, Oxford University Press, New York 2011, s. 127-8;
Bu dogmanın ayrıca Kutsal Kitap vb. üzerine yapılan araştırmalardaki şevki de kırdığı ifade
edilmiştir. Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 56.
567
Bkz. Baker, Exodus From Rome, s. 82 ve 106.
568
Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 3.
569
Bkz. John T. Ford, Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term, Homiletic & Pastoral
Review,http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematic-term/,
(18.09.2013); Ayrıca bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 74;
Yanılmazlık doktrininin Roma Katolik Kilisesi‟nin diğer kiliseler üzerinde merkezi bir konum
kazanarak ağırlığını hissettirmesine (Romanise) katkı sağladığı da ifade edilmektedir. Bkz. Pollard,
565
181
Papanın yanılmazlığı doktrininin dogmaya dahil edilmesi için büyük çaba
gösteren Papa IX. Pius, koyu Ultramontanistleri hayal kırıklığına uğratacak şekilde
kalan sekiz yıllık ömrü süresince kendisine bahşedilen bu yanılmazlık yetkisini
(charism) hiçbir şekilde kullanmamıştır.570 Örneğin İngiliz yayıncı W. G. Ward‟ın
hemen hemen her gün Dublin Review adlı gazetesinin baş sayfasında inanç ve ahlaka
dair güncel bir “yanılmaz bildiri” görmeyi arzuladığı kaydedilmektedir.571 Ancak bu
durum IX. Pius‟un sağlığında olmadığı gibi, özellikle modernizmin getirdiği çeşitli
fikir ve sorunlarla mücadelede epey gayret sarf eden halefleri XIII. Leo (1878-1903)
ve X. Pius (1903-1914)‟un papalık dönemlerinde de görülmemiştir. 1950 yılında XII.
Pius‟un Meryem‟in göğe yükseltildiği dogması (Assumption) hariç, seküler dünya
görüşüyle birlikte liberal fikirlerin iyice yerleştiği ideolojik kriz ortamlarında, XX.
yüzyılın diğer papaları da ne doktrinlerini tekit etmek adına ne de heresileri
bastırmak için hiç bir şekilde bu yanılmazlık gücüne başvurmamışlar ve ex
cathedradan yanılmaz bir deklarasyonda bulunma konusunda bir çekimserlik
göstermişlerdir. Muhtemelen bu durum gelinen bilimsel ve kültürel düzlemde
Kilisede ve toplumda bir çatlak oluşturma ihtimalinden kaynaklanmıştır.
Altmış yıl önceden, Katolik Kilisesi'nin, vicdan ve basın hürriyeti gibi
fikirlerle uzlaşması gerektiğini ifade eden Lammenais ve arkadaşlarının öne sürdüğü
düşüncelerin çoğu XIX. yüzyıl sonlarında ve XX. yüzyıl başlarında Katolik
entellektüelleri tarafından da dillendirilmeye başlanmıştır. Bu entellektüellere göre
Kilise, modern eleştirel analiz metodlarını İncil de dahil olmak üzere diğer dayandığı
deliller ve belgeler için kullanmalıdır. Bunlar, gerçeğin ortaya konulmasına ilişkin
olarak skolastik karakterli durağan, mutlakiyetçi yorumların yerine, daha dinamik ve
değişken yaklaşımların benimsenmesi gerektiğini kiliseden ısrarla istemekteydi. Bu
Money and the Rice of the Modern Papacy, s. 9 ve 2; Öte yandan Hasler‟ın da eserinde yer verdiği,
Papa IX. Pius‟un elinde yapraklarını çekerek “yanılır mıyım” “yanılmaz mıyım” şeklinde papatya
falına baktığı bir karikatürde olduğu gibi (bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 56)
yanılmazlık meselesi bizzat bu karizmanın atfedildiği papalar tarafından da espri konusu yapılmıştır.
Papa seçilmeden önce Vatikan‟ın Almanya büyükelçisi (nuncius) olarak görev yapan Papa XII. Pius,
çok sık bir şekilde nazilerin yakın bir zamanda kaybolup gideceklerini ifade etmiştir. Papa seçildikten
sonra Vatikan‟da kendisini ziyaret eden Amerika‟nın Vatikan büyükelçisi Kennedy, XII. Pius‟a daha
önceki ifadelerini hatırlatıp Nazilerin daha da güçlendiğini ve öngörüsünün tutmadığını söyleyince
papanın cevabı “o zaman yanılmaz değildim” olumuştur. Bkz. http://www.milliyet.com.tr/dijital-deolsa-adi-britannica/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/18.03.2012/1516729/default.htm, (18.08.2014).
570
Hatta ölümünden kısa bir süre önce Papa Pius‟un, kendi uygulama ve politikalarının artık demode
olduğunu ancak yeni bir yöntem benimsemek için ise çok yaşlı olup bunu haleflerinin yerine getirmesi
gerektiğini söylediği rivayet edilir. Bkz. Siegel, a.g.e., s. 152.
571
http://www.newmanreader.org/biography/ward/volume2/chapter27.html#note3, (10.12.2013).
182
hareketin liderleri İngiliz Cizvit George Tyrell ve Fransız tarihçi Alfred Loisy'ydi.
Kilisenin ortaya koyduğu herşeyin Ortaçağ‟a özgü bir mekanizmanın ürünü olup,
bunların modasının çoktan geçtiğini ileri süren Tyrell, İsa‟nın teşkilat esaslı
hiyerarşik bir Kilise kurmadığını ve hiçbir şekilde dogma ve inanç formülleri
vermediğini ifade etmiştir. Tyrell, papa, piskopos ve rahipten oluşan öğreten Kilise
ile teologlar da dahil diğer inananlardan müteşekkil inanan Kilise arasında bir ayrıma
gitmiştir. Ayrıca Tyrell, gelinen noktada bir modernistin bilimde alabildiğince hür
olması gerektiğini ifade etmiş, teolojinin de İncillerden alınan kalıp yargı ve
klişelerden kurtarılması gerektiğini ileri sürmüştür.572 Kiliseyi bütün Hıristiyanlardan
oluşan canlı bir organizma olarak tanımlayan Loisy ise eleştirel (critical) analizlerini
Hıristiyan tarihinin bütününü içine alacak şekilde genişletmiş ve bu analizleri
neticesinde vardığı sonucu alaylı bir üslupla şu şekilde ifade etmiştir: "Mesih'in ilan
ettiği şey Tanrı Krallığıydı; gelense Katolik Kilisesi oldu." 573
Hatalar listesini anımsatan, özellikle 1893'te neşredilen Providentissimus574
ve 1907'deki İman Kurulu (Holy Office) belgesi Lamentabile ile birlikte neşredilen
Pascendi575 ansiklikallerinde yapılan açıklamalar, kınamalar ve aforozlar silsilesinde
papalar modernistleri "bugüne kadarki Kilise düşmanlarının en zararlıları" şeklinde
tanımlayarak ağır bir dil kullanmışlardır. Kilisenin, kendisine musallat olan bu
bulaşıcı ve ölümcül hastalıklardan kurtulmak için attığı daha ileri bir adım da, Papa
X. Pius'un teşkil ettiği ve her piskoposlukta, papaz ve piskoposların ortodoks
istikamette olup olmadıklarının kontrol edilip doğrudan Roma'ya bildirilmelerini
sağlayan teyakkuz komiteleridir. Buna göre bütün papazların ve teologların
modernizme karşı olduklarına dair ant içmeleri gerekiyordu. X. Pius, 1908'de;
beşinci papalık yıldönümünde, kendisini elinde kılıç, modernizm ejderhasını
katlederken resmeden bir madalya alıyordu; ve modernizm hareketi çökertilmişti.
Aslında Modernistlerin geçmişte dile getirdiği fikirlerin çoğu, günümüzde pek çok
Katolik teolog tarafından kabul edilmiştir. Örnek vermek gerekirse, bu dogmatik
572
Bkz. Ali Murat Yel, “Geleneğin Bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”, Divan İlmi
Araştırmalar, 1998/2, cilt: III, sayı 5, s. 50; ayrıca bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s.
247-8.
573
Bkz. Valentine G. Moran, “Loisy‟s Theological Development”, Theological Studies, Sep.,79, Vol.
40, Issue 3, ss. 411-452; Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 246; McClory, Power and the
Papacy, s. 143-4.
574
Metnin tamamı için bkz.http://www.papalencyclicals.net/Leo13/l13provi.htm, (21.02.2014).
575
Bkz. http://www.papalencyclicals.net/Pius10/p10pasce.htm, (13.03.2014).
183
formülasyonlar maksatlarına izafetle her zaman yetersizdirler ve bu yargı, tedrici
olarak Kilisenin hayatında ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bugün kabul edildiği şekliyle
İncil'in ve Hıristiyan geleneğinin diğer bütün kaynaklarının mevcut bilimsel eleştirel
metodlarla yeniden ele alınması gerektiği fikri, önceki devirlerde I. Vatikan'da
oluşturulan muhkem kaleye karşı doğrudan bir başkaldırı olarak görülmektedir. 576
Francis Sullivan‟a göre ökümenik bir konsilden bağımsız olarak papaların ex
cathedradan tanımladıkları beş örnek vardır. Bunlar Papa XII. Benedict‟in, Tanrının
cennette direkt olarak görüleceğine (beatific vision) dair öğretisi Benedictus Deus
(1336); X. Innocent‟in beş jansenist tezi kınadığı Cum Occasione (1653); VI.
Pius‟un Pistoia Sinod‟unda ifade edilen yedi jansenist tezi kınadığı Auctorem Fidei
(1794); IX. Pius‟un Meryem‟in asli günahın bütün lekelerinden ari olarak doğduğu
öğretisi olan Ineffabilis Deus (1854) ve XII. Pius‟un Meryem‟in göğe yükseltildiği
öğretisi olan Munificentissimus Deus (1950) dogmalarıdır.577
1870 I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen yasadan önceki tanımlamaları
Papalığın yüzyıllar boyunca uhdesinde tuttuğu de facto yanılmaz tanımlamalar olarak
da kabul edebiliriz. Ancak en net şekliyle ve üzerinde ittifak olan papaların ex
cathedradan resmen ilan ettikleri dogmaların sadece 1854 tarihinde Meryem'in asli
günahtan âri olarak dünyaya geldiği immaculate conception ve 1950 tarihinde XII.
Pius‟un Munificentissimus Deus 578 adlı apostolik yasayla ilan ettiği onun göğe
yükselişi (Assumption of Mary) dogmalarıdır. Yani papanın yanılmazlığının
dogmalaşmasından sonraki en eklesiyolojik uygulama Meryem‟in göğe yükseltildiği
inancını içeren tanımlamadır.579
Ancak teologlar bu zaman diliminde, yanılmazlığın benzer bir diğer
uygulamasının da kendisini gösterdiğini farketmişlerdir ki o da Kilisenin “olağan
evrensel öğreti otoritesinin” (ordinary universal magisterium) yanılmazlığıdır. Papa
bu öğreti otoritesi (magisterium)‟ni kullanmak için yanılmazlık doktrinine ihtiyaç
hissetmez. I. Vatikan Konsili‟nde kabul edilen papanın yanılmazlığı dogması
Kilisenin hem dini hem dünyevi otoritesinin düşüş yaşadığı olağan üstü bir dönemde
576
Bkz. Hasler, How The Pope Became Infallible, s. 248-9; McClory, Power and the Papacy, s.144.
Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 84.
578
Bkz. http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deuittifaks_en.html, (25.11.2013).
579
Assumption dogmasının teolojik ve tarihsel gelişimi için bkz. Hasler, How The Pope Became
Infallible, ss.262--7
577
184
başvurulan
bir
silah
olarak
görülmüştür.
Ancak
papalar
yanılmazlığın
dogmalaşmasından önce uzun bir zaman diliminde hakikatin meşru öğreticisi
(magister) sıfatıyla dogmatik tanımlamalarda bulunmuşlardır.580
3.3. Yanılmazlığın Diğer ÇeĢidi: Kilisenin Öğreti Otoritesi (Magisterium)
Apostolik dönemden beri Hıristiyanlar, bütün inananlardan müteşekkil faal
bir yapı olarak Kilisenin yanılmazlığına inanmaktadır. Onlara göre Kilise, Kutsal
Ruh‟un klavuzluğunda her zaman Mesih‟in öğretilerine sadık kalmıştır. İlk bin yıllık
bir süreçte, belirli şartlar altında genel konsillerin yanılmaz kararlar vazettiğine dair
genel bir inanç da söz konusudur. Nihayet 1870 yılında bu yanılmazlık anlayışları
resmen papaların dini beyanatlarını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak
hem konsiller hem de papa tarafından ortaya konan bildiriler, özel meselelere
cevaben hazırlanmışlar ve yanılmazlığın olağaüstü tezahürleri niteliğinde olmuşlardır.
Öte yandan yanılmazlık, Kilisenin normal hayatın akışı içinde her zaman ve her
yerde telkin ettiği spesifik doktrinlere de şamil midir? Bazı teologlar bunların da
Kilisenin öğreti otoritesi (magisterium) altında bazı bakımlardan yanılmazlık
şemsiyesi altında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.581
Magisterium terimi uzun bir geçmişe sahiptir. Latince “öğretmen” anlamına
gelen magister kelimesinden türeyen magisterium “hakikatin meşru bir öğretmeninin
otoritesi” anlamına gelir. İlk Kilisede en yüce öğretici olarak Tanrı‟ya ya da onun ete
kemiğe bürünmüş hali (incarnation) olarak Mesih‟e atfedilen bu sıfat, II. ve III.
yüzyıllarda toplulukta inancın sırlarına vakıf ve onu aktaran herhangi birisini
tanımlamakta kullanılmıştır. Kilisenin organik bir yapıya kavuşmasından itibaren
magisterium, Kutsal Ruh tarafından bahşedilen bir inayet (charism) olarak herhangi
bir kısıtlamaya gidilmeksizin diyakozlara (deacon), kateşistlere, hatta sıradan laik
öğretmenlere bile atfedilmiş, ilk Hıristiyan imparator olarak kabul edilen Constantine
döneminden itibaren ise kilisenin daha resmi ve hukuki bir yapı kazanmasıyla
birlikte otorite, rehberlik etme, takdis etme ve öğretme fonksiyonu tamamen
piskoposlara geçmiştir. Ortaçağda Kilise, üniversitelerdeki doktor ve teologları da
580
581
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 145.
Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 74 ve 81-2.
185
“magisterium” olarak tanımış ve tedricen de olsa (özellikle XIX. yüzyıldan itibaren)
bu yetki özellikle episkopal makamı elinde tutanlarla özdeşliğe doğru evrilmiş, yani
bir kapsam daralması yaşamıştır. Bugün magisterium terimi genel anlamda Roma
Piskoposu (papa)‟nun liderliği altında piskoposlar heyetiyle eş anlamlı olarak
kullanılmaktadır.582 Francis Sullivan da magisteriumu, liderleri Roma piskoposuyla
(papa) birlikte episkopol kurul (episcopal college) olarak tanımlamıştır. Yani en üst
öğreti otoritesi olarak ökümenik konsillerin ya da papanın (ex cathedradan bir
tanımlamada bulunarak) Tanrı tazrafından vahyedilen ve Katolik cemaatin inancına
müteallik bazı hakikatleri en üst düzeyde ortaya koyma ameliyesidir.583
“Olağan evrensel öğreti otoritesi” (ordinary universal magisterium) terimi
eklesiastik bir doküman olarak ilk defa Papa IX. Pius‟un I. Vatikan‟dan yedi yıl önce
1863 yılında Münih‟te toplanan bir teologlar kongresinin aldığı meclis kararına
cevaben yazdığı bir mektupta, Tuas Libenter‟de geçer. Bu meclis, Döllinger‟in
önerdiği Katolikler için vicdanen sadece resmen tanımlanmış doktrinlerin bağlayıcı
olacağı ilkesini kabul etmişti. Diğer bütün öğretiler için ise onlar eğer makul
gerekçeleri varsa kabul etmeme özgürlüğüne sahip idiler. Pius‟un bu karara cevabı
Tuas Libenter‟de şu şekilde olmuştur: “Kutsal inanç yasasına gösterilen bağlılık
(konsiller ve papalar tarafından) tanımlanmış sınırlı konularla olmamalı, bilakis bu
bağlılık yeryüzüne yayılmış olan Kilisenin olağan öğreti otoritesince kuşaktan
kuşağa aktarılan konuları da kapsamalıdır.”584
Alman teolog Joseph Kleutgen ise bu yeni terim üzerine eğilerek onu
geliştirmiştir. Ona göre “olağan evrensel öğreti otoritesi” yanılmazlık kategorisi
içerisinde çok geniş çaplı bir öğretiye imkan sağlar.
Aslında Kleutgen‟e göre
İbrahim‟in kurban hadisesi, Yunus (Jonah)‟un bir balina tarafından yutulması ve
İsa‟nın ve havarilerinin mucizeleri gibi bütün kutsal metinlerde geçen konular bile
Kilisenin bu öğreti otoritesi (magisterium) tarafından öğretilmiştir. I. Vatikan
Konsili‟nde Kleutgen, Kilisede büyük tartışmalara yol açan bir taslağın
582
Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 60; McClory, Power and the Papacy, s.146; Powell,
Papal Infallibility, s. 41; Todd, Exodus From Rome, s. 110 vd.
583
Bkz. Francis A. Sullivan, Magisterium: Teaching Authority in the Catholic Church, Paulist Press,
1983, s. 79.
584
Bkz. Richard R Gaillardetz, “The Ordinary Universal Magisterium: Unresolved Questions”
Theological Studies, No. 3. September 2002, ss. 448; Lawrence J. Welch, “The Infallibility of the
Ordinary Universal Magisterium: A Critique of Some Recent Observations”, The Heythrop Journal,
vol. 39, Issue 1, 1998, s. 18, 23-4.
186
geliştirilmesinde İnanç Komitesi‟yle çok yakın bir çalışma içerisinde olmuştur. Bu
belge, papanın üstünlüğü ve yanılmazlığı tartışmalarının hemen öncesinde,
piskoposların 1870 yılının Ocak ayından Nisan ayına kadar üzerinde tartıştıkları
Filius Dei adlı belgeydi. Nisan ayında 667 oyun tamamını alarak geçen bu belgenin
şu paragrafı dikkat çekmiştir: “Yazılı olarak bulunan ya da geçmişten tevarüs edilen
ve Kilise tarafından ya dini bir hüküm olarak veya onun olağan ve evrensel öğreti
otoritesince (ordinary universal magisterium) inanç adına kutsal bir esinle önerilen
Tanrı kelamını içeren bütün bunlara kutsal ve Katolik bir imanla inanılmalıdır.” Bazı
piskoposlar “olağan evrensel öğreti otoritesi”nin bir konsilden ayrı olarak papanın
yanılmazlığına işaret edip etmediğini sorduğunda ise Almanya‟dan Piskopos Konrad
Martin bu soruya hayır şeklinde cevap verip şöyle izahatta bulunmuştur: “Hepinizin
bildiği üzere İznik Konsili‟nden önce bütün Katolik piskoposlar Efendimiz İsa
Mesih‟in tanrısallığına inanmaktaydı. Ancak konsilden önce hiçbir şekilde bu dogma
açıkça tanımlanmamış ya da ilan edilmemiştir. Dolayısıyla, İznik Konsili‟nden önce
bu dogma “olağan magisterium” tarafından öğretilmiştir.585
Bu argüman seksen yıl sonra 1 Kasım 1950 tarihinde Papa XII. Pius
tarafından açıklanan Meryem‟in göğe yükseltildiği (Assumption) tanımlamasını
açıklamak için de kullanılmıştır. 586 Böylece, aslında I. Vatikan Konsili iki tür
yanılmazlık tanımlamıştır: “Papanın yanılmazlığı” ve “olağan evrensel öğreti
otoritesi” (ordinary universal magisterium). McClory‟ye göre yanılmazlığın bu ikinci
formu ilginç bir biçimde, I. Vatikan ile alakalı pek çok çalışmada “papanın
yanılmazlığı” meselesi tarafından absorbe edilmiş ve neredeyse hiç fark edilmemiştir.
Böylece olağan öğreti otoritesi (magisterium) daha karmaşık bir şekilde kilisenin
bünyesine dahil olmuştur. Ortaya çıkan yanılmazlığın bu yeni türünün (magisterium)
bütün bir yeryüzüne dağılmış olan ve bu sayede yanılmazlığın taşıyıcısı olan
piskoposları daha bir ön plana çıkarması beklenebilirdi. Ancak bu “öğreti otoritesi”
bunu temin etmek yerine papanın otoritesine payanda olarak görülmüş ve teoloji
fakültelerinde (seminary) bu minvalde işlenmiştir. I. Vatikan Konsili‟nin hemen
sonrasında da sahip olunan bütün otorite papayla ilişkilendirilmiş ve her şeyin onun
585
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.147-8.
Bkz. Apostolic Constitution Of Pope Pius XII Munificentissimus Deus Defining The Dogma Of The
Assumption 12. md., http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deus_en.html, (12.01.2014).
586
187
yargılama önceliği altında olduğu bir merkeziyetçilik desteklenmiştir. Bu eğilim
(bazı dikkate değer istisnalar dışında) II. Vatikan Konsili‟ne kadar devam ederek bu
son ökümenik konsilin bazı dökümanlarında yansımıştır.587
Gaillardetz‟e göre Kilisede var olan bu öğreti otoritesi üç şekilde tezahür
etmektedir:
1-
Olağan Öğreti Otoritesi (Ordinary Magisterium): Papa ve piskoposların
bireysel ya da kollektif öğretilerine işaret eder, ancak bu öğretiler yanılmaz
değildir.
2-
Olağanüstü Öğreti Otoritesi (Extraordinary Magisterium): Papayla birlikte
piskoposlar heyetinin bir ökümenik konsil vasıtasıyla yayınladıkları resmi
bildirileri ve konsilden ayrı papanın ex cathedra tanımlamalarına işaret eder
ki bu öğretiler yanılmaz olarak kabul edilir.
3-
Olağan Evrensel Öğreti Otoritesi (Ordinary Universal Magisterium):
Yeryüzüne dağılmış bütün bir piskoposlar heyetinin papayla bağlantılı olarak
bir hükümde bulunmalamrına işaret eder. İnananlar tarafından bağlayıcı olan
bu öğreti de yanılmazdır.588
Gaillardetz589, Domeniz Palmieri, Christian Pesch gibi teologların eserlerinde
hep bu olağan öğreti otoritesi ortaya konulmuştur. Teolog Francis Sullivan‟a göre de
bütün bir Kilise, II. yüzyıldan beri, cemaatlerinin gerçek pastörü, inancın otoriter
(yetkili) doktorları ve havarilerin temsilcileri olarak piskoposların, olarak otantik
öğreti otoritesine sahip olduklarını kabul etmiştir. Bu sebeple Sullivan, piskoposların
sadece Roma piskoposuyla birleştikleri ölçüde ilahi kanun vasıtasıyla Kilisede
otoriter (güvenilir) öğreti otoritesine sahip olduğunu ileri sürmüş ve onların inanç ve
ahlakla ilgili herhangi bir meseledeki eşit (collegial) mutabakatlarını yanılmaz kabul
etmiştir. Ancak geçmişten günümüze pek çok Katolik tarafından “yanılmazlık”
kelimesiyle sadece papanın yanılmazlığı anlaşılmaktadır. 590 Öte yandan I. Vatikan
Konsili‟nde kabul edilen yasada ifadesini bulduğu şekliyle belirli koşul ve kriterlerle
kayıt altına alınan papanın yanılmazlığı doktrini, papaların uhdesinde bulunduğuna
587
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s. 148-150.
Bkz. Gaillardetz, By What Authority?, s. 75; Ayrıca bkz. Mark Lowery, “Infallibility in the Context
of Three Contemporary Developments”, Faith & Reason, vol. XXIII, nos 3 & 4, (1998), ss. 225-253.
589
II. Vatikan‟dan 2002 yılına kadar papalık ansiklikallerinde “olağan evrensel öğreti otoritesi”nin
uygulama örnekleri için bkz. Richard R Gaillardetz, “The Ordinary Universal Magisterium:
Unresolved Questions” Theological Studies, No. 3. September 2002, ss.447-71.
590
Bkz. McClory, Power and the Papacy, s.150.
588
188
inanılan olağan öğreti otoritesinde (ordinary magisterium) bir düşüş yaşattığı da ileri
sürülmüştür.591
4.
PAPANIN
YANILMAZLIĞI
DOKTRĠNĠ
VE
DĠĞER
KĠLĠSELERDEKĠ YANSIMALARI
I. Vatikan Konsili‟ne Doğu Ortodoks ve Protestan Kiliseleri de davet
edilmesine rağmen bu davet olumlu karşılık bulmamıştır. Pius‟un Doğu
Hıristiyanlarını konsile davet etmesi, onların da desteğini alarak hasımlarına karşı
elini güçlendirmek için yapılmış bir hamle olarak görülmüştür. Ancak bu girişim, iki
kilise arasında uzun yıllara dayanan ayrılık ve kabulü mümkün olmayan konsil
kararlarının önceden bilinmesinden dolayı sonuçsuz kalmıştır.592 Zira konsilde kabul
edilen papanın önceliği ve üstünlüğü ile papanın yanılmazlığı doktrini hem
Ortodoksların hem de Protestanların kesinlikle kabul etmeyeceği bir durumdur ki
Pastor Aeternus yasasının son cümlesinde geçen “her kim bu doktrinin karşısında
olursa aforoz edilir” ifadesi Katolik Kilisesi içerisindeki muhalefete bir göz dağı
olduğu gibi, aynı zamanda bu doktrini kabul etmeyen Ortodoks ve Protestanları
heretik kapsamına alan dışlayıcı bir mahiyet arz etmiştir.593
Yine de tarihsel süreç içerisinde kiliseler çeşitli vesilelerle yeniden bir araya
gelme teşebbüslerinde bulunmuşlardır. Özellikle II. Vatikan Konsili‟nde bu amaçla
çeşitli konsey vb. alt birimler kurulmuş ve bu kuruluşlar nezdinde çalışmalar
yapılmıştır.
594
Katolik Kilisesi‟nin moderatör konumda bulunduğu ve diğer
kiliselerin de buna tepki gösterdiği595 ökümenik hareket önünde papa, temel tartışma
konularının başında gelmektedir. Protestan teolog Gagnebin tarafından “bir adam, bir
kadın ve bir şey; yani papa, Meryem ve Evharistiya” 596 şeklinde ifade edilen bu
tartışma konularından papanın varlığı, bizzat Papa VI. Paul tarafından da ökümenizm
591
Bkz. Tierney, Origins of Papal Infallibility, s. 275.
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 178 ve 182.
593
Bkz. Baker, Exodus From Rome, s. 83.
594
Ökümenik hareket ve çalışmaları için bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener
Patrikhanesi, s. 46; Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, McBrien, The Church, s.9.
595
Bkz. Eroğlu, “Ökümenik Hareketin Ortaya Çıkışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları I, Ankara, 1998,
ss. 234-236.
596
Bkz. Ahmet Hikmet Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 115.
592
189
yolunda aşılması en güç engellerden birisi olarak tarif edilmiştir.597 Ancak Roma
Kilisesi geleneksel öncelik ve üstünlük iddialarından hiçbir şekilde taviz vermemiştir.
Papa II. John Paul, 1995‟te yayımladığı Ut unum Sint 598 (Ekümenizme Bağlılık
Üzerine) adlı genelgede Hıristiyanlar arasında birleşmenin adresi olarak Papalığı
göstermiş, Petrus kanalıyla papanın önceliği ve üstünlüğünü ortaya koymaya
çalışmış, hatta “papanın yanılmazlığı” öğretisinin Hıristiyanların birleşmeleri
yolunda hizmet edebileceğini savunmuştur. 599 Kutsal metinlerden ve gelenekten
iktibasla tesis edilen ve inkarı mümkün görünmeyen Roma Kilisesi‟nin öncelik ve
üstünlüğü öğretisinin yanında papanın yanılmazlığı doktrini bu öğretilerin bir
uzantısı mesabesindedir. Hal böyle olunca bu doktrin etrafında yapılan tartışmalarda
bütün kiliselerin uzlaşacağı ortak bir zeminin bulunması, kişiyi öldürmeden hayati
bir organdan büyüyen bir tümörü almak kadar 600 çetrefil bir durum olarak tarif
edilmiştir. Zira Roma Katolik Kilisesi dışındaki Hıristiyan mezheplerinde papanın
önceliği, üstünlüğü, yanılmazlığı gibi üstün meziyetler bir yana papanın meşruiyeti
dahi tartışma konusudur. Örneğin ana bünyeden kopan ve Hıristiyanlığın ana
mezheplerinden olan Protestanlığın varlık sebebi Papalık ve papadır. Her ne kadar
Katolik Kilisesi‟nin bazı uygulamalarına (endüljans vb.) bir tepki olarak ortaya
çıkmışsa da Luteran Protestan teolojide papa, kabul edilmeyen ve eleştirilen bir
şahsiyettir. Benzer şekilde Papa VII. Clement (1523-1534) ile İngiltere Kralı VIII.
Henry arasında yaşanan bir sürtüşme de İngiltere‟nin Papalıkla bağlarını tamamen
kopararak kendi milli kiliselerini kurmalarıyla sonuçlanmıştır.601 1534 yılında İngiliz
Meclisi‟nde kabul edilen Üstünlük Kanunu (Act of Supremacy) ile VIII. Henry
kendisini İngiltere Kilisesi‟nin başı ilan etmiş ve Papa„nın yetkilerinin bir kısmı
Canterbury Başpiskoposu„na ve diğer bir kısmı İngiltere kralına devredilmiştir.
Böylelikle İngiltere kralları, “İsa‟nın Kanunu” unvanını taşıma, Anglikan Kilisesi
adına doktrin tayin etme ve herhangi bir görüşü heretik ilan etme gibi önemli haklar
597
Bkz. Braaten ve. Jensen, Church Unity and the Papal Office, s. 2.
Bkz. http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/encyclicals/documents/hf_jpii_enc_25051995_ut-unum-sint_en.html, (23.03.2014).
599
Bkz. Ut Unum Sint, madde 94, 2. Paragraf; Katolik olmayan Hıristiyanlarla yürütülen ökümenik
ilişkiler için ayrıca bkz. Denis Fortin, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”,
ss. 199-206.
600
Bkz. Lindbeck, Infallibility, s. 2.
601
Papayla Henry arasındaki bu tartışmanın detayları için bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve
Günümüz İngiltere’sinde Yeri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2001, s. 24-26.
598
190
elde etmişlerdir. 602 Dolayısıyla kiliseler arasında cereyan eden itikadi tartışmalarda
ilk bin yıllık dönemi kapsayan “Roma konuştu, sorun çözüldü” şeklinde ifadesini
bulan Roma Kilisesi‟nin hakem statüsü işlevini kaybetmiştir.
4.1. Ortodoks Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine YaklaĢımları
Bugün bir mezhebi ve onun teolojik doktrinlerini benimseyen müntesiplerini
belirtmek için kullanılan Ortodoks kavramı; “ortho” (doğru, hakiki) ve “doxa”
(kanaat, inanç) kelimelerinden mürekkep olup, İsa‟nın kutsal bedeninden müteşekkil
olan Kiliseye doğru imanı, doğru ibadeti ve gerçek öğretiyi ifade etmektedir.
Ortodoks bakış açısına göre İsa Mesih‟in yeryüzündeki bedeni olarak simgelenen
kiliseyi “Ortodoks” kavramı karşılamaktadır. Kelimenin Kilise literatüründe apolojik
anlamda kullanımı oldukça eskiye dayanmakla birlikte bir mezhebi ima edecek
şekilde kullanımı XI. yüzyıldan itibarendir. Bugün Ortodoks gelenek büyük oranda
Slav ve Grek halklar tarafından temsil edilir. Afrika‟da Mısır ve Habeş kiliselerinde
güçlü etkisi vardır ve Ortadoğu‟da Süryanilerin bir kısmı da Ortodoksluğu seçmiştir.
Ortodoks Kiliseler idari açıdan birbirlerinden bağımsız bir yapı sergileseler de inanç
ve ibadette aynı şeyleri paylaşırlar.603
Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi‟nin benimsemiş olduğu hiyerarşik bir
yapılanma yerine eşitlik esasına dayalı birbirinden bağımsız kiliseler birliğinden
müteşekkildir. Katolik Kilisesindekine benzer diğer bütün Kiliseler üzerinde hakim
ve mutlak güce sahip bir piskopos ve merkezi otorite ve papanın Katolik
Kilisesindeki pozisyonuna eşdeğerde bir şahsiyet yoktur. Ancak yine de doktrinel
meselelerde tam bir mutabakat ve aralarında sakramental bir birlik bulunur. Her ne
kadar Doğu-Batı ayrılığından (scism) sonra İstanbul Kilisesi (Fener Rum
Patrikhanesi) ökümenik ya da evrensel addedilip bir şeref önceliğine (primus
interpares) sahip olsa da bu konum ona diğer kiliselerin işlerine müdahale yetkisi
602
Bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve Günümüz İngiltere’sinde Yeri, s. 26-7 ve 76-7; Çoban,
Geçmişten Günümüze Papalık, s. 145-6.
603
Bkz. Kürsat Demirci, Bir Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi, Ayışığı Kitapları,
İstanbul, 2005, s. 3; Demirci, “Ortodoksluk”, DİA, c. 33, ss. 409-414; Şinasi Gündüz, (ed.) Yaşayan
Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 118-9; Münir Yıldırım,
Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005, s. 55.
191
vermemektedir. İstanbul Piskoposu (patrik) bütün Ortodoks kiliselerinin başı
görünümünde olsa bile bu durum sembolik bir anlam ihtiva eder, kutsal bir otorite ve
ilahiliği içermez.604
Ortodokslara göre Katolik Kilisesi‟nin mevcut papa anlayışı İncillere değil
tarihi konjonktüre göre şekillenmiştir. Ayrıca Ortodoks Kilisesi'ne göre, Petrus'un
apostolik öncelik veya üstünlüğünü icra ettiği ve apostolik silsilenin cereyan ettiği
tek makam Roma Kilisesi değildir. Onlar Antakya (Antioch)'yı da bu apostolik
piskoposluklar içersinde bir piskoposluk olarak görürler. Buna rağmen, Katolik
doktrinin bir sorunsalı olarak "Petrus'un halefleri" (Petrine succession) meselesi,
Kutsal Ruh (Holy Spirit)'un klavuzluğunda gelişim göstermiş, bir anlamda ilahi bir
teşekküldür. Ortodoksların papaya bakışı ilk dönemlerde kurulan beş patrikliğe göre
belirlenmiştir. Bu bakış açısına göre papa Roma‟nın patriğidir ve Roma Patrikliğinin
diğer patriklikler üzerinde idare ya da yargılama değil şeref önceliği vardır. Yani
Ortodokslar havarilerin gözdesi olan Petrus‟un piskoposu olduğu, onun ve bir diğer
gözde havari Pavlus‟un şehit edildikleri yer olmasından dolayı Roma‟nın kutsal ve
apostolik bir makam olduğunu ve bütün bir Hıristiyan dünyada belirli şartlar altında
şeref önceliği (primacy of honor) olduğunu inkar etmezler. Öte yandan Ortodokslar
İncillerde geçen Petrus‟a ilişkin metinleri (Petrine texts) (Matta 16:18-19, Luka
22:32, Yuhanna 21:15-17) kabul ederler ancak Roma Katolik Kilisesi‟nin
yorumladığından farklı şekilde yorumlarlar.605
Ortodokslar, Katoliklerin I. Vatikan Konsili kararlarıyla ilan ettiği şekliyle
papanın ya da başka bir piskoposun (otoritesini) yanılmazlığını kabul etmezler.
Ortodokslar Roma Piskoposluğunu ve onun başı olan papayı konumlandırırken “en
üstünlük” (supremacy) kavramını değil, “öncelik” (primacy) kavramını kullanırlar.
Ortodokslara göre papa Aziz Ignatius‟un da ifade ettiği gibi “aşkta başkanlık eden”
(presides in love)‟dir. Ancak Ortodokslar Roma‟nın bu ifadeyi asıl bağlamından
kopararak, yani bu “aşk”taki öncelik ve başkanlığı en üstün harici güç ve yargılama
604
Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s.35; Ware, The Orthodox Church, s. 15; Demirci, Bir
Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi, s. 9; Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, s. 118.
605
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 35; Laurent Cleenewerck, His Broken Body, Understanding
and Healing the Scism between the Roman Catholic and Eastern Orthodox Church, Euclid University
Press, Washington 2007, s. 113; Eroğlu, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 121-2; Mehmet Aydın
- Ahmet Hikmet Eroğlu “Papalık” DİA, c. 32, s. 161; McBrien, The Church, s.106.
192
mercii olmaya dönüştürmüşler ve “Primatus”tan “Papatus”a geçmişlerdir.606 Onlara
göre sadece Roma piskoposları Petrus‟un halefleri değil, diğer bütün piskoposlar da
Petrus‟un halefleridirler. Bununla birlikte Kadıköy Konsili‟nin 28. kanonunda da
ifade edildiği gibi Roma Piskoposunun Petrus‟un halefi olması ve imparatorluğun
kadim şehri olan Roma‟nın piskoposu olması sebebiyle özel bir yeri ve önceliği
bulunmaktadır.607 Sadece Ortodoks Kilisesi‟nin tek, kutsal, katolik ve apostolik kilise
olduğunu iddia eden apolojetik eserlerde ise Roma Katolik Kilisesi‟nin pek çok
yanlış ve dinin aslında olmayan (heretik) dogma ve öğretiyi Hıristiyanlığa sokarak
onu maneviyattan uzaklaştırdığı ve Hıristiyanlığı maddeci ve seküler bir forma
soktuğu ileri sürülür. Bu yanlış dogma ve öğretiler içerisinde ise I. Vatikan‟da kabul
edilen papanın üstünlüğü ve yanılmazlığı dogması başı çekmektedir. Onlara göre bu
dogma papayı insan üstü Tanrısal bir konuma; Kilisenin lideri, yöneticisi ve başı olan
İsa Mesih‟in konumuna yükseltmiştir ki böyle bir kilise Mesih‟in Kilisesi olamaz.608
Sadece Roma piskoposunun değil bütün piskoposların (ortodoks) inancın bir
öğreticisi olarak Tanrı tarafından atandığına inanan Ortodokslara göre yanılmazlık
sadece Kilise mutabakatının (consensus) olağan bir organı olarak ökümenik
konsillere aittir. Bu konsillerde kabul edilen kararlar bütün bir Kilise tarafından
kabul edildiğinde artık ökümenik ya da evrensel bir otorite kazanarak herkes
tarafından kabul edilmesi gereken kararlar haline gelir.
609
Ancak ökümenik
konsillerde alınan kararları da lokal Kiliselerin üstünde ve dışında değiştirilemeyen
(ex sese) bir otorite olarak görmezler. Konsiller kiliselerin uyumunun bir göstergesi
ve ifadesidir. Formal olarak “ökümenik” tanımlamasını hak eden bir konsil bile, 449
Efes ve 1438 Florence Konsillerinde olduğu gibi Kilise tarafından reddedilebilir.610
Ortodokslar Katoliklerle i‟tizalî problemlerin yaşanmadığı sekizinci yüzyıla kadar
gerçekleştirilen ilk yedi konsili 611 ökümenik olarak kabul ederler, daha sonra
düzenlenen ve Katoliklerin kabul ettiği konsil kararlarından zaman zaman
606
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 35-6;
Bkz. John Binns, An Introduction to the Christian Orthodox Churches, s. 212 vd; Eroğlu,
Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, s. 123-4.
608
Bkz. Tyneh, Orthodox Christianity: Overview and Bibliography, Nova Science Publishers, New
York 2003, s. 98.
609
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 210-1.
610
Bkz. Meyendorff, The Orthodox Church, s. 194.
611
325 I. İznik, 381 I. İstanbul, 431 Efes, 451 Kadıköy, 553 II. İstanbul, 680 III. İstanbul ve 787 II.
İznik Konsili, bkz. Meyendorff, The Orthodox Church, s. 27-8.
607
193
faydalanılmışsa da resmi bağlayıcılığını kabul etmemişler, bunların Hıristiyan
dünyasını temsil etmediğini, bu sebeple ökümenik olmadığını ileri sürmüşlerdir. 612
Papanın yanılmazlığı dogması, Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks
Kilisesi arasında diğer dogmatik ayrılıkların nihai çözüm yollarını da doğrudan
etkileyen en temel tartışma konularının başında gelmektedir. Aslında Roma Katolik
Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi Kilisenin müntesipleri için bağlayıcı kararlar
almak için Tanrı tarafından yetkilendirildiğini, daha doğrusu Kilisenin ilahi
yanılmazlığa sahip olduğu hususunda hemfikirdirler. Ancak Ortodoks Kilisesi,
Kiliseye ait olan yanılmazlığın herhangi bir organa ya da şahsiyete ait olmadığı
hususunda Katolik Kilisesi‟nden ayrılır. Ortodokslara göre yanılmazlık vasfı sadece
içsel (deruni) olarak kiliseye aittir ve Papalık gibi herhangi muayyen bir kuruluş bu
vasfa haiz değildir.613 Ortodokslar eski Kilisenin hiçbir surette Roma Piskoposunu
hatadan münezzeh addetmediğini ve eski papaların da hiçbir zaman yanılmazlık
iddiasında bulunmadıklarını ileri sürerler ve bu iddialarına da 680 yılında toplanan
III. İstanbul Konsili‟nin Papa Honorius‟u monotelitizm (İsa‟da tek bir iradenin var
olduğu) inancından dolayı heresiye kaydığı gerekçesiyle kınamasını hatta aforoz
etmesini delil gösterirler. Roma Katolik Kilisesi ise Papa Honorisun‟un bu inancı ex
cathedradan ilan etmediğini ileri sürer. Yine Ortodokslara göre I. Vatikan‟da kabul
edilen yanılmazlık dogması adeta bütün papalar için koruyucu bir kalkan oluşturmuş
ve papalık görevi için gerekli liyakat ölçülerinin göz ardı edilmesine neden olmuştur
ki onlara göre özellikle İtalyan rönesansı döneminde zihnen ve bedenen makamın
gereklerini yerine getirmekten aciz dirayetsiz papalar iş başında bulunmuştur. Oysa
Ortodoks Kilisesi böyle yetersiz patrikleri uzaklaştırmıştır.614 Roma Katolik Kilisesi,
Kilisede papanın en üstün (supremacy) bir konumda bulunup evrensel yargılama
yetkisine sahip olduğu şeklinde bir tek adamlığı öne çıkarırken Ortodokslar,
piskoposlardan müteşekkil bir heyet (college of bishops) ve ökümenik konsil
terimlerini ileri sürerler. Roma Katolik Kilisesi papanın yanılmazlığını vurgularken
Ortodoks Kilisesi ise kendisi dışında kurtuluşun olmadığı bir ve bütün olarak
612
Bkz. McGuckin, The Orthodox Church, s. 110; Ware, The Orthodox Church, s. 36 ve 210.
Bkz. Manabu Waida, “Authority”, ER, vol. 1, s.4; McGuckin, The Orthodox Church, s. 104;
Cleenewerck, His Broken Body,s. 43 ve 310.
614
Bkz. Archpriest John W. Morris, The Historic Church: An Orthodox View of Christian History,
AutorHouse, Bloomington 2011, s. 96 ve 214.
613
194
Kilisenin yanılmazlığına inanırlar. Kilisenin bu yanılmazlığı ise genel olarak
ökümenik konsiller vasıtasıyla açığa çıkar.615
“Tanrı‟nın yeryüzünde yaşayan imajı ve evrensel (catholic) Kilisenin bütün
sakramentlerinin kaynağı” olarak görülen Kilisede havarisel silsileye dayanan
hiyerarşik bir yapılanma vardır ve bu yapılanma Ortodoks ilahiyatında çok büyük
önem taşır. Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılan Ortodoks bir piskoposun
cemaati idare etmek, onlara öğretimde bulunmak ve sakramentleri yönetmek gibi üç
önemli yetki ve sorumluluğu vardır.
Ortodoks ilahiyatına göre inanç öğreticisi olarak piskoposlar Tanrı tarafından
atanmışlardır. Ancak inancın tek koruyucusu piskoposluk değildir. Piskoposlarlar,
diğer ruhban sınıfı ve ruhban sınıfı dışından Tanrı‟nın bütün kulları hep birlikte
inancı kaim tutmakla yükümlüdür. Hakikati ilan etmekle hakikate sahip olmak aynı
şey değildir. Bütün herkes hakikate sahip olabilir ancak onu ilan etmek piskoposluk
makamının işidir. Yanılmazlık münhasıran sadece piskoposluğa ait olmayıp bütün
bir Kiliseye aittir. Bu durum Ortodoks patriklerin 1848 yılında Papa IX. Pius‟a
yazdıkları mektupta şu şekilde ifade edilmektedir:
“Bizim aramızda ne patrikler ne de konsiller hiçbir şekilde yeni bir öğreti ortaya
koyamaz. Dinin hâmisi bütünüyle Kilisenin bedeni,
yani inananların ta
kendisidir.”616
Bu ifadeleri Khamiakov şu şekilde yorumlamaktadır:
“Papa, kilise hiyerarşisinin dogmanın muhafızı olduğunu hesaba kattığı takdirde
büyük bir hata içerisindedir. Çünkü Hıristiyan dogmasının kaim ve şaşmaz hakikati
herhangi hiyerarşik bir düzene bağlı değildir. O, bütün bir cemiyet, Mesih‟in bedeni
olan Kilisenin bütün müntesipleri tarafından korunur.”617
Yanılmazlığı bütünüyle Kiliseye atfeden ve Kilisenin de sahip olduğu bu
yanılmazlığın ökümenik konsillerle ifşa edildiğine, diğer bir tabirle potansiyel olarak
Mesih‟in yolu üzerinde bulunup hatadan münezzeh ve yanılmaz olan Kilisenin
yanılmazlığı ökümenik konsiller vasıtasıyla tecelli eder. Ökümenik konsillerde alınan
kararlar şaşmaz doğrulardır. Ancak Ortodokslar bir konsilin ökümenik karaktere haiz
615
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 243, 251-2; ayrıca bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog,
s. 125.
616
Mektubun tam metni için bkz. http://orthodoxinfo.com/ecumenism/encyc_1848.aspx, (06.12.2014).
617
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 253-255.
195
olabilmesi ve yanılmaz kararlar alabilmesi için hangi kriterlere sahip olması gerektiği
konusunda net bir tanımlamada bulunmazlar. Ortodokslara göre bir konsilin
ökümenik olabilmesi için sadece harici ya da fiziki kriterler, kem‟iyet, konsile katılan
üye sayısı ve bunların dağılımı yeterli değildir. Bir konsilin ökümenikliği için konsil
kararlarının bütün bir Kilise tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Genel olarak
Ortodokslar daha önce de belirttiğimiz gibi ilk yedi konsili ökümenik olarak kabul
ederler. 618
Ökümenik bir konsilde piskoposlar hakikatin ne olduğunu ortaya koyar ve
onu ilan ederler ve konsilin ilan ettiği bu hüküm bütün bir Hıristiyan cemaatin
onayıyla tasdik edilir. Ancak bu onay, bir kural ve kaide olarak, sarih ve formal bir
şekilde olmaz, ancak yerleşik bir hüküm olarak yaşar. Zira Kilisenin yanılmazlığı
maddileştirilemediği gibi çok cismani bir anlamda da anlaşılamaz. Çünkü bir
konsilin kararlarını bağlayıcı kılan onun ökümenikliği değil, onun (yanılmaz)
hakikatleridir.
619
Ortodoks Kilisesi papanın yanılmazlığının bir icrası olarak
gösterilen Meryem‟le alakalı olarak onun lekesizliği, kusursuzluğu (immaculate
conception) ve onun göğe yükselişi (assumption) dogmalarının anlamlarının çok
geniş tutularak tazimde ileri gidildiğini ifade etmiştir. Meryem konusu aynı zamanda
Ortodokslarla Katolikler arasında temel ökümenik bir problematik olarak da varlığını
korumaktadır.620
4.2. Protestan Kiliselerinin Yanılmazlık Doktrinine YaklaĢımları
Protestanlık621 Martin Luther‟in Katolik Kilisesi‟ne karşı başlatmış olduğu bir
harekettir. Luther, Katolik Kilisesi‟nin bir papazı olarak yıllarca bu kiliseye hizmet
618
Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 22-3.
Bkz. Ware, The Orthodox Church, s. 256-8.
620
Bkz. Güngör, Vatikan, Misyon ve Diyalog, s. 125, 128 ve 132.
621
“Protestan” terimi, kendilerini Roma Katoliklerinden ve Ortodoks Doğu Kiliseleri‟nden bilerek
ayrı tutan Hıristiyan Kiliseleri ve toplulukları için ilk defa 1529‟da Spire‟de toplanan bir politik
mecliste kullanılmıştır. Bu tarihten üç yıl önce 1526‟da İmparator Şarlken kendisinden Lutherci
reformu desteklemesini isteyen Alman prenslerle geçici bir anlaşma yapmıştı. 1539 yılında bu
kararından vazgeçerek herkesin Roma‟ya bağlı kalmak zorunda olduğunu açıkladı. İmparatorun bu
tavrını protesto eden Luther yanlısı prensler şu deklerasyonu yayımladılar: “Koruyucu, günahtan
kurtarıcı ve bir gün hakimimiz olacak olan yegane yaratıcımız Tanrı önünde protesto ediyor ve
Tanrı‟ya, Kutsal Sözü‟ne, vicdanımıza ve Spire‟deki son karara aykırı olarak hiçbir kararı
benimsemiyoruz.” 19 Nisan 1529‟da beş prens ve on dört kent yöneticisi tarafından gerçekleştirilmiş
olan bu protestoda imparatorun ve Katoliklerin kararlarının kendilerini bağlamayacağı belirtilmiş ve
619
196
etmiş bir
insandır. Onun reform teolojisinin oluşmasına neden olan zihinsel
yapılanması, bu kilise bünyesinde şekillenmiştir. Luther, “Sadece imanla aklanma”
anlayışını bile kilise ortamı içerisinde geliştirmiştir. Dolayısıyla onun bütün Katolik
Kilisesi‟ni karşısına alan bir reform sürecini bir anda başlattığı söylenemez. Zira
Luther‟in başlangıçtaki söylemi, papalığın ve ruhban sınıfının, kutsal metin
doğrultusunda bir ıslah sürecine girmeleri gerektiği üzerinedir. 622 Nitekim H. G.
Wells‟in ifadesine göre reformasyon devrinde kilisenin gücüne değil zaafına itiraz
edilmişti. Kiliseye karşı içeriden ve dışarıdan verilen mücadele, kilise etkinliğinin
azaltılması için değil, aksine dini etkinliğin daha çok derinleştirilmesi için yürütülen
bir hareketti.623
Luther, başlangıçta ıslah etme niyetinde olduğu Katolik Kilisesi‟ni daha sonra
“deccal” olarak nitelendirip tamamen reddetmiştir. Zira Luther‟in amacı deccal bir
papanın
elindeki
Katolik
Kilisesi‟nden
Hıristiyanları
çekip
kurtarmak,
özgürleştirmektir. Bunun için de Papalığın Hıristiyanlar üzerinde otorite oluşturup
dünyevi kazanımlar elde ettiği bütün argümanları elinden alarak Hıristiyanların
dünyevileşmesini önermiştir.624 Luther‟in yıllardır bünyesinde din eğitimi aldığı ve
hiyerarşisi içersinde adım adım yükseldiği Katolik Kilisesi ve Papalığa karşı
gelmesinin ilk adımı, papalığın endüljans uygulamalarına yönelik eleştirileridir.
Endüljanslara yönelik eleştirilerini 95 maddelik bir manifesto olarak 1517 yılında
Wittenberg Kilisesi‟nin kapısına asarak ilan eden Luther, Protestan Reformasyonunu
bu tarih ile başlatmış olur. Aklanma sadece iman ile olur625 düsturunu benimseyen ve
ibadetlerde din adamlarının aracılığını reddeden Luther, otorite olarak sadece Kutsal
Kitap‟ı kabul etmiştir. Luther, “vaftiz suyundan çıkan herkesin Tanrı‟ya adanmış bir
rahip, papaz ve papa olmakla övünebileceğini” öne sürerek “bütün inananların din
adamlığı öğretisi”ni ortaya koymaktadır. Bu nedenle Katolik rahip, otoritesini
papalığın onayı anlamında yukarıdan, yani Tanrısal bir kaynaktan elde ettiğine
Luther‟in yanında yer alacaklarını bildirmişlerdir. Yukarıdaki metni imzalamış olanlara o günden
itibaren “Protestan Prensler” adı verilmiştir. Bu olaydan itibaren Lutherci reformları tanıyanlar
“Protestan” diye nitelendirilmişlerdir. “Protestan” terimi çok erken tarihlerden itibaren kullanılmış
olmasına rağmen, Luther ile başlayan reform hareketlerinin ardından doğan kiliseleri ve bu
doğrultudaki akımları belirtmek için 1620 dolaylarında kullanılmaya başlanmıştır. Bkz. Ali Erbaş,
Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yay. İstanbul 2004, s. 59-60.
622
Bkz. Hakan Olgun, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık, İz Yayıncılık, İstanbul 2006, s.
194.
623
Bkz. Hoffer, Kesin İnançlılar, s. 78-79.
624
Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 236-237.
625
Romalılara Mektup 1:17.
197
inanırken, Lutheran rahip bu otoriteyi, temsil ettiği kişilerden oluşan beşeri fakat
kutsanmış kilise cemaatinden, yani aşağıdan aldığına inanmaktadır. Dolayısıyla
Lutheranlar, Katolik Kilisesi‟nin özel rahiplik sınıfı karakterine bağlı bir atama
modelini reddederken, Tanrı‟nın sözünün doğru anlatılması ve sakramentlerin bu
söze uygun bir şekilde yönetilmesi için resmi bir kilise rahipliği oluşturmanın
gereğine inanmamıştır. Nitekim Lutheran teolojiye göre kilise, papalığın iddia ettiği
gibi “yanılmaz” ve kurumsal yapısıyla değişmeyen bir oluşum değildir. Kilisenin
Roma‟nın esaretinde olduğunu savunan Luther, kilisenin üç önemli duvarın
yıkılmasıyla gerçek özgürlüğüne kavuşacağını belirtmektedir. Bunların ilki papa,
rahipler, papazlar ve keşişlerin kilise görevlisi olmayan halk üzerindeki üstünlük
iddiaları; ikincisi, kutsal metni yorumlama hakkının sadece papaya ait olduğu iddiası;
üçüncüsü ise konsil toplama ve burada alınan kararları onaylama hak ve yetkisinin de
yine sadece papanın uhdesinde olduğu iddiasıdır.626
Luther, Hıristiyan için tek otoritenin Kutsal Kitap olduğunu ve Hıristiyan
cemaatin Tanrı sözü‟nden başka Papalık ve Katolik Kilisesi dahil bütün otoritelerden
bağımsız olduğunu vurgulamıştır. Luther, Roma Kilisesi‟nin başlangıçta tüm
kiliselerin en kutsalı olduğunu, ancak şu haliyle kanun dışı haydutların yatağı, utanç
verici bir fahişe evi, günah, ölüm ve cehennem krallığı olduğunu ifade etmektedir.627
Papalık ve papa hakkında böylesi sert ifadeleri kullanan Luther‟in elbette
onun yanılmazlığını kabul etmesi beklenemez. Zaten Lutheranizmde papanın varlığı
ve meşruiyeti hemen hemen yok gibidir. Zira Protestanlar, sonradan ortaya çıkmış bir
kurum olarak papalığı otoritenin, hiyerarşinin ve iktidarın mükemmel temsilcisi
olarak görürler, yani papalık ve papa idari bir kuruluş olarak vardır, ancak Kitab-ı
Mukaddes‟te yeri olmayan papanın dini açıdan herhangi bir önem ve değeri yoktur.
Protestan anlayışına göre papa demek kardinaller, başpiskoposlar, papazlar topluluğu,
yani bütün bir ruhban sınıfı demektir. Protestanlar, Kilisede papanın uhdesinde
bulunan tarzda bir yetkinin kimseye verilmediğini savunarak bu yetkiyi reddederler.
Bu durum aynı zamanda çözüm bekleyen bir Kilise yönetimi (ministry) sorunudur.628
Bundan dolayı Kilise ve papalık kurumunun dinsel anlamda “yanılmazlık” ve “tek
626
Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 200 vd.
Bkz. Olgun, Protestanlık, s. 213.
628
Bkz. Mehmet Aydın-Ahmet Hikmet Eroğlu, “Papalık” DİA, c. 34, s.161; Eroğlu, Ökümenizm ve
Fener Patrikhanesi, s. 126.
627
198
yetkili” sıfatları Luther tarafından reddedildiğinden, papalık ve Kilise hiyerarşisi
artık dini otoriteyi temsil etmemektedir. Bilakis dini otorite ve yanılmazlık vasfını
haiz tek kaynak Kutsal Kitaptır ve bütün inananların onu yorumlama yetkisi vardır.
Hiçbir kişi ve kurumun Kutsal Kitap‟ı yanılmaz yorumlama yetki ve selahiyeti
yoktur. Devlet idarecileri de “bütün inananların din adamlığı” öğretisi doğrultusunda
din adamlığı vasfına sahiptir. Bu doktrin ile Luther, Ortaçağ Avrupasında hakim
görüş olan dini ve dünyevi otorite kategorisini de ortadan kaldırmıştır.629
Papanın yanılmazlık iddialarına yönelik olarak Protestan cepheden gelen
itirazlardan en önemlisi İrlandalı teolog ve aynı zamanda bir matematikçi olan
George Salmon‟dan gelmiştir. Salmon 1888 yılında kaleme aldığı The Infallibility of
the Church 630 adlı hacimli eserinde papanın yanılmazlığı iddilarını esaslı bir
eleştiriye tabi tutmuştur. Salmon, yanılmazlık vasfına sahip tek otoritenin Kutsal
Metinler olduğunu ileri sürmüş ve Hefele ve Döllinger gibi papanın yanılmazlığı
doktrininin tarihi ve teolojik mahzurlarını ortaya koymuştur.631 Katolik Kilisesi‟nin
Petrus kanalıyla ileri sürdüğü geleneksel öncelik ve üstünlük iddialarının da güçlü
delillere dayanmadığını iddia etmiştir. İncillerde geçen ve Roma‟nın üstünlük ve
yanılmazlık iddialarına kanıt olarak gösterdiği pasajların ilk dönemlerde bu şekilde
yorumlanmadığını ileri süren Salmon, Meryem‟in lekesiz doğum ve göğe yükselişi
dogmalarının da Kutsal Metinlere ve geleneğe dayanmadığını ifade etmiştir.632
II. Vatikan Konsili‟nden itibaren daha yoğun bir şekilde gündeme gelen
Hıristiyanların bölünmüşlüğünü ortadan kaldırıp birleşik bir Christendom oluşturma
gayretlerinde papanın bazı vasıflarının kullanılması gerektiğini belirten Protestanlar
da bulunmaktadır. Ökümenik hareket için kullanılabilecek bu vasıflar arasında en
önemlileri papanın bir birlik simgesi olması ve onun yanılmazlığıdır. Bu görüşü ifade
eden Protestanlar, papanın bu vasıflarının ökümenik hareket için geliştirilecek olan
629
Geisler and MacKenzie, Roman Catholics and Evangelicals, s. 206 ve 215; Olgun, Protestanlık,
s.213-219.
630
Bkz. George Salmon, The Infallibility of the Church: A Course of Lectures, John Murray, London
1888.
631
Papanın yanılmazlığı doktrinine yönelik olarak Protestan cepheden gelen itirazlar genel olarak
Ortaçağda Papalık kurumunun içerisinde bulunduğu yozlaşma ve önceki papaların yanlış doktrinel
kararları çerçevesinde yapılmaktadır. Bkz. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the
Middle Ages, s. 41.
632
Salmon‟un bu eleştirilerine de Katolik cenahtan karşı tezler ileri sürülmüştür. Bkz. B. C. Butler,
The Church and Infallibility: A Reply to the Abridged “Salmon”, Sheed & Ward, London & New
York 1954.
199
teolojiye model olmasını kastetmektedirler. 633 Yoksa papalık şemsiyesi altında bir
araya gelmek ya da papanın yanılmazlığını kabul etmek anlamında değildir. Zaten
ekümenizm önündeki en büyük engelin Roma Katolik Kilisesi‟nin üstünlük
iddialarının yattığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Lutheran Protestanlara göre
ekümenizm için yanılmazlığın felsefi yorumu mühim bir mesele değildir. Onlara
göre asıl mesele Eklesial politik bir mesele olarak otoritenin tanımlanmasıdır.
Lutheranlar dar anlamda yanılmazlık doktrininden ziyade papanın öğreti otoritesi
üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Yani, tek otorite olarak Kutsal Kitap‟ı gören
Lutheranlara göre papanın evrensel Kilisenin bir pastörü olarak yargılama önceliğine
sahip olduğu iddiası ökümenik tartışmalardan verimli bir sonuç alınmasını
engellemektedir. Bundan dolayı papaya izafe edilen bu vasıfların yeniden bir
tanımlamasının yapılması gerekmektedir, aksi takdirde Protestanlarla Katoliklerin
yeniden bir araya gelmeleri mümkün görünmemektedir.634
XVI. yüzyılın ilk yarısında Roma Katolik Kilisesi‟nden ayrılarak müstakil bir
kilise olarak yoluna devam eden Anglikan Kilisesi, inanç ve ibadette büyük ölçüde
benzediği Roma Katolik Kilisesi‟nden Kilise anlayışı noktasında ayrılır. 1534 yılında
kabul edilen “Üstünlük Kanunu” (Act of Supremacy) ile papanın yetkileri
Canterbury başpiskoposu ile İngiltere kralı arasında paylaşılmıştır. Kendilerini
gerçek Katolik Kilise olarak nitelendiren Anglikan Kilisesi, papayı Kilisenin başı
olarak görmemekte, dolayısıyla onun yanılmazlığını da kabul etmemektedir. Diğer
Protestan Kiliseler gibi Kutsal Kitap‟ı tek otorite kabul eden Anlikan Kilisesi‟nde
papanın üstlendiği rol monarşinin başı olan krala verilmiştir.635
Evanjelik 636 ve Fundamentalist Hıristiyanlar 637 gibi reform karakterli diğer
Hıristiyan gruplar da tek otorite ve yanılmaz (inerrancy) olarak Kutsal Kitap‟ı kabul
ettikleri (Biblicism) için papanın yanılmazlığı doktrinini kabul etmezler.638 Örneğin
633
Bkz. Çoban, Geçmişten Günümüze Papalık, s. 293.
Bkz. Braaten ve Jensen, Church Unity and the Papal Office, s.113-4; Lindbeck, Infallibility, s. 12.
635
Bkz. Resul Çatalbaş, Anglikan Kilisesi ve Günümüz İngiltere’sinde Yeri, s. 88.
636
Evanjelik hareketin doğuşu, evanjelik dini gruplar, ortak özellikleri ve teolojileri için bkz. Ali İsra
Güngör, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005.
637
Fundamentalist Hıristiyanlık için bkz. Ali Rafet Özkan, Fundamentalist Hıristiyanlık (Yedinci Gün
Adventizmi), Alperen Yayınları, Ankara 2002.
638
Fundamentalist Hıristiyanlara göre İncil Tanrı‟nın sözü olduğu için yanılmaz mutlak hakikatleri
ifade eder. Bundan dolayı (Darvin‟in evrim teorisi gibi) İncil öğretilerine karşı yapılan herhangi bir
meydan okuma doğru olmadığı gibi aynı zamanda günahtır. Bkz. Steve Bruce, Fundamentalism,
Polity Press, UK and USA 2008, s. 69; Bu konuyla alakalı olarak ayrıca bkz. Ned B. Stonehouse,
634
200
Presbiteryen
Kilisesi‟nin
inanç
esaslarını
ihtiva
eden
Westminster
İnanç
Bildirgesi‟nin birinci bölümünün 9 ve 10. maddelerinde yanılmaz tek otoritenin
sadece Kutsal Kitap olduğu ifade edilirken, yirmi beşinci bölümün 6. maddesinde ise
Kilisenin başının sadece İsa Mesih olduğu vurgulanarak Roma papası deccal,
günahın adamı ve azabın çocuğu şeklinde nitelendirilmiştir.639 Genel olarak bu tür
hareketlerin papanın yanılmazlığına hatta bizzat papanın varlığına yönelik itirazları
Kilise anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Bu Hıristiyanlar, Mesih‟in, Katolik
Kilisesi‟nin iddia ettiği gibi papanın mutlak otoritesi altında piskoposlardan
müteşekkil, görünen (visible) bir Kilise kurmadığını iddia ederek Kilisede hiyerarşik
bir yapılanmayı kabul etmezler ve Luther‟in ileri sürdüğü “bütün inananların din
adamlığı” prensibinden hareketle Katolik Kilisesi‟nin iddia ettiği Kutsal Kitap‟ın en
doğru şekilde apostolik gelenek yoluyla magisterium tarafından yorumlanabileceğini
de reddederler.640
Bazı teologlar ise Katolik bir dogma olarak papanın yanılmazlığının
Protestanlarca yanlış anlaşılan bir mevzu olduğunu ileri sürerler. Onlara göre
öncelikle Protestanlar papayı yekpare bir beden olan Kilisenin başından ziyade bir
diktatör (autocrat) olarak görürler. İkinci olarak Protestanlar çok sefer Kiliseye
politik bir bakış açısıyla yaklaşarak orada demokratik unsurların var olmasını isterler.
Katolik cenah ise bu teze İncillerden hareketle itiraz eder. İncillere göre Kilise
denilen yapı organik bir yapıdır ve hiçbir organik yapıda demokrasi bulunmaz.
Katoliklere göre bir diğer yanlış yorumlama ise, Protestanlar yanılmazlığı çok zaman
papanın şahsına bağlı anlarlar ki gerçekte yanılmazlık papanın şahsı ile ilişkili
olmayıp makamla bağlantılıdır ve sadece inanç ve ahlaka müteallik bir dogma
tanımlamada geçerlidir.641
“The Infallibility of Scripture and Evangelical Progress”, Bulletin of the Evangelical Theological
Society, 1.1. (Winter 1958), ss. 9-13.
639
Bkz. http://www.reformed.org/documents/wcf_with_proofs/, (05.12.20014).
640
Bkz. Güngör, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, s. 115 vd; Karl Keating, Catholicism and
Fundamentalism: The Attack on “Romanism” by Bible Christians, s. 230; Timothy Larsen & Daniel J.
Trier, The Cambridge Companion to Evangelical Theology, Cambridge University Press, New York
2007, s. 38 vd; Ayrıca bkz. H. Şule Albayrak, “Tarihi ve Sosyal Bir Realite Olarak Amerika Birleşik
Devletleri‟nde Gelişen Protestan Fundamentalizmi”, MÜİFD 42 (2012/1), s. 131.
641
Bkz. Ray, Upon This Rock, s. 58 dipnot.
201
4.3. Yanılmazlık Doktrini ve Diğer Kiliselerle ĠliĢkiler
Papalık, doğrudan kendisine bağlı olmayan bazı kiliselerle farklı bir ilişki
içerisindedir. Anglikan Kilisesi ile bazı Ortodoks ve Protestan Kiliseler, kendilerini
Katolik (evrensel) saymakta ancak papanın otoritesini tanımamaktadırlar. Doğu
Hıristiyanları içerisinde de “Uniate Kiliseler” 642 adı verilen kiliseler içerisinde,
birincilerin tersine ana Ortodoks Kiliseye bağlı olup kendilerine has inanç ve ibadete
sahip olmalarına, yani Roma tarzı ibadet etmemelerine rağmen Kıptiler, Süryaniler,
Keldaniler ve Ermeniler gibi papanın otoritesini kabul edenler bulunmaktadır.643
Keldaniler (Chaldean), ilk dönem kristolojik ve mariyolojik tartışmalar
neticesinde Batı Kilisesi tarafından heretik addedilerek aforoz edilen Nasturîlerilerle
aynı inanç, ibadet, gelenek ve yaşayışı paylaşan bir mezheptir. Nestorius (Nastur),
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde çok sık yaşanan İsa‟nın tabiatı üzerine olan
tartışmalarında İsa‟nın hem insan hem Tanrı olmak üzere iki tabiata sahip olduğunu
savunmuştur. Meryem‟in “Tanrı anası” (theotokos) değil, insan anası ya da Mesih‟i
doğuran anlamında Cristotokos olduğunu, dolayısıyla İsa‟nın insan olarak doğduktan
sonra Tanrı tabiatını kazandığını, yani Kilise Tarihi‟nde diofizitçilik (çift tabiatçılık)
adı verilen düşünceyi dile getirmiştir. İşte bu görüşün taraftarları Nestorius‟a nispetle
Nasturîler adını almıştır. Bilindiği gibi İstanbul patriği Nestorius‟un bu görüşleri 431
Efes Konsili‟nde reddedilmiştir.644 Ancak bunlardan bir grup, patrik seçimlerindeki
642
Slav dilindeki „Unia‟ kelimesinden türetilen „Uniate‟ terimi yaygınlık kazandığı dönemde olmasa
da günümüzde küçültücü bir anlam ihtiva eder. Bkz. Gilley & Stanley, The Cambridge History of
Christianity, s. 412.
643
Bkz. Gilley & Stanley, a.g.e., s. 412; Harman, “Katoliklik” s. 56-58.
644
Sonu gelmeyen ilk dönem İsa‟nın tabiatı tartışmalarında İskenderiye cemaati ile Antakya cemaati
arasında monofizit-diyofizit tartışması yaşanmıştır. İskenderiye tarafından Cyril‟in Antakya tarafından
da Nestorius‟un ön plana çıktığı bu tartışmaya bir son vermek için 431 yılında Efes Konsili
toplanmıştır. İmparator II. Theodosius,‟un Batı‟daki iktidar ortağı Valentianus ile anlaşarak karar
verdikleri bu konsilde Nestorius ve onun görüşleri aforoz edilmiş ve Nestorius‟un İsa‟da hem hem
Tanrı hem insan olmak üzere iki tabiat olduğu yönündeki diofizit akide reddedilerek İsa‟da tek bir
ilahi tabiatın olduğu ve bu ilahi tabiatın insani yönü mezcettiği şeklinde karar alınmıştır. Ayrıca
Meryem‟in Tanrı anası (Theotokos) olduğu kabul edilmiştir. Görüşleri reddedilerek aforoz edilen ve
eserleri de İmparator Theodosius‟un emriyle yakılan Nestorius sürgüne gönderilmiş ve orada
ölmüştür. Ancak bir şekilde yakılmaktan kurtulan ve XIX. yüzyılın sonlarında keşfedilen ve
Nestorius‟a ait olduğu belirtilen bir kitaptan hareketle aslında Nestorius‟un Efes‟te mahkum edilen
diofizit bir akideye sahip olmadığı, görüşlerinin Ortodoks akideye –bir şahıs iki doğa- uygun olduğu
araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir. Ancak bir genel konsilin yanılmazlığı ve kararlarının
sorgulanamazlığı ilkesi gereği Katolik dogmalardan hareket eden bazı araştırmacılar ya Nestorius‟un
diofizit akideyi benimsediğini dillendirmektedirler ya da Nestorius ile Nesturîlik arasında bir ayrıma
202
usule itiraz ederek 1552 yılında Roma Katolik Kilisesi‟ne bağlanmışlar ve bu sayede
Doğu‟da Batı ile aynı paralelde bir mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlara Roma
tarafından Keldanîler adı verilmiştir. Yani Keldanîler, Nasturîlerden tepkisel bir
hareketle ayrılarak Roma‟ya bağlanan ancak Nasturîlerle aynı inanç, ibadet ve
geleneği paylaşan, resmiyette Katolik ancak inanç ve pratikte Nasturî olan bir
mezheptir. Doğu ile Batı Hıristiyanlığı arasında bir köprü ve geçiş görevi gören ve
doğulular gibi düşünüp yaşayan bu kilise mensupları resmiyette ve idarede Roma‟ya
bağlıdırlar. 1552 yılında gerçekleşen bu entegrasyondan itibaren her iki taraf da
birbirlerine şüphe ile yaklaşmışlardır. Batı Hıristiyanlarının son yüzyıllarda genlerine
işleyen Doğu toplumlarını ikinci sınıf gören bakış açısı, aynı dini inancı
paylaşmalarına rağmen Doğu Hıristiyanlarını da kapsamıştır. Roma Kilisesi
Keldanîleri eski inanç ve ibadetlerine bağlı kaldıkları gerekçesiyle gerçek anlamda
Katolik olmamakla itham etmişlerdir. Bununla birlikte Keldanî Kilisesi‟nin patrikleri
Roma‟ya bağlıdır ve bunlar patrik seçildikten sonra papadan onay ve berat almak
zorundadırlar. Aksi halde bu seçim kanuni geçerlilikten yoksun olur. 645 Bu siyasi
bağlılık sebebiyle 1877 yılında Keldani Patriği Joseph (Yusuf) Audo 646 papanın
yanılmazlığı dogmasını kabul etsede 647 bu samimi ve tüm Keldanileri kapsayan
itikadi bir kabulden ziyade Roma‟ya olan resmi ve siyasi bağlılığın ve içinde
bulunulan koşulların bir sonucu gibi görünmektedir. Daha lokal kalan diğer Uniate
Kiliseler de aynı şekilde Roma‟ya bağlanarak dini ve idari olarak papanın otoritesi
altına girseler de648 Doğu orijinli olan, Doğu Hıristiyanlarıyla aynı inanç ve ibadeti
paylaşan bu kiliselerin hangi ölçüde papaların dini otoritesi altında bulunduğu
tartışmaya açık bir konu olduğu gibi papanın yanılmazlığını kabul etmeleri de aynı
şekilde sorunludur.
giderek bu ikilemden kurtulma yoluna gitmektedirler. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Bkz. Muhammet
Tarakçı, “Nestorius ve Kristolojisi”, UÜİFD, c.19, s.1, ss. 215-241.
645
Bkz. Kadir Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara 1997, s. 9 ve 12-3.
646
Joseph Audo aynı zamanda -eğer Keldanileri de Katolik kabul edersek- Doğu Katoliklerini
temsilen Katolik (uniate) bir Ermeni olan Andon Hassoun ile birlikte I. Vatikan Konsili‟nde
bulunmuştur. Konsilde doktrin karşıtlığıyla temayüz eden ve Doğu Kiliselerinin kendilerine özgü
uygulamalarına saygı duyulması gerektiğinde ısrar eden Audo, 13 Hazirandaki ön oylamada ret (non
placet) oyu kullanmış, 18 Temmuzdaki son oylamada ise papaya karşı oy kullanmaktansa Roma‟yı
terketmeyi tercih ederek oylamaya katılmamıştır. Bkz. Frazee, Catholics and Sultans, s. 234 ve 236;
Gilley & Stanley, The Cambridge History of Christianity, s. 423.
647
Bkz. Aprem (Mar), The Chaldean Syrian Church of the East, Published by Indian Society for
Promoting Christian Knowledge, New Delhi 1983, s. 40.
648
Bkz. Code of Canons of Oriental Churches, canon 671/3.
203
Ortodoks Kiliseler ailesine mensup 451 Kadıköy Konsili karşıtı monofizit bir
kilise olarak Ermeni Kilisesi‟nin papaya bakışı da Ortodoks bakış açısını yansıtır.
Din ile etnisitenin iç içe geçtiği Ermeni Kilisesi de Ortodokslar gibi papaya pastoral
olarak “şeref önceliği” (first in honor) vermiştir. Ancak Ermeni Kilisesi papanın dini
hiyerarşik otoritesini kabul etse de onun yanılmazlığını kabul etmez. Yanılmazlık
yetkisini sadece Kilisenin bir organı olarak ökümenik konsillere atfeden Ermeni
Kilisesi, dogmaların kaynağı olarak ilk üç konsili (325 İznik, 381 İstanbul ve 431
Efes) kabul etmiştir. 649 Kilisenin günahları bağışlama yetkisini de kabul etmeyen
Ermeniler 650 en yüksek rütbeli din adamları olan katolikoslara da herhangi bir
yanılmazlık atfında bulunmazlar. Hatta tarih boyunca bazı katolikoslar hata,
yetersizlik ve ulusla uyuşmazlık gibi nedenlerden dolayı ya istifa etmiş ya da
devrilmiştir.651
Yine Doğu Hıristiyanlığı karakteristiğine sahip bir diğer grup olan Süryaniler
de Kadıköy Konsili kararlarına muhalefet ederek Batı Kilisesi tarafından aforoz
edilmişlerdir. Ermeniler gibi ilk üç konsilin kararlarını kabul eden Süryaniler de
hiçbir şekilde papanın yanılmazlığı söz konusu değildir. Süryanilerde patrik,
Petrus‟un halefi olarak kabul edilse de temsil patriğin şahsında değil kilisededir.652
Ancak
Doğu‟nun
bu
kadim
Hıristiyan
geleneğide
Katolik
misyonerlerin
çalışmalarından nasibini almış ve onlardan bir grup Roma‟nın otoritesi altına
girmiştir. Süryani papazlara, Kadıköy Konsili kararlarına açık bir şekilde muhalefeti
terk etme ve papanın üstünlüğünü kabul etme gibi küçük değişikliklerle Katolikliğe
geçiş izni verilmiştir. Süryaniler de Roma‟yı İskenderiye ve Antakya ile birlikte üç
eski apostolik merkezden birisi olarak kabul etmektedirler.653
Çoğunluğu Mısır‟da bulunan ve dört milyona yakın müntesibi ile
İskenderiye‟deki Kıpti patriği tarafından yönetilen Kıpti Ortodoks Kilisesi, kendisini
Hıristiyanlığın teolojik gelişiminin temelinde yer alan İskenderiye ekolünün devam
ettiricisi olarak kabul eden İznik inanç akidesine bağlı monofizit bir kilisedir.654 451
649
Bkz. Hratch Tchilingirian, The Armenian Church: A Brief Introduction, Western Diocese of the
Armenian Church, Burbank 2008, s. 13; http://www.armenianchurchlibrary.com/FAQ.html,
(14.06.2014); Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, III. Baskı, Ankara 1997, s. 309.
650
Bkz. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 309.
651
Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 371.
652
Bkz. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 305.
653
Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 200 ve 239 vd.
654
Bkz. Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, s . 138.
204
Kadıköy Konsili ile sonraki yıllarda toplanan hiçbir konsili ökümenik konsil olarak
kabul etmeyen Kıptiler dolayısıyla papa ya da papayla birlikte piskoposlarının
yanılmazlığına inanmazlar. Ayrıca Kıptiler İskenderiye, Antakya ve Roma
Kiliselerinin eşit statüde olduklarını ileri sürerler.655
655
Bkz. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, 75-6 ve 145-6.
205
SONUÇ
Miladi çağın başlarında tarih sahnesine çıkan Roma Katolik Kilisesi, köken
itibarıyle kendisini Petrus‟a, Petrus kanalıyla da İsa‟ya dayandırıp üstün vasıflarla
tanımlayarak emsallerinden ayrışma yoluna gitmiştir. Bu kilisenin en tepe noktasında
bulunan papalar, kendilerini İsa‟nın vekili, Petrus‟un halefi addederek inanç ve
ibadete müteallik konularda ortodoksiyi tespit eden, heresiyi kınayan bir temyiz ve
karar merci olarak konumlandırmış ve bu yönde uygulamalarda bulunmuşlardır.
Hıristiyan teolojisinde, Tanrısal bir lütuf olarak görülen ve üzerinde güçlü bir
ittifak
bulunan
yanılmazlık
anlayışı,
Kilisenin
kuruluş
yıllarına
kadar
götürebileceğimiz çok eski bir tartışma konusudur. Tartışmanın nedeni ise
yanılmazlığın olup-olmadığından ziyade, bir bütün olarak Kilise ve Kilisenin bir
karar organı konsillere mi, yoksa evrensel (Katolik) Kilisenin başı addedilen papaya
mı ait olduğu hususundadır. Katolik ve Ortodoks Kiliseler vechesinden Kilise ve
papa ekseninde XVI. yüzyıla kadar devam eden yanılmazlığın tahsisi konusundaki
bu tartışma konusuna Reformasyonla birlikte Protestanların iddiası olarak üçüncü bir
unsur olarak Kutsal Kitap da eklenmiştir.
Papanın yanılmazlığı doktrini, Roma Katolik Kilisesi‟nin evrensellik,
eşsizlik-emsalsizlik, öncelik ve üstünlük gibi geleneksel güç ve otorite iddialarının
bir sentezi ve bu iddiaların en vurgulu bir şekilde dile getirilişi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Gücünün zirvesinde olduğu dönemlerde yanılmazlık yetki ve
salahiyetine kendisini haiz görerek bu minvalde uygulamalarda bulunan ve bu tür bir
tanımlamaya ihtiyaç hissetmeyen Papalık, gücünün aşınmaya uğradığı dönemde bir
savunma mekanizması olarak yanılmazlık doktrinine başvurmuştur.
Her zaman kriz dönemlerinde toplanan konsiller gibi I. Vatikan Konsili de
Rönesans ve Reformasyonla başlayıp Fransız İhtilali ve aydınlanma ile ivme kazanan
epistemolojik, teolojik ve politik meydan okumaların olduğu bir dönemde
karşılaşılan bunalımlar için çareler aramak, tehdit olarak görülen zararlı akımlara
karşı bir ağırlık merkezi oluşturmak amacıyla toplanmıştır. Kahir ekseriyetini
Kilisede papayı merkeze alan ultramontanist piskoposların oluşturduğu I. Vatikan
Konsili, Pastor Aeternus adlı yasayla papanın itikadi ve ahlaki konularda yanılmaz
206
yorumlama ve doktrin belirleme hak ve eyetkisine sahip olduğunu Katolik bir inanç
akidesi olarak ilan etmiştir.
Konsilde formüle edilen, müzakere edilen ve dogmalaştırılan yanılmazlık
anlayışının verbal-literal ya da şifahen ilk dile getirildiği dönem, kişi ve konu olarak
genellikle XIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIV. yüzyılın ilk yarısı, taraflarını da Papa
III. Nicholas, Fransisken teolog Peter Olivi, Papa XXII. John ve diğer
Fransiskenler‟in oluşturduğu Fransisken öğretileri üzerinde yaşanan tartışmalar
gösterilmektedir. Ancak Fransisken teologların ileri sürdüğü papanın yanılmazlığı
anlayışıyla I. Vatikan Konsili‟nin kabul ettiği dogma arasında amaç ve içerik
bakımından fark vardır. Fransiskenlerin papaya atfettikleri yanılmazlık, havari Petrus
kanalıyla intikal eden inayetten ziyade tarikat taassubundan kaynaklanan çelişkili bir
görünüm arz etmektedir. Fransisken görüşleri benimeyen Papa III. Nicholas
yanılmaz addedilirken bu görüşleri kınayan Papa XXII. John sahte ya da heretik
addedilmiştir. Dolayısıyla Olivi, papanın yanılmazlığı telakkisini ilk defa ortaya
koyan kişi olsa da I. Vatikan‟da tanımlanan yanılmazlık doktriniyle bunun
temellendirilmesi zor görünmektedir.
I. Vatikan Konsili teolojik olarak Petrus kanalıyla gelen silsileye vurgu
yapmış ve papalar listesinde ortodoks ya da heretik ayrımına gitmemiş, görev yapan
bütün papalar ortodoks papalar olarak kabul edilmiştir. I. Vatikan Konsili‟nde
tanımlanan yanılmazlık doktrini daha ziyade, Roma Kilisesi‟nin asırlar boyu işlediği
geleneksel öncelik ve üstünlük anlayışının abartılı bir ifadesi, aynı zamanda bilimsel,
dini ve siyasi saldırıların arttığı olağanüstü şartlarda alınmış konjonktürel ve aynı
zamanda anakronik bir durum olarak görülmektedir.
Konsilde kabul edilerek dogmalaşan yasadan hareketle teologlar, papanın
yanılmazlık yetkisi için belirli durum, koşul ve kriterler ortaya koymuşlardır. Kilise
Hukukunda da belirtildiği üzere günümüzde hiçbir teolog papanın yanılmazlığını bu
sınırlılıklar dışında mutlak anlamda ele almamaktadır. Buna göre papa, öncelikle
bütün Hıristiyanların başı, öğretmeni ve çobanı olarak sahip olduğu en yüksek
otoriteden (ex cathedra) bir doktrin tanımlamada bulunmalıdır. İkinci olarak papa
inanç ve ahlaka müteallik konularda bir doktrin ortaya koymalıdır. Son olarak da
papa tanımladığı itikadi ve ahlaki dogmanın bütün inananlar tarafından
uyulması/tutulması gereken bir hüküm olduğunu resmen ve açık bir şekilde ifade
207
edilmelidir. Bu yönüyle papanın yanılmazlığı dogması Papalığın tarih boyunca
takındığı özgüveni yüksek mağrur tutum ve davranışlar ile serdettiği görüşler
yanında kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı bir mahiyet arz etmektedir.
Papanın mutlak üstünlüğünü ve yanılmazlığını ortaya koyan bu dogma
tartışmaları sona erdiremediği gibi Kilisedeki otorite tartışmalarını daha da
alevlendirmiş, yanılmaz bir papanın yanında diğer piskoposların konumu tartışma
konusu olmuştur. Bu tartışmalar neticesinde II. Vatikan Konsili papaya hasredilen
yanılmazlık doktrinini tekrar ele alarak papayla birlikte piskoposların da yanılmaz
doktrinel tanımlamalarda bulunabileceğini belirtmiştir. Ancak piskoposlara da teşmil
edilen bu yanılmazlık yetkisi papanın rıza ve onayı şartına bağlanmış, bir anlamda
yanılmazlık mührünün papada olduğu, piskoposların da papaya bağımlı oldukları bir
yanılmazlık yetkisi verilmiştir. II. Vatikan Konsili‟nde I. Vatikan‟da tanımlanan
yanılmazlık dogması herhangi bir şekilde tartışma konusu olmamış, bu dogmaya
herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Bu durum uzun bir tarihsel süreçte teşekkül
eden geleneksel Katolik öğretilerle çelişmemek adına hassas bir siyaset izlendiğini
de göstermektedir.
Bir inanç akidesi olarak kabul edilen yanılmazlık yetkisinin icrası için ise
genel
olarak
biri
yanılmazlığın
dogmalaşmasından
önce
diğeri
resmen
dogmalaşmasından sonra olmak üzere Meryem ile alakalı iki dogma gösterilir.
Bunlardan ilki 1854 tarihinde IX. Pius‟un tanımladığı Meryem'in asli günahın bütün
lekelerinden korunmuş olarak dünyaya geldiği “Lekesiz Doğum” (Immaculate
Conception), diğeri ise 1950 tarihinde XII. Pius‟un apostolik yasayla ilan ettiği onun
göğe yükselişi (Assumption of Mary) dogmalarıdır.
Günümüze kadar olan dönemde papalar bu dogmalar dışında ex cathedradan
herhangi bir tanımlamada bulunmaktan kaçınmışlardır. Bu çekimserliğin muhtemel
sebebi de gelinen bilimsel düzeyde farklı çevrelerden ve tekrar bir araya gelme adına
yürütülen ökümenik ilişkileri sekteye uğratacağı endişesiyle Ortodoks ve Protestan
Kiliselerden gelebilecek tepkilerdir. Zira gelinen noktada Roma Katolik Kilisesi‟nin
geleneksel dışlayıcı söylemlerinden vazgeçerek hemen her kesimi kucaklayıcı
mesajlar verdiği, hatta Papa I. Francis‟in ateistlerin bile cennete gidebileceğini
söyleyerek yeni bir Papalık imajı oluşturmaya çalıştığı bir dönemde Hıristiyan
208
Kiliseleri arasında ihtilaflı bir konu hakkında dogmatik tanımlamada bulunması
beklenemez.
Roma Katolik Kilisesi‟nden ayrılan Ortodoks ve Protestan Kiliseler için ise
papanın yanılmazlığı yok hükmündedir. Ortodoks Kilisesi‟ne göre yanılmazlık bir
bütün olarak Kiliseye ve Kilisedeki mutabakatın ifade edildiği ökümenik konsillere
aittir. Ortodoks Kilisesi 1054 yılındaki Doğu-Batı ayrılığından sonra Roma Katolik
Kilisesi‟nin
öncülüğünde
toplanan
konsilleri
ökümenik
konsil
olarak
nitelendirmediğinden dolayı I. Vatikan Konsili de ökümenik vasfını haiz değildir ve
burada alınan kararların herhangi bir geçerliliği yoktur.
Papalığın
uygulamalarına
bir
tepki
olarak
XVI.
yüzyılda
Katolik
Kilisesi‟nden ayrılan Protestan Kiliseler için ise papanın yanılmazlığı bir yana başlı
başına papanın varlığı bile tartışma konusudur. “Sadece iman, sadece Kutsal Kitap”
sloganıyla hareket eden Protestan Kiliseler için tek yanılmaz otorite olarak Kutsal
Kitap‟tır.
209
KAYNAKÇA
Adam, Baki, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, İstanbul,
Pınar Yayınları, 2002.
Ağaoğulları, M. Ali - KÖKER, Levent, Ġmparatorluktan Tanrı Devletine,
Ankara, İmge Yayınları, 2006.
_______________, Tanrı
Devletinden
Kral-Devlete, Ankara, İmge
Yayınları, 2004.
Ağaoğulları, Mehmet Ali (ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal
DüĢünceler, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012.
Albayrak, Kadir, Keldanîler ve Nasturîler, Ankara, Vadi Yayınları, 1997.
Albayrak, Şule H., “Tarihi ve Sosyal Bir Realite Olarak Amerika Birleşik
Devletleri‟nde Gelişen Protestan Fundamentalizmi”, MÜĠFD, C. 42, S. 1, (2012),
(121-140).
Allison, Gregg R., Historical Theology: An Introduction to Christian
Doctrine: A Companion to Wayne Grudem’s Systematic Theology, USA,
Zondervan, 2011.
Altholz, Josef L., “Ultramontanizm”, The Encyclopedia of Religion, ,
Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol.
15, ss. 119-120,
210
Aprem (Mar), The Chaldean Syrian Church of the East, New Delhi, Indian
Society for Promoting Christian Knowledge, 1983.
Arslan, Süleyman Huzeyfe, Statükodan DeğiĢime Milliyetçilik Ufku, Binyıl
Yayınevi, Ankara, 2008.
Atiya, Aziz S., Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, (Çev. Nurettin Hiçyılmaz),
İstanbul, Doz Yayınları, 2005.
Aubert, Roger, “Pius IX”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade
(Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 11, ss. 356358.
____________, “Vatican Councils: Vatican I”, The Encyclopedia of
Religion, , Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York
1995, vol. 15, (194-199).
Aydın, Mahmut, “Vatikan Konsili”, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam
Ansiklopedisi, C. 42, (568-571).
Aydın, Mehmet-Eroğlu, Ahmet Hikmet “Papalık”, Türkiye Diyanet Vakfı
Ġslam Ansiklopedisi, C. 34, (160-162).
Aydın, Mehmet, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, AÜĠFD,
C. 27, sy.1, (123-148).
211
Aydın, Mehmet, Hıristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, Konya,
Selçuk Üniversitesi Basımevi, 1991.
Baker, Todd D., Exodus From Rome: A Biblical And Historical Critique
of Roman Catholicism, volume 1, Bloomington, iUniverse LLC, 2014.
Barbier, Maurice, Modern Batı DüĢüncesinde Din ve Siyaset, (çev. Özkan
Gözel), İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999.
Başoğlu, Tuncay, “Hıristiyan Hukuku”, Ġslam Hukuku AraĢtırmaları
Dergisi, S. 9, 2007, (25-66).
Bihlmeyer, K.- Tuchle, H., I ve IV ncü Yüzyıllarda Hıristiyanlık, (Çev.
Antun Göral), Güler Mabaası, 1972.
Binns, John, An Introduction to the Christian Orthodox Churches, UK,
Cambridge University Press, 2002.
Bokenkotter, Thomas, A Concise History of the Catholic Church, New
York, Doubleday, 1990.
Braaten, Carl E. and Jensen, Robert W. (ed.), Church Unity and the Papal
Office: An Ecumenical Dialogue on John Paul II’s Encyclical Ut Unum Sint,
USA, Eerdmans Publishing, 2001.
Brandi, S. M., “When Is The Pope Infallible”, The North American Review,
Vol. 155, No. 433 (Dec. 1892), (652-660).
212
Brezzi, Paolo, The Papacy: Its Origins and Historical Evolution,
(Translated by Henry J. Yannone), Maryland, The Newman Press, 1958.
Bruce, Steve, Fundamentalism, UK and USA, Polity Press, 2008.
Chadwick, Owen, A History of the Popes 1830-1914, New York, Oxford
University Press, 2002.
_________________, The Popes And European Revolution, Oxford,
Clarendon Press, 2003.
Cleenewerck, Laurent, His Broken Body, Understanding and Healing the
Scism between the Roman Catholic and Eastern Orthodox Church, Washington,
Euclid University Press, 2007.
Collins, Roger, Keepers of the Keys of Heaven: A History of the Papacy,
New York, Basic Books, 2009.
Connell, Francis J., “Historical Development of the Dogma of the Immaculate
Conception”, The American Ecclesiastical Review, (May 1946), (340-346).
Cross, F. L., (ed.), The Oxford Dictionary of the Christian Church,
London, Oxford University Press, 1974.
213
Cuming, G.J. and Baker, Derek, Councils And Assemblies, Cambridge,
Cambrıdge Unıversıty Press, 1971.
Cunningham, S. Lawrence, An Introduction to Catholism, New York,
Cambridge University Press, 2009.
Curtis, William A. “Infallibility”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (ed.
James Hastings), T&T Clark, Edinburg, 2003, vol. IX, (256-278).
Çatalbaş, Resul, Anglikan Kilisesi ve Günümüz Ġngiltere’sinde Yeri,
Ankara, Basılmamış Doktora Tezi, 2012.
Çelik, Mehmet, Fener Patrikhanesinin Ekümenik Ġddiasının Tarihi Seyri,
İzmir, Akademi Kitabevi, 2000.
Çiçek, Hatice, Papa’nın Yanılmazlığı Doktrini ve Hans Küng’ün
Yanılmazlık Doktrinini EleĢtirisi, Samsun, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Çoban, Bekir Zakir, GeçmiĢten Günümüze Papalık, İstanbul, İnsan
Yayınları, 2009.
Davutoğlu,
Ahmet,
“Bunalımdan
Dönüşüme
Batı
Medeniyeti
ve
Hıristiyanlık”, Dîvân Ġlmi AraĢtırmalar, S. 9, yıl 5, 2000/2 (1-74).
Dawson, Christopher, Ġlerleme ve Din, (Çev. Yusuf Kaplan ve Aylin Doğan),
İstanbul, Açılım Kitap, 2003.
214
De Maistre, Count Joseph, The Pope; Considered in His Relation With
The Church, Temparal Sovereignties, Seperated Churches, and The Cause of
Civilization, New York 1975.
Demirci, Kürşat, Bir Hıristiyan Mezhebi Olarak Ortodoksluğun Teolojisi,
İstanbul, Ayışığı Kitapları, 2005.
_____________,
“Ortodoksluk”,
Türkiye
Diyanet
Vakfı
Ġslam
Ansiklopedisi, C. 33, (409-414).
Denzinger, Henry, The Sources of Catholic Dogma, (Translated by Roy J.
Deferrari from the Thirtieth Edition of Henry Denzinger‟s Enchiridion Symbolorum),
USA, Loreto Publications, 1955.
Doyle, Dennis M., “Journet, Congar and the Roots of Communion
Ecclesiology”, Theological Studies 58 (1997), ss. 461-479.
Döllinger, Johann Joseph Ignaz von, Letters From Rome on the Council By
“Quirinus” Reprinted from the Allgemeine Zeiting, Authorized Translation,
Rivingtons London, Oxford, and Cambridge, 1870.
Dulles, Avery, Newman, New York, Continuum, 2005.
___________, “Newman On Infallibility”, Theological Strudies 51, 1990,
(434-449).
___________, The Catholicity of the Church, Oxford, Clarendon Press,
1987.
215
Duncan, Graham A., “The „enemy within‟ the post-Vatican II Roman
Catholic Church”, HTS Teologiese Studies/Theological Studies, vol 69 no 1
(2013), (1-8).
Dunn, Geoffrey D., ““Validity of Baptism and Ordination in the African
Response to the "Rebaptism" Crisis: Cyprian of Carthage's Synod of Spring 256”,
Theological Studies, vol. 67 no. 2, (Jun 2006), (257-274).
Durmaz, Sayime, “Yüksek Ortaçağ‟da Papa-İmparator Çatışması: Kılıç ile
Âsâ‟nın Savaşı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi 1, 2010, (93-120).
Edward, Henry, The True Story of the Vatican Council, London, Henry S.
King & Co., 1877.
Elaine M. Beretz, “Papal Infallibility”, Misconception about the Middle
Ages, (Ed.) Stephen J. Harris and Bryon L. Grigsby, New York, Routledge, 2009.
Eliade, Mircea, Dinsel Ġnançlar ve DüĢünceler Tarihi, (Çev. Ali Berktay),
cilt II, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003.
Eliade, M. – Couliano, I.P., Dinler Tarihi Sözlüğü, (Çev. A. Erbaş),
İstanbul, İnsan Yayınları, 1997.
Erb, Peter
C., “Ultramontanism”
The
Cambridge
Dictionary
Christianity, (ed. Daniel Patte), USA, Cambridge University Press, 2010.
216
of
Erbaş, Ali, Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İstanbul, İnsan
Yayınları, 2004.
Eroğlu, Ahmet Hikmet, “Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış”,
AÜĠFD, C. 41, s.1, 2000, (309-325).
___________________, Ökümenizm ve Fener Patrikhanesi, Ankara, Aziz
Andaç Yayınları, 2005.
Eusebios, Kilise Tarihi, (Çev. Furkan Akderin), İstanbul, Chiviyazıları
Yayınevi, 2011.
Fawkes, Alfred, “Papacy”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (ed. James
Hastings), T&T Clark, Edinburg, 1994, vol. IX, ss. 620-628.
Fenton, Elizabeth, Religious Liberties: Anti-Catholicism and Liberal
Democracy in Nineteenth-Century U.S. Literature and Culture, New York,
Oxford University Press, 2011.
Fessler, Joseph, The True and the False Infallibility of the Popes : A
Controversial Reply to Dr. Schulte, London, Burns and Oates, 1875.
Ford, John C., and Grisez, Germain, “Contraception and the Infallibility Of
The Ordinary Magisterium”, Theological Studies, vol. 39, No. 2, (June 1978), (258312).
Ford, John T., “Current Theology, Infallibility: A Review of Recent Studies”,
Theological Studies, vol. 40, no.2 (Jun. 1979), (273-305).
217
___________, “Infallibility” Commonweal, (26 Jan. 1996) s. 9.
___________, “Papal Infallibility: A Symbolic, Yet Problematic, Term”,
Homiletic & Pastoral Review, (March 2012).
Fortin, Denis, “Current Perspectives on Petrine Ministry and Papal Primacy”,
Andrews University Seminary Studies, vol. 41, no, 2, (Autumn 2003), (199-214).
Fremantle, Anne, The Papal Encyclicals: In Their Historical Context, New
York, New American Library, 1959.
Frazee, Charles A., Catholics and Sultans: The Church and the Ottoman
Empire 1453-1923, New York, Cambridge University Press, 1983.
Gaillardetz, Richard R., By What Authority?: A Primer on Scripture, the
Magisterium, and the Sense of the Faithful, USA, Liturgical Press, 2003.
__________________, Teaching With Authority: A Theology of the
Magisterium in the Church, USA, Liturgical Press, 1997.
__________________, “The Ordinary Universal Magisterium: Unresolved
Questions” Theological Studies, No. 3. (September 2002), (447-471).
Garland, Dany, “The Development of the Dogma of Papal Infallibility”,
Homiletic & Pastoral Review 111/9, (June/July 2011), (48-54).
218
Geisler, Norman L. ve Mackenzie, Ralph E., Roman Catholics and
Evangelicals: Agreements and Differences, USA, Baker Books, 2004.
Gilley, Sheridan & Stanley, Brian, (ed.), The Cambridge History of
Christianity, vol. 8, UK, Cambridge University Press, 2006.
Gönenç, Levent, “Ortaçağ Avrupası‟nda Anayasacılığın Düşünsel ve
Kurumsal Temelleri”, Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, Ankara, Yetkin
Yay., cilt II, 2008, (267-291.
Granfield, Patrick, “Papacy”, The Encyclopedia of Religion, , Mircea Eliade
(Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 11, ss. 171183.
Groppe, Elizabeth Teresa, “The Contribution of the Yves Congar‟s Theology
of the Holy Spirit”, Theological Studies 62, 2001, (451-478).
Guenon, Rene, Doğu DüĢüncesi, (Çev. L. Fevzi Topaloğlu), Ankara, İz
Yayıncılık, 1997.
Gündüz, Şinasi, “Dinlerde Ayrılık ve Çatışma: Ortodoksi-Heresi Kavgası”,
ĠÜĠFD S. 9, Yıl: 2004, (1-19).
____________, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, Ankara Okulu
Yayınları, 2001.
Gündüz, Şinasi, (ed.) YaĢayan Dünya Dinleri, Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, 2007.
219
Güngör, Ali İsra, Cizvitler, Ankara, Berikan Yayınevi, 2012.
______________, “Günümüzde Katolik Hıristiyanlık”, Dinler Tarihi
AraĢtırmalarıIII 2000. Yılında Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü, Geleceği), Ankara, Dinler Tarihi
Derneği Yayınları, 2002, (259–267).
______________, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, Ankara, Andaç
Yayınları, 2006.
______________, “Papanın Yanılmazlığı Konusundaki Tartışmalar ve
Katoliklerin Yaklaşımları”, Dini AraĢtırmalar, C. XII, S. 34, Mayıs-Ağustos 2009,
(7-26).
______________, Vatikan Misyon ve Diyalog, Ankara, Alperen Yay. 2002.
Güngör, Celalettin, “Bir Reformasyon Öncüsü: Padovalı Marsilius”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XVI, y. 2012, S. 4, (183-247).
Gross, Michael B., The War Against Catholicism: Liberalism and the
Anti-Catholic Imagination in Nineteenth-Century Germany, USA, The
University of Michigan Press, 2004.
Hagen, Kenneth, (Ed.), The Bible in the Churches: How Various
Christians Interpret the Scriptures, USA, Marquette University Press, 1998.
220
Hales, E. E. Y., Pio Nono: A Study in European Politics and Religion in
the Nineteenth Century, New York, P. J. Kenedy & Sons, 1954.
Hanson, Bradley C., Introduction to Christian Theology, Minneapolis,
Fortress Press, 1999.
Harman, Ömer Faruk, “Katoliklik, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam
Ansiklopedisi, C. 25, (55-58).
Hasler, August Bernhard, How The Pope Became Infallible: Pius IX and
the Politics of Persuasion, Translated by Peter Heinegg, New York, Doubleday &
Company, Inc. 1981.
Hefele, Charles Joseph A History of The Christian Councils, From the
Orfiginal Documents to the Close of the Council of Nicaea, (translated from
German and edited by William R. Clark), T & T Clark, Edinburg 1871.
Hennesey, James, The First Council Of the Vatican: The American
Experience, New York, Herder And Herder, 1963.
Hennessy, Paul K., “Infallibility in the Ecclesiology of Peter Richard
Kenrick”, Theological Studies 45, (1984), (702-714).
Hoffer, Eric, Kesin Ġnançlılar, (Çev. Erkıl Günur), İstanbul, İm Yayınları,
2005.
Houtin, Albert, “Hıristiyanlığın Kısa Tarihi”, çev. Abdurrahman Küçük,
AÜĠFD, C. XXV, 1981,
221
Hughes, Philip, A History of the Church, vol. II, The Church in the World
the Church Created: Augustine to Thomas, London, Sheed and Ward, Tarihsiz.
J. H.R., “The Supposed Fall of Honorius and His Condemnation”, American
Catholic Quarterly Review, v. 7, 1882, (162-8).
Jodock, Darrell, (ed.), Catholicism Contending With Modernity Roman
Catholic Modernism and Anti-Modernism in Historical Context, United
Kingdom, Cambridge University Press, 2000.
Jones, W. T., Ortaçağ DüĢüncesi/Batı Felsefesi Tarihi, C. 2, (Çev. Hakkı
Üner), İstanbul, Paradigma Yayınları, 2006.
Kaçar, Turhan, Geç Antikçağda Hıristiyanlık, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, 2009.
_____________,
“İstanbul
Piskoposluğunun
Doğuşu
ve
Yükselişi”
Akademik AraĢtırmalar Dergisi 9-10, (Kasım 2000-Nisan 2001), (63-85).
Kadic, Ante, “Bishop Strossmayer and the First Vatican Council”, The
Slavonic and East European Review, vol. 49, no. 116 (jul., 1971), (382-409).
Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ġlkeleri, (Çev. Dominik Pamir), İstanbul,
Yaylacık Matbaacılık Ltd. Şti., 2000.
222
Keating, Karl, Catholicism and Fundamentalism: The Attack on
“Romanism” by Bible Christians, San Francico, Ignatius, 1988.
Ker, Ian, “Newman, The Councils, And Vatican II”, Communio:
International Catholic Review 28 (Winter 2001) (708-728).
Kertzer, Davit I., The Kidnapping of Edgardo Mortara, New York, Alfred
A. Knopf, 1997.
Kilcullen, John, “Ockham and Infallibility”, The Journal of Religious History,
16 (1991), (387-409).
Kitabı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, İstanbul, Kitabı Mukaddes Şirketi,
1997.
Klausnitzer, Wolfgang “How can the Church Remain in the Truth”,
International Journal for the Study of the Christian Church, 3:1, (47-67).
Köstenberger, J. A. – Kruger, J. M., The Heresy Of Orthodoxy: How
Contemporary Culture's Fascination with Diversity Has Reshaped Our
Understanding of Early Christianity, Illinois, Crossway, 2010.
Küng, Hans, Infallible? An Unresolved Enquiry, London, SCM Press,
1994.
__________, The Council, Reform and Reunion, (Translated by Cecily
Hastings), New York, Sheed and Ward, 1961.
223
Larsen, Timothy & Trier, Daniel J., The Cambridge Companion to
Evangelical Theology, New York, Cambridge University Press, 2007.
Lee, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, (Çev. Ertürk
Demirel), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2004.
Leslie, Shane, Henry Edward Manning: His Life and Labours, London,
Burns Oates & Washbourne Limited, 1921.
Letters of Archbishop Ullathorne, London, Burns & Oates, Tarihsiz.
Lindbeck, George A., Infallibility, Milwaukee, Marquette University Press,
1972.
Longhurst, Christopher Evan, “Other Sources on the Immaculate Conception
of the Blessed Virgin Mary” The Catholic Response, vol. IX, no. 3,
(November/December 2012), (14-19).
Lowery, Mark, “Infallibility in the Context of Three Contemporary
Developments”, Faith & Reason, vol. XXIII, nos 3 & 4, (1998), ss. 225-253.
Magoulias, Harry J., Byzantine Christianity: Emperor, Church and the
West, Detroit, Wayne State University Press, 1982.
224
Mayer,
Jean
François,
“II.
Vatikan
Konsili‟nden
sonra
Hıristiyan
dünyasındaki yeni temayüller ve gelişmeler”, Dîvân Ġlmi AraĢtırmalar, S. 9, yıl 5,
2000/2 (75-112).
McBrien, Richard P., The Church The Evolution of Catholicism, Harper
Collins e-books, 2008.
McCool, Gerald A., Nineteenth-Century Scholasticism: The Search for a
Unitary Method, USA, Fordham University Press, 1999.
McClory, Robert, Power and the Papacy: The People and Politics Behind
the Doktrine of Infallibility, Missouri, Triumph, 1997.
McGuckin, John Antony, The Orthodox Church An Introduction to its
History,
Doctrine, and Spiritual Culture, USA and UK, Blackwell Publishing, 2008.
Mensching, Gustave, Dini Sosyoloji, (Çev. Mehmet Aydın), Konya, Din
Bilimleri Yayınları, 2004.
Meyendorff, John, The Orthodox Church: Its Past and Its Role in the
World Today, Crestwood, St Viladimir‟s Seminary Press, 1996.
Michaud, E., “Old Catholicism”, Encyclopedia of Religion and Ethics, (Ed.
James Hastings), T&T Clark, Edinburg 1994, vol. IX, ss. 483-486.
225
Moody, Joseph N., “Gallicanism”, The Encyclopedia of Religion, Mircea
Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. V,
(467-468)
Moran, Valentine G., “Loisy‟s Theological Development”, Theological
Studies, Vol. 40 Issue 3, (September 79), (411-452).
Morris, Archpriest John W., The Historic Church: An Orthodox View of
Christian History, Bloomington, AutorHouse, 2011.
Mozley, Thomas, Letters from Rome on the Occasion of the Oecumenical
Council, 1869-1870, vol. 2, London, Longmans Green, 1891.
Mullett, Michael A., The Catholic Reformation, London and New York,
Routledge, 2002.
Murray, Paul D., “Roman Catholic Theology After Vatican II”, The
Modern Theologians: An Introduction to Christian Theology since 1918, David
F. Ford (ed.), USA and UK, Blackwell Publishing, 2005.
Nielsen, Fredrik The History of the Papacy in the XIXth Century, vol. I, II,
New York, E. P. Dutton & Company, 1906.
Norwich, John Julius, Bizans 2 YükseliĢ Dönemi (M S 803-1081), (Çev.
Selen Hırçın Riegel), İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2013.
Oakley, Francis, The Conciliarist Tradition Constitutionalism in the
Catholic Church 1300-1870, New York, Oxford University Press, 2003.
226
O‟Connel, Marvin R. “Trent, Council Of” The Encyclopedia of Religion,
Mircea Eliade (Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol.
15, ss.33-39.
Olgun, Hakan, “Katolik Kilisesi‟nin Endüljans Uygulaması ve Protestan
Reformuna Etkisi”, OMÜĠFD, S. 18-19, 2005, (327-345).
Olgun, Hakan, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık, İstanbul, İz
Yayıncılık, 2006.
O‟Malley, John W., A History of the Popes: From Peter to the Present,
United Kingdom, A Sheed & Ward Book, 2010.
________________, “Reform, Historical Consciousness, And Vatican II‟s
Aggiornamento”, Theological Studies, 32 (1971), (573-601).
Ott, Ludwig, Fundamentals of Catholic Dogma, (Edited in English by
James Canon Bastible, Translated from the German by Patrick Lynch), Cork, Roman
Catholic Books, 1952.
Parker, Kenneth L., “Henry Manning and Neo-Ultramontanism: The
Anglican Context for an Oxford Movement Convert‟s Faith in Papal Infallibility”,
Authority, Dogma and History: The Role of the Oxford Movement Converts in
the Papal Infallibility Debates, Kenneth L. Parker, Michael J. G. Pahls (ed.), Palo
Alto, Academica Press, 2009.
227
_________________, “Historical Consciousness And The First Vatican
Council: Manning, Döllinger, Newman, And Acton‟s Uses Of “History” In The
Papal Infallibility Debates” The Rise Of Historical Consciousness Among The
Christian Churches, Kenneth L. Parker and Eric H. Moser (ed.), Lanham,
University Press of America, 2013.
Pollard, John F., Money and the Rice of the Modern Papacy: Financing
the Vatican, 1850-1950, UK, Cambridge University Press, 2005.
Powell, Mark E., Papal Infallibility As Religious Epistemology: Manning,
Newman, Dulles, And Küng, (Doktora Tezi), USA, Southern Methodist University
Dedman College of Humanities and Sciences, 2005.
_____________, “The „Patient and Fraternal Dialogue‟ on Papal Infallibility:
Contributions of A Free-Church Theologian”, Theological Studies 74, (2013), (105118)
Putz, Oliver, “I did not change; they did!” Joseph Ratzinger, Karl Rahner and
the Second Vatican Council, New Wineskins 2, no. 1, 2007, (11-30).
Queen, Bishop Andre J., Old Catholic: History, Ministry, Faith and
Mission, New York, iUniverse, 2003.
Rollo-Koster, Joëlle and Izbicki, Thomas M., (ed.) A Companion to the
Great Western Chism (1378–1417), Leiden & Boston, Brill, 2009.
Rubenstein, Richard L., “Yirmibirinci Yüzyılda Din”, (Çev. Bekir Zakir
Çoban), Doğu Batı, 20 (2002), ss. 89-101.
228
Russ, Jacqueline, Avrupa DüĢüncesinin Serüveni, (Çev. Özcan Doğan),
Ankara, Doğu-Batı Yayınları, 2011.
Salmon, George, The Infallibility of the Church: A Course of Lectures,
London, John Murray, 1888.
Schatz, Klaus, Papal Primacy: From Its Origins To The Present,
(Translated from German by John A. Otto and Linda M. Maloney), USA, The
Liturgical Press, 1996.
Schiefen, Richard J. “Vaticanism in England, 1874-1875”, CCHA, Report
29, (1962), (9-24).
Siegel, Paul N., Dünya Dinleri ve Ġktidar, (Çev. Selin Dingiloğlu), İstanbul,
Yordam kitap, 2013.
Spade, Paul Vincent, (ed.), The Cambridge Companion To Ockham,
Cambridge, Cambridge University Press, 1999,
Stebbing, George, The Story of the Catholic Church, London and
Edinburg, B. Herder Book Company, Tarihsiz.
Sullivan, Francis A., Magisterium: Teaching Authority in the Catholic
Church, Eugene, Paulist Press, 1983.
229
Tanner, Norman P., Decrees of the Ecumenical Councils, London and
Washington, Sheed & Ward, Georgetown University Press, 1990.
_______________, The Church in Council Conciliar Movements,
Religious Practice and the Papacy from Nicaea to Vatican II, London and New
York, I.B. Tauris, 2001.
Tarakçı, Muhammet, “Hıristiyanlkıkta Logos Doktrini”, Milel ve Nihal
Ġnanç, Kültür ve Mitoloji AraĢtırmaları Dergisi, C. 8, S. 1, (Ocak Nisan 2011),
(201-224).
_________________, “Nestorius ve Kristolojisi”, UÜĠFD, C. 19, S. 1, 2010,
(215-241).
The Vatican Council: From Its Opening To Its Prorogation, (Official
Documents, Diary, Lists Of Bishops), Burns, Oates, and co., Strand, Tarihsiz.
Thomsett, Michael C., Heresy in the Roman Catholic Church, North
Carolina, and London, McFarland & Company, Inc., Publishers, Jefferson, 2011.
Taşpınar, İsmail “Katolik Kilisesi‟nin Modern Dünyaya Uyumu: II. Vatikan
Konsili ve Katoliklerin Yaklaşımı”, MÜĠFD, C. 41, (2011/2), (107-120).
Tchilingirian, Hratch, The Armenian Church: A Brief Introduction,
Burbank, Western Diocese of the Armenian Church, 2008.
Teselle,
Eugene,
“Gallicanism”,
The
Cambridge
Dictionary
Christianity, (ed. Daniel Patte), USA, Cambridge University Press, 2010.
230
of
Testas, Guy & Testas, Jean, Engizisyon: Orta Çağ Hıristiyan Dünyasında
Dinsel ġiddet, (Çev. Ali Erbaş), İstanbul, İnsan Yayınları, 2003.
Tierney, Brian, “Notes John Peter Olivi And Papal Inerrancy: On A Recent
Interpretation Of Olivi's Ecclesiology”, Theological Studies, 46, 1985, (315-328).
____________, Origins of Papal Infallibility, 1150-1350: A Study on the
Concepts of Infallibility, Sovereignty and Tradition in the Middle Ages, Leiden,
E. J. Brill, 1972.
____________, Religion, Law, and the Growth of Constitutional Thought
1150-1650, Cambridge, Cambridge University Press, 1982.
Tümer, Günay-Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, III. Baskı, Ankara,
Ocak Yayınları, 1997.
Tyneh, Carl S., (ed.), Orthodox Christianity: Overview and Bibliography,
New York, Nova Science Publishers, 2003.
Ullmann, Walter, A Short History of the Papacy in the Middle Ages,
London and New York, Routledge Taylor & Francis e-Library, 2005.
Visser, Jan, “The Old Catholic Churches of the Union of Utrecht”,
International Journal for the Study of the Christian Church, 3:1, (68-84)
231
Waida, Manabu, “Authority”, The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade
(Editor in Chief), Simon & Schuster Macmillan, New York 1995, vol. 1, ss. 1-7.
Ware, Timoty, The Orthodox Church, England, Penguin Books, 1964.
Welch, J. Lawrence, “The Infallibility of the Ordinary Universal
Magisterium: A Critique of Some Recent Observations”, The Heythrop Journal,
vol. 39, Issue 1, 1998, ss. 18-36.
Witherow,
Thomas,
“History of
the
Vatican
Council”,
Southern
Presbyterian Review 26.2 (April 1875), ss. 339-375.
Woodhead, Linda, Hıristiyanlık, (Çev. Sevda Çalışkan), Ankara, Dost
Kitabevi Yayınevi, 2006.
Yel, Ali Murat, “Geleneğin Bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”,
Divan Ġlmi AraĢtırmalar, C. III, S. 5, 1998/2, (33-55).
Yıldırım, Münir, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Aziz Andaç
Yayınları, 2005.
232
Ġnternet Kaynakları
http://americamagazine.org/issue/378/article/beatification-pope-pius-ix, (12.05.2014)
https://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/download/2987/2601,
(15.03.2014).
http://ejournals.bc.edu/ojs/index.php/ctsa/article/view/3568/3160, (15.01.2014).
http://moses.creighton.edu/csrs/news/F96-2.html, (23.03.2014).
http://orthodoxinfo.com/ecumenism/encyc_1848.aspx, (06.12.2014).
http://www.armenianchurchlibrary.com/FAQ.html, (14.06.2014).
http://www.dusuncetarihi.com/makale/liberalizme-inancini-kaybetmis-olanlarnereye-siginacaklardir, (05.08.2013).
http://www.dusuncetarihi.com/makale/papa-julius-bildirisi, (25.01.2015).
http://www.franciscan-archive.org/bullarium/qquor-e.html, (25.04.2014).
http://www.hprweb.com/2012/03/papal-infallibility-a-symbolic-yet-problematicterm/, (25.05.2014).
http://www.milliyet.com.tr/dijital-de-olsa-adi-britannica/ilberortayli/pazar/yazardetay/18.03.2012/1516729/default.htm, (18.08.2014).
http://www.newmanreader.org/works/anglicans/volume2/gladstone/section5.html,
(11.11.2013).
http://www.newmanreader.org/works/apologia/liberalism.html, (11.11.2013).
http://www.newmanreader.org/works/apologia/part7.html, (15.05.2013).
http://www.newmanreader.org/biography/ward/volume2/chapter27.html#note3,
(10.12.2013).
http://www.nytimes.com/2013/02/18/world/europe/what-do-you-call-a-retired-popeand-is-he-still-infallible.html?pagewanted=1, (21.03.2013).
http://www.newadvent.org/cathen/01176a.htm, (26.06.2014).
233
http://www.newadvent.org/cathen/05094a.htm, (24.05.2014).
http://www.newadvent.org/cathen/07470a.htm, (05.05.2014).
http://www.newadvent.org/cathen/11235b.htm, (11.11.2013).
http://www.newadvent.org/cathen/15221a.htm, (12.08.2013).
http://www.newadvent.org/cathen/15030c.htm, (27.01.2015).
http://www.newadvent.org/cathen/06351a.htm, (30.01.2015).
http://www.newadvent.org/cathen/08285a.htm, (05.02.2015).
http://www.papalencyclicals.net/Councils/ecum16.htm, (12.03.2014).
http://www.papalencyclicals.net/Greg16/g16mirar.htm, (07.01.2014).
http://www.papalencyclicals.net/Leo13/l13provi.htm, (21.02.2014).
http://www.papalencyclicals.net/Nichol03/exiit-e.htm, (30.05.2014).
http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9ineff.htm, (12.11.2013).
http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quanta.htm, (17.07.2013).
http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9quiplu.htm, (12.05.2013).
http://www.papalencyclicals.net/Pius09/p9syll.htm, (06.03.2014)
http://www.papalencyclicals.net/Pius10/p10pasce.htm, (13.03.2014).
http://www.reformed.org/documents/wcf_with_proofs/, (05.12.20014).
http://www.ts.mu.edu/readers/content/pdf/40/40.1/40.1.5.pdf, (18.03.2014).
http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_const_19641121_lumen-gentium_en.html, (18.12.2013).
http://www.vatican.va/archive/hist_councils/ii_vatican_council/documents/vatii_decree_19651028_christus-dominus_en.html, (10.12.2013).
http://www.vatican.va/archive/ENG0015/__P1K.HTM#-IJ, (03.05.2014).
http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PT.HTM, (15.05.2014).
http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__PW.HTM, (15.05.2014).
http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014).
234
http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P15.HTM, (12.02.2014).
http://www.vatican.va/holy_father/benedict_xvi/homilies/2010/documents/hf_benxvi_hom_20100919_beatif-newman_en.html, (13.09.2013).
http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/encyclicals/documents/hf_jpii_enc_25051995_ut-unum-sint_en.html, (23.03.2014).
http://www.vatican.va/holy_father/paul_vi/encyclicals/documents/hf_pvi_enc_25071968_humanae-vitae_en.html, (12.01.2014).
http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deuittifaks_en.html, (25.11.2013).
http://www.vatican.va/holy_father/pius_xii/apost_constitutions/documents/hf_pxii_apc_19501101_munificentissimus-deus_en.html, (12.01.2014).
http://www.vatican.va/archive/ENG1104/__P2H.HTM, (25.04.2014).
http://www.zenit.org/en/articles/pope-has-no-easy-recipe-for-church-crisis,
(29.01.2015).
http://www.ewtn.com/library/THEOLOGY/chwordin3.htm#0, (29.01.2015).
http://www.mayoclinicproceedings.org/article/S0025-6196(11)611002/fulltext#cesec70, (01.02.2015).
235
ÖZET
Mürsel Özalp, Papanın Yanılmazlığı Doktrini, Doktora Tezi, Danışman: Prof.
Dr. Ali İsra Güngör, 9+235 s.
Papanın Yanılmazlığı Doktrini başlığını taşıyan bu tez giriş ve üç bölümden
oluşmaktadır. Giriş kısmında araştırma hakkında genel bilgi, konunun önemi ve
sınırlılıkları ile takip edilen metot ve kullanılan kaynaklar hakkında bilgi verilmiştir.
Bu bölümde ayrıca Papalık ve Papa kavramlarıyla Papalığın teşekkülü ve Papalık
Katoliklik hakkında genel bilgiler verilmiştir.
Tezin birinci bölümünde papanın yanılmazlığı doktrininin Katolik bir inanç
akidesi olma yolundaki ilk işaretleri ortaya konulmuş, Papalık otoritesinin tarihsel
seyri İlkçağ, Ortaçağ ve Reformasyon dönemi olmak üzere üç ana başlık altında
kırılma dönemleri de ele alınmak suretiyle ele alınmıştır.
Tezin ikinci bölümünde yanılmazlık doktrininin doğuşu, gelişmesi ve bir
inanç akidesi olarak kabul edildiği I. Vatikan Konsili, konsilin toplanması, taraflar ve
tartışmalar ve konsil sonrası gelişmeler ele alınmıştır.
Tezin üçüncü ve son bölümü ise I. Vatikan Konsili sonrası yanılmazlık
doktrinini kapsamaktadır. Bu bölümde önde gelen Katolik teologların yanılmazlık
doktrini üzerindeki düşünceleri ile yanılmazlık anlayışları incelenmiştir. Yine II.
Vatikan Konsili‟nin yanılmazlık anlayışı bu bölüm altında değerlendirilmiştir. Ayrıca
bu bölümde yanılmazlık doktrininin koşul ve kriterleri, uygulanması ile yanılmazlık
doktrininin diğer Kiliselerdeki yansımaları ve bu kiliselerin yanılmazlık anlayışı
incelenmiştir.
Sonuç bölümünde ise bir bütün olarak papanın yanılmazlığı doktrininin
tarihsel gelişimi kayıt ve sınırlılıklarıyla ele alınarak bir değerlendirilmesi yapılmıştır.
Anahtar Kavramlar: Papanın Yanılmazlığı, I. Vatikan Konsili, Papa IX. Pius,
Ultramontanizm, Roma Katolik Kilisesi, Papalık otoritesi
236
ABSTRACT
Mürsel Özalp, The Doctrine of Papal Infallibility, PhD Dissertation,
Supervisor: Prof. Dr. Ali İsra Güngör, Ankara University, Graduate School for Social
Sciencies, 9+235 p.
With the title of The Doctrine of Papal Infallibility, this thesis consists of an
introduction and three chapters. In the introduction, general information about the
research, the importance and the limitations of subject, the followed method and the
used sources are given. In this section also general information about the Papacy,
concept of Pope, the formation of the Papacy and the Pontifical Catholic are
provided.
First signs of Papal Infallibility of Catholic belief were adressed in the first
chapter of the thesis and the historical progress of Papal authority were discussed
under the three main headings, which are the Ancient, the Middle Ages and the
Reformation period.
In the second part of the thesis, birth of the doctrine of the Papal Infallibility,
development period, the First Vatican Council in which it was accepted as a creed,
gathering of the council, sides, debates and developments after council were
discussed.
The third and last part of the thesis covers the Papal Infallibility doctrine after
the First Vatican Council. In this section, the thoughts of leading Catholic
theologians on the doctrine of Infallibility and their understanding of it were
examined. The 2nd. Vatican Council's understanding of Infallibility is also assessed
under this section. In addition to this, the conditions, the criteria and the practice of
Infallibility doctrine, reflections onto the other Churches and their understanding of
it were investigated in this section.
In the conclusion, the historical development of the doctrine of the Papal
Infallibility is taken into consideration within the records and limitations as a whole.
Keywords: Papal Infallibility, First Vatican Council, Pope Pius IX, Ultramontanism,
Roman Catholic Church, Papal Authority.
237
Download